KöklüDeğişim 76.Sayı

Page 1



‫بسم اهلل الرحمن الرحيم‬

KÖKLÜDEĞİŞİM Kuruluş: 2004

İslâmi Fikirlere Dayalı Aylık Siyâsi Dergi Muharrem 1432 Ocak 2011 Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Ahmet Sivren İdari İşler Müdürü Hakkı Eren Yayın Kurulu Başkanı AbdulHamid Yazıcı Haber Dairesi Müdürü Hüseyin Sivren Kapak&Grafik Tasarım KöklüDeğişim Yönetim Merkezi G.M.K. Bulvarı No: 31/12 Kızılay/ANKARA İletişim&Abonelik&Reklam Tel: (+90) 0 312 229 77 91 Faks: (+90) 0 312 229 77 92 www.kokludegisim.net bilgi@kokludegisim.net

Temsilcilikler

İstanbul Bülent Kurşun Tel: 0 536 638 67 68

Abonelik ve Hesap Numaları

Yurtiçi

Yurtdışı

6 Aylık

6 Aylık

24 TL

24 TL

Yıllık (12 Ay) Yıllık (12 Ay) 48 TL

48 EUO

PTT Posta Çeki:

Ziraat Bankası Euro Hesabı Başkent Şb. TR93000100 1683474757825001 TCZBTR2A

Ahmet Sivren Adına

1911803

Ziraat Bankası TL Hesabı Başkent Şb.

47475782-5002

Baskı 01.01.2011 Rulo Ofset ve Matbaacılık Adres: K.Karabekir Cd. No: 120/86 İskitler-Ankara 0 312 312 50 75

Yerel-Süreli ISSN: 1304 - 8274

Ocak Ayı Takdim www.kokludegisim.net, biz KöklüDeğişim ailesinin en göz önünde olan yanı muhakkak! Hicrî ve Miladî yeni bir yıla girerken internet sitemizi de yeni bir formatla karşınıza çıkaralım istedik. Hicrî 1432 ve Miladî 2011 senelerinin bu ilk ayında İslâmî Ümmet’in hayırlara gark olmasını, İslâmî Devlet’in ikamesini bizlere nasip etmesini Rabbimizden niyaz ederek, bu ayki KöklüDeğişim’i sizlere takdim etmek isteriz. Bir hakikatin Kur’an ayetleriyle teşbih edildiği, bir ABD tahlilini Ahmet Sadık Altınel Hocamız o farklı üslubuyla sizlerle paylaşıyor. Müstekbir Amerika’nın usta stratejistlerinin yıllar öncesinde yazdıkları/söylediklerinin aksine, Amerika bugün büyük bir çıkmaza girmiştir. Bu hakikati, yine aynı stratejistler bugün itiraf etmek zorunda kalıyorlar. Ama yine de hâlâ ‘o büyük Amerika’nın sonunun uzakta olduğunu sanıyorlar. Hâlbuki sonları çoktan yaklaştı. Zira “Amerika Öldü! Süleyman Aleyhi’s-Selam’ın Cinleri Gibi Olmayın!” işte bize düşen… Wikileaks belgeleriyle sarsılan devletlerarası ilişkiler, özellikle uşak-ajan yöneticileri bir hayli telaşlandırmış durumda. Özellikle Amerikan uşaklığını meslek edinmiş olanlar için etekler iyice tutuşmuş. Peki, nedir Wikileaks, kim tarafından kurulmuş, hangi amaca hizmet için ortaya çıkmıştır? Bu bilgilere nasıl ulaşılmış, bu oluşumun arkasında hangi güç var ve bu belgeleri bizler nasıl değerlendirmeliyiz? İşte tüm bu ve benzeri sorularınızın cevaplarını, Hayreddin Duman’ın “Wikileaks Belgelerine Analitik Bakış” adlı makalesinde bulacaksınız… Wikileaks belgelerinin ifşaatlarıyla ortaya saçılan, fakat bizim yayın hayatımıza başladığımız ilk günden beridir söylediğimiz, kukla yöneticilerin ve satılmış kalemlerin ihanetleri -ki bu belgelerle ortaya çıkanlar daha devede kulaktır- sömürgeci kâfirlerin kendi aralarındaki it dalaşı neticesinde ister-istemez ortaya çıkıyorlar. Göz boyamada mahir hem efendiler hem de tâbiler için artık mızrak çuvala sığmıyor. Özellikle Müslümanların karşısına çıkıp onların duygularıyla oynayanlar, değerlerini ve canlarını hiçe sayanlar, artık yolun sonuna geldiler. Bu ayki kapağımızda da resmetmeye çalıştığımız gibi “Amerika Öldü!” Efendilerinin yıkılışının ardından bu zavallı zevatı kim himaye edecek sanıyorsunuz! İşte o gün bu zalimler için hesap verme zamanı… Evet, hesap verecekler şüphesiz bu Ümmet’e! Bu ülkenin yöneticileri de bu halka hesap verecek muhakkak, Mavi Marmara’da şehit edilen kardeşlerimizin hesabını niçin soramadığının hesabını verecek, yahudi varlığıyla gizli kapaklı görüşmelerin hesabını verecek. Gürleyen ama bir türlü yağmayan Erdoğan’ın bu ikiyüzlü tavrını Erkan Kardelen kaleme aldı. “Anadilde Eğitilmek”, “Batı’nın Nükleer Teknolojiyi Tekelleştirmesi”, “Av. Hüseyin Kurşun İle Mülakat”, “Adalet Arayışındaki Kürtler”, “Hacı Hacıyı Mekke’de Bulur” Gündem bölümümüzün diğer makaleleri… Tefekkür bölümünde ise; önce sizleri yeni bir eserle buluşturacağız: “Gücünün Sırrını Keşfet” daha sonra “Kuşak Çatışması” başlıklı makaleyi okuyacaksınız… Sizler için derlediğimiz haberler ve kısa yorumlarımızın yer aldığı Haber-VeriYorum adlı bölümümüzün ardından Bülent Uğur Koca’nın “Ümmet’in Müşriklerden Beraati” ve M. Mustafa Uzun’un “Orta Asya’nın Zindan Ülkesi: Özbekistan” başlıklı makaleleri İktibas bölümünde bulacaksınız. Devam eden makalelerimiz ve Tefsir bölümümüz de bu ay ki sayımızda sizleri bekliyor. KöklüDeğişim Ocak 2011 Sayısı, siz muhterem KöklüDeğişim Okurlarını, Değişim yolunda bizlere eşlik etmeye çağırıyor… Bu kutlu yolda bize eşlik eder misiniz? Not 1: Abonelik ücretlerinizi yan tarafta tabloda bulunan banka ve PTT hesap numaralarına yatırabilirsiniz. Lütfen hesaba para yatırırken, adınızı, soyadınızı ve hangi il/ülke’den yatırdığınızı görevliye yazdırınız. Not 2: Dergimiz, Kapitalist Sömürü ideolojisinin fikirlerinden olan, “telif hakları” kavramını İslâm reddettiği için kabul etmemektedir. Dergimizde yer alan yazılarımız, yazarının ve dergimizin ismi belirtilerek iktibas edilebilir. Dergimize gönderilen yazılar, yayın esaslarımıza uygun olması ve yazıların güncelliğini koruması kaydıyla, yayın kurulumuzun onaylaması halinde yayınlanır. Gönderilen yazıların içeriği bozulmamak kaydıyla- üzerinde değişiklik ve kısmen kısaltma yapma hakkımız vardır.

1

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


İçindekiler

3

Ocak 2011 Muharrem 1432

GÜNDEM

3 10 15 19 23

Amerika Öldü! Süleyman Aleyhi’s-Selam’ın Cinleri Gibi Olmayın! Ahmet Sadık ALTINEL WikiLeaks Belgeleri’ne Analitik Bakış Hayreddin DUMAN

15

Erdoğan Hep Gürlüyor Ama Hiç Yağmıyor Erkan KARDELEN Anadille Eğitilmek! Cevher KARA Batı’nın Nükleer Teknolojiyi Tekelleştirmesi ve Müslümanların Durumu Talha YAŞAR

28 36 41 44

Av. Hüseyin Kurşun İle Mülakat KöklüDeğişim

49

İktisadî Düşüncelerin Bozuklukları ve Sahih Çözüm (8) Hakkı EREN

10

Adalet Arayışındaki Kürtler (1) Salih AKKILIÇ Hacı Hacıyı Mekke’de Bulur Asım CİNGİTAŞ Petrolün İnsan Hayatından Daha Değerli Sayıldığı, Garip Müslümanların Diyarı Irak (6) İbrahim ER

TEFEKKÜR

53 59 62

Gücünün Sırrını Keşfet (1) Fuad HAMİDOĞLU

HABER-VERİ-YORUM KöklüDeğişim

TEFSİR

75

28

Kuşak Çatışması Esma SIDDIK

Bakara Suresi 285-286. Ayetler Esad MANSUR Ocak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

İKTİBAS

69

Ümmet’in Müşriklerden Beraati’nin 1432. Yıl Dönümü Bülent Uğur KOCA

72

Orta Asya’nın Zindan Ülkesi: Özbekistan M. Mustafa UZUN

2


Ahmet Sadık ALTINEL

Batılı kültür ve değerlerini toplumlarına aşılamaları; eğitim sistemlerini tamamen laik paradigma üzerinde şekillendirmeleri, kitle iletişim araçları, yaygın ve örgün eğitim kurumları aracılığıyla Batılı kültürü İslam Ümmeti’nin evlatlarının temiz dimağlarına zerk etmeleri sonucunda çok yüzeysel ve yapay bir durum olarak ortaya çıkmıştır. Lakin “Köpük, havaya uçup gider” ayetinin beyan ettiği gibi; dalgaların kıyıya vurduğunda çıkardığı köpüğün dalga çekilirken hemencecik kayboluşu gibi yalan ve karartmalarla oluşturulmuş bu büyüleyici illüzyonist sahte uygarlığın çehresi sıyrılınca gerçek ortaya çıkmıştır.

u anda Obama’nın baş danışmanlığını yürüten eski ABD Millî Güvenlik Sekreteri Zibigniev Brzezinski, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlarından 1994 yılında çıkan “Kontrolden Çıkmış Dünya” adlı kitabında bir süper güç olarak Amerika’nın bu konumunu dört şeye borçlu olduğunu söylüyordu. Brizezinski, Amerika’yı süper güç yapan bu dört unsuru şu şekilde sıralamaktadır: 1. Küresel ideolojik ve kültürel çekicilik 2. Küresel ekonomik dinamiklik 3. Küresel askerî erişim 4. Küresel politik güç.

Bakın, Kapitalist kültürün dünya çapında çekiciliğinden söz eden Brizezinski, adı geçen eserinde Batılı kültürün içler acısı halini nasıl değerlendirmektedir:

1. Küresel İdeolojik ve Kültürel Çekicilik: Evet, kısmî olarak gerçekliğini göz ardı edemeyeceğimiz bu durum kendilerini Batılı Kapitalist uygarlık ailesinden kabul eden bir avuç muktedir azınlığın, yıllardır

“…şiddet olaylarını gündelik hale getiren televizyon ve film kültürü, uygar ülkeler içinde

3

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


Amerika Öldü! Süleyman (a)’ın Cinleri Gibi Olmayın! ABD’yi en yüksek cinayet oranına ulaştırmıştır. takılmış ağaçlar gibidirler ki, hem gülünç, Televizyon, eğlendirme adı altında cinsellik ve hem de aldatıcıdırlar.” şiddet sergileyip izleyicilerde ihtiyaçlarını anınBundan dolayı sözü edilen kültürel çekida karşılama duygularını körüklemektedir. Telecilik hiçbir zaman İslam Ümmeti’nin kahir vizyon eğlencelerinde hatta haberlerde, yenilik ekseriyetinin seküler, laik temellere dayaadına gerçekler magazinleştirilerek sınır aşılmış, nan Batılı dünya görüşünü ideolojik manaher türlü ahlâkî değerden sıyrılınmış ve gayr-ı da içselleştirmesi, benimsemesi şeklinde demeşru münasebetler normal, hatta arzulanır bir ğil, sadece Batılı kimi markaların ürettikleritavır olarak sunulmuştur. Modern toplumlarni tüketmesi, onun sanatı ve modasını taklit da tüketimi zorunluluk haline getirilen popüler etmesi şeklinde tezahür etmiştir. Yoksa İskültür, uyandırılmış taleplere göre biçimlendirilam Ümmeti bu dönem içinde kendisini yölir. Maddî temeller üzerine inşa edilen bu yeni netenlerin düşündüğü gibi Kapitalizm’i bir dünyanın, “meta kültürü”nü kullanmaya yöndünya görüşü olarak benimsemiş değildi. lendirilen insan, “kullan-at” kültürünün âleti Ümmet’i tarihinden, Akidesi’nden, kendi olmaktan kurtulamamıştır. kültürel kodlarından koBütün bunların sebebi, teleparan, onu kah Doğu BloÜmmet’i tarihinden, vizyonların popüler kültür ğu ideolojisi Komünizm’in Akidesi’nden, kendi kültürel öğelerinin en büyük pazarkah Batı Bloğu ideolojisi kodlarından koparan, onu layıcısı olmasıdır. Bu sayede Kapitalizm’in politikalakah Doğu Bloğu ideolojisi gelir düzeyi ne olursa olsun, rına angaje edenler, hep Komünizm’in kah Batı Bloğu hangi ülkede yaşarsa yaşasın Müslüman beldelerdeki insanların çok büyük bir kısideolojisi Kapitalizm’in derin yapılar, Batılı paramı blucin giymektedir. Müpolitikalarına angaje edenler, digmayı benimsemiş “siziğin sanat değeri ilgililerce hep Müslüman beldelerdeki yasetçi, aydın ve entelektüeltartışıladursun, herkes tederin yapılar, Batılı ler” olmuştur. levizyonların empoze ettiparadigmayı benimsemiş Bu söylediklerimizi teği şarkıları dinlemekte, cola “siyasetçi, aydın ve yit eder nitelikte, hem de içmektedir. Popüler kültür, entelektüeller” olmuştur. Batılı bir ağızdan çok ilginç her şeyi birbiriyle karıştırır, bir değerlendirmeyi burahomojenleştirir Bu sebeple da paylaşmak istiyorum. Francis Robinson, popüler kültürün yayılması, sadece genel bir Kitap Yayınları’ndan çıkan “İslam Ülkeleri kültürsüzleştirme tehlikesi meydana getirmez, Tarihi” adlı eserinin giriş bölümünde bakın hâkim güçlerin ideolojilerine göre yönlendirilbu gerçeği nasıl teslim ediyor: diği için aynı zamanda totalitarizme hizmet eder. Hâlbuki “Kültür, bir milletin kendine has “Müslümanlar bin yıl boyunca Avrupa’yla çizgide gelişip yükselmesinde sık sık başvuracafazla ilgilenmediler; ne Avrupa’nın dillerini ğı önemli bir kaynaktır. Millet hayatının hayat öğrenmek ne de bu ülkeleri gezmek istediler. ve istikametiyle, kültür kaynaklarının duruluğu Avrupa’da kendilerine hiçbir değer veremeyecek arasında her zaman sıkı bir münasebet mevcutdaha düşük bir uygarlık olduğuna inanıyorlartur. Başka milletlerin kültür ve medeniyetdı. Müslümanlar Avrupa ile ilgilendikleri kaleri ile güya gerdeğe girip, kendi varlık ve darıyla yaklaşımlarında şu eğilimler egemendi: bekasını devam ettirmeye çalışan toplumAvrupalılar, Hıristiyan olarak “Ehli Kitap”, lar, dallarına başkalarına ait meyveler yani Allah’ın bilgi bahşettiği insanlardı; ama Ocak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

4


Amerika Öldü! Süleyman (a)’ın Cinleri Gibi Olmayın! aynı zamanda Allah’ın melığı olarak duran fesi kalÜmmet’in beldelerinde sajını yanlış anlamış insandırmak, bunun yerine tüm lar, yani kâfirlerdi. Gerek işbirlikçi yöneticilerin her türlü medenî dünyanın giydiği konuşmalarda gerek resmî şapkayı getirmek, böylece allama ve pullama çabalarına belgelerde onlardan kâfirler Türk ulusunun gerek dürağmen Batılı yaşam modeli olarak söz edilir, çoğu kez şünce, gerekse tüm medenî ve kültürü artık düşünce buna birde beddua eklenirdi; sahibi her Müslüman’ın burun yönlerden diğer toplumlara pistiler: Bir Müslüman, orta ters düşmediğini göstermek kemiklerini sızlatacak kadar çağda Frenkler için yılda en derin bir öfke uyandırmaktadır. zorundayız.” fazla iki kez yıkanıp paklaEvet, Batılı bir giyim nırlar, giysileri de üzerine modeli olarak şapka giydikten sonra yırtılıp parçalanıncaya kadar için başta İskilipli Atıf Hoca olmak üzere yıkamazlar” yorumunu yapıyordu.” Ümmet’in kıymetli alimlerinden nicelerinin dar ağaçlarında sallandırıldıklarını ve böylece baskı ve jakoben yöntemlerle tefessüh etmiş kültürün zorla benimsetilmeye çalışıldığını hepimiz biliyoruz.

Robinson, İslam dünyasında seçkin yönetici ve aydın elitin öncülüğünde Batı’ya ilk ilginin 19. yüzyılda, o da Batı’nın daha çok sanayi ve askerî gücüne iç geçirme ile başlayan bir hayranlık olduğunu, bu iç geçirmenin çok geçmeden öfke duyguları ile yer değiştirdiğini aktarıyor. “Batılı güçlerin, Napolyon’un 1798’de Mısır’ı işgal ile başlayan ve İngilizlerin I. Dünya Savaşı sonrasında İstanbul’u (Payitahtı) işgaline kadar İslam dünyasındaki her kazanımları Müslümanların ruhlarındaki öfkeyi derinleştirdi.”

‫َاموْا إِلَى‬ َ ‫ِع‬ َ ‫إِ َّن ال ُْم َنا ِفق‬ ُ ‫ون اللّ َه َوُه َو َخاد‬ ُ ‫ِين يُ َخاد‬ ُ ‫ِع ُه ْم َ ِإو�ذَا ق‬ َّ ‫ال‬ ً ‫ون اللّ َه إِال َقلِي‬ َ ‫الص‬ َّ َ ‫اس َو‬ َ ‫ُر‬ َ ‫ُسالَى يُ َرآ ُؤ‬ ُ ‫ال َي ْذك‬ َ َّ‫ون الن‬ ُ ‫ال ِة ق‬ َ ‫َاموْا ك‬ ‫ال إِلَى َه ُؤالء‬ َ ‫ِين َب ْي َن َذل‬ َ ‫ال إِلَى َه ُؤالء َو‬ َ ‫ِك‬ َ ‫ُّمذ َْب َذب‬ “Münafıklar, Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Hâlbuki Allah, onların oyunlarını başlarına geçirecektir. Onlar, namaza kalktıkları zaman tembelce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar. Allah’ı pek az anarlar. İki taraf arasında yalpalarlar. Ne bu tarafa ve ne de o tarafa yar olurlar.” (en-Nisa 142, 143)

İslam Beldelerinde Batılı kültür ve yaşam biçimine yönelik ilginin bir avuç seçkin ve işbirlikçi azınlık tarafından yukarıdan aşağıya zorla ve yapay biçimde oluşturulmuş bir ilgi olduğu tezimizi Robinson’un şu sözleri açık bir biçimde ortaya koyuyor:

Biz tekrar konumuza dönecek olursak, kısaca şunu söylemek isteriz ki; zaten yapay bir şekilde, bin-bir baskı, dayatma ve entrika ile benimsetilmeye çalışılan bu kültür, artık İslam Ümmeti’nin nezdinde çekiciliğini yitirmiştir. Ümmet’in beldelerinde işbirlikçi yöneticilerin her türlü allama ve pullama çabalarına rağmen Batılı yaşam modeli ve kültürü artık düşünce sahibi her Müslüman’ın burun kemiklerini sızlatacak kadar derin bir öfke uyandırmaktadır. Demek ki Amerikan’ın süper güç konumunu borçlu olduğu unsurlardan biri olan kültürel ve ideolojik çekicilik yerini, Amerika şahsında Kapitalist ideolojiye düşmanlığa

“20. yüzyılda daha karmaşık yaklaşımlar gelişti. Laik Müslüman yöneticiler, devlet ve toplumu kendi ayakları üzerinde durabilecek güce ulaştırmak için Batı’nın yöntemlerini taklit etmişlerdir. Bu, aşırıya götürüldüğünde Batılı yaşam biçiminin zorla benimsetilmesi anlamına gelebilmektedir. Örneğin çağdaş Türkiye’nin kurucusu Atatürk 1927 yılında TBMM’de şunları söylüyordu: “Beyler ulusumuzun kafasında bir cehalet, gaflet, taassup, ilerleme ve medeniyet düşman-

5

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


Amerika Öldü! Süleyman (a)’ın Cinleri Gibi Olmayın! bırakmıştır. Bunu en güzel şekilde “Tercih” adlı en son kitabında yine Brzezinski, “Amerika, 1.2 milyar insanının çoğunun Amerika’yı amansız bir düşman olarak gördüğü İslam dünyası ile uzun dönemli ilişkilerini yapıcı bir şekilde idare edebilir mi?” sorusunu sorarak ifade etmiş oluyor. Brzezinski’nin sözünü ettiği düşmanca yaklaşımın ötesinde İslam Ümmeti artık kendi kültürüne ve İslam Akidesi’nden türemiş olan çözümlere güven tazelemekte dahası onun hayata hâkim olacağı günü özlemle beklemektedir.

“Beyler, bütün dünya halklarının gözü önünde Kapitalist İdeolojinin tartışılır olmasına göz yumamayız.” İşte bu söz, bence Kapitalist sömürü uygarlığının bittiği yerdir. Brzezinki’nin sözünü ettiği küresel ekonomik dinamiklik tezi de artık geçerliliğini yitirmiştir.

ğinde dikkatimi çeken çok çarpıcı bir şeyi sizlerle paylaşmak isterim. Başkan Bush krizle baş etmek için batan banka ve kimi küresel şirketleri devlet uhdesine almak istediğinde ve bunun için gerekli olan 800 milyar dolarlık maliyetin üstlenilmesi için Amerikan Senatosu’na teklif sunduğunda, Amerikan toplumu ayağa kalkmıştı. Bunun üzerine Başkan Bush, dikkatlerden kaçan ve maalesef bizim basınımızda hiç de üzerinde

“Dokuz kişiye bir pul, bir kişiye dokuz pul/Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa.” Yani ortada bir ekmek var, on dilime bölüyorsunuz, bir kişinin önüne dokuz dilim, dokuz kişinin önüne de bir dilim ekmek koyuyorsunuz ve “nasıl doyarsanız doyun”, diyorsunuz. İşte bu taksimi ancak aynaya bakmasa gözündeki çapağı görmekten aciz, sınırlı ve eksik olan insan aklının ürettiği Kapitalist sömürgeci ekonomi yapabilir!

durulmayan fakat bence çok çarpıcı olan bir şey söyledi:

Geçenlerde yabancı bir ekonomi dergisi, dünyanın ilk 1000 zengini diye bir liste yayınlamıştı. Bu listede 60 tane Türk zengin de 2. Küresel Ekonomik Dinamiklik: yer alıyordu. Dünyanın ilk 1000 zengininin toplam servetleri veriliyorII. Dünya Savaşı’ndan ...Başkan Bush, dikkatlerden du, bu haberde. Acaba bu sonra aktif bir şekilde dünkan emici komprodorların kaçan ve maalesef bizim ya siyasî sahnesine giren toplam servetleri ne kabasınımızda hiç de üzerinde Amerika’nın ekonomisi de dardır sizce. Sıkı durun, 55 durulmayan fakat bence çok SOS vermektedir. Bugün trilyon dolar. Dikkat ediniz çarpıcı olan bir şey söyledi: Amerika, dünyanın en fazbu sadece ilk 1000 zenginin “Beyler, bütün dünya la borçlu olan ülkesidir. toplam serveti. Ya ilk 2000’i, halklarının gözü önünde Üç milyondan fazla evsiz5000’i ya da 10.000’i işin içiKapitalist İdeolojinin barksız vatandaşı vardır. ne kattığımızda, sadece betartışılır olmasına göz Dönemsel olarak krizlerle lirli ellerde toplanan sermayumamayız.” İşte bu söz, baş etmek zorunda kalan, yenin tutarının ne ölçülere bence Kapitalist sömürü kırılgan Kapitalist ekonovaracağını tahmin etmek uygarlığının bittiği yerdir. misi ile Amerika halen, bile güçtür. Bu rakamlarla geçtiğimiz yıllarda patlak dünyada beslenme, barınma, eğitim, sağveren yeni bir ekonomik krizle boğuşmaklık, vs. kısaca temel insanî ihtiyaçlarını tetadır. Burada derinlemesine ekonomik tahmin edememiş kimse kalır mı? Necip Fazıl liller yapacak değilim. Bu benim uzmanı Kısakürek’in bir benzetmesi aklıma geliyor. olmadığım alan değildir. Yalnız bu son küÜstat şöyle der: resel kriz Amerika’da ilk defa patlak verdi-

Ocak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

6


Amerika Öldü! Süleyman (a)’ın Cinleri Gibi Olmayın! Beni dehşete düşüren bir diğer husus, ilk 1000 zenginin bu devasa boyuttaki servetlerini kazandıkları alanlara baktığımda, bunların ağırlıklı olarak enerji alanları olması oldu. Hâlbuki İslam’ın enerji ya da genel anlamda tükenmeyen maden veya kaynaklara ilişkin siyaseti; onların insanlığın ortak malı olduğu, asla özelleştirilemeyeceği, devlet tarafından işletilerek gelirlerinin toplumun refahını temin etmek üzere kamu yararına kullanılabileceği şeklindedir.

çözümlere, ideal ekonomi modeline güven tazelemekte ve hatta bu ekonomi modelini hayata tatbik edecek siyasal bir erk’in/İslam Devletinin varlık sahnesine çıkmasını dört gözle beklemektedir. 3. Küresel Askerî Erişim: Brzezinski, bugün Amerikan’ın 100’ün üzerinde askerî üssünün, dünyanın önemli denizlerinde güçlü donanmalarının olduğundan ve her an, istediğinde 100.000 kişilik askerî bir birliği istediği noktaya sevk edebilecek hareket kabiliyetinin olduğundan söz ediyor. Evet, bu doğru olabilir. Lakin özellikle 11 Eylül hadiselerinden sonra İslam Beldelerine ilişkin siyasetini tamamen askerî politikalar temelinde geliştiren Amerika, kendince tehdit olarak algıladığı “İslam” gerçeği ile baş edebilmiş midir? Bunca gelişmiş ve donanımlı askerî gücü ile Irak’ta ve Afganistan’da son derece yetersiz koşullar içinde direnen mücahitlere karşı ne yapabilmiştir? Amerika Irak’tan çekilmek zorunda kalmadı mı? Üstelik bizler bu günlerde Amerikan ve İngiliz yetkili ağızlarından direnişçiler karşısında çaresizliklerini ve evet, yenilgilerini ifade eden demeçler işitiyoruz. Bunlardan en yakın tarihlerde basına yansımış olan haberlerden bir kaçı şöyledir:

Öyle ya, bir düşünelim. Bilim adamları big bang’den bu yana dünyanın yaklaşık 5 milyar yılı geride bıraktığını söylüyor. Yani evren bir gaz bulutuydu ve (tabii ki, en ince detayına kadar Rabbimizin belirlediği bir planlamayla) patlamayla var edildi. Bu varoluşta yerin sakladığı, ama insanlığın bilim ve teknolojiyi geliştirmesi ile ortaya çıkarabileceği petrol, doğalgaz, vs. binlerce maden de var edildi. Şimdi soruyorum: Oluşumunda ve üretiminde insanoğlunun hiçbir katkısı olmamışken insanlığın ortak servetleri olan bu zenginlikleri kim ne hakla bireysel mülkiyete devredebilir? İşte Kapitalizm’in yaptığı budur. İnsanlığa kastı olan “cin/hin” fikirli birisi çıkmış, doğal kaynakları insanlığın kahir ekseriyetinin istifadesinden mahrum eden liberal bir sistem geliştirmiş.

• İngiltere Savunma Bakanı Liam Fox, “Afganistan’da uzun süreli istikrar için askerî müdahalenin yeterli olmadığını, Taliban ile görüşülebileceğini” söyledi.

Bu ekonomi sisteminin insanlığa hayır getirmeyeceği gayet açıktır. Sadece bu açıdan bakıldığında dahi İslam’ın ekonomi modelinin insanlığın insanca yaşayabilmesi için yegâne doğru çözümler getirdiğini anlamak mümkündür. Dolayısıyla bu açıdan da İslam Ümmeti kendi Akidesi’nden çıkan

• Richards, Sunday Telegraph gazetesine verdiği demeçte, “Öncelikle, militanları kesin bir bozguna uğratmak gerekli mi, bunu sorma-

7

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


Amerika Öldü! Süleyman (a)’ın Cinleri Gibi Olmayın! mız lazım. Bunun gereksiz olduğunu ve hiçbir zaman (bu hedefe) ulaşılamayacağını savunuyorum.” dedi.

yazar-çizer, entel taifesine borçludur. Onların, Ümmet’in hayrına olanın Amerikan politikalarına angaje olmada olduğu noktasındaki olağanüstü çabalarına rağmen artık Ümmet, onların ikiyüzlü tavırlarını, kendilerine asla huzur ve refah getirmeyecek olan projelerini, zaten ezelden beri Batı’nın Doğu ile sadece onu ve kaynaklarını sömürmek için ilişki kurduğunu, bunu yaparken yerli devşirmeler icat ettiğini görmüştür. Zaten Amerika bu bölgede politikalarını ihale ettiği uşaklarının sarsılan itibar ve iktidarlarına güvenemediği için bölgede çıkarlarını korumak adına bizatihi kendisi askerî varlığıyla bu bölgeye gelme ihtiyacı hissetmiştir.

• Amerika’nın CBS Televiyonunda yayınlanan “60 Minutes” programına katılan ABD’li komutan John Hintz, gözyaşlarını tutamadı. Spikerin soruları karşısında çaresizliğini itiraf eden Hintz, Taliban saldırılarından bunaldığını söyledi. Sorumluluğu altındaki 300 kilometrelik bir alanın küçük bir bölümünü kontrol edebildiğini söyleyen John Hintz, kendisine 6 ay verilirse bir köyü geri alabileceğini iddia etti. Fakat spiker, “Bunu başaramazsınız aslında değil mi?” diye sorunca, “Evet” cevabı verdi. (www.pressmedya.

Dünya gündemine bomba gibi düşen ve “Amerikan diplomasisinin 11 Eylül’ü” yakıştırmalarına neden olan Wikileaks belgeleri de İslam Beldelerindeki yöneticilerin Amerika ile nasıl kirli diplomatik ilişkiler geliştirdikleri konusunda çarpıcı gerçekleri gözler önüne sermiştir. Belgeler Batı’nın desteğiyle ayakta duran ve onların emperyalist çıkarlarını gözetmek üzere kendisi ile kirli ihanet ilişkilerine giren İslam Beldelerindeki hain yöneticilerin gerek kendi halkları, gerekse halkı Müslüman olan diğer Müslüman beldeler üzerinde ne kadar çirkin komplolar tezgâhladıklarını açığa çıkarmıştır. Gerçekte Wikileaks belgelerinin açığa çıkarttıkları; siyasî hadiseleri duygusal değil de belli bir perspektifle takip eden, uyanık bir bakışla, seçici bir akılla okumaya çalışanlar için sadece malumun ilamı olmuştur.

com/haber_detay.asp?haberID=2793)

Üstelik Batı’nın bu çaresizliği, Ümmet’in coğrafyasını kalkanı ile koruyacak, işgalcilere karşı bütün gücünü seferber edecek güçlü bir Hilafet Devleti ve onun ölüme susamış askerî varlığından yoksun olduğu bir konjektürde yaşanmaktadır. Ya böylesine bir devlet olmuş olsaydı, Brzezinski’nin bu “Küresel askerî erişim” tezi çürüyecek, zira bu durumda Amerika, zaten kendisine süper güç olanaklarını verecek boyutlara varamayacak, zaten kendi kıtasından bile çıkamayacak, belki de kendi kıtasında bile rahat uyuyamayacaktı. 4. Küresel Politik Üstünlük Brzezinski “küresel politik güç” derken; ülkesinin dünyanın sıcak coğrafyalarında; Ortadoğu ve geniş anlamda Avrasya’da diğer aktörlere nazaran daha avantajlı konuma sahip olduğunu ifade etmektedir.

Bütün bunlar, Brzezinski’nin Amerikan süper gücünü dayandırdığı temellerden birisi olarak politik üstünlüğünün de sarsıldığını gösteriyor. Zaten bu tespitlerini kaleme almasının üzerinden henüz 15-20 yıl geçmeden yazdığı “Tercih” adlı son kitabında Brzezinski, ülkesi için “dünya hâkimiyeti” yakıştırmasını yapmaktan özenle kaçınıyor. O,

Amerika bu politik üstünlüğünü, halklarına ihanet içinde olan, onları köleleştiren, zenginliklerini sömüren, topraklarını Batılı askerî varlığın garnizonu haline getiren ve yıllardır kendilerine hiçbir hayrı dokunmamış olan bir avuç yönetici ve kanaat önderi; Ocak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

8


Amerika Öldü! Süleyman (a)’ın Cinleri Gibi Olmayın! daha çok “dünya liderliği” rolünün üstlenilmesi gerektiğinden söz ediyor. Aynı şekilde daha önce kaleme almış olduğu “Büyük Satranç Tahtası” adlı kitabında da Avrasya için Amerika’dan daha üstün, hâkim bir güç öngöremezken, dolayısıyla 21. yüzyılda da ülkesinin süper güç olma konumunu koruyacağını iddia ederken, henüz daha kitabının mürekkebi kurumadan baş danışmanlığını yaptığı ABD Başkanı Obama yakın bir geçmişte “Amerikan çıkarları için kıtamıza çekilmeliyiz, küçülmeliyiz” cümleleri ile yeni politikalarını özetliyordu. Bundan dolayı bir süre güç için gerekli olan ve Amerika’nın sahip olduğu düşünülen “küresel politik üstünlük” meselesi de artık geçerliliğini yitirmiş bir argümandır. Artık Amerika kontrol altında tuttuğu bölgelerden göreceli olarak çekilmekte, politikalarını bölgesel aktörlere ihale etmektedir.

İşte tam bu noktada Kur’an ayeti ışığında şunu söylemek istiyorum: Şayet Amerika’nın süper güç olduğuna ilişkin içimizdeki illüzyonistlerin yıllarca oluşturduğu şeyin derin bir rüya hali olduğunu fark etmiş olsak zillete denk bu yaşamı, başta Amerika’nın ve Batılı ülkelerin dayattığı aşağılık Kapitalist hayatı ve onun getirdiği angaryaların; siyasî bağımlılığın, askerî işgallerin, ekonomik sömürünün sıkıntısını çeker miyiz!? O yüzdendir ki, bizler şerefli Ümmetimize Süleyman Aleyhi’s-Selam’ın ölmüş olmasına rağmen onu ayakta tutan değneği konumunda olan illüzyonist yönetici ve sözde aydınlara ve siyaset yorumcularına itibar etmemelerini, bir ağaç kurdunun yemesi sonucu Süleyman Aleyhi’s-Selam’ın yıkılması ve öldüğünün anlaşılması gibi, ruhunu ve güç dayanaklarını kaybetmiş olan Kapitalist uygarlığın ve onun temsilcisi konumundaki Amerika’nın yıkılışının sadece zaman meselesi olduğunu hatırlatmak isteriz.

َْ‫َض ْي َنا َعل َْي ِه ال َْم ْو َت َما َدلَّ ُه ْم َعلَى َم ْوِت ِه إِلاَّ َدابَّ ُة أ‬ ‫ض‬ ِ ‫ال ْر‬ َ ‫َلَمَّا ق‬ َّ َ ُّ ِ ِ َّ ‫ون ا ْل َغ ْي َب َما‬ ‫َم‬ ‫ل‬ ‫ع‬ ‫ي‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫ن‬ ‫َا‬ ‫ك‬ ‫و‬ ‫ل‬ ‫ن‬ ‫أ‬ ‫ن‬ ‫ْج‬ ‫ل‬ ‫ا‬ ‫ت‬ ‫ن‬ ‫ي‬ ‫ب‬ ‫ت‬ ‫ر‬ ‫خ‬ ‫َّا‬ ‫َم‬ ‫ل‬ ‫ف‬ ‫ه‬ ‫ت‬ ُ ‫َت ْأك‬ َّ َ َ َ َ َ ُ َ َ‫ِنسأ‬ َ ُ َْ ُ ْ َ ‫ُل م‬ ‫ِين‬ ِ ‫َاب ال ُْمه‬ ِ ‫لَِبثُوا فِي ال َْعذ‬ “Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. (Sonunda yere) yıkılınca anlaşıldı ki cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı.” (Onur kırıcı angaryaların sıkıntısını çekmezlerdi) (Sebe 14)

‫ِيبا‬ ً ‫إِنَّ ُه ْم َي َر ْوَن ُه َبعِي ًدا َوَن َرُاه قَر‬ “Onlar onu uzak görüyorlar. Biz ise, onu pek yakın görmekteyiz.” (el-Mearic 6-7)

9

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


Hayreddin DUMAN

W

lin Amerikan helikopterlerinden açılan ateş sonucu acımasızca katledildiği görüntüler ile Afganistan’daki Amerikan askerlerinin beş yıllık gizli günlükleri oldu. Önceki ay yayınlanan belgeler ise dünya kamuoyunu en çok sarsan ifşaatlardı. Yaklaşık 270 merkezdeki Amerikan diplomatik temsilcilikleri arasındaki yazışmaları içeren 251 bin 287 belgeden oluşan bu son dalganın müsebbibi olarak şu anda tutuklu bulunan istihbarat analisti Amerikalı bir asker gösteriliyor. İddiaya göre bu asker, Bağdat’ta görev yaptığı 8 ayı aşkın bir sürede günde 14 saat boyunca bilgi sızdırmış ve bunu Assange ile paylaşmıştı.

ikileaks” internet sitesinin yayınladığı, Amerikan Dışişleri Bakanlığı ile bağlantılı kimi gizli diplomatik belgelerin vakıasını anlamak için dikkatli bir incelemeye ihtiyaç vardır. Wikileaks Nedir? Adını, WIKI (What I Know Is=Bildiğim Şu Ki) ile LEAKS (Sızıntılar) kelimelerinden türetilmiş “Wikileaks” (Bildiğim Sızıntılar) ifadesiyle duyuran web sitesi, 2006’da faaliyetlerine başladı. Vitrindeki isim, Avustralyalı bir araştırmacı-hacker olan Julian Assange olsa da sitenin sayıları ve isimleri belirsiz, çeşitli bölgelerde bulunan bir grup tarafından oluşturulduğu sanılıyor. İlk yayınladıkları belge, Somalili bir politikacının rakipleri için yazdığı “ölüm fermanı”ydı. Assange daha sonra Kenya’da yargısız infaz sonucu katledilen yüzlerce insanın varlığını ifşa edince de Uluslararası Af Örgütü (Transparency International) tarafından ödüllendirilmişti. Siteyi en çok sivrilten ifşaat, Irak’ta ikisi Reuters muhabiri 12 siviOcak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Belgelerin Kaynağı Nedir? İlk olarak kaydedelim ki, belgelerin hiç biri “top secret” (son derece gizli) değil. Dolayısıyla söz konusu Amerikan büyükelçiliklerinin daha açık ifadeler içeren belgeleri ve CIA belgeleri bu ifşaatlar arasında değil. Belgelerin kaynağı, Amerikan Savunma ve Dışişleri Bakanlıklarının yazışmalarını içe-

10


WikiLeaks Belgeleri’ne Analitik Bakış çapında 100 bin kişiye dağıtıp kendilerine bir şey olması halinde bu şifrelerin çözüleceğiyle tehdit etti.

ren SIPRNET adlı bir iletişim ağı. Herhangi bir büyükelçi veya komutan, herhangi bir belgeyi ağa yüklediğinde, ağa erişim izni olan kişiler tarafından anında görülebiliyor. Ağın amacı, bu devlet kurumlarının dünya çapındaki uzantıları arasında bilgi ve iletişim koordinasyonunu sağlamak olduğu için asker-sivil yaklaşık 3 milyon kişinin bu ağa erişim izni var ve suçlanan Amerikalı asker de bunlardan biri. Kimi magazinsel boyuta varan bunca belgenin varlığının başlıca sebebi ise 11 Eylül’deki istihbarat zaafının akabinde herkesin her şeyi merkezle paylaşması zorunluluğunun getirilmesi. Bunun için ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı “Diplomatlarımız işini yapmıştır, yapmaya da devam edecekler” diyordu. Amerikalı büyükelçilerin siyasî analizlerde bulunmasının sebebi de bunların, başta mekşuf ajan ve siyasî vasfına sahip olmasından ve bu tür analizlerin kariyerlerinin önemli unsurlarından biri olmasından ileri gelir.

Amerika Bu İfşaatlara Karşı Ne Yaptı? Arkasında Amerika’nın olduğu iddia edilen bir tecavüz suçlaması sonucu Assange hakkında İsveç’te arama kararı çıkarıldı. Sonra Interpol aramalarına düştü. Assange bu suçlamayı reddedip kadınların CIA ajanı olduğunu iddia ettiyse de bulunduğu İngiltere’de tutuklandı. Kısa bir süre sonra da kefaletle serbest bırakıldı. İsveç’teki davası sürüyor ve bundan dolayı tecavüz suçlarını ağır cezalandıran İsveç’e iade edilme endişesi yaşıyor. Keza Amerika’nın hukukî yollara başvurma ihtimalinden dolayı Amerika’ya iade edilme endişesi de taşıyor. Ayrıca Amerika, Wikileaks’ın ABD’deki host firması Amazon.com’a baskı yaparak Wikileaks’i kapattırdı, meşhur ISS (internet servis sağlayıcı) firması EveryDNS, Wikileaks’e hizmet vermeyi durdurdu. MasterCard, Wikileaks’in mali bağlarını kesti. Çoğu Amerikan vatanseveri hackerlar, Wikileaks’e savaş açtı. Buna mukabil Wikileaks savunucularından oluşan karşı bir hackerlar kesimi ortaya çıktı. Ayrıca Amerika, kamu kurumlarından Wikileaks sitelerine erişimi yasakladı. Sonuçta Wikileaks engelleri aşarak yayınlarını sürdürdü.

Belgeler Nasıl Yayıldı? Wikileaks yöneticileri belgeleri yayımlamadan önce, genelde sol tandanslı dünyanın belli başlı gazeteleriyle anlaştı: Amerika’da New York Times, İngiltere’de Guardian, Fransa’da Le Monde, Almanya’da Der Spiegel, İspanya’da el-Pais. Böylece belgelerin hem garantiye alınması, hem kısa sürede yayılması, hem gündemde daha çok yer bulması, hem de değişik dillerde yayımlanması sağlandı. Akabinde wikileaks.org adresinde detaylıca tasnif edilmiş ve düzenlenmiş bir halde yayımlandı. Sitenin kısa sürede siber saldırılara maruz kalması üzerine (wikileaks.ch gibi) hızla clone (kopya) siteler oluşturuldu, torrent dosyalarıyla bireysel kullanıcılar üzerinden dağılması sağlandı. Ayrıca başta Assange olmak üzere sitenin sorumluları kendilerini güvence altına almak üzere bazı şifreli dosyaları dünya

Belgelerde Ne Var? Tekrar belirtelim ki bu belgeler arasında hiçbir “top secret” belge yok. “Gizli”, “yarı gizli” ve “önemsiz” şeklinde tasnif edilebilecek belgelerin en önemli özelliği, bir devletin resmî belgeleri olarak ortalığa saçılmış olması ki bu, o devlet için başlı başına bir skandal. Hele bu devlet dünyanın süper gücü Amerika olunca skandalın boyutu tabiatıyla katmerleşiyor. Amerika bu tür belgeleri genelde 30 sene saklı tutar ve bel-

11

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


WikiLeaks Belgeleri’ne Analitik Bakış li bir filtrelemeden sonra yayımlar. Yani bu belgelerin çoğu eninde sonunda ifşa edilecek belgelerdi, ama şu anda bunlar erken ve kontrolsüzce saçılmış durumda.

Belgelere hangi açıdan baktığınıza göre değişse de en öne çıkan ifşaatlar; Irak ve Afganistan’da işlenen cürümler, yapılan katliam görüntüleri ve bunları ifade eden belgeler başta olmak üzere, Arap ülkeleri250 bin küsur belgenin tüm içeriğini yaznin İran hakkındaki düşünceleri, nükleer mak mümkün olmadığından dolayı en öne programının durdurulması ve askerî saldırı çıkan belli başlıklarla yetinilmiştir. Diğer düzenlenmesine yönelik talepleri, yani Arap büyükelçiler gibi Amerikalı büyükelçiler ülkelerinin İran ile ilişkilerini bozabilecek de, bulundukları ülkelerde kendi devletleribelgeler, Rusya’ya “mafya” gibi bakılması, ni temsil ederler, oradaki siyaseti incelerler, Çin’in Kuzey Kore’yi “satmaya hazır” olsiyasîleri gözlemlerler, kendi devletlerine ması, Yemen’in el-Kaide’ye karşı savaş için bilgi verirler, önerilerde bulunurlar, göztopraklarını Amerika’ya tamamen açması, lemlerini aktarırlar, istihbarat çalışmaları Berlusconi, Putin, Merkel gibi liderlerin özel yürütürler ve tespitlerini devletlerine iletirhayatlarına ilişkin belgeler, üçüncü ülkeler ler. O ülkede nüfuzları varsa, nüfuz kanalarasındaki görüşmeler, larını kullanarak ülkenin pazarlıklar, yolsuzluklar siyasetine ve siyasîlerine ...bu işin arkasında Amerika’yı ve kirli işlere ilişkin beletki etmeye, yönlendirsıkıntıya sokmak isteyen geler, futboldan iklim demeye, iş yaptırmaya çagüçlü bir devletin istihbarat ğişikliğine kadar pek çok lışırlar. Amerikalı askerî örgütünün bulunduğu, alanda dönen uluslararası yetkililer de bu tür işlerle belgeleri uzun süredir dolaplara ilişkin belgeler, uğraşırlar. Çalışmalarını topladığı, bunları zahmetli Amerikalı diplomatların devletlerine aktardıktan bir tasnifle ayrıştırdığı ve Birleşmiş Milletler’deki sonra o devlet, kendi karar yayınlanmasını titiz bir diplomatlar -Genel Sekmekanizmaları dâhilinde planlamayla zamana yaydığı reter Ban Ki Moon dâhilbu raporları ve bildirimleanlaşılmaktadır. hakkında istihbarat çalışri de dikkate alarak belirli masıyla görevlendirilmekararlar verip uygulamasine ilişkin talimatlar, siyasîlerin şahsiyet ya geçirirler, bu minvalde gerekli talimatları analizleri, vs. bu büyükelçilere ve askerî yetkililere iletirler. Bu iletişim, konunun önemine göre birBu İfşaatın Arkasında Kim Var? takım sınıflandırmalara tâbidir. Bunların en Buraya kadar yapılan açıklamalar ışığınönemlisi ve en gizlisi “top secret” (son derece da, bu işin arkasında Amerika’yı sıkıntıya gizli) olanlardır. Ayrıca “secret”, “classified”, sokmak isteyen güçlü bir devletin istihbaconfidential”, “no forn” (gizli, zararlı, yabanrat örgütünün bulunduğu, belgeleri uzun cıların görmemesi gereken vs.) yani ortaya süredir topladığı, bunları zahmetli bir tasçıkması Amerika’nın ulusal güvenliğine ve nifle ayrıştırdığı ve yayınlanmasını titiz bir diğer ülkelerle arasındaki ilişkilere zarar planlamayla zamana yaydığı anlaşılmaktaverebilecek belgeler de mevcuttur. Yani bu dır. İlk açıklanan bilgilerde 3 milyon veya tür belgelerin ifşası, Amerika açısından “son 1,5 milyon belge olduğunun söylenmesi, derece” değil, “kısmen” veya “telafi edilebilir” akabinde 250 bin küsur belgenin ifşa edilşekilde zararlıdır. mesi, bu işin devamının zamanla geleceğini Ocak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

12


WikiLeaks Belgeleri’ne Analitik Bakış göstermektedir. Keza “top Bu Belgeler Bizim Ne secret” belge bulunmamaİşimize Yarar? Her ne kadar Amerikan sı, dolayısıyla bunların Dışişleri Bakanlığı bu belgelerin Her ne kadar Ameribelli bir seviyede tutuldudoğruluğunu teyit etmiş olsa kan Dışişleri Bakanlığı bu ğu, gelişmelerin akışına da İslâmî açıdan, kâfirlerin belgelerin doğruluğunu göre dozajının artırıldığı, yayınladığı/yazdığı bu belgelere teyit etmiş olsa da İslâmî yani şantaj ve pazarlık açıdan, kâfirlerin yayınlaitibar ederek hüküm vermek, aracı olarak kullanıldığı iddiaları savunmak caiz değildir. dığı/yazdığı bu belgelere gibi bir sonuç çıkmaktaitibar ederek hüküm verdır. Bütün bu değerlenmek, iddiaları savunmak dirmeler sonucu baskın görüş, bu işin arkacaiz değildir. Mesela; bu belgelere dayasında İngiltere’nin olduğudur. İngiltere’nin narak “Erdoğan’ın İsviçre’de banka hesapları Assange’ı tutuklaması, hem onu bir süre varmış, milletin parasını çalıp oralara aktarmış” koruma altına almasının, hem de işin arkadenilemez. Siyasî açıdan; siyasetin nasıl işsında İngiltere’nin olmadığını göstermek lediğine, siyasîler arasındaki bağlantılara ve içindir. Amerikan New York Times gazetebunların Sömürgeci kâfir devletlerin ajansinin bu belgeleri yayınlamayı kabul etmesi larına verdikleri bilgilere bakılır. Bunların ise seyirci konumunda kalmamak ve belgemevcut vakıaya uyumu söz konusuysa -önlere ilk elden ulaşmak içindir. Gazete zaten ceki sayfalarda yapılan alıntıların sonundayayınlamadan önce bunları Amerikan Dıki parantezlerde belirtildiği gibi- bunların şişleri Bakanlığı’ndan doğrulatmıştır. Buna siyasî olayları anlamaya yardımcı olması göre önümüzdeki günlerde, hatta yıllarda mümkündür. Hatta bazıları oldukça değerbu meselenin gündemde kalacağını tahmin li bilgiler vermektedir. Fakat bunun sınıredebiliriz. larını aşmamak, bütünüyle bunların etkisi Bilhassa Hükümet yetkililerinin ve Cumhurbaşkanı Gül’ün gündeme getirdiği gibi işin içinde Yahudi varlığının bulunması ihtimali zayıf değildir. Doğruluğu teyit edilemese de Assange’ın bir Avrupa ülkesinde MOSSAD mensuplarıyla görüştüğü iddia edilmiştir. Keza üstünkörü bir bakışla belgelerde Yahudi varlığına dokunan açık bilgilerin olmadığı da söylenebilir. Ayrıca bu ifşaatların hemen akabinde talep edilmediği halde Türkiye, Hayfa’da çıkan orman yangınları için Yahudi varlığına yardım uçakları göndermekle başlayan bir Yahudi varlığıyla yakınlaşma süreci başlatmıştır. Öte yandan CHP’nin bunlara dayanarak eleştirilerde bulunduğu halde MHP’nin geri planda kalması doğrudan seçimlerle bağlantılıdır. Zira MHP’nin durumu kritiktir ve risk alacak durumda değildir.

altında kalmamak gerekir. Sonuçta bunlar kasıtlı, planlı ve belirli ölçüde filtrelenmiş bilgilerdir ve yanıltıcı olma payı yüksektir. Keza bunlara bakılarak veya gazetecilerin yorumlarına dayanarak mesela, yöneticilerin kendi başlarına hareket ettikleri, büyükelçilerin dışarıdan bir gözlemci gibi davrandıkları, olaylara kayıtsız kaldıkları, birtakım eksen kaymalarından endişe ettikleri zehabına kapılmak doğru değildir. Çünkü diplomatik belgeler oldukları için bunları okumak uzmanlık ve tecrübe gerektirir. İyi okuyan dikkatli gözlemciler için bunlar; yöneticilerin ve medya, iş dünyası, toplumsal örgütler gibi onlarla bağlantılı kesimlerin kendi aralarında nasıl çekiştiklerini gösterir, yakın çalışma arkadaşları ve birbirlerinin dostu oldukları halde birbirlerini yabancılara nasıl şikâyet ettiklerini, ispiyonladık-

13

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


WikiLeaks Belgeleri’ne Analitik Bakış larını gösterir, birbirlerinin arkasından ne işler çevirdiklerini gösterir, nasıl kamuoyu önünde başka, kapalı kapılar ardında başka konuştuklarını gösterir, çıkardıkları yasaların ve izledikleri politikaların yabancılar tarafından önceden tespit edilip kararlaştırıldığını gösterir, büyükelçilerin sırf seyirci konumunda olmaktan çıkıp ülkenin siyasetine doğrudan müdahale ettiklerini gösterir, kullandıkları şahıslar hakkında yoğun bir istihbarat çalışması yürüttüklerini gösterir, kısacası ülkemizi nasıl tahakküm ve nüfuzları altına aldıklarını gösterir…

İşte bu bakış açısıyla bakan basiretli mü’minler için bu belgelerin sevk etmesi gereken en kritik yön; başımızdaki bu Sömürgecilik nüfuzunu, egemenliğini ve müdahalesini kökünden söküp atmak ve yerine Allah’ın indirdikleri ile yönetip insanlığı Küfrün karanlıklarından İslâm’ın aydınlığına çıkarmak üzere Nübüvvet Minhacı üzere Râşidî Hilâfet Devleti’ni yeniden kurmak için daha bir azimle, daha bir kararlılıkla, daha bir kuvvetle çalışmak olmalıdır. Muhakkak ki bu, Allah için hiç de zor değildir. َّ ‫ض‬ ِ ‫ُم فِي َب ْع‬ َ ‫َذل‬ َ ‫ِك ِبأَنَّ ُه ْم قَالُوا لِلَّذ‬ ُ ‫ِين كَرُِهوا َما َن َّزَل الل ُه َسنُ ِط‬ ْ ‫يعك‬ َّ َْ‫أ‬ ‫ارُه ْم‬ ‫ر‬ ‫س‬ ‫إ‬ ‫َم‬ ‫ل‬ ‫ع‬ ‫ي‬ ‫ه‬ ‫الل‬ ‫و‬ َ َ ْ ِ ُ ْ َ ُ َ ‫ال ْم ِر‬ “Zira onlar, Allah’ın indirdiğini çirkin karşılayanlara; dediler ki biz size bazı işlerde itaat edeceğiz. Halbuki Allah, onların gizlediklerini bilir.” (Muhammed 26)

Bütün bunlara rağmen hiçbir yöneticinin bunları doğrudan Amerika’yı hedef alarak eleştirmeyip tam tersine ilişkilerinin bu tür belgelerle zarar görmeyeceğini açıklamaları da hepsini teyit eder. Bu bağlamda Abdullatif Şener’in, AKP’li hiçbir bakanın veya milletvekilinin bu belgelerden habersiz olduğunu iddia edemeyeceğini söylemesi de dikkate değerdir. Elbette bunları görmek için bu belgelere muhtaç değiliz ve bunları ilk kez bu belgelerden öğrenmiş de değiliz. O bakımdan salt bilgiler dışında bunlar bize fikir vermez. Fikir zaten İslâmî Akidemizi esas alan sahih ideolojik bakış açımızdan yükselmektedir ve bu, bize duvarın arkasını gösteren bir basiret, feraset ve furkan kazandırmaktadır.

‫ِم‬ َ ُ‫أَ ْم َي ْح َسب‬ ُ ‫ون أَنَّا لاَ َن ْس َم ُع ِسرَُّه ْم َوَن ْج َو‬ ْ ‫اهم َبلَى َو ُرُسلَُنا لَ َد ْيه‬ ‫ون‬ َ ُ‫َي ْكتُب‬ “Yoksa kendilerinin sırlarını ve gizli konuşmalarını işitmiyoruz mu sanıyorlar? Bilakis yanlarındaki elçilerimiz (melekler) yazmaktadırlar.” (ez-Zuhruf 80) َّ ‫اهم وأَ َّن اللّ َه ع‬ ‫ال ُم‬ َ ُ ‫أَل َْم َي ْعل‬ َ ْ ُ ‫َموْا أَ َّن اللّ َه َي ْعل َُم ِسرَُّه ْم َوَن ْج َو‬ ‫وب‬ ِ ُ‫ا ْل ُغي‬ “Bilmezler mi ki; Allah, onların içlerinden gizlediklerini de, fısıltılarını da bilir. Ve Allah, gaybleri çok iyi bilendir.” (etTevbe 78)

Ocak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

14


Erkan KARDELEN

D

evlet nedir? Devlet; “ortak bir hayatı ve kültürü paylaşan bir toplumda, toplumu düzenleyerek, topluma güvenlik, refah ve huzur sağlama amacını güden ve bu amaca yönelik olarak kanun koyma, bu kanunları uygulama, yargılama, cezalandırma gibi güçlere sahip olan kurumdur”. Bir başka tanımda ise; “‘Ülke’ adı verilen belirli bir toprak üzerinde yaşayan insan topluluklarının bir egemenlik anlayışı ve hukuku içinde bir siyasî iktidar altında örgütlenmesidir” diye geçmektedir.

da bunu karşılıyor mu? Temel görevi -kâğıt üstünde- kendi halkının refah, huzur ve güvenliğini sağlamak olan bu kurum, pratikte ne yapıyor? Bu devletin başındaki insanlar kendilerini korumak adına koruma orduları ile dolaşırken, esasen korumak zorunda oldukları ve orada olmalarının sebebi gereğince hareket edip kendi vatandaşlarını koruyabiliyorlar mı? Maalesef, Türkiye ve diğer halkı Müslüman ülkeler bunu yapamıyorlar? Kendi vatandaşlarını katleden katillerden hesap soramıyorlar. Gazze saldırısı sonrasında “one minute” diyenler, Mavi Marmara baskını sonrasında da “katil” diyorlar ama bu gürlemeleri sonuç getirmiyor. Birde bunlar yetmezmiş gibi Yahudi varlığı “İsrail”de çıkan yangına müdahale için yangın söndürme uçağı gönderiyorlar. Konuyla alakalı olarak Başbakan Erdoğan, eli kanlı gasıp siyonist Yahudi varlığına şöyle diyordu:

Anayasa’nın 4. maddesine göre ise; “Devletin temel amaç ve görevi, insan haysiyetini korumak, kişilerin hak ve hürriyetlerini kullanmalarının önündeki bütün engelleri kaldırmak ve halkın huzur, güvenlik ve refahını sağlamak suretiyle insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaktır.” şeklinde geçmektedir. Bu tanımlamalardan yola çıkarak mademki devlet budur, o halde T.C. bu devlet tanımının neresindedir? Yani yapısıyla ve amacıyla devlet tanımına uyuyor mu ya

“Kırk bir kişinin ölüm haberinden dolayı üzüntü duyduk. Başınızdaki felaketten ve musibetten dolayı size yardım etmek insanî ve İslamî

15

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


Erdoğan Hep Gürlüyor Ama Hiç Yağmıyor bir görevimizdir. Haber alır almaz bu hususta talimatlar verdim ve halkım adına size taziyelerimizi iletirim.” (Ajanslar)

bu bölgedeki insanlara olan bir borcumuzdur. Elimizdeki her türlü imkânla insanî afet durumunda yardıma koşmak bizim tarihî ve kültürel bir meziyetimizdir.” şeklinde bir açıklama yapmıştır.

Ayrıca Başbakan, her türlü yardıma hazır olduğunu bildirip Mavi Marmara basEsasen bu sözlerle ilgili değerlendirmeyi kınıyla bu olayın birbirine karıştırılmaması Mavi Marmara baskınında şehit olan kargerektiğini belirtiyor. Konunun kamuoyundeşlerimizin analarına bırakmak gerekir. da fazlaca yer bulması sonrasında Sivas’ta Acaba bu Devlet’in Başbakanı ve Dışişleri havaalanı açılış törenindeki konuşmasında, Bakanı ile aynı düşünceyi mi taşıyorlar? O “Bu bizim insanî ve İslamî görevimizdi. Bunun gönderilen uçaklar, yeniden diplomatik ilişgereği olarak bunu yaptık. Atalarımızdan gördüki kurmak istenilen ve bu gidişattan dolayı ğümüz, medeniyetimizden devraldığımız tutum, kaygılar taşıyan Yahudilerin yangınını söntavır buydu. Dünyanın hiçbir yerinde mazlumdürmüş olabilir ama Yahudiler tarafından ların, mağdurların, felakete maruz kalmış insankatledilen Müslümanların analarının yüreların rengine, dinine, inancına bakmadık. Dünğindeki yangını söndüreyanın neresinde olursa olsun memiştir. insanların ölmesine, tabiatın O gönderilen uçaklar, yeniden yok olmasına seyirci kalaÖncelikle şunu belirtdiplomatik ilişki kurmak madık. Pakistan’a, Haiti’ye mek isterim ki, oraya gönŞili’ye uzandık, Tiflis’e nasıl istenilen ve bu gidişattan dolayı derilen uçakların İslamî kaygılar taşıyan Yahudilerin elimizi uzattıysak Hayfa’ya bir yönü yoktur. Ayrıca yangınını söndürmüş olabilir da aynı hassasiyetle elimizi bizim kültürümüzde böyuzattık. Bunu kimse farklı ama Yahudiler tarafından le bir şeyde söz konusu yerlere çekmesin şimdi birikatledilen Müslümanların değildir. Çünkü İslam, leri çıkıyor ‘yani bir döneanalarının yüreğindeki yangını bunun tam aksini emremi başlatalım’ diyor. Önce der. “Sizinle savaşıp vusöndürememiştir. taleplerimiz yerine getirileruşanlarla Allah yolunda cek. Önce Gazze’ye insanî siz de savaşın, vuruşun, yardım taşıyan Mavi Marmara’nın, orada şehit fakat haddi aşmayın, zulmetmeyin. Şüphe edilen dokuz kardeşimizin hesabı verilecek. Önce yok ki Allah, haddini aşanları ve zulmeözür dilenecek, önce tazminat verilecek. Elini denleri sevmez...” (Bakara 190) Bizim tarihimiz uzatanın elini havada bırakmayız, adım atana de kültürümüz de, İslamî tarih ve İslamî biz de adım atarız. Akdeniz’de dökülen kan tekültürdür. O kültür ve tarih doğru okunurmizlenmedikçe o kan lekesi “İsrail”in üzerinden sa, böylesi bir durumda mevcut yöneticilekalkmadıkça kimse bizden susmamızı, hukuktan rin nasıl hareket ettikleri, nasıl kahramanca adaletten vazgeçmemizi beklemesin.” açıklamasavaştıkları ve nasıl destan yazdıkları görüsını yapıyordu. lecektir. Müslümanların pak ve nezih kanlarının bedelinin kuru bir özür ve küçük bir tazminat olmadığı da görülecektir. Keza bu zihniyet bunu bile yaptırmaktan acizdir.

Yine Dışişleri Bakanı Davutoğlu ise 05.12.2010 Pazar günü Bahreyn’de bu konu hakkında; “İnsanî bir konu söz konusu olduğunda Türkiye’nin başka bir meseleyi öne çıkarmayacağını(?)” belirttikten sonra, “Bu bizim, Ocak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

O liderlerle şimdikiler arasındaki farka bakın. Şimdi Ümmet’in düşmanları ile sa-

16


Erdoğan Hep Gürlüyor Ama Hiç Yağmıyor vaş yapmaları gerekirken insanların kanı üzerinden düşman devletlerle pazarlıklar yapılıyor. Başbakan, Lübnan konuşmasında düşman olarak bahsettiği “İsrail” için neden yeni değiştirdiği Millî Güvenlik Siyaset Belgesi’ne yani Kırmızı Kitap’ta “dış tehdit unsuru” ve/veya “düşman devlet” olarak almadı. Tekrar soruyoruz: Meydanlarda bağıracak kadar kızgın olduğunuz bu sözde devleti o Yahudi varlığı “İsrail’i” neden düşman devlet ilan etmediniz? Yoksa siz meydanlarda bağırarak bu toprakların Müslümanlarının duygularını mı sömürüyorsunuz? Bu kadar çok gürledikten sonra; neden yüreklere su serpecek, yüreğimizdeki yangını söndürecek ve kardeşlerimizin intikamını alacak bir amel yapmıyor, neden bir damla bile yağmıyorsunuz?

ğıra sarf edilen hamasi sözler, yapılan meydan okumalar ve kurulan “yeni Osmanlı” hayalleri, gereğince amel etmediğiniz sürece bir şey ifade etmiyor. Konu ile alakalı olarak Ömer RadiyAllahu Anh’ın şu sözleri önemlidir: “Ben sana İslam’ın özlerinden ve alametlerinden olan kelimeleri vasiyet ederim. İnsanlar için Allah’tan kork. Allah için insanlardan korkma. Sözün, fiiline muhalif olmasın. Zira sözün en hayırlısı, fiilin doğruladığı sözdür. Kendin ve ailen için sevdiğin şeyleri, Müslümanların yakını ve uzakları için de sev. Hakkı bilirsen, sapıklıkları hakla düzelt. Allah için hiçbir kınayıcının kınamasından korkma.” Fiiliyata geçirilmediği sürece, yöneticilerin bu durumları aynen şu diyaloga benziyor;

‫ال َتتَّ ِخ ُذوْا‬ َ ‫آمنُوْا‬ َ ‫ُّها الَّذ‬ َ ‫َيا أَي‬ َ ‫ِين‬ َ‫ب‬ ‫ال‬ ً ‫ُم َخ َبا‬ َ ‫ُم‬ ْ ‫ال َي ْألُوَنك‬ ْ ‫ِطا َن ًة مِّن ُدوِنك‬ ُّ ُّ ‫ِن‬ َ ‫َودوْا َما َعنِت ْم َق ْد َب َد ِت ال َْب ْغ‬ ْ ‫ضاء م‬ ِ ‫أَ ْف َو‬ ‫ورُه ْم أَك َْب ُر‬ ُ ‫ص ُد‬ ُ ‫ِم َو َما تُ ْخفِي‬ ْ ‫اهه‬ َّ ِ ‫اآلي‬ ‫ُون‬ َ ‫ات إِن كُنتُ ْم َت ْع ِقل‬ َ ‫ُم‬ ُ ‫َق ْد َبيَّنا لَك‬

•Erdoğan: “Benim vatandaşımı nasıl öldürürsün?” •Netenyahu: “Biz teröristleri öldürürüz.”

“Ey iman edenler, (birbirinizi bırakıp da) başkalarını dost edinmeye kalkışmayın. Onlar, size zarar vermekten, kötülükte bulunmaktan geri kalmazlar, sizin zahmete düşmenizi dilerler. Düşmanlıkları, ağızlarından dökülen sözlerden açıkça belli olur, yüreklerinde gizledikleri (düşmanlıksa) daha da büyüktür. İşte, aklınızı başınıza almanız için size bu delilleri açıkladık.”

•Erdoğan: “Hemen özür dile ve tazminat öde!” •Netenyahu: “Dilemezsem ne yaparsın? Benimle savaşır mısın?” •Erdoğan: “Hayır ne savaşması, saçmalama. Sadece küserim.” Şimdi sonuç ne, küstük mü onlara? Bizim, düşmanlarını korkularından tir tir titreten o ihtişamlı devletimiz ne hallere düştü. Ortadoğu’nun en cesur lideri o kadar hamaset yaparak ne sonuç aldı? “Özür dileyeceksiniz” diye tuttururken aldığı cevap ise şu oldu:

(Âl-i İmran 118)

Ayrıca Davutoğlu’na da şunu da sormak gerekir: “Bu borç neyin borcudur? Ne karşılığında borçlandınız? Mesela sizin, Allah Azze ve Celle’nin aşağılık maymunlara çevirdiği Yahudilere karşı olan borcunuz nedir?”

“Marmara gemisini ele geçirirlerken “İsrail” askerlerinin son derece mutedil davranmaların-

Hal böyle iken, meydanlarda bağıra ça-

17

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


Erdoğan Hep Gürlüyor Ama Hiç Yağmıyor dan ve sadece 9 Türk teröristi öldürmelerinden dolayı özür dileriz.” İşte Yahudi devleti, hem Erdoğan hem de Türkiye ile alay etmekte ve herkesin gözü önünde daha fazla Türk öldüremediği için pişman olduğunu ilan etmektedir.

Akdeniz’de dökülen kan böyle temizlenmez. Kanlı katillerin ellerini tutmaya devam ettiğiniz, gizli toplantılarla çözüm aradığınız ve savaş uçağı göndermeniz gerekirken yardım uçağı gönderdiğiniz için. َّ ِ‫ون إ‬ ‫ال أَن ُف َس ُهم َو َما‬ َ ‫آمنُوا َو َما َي ْخ َد ُع‬ َ ‫ون اللّ َه َوالَّذ‬ َ ‫ِع‬ ُ ‫يُ َخاد‬ َ ‫ِين‬ ‫ون‬ َ ‫َي ْش ُع ُر‬

Kılıçdaroğlu’na “Men Dakka Dukka” yani “kim vurursa onu da vururlar” diyen Başbakan, “İsrail”in bu küstah tavırlarından sonra ne bekliyor? Halkı Müslüman olan ülkeler arasında “İsrail”i devlet olarak ilk tanıyan seleflerinden ne farkı kalıyor? Ayrıca Başbakan meydanlarda insanların duygularını okşayıp seçim yatırımı yaparken, Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, Yahudi diplomat Yosef Ciechalover ile Başbakan’ın talimatı ile Cenevre’de gizli bir toplantı yapıyor ve “İsrail”deki yangın üzerinden Mavi Marmara’daki 9 şehitle ilgili özür pazarlığı yapıyordu. Ne yani, onlar özür dileyip şehitlerin annelerine para verirlerse kan temizlenmiş mi olacak? O analar bunumu arzuluyor sanıyorsunuz?

Ocak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

“(Aslında) onlar, (böylece) Allah’ı ve iman etmiş olanları kandırmak isterler. Hâlbuki kendilerinden başka kimseyi kandıramazlar ve bunu da fark etmezler.” (en-Nisa 56)

18


Cevher KARA

M

üslümanlar, uzun bir süredir kendi gündemlerini belirleme iradesinden yoksundurlar. Bu yoksunluk, hayatın her alanında yakıcılığını hissettirmekle beraber, doğal bir sonuç olarak Müslümanlar, başkalarının ısmarladığı, kesip biçip önümüze sunduğu gündemleri yine o başkalarının uygun gördüğü tarzda, onay verdiği mefhumlarla tartışmaktadırlar. Çünkü biz, akidemizin bir ‘çözüm kaynağı’ olduğu düşüncesinden, dünyaya hayır namına bir şeyler verebileceğimizden vazgeçirtildik ve muasırlara yetişmekten başka iyi bir şey yapamayacağımıza inandırıldık. Şimdi de bunun ceremesini çekiyoruz. Misaller vermek mümkün: Başörtüsünün, Allah Azze ve Celle’nin tesettür emrinin gereği olduğu, bir mümin için şüphesizdir. Fakat egemenler, ilk olarak başörtümüze ‘türban’ diyerek ismini, ‘siyasal bir simge’ diyerek konumunu, ‘demokratik bir hak olup olmadığı’ muvacehesinden ele alarak tartışma zeminini belirlemeye yelteniyorlar. Biz de bu yel-

tenişe -ne yazık ki- engel olamıyoruz. Hatta çoktan ikna olduğumuz da söylenebilir. Oysa başörtüsünün tek bir konuşulabilirlik zemini vardır o da: ‘Başörtüsü Müslüman kadının tacıdır’ ve bu, sadece ve sadece Allah Subhanehu öyle istediği için öyledir. Egemenlerin rahatsızlığı ise, ne sadece mü’mine kadındır ne de onun başörtüsüdür. Onların asıl rahatsızlığı İslam’dır, İslam’ın, hâkimiyetlerini ellerinden alabilme gücü ve yeteneğidir. Meseleyi bu meyanda ele almadıkça bütün ele alma çabalarımız bizi İslamî olmayan bir noktada durduracaktır. Temsil ve misallerin, giriş için yaptıkları yardımdan sonra, İslam ailesinin bir ferdinden bahsetmek istiyorum ki, kendisine yaklaşık yüz yıldır zulmün her çeşidi reva görülmektedir: Kürt. İslamî Hilafet’in adil yöneticilerinin dirayetlerini, ferasetlerini ve hâkimiyetlerini yitirmesi ve bu topraklardan el-etek çektirilmesi ile zulmün başlaması, sistematik bir karaktere bürünmesi ilginç bir şekilde aynı zamana denk geliyor.

19

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


Anadille Eğitilmek! Tabi bu durum yalnızca Kürtlerin yaşam alanlarına sirayet etmekle kalmadı; İslam Ümmeti’nin tümü ve insanlığın da ‘Batılı olmayan tarafı’ (Afrika, Latin Amerika), Kapitalist ve Sosyalist sömürüden nasiplendirildi. Uygulanan zulmü, ölümler, baskılar, işkenceler, talan edişler, vs. gibi somut yönüyle değerlendirmek bize harekete geçmek için bir atılım verse bile, işin ideolojik boyutunu değerlendirmeden yapacağımız bir atılım sömürgenlerin hesabına hizmet edebilir. Peki, nedir mevzuun ideolojik boyutu?

(bilenler) için gerçekten ayetler vardır.” (erRûm 22)

Oysa bu delilleri (ayetleri) Kürtçülük dâhil bütün milliyetçi ve ulusçu fikirleri reddeden kardeşlerine değil, insanın doğuştan edindiği özellikleri yadsıyan, bu edinimleri bir aşağılama ve sömürü malzemesi yapan Batılı ‘kâfirlere’ okumalılar. Ama sevgili kardeşlerimiz, bunu yapacakları yerde onların ‘self determinasyon’, ‘reel politik’ gibi bir tek Batılıların çıkarlarına hizmet eden zokaları yutmakta bir beis görmüyorlar. Bugün, mahkemelerine gözlemciler gönderen, eğitim kampları kuran, hiçbir ‘demokratik’ yardımı Kürtler’den esirgemeyen Batılının daha dün Urfa’sını, Maraş’ını işgal ettiğini, bu işgali bile buraya kendi kuklasını bırakarak sona erdirdiğini unutuyorlar. Hâlihazırdaysa yanı başlarındaki Türkmen ve Arap kardeşlerine her türlü zulmü reva gören, Kuzey Irak’ın petrollerini yağmalayan, Afganistan’da koalisyon halinde zulümler işleyen yine Batı değil midir?

Ulusçuluk: Bir Kapitalist Proje. Birtakım Kürtçü kardeşlerimiz, Kürtçülüklerine dinî bir meşruiyet kazandırmak için bazı ayet-i kerimeleri getirip önümüze koyuyorlar: َّ ‫ُّها‬ ‫َر‬ ٍ ‫اس إَِّنا َخلَ ْق َناكُم مِّن َذك‬ َ ‫َيا أَي‬ ُ ‫الن‬ ‫ارُفوا‬ َ ‫وبا َوق َ​َبائ‬ ً ‫ُم ُش ُع‬ َ ‫ِل لَِت َع‬ ْ ‫َوأُنثَى َو َج َع ْل َناك‬ َّ َّ ‫ِيم‬ َ ‫إِ َّن أَك‬ ٌ ‫ُم إِ َّن الل َه َعل‬ ْ ‫ُم ِعن َد الل ِه أَ ْتقَاك‬ ْ ‫ْرَمك‬ ‫ِير‬ ٌ ‫َخب‬ “Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.”

Gelelim ayetlerin tevilindeki hataya… Rabbimiz Zülcelâl, insanları halklar, kabileler, farklı dil ve ten renklerinde yaratmasını bir ‘tanışma, kaynaşma’ vesilesi kılarken, bu ayetler o kardeşlerimizin elinde bir ‘ayrışma’, ‘ümmet vasfına halel getirtme’ işlevi görüyor. Nihayetindeyse Rabbimiz, üstünlüğün, takva (Allah’ın rızasını yitirmekten sakınma) dışında herhangi bir şey ile olmadığını belirtiyor ki, bu bile milliyetçi bütün çaba-

(el-Hucurat 13)

َْ‫ات َو أ‬ ِ ‫ف أَل‬ ِ ‫او‬ ‫ُم‬ ِ ‫ال ْر‬ َّ ‫ْق‬ ُ ‫ِن َآيا ِت ِه َخل‬ ُ َ‫اخ ِتلا‬ ْ ‫ض َو‬ ْ ‫َوم‬ َ ‫ُم َوأَل‬ َ ‫الس َم‬ ْ ‫ْوا ِنك‬ ْ ‫ْس َن ِتك‬ ِّ ٍ ‫ِك لآَ َي‬ ‫ِين‬ َ ‫إِ َّن فِي َذل‬ َ ‫ات لل َْعالِم‬ “Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, âlimler

Ocak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

20


Anadille Eğitilmek! ların (menfî-müspet) fasitliğini ortaya koymaktadır.

bu dilin Müslümanlar arasında kâmil bir şekilde var olabilmesi için elinden geleni yapmalıdır. Tabi ‘elinden gelen’ kapsamına, Arapçanın eğitiminin verilmesi ve ana eğitim dili haline getirilmesi de girer. Arapçanın müstesnalığı, muhteşem bir dil olmasından daha çok -ki muhteşem bir dildir-, İslam Dini’nin, İslam İdeolojisi’nin Arapça bir kitaba ve Arapça hadislere sahip olmasıdır. Birileri sivrilip “Bu Arapçılıktır” derse, ya onca sayıp döktüğümüz şeyleri zerre miskal anlamamıştır ya da bağcıya kastı vardır.

İşin altında yatan şeyse, Batıcı ve doğal olarak ulusçu Türkiye Cumhuriyeti’nin yapmış olduğu imha ve asimilasyon faaliyetlerine verilen cevabın tepkiselliğidir. Her tepkisel karşı koyuş gibi bu karşı koyuş da, tepki verdiği şeyden beslenmektedir: Türklük bilincine, Kürtlük bilinciyle cevap vermek! Bu problem, Batı’nın icat ettiği, ihraç ettiği bir problemdir. Bu probleme Batıcıl çözümler getirmek ne kadar yanlışsa, gayri-İslamî bir yönetimde gayri-İslamî bir hükümet ve Dünyayı İslam’ca anlayıp, İslam’ca yorumörgütten taleplerde bululamanın ve bunu Ümmet nup buna ‘Kürt meselesine sathına yaymanın başka Allah Subhanehu, son vahyini İslamî çözüm’ demek de o bir hal çaresi yoktur. Eğer Farsça, Türkçe, Kürtçe veya derece yanlıştır. İster Müsbunu geliştirebilmiş olİngilizce inzal etmedi. İslam lim ister gayrimüslim olsun, saydık, yenilmiş ve her için dil olarak Arapçayı seçti ki tebaasının dilini yasaklamak, alanda işgale uğramış bir bu, O’nun hükmündedir ve O, meşru kültürüne engel koyümmet değil de, dünyahükmünde hikmet sahibidir. mak, İslam’ın ve onun yöneyı huzura sevk eden ‘en Dileseydi farklı bir dil seçerdi tim tarzı olan Hilafet’in önhayırlı ümmet’ olarak kaama seçmedi. İşbu sebepten, gördüğü, onayladığı bir şey lacaktık. Zira bizim yenilAllah’ı razı etmek adına İslam’ı değildir. İslam’ın böyle bir gimiz ‘fikren’ başlamıştır hakkıyla anlayıp, onunla amel handikapı yoktur, bu sorunve bu fikrî yenilgi, Akidelar, O’nun egemen olduğu etmek isteyen âdemoğlu, bu dili mizin esaslarıyla bağımızı öğrenmelidir. bir yerde ancak birer fantezi kuran ve ‘ictihad dilimiz’ şeklinde var olabilir. Delili olan, dolayısıyla ‘tefekise, yüzyıllardır İslam bayrağı altında, herhangi kür dilimiz’ olan Arapçanın, medreselerde ciddi bir engelle karşılaşmadan yaşayan dil ve ‘nasara, yensuru’ darlığında bırakılmasıyla kültürlerdir. doğrudan, çok doğrudan ilgilidir. Batı, yeni bir ideoloji ile ayaklanırken, bunu yaymağa Arapçanın Müstesnalığı başlamışken, her alana milliyetçi tohumlar Allah Subhanehu, son vahyini Farsça, serpiştirirken, biz, Arapçayı ve içtihat kuruTürkçe, Kürtçe veya İngilizce inzal etmedi. munu ihmal etmemizin bedeli olarak afalİslam için dil olarak Arapçayı seçti ki bu, layıp kaldık. “Kem, küm” etmeğe başladık, O’nun hükmündedir ve O, hükmünde hikşaşkınlığımız hayranlığa dönüştü; celladımet sahibidir. Dileseydi farklı bir dil seçerdi mıza hayran kaldık. ama seçmedi. İşbu sebepten, Allah’ı razı etAnadilde ‘Ne’yin Eğitimi, ‘Nasıl’ Eğimek adına İslam’ı hakkıyla anlayıp, onunla tim? amel etmek isteyen âdemoğlu, bu dili öğrenmelidir. Eğitim ve öğretim mekanizmaDil hakkında ne kadar çok konuşursak larını elinde bulunduran İslamî yönetim de, konuşalım, ne kadar çok yazarsak yazalım

21

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


Anadille Eğitilmek! haddi zatında dil, bir araç! İletişmek için kullandığımız bir araçtan bahsediyoruz ‘dil’ deyince. Duygumuzu, düşüncemizi, ideolojimizi ve anlayışımızı aktarmak için kullandığımız bir ‘şey’. Eğer dili, ‘anadil’ ve ‘eğitim’ başlıkları özelinde ele alıyorsak, o halde anadilde ‘ne’yin eğitimini aldığımız konusu bütün önemiyle önümüze dikiliyor. Yani onu ‘ne’ye araç kılıyoruz, alet ediyoruz? Evet, anadilimizde neyi tedris ve talim edeceğiz? el-Cevap: Bilimsel metodun ilahlaştırıldığı, evrim teorisinin esas alındığı, insanı birbirinin kurdu diye tanımlayan, pragmayı ideal ölçü diye sunan, hasılı kendisini ve dünyayı zulmün ve çirkefin batağına sürükleyen modern, kapitalci, materyalist insanı oluşturacak laik bir eğitimdir, bize gördürülecek olan.

Tabi, bu başlık altında saydığımız hassasiyetler, İslamî hassasiyetlerdir. Zaten biz de mevzua İslam’ca, Müslüman’ca bir perspektiften bakmaya çabalıyoruz. Eğer Kürtlerden veya Türklerden yahut Araplardan bahsedecekseniz, onlar adına bir şey söylemeye yeltenecekseniz, İslam’ı başrole almak zorundasınız. Zira bu kavimler, İslam’a kopmaz bağlar ile bağlanmışlardır ve onların da diğer insanların da maslahatı İslam’dadır, İslam’ın çözümlerindedir. İslam’ın çözümleri de ancak O’nun hâkim bir güç haline gelmesiyle olacaktır. Hamdolsun ki, bunu da uzak görmüyoruz.

Bundan daha önemsiz olmayan bir diğer husus ise, bu eğitimin ’nasıl’ verileceğidir. Hangi şartlar altında verilecektir, bu eğitim? Mesela, ‘karma sistem’ desek, ‘başörtüsünün yasak edildiği bir sistem’ desek yeterince aydınlatıcı olur mu? Peki, Müslüman ebeveynlerin böyle bir eğitim hakkında düşünceleri ne olmalıdır? İslam, bu hususta bize neyi yasak, neyi mubah kılmıştır? Cinsel eğitim adı altında, flörtün ve evlilik dışı cinsel ilişkinin doğal gösterilmesi, bir tarafa teşvik edildiği bir eğitim sistemi bizce ne anlama gelmelidir? Bu soruların cevaplarını Akidemize yaslanarak cevaplamamız, en azından şu dil, anadil mevzuunda ısmarlama gündemleri ve onları değerlendiriş şeklini terk etmemizi sağlayacak, gösterilmek istenmeyeni görmemize yardımcı olacaktır.

Ocak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

22


BATI’NIN NÜKLEER TEKNOLOJİYİ TEKELLEŞTİRMESİ VE MÜSLÜMANLARIN DURUMU Talha YAŞAR

G

ünümüzde teknolojinin ulaştığı boyutlara baktığımızda oldukça ileri bir seviyeye geldiği yadsınamayacak bir gerçektir. Günümüzde çok ileri ve çeşitli teknolojiler kullanılmaktadır. Bunlar şu şekilde sıralanabilir: Uzay ve Havacılık, Bilgisayar ve de Nükleer teknolojiler. Bu teknolojilerin her bir alanı içerisinde binlerce gelişme olmuş ve halen olmaya da devam etmektedir. Bununla birlikte bunlar, kendilerini kullanan devletlerin birçok alanda öne geçerek, askerî, iktisadî ve siyasî alanda üstünlük sağlamalarına vesile olmuştur. Bu gelişmeler ışığında konumuzun odak noktasını devletlerarası siyaseti en fazla meşgul eden, güçlü devletlerin diğerlerini ekarte etme aracı olarak kullandıkları, nükleer teknoloji oluşturacaktır. 1896’da uranyumun keşfedilmesiyle birlikte nükleer teknolojiye ilk adım atılmış oldu. Uranyum elementinin ayrıştırılmasıyla (füzyon) ortaya çıkan muazzam enerji, bilim dünyasında adeta bir devrim niteliğinde olmuştur. Bu buluşla, sanayi devrimiyle birlikte kömürün enerji

sağlamadaki öneminin, geri plana atılacağı kanaatleri de oluşmaya başlamıştır. Nihayetinde bu muazzam enerji, sanayi, tıp, gibi alanlardan önce askerî amaçlı olarak geliştirilmiş ve nükleer silaha sahip olan ABD, II. Dünya Savaşı’nın devam ettiği yıllarda, 1945 yılında bu silahı Japonya’ya karşı kullanarak büyük bir caydırıcılık gücüne sahip olduğunu dünyaya kanıtlamıştır. Yüz binlerce insanın ölümüne yol açması ve bıraktığı tahribat, bu silahın caydırıcılık boyutunu gözler önüne sermiştir. ABD’ye askerî, iktisadî ve siyasî üstünlük sağlayan bu gelişme, ABD’nin, dünya siyasetinde daha fazla söz sahibi olmasını sağlayarak Kapitalist ideolojinin en büyük temsilcisi olduğunu ortaya koymasında önemli bir etken teşkil etmiştir. ABD’nin bu hamlesi, rakip devletlerin harekete geçmesine sebep olmuş, bu devletler de bu devrimden istifade etmenin yollarına başvurarak devletlerarası siyasî arenada güç olduklarını ispatlamaya çalışmışlar. Akabinde 1948’de Rusya, 1952’de İngiltere, 1960’da Fransa, 1964’de

23

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


Batı’nın Nükleer Teknolojiyi Tekelleştirmesi... Çin, 1974’de Hindistan, 1998’de ise Pakistan, nükleer silahlara sahip olmuşlardır.

elinde kendilerinden bağımsız bir halde bulunmasının hatta daha tehlikelisi Müslümanların bir devlet olarak karşılarına çıkacağı gün böylesi bir teknolojinin bu devlette bulunacağı ihtimali -sadece enerji için dahi olsa bile-, bu tesislere izin vermemek için sömürgeci kâfirlerin nasıl bir oyunun içerisinde yer aldıklarını göstermeye yeterlidir. Bugün ABD enerjisinin %20’sini, Fransa %70’ten fazlasını, Japonya %30’unu nükleer enerji tesislerinden sağlıyor. Fransa’daki bir nükleer tesis, Fransa için gerekli olan yıllık enerji ihtiyacının iki katı kadar enerji üretmekte, bununla birlikte Fransa, AB ülkelerine nükleer enerji ihraç etmektedir. Çünkü bu enerjinin devasallığı şu şekilde açıklanabilir: 1 kg odundan 1 kwh elektrik, 1 kg kömürden 3 kwh elektrik, 1 lt petrolden 4 kwh elektrik, 1 kg. uranyumdan 50 bin kwh elektrik üretebilirsiniz, başka bir ifade ile 1 gr uranyum 2,5 ton taş kömürünün verdiği enerjiye denk gelmektedir. Batılılar, radyasyon, nükleer atık, çevre felaketi gibi sunî meselelerle bu gerçeğin üstünü örtmüşler ve 50 yıldır kendileri bu enerjiyi kullanırken, Müslüman halkın başındaki ajan idarecilerin elleriyle de Müslümanların beldelerini, enerjide % 80-90 oranında bağımlı hale getirip, kaynakları sınırsız olmasına rağmen Müslümanlara dünyanın en pahalı elektriğini kullandırtmışlardır.

Nükleer teknoloji, tabii olarak sadece askerî silahlarla sınırlı kalmadı. II. Dünya Savaşı’ndan sonra hızlı bir sanayileşme süreciyle birlikte ortaya çıkan enerji sıkıntısı, sanayinin olmazsa olmazı olan enerjiyi bu yolla karşılama yolunda adımlar atılmasına sebep oldu. 1950’de ABD tarafından nükleer enerji tesisleri kurulmaya başlanmış ve birçok sanayileşmiş ülke de, sanayileri için gerekli olan enerjiyi temin etme yoluna başvurmuşlardır. Bugün, dünya üzerinde 442 adet nükleer enerji tesisi mevcut olup, bunun 104 tanesi ABD’de, 59 tanesi Fransa’da, 54 tanesi Japonya’da, 32 tanesi Rusya’da, 19 tanesi İngiltere’de, 17 tanesi Almanya’da ve kalanı da diğer Batı, Uzakdoğu, Latin Amerika ülkelerinde yer almaktadır. Genel itibariyle gelişmiş ülkeler bu teknolojiden istifade etmektedirler. Bu teknolojiye sahip olmasını istemedikleri -özellikle Ortadoğu merkezli- devletlerde de, çok farklı entrikalar üretmektedirler. Mesela, Türkiye’de yıllarca, bu enerjinin çok pahalı bir enerji olduğu, çevreyi çok fazla kirlettiği, risklerinin fazla olduğu yönünde birçok yanıltıcı haberlerle, emirlerindeki STK, TV ve gazeteler aracılığıyla, bu enerjiye sahip olunmaması yönünde kamuoyunu yönlendirmişler. Türkiye’de, halen bir nükleer enerji tesisi kurulamamıştır.

Sömürgeci kâfir devletler, istedikleri bir şeyi bir yerde yaptırmak için kendileri için gerekli kamuoyunu oluşturacak, hedef saptıracak bir takım STK, TV ve gazeteleri yerinde kullanarak oralara askerle, silahla girmeden, bu gayesine ulaşabilmektedir. Buna en iyi örnek ise, 1986 yılında Ukrayna’daki nükleer enerji tesisinde meydana gelen, Çernobil kazasında binlerce kişinin öldüğü binlerce dönüm arazinin kullanılamaz hale geldiğine yönelik asılsız haberleridir.

Peki, Batı, neden Ortadoğu merkezli devletlerde bu teknolojinin kullanılmasını istemiyor? Nükleer enerji tesislerinin kurulmasıyla birlikte başlayacak olan nükleer teknolojik gelişme, süreç içerisinde kendi kontrolleri dışındaki merkezlerde geliştirilip, kendileri aleyhine bir askerî tehdit olabilir. İşte bunun önüne geçmek için tedbir amaçlı olarak bu teknolojinin, özellikle Müslümanların Ocak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

24


Batı’nın Nükleer Teknolojiyi Tekelleştirmesi... enerji sistemlerinden uzak durmaları istenmektedir.

O dönemde AB ülkelerine en fazla çay satan Türkiye’nin, bu çayların radyoaktiviteye maruz kaldığı gerekçesiyle bu pazardan çekilmesi sağlanırken, üretici dahi olmayan İngiliz çayları, 10 yıl boyunca AB’de en büyük pazarı oluşturmuştur. Ne gariptir ki, çay ile aynı yerde yetişen fındık için böylesi bir radyoaktiviteye maruzluk söz konusu olmamıştır. Bunun nedeni de herhalde, fındık üretiminde başat olan Türkiye fındığının büyük çikolata şirketlerinin fındık ihtiyacını karşılaması olsa gerektir.

Halkı Müslüman olan sadece bir devlette yani Pakistan’da, sadece bir (1) nükleer enerji tesisi var. Halkı Müslüman olmasına rağmen, Pakistan’da nükleer enerji tesisinin var olmasının sebebi, Amerika güdümündeki Pakistan’ın, bölge dengeleri açısından, İngiliz güdümündeki Hindistan karşısında -ki, Hindistan’da da nükleer tesis mevcuttur-, eşit bir pozisyonda bulunabilmesidir. Pakistan dışında halkı Müslüman olan hiçbir devlette, ne nükleer enerji tesisi ne de askerî amaçlı nükleer silahlar mevcuttur.

Ayrıca yine bu nükleer teknoloji üzerindeki mugalâtalara benzer bir yanıltmaca örneğini Türkiye halkı, altın madeni arama-çıkarma faaliyetleri çerçevesinde Bergama’da yaşadı. Siyanürün toprağa ve havaya karıştığı dolayısıyla bitki, hayvan ve insanları zehirlediği iddiasıyla siyanürle altın aranmasının önüne geçilmesi amacıyla tepkiler verilmişti. Bergama köylülerinin bayraklaştırılmasıyla medyada kara kampanya yapılan bu altın arama-çıkarma faaliyetinde ise gerçekler hiç de medyanın afişe ettiği gibi değil. Tabii burada bu meselenin detayına girecek değilim, fakat şunun bilinmesinde fayda var ki, altının çıkarılmasında değil de altının ayrıştırılmasında altın kullanılıyor. Ve bu yöntem, yaklaşık yüz yıldır ve dünyadaki yaklaşık 800 altın madeninde uygulanan bir yöntem. Bir not daha; bu altın ayrıştırmasının yapıldığı ortamlarda kullanılan siyanür oranı bir sigara dumanınınkinden daha azdır ve yüz yıldır uygulanan bu siyanürlü yöntemden ölen bir kişi bile olmamıştır. (www.karaklavye.com/altinsiyanur-cevreye-etkileri-zararlari.html) Bu kısa açıklama sömürgeci kafirlerin ve yerli işbirlikçilerinin manipülasyon kabiliyetin yönelik bir dipnottu. Bugün bu manipülasyon şuanda da nükleer enerji alanında sergilenmekte ve özellikle Müslümanların bu ve benzeri

Önümüzdeki günlerde Türkiye’de nükleer enerji santrali çalışmaları yürütülecektir. Bu gelişme, yukarıda ifade edilen, Batı’nın, halkı Müslüman olan ülkelere böyle bir teknolojinin kullanmasına yönelik ambargosunu ortadan kaldırmış olmuyor mu, sorusunu gündeme getirebilmektedir. el-Cevap: Hayır! Bu gelişme, bağımlılığı daha da arttıracaktır. Çünkü Aralık 2010’da imzalanan Yakıt Bankası’nın süreci, bu gelişme ile başlatılmış oldu. Yakıt Bankası ne ifade ediyor? ABD, Rusya, Almanya, Fransa, İngiltere devletleri, Devletlerarası Atom Enerjisi Kurumu aracılığıyla uranyumun zenginleştirilmesi ve satılmasını sağlayacak. Yani bu ülkelerin dışında uranyum zenginleştirme çalışmaları yapılamayacağı için diğer ülkelerin bu teknolojiden istifade etmelerine ambargo konulmuş olacak. Bununla bu devletler, nükleer yakıtta tekel oluşturarak, bundan hem çok büyük paralar kazanacaklar, hem de, devletlerarası siyasette bu enerjiyi, istemedikleri ülkelere vermemiş olacaklar. Türkiye gibi tamamen dışa bağlı ülkelerde çalışması yeni başlayan nükleer enerji meselesi, artık avantajlı olma durumundan de-

25

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


Batı’nın Nükleer Teknolojiyi Tekelleştirmesi... zavantajlı bir hale gelmiş olacak ve kurulacak santraller tamamen bu güç odaklarının insafına kalmış olacaktır. Özellikle bugünlerde AKP Kabinesi’ndeki bakanların, başta Enerji Bakanı’nın nükleer enerjiyle birlikte Türkiye’nin büyük oranda enerji sorununun çözüleceği iddiaları, kendilerinin dahi inanmadıkları kocaman bir yalandır. Yukarıda bahsettiğimiz Yakıt Bankası Anlaşması’nın gerçekleşmesiyle birlikte bugün enerjide %70’in üzerinde olan bağımlılığının, nükleer enerjiyle birlikte %90’lara çıkacağı kesindir. Nedeni ise şöyle açıklanabilir:

timinde, askerî teçhizatta ve uzay ve tıp alanında 50 yıldır faydalanmalarına rağmen, halkı müslüman olan beldeler bu teknolojiye ulaşmanın önünde büyük bir ambargoyla karşılaşıyorlar maalesef. Batı, bu teknolojinin, çevreyi kirlettiği, ekonomik olmadığı yönündeki asılsız haberlerle İslamî Ümmeti uyutmayı ve işlettiği yüzlerce santrali, benzer spekülasyonlarla kamuoyunun dikkatinden uzak tutmayı da büyük bir kurnazlıkla başarmıştır. Yine kimse, bu enerjiye sahip ülkelerin -özellikle ABD’nin- 1950’lerden bu yana denizaltı araçlarına, savaş gemilerine, kruvazörlerine, firkateynlerine deniz üstünde ve altında az bir yakıtla çok uzun bir süre hareket kabiliyeti sağlayan nükleer enerjinin, çevreyi kirlettiğinden ya da ekonomik olmadığından bahsetmemiştir. Nihayetinde bu askerî araçlar için yaklaşık 1000 adet nükleer reaktör kullanılmaktadır. Bu teknoloji, uzay araçlarının yakıtı, imalatı, tıpta çeşitli cihazların yapımı, gıdada, temizlik ürünlerin imalatında, sanayide kalite kontrolün yapılması gibi birçok alanda önemli bir yeri doldurmaktadır. Askerî alanda nükleer silah yapımı gibi önemli bir tehdit ve caydırıcı özelliği bulunan bu teknoloji sayesinde ABD 3.500, Rusya 2.500, Fransa 400, Çin 400, İngiltere 200, Hindistan 35, Pakistan 25, “İsrail” ise 20 adet nükleer başlıklı füzeye sahip olmuşlardır. Hal böyle olunca, bu sayılan devletler, kendileri karşısında başka yeni devletlerin -özellikle Müslümanlarınelinde böylesi bir teknolojiyi bulundurmasını istemeyeceklerdir.

Sizler, bu santrallerin kurulması noktasında tamamen dışarıya bağımlı olmanız, yani teknik eleman, malzeme ve en önemlisi bu santraller için gerekli olan hammaddeyi saydığımız ülkelerden almak zorunda olacağınız için, her şeyiyle göbekten onlara bağlı kalacaksınız. AKP Hükümeti, ya Yakıt Bankası Anlaşması’yla bu halkın kaynaklarını sömürgeci kâfirlerin pençesine vermekle nasıl bir gafletin içerisinde olduğunun farkında değildir ya da bu meseleyi de diğer meselelerde yaptığı gibi Ümmet’in kaynaklarını hainlikle kâfirlere peşkeş çekmek kullanacaktır. Bugün nasıl ki Türkiye doğalgazda, % 80-90 oranında Rusya’ya bağlıysa, petrolde, %90 ABD’ye bağımlıysa, kurulacak nükleer tesislerin hammaddesi için de, %100 Yakıt Bankası anlaşmasındaki devletlere bağımlı olacaktır. Nasıl ki aldığınız petrolün dışarıda bir kuruş artması burada 10 kuruş artmasına neden oluyorsa, her kış kullandığınız doğalgazın fiyatı katlanıyorsa, %100 bağımlı olduğunuz nükleer enerjiyle birlikte her ay vatandaşın faturası biraz daha kabaracak.

Batı, Yakıt Bankası sistemi ile bu teknolojinin kendileri dışındaki güçlerin eline geçmesini engellemiş oldu. Buna rağmen sadece nükleer enerjiden yararlanmak isteyen ülkeler, çok yüksek meblağlar karşılığında ve sadece enerji alanında kullanabilecekle-

Bu durum, sadece Türkiye’de yaşanmıyor tabii ki. Bilakis bu durum, Türkiye gibi uydulaştırılan tüm devletlere ait bir karakterdir. Batılıların bu enerjiden, elektrik üreOcak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

26


Batı’nın Nükleer Teknolojiyi Tekelleştirmesi... ri yakıtı sadece bu Banka’dan alabilecekler. Bu Yakıt Bankası anlaşmasıyla oluşan tekel sayesinde, dünya üzerinde var olan uranyum, toryum gibi madenleri çıkaran fakat işleyemeyen ülkeler de, bu stratejik önemi olan madenleri Yakıt Bankası üyesi ülkelere çok ucuza satmak durumunda kalacaklar. Geleceğin enerjisi olan termonükleer enerji için gerekli olan hammadde de bu yolla sağlanmış olacak. Bu vakıalar, mevcut konjonktürdeki gelişmelerdir.

loji, askerî amaçlar için de en yüksek oranda kullanılabilecek bir potansiyele sahiptir. İster donanma araçları için olsun, ister nükleer silahlar için olsun, bu teknolojiye ve daha ileri teknolojilere (termonükleer enerji gibi) sahip olması İslamî Devlet için zorunluluk haline gelmiştir. Çünkü düşmanı korkutmak, caydırmak için bu silahlara sahip olması farziyet kazanmıştır. Bu güç, Ümmet’e güven verirken sömürgeci kâfirlere ise korku salacaktır. Devlet, Kapitalist devletlerin yaptığı gibi, ekini ve nesli mahveden bir mahiyette bu teknolojiyi bünyesinde bulundurmayacak, kaymağını yiyip zehirli çöplüklerini üçüncü dünya ülkelerine atmayacak. İnsanî, ahlakî, ruhî kıymetler üzerinde yükselen bir medeniyetin salt maddî kıymet üzerine inşa edilmiş bir ideoloji gibi hareket etmesi beklenemez zaten. Zira tarih ve beldeler, İslamî İdeoloji’nin ortaya çıkardığı eserlere şahitken, Kapitalist ve Komünist ideolojilerin yaptığı tahribat ve yıkımlara da şahittir. İnsan merkezli bir devlet olan Hilafet Devleti, bırakın insanların hayatıyla oynamayı, çevreyi, bitki ve hayvanları dahi koruyacak planlar; projeler ortaya koyacaktır.

Fakat Batı’nın tüm bu engelleme çabalarının altındaki saik, müstakbel Hilafet Devleti’nin her an ikamesi ihtimalidir. Müstakbel İslamî Devlet’in eline geçebilecek böylesi bir teknoloji, onu devletlerarası arenada zirve konumuna taşıyacak önemli bir silah olacak. Zira onlar çok iyi biliyorlar ki bu Devlet, -bugün olduğu gibi- kendi hegemonyalarda olan devletler ve bunların -Müslümanların- başlarına çöreklenmiş ajan yöneticiler gibi olmayacak. Bilakis dünya liderliği yarışında kendilerine rakip olacak, Ümmet’i uyuduğu uykudan uyandırıp sahip oldukları mevcut teknolojiden çok daha üst seviyelere çıkarabilecek bir potansiyele sahiptir. İslam Beldelerinde bol miktarda bulunan petrol, doğalgaz, kömür, uranyum, toryum gibi madenler sayesinde Hilafet Devleti’nin bir enerji sıkıntısı olmayacaktır. Ayrıca dünya devletlerini bir takım anlaşmalarla bağımlı hale getiren BM, NATO, Yakıt Bankası gibi kurum ve anlaşmaları da tanımayacağından bağımsız bir yapıda olacak ve gerek nükleer enerji santrallerinin kurulmasında ve gerekse nükleer silahların üretilmesinde kimseye hesap verici olmayacaktır.

Nükleer teknoloji bir devrimdir, fakat Kapitalist devletlerin elinde insanlığın faydasından ziyade, insanlığın katline kullanılan bir araç olmaktadır. Bu, Japonya’da, Vietnam’da, Afganistan’da, Irak’ta, Çeçenistan’da ve diğer beldelerde yakinen görülmüştür, yaşanmıştır. Hilafet Devleti’nde ise bu teknoloji, öldürmek için değil yaşatmak için, fakirleştirmek için değil refah seviyesini yükseltmek için, mutsuzlaştırmak için değil mutlu bir yaşam sürdürülmesi için en üst seviyede kullanacaktır, inşaAllah.

Ayrıca bu teknoloji için gerekli olan teknik donanım, kalifiye eleman, uranyum ve toryum gibi madenler, Müslümanların beldelerinde oldukça fazladır. Yine bu tekno-

27

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


KöklüDeğişim

G

eçtiğimiz günlerde İLKHA Haber Ajansı’na oradan da medyaya yansıyan ”Bu tür davaların Hâkimi de Savcısı da Polis” adlı haberden sonra kendisi ile irtibata geçtiğimiz ve röportaj yaptığımız Mazlum-Der Gaziantep Şube Başkan Yardımcısı Av. Hüseyin Kurşun ile Köklü Değişim Dergisi adına yazarımız Hakkı Eren görüştü. Yapılan röportajı sizinle paylaşıyor ve Av. Hüseyin Kurşun’a bize vakit ayırdığı için teşekkür ediyoruz.

olsun) şehadetini rahmetle ve minnetle anıyorum. Kerbela vakıası sosyal bir olaydır. Ancak Müslüman muhayyilede tarihte vuku bulmuş sıradan bir olay, sıradan bir katliam değildir. Sosyal olayların niteliklerinden birisi de Sosyoloji’nin verilerine göre onların tekrarlanamazlığıdır. Sosyal olaylar tekrar etmez, aynı nehre iki kez girilemeyeceği gibi. Zira nehir, ne ilk girdiğimiz suyu taşımakta, ne de biz ilk nehre girdiğimiz anı yaşamaktayız. Dolayısıyla belirli bir zaman ve mekân diliminde cereyan eden olaylar tekrar etmezler. Zira olmuş ve bitmişlerdir. Ancak bazı olaylar vardır ki bu olaylardaki şahsiyetler ve tutumlar birer olgu haline gelir. Benzer olaylarda ve ortamlarda kendini tekrar eder.

KD: Öncelikle kendinizden kısaca bahseder misiniz? Av. Hüseyin Kurşun (HK): Sorunuza cevap vermeden önce; Muharrem ayını idrak ettiğimiz bu aya tekabül eden, Hicret’in 51. yılının Muharrem ayının Aşura’sında (Muharrem ayının 10. gününde) meydana gelen ve yüreklerimizi yakan Kerbela vakıasında canlarını Allah yolunda tasadduk eden Kerbela mektebinin yiğit erleri olan başta Hz. Hüseyin olmak üzere 72 büyük insanın (Allah’ın rızası ve rahmeti hepsinin üzerine Ocak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Evet, Kerbela vakıası olmuş ve bitmiştir. Ancak Kerbela olgusu, zulmün ve adaletsizliğin olduğu her yer ve zamanda ilk yaşandığından farklı mahiyetlerle var olmuştur/ olacaktır. Bu nedenle Kerbela’da kendini

28


Av. Hüseyin Kurşun İle Mülakat feda edenler, Hüseynî bir iş yapmışladır. Kalanlar ise Zeynebî bir iş yapmaktadırlar/ yapmalıdırlar. Aksi halde Yezid’lerin amacına hizmet ederler. Bu ise Hz. Hüseyin RadiyAllahu Anh için ağlarken Yezid’i alkışlamakla, güce teslim olup onun yanında yer almakla değil, daha veciz ve Hz. Hüseyin RadiyAllahu Anh’in maiyetindekilerle beraber Mekke’den Kufe’ye giderken yolda karşılaştığı meşhur şair Farazdak’ın şiirsel ifadesiyle; “Kufe halkının kalbi sizinle ama kılıçları Yezid’le beraber” mısraındaki gibi ikircikli ve zelil bir duruma düşmeden ahde vefa göstermekle mümkündür.

yım. Sosyoloji Bölümü’nde üniversite eğitimim halen devam ediyor. 1999 yılından bu yana Gaziantep’te serbest avukatlık yapmaktayım. Evli ve 3 çocuk babasıyım. Biraz Arapça ve ileri düzeyde (advance level) de İngilizce bilmekteyim. KD: Hüseyin Bey, malumunuz olduğu üzere, geçen haftalarda Gaziantep ilinde bir dizi operasyon gerçekleştirildi. Hizb-ut Tahrir üyesi oldukları iddiasıyla yapılan operasyonlar çerçevesinde 12 kişi gözaltına alındı. Bu bağlamda davada müdafî olma sürecinizi kısaca okurlarımızla paylaşır mısınız? HK: Avukatlık mesleğinin yanında Gaziantep Mazlum-Der Şube Başkan Yardımcılığı görevini yürütmem dolayısıyla insan hakları ihlalleriyle hem görevim hem de mesleğim gereği ilgilenmekteyim. Bu anlamda gerek Hizbut Tahrir gerekse de başka adlar altında yapılan operasyonlarda hukukî yardım talebinde bulunulduğunda Terörle Mücadele Yasası (TMK)’nın 1. maddesinde belirtilen terör ve terörist tanımıyla uyum arz etmediğine inandığım davaları alıyorum.

Kısacası Kerbela vakıasından geriye kalanlar; bu vakıanın olgulaşan (fenomenleşen) şahsiyetleri Hz. Hüzeyin, Yezid ibni Muaviye ve Kufe halkıdır. Yani bir tarafta ceddinin dinini (ed-Din olan İslam’ı) kanı pahasına ayakta tutmaya çalışan adil bir lider/imam ve diğer taraftan kılıçların gölgesinde kendisine biat edilen zalim bir lider ile bu iki lidere karşı Kufe halkının (olgu haline gelen bir halk prototipi) tutumu. Bu şahsiyetlerden ve bu şahsiyetlere karşı olan tutumlardan hangisinin tercihe şayan olduğu ise izahtan varestedir.

Gaziantep’te birer hafta ara ile yapılan ve adına “Hizb-ut Tahrir Operasyonu” denen operasyonu, Gaziantep Terörle Mücadele Şubesi’nden büroma yapılan telefon araması ile öğrendim. TEM Şubesi, operasyon kapsamında gözaltına alınan şahıslardan birisinin özel avukat olarak beni istediğini söyledi. Bunun üzerine Emniyet Müdürlüğü TEM Şubesi’ne gittim ve avukatlık hizmetimden faydalanmak isteyen şahısla

Bu girişten sonra kısaca kendimi arz edeyim. 1973 Adıyaman/Besni doğumluyum. 1992 yılında Gaziantep İmam Hatip Lisesi ve 1997 yılında da Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdim. Fakülte yıllarımda bir süre medrese eğitimi aldım. Devlet Felsefesi ve Sosyoloji alanında araştırma yapmakta-

29

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


Av. Hüseyin Kurşun İle Mülakat kısa bir görüşmem oldu. Görüşmem esnasında görüştüğüm şahıs, diğer şahısların da benimle görüşmek ve avukatlıklarını üstlenmemi istediklerini söyleyince diğer şahıslarla da teker teker görüştüm. İlk etapta onlara şüpheli haklarını anlattım. Böylece müdafilik sürecim başlamış oldu.

24/2 Maddesi; “Kimse ibadete, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve düşüncelerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç, düşünce ve kanaatlerinden ve bunları değiştirmekten dolayı kınanamaz, suçlanamaz ve farklı bir muameleye tâbi tutulamaz.“ hükmüne aykırılık teşkil etmektedir. Zira maddenin hükmü tevile mahal vermeyecek derecede açıktır; kimsenin inanç ve düşüncelerini açıklamaya zorlanamayacağı ve bu inanç ve düşüncelerinden dolayı -bırakın suçlanmayı-, kınanamayacağını hükme bağlamıştır.

Ertesi gün şüphelilerin ifadeleri alınmaya başlandı. Ve tabii ben de ifadelerde hazır olarak bulundum. Sorular sorulmadan önce Komiser Bey’e, “Kaç soru soracaksınız, her soru kaç puan değerinde?” gibi ortamı yumuşatıcı espriler yaptım. Soruları takip ederken Nitekim ifade alma işlemi bittikten sonra dikkatimi çeken ilk şey, kimlik bilgileri ve müvekkiller Cumhuriyet Savcılığı’na sevk özgeçmiş dışındaki ilk 18 edildiler. Savcılık, tüm sorunun bütün şüphelilere şüphelilere Hizb-ut Tahrir Anayasa’nın 24/2 Maddesi; sorulan ortak sorular olhakkında sorular sordu. Bu “Kimse ibadete, dinî ayin masıydı. Örnek babından sorular; Hizb-ut Tahrir’in ve törenlere katılmaya, birkaç soruyu aktarmam görüşlerini benimseyip bedinî inanç ve düşüncelerini gerekirse, mesela; “Hilanimsemedikleri, Hizb-ut Tahaçıklamaya zorlanamaz; fet, Vilayet ve Halaka nedir? rirle ilgili yayınları takip edip dinî inanç, düşünce ve Açıklayınız”, “Dar’ul-İslam, etmedikleri, ev aramasınkanaatlerinden ve bunları dar’ul-küfür ne demektir?”, da bulunan beyan, dergi ve değiştirmekten dolayı “Siz ülkemizi ne olarak göCD’leri ne amaçla bulunkınanamaz, suçlanamaz ve rüyorsunuz?”, “Siz Türkiye durdukları gibi sorulardı. farklı bir muameleye tâbi Cumhuriyeti’nin bugünkü Müvekkiller ortak beyantutulamaz.” mevcut Anayasal düzenini larında, Hizb-ut Tahrir’in benimsiyor musunuz? Angörüşlerini benimsediklerini, latınız” gibi tamamen fikir ve inanç izhaHilafet’e dayalı bir İslam Devleti kurulmasını da rına matuf tuhaf sorularla karşılaşınca bu fikren ve inanç olarak benimsediklerini söyledisorulardan hareketle bir terörist kimliği ve ler. Ben de şüpheli beyanlarına karşı savunkarakteri çizilmeye çalışıldığını anladım, ma babında, insanları benimsedikleri inanç ve nitekim müvekkillere cevap vermek istedünya görüşlerine göre yargılayıp cezalandırmamedikleri sorular için susma haklarını kullanın başta Anayasa’nın 24. Maddesi olmak üzere nabileceklerini, ifade alma süreci öncesindeki meriyetteki Ceza Hukuku’na göre “Terör suçu” görüşmemde hatırlatmıştım. Müvekkiller olamayacağını, eğer Hilafet’e dayalı bir İslam de kimlik bilgileri ve özgeçmişleri dışında Devleti’nin var olmasını fikren benimsenmesini kendilerine yönelik tüm sorularda susma suç olarak görürsek daha öncesi olmakla beraber haklarını kullandılar. Zira yukarıda örnek sadece Osmanlı İmparatorluğu’nu dikkate sunaolarak sıraladığım ve buraya almadığım rak 632 yıl boyunca yaşadığımız bu topraklarbazı sorular Anayasa’nın 24/2. Maddesi’ne da Hilafet’e dayalı bir İslam Devleti’nin hüküm aykırılık teşkil etmektedir. Anayasa’nın sürdüğünü, millet olarak bundan gurur duyOcak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

30


Av. Hüseyin Kurşun İle Mülakat duğumuzu, genelde İslam celerinden dolayı cezaevleTerörle Mücadele Kanunu’nun tarihi ve özelde ise Osmanlı rinde kimse yok” şeklinde1. Maddesi, terör eylemini tarihine ilgi ve hayranlık duki iddianın aksine, varit ve teröristi duraksamaya yan herkesin böyle bir suçladurumlar geçmiş yıllarda yer vermeyecek vuzuhta manın sanığı olabileceğini, yaşanmış ve halen yaşantanımlamaktadır. Terör örneğin Hilafet’in Osmanmaktadır. Mesela, Eşber tanımının anahtar kavramları lılara geçtiği Yavuz Sultan Yağmurdereli ve burada olan “cebir, şiddet, korkutma, Selim’den itibaren övgüye ismini sayamayacağım yıldırma” gibi eylem içerir... değer Osmanlı Padişahladaha birçok isim, düşünce rının yönetimini övmenin suçundan dolayı yıllarca aynı zamanda Hilafet’i övmek olduğunu ve bu hapis cezasına çarptırılmıştır. Bana göre, en övgünün de müvekkillere isnat edilen suçla aynı son düşünce suçluları(!) ise, geçen haftalarkefeye konabileceğini, kaldı ki Hizb-ut Tahrir’in da Gaziantep’te yapılan Hizb-ut Tahrir opebugüne kadar hiçbir terör eyleminin olmadığırasyonlarında tutuklanan kişilerdir. nı, Emniyet Genel Müdürlüğü veri tabanında KD: Medyaya yansıyan açıklamanızda, “tuTerör Örgütleri listesinde dahi adının geçmedituklamaların yasal olmadığını” söylediniz. Buğini söylediğimde Savcılık, Hizb-ut Tahrir’in nun nedenleri nelerdir? Emniyet Genel Müdürlüğü veri tabanında HK: Terörle Mücadele Kanunu’nun 1. Terör Örgütleri listesinde olmadığını fakat Maddesi, terör eylemini ve teröristi duraksaYargıtay’ın bir tarihte vermiş olduğu içtihadınmaya yer vermeyecek vuzuhta tanımlamakda “Hizb-ut Tahrir’in Anayasa’da belirtilmiş tadır. Terör tanımının anahtar kavramları olan Cumhuriyet’e ve onun niteliklerine aykırı olan “cebir, şiddet, korkutma, yıldırma” gibi düşüncelerinden dolayı Terör Örgütü olduğu eylem içerir kavramların içini dolduracak sonucuna varılmıştır” dedi. Ben de cevaben, hiçbir eylemin müvekkillerce irtikâp edilkanunda belirtilen ve suç vasfı taşımayan fiilleri memiş olması karşısında -bir önceki soYargıtay’ın içtihat yoluyla suç sayamayacağını, runuza verdiğim cevapta da değindiğim kaldı ki içtihadın içtihadı nakzetmeyeceğini, bu gibi- müvekkillerin mevcut Anayasal düzebağlamda yarın Yargıtay’ın başka bir Dairene kısmen karşı olan fikirlerinin suç olarak si aksi bir içtihatta bulunduğunda ya da aynı addedilerek tutuklanmalarının hukuk ve Daire içtihadını değiştirdiğinde ve ilk içtihada vicdan nazarında izahını yapmak gerçekten dayanarak verilen mahkûmiyet kararı gereğince güçtür. Hele hele Demokratik bir hukuk anyıllarca hapis cezası yatan insanların, lehe içtilayışının hakim olduğu bir sistemde görüş hat değişikliğinden faydalanarak Devlet’e karve düşüncelerin özgürce ifade edilmesinin, şı şahsî haklarının iadesi ve tazmini için dava çoğulculuğun ve farklılığın -ki bu farklılık açmalarının ağır sonuçlar doğurabileceğini, sadece etnik ve inanç faklılığını değil, aynı söyledim. Ancak Yargıtay kararları mahkezamanda fikir farklılıklarını da içermektemeleri bağladığından, müvekkillerden bir dir- tolere edilmesi gerekmekte hatta farkkısmı “Terör örgütüne üye olmak” şüphesi ile lılıkları zenginlik olarak gören anlayışla, vetutuklandılar. rilen tutuklama kararının bağdaşır tarafı da Tabii ki bu mantıkla düşünür isek, bulunmamaktadır. Topluma her anlamda Başbakan’a “Halife olsun” diyenler de bu (düşünce, giyim kuşam, inanç, kültür, vs.) suçun kapsamına girerler. Ayrıca “düşüntek tipçiliği dayatmak Demokratik bir hu-

31

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


Av. Hüseyin Kurşun İle Mülakat kuk anlayışıyla zaten bağdaşmamaktadır. Eğer amaç gerçekten bu şekilde tanımlanan bir Demokrasinin yerleşmesi ise. Dolayısıyla bu tutuklamaların başta Anayasa olmak üzere Demokratik hukuk ilkelerine ve yazılı ceza normlarına (mevzuata) aykırı olduğunu düşünüyorum.

Kaldı ki, “terörizm” denen illetin bir maliyeti vardır. Bu insanların tamamının bir aylık gelirini toplasan bir tabanca parası bile etmez. Nitekim Terörle Mücadele Şubesi’ne gittiğimde polislerden birisi bana “Avukat Bey, bunların hepsi gariban, parasız, pulsuz insanlar bunlar avukatlık ücretini ödeyemez.” demişti.

KD: Müvekkilleriniz nasıl kişiler ? Gerçekten terörist olduklarını düşünebilir miyiz?

İşin ironik tarafı bu insanlar mevcut devlet düzenini yıkıp yerine dini esaslara dayalı HK: Genel olarak soruyorsanız müvekbir devlet kurmak için oluşturulmuş silahlı kil profilim kozmopolittir. Ancak anladıbir terör örgütüne üye olmak suçlamasıyla ğım kadarıyla Hizb-ut Tahrir operasyonu gözaltına alınıyor ve maalesef devletin savçerçevesinde gözaltına alınan müvekkiller cısı ve hâkimi de buna inanarak bu insanları hakkında soruyorsunuz. tutuklayıp yargılıyor. Bu Operasyon kapsamında tek kelimeyle hukuksuzgözaltına alınanlar ve biİşin ironik tarafı bu insanlar luktur. Oysa hukuk asgarî lahare bir kısmı tutuklamevcut devlet düzenini ahlak, ahlak ise azamî hunan şahıslar ekonomik yıkıp yerine dini esaslara kuktur. Ahlakın kaynağı anlamda alt gelir grubudayalı bir devlet kurmak ise dindir. Dindar insan, na sahip insanlar olup 25 için oluşturulmuş silahlı bir ahlakı en üst düzeyde yaila 35 yaş arası gençlerdir. terör örgütüne üye olmak şayan ve bu ahlakın sosBunlardan hiçbir tanesuçlamasıyla gözaltına alınıyor yal hayatta neşvünema sinin sabıkasının olmave maalesef devletin savcısı bulmasını sağlayan inması ve daha önce böyle ve hâkimi de buna inanarak sandır. Siz kalkacaksınız bir şüphe ile dahi gözalbu insanları tutuklayıp ve bu insanlara “Arkadaş, tına alınmamış olmaları yargılıyor. Bu tek kelimeyle siz dindar olmakla hukuku dikkatimi çekti. Hepsihukuksuzluktur. çiğnediniz ve terörist oldunin şahsiyet olarak ortak nuz” diyeceksiniz. Deliözelliği, inançlı ve halkını liniz de evlerinde ele geçirilen/alınan dinî seven insanlar olmaları, başlarına gelen bu içerikli kitap, dergi ve CD’ler ile “Hilafet’e hadisenin nedeninin sahip oldukları İslamî dayalı İslam Devleti istiyor musunuz?” ya da inanç ve fikirlerinden kaynaklandığını dü“Böyle bir devlet düzenini benimsiyor musuşünüyorlar. Evlerinde kitaptan ve dergiden nuz?” şeklindeki sorunuza verdikleri “evet” başka bir şey bulunamamış, tek amaçlacevabı olacak. Olamaz böyle bir şey. Genel rı halkın %99’unun paylaştığı bir din yani olarak günümüzdeki hiçbir hukuk düzeni İslam’ı öğrenmek olan ve şiddet ve terörü ve özel olarak da ceza hukuku, insanların çağrıştıran silah namına evlerinde ve üstlefikirlerini ve kalplerinden geçeni yargılama rinde yapılan aramada çakı dahi bulunmayetkisine sahip değildir. mış bu insanlar, nasıl terörist olabilir. Bu insanlara terörist demek için huzur ile terör Suçun genel olarak tanımı; insanların iç kavramlarının yerini değiştirmek gerek herdünyasından çıkarak eyleme dönüşen ve kanunhalde. da suç olarak tespit edilmiş hareket tipine uyan Ocak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

32


Av. Hüseyin Kurşun İle Mülakat davranışlardır. Ceza Hukuku’nun konusu, bu davranışları tespit ederek oluşturduğu kurumsal yapı aracılığıyla cezalandırmaktır. Ancak maalesef, Terörle Mücadele Yasası’nda “Devlete Karşı Suç” kavramının kapsamı sadece terör eylemlerini değil, ideolojik tehdit algılaması konseptine uygun bir şekilde sisteme karşı olan görüşlerin bir grup tarafından benimsenerek toplumda yaygınlaşmasını da her türlü mülahazaya açık bir şekilde “Tehlike Suçu” kapsamına almakta ve cezalandırmaktadır. Oysa ceza felsefî anlamda, işlenmiş -“işlenme tehlikesi olan” değil- bir suça karşı toplumsal vicdanın verdiği karşılıktır. Oysa bu toplumun dini, aynı zamanda onun vicdanıdır. Toplumun vicdanen suçlu bulmadığı ve dolayısıyla cezalandırılmasını istemediği, sadece dini inancının gereklerine uygun bir hayat yaşamak isteyen birisi ya da birileri, nasıl olur da cezalandırılabilir? Çelişki şu ki, mahkeme kararları da “millet/toplum/halk adına” verilmektedir.

karşısında insan, bireye indirgenerek bireylerden oluşan toplum -ki, buna politiksosyolojide sivil toplum denilmektedir- güçsüzleştirilmiş ve Sivil Toplum ile Politik Toplum ayrımı doğmuştur. Dolayısıyla bürokrasi ve bürokratik mekanizmada iş gören memurlar, politik toplumun üyeleri olmuş ve sivil toplum karşısında güçlenmiştir. Ve “devlete karşı suç” kavramı da, bu modern ulus devlet sürecinin bir hâsılasıdır. Asıl sorunuza dönecek olursak; yukarıda bahsettiğim anlayışın sonucu olarak bu tür, “Devlete karşı işlenen suç” kapsamında gözaltına alınan şahıslar, operasyon öncesinde yapılan uzun süreli (bu operasyonda 1 yıllık fizikî ve teknik takip var) fizikî ve teknik takipler neticesinde ve operasyon sırasında ev ve iş yeri aramaları sonucu temin edilen kitap, dergi, CD, bilgisayar verileri üzerinde yapılan incelemeler sonucu elde edilen ve aleyhe kullanılabileceği düşünülen ne varsa alınır, özellikle bilgisayardan şüphelinin ziyaret ettiği sitelere girilir, buradan eğer şüpheli görüntü indirmiş ise mesela, “cihat bölgeleri” diye tabir ettikleri yerlerdeki çatışma görüntüleri, silahlı militan görüntüleri gibi görüntülerin çıktıları alınır ve daha sonra bu “deliller” tape’ler haline getirilerek klasörler oluşturulur. Teker teker şüpheli ifadeleri alınır. İfadeler alınırken şüpheliler üzerindeki imajinatif önyargılarının doğrulanmasına hizmet edecek sorular sorulur ve fezleke bu şekilde hazırlanarak Savcılığa verilir. Bu aşamada dikkatimizi çeken şey, Savcılık ifadesinden önce operasyonu yapan Komiser’in Savcı ile baş başa görüşmesidir. Savcı, şüphelilerin ifadelerini aldıktan sonra tamamının ya da bir kısmının tutuklanmasını talep eder, talep üzerine haklarında tutuklama istenenler Sorgu Hakimliği’ne sevk edilir. Tutuklanma talep edilen şüphelilerden tamamı ya da bir kısmı tutuklanarak

KD: Yaptığınız basın açıklamanızda barizleşen bir yön vardı ki, o da Polis’in bu tür davalardaki tutumu. ”Bu tür davaların Hâkimi de Savcısı da Polis” derken neyi kast ediyorsunuz, açıklar mısınız? HK: Orada kast ettiğim şeyin açılaması biraz uzun olacak ama ben yine de özetlemeye çalışayım. Maalesef modern ulus devlet anlayışıyla beraber devlet, kendisini halkın dışında konumlandırmıştır. Ulus devletin kendisi zaten zihinsel bir inşa/ kurgudur. Burada ulus, devletin varlığının bir unsuru/aracı olmuştur. Oysa geleneksel anlamda ve anlayışta, devlet halk içindir ve onun hizmetkârıdır. O nedenle eskiler “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” derler. Maalesef modern ulus devlet anlayışıyla bu tersine evrilerek “Devleti yaşat ki insan yaşasın” anlayışına dönüşmüştür. Ve neticede devlet

33

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


Av. Hüseyin Kurşun İle Mülakat cezaevine gönderilir. Dosya ise, bağlı bulunulan CMK. 250. Maddesi ile görevli olan yani Özel Görevli Ağır Ceza Mahkemesi’ne (daha önceki ismi Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) idi) gönderilir. İşin ilginç yanı, görevli mahkemeye sunulan iddianame, Polis tarafından tanzim edilen fezlekenin özeti mahiyetindedir. Adeta kopyala-yapıştır (copy-past) yöntemiyle hazırlanmıştır. Bu iddianame daha sonra mütalaaya dönüşür ve nihayet belki birkaç beraat firesiyle karar haline dönüşür.

insanları mağdur etmektedir. Bu konuda “Delil Hukuku” (Evidence Law) adı ile Ceza Muhakemesi Hukuku’nda ayrı bir dal da oluşmuş ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde kendini göstermiştir. Anılan Ülkede ve Anglo-Amerikan Hukuk Sistemi’nde, mahkûmiyet için makul şüphenin yenilmesi (beyond reasonable doubt) ilkesi ortaya konulmuştur. Eldeki deliller, suçun işlendiği yönündeki makul şüpheyi yeniyorsa, bu mahkûmiyet kararı için yeterli görülmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken, her türlü şüphenin değil, makul şüphenin yenilmesidir.

Dolayısıyla bu tür davalarda “fezleke” çok önemlidir ve en az bir yıllık bir “emeğin” ürünüdür.

KD: Müvekkillerinizin gözaltına alınış şekilleri de çok ilginç (Toplu taşıma araçlarında yakalanmaları gibi…). Bu konuda ne söylemek istersiniz?

Hâlbuki ceza yargılamasında Polis hazırladığı için -zaten başkası da hazırher türlü şüpheden uzak layamaz- neredeyse doğdeliller esas alınarak ruluğuna kesin gözüyle mahkûmiyet kararı verilmesi bakılır. Dikkat edilirse, gerekirken, ispatlanmamış HK: Şüphelilerin göburada bürokratik mekaön yargılardan müteşekkil zaltına alınış biçimi daha nizmanın kendi üyesine delillerin mahkûmiyet ziyade toplu baskın şekgüveni, vatandaşa olan kararlarına mesnet teşkil linde oluyor. Operasyon güvenden daha fazladır. etmesi, şüphenin sanık eş zamanlı olduğu için Çünkü polis, devleti temlehine yorumlanması ilkesine düğmeye basıldığı an zasil etmekte, vatandaş ise aykırıdır. ten takip altında olan kişi modern ulus devlette ötenerede ve hangi ortamda kileştirilmiş bireyi temsil olursa olsun (evde, çarşıda, toplu taşıma etmektedir. Oysa fezleke, birçok ön yargı ve aracında, vs.) gözaltına alınıyor. O esnada makuliyet seviyesine ulaşmamış şüphelerçevrede bulunan insanlara şüpheli hakkınle doludur. Malum ve makul olduğu üzere da adeta, “bu adamı siz yeteri kadar tanımıyorşüphe, zandan ibaret olup zan ise hakikatsunuz. Aslında çok tehlikeli bir adam, bu adamten bir şey ifade etmez. Hâlbuki ceza yargıdan bundan sonra uzak durun. O her ne kadar lamasında her türlü şüpheden uzak deliller size dindar gözüküyor ise de aslında o bir “din esas alınarak mahkûmiyet kararı verilmesi istismarcısı”. Onunla yollarınızı ayırın yoksa gerekirken, ispatlanmamış ön yargılardan bir gün siz de bu duruma düşersiniz” mesajı müteşekkil delillerin mahkûmiyet kararverilmeye çalışılıyor. Zaten operasyon nelarına mesnet teşkil etmesi, şüphenin sanık ticesinde gözaltına alınan, daha sonra serlehine yorumlanması ilkesine aykırıdır. Delilbest bırakılan ya da tutuklanan -ki fark etlerin mahkemece gerektiği kadar tartışılmamiyor- çevresi tarafından yalnızlaştırılıyor. ması, bu delillere dayanılarak tutuklanan Toplum tarafından benimsenen ve “hocam” ve aleyhlerine mahkumiyet kararı verilen Ocak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

34


Av. Hüseyin Kurşun İle Mülakat diye saygı duyulan bir insan, bakıyorsunuz öcü haline dönüştürülmüş.

HK: Mazlum-Der, malum olduğu üzere insan hakları alanında faaliyet gösteren Türkiye’deki en eski ve köklü sivil toplum kuruluşlarından biridir. “Zulüm kimden gelirse ve kime karşı yapılırsa, zulümdür.”, “Mazluma dini sorulmaz” ilkelerini çalışmalarında temel prensip haline getirmiş bir kuruluştur. İnsan hakları ihlallerinin olduğu her yerde bu ihlalleri basın açıklamaları yaparak kamuoyu ile paylaşmakta ve kamuoyu desteğini de arkasına alarak hak ihlallerine karşı kendi içinde oluşturduğu yasal mekanizmalar vasıtasıyla engel olmaya çalışmaktadır.

KD: Daha önceki Hizb-ut Tahrir operasyonlarına oranla bu operasyon medyanın gündeminde fazlaca yer almadı. Bunu neye bağlıyorsunuz? HK: Evet, bu benim de dikkatimi çekti. Zira bu tür (başta el-Kaide olmak üzere Hizbullah, Hizb-ut Tahrir, vs.) operasyonlar yapılırken genelde bir seyirlik şova dönüştürülürdü. Ve halk nazarında operasyona meşruluk kazandırmak için ise, operasyon yapılan grubun silahlı bir terör örgütü olduğu, büyük çaplı bombalama eylemi hazırlığı içinde oldukları ve bu operasyonla büyük bir “başarı” göstererek bu eylemin etkisiz hale getirildiği yönünde basına haber yaptırılırdı. Ve akşam ana haber bültenlerinde görüntüler halka arz edilirdi. Bu arada bundan 2-3 yıl kadar önce Gaziantep’te yapılan ve bu şekilde haber konusu olan bir davada, köylü vatandaşın evinin ahırında bulunan sunî gübreyi bomba yapımında kullanılmak için bulunduruluyor gerekçesi ile vatandaşı gözaltına almışlar ve gübreyi de “delil” listesine eklemişlerdi. Duruşma ise tam bir komedi idi. Zira köylü vatandaş, gübreyi ahırında tarımsal amaçlı bulundurduğunu var gücüyle(!) ispat etmeye çalışıyordu.

En son Gaziantep Mazlum-Der bir başarıya daha imza atmıştır; o da, malum Gaziantep Merinos Halı Fabrikası’nda yaşanan, 2000 çalışanın olduğu işletmede namaz kılma yasağı ile ilgili olarak Gaziantep’teki 20 tane sivil toplum kuruluşunun da desteğini alarak yapmış olduğu basın açıklamasıdır. Bu basın açıklaması meyvesini verdi ve işletme, bu hak ihlaline son vererek işçilerini namaz vakitlerinde servisle işletme dışında bulunan bir camiye namaza götürmeye başladı. Bu gerçekten sadece Mazlum-Der açısından değil, insanlık açısından önemli bir olaydır. Tabii ki hak ihlalleri sadece ibadet ve inanç alanında olmamakta, ayrıca etnik kimliğe, şahsiyet haklarına ve daha burada sayamayacağımız birçok alanda vuku bulmaktadır. Mazlum-Der, bu ihlallerin varlığını gerek gözlemleriyle, gerekse de basınyayın ve duyum yoluyla haber aldığında olayın üzerine gitmekte ve misyonuna uygun bir şekilde hareket etmektedir.

Bahsettiğiniz Hizb-ut Tahrir operasyonlarının basında fazlaca yer almaması herhalde halkın dikkatini çekmeme ve tepki almama gayretinden kaynaklansa gerek. Biraz da yaklaşan genel seçimlerin etkisiyle popülizmi ıskalama endişesi olsa gerek, diye düşünüyorum.

KD: Sayın Kurşun, sorularımızı cevaplandırdığınız ve bizlere kıymetli vaktinizi ayırdığınız için teşekkür ediyor, Rabbimizden işlerinizde kolaylıklar vermesini niyaz ediyoruz.

KD: Mazlum-Der’in bölgenizdeki faaliyetleri, böylesi hak ihlallerine karşı ne gibi çalışmalar yaptığı ve diğer sivil toplum yapılanmalarının bu ve benzeri durumlardaki hak ihlallerine karşı nasıl bir pozisyon almaları gerektiği konusunda bizleri bilgilendirebilir misiniz?

35

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


ADALET ARAYIŞINDAKİ

KÜRTLER

Salih AKKILIÇ ‫وبا‬ ً ‫ُش ُع‬ ‫ِير‬ ٌ ‫ِيم َخب‬ ٌ ‫َعل‬

girmişler ve kalkınmak için teşebbüslerde bulunmuşlardır. Kürtler İslam Dini’ne girdikten sonra İslam Devleti’ne yani İslamî Rejim’in kendisine karşı hiç isyan etmemiş ve “sadık millet” olarak anılmışlardır. I. Dünya Savaşı’nda savaşmışlar ve düşmanın yurttan atılmasında büyük pay sahibi olmuşlardır. Fakat daha sonra rejimin değişmesi yani Hilafet’in kaldırılmasıyla birlikte ilk kıyam hareketine girişmişler, kendilerine verilen kardeşlik ve Halife’nin korunacağı sözleri yerine getirilmeyince, Şeyh Said önderliğinde kıyama kalkmışlardır. Bugün, masa başında yazılan tarihin kendisi, ne kadar da bunun İngiliz kışkırtması sonucu çıktığını iddia etseler de, mahkeme kayıtları ve tarihî belgeler bu kıyamın böyle olmadığını apaçık ortaya koymaktadır. Bazı milliyetçi çevrelerce dillendirilen, Şeyh Said’in Kürtçü bir ayaklanmaya kalkıştığı iddiası, hem belgelere aykırı hem de böyle bir şahsiyete karşı atılmış büyük bir iftiradır. Dönemin “şahin” Başvekili İsmet İnönü de “Şeyh Said isyanını

‫ُم‬ ٍ ‫اس إَِّنا َخلَ ْق َناكُم مِّن َذك‬ َ ‫َيا أَي‬ ُ َّ‫ُّها الن‬ ْ ‫َر َوأُنثَى َو َج َع ْل َناك‬ َّ َّ ‫ُم إِ َّن الل َه‬ َ ‫َوق َ​َبائ‬ َ ‫ارُفوا إِ َّن أَك‬ َ ‫ِل لَِت َع‬ ْ ‫ُم ِعن َد الل ِه أَ ْتقَاك‬ ْ ‫ْرَمك‬

“Ey insanlar biz sizi bir erkekten ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah yanında en değerli olanınız, Allah katında en takvalı olanınızdır. Allah bilendir, haberdar olandır.” (el- Hucurat 13) İnsanlar tarihsel süreç içinde bir arada ve birbirlerine gereksinim duyarak yaşamıştır. İnsanlar arasındaki karşılıklı ilişkiler ve insanların çoğalması sonucu milletler ve kabileler meydana gelmiş, her kabile kendi milletlerinin ismiyle anılır olmuştur. Bu milletlerden biri de Kürt milletidir. Kürtler, daha önce değişik dinlere mensuplardı, aynı anda toplu bir şekilde bir dine girmemişlerdi. Daha sonra İslam Dini’ne giren Kürtler, diğer düşüncelerini terk etmişler ve İslam hadaratına göre yaşamaya başlamışlardır. Son olarak, 3 Mart 1924’te Hilafet’in kaldırılması ile Kürtler bir takım arayışlar içine Ocak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

36


Adalet Arayışındaki Kürtler (1) doğrudan doğruya İngilizlerin hazırladığı veya meydana çıkardığı hakkında kesin deliller bulunamamıştır” itirafında bulunmuştur. (İnönü,

sa bunun başlıca nedeni; Halife’ye yani İslam’a olan bağlılıklarıydı. Musul sorununun çözüme kavuşturulmamış oluğu bir sırada Halifeliğin kaldırılması Türkiye’nin Musul tezine manevî bir darbe indirmişti.

Hatıralar, 2. Kitap, s.202)

Genel itibariyle baktığımızda İsyan’ın kaynağı dışta değil, içtedir. En önemli sebebi ise, Cumhuriyet’in başına geçenlerin I. Dünya Savaşı’ndaki “İslam Kardeşliği ve Hilafet” sloganını bırakarak birden bire laik ve Türkçü kesilmesidir. Kıyam’ın alevlenmesinin sebebi ise Şeyh Said Kıyamı’ndan on ay önce Ankara’da alınan, “Medreselerin yasaklanması” ve “Hilafet’in kaldırılması” kararıdır. Kürt Tarihi Uzmanı David McDonald şöyle diyor:

İngiltere’nin Musul’daki bir görevlisi, Halifeliğin kaldırıldığı yönündeki haberleri hayretle karşılayıp, inanmakta güçlük çektiklerini yazmaktadır. Bu İngiliz görevlisi, o zaman kadar “Kürdistan’ı patlamaya hazır bir volkan gibi kaynaştıran Türk propagandasının, Kürtlerin Halife’ye kesin bağlılığına dayandırıldığını, Türklerin kendi bindikleri dalı kesmeleri ise, İngiltere için inanılmayacak kadar mükemmel bir şey olduğunu” belirtmektedir.” (Türk-İngiliz İlişkileri, A.Ü.SBF. Yayınları 1978, s.290-291)

“Hilafet’in kaldırılması, Kürtlerin Türklere karşı duyduğu son ideolojik bağı da kopardı. Türkiye’nin 1912-22 savaş yıllarını aşmasına yardımcı olan Kürtler, bu kez onun düşmanları haline geldiler. Bunlar, dindar Şeyhler ve eski Hamidiye Alayları’ydı ki, Halife’nin savunulmasına samimi bir şekilde inanıyorlardı. Şimdi bu insanlar arasında onların daha önceden en ufak bir bağlantı kurmayı kabul etmedikleri kişiler, yani Kürt milliyetçileri bir direniş gerçekleştireceklerdi”. (A Modern History of the Kurds, s.192)

İşte Şeyh Said Kıyamı, “iç düşmanları kullanan dış mihraklar” meselesi değil, “jakobence politikalarla kendini halkına küstüren Ankara” meselesiydi. İhlâslı bir şekilde Hilafet’in yeniden kurulması için mücadele verince Şeyh Said’in, Hilafet’i yıkanlarca, “İngiliz adamı” olarak tanıtılmaya çalışılması anormal değildir. Evet, baktığımızda Hilafet’i kaldıranlar, Hilafet’i ikame etmek isteyenlere iftira atmış ve davalarını boşa çıkarmaya çalışmışlardır. Şeyh Said’in kardeşi Bünyamin, Kıyam öncesi yanına gelerek Şeyh’e, “Şeyh’im kararından vazgeç, sen başarısız olursan, hanımını, kızını düşün. Onların namusu ayaklar altına serilir” diyerek onu bu kararından vazgeçirmeye çalışır. Şeyh Said ise onun bu sözüne karşılık, “Allah’ın dini olan İslam ayaklar altındayken Şeyh’in namusunun ne önemi var?!” diyerek, İslam’a vermiş olduğu değeri ortaya koymakta, böylelikle tüm dünyaya örnek olmaktadır.

Aynı şekilde Hilafet’in kaldırılması sadece Türkiye’deki Kürtleri değil, diğer bütün Kürtleri kızdırmış ve Türkiye’ye küstürmüştür. Özellikle Musul sorununun çözülememesinde de etkili olmuştur. Musul Kürtlerini Türklere karşı küstürmüş ve koparmıştır. Atatürk Araştırma Merkezi Aslî Üyesi Prof. Dr. Ömer Kürkçüoğlu şöyle yazıyor kitabında: “Halifeliğin kaldırılmış olması Kürtlerin ayaklanmasında önemli rol oynadığı gibi, Kürt unsurunun çoğunlukta olduğu Musul üzerindeki Türk iddiasını da zayıflatmıştır. Milliyetçi düşünceden uzak olan Musul Kürtlerinin, Türkiye’yi Irak’a tercih ettikleri söylenebiliyor-

Evet, Şeyh Said böyle bir liderdi. Kendisinde sahih irade hâkimdi. Hilafet’in yeniden kurulmasını kendisi için ölüm-kalım meselesi olarak görüyordu ki, bu uğurda

37

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


Adalet Arayışındaki Kürtler (1) canını veren İslam âlimlerindendir. Yine Mahkeme’de, “Sen bir Kürt Devleti kurmak için ayaklandın, amacın Türkiye’yi bölmek ve milliyetçiliğe dayalı bir Kürdistan Devleti kurmaktır.” diyen Hâkim’e Şeyh Said şu cevabı verir:

milliyetçilik düşüncelerini körüklemiş ve bunda istedikleri nihaî hedefe ulaşmışlardır. Hilafet’in kaldırılışının tek müsebbibi İngilizlerdir. Böylelikle İngiliz düşmanlığının ne kadar vahim bir durum olduğunu görebiliyor ve o dönemdeki kirli siyasetin farkına varabiliyoruz. İngiliz düşmanlığının tüm Müslümanların kalbinde olması ve öfkelerini sürekli dışa vurmaları gerekmektedir. Bununla alakalı olarak meşhur Müçtehit Âlim Takiyyuddin en-Nebhanî şöyle demektedir:

“Allah’a yemin ederim ki, sen yalan söylüyorsun! Gün gelecek benim milliyetçilik uğruna değil İslam uğrunda ve Hilafet’in yeniden kurulması için mücadele ettiğimi Müslüman halk bilecektir.” Hâkim böylelikle bu sorusuyla Kıyam’ın yönünü amacını karalamaya çalışmıştır. Eğer Hâkim, “Hilafet Devleti” keli“Anneler çocuklarını emzirirken bunun yamesini kullanmış olsaydı, nında İngiliz düşmanlığını halkın tamamı Şeyh Said’e Bugün bütün Müslüman halk, da emzirmelidirler.” Gerdestek verecek ve Şeyh’in çekten de tam yerinde ve Hilafet’in İngilizler tarafından kendisi, halkın gözünde Müslümanların kulaklakaldırıldığını bilmektedir. İşte önder kabul edilecekti. rında küpe olması gereken İngilizler, Hilafet’i kaldırarak Fakat bu soruyla birlikte bir sözdür bu. MüslümanMüslümanları birbirine özellikle Batı’da, Şeyh’i ların tarih boyunca iki büdüşürmüştür. Bir Kürt olan milliyetçi olarak gösterip yük düşmanı olmuştur: BiZiya Gökalp, “Türkçülüğün Türk Müslümanları da rincisi; İngilizler, ikincisi de; Esasları” adlı bir kitap Türk milliyetçiliğine yönYahudilerdir. Fakat bugün yazmıştır. Baktığımızda Mason sinsi siyasetlerinden dolendirdiler. İşte bu şekilde Kemalist zihniyet hedefine olan Ziya Gökalp bunu yaparak layı İngilizleri kimse pek önce Türkler ile Araplar ulaşmış oldu. fark edememektedir. Ama

arasında bir milliyetçilik duvarı İngilizler, M. Kemal’in Bugün Müslüman halk, örmek istemiştir. eliyle Hilafet’i ilga etmek Hilafet’in İngilizler tarasuretiyle, Müslümanların fından kaldırıldığını bilKalkanı’nı parçalamış, onları savunmasız mektedir. İşte İngilizler, Hilafet’i kaldırarak bırakmış, beldelerini küçük devletçikler haMüslümanları birbirine düşürmüştür. Bir linde ayırmış ve böylelikle kolay yutulabiKürt olan Ziya Gökalp, “Türkçülüğün Esaslir, küçük lokmacıklar haline getirmişlerdir. ları” adlı bir kitap yazmıştır. Baktığımızda Halife’nin önemi ile alakalı Rasulullah SalMason olan Ziya Gökalp bunu yaparak önce lAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktaTürkler ile Araplar arasında bir milliyetçilik dır: duvarı örmek istemiştir. Çünkü o dönemde yazılacak olan bir “Kürtçülük” serüveninin “İmam (Halife), ancak bir kalkandır, pek önemi olmayacaktır. Onun için amaç onun arkasında savaşılır ve onunla koruMüslüman Araplar ile Müslüman Türkleri nulur.” (Muslim) Evet, işte Halife’nin yani yöbirbirine düşürmektir ve bunda da başarılı neticinin İslam’daki önemi bu kadar büyük olunmuştur. ve değerlidir. Bugün Halife’nin olmayışından dolayı Ümmet’in ne halde olduğunu

İşte İngilizler, misyonerlik faaliyetleri ile Ocak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

38


Adalet Arayışındaki Kürtler (1) görebiliyoruz. İngilizlerin düşmanlıklarını bu zaviyeden bakınca açıkça görebiliyor ve kavrayabiliyoruz. Lozan’da;

Devleti döneminde Kürtlerin sahip olduğu haklar, diğer Müslümanlarla birlikte sahip oldukları haklardır ve hepsi de Cumhuriyet döneminde Kürtlerin ellerinden alınmış, ya1) Hilafet kaldırılacak, saklanmıştır. Bu yasağın sürdürülmesinin 2) Halife’nin mallarına el konulacak, ancak baskı ve zor ile mümkün olacağı açıktır. Kürtlerin, Kürt toplumu olmaktan doğan 3) Halife sürgün edilecek, haklarının yasaklanmasının hiçbir meşru 4) Laiklik benimsettirilecek, şartlarını kotemeli yoktur. Toplumsal meşruiyet elbette yan İngilizler, bu dört şartı kabul eden Anönemlidir. Ama Kürt haklarının, Kürtlerin kara Hükümeti eliyle İslamî Ümmeti başsız doğal olarak sahip olduğu hakların gasp bıraktı. Böylelikle bundan sonra yavaş yaedilmesinin hiçbir meşru dayanağı yoktur. vaş sorunlar ortaya çıktı. On binlerce insan Kürtlerin ve Kürtçenin inkârı basit bir olay İstiklal Mahkemeleri’nce asıldı, kahramandeğildir. Bu tutum, Devlet politikasında, lar hain, hainler kahraman ilan edildi. BuDevlet’in eğitim ve kültür politikasında gün bile Kürt sorunu diye çok önemli, çok köklü deisimlendirilen Müslüman ğişiklikleri getirir. İnkâr, ...Osmanlı da görülmeyen Kürtlerin sorunu hiç bitimhayı da beraberinde sorunlar, Cumhuriyetle medi. Müslüman Kürtler getiren bir anlayıştır. Asibirlikte ortaya çıktı. Osmanlı sisteme entegre olmadı ve milasyon gibi bir politikaDevleti döneminde Kürtlerin sistemi sevmedi. Zaten ne yı beraberinde getirdiği sahip olduğu haklar, diğer olduysa Hilafet’in kaldışüphesizdir. Kürtlerin ve Müslümanlarla birlikte sahip rılmasıyla oldu; halk isyan Kürtçenin inkârı demek, etti ve haklarını aramaoldukları haklardır ve hepsi daha önceki yıllarda, Kürt ya koyuldu. Daha sonra de Cumhuriyet döneminde diliyle yazılmış, yayımMüslüman Kürt halkına Kürtlerin ellerinden alınmış, lanmış veya yayımlanmazorunlu göç uygulandı. yasaklanmıştır. mış kitapların, yazıların, Zorla göçe tabi tutulanlagazetelerin, dergilerin de rın yerlerine Türkler yerimhasını zorunlu kılmıştır. Bu anlayış çerçeleştirilmeye çalışıldı. Kürdistan bölgesinde vesinde, Devlet kütüphanelerindeki Kürtçe yeniden bir kıyam hareketinin oluşmasını kitaplar, dergiler, gazeteler, dergi ve gazeengellemek için bu tür önlemler alındı. Fate koleksiyonları ayrılmış, toplanmış, imha kat bu da işe yaramadı ve ne göç edenler ne edilmiştir. Kürtlerin ve Kürtçenin inkârı de Türklerle iç içe yaşayanlar asimile oldu. demek, Kürtlere, Kürtçeye ait hiçbir iz bıTabii bazı istisnalar da olmamış değildir rakmamaya özen göstermek demektir. Devama bu değerlendirmemiz genele ilişkindir. let kütüphanelerindeki Kürtçe kitapların, Tam tersine içlerindeki kin, daha da arttı. dergi ve gazete koleksiyonlarının toplanıp Kürt Müslümanlar, Hilafet’in yıkılmasına imha edilmesi, bu bakımdan, çok önemli bir rağmen inançlarını ayakta tutan, Hilafet için operasyon olmuştur. Özel kütüphanelerdemücadele eden, Batı hadaratını kabul etmeki yayınlara ise, sık sık gündeme getirilen yen bir topluluktur. güvenlik aramaları sırasında el konulmuş, Osmanlı da görülmeyen sorunlar, Cumbir çoğu daha sonra sahiplerine verilmemişhuriyetle birlikte bir bir ortaya çıktı. Osmanlı tir. Kürtlerin ve Kürtçenin inkârının, baskı

39

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


Adalet Arayışındaki Kürtler (1) ve zoru gerektirdiği, sürgün politikalarını getirdiği, Kürt ailelerin yerlerini yurtlarını terke zorladığı çok açıktır. Zira inkâr ve imha, ancak baskı ve zorla, sürgünlerle yürütülebilen bir politikadır. Bu politika, Kürt bölgesinin ekonomik, toplumsal ve kültürel bakımlardan geri bırakılması sonucunu doğuran bir politika olmuştur. İşte genel itibariyle baktığımızda o dönem başlanan politika, bu dönemin sancılı geçeceğinin habercisi olmuştur. Bu şekilde Osmanlı’da yıllardır dilini koruyan bir topluluk, kısa sürede asimilasyona tâbi tutulmuş tüm kültürel değerlerini kaybetmiş, yaşayışı ve hadaratı değiştirilmek istenmiş ve “ikinci sınıf” muamelesi görmüştür.

tur. Fakat özellikle 1970-1990 yılları arasında Güneydoğu bölgesinde oluşturulan baskı, imha ve göçe tabi tutma politikaları ve köylerin boşaltılması, halkın içindeki kini dışa vurmasına sebep olmuştur. Böylelikle Kürt halkının bir kısmı, “denize düşen yılana sarılır misali” Leninist-Marksist bir hareket olan PKK’yı destekler hale gelmiştir. Tabii bu Kürtler, başta PKK’yı bir kurtuluş vesilesi olarak görmekle birlikte, onların Sosyalist Akideye binaen verilen bir mücadele içinde olduklarını bilmeden desteklemişlerdir. Böylelikle asıl sorun unutulmuş, yerine milliyetçi düşünceye dayalı bir anlayış hâkim olmuştur. Devam Edecek…

Bu süreç, 1980’li yıllara kadar Kürtlerin kinlerini içlerine atmalarına sebep olmuş-

Ocak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

40


Asım CİNGİTAŞ

H

Bir sözcüsü, temsilcisi yok. Muhterem Gülen’in de, kimsenin sözcülüğüne ihtiyacı yok. Fikirlerini, görüşlerini internet sitesinden, Mehtap TV ve Samanyolu Televizyonlarındaki sohbetleriyle açıklıyor, anlatıyor.”(Zaman 09.12.2010) Gülerce’nin bu ifadelerine göre, “Gülen Cemaati” olarak adlandırılan bir cemaat ve organizasyon bulunmamaktadır, sadece Fethullah Gülen’in fikirlerinden etkilenen ve kendiliğinden hareket eden, organik bir bağlantısı olmayan insanlar bulunmaktadır. Bu sebeple; öncelikle kendilerini tanımlarken ve tanıtırken samimiyet bekliyoruz. Bu satırları yazarken, yıllar önce, Amerika’nın Irak’a saldırısı karşısındaki tavrınızı hatırlıyor (bu konuyu başka bir yazıya bırakarak) ve biz de “samimi olmak gerekir” diyoruz.

üseyin Gülerce’nin Abdullah Öcalan’ın avukatları ile yaptığı görüşme, gündemi işgal etti. Bu görüşmenin bir neticesi olarak, bazı cenahlarda ifade edilen PKK-Cemaat ilişkisi, Hüseyin Gülerce’yi ve Cemaati fazlasıyla rencide etmiş görünmektedir. Bu durumu düzeltmek adına toparlama yapan Gülerce ise, “Hata Ettim” başlıklı yazısında şöyle demektedir: “Ama ben, içi dışı bir insanım. Elimde değil, lafı eğip bükemiyorum. Kişi kişiyi kendi gibi bilir. Ben her konuştuğum insana önce “samimi olmak gerekir” diye söze başlıyor ve onları da en az kendim kadar samimi bularak konuşuyorum.” (Zaman, 14.12.2010) Sayın Gülerce samimiyet istiyor, biz de kendisinden samimiyet istiyoruz. Gülerce şöyle diyor: “Televizyon programlarında, gazete röportajlarında da en başta, “Gülen Cemaati” olarak adlandırılan Gönüllüler Hareketi’nin bir sözcüsü olmadığımın altını çiziyorum. Çünkü bu Hareket, bir cemaat, organizasyon değil.

Gülerce, yaptığı görüşmeyi ısrarla kendi bireysel çalışması olarak nitelendiriyor ve Fethullah Gülen ve Gülen Cemaati ile herhangi bir bağlantısının olmadığını vurguluyor.

41

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


Hacı Hacıyı Mekke’de Bulur Gülen Cemaati yayın organları, son iki mokratik Anayasa” mitinginin haberi, Zasenedir yürütülen Kürt Açılımı politikalarıman Gazetesi tarafından şöyle verilmekte na açık destek vermektedir. Ayrıca Cemaaidi: “‘Eşitlikçi, Özgürlükçü, Çoğulcu, Sivil tin son yıllarda Doğu ve Güneydoğu’ya yöDemokratik Anayasa’ başlığıyla yapılan mitinnelik özel ilgisi, bu bölgeler için düzenlediği gin sanatçı, gazeteci-yazar ve aydınlardan oluyardım kampanyaları, bölgedeki Kurban şan 200 kişilik bir imzacılar ve çağrıcılar listesi kesim çalışmaları bu politikaların sivil parbulunuyor. Darbelere Karşı 70 Milyon Adım çalarıdır. Barış ve Demokrasi Partisi’nin ve Koalisyonu’nun, “12 Eylül Anayasası Çöplüğe” PKK’nın ılımlı kanatları da Kürt Açılımı popankartı ile katılacağı mitingde, Genç Siviller, litikalarında aktif olarak yer almaktadırlar. KESK, BDP, Emek Partisi, DSİP, Doğu ve GüÖcalan’ın bu politikaya bakışı şu cümleleneydoğu Dernekleri Federasyonu ve Alevi Bekrinden anlaşılabilir: “Burada belki uzun uzataşi Federasyonu’nun da içinde bulunduğu pek dıya açamayacağım ancak bu konuda araştırmaçok sivil örgüt yer alacak”(Zaman 10.04.2010) larım ve derinleşmem var. Son Hiçbir basın ve yayın yazdığım savunmamda da bu Gülen Cemaati yayın organı, siyasî gaye gütmekkonulara oldukça değiniyorum. sizin kurulmaz ve basında organları, son iki senedir Türkiye’de statükonun aşılmave yayında önemli köşeler yürütülen Kürt Açılımı sı ve demokratikleşme süreci tutmuş hiçbir yazar “yazarpolitikalarına açık destek için herkes birlikte çalışabicılık” oynamaz. Onun birinvermektedir. Ayrıca lir. Bu konularda ortak zemin ci hedefi siyasîdir. Ayrıca, cemaatin son yıllarda demokrasi olmalıdır.”(Ajanslar bir cemaat, bir organizasDoğu ve Güneydoğu’ya 08.12.2010) Hüseyin Güleryon veya bir parti içinde yönelik özel ilgisi, bu ce ise konuya bakışını, faal olarak görev yapan bir Öcalan’a paralel bir şekilde bölgeler için düzenlediği kişinin kendi inisiyatifi ile şöyle ifade etmektedir: “Bu yardım kampanyaları, bağımsız olarak siyasî teçözüm de belli. Demokratik bölgedeki Kurban kesim maslarda ve görüşmelerde zemin. Yapılacak da belli; deçalışmaları bu politikaların bulunması düşünülemez. mokratikleşme... Hukukun üssivil parçalarıdır. Bir grup için böyle bir olatünlüğü, eşit vatandaşlık, fikir yın gerçekleşmesi, en hafif ve ifade hürriyeti, din ve ibadet tabirle bir ciddiyetsizliktir. özgürlüğü temelinde, birbirimize saygılı olma... Bu zaviyeden bakıldığında, Gülen CeÇözümü parlamentoda arama... Bunun için de maati’nin ileri gelenlerinden Hüseyin ilk yapılacak işin şiddete ve teröre son vermek Gülerce’nin, görüşmeyi “kendi adına” yapgerektiği...” (Zaman 09.12.2010) Hal böyleyken, tığını söylemesi pek makul ve mantıklı göaynı politikanın destekçilerinin birbirlerinrünmemektedir. Bu görüşme “Kürt Açılımı” den uzak durmaları, herhangi bir temaslarıpolitikasının doğal bir parçası durumundanın olmaması anormal bir durum olurdu. O dır. Aynı yolun yolcuları olunduğu sürece, yüzden diyorum ki: “Hacı Hacıyı Mekke’de bundan sonra her iki tarafın yolları daha sık Bulur” kesişecektir. Zaman Gazetesi’nin yayın çizgisi takip Fethullah Gülen ise, avukatı aracılığı ile edildiğinde bu işbirliği rahatlıkla görülebiyaptığı açıklamada şöyle demektedir: “Önlir. 10 Nisan 2010’da Kadıköy’de, özellikle celikle, tartışmaların başlangıcını teşkil eden göBDP’nin aktif katılımı ile düzenlenen “DeOcak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

42


Hacı Hacıyı Mekke’de Bulur rüşmeyi Sayın Hüseyin Gülerce gazeteci kimliği ile yaptığını, kendisinin bir hareketin sözcüsü olmadığını açıkça ifade etmiştir. Nitekim Sayın Gülen’in bir temsilcisi, sözcüsü bulunmadığı tarafımızca da defaatle kamuoyuna duyurulmuştur. Bu görüşme sonrası bazı yayınlarda “Terör örgütü PKK’nin lideri Öcalan, avukatları aracılığıyla Gülen Cemaatine işbirliği teklif etti”, “PKK-Cemaat yakınlaşması”, “Öcalan-Gülen ittifakı” gibi ifadelere yer verilmiştir…” (Ajanslar 13.12.2010)

ğil midir? Zira kaset skandalından sonra CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal, “Pensilvanya’dan yapılan açıklamayı samimi buluyorum” diyerek kendince bir destek çağrısında bulunmuştur. Yine Başbakan Erdoğan, Anayasa Referandumu sonucunun açıklandığı akşam yaptığı konuşmada, “Okyanus ötesinden bu sürece destek veren herkesi kutluyorum, teşekkür ediyorum” diyerek, seçim öncesinde aynı desteği beklediğine dair bir yaklaşımda bulunmadı mı? Mevcut siyasî liderler böyle yaklaşımlar gösterince, PKK’nın lideri Öcalan da cezaevinden çıkmak için uygun ortamın hazırlanmasında Hüseyin Gülerce aracılığı ile Gülen’e mesaj göndermiştir. Burada kanımca, olağan dışı bir yaklaşım söz konusu değildir. Belki birçok konuda düşünceleri örtüştüğü için Öcalan da bir ‘gönüllü’ olmak istemektedir.

Tamamına burada yer veremediğimiz Fethullah Gülen’in açıklaması, Hüseyin Gülerce’nin sözcüsü olmadığı görüşü üzerine kurulmuştur. Fakat böyle bir işbirliğine kesinlikle kapalı olduğuna dair de bir emare yoktur. Dolayısıyla bu cevap aslında fiilî durumun zımnen kabulüdür. Önümüzdeki süreçte bu işbirliği daha açık görülecektir. Birde Öcalan’ın bu türden bir görüşme yapılmasını istemesi de gayet normal de-

43

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


İbrahim ER Geçen Sayıdan Devam...

üphesiz ki Irak meselesi, tek başına ele alınacak ve yalnızca kendi sınırları içerisinde değerlendirilebilecek bir mesele değildir. Mesele, Ümmet’in “sırtlanlar” sofrasına düşmesiyle ve sömürgeci kâfirlerin insafına terk edilmesiyle ilgili bir mesele olduğu için, O’nun üzerinde uygulanan planların Ümmet’in diğer bazı parçalarıyla da doğrudan bağlantısı vardır. İşte bu bağlantılardan birisi de Türkiye’deki Kürt sorunu ve yakın geçmişte ortaya atılan Demokratik Açılım Projesi’dir. Bu proje, ilk bakışta her ne kadar Türkiye’nin iç meselesiymiş gibi görünüp, çözümünün de yalnızca Türkiye ile ilgili olduğu hususunda izlenimler bırakıyor olsa da, aslında meselenin boyutları ortaya çıkan görüntünün çok daha ötesindedir. Dolayısıyla; Amerika’nın Irak işgali ve Irak’ı yeniden yapılandırma çalışmalarıyla birlikte, Türkiye’deki AKP iktidarı ile başlattığı demokratikleşme hamleleri ve “Güneydoğu Meselesi” ya da “Kürt Ocak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Sorunu” olarak adlandırılan hususlar, birbirleriyle tamamen ilişkili hususlardır. Bugünkü Irak ile PKK Meselesi ve Demokratik Açılım Projesi Arasındaki Bağlantı: Irak’ın, I. Dünya Savaşı’nın ardından bugüne kadar geçen süreçte maruz kalmış olduğu muameleleri ve Sömürgeci Kâfirlerin hangi planlarının uygulama sahası haline getirildiğini, yazımızın önceki bölümlerinde detaylarıyla birlikte anlatmaya çalışmıştık. Bu detaylar çerçevesinde bugün Irak’ın içinde bulunduğu duruma baktığımızda, bu durumun “Amerika’nın 21. Yüzyıl Projesi” adı altında başlattığı dünyayı yeniden şekillendirme operasyonunun bir neticesi olduğunu görürüz. Bu operasyonun bölgedeki uygulaması olan “Büyük Ortadoğu Projesi” ise, bütün Ortadoğu’nun Amerikan çıkarları doğrultusunda şekillenmesini hedefleyen bir projedir. İşte bu nedenle de PKK mese-

44


Petrolün İnsan Hayatından Daha Değerli Sayıldığı... Irak... (6) lesi ve Demokratik Açılım Projesi, Amerika’nın bölge üzerindeki projelerinin tamamlayıcısı olan adımlardır. Bu yüzden de bütün bu meseleler arasında kuvvetli ilişkiler mevcuttur.

cezalandırılmış-lardır. Mesela daha düne kadar toplumun önünde Kürtçe konuştuğu için bir siyasetçiye veya Kürtçe şarkı söylediği için bir sanatçıya dava açılabiliyordu. İşte böylesi bir bakışın ve uygulamaların var olduğu bir ortamda AKP iktidarıyla birlikte önceki bütün anlayışlar yıkılmaya çalışılmış, Kürtlere karşı yapılan haksızlıklar gündeme getirilmiş ve bunlar, kamuoyunda tartışmaya açılmıştır. Güneydoğu Bölgesi’ne özel kalkınma planları hazırlanmış, “Topluma Kazandırma” ve “Eve Dönüş” yasaları gibi yasal düzenlemelerle dağdaki Kürt gençleri topluma çekilme istenmiş ve nihayetinde bu mesele, Demokratik Açılım Projesi’ne kadar getirilmiştir.

Amerikan politikalarının hayata geçirilmesinde büyük bir fedakârlık örneği sergileyen ve Liberal anlayış üzerine kurulmuş bir parti olan AKP’nin, Kürt meselesinde böylesine önemli ve on yıl önce düşünülmesi bile mümkün olmayan adımları atabilmesi bile, bu adımların ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi dâhilinde atıldığının bir göstergesidir.

Şu an bölge hâkimiyetini sağlayabilmek için Amerika açısından en önemli ve öncelikli iş, bölgede kendi çıkarlarına uygun istikrarlı bir ortam meydana getirebilmektir. Bu istikrar ortamının oluşturulmasının en önemli adımı ise, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulduğu günden bu yana kendi varlığına bir tehdit olarak gördüğü ve asimile edebilmek için büyük uğraşlar verdiği Kürt sorununun çözümüdür. Bu sorunun yaklaşık son otuz yıldır bölgede PKK eliyle sürekli kılınması ve çok ağır bedellerin ödetilmesi sebebiyle meseleyi; PKK merkezli bir hale getirmiştir. Burada konuyu daha iyi anlayabilmek için PKK’nın ortaya çıkışını ve tarihsel sürecini ele almaya gerek yoktur. Konuyu bölgedeki güç dengeleri ve Amerika’nın bölgedeki yapılanmasının önündeki engeller açısından değerlendirmek çok daha faydalı olacaktır.

Amerikan politikalarının hayata geçirilmesinde büyük bir fedakârlık örneği sergileyen ve Liberal anlayış üzerine kurulmuş bir parti olan AKP’nin, Kürt meselesinde böylesine önemli ve on yıl önce düşünülmesi bile mümkün olmayan adımları atabilmesi bile, bu adımların ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi dâhilinde atıldığının bir göstergesidir. Çünkü bugün taraflar arasında sorunun ne olduğu hususunda bile itilaf vardır. Birinin “Kürt Sorunu” olarak gördüğü meseleyi diğeri “PKK Sorunu” olarak değerlendirmektedir. AKP Hükümeti, Demokratik Açılım söylemlerini meşrulaştırıp hayata geçirmeye çalışırken, muhalefet bunu şiddetle eleştirmekte ve konu çerçevesinde yapılan uygulamaları Hükümet aleyhine çevirmeye ve ona çelme takmaya çalışmaktadır.

Bu sorun, Cumhuriyet ile birlikte ortaya çıktığı halde, bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından böyle bir sorunun varlığı kesinlikle kabul edilmemiştir. Hatta çok uzun yıllar “Kürt” diye bir milletin varlığı dahi kabuledilmemiş ve bu varlıkla ilgili saçma sapan bir takım açıklamalarla mesele örtbas edilmeye çalışılmıştır. Olayın boyutları öyle noktalara gelmiştir ki; Kürtlere ait ne varsa hepsi yok edilmeye çalışılmış, bu hususlara yönelik yasaklar getirilmiş, bu yasaklara uymayanlar da şiddetli şekilde

Ancak bu meseleyi Hükümet ve muhalefet çerçevesinden değerlendirmek ve geliş-

45

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


Petrolün İnsan Hayatından Daha Değerli Sayıldığı... Irak... (6) meleri bu ikisine odaklamak, meseleye dar rekli bir kargaşa ortamı oluşturmak surebir çerçeveden bakmaktır. Mesele, kesinliktiyle kendi varlığını koruma yolunu sonuna le bu iki oluşumun demokratik ortamdaki kadar açmaktadır. iktidar-muhalefet mücadelesi değil, onların Bu yüzden Türkiye’deki Demokratik arkasında duran ve bölge üzerindeki emelAçılım Projesi bir Amerikan projesidir ve lerine ulaşmaya çalışan iki sömürgeci gücün Türkiye’deki ve Irak’taki İngiliz yapılanmamücadelesidir. Mesela, bugün Türkiye’deki larını zayıflatma ya da yok etme projesidir. Türk ve Kürt halklarının arasını açarak ve Bu projeye iki tarafın da kendi açılarından birbirlerine düşman olmalarını sağlayarak büyük hırs göstermeleri bu yüzdendir. Andevamlı bir gerginlik oluşturmak ve bölgecak bu süreç, şu ana kadar hiç de Amerika’nın de Amerikan çıkarlarını tesis edecek istikistediği şekilde yürümemektedir: rarlı bir ortamı baltalamak, İngilizlerin çıDemokratik Açılım Projesi’nin hayakarına seyreden bir durumdur. Şu an itibata geçirilmesine yönelik ilk adım, 15 Ekim riyle PKK’nın bölgedeki varlığı ve eylemleri 2009 tarihinde Kandil’den gelen otuz dört bu gayeyi gerçekleştirmek açısından İngiliz PKK’lının Habur’dan girişiyle atılmıştır. yapılanması adına büyük bir önem arz et“Eve Dönüş Projesi” adı mektedir. Türkiye’deki altında atılan bu ilk adım, İngiliz varlığının uzantısı ...Türkiye’deki Demokratik İngiliz destekli ve PKK ve taşeronu olan UlusalAçılım Projesi bir Amerikan üzerinde etkin olan Ulucı yapı ve onun koruyusalcıların hamleleriyle projesidir ve Türkiye’deki ve cusu olan Türk Ordusu PKK şovuna dönüşmüş, Irak’taki İngiliz yapılanmalarını vasıtasıyla PKK varlığı, bu şov günlerce kamuozayıflatma ya da yok etme eylemlerini rahatça gerçekleştirebilmiş, bu eyprojesidir. Bu projeye iki tarafın yunu meşgul etmiş, toplumda büyük tepkilere lemler neticesinde yaşada kendi açılarından büyük hırs neden olmuş ve sonuçta nan kayıplara dökülen göstermeleri bu yüzdendir. da başlamadan sona ertimsah gözyaşları ile inmiştir. Yaşanan bu fiyastikam yeminleri edilmiş, koyla birlikte Demokratik Açılım ya da Kürt “vatan sağ olsun” sloganları atılmış ve her Açılımı Projesi geçici bir süre için rafa kaldıdefasında PKK’ya lanet okunarak halkın rılmıştır. Bundan sonraki süreçte de bölgerahatlaması sağlanmıştır. Ulusalcı yapının deki gelişmeler, Hükümeti sıkıntıya sokacak gücünü kırmak kastıyla açılan Ergenekon ve “Demokratik Açılım Projesi”ni riske atacak türü davalara ilişkin asker, yargı mensubu türden olmuştur. Yine, 22 Ağustos 2010 tarive akademisyenlerden oluşan birçok kişinin hinde BDP’nin Demokratik Toplum Kongresi, ortaya çıkan ses kayıtları bu iddiaları doğru“Demokratik Özerklik Çalıştayı” adı altında lamaktadır. Üstelik bu ses kayıtlarıyla ilgili toplanmış ve Kürtlerin “Kurtuluş Projesi” herhangi bir yalanlama da mevcut değildir. olarak adlandırılan bu projede; siyasî, ekoBu süreç, bu şekilde bir taraftan on binlerce nomik, kültürel, hukukî ve güvenlik boyutinsanın hayatını kaybetmesine vesile olup larından Kürtlerin geleceği masaya yatırılaTürk ve Kürt halklarının arasındaki uçurak özerkliğin kaçınılmaz olduğu hususuna rumun büyümesine neden olurken, diğer vurgu yapılmıştır. Bu gelişme de, kamuotaraftan da İngiliz varlığının Türkiye’deki yunda tepkilere neden olup Hükümet’i sıAKP iktidarını zayıflatmak ve bölgede süOcak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

46


Petrolün İnsan Hayatından Daha Değerli Sayıldığı... Irak... (6) kıntıya sokan ve açılım projelerini sekteye uğratan bir gelişme olmuştur. Geçtiğimiz hafta içerisinde de BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın “Devletin yasal ve Anayasal düzenlemelerini beklemeyeceğiz. Kürtlerin yaşadığı tüm bölgelerde ve yaşamın tüm alanlarında iki dilli hayat olacak” söylemiyle, adeta meydan okurcasına yapmış olduğu “bölgede iki resmî dil uygulaması olsun” çağrısı da toplumun büyük bir kesiminin tepki gösterdiği ve açılım sürecinin baltalandığı bir gelişme olmuştur.

gelinen noktada, PKK meselesinin çözümü ve Demokratik Açılım Projesi’nin uygulanabilmesi hususunda mesele, İngilizci yapının girişimleriyle tıkanma noktasına gelmiştir. Hem Irak’ın işgali ve sonrasında yaşanan gelişmeler, hem de Türkiye’de AKP Hükümeti ile birlikte başlayan ve bugünkü Demokratik Açılım Projesi’nin uygulanmasına kadar geçen süreç, aynı projenin eş zamanlı bir şekilde yürütülmesinden başka bir şey değildir. Terörist(!) devletlerden kurtulmak ve Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmek sevdası, bir başka ifadeyle, 21. Yüzyıl’ın Sömürü İmparatorluğu’nu kurma hayali, başta Irak olmak üzere ABD’nin, bir koruyucudan mahrum olan İslam Beldelerine kâbus gibi çökmesine neden olmuştur. Ortadoğu’da şu an programında olan, Yahudi VarlığıFilistin meselesi, savaş sonucunda yerle bir edilen Irak’ın yeniden yapılandırılması, Türkiye ile ilgili uygulamaya çalıştığı planlar, hep bu projelerin ve ona bağlı olarak da kurulan hayallerin bir neticesidir. Irak’ın başta petrol olmak üzere sahip olduğu yer altı zenginlikleri ve Türkiye’nin bölge açısından stratejik önemi, ABD’nin bu iki unsuru öncelikli olarak değerlendirmesine neden olmuştur. Önemli petrol yataklarına sahip olan Kerkük’ün durumu, oradaki Kürt Federasyonu, Türkiye Kürtlerinin bölgedeki durumu ve etkisi ile statülerinin yeniden belirlenmesi, ABD’nin sağlamak istediği bölge istikrarının tesisi açısından çok önemlidir. Sadece bu durumun yani Kürt meselesinin varlığı bile, PKK’nın akıbeti ile Kürt Açılımı Projesi’ni Irak’la alakalı bir hale getirmekte-

20 Aralık 2010 tarihine gelindiğinde ise; Demokratik Özerklik Çalıştayı’nın açıklamış olduğu kararlar neticesinde bu süreç, çok ciddi bir şekilde tehlikeye girmiştir. Kararları, toplumda soğuk duş etkisi yapan bu Çalıştay’da, Kürt sorununun çözümü için en önemli proje olarak gösterilen “Demokratik Özerklik Modeli Taslağı” hazırlanmıştır. Taslak’ta hedefin, “Demokratik Özerk Kürdistan’ın İnşası” olduğu belirtilmiştir. Yine Taslak’ta, “Demokratik Özerk Kürdistan Toplum Kongresi, Demokratik Türkiye Cumhuriyeti Parlamentosu’na kendi temsilcilerini göndererek ortak vatan politikalarına dâhil olur. Demokratik Özerk Kürdistan, kendisini temsil eden özgün bayrak ve sembollere sahiptir” ifadelerine yer verilmiştir. İşte bu ifadelerle başlayan ve arkasından da sekiz hususu kapsayan talepler zinciri, ABD ve onun Türkiye uzantısı olan AKP’nin canını bir hayli sıkmıştır. Bu durum, aynı zamanda Demokratik Açılım Projesi’nin bir uzantısı/neticesi olarak yorumlanmakta ve doğrudan Hükümet hedef alınmaktadır. Dolayısıyla bugün

47

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


Petrolün İnsan Hayatından Daha Değerli Sayıldığı... Irak... (6) dir. Ortadoğu dışında da durum pek farklı değildir; Afganistan işgali ve oluşturduğu kukla iktidarın otorite zafiyetini gidermek, son yıllarda Pakistan’a yönelik taarruzları ve potansiyel terörist olarak algılanan Müslümanların, ajanları yardımıyla katledilmeleri, Amerika’nın zayıf topluluklar karşısındaki gücünün ve kural tanımazlığının örnekleridir.

Elbette bu durumdan Müslümanlar sorumludurlar, ama dünyadaki bütün Müslümanlar sorumludurlar. Bu farziyet (İslamî hayatın yeniden başlatılması), bulunduğu yerden kaldırılıp küfrün bağrına dikilmedikçe, bütün Müslümanlar yalnızca kâfirlerin İslam Beldelerini istilasından mesul değildirler; akıtılan her Müslüman kanından, kirletilen her namustan, işlenen her cinayetten, yapılan her zinadan, alınan her faizden, yenen her yetim hakkından, ana-babaya karşı yapılan her isyandan ve bu toplumda meşru sayılan Allah’ın bütün haramlarının işlenmesinden ve bütün farzlarının engellenmesinden mesuldürler.

Sonuçta Irak, bu Ümmet’in kanayan yaralarından yalnızca bir tanesidir. O’nu elde etme uğruna Sömürgeci Kâfirler milyonlarca Müslüman’a bedel ödettirmiştir. Koruyucu kalkanın düşmüş olmasının yani Hilafetsizliğin ağır sonuçlarından birisine bu Ümmet, bir kez daha tanık olmuştur, aynen doksan yıldır olduğu gibi. Bu yaşananlar, özellikle de Ümmet’in diğer beldelerinde yaşayan Müslümanlar tarafından öylesine alışılmış bir hal almıştır ki; artık hissî tepkiler bile birkaç günde kaybolmakta ve yaşanan korkunç katliamlar, bir belgesel filmi izler gibi izlenmektedir. Kalbinde iman barındırıp İslamî hassasiyete sahip olan Müslümanlara bu durum çok ağır gelmektedir; ancak onlar çaresizliğin nefesini enselerinde hissedip kardeşleri için dua etmekten başka bir şey yapamamaktadırlar. Bir kısımları ise, yaşananların farkında bile değildir. Hatta Batı kültürünün etkisiyle yozlaşıp düşünme yetisini neredeyse tamamen kaybetmiş olan bazı zavallılar da; bu yaşananların sorumlusu olarak kendi kardeşlerini görmekte ve içlerinde barındırdıkları milliyetçilik hastalığının oluşturduğu kinin de etkisiyle, birer pislik olan sömürgecilerin katliamlarını haklı görmektedirler. Onlar, bu durumun aynısı kendi başlarına gelmedikçe sahip oldukları bozuk zihniyetten kurtulmaya niyetli de değildirler.

Ocak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Biz yazımızda Irak meselesini ele aldık ki, O’nun başına gelenlerin arka planını gözler önüne serebilelim ve bütün Müslümanların, Irak’lı Müslümanların yaşadıklarının aynısını yaşamaya aday olduklarını hatırlatabilelim. Çünkü Müslümanlar tek bir ümmettir ve bu Ümmet’in bekasından, ancak bir Halife’nin kalkanıyla korunulduğunda ve O’nun etrafında savaşıldığında bahsedilebilir. Aksi takdirde bu Ümmet’in evlatları, bugün olduğu gibi sömürgeci sırtlanların pençesinden asla kurtulamayacak ve aynı muamelelere peyderpey maruz kalacaklardır. Şunu da hatırlatmak isteriz ki; Müslümanlar, Hilafet Devleti’nden mahrum olarak yaşamaya devam ettikleri müddetçe, yalnızca petrol değil bütün yeraltı ve yerüstü zenginlikleri ve hatta kukla devletlerin sahip oldukları stratejik özellikler bile Müslümanların hayatından daha değerli olmaya devam edecektir. Hem de dünyanın her yerinde… -SON-

48


Hakkı EREN Geçen Sayıdan Devam... ğunu düşünmüşler ve bunu ortaya koyan pek çok olaya tanıklık etmişlerdir. Batı ekonomileri, Klasik ve Marksist geleneklerin tahmin ettikleri engellerle karşılaşmaksızın veya onların öngördükleri menfî durumları yaşamaksızın benzersiz bir refah elde etmişlerdir. Dahası reel ücretlerde meydana gelen bu artışlar, Marks’ın ve Klasik öncülerin; büyümenin, işçi sınıfının koşullarında gerçekleştireceğini öne sürdükleri muhtemel etkilere dair felaket kehanetlerinin boş olduğunu göstermiştir. Genelde Neo-Klasik yazarlar, 19. yy.ın sonlarının ilerlemeye ve ilerlemenin sonuçlarının iyi olacağına dair inanç taşımışlardır. Vardıkları yargılar ise, iktisadî sistemde bazı kusurların olduğu ama bunların siyasî çözümlerle aşılacağı yönünde olmuştur.

C-) NEO-KLASİK İKTİSAT Giriş: İktisadî düşünce tarihinin üçüncü evresi olarak kabul edilen Neo-Klasik düşünce, 1870’li yıllardan sonra akademik iktisat dünyasına egemen olmuştur. Bu ekolün esas kurucuları Jevons ve Menger olmakla beraber, başlıca teorisyenleri Marshall ve Walras’tır. Teori daha sonra Edgewoert, Wicksell, Fisher ve Pareto gibi iktisatçılarla olgunlaşmıştır. Neo-Klasik iktisat daha çok Marshall ile birlikte anılmış ve “Marshall’ın İlkeleri” kitabı akademi çevresinde ders kitabı olarak da okutulmuştur. Neo-Klasikçilerin iktisadî düşünceye verdiği yön, Batılı toplumların iktisadî koşullarındaki değişikliklerle alakalıdır. Zira o dönemde Batı’da, sanayinin yeni hamleleri sonucunda iktisadî alanda iyileşmeler söz konusudur. O çağın insanları, Klasik iktisadın çözmeye başlamış olduğu sorunları bir tarafa bırakmanın yerinde bir şey oldu-

Fayda-Değer Teorisi: Neo-Klasik iktisatçılar kendilerinin analiz kategorilerini, Marks’ın yanlışlığını ortaya koyan deliller üzerinden bilinçli bir

49

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


İktisadî Düşüncelerin Bozuklukları ve Sahih Çözüm (8) biçimde şekillendirmişlerdir. İktisat, onlabul edilen Neo-Klasik iktisat, piyasa ekonorın ellerinde tarihsel zamandan fiilî olarak misinin tek başına optimumu sağlamaktan koparılmış ve tarihin yasalarından bağımuzak olduğunu ve bu nedenle kamu ekosızlaştırılmıştır. Toplumun devinim yasanomisine gerek duyulacağını savunmuştur. larını araştırma büyük ölçüde terk edilmiş Neo-Klasiklere göre piyasa ekonomisini ve yerine piyasa süreçleri ile onların tahsis başarısızlığa uğratan başlıca faktörler; tam edici özelliklerinin incelenmesi yerleştirilrekabetin gerçekleştirilememesi, dışsal ekomiştir. Neo-Klasik iktisatçılar, bu temel üzenomiler, içsel ekonomiler, kamusal malların rinde dikkatlerini piyasaya yöneltmişler, üretilme zorunluluğu ve marjinal maliyetin piyasa koşullarında üretici ve tüketicilerin sıfır olduğu üretim faaliyetlerinin varlığı verdikleri kararları ve onların sonuçlarının olarak gösterilmiştir. analizlerini detaylı olarak incelemişlerdir. Neo-Klasik iktisadı genel hatlarıyla tanıYani iktisadî araştırmanın bir laboratuarda mak açısından da şunları söyleyebiliriz: yapılan incelemeye benzer bir tarzda ger1. Neo-Klasik kuram aksak rekabetin olumçekleştirilmesi gerektiğini iddia etmişlerdir. suz sonuçlarının ortadan kaldırılmasını, Bu bağlamda Neo-Klasik iktisat; temel hareket noktası olarak rasyo2. Pozitif dışsallığın bunel davranan bireyleri ele Akademik iktisat dünyasında lunduğu alanlardaki faaliyetalmış, bunun sebebinin ise; Klasik iktisadî düşüncenin lerin devletçe desteklenmesini, “üreticilerin kâr, tüketicilerin negatif dışsallığın bulunduğu egemenliği 1850’li yıllara fayda” peşinde koştukları faaliyetlerin de ya bizzat devkadar sürmüştür. Ancak o için olduğunu söylemiştir. letçe yapılmasını ya da bu faadönemin siyasal ve sosyal Yani insanların tercihleriliyetleri yapan özel birimlerin koşullarında “emek-değer ni teknolojik verilerle aynı düzenleyici vergiler gibi kuteorisine” dayalı bir iktisadî kefeye koymuş ve eşdeğer rallara tabi tutulmalarını, düşünceyi sürdürmek söz olarak saymışlardır. konusu olmamıştır. 3. Pozitif içselliğin söz Akademik iktisat dünkonusu olduğu faaliyetlerin yasında Klasik iktisadî düşüncenin egemenKİT’ler aracılığıyla bizzat devletçe yerine getiliği 1850’li yıllara kadar sürmüştür. Ancak rilmesini, o dönemin siyasal ve sosyal koşullarında 4. Tam kamusal mallar dışında; yarı kamu“emek-değer teorisine” dayalı bir iktisadî düsal, doğal tekel, merit/demerit malların da kısşünceyi sürdürmek söz konusu olmamıştır. men devletçe üretilmesini, Çünkü “emek-değer teorisi” Marks’ın elinde 5. Emek-değer teorisinden ziyade malların “artı değer” kavramına ulaşmış ve böyle bir faydalılık dereceleri üzerinde durulmasını, teorinin uygulanabilirliğini ortadan kaldırmıştır. Neo-Klasik iktisat ise “emek-değer” teorisini “fayda-değer” teorisi ile değiştirmiştir.

6. Toplumsal uyumun sınıflar arası ilişkilerden değil, bireysel faydadan kaynaklandığını savunur.

Ayrıca Neo-Klasik iktisatçıların görüşleri; iktisat literatüründe “Piyasa Ekonomisinin Başarısızlığı” olarak da bilinmektedir. Klasik iktisada önemli bir katkı olarak ka-

7. İktisadî faaliyet ve teorilerin matematiksel analizini yapmışlar, bunun için daha çok akılcı, soyutlayıcı statik denge analiz yöntemlerini kullanmışlardır.

Ocak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

50


İktisadî Düşüncelerin Bozuklukları ve Sahih Çözüm (8) Genel iktisatçılar tarafından NeoKlasikler, iki noktadan ötürü savunulmuşlar ve desteklenmişlerdir. Bunlar: Bir; iktisadî sürecin merkezî organlarını bağımsız olarak incelemiş ve iki; beşerî iktisadın başarımının ölçülmesini sağlayacak bir ölçüt tespit etmiş olmalarıdır.

larını tutarlı bir bütün haline getirmiş ve bu parçalar arasındaki ilişkileri matematiksel analize uygun bir tarzda ele almışlardır. Bu yaklaşımlar, iktisadî söyleme yeni standartlar getirmiş, Marksist ve Klasik düşüncenin farklı ölçülerle bütünleşmiş olan fikirlerini büyük ölçüde susturmuştur. Yani daha çok insan ve iradesi merkeze getirilmiştir. İktisadî analizin, piyasa sisteminin işleyişini temel almasını ve ana hedefinin piyasa koşullarında üretici ve tüketicilerin tercihlerini açığa kavuşturmasını savunmuştur. Tüm bunlara ilaveten iktisadî düşünceyi felsefî fikirlerin etkisinden soyutlamış ve sadece bilimsel verilerle değerlendirmeye çalışmıştır. Üretici ve tüketicileri bireyler olarak incelemiş ve onların eğilimlerini teknolojik veriler olarak kabul ederek iktisadı, bir bilim olarak kabul etmişlerdir. Hâlbuki böyle bir bilim algılaması tamamen hatalıdır. Zira iktisat, bilimsel değil aklî metotla algılanmalıdır. Takiyyuddin en-Nebhanî “Aydın Düşünme” isimli kitabında birçok mütefekkirin yanılgıya düştüğü bu konuyu şöyle izah etmektedir:

Neo-Klasik iktisadı daha önceki iktisadî düşüncelerden ayıran bir başka özellik ise; yüksek düzeyde bir iktisadî kuramcılığın ilk kez bütünüyle devletlerarası bir faaliyet halini almasıdır. Düşünürlerinin büyük çoğunluğunu İngilizlerin oluşturduğu Klasizm’in aksine Neo-Klasik problemlerin biçimsel ele alınışı açısından son derece önemli iç görüler, değişik birçok ülkenin vatandaşları tarafından ortaya atılmıştır. İngiliz geleneğinin verimliliğinin azalmamasına karşın Viyana, Lozan, İsveç ve ABD’de önemli Neo-Klasik okullar ortaya çıkmıştır. Bu okulların her biri, piyasa sisteminin tahsis özelliklerini taklide dayanan Neo-Klasik temaya kendilerince katkıda bulunmuşlardır. Başlıca Neo-Klasik iktisadî düşünce okulları şunlardır:

“Bilimsel Metod, maddeler üzerinde deneyler yaparak araştırma hususu olan şeyin hakikatinin bilgisine ulaşmak üzere izlenen, muayyen bir araştırma metodudur. Ancak bu metod, sadece deneysel bilimlere mahsus olan, hissedilebilir maddeler hakkında yapılan araştırılmalarda tatbik edilebilir. Bu sebeple fikirler oluşturmaya elverişli değildir. Bilimsel Metod, tecrübî bilimlere mahsustur. Laboratuarlarda olduğu gibi; maddeyi aslî muharrikleri ve şartları dışındaki ortamlar ve faillerle kontrol altına alarak o maddeyi, aslî olan ve kontrol altında tutulan ortamı ve şartları gözlemlemek ve madde üzerindeki bu işlemler neticesinde hissedilebilir vakıaları, hakikatleri ortaya çıkartmak suretiyle bir neticeye varmaktan ibarettir.

- Lozan Okulu (Matematiksel Okul), (L. Walras, V. Pareto) - Cambridge Okulu (J. B. Clark, A. Marshall) - İsveç Okulu (Knut Wıcksell) Değerlendirme: Neo-Klasik iktisatçılar için tarihsel zaman yerine kavramsal zaman söz konusu olmuş ve bu çerçevede din, tarih, sosyoloji, psikoloji ve sınıf ilişkileri ile temaslar kesilmiştir. Bunun yerine ise sadece bireyler üzerinden, onların tercihlerini gözlemleyerek değerlendirmelerde bulunulmuştur. Neo-Klasik düşüncenin yazarları, kendilerine göre karmaşık olan bir sistemin parça-

Bu metod araştırılan şeyle alakalı bilinen ön-

51

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


İktisadî Düşüncelerin Bozuklukları ve Sahih Çözüm (8) bilgilerin göz ardı edilerek tümünden soyutlanmayı ve bunların bulunmamasını, sonra maddenin gözlemlenmesini ve deneye başlanmasını şart koşar. Bu metod gereği, eğer bir araştırma yapmak istiyorsanız, araştırmanızla alakalı size ait tüm görüşleri ve akidenizi içinizden silip iptal etmeniz, gözleme ve deneye başlamanız, sonra karşılaştırma ve tanzim etme ameliyesini yapmanız ve ardından bu bilimsel öncüllere dayanan nazariyeleri doğrulayıcı neticeler çıkarmaya çalışmanız lazımdır. Bu işlemlerden sonra inceleme ve enine boyuna deneyerek araştırmanın kapsamında normal olarak ulaştığınız netice bilimsel bir netice olacak ve herhangi bir cihetiyle hataların karıştığı bilimsel bir nazariye olduğu ispatlanmadığı müddetçe de bu netice bilimsel olmaya devam edecektir. Araştırmacının bilimsel metodla ulaştığı her ne kadar “bilimsel hakikat” veya “bilimsel kanun” diye isimlendi-

Ocak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

rilse de elbette kesin olmayıp her an çürütülebilir zannî bir neticedir. Çürütülebilirlik, bilimsel araştırmalarda yerleşmiş olduğuna göre, bilimsel metodda daima göz önünde bulundurulması lazım olan esasî bir kaidedir.” Yıllarca iktisadın bir bilim olduğu ve bu konuda vakıayla direkt ilgili olan üretici ve tüketicilerin eğilimlerinin gözlemleri neticesinde bazı kanunlar çıkarıldığına şahit olduk. İktisadı, makro ve mikro olarak ikiye ayıranlar, onu karmaşık bir hale sokmuşlar ve önbilgiler ışığında hareket etmesi gereken aklı, farklı alanlarda kullanmışlardır. Doğru malumatlar ışığında salt akıl, bu konunun anlaşılması için yeterlidir. Devam Edecek…

52


Fuad HAMİDOĞLU Yepyeni bir eser ile sizleri buluşturuyor ve değerli Kardeşimiz, Fuad Hamidoğlu tarafından kaleme alınan “Gücünün Sırrını Keşfet” adlı kitabı, yazı dizisi halinde sizlerle paylaşmak istiyoruz. Müelliften ve emeği geçen herkesten “Allah razı olsun” diyerek, Rabbimizden, onları hayırla mükâfatlandırmasını niyaz ediyoruz. Eserin hazırlanması ve gerekli basım işleri bittikten sonra bu kitabı da inşaAllah yakın bir zamanda sizlerle buluşturacağız. da idi ki, her işin birinciliğini kazanıyor ve bu işin altına tarihî imzasını atıyordu. Her safın önünde o vardı. İnsanlık treninin lokomotifiydi adeta. O kadar ki -Allah’ın izni ve yardımıyla- hemen hemen ele almadığı hiçbir bilim, geliştirmediği hiçbir teknik ve hakkında fikir beyan etmediği hiçbir mesele yoktu.

Önsöz Bir zamanlar İslâm Ümmeti, hayatın muhtelif alanlarında ışık saçıcı olarak ilmî bulguları, çeşitli uzmanları ve bilim adamları yetiştirmenin kaynağını teşkil ediyor, büyük işler ve muazzam projeler gerçekleştiriyor, başarı üstüne başarılar katıyor ve tarihin önemli olaylarını yönetiyordu. O hiç kimseye değil, bütün dünya ona hayranlık duyuyor ve tâbi oluyordu. O, bunların yanı sıra hayatın ışığı idi ve hayat onsuz düşünülemiyordu. O insanların ürettiğini tüketen değil, insanların tükettiğini üreten bir ümmetti. Büyük işleri gerçekleştirmede ve yüksek hedeflere ulaşmada İslâm Ümmeti hem fert, hem aile, hem toplum ve hem de devlet olarak ‘Kudvetun Hasane’ yani uyulması gereken güzel bir örnek olup hak ettiği yüksek bir konumda idi. Öyle bir konum-

Kısacası; İslâm Ümmeti asırlardır zilletin, zulmün, karanlıkların, cehaletin, geri kalmışlığın, çöküşün ve yenilginin ne olduğunu bilmezdi. Hatta bu sözcükler ona çok yabancı idi. Elbette ki, İslâm Ümmeti’nin içinde bulunduğu bu yüksek konumdan sadece Müslümanlar değil, onlarla asırlardır sorunsuz olarak beraber yaşamış gayri Müslimler de yararlanıyordu. ‘Altın çağ’ veya ‘Aydın çağ’ diye nitelenen dönem buydu. İslâm Ümmeti’ni bu yüksek konuma

53

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


Gücünün Sırrını Keşfet (1)

ve onlarla bağlarını koparan ümmetin, ne geleceği parlak olur, ne de şanı.

taşıyan tek faktör, ‘İslâm Akidesi’ ve bu Akide’den alınan hayat ile ilgili doğru, güçlü ve etkileyici olan anlayış ve bakıştı.

İslâm Ümmeti’nin bütün insanlığa yapacağı ‘şahitlik’, davetçiliği ve liderlik görevi, Allahu Teâlâ’nın kendisine yüklediği bir görevdir. Bu görev kula kulluk değil, Allah’a kulluk görevidir. Bu yüksek hedeften, bu büyük işten daha yüksek ve büyük bir iş yoktur. İslâm Ümmeti herhangi bir ırktan veya coğrafik yapısından dolayı değil, takva özelliği, tek çözüm ve kurtuluş yoluna sahip olduğu için bu seçkin göreve seçilmiştir.

Ne yazık ki, İslâm Ümmeti hayata ilişkin bu doğru ve güçlü anlayış merkezinden uzaklaşınca, Allah’ın kendisine bahşettiği ‘birincilik’ konumunu ve dünya liderliğini yavaş yavaş kaybetmeye başladı. Hayat düzenleyicisi olan İslâm’ı hayatın bütün alanlarında ihmal edip, bunun yerine kendisine yabancı ve dışarıdan ithal edilmiş hayat ile ilgili anlayış ve bakışlardan etkilenince, bu büyük kayıp daha da büyüdü ve İslâmî anlayışın hayatın hemen hemen hiçbir alanında etkisi ve başarısı kalmadı.

َّ ‫ُم‬ َ ‫إِ َّن أَك‬ ُ ‫ُم ِع ْن َد الل ِه أَ ْتقَاك‬ ْ ‫ْرَمك‬ “Muhakkak ki, Allah yanında en üstün olanınız, en çok takvalı olanınızdır.” (el-

Artık üretkenlik yerine tüketicilik, izzet yerine zillet, adalet yerine zulüm, nur ve hidayet yerine karanlıklar, ilim yerine cehalet, gelişmişlik yerine geri kalmışlık, yükseliş yerine çöküş ve zafer yerine yenilgi geçti. İslâm Ümmeti artık her hususta ve hayatın her alanında inanılmaz derecede geriledi, ‘birincilik’ konumunu iyice kaybetti, gücünü büyük ölçüde yitirdi ve safların en arkalarına düştü.

Hucurat 13)

‫ُون‬ ِ َّ‫اء َعلَى الن‬ َ ‫َو َك َذل‬ َ ‫اس َوَيك‬ َ ‫ُم أُ َّم ًة َو َس ًطا لَِتكُونُوا ُش َه َد‬ ْ ‫ِك َج َع ْل َناك‬ ‫ُم َشهِي ًدا‬ ُ ‫َّس‬ ُ‫الر‬ ْ ‫ول َعل َْيك‬ “İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Rasul’ün de size şahit olması için sizi adil bir ümmet kıldık.” (el-Bakara 143) İslâm Ümmeti, bu yüce görevin ve üstün vazifenin farkına varmadığı sürece, insanlığın şu an içinde bulunduğu bu karanlık dehlizlerin sonu gelmeyecektir.

Sonuçta yükseliş dönemi de düşüş dönemi de Allah’ın koyduğu ilahî nizama uygun olarak gerçekleşmiştir. Kuşkusuz yükselişin de, düşüşün de sebepleri, her ikisine götüren yolları vardır. Köklü bir geçmişe sahip olan İslâm Ümmeti’nin tekrar ‘birincilik’ konumunu kazanması ve bütün dünyaya liderlik yapabilmesi için yükselişin sebeplerini incelemesi artık kaçınılmaz bir gerçektir. Çünkü -İslâm Ümmeti hariç-, artık gerçek manada insanlığa liderlik ve ‘birincilik’ yapacak ve karanlıklarda bocalanan insanlığı elinden tutup hidayete erdirecek ne bir inanç, ne bir sistem, ne bir ümmet ve ne de bir proje kaldı. Zira parlak geçmişini ve şanlı tarihini; saygıyla anmayan, onlarla iftihar etmeyen Ocak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

İslâm Ümmeti, yüksek bir hedef ve büyük bir iş olan insanlığa şahitlik ve liderlik yapmak için, ‘birincilik’ konumu, üstünlük, seçilmişlik, izzet ve kalkınmışlığın sebeplerine, geçmişte olduğu gibi bugün de tekrar sımsıkı sarılırsa ve bunun üzerinde sebat ederse Allah onun emeğini asla zayi etmeyecek ve onu mutlaka başarılı kılacaktır. Bu âcizane çalışmada ele alınan konu oldukça önemli ve her Müslüman’ı ilgilendiren bir konudur. Çünkü İslâm Ümmeti’nin kendisi ve başkası için hayat bulması, hayatmemat meselesidir. Bu bir grup, cemaat, par-

54


Gücünün Sırrını Keşfet (1) ti ve teşkilat meselesi değildir. Yine bu mesele, belli bir ırk, belli bir dil, belli bir renk, belli bir toprak ve belli bir coğrafya meselesi de değildir. Bu sorunu bütün Müslümanların üstlenmeleri gerekir ve bu konuyu ciddi olarak her Müslüman ele almalıdır.

istenilen bir hedefe ulaşmayı sağlayan hususa ‘sebep’ denir.” Zira köklü ve eski Arap dil bilgisi uzmanları ‘sebep’ kelimesini bu manada kullanmışlardır. Konu ile alakalı olarak da Zuheyir bin Ebi Selma isimli meşhur bir Arap Şairi şöyle der: ‫ِسلَّ ِم‬ َّ ‫اب‬ َ ‫َو َر َام أَ ْس َب‬ َ ‫اب أَ ْس َب‬ َ ‫َو َم ْن َه‬ َ ‫المنِيَّ ِة َي ْلق‬ َ ‫اب‬ ُ ‫الس َما ِء ب‬ ْ ‫َها َول‬

1- Sebep-Sonuç İlişkisinin Sözlük Anlamı ve Kullanım Alanı

“Kim ecelin yollarından korkarsa onları bulacaktır.

Bazı bilim adamları ve fikir uzmanları sebep-sonuç ilişkisini şöyle tanımlamışlarGöklerin yollarına merdiven uzatsa da...” dır: “Nedensellik; genel olarak nedensellik ilkesi Kısaca; sebep-sonuç prensibi hakkında olarak bilinen, olay ve olguların birbirine belirkesin iki hususun ittifakla bulunmaları şartli bir şekilde bağlı olması, her şeyin bir nedeni tır: Birincisi: Bir sonucun meydana gelmesi olması ya da her şeyin bir nedene bağlanarak için onun bir sebebi ve dış açıklanabilir olması ya da beletkenin olması. İkincisi ise; li nedenlerin belirli sonuçları Kısaca; sebep-sonuç prensibi Sıralama bakımından someydana getireceği, aynı nehakkında kesin iki hususun nucun sebepten önce değil, denlerin aynı koşullarda aynı ittifakla bulunmaları şarttır: sebebin yani dış etkenin sosonuçları vereceği iddiasını Birincisi: Bir sonucun nuçtan önce olması. Çünkü içeren felsefe terimidir.” Kökü meydana gelmesi için onun sıralamada bir yanlışlık Arap lisanından gelen ‫الس َب ْب‬ َّ bir sebebi ve dış etkenin olursa, sebep-sonuç pren‘sebep’ kelimesinin lügat olması.İkincisi ise; Sıralama sibinin hem anlamı kalmaz manası ile ilgili olarak Arap bakımından sonucun hem de geçerliliği kalkar. Lisanı Uzmanı ibni Mantsebepten önce değil, hur ‘Lisan-ul Arab’ adlı ‘Sebep’ kavramı fıkıh sebebin yani dış etkenin muhteşem eserinde konu usulü, tefsir, Arapça dil ile alakalı olarak şu sözlere sonuçtan önce olması. bilgisi ve İslâm fikri gibi yer vermektedir: önemli dallarda yer alarak

ُّ :‫ص ُل به إلى غيره؛ وفي نسخة‬ ُّ :‫السبب‬ ‫كل شئ‬ َّ ‫شئ يُ َت َو‬ ٍ ‫كل‬ ُ َ َّ ‫َو‬ ُّ ‫اب؛ وكل شئ‬ ِ ‫يُ َت َو َّس ُل به إلى‬ ٌ ‫الجم ُع أَ ْس َب‬ َ ‫ وقد َت َسب‬،ِ‫غيره‬ ْ ‫ و‬،‫َّب إليه‬ َّ ‫ص ُل به إلى‬ .‫ َف ُه َو َس َب ٌب‬،‫الشئ‬ َّ ‫يُ َت َو‬

konumuna ve durumuna göre sıkça kullanılmaktadır. Örneğin, ünlü Fıkıh Usulü Âlimi Seyfeddin bin Muhammed el-Âmidî fıkıh usulü açısından sebebin tanımı hakkında şöyle der: “Sebebin lügat anlamı ise ‘Amaçlanan bir şeye ulaştıran husus’tan ibarettir.”

“Başkasına ulaşmayı sağlayan her şeye ‘sebep’ denmektedir. Bir başka baskıda; başkasına ulaşmak için tutunmak istenen hususa ‘sebep’ denilmektedir. “Ona sebep oldu” ifadesi de bu türdendir. Çoğulu ise “esbab”(sebepler)dır. Dolayısıyla herhangi bir hususa ulaşmak için kullanılan her şey sebep olur.”

Ayrıca aynı mana olarak ‘sebep’ kelimesi Kur’an-ı Kerim’de de geçmiş ve Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur: َّ ‫إِ ْذ َتب َّأَر الَّذِين ُّاتبِعوا مِن الَّذِين اتَّبعوا و أَروا الْعذَاب وَتق‬ ‫َط َع ْت‬ َ َ َ ُ َ َ َُ َ َ ُ َ َْ‫ِم أ‬ ‫اب‬ ‫ب‬ ُ َ ‫ال ْس‬ ُ ‫ِبه‬ “İşte o zaman -görecekler ki- kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyan-

Yine Muhammed bin Ebi Bekir er-Razî ‘Muhtar-ul Sihah’ adlı kitabında şu ifadelere yer vermektedir: “Başkasına veya elde edilmek

55

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


Gücünün Sırrını Keşfet (1) Örneğin, farz olan zekâtın düşmesi için kullanılan ‘nisab’, malın belli bir miktara ulaşması demektir. Keza, farz olan akşam namazını kılmak için güneşin batması yani vaktin girmesi gerekir. Yine farz olan Ramazan orucuna başlamak, hilalin görülmesine bağlıdır. Bu nedenle fıkıh usulünce zekâtın sebebi nisab, akşam namazının sebebi de güneşin batması ve orucun sebebi ise hilalin görülmesidir.

lardan hızla uzaklaşırlar ve -o anda her iki taraf da- azabı görmüş, nihayet aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır.” (el-Bakara 166) َْ‫ات َو أ‬ ِ ‫او‬ ‫ض َو َما َب ْي َن ُه َما َفل َْي ْرَت ُقوا فِي‬ ِ ‫ال ْر‬ ُ ‫َه ْم ُمل‬ َّ ‫ْك‬ ُ ‫أَ ْم ل‬ َ ‫الس َم‬ َْ‫أ‬ ‫اب‬ ِ ‫ال ْس َب‬ “Yahut göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların hükümranlığı onların elinde midir? Öyleyse (göklerin) yollarında yükselsinler -görelim-!” (Sa’d 10) َْ‫ُغ أ‬ .‫اب‬ َ ‫َوق‬ ُ ‫ص ْرًحا ل َ​َعلِّي أَ ْبل‬ ُ ‫ام‬ َ ‫ال ْس َب‬ ْ ‫َال ف‬ َ ‫ِرَع ْو ُن َيا َه‬ َ ‫ان ْاب ِن لِي‬ َّ َ​َ‫وسى َ ِإو�نِّي أ‬ ِ ‫او‬ ‫ِك‬ َ ‫ل ُظ ُّن ُه كَاذ ًِبا َو َك َذل‬ َّ ‫اب‬ َ ‫أَ ْس َب‬ َ ‫ات َفأَطل‬ َ ‫ِع إِلَى إِلَ ِه ُم‬ َ ‫الس َم‬ َّ‫ِيل وما كَي ُد فِرعو َن إِلا‬ َّ ‫ص َّد َع ِن‬ َ ‫ُزي‬ ْ ‫ِّن لِف‬ ُ ‫وء َع َملِ ِه َو‬ ُ ‫ِرَع ْو َن ُس‬ ْ َ ْ ْ َ َ ِ ‫السب‬ ٍ ‫فِي َت َب‬ ‫اب‬

Buna göre hayatta belirlenen herhangi bir hedefe ulaştıran ve götüren yol, vb. hedefin sebebi olur. Bunun pratik anlamı ise, tayin edilen hedefe ulaşmak için götüren yolda mutlaka hırs ve gayret göstermek gerekir. Hedefe ulaşmada geciktiren ve oyalayan maddî ve manevî her türlü engele aldırış etmeyip hedefe devam etmek gerekir. Aksi takdirde hedefe asla ulaşılamaz. Zira her hedefin ve işlemin bir takım sebepleri vardır. Onlar olmadan hedefe ulaşmak imkânsızdır.

“Firavun, “Ey Hâmân, bana yüksek bir kule yap; belki yollara, göklerin yollarına erişirim de Musa’nın İlahı’nı görürüm! Doğrusu ben onu, yalancı sanıyorum.” dedi. Böylece Firavun’a, yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve yoldan saptırıldı. Firavun’un tuzağı tamamen boşa çıktı.” (elĞafir 36-37)

Bütün bunlara göre ‘sebep’ kelimesinin tanımı şöyledir: “Elde edilmek istenilen her şeye ulaşmak için kullanılması gereken yollardır.”

Müfessir Kurtubî bu ayetlerin tefsirinde şöyle demektedir: “Sebebin sözlük anlamı olarak, “elde edilmek istenilen bir şeye ulaşmak için ip, vb. araç olarak kullanılan her şeye sebep denilmektedir.”

“Sebep” kelimesinden başka bir tanımın anlaşılması söz konusu değildir. Ayrıca sebep, mutlak anlamda ve her zaman beraberinde ‘sonuç’ gerektirir. Zaten ona sebep denmesinin hikmeti kesin olarak onun sonuç getirmesidir. Bu tanım ve mana; yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Kur’an-ı Kerim, eski ve köklü Arapça dil bilgisi uzmanları, fıkıhçılar, âlimler ve fıkıh usulcüleri tarafından çok sıkça kullanılmıştır. Buna binaen susuzluğu gidermek üzere suya ulaşmak için kuyunun derinliğine salınan ip, İslâm’ın emrettiği Kur’an ve Sünnet merkezli yine İslâmî hayatın başlatılmasını sağlayan İslâm Devleti, ecelin bitmesi, gerekliliklerin yapılması, vb. hususlar birer sebeptirler.

Bir diğer Müfessir Taberî ise bu ayetlerin tefsiri hakkında şöyle demektedir: “Araplarda sebebin aslı ise; “elde edilmek istenilen her şeye ulaşmak için ip, araç-gereç, rahim, akrabalık veya yol gibi kullanılan vasıta”ya denilir.” Yine Müfessir Ebu’l-Kasım bin Ömer elZemahşerî ‘Keşşaf Tefsiri’nde ise bu ayetleri şöyle tefsir etmektedir: “Öyleyse onlar Arş’a ulaştıran yüksek dereceler ve yollarla çıksınlar. Göklerin sebepleri yani onlara giden ve götüren yolları ve kapıları...” Ayrıca ‘sebep’ kelimesi fıkıh usulü âlimleri tarafından da şer’î hükmü tanıtan husus ve şer’î mana olarak kullanılmıştır. Ocak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

56


Gücünün Sırrını Keşfet (1) Çünkü elde edilmek istenilen şeye ancak bunların vasıtasıyla ulaşılabilir. Bu bağlamda, İslâm’da İktisadî Nizam’da ‘Mülk Edinme Yolları’ dediğimizde; daha önce sahip olunmayan bir malın mülkiyetinin bir şahsa verilmesini sağlayan yol demektir. Yine Kur’an tefsirinde ayetin nüzul sebebi/iniş nedeni dediğimizde de; ayetin nazil olduğu mesele/durum demektir. Misal olarak şu ayet-i kerimeyi ele alalım:

İslâm’a sımsıkı sarih bulunduklarını, ezan okuduklarını ve namaz kıldıklarını duyduklarını haber verdiler. Sabah olunca Halid onların yanına vardı ve gözcülerin söylediklerinin doğruluğunu gözleriyle gördü. Allah’ın Rasulü’ne dönerek ona durumu haber verdi. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.” Bu hadiseden anlaşılacağı üzere bir Müslüman hakkında bir hüküm vermek için yeteri kadar araştırmak gerek. Özetle; hedefe ulaştıran husus sebep, hedefin kendisi ise sonuçtur. İşte bundan dolayı sebep-sonuç ilişkisi doğmuştur.

ِ ُ‫اس ٌق ِب َن َبإٍ َف َت َبيَّنُوا أَ ْن ت‬ ِ ‫ُم َف‬ ‫صيبُوا‬ َ ‫ُّها الَّذ‬ َ ‫َيا أَي‬ َ ‫ِين‬ َ ‫آمنُوا إِ ْن َج‬ ْ ‫اءك‬ ‫ِحوا َعلَى َما َف َع ْلتُ ْم نادِمين‬ ُ ‫صب‬ َ ‫َو ًما ب‬ ْ ُ‫ِج َهالَ ٍة َفت‬ ْ‫ق‬

“Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa Sebep-sonuç ilişkisi ise, bilmeden bir topluluğa sebepleri sonuçlarına kötülük edersiniz de sonra doğru bir şekilde yaptığınıza pişman olursuilişkilendirerek bağlamak nuz.” (el-Hucurat 6)

Sebep-sonuç ilişkisi ise, sebepleri sonuçlarına doğru bir şekilde ilişkilendirerek bağlamak ve hedefe ulaşmak için gerekli hazırlıkları yapma prensibidir. Bu ise ve hedefe ulaşmak tevekkülden apayrıdır. Her Büyük Mufessir Kurtubî, için gerekli hazırlıkları ikisi de çok farklı konularbu ayetin tefsiri hakkında yapma prensibidir. Bu ise dır ve birbirleriyle karıştırşöyle der: “Bu ayetin nüzul maması gerekir. Biri yapılırtevekkülden apayrıdır. sebebi, Ey iman edenler! Eğer ken “ötekine lüzum yoktur” Her ikisi de çok farklı bir fasık size bir haber getiriranlayışı çok yanlıştır. Bu ankonulardır ve birbirleriyle se... buyruğu denildiğine göre layışa göre hareket edilirse karıştırmaması gerekir. el-Velid b. Ukbe b. Ebi Muayt hiçbir hedefe ulaşılamaz. hakkında inmiştir. Buna sebep, Zira önemli işleri gerçekSaid’in Katade’den rivayet ettiğine göre şudur: leştirme ve yüksek hedeflere ulaşma kuralı, “Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem el-Velid b. güncel ve pratik olan sebep-sonuç prensiUkbe’yi zekâtlarını toplamak üzere Mustalıkobine bağlıdır. Bu işler ne kadar küçük veya ğullarına göndermişti. Onlar Velid’i görünce büyük olsa da ve bu hedefler ne kadar uzak ona doğru yürüdüler, o da onlardan korktu. -Bir veya yakın olsa da durum aynıdır. Bazı örrivayete göre bu korkmasının sebebi (cahiliye nekler verelim: döneminden kalma) aralarındaki bir husumet idi.- Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e - Esnaf, bir şirket kurup mal ile ilgili gerekli geri dönerek İslâm’dan irtidat ettiklerini haber tanıtım ve reklamları yaptığı zaman, verdi. Bunun üzerine Rasul SallAllahu Aleyhi - Yolcu, Eminönü’den Üsküdar’a gitmek ve Sellem Halid b. el-Velid’i göndererek ona, işi üzere feribot’a bindiği zaman, iyice tespit edip araştırmasını ve acele etmemesi- Dava taşıyıcısı, İslâmî hayatı başlatmak ni emretti. Halid yola koyuldu, nihayet geceleyin amacıyla İslâm Devleti’ni kurmaya çalıştığı zaonların yurduna vardı. Gözcülerini gönderdi, man, geri geldiklerinde Halid’e Mustalıkoğullarının

57

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


Gücünün Sırrını Keşfet (1) - Çiftçi, ekin mevsiminde toprağı sürüp tohumu ve gübreyi toprağa attığı ve toprağı suladığı zaman,

SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Allah’a yönelerek şöyle dua ettiği rivayet edilmiştir: ‫الح َزِن‬ ُ َ ‫الج ْب ِن َوالبُ ْخ ِل َو‬ َ ‫اله ِّم َو‬ ُ ‫َس ِل َو‬ َ ‫أعوُذ بِاهللِ مِن‬ َ ‫الع ْج ِز َوالك‬ َّ ‫َو َغل َ​َب ِة‬ ِ ‫ِّج‬ ‫ال‬ ْ ‫الد ْي ِن َوق‬ َ‫َه ِر الر‬

- Ordu komutanı, düşmanın gücü ve hazırlıkları hakkında bir takım haberler toplayıp ordunun sayısını ve donanımını arttırdığı zaman,

“Acziyetten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten, kederden, hüzünden, borcun galip gelmesinden ve kişilere musallat olmaktan Allah’a sığınırım.”

- Hasta, gerekli tedavi yöntemine bağlı kalarak, doktorun belirlediği ilacı aldığı zaman, - Ve bir mahalle sakinleri, bulundukları semtte bir okul inşa etmek üzere proje haritası, finans kaynağı, ilgili resmî makamların müsaadesi ve inşaatın yapılmasına ilişkin işçiler alındığı zaman… İşte bütün bunlar, sebeplerin sonuçlarına bağlanması kabilinden olan örneklerdir. Hedefe ulaşmak ve onu gerçekleştirmek, sadece ilgili ve gerekli sebeplere bağlıdır.

Zira Allahu Teâlâ, kendisine ancak hakkıyla tevekkül edip sebepleri sonuçlarına sahih bir şekilde bağlayana muvaffakiyet verir. Sorumluluk bakımından sebep-sonuç ilişkisi, kaza dairesinde değil, insanın kontrol ettiği dairededir. Sonuç olarak sebep-sonuç prensibi, belli bir amaca veya belli bir hedefe ulaşmak için maddî sebepleri yine maddî sonuçlarına sahih bir şekilde ilişkilendirerek bağlamak demektedir. Bu da; sonuca/hedefe kesin olarak ulaştıran sebepleri araştırıp bilmeyi ve sahih olarak bağlanmayı gerektirir. İşte bu işlem yapıldığı takdirde -kaza dairesinde Allah’ın takdir ettiği durum müstesna insanın mükellef olduğu dairede- belirlediği hedefe Allah’ın izniyle kesin olarak ulaşacaktır. Tevakül/tembellik ise; sebepleri sonuçlarına hiç bağlamamak veya kısmen bağlamak ve sonucu oluruna bırakıp her şeyi bilinmeyene/gaybe bırakmak demektir. Bu durumun da iki sebebi vardır:

Fakat esnaf şirket açmazsa, yolcu da feribot’a binmezse, Müslüman kimse İslâmî hayatı başlatmak için İslâm Devleti’ni kurmazsa, çiftçi de tohumu toprağa vermezse, ordu komutanı da askerî hazırlıklarını yapmazsa, hasta tedavi yöntemine başvurmazsa ve mahalle sakinleri okul inşaatı için gerekli malzemeleri tedarik etmezlerse, bunların hiçbiri hedefine ulaşamaz. Gerekli ve ilgili işlemler yapılmadığı sürece bir hedefi belirlemenin de hiçbir manası yoktur. Şayet kişi; bu farklı işlemlerdeki gerekli hazırlıkları yapmaz, asalak tavır içerisinde işi oluruna bırakır da; “Nasıl olsa iş olacaksa, ancak Allah’ın takdir ettiği şekilde olur.” sözüne güvenip yan yatarsa ve bu şekilde Allah’a tevekkül ettiğini zannederse hayatında hiçbir hedefe ulaşamaz. Aksine bu tür düşüncelere ve hayallere kapılanlar, kahrından ölürler. Ayrıca bunun adı tevekkül değil, tevaküldür (tembelliktir). Zira İslâm, tembellik ve asalaklık dini değil; hareketlilik, canlılık ve üretkenlik dinidir. O kadar ki Rasulullah

Ocak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

1- Hedefe ulaştıran ilgili sebepleri hiç araştırmamak veya incelememek, 2- Sebepleri sonuçlarına doğru olarak bağlama noktasında büyük bir gevşeklik göstermek ve sonuç olarak da işi tamamen belirsizliğe bırakmaktır. Devam Edecek…

58


Esma SIDDIK

İ

yaşamaktadırlar. “Zaman değişti, halen eski zamanlarda mı yaşıyoruz?” demektedirler.

çerisinde bulunduğumuz bu 21. asırda ekonomik, siyasî, tıbbî, teknolojik, vs. gelişmeler çok hızlı bir şekilde yaşanmaktadır. “Yeni”, çok çabuk “eski” olmaktadır. İnsanoğlu; değişen gelenekler, düşünceler, yaşam standartları ve eşyanın şekilleri ile birlikte yürümektedir.

Fakat farklı zamanlar ve mekânlara rağmen, insan hiç değişmemiştir. Dünyayı adımlamaya başladığı ilk günden bu yana insan; fıtratı (yaratılışı) gereği, içgüdü ve uzvî ihtiyaçlarını tatmin etmek yani Yaratıcısıyla, diğer insanlarla ve kendisi ile alaka kurmaktan başka bir amelde bulunmamaktadır. İslam İdeolojisi, söz konusu üç çeşit alakayı kuşatmaktadır ve sadece İslam İdeolojisi, insanın fıtratı doğrultusunda bu alakaları düzenlemektedir. Buna binaen, ancak İslamî bir bakış, kuşak çatışması meselesini, büyüklerin ve gençlerin arasındaki sorunları çözebilir.

İnsanın kişiliği küçük yaşlarda oluşur ve oturur. Doğruları ve yanlışları; yaşadığı zamanın ve bulunduğu ortamın, “değişim geçirmiş” eşyaları, gelenekleri ve düşüncelerinin etkisi altında olur. Her nesil aynı aşamadan geçer. Aynı şekilde her nesil kendi geçmişine karşı romantizm (duygusal eğilim) besler. Her nesil, kendi düşüncelerinin daha doğru olduğuna inanır ve bunları savunur. Dolayısıyla nesiller arasında anlaşmazlıklar yaşanır. Ve bir kuşak çatışması meydana gelir.

Evet, değişmeyen yaradılışa, değişmeyen bir bakış açısı getiren İslam İdeolojisi, zamanların ve mekânların değişmesiyle, doğruların ve yanlışların değişip, değişmeyeceği tartışmasına çok net bir cevap getirmiştir. Allah Azze ve Celle, şöyle buyurmuştur:

Büyüklerimiz, “Önceden böylemiydi? Ahh, o eski günler” deyip, iç çekmektedirler. Gençlerimiz ise anlaşılamamanın sıkıntısını

59

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


Kuşak Çatışması “İleride siz de anlarsınız. Bizim başımıza gelenler, sizin de başınıza gelince bizleri daha iyi anlayacaksınız.”

ِ ‫ِع َمتِي َو َر‬ ‫ُم‬ ُ ‫ض‬ ُ ‫ْمل‬ ْ ‫ُم ن‬ َ ‫ال َْي ْوَم أَك‬ ُ ‫يت لَك‬ ْ ‫ُم َوأَ ْت َم ْم ُت َعل َْيك‬ ْ ‫ُم دِي َنك‬ ْ ‫ْت لَك‬ ‫َم دِي ًنا‬ ِ‫ا‬ َ ‫إل ْسال‬ “Bugün sizin için dininizi kemâle erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Ve sizden din ola­rak İslâm’dan razı oldum.” (el-Maide 3)

Tecrübe, insanın yaşamış olduğu olaylar karşısında sergilerdiği tavırlar sonucu elde ettiği deneyimlerdir. Bir Müslüman’ın, bir olayı tecrübe edinmiş veya edinmemiş olmaAyet-i kerimeden de anlaşılacağı üzere, sı, sadece o olayı hissetmesi açısından fark İslam Dini’nde değişmesi ve tamamlanması eder. Mesela; akıl-baliğ olmuş bir çocuk, hagereken hiçbir mesele yoktur. Doğrular ve ram işlediği ve buna müdahale edilmesi geyanlışlar sabittir. İstisnasız tüm zamanlarrektiğinde; çocuğun annesi ile henüz anne da ve mekânlarda insanoğlu, bu İslamî hüolmamış iki Müslüman bayan arasındaki kümlerle mükellef kılınmıştır. fark, anne olan Müslüman bayanın annelik şefkatini ve duygusallığını Allah Subhanehu ve Teâlâ, tatmış olmasıdır. Fakat buiçerisinden hayata bakması İslam’ın hayata bakış nun dışında, problemlere için insanoğluna, İslamî açısı yani İslamî değerler, karşı sahip olunması geaçıyı belirlemiştir. Buna biasla değişmez. Fakat bu reken İslamî bakış açısı ve naen, ister önceki nesillerin, değerleri anlayacak ve uygulanması gereken şer’î ister sonraki nesillerin dile amellerinde bunu esas alıp hüküm açısından, her iki getirdiği düşünceler olsun, almamaya karar verecek Müslüman bayan için farkbunlara tek bir noktadan olan insanın kendisidir. lılık yoktur. yani İslamî bakış açısından bakmak gerekmektedir. Müslüman, hangi zaman ve mekân içerisinde bulunursa bulunsun, hayat yolunda sabit bir bakış açısıyla yürümek durumundadır.

Evet, hayat herkes için aynı şekilde akıp gitmez. Her nesil, hatta her bir fert farklı farklı olaylar yaşar ve farklı farklı şekillerde imtihan edilir.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, İslam’ın hayata bakış açısı yani İslamî değerler, asla değişmez. Fakat bu değerleri anlayacak ve amellerinde bunu esas alıp almamaya karar verecek olan insanın kendisidir. Evet, hayat herkes için aynı şekilde akıp gitmez. Her nesil, hatta her bir fert farklı farklı olaylar yaşar ve farklı farklı şekillerde imtihan edilir. İmtihan ne şekilde olursa olsun, -genç veya yaşlı- Müslüman için amellerinin ölçüsü değişmez. Dolayısıyla tecrübeler farklı olabilir fakat nasıl bir vakıa vuku bulursa bulsun, nihayetinde her Müslüman’a aynı doğrultuda amel etmek yani Allahu Teâlâ’yı razı etmek için canla başla uğraşmak düşer.

Bu şekilde hayata bakıldığı zaman, ortada önceki nesillerin doğruları ve sonraki nesillerin yanlışları şeklinde bir mesele kalmaz. Her nesil için doğru, Allahu Teâlâ’nın doğru olarak gösterdiğidir. Ve her nesil için yanlış, Allahu Teâlâ’nın yanlış olarak gösterdiğidir. Kuşak çatışmasının bir diğer yönüyse, genç neslin hayatta henüz birçok meselede tecrübe edinmemiş olmaları veya farklı nesillerin tecrübelerinde farklılık bulmasıdır. Bu da kuşak çatışması meselesindeki şu meşhur cümleleri doğurmuştur: Ocak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Helal ve haramın dışında yani mubah-

60


Kuşak Çatışması lar alanında, genç veya yaşlı fark etmez, bu hususlarda da Müslümanların birbirlerine saygıyla yaklaşmaları ve birbirlerine anlayış göstermeleri gerekmektedir. Zira mubah; kulun serbest olduğu alan, demektir ve Allahu Teâlâ kulunu bu alanda serbest bırakmışken, kullar olarak bizlere, birbirimizin tercihlerini yargılamak düşmez.

nesiller arasındaki bağı koparmaya yönelik özel politikalar geliştirmelerinin nedeni daha da bariz bir hal almaktadır. Mesela; Orta Asya’lı bir Müslüman genç, Rusya’nın uyguladığı eğitim politikaları nedeniyle aile büyükleriyle sadece sözlü iletişim kurabilmektedir. Resmî olarak mecburî öğrenilmesi ve kullanılması gereken lisan ile halkın yerel lisanı farklı olduğu için yazılı şekilde iletişim; bazı bölgelerde tamamıyla sona ermiştir. Sözlü iletişim sağlanamadığında, en azından mektuplaşmak gibi yazılı iletişim yolları dahi kapanmaktadır.

Aynı saygı anlayışı içerisinde ve mubah çerçevesinde, Müslümanların birbirleriyle tecrübelerini paylaşmalarında fayda vardır. Müslümanlar içerisindeki kuşak çatışmasında bugün üzerlerine tatbik edilen Kapitalizm’in büyük rolü vardır. Bu çatışmayı çözmek değil de körüklemek yolunda giden Kapitalizm, böylelikle ideolojisinin önemli bir mefhumunu, ferdiyetçiliği yaymaktadır. Bir insanın kendinden başkasını düşünmemesi, sadece kendi istekleri ve düşüncelerine önem vermesi, onun diğer insanlardan kopmasına ve bencil bir kişiliğe bürünmesine neden olur. Meselenin vehameti ciddi boyutlardadır. Şöyle ki; zaten anlaşılmadığını düşünen neslin, ebeveynleri ve aile büyükleriyle alakaları gerilir. Ebeveyne isyan, aile büyüklerinin baskıları gibi aile içi sorunlar doğar. Hatta alakalar zaman zaman kopma noktasına gelir. Sonuç itibarıyla İslam’ın azamî derecede önem verdiği aile mefhumu kaybolmaya başlar. Bu ise Kapitalizm’in işini kolaylaştırır ve Müslümanlara ferdiyetçilik mefhumu daha kolay yerleşir.

İnsanların olduğu yerde problemler ve fikir ayrılıkları her zaman olacaktır. Zamanın ve mekânın değişmesiyle oluşan nesiller arasındaki anlaşmazlıklar ise ancak hayata İslamî bir bakış açısı ve Müslümanların birbirlerine, saygı çerçevesinde yaklaşmalarıyla sağlanabilir. Ancak bu şekilde nesiller arasındaki alakalar düzenlenir ve dengelenmiş olur. İslam’ın ortaya koyduğu hükümler, doğru ve ebedî olduğu için de bütün kuşak çatışmalarını çözecektir. Çünkü bütün kuşaklara yön veren ancak O’dur. ‫َّل ُد َعاء‬ ْ ‫ال ِة َومِن ذُرِّيَّتِي َرَّب َنا َوَتقَب‬ َ ‫الص‬ َّ ‫ِيم‬ ْ ‫َر ِّب‬ َ ‫اج َع ْلنِي ُمق‬ “Rabbim; beni namaz kılan eyle. Soyumdan gelenleri de. Duamı kabul buyur Rabbimiz.” (İbrahim 40)

Nesillerin birbirlerinden kopması, bunun yanı sıra geçmişlerinin de unutulması anlamına gelir. Hal böyle olunca, henüz üzerinden 100 yıl dahi geçmemiş olmasına rağmen, 1400 yıllık Hilafet’in dev tarihi ve hakikatinin unutulmuş olması hiç de şaşırtıcı değildir. Tüm bunların ardından, İslam’a karşı savaş ilan etmiş olan Kapitalist hükümetlerin

61

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


Diehl, Wikileaks belgelerinde “son derece tehlikeli” ve “neo-Osmanlı İslamcı fantezilerde kaybolmuş” denilen Davutoğlu’nun kendisine, “İngiltere eski sömürgeleriyle bir milletler topluluğu halinde, neden Türkiye eski Osmanlı topraklarında, Balkanlarda, Ortadoğu ve Orta Asya’da yeniden liderlik kurmasın?” dediğini yazdı.

DAVUTOĞLU OSMANLI HAYALİNİ AÇIKLADI Amerikan Washington Post Gazetesi Yazarı Jackson Diehl, geçen hafta Washington’da görüştüğü Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun kendisine Türkiye’nin eski Osmanlı ülkeleri üzerinde liderliğini yeniden kurma hayalinden bahsettiğini yazdı. Dışişleri Bakanı Davutoğlu, İngiltere’nin kurduğu Milletler Topluluğu’nu örnek göstererek Türkiye’nin de eski Osmanlı toprakları üzerinde liderlik kurabileceğini söyledi.

Washington Post Yazarı şöyle devam etti: “Aslında, Arap sokaklarının muhtemel lideri olarak Erdoğan, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah gibi rakiplerinden daha çekici görünüyor. Sonuçta Türkiye, Avrupa’nın ticaretine ve yatırımına bağımlı; demokratik bir Irak ve nükleersiz bir İran istiyor. NATO’nun Afganistan’da başarılı olmasını diliyor. Halen İsrail’i tanıyor. Özünde gerçek bir Müslüman demokrasi. Bu da Türkiye’nin hem eskisinden daha zorlu hem de bir bakıma daha iyi bir müttefik olduğu anlamına geliyor.”

Yazıda, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, Washington ziyareti sırasında yaptığı açıklamalara ve kendisine verdiği demece de yer veren Washington Post Yazarı, şöyle yazdı: “Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu gülümseyerek yineledi: “Evet, Mayıs ayında Gazze açıklarında “İsrail”li komandolarla Türk İslamcı eylemcilerin çatışması el-Kaide’nin New York ve Washington’daki saldırılarıyla karşılaştırılabilir.” Davutoğlu, “Tekrarlıyorum, bu olay Türkiye’nin 11 Eylül’üydü!” diye haykırdı. “Türkiye’deki psikolojik şoku ifade etmeye çalışıyorum. Vatandaşlarımız yabancı bir ordu tarafından öldürüldü” diye ekledi.” Ocak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

NTV - 07.12.2010 KD: Bakan’ın hayal ettiğine günümüz dünyasında inanan o kadar çok kişi var ki, hepsi bu hayallerini gerçekleştirmek istedikleri için birçok zulme maruz kalmakta, tutuklanmakta ya da ‘radikal’ olarak yaftalanmaktadır. O yüzden Sayın Bakan’a tavsiyemiz; hayallerini gerçekleştirmek isterken çok dikkatli olması ve kendi Hükümeti-

62


Haber-Veri-Yorum ne karşı uyanık olmasıdır. Zira O’nun Dışişleri ile uğraştığı Kabine’de İçişleri Bakanlığı, -aşağıdaki haberde olduğu gibi- Müslümanlarla uğraşmaktadır.

lunmasının yanı sıra İslam Devleti fikrini benimsedikleri için tutuklandığını söyledi. Mazlum-Der Gaziantep Şube Başkan Yardımcısı Av. Hüseyin Kurşun ise şahısların gözaltına alınmasının yanı sıra tutuklanmalarının da yasal olmadığının altını çizdi.

***

Anayasa’da bile hiç kimsenin inanç ve düşüncesinden dolayı yadırganamayacağı gibi suçlu olarak görülemeyeceğine dair yasaların var olduğunu belirten Kurşun; “Sanıkların tek suçu Hilafet’e dayalı bir İslam Devleti fikrini benimsemeleri. Şimdi siz buna terör suçu derseniz o zaman Hilafet’i öven herkes suçlu olur, bunun yanında Osmanlı tarihçileri, İslam tarihini okuyan ve benimseyen herkes suçludur. Oysa Anayasa hiç kimsenin inancından ve fikrinden dolayı kınanamayacağı fikir ve düşüncenin rahatça ifade etmenin temel hak ve hürriyetlerden olduğunu beyan ediyor. Yani kişilerin görüşü ne olursa olsun; Sistem’e karşı olabilir. Görüşünden dolayı suçlanamaz. Sistem’e karşıt görüşleri cezalandırmak hukuk devleti ile bağdaşmaz” dedi.

“HUKUKUN HÂKİMİ DE SAVCISI DA POLİS” Geçen hafta içerisinde Hizb-ut Tahrir üyesi oldukları iddiası ile Gaziantep’te 6 kişi çalıştıkları işyerlerinde ve bindikleri toplu taşıma araçlarında çok sayıda TEM polisinin katıldığı eş zamanlı bir operasyonla gözaltına alındı.

Sistem’in İslam’ın siyasal düşüncesine bile tahammül etmediğini belirten Kurşun; “Sanıkların hiçbiri terör örgütü üyeliğini kabul etmediği halde sadece “İslam Hilafeti’ne dayalı bir devlet istiyor musunuz?” sorusuna samimiyetle “Evet, biz İslamî bir devlet istiyoruz” demeleri nedeni ile tutuklandı. Bundan şunu anlıyoruz; Türkiye Cumhuriyeti’nin İslam Devleti fikrine dahi tahammülü yoktur” şeklinde konuştu.

Zanlılardan dördü çıkarıldıkları Mahkemece tutuklanırken ikisi serbest bırakıldı. Gözaltına alınan ve tutuklanan zanlıların üzerlerinde ve evlerinde yapılan aramalarda hiçbir suç delili bulunmazken, tutuklanmalarının nedeninin zanlıların; Polis’in, “İslam Devleti’ni benimsiyor musun?” şeklindeki sorusuna, inanç ve düşüncelerini saklamayarak, “Evet” demeleri, olduğu belirtildi.

Bu Tür Davaların Hâkimi de Savcısı da Polis

Gözaltı ve Tutuklama Alenen Hukuksuzluktur

Av. Kurşun, bu tür operasyonlar sırasında, savcılık ve mahkeme sürecinde yaşananların Türkiye’deki hukukun, hâkiminin ve savcısının da polis olduğunu gösterdiğini belirterek; “Türkiye’de bu tür davaların hâkimi de savcısı da polis. Bu davaların savcıları polisin

Hizb-ut Tahrir’in, Emniyet veri tabanında bile ‘terör örgütü’ olarak geçmediğini ifade eden sanıkların Avukatı, tutuklanan kişilerin yalnızca evlerinde yasak olmayan İslamî içerikli dergi, kitap ve yayınların bu-

63

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


Haber-Veri-Yorum hazırladığı fezlekeyi olduğu gibi alıp iddianame ye geçiyor. Buna karşı sanık ve sanığın vekilinin lehi olan delileri reddediyor. Normalde basit bir hırsızlık suçunda bile mahkeme bütün delilleri toplar, ona göre karar verir. Ama maalesef bu tür dosyalarda öyle değil; inceleme araştırma yok direk terörle mücadele polisinin hazırladığı fezlekeyi suç olarak mahkemeye sunuyor. Bu yetmiyor gibi polisler savcıya dosya hakkında yol gösteriyor. Mahkemelerde bile zanlıların adeta tepesinde duruyor” diye konuştu.

geleceği açısından da zararlı ve tehlikeli olduğunu” belirten Şener, şunları söyledi: “Onun için diyoruz ki, bu ülke buradan yönetilmelidir. Türkiye’de uygulanan ekonomik politikalar Türkiye’nin ihtiyacına uygun olmalıdır. Maalesef içeride kavga edenler sürekli dışarıda işbirlikçi aramaktadırlar ve dış taleplere karşı çok daha duyarlı olarak hükümet etmektedirler.” “İktidar Mensuplarının Wikileaks Belgelerinden Haberleri Vardı”

İLKHA Ajans - 09.12.2010

Amerika’da uluslararası devlet diplomatlarının yazışmalarının Wikileaks sitesi tarafından yayımlanması hakkında konuşan Addüllatif Şener, “iktidar partisinde görevli iken kulislerde tüm iktidar bakanları ve Milletvekillerinin belgelerden haberdar olduğunu ve yeni bir şeymiş gibi şaşırılacak bir durum sergilemelerinin doğru olmadığını” iddia etti.

KD: Rabbimizden Müslüman kardeşlerimize sabır ve ecir diliyoruz. Medrese-i Yusufiye’nin yeni yolcularının yollarının Firdevs’e çıkması dileğiyle, hayırlı yolculuklar… ***

“Talep Edilmediği Halde “İsrail”e Uçak Gönderildi” Wikileaks belgelerinin yayımlanması üzerine Başbakan Erdoğan’ın “İsrail” ile diplomatik ilişkilerini düzelttiğini belirten Abdüllatif Şener, “geçen günlerde tarihî Haydarpaşa Garı’nda çıkan yangın için uçak göndermediğini ancak “İsrail”in talep etmediği halde ülkeye uçak gönderdiğini” söyledi. ŞENER: “WİKİLEAKS KORKUSU HÜKÜMETİ “İSRAİL”E YANAŞTIRDI”

Radikal - 08.12.2010 KD: Abdullatif Şener’in tezi doğru ise, AKP Hükümeti korktuğu hususa daha çok yaklaşıyor. O yüzden AKP yöneticilerinin Allah’tan daha çok korkmalarını kendilerine bir nasihat olarak bildiriyoruz. Tabii Sayın Şener’e de…

Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener, “Haydarpaşa Garı yanarken hiçbir önlem almayan Başbakan, “İsrail”deki yangına tüm uçaklarını seferber etti, “İsrail” yetkilileri ile telefon diplomasisi başladı. Brüksel’de karşılıklı görüşmeler başladı ve süratle belgelerin gerisi gelmesin kaygısı endişesi yaşandı” dedi.

*** “İSRAİL”, AKP’YE WİKİLEAKS’LE VURUYOR

“Halktan rey alıp iş başına gelip uluslararası sermayenin taleplerine ve ihtiyaçlarına göre çalışan bir siyasî iktidarın varlığının bu ülkenin Ocak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

AKP çevreleri, Wikileaks’ten sızan belgelerin “İsrail”in AKP’yi vurma operasyonu

64


Haber-Veri-Yorum olduğuna inanıyor. Başbakan Erdoğan’ın danışmanı Yalçın Akdoğan, “Wikileaks’in yayınladığı belgelerin arkasında “İsrail”in olduğunu” iddia etti. Akdoğan, “belgelerle AK Parti Hükümeti’nin hedef alındığını” savundu.

yoruz, sadece çıkan krizi yönetmeye çalışan bir yönetim görüntüsü var. Amacın, ABD ile ismi geçen ülkelerin arasını bozmak ve ABD’yi farklı politikalara mecbur bırakmak olduğu yaklaşımı doğruysa, bunda öncelikli hesabı olan ülke “İsrail”dir. “İsrail”, Türkiye ile ABD arasındaki ilişkinin seyrinden hoşnut değildir. Ortadoğu’da etkinliği artan ve “İsrail”in onlarca yıldır sürdürdüğü oyunları bozmaya başlayan Türkiye’nin nüfuzunun kırılmasının bir yolu da ABD ile sorun yaşamasıdır. “İsrail”li yetkililer, ABD’nin Türkiye’ye gereken baskıyı yapmadığını düşünüyorlar. ABD Türkiye’ye tavır almadığına göre, Türkiye’nin ABD’ye tavır almasını, ilişkinin bu taraftan bozulmasını arzu ediyorlar.

Geçen hafta Abdullah Gül açıkça “İsrail’in aleyhine belge” olmamasını manidar bulduğunu” söyledi. AK Parti sözcüsü Hüseyin Çelik ve Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin yine “İsrail”i işaret etti. Ancak en açık suçlama dün doğrudan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yakın çevresinden geldi. Başbakan Erdoğan’a en yakın isimlerden Yalçın Akdoğan, “İsrail”in Wikileaks’te yayımlanan belgelerle “Erdoğan Hükümeti’ni” hedef aldığını savundu. Akdoğan, bunun bir “psikolojik harekât” olduğunu” iddia etti. Akdoğan’ın tezine göre dünyayı sarsan 250 bin belgenin sızdırılmasının asıl amacı, Obama yönetimini zor duruma sokmak, Türkiye’yle arasını açmak, bizi itibarsızlaştırmak ve Erdoğan Hükümeti’ni karalamaktı. Akdoğan yaptığı açıklamalarda şunlara da değindi: “Belgelerin yayınlandığı ilk günlerde yapılan yorumlar bu işten ABD yönetiminin, ABD dış politikasının ve ABD diplomasisinin büyük yara alacağı şeklindeydi. Bu algıyı üreten ise belgelerin doğru olduğunu düşündüren ve ismi geçen ülkeleri anlayışlı olmaya davet eden Obama yönetimiydi. ABD’nin işin gelişim sürecinde çok planlı hareket ettiğini, yaşanacak bir krizi yönetmek istermiş gibi görüntü verdiğini gördük.

“İsrail”in öncelikli hedefi ise Erdoğan Hükümeti... Belgelerin Hükümet’i itibarsızlaştırmaya dönük iddialar içermesi hiç tesadüf görünmüyor. Bu iddiaların tamamen yalanlar üzerine kurgulanması ise Hükümet’in elini zayıflatmıyor, aksine güçlendiriyor. Olan, Türkiye’deki ABD karşıtlığının artması sebebiyle ABD’ye oluyor. “İsrail”in şımarıklıkları çoğu zaman ABD’ye yük oluyor. Bir süper gücü küçük bir devletin güdümüne sokmak, ABD’nin küresel çıkarlarına zarar verir. ABD yönetimi üzerinde etkisi olan bazı aktörlerin her meseleye “İsrail”in penceresinden bakması, “İsrail”in küçük bir bölgede verdiği kavgaları dünya çapında büyük bir dev-

Kanımca ABD, dünya çapında imajının bozulacağı, birçok ülkeyle ilişkilerinin kesileceği, ciddi itibar kaybına uğrayacağı gibi bir kanaate sahip olsaydı, meseleyi ulusal güvenlik meselesi olarak görür ve daha ciddi şekilde müdahale ederdi. Şu ana kadar böyle bir müdahale görmü-

65

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


Haber-Veri-Yorum lete verdirmeye çalışması ciddi bir talihsizliktir. Bölgesinde sevilmeyen ve hiçbir evrensel değeri takmayan bir ülkenin tutum ve davranışlarını ABD gibi bir ülkeye adapte etmeye çalışmak ABD’yi tüm iddialarından koparır, adeta medeniyet tasavvurunu yerle bir eder. “İsrail”e sadakati güçlü olan ve ABD’nin çıkarlarını “İsrail”in menfaatleri çerçevesinde değerlendiren bir kısım diplomatların yaptıkları analizlerin hem mevcut gerçekliği yansıtmadığı, hem de ilişkileri geliştirmek yerine farklı bir eksene çekmeye çalıştığı söylenebilir. Obama yönetiminin bu oyunu görmesi ve tuzağa düşmemesi gerekiyor. “İsrail”in gömleği ABD’ye çok küçük gelir. “İsrail” üzerinden ne Ortadoğu’yu, ne Türkiye’yi doğru okumak ve anlamak mümkündür. Ne Türkiye ile ilişkileri bozmak ABD’nin çıkarınadır, ne de Türkiye’yi etkisizleştirerek güdümüne sokmak, ABD’nin bölgesel menfaatlerine hizmet eder.”

nin Patrikhane’ye iadesine ilişkin olarak, “Yanılmıyorsam bu Avrupa’da da bir ilk. AİHM kararını ilk uygulayan, yargılama yoluyla mülkiyeti geri veren ülke olduk” dedi. Sırada Ruhban Okulu’nun açılması var. Ortadoğu - 30.11.2010 KD: Bu ülkede bu uygulamaları sol bir iktidar yapsa idi, sanırız ortalık ciddi bir şekilde karışabilirdi. O yüzden bu türden riskli uygulamalar, tabanının daha çok tepki vermesi muhtemel gözüken hükümetler eliyle gerçekleştirilerek tepkiler bir nebze kırılmış oluyor. ***

FocusHaber - 06.12.2010 KD: “Kral’dan çok Kral’cı”nın olduğu bir ülke ve dünyada Wikileaks belgeleri, gündemi sadece sarsmakla kalıyor. Küçük bir yaygara koparan belgelerin neticesinde, iddia edildiği gibi şu ana kadar yıkılan bir hükümet olmadı. Çünkü onlar daha vahimlerini biliyor, uyguluyor ve içerisinde yer alıyorlar da ondan…

PAKİSTAN’DA DİNCİ DARBEYE İZİN VERMEDİK ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, Afganistan savaşının hedeflerinden birinin de, dinci militanların, nükleer silaha sahip bir ülke olan Pakistan’daki Hükümeti devirmemesini sağlamak olduğunu açıkladı.

*** YETİMHANE TAPUSU BARTHOLOMEOS’A VERİLDİ AKP Hükümeti Patrikhane’nin bir isteğini daha yerine getirdi. Patrik Bartholomeos “ekümenik” hayallerine kavuşmak için bir adım daha attı. Rum Erkek Yetimhanesi’nin Fener Rum Patrikhanesine iadesine ilişkin tapuyu, Patrikhane’nin avukatı Cem Murat Sofuoğlu, Büyükada Tapu Müdürlüğü’nden teslim aldı.

NBC Televizyonundaki “Meet the Press” programına katılan Biden, Afganistan savaşının amacının el-Kaide’yi yenmek olduğunu hatırlattığı açıklamasında, “Ama aynı zamanda da teröristlerin bir nükleer güç olan Pakistan’daki Hükümeti devirmesini engellemekti” ifadesini kullandı.

Sırada Ruhban Okulu Var

Yıl boyunca birçok el-Kaide yetkilisinin “ortadan kaldırıldığını” belirten Biden, “Bu bizim başardığımız anlamına mı geliyor? Ha-

Tapuyu deniz yoluyla götürerek Patrikhane’ye teslim eden Sofuoğlu, YetimhaneOcak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

66


Haber-Veri-Yorum yır. Bu bir, iki ya da üç yıl öncesine kadar daha iyi durumda olduğumuz anlamına mı geliyor? Evet” diye konuştu.

KD: Laik ve Sosyalist bir düşünceye sahip olan, neredeyse Yahudilerden daha çok Müslüman tutuklayan ve Filistin’in kurtulmasını değil de, esaretini isteyen bir yönetim anlayışından başka ne beklenebilir ki! Bu haliyle belgeye “malumun ilamı” diyebiliriz. Ve İnşaAllah herkes bu ilamı doğru okur ve ona göre hareket eder.

islamdevleti.org - 20.12.2010 KD: Kâfirlerin hassas olarak izledikleri ülkelerden birisi olan Pakistan, hem bölgesel hem de diğer önemli özelliklerinden ötürü daha çok kıskaç altında tutuluyor. Bu yönüyle Türkiye’ye de benzemektedir. Ama Biden’in dediği gibi tehlike, kendilerince henüz giderilmemiştir. Allah’ın izniyle de giderilmeyecek ve kâfirler korkuyu her zaman kalplerinde hissedeceklerdir.

***

*** “İSRAİL” – EL-FETİH İŞBİRLİĞİ WİKİLEAKS’DE Filistin güvenlik güçleri Batı Şeria’daki tüm istihbaratı “İsrail” ile paylaşmış, “bazı umutsuz el-Fetih liderleri” “İsrail”in Hamas’a saldırmasını istemiş.

KIRGIZİSTAN’DA HİZB-UT TAHRİR OPERASYONLARI

Amerikan gizli diplomatik yazışmalarını açıklayan Wikileaks’teki bir belgede, Hamas’ın Gazze’de seçimi kazandığı dönemde, “İsrail” ile Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’a bağlı el-Fetih hareketinin yakın işbirliği yaptığı belirtildi.

Kırgızistan, ülkenin güneyinde Hizb-ut Tahrir üyesi oldukları iddiasıyla onlarca kişiyi gözaltına aldı. Nisan ayındaki kanlı olayların gerginliğinin sürdüğü Kırgizistan güneyinde şimdi de “sözde terör operasyonları” başladı. Oş Eyaleti İçişleri Başkan Yardımcısı Malik Nurdinov, bölgede Hizb-ut Tahrir örgütünün 800 üyesinin faaliyet gösterdiğini iddia etti, son bir haftada örgüte yönelik Oş ve Celalabat’ta süren operasyonlarda örgüt mensubu oldukları iddiasıyla 28 kişi gözaltına alındı.

Haziran 2007’deki bir diplomatik yazışmada, “İsrail” İç Güvenlik Şefi Yuval Diskin’in “İsrail”in Abbas’ın güvenlik güçleriyle çok iyi bir çalışma ilişkisi kurduğunu” söylediği belirtildi. Telgrafta, Diskin’in, Filistin güvenlik güçlerinin Batı Şeria’da “hemen hemen tüm istihbaratını” “İsrail” ile paylaştığını ifade ettiği kaydedildi.

Yakalananlardan çoğunun Özbekçe ve Kırgızca broşürler dağıtmakla suçlandığı da gelen haberler arasında.

Diskin’in, Haziran 2007’de Hamas’ın Gazze’de yönetime gelmesinin ardından, “bazı umutsuz el-Fetih liderlerinin” “İsrail”in Hamas’a saldırmasını istediğini bile öne sürdüğü bildirildi.

Dünya Bülteni - 16.12.2010 KD: Geçtiğimiz aylarda ülkedeki Özbek’lerin katledilmesine, diri diri yakılmasına ve binlercesinin sürgün edilerek yaralanmasına seyirci kalan Kırgızistan yönetimi, İslam ile kalkınmak

Dünya Bülteni – 21.12.2010

67

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


Haber-Veri-Yorum isteyen fikir adamlarına göz açtırmayarak batılın hakka galip geleceğini zannediyor.

Bu yöndeki adımları, ABD hükümetine bağlı Kalkınma Dairesi’nin Bangladeş hükümetine, medrese “müfredat geliştirme programı” teklifini sunmasının izlediği belirtildi.

***

Bangladeş’te yaklaşık 64 bin medrese bulunuyor. Çocuklarını geleneksel okullara gönderemeyen ailelere çoğunlukla ücretsiz eğitim imkânı sağlayan medreseler, ülkedeki eğitim sisteminin önemli bir parçası olarak görülüyor. Bazıları, medreseleri, çocukları radikalleştirmekle suçlarken, buraların, cihad yanlılarının eğitilmesi için kullanılabileceği yönünde iddialar da bulunuyor. Bangladeş Hükümeti, geçen hafta yasaklı aşırı dinci(!) Hizb-ut Tahrir örgütünün buralarda üslendiği yönündeki iddialar üzerine medreselerin finansmanları için soruşturma yapılması emri vermişti.

İNGİLTERE VE ABD’NİN HİZB-UT TAHRİR KORKUSU İngiliz Guardian gazetesinin yayımladığı Wikileaks belgelerinde, İngiliz yetkililerin, “ortak bir terörizmle mücadele hedefi” olarak Bangladeş’teki medrese müfredatını ABD ile değiştirmeye çalıştıklarının ortaya çıktığı bildirildi.

Star - 22.12.2010 KD: Sömürgeci Kâfirler, ellerine geçirdikleri bu “terör” bahanesiyle Müslümanların her türlü değerlerine, kültürel faaliyetlerine, yeni neslin yetiştirilmesine müdahale edebilirken, kukla yöneticiler de bütün bunlara seyirci, alet ve hatta işbirlikçi oluyorlar.

Sızdırılan bir diplomatik yazışma, İngiliz Uluslararası Kalkınma Dairesi’nin, “ortak bir terörizmle mücadele hedefi” olarak Bangladeş’te binlerce medresenin müfredatını değiştirmek için ABD ile çalıştığını gösterdi.

Kâfirlerin tuzakları yine kâfirlerin eliyle deşifre olurken, İslamî Ümmet de tüm bu olup bitenleri, başlarındaki liderlerin ihanetlerini görüp onları alaşağı edeceği günü dört gözle bekliyorlar; o güne kendilerini hazırlıyorlar muhakkak!

ABD’nin Bangladeş için terörizmle mücadele taktiklerinin tartışıldığı bir belgede, ABD’nin Dakka Büyükelçisi James Moriarty’nin, planlarına, Bangladeş Başbakanı Şeyh Hasina’dan, düzensiz medreseler için standart bir müfredat geliştirilmesinin ve uygulanmasının istenmesinin dâhil olduğunu yazdığı kaydedildi.

Ocak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

***

68


Bülent Uğur KOCA

1

432 yıl önce bugünlerde Arap Yarımadası’nda Allah’ın Rasulü, Müslümanların müşriklerden beraatını ilan etti ve “pislikten uzaklaş” (74/5) emri gereğince geniş olan Allah’ın arzında, Allah’ın hükmünü hâkim kılacağı kutlu beldeye doğru hareket etti.

hasrederek canlarıyla, mallarıyla mücadele edenlerin, cihad edenlerin Allah’ın yanındaki dereceleri daima yüksekti. Ve daha sonra fiilî beraatın sembolü, direniş ruhunu diri tutan hicret, Müminler için, Ümmet için, bir milat oldu. Bu dinin tabiatı, ferdi değil cemaati esas alıyordu ve bundan dolayı milat, Allah’a kulluğun temsilcisi Ümmet’in dirildiği, bir kimlik, bir şahsiyet olarak Allah’ın arzından bir parçaya hâkim olduğu, -tabiri caizse- Medine’de dünyaya geldiği gündü.

O müşriklerden kalben ve lisanen beraatını ilan etmiş, onlardan kalben ve lisanen çoktan hicret etmiş ve davetinin ilk gününden itibaren bunu açıkça ortaya koymuştu. Şimdi ise fiilen hicret zamanıydı. Çünkü Müminler necis müşriklerin sultası altında Allah’ı razı ederek yaşayamayacaklarını biliyorlardı. Çünkü arz Allah’ındı ve Allah’ın Arzı genişti. Çünkü iman eden, imanın gereği üzere üzerindeki bütün sultaları reddedip düşüncesinin, nefsinin, kabilesinin, hayat tarzı olarak dayattığı bütün sevdalardan beraatını ilan edenlerin Allah’ın yanındaki dereceleri daima yüksekti.

Ve Hicret, bu Ümmet’in miladı oldu. Artık her gün, Hicret’i hatırlatır oldu. Her tarih, müşriklerden beraatın ilanının ve şahsiyetli Ümmet kimliğinin her ortamda korunması gerektiğinin bir hatırlatıcısı oldu. Ve yüzyıllar boyu bu Ümmet, bu bilinçle bir daha Mekke ortamını yaşamamak için direndi. Necislere direnme devri, onların sözlerine sabretme, ezalarına aldırış etmeme devri kapanmıştı. Çünkü Hicret’ten sonra artık Allah yolunda canınla malınla

Rabbine hicret eden, ardından da bütün gayret ve çabalarını Rablerinin rızasına

69

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


Ümmet’in Müşriklerden Beraati’nin 1432. Yıl Dönümü mücadele vardı. Ve yüzyıllarca bu Ümmet, küfrün kendi topraklarında hâkimiyet kurmasına ‘Medine’lerin tekrardan ‘Mekke’ye dönüşmesine izin vermedi.

şan ve her Muharrem’de Hicret’le yeniden dirilip Hakk’ın hâkimiyetinin onuruyla yaşayan Ümmet, ayetlerin bir kısmını anlayamaz oldu.

Ama zamanla içten gelen çürüme ve yozlaşma o kadar ileri boyutlara ulaştı ki, sonunda bir daha müşriklerden fiilî beraatımızı ilan etmeye yeltenemeyelim diye, dirilişimizin ve direnişimizin sembolü miladı takvimimizi dahi elimizden aldılar.

Neydi Haram aylar, bir Cuma akşamı ne zaman başlardı? Batı saati, gönülleri Batı’ya kaydırdı artık, tabiî dengeye fıtrî uyum azalmış, güneşin batmasıyla biten günler artık, saatlerin değişmesiyle biter olmuştu. Önce hakikî günlerimiz, hakikî saatlerimiz sanal günlere ve saatlere dönüştü. Ardından amellerimiz işlerimiz. Ve koca bir tarih, Hicret üzerine bina edilmiş koca bir takvim, pratik hayattan uzaklaştırıldı.

Bir daha Ümmet kimliğini hatırlamayalım diye. Bizim elimizden takvimimizi aldılar. Bizim elimizden tarihimizi aldılar. Sanki bizim üzerine durduğumuz toprağı çekip aldılar elimizden ve öyle bir sarsıldık ki, birçoğumuz bu Bir daha Ümmet kimliğini sarsıntıyla kıblesini şaşırdı.

Ne yazık ki artık, bu Ümmet’in birçok evladı Hicret’i anmıyor, onu tehatırlamayalım diye. Bizim zekkür etmiyor. Çünkü arArtık bütün yollar, büelimizden takvimimizi tık Hicret’le yaşamamızın tün hicretler Medine’ye aldılar. Bizim elimizden önü kesildi. Zorda kaldığıulaşmıyordu. Artık elimize tarihimizi aldılar. mızda, dara düştüğümüzde tutuşturulan kitaplar büSanki bizim üzerine müşriklerin tamtam sesleri tün yolları bütün tarihleri durduğumuz toprağı kulaklarımızda uğuldadıRoma’ya çıkarıyordu. Öyle çekip aldılar elimizden ğında, necis ayaklarının ve ki, birçoğumuz zilleti ilikve öyle bir sarsıldık ki, postallarının burnumuzun lerimize kadar hissettik. Ve birçoğumuz bu sarsıntıyla dibine kadar yaklaştığını nesiller yenilendikçe hicret hissettiğimizde, içimizdekıblesini şaşırdı. isyancı müşriklerden beraat ki çaresizliğe su serpecek, unutturdu. içimizi ısıtacak Rasul SallAllahu Aleyhi ve Bizim içimizden, necislerle beraber necisSellem’in yol arkadaşı Ebu Bekir RadiyAllalerin hükmü altında Mekke’de yaşamaktan hu Anh’e “la tahsen innallahe meana” dediği, gocunmayanlar çıktı. “üzülmeyin muhakkak ki, Allah bizimle beraberdir” dediği o anı, yılda bir kez de olsa hatır“Siz putlarınızı temiz tutun, bizde Kâbe’yi lamamızı istemediler. Bizi Hicret’i anmaktemizler hacılara su dağıtırız, kardeş kardeş yatan dahi mahrum bıraktılar. şar gideriz” anlayışı hâkim oldu. Hatta Allah düşmanlarına kardeş olma adına, yürütme ve temizleme görevi de seve seve üstlenildi ve Allah’ın ayetlerini üzerine bina ettiği Kur’anî aylar zamanla pratik hayattan uzaklaştırıldı. Ramazan hilaliyle oruca koşan, Şevval’in hilalinde bayramla coşan, Zilhicce’de Rabbine “lebbeyk” diyerek koOcak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Davası uğrunda ölümü hiçe sayan, onlarca mızrağın göğsünü hedeflediğini bile bile Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in yatağında yatanı, bizlere, bu yolda ölümü göze almadan dirilmenin mümkün olmadığını öğreteni, Hz. Ali’yi yılda bir kez dahi olsa hatırlatmamak için takvimimizi elimiz-

70


Ümmet’in Müşriklerden Beraati’nin 1432. Yıl Dönümü den aldılar. Çünkü bizim Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’ı, Hz. Ebu Bekir’i, Hz. Ömer’i ve Hz. Ali’yi hatırlamamızı onlarla muhabbet kurmamızı değil; Noel babayla hemdem olmamızı istiyorlardı.

Ve bizler “Elhamdülillah Müslüman’ım” diyerek iman etmenin, kul olmanın onuruyla, Rabbimize ve onun emirlerine bedenen, lisanen ve kalben hicret etme arzusundayız.

Çünkü onlar, Faran Dağı’ndan inen nuru, Veda Tepeleri’nden Ümmeti’nin üzerine bir merhamet dolunayı olarak doğan o kutlu Nebi’yi, unutmak ve unutturmak istiyorlardı.

Rabbim hicretimizi izzet ve şerefimizle tamamlamayı hicretle bir olmayı, şefkatle birliğe, vahdete koşmayı Ümmetimize nasip etsin. Hicret’in 1432. Yılında, Muharrem ayının birinci günü Allah’ın arzında asi olan, fesatçılık yapan necis müşriklerden beraat günümüz mübarek olsun…

Ama bizim adımızı “Müslüman” kılana hamdolsun ki, Aya bir yörünge tayin edene hamdolsun ki,

www.vahdethaber.com

Hilali insanlar ve Hac için bir vakit ölçüsü kılana hamdolsun ki, Ne Hicret’i, ne de izzeti unuttuk.

71

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


M. Mustafa UZUN

E

görevinde hâlen İslam Kerimov’un bulunduğu ülkede baskıcı bir yönetim tarzı hüküm sürmektedir” dedi. Özellikle ifade özgürlüğündeki kısıtlamalar, insan hakları savunucularına, muhaliflere ve gazetecilere uygulanan sindirme politikaları, işkence ve kötü muamelenin hız kesmeden devam ettiğini dile getiren Olaş, “Pamuk tarlalarında çocuk iş gücünün kullanımı süregelen önemli sorunlardandır. Ayrıca ülkede gerek Müslümanlara gerekse diğer dinî gruplara ciddi baskılar uygulanmaktadır” diye konuştu.

ski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in marifetiyle Türkiye’nin iade ettiği Askarov Zayniddin isimli mültecinin Özbekistan’da hapishanede işkence ile öldürülmesi gözlerin bu ülkeye çevrilmesine neden oldu. Özellikle ifade özgürlüğündeki kısıtlamalar, insan hakları savunucularına, muhaliflere ve gazetecilere uygulanan sindirme politikaları, işkence ve kötü muamelelerle gündeme gelen Özbekistan’da, çocuklar da baskıcı yönetimin zulmüne uğruyorlar. Pamuk hasadı dönemlerinde devlet, okulları tatil edip bütün öğrencileri zorla çalıştırıyor. Her yıl yaşları 6 ila 15 arasında değişen 2 milyon çocuğun pamuk toplamaya zorlandığı tahmin edilen Özbekistan’daki insan hakları ihlallerini ve işkenceleri Mazlum-Der Dış İlişkiler Komite Başkanı Ahmet Zeki Olaş, Akit’e anlattı.

Dindar Müslümanlar Terörist İlan Ediliyor Özbekistan’da hâlen sırf muhalif olduğu için hapiste bulunanların sayısının yüz binlerle ifade edildiğini belirten Olaş, “Özellikle İslamcı muhalif grupların ciddi baskı altında olduğu ülkede, meydana gelen saldırılardan Müslümanların sorumlu tutulmasına ve kolaylıkla terörist ilan edilerek yargılanmasına bu yıl da devam edilmiştir. 2005’te yaşanan Andican katliamının ardından tutuklanan pek çok muhalif lider, hâlen insanlık dışı koşullarda tutulmakta,

1991 yılında Rusya’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan eden Özbekistan’ın, 27 milyonluk nüfusu ve zengin yer altı kaynaklarıyla Kafkasya’nın önemli ülkelerinden birisi olduğunu söyleyen Olaş, “Cumhurbaşkanlığı Ocak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

72


Orta Asya’nın Zindan Ülkesi: Özbekistan işkence ve kötü muameleye maruz bırakılmaktadır. 2005 yılında 10 yıl hapse mahkûm edilen eski Özbekistan İnsan Hakları Topluluğu Başkanı Norboy Kholijigitov tutuklu bulunduğu süre içinde 90 kilodan 50 kiloya düşmüş, dişlerinin çoğunu kaybetmiş, şeker hastalığı nedeniyle sol el ve ayağını hareket ettiremez hâle gelmiş ve depresyona girmiştir. Kholijigitov’un uygun şartlarda tedavi edilmesi engellendiği gibi, senelik aftan yararlanamaması için de 23 Haziran’da hakkında disiplin davası açılmıştır” ifadelerini kullandı.

si daha sonra davayı polis baskısıyla açtıklarını itiraf etmiş, diğeri ise şikâyetini sürdürmüştür” şeklinde konuştu. Hapishanelerin Durumu İçler Acısı Muhaliflere yönelik baskıların kişilerle sınırlı kalmadığını ve aileler üzerinden de sindirme politikalarının uygulandığını sözlerine ekleyen Olaş, şöyle devam etti: “İnsan hakları savunucusu Gülbahar Turayeva’nın eşi 8 Ağustos’ta gece yarısı saldırıya uğramış, ancak polis olayı araştırmak ve kayıt altına almak istememiştir. 15 Nisan’da Özbekistan İnsan Hakları Topluluğu üyelerinden Elena Urlaeva ve 5 yaşındaki oğlu evlerinin önünde kimliği belirsiz kişilerce saldırıya uğramıştır. Saldırı sonucunda Urlaeva’nın oğlu Muhammed, beyin sarsıntısı teşhisiyle hastaneye kaldırılmıştır.” Mahkûmlara uygulanan işkence, kötü muamele ve hapishanelerin durumu konusunda da herhangi bir iyileşme yaşanmadığını belirten Mazlum-Der yetkilisi Olaş, şöyle devam etti:

Polisler İnsanları Kaçırıyor Ve Bir Daha Haber Alınamıyor Ülkede İslam Kerimov yönetimine karşıt fikir beyan edenlerin çeşitli sebepler oluşturularak gözaltına alınması, tutuklanması, işkence ve kötü muameleye maruz bırakılması, sokak ortasında saldırıya uğrayarak tehdit edilmesi, kaçırılması ya da ortadan kaybolmasının her gün yaşanan sıradan ihlaller olduğunu belirten Olaş, “Özbekistan İnsan Hakları Topluluğu üyesi Gaybulla Jalilov polis üniformalı kişilerce saldırıya uğramış ve kaçırılmış, bir daha da kendisinden haber alınamamıştır. Ancak yerel polis merkezleri ve ulusal güvenlik yetkilileri, Jalilov’un gözaltına alınmadığını iddia etmiştir. Bir ay içerisinde Özbekistan İnsan Hakları Topluluğu üyelerinden en az 5’i gözaltına alınmış, taciz ve tehdit edilmiştir. Bunlardan Elena Urlaeva, Salomat Boimatova ve Ilnur Abdulov ismini vermeyen kişiler tarafından polis merkezinde dövülmüş ve insan hakları ile ilgili hiçbir etkinliğe katılmayacaklarına dair bir belge imzalamaya zorlanmışlardır. Yine topluluk üyesi Ferhat Muhtarov zorla karakola götürülerek sorgulanmıştır. Bir polis memurunun yasa dışı hareketini şikâyet için karakola giden Ferhat Muhtarov da 3 kişiden yüklü miktarda borç para aldığı iddiasıyla gözaltına alınmış ve hiçbir şahit ya da belge aranmaksızın 5 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Davacılardan iki-

“Özellikle muhalif lider ve aktivistlerin tutulduğu hücrelerdeki şartlar son derece kötüdür. Suyun olmadığı hücreler ısıtılmamakta, bazen bir hücrede 80 mahkûm bir arada tutulmaktadır. Hâlen Karakalpakistan’daki Jaslyk hapishanesinde tutuklu bulunan insan hakları savunucusu ve muhalif yazar Yusuf Cuma ise ne ailesiyle ne de avukatıyla görüştürülmemektedir. Hapse atıldığından beri işkenceye maruz kaldığını, düzenli olarak dövüldüğünü, aç ve susuz bırakıldığını, ağır derecede verem hastası olan bir başka mahkûmla aynı odayı paylaşmak zorunda bırakıldığını söyleyen ailesi, Cuma’nın hayatından endişe duymaktadır. Yusuf Cuma’nın 2008 yılında 4 yıl hapis cezasına çarptırılan oğlu Mashrab’ın da hapisteyken öldürüldüğü, ancak hapisten kaçarak kayıplara karıştığı haberiyle olayın örtbas edildiği iddia edilmektedir.”

73

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


Orta Asya’nın Zindan Ülkesi: Özbekistan Özbekistan’dan Kaçanlar Da Kurtulamıyor

Camiler Dışında İbadet Etmek Yasak Özbekistan’da din ve vicdan hürriyeti, ciddi sıkıntıların yaşandığı bir diğer meseledir. Uluslararası organizasyonların da kaygıyla belirttiği gibi, ülkede sadece azınlıktaki din mensuplarına yönelik değil, devlet kontrolündeki camiler dışında ibadet etmek isteyen Müslümanlara da ciddi baskılar uygulanmaktadır. Kerimov Hükümeti yıllardır tehdit olarak algıladığı Müslümanlara eziyet etmeye devam etmektedir. Binlerce insan, yasaklı İslamî örgütlere üye olmak suçlamasıyla uzun süreli hapis cezalarına çarptırılmış ve insanlık dışı koşullarda küçük düşürücü muamelelere maruz bırakılmıştır. İslamî parti üyesi olan ya da üye olduğundan şüphelenilen mahkûmların serbest bırakılması talebini reddeden Özbekistan Yönetimi, hapishanelerde sakal bırakmayı, yüksek sesle dua etmeyi, birlikte ibadet etmeyi de disiplin suçu olarak görmektedir. Azınlık gruplar için de benzeri baskı ve ihlaller söz konusudur.

Ocak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Özbekistan, ulusal güvenlik ve terörle mücadele gerekçesiyle Hizbu’t-Tahrir ve Ekremiye örgütleri üyesi olduğunu iddia ettiği sığınmacıların iade edilmesi için komşu ülkelere baskı yapmakta. Şimdiye kadar zorla geri gönderilen sığınmacılar hücre hapsine alınmış ve dışarıdan kimseyle görüşmelerine izin verilmemiştir. Bu da cezaevlerinde işkence ve kötü muamele ihtimalini artırmaktadır. Ne yazık ki Türkiye de, 2008 yılında ülkeye sığınmış olan 15’i çocuk 22 mülteciyi zorla sınır dışı ederek İran dağlarına bırakmıştır. Öte yandan 2009 Haziran ve Temmuz aylarında aralarındaki sorunlar sebebiyle savaşın eşiğine gelen Kırgızistan ve Özbekistan, İslamcılara karşı ortak bir harekât düzenlemiş, operasyonlar sırasında İslamcı örgüt mensubu olduğu iddia edilen kişilerin yanı sıra birçok asker ve polis de hayatını kaybetmiştir. Yeni Akit

74


Esad MANSUR ِ‫َّح َم ِن الر‬ ‫َّحي ِم‬ ْ‫ِس ِم اللّ ِه الر‬ ْ‫ب‬

ٌّ َ ُ‫ِل إِلَي ِه مِن رَّبِّ ِه والْم ْؤ ِمن‬ ‫آم َن بِاللّ ِه‬ ُ ‫َّس‬ ْ َ‫ِما أُنز‬ َ ‫ون كُل‬ ُ َ َ ‫ول ب‬ َ ُ‫آم َن الر‬ َ ٍ ِ ِ ِ ِ ِ ِ ِ ‫ِع َنا‬ ‫م‬ ‫س‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫ل‬ ‫َا‬ ‫ق‬ ‫و‬ ‫ه‬ ‫ل‬ ‫ُّس‬ ‫ر‬ ‫ِّن‬ ‫م‬ ‫د‬ ‫ح‬ ‫أ‬ ‫ن‬ ‫ي‬ ‫ب‬ ‫ِّق‬ ‫ر‬ ‫ف‬ ‫ن‬ ‫ال‬ ‫ه‬ ‫ل‬ ‫س‬ ‫ر‬ ‫و‬ ‫ه‬ ‫ب‬ ِ ‫ت‬ ‫ك‬ ‫و‬ ‫ه‬ ‫ت‬ ‫ك‬ ‫َو َمآل ِئ‬ ُ ْ َ ُ َ َ َ َ َْ ُ ُ ْ َ ُ​َُ ُ َ َ ُ ِ ‫َوأَ َط ْع َنا ُغ ْف َارَن َك َربَّ َنا َ ِإو�ل َْي َك ال َْم‬ ‫ير‬ ُ ‫ص‬

me! Rabbimiz, gücümüzün yetmeyeceğini bize taşıtma! Bizi affet, bizi bağışla ve bize merhamet et! Sen bizim mevlâmızsın. Kâfirlere karşı bize zafer ver.” (el-Bakara 286)

“Rasul, Rabbi’nden kendisine indirilene iman etmiştir, Mü’minler de! Hepsi de, Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve rasullerine iman etmiş ve -Allah’ın rasullerinden hiç birini (diğerinden) ayırmayız. İşittik ve itaat ettik, Rabbimiz, Senin mağfiretini dileriz, dönüşümüz Sanadır.” demişlerdir.” (el-Bakara 285)

Bu ayette Mü’minin neye inanacağını göstermektedir. Zira Rasul ve Mü’minlerin neye inandıkları beyan edilmiştir. Geçmiş zaman ifadesiyle (yani; “…iman etmiştir…”) gelen açıklama bir pekiştirmedir. Kesinlik kazandırır ve “kesin inandılar” demek olur. Bir kişi Mü’min sayılacaksa şunlara inanması gerekir: Allah’a, Meleklerine, Kitaplarına, Rasullerine. Burada; “Kıyamet Günü’ne inanmaktan bahsedilmediği için Kıyamet Günü’ne inanmak imana dâhil değildir” denilemez. Çünkü başka birçok ayette bu konuyla ilgili iman bahsi geçmiştir. Mesela Allahu Teâlâ Bakara Sûresi’nde şöyle buyurdu:

َّ ‫َس َب ْت َو َعل َْي َها َما ا ْك َت َس َب ْت‬ َ ُ ِّ‫ال يُكَل‬ َ ‫ف اللّ ُه َن ْف ًسا إِال ُو ْس َع َها ل َ​َها َما ك‬ َّ ِ ‫ال تُ َؤ‬ ‫ص ًار‬ ْ ‫ال َت ْحم‬ َ ‫اخ ْذ َنا إِن ن ِسي َنا أَ ْو أَ ْخ َط ْأ َنا َربَّ َنا َو‬ َ ‫َربَّ َنا‬ ْ ِ‫ِل َعل َْي َنا إ‬ َّ ‫ال َطا َق َة لَ​َنا‬ َ ‫ال تُ َح ِّم ْل َنا َما‬ َ ‫ِين مِن ق َْبلَِنا َربَّ َنا َو‬ َ ‫َما َح َم ْل َت ُه َعلَى الذ‬ َ‫ك‬ َّ َ ‫َوِم‬ َ ‫نت َم ْو‬ ُ ‫اع‬ ْ ‫ف َعنا َو‬ َ ‫ارَح ْم َنآ أ‬ ْ ‫ِب ِه َو‬ ْ ‫ِر لَ​َنا َو‬ ْ ‫اغف‬ ُ ‫ال َنا َف‬ ْ ‫انص ْرَنا َعلَى ا ْلق‬ ‫ِين‬ َ ‫ا ْلكَافِر‬ “Allah, hiç kimseye gücünün üstünde bir şeyle mükellef kılmaz. (Herkesin) kazandığı (iyilik) lehine ve işlediği (kötülük) ise aleyhinedir! -Rabbimiz, eğer unuttuk veya hata yaptıysak, bizi hesaba çekme! Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir sorumluluk yükle-

ِ ‫َوال َْي ْوِم‬ ‫ِّين‬ ِ ‫اآلخ ِر َوال َْمآل ِئ َك ِة َوا ْل ِك َت‬ َ ‫اب َوالنَّبِي‬ “…Ahiret Günü’ne, meleklere, kitaba ve nebilere iman eden” (el-Bakara 177) Bu ayette Kıyamet Günü’ne imandan bahsedilmiştir.

75

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


Bakara Suresi 285-286. Ayetler

İmanın anası bunlardır. Bunun yanında Kur’an’da inancı içeren birçok konu zikredilmiştir. Misal olarak; Cennet, Cehennem, Cennetteki nimetler, Cehennemdeki azaplar, cinler, şeytanlar, v.s.

Sırf Allah’ın varlığına iman etmek yeterli değildir. İblis veya Şeytan Allah’ın varlığına inandı fakat ısrarla Allah’a isyan etti ve Allah’ı işitmek istemedi. Bu nedenle kâfir oldu.

inandırmak, inanana imanı hatırlatmak ve kavratmak gerekir. Zira imansız olarak dine ve ahkâma uyanlar sevap alamazlar.

Ayette gösterildiği gibi Rasul ve Mü’minler “iman ettik” dedikten sonra Allah’a yönelip dua ettiler. Ve dediler ki; “İşittik ve itaat ettik, Rabbimiz, Senin mağfiretini dileriz, dönüşümüz Sanadır.” Bunun manası; iman, Allah’ı işitmek ve O’na itaat etmeyi gerektirir. Allah’ı işitmez ve O’na itaat etmezsek, Allah’a iman etmenin ne manası kalır ki?!

Namaz, oruç, hac, cihad, had ve cezalar, ekonomi ve yönetimle ilgili ahkâmın varlığına inanmak Akide’dendir. Kur’an’da geçen her ayet ve ayetin açıkça gösterdiği her hükme inanmak Akide’dendir. Herhangi bir ayeti inkâr etmek veya açıkça bildirdiği hükmü inkâr etmek küfürdür. Misal olarak; “…Allah’ın indirdiği ile hükmet…” (el-Maide 49), “...Her kim ki Allah’ın indirdiği ile hükmetmez ise işte onlar kâfirlerin ta kendileridirler.” (el-Maide 44), “Hırsız, erkek olsun, kadın olsun onun elini kesin…” (el-Maide 38), “Zina eden kadın ve zina eden erkeğin her birine yüz değnek vurun…” (en-Nur 2), “…Hâlbuki Allah, alım-satımı helâl, faizi haram kılmıştır…” (el-Bakara 275) , “Namazı kılın, zekâtı verin…” (el-Bakara 43) gibi ahkâmla veya amelle ilgili ayetleri de inkâr etmek küfürdür. Zira sübutu ve delaleti kesin olan her şer’î delili inkâr etmek küfürdür. Sübutu kesin olan deliller ise ayetler ve mütevatir hadislerdir.

Sırf Allah’ın varlığına iman etmek yeterli değildir. İblis veya Şeytan Allah’ın varlığına inandı fakat ısrarla Allah’a isyan etti ve Allah’ı işitmek istemedi. Bu nedenle kâfir oldu. Bir kimse; “Allah’a inanıyorum, fakat emrine uymak istemiyorum” derse kesinlikle kâfir olur. Fakat “Allah’a inanıyorum ama emrine uymuyorum, çünkü kusurluyum, günahkârım, tembelim, eksiğim var” derse Mü’min sayılır. Ona fasık veya günahkâr denilir. Eğer; “Allah’ın hükümlerine inanıyorum, fakat bu hükümler artık eskidi, bu asırda geçerli değil, elverişli değildir, şimdiki kanunlar daha güzeldir, elverişli ve geçerlidir” derse kâfir sayılır.

Eğer insan Allah’a, Kitabı’na ve Rasulü’ne inanmıyorsa, elbette bu tür ayet ve delillere de inanmaz. Bu nedenle Allah’a, Rasulü’ne, Kitabı’na inanmak, imanın anası olmaktadır. İnsan Kıyamet Günü’ne, Heseba, Cehenneme, Cennete, Cehennemin azabına ve Cennetteki nimetlerin gerçek olduklarına inanmazsa Şeriat’ı da uygulamaz. Bu nedenle insanları Şeriat’a uymaya çağırırken bu çağrıyı imana bağlamak gerekir. İman yerleştirilmeye çalışılmalıdır. İnanmayanı

İmanın gerektirdiği hususlardan rasullere iman hususunda birbiri arasında hiçbir fark kılınmaz. Her bir rasulün ayrı özelliği var, tekliflerde birbirinden farklı olup azimkârlıkları arasında fark vardır. Musa Aleyhi’s-Selam’a inandığımız gibi Harun Aleyhi’s-Selam’a da inanıyoruz. Allahu Teâlâ Musa Aleyhi’s-Selam’a verdiği mucizeler ve üstünlüğü Harun Aleyhi’s-Selam’a vermedi. Fakat ikisi de nebi ve rasuldür. Bu hususta ikisine iman etmek aynı derecededir. Mu-

Ocak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

76


Bakara Suresi 285-286. Ayetler hammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i diğer kılın, zekât verin, haccı yerine getirin, oruç turasullerden birçok hususta üstün kıldı. Fatun, cihad edin, Allah’ın Dini’ne davet edin, kat Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e Allah’ın indirdikleri ile hükmedin, vs. ahkâm ve iman etmek, diğer rasullere iman etmek giemirlerle mükellef kılması demektir ki, insanın bidir. Rasullere iman hususunda aralarında gücü bu emirleri yerine getirmeye yeterlidir. hiç bir fark yoktur. Onlara iman etme husuİnsan normal halde Allah’ın bütün emirlerini sunda aralarında fark da kılınmaz. Fakat bir uygulayabilir. Ancak insanın gücü yetmezse, takım özelliklerle birbirlerinden üstün olurAllah onu affeder. İnsan hasta olup ayakta nalar. Nitekim Bakara Sûresi 253. ayette Rasulmaz kılamayabilir, oruç tutamayabilir, cihada lerin birbirinden üstün kılındığı beyan edilgidemeyebilir ve parası yoksa veya emniyet yokmektedir. En’am 86. ve İsra 55. ayetlerde rasa hacca gidemeyebilir. İnsan Şer’at’ın göstersullerin ve nebilerin bir takım özelliklerden diği mazeretlerle karşı karşıya kalırsa sorumlu dolayı üstün kılındıklarını açıklamaktadır. tutulmaz. Fakat dediğimiz gibi onla“Allah, hiç kimseye gürın nebi, Rasul olduklarıAllah’ın emirleri insanın cünün üstünde bir şeyle na iman etmek hususunda mükellef kılmaz.” ifadesi takati ve gücü dâhilindedir. hiçbir fark yoktur. Hepsine adeta Bakara 284. ayette geHiçbir hüküm onun gücü eşitçe inanılması gerekir. çen hükme cevap niteliğindışında değildir. Allah; dedir. Bakara 284. ayette; “Dönüşümüz Allah’a“namaz kılın, zekât verin, “İçinizdekini açıklasanız dır.” Bu da “Ahiret’e iman haccı yerine getirin, oruç da gizleseniz de, Allah, etmek” demektir. Daha doğtutun, cihad edin, Allah’ın onunla sizi hesaba çeker!” rusu bu ifade, hem Diriliş, dinine davet edin, Allah’ın buyruldu. Bazı Mü’minler, hem Kıyamet Günü’ne, indirdikleri ile hükmedin, vs. “Gücümüz dışında mükellef hem Ahiret’e iman etmeyi ahkâm ve emirlerle mükellef olduk” dediler. Çünkü içiçerir. Zira dönüş, dirilişkılması demektir ki, insanın lerinden geçenlerden de ten ve Kıyamet koptuktan gücü bu emirleri yerine sorumlu tutulacaklarını sonra olup, Ahiret’te Allah getirmeye yeterlidir. zannettiler. Allahu Teâlâ huzurunda hesap vermekonlara Bakara 286. ayetiyle le gerçekleşir. cevap vermiş oluyor: Mü’minler, Allah’a işitme ve itaati gös“Allah, hiç kimseye gücünün üstünde terdikten, dönüşlerinin Allah’a ait olacağını bir şeyle mükellef kılmaz.” ikrar ettikten ve bunu kesin bir şekilde kabul ettikten sonra ayette şu hakikat geçmektedir:

İnsan bir güç tarafından Allah’ın hükmünü uygulamaktan engellenirse, hastalanırsa, unutursa, uyuya kalırsa ve delirirse, şer’î mazerete sahip olmuş olur. Nitekim bu konuda Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:

“Allah, hiç kimseye gücünün üstünde bir şeyle mükellef kılmaz.” Allah, insanı ancak gücü dâhilinde mükellef kılar, sorumlu tutar. Bu, Allah tarafından Mü’minlere bir duyurudur. Bunun manası; Allah’ın emirleri insanın takati ve gücü dâhilindedir. Hiçbir hüküm onun gücü dışında değildir. Allah; “namaz

İbnu Abbas RadiyAllahu Anhuma anlatıyor: ”Ümmetimden hata, unutma ve üzerinde zorlandıkları hususlar (dan dolayı hesaba

77

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


Bakara Suresi 285-286. Ayetler çekilme) kaldırıldı.” (İbni Mace, K. Talâk, 2035)

hallerde sorumlu tutmaz.

Bunun manası; eğer bir Müslüman, unutarak veya başka bir güç tarafından günah işlemeye zorlanırsa sorumlu tutulmaz. Başka bir hadiste şöyle geçmektedir:

Allahu Teâlâ duaların çeşitlerini Kur’an-ı Kerim’de birçok yerde göstermiştir. Bu dualarla Allah’a dua etmek daha eftaldir. ِ ‫ض‬ َ‫َّه ْم َخ ْوًفا‬ َ ‫َت َت َجا َفى ُجنُوبُ ُه ْم َع ِن ال َْم‬ َ ‫اج ِع َي ْد ُع‬ ُ ‫ون َرب‬

Ebu Davud’un Ali b. Ebu Talib RadiyAllahu Anhuma’dan rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: “Uyanıncaya kadar uyuyandan, baliğ oluncaya kadar çocuktan, aklı başına gelene kadar aklı gidenden kalem kaldırılmıştır.” (Ebu Davud, 3824)

“Onların yanları yataklarından uzaklaşır, korku ve ümit ile Rab’lerine dua ederler...” (es-Secde 16) “dua eder” ifadesi, haber verme ifadesidir. Haber ifadesi, talep etmektir. Bu talep ise ya emir talebi ya da nehy talebidir. Emir talebi; ya farz ya da mendub olur. Nehy talebi ise; ya haram ya da mekruhtur.

İşte Şeriat’ın adaleti bu şekilde tecelli eder. Bu nedenle Allahu Teâlâ şöyle buyurdu: ‫َفاتَّ ُقوا اللَّه ما است َطعتم‬ َ ُْْ َ ْ َ َ “Gücünüzün yettiğince Allah’tan korkun (takvalı olun)…” (et-Tegabun 16)

Kur’an-ı Kerim’de geçen bu dualarla ilgili haber ifadesi mendub veya sünnettir. En uygun olanı Kur’an-ı Kerim’de geçen dualarla Allah’a dua etmektir. Yine hadis-i şerifte geçen dualarla da Allah’a dua etmek eftal olandır.

Allah’ın emirlerini gücümüz yettiği kadar yerine getirmeliyiz. Ancak bu şekilde takvalı olur ve Allah’tan gereği gibi korkmuş oluruz. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

Allahu Teâlâ, Rasul ve Mü’minlerin duasını burada şöyle tamamlamaktadır: “…Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir sorumluluk yükleme…” Zira bizden önceki ümmetlere bir takım ağır ve meşakkatli görevler yüklendi. Bu görevleri genellikle onlar istedi. Bunun üzerine Allah, o istedikleri ile onları sorumlu tuttu. Misal: Onlar rahipliği istediler, Allahu Teâlâ da onlara bunu farz kıldı. Bunu Allahu Teâlâ Kur’an’da şöyle zikretmektedir:

“…Bundan dolayı size, bir şey emrettiğim zaman onu gücünüz yettiğince yerine getirin…” (Buharî, Muslim) Mü’minler buna rağmen şöyle dua ederler veya Allah Mü’minlerden kendisine şöyle dua etmelerini istiyor:“Rabbimiz, eğer unuttuk veya hata yaptıysak, bizi hesaba çekme…”

َّ َّ َّ ‫ث‬ ‫ِيسى ْاب ِن َم ْرَي َم َوآ َت ْي َن ُاه‬ ُ ‫ُم قَف ْي َنا َعلَى آثَارِ​ِهم ب‬ َ ‫ِرُسلَِنا َوقَف ْي َنا ِبع‬ ِ ِْ‫الإ‬ ‫وه َْأرَف ًة َو َرْح َم ًة َو َرْه َبانِيَّ ًة‬ ِ ‫يل َو َج َع ْل َنا فِي ُقل‬ َ ‫نج‬ َ ‫ُوب الَّذ‬ ُ ‫ِين اتَّ َب ُع‬ َّ َّ‫لا‬ ِ ‫ان الل ِه َف َما َرَع ْوَها َح َّق‬ ِ ‫ِض َو‬ ‫ر‬ ‫اء‬ ‫غ‬ ‫ت‬ ‫اب‬ ‫إ‬ ‫ِم‬ ‫ه‬ ‫َي‬ ‫ل‬ ‫ع‬ ‫ا‬ ‫اه‬ ‫ن‬ ‫ب‬ ‫ت‬ ‫ك‬ ‫ا‬ ‫م‬ ‫ا‬ ‫وه‬ ‫ع‬ َ ِ َْ ْ ْ ْ َ َ َ ْ َ َ َ ُ ‫ْاب َت َد‬ ِ ‫ِير ِّم ْن ُه ْم َف‬ ‫ُون‬ َ ‫اسق‬ َ ‫ِها َفآ َت ْي َنا الَّذ‬ ٌ ‫آمنُوا ِم ْن ُه ْم أَ ْج َرُه ْم َو َكث‬ َ ‫رَِع َايت‬ َ ‫ِين‬

Zira biz Allah’a muhtacız ve O’na aidiz. Allah isterse bizi yok eder, bize her şeyi yapabilir, yaptırabilir. Çünkü O bizi yarattı, bizim üzerimizde O’na minnet borcumuz vardır. O sebeple biz O’na yalvarmalıyız. Nitekim unutma ve hata etme halleri bizim üzerimizden kaldırıldı. O’nun yüceliği ve adaletinin üstünlüğünden dolayı bizleri bu Ocak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

“Sonra onların izi sıra rasullerimizi art arda gönderdik. Meryem oğlu İsa’yı da arkalarından gönderdik. Ona İncil’i verip, ona tâbi olanların kalplerine şefkat ve mer-

78


Bakara Suresi 285-286. Ayetler Mevlâmızsın…” ifadesi geçti. Bu ifadenin manası; “yardımcımız veya dostumuz Sensin” demektir. Allahu Teâlâ bizim yardımcımız olunca, O’na dayanmamız, O’ndan yardım dilememiz gerekir.

hamet yerleştirdik. Onların uydurdukları ruhbanlığı ise biz farz kılmadık. Yalnızca Allah’ın rızasını kazanmak için yaptılar. Fakat ona da hakkıyla riayet etmediler. Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik. Onlardan çoğu yoldan çıkmıştır.”

Müslüman şunu bilmeli ki, arkasında her güçten daha büyük bir güç var. Her gücü yeAllahu Teâlâ bize ağır görev yüklemedinen, galip gelen, bütün güçleri yaran ve yok ği halde bizden böyle duada bulunmamıedenin, Allahu Teâlâ olduğu zihinlerimizde zı emrediyor. Bunun başka bir manası da; sürekli canlı olmalıdır. Allahu Teâlâ bize Allah’a şükredelim ki, bizlere böyle ağır bir yardım ve zaferi vermek isteyince şüphesiz yük yüklememiştir. Bu nedenle Rasulullah ki gücümüz düşman gücünün karşısında ne SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: kadar zayıf olsa da kesinlikle biz galip geliriz. Eğer Allah bizi imtihan edip zafer ve “Ben müsamaha ve kolaylığı sağlayan yardım vermek istemiyorsa güçlü olsak da Tevhid Dini ile gönderildim.” (Buharî, Muslim, zafer bizlere ulaşmaz. Bu inanç dinimizde Müsned) esastır ve Mü’minler için Ayette duanın devamı pek önemlidir. Buna “teMüslüman şunu bilmeli şöyledir: “…Rabbimiz, güvekkül etme akidesi” denilir. ki, arkasında her güçten cümüzün yetmeyeceğini Bu inanç bizde yerleştikçe daha büyük bir güç var. bize taşıtma…” Oysa Allagüçlü oluruz, kâfirlerden Her gücü yenen, galip hu Teâlâ; “Allah, hiç kimkorkmayız, yenilsek dahi gelen, bütün güçleri seye gücünün üstünde bir kâfirlere teslim olmayız ve yaran ve yok edenin, şeyle mükellef kılmaz.” taviz göstermeyiz. Deriz ki; Allahu Teâlâ olduğu buyurmuştur. Fakat daha “Allah bizi deniyor, ileride muzihinlerimizde sürekli sonra; “…Rabbimiz, gücühakkak kazanacağız, kâfirlere canlı olmalıdır. müzün yetmeyeceğini bize galip geleceğiz.” taşıtma…” diye dua etmeBundan dolayı; “Mevlamizi emrediyor. Tekrar Allahu Teâlâ buramız Sensin” derken “bizi kâfirlere galip da minneti Mü’minlere gösteriyor. getir” diye dua ederiz. Daha doğrusu Alla“…Bizi affet…” Kusur ve hata yaptığıhu Teâlâ böyle dua etmemizi talep etmektemız zaman özellikle bu duada bulunuruz. dir. Böyle yapmaz isek Allahu Teâlâ bizlere Ama günah işlediğimiz zaman; “bize mağfikızar. Nitekim Rasulullah SallAllahu Aleyhi ret ver, bizi bağışla” diye duada bulunuruz. ve Sellem şöyle buyurdu: Azaptan kurtulmak için; “bize rahmet indir” “Kim dua edip, Allah’tan bir şey istemiveya “bize merhamet et” diye dua ederiz. Önce yorsa, Allah ona gazap eder.” (İbni Hanbel) Allah’tan af ve mağfiret dileriz, ondan sonra En kötü olan ise kişinin; “Allah’a dua etrahmet dileriz. Rahmet azabın tersidir. Gütim ama duamı kabul etmedi, isteğim gerçekleşnah işlediğimiz için bu duada bulunurken medi” demesidir. Bu davranış, hem insanın Allahu Teâlâ’dan bize bir azap indirmemeşartlı dua etmesi şeklinde olduğu gibi hem sini dileriz. Dahası Allah’tan iyilik, hayır ve de dua etmenin manasının idrak edilmeyardım dileriz. Bu nedenle; “…Sen bizim (el-Hadid 27)

79

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2011


Bakara Suresi 285-286. Ayetler diğinin bir delilidir. Zira dua bir ibadettir, kaza ve kader dairesindekini değiştirmez. Fakat insan daima ümitli kalmalı ve Allahu Teâlâ’ya güvenmelidir. Başında kâfirlere galip gelemesek de nihayetinde kesinlikle galip geleceğimize inanmalıyız. Çünkü bu, Allah’ın vaadi ve sözüdür.

Bu ayetler bir ibadet olarak okunursa sevap elde edilir. Diğer taraftan Müslümanlar bu iki ayeti her gece anlayarak okursa, Allah o kişide imanı ve tevekkülü canlandırır. Bu iki ayetin içerdiği manaları hatırlar ve bu şekilde güçlü bir insan olur. Bakara Sûresi Kur’an’da en büyük sûredir. Onu okumak ve anlamak çok sevaptır. Bununla ilgili bazı hadisler vardır.

Öte yandan Bakara Sûresi’nin bu son iki ayetini okumanın sevabı büyüktür. Özellikle yatmadan önce okunması daha iyidir. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

Bakara Sûresi’nin diğer bir özelliği de, İslam Dini’nin bütün fikir ve hükümlerini genellikle içermesidir.

“Her kim geceleyin Bakara Sûresi’nden bu iki ayeti okursa ona yeter.” (Buharî, İbni

Allah’ın yardımı ile Bakara Sûresi’nin tefsiri böylece sona erdi. Allah’a dua ederiz ki Müslümanlara büyük fayda sağlar, içerdiği fikir ve hükümlerle amel eder ve Allah’ın rızasını böylece elde ederler.

Hanbel)

Bunun manası; görevini yaparak mesuliyeti yerine getirmektir. Başka bir hadiste şöyle buyruldu: “Bakara Sûresi’ni iki ayetle sona erdirdi ki, bunları bana, Arş’ın altındaki bir hazineden verdi.” (Muslim) Buna benzer başka hadislerde mevcuttur.

Ocak 2011 - KÖKLÜDEĞİŞİM

80




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.