بسم اهلل الرحمن الرحيم
KÖKLÜDEĞİŞİM Kuruluş: 2004
İslâmi Fikirlere Dayalı Aylık Siyâsi Dergi Ramazan 1431 Eylül 2010 Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Ahmet Sivren İdari İşler Müdürü Hakkı Eren Yayın Kurulu Başkanı AbdulHamid Yazıcı Haber Dairesi Müdürü Hüseyin Sivren Kapak&Grafik Tasarım KöklüDeğişim Yönetim Merkezi G.M.K. Bulvarı No: 31/12 Kızılay/ANKARA İletişim&Abonelik&Reklam Tel: (+90) 0 312 229 77 91 Faks: (+90) 0 312 229 77 92 www.kokludegisim.net bilgi@kokludegisim.net
Temsilcilikler
İstanbul Bülent Kurşun Tel: 0 536 638 67 68 Bursa 0 532 627 35 89 kdbursa@hotmail.com
Abonelik ve Hesap Numaları
Yurtiçi
Yurtdışı
6 Aylık
6 Aylık
24 TL
24 TL
Yıllık (12 Ay) Yıllık (12 Ay) 48 TL
48 EUO
PTT Posta Çeki:
Ziraat Bankası Euro Hesabı Başkent Şb. TR93000100 1683474757825001 TCZBTR2A
Ahmet Sivren Adına
1911803
Ziraat Bankası TL Hesabı Başkent Şb.
47475782-5002
Baskı 01.09.2010 Rulo Ofset ve Matbaacılık Adres: K.Karabekir Cd. No: 120/86 İskitler-Ankara 0 312 312 50 75
Yerel-Süreli ISSN: 1304 - 8274
Eylül Ayı Takdim İslami atmosferin en yüksek yaşandığı Ramazan ayını geride bırakmanın hüznünü, bayrama yaklaşmanın ise haklı sevincini yaşadığımız bu günlerde; KöklüDeğişim dergisi olarak birçok ilde gerçekleştirdiğimiz iftarlar ile siz değerli okurlarımızla buluştuk. Birçok STK temsilcisi ile bir araya geldik ve Müslümanların sorunları üzerine istişarelerde bulunduk. Rabbimiz bu çabalarımızı ümmetin kurtuluşu adına bereketlendirir ve İnşaAllah hayırlara vesile kılar diyoruz. Gündemin referanduma kilitlendiği bu süreçte bizlerde bu konudaki yanlış anlayışları düzeltmek ve Müslüman kardeşlerimize doğruyu göstermek istedik. Başbakan Erdoğan’ın “Bi taraf olanlar, bertaraf olur” mesajı sadece ekonomi dünyasına değil birçok kesime yöneltilen tehdit gibi algılanmış olmalı ki, kimse şer’i hükmün gösterdiği şekilde taraf olmak istemiyor. “Balyoz” darbelerinin çatlattığı demokratik sistem ise referandum sayesinde Müslümanlara revize ettirilmek isteniyor. Bu sebepten ötürü meselenin farklı boyutlarını ele alan makaleler ile gündem bölümümüze başladık. Devamında ise; Yüksek Askeri Şûra kararlarını öncesi ve sonrası ile değerlendirmeye, uzun yıllar sonra değiştirilen atama teamülünün ne anlama geldiğini göstermeye ve TSK ile AKP hükümeti arasındaki krizin yargıya yansıyan boyutunu da HSYK ile ilişkilendirmeye çalıştık. Giderek bir festival havasına dönüştürülen Ramazan ayının Müslümanlar açısından önemini, Ramazanın nasıl anlaşılması ve yaşanması gerektiğini ve Ramazanın küllerinden nasıl canlı bir ümmet oluşturulacağını da izah etmek istedik. Türkiye’nin olmayan sanayi politikasının yanlışlığını, geçen aydan devam eden “Petrolün İnsan Hayatından Daha Değerli Sayıldığı Garip Müslümanların Diyarı; Irak” yazı dizisinin ikinci bölümünü, ABD tarafından bulandırılmaya çalışılan ve sömürgeciliği bitirecek olan Hilafet nizamının batılı kâfirlerin gözünden nasıl okunduğunu, laikliği modern bir fikir gibi ümmete pazarlamaya çalışan modern aktörlerimizin yeni oyununu, İslami kitle ve İslami aydınlara yapılan sıcak bir çağrıyı ve kapitalist sistemin getirdiği anlamsız tartışmalara nasıl yaklaşmamız gerektiğini vurgulayan makaleler bulacaksınız. İktibas bölümünde; geçen sayımızda yayınlamadığımız Lübnan konferansı ile alakalı Vakit gazetesi yazarlarından Mustafa Özcan’ın on’a yakın makalesinden birini ve Çağdaş Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olan Cüneyt Önder’in iki ayrı makalesinden bazı bölümleri sizlerle buluşturacağız. Okuyucudan gelen bölümünde ise; bir türlü bitmeyen sınav telaşının farklı yönlerini ve asıl girmemiz gereken sınavın ne olduğunu okuyacaksınız. Piyasaya son dönemde sürülen Hilâfet ile alakalı kitaplardan birisi olan “Demokratik Hilâfet’e Doğru” adlı kitabın tenkitini de sizlerle paylaşacak ve bu ayki çalışmamızı sonlandıracağız. Suskunluğun Kırılma Noktası olmaya ve İslam ile değişip değiştirmeye devam ediyoruz… Not 1: Abonelik ücretlerinizi yan tarafta tabloda bulunan banka ve PTT hesap numaralarına yatırabilirsiniz. Lütfen hesaba para yatırırken, adınızı, soyadınızı ve hangi il/ülke’den yatırdığınızı görevliye yazdırınız. Not 2: Dergimiz, Kapitalist Sömürü ideolojisinin fikirlerinden olan, “telif hakları” kavramını İslâm reddettiği için kabul etmemektedir. Dergimizde yer alan yazılarımız, yazarının ve dergimizin ismi belirtilerek iktibas edilebilir. Dergimize gönderilen yazılar, yayın esaslarımıza uygun olması ve yazıların güncelliğini koruması kaydıyla, yayın kurulumuzun onaylaması halinde yayınlanır. Gönderilen yazıların içeriği bozulmamak kaydıyla- üzerinde değişiklik ve kısmen kısaltma yapma hakkımız vardır.
1
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
İÇİNDEKİLER GÜNDEM Referandum; Demokratik Sistemi Revize Etmektir..............................................................Hakkı Eren.........3 YAŞ’da Yıkılan Teamül...................AbdulHamid Yazıcı.........8 Ordudaki Tasfiyeler ve Yargıdaki Düzenlemelerin Topluma Yansıyan Yönü…..............................İbrahim Er......15 Ordu ve Hükümet Arasında Geçen “YAŞ” Krizi...............................................Haluk Özdoğan.......21 Ramazan ve Küllerinden Dirilmek......A. Sadık Altınel.......25 Gömün Beni Değiştirmeden…..........Bülent Uğur Koca.......32 Petrolün İnsan Hayatından Daha Değerli Sayıldığı, Garip Müslümanların Diyarı Irak (2)............İbrahim Er......36 Türkiye’de Sanayileşme Hamleleri ve Yaşanan Fiyaskolar..........................................Talha Yaşar.......43 21. Yüzyıl Batı Sömürgeciliği ve Hilâfet’in Dönüşü (1)..................................Bülent Karaca.......47 Modern Aktörlerin Modern Replikleri “Sekülerizm’’..............................................M. Salih Şeker.......51 Türkiye’deki İslamî Kitlelere ve İslamî Aydınlara........................................A. Celil Cengiz.......55 Kapitalist Siyaset ve Anlamsız Tartışmalar....................................................Halime Aydın.......60
İKTİBAS Hilâfet’i Neden Tehlikeli Görüyorlar?...Mustafa Özcan.......64 Birbirimizi Anlamak Gerekliliği Üzerine..........................................................Cüneyt Önder.......66
OKUYUCUDAN GELEN Dünyanın Her Yerinde Tek Ortak Suç; İslam Davası İçin Çalışmak......................Sümeyye Avcı.......69 Hayatımız Sınav...........................................Selman Suruç.......74 KİTAP TENKİT Demokratik Hilâfet’e Doğru..................Ahmet El Kâtip.......76
Eylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
2
Hakkı EREN
L
kabul oyları % 91, red oyları ise % 9 olmuştur.
atincedeki referendum kelimesinden aynen olduğu gibi dilimize giren referandum sözcüğü, mana olarak da Batıdaki anlamı ile kullanılmaktadır. Tanım olarak; genelde, anayasa değişikliği, yasaların kabulü veya çok önemli meselelerde halkın iradesini belirlemek amacıyla yapılan halk oylamasıdır. Referandumlarda halkın iradesi yönetime doğrudan doğruya yansımakta ve bu da çağdaş tağuti nizam olan demokrasinin güzel bir örneği olarak gösterilmektedir. Türkiye’de çok az uygulanan referandum, batılı ülkelerde sık sık uygulanmaktadır. Türkiye’de yapılan anayasal değişiklikler aynen Fransa da ve İsviçre’deki gibi gerçekleştirilir. Buna da Anayasa Referandumu denir. Türkiye’de ilk defa referanduma, 1960 Anayasasının kabulü sırasında başvurulmuştur. Katılan seçmenlerin % 62’si Evet, % 38’i Hayır şeklinde oy kullanarak; Kurucu Meclis’in hazırladığı anayasayı kabul etmiştir. 1982 yılındaki, Danışma Meclisi tarafından hazırlanan anayasa referandumunda ise,
Beşer aklından neşet ettiği için aciz olmaya mahkûm olan bütün sistem ve nizamlar gibi, 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında hazırlanan 1982 Anayasası da üzerinde yapılan yüzlerce değişikliğe rağmen yinede ihtiyaçları karşılayamamış ve bu yönüyle bütün beşeri yasalardan farklı olmadığını göstermiştir. Darbeci laik kemalist güruh tarafından hazırlanan ve kendi otoritelerini devam ettirmekten başka bir düşünceye sahip olmayan bu anayasa, sözde bütün hükümetler döneminde değiştirilmek istenmişse de, askeri vesayetin ağır basması sonucunda değiştirilememiştir. 2002 yılında tek başına iktidar olmayı başaran AKP hükümeti de bu alanda adımlar atmış ama her defasında mesele ciddi bir alana geldiğinde askeri vesayet tarafından engellenmeye çalışılmıştır. Ergenekon davasında ve akabindeki diğer davalarda olduğu gibi eli kolu bağlanan bu güruh, uzun pazarlıklar ve çatışmalardan sonra AKP hükümetinin is-
3
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
Referandum; Demokratik Sistemi Revize Etmektir tediği değişikliğe onay vermek durumunda kalmıştır. AKP hükümeti de Anayasa mahkemesinin kısmi iptaline rıza göstererek istediğini almış olmanın gururunu yaşamıştır.
en fazla etkilenen siyasi parti olmaya doğru gidecektir. Zira Türkiye de ilerleyen süreçte kendisine rol gözükmemektedir.
Demokratik Açılım sürecinin tıkanması ve AKP, referandumu özellikle seçim havaKCK operasyonları sonucunda iktidarla arası sından çıkarmak istemekte ve sağda birliği iyice açılan ve referandumda sandığı boykot sağlamaya çalışmaktadır. Zira Türkiye’de edeceğini açıklayan BDP’nin de tutumu daha sol’un tabanı bellidir ve değişmez. O yüzden önceki duruşuna göre yumuşama göstermişsağ partilerin görüşleri önem arz etmektedir. tir. PKK tarafından alınan eylemsizlik kararı Saadet partisinin her iki kesiminden Numan bunda muhakkak etkili olmuştur. Öyle ya da Kurtulmuş ve Erbakan, Türkiye partisinböyle tabanını çok kontrol edemeyeceğini düden Abdullatif Şener ve BBP’den Yalçın şündüğüm BDP’den de ciddi oranda “Evet” Topçu “Evet” diyeceklerini açıklamıştır. Sağ oyu çıkacaktır. Zira 82 Anayasasından en merkezli olan MHP ise “Hayır” demekte ısfazla etkilenen cenah Kürtler olmuştur. rarcıdır. Zira MHP, AKP Tüm bunlar vakıa üzehükümetinin projelerinin AKP, referandumu özellikle rindeki görüşlerimizdir. başarısının kendisini siyaseçim havasından çıkarmak Konu ile alakalı esas görüsi arenadan silebileceğini istemekte ve sağ da birliği şümüz ise, farklı zaviyelergörmüştür ve meseleye sağlamaya çalışmaktadır. den konuyu değerlendirhayat-memat meselesi olaZira Türkiye’de sol’un mekle ortaya çıkacaktır. rak bakmaktadır. Referantabanı bellidir ve değişmez. Birinci zaviyemiz; Müsdumun sonucunu da büO yüzden sağ partilerin lümanların referandum yük ölçüde MHP’nin tabagörüşleri önem arz nı belirleyecektir. Bundan etmektedir. Saadet partisinin konusundaki duruşları ile alakalıdır. Maalesef bazı sebeple özellikle Başbakan her iki kesiminden Numan kardeşlerimiz meseleye Erdoğan, Bülent Arınç ve Kurtulmuş ve Erbakan, pragmatik yaklaşmaktadır. Melih Gökçek gibi siyasiTürkiye partisinden lerle, halkı “Evet” oyuna Abdullatif Şener ve BBP’den Referandum karşısında takınacakları tutumu açıkyönlendirmek için gece Yalçın Topçu “Evet” layan çeşitli sivil toplum gündüz çalışan bazı meddiyeceklerini açıklamıştır. kuruluşları ortak bir basın ya kuruluşları hedef olarak açıklaması yaparak görüşlerini açıklamış ve MHP’nin tabanını belirlemişlerdir. Çünkü bu sandığa gidilmesi çağrısında bulunmuşlartabandan gelecek olan “Evet” oyları sonuca dır. “Despotizmi Geriletecek ve Özgürlükleri direkt tesir edecektir. Bundan dolayı “Türkeş Genişletecek Değişiklikleri Destekliyoruz!” olsaydı Evet derdi”, “MHP’ye CHP ve BDP sloganıyla yapılan bu açıklamada imzası buile aynı safta olmak yakışmaz” gibi mesajlar lunan kardeşlerimizi değil de düşüncelerinin verilirken birçok ülkücü de TV’lere çıkartılıp hatasını ifşa etmek istiyorum. Özet olarak bu biz “Evet” diyeceğiz dedirtilmiştir. İşte bu açıklama da referandumun ile değişmesi önderin hamleler ve oluşan kamuoyu gücügörülen anayasa maddelerinin; seçkinlerin nün yanı sıra MHP’nin de tabanına karşı ipi gayri meşru iktidar alanlarını daraltacak desıkı tutamaması, bu kesimden ciddi manada ğişiklikler içerdiği, Türkiye’nin bu oylamay“Evet” oyu çıkacağını göstermiştir. MHP ise la kendi kaderini oyladığı, sistemi kuran asıl bu tutumuyla, öyle ya da böyle bu süreçten Eylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
4
Referandum; Demokratik Sistemi Revize Etmektir kadronun İttihat Terakki olduğu ve darbeler sonucunda yapılan bütün anayasaların da sistemin topluma dayatmak istediği ideolojik kimliği merkeze aldığı, Ergenekon çetesinin de, Balyoz, Kafes vb. eylem planlarının da merkezinde çevreyi sindirmek olduğu ve buradan hareketle Anayasa değişiklik paketinin bütün yetersizlikleriyle birlikte hesaplaşmanın sembolik bir adımı niteliğinde olduğu ve mevcut haliyle özellikle de yargı bürokrasisine karşı ciddi mevzi kazanımları içerdiği için aktif olarak destekleyeceklerini söylemişlerdir.
harcanması istenmektedir. Amerika ve onun model ortağı AKP hükümeti, gerçekten Müslümanlara bugüne kadar hiçbir hükümetin vermediği menfaatleri sağlayarak, meseleyi sisteme değil de askeri vesayete hasretmiş ve böylelikle destek toplamıştır. Yani “sorun laik demokratik olan sistemde değil de, bu sistemi kötü uygulayan ve İslam’a karşı olan kemalist askeri cuntacı zevattadır” anlayışı verilmektedir. Bütün bunları demokrasi ve ılımlı İslam düşüncesi altında yaptıklarından dolayı da bu düşüncelerini birçok Müslüman’a kabullendirmişlerdir. Mesele derinlemesine incelendiğinde aslında netice açısından bu durumun askeri vesayetin hüküm sürdüğü dönemlerden daha da çok zararlı olacağı görülecektir. Çünkü Müslümanlar kendilerine yapılan tüm baskılara rağmen rejimi kabullenmemiş bir durumda iken, AKP hükümeti gibi hükümetler sayesinde ve sistemin belli noktalarına hakim olunca bir anda sistemin yılmaz bekçileri gibi olmuşlardır. Yıllar önce sisteme eleştiriler yönelten ve “bizler de İslam Devleti istiyoruz ama bunu farklı yollardan yapacağız, kendimizi gizlememiz gerekir” diyenler bugün bu düşüncenin karşısında ve demokrasinin ön saflarında durmaktadır.
Seçimlere bir yıl kala gerçekleştirilecek olan bu anayasa değişikliği, laik kemalist zümreye ve askeri vesayet sistemine de ciddi bir darbe vurmuş olacaktır. Seksen yedi yıldır bu kesimden ne bir sevgi, ne de bir saygı gören Müslüman halk da bunu bir dönüm noktası olarak kabul etmiştir. Tevhidi fikirleri savunan birçok kuruluşun bile bu maslahat karşısında dayanamadığı değişiklik, maalesef Müslümanları sisteme daha da çok entegre etmiştir. Cumhuriyetin kurulduğu günden bu yana jakoben politikalara maruz kalan ve dinine ters olan mevcut sistemi ve nizamlarını benimsemeyen halk, kendisiyle aynı dili konuşan, kendisinden gördüğü ve belli oranda ılımlı siyaset güdenlerin sayesinde gayri İslami olan bu sistemi ve fasid nizamlarını benimser olmuştur. Aslında bunlar daha önce dergimizde yayınlanan bir makalede belirtildiği gibi kafir Amerika’nın Müslümanlar üzerindeki yeni anlayışının tezahürünün sonuçlarındandır. Amerika’daki think thank kuruluşlarından olan Rand Corporation’ın raporlarının uygulanmakta olduğunun göstergesidir. O raporda ise “İslâm’da da din ve devlet işlerinin ayrı olabileceği görüşünü ve bunun inancı tehlikeye düşürmeyeceği düşüncesine destek veriniz” denilmektedir. Yani demokrasinin ve laikliğin Müslümanlar tarafından benimsenmesi için çabalar
Özellikle 28 Şubat sürecinde Müslümanlara gösterilen sopa siyaseti ve daraltılan hareket alanlarının ardından, AKP ile gösterilen havuç siyaseti ve genişletilen hareket alanları bu düşüncenin oluşmasında etkili olmuştur. 28 Şubat sürecinde, önce tehdit edilen Müslümanlar sonra AKP ile gelen teşvike hayır diyememişlerdir. Ama netice itibariyle ister teşvik ile ister tehditle olsun kazanan yine sistem olmuştur. Zira bekasını hala devam ettirmektedir. Bu konularda bir yere varabilmek için önce Müslümanların düşüncelerindeki şu noktaları netleştirmesi gerekir. Sisteme ve re-
5
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
Referandum; Demokratik Sistemi Revize Etmektir jime bakışları nedir? Sisteme olan tavırları ikkadar. Hatta bugün sistemin birçok noktalatidarlara ve o iktidarların kendilerine sundurında kendileri yok mu? ğu faydalara göre mi değişir? Örneğin; DemiBu referandumda olduğu gibi bütün derel ve Ecevit gibi siyasilerin iktidarda olduğu mokratik seçimlerde sistem kendisini revidönemlerde sistem karşıtı olmaları onların ze etmektedir. Bu referandum sayesinde de uyguladıkları siyasetten dolayı mıdır? Yokİslam’a göre kökü küfür olan bu sistem bir sa rejimin İslami olmamasından dolayı mı? iyileşme göstermeyecek midir? Bu ise varMevcut anayasanın tamamını mı yahut sadelığını kabul etmediğimiz bir sistemin işine ce belli maddelerini mi kabul etmemektedirgelmeyecek midir? Bu referandum ile Müsler? Anayasada yer alan ve değiştirilmesi bile lümanlar bir kez daha sistem içine çekilmekteklif edilemez maddelerinin yanı sıra şer’an te, sistemi kabul etmeleri sağlanmakta ve haram olan birçok maddenin içeriği bir Müsartık var olan sistemin bir parçası olmaktalüman için ne anlam ifade etmektedir? Böydırlar. İşte tehlike budur ve bu, referandule düşünen kardeşlerimiz büyük bir yanılgı mun sağlayacağı düşünülen yararlardan kat içerisinde olduklarının be kat daha zararlıdır. O farkında olmalıdırlar. Bu referandum da olduğu gibi zaman akıl hangisinden Vakıa itibariyle yüzeysel bütün demokratik seçimlerde yana olmalıdır? Ayrıca olarak konuya bakıldığınsistem kendisini revize Amerika’daki yahudiler da, değiştirilmek istenen etmektedir. Bu referandum tarafından üstün cesaret bu anayasa maddeleri, sayesinde de İslam’a göre kökü ödülü alan, Amerikalıla82 anayasasından ehven küfür olan bu sistem bir iyileşme rın “hiç bu kadar uyumlu görünmekte ve laik kegöstermeyecek midir? Bu ise iktidar görmedik” denilen, malist zihniyetin keskin varlığını kabul etmediğimiz bir Müslümanlara yaptıkları kılıcı olan yargı üzerinde sistemin işine gelmeyecek midir? bunca zulüm ortada iken bir değişiklik içermekteBu referandum ile Müslümanlar “ABD dostumuz ve en güçdir. Ama bu doğrular bize bir kez daha sistem içine lü müttefikimizdir” diyen, diğer yanlışları unutturaçekilmekte, sistemi kabul etmeleri Allah’ın haram kıldığı facak büyüklükte midir? Bu sağlanmakta ve artık var olan ize ilişkin faizsiz bir düngöreceli doğrular küfür sitemin bir parçası olmaktadırlar. ya olamayacağına karar üzerine kurulu bir sisteme verdiğini açıklayan, “İsradestek vermemize yetecek midir? il” Cumhurbaşkanı’nı Mecliste konuşturup Bizler Müslümanlar olarak reel olanlarla ayakta alkışlayanlardan bu ümmete fayda ideal olanları ayıramayız. Çünkü Müslüman gelmez ve akıl buradaki iyi niyeti göremez. bütün ideallerini Kur’anî ölçülerde yani helal Zira akıl zahiren hüküm verebilir ve zahir dairesinde düşünebilir. Bunun dışında haram çok net şekilde ortadadır. olan idealler Müslüman’ın idealleri değildir. İkinci zaviyemiz ise; bir Müslüman için diAyrıca Müslümanlar İstiklal Mahkemelerinğer bütün konularda olduğu gibi bu konuda den bu yana sisteme, kimliğine ve ilkelerine da araştırmamız gereken şer’i hükümdür. karşı çıkmadılar mı? Bu gayri İslami sistemi Zira hüküm koymada tek merci; en adaletli reddetmediler mi? Ta ki İslam adına birilerive en doğru hükmü koyacağına da iman ettinin ortaya çıkarak “biz de varız ve bizlerde ğimiz Allah Azze ve Celle’nin hükmü yalnızca hakkımızı aramalıyız” gibisinden düşünceitaat etmek içindir. lerle sistem içerisinde kendilerine yer bulana Eylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
6
Referandum; Demokratik Sistemi Revize Etmektir ُون ٍ ِم ْؤم َ ِن َواَل ُم ْؤ ِم َن ٍة إِذَا ق َ َضى اللَّ ُه َو َرُسولُ ُه أَ ْم ًار أَن َيك َ َو َما ك ُ َان ل َّ َّ َ ِ َه ُم ال ض اَل اًل ِ ِن أ ْمرِِه ْم َو َمن َي ْع َ ضل َ ص الل َه َو َرُسولَ ُه َف َق ْد ْ ْخ َي َرُة م ُل ُّمبِي ًنا
Ayrıca ortaya atılan bazı söylemlere izahat getirmeye bile gerek görmüyorum ki, onların bir tanesi de bu konuda Ehven’i şer’in seçildiğidir. Ehven’i şer mubah dairesinde maslahatlarla alakalı bir konuda seçilebilir. Akidevi bir konuda ehven’i şer den bahsedilemez.
“Allâh ve Rasulü, bir işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir erkek ve kadının, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Rasulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzap 36)
Hulasa; ister sivil olsun isterse askeri, İslami olmayan bütün anayasalar şer’an batıldır diyoruz ve “Evet” veya “Hayır”tercihine bağımlı olmaksızın kendimizi bu tür bir anayasayı oylama cürümünden beri tutuyoruz.
Müslüman’ın ölçüsü helal ve haram, hak ve batıl, günah ve sevaptır. O önce Rabbinin rızasını gözetir ve kendisine sağlanacak maslahata bakmaz. O yüzden bu anayasa değişikliğine de Müslümanlara sağlayacağı faydadan bakamayız. Elbetteki İslami olmayan bütün anayasalar ve yasalar batıldır. Allah’tan başka yasa koyan ise tağuttur. Bir Müslüman’ın ise batıldan yüz çevirmesi ve tağutu inkâr etmesi gerekir.
َّ ِّ وَت َعاونُوْا َعلَى ال ان َواتَّ ُقوْا ِ إل ْث ِم َوال ُْع ْد َو َ ْوى َو ِ اونُوْا َعلَى ا َ ال َت َع َ ْبر َوالتق َ َ َاب ِ اللّ َه إِ َّن اللّ َه َشدِي ُد ا ْل ِعق “…İyilik ve takvâ üzerinde yardımlaşın, günâh ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın, Allah’tan korkun. Muhakkak ki Allah azâbı çetin olandır.” (Maide 2)
ِل َِل إِل َْي َك َو َما أُنز َِما أُنز َ ِين َي ْزُع ُم َ أَل َْم َت َر إِلَى الَّذ َ آمنُوْا ب َ ون أَنَّ ُه ْم َّ ِك يرِيدون أَن ي َتحاكَموْا إِلَى ِ اغ ِروْا أَن َي ْك ُف ُروْا ُ الط َ ُ ُ َ مِن ق َْبل ُ وت َوَق ْد أُم ُ َ َ َّ َّ ِب ِه ويرِي ُد َ ِ ُان أن ي ال َبعِي ًدا َض ً ال َ ضل ُه ْم ُ الش ْي َط َُ “Sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ettiklerini iddia edenleri görmedin mi? Tâğut’u inkâr etmekle emrolundukları halde, Tâğutla muhakeme olmak istiyorlar. Hâlbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.” (Nisa 60) Müslümanlar olarak biliyoruz ki imanın ilk isteği tağutu inkâr etmektir. “La” ile başlayan bu inkâr onun yerine âlemlerin Rabbı ve tek ilah olan Allah Subhanehu ve Teâlâ’yı koymakla olur. Asla unutulmamalıdır ki, mevcut anayasa ve ondan öncekiler ve insan aklından neşet eden bütün hepsi de küfür içermektedir. İçeriğine bakmadan sadece kaynağına bakmak bile bu hükmü vermek için yeterlidir. Kaynağı şer’i hükümler olmayan hiçbir anayasa bu vasıfdan kurtulamaz ve insan aklından çıkan bütün yasalar da böyledir.
7
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
AbdulHamid YAZICI
T
daha demokratik bir Türkiye gibi içleri boş, bozuk, fasit kavramlarla konu kamuoyunun gündemine getirilmekte, sulandırılmaktadır. Karşıda yer alanlar ise kendilerini haklı çıkarmak için daha farklı gerekçeler ileri sürmektedirler. Taraflar kendilerini haklı çıkarmak için ne kadar farklı gerekçeler ortaya koysalar, bahaneler sunmuş olsalar da gerçekte bu çatışma Amerika ile İngiltere arasında yaşanan bir çatışmadır. Bu çatışma sömürgeciler arasındaki bir çatışmadır. Ülkenin bir sömürgecinin elinden alınarak bir başkasına teslim edilmesi çabalarıdır. Bu çabalarda ve çatışmalarda mevcut hükümet ve destekçileri yukarıda özetlediğimiz gerekçelerle otoriteyi tüm yönleriyle İngilizcilerin ellerinde almayı hedeflemektedirler. Ancak ne gariptir ki “Merd-i Kıpti şecaat arzederken sirkatin söyler” deyiminde olduğu gibi çok iyi bir iş yapmakta olduklarını göstermeye çalışırken her birisi diğerlerinin yaptıklarından ve söylediklerinden farklı olmayan sözler sarf etmektedirler. Diğer taraftan ise Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren başta ordu olmak üzere yargısıyla, üniversiteleriyle, parlamen-
ürkiye’de Yüksek Askeri Şura her yıl 1 Ağustos tarihinde Başbakan’ın başkanlığında toplanır ve dört gün sürer. Bu toplantılarda generalliğe yükselecek albaylar, bir üst rütbeye yükselecek generaller, kuvvet komutanları ve Genelkurmay başkanı belirlenir. Ayrıca disiplin suçları nedeniyle ordudan ihraç edilecek subay ve astsubayların durumları görüşülür ve karara bağlanır. YAŞ toplantılarının Türkiye siyasi hayatındaki önemi son yıllarda daha fazla dikkat çekici bir hal almıştır. Bunun tek sebebi Türkiye’nin bir değişim süreci içerisinde bulunmasıdır. Bu dikkat çekici hal, değişim sürecinde cumhuriyetin kuruluşundan bu güne kadar iktidarı, sultayı elinde bulunduran derin güçlerin bu gücü ellerinden bırakmak istememelerinden kaynaklanmaktadır. Bir diğer ifade ile sultayı teslim almak isteyen karşı tarafa bunun teslim edilmek istenmemesinden kaynaklanmaktadır. Ancak olayın gerçek yüzü tüm çıplaklığıyla medyada açık edilmemekte, bunun yerine demokratikleşme, insan hakları, özgürlükler, Eylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
8
YAŞ’daYıkılan Teamül tosuyla ve ekonomisiyle otoriteyi tüm yönleriyle ellerin de bulunduran İngilizciler bu otoriteyi, gücü kendi ellerinden çekip almak isteyen Amerikancılara teslim etmemek için direnmektedirler.
1- Görevde olan Genelkurmay Başkanı’nın görev süresi doluyorsa şura üyelerini oluşturan kuvvet komutanlarının içinden TSK teamüllerine göre en kıdemli orgeneral (genellikle Kara Kuvvetleri Komutanı) yeni Genelkurmay başkanı olur.
Ak Parti iktidarıyla Amerikancılarla İngilizciler arasında tüm hızıyla devam eden, tavan yapan, her geçen gün şiddetini artıran bu çatışma otoriteyi temsil eden tüm alanlarda bütün şiddetiyle kendisini göstermektedir. Ancak ne var ki Türkiye gibi halkı Müslüman olan ülkelerde veya onların ifadeleriyle demokrasinin toplumlar tarafından özümsenmediği, benimsenmediği ülkelerde iktidarın gerçek sahibi ordudur. Bu nedenledir ki ordu dışında otoriteyi temsil eden unsurların tümü ele geçirilmiş olsa bile ordu üzerinde tam bir hâkimiyet sağlayamayanlar iktidarı tam anlamıyla ele geçirmiş sayılmazlar. İktidara gelirler ancak muktedir olamazlar. İşte bu nedenledir ki özellikle son dört yıldan bu yana özellikle de Ergenekon soruşturmalarının başladığı günlerden bu yana askerlerle ilgili haberler gündemden hiç düşmemektedir ve düşmeyecektir. Gelişmeler zaman zaman duraksama gösterse de karşılıklı olarak gelişme gösteren çatışma trafiğine bağlı olarak askerler üzerindeki bu baskılar yeni yeni darbe haberleriyle, yüksek rütbeli subaylar hakkında açılan davalarla ve tutuklamalarla hiç eksilmemektedir. Mevcut otoriteyi tümüyle ele geçirmek hususunda kararlı olan ve bunun için de her alanda tüm gücünü ortaya koyan, her türlü aracı acımasızca kullanmaktan geri durmayan Amerika ve Amerikancılar istediklerini elde edinceye kadar da bu çatışma kesinlikle bitmeyecektir. Konunun özünü çok kısa olarak bu şekilde özetledikten sonra YAŞ konusundaki gelişmeleri biraz daha yakından inceleyelim.
2- Kuvvet komutanlıklarında görev süresi dolan komutanın yerine Genelkurmay başkanının önerisiyle yine kıdem durumuna göre ordu komutanlıklarındaki orgenerallerden birisi kuvvet komutanı olur. 3- Diğer komutanlıklara yapılan atamalar ve terfiler ise TSK’nın konu ile ilgili kanun ve yönetmeliklerine göre gerçekleştirilir. 4- Genelkurmay Başkanı ile kuvvet komutanlarının atanmaları dörtlü kararname ile gerçekleşir. Yani YAŞ’ta alınan kararlar, Genelkurmay başbakanı, Milli Savunma Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından imzalamasının ardından Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girer. 5- 17 Temmuz 1972 tarih ve 1612 sayılı Yüksek Askeri Şuranın Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanunun (17.05.1979-2233/1 değişikliği) 2. Maddesine göre Yüksek Askeri Şuranın üyeleri: Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Milli Savunma Bakanı, Kuvvet Komutanları, Ordu Komutanları, Jandarma Genel Komutanı, Donanma Komutanı ile Silahlı Kuvvetler kadrolarında bulunan orgeneral ve oramirallerdir. Yüksek Askeri Şuranın başkanı başbakandır. Başbakan bulunmadığında Genelkurmay Başkanı Yüksek Askeri Şuraya başkanlık eder. Yüksek askeri Şura üyelerinin terfi işlemleri ile ilgili konulardaki oy hakkı ve değerlendirme notu eşdeğerdir. 6- Aynı kanunun 5. Maddesine göre toplantı çokluğu ve oylama şöyle yapılır: Yük-
YAŞ’ta alınan kararlardaki teamül şu şekildedir:
9
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
YAŞ’daYıkılan Teamül yüklenmişlerdir. Her ne kadar görünüşü itibarıyla bunlar siyasi içerikli, PKK eylemleri olarak algılanıyor ve bu şekilde kamuoyuna servis ediliyor olsa da zamanlaması itibarıyla bu olayların birinci hedefi Yüksek Askeri Şura toplantısı ve bu toplantıda alınacak olan kararları etkilemek olduğu görülmektedir. Yani YAŞ’ta hükümeti zor duruma düşürmek suretiyle alınacak olan kararların bugüne kadar olduğu gibi İngilizcilerin isteklerine uygun bir şekilde sonuçlanmasını sağlamaktı. AKP iktidarında her geçen gün kan kaybına uğrayan ve kaleleri düşen İngilizcilerin ellerinde PKK’nin eylemleri dışında şu an itibarıyla kullanacakları pek fazla şiddet aracı kalmamıştı.
sek Askeri Şura bütün üyelerin katılması ile toplanır… Kararlar toplantıya katılan üyelerin salt çoğunluğu ile alınır. Oylarda eşitlik olması halinde başbakanın katıldığı tarafın oyları geçerli sayılır. Oylama işlemi aksine bir karar alınmadıkça açık olarak yapılır. Bugüne kadar gerçekleştirilen Yüksek Askeri Şura toplantılarının birkaç istisnası dışında tümündeki uygulama genellikle bu şekilde olmuştur. Ancak zaman zaman girişte anlattığımız çatışmalar nedeniyle “Teamül” denilen uygulamalardan sapma yaşanmıştır. Örneğin, 2000 yılı YAŞ’ında olduğu gibi. Teamüllere göre en kıdemli ordu komutanının Kara Kuvvetleri Komutanlığına getirilmesi gerekirken ve dönemi itibarıyla da en kıdemli komutan yeterliliğine sahip olan Org. Edip Başer Kara Kuvvetleri Komutanlığına getirilmemiş yerine Jandarma Genel Komutanı Org. Aytaç Yalman Kara Kuvvetleri Komutanlığına getirilmiştir.
2- İngilizcilerin bu eylemlerine karşın Amerikancılar da boş durmadılar. PKK eylemleri karşısında uzunca bir süre sessizliğini koruyan Amerikancılar, YAŞ toplantılarının yaklaştığı günlerde tüm güçleriyle hamle başlattılar. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi 23 Temmuz’da ‘Balyoz Darbe Planı’ davasında 102 komutan hakkında yakalama kararı verdi. İstanbul 10. Ağır ceza mahkemesinin oy birliğiyle almış olduğu bu karar “kuvvetli suç şüphesinin varlığına” dayanılarak alınmış bir karardı. Bu karar üzerine haklarında dava açılan askerlerin avukatları yakalama kararına itiraz ettiler. 31 komutanın avukatı ise 10. Ağır ceza mahkeme üyeleri Davut Bedir, Ali Efendi Peksak ve Murat Üründü hakkında reddi hâkim talebinde bulundular. Bu talep önce 10. Ağır Ceza Mahkemesi, ardından da bir üst mahkeme olan 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından değerlendirilerek reddedildi. Ardından İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesine itiraz ettiler ve nihai kararı veren 12. Ağır Ceza Mahkemesi de itirazların reddine oy birliği ile karar verdi. Bunun ardından 12. Ağır Ceza Mahkemesi yakalama kararlarına yapılan itirazları değerlendirmesi için dosyaları 11. Ağır Ceza Mahkemesine
2010 Ağustos şurasına gelindiğinde ise çatışmalar hızını ve şiddetini artırarak devam etmiş ve YAŞ öncesinde dikkat çeken birtakım olaylar yaşanmıştır. Bu olayların maddeler halinde şu şekilde özetlenmesi mümkündür: 1- İktidara geldiği günden bu yana Amerika çizgisinde bir siyaset takip eden hükümetin uygulamalarını engellemek için MartHaziran aylarında PKK’nin eylemlerinde çok hızlı bir artış oldu. PKK eylemlerini bir yandan askerlere saldırı şeklinde götürürken bir diğer yönden ise şehirlerde sivillere yönelik olarak sürdürmüştür. Ancak bu eylemler içerisinde askerlere yönelik eylemler dikkat çekici bir hal almıştır. Bu eylemlerde askerler doğrudan kusurlu olmalarına rağmen katliamların arkasında duran kesimler bu olayları hükümetin “Kürt Açılımı” veya “Demokratik Açılım” adını verdiği uygulamalarla irtibatlandırarak sürekli olarak hükümete Eylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
10
YAŞ’daYıkılan Teamül gönderdi. Mahkeme dosyaların ellerinde olmadığı, kendilerine ulaşmadığı (!) gerekçesiyle günlerce karar vermedi. Ancak krizin altıncı gününde karar çıktı ve haklarında tutuklama kararı verilen askerlerle ilgili yakalama kararı kaldırıldı.
İnternet Andıcı soruşturmasında “şüpheli” sıfatıyla ifadeye çağrıldığı için Org. Iğsız’ın Kara Kuvvetleri’ne atanmasına Başbakan itiraz etti. 6 gün boyunca Iğsız ısrarını sürdüren Başbuğ, sonunda Necdet Özel Kara Kuvvetleri, Aslan Güner Jandarma Komutanı olsun teklifini getirdi. Ancak Özel’in GenelAncak gelişmeler bununla da kalmadı. kurmay Başkanlığı yolunu kapatan bu teklif YAŞ toplantılarının devam ettiği bu süreçte de kabul görmedi. Bunun üzerine Başbakan Ergenekon savcısı Zekeriya Öz, 2 Ağustos Jandarma Genel Komutanı Atilla Işık’ın Kara günü yani YAŞ toplantısının ikinci günü 1. Kuvvetleri Komutanlığına getirilmesini isteOrdu komutanı Org. Hasan Iğsız ve Albay di. Fakat İlker Başbuğ, Atilla Işık’ı istifa etDursun Çiçek dahil 19 kişiyi acil koduyla ifameye ikna etmesi üzerine bu çözüm tümüyle deye çağırdı. devre dışı kaldı. Toplantılar dördüncü günüZamanlaması itibarıynü doldurmasına rağmen la Yüksek Askeri Şura’nın Genelkurmay Başkanlığı Yüksek Askeri Şura’nın toplandığı bir zamanda ile Kara Kuvvetleri Kotoplandığı bir zamanda gerçekleşen bu olayların mutanlığına yapılacak gerçekleşen bu olayların tesadüfî olduğunu kimse atamalar karara bağlantesadüfî olduğunu kimse söyleyemez. Gerek 102 madan kaldı. Görüşmeler söyleyemez. Gerek 102 asker asker hakkında çıkartılan bundan sonra da bütün tutuklama kararının ve hakkında çıkartılan tutuklama hızıyla devam etti. YAŞ kararının ve gerekse 2 gerekse 2 Ağustos tarihli toplantılarının dördüncü Ağustos tarihli Zekeriya Öz Zekeriya Öz tarafından gününden itibaren Baştarafından ifadeye çağırma ifadeye çağırma kararlabakan toplantılara katılrının arkasında terfiler ve kararlarının arkasında terfiler madı. Gelişmeleri adeta yeni komuta kademesini ve yeni komuta kademesini dışarıdan takip etti. Ben değiştirme hedefi yer aldeğiştirme hedefi yer söyleyeceğimi söyledim. maktadır. Dolayısıyla bualmaktadır. Benim isteklerimi gerçekrada hükümet açısından leştirmezseniz kararnaveya Amerikancılar açısından kısmen de olsa meyi imzalamam şeklinde bir restle bu ortam amaç gerçekleşmişti. Zira yakalama ve ifadedışında referandum mitinglerindeki konuşye çağrılma kararının muhatapları arasında malarını sürdürdü. Zira başbakan konu ile Kara Kuvvetleri Komutanlığına gelmesi bekilgili olarak daha önceleri şöyle bir açıklama lenen ve şu anda 1. Ordu komutanı görevini yapmıştı: “Kuvvet Komutanları ataması da yürüten Org. Hasan Iğsız’da yer almaktaydı. Şura kararıyla olmaz. Genelkurmay Başkanı, Basına yansıdığı kadarıyla Yüksek Askeri Milli Savunma Bakanı’na isim teklifi yapar, Şûra’da olaylar özetle şu şekilde gelişti: ben de uygun görürsem imzalarım, uygun görmezsem iade ederim. O durumda üzerinGenelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Kara de mutabık kalınan yeni bir isim gelir. JanKuvvetleri Komutanlığı’na 1. Ordu Komutadarma Komutanı’nı da İçişleri Bakanı teklif nı Org. Hasan Iğsız’ın atanmasını teklif etti. eder…” İşin içerisine Cumhurbaşkanı girdi Ancak İrticayla Mücadele Eylem Planı belgeve görüşmeler Cumhurbaşkanı, Genelkursinin hazırlanması emrini verdiği iddiası ve
11
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
YAŞ’daYıkılan Teamül may Başkanı, Işık Koşaner, Milli Savunma bakanı arasında devam etti. Sonunda Kara Kuvvetleri Komutanlığı Eğitim ve Doktrin Komutanı Orgeneral Erdal Ceylanoğlu’nun Kara Kuvvetleri Komutanlığına getirilmesi üzerinde anlaşıldı ve böylece kriz çözülmüş oldu.
Koşaner’den sonra Aslan Güner’in ve onu takiben de Bekir Kalyoncu’nun Genelkurmay Başkanı olması şeklinde denklemi kurmak istediği görülmektedir. Ancak Başbakan-Cumhurbaşkanı ikilisi İlker Başbuğ’un bu denklemini bozdu. Necdet Özel kendisinden daha düşük kıdeme sahip olmasına rağmen org. Erdal Ceylanoğlu’nun Kara Kuvvetlerinde getirilmesine razı oldu. Bir diğer ifade ile Şura’da teamül yeniden bozuldu. Çünkü bu denkleme göre Işık Koşaner’den boşalacak olan Genelkurmay Başkanlığına Necdet Özel’in gelmesi garantilenmiş oldu. Bir diğer ifade ile 2000 yılı şurasında bozdukları teamül tuzağına bu defa kendileri düştü. Başbakan daha önceki şuralarda bozulan teamülleri bu uygulama için bir gerekçe olarak kullandı ve istediği kişinin Kara Kuvvetlerine gelmesinde diretti.
Bu süreç içerisinde dikkati çeken bir diğer gelişme de İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin Balyoz Darbe Planı’ davasında 102 komutan hakkında yakalama kararını kaldırdığı açıklaması geldi. 11. Ağır Cezanın kararı açıklamak için günlerce beklemesiyle hedef gerçekleştirilmiş, KKK’ne gelmesi beklenen Org. Hasan Iğsız hakkındaki suçlamalar nedeniyle emekli olmak mecburiyetinde kalmış, 11 muvazzaf subayın da terfileri yapılmamıştır. Gerek 102 subay hakkındaki dava ve gerekse savcı Zekeriya Öz’ün 19 subayı acilen ifadeye çağırması, istenmeyen kişilerin terfilerinin ve komuta kademelerine gelmelerinin engellenmesi için başbakanın elinde bir gerekçe olarak kullanıldı.
Bütün bu gelişmelerde dikkati çeken soru şu: Genelkurmay başkanı İlker Başbuğ’un Hasan Iğsız’ın Kara Kuvvetleri Komutanlığında neden bu kadar ısrarcı olduğudur. İkinci olarak Hasan Iğsız seçeneğinin devre dışı kalmasından sonra silsileyi KoşanerGüner-Kalyoncu olarak kurmak isteme sebebi nedir? Konuyu yakından takip edenler çok kuvvetli olarak gündeme getirmeseler de görev süresinin bitiminden sonra İlker Başbuğ hakkında da hukuki sürecin başlatılma ihtimalinin bulunduğundan bahsetmektedirler. En azından bu konuda basında çıkan haberlerle normal süresi içerisinde atama kararlarını tamamlamayan ve bunda da ağırlıklı olarak payı bulunan İlker Başbuğ’a adeta birer tehdit göndermişlerdir. Belki de Başbuğ başına gelmesi muhtemel gelişmeleri dikkate alarak Erdal Ceylanoğlu’nun Kara Kuvvetleri Komutanlığına getirilmesine razı olmuştur.
Dikkat çeken gelişmelerden birisi de daha kıdemli orgeneral olan Jandarma Genel Komutanı Org. Necdet Özel’in Kara Kuvvetleri Komutanlığına atamasının yapılmaması ve Jandarma Genel Komutanlığında kalmasıdır. Böylelikle ilk kez bir Kara Kuvvetleri Komutanı Jandarma Genel Komutanından daha kıdemsiz oldu. Dikkat çekici bir diğer gelişme ise şudur: Atilla Işık’ın atama denkleminden çıkmasıdır. Bu istifa ile İlker Başbuğ, geleceğin Genelkurmay başkanı için kuvvetli aday olan Org. Necdet Özel’in Genelkurmay Başkanı olmasını engellemek istiyordu. Atilla Işık’ın emeklilik dilekçesini vermesiyle en kıdemli orgeneral olarak Necdet Özel Kara Kuvvetleri Komutanlığına atanacak ve buradaki görev süresini tamamlamasının ardından da emekli olacaktı. Buna göre Bağbuğ’un, Eylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
YAŞ’ta alınan kararların ilgililer tarafından imzalanarak Resmi gazetede yayınlan-
12
YAŞ’daYıkılan Teamül Erdal Ceylanoğlu’nun getirilmesiyle, Özel’in 3 yıl sonraki Genelkurmay Başkanlığı yolu açık tutulmuş oldu.
dığı şekline göre yeni komuta kademesi şu isimlerden oluşmaktadır. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner: 1945 yılında İzmir’de doğdu. 1992’de Tuğgeneralliğe, 1996’da Tümgeneralliğe, 2000’de Korgeneralliğe terfi etti. Korgeneral rütbesiyle Milli Savunma Bakanlığı Müsteşarlığı ve Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı görevlerinde bulundu. 2004’te orgeneralliğe terfi etti. Orgeneral rütbesi ile Ege Ordu Komutanlığı ve Genelkurmay II. Başkanlığı yaptıktan sonra 2006’da Jandarma Genel Komutanlığı’na, 2008’deki YAŞ toplantısında Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na atandı.
1. Ordu Komutanı Orgeneral Hayri Kıvrıkoğlu: Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bir Cumhurbaşkanı’nı Ercan Havalimanı’nda askeri törenle karşılamayan komutandı. Gül için askeri tören, Hayrünnisa Gül’ün katılmadığı Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda yapılmıştı. Bu durum, TSK’nın, devletin zirvesinde türbanlı bir cumhurbaşkanı eşi bulunmasına gösterdiği tepkinin bir yansıması olarak yorumlanmıştı. Eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun kuzeni olan ve askerler arasında sevilen bir komutan olarak tanınan Hayri Kıvrıkoğlu, 1948 yılında Konya’da doğdu.
Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Erdal Ceylanoğlu: Erdal Ceylanoğlu, Türkiye siyasi tarihine “Demokrasiye Balans Ayarı” olarak geçen 28 Şubat sürecinde Zırhlı Birlikler Okulu ve Eğitim Tümen Komutanı olarak görev yaptığı sırada tankları yürüten komutan olarak geçmişti. Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na kimin getirileceğine yönelik asker ile hükümet arasındaki çekişmenin yaşandığı kritik Yüksek Askeri Şura’da 1. Ordu Komutanlığı’na getirilmişti.
Ege Ordusu Komutanı Orgeneral Nusret Taşdeler: 2007-2008 yılları arasında Genelkurmay Harekât Başkanı sıfatıyla Başbakan Erdoğan’ın askeri danışmanlığını yaptı. 1951’de Samsun’da doğan Taşdeler, 1970’te Kara Harp Okulu’ndan, 1971’de Topçu ve Füze Okulu’ndan mezun oldu. Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alay Komutanlığı görevinde de bulundu. 2009 yılında Orgeneralliğe terfi eden Taşdeler, Harp Akademileri Komutanlığı’na atandı.
Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Necdet Özel: 1950’de Ankara’da doğdu. 1995’te Tuğgeneralliğe, 1999’da Tümgeneralliğe, 2003’te Korgeneralliğe, 2007’de Orgeneralliğe terfi etti. Orgeneral rütbesiyle Ege Ordu Komutanlığı yaptı. 2008’de yapılan YAŞ toplantısında 2. Ordu Komutanlığı’na atandı. Bu yıl yapılan YAŞ toplantısında 1. Ordu Komutanlığı’na getirilmesi planlandı. Ancak Kara Kuvvetleri Komutanı olması beklenen 1. Ordu Komutanı Orgeneral Hasan Iğsız’a hükümetin soğuk bakması, Iğsız’ın yerine bu koltuğa getirilmesi beklenen Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Atila Işık’ın da emekliliğini istemesi üzerine Jandarma Genel Komutanı oldu. Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na
Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Bilgin Balanlı: Harp Akademileri Komutanlığı’na gelen Genelkurmay 2. Başkan Yardımcısı Orgeneral Bilgin Balanlı’nın, önümüzdeki yıl Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na getirilmesi bekleniyor. 1948 yılında Ankara’da doğan Balanlı, 1967 yılında Hava Harp Okulu’ndan, 1968 yılında Uçuş Okulu’ndan mezun oldu. Her ne kadar gerek Başbakan’ın gerekse Cumhurbaşkanının müdahalesi ile İlker Başbuğ tarafından önerilen isimler Kara Kuvvetleri Komutanlığına gelmedi ise de görünüşe bakıldığında ordudaki kemikleşmiş yapı
13
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
YAŞ’daYıkılan Teamül çözülmüş sayılmaz. YAŞ kararlarına cumhuriyet tarihinde ilk defa Başbakanın etkin müdahalesinin yaşanmasına rağmen yeni komuta kademesinin de aynı yapıyı taşıdığı söylenebilir. Ancak burada surda bir gedik açılmıştır. Yani bundan sonra yapılacak olan şuralar üzerinde daha etkili bir yapının alt yapısı oluşturulmuş sayılır. Tabiri caizse ipin ucu bulunmuş ve bundan sonra yumağın çözülmesi hem hız kazanacak hem de biraz daha kolaylaşacaktır. Zira bu şûrada Hasan Iğsız, Atilla Işık gibi Orgeneral rütbesindeki iki askerin emekliliği ile silsile bozulurken diğer taraftan haklarında soruşturma açılan 11 askerin ise terfileri yapılmamıştır. Muhtemeldir ki bunun yanı sıra generallik rütbesine yükselecek olan albaylar için de benzeri durumlar yaşanmıştır. Belki de bu şuranın en önemli özelliği, bundan sonraki komuta kademesini oluşturacak olan komutan silsilesinin Amerika’nın istediği şekilde şekillenmeye başlamasının alt yapısını oluşturmasıdır. Yoksa bazı generallerin bekledikleri görevlere gelmemiş olmaları şu ana kadar oluşturulan yapının aksine bir gelişme göstermemiş gibi gözüküyor. Dolayısıyla önümüzdeki yıllarda yapılacak olan Yüksek Askeri Şura toplantılarında terfi alacak olan generaller ve komuta kademesinin daha yakından takip edilmesi gerekir. Diğer bir ifade ile düğüm önümüzdeki yıllarda zamana yayılı olarak tümüyle çözülecek gibi.
Ancak burada önemli olan husus şudur: Bütün bu gelişmelere bağlı olarak mevcut şartlar içerisinde ne türlü değişiklik olursa olsun bu sonuç kesinlikle bu halkın çıkarına olmayacaktır. Çünkü giriş kısımlarında da belirttiğimiz gibi demokratik sistem ve kapitalizm var oldukça bu halkın huzur bulması hiçbir surette mümkün değildir. Zira demokrasi Allah nezdinde küfürdür, tarihin en büyük yalanıdır, fesat sistemidir. İkinci olarak sisteme bugüne kadar sahip olan İngilizcilerin ellerindeki bu gücün Amerikancılar tarafından alınmasından başka bir değişiklik de olmayacaktır. Her ne kadar bugünkü iktidar hem kendilerini hem de halkı farklı gerekçelerle kandırıyor olsa da sonuçta bir sömürgeciden kurtulup diğerine ram olmak, onların medeniyetlerini, kültürlerini kabullenmek söz konusudur. Bu ise felaketin ta kendisidir. Çünkü Allah Azze ve Celle ancak kendi katından indirilenlerin hak olduğunu bunun dışında kalanların ise sapıklıktan, dalaletten başka bir şey olmadığını bildirmektedir. Şöyle buyurmaktadır: ين َ ِن َرب َ ِن ال ُْم ْم َتر َ ِّك َفال َتكُوَن َّن م ْ ْح ُّق م َ اَل “Hak (ancak) Rabbindendir. Sakın şüpheye düşenlerden olma!” (Bakara 147) ُّ َف ٰذلِكُم ال ٰلّ ُه رُّبكُم ال َّ ْح ِّق اِال الل َفاَ ّٰنى ُ الض َ ْحق َف َماذَا َب ْع َد ال َ ُ َ ُ ون َ ص َرُف ْ ُت “İşte O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah’tır. Hak’tan sonra sapıklıktan başka ne vardır. O hâlde, nasıl oluyor da (Hak’tan) döndürülüyorsunuz?” (Yunus 32)
Zira Amerika işin üzerinde tüm ciddiyetiyle durmaktadır. Önümüzdeki yıllarda terfi alacak olan albaylar ve generaller, Türkiye’deki gidişatı, konumlarını, geleceklerini, askerler üzerinde sürekli olarak var olan yargı dahil her türlü baskıyı dikkate alarak, kısacası kişisel çıkarlarını önemseyerek yavaş yavaş çizgilerini değiştireceklerdir. Bu çizgiyi değiştirmek istemeyenler ise zaman içerisinde eritileceklerdir.
Eylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
Tek çözüm ve çıkar yol; aklı başında, kalbinde iman bulunan subayların her iki tarafa da meyletmeden Allah’a ve Rasulüne teslim olma yolunu, İslam’ın yeniden hayata hâkim kılmak için çalışanlara yardım etme yolunu tercih etmeleridir.
14
İbrahim ER
H
parken de en çok Anayasanın geçici 15. Maddesinin iptali yani darbecilere yargı yolunun açılması konusu gündem yapılmaktadır. Bu kasıtla, o dönemin mağdurları ekranlara çıkarılmakta ve onların yaşadığı acılar ve uğradıkları haksızlıklar insanlara anlatılmaya çalışılmaktadır. Darbelerin mağdur ettiği insanların ve bu darbeler neticesinde kararan hayatların sayısı elbette çoktur. Muhakkak ki bunlar tasvip edilecek şeyler de değildirler ancak; yürürlükten kaldırılacak olan geçici 15. madde 1982 darbesini gerçekleştiren “Güvenlik Konseyi” üyelerinin yargılanmaması ile ilgilidir. O üyelerin de bugün çoğu hayatta değildirler, hayatta olanları da doksan yaşının üstündedirler. Dolayısı ile hükümet ve onun yandaş medyası tarafından topluma demokratikleşme ve aydınlanma mesajlarıyla birlikte sunulmaya çalışılan bu referandumun önemini anlatmak için, geçici 15. maddeye ve darbe mağdurlarına dikkat çekmek duygu sömürüsü yapmaktan başka bir şey değildir ve asıl hedeflenen unsurların ikinci
atırlanacağı üzere Yüksek Seçim Kurulu 13 Mayıs 2010 günü “Anayasa Değişiklik Paketi” ile ilgili referandum tarihini 12 Eylül olarak belirlemiş, Anayasa Mahkemesi de bu paketin bazı maddelerinin iptali ve yürütmesinin durdurulması istemiyle açılan davayı, 7 Temmuz 2010 tarihinde reddederek bazı kısmi iptallerle birlikte paketin referanduma götürüleceği yönünde karar almıştır. Bu tarihten itibaren de bu husus kamuoyunun sürekli gündeminde tutulmaya çalışılarak, toplum nezdinde suni bir referandum heyecanı oluşturulmaya çalışılmaktadır. Oluşturulmaya çalışılan bu heyecan zaman zaman gerçekleştirilen terör eylemleriyle bölünmekle birlikte, referandum tarihi yaklaştıkça; bu referandumun halkın kurtuluşu olduğu ve bu referandumla birlikte demokratikleşmenin önündeki engellerin de yıkılacağı anlayışı iktidar partisi ve yandaşları tarafından ısrarla topluma verilerek, bu hava sıcak tutulmaya çalışılmaktadır. Bunun ya-
15
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
Ordudaki Tasfiyeler ve Yargıdaki Düzenlemelerin... plana itilmesini sağlamaktır. Eğer gözyaşları içinde anlatılan bu darbe mağduriyetleri ile ilgili yaşananlar, bir daha darbe olmasın kastıyla yapılıyorsa; ne yapılacak yeni anayasaların, ne de mevcut anayasalarda yapılacak kısmi değişikliklerin darbeleri önleme gibi bir kabiliyetleri yoktur. Zaten darbelerde her ne kadar asıl hedef olmasa da, görünürdeki hedef anayasalardır. Bu yüzden darbeleri önlemenin yolu anayasa değişiklikleri değildir.
anlayışları da desteklemektedir.
Yalnızca bu farklı iki yaklaşımın varlığı bile Türkiye’nin yapısıyla ilgili gerçekleri net bir şekilde ortaya koymaktadır. Sonuçta bir mücadelenin ve çekişmenin varlığı kesindir. Bu mücadele de ABD destekli “AKP Hükümeti” ile İngiltere destekli “Ulusalcı Laiklerin” bariz mücadelesidir. Bu bariz mücadelenin referandum ve sonrası ile ilgili söylemleri de bu tezimizi doğrulamaktadır. DeğişAnayasa Değişiklik Paketi içerik açısıntirilmesi düşünülen anayasa maddelerinden dan incelendiğinde, birbiriyle hiç alakası oluşan bu pakette, Anayasa Mahkemesi ile olmayan konuların bu paHSYK’nın yapısını ve işleket içerisinde yer alması yişini yeniden düzenleyen Anayasa Değişiklik Paketi ve bunların hep birlikte değişiklikleri içeren madİçerik Açısından İncelendiğinde, ve tek seferde oylamaya deler asıl maddelerdir. Bu Birbiriyle Hiç Alakası Olmayan götürülecek olması dikkat yüzden bütün çekişme de Konuların Bu Paket İçerisinde çekici bir husustur. Mesebu iki madde üzerindeYer Alması ve Bunların Hep la bu pakette; çocuk, yaşlı dir. “Ulusalcılara göre bu Birlikte ve Tek Seferde Oylamaya ve engellilere yönelik poiki maddeyle birlikte yargı Götürülecek Olması Dikkat zitif ayrımcılık uygulanbağımsızlığı ortadan kalkaÇekici Bir Husustur. ması, memurlara toplu caktır ve hükümetin emrinde ...Çocuk, Yaşlı ve Engellilere sözleşme hakkı verilmesi, hareket eden bir yargı ortaYönelik Pozitif Ayrımcılık, MeKamu Denetçiliği Kuruya çıkacaktır yani hükümet murlara Toplu Sözleşme Hakkı, kendi yargısını oluşturacakmu oluşturulması, YAŞ Kamu Denetçiliği Kurumu, Yaş tır. Hükümete göre ise, şu kararlarına yargı yolunun Kararlarına Yargı Yolu, Anayasa anki yargı “Laik Kemalist” açılması gibi maddelerle Mahkemesi İle Hsyk’nın Yapısı anlayışın tesirinde hareket birlikte, Anayasa Mahkeve İşleyişinin Değiştirilmesi... mesi ile HSYK’nın (Haeden bir yargıdır ve kesinlikkimler ve Savcılar Yüksek le bağımsız olmayıp ulusalcı Kurulu) yapısı ve işleyişinin değiştirilmesi yapıyı korumak ve ona muhalif olan her şeyi yok ve yeniden düzenlenmesi konuları da yer aletmek üzere programlanmıştır. Bu referandumla maktadır. Bu husus bu tasarı için hayır oyu birlikte yapılacak yeni düzenlemeler yargıyı bakullanacakların ve buna çağrıda bulunanlağımsız hale getirecektir.” rın öncelikli itiraz sebeplerinden biridir. AyBurada yargının durumuyla ilgili çok fazrıca onlara göre maddelerin bu şekilde topla detaya girmeye gerek yoktur. Kapitalist luca oylanması; Bu değişiklik paketi AKP iktisistemin esası itibarıyla incelenmesi, bu sisdarının dayatmacı anlayışının bir ürünüdür, asıl temde yargı bağımsızlığının oluşmasının imamaç yargıyı ele geçirmektir ki bu da sivil diktayı kansız olduğunu ortaya koymaktadır. Çünoluşturacak gidişatın ilk adımıdır. Sonuçta topkü kapital/sermaye yönetimde güç demektir lum kendi kaderini oylayacak ve ya vesayet altına ve bu güç de sistemin bütün unsurlarını yagirecek ya da bundan kurtulacaktır, bu yüzden bu nına çektiği gibi yargıyı da kesinlikle yanına paket mutlaka reddedilmelidir. Şeklinde oluşan Eylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
16
Ordudaki Tasfiyeler ve Yargıdaki Düzenlemelerin... çekmektedir. Bu durum bütün Kapitalist Ülkeler için geçerli olduğu gibi Türkiye için de geçerlidir. Bu yüzden referandumun taraflarının ikisinin birden meseleyi “yargı bağımsızlığı” açısından değerlendirmeleri gerçekçi değildir. Zira sözde bu bağımsızlığın dayandığı “kuvvetler ayrılığı” prensibi, vakıası olmayan bir varsayımdır. Mesele yalnızca Türkiye’de yargı gibi büyük ve etkili bir gücün el değiştirmesi yada bu el değiştirmenin engellenmesi ile ilgili bir meseledir. Kısacası güç dengelerinde meydana gelen değişimin oluşturduğu bir sancıdır. Yine bu süreçte ortaya çıkan ve gerçekçi olmayan fakat ilginç olan bir diğer husus da, tarafların ikisinde birden aniden ortaya çıkan toplum/halk sevgisidir(!). Son dönemde konuyla ilgili oluşabilecek olumlu ya da olumsuz gelişmelerin sürekli olarak toplum üzerindeki tesirleri ve sonuçları açısından değerlendirilip fayda ve zarar açısından sürekli topluma bağlanması dikkat çekici bir hale gelmiştir.
sonu gelmiş olacaktır...” Temmuz ayı sonunda yapılan ve ordu içindeki terfilerin, atamaların ve yeni komuta kademesinin belirlendiği YAŞ (Yüksek Askeri Şura) Toplantıları ve bu toplantılarda alınan kararlarda da aynı hava estirilmiştir. Aslında askerin yapısının düzenlenmesinin veya ordu içindeki cunta yapılanmasının tasfiye edilmesinin toplumu ilgilendiren hiçbir yönü yoktur. Ancak PKK eylemleri ve karakol baskınları sırasında oluşan ihmallerin ifşa edilmesi ve hatta yapılan ihanetlerle ilgili iddiaların ortaya atılıp bunların ses kayıtlarıyla desteklenmesi suretiyle mesele toplumsal bir hale getirilmeye çalışılmaktadır. Esasen orduyla ilgili vakıa da bu hususta yapılması planlananlar da gerçeği yansıtmamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Ordusu, “Laik Kemalist” anlayış üzerine kurulmuş bir ordudur. Dolayısıyla ordu içinde oluştuğu iddia edilen ve “cuntacı yapı” olarak bilinen bu yapı aslında bu ordunun doğal halidir. Çünkü onun tek görevi Laik Demokratik Cumhuriyeti yani bu devletin kurucusu olan ve kendilerini de bu toprakların efendisi kabul eden ulusalcı anlayışın varlığını devam ettirmektir. Eğer objektif olarak incelenirse görülecektir ki; Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra ve özellikle de tek parti diktatörlüğü dönemlerinde bu ordunun tek görevi, devleti “kendi halkından” korumak olmuştur. Dolayısıyla bu yapı ulusalcıların en sağlam kalesi konumundadır ve Türkiye üzerindeki ABD çöreklenmesinin önünde büyük bir engeldir. Bu yüzden iki tarafın mücadelesinde gelinen nokta; ordu içerisinde var olan ulu-
Aynı durum ordu içindeki tasfiyelerde de kendisini net bir şekilde göstermektedir. 2007 yılında çete bağlantılarının çözümüyle başlayan, daha sonra da darbe yapılanmalarının ifşası ile daha büyük boyutlara ulaşan orduya yönelik hamlelerde de estirilen hava aynıdır. Yani “her şey halk içindir, sonuçta milletin gözbebeği olan ordunun içerisinde bir cunta oluşmuştur ve bu oluşumun ortadan kaldırılması gerekmektedir. Bu cuntanın ortadan kaldırılmasıyla birlikte milletin büyük sıkıntılar çekmesine neden olan ve ülkeyi her açıdan geriye götürüp demokrasiyi askıya alan darbe dönemlerinin de
17
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
Ordudaki Tasfiyeler ve Yargıdaki Düzenlemelerin... salcı zihniyeti tasfiye edilip Amerikancı AKP Hükümetinin çizgisi doğrultusunda yeni atamalarla yeni bir ordu meydana getirme mücadelesidir. Sonuçta bu durumun da tarafların iddia ettiğinin tersine halkla ve halkın menfaatleriyle bir ilgisi yoktur.
lümanlara yönelik bu uygulama, Türkiye Cumhuriyeti’nin şu anki “iki kutbu” için de aynıdır. İşte onların samimiyeti de toplumun çıkarlarına bakışı da bu şekildedir ve onların hiçbirisi toplumun gerçek maslahatları hususunda kesinlikle samimi değildirler. Onların her zamanki gibi tek bir dertleri vardır o da, efendilerinin kendilerine vermiş olduğu görevleri hakkıyla yerine getirebilmek için şiddetle ihtiyaç duydukları bu halkın elinde olan oylardır. Yani en basit ifadeyle “oy avcılığı” yapmaktadırlar ve bunun için de toplumu bu sürece ve kendi anlayışlarına dahil etmeye çalışmaktadırlar.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğundan bu yana yapılan hiçbir icraatta halkın herhangi bir etkisi söz konusu olmadığı gibi, gerçekleştirilen bu icraatlarda halkın menfaatleri lehine olan hususlar da kesinlikle gözetilmemiştir. Bu sebeple ne ordudaki tasfiyeler hususunda ne de yargıdaki düzenlemeler hususunda toplumu ilgilendiren hiçbir yön yoktur ve gelişmelerden halka yansıyacak olan herhangi bir müsbet durum da söz konusu değildir. Zaten onlar da bu gelişmelerin içerisinde halkın bulunmasını ve aktif rol oynamasını kesinlikle istemezler. Bu yüzden de halkın bu gelişmelerden ve bu gelişmelerin içeriğinden hiçbir şekilde haberi olmaz. Böyle bir durum, sömürgeci kafirlerin ve onların ajanlarının menfaatlerine aykırı bir ortamı meydana getirecektir: “Mesela toplumun yıllardır çekmiş olduğu sıkıntıların sebebi şu anda tatbik edilen gayri İslami hayat nizamıdır yani problem bizzat mevcut sistemin kendisidir. Toplumun maslahatları/menfaatleri ise bu gayri İslami hayat nizamının ortadan kaldırılıp yerine İslami bir hayat nizamının getirilmesini gerektirir ki bu da Hilâfet’in yeniden ikamesi demektir. Halkın maslahatları bunu gerektirirken sömürgeci kafirler ve onların işbirlikçileri ise kendi bekaları için bu duruma kesinlikle yanaşmazlar ve bu konudaki istekleri ve çalışmaları da şiddetle bastırma yoluna giderler. Çünkü fikri olarak ortaya koyabilecekleri herhangi bir şey yoktur ve -hakla- mücadele edemeyeceklerini çok iyi bilmektedirler. Onun için İslam fikrine dayalı her türlü fikri ve siyasi mücadele terör suçu kapsamında değerlendirilerek, bu fikrin taşıyıcılığını yapanlar çok uzun süreli hapis cezalarına çarptırılmak suretiyle yok edilmeye çalışılmaktadırlar.” MüsEylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
İşte devletin halka bakışı bu şekildedir. Genelde de halkını, “askere götüreceği ve vergi alacağı” zaman hatırlar. Bunun dışında da seçim zamanları halktan bir parça haline gelinir. Bu ülkenin tarihinde bu söylediklerimizi doğrulayacak ve halkın gerçek değerini ortaya koyacak binlerce hadise mevcuttur. Devlet, egemenliği kayıtsız-şartsız millete vermiştir ve devlet bu şiar üzerine varlığını devam ettirecektir ancak, ne milletin egemenliğe bir katkısı vardır ne de böyle bir şeyden haberi vardır. Şayet haberi olsaydı, Allah Subhanehu ve Teala’ya ait olan egemenliğin bir başkasına verilmesini zaten kesinlikle kabul etmeyecekti. Yalnızca onların bakış açılarıyla yaşananlara baktığımızda bile bir sürü gerçek dışı söylem ve uygulamalarla bu halkın nasıl kenara itildiğini görebiliriz. Mesela: Cumhuriyetin kuruluşu halkın büyük desteği sağlanarak gerçekleştirilmiş ve toplumun büyük bir kesimi bu gelişmeyi coşkuyla karşılamıştır. Fakat her nedense yıllarca toplum hazır olmadığı için serbest demokratik bir seçim yapılamamıştır ve hatta böyle bir şeye cesaret bile edilememiştir. 2007 yılında Cumhurbaşkanı’nı halkın seçmesi gündeme geldiğinde de toplumun hazır olmadığı ve
18
Ordudaki Tasfiyeler ve Yargıdaki Düzenlemelerin... cahil olduğu söylemleri belli bir kesim tarafından gündeme getirilmiştir. Bu sistem toplumu 87 yılda kendi bekası için bile hazırlayamadıysa ve cahil kalmasına sebep olduysa bunun tek sebebi kendi halkına olan bakışı ve ona vermiş olduğu değerdir.
da kenetlenmelerini sağlardı. İslam tarihi bunun örnekleriyle doludur. Bu süreç sonunda Demokrat Parti’ye yönelik oluşan teveccüh ise, insanların “denize düştüklerinden dolayı yılana sarılmaları” şeklinde ifade edilebilir.
Şu an hükümette bulunan ve ABD’nin desCumhuriyet gazetesinin “Bir Kültür Hizteğiyle Türkiye’deki Ulusalcı yapıyla mücameti” olarak verdiği ve 27 Mayıs darbesini dele eden muhafazakâr görünümlü AKP zihkonu alıp onu meşru bir devrim olarak gösniyetinin halka karşı bakışı da diğeriyle aynı teren “27 Mayıs Öldü Mü?” isimli belgesel doğrultudadır. Aralarında yalnızca üsluplar CD’de; O dönem CHP’yi yıpratan şartlar, bazında farklılıklar mevcuttur. O farklılıklar Demokrat Parti’nin politikaları ve ona giden da halkın içerisinden gözüken ve halka yatepki oylarından bahsedilirken kullanılan kınlıklarıyla tanınan isimlerin lider olarak ön ifadeler de oldukça dikkat çekicidir. Aslında plana çıkarılmalarında gizlidir. Üslup olarak dikkat çekici bu ifadeler, toplumun değer verdiği Onlara göre yeni iktidar; Ulusalcı zihniyetin tophususlar hakkında yapılan “Cumhuriyet kırgınlarını, luma/halka nasıl baktığıçok küçük söylemler ve Osmanlı küskünlerini, nın anlaşılması açısından sergilenen basit görüntüdevrim karşıtlarını, şeriat önemlidir yoksa seçimi kiler bile yıllardan bu yana düşkünlerini ve cehaletten min kazandığı ve oyların büyük sıkıntılar çekmiş ve kime gittiği hususlarının asla kurtulamamış demokrasi sürekli arayışta bırakılmış bizim açımızdan hiçbir bu toplum için bir teveccüh düşmanlarını” okşayarak önemi yoktur. Onlara göre vesilesi olmaktadır. İşte bu başarıyı elde etmiştir. yeni iktidar; “Cumhuriyet onların vurduğu nokta da Ulusalcı zihniyetin bu kırgınlarını, Osmanlı küsküntam burasıdır. Şu ana kadar sıfatları yakıştırdığı lerini, devrim karşıtlarını, şetoplumun sıkıntılarından kesimin oranı %57’dir. riat düşkünlerini ve cehaletten hiç birisi giderilememiştir. Bu da halkın yarısından asla kurtulamamış demokrasi Ne ekonomik açıdan bir rafazlası demektir. düşmanlarını” okşayarak bu hatlama sağlanabilmiş, ne başarıyı elde etmiştir. Ulusalcı zihniyetin bu de toplumun temel ihtiyaçlarından eğitim, sıfatları yakıştırdığı kesimin oranı %57’dir. sağlık, güvenlik gibi hususlardan birisi hakBu da halkın yarısından fazlası demektir. kında köklü bir çözüm ortaya konulabilmişAslında ortada olmayan kendileridir. İşte tir. Kendi muhafazakâr tabanlarının kendilebu zihniyetteki toplumla ilgili var olan sakat rinden beklediği başörtüsü meselesi gibi İsbakış bu şekildedir. Bu sakat bakışın oluşturlami çözümler hususunda da hiçbir gelişme duğu tek parti diktasının neticesi de ulusalcı olmamıştır. Olması da mümkün değildir; anlayışa bu şekilde yansımıştır. Yoksa aynı Çünkü toplumun bel bağladığı ve Müsbelgeselde bahsedildiği gibi bu yaşananlar lümanların kendisine dört elle sarıldığı AKP ulusalcılar açısından II. Dünya Savaşı’nın hükümeti, onun arkasında olan ve ondan ağır şartlarının bedeli falan değildir. Eğer desteklerini esirgemeyen güçlerin çizgisiyle onlar gerçekten halktan bir parça olup topaynı paralelde gitmek zorundadır. Bu çizgi lumla iç içe yaşayabilselerdi, bu savaş ve de kendisiyle çalışmanın ve kendisine davet yaşanan sıkıntılar onların birbirlerine daha
19
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
Ordudaki Tasfiyeler ve Yargıdaki Düzenlemelerin... etmenin caiz olmadığı demokrasi çizgisidir. Bu Allah Subhanehu ve Teala’dan başkasının egemenliği altına girmeyi ve onu kabul etmeyi gerektiren bir durumdur. Bu hassas konunun ihlali ortadayken, sahasına inilen demokrasinin araç mı yoksa amaç mı? olduğu gibi kafa karıştırıcı noktalarda değerlendirmeler yapılarak dikkatlerin farklı yönlere kaydırılmaya çalışılması ise abesle iştigalin ta kendisidir. Bu yüzden bu zihniyetin topluma bakışının demokratik zaviyeden olması kaçınılmaz bir durumdur. Onun için ortaya koyulacak çözümler de demokratik çözümler olacaktır. Zaten kendilerinin söylemleri de bu doğrultudadır ve açıkça demokrasiyi ve özgürlükleri savunmaktadırlar. Bu durum ise adaletin asla tesis edilemeyeceğinin, insanların sıkıntılarının giderilemeyeceğinin, İslam adına en ufak bir gelişmenin yaşanmayacağının çok açık bir görüntüsüdür. Çünkü mesele ordudaki ve yargıdaki İslama ve topluma karşı oluşumlar ve onların yaptığı engellemeler değil, mesele AKP’nin sahip olduğu anlayış ve izlediği demokratik yoldur.
mun sorunlarını hissetmekten gafil olurlar. Çünkü onlar; ağır bir hastasını imkansızlıklardan dolayı tedavi ettiremeyen bir hasta yakınını dramını, yokluktan dolayı çocuğunun küçücük bir isteğini bile karşılayamayan bir babanın sıkıntısını ve ocağında pişirecek bir şeyi olmayan bir annenin çocukları karşısındaki ezikliğini anlayamazlar. Karşılarında sıkıntılarını duyurabilecekleri bir muhatabın olmamasının ve sahipsizliğin ne anlama geldiğini bilmezler. Toplumun yozlaşmasıyla ortaya çıkan her tür pis ilişkilerden ve tehditlerden evlatlarını nasıl koruyacaklarını düşünmezler. Bütün varını yoğunu ortaya dökerek çocuklarını büyük bir umutla okutup, sonra da çocuklarının tahsillerine rağmen iş bulamamalarının ne demek olduğunun da farkında olmazlar. Onlar sahip oldukları berrak İslami anlayışlarıyla yapmış oldukları fikri ve siyasi mücadeleler neticesinde terörist damgası yiyerek yıllarca hapse mahkum edilen insanların durumunu ve onların ailelerinin yaşadıklarını da umursamazlar. Çünkü onlar toplumun ne demek olduğunu bilmezler.
Onlar şimdilik önlerindeki Laik Kemalist yapıyı engel olarak gösteriyor olsalar ve referandum sonrasını da bir milat olarak lanse etmeye çalışsalar da, geçmesi muhtemel bu referandum yalnızca kendilerinin egemenliklerini pekiştirip hareket sahalarını rahatlatarak ABD’nin bölgedeki elini güçlendirecektir. Ancak bu durum AKP’nin önündeki engellerin kalkmasıyla O’nun kendi başına hareket edeceği ve istediği uygulamaları yapacağı anlamına da gelmemektedir. Bu nedenle toplumun beklentilerine yönelik hiçbir ciddi gelişme sağlanamayacak ve toplum unutulup seçim dönemine kadar yine bir kenara atılacaktır. Biz bunun böyle olacağından eminiz ve bekleyip hep birlikte göreceğiz.
Bu yüzden ordudaki ve yargıdaki bir takım gelişmeleri toplumun çıkarlarıyla özdeşleştirmek ve toplumu bu meseleye dahil etmek sadece oy kaygısından ortaya çıkan bir görüntüdür. Bir halkın bütün geleceğini bir referanduma bağlamak veya bu geleceği o referandumda göstermek iyi niyetten mahrum çok basit bir düşüncenin ürünüdür. İşte bu düşüncenin varlığı bu süreçte, bu toplumun yararına hiçbir şeyin olmayacağının ve topluma hiçbir iyileşmenin yansımayacağının açık delilidir. Müslümanlardan meydana gelen bu toplumun maslahatları yine bu toplumun değişiminde gizlidir. Gayri İslami bir toplum olan bu toplumu İslami bir topluma dönüştürmek, kısacası İslami hayatı yeniden başlatmak bütün problemlerin gerçek ve köklü çözümlerini de ortaya koyacaktır.
Yönetimler toplumla aynı cinsten olup, onunla iç içe yaşamadıkları müddetçe toplu-
Eylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
20
Haluk ÖZDOĞAN
H
“çağa uygun” başka bir dönüşüme tâbi tutulmaktadır. Hatta bu dönüşüm mevcut hükümet tarafından çoktan “yeni bir zihniyet inşası” olarak isimlendirilmiştir. Bu dönüşüm KöklüDeğişim’in birçok sayısında dile getirildiği gibi “katı laiklik” yerine “ılımlı laiklik”in yerleştirilmesinden başka bir şey de değildir. Maalesef Müslüman halkımız da bu aşamada iki “şer” arasında “ehven”i tercih etme noktasına sürüklenmekte, zorbaların kan kusturarak zorla içirmeye çalıştığı batılı “zehir”in 21. yüzyıl versiyonunu “İslami görünümlü” demokratların elinden gönüllü içer hale getirilmektedir. Dünya ve ahiretteki sonuçları göz ardı edilerek “denize düşen yılana sarılır” misali bir telaş, bu ahval içinde ılımlı laik-muhafazakâr demokratlar ile katı Laik-Ulusalcı-Kemalist kadrolar arasındaki her kapışmada “bir rövanş alma heyecanı” yaşanmaktadır. Bu heyecan son dönemde “anayasa değişikliği referandumu” oy-alaması sürecinde daha çok barizleşmiştir.
er ne zaman “halka rağmen, halk için” sözünü duysak, Türkiye’de ilk akla gelen Hilafet’i ilga edip yerine kıblesi batıya dönük, laik esasa dayalı yönetimi vücuda getiren, batılılaşma adına toplumdaki İslamî değerleri gerici, bu değerlere inananları ise potansiyel “mürteci” kabul eden, halkı “medeniyetsiz ve yobaz” olarak niteleyip, halkın inancına “rağmen”, “halk için” batılı değerler ışığında “medeniyet” inşasına kalkışan, zorba zihniyet akla gelir. Ancak unutulan, görmezden gelinen veya ılımlı bir şekilde yürütüldüğü için, “cumhuriyet rejiminin topluma yaşattığı acıların intikamı alınıyor”muş görüntüsü verildiği için, farkına varılamayan, “devletin askeri vesayetten kurtarılması”, “söz milletin”, “bürokratik oligarşiye son”, “halkın iktidarı”, “darbecilerle hesaplaşma” ve bunun gibi birçok slogan altında, kurucu zorba zihniyetten artık yaka silker hale gelmiş Müslüman Türkiye halkı, yine batı menşeli demokratik değerlerin iyiden iyiye pekiştirildiği, yine halkın İslamî değerlerine “rağmen”, “halk için”,
“Halka rağmen”, “halk için”miş gibi gösterilen bu kapışmalardan biri de Ağustos ayı
21
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
Ordu ve Hükümet Arasında Geçen YAŞ Krizi başında nükseden “YAŞ krizi”nde gözlenmiştir. İktidarın Başbakanı daha önce sadece TSK ile ilişiği kesilen personel hakkında şerh düşme şeklinde gösterdiği “yasal iradesi”ni anayasa referandumunun gündemde ağırlığını koruduğu süreçte, bu defa varlığı kendinden menkul “askeri teamüller(?)” in işlediği komuta kademesinin belirlenmesinde “yasal irade”sine başvurma gereği duymuştur. Zira iktidar Türkiye’de gerçekleştirmek istediği dönüşümü uzun soluklu olarak nitelendirmekte, ileride kendine ayak bağı olacak bir komuta kademesi istememektedir. Öte yandan iradesini kullanabilen bir yönetici profili çizilerek halkta güven havası oluşturulmakta ve referandum sürecinde YAŞ krizi üzerinden azami derecede faydalanma arzulanmaktadır. Nitekim Başbakan Erdoğan, kullandığı “irade”sini topluma şu şekilde duyurmaktadır: “Teamüller başka, yasalar başka bir şeydir. TSK’yı teamüllerle yönetemeyiz. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin şaibesiz bir şekilde geleceğe yürümesi gerekir. Spekülasyonlara fırsat vermememiz gerekir.”
sitesinde yayınlanan “E-Muhtıra”, “siyaset, askeri vesayetten kurtarılmalı söylemi” için tam bir zemin oluşturmuştu. 12 Haziran 2007’de Ümraniye’de gerçekleşen ve Ergenekon Operasyonu’nun başlangıcı olan bir gecekonduya yapılan baskın, Poyrazköy’de ele geçirilen askeri mühimmat, “İrtica ile Mücadele Eylem Planı”, “Balyoz Darbe Planı”, birbiri ardına gelen karakol baskınları ve TSK’daki istihbarat zafiyetleri, “Bülent Arınç’a suikast girişimi”, son olarak bir ses kaydıyla ortaya çıkarılan istihbarat toplayan insansız uçak “Heron”ların düşürülmesi talimatı” ve bunlar gibi sonu gelmez birçok olgu, TSK üzerindeki şaibeleri hep canlı tutmuştur. Parçaları birleştirmeye yardım etmek adına bir hususu da hatırlatmadan geçmek istemiyorum; Cumhuriyet’in kurulduğu dönemde birinci devlet konumunda-ki İngiltere’nin, Türkiye’yi ilk tanıyan ülke olarak, Türkiye’ye biçtiği rolden, bu rolün koruyucusu konumundaki silahlı gücün TSK olduğu yolundaki olguyla, ABD’nin birinci devlet olup, İngiltere’nin yerini alması, uluslararası önceki dengeleri kendi lehine yeni bir dizayna tabi tuttuğunu, İngiltere’nin ise bu aşamadan sonra artık nüfuzunu ABD’yle birlikte görünerek korumaya çalıştığını, Türkiye’de de nüfuzunu tamamen kaybetmemek adına üslup değişikliğine giderek, ABD ile bir uzlaşıya vardığını ve 13 Mayıs 2008’de İngiltere Kraliçesi’nin Türkiye ziyaretinde sergilediği imajın söz konusu üslup değişikliğinin işareti olduğunu, bu üslup değişikliğine adapte olamayan veya zaten deşifre olmuş eski kad-
(www.turktime.com, 12.08.2010)
Konunun bir diğer yönü ise acaba Erdoğan iradesinde yalnız mıdır? Erdoğan’ın “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin şaibesiz bir şekilde geleceğe yürümesi gerekir. Spekülasyonlara fırsat vermememiz gerekir” sözünden ne anlamalıyız? 29 Mart 2007 tarihli Nokta Dergisi’nde yayınlanan “Darbe Günlükleri” ile bütün dikkatler TSK üzerinde yoğunlaştırılmaya başlanmıştı. 27 Nisan 2007 TSK’nin internet Eylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
22
Ordu ve Hükümet Arasında Geçen YAŞ Krizi roların tasfiyesinde İngiltere’nin de muvafakat ettiğine yine KöklüDeğişim’in önceki sayılarında bazı yazarlarımız yer vermişlerdi.
TSK’nın da muvafakati söz konusudur. Gelelim YAŞ’daki atama krizinde yaşananlara; öncelikle AKP yargıdaki etkisini kullanarak, darbe girişimi olarak deşifre edilen “Balyoz Darbe Planı” kapsamında 102 kişi hakkında Yüksek Askeri Şura toplantıları öncesi yakalama kararı çıkartarak, bu kişiler arasında terfi bekleyen 11 general ve amiralin terfilerini engelledi. Hâlbuki daha önce “balyoz” davasıyla ilgili tüm tutuklu sanıklar serbest bırakılmışlardı. Yine yargıdaki gücü yoluyla 2009’da gündeme gelen “İnternet Andıcı” davasıyla ilgili olarak “teamüllere göre(?)” 1. Ordu Komutanlığı’ndan Kara Kuvvetleri Komutanlığı (KKK)’na daha sonra da Genelkurmay Başkanlığı’na geçmeyi bekleyen Hasan Iğsız ifadeye çağrılıp, “yargılaması süren personelin terfii yapılamaz” hükmünden faydalanılarak bu generalin de terfisi durduruldu. Ordu (TSK) tarafından gelen bir tepki olarak algılansa da, hükümet kanadının işini kolaylaştıran gelişme, Hasan Iğsız yerine KKK için düşünülen Atilla Işık’ın istifası oldu. KKK’na atama yapılmayınca Genelkurmay Başkanlığı ataması da bekletildi. Bu esnada Genelkurmay Başkanı Başbuğ ile Recep Erdoğan arasında geçen görüşme sonrasında “balyoz” davasıyla ilgili yakalama kararları iptal edildi. Bu durum Başbuğ’a TSK içinden gelen tazyiki hafifletti. Zira “Balyoz”la ilgili yakalama kararları kalkmış olsa da, yargılamaları süren generallerin yine terfilerine engel teşkil etmekteydi. Başbuğ, Genelkurmay Başkanlığı’na geldiğinden beri, hem hükümeti hem de ordu içinden kendisine gelen baskıları idare etmek durumunda
Tüm bunların yanında AKP Hükümeti’nin Türkiye’deki her icraatını AB üyeliği müktesebatını dayanak göstererek gerçekleştirdiğini, başta ABD olmak üzere, Avrupa Birliği’nin de Türkiye’deki dönüşümden memnun olduğunu hatırlamakta yarar vardır. AKP Hükümeti’nin izlediği çizgi, Batı’nın istediği çizgidir. Her ne kadar Türkiye’de suni olarak “eksen kayması” tartışmaları yapılsa da, AKP Hükümeti her vesileyle, izlenen eksenin Batı’nın ekseni olduğunu ısrarla tekrarlamaktadır. Bu nedenle batı dünyası, geçmişte günün şartlarına ve menfaatlerine göre Türkiye için uygun gördüğü Kemalizmi, artık demode saydığından, bugünün şartlarına göre taleplerini karşılayan bir Türkiye makyajı konusunda AKP Hükümeti’ne herhangi bir itirazları olmadığı gibi aksine desteklemektedir. Bu destek şunu da açığa çıkarmaktadır ki; AKP hükümeti’nin “İslami Hayatı Geri Getirme” gibi gizli bir gündeminin olmadığına batı dünyası da kânidir. AKP Hükümeti’nin İslami hayatı yeniden başlatmak isteyen samimi Müslümanlara karşı sürdürdüğü baskıcı politikalar da bu bağlamda değerlendirilmelidir. Böylece Erdoğan’ın YAŞ toplantılarında gösterdiği “irade”, Batı’nın iradesidir, kendi iradesi değildir. Ayrıca imajı halk nezdinde yerle yeksan olan TSK’nın da üzerindeki şaibeleri temizlemek için, yeni sürece razı olmak durumunda kaldığı, direnç gösteren unsurlardan kurtulmaya çalıştığı da aşikâr olmuştur. Dolayısıyla
23
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
Ordu ve Hükümet Arasında Geçen YAŞ Krizi daha da az kıdemli olan kalmıştır. Zaman zaman Hayri Kıvrıkoğlu yine içerideki tazyikten dolayı Hükümet’in YAŞ krizindeki hükümetle ters düşmüş tutumu dolayısıyla, ordunun yapısı Özel’in önüne geçirilerek 1. Ordu Komutanlığı’na gibi görünse de, gerçekte değişmiş değildir. Zira teamüller ataması yapılmıştır. hükümetle uyumlu harealtüst edilince, TSK sömürgeci kâfir ket etmek zorunda kalSon olarak söyleyebatı devletlerini önüne katıp, işgal mıştır. Hükümet, kuvvet ceğimiz mesele şudur; edilmiş İslami beldeleri kâfirlerden komutanlıklarına kabul Hükümet’in YAŞ krizinarındıracak, İslami beldelerde edebileceği isimleri sundeki tutumu dolayısıyla, akıtılan kanların, kirletilen ırzların mamaları halinde mevcut ordunun yapısı değişmiş intikamını alacak İslami bir orduya tüm orgeneralleri emekli değildir. Zira teamüller dönüşmüş değildir. edip, korgeneralleri terfi altüst edilince, TSK söettirerek, gerekli atamamürgeci kâfir batı devları yapabileceği sinyalini de kamuoyuna letlerini önüne katıp, işgal edilmiş İslami beldüşürmüştür. Sürecin sonunda, Genelkurdeleri kâfirlerden arındıracak, İslami beldemay Başkanlığı’na üç yıl süreyle görev yaplerde akıtılan kanların, kirletilen ırzların inması beklenen Işık Koşaner, Kara Kuvvetleri tikamını alacak İslami bir orduya dönüşmüş Komutanlığı’na Atilla Işık’ın istifasıyla önü değildir. Bu nedenle bu ülkede Müslümanım açılan Erdal Ceylanoğlu atanırken, 1. Ordu diyen hiç kimse Türkiye’deki muhafazakârKomutanlığı’na Hayri Kıvrıkoğlu getirilmişdemokratlar ile ulusalcı-kemalist çevreler tir. Orgeneral Necdet Özel Jandarma Genel arasındaki çekişmelerden İslam ve MüslüKomutanlığı’na getirilerek, üç yıl sonraki Gemanlar lehine bir sonuç doğacağını beklemenelkurmay Başkanlığı için önü açılmıştır. İşte sin. Aksine Müslümanlar iradesini, sömürbu durum için “Hükümet’in yasal yetkisiygeci kâfir Batı’dan değil, İslam akidesinden le teamülleri alt üst ettiği” ifade edilmektealan Salih yöneticileri işbaşına getirerek batı dir. Zira Orgenerallerin kıdem sırası Necdet kaynaklı tüm mevcut teamülleri alt üst etmeÖzel, Erdal Ceylanoğlu ve Saldıray Berk şeklidirler. linde olmasına rağmen, Ceylanoğlu, Özel’in önüne geçirilerek Kara Kuvvetleri’nin başına,
Eylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
24
Ahmet Sadık ALTINEL dışında farz bir ibadeti yapan kimse gibi sevap kazanır. Kim Ramazan ayında bir farzı eda ederse, Ramazan ayı dışında yetmiş farzı eda eden kimse gibi sevap kazanır.
Kıymetli Müslümanlar, Ramazan ayı bütün güzelliği, insanı iliklerine kadar saran manevi atmosferi, toplumu anaforu içine çeken güçlü iklimi ve zamanı kendi rengine boyayan baskın karakteri ile yeniden geldi, kapımıza dayandı. Bizleri günahların silip süpürüldüğü, şeytanların bağlandığı, cennet kapılarının ardına kadar açık tutulduğu ve içinde bin aydan daha hayırlı geceyi gizleyen bir Ramazan ayına daha kavuşturan Rabbimize sonsuz şükürler olsun.
“Ramazan, evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennem ateşinden kurtulma ayıdır. Kim bu ayda işçisinin/hizmetçisinin işini hafifletirse, Allah onu bağışlar ve cehennem ateşinden azat eder.” “Âdemoğlunun bütün amelleri, iyilikleri on katından yedi yüz katına kadar kat kat artırılır. Allah Azze ve Celle şöyle der: “Ancak oruç müstesna. Şüphesiz o Benim içindir. Ve mükâfatını ancak Ben veririm. Zira o şehvetini ve yiyip içmesini Benim için bırakmıştır.”
Sahabeden Selman el-Farisî RadiyAllahu Anh şöyle anlatıyor: “Allah’ın Elçisi Şaban ayının son günü bize bir konuşma yaptı ve şöyle buyurdu: “Ey İnsanlar!
“Cennette Reyyan denilen bir kapı vardır. Bu kapıdan Kıyamet gününde yalnız oruç tutanlar girer. Onlarla beraber başka hiçbir kimse giremez. (Kıyamet gününde) “Oruçlular nerede?” diye çağrılır. Oruç tutanlar, kalkıp o kapıdan girerler. Oruçluların sonuncusu bu kapıdan içeri girdiği zaman kapı kapatılır, artık oradan içeriye hiç kimse giremez.”
Bereketli ve büyük bir ayın gölgesi üzerinize düşmüştür. Bu öyle bir ay ki, onda bin aydan daha hayırlı olan bir gece vardır. O öyle bir ay ki, Allah o ayda oruç tutmayı farz kılmış, gecelerini nafile ibadetle (teravih namazı) geçirmeyi teşvik etmiştir. Kim Ramazan ayında hayır işlerse, Ramazan ayı
25
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
Ramazan ve Küllerinden Dirilmek “Her kim inanarak ve sevabını Allah’tan umarak, Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.”
asrına dönüştürmüşlerdir. İnsanlık tarihinin benzerine tanık olmadığı bir biçimde uygarlık basamaklarında hızla tırmanmış, siyasi, ekonomik, sosyal, hukuki, bilim vb. hayatın bütün alanlarında son derece kalkınmış, müreffeh, huzurlu ve mutlu bir toplum inşa etmişlerdir. İşte Kur’an böyle bir kitaptır. Bir toplumun hayatına girdi mi, o toplumu kökten değiştirir, onları uygarlığın zirvesine taşır. Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır: “Muhakkak ki Allâhu Teâlâ şu kitap (sebebi) ile bir takım toplulukları yükseltir, bazılarını da alçaltır.”
Kıymetli Kardeşlerim!
Ramazan ayı sadece insanlık tarihi açısından bile bakıldığında hemen fark edilebilecek ölçüde devasa, çok büyük değişimlere; İslam uygarlığının doğuşuna, yıkılmaz denilen imparatorlukların devrini kapatan, onları tarihin çöp sepetine fırlatan büyük meydan savaşlarına sahne olmuştur. Bu ay, şirazesinden çıkmış, yolunu kaybetmiş olan insanlığın ilahi rehberlikle uzunca bir Evet, Kur’an; aklı ve fikri aradan sonra ilk kez muhatefessüh etmiş yarımadanın tap olduğu son derece heinsanlarına ilahi bir nefha yecan verici bir aydır. Evet, bu mubarek ayı diğer zaolarak bu ayda esmeye man dilimlerinden ayıran başlamıştır. Kur’an; Mekke’yi şey Rabbimizin (Kur’an’ın çevreleyen kayalıkların diliyle) bir ateş çukurunun arasında sıkışıp kalmış, kenarındayken beşeriyeti medeniyetten uzak son derece oradan çekip çıkarmak için ibtidai bir hayat yaşayan insana uzatılmış Allah’ın bu vadinin insanlarını ipi anlamına gelen ilahi içinde yaşadıkları zifiri çağrının, Kur’an’ın bu ayda karanlıktan çıkarmış, onları inmiş olmasıdır.
bütün yeryüzüne İslam’ın
Rabbimiz Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır: ِين ٌ اب ُّمب َ َق ْد َجاءكُم م ٌ ور َو ِك َت ٌ ُِّن اللّ ِه ن َّ ِض َوا َن ُه ُسبُ َل ْ َي ْهدِي ِب ِه اللّ ُه َم ِن ات َب َع ر ُّ ِ ال ِم وي ْخرِجهم م ُّ ِ ُم ور ِ ات إِلَى الن َّ ُ ُ ُ َ َ الس َ ِّن الظل ٍ ِ ِ ِ ُّس َتقِي ٍم م اط ر ص َى ل إ ِم ه ِي د ه ي و ه ن ذ ِ َ ْ ْ ْ َ َ ْ ِِبإ “İşte size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap (Kur’an) gelmiştir. Allah onunla rızası peşinde olanları selamet yollarına iletir ve onları izniyle, karanlıklardan aydınlığa çıkarıp kendilerini dosdoğru bir yola iletir.” (Ma-
Evet, Kur’an; aklı ve aydınlığını taşıyacak şerefli bir fikri tefessüh etmiş yarıümmet haline getirmiştir. ide 15-16) madanın insanlarına ilahi bir nefha olarak bu ayda esmeye başlamışİslam Ümmeti, Kur’an ekseninde hayatıtır. Kur’an; Mekke’yi çevreleyen kayalıkların nı tanzim ettiği dönemlerde hep dünyanın arasında sıkışıp kalmış, medeniyetten uzak efendisi olmuş, orduları savaş meydanlarınson derece ibtidai bir hayat yaşayan bu vada yenilmeyen ordular olarak bilinmiş, zedinin insanlarını içinde yaşadıkları zifiri kakat verilecek fakir bulunamayacak derecede ranlıktan çıkarmış, onları bütün yeryüzüne yaşam koşulları iyileştirilmiş, bir fermanıyla İslam’ın aydınlığını taşıyacak şerefli bir ümimparatorları hizaya getiren Halifelerle sımet haline getirmiştir. Yürekleri kuraklaşmış, radan insanları hukukun karşısında eşit bir zihinleri çoraklaşmış bu insanların zihinleri şekilde yargılayabilecek ideal hukuk devleti ve gönüllerine öylesine bir bengisu/hayat modelini emsalsiz bir biçimde gerçekleştirveren su taşımıştır ki yeryüzünün en ilkel ve miş, bir baştan öteki başa Hilafet Devleti’nin geri kalmış yaşamını sürdüren bu insanlar bütün topraklarını çarşılar, hanlar, hamamKur’an sayesinde yaşadıkları dönemi saadet lar, çeşmeler, köprüler, kervansaraylar, şifaEylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
26
Ramazan ve Küllerinden Dirilmek haneler gibi en gelişmiş bayındırlık hizmetleri ile donatmış, medreseler, külliyeler ve Daru’l-Hikme gibi eğitim kurumlarını kurarak İslam coğrafyasını bilim ve teknoloji üssü haline getirmiş, kendi coğrafyalarına sığmamış, İslam’ın mesajını okyanusları aşarak kıtalara taşımıştır.
arasında var olma serüvenini ve bugün geldiğimiz noktada kendisini var eden, 14 asır şerefli bir hayatı kendisine bahşetmiş olan Rabbimizin kelamına, Kur’an’a yaklaşımımızı gözden geçirmemiz gereken bir aydır. Büyük bir İslam şairi ve aynı zamanda düşünürü olan Mehmet Akif Ersoy ümmetimizin Kur’an’a yaklaşımındaki bozukluğu yaklaşık yüzyıl öncesinde tespit etmiş ve bunu şu dizelerle ifade etmiştir:
ُون ِ َُّم أُ َّم ًة َو َس ًطا لَِّتكُونُوْا ُش َه َداء َعلَى الن َ َو َك َذل َ اس َوَيك ْ ِك َج َع ْل َناك ُم َشهِي ًدا ك َي ل ُ َّس ُالر ْ ْ ول َع “Böylece sizleri, vasat bir ümmet kıldık ki sizler insanlara şahitler olasınız ve Rasul’de sizlere şahit olsun.” (Bakara 143)
Ya açar bakarız Nazmı Celil (Kur’an’ı Kerim)’in yaprağına Ya üfler geçeriz bir ölünün toprağına
Ancak Allah’ın insanlar içinden seçmiş olduğu bu hayırlı ve şerefli ümmetimiz son birkaç yüz yıl içinde bünyesine nüfuz etmiş olan çeşitli katil fikirler sonucunda müzmin bir hastalığa kapılmıştır. Aklını ve fikrini batılı fikirlere teslim etmiş olan ve tutkunluk derecesinde batılı paradigmaya bağımlı kimi aydın ve yöneticilerin etkisinde kalarak ümmetimiz maalesef Allah’ın dininin hayatında karşılaştığı sorunlara çözüm üretemeyeceği noktasında bir kanaate saplanmıştır. Bu yaygın kanaat sonucunda İslam ümmeti dinini, coğrafyasını, namusunu, iffetini ve şerefini koruyan, Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in değişiyle “Koruyucu Kalkanı”nı, Hilafet’i kaybetmiş, sınırları üç kıtaya uzanan cihan şümul devleti ellinin üzerinde küçücük devletçiklere bölünerek toprakları sömürgeci devletlerin her türlü emperyalist oyunlarını kolaylıkla icra edebildikleri bir sahneye dönüşmüştür. Gelinen noktada İslam Ümmeti bugün kendisini karanlıklardan aydınlığa çıkartan ve tarih boyunca şerefli ve onurlu bir hayatı kendisine temin etmiş olan Kur’an’dan çıkartılmış yasalarla değil doğudan ve batıdan gelen fikir ve ideolojilerle, beşeri yasalar ve projelerle yönetilmektedir. İşte bizler Kur’an’ın indirildiği ay olan Ramazan ayında bunları düşünmeliyiz. Bu ay ümmetimizin Kur’an’la başlayan dünya milletleri
İnmemiştir hele Kur’an, şunu hakkıyla bilin.. Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için. Şerefli Müslümanlar! Esasında sevgili Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem İslam ümmeti olarak içinden geçtiğimiz bu sürece işaret etmiş ve şöyle buyurmuştur: “Gerçekten ileride gecenin zifiri karanlıkları gibi fitneler olacak. Bundan kurtuluş nedir ya Rasulullah dediler. Çözüm Allah kitabı Kur’an’dır; onda sizden öncekilerin haberleri, sizden sonrakilerin haberleri ve aranızda uygulayacağınız şeylerin hükümleri vardır. O hak ile batılı -yanlış ile doğruyu- birbirinden ayıran ciddi bir kitaptır. Saçma sapan söz (şaka ve oyuncak) değildir. Onu büyüklenip terk edenin Allah belini kırar. Onun dışında doğru yol arayanları Allah sapıklığa mahkûm eder. O, Allah’ın sağlam ve kopmaz ipidir. Onu okuyan diller zorluk çekmez. Bilginler ona doymaz, muttakiler ondan usanmaz. Keyiflerin sapıtmamasına ve görüşlerin dağılmamasına yegâne sebep odur. Kur’an’a uygun konuşan doğru söyler, onunla amel eden sevabını alır. Kur’an’la hükmeden adalet yapmış olur. Ona sıkı sarılan doğru yolu hidayeti bulur.”
27
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
Ramazan ve Küllerinden Dirilmek çabası içine girilmesi gerekirken Ramazan ayı kelimenin tam anlamıyla bir eğlence hatta karnaval havasına büründürülmektedir. Böylece Müslüman halkımızın Kur’an’ın anaforuna kendisini kaptırıp onun dönüştürücü iklimine, atmosferine girmesine izin verilmemektedir. Ayrıca Ramazana özgü bir eğlence kültürü oluşturularak Kur’an’ın indiği bu ayda Kur’an’la yüzleşme ve onun ekseninde hayatımızı yeniden tanzim etme noktasında doğru adımlar atmamız, sahih ve doğru mesajlara kulak vermemiz engellenmektedir.
Kur’an’ı değersizleştiren, onu hayatının dışına iten, kendisine Allah’ın kitabından başka referans arayan, Allah’ın ‘her şeyi açıklayıcı bir kitaptır’ demesine rağmen ona modası geçmiş, çağın ve insanlığın sorunlarına çözüm üretemeyecek bir kitap olarak bakan kimseleri bakın Rasulullah Rabbine, O, hesap gününün yegâne maliki ve yargılayıcısına nasıl şikayet ediyor: ور آن َم ْه ُج ًا ُ َّس َ َوق َ ُر ْ َومِي اتَّ َخ ُذوا َهذَا ا ْلق َُال الر ْ ول َيا َر ِّب إِ َّن ق “Rasul, ‘Ya Rabbi!’ diyecek, ‘Gerçek şu ki, benim kavmim bu Kur’an’ı devri geçmiş (geçerliliğini yitirmiş) bir mesaj olarak görüp terk etti!’...” (Furkan 30)
İmam Gazali’nin İhya’sında anlattığına göre Hasan el-Basri Ramazan ayında aşırı gülen ve eğlenen bir toplumun yanından geçerken durur ve onlara şu nasihatte bulunur:
Kıymetli Müslümanlar! Ramazan ayı Kur’an’la yüzleşmemiz gereken, Kur’an’ın ekseninde yeniden Müslüman kimliğimizi, hayatımızı ve toplumuzu inşa etmemiz, Rabbimizin bizlere yüklediği seçkin ve model ümmet olma misyonunu yerine getirmek için harekete geçmemiz en azından bunları düşünmemiz gereken özel bir zaman dilimi olması gerekir. Ancak hepimiz üzülerek tanık olmaktayız ki, son yıllarda Müslüman beldelerinde çok farklı bir Ramazan kültürü iyiden iyiye yerleştirilmeye çalışılmaktadır. İslam’ın kendi doğal dinamikleri, kavramları, özellikle de Ramazan ayı gibi ümmetin üzerinde sarsıcı ve dönüştürücü etki yaratacak kodları üzerinde sanki birileri özenle çalışmakta ve bunları işlevsizleştirmektedir.
Kuşkusuz Rabbimiz Ramazan ayını kulların ibadet noktasında birbirlerini geçmek için yarışacakları bir zaman dilimi olarak yaratmıştır. Bu ayda bir gurup insan kulluk ederek diğerlerinin önüne geçer ve kurtuluşa erer. Bir gurup insan da geri kalarak kaybedenlerden olur. Boş işlerle uğraşanların kaybettiği, öne geçenlerin ise kurtuluşa erdiği böyle bir ayda boş işlerle uğraşan kimselere şaşılır. Kur’an ayı olan Ramazan ayı geldiğinde Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem vahyi kendisine getiren Cebrail Aleyhi’s Selam ile birlikte Kur’an’ı mukabele ederlerdi. Kur’an’ın eşsiz anlam hazinelerini derinlemesine müzakere ederlerdi. İlk Müslüman toplum için Ramazan ayında okunan mukabele sadece Kur’an metni üzerinde sesli ya da sessiz göz gezdirmekten ibaret değildi. Onlar Kur’an’ı anlamak ve gereğini yerine getirmek üzere okuyorlardı.
Bugün üzülerek müşahede etmekteyiz ki, Kur’an’ın indirildiği ay olan bu mubarek ayda camilerin meydanlarından şarkı ve türküler neredeyse ezanların sesini bastırmakta, şehirlerin meydanları adeta açık eğlence merkezlerine dönüştürülmektedir. Radyo ve televizyonlarda, kalabalıkların kalbinin attığı her yerde gürül gürül Kur’an okunması ve bu son ilahi mesajın öğretilerini anlama Eylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
Abdullah b. Mesud RadiyAllahu Anh şöyle rivayet etmektedir: Bir gün Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem bana Kur’an’ı okumamı söyledi. Ben “Kur’an size inmişken ben mi
28
Ramazan ve Küllerinden Dirilmek okuyayım ey Allah’ın Rasulü? dedim. “Kur’an’ı bir başkasından dinlemek daha çok hoşuma gidiyor” buyurdu. Ben Nisa Suresi’nin “Her ümmetten bir şahit getirildiğinde ve sen de onlara şahit olman için getirildiğinde onların hali nice olur?” mealindeki ayete geldiğimde kafamı kaldırdım ki, bir de ne göreyim, Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem ağlıyordu.” İşte Kur’an’ın kendisine indiği yüce elçi ilahi kelamın ağırlığını iliklerine kadar hissediyordu.
na göre Hz. Ömer RadiyAllahu Anh Ubey b. Ka’b ve Temim ed-Dar’i’yi Ramazan ayında insanlara namaz kıldırmaları için özel olarak görevlendirmişti. Bir başka kaynakta Hz. Ömer’in Medine’de Mukabele okumaları için üç hafız görevlendirdiği, bunların içinden en seri okuyana otuz, normal okuyana yirmi beş en yavaş okuyana ise yirmi ayet okuması talimatı verdiği rivayet edilmektedir. Ayrıca Hz. Ömer diğer vilayetlere de bir kararname göndererek benzer uygulamaları Ramazan ayına özgü olarak yapmalarını emretmiştir.
Hepimizin bildiği gibi İslam’ın ilk yılRamazan ayıyla ilgili olarak son yıllarda larında Müslümanlar namaz kılmak için dikkatimizi çeken bir başka fakat çok çarpıcı Mescidi Aksa’ya yöneliyorlardı. “Artık yökonu da şudur: İslam ülkenünü Mescidi Harama lerini işgal etmiş, milyon(Kabe’ye) dön” mealindeki İslam beldelerini Halifelerin larca Müslümanın canına, ayet indiğinde Müslümanidare ettiği dönemlerde malına ve namusuna kaslar namaz içinde rükuda Ramazanlar bir başkaydı. iken behemehal kıblelerini Halifeler, Osmanlı padişahları tetmiş olan ve halen İslam beldelerinde yüz binlerce değiştirmişler ve Kabe’ye on binlerce insanın iftar askerini bulunduran işgaldönmüşlerdir. edebileceği aşevlerini ci batılı ülkelerin liderleriRamazana özel hizmete Bir başka örneği müne iftar davetleri vermek açarlar, saraylarda tebayı minlerin annesi, annemiz çağımız Ramazanlarına konuk ederler ve onların Hz. Aişe RadiyAllahu Anh özgü bir moda haline gelanlatmaktadır: “Ensar kasorunlarını Ramazan miştir. Aynı şekilde Hz. dınlarının İslam’a bağlılığına sofralarında dinler ve anında Muhammed SallAllahu hayranım. Zira onlar “Örçözüme kavuştururlardı. Aleyhi ve Sellem’e ve İslam tülerini başlarından aşadinine açıkça hakaret eden ğıya örtünsünler” mealindeki ayet indiğinde diğer din mensupları ile birlikte iftar sofralahemen bulundukları mekânda Allah’ın ayetini rında objektiflere poz vermek de son yıllarduyar duymaz üzerlerindeki kıyafetlerin fazla da sıklıkla karşılaştığımız bir uygulamadır. kısımlarını yırtarak başlarını örttüler.” İşte ilk Kur’an’ın indirildiği ayda Kur’an’ın getirdiği Müslüman toplumun Kur’an’la iletişimi bu dinle savaşanlarla ve bu dine mensup olan şekildeydi. Onlar Kur’an’ın ayetlerini işitir insanlarının yaşadıkları coğrafyada işgalci işitmez gereğini yerine getiriyorlar, hayatlakonumda olan eli kanlı katillerle ve daha da rını Kur’an’ın ekseninde tanzim ediyorlardı. önemlisi Allah’ın nurunu söndürmek isteyenlerle iftar sofrasında bir araya gelmek!!! Kıymetli Müslümanlar! Bu ne biçim bir ironidir ya Rabbi.?! İslam’ın hâkim olduğu dönemlerde Halifeler ve Valiler Ramazan ayının en güzel İslam beldelerini Halifelerin idare ettiği şekilde değerlendirilmesi için ellerinden gedönemlerde Ramazanlar bir başkaydı. Haleni yapıyorlardı. Saib b. Yezid’in anlattığılifeler, Osmanlı padişahları on binlerce in-
29
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
Ramazan ve Küllerinden Dirilmek sanın iftar edebileceği aşevlerini Ramazana özel hizmete açarlar, saraylarda tebayı konuk ederler ve onların sorunlarını Ramazan sofralarında dinler ve anında çözüme kavuştururlardı. İbni Manzur’un Şam beldesinin tarihi ile ilgili kaleme aldığı eserinde şunlar kaydedilmektedir: Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem dönemine yetişmiş, Yermük Savaşı’na katılmış ve bu savaşta elini kaybetmiş Yemenli bir adam vardı. Hz. Ömer RadiyAllahu Anh’ın insanlara davet verdiği bir sofrada bulunuyordu. Halife Ömer bu kişinin sol eliyle yemek yediğini görünce ona “Sağ elinle ye” dedi. Adam cevap vermedi. Halife Ömer aynı şekilde ikinci kez uyarıda bulununca adam “Ey Müminlerin Emiri! O elim meşguldür” dedi. Yemeğini bitirince Halife Ömer adamı yanına çağırdı ve “Sağ elinin meşguliyeti nedir?” diye sordu. Bunun üzerine adam sağ elini çıkarttı. Bir de ne görsün, adamın sağ eli kesik! Halife Ömer: “Bu eline ne oldu” diye sordu. Adam kolunu Yermük Savaşı’nda kaybettiğini söyledi. Halife Ömer: “Peki, sana abdesti kim aldırıyor?” diye sordu. Adam: “Sol elimle alıyorum” dedi. Halife Ömer adama nerede yaşamak istediğini sordu. Adam “Yemen’de yaşmak istediğini, annesinin orada olduğunu ve uzunca bir zamandan beri uzak kaldığını söyledi. Bunun üzerine Halife Ömer RadiyAllahu Anh Yermük Savaşı gazisi olan bu sahabeye bir hizmetli tahsis etti ve beytülmalden kendisine beş deve verdi. İşte Halifelerin iftar sofralarında tebanın sorunları böylece anında çözüme kavuşturuluyordu.
mi alıyorsun?” diye sordu. Adam Halifeyi tanımamıştı. “Hayır efendim. Ben aşırı yaşlı bir adamım. Kendi mahallemden alarak mahallemin insanlarına görünmekten utandığım ve bana kızgın olanların bu meseleyi onurumu incitmeleri için kullanmalarından çekindiğim için bir başka mahalleye gidip iftariyeliği oradan alıyorum. İnsanların akşam namazı için toplandıkları vakti gözeterek hiç kimseye görünmeden evime dönüyorum.” deyince Halife Mustansır Billah göz yaşlarını tutamadı. Ve hemen bu yaşlı adama 1000 dirhem verilmesini emretti. Yaşlı adam öyle sevindi ki, hatta rivayetlere göre bu aşırı sevince kalbi dayanamayarak olaydan yirmi gün sonra vefat etti. İşte Müslüman Halifeler Ramazanı İslam beldelerinde her kesimden insanın sevinç içinde geçirmeleri için seferber oluyorlardı. Kerim Müslümanlar! Manevi atmosferini iliklerimize kadar hissettiğimiz bu Ramazan ayında yapılan ibadetler sahibini mazlum ve mağdur ümmetinin içinde bulunduğu ahval üzerinde düşünmeye itmelidir. Dolayısıyla hiç birimiz bir ümmet olarak yeryüzü sahnesinde varlık bulmaya başladığımız böylesi bir Ramazan ayını sadece iç dünyasına çekilerek, cami ve ev arasında mekik dokuyarak değerlendirmiş olamaz. Ümmetinin yaşadığı trajedilere gözünü ve kulaklarını tıkayarak iftar sofralarında “oh nerede o eski Ramazanlar” şeklinde nostaljik sohbetlerle Ramazanı büyüleyici ve koyu bir mistisizme kurban edemez. İslam coğrafyasında sabah akşam katliamlar sürdürülürken iftar sofrası bizim için bir bayram sofrası olamaz. İşgalci Amerikan ve İngiliz askerleri kaç Ramazan soframızı bizlere zehir etti. Irak’ta, Afganistan’da ve insansız uçakları ile gerçekleştirdiği saldırılarla Pakistan’da kaç iftar sofrasının konuklarına rahmet ayını azap ayına çevirdi, mü-
Abbasi Halifesi Mustansır Billâh bir Ramazan günü tam iftar saatinde Bağdat’ın sokaklarında dolanırken yaşlı bir adam gördü. Adam elinde bir kap ile bir mahalleden ötekine yemek taşıyordu. Adama: “Ey amca! Neden iftarlığı meskûn bulunduğun mahalleden almıyorsun? Yoksa aşırı ihtiyaç sahibisin de, bundan dolayı iki mahalleden birden Eylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
30
Ramazan ve Küllerinden Dirilmek tevazi evlerinde kaç Müslüman ailenin sahur heyecanını kursaklarında bıraktı ve kaç zamandır bayramlarda bu mazlum ümmetin çocuklarını şeker niyetine misket bombaları ile karşılıyor?!!!
an önce ortaya çıkartılması için çalışmanın daha fazlasıyla bizi Allah’a yaklaştıracağını bilmeliyiz. Bir nafile ibadetin başka bir ayda yapılmış bir farza, bir farz ibadetin başka bir ayda yetmiş farza denk olduğu, şeytanların bağlandığı, cennet kapılarının ardına kadar açıldığı bu ayda, hasat mevsiminde Kur’an ayını Kur’an’ın hâkim olduğu ay yapmak için var gücümüzle çalışmalıyız.
Ey Allah’ın seçkin kıldığı şerefli Müslümanlar! Oruç kalkandır! İmam da kalkandır! Ramazanı Ramazan yapan Kur’an-ı Kerim ile onu hayatta geçerli kılacak İmam/ Halife et ve tırnak gibi birbirinden ayrı düşünülemezler. Kur’an din binasının temeli, Halife ise onun bekçisidir. Temeli olmayan bina yıkılır, bekçisi olmayan bina harabeye döner. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in değişiyle “İmam Kalkandır”, yani; Allah’ın indirdikleri ile hükmedecek bir Halife bu dinin ve İslam ümmetinin bekçisidir. Bir başka sözlerinde Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuşlardır: “Sultan, Allah’ın yeryüzündeki ve gök kubbe altındaki gölgesidir. Her zayıf ve mazlum o gölge altına sığınır. (Onun varlığı ile kendini güvende hisseder)”
Kıymetli Müslümanlar! Şu mubarek ayda şayet Rabbimizin rızasını kazanmak, cennete girmek, cehennemden azad olmak istiyorsak gelin hep birlikte Müslümanca bir hayat yaşamak için çalışacağımıza dair Rabbimize söz verelim. Hepimiz Aziz ve Cebbar olan Allah’ın huzurunda, ilahi divanda, yapmamız gerekip de yapmadıklarımızdan yapmamamız gerekip de yaptıklarımızdan dolayı yargılanacağız. Vakitlerimizi nerede tükettiğimiz ve ömrümüzü nasıl geçirdiğimizden sorgulanacağız. ِ َّس ُم َ ُّها الَّذ َ َيا أَي َ ِين ُاس َت ِجيبُوْا لِلّ ِه َولِلر ْ آمنُوْا ْ ول إِذَا َد َعاكُم ل َِما يُ ْحيِيك َّ َ ون ُ َموْا أَ َّن اللّ َه َي ُح َ ول َب ْي َن ال َْم ْرِء َوَق ْل ِب ِه َوأن ُه إِل َْي ِه تُ ْح َش ُر ْ َو ُ اعل
Sevgili Kardeşlerim!
“Ey iman edenler, Allah ve Rasulü sizi, size hayat verecek şeye çağırdıkları zaman bu çağrıya olumlu karşılık veriniz. Biliniz ki, Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz O’nun huzurunda bir araya geleceksiniz.”
Orucu farz kılan Allah bir Halife’ye biat etmemizi de farz kılmadı mı? Sadece orucu değil dinin diğer bütün farzlarını ve hükümlerini tatbik edecek ve Rabbimizin razı olduğu hayatı yaşama zeminini en güzel şekilde hazırlayacak olan Halife’yi nasp etmek farzların tacı, en önceliklisidir. Oruçlarımızı tutarken Rabbimize büyük bir yakınlık hissediyoruz da müminleri günah ortamlarında yaşamaktan koruyucu kalkan olan Hilafet’i kurma meselesine neden aynı heyecanla bakmıyoruz? Ey Müslümanlar! Oruçlarımızın bizi Allah’a yaklaştırdığını düşündüğümüz gibi dini bütünüyle ikame edecek, yeryüzünü ilahi eksende yeniden dizayn edecek, dünya da şerefli bir hayatı, ahirette ise cenneti bize bahşedecek olan Halife’nin bir
(Enfal 24)
َّ س مَّا ق ُ آمنُوا اتَّ ُقوا اللَّ َه َوْل َت َد َم ْت لِ َغ ٍد َواتَّ ُقوا َ ُّها الَّذ ٌ نظ ْر َن ْف َ َيا أَي َ ِين َّ َّ ُون َ ِما َت ْع َمل ٌ الل َه إِ َّن الل َه َخب َ ِير ب “Ey iman edenler! Allah’a karşı takvalı olun ve herkes, yarın için ne hazırladığına bir baksın. Allah’tan sakının. Muhakkak ki Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”(Haşr 18)
31
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
Bülent Uğur KOCA
D
“
gün kuyunun içinden bağıran, ağabeylerini bir bir batıya feda etmiş, yüreği yaralı o son çocuğun duygularını yaşıyorum. Hem de hiç batıya gitmediğim halde… Şimdi kendi doğduğum topraklarda, umutlarımı yeşerttiğim meydanlarda, değişmeden değiştirilmeden gömülmek en büyük arzum.
oğuda bir baba vardı ...” diye başlayan ve altı evladını batıya gönderip tek tek kaybeden bir babanın hüzünlü hikâyesini anlatan bir şiir… Sonunda baba ölüyor ve geriye kalan tek oğul, sırtına kazmasını alıp batıda bir şehrin merkezine kadar ilerliyor ve başlıyor şehrin merkezinde toprağı kazmaya. Ardından kazdığı kuyunun içine giriyor ve etrafına toplanmış şaşkın şaşkın bakan batılılara sesleniyor: “Batılılar! Bilmeden altı evladını aldığınız bir babanın, yedinci oğluyum ben. Gömün beni değiştirmeden.”
Beni şefkatle büyüten ağabeylerim, bir bir batının pençesine düştü. Bana bu mülkün Allah’a ait olduğunu öğretenler; Allah’ın mülkünde, Allah’ın hâkimiyetinden başka hiçbir hâkimiyeti asla kabul etmemem gerektiğini, tevhidi bir hattı ikame etmek için tavizsiz mücadelenin şart ve hak olduğunu öğretenler; ideolojik işgali ve batı kavram ve değerlerine eklemlenmeyi içselleştirmenin farkına bile varmayacak derecede kanıksanan değişimlerle gün be gün sisteme meylediyorlar. Allah’ın hâkimiyetinin ancak bireysel ve toplumsal alanda Kuran ahkâmının hayata geçirilmesiyle olacağını ve bir müminin Allah’ın hükmünden başka hiçbir hükümden, hiçbir anayasadan asla razı olama-
Gençliğimin ve İslami ideallerimin en ateşli döneminde okuduğum bu şiir, o zamanlarda bile beni hüzne gark ederdi. Hayatımdaki değişimin hep hak istikametinde olmasını istedim. Hep Rabbimin benden en çok razı olduğu zamanda ve onun uğrunda mücadele ederken ölmek istedim. Hayatımın her dönemini ve bütün hayati kararlarımı hep onun istediği istikamette yönetmek istedim. Belki olmam gerektiği gibi hiç olamadım, fakat buEylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
32
Gömün Beni Değiştirmeden… yacağını anlatanlar; bugün ilkelerini bir daha maslahatlarla olaya yaklaşıyor ve vakıayı bir düşünmeye gerek dahi duymadan anayasa mahkûm / gardiyan hesabı ile değerlendirip değişikliği paketine “Evet” demeye/dedirtdaha zalim gardiyan yerine daha az zalim meye yönelebiliyorlar. Müslüman kardeşolan gardiyan seçimi olarak algılayıp, bu kolerim artık, Allah’a isyan üzerine kurulmuş nudaki tercihi makul ve meşru buluyorlar. taguti rejimi değil de, sadece onun içindeki 80 öncesi Müslümanlarının birçoğu; sağcı, darbeleri kara bir leke olarak gösteriyor, tüm milliyetçi, muhafazakâr olmayı Müslüman taguti devleti değil de sadece içindeki darbeolmakla eşdeğer görmüş, bununla beraber ci “derin devleti” reddediyor, tevhidi ilkeleri solcu olmayı da İslam dışılık olarak kabul erteleyerek Allah’ın arzında, Allah’a isyan etmişlerdi. Bize, ne sağcı ne solcu olmamaedenlerle, tevhidden soyutlanmış bir özgürmız gerektiğini, Allah’ın bizim adımızı Müslük ve adalet(!) vasatında barış ve kardeşlik lüman olarak belirlediğini öğreten ağabeyiçinde birlikte yaşamayı temenni edip, bulerimiz, bugün kendileri neredeyse sadece nun şartlarını oluşturmanın statükoculuğu küfür olarak arayışı içine giriyorlar. Dün gösterip, bizi liberal deBiz tevhidi kimliğimizin bir tümüyle reddettikleri kümokrat ya da muhafazakâr gereği ve Rabbimize karşı für anayasasıyla; canlarıyla değişimcilere itikadi bir sorumluluk olarak demokrat mallarıyla topyekûn mücasempatiyle bakmaya ve on82 anayasasını reddettik dele etmekten çekinenler, lara destek vermeye yönve sandığa dahi gitmedik. bugün görece daha özgür lendirmeye çalışıyorlar. Bizim reddetmemizi şirk anayasalarında kenUnutulmamalıdır ki, bizim gerektiren ana sebep, sadece o dilerini daha bir garantiye talip olduğumuz mücadele anayasayı yapanların darbeci almayı, bu görece rahat vastatükocu oligarşi ile liberal olması değil; esas olarak satta Kuran okumayı, vahyi demokrasi mücadelesi deve vakıayı doğru okumak Allah’ın vahyini temel alan ğil; insanlık tarihinden beri olarak gösteriyorlar. anayasadan başka bütün var olan Hak/Batıl mücaşirke dayalı anayasaları Biz tevhidi kimliğimidelesidir. Bizden öncekiler reddetmemiz gerektiğine olan zin bir gereği ve Rabbimize ehven-i şer ertelemeciliğiyle imanımızdı. karşı itikadi bir sorumlusağcı politikacılar için “hiç luk olarak 82 anayasasını olmazsa Allah diyor” diyereddettik ve sandığa dahi gitmedik. Bizim rek halkı kandırıyor ve içinde bulundukları reddetmemizi gerektiren ana sebep, sadece zillete razı ediyorlardı. Onlar insanları “siz o anayasayı yapanların darbeci olması değil; olmazsanız bu makamlara komünistler geesas olarak Allah’ın vahyini temel alan analir” diyerek tağuti rejimin çarklarında çalışyasadan başka bütün şirke dayalı anayasaları maya ikna ediyordu. Bu gün aynı söylemin reddetmemiz gerektiğine olan imanımızdı. O devamı “darbecileri, statükocuları geriletgün biz evet deseydik, yarın ahiret gününde me” veya “görece olumluluk” adı altında iyi Rabbimize ne cevap verecektik? Biz Allah’ın gardiyan, kötü gardiyan örneğiyle önümürazı olmadığı bir şeyi yaparak, Allah’ı nasıl ze konuluyor ki, iyi veya kötü her gardiyarazı edecektik? O günkü endişelerimiz bunnın asıl görevinin egemen düzeni korumak lardı; bugün ise, üzerimize toprak atmaya olduğu gerçeği unutuluyor. Bugünün entel hazırlanan ağabeylerimiz, tamamıyla dünyeuleması “daha özgürlükçü” yakıştırmasıyla vi bir bakış açısıyla, görece rahatlama hedefli ve batıdan aldığı ilham ve ikna edilmişlikle
33
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
Gömün Beni Değiştirmeden… önce kendilerini, sonrada zaten bir avuç kalmış tevhidi topluluğu, taguti sistemin ılımlı kadroları üzerinden eklenmeye sürükleyecek tehlikeli açılımların yolunu açıyorlar. Oysa iyi niyetinden şüphe etmediğimiz bu ağabeylerimiz de çok iyi biliyorlar ki, taguti sistemin içerisindeki sözde görece özgürlükçü ve değişimci muhalif siyasi çizgi, rejimin pansuman tedbirlerle ancak bir müddet daha ayakta kalmasına veya sistemin daha da güçlenmesine vesile olacaktır.
de hak ve adalet vasatı aranmakta ve şirkin en büyük zulüm olduğu hakikati atlanarak, sistemin şirke dayalı vasfını değiştirmesi ve vahyi esas alması ifade edilmeden, mevcut şirk sisteminin adalet eksenli köklü bir inşa sürecine gitmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Bu tür yanılgıların ve inhirafların sebeplerinin ortaya konulması ve istikametin netleşmesi için vakıanın, Allah’ın bize yüklediği sorumluluklar açısından, Kur’an ayetlerinin rehberliğinde değerlendirilmesi ve kanayan yaranın bir an önce tedavi edilmesi gerekmektedir. Rabbimiz, onları veli kabul etmememizi ve bizden kim onları veli kabul ederse onun da onlardan olacağını açıkça bildiriyor ve kimilerinin “Bize bir felaket gelmesinden korkuyoruz” argümanıyla hareket ederek, onların arasında koşuşturduklarını haber veriyor (Maide 51-52). Kur’an ayetleri bizlere, zihinsel paradigmalarında sorumluluklarını canı ve malı pahasına dahi olsa hakkıyla yerine getirmekten çekinen kimselerin düşecekleri durumun, kaçınılmaz olarak onların gündemleri içerisinde koşuşturmak olacağını vurguluyor. Bu bağlamda; Eğer bizim İslami kimliğimiz ve bizim yüreğimizdeki iman “Sağ elime güneşi, sol elime ayı verseniz”, “üzerime elli tane Ergenekon örgütüyle gelseniz, ABD tanklarını tepemde gezdirseniz ve mukabilinde de görece özgürlükler vaat etseniz yine de davamdan vazgeçmeyeceğim. Ya bu davamı hâkim kılacağım ya da bu uğurda öleceğim.” şeklinde bir netlik içermiyor ve bu nebevi direniş sloganını kaldıramıyorsa, elbette ki bu halimizle ayaklarımızı sabit tutamaz ve belki de bu sebeple bize bir felaket gelmesinden korkar bir halde, tağutları veli edinmesek dahi “tagutları veli edinenleri veli edinme” gafletine düşebiliriz. Bu durum istemeden dahi olsa beşeri maslahatı önceleyip, batıdan devşirdiğimiz post modern düşünceler ve ucube
Dün meclisin tepesinde asılı duran “Hâkimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir” sözünün, “Hüküm Ancak Allah’ındır” ayetine alternatif olarak konduğunu ve bu söylemin küfür olduğunu, küfrün ıslahının asla mümkün olmadığını, bize tevhidi bilinç adına öğretenler; bugün sanki hâkimiyetin kayıtsız şartsız milletin olduğunu özümsemiş bir halde; Allah’ın emri başörtüsü meselesinde dahi muhaliflerine “Hâkimiyet halkın mı, darbecilerin mi?” sorusunu sorabiliyorlar. Ortak Akıl platformu adı altında bir kısım “Müslüman STK’lar”, tevhidi meydanlarda değil, kalplerinde yaşatmayı tercih ederek; meydanlarda “Türkiye Cumhuriyeti Laik, Demokratik, Sosyal bir hukuk devletidir. Ne bir eksik ne bir fazla” diye pankartlar taşıyorlar. Bütün anayasaların ideolojik bir zemine oturduğunun ve bu anayasaların en azından teoride devlet ve toplum arasında imzalanmış bir mutabakat metni olduğunun bilincinde olanlar; temel esasları Tevhid ilkelerini bütünüyle reddederek oluşturulmuş bir siyasi rejimin, kendileriyle hiçbir mutabakatlarının olmadığının elbette bilincindedirler. Buna rağmen hangi hakla küfür sisteminin anayasa paketine “ilahi vahyi esas almayan hiçbir anayasadan razı olunmayacağı” şerhi düşülmeden, sanki talepler dikkate alınırsa böyle bir şirk anayasasından razı olunacağı imajı oluşturacak bir üslupla öneriler sunulmakta, tevhidi vurgu yapılmayan bir zeminEylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
34
Gömün Beni Değiştirmeden… kavramlarla toplumu sınıflandırarak ıslah edelim derken ancak ifsad etme sonucunu doğurabilir.
tanıyan; fakat birikimlerini ve yeteneklerini tevhidi kimlik içerisinde değil de, tağuti rejim içerisinde değerlendirmeyi tercih eden kardeşlerimiz (!) yapıyor diye, Mekke’yi fethetmişçesine bir duygusallıkla karşılayan ve istikameti korumak adına yaptığımız eleştirilerimize de hırsla kükreyen ağabeylerime/ kardeşlerime diyorum ki (tekfir yok !!!);
Hak ve bâtıl diye iki safın olduğunu ve hakkın hayat bulması için mutlaka bu safların netleşmesi ve bâtılı zail edecek tavizsiz bir tevhidi mücadeleyi ikame etmemiz gerektiğini akıldan çıkarmamamız gereken bizler; Kur’ani sabiteleri sadece elfazla sınırlamadan, pratik hayata geçirmeli, hak bildiğimiz hakka sımsıkı sarılıp ittiba etmeli; bâtıl bildiğimiz bâtılı ve tağutu’da net bir biçimde tesbit ederek, intifada bilinciyle yerel ve küresel boyutlarıyla bunlardan ictinap etmeyi gündemleştirmeliyiz. Tevhidi hattın sadece taguti sisteme öneriler sunma fonksiyonu ifa etmediğinin bilincinde olan bizler; taguti sistemden beri/uzak olarak oluşturmamız gereken tevhidi duruşumuzu tüm yönleriyle sorgulayıp ilkeler istikametinde gözden geçirmeli, gerçek gündemlerimize fedakârca sahip çıkmalıyız. Bir yandan sistem dışı kalmayı imam hatiplileri reddetmek ve hariçten imam yetiştirmek olarak algılayan, ama diğer yandan pratikte bankalardan faiz yemeyi caiz olarak gören, aynı zamanda taguti meclise milletvekili yerleştirmekte ve iktidar nimetlerini devşirmekte hiçbir beis görmeyen bir dönemin bazı geleneksel cemaatleri gibi, eklektik, çıkarcı hallere düşmekten sakınmalıyız.
Dün sizden öğrendiğim, binlerce kez Allah’ın kitabı ve Rasulün sünnetiyle test ederek bugüne kadar samimiyetle bağlandığım inancımı ve itikadımı, bugün haksız yere (zaten gönüllerinizde ve zihinlerinizde mahkûm edip gömerek) aşırılık ve tekfircilikle yaftalayıp, sığlık ve indirgemecilik olarak niteliyorsanız eğer; gömün beni değiştirmeden! Dün, din tağutlara “LA” demekle başlar diyerek, batıldan ayrılıp tevhidi bir hat oluşturma çabası içinde olan sizler, küfür anayasasında görece özgürlük vasatında yaşanabilir bir zemin bulmuş, böylece “LA”sız bir İslam’a kapı aralamış ve bunu ortak açıklamalarınızla deklare etmişseniz; önceleri İslami kimlik üzerine bir hayatın inşasından söz ederken bugün sistemin inşasından söz eder bir hale gelmişseniz eğer, gömün beni değiştirmeden! Müslümanların rahat yaşaması için ve reel politika yapma adına, imani ilkeler dahi kalplere hapsedilecek, sistemin geriletilmesi idealleriyle yetinilip tağutlar açıkça reddedilmeyecek, Allah’ın arzında işgalci tağutların izniyle yaşıyormuşuzcasına tağuttan değil de, tevhidi ilkeleri hatırlatan ve taguti sistemden ayrışmak için yol arayan Müslümanlardan hesap sorulacaksa ve onlar bizzat kendi kardeşleri eliyle tahfif edilecekse;
Küresel küfrün tek bir hat halinde, Müslümanların yaşadığı coğrafyayı daha fazla ifsad etmek üzere üzerimize geldiği şu dönemde; dayatmalara karşı kendine çekidüzen verme ihtiyacı hisseden ve zaten yıllar öncesinden küresel güçlere teslimiyetini ve ubudiyetini ilan etmiş olan yerel yönetimlerin kendilerini restore etme ihtiyacı hissetmesi kaçınılmazdır. Fakat sistemdeki bu restorasyonu; yıllar öncesinde bizimle aynı halkalarda yer almış, ağzı laf yapan, eli kalem tutan, coğrafyayı iyi
GÖMÜN BENİ DEĞİŞTİRMEDEN..!
35
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
İbrahim ER Geçen Sayıdan Devam...
5
Haziran 1926 yılında Türkiye ile İngiltere arasında imzalanan Ankara Antlaşması ile Irak sınırı son şeklini almış ve beklenen bir sonuç olarak da Musul ve Kerkük Irak’a bırakılmıştır. Dolayısı ile Irak artık tamamen bir İngiliz toprağı haline gelmiştir. Bu durumun İngilizler açısından ifade ettiği anlam ise; Ankara Antlaşması’nın ardından ve Irak’ın nihai sınırlarının netleşmesinin üzerinden henüz daha bir yıl bile geçmeden, 1927 yılında Kerkük’te çıkarılan ilk petrolle birlikte başlayıp günlük bir milyon tonluk üretimi bulan, yaklaşık yetmiş yıldan beri de bu şekilde devam eden ve ümmete ait olan bu müthiş zenginliğin üzerine çöreklenme gayretlerinin semeresinin alınmasıdır. Bu yüzden Irak, İngilizler açısından I. Dünya Savaşı’ndan öncekine göre daha farklı bir boyuttadır ve daha büyük bir öneme sahiptir. Çünkü I. Dünya Savaşı’ndan önce Irak, Hindistan ticaret yolunun merkezinde olması açısından önemliydi. Eylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
İngiltere Irak’ı 1958 yılındaki ABD destekli ve Abdülkerim Kasım komutasındaki askeri darbeyle krallık rejimini yıkana kadar “Haşimi Krallığıyla” elinde tutmayı başarmıştır. Bu krallığın dayandığı Haşimi Hanedanlığı ise, dönemin sadık İngiliz hizmetkârı ailelerinden birinin uzantısıdır. Nitekim ilk Irak kralı olan Faysal, 1908-1916 yılları arasında Mekke Şerifi olan ve 1916-1924 yılları arasında da Hicaz’ı yöneten “Mekke Emiri” ve “Büyük Şerifi” Hüseyin bin Ali’nin oğludur. Hüseyin bin Ali ise, İttihat ve Terakki’nin Türkçülük politikasını bahane ederek Osmanlı İslam Devleti’ne karşı ilk isyanı başlatanlardandır. 1916 yılında Arap Ayaklanması adı altında Osmanlı’ya karşı bağımsızlığını ilan ederek kendisini “Hicaz Kralı” ilan etmiştir. İngiliz askeri ve bir casus olan Thomas Edward Lawrence (Arabistanlı Lawrence) ile birlikte Arap isyanına öncülük etmiştir. Onun oğlu ve ilk Irak kralı olan Faysal bin Hüseyin de, I. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında gelişen
36
Petrolün İnsan Hayatından Daha Değerli Sayıldığı... Irak... (2) Arap milliyetçiliğinin önderlerindendir. 1933 yılında ölümüne kadar görevini sürdürmüştür. O’nun döneminde Irak 1930 yılında tam bağımsızlığını(!) ilan etmiş ve 1932 yılında da Milletler Cemiyeti’ne üye olmuştur.
sunda katledilen canları, kirletilen namusları ve yağmalanan malları görmezden gelen ve küçücük bir iktidar karşılığında sahip olduğu bütün değerlerden vazgeçerek istikametini değiştiren bütün hainler gibi, Irak’ta 37 yıl saltanat süren bu hanedanlığın sonu da çok acı olmuştur. Kral II. Faysal tüm aile bireyleriyle birlikte katledilerek krallık rejimi sona erdirilmiştir. Onların yerini de bir başka gücün (ABD) ajanları almıştır ve onların ihaneti/saltanatı da bir başka güç onlara galip gelesiye kadar devam etmiştir. Onların dünyadaki yaşantıları genelde zillet içerisinde son bulmaktadır ancak Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın onlar üzerindeki hesabı muhakkak çok daha şiddetli olacaktır. Kısacası sömürgeci kâfirlerin sağladığı küçücük menfaatler karşılığında onlara hizmetkâr olup kendi halklarına ihanet eden ajanların sonu, hem dünyada hem de ahirette kesinlikle zillettir. Bu yüzden onları umursamıyoruz. Bizim içimizi acıtan, o şerli yöneticilerin/işbirlikçilerin desteğiyle ümmetin sömürgeci kâfirlerin ellerinden çektikleridir. İşte Irak, gelinen son durum yani son Amerikan istilası ve neticesinde katledilen iki milyon Müslüman ve hala ardı arkası kesilmeyen bombalamalarla her gün öldürülen onlarca masum insan. Peki ne için?
İşte İngilizlerin Irak’ta oluşturmaya çalıştıkları yapının yani devletin şeklinin ve onu teslim edecekleri sadık hizmetkârlarının özellikleri bu şekildedir. Özellikle krallık sistemi ve Haşimi Hanedanlığı’nın 1958 yılına kadar süren iktidarları Irak’ı tam bir İngiliz çiftliği haline getirmiştir. İngilizler, Irak’ta bu yöntemle oluşturdukları hegemonyalarını devam ettirebilmek için üç askeri üs inşa etmişlerdir. Bunlar; Bağdat’ta er-Reşid Üssü, Bağdat’ın Kuzeyinde el-Habbaniye Üssü ve Basra’nın Batısında da eş-Şuaybe Üssü’dür. Irak’ta devam eden Haşimi iktidarı boyunca, Irak yönetiminde ilk ve son sözü söyleme hakkına sahip olan tek kişi Bağdat’taki İngiliz Sefiri’dir. Bu yüzden krallık rejimi yıkılana kadar askeri, ekonomik, siyasi ve kültürel alanlarda Irak’taki tek egemen güç kesinlikle İngilizlerdir. O yüzden, I. Dünya Savaşı esnasında ve sonrasında İngilizlerin Irak’ta sarf ettiği enerji göz önünde bulundurulduğunda; savaşın ardından İslam beldelerindeki kurtuluş hareketlerinin, yedi düvele meydan okumaların, her karışı kanlarla sulanarak vatan kurtarmaların ve antlaşma masalarında kazanılan zaferlerin trajikomik birer hikâyeden ibaret oldukları daha da barizleşmektedir. Aslında bunların her birinin, yine o sömürgecilerin kendilerine ajanlık yapan işbirlikçilerle birlikte hayata geçirdikleri senaryolardan ibaret olduğu aşikârdır.
Irak’ı sömürüsü altına aldıktan sonra İngiliz hegemonyasının ilk sarsıntıya uğradığı dönem II. Dünya Savaşı’nın hemen öncesindeki dönemdir. Alman Şansölyesi Hitler, Irak’taki İngiliz varlığını sarsmak ve otoritesini zayıflatmak için Irak Kralı Gazi ile irtibata geçmiş ancak, İngilizler bu birlikteliği hissetmiş ve Kral Gazi’yi bir trafik kazası süsüyle ortadan kaldırarak yerine oğlu II. Faysal’ı getirmek suretiyle bu girişimin önüne geçmişlerdir. Aynı zamanda II. Faysal’ın dayısı olan ve İngiliz Tacı’nın sadık hizmetkârı olarak bilinen Abdulilah’ı da tahtın vasisi ve “veliahdı” olarak tayin etmişlerdir.
Sonuçta kendi ümmetine ihanet edip sömürgecilere uşaklık eden, kendi saltanatları için ümmetin maslahatlarını hiçe sayan, sömürgeci kâfirlerin çıkarları uğrunda akan Müslüman kanlarını ve dökülen gözyaşlarını umursamayan, aynı çıkarlar doğrultu-
37
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
Petrolün İnsan Hayatından Daha Değerli Sayıldığı... Irak... (2) Almanya, 2 Mart 1941 yılında Irak ve petzıma girişimleri onlar açısından istenilen sorollerini elde etmeye yönelik girişimini yinenuçları vermemiş, onların şiddetli taarruzlalemiş ve ajanı Raşid el-Keylani ile yönetimi rına karşılık Müslümanların tepkileri de çok ele geçirmeyi başarmıştır. Ancak bu durum sert olmuştur. Bu nedenle onlar işgal ettikleri da fazla uzun sürmemiştir. Bu gelişmenin İslam topraklarında hiçbir zaman gerçek nikendisi açısından Irak ve petrollerinin kayyetlerini ortaya koymamış ve yapmak istebedilmesi olduğunun farkında olan İngiltere diklerini Müslümanlara açıkça ilan ederek hızla harekete geçerek kuvvetlerini hızlı bir kendi namlarına bir başarı elde edememişşekilde Irak’a sürmüş, Keylani hükümetilerdir. Hatta onlar, böyle bir şeyin kendileri ni devirerek Keylani ve yanındakileri idam için nasıl bir yıkım olduğunu fark etmişler, ettirip bu süreci fazla yara almadan kapabu nedenle de baskı ve yıldırmaya yönelik tabilmiştir. Bu gelişmenin sonucunda taht üsluplarından kısa sürede vazgeçmişlerdir. yeniden Abdulilah’ın yönetiminde Haşimi Onun için, Müslümanlar arasında fitneler orKrallığı’na geçmiş ve İngilizlerin güdümüntaya atmak suretiyle ciddi ayrılıklar oluşturde varlığını sürdürmeye mak ve bu suretle de onları devam etmiştir. Böylece birbirlerine düşürmek ile Bütün sömürgecilik İngilizler Irak’taki kontroümmetin üzerine kendi dönemi boyunca Irak’lı lü yeniden ellerine almışnecis kültürlerini empoze Müslümanların İngilizlere lardır. ederek oluşturdukları fikkarşı direnişleri hiç ri zafiyeti kullanıp, hakla Bütün sömürgecilik durmamıştır. Zaman zaman batılı birbirine karıştırarak dönemi boyunca Irak’lı dozajı İngilizlerin Irak’taki ümmeti gayri İslami fikirMüslümanların İngilizlere varlıklarını tehdit edecek lere karşı meyilli hale getirkarşı direnişleri hiç dur- boyutlara ulaşan bu direnişler, mek onların en etkili yönmamıştır. Zaman zaman İngilizlerin bölgedeki sadık temleridir. Irak ve Türkiye, dozajı İngilizlerin Irak’taki işbirlikçilerinin klasik anlatmaya çalıştığımız bu varlıklarını tehdit edecek “parçala-yut” politikalarını hususlarda en bariz iki örboyutlara ulaşan bu direuygulamaları neticesinde nektir. Başlangıçta her ikinişler, İngilizlerin bölgesinin de halklarına yönelik deki sadık işbirlikçilerinin etkisiz hale getirilebilmişlerdir. baskı ve yıldırma yöntemklasik “parçala-yut” polileri uygulanmış olsa da; Irak’ta mezhepler ve tikalarını uygulamaları neticesinde etkisiz fırkalar arasındaki ayrılıkları kışkırtmak suhale getirilebilmişlerdir. Bunu sağlamak için retiyle Müslümanları birbirlerine düşürmek, de mezhepler ve fırkalar arasındaki ayrılıklaTürkiye’de de yoğun şekilde verilen batı külrı kışkırtmışlar ve sırf İngilizlerin bölgedeki türünün tesiri ile batının fikirlerine ve batıbekasını ve memnuniyetlerini sağlayabilnın hayat tarzına yönelik meyli oluşturmak, mek için milyonlarca Müslüman’ı birbirleonlar açısından en etkili silahlar olmuştur. rine düşürme alçaklığını kolayca gösterebilmişlerdir. İşte İngilizlerin Irak’ta bu kadar Ancak II. Dünya Savaşı’nın sonuna gelinuzun soluklu kalabilmelerinin sebebi budur. diğinde artık İngiltere için bu tür tuzakların Bu aynı zamanda bütün İslam Beldelerinde pek de tesirinin kalmadığı yeni bir dönem sömürgeci kâfirlerin cirit atmalarına neden başlamıştır. Bu yeni dönemle birlikte İngilolan en etkili yöntemlerden biridir. Çünkü tere sahip olduklarını korumanın gayretine İslam’ı tamamen zihinlerden ve hayattan kagirerken, sömürü hususunda da tek başına Eylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
38
Petrolün İnsan Hayatından Daha Değerli Sayıldığı... Irak... (2) olmadığının farkına varkıma götürecek süreci Sonuçta ister İngiltere olsun isterse mıştır. Sonuçta ister İnbaşlatmış ve bu sürecin ABD olsun, her ikisi de Kapitalist giltere olsun isterse ABD bir emaresi olarak “Doğu ideolojinin devletleridirler ve olsun, her ikisi de KapitaBloku”na hapsolmuştur. dolayısıyla “sömürü” onların list ideolojinin devletleriDiğer kutupta bulunan yayılma metodudur. Bu yüzden dirler ve dolayısıyla “söABD ise, gözünü dünya üslupları farklı olsa da, İslam mürü” onların yayılma üzerindeki yerüstü ve Ümmeti’ne bakışları ve ondan metodudur. Bu yüzden yeraltı zenginlikleriyle elde etmek istedikleri açısından üslupları farklı olsa da, birlikte dünya liderliğiİslam Ümmeti’ne bakışne ulaşmada önemli rol aralarında herhangi bir fark söz ları ve ondan elde etmek oynayacak olan stratekonusu değildir. istedikleri açısından arajik bölgelere dikmiştir. larında herhangi bir fark söz konusu değilABD’nin göz koyduğu bu bölgelerin ağırlıkdir. Özellikle de ümmetin coğrafi konumu ve la İngiliz-Fransız sömürüsü altında olduğu muhteşem zenginlikleri açısından önde gelen için, bundan sonra dünya zenginliklerine sagüzide toprakları akla geldiğinde, beraberinhip olma ve dünya liderliğini elde etme müde de onların ümmete karşı işlemiş olduğu cadelesinin yeni adresi de ABD ve İngiltere akıl almaz cürümler ve vahşi hayvanların olarak netlik kazanmıştır. bile birbirlerine yapmadıkları muameleleri Nitekim bu hususta ABD’nin ilk istikaonların Müslümanlara rahatlıkla yapabildikmeti de Ortadoğu ve Ortadoğu’nun sahip leri hemen gözümüzün önüne gelmektedir. olduğu muazzam petrol yatakları olmuştur. II. Dünya Savaşı’nın sonunu iki adet atom Bu nedenle dönemin ABD Başkanı Franklin bombasının belirlemesi, savaştan sonra dünRoosewelt; Suudi Arabistan, Irak, İran, Kuya liderliği çekişmesinde askeri güç kavraveyt, Bahreyn ve Katar’dan oluşan Ortadomının içeriğini de değiştirmiştir. Dolayısıyla ğu ülkelerini ziyaret etmeleri maksadıyla bir silahlanma yavaş yavaş nükleer yöne kaybaşkanlık heyeti oluşturarak onları bölgeye maya başlamıştır. Ayrıca II. Dünya Savaşı, göndermiştir. Heyet raporunun ardından Dıİngiltere’nin dünya liderliği tahtını ciddi anşişleri Bakanı James Byrnes’in; “Sayın Başkan, lamda sallamış ve bu konuda dengeler yavaş hâkim olmamız gereken Ortadoğu petrolünün yavaş değişmeye başlamıştır. Soğuk Savaşın oranı nedir?” sorusuna Başkan Roosewelt’in iki aktörü ve yeni dünya düzeninin iki nükle“%100’den daha az değil” şeklinde cevap verer kutbu bu savaşla birlikte dünya siyasetinmesi, ABD’nin bu konuyla ilgili niyetini açık de etkili olmaya başlamışlardır. II. Dünya Sabir şekilde ortaya koymuştur. vaşından sonraki yıllar, Sovyetler Birliği’nin Bu konuda ABD’nin ilk girişimi Suudi oluşturduğu “Doğu Bloku” ile kendi kabuArabistan petrollerine yönelik oldu. Onlar, ğundan çıkan ve dünyaya açılmaya çalışan Suud Kralı Abdülaziz’in para hırsını ve tahABD arasında yaşanan soğuk savaşın baştının muhafazası konusundaki zaafını keşladığı yıllardır. Bu iki devlet aynı zamanda fetmişler ve meseleye bu açıdan yaklaşarak II. Dünya Savaşı’nın galibi kabul edilen devKral’a gerekli hususlarda güvence vermek letlerdir. 1950 yılından sonra ortaya çıkan bu suretiyle onu anlaşma masasına çekmeyi iki kutuplu düzende; Sovyetler Birliği 1961 başarmışlardır. Bu girişim neticesinde Kral Viyana Antlaşmasıyla ideolojisinin yayılma ile ARAMCO Şirketi (Arab-American Commetodunun önüne set çekerek kendisini yı-
39
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
Petrolün İnsan Hayatından Daha Değerli Sayıldığı... Irak... (2) pany) arasında bir anlaşma imzalanmış ve imzalanan bu anlaşmayla birlikte ABD Suud petrollerinden pay almaya başlamıştır. ARAMCO Petrol Şirketleri: New Jersey, Texaco, Socal ve Sacony-Vacuum isimli Amerikan şirketlerinden meydana gelmekteydi.
zaferiyle sonuçlanmıştır. Bu durum Şubat 1953’te Şah’ın tahtını bırakıp Roma’ya kaçmasına sebep olmuştur. İngilizlerin bu hamlesi her ne kadar onların İran’daki varlıkları açısından zayıflatıcı gibi görünse de, İngiltere 19 Ağustos 1953’te General Zahidi eliyle gerçekleştirdiği askeri darbeyle Dr. Musaddık’ı düşürmüş, üç gün sonra da İran Şah’ı halkın sevgi gösterileri arasında ülkesine dönmüştür.
İngiltere Suudi Arabistan petrollerinde yaşadığı acı sonun bir benzerini de İran petrollerinde yaşamıştır. İran petrollerinin bulunduğu 20’inci yüzyılın başından beri bu petrolleri Anglo-Iranian Oil Company adlı bir İngiliz şirketi işletmekteydi. Bu işletme hakkını düzenleyen en son anlaşma şirket ile İran hükümeti arasında 29 Nisan 1933 de imzalanmıştı. II. Dünya Savaşından sonra İran bu anlaşmanın değiştirilmesini istedi. Çünkü şirketin İran’a ödediği para çok azdı. İran bu paranın arttırılmasını istedi ve 17 Temmuz 1949 da, 1933 anlaşmasına ek bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşma şirketin İran’a ödeyeceği parayı çok az arttırmıştı. Hâlbuki bu sırada Amerikan şirketlerinin Venezuela ve Suudi Arabistan ile yaptıkları anlaşmalarda, üretimden elde edilen kar yarı yarıya paylaşılmakta idi. Bu durum da İran’ın sahip olduğu petroller konusundaki yeni istikameti oluşturmaya başladı. Bu arada 1951 yılının Ekim ayında İngiltere’de yapılan genel seçimlerde İşçi Partisi’nin iktidarının sona ermesi ve Muhafazakarların iktidara gelmesiyle birlikte İngilizler, İran ve petrolleriyle ilgili meseleyi yeniden ele almışlardır. Bu vesileyle İngiltere İran’daki ajanlarını harekete geçirerek Mayıs 1952’de İran’da seçime gidilmesini sağlamış ve yapılan bu seçim, ajanı Dr. Musaddık’ın Milli Cephesi ile Tudeh’çilerin meclisteki Eylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
Bu darbenin ardından başbakanlığa getirilmiş olan General Zahidi, petrol anlaşmazlığının çözümü için Amerika’nın aracılığını istedi ve Amerika’nın aracılığı ile AngloIranian Oil Company ile Amerikan petrol şirketlerinin oluşturduğu bir komisyon ve İran arasında 5 Ağustos 1954 de bir anlaşma imzalandı. Konsorsiyomda AngloIranian şirketinin hissesi %40, Hollanda’ya ait Royal Dutch Shell şirketi %16, Fransız Petrol Şirketi %6 ve geriye kalan 5 Amerikan Şirketinin her biri de %8’er hisseye sahip olacak ve İran petrolleri bu şirketler tarafından ortak olarak işletilecekti. İngiltere’nin Suudi Arabistan ve İran petrolleri hususunda ABD’den yemiş olduğu darbeler onları Irak konusunda çok daha fazla tedbirli olmaya sevk etti. Bu durum da Irak üzerinde çok daha büyük tezgâhların kurulmasına, kanlı planların yapılmasına ve aşağılık senaryoların yazılmasına neden olmuştur. Bu anlamda Ortadoğu’da Irak halkının maruz kaldığı muameleler; üzerine tatbik edilenler, çekilen acılar, akıtılan kanlar, kirletilen namuslar ve üzerlerine yağdı-
40
Petrolün İnsan Hayatından Daha Değerli Sayıldığı... Irak... (2) rılan bombalar açısından diğer halklardan çok daha ağır olmuştur. Çünkü Irak’ta oluşan bu durum, sömürgeci kâfirler ve onların işbirlikçisi olan yöneticilerin karşısına iki seçenek çıkartmıştır: Müslüman halkın hayatı mı, yoksa petrol mü? İşte bu iki seçenek karşısında onların yapmış oldukları insanlık dışı tercih, Irak’ta bugün hala çok büyük acıların yaşanmasına sebep olmaktadır. Kaos ortamı devam etmekte, işsizlik oranı %50’ler civarında seyretmekte, savaşın yaraları sarılamamakta ve hala birbiri ardına patlayan bombalarla her gün onlarca Müslüman katledilmektedir. Mesela bugün (17.08.2010) Bağdat’ta meydana gelen patlamada 51 kişi ölmüş ve 119 kişi de yaralanmıştır. Bu ay (ağustos) sonunda işgalci de artık Irak’tan çıkmaya başlayacaktır ve Irak, bu gün kesinlikle savaş öncesi dönemden çok daha kötü bir haldedir. İşgalcinin orada ne işi vardı ve iki milyon Müslümanı neden katletti? Irak’ı getirdiği bu hal neticesinde neyi elde etti ve şimdi neden çekiliyor? Bu soruların cevapları yazımızın ilerleyen bölümlerinde karşımıza çıkacaktır ancak, ilk bakışta ve net bir şekilde karşımıza çıkan tek husus; hangi kirli maskelerle gizlenmeye çalışılırsa çalışılsın (demokrasi, insan hakları vs.), Irak’ın maruz kaldığı bozgun ve Müslümanların sahipsiz/ Hilafetsiz kalmalarının neticesinde ödenen çok ağır bedellerdir.
çalışmıştır. Ancak ABD, Irak konusunda da durmaya niyetli değildi ve bunun için de 14 Temmuz 1958 yılında Abdülkerim Kasım liderliğindeki bir askeri darbeyle, Irak’taki krallık rejimini bitirerek Irak Cumhuriyeti’ni kurdurmuştur. İngiliz ajanı kral ve ailesinin katledilmesiyle son bulan bu darbede İngiliz destekçisi ülkelerin aktif rol oynaması dikkat çekicidir. İngiltere Ürdün’e asker indirerek bu darbeye müdahalede bulunmak istese de, ABD’nin Lübnan’a asker indirerek bu harekete karşılık vermesi İngilizlerin girişimini boşa çıkarmıştır. Türkiye Irak sınırına asker yığmak, Kral Hüseyin de Bağdat Paktı’na üye ülkelere çağrıda bulunarak krallık rejimini korumak konusunda İngiltere’ye destek vermeye çalıştılar. Sonuçta bu darbeden ABD istediğini elde etmiş oldu ve İngiltere’nin geri adım atmasıyla Cumhuriyet nizamı Irak’ta istikrar buldu. Böylelikle Irak’ın Bağdat Paktı’ndan çıkmasıyla ABD’nin de dâhil olduğu ve bizzat ABD eliyle CENTO (Merkezi Antlaşma Teşkilatı) kuruldu ve bu örgüt 1979 yılına kadar işlevini sürdürdü. Bu gelişmelerin faturası İngiltere açısından oldukça ağır olmuştur. Sonuçta Irak, geçici de olsa askeri, siyasi ve ekonomik açılardan İngiltere’nin güdümünden bir süreliğine çıkmış oldu. Darbe sonrası gelişmelerde ise Irak üzerinde dönemin meşhur ABD ajanı ve Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır’ın desteği ve payı büyük olmuştur.
Hilafet’in yıkılmasıyla birlikte meydanı boş ve Müslümanları da sahipsiz ve korumasız bulan sömürgeci kâfirler ve onların işbirlikçi ajanlarının 1950’li yıllardaki mücadelelerine tekrar dönecek olursak; o yıllarda Ortadoğu’daki sömürüleri hususunda kan kaybetmeye başlayan İngilizler, Suudi Arabistan’dan sonra İran ve Irak’ı da ABD’ye kaptırmamak için harekete geçti ve 1955 yılında Türkiye, Irak, İran ve Pakistan’ı da “Bağdat Paktı”na katarak bölgede daha güçlü bir yapı oluşturup varlığını devam ettirmeye
Ancak ABD’nin Irak üzerindeki bu hâkimiyeti çok fazla sürmedi. 1963 yılında Abdülkerim Kasım’ın devrilmesiyle ve özellikle de Abdunnasır’ın desteğiyle Abdüsselam Arif’in yönetime geçmesiyle tamamlanan darbe ve onun ardından da yönetimde olan Abdüsselam Arif’e karşı Ba’asçıların darbe girişimleri bu dönemin dikkat çekici olaylarıdır. 1968 yılının Temmuz ayında İngiliz yanlısı Ba’asçılar, el-Bekr ve yardımcı-
41
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
Petrolün İnsan Hayatından Daha Değerli Sayıldığı... Irak... (2) sı Saddam Hüseyin liderliğinde yönetime hâkim oldular. Böylece Irak yeniden İngilizlerin eline geçti ve on yıl aradan sonra Irak’ta yeniden İngilizler lehine bir istikrar ortamı oluşmuş oldu.
güçlü adamı haline getirerek güç merkezini takviye etmek amacıyla Irak’a Kuveyt’i işgal ettirtti. Bu girişimden İngiltere’nin bir amacı da, ABD ile Körfez’deki nüfuz ve petrol ortaklığını garantilemekti.
Ba’asçıların darbesinden on yıl sonra güç dengeleri el-Bekr tarafından Saddam Hüseyin tarafına kaymaya başladı ve 1969 yılında el-Bekr yönetimden çekilmek zorunda kaldı. Bunun sonucunda da Saddam Hüseyin Irak Devlet Başkanı oldu. Saddam Hüseyin Devlet Başkanı olduktan sonra ilk iş olarak kendi karşısındaki bütün muhalif yapıları yok ederek ve devlet kademelerini yeniden oluşturarak hem el-Bekr yanlılarını sindirmiş, hem de Irak’taki Amerikan izlerini tamamen kazıyarak yok etmiştir. Ayrıca 1980 yılında İran’daki Humeyni Devriminden rahatsız olan İngiltere’nin çıkarları uğruna İran topraklarını işgal ederek sekiz yıl sürecek olan İran-Irak savaşını da başlatmıştır. Galibi olmayan ve I. Körfez Savaşı olarak adlandırılan bu savaşta bir milyondan fazla Müslüman hayatını kaybetmiştir.
Ancak ABD bu oyuna gelmedi ve bölgedeki ajanları olan Arap devletlerinin bir araya getirdiği koalisyon güçleri ile birlikte II. Körfez Savaşı’nı başlatmış oldu. Bu girişimle de çok kısa bir süre içerisinde Irak’ı Kuveyt’ten çıkarmayı başardı. Hatta İngiltere’nin girişimleri ve ABD’nin Kuveyt’i kurtarma söylemiyle harekete geçmiş olması sebebiyle, Saddam devrilmekten son anda kurtuldu. Buna karşılık ABD Irak’ın Güney ve Kuzey’inde uçuşa yasak bölgeler oluşturmuş ve beraberinde de Irak’a yönelik çok çetin bir ambargo başlatmıştır. Aynı zamanda Irak’ı ve Saddam rejimini bölge devletlerine tehdit olarak gösterip, orada kendisi için bir müdahale ya da bir garantörlük zemini oluşturmaya çalışmıştır. Bu arada Saddam’ın Şii ve Kürt hareketlerine ve topluluklarına yönelik başlattığı yok etme hareketi gibi hareketler de bölgedeki şartları ABD lehine olgunlaştırmıştır. Bu durum 2003 yılında ABD ve İngiliz kuvvetlerinin Irak’ı istila edip, Saddam rejimini nihai olarak devirmelerine kadar bu şekilde devam etmiştir.
Ajanı Saddam Hüseyin ile Irak’a yeniden egemen olan İngiltere için Irak Ortadoğu’nun merkez üssü durumunda ve bölgedeki tek dayanağı konumundaydı. Bu yüzden de bölgedeki tek güç merkezi olan Irak’ı dolayısıyla da Saddam’ı barizleştirmek ve bölgenin en
Eylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
Devam Edecek…
42
Talha YAŞAR
S
leşmiş ülkelerin yörüngesinde dönmesi ve vakıaya göre şekillenen politikalar izlemesi yapılan sanayileşme hamlelerinin hepsinin fiyaskoyla neticelenmesine sebep olmuştur. Türkiye’de, sanayinin tarihsel gelişimi dikkate alındığında bahsettiğimiz kafa karışıklığının, izlenen politikaların ne kadar yüzeysel olduğu ve vakıacı anlayışın nasıl temel prensip haline geldiği görülecektir.
anayi faaliyetleri alan olarak dünyada fazla yer kaplamaz. Ancak insanların ihtiyaçlarını karşılaması bakımından oldukça önemli bir yeri vardır; bu çerçevede sanayi bir ülkenin iktisat bakımından kalkınmasını sağlayan en önemli kollardan birini oluşturmaktadır. İktisadın lokomotifini oluşturan sanayi, iktisat bakımından kalkınmak isteyen birçok ülkenin öncelikli hedefi haline gelmiştir. Bir ideoloji çerçevesinde hayata bakan ülkeler ABD, İngiltere, Almanya, Fransa ve Rusya gibi birçok ülke, birçok alanda olduğu gibi sanayi alanında da çok yüksek yerlere gelmişler ve sanayi bu ülkelerin iktisadının can damarını oluşturmuştur. Bir ideolojiden uzak bir şekilde, bu ideolojik devletleri taklit etme çabası içinde olan devletler ise hiçbir zaman sanayileşmiş devlet görünümü kazanamamıştır.
1929 yılında yani Hilafet’in kaldırılıp, cumhuriyetin kurulmasından 5 yıl sonra dünyada meydana gelen iktisadi buhran dünya ülkelerini kasıp kavururken, Türkiye’de bu durumdan kurtulmak için daha önce sanayileşmede liberalleşme ön görülürken, bu buhrandan sonra çözüm sosyalist Rusya’nın ‘Devletçilik’ anlayışı üzerinde olmuş ve bu anlayış Türkiye için sanayileşmede temel etken oluşturmuştur. Devletçilik, Türkiye’de Rusya’dan esinlenen bir ilke olarak 1934 yılında Türkiye Cumhuriyeti devleti anayasasının temel ilkelerinden biri olmuş, fakat II. Dünya savaşından sonra Marshall yardım
Bu meyanda, yıllarca sanayileşme çabası içinde olan fakat yaklaşık 90 yıldır sanayileşmeyi gerçekleştirememiş olan Türkiye de, izlenen politikaların günlük olması, sanayi-
43
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
Türkiye’de Sanayileşme Hamleleri ve Yaşanan Fiyaskolar programından yararlanma başka bir şeyle meşgul AKP hükümetiyle birlikte isteği devletçi politikaların olmadıkları ayan beyan özelleşmemiş hiçbir sanayi değişmesine yol açmıştır. görünmektedir. Almanya kuruluşu kalmamasına Türkiye 1924’ten 1929 yıI.ve II. Dünya Savaşları’na rağmen, sanayileşme için lına kadar sanayileşmeyi girmiş tabiri caizse yeryabancı yatırımın sanayinin liberal politikalarla sürdüle bir olmuş, yine Japonolmazsa olmazı gibi rürken yaşanan gelişmeler ya II. Dünya Savaşı’nda gösterilmeye çalışılması aslında atom bombası yemiş ve 1929’dan 1950 yılına kadar bu sefer devletçi politikayerle yeksan olmasına cumhuriyetin kurucularından lar sanayileşme çabasında rağmen 50 yıl gibi bir süve onları takip eden haleflerine hâkim olmuştur. 1950’den rede Almanya da Japonkadar kime, neye hizmet 1980’e kadar devletçi, libeya da sanayide dünyanın ettiklerini açık bir şekilde ral anlayış birlikte sürdüönde gelen ülkeleri haline göstermektedir. rülmüş, 24 Ocak 1980’den gelmiştir. Türkiye’nin ise sonra ise diğer alanlarda olduğu gibi sanasanayide dünyada söz sahibi olmamasının yi alanında da liberalleşme hâkim olmasebepleri; atom bombasını yiyen, iki dünya ya başlamış ve günümüzde bu politikalar savaşına katılıp yerle bir olan Türkiye olmasonucunda özelleşmemiş sanayi kuruluşu masına rağmen özellikle sanayisi ve diğer kalmamıştır. Fakat izlenen politikaların hiç iktisadi alanlarda felce uğramış olması, zihbiri Türkiye’yi sanayileşmiş ülke kategoriniyetin nasıl dumura uğratıldığını ve anlayısine koymamış daima sanayileşme çabası şın nasıl yerle bir edildiğini açık bir şekilde içinde olan ülke kategorisinde bırakmıştır. göstermektedir. Kapitalizmi taklit anlayışı çerçevesinde yaO halde sorulacak soru şudur: Türkiye’nin pılan özelleştirmeler kapitalist ülkeleri dahi sanayi için gerekli olan hammadde, enerji, iş geçmesine rağmen, sanayi de bu ülkelerin gücü, sermaye, pazar gibi alanları yok mu ki oldukça gerisinde kalınmıştır. Bu durumun sanayisi bu kadar geridir. Tabi ki hayır, hamnedenleri -belirttiğimiz gibi- izlenen politikamadde bakımından demirden, çeliğe, çinkoların günlük olması, vakıaya göre şekillenen ya, bakıra değin birçok metalik hammaddeye anlayış ve taklidin esas meleke haline gelmiş sahip yine tuzlar, bor tuzları, sodyum sülfatolmasıdır. Türkiye’yi sanayileşmiş bir ülke lar çimento hammaddesi olan metalik olmadeğil de, sanayileşmiş kapitalist devletlerin yan madenler, tarımsal maddeler olan gıda pazarı haline getirmiştir. sanayisinin hammaddesi olan un, sebze ve AKP hükümetiyle birlikte özelleşmemiş meyveler, hayvansal hammaddeler olan et, hiçbir sanayi kuruluşu kalmamasına rağmen, süt ve süt ürünleri, kâğıt ve selüloz hammadsanayileşme için yabancı yatırımın sanayinin desi olan ormanlar mevcutken Türkiye’de olmazsa olmazı gibi gösterilmeye çalışılması sanayi için gerekli olan bütün hammaddeaslında cumhuriyetin kurucularından ve onlerin bol miktarda olduğu görülmektedir. ları takip eden haleflerine kadar kime, neye Yine sanayi için gerekli olan enerji açısından hizmet ettiklerini açık bir şekilde göstermekoldukça zengindir. Linyit, hidroelektrik, jeotedir. Bunların, burada yaşayan insanların termal, güneş enerjisi gibi unsurlar hakkıyla maslahatını gözetmekten ziyade, yörüngekullanıldığında enerji noktasında hiçbir sısinde döndükleri kapitalist şirketleri ve onkıntısı söz konusu olmayacaktır. ların avanelerinin çıkarlarını çoğaltmaktan Eylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
44
Türkiye’de Sanayileşme Hamleleri ve Yaşanan Fiyaskolar İş gücü açısından oldukça yüksek bir genç nüfusa sahip olan Türkiye, sanayisi için gerekli olan iş gücünü çok rahat bir şekilde karşılayabilecek potansiyeldedir.
Tıbbi cihaz üretimi noktasında, dünyada yıllık 200 milyar dolar gibi bir pazar mevcuttur. Türkiye yıllık 500 milyon dolarlık tıbbi cihaz üretmekte ve yıllık 150 milyon dolar ihraç etmektedir. Yıllık 5 milyar dolar değerinde ise tıbbi cihaz ithal etmekte yani her 3-4 yılda bir Türkiye tıbbi cihaz çöplüğüne dönmektedir.
Sermaye, Türkiye kendi öz kaynaklarını kullandığında muazzam bir sermaye birikimine sahip olabilecek düzeydedir. Sanayileşme için yabacı sermaye olmazsa olmaz diyen yöneticiler kendi öz sermayeleriyle bugün dünyada sanayi alanında söz sahibi olan İngiltere, Fransa, ABD, Almanya, Japonya gibi ülkelere bakmaları gerekmektedir. Çünkü bu ülkelerin sanayilerini kurmaları, kendi öz kaynaklarını kullanmalarıyla olmuştur.
Ağır iş makineleri üretim sanayisi, Türkiye’de olmadığı için yıllık 30 milyar dolar civarında ağır iş makineleri ithal edilmekte, her yıl Türkiye iş makineleri yığınına dönmektedir. Ulaşım sanayisinde ise Türkiye dev otomotiv şirketlerinin montaj merkezi durumunda olup bunların Türkiye pazarında elde ettikleri yıllık gelirleri 25-30 milyar dolar civarındadır. Bu şirketlerin kendi ülkelerinde yüksek vergi vermeleri, çevre şartlarının ağır sorumluluklar getirmesi, iş gücünün maliyetli olması ve de Türkiye de pazarın geniş olması bu sektörün Türkiye’de yoğunlaşmasını sağlamış fakat bu sektörün elde ettiği gelirin %95 ise yatırımcı olan ülkelere gitmektedir. Sadece Fransa’nın yıllık raylı sistemden elde ettiği gelir 20 milyar doların üzerindedir.
Pazar, Türkiye’nin yoğun ve genç nüfusa sahip olması üretilen ürünün arz talep doğrultusunda birçok pazarda tüketilmesini sağlayacak düzeydedir. Özellikle Orta Asya, Ortadoğu ve Balkanlar Türkiye için çok kolay bir pazar haline gelebilir. Türkiye’de sanayi için gerekli olan tüm unsurlar mevcut olmasına rağmen, bunların kullanılamamasını birkaç örnekle somutlaştıracağız. Türkiye de toplam 100-120 milyar dolar olan ihracatın sadece 40 milyar doları sanayi ürünlerine aittir. Dünya da sadece gıda sanayisinin oluşturduğu pazar 2,5 trilyon dolar civarında iken, ABD bu pastadan 600 milyar dolar gelir sağlarken, Fransa 120 milyar dolar, Almanya 100 milyar dolar gibi bir gelir sağlamaktadır. Türkiye ise bu pastadan ancak 3,5 - 4 milyar dolar gelir sağlamaktadır. Yani siz hem tarım ve hayvancılık potansiyeli bakımından dünyanın önde gelen ülkesi olacaksınız, hem de gıda sanayinde çok komik rakamlarda kalacaksınız.
Yine sanayide gelişmişliğin bir göstergesi de ülkelerin araştırma geliştirme programlarına ‘AR-GE’ ayırdıkları gelir açısından gözlemlenir. AR-GE çalışmalarına ABD yıllık 150 milyar dolar, Almanya 27 milyar dolar, İngiltere 20 milyar dolar ve Türkiye ise sadece 350 milyon dolar kaynak ayırmaktadır. Sanayi de önde olan bu kapitalist devletlerin kendi ülkeleri için stratejik öneme sahip
45
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
Türkiye’de Sanayileşme Hamleleri ve Yaşanan Fiyaskolar olan kaynakları nasıl kullandığına bakıldığında şunları görebiliriz. Çin’in en büyük petrol şirketinden biri olan CNOOC, 2005 yılında ABD’nin enerji şirketi olan UNOCAL’ı satın almak ister, fakat şirketin stratejik öneme sahip olduğu gerekçesiyle devlet tarafından satışı engellenir ve ABD, şirketlerinden birine satılır. Yine ABD’de satışa sunulan iletişim sistemi ulusal güvenlik gerekçesiyle devlet tarafından engellenmiştir. Türkiye’nin ise her alanda özelleşme programı çerçevesinde yabancılara satmadığı madeni, enerjisi, bankası, ulusal iletişim sistemi kalmamıştır. Bütün bunlar tamamen özelleşme kapsamında AKP hükümeti tarafından yabancılara satılmıştır. Cumhuriyetten bu yana uydu devlet olup merkez devletlerin peşine takılan Türkiye, bazen İngiltere’nin, bazen ABD’nin, bazen de Rusya’nın peşine takılmıştır. Yöneticiler onlara itaat etmekte en küçük bir zafiyet göstermezken, kendi halklarının başına aslan kesilmişlerdir. Bu yöneticiler, kendi öz
Eylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
sanayilerini geliştirmeyi akıllarının ucuna dahi getirmemiş, kapitalist şirketlerin kendi ülkelerini bir pazar haline getirmelerine seyirci kalmış ve nihayetinde Türkiye’deki 500 büyük sanayi şirketinin 150’si yabancılara ait kılmışlardır. Diğerlerindeki yabancı payları ise cabası. Bunların kârı toplam sanayiden elde edilen gelirin yarısından daha büyük kısmına tekabül etmekte, Türkiye ise yıllık 35-40 milyar dolarlık sanayi ihracatı ile halkın gözünü boyamaya çalışmakta ve bu şekilde sanayideki kaybı ise yıllık yüz milyarlarca doları bulmaktadır. Binaenaleyh Müslüman Türkiye halkı kendi akidelerinden çıkan çözümleri hayatlarının merkezine oturttukları ve başlarındaki bu duyarsız idarecileri indirdikleri zaman, sanayinin ve diğer iktisadi alanların nasıl bir gelişme içerisinde olacağını hepimiz göreceğiz inşaAllah.
46
Bülent KARACA Aralık 2004’te CIA’nin Ulusal İstihbarat Konseyi (National Intelligence Council) 2020’de yeni bir Hilafet’in dünya sahnesine tekrar inebileceği hakkında bir öngörüde bulunmuştu. Bulgularını da 123 sayfalık “Global Geleceği Şekillendirmek” (Mapping the Global Future) isimli bir raporda yayınlamıştı (www.foia.cia.gov/2020/2020.pdf). Bu raporun amacı ise mevcut trendleri yansıtarak ABD çıkarlarına karşı tehdit oluşturabilecek zorluklara karşı bir sonraki Bush yönetimini hazırlamaktı.
ِ اط ِل َف َي ْد َم ُغ ُه َفإِذَا ُه َو َز ِ ْح ِّق َعلَى ال َْب ُم ُ َب ْل َن ْقذ َ ِف بِال ُ اه ٌق َولَك ِ ْوْي ُل مِمَّا َت ون َ ص ُف َ ال “Hayır, biz hakkı batılın üzerine atarız da beynini parçalar. Bir de bakarsın yok olup gitmiş. Allah’a karşı yakıştırdığınız nitelemelerden ötürü yazıklar olsun size!” (Enbiya 18)
CIA’NİN, GELECEK OLAN HİLAFET İÇİN 2020 VİZYONU DAR GÖRÜŞLÜDÜR Amerika’nın eski başkan yardımcısı Dick Cheney: “Yedinci yüzyılın Hilafet’i olarak adlandırılabilecek olan şeyi tekrar kurmaktan bahsediyorlar. Bu 1200-1300 yıl boyunca İslam veya İslam toplumunun her şeyi kontrol ettiği zamanlardı. Batı’da Portekiz ve İspanya’dan; tüm Akdeniz’den Kuzey Afrika’ya; tüm Kuzey Afrika, Ortadoğu’dan Balkanlara; Ortaasya Cumhuriyetleri, Rusya’nın güney ucu, Hindistan’ın epeyce bir bölümü ve günümüz modern Endonezyası’nın çevresi, yani başka bir ifadeyle bir yanda Bali ve Cakarta’dan diğer yanda Madrid’e kadar her yeri.”
Rapor hakkında çarpıcı olan ise, içeriğinde siyasal İslam ve yakın gelecekte ABD çıkarlarına karşı oluşturacağı çeşitli tehditlerle ilgili örneklerle dolu olmasıdır. Hatta içeriğinde 2020’de Hilafet Devleti’nin tekrar ortaya çıkması ve uluslararası duruma olan etkisini tasvir eden bir de kurgusal senaryo bile mevcuttur. Rapor’un çeşitli yerlerinde özellikle de Hilafet hakkındaki bölümünde, kendi geçerliğini zayıflatan varsayımları kendisine esas
47
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
21. Yüzyıl Batı Sömürgeciliği ve Hilâfet’in Dönüşü (1) alıyor ve buna rağmen kurgusal senaryoda rol alan bazı argümanlardan bahsediyor. Biz ise bunun hakkında bir eleştiride bulunacağız:
gulama çok yaygın olup bazı think-tank kuruluşlarının analizlerini ve Samuel P. Huntington ve Francis Fukuyama gibi dikkate değer bazı yorumcuların yazılarına da leke sürmüştür.
Rapor, yeni Hilafet’in dayanıklılığının global bir İslami hareketin iktidarı ele geçirme çabaları ile olacağını teyid etmektedir. Global bir İslami hareketin bir sivil itaatsizliği başlatabilmesi veya Hilafet’i getirmek için bir ihtilal başlatması mümkün olsa da, onun gücü ve ömrünün uzun olması tamamen farklı şeylere dayanmaktadır.
Bu hata onların İslam’a karşı art niyetlerinden değil de onların ferdiyetçilik felsefesine bağlı olmalarının neticesidir ki, bu onların toplum anlayışlarını bozmuş ve toplumu bir fertler topluluğu seviyesine indirgemelerine yol açmıştır. Topluma sahih bir bakış şunu ortaya koyar ki toplum; ortak fikirler ve duygularla birbirine bağlanmış ve ortak bir sisBir devletin halkının sahip olduğu ortak temin altında yaşayan bireylerden oluşur. değerlere bağlı bir fikri kanaat, devletin daHalkın mevcut yönetim yanımının ölçüsüdür, o sistemine olan desteğinin Rapor, yeni Hilafet’in devleti kuran hareketin veya alternatif bir nizama dayanıklılığının global bir değil. Sovyetler birliği olan desteğinin derecesi İslami hareketin iktidarı ele teknolojide yetersiz olsadece bu ortak fikir ve geçirme çabaları ile olacağını duğu için çökmedi, halkı duygularla ölçülebilir. komünizmi terk etti ve bundan sonra komünist parti de halkını başka bir yolla ikna edemediği için çöktü.
teyid etmektedir. Global bir İslami hareketin bir sivil itaatsizliği başlatabilmesi veya Hilafet’i getirmek için bir ihtilal başlatması mümkün olsa da, onun gücü ve ömrünün uzun olması tamamen farklı şeylere dayanmaktadır.
Batılıların ferdiyetçiliğe olan bağlılıkları, Müslüman ülkelerin İslami fikirler ve duygulardan etkilenmesini büyük ölçüde küçümsemelerine ve ümmetin Hilafet’in tekrar ikamesine olan yaygın desteğini de yanlış hesaplamalarına sebep oldu.
Hilafet’in 21. yüzyılda başarılı olup olmaması üzerindeki tek ve en önemli etken; Müslüman halkların Hilafet’in tekrar ikamesi sayesinde İslamî yaşam tarzının tekrar hayat sahasına ineceği konusunda kesin bir kanaate sahip olup olmamalarıdır. Bu konu; Hilafet kendisini koruyabildiği sürece ve gelişimini hassaten İslami ideolojiye dayandırabildiği sürece her ikisi de hızlı bir şekilde kazanılabilecek olan teknoloji ve mali kaynaklardan daha da önemlidir.
Rapordaki bir başka çelişkili nokta ise Hilafet’in ikamesinden sonra İslam beldelerindeki rejimlerin domino etkisiyle birbiri ardına yıkılmayacakları iddiasıdır. Bu anlayış da yine toplumun yanlış anlaşılmasından kaynaklanmaktadır. İslam âlemi üzerinde yapılacak yüzeysel bir araştırma bile mevcut rejimlerle yönettikleri halkları arasında fikri açıdan çok güçlü bir kutuplaşmanın olduğunu gösterecektir. Baas rejiminin yıkılışından önce, ateist Saddam bile konuşmalarında İslami terimlere yer vermekteydi. O bunu
İslami hareketler, İslami dirilişin Müslüman ülkelerde yayılımının bir göstergesi olarak ele alınırsa her zaman çarpık bir tablo ortaya çıkacaktır. CIA bu yanlış standardı kullanma konusunda yalnız değildir. Bu uyEylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
48
21. Yüzyıl Batı Sömürgeciliği ve Hilâfet’in Dönüşü (1) yaptı, çünkü artık halk Baasçılık, laiklik veya Arapçılık gibi fikirlerden etkilenmez olmuş ve sadece İslam’dan etkilenir olmuştu. Aynı şekilde Müşerref, Amerika’nın Afganistan’a karşı olan savaşının yanında yer aldığı zaman bu tutumunu meşrulaştırmak için Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in hayatından uzun pasajlar aktarmak zorunda kalmıştı.
tedikleri Hilafet, Raşidi yani doğru olan Hilafettir ki o insanlık medeniyetinin en zirve noktasındaydı. Bu hakikat en barizi Bernard Lewis olmak üzere birçok saygın İslam uzmanı tarafından da kabul edilen bir tarihi gerçektir. İkincisi, Müslümanların batıya kitlesel olarak göç etmesi İslam âlemine yönelik bir dış politika girişimi idi, batı değerlerine karşı Müslümanların bir hayranlığının neticesi değildi. Çoğu göçmen, belki de hepsi ya ekonomi kaynaklı göçmendi, ya da çoğunluğu batı devletleri tarafından desteklenen rejimlerin zulmünden kaçan siyasi sığınmacılardı. Batıya yerleşen bu Müslümanlar bile İslami inançlarına zarar vermemek için bu laik değerleri kucaklamaktan uzak duruyorlar.
Çoğu İslam beldesinde laik düzeni korumak ve siyasal İslam’ın güç sahnesine inmesini önleme çalışmaları, artık günlük olaylar haline gelmiştir. İslam âlemindeki rejimler batı çıkarlarının muhafızları ve İslam’a karşı olan düşmanlıklarının maşaları olarak görülmektedirler. Müslümanlar ise bu rejimlerden sadece nefret etmektedirler ve onların varlıklarına son vermeye karşı da çok isteklidirler. Bu rejimlerin ayakta duruyor olmalarının tek sebebi onların batı devletleri tarafından inatla desteklenmeleridir.
Avrupa tarafından gösterilen son çabalara bir örnek de, içindeki Müslüman nüfusa batı değerlerini benimsemeye zorlamak için “Müslümanları laikleştirme takıntısı” uğruna yaptığı propagandadır. Bu süreç ise batı tarafından yansıtılan “Müslüman ülkelerin batılılaşmak için yalvardığı”nı resmettikleri klişeleşmiş tablonun zıddına işliyor.
Günümüzde İslam Ümmeti artık devasa bir değişimin eşiğinde durmaktadır, tıpkı yaklaşık 18 yıl önce Varşova Paktı ülkelerinin durduğu gibi. Demir perde indi… Çünkü halk bakış açısını komünizmden kapitalizme çevirmişti. Aynı şekilde İslam Ümmeti hem komünizmi hem de kapitalizmi terk etti ve artık Hilafet’in gelişini beklemektedir ki o bu rejimlerin muhteşem bir şekilde yıkılmasına ve alternatifsiz olarak Hilafet’in onların yerini almasına götürecektir.
Müslümanları koydukları çerçeve hatalı bir anlayışa dayalı ki o anlayış, İslam ülkelerinde gittikçe yayılan “Batı karşıtlığı” duygusudur. Batı çevrelerinde sıklıkla, batı karşıtı hissiyatlar batı medeniyetinin toptancı reddiyle eşdeğer tutulur ve köktendinci kampla ilişkilendirilir. İşin daha da kötüsü, Müslümanların batı ürünlerine olan rağbeti “batı yaşam tarzı”na özenmek olarak yorumlanıyor. Batılılar çoğunlukla batı ürünlerini beğenenleri ılımlı kampta tasnif ediyorlar. Bu tarz bir yorum ile Müslümanları iki kampa tasnif etmek yanlıştır. Bu karışıklığın sebebi Müslümanların batı karşıtı söyleminin batı ürünlerine karşıtlığın değil de batı kültürüne olan karşıtlığın göstergesi olmasıdır. Aynı şekilde batı ürünlerine olan ilginin se-
Son olarak rapor, Müslümanların batı materyalizminin günahlarına artık tahammül edemez olduğu için Hilafet’in sahillerine kaçtıklarını iddia ediyor. Bu bakış da açıkça batının yaygın görüşü olan “Hilafet’in modernizmin antitezi olduğu” görüşüne dayanmaktadır. Bu algıyı batılılar nezdinde arttıran başka bir faktör de Müslümanların İslami beldelerden batıya göç etmeleridir. Hiçbir şey gerçeklerden bu kadar uzak olamaz. Birincisi, Müslümanların ikame etmek is-
49
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
21. Yüzyıl Batı Sömürgeciliği ve Hilâfet’in Dönüşü (1) bebi de ürünlerin kalitesinin hakkını vermektir, batı kültürünün toptancı bir kabulünün göstergesi değildir.
yanlış anlamasına katkıda bulunmakla kalmamış, batının İslam âlemine karşı insafsızca bir tavır almasını da teşvik etmiştir. Ayrıca bu zihniyet batı halklarının İslam’a karşı olan ve olabilecek tüm ilgisini kaybetmesine yol açtı. Zaten Batı’nın Irak ve Afganistan’ı işgali İslam toplumuna karşı kinini ve tahkir eğilimini tüm dünyanın gözleri önüne sermiş oldu. Eğer bu tutum tersine çevrilmezse batı kendisini çok riskli olan iki durum arasında bulacaktır.
...Hilafet Devleti İslam toplumunu batının siyasi, askeri ve ekonomik hegemonyasından kurtardıktan sonra onlara yeni bir kader çizen güçlü ve yenilikçi bir devlet olacaktır.
Yıllardır ilk defa İslam âlemi, İslam’a göre batı yaşam tarzının hangi yönlerinin kabul edilebileceğini ve hangilerinin reddedilmesi gerektiği konusunda kökten bir değişim sergilemiştir. Günümüzde Müslümanlar bir yandan DVD’ler gibi, uydu antenleri ve televizyonlar gibi batı ürünlerini İslami bakışları ile çelişmediği için kabul ediyorlar, diğer yandan özgürlük, demokrasi ve ferdiyetçilik gibi batı kavramlarını reddediyorlar, çünkü o fikirlerin İslam’la çeliştiğine inanıyorlar. Önceleri İslam âlemi iki kesime ayrılmıştı bir taraf her şeyi batıdan almayı isteyen çağdaşlar, diğer taraf ise batı medeniyetinin her yönünü reddetmeye hevesli olan gelenekçiler. Bu zihniyet gelişmenin önünü tıkadı ve batının İslam beldelerinde hegemonyalarını kurmalarının yolunu açtı.
Birincisi, Hilafet Devleti İslam toplumunu batının siyasi, askeri ve ekonomik hegemonyasından kurtardıktan sonra onlara yeni bir kader çizen güçlü ve yenilikçi bir devlet olacaktır. Batı bu beklenmedik kontrol kaybından dolayı zayıf düşecek ve tekrar dünya meseleleri üzerindeki egemenliğini sürdürmek için mücadele verecektir. İkincisi, Hilafet hızla İslam ile bilim arasındaki sinerjiyi sağlayıp, bu sayede icatlar, teknoloji ve yeni bilimsel keşifler konularında batıyı geçecektir. Batı’nın da İslami olan her şeye karşı olumsuz tavır alması göz önüne alınırsa, kendisini bilgiye kapılarını kapatmış, gelişim ve 21. yüzyılın sorunlarına karşı halkını demir perdeyle perdelemiş olarak bulacaktır.
Günümüzde insanlığın gelişiminden ve 21. yüzyılın standardında yaşamaktan uzak kalan Müslümanların kendisi değildir, tam tersine bu gelişmeleri engellemeyi tercih eden Batı’dır ve İslam âlemindeki rejimlerle dirsek teması içinde Müslüman kitlelere batı değerlerini dayatmada ısrar eden de yine Batı’dır. Bu tutum sadece Batılıların İslam’ı
Eylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
Devam Edecek…
50
Mehmet Salih ŞEKER
G
tatbik edilebilirliği açısından nasıl birer yapısal özellikler taşıdıklarını bilip bundan sonra da bu siyasi, felsefi ve sosyolojik kavramların insanın, toplumun ve devletin vakıalarına ne derece uygun olup olmadığını tepeden tırnağa mülahaza etmeliyiz.
ünümüz dünyasında batı tarafından türetilmiş ve dünya toplumlarınca benimsenmiş/benimsettirilmiş olan birçok kavramın hayat sahası içerisinde olduğunu görmekteyiz. Bu kavramların bilhassa 1789 Fransız Devrimi ile birlikte Kapitalizm’in teşekkül etmesi sürecini hazırladığı söz konusudur. Küresel güçlerin tekelinde bulunan batı ve tüm dünya ülkeleri söz konusu güçlerin ortaya atmış olduğu bu mefhumlarla emperyalize olmuş ve bu güçlerin güdümündeki yerlerini sağlamlaştırabilmiştir. Laik-Sömürgeci sistemin vitrinlerinde süslü püslü raflarda gösterime çıkmış olan bu kavramlar şekil itibariyle öyle hallerde sunulmuş ki insanlar bunları altın tepsiler içerisinde görüp hiçbir sorgulama yapmaksızın almış ve hayatlarına tatbikinin gerçekleşmesi için cehtlerini harcamışlardır.
Bizde bu minval üzere incelemeler yapıp bu kavramların en önemlilerinden olan ve bazı sosyologlar nezdinde enformasyon çağı olarak isimlendirilen modern dünyanın dinamiklerini oluşturan ve laisizmin de prensiben kendisinden olduğu ve son süreçte bazı gazete vb tarafından yeniden gündem haline getirilmeye çalışılan “Sekülerizm” hakkında tefekkürde bulunacağız Sekülerizm’in tanımı üzerinde bir takım düşüncelerde bulunurken aynı zamanda farklı farklı tanımlamalara da göz atıp farklı bakış açılarıyla kavramı ele alacağız. Ayrıca insanlar nezdinde Sekülerizm’in nasıl anlaşıldığı meselesini de inceledikten sonra Sekülerizm’e İslami fraksiyonların bakışlarını ve bu fraksiyonların ideologları hükmün-
Kavramların bu denli hayatî önem taşıması hasebiyle onları derinlemesine inceleyip sistemin mugalâtalarına kapılmadan anlamalıyız. Bunun yanı sıra aslında hayatımıza
51
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
Modern Aktörlerin Modern Replikleri “Sekülerizm’’ de olan cemaat liderlerinin hakkında ne tür görüşler ortaya koyduğunu ele alacağız. En sonunda ise Sekülerizm’e sahih bakışın nasıl olduğu meselesini irdeleyip çalışmamızı sonlandıracağız inşaAllah.
- Siyasi anlamda, sekülerizm kilise ve devletin ayrılmasıdır ki bu kilise ve devletin birleşmesi olan teokrasinin zıttıdır. Yine yukarıda da belirttiğimiz gibi Sekülerizm siyasi bağlamda ele alındığı zaman Laiklikle prensipte aynı manaya gelmektedir. Fakat Dünyacılık fikri olan sekülerizm esastır bundan ise daha sonra Dünyacılığın ilke edinilip yaşanılabilmesi için Mistik metafiziksel öğelerin yaşam sahasından çıkarılması için dinin çıkarılması fikri ortaya çıkacaktır. Ve böylece bu noktada laiklik ekolü ve akidesi meydana gelecektir.
Lügatte Sekülerizm: Latincede “nesil”, “periyot” (zaman dilimi) anlamına gelen zamanla Hıristiyan Latincesi’nde “dünya” anlamında kullanılmaya başlanan sæculum’dan türemiştir. (Concise Oxford English Dictionary, Oxford University Press, 2004)
Din merkezli veyahut dinî öğeleri hukukî ve siyasî anlamda tayin edici kılan bir yaklaşımın tersine, bunları hukukî ve siyasî kümeden ayıran bir yaklaşımı tanımlayan Sekülerizm içerisinde birçok akım farklı çeşit ve teori barındırmaktadır. Aynı zamanda Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlüğü’nde Sekülerizm “Dünyacılık” karşılığını almıştır. Yine TDK bu maddeyi açıklarken sözcüğün Fransızca sécularisme sözcüğünden geldiğini beyan etmiştir. Sözcüğün Fransızca olması yine yukarıda da belirttiğimiz gibi kavramın ayak izlerinin bizleri Fransız Devrimi’ne götürdüğünü görüyoruz.
- Felsefi bir açıdan, sekülerizm devletlerin dogmatik bir inanç değil de nedensellik ve deneysellik üzerine kurulu olduğu, somut ve bilimsel temellere dayandığı kavramı ve düzenidir. - Modern zamanlarda, genel kanı insanların özgürlük ve eşitlik ideallerinin yasa ile korunduğu bir siyasi sistemin kralın veya ruhban sınıfının dini dogma, istek ve kuralları merkez alan ilahi hak ve yargılarından oluşan bir siyasi sistemden daha üstün olduğu yönündedir.
Sekülerizme yapılan tanım ve tanımlamalar: Seküler kelimesi Hıristiyanlık doktrininin parçalarından olan Tanrı’nın zaman dışında var olduğu prensibine karşılık zamana (zamansal olmaya) vurgu niteliği taşıyan, genel olarak hayat ve idarenin dini bir merkezden ayrılıp dünyevi bir merkeze ilerlediğini, zamansal, zaman içinde var olan bir tarafa kaydığını belirten bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Bu fikir diğer tüm dini ve spritüel inançları kapsayacak şekilde genişlemiştir. Dini biçimde algılanabilecek veya dini kaynaklara dayandırılmış çeşitli müessese, konu ve kavramlara dini olmayan, bunlarla dini ayıran bir bağlamda, yaklaşır. Örnek vermek gerekirse: seküler etik, seküler devlet vb. (Americans United for Separation of Church and State) Eylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
Yine Sekülerizme yapışmış farklı bir tanıma göz attığımız zaman dinin bir toplumun kamusal mesele ve işlerine karışmaması ve bunlarla bütünleşmemesini savunan ve belirten düşüncedir tanımını görmekteyiz. Sıklıkla Avrupa’daki Aydınlanma hareketiyle ilişkilendirilen sekülerizm, Batı toplumu ve siyasi gelişimi açısından çok önemli bir yere sahip olduğu yönündeki yorum genel kanı halindedir. ABD’deki kilise ve devletin ayrımı ve Fransa’daki laiklik (laïcité), pratik anlamda olmasa da prensip bakımından büyük oranda sekülerizm kaynaklıdır. Ayrıca, sekülerizm din ve doğaüstü inançların dünyayı anlamak ve günlük hayat için temel teşkil etmediğini savunan sosyal ideo-
52
Modern Aktörlerin Modern Replikleri “Sekülerizm’’ loji olarak da tanımlanmıştır.
İslam’ın kaynakları hükmündeki Kur’an ve Sünnet esası üzere kaim olan bu devletin lağEtik açıdan Sekülerizm: Dini temellere vedilmesi “La İlahe İllallah Muhammedun dayanmayan birçok etik anlayışı mevcuttur, Rasulullah” diyen yani devletin üzerine kaim bunların büyük çoğunluğu seküler etik başedildiği esas olan bu akideye iman etmiş herlığı altında incelenebilir. Bu da seküler etik kes tarafından bu karşı atakların ayaklanmateriminin fazlasıyla genişlemesi ve değişkenların ve isyanların gerçekleşmesi pek tabii bir lik göstermesine yol açar. Örneğin hem dini durum idi. Zira onların bu yüce akidesinin veya Allah’ı reddeden etik kuramlar hem de yerine batıdan ithal edilen yeni bir akide ve dini veya tanrıyı kabul edip sadece etiğin bu akideden fışkıran ya da bu akide üzeritek kaynağı görmeyen kuramlar seküler etik ne bina edilmiş yazımızda da değindiğimiz başlığı altında incelenebilir. Tüm bu çoğulgibi yeni kavramlar aralarına sokulmuştur. luk da seküler etiğin tanımını güçleştirdiği Birileri bu topraklar üzerinde masa üstünde gibi toplumsal boyutta algılanış biçimini de bir takım sınırlar çiziyor ağızlarından salyaetkilemiştir. En yalın tanımla, seküler etik, lar akarcasına pazarlıkları dini, doğaüstü veya ilayapıyordu. İşte bu durum hi temeller yerine poziAllah Subhanehu indinde hak karşısında örneğini vetif, bilimsel ve rasyonel din olan İslam’ın kaynakları rebileceğimiz ayaklantemellere dayanan etik hükmündeki Kur’an ve Sünnet malardan en barizi Şeyh anlayışları için kullanılan esası üzere kaim olan bu devletin Said’in Rahmetullahi Aleyh bir terimdir. lağvedilmesi “La İlahe İllallah ayaklanmasıydı. O yüce Toplumsal ve bireysel kişilik emperyalist güçMuhammedun Rasulullah” bazda incelendiğinde, diyen yani devletin üzerine kaim lerin reklâm ve pazardindar toplum ve bireyler lamalarına aldanmayıp edildiği esas olan bu akideye de dâhil olmak üzere çoiman etmiş herkes tarafından bu İslam’a karşı duyulan büğunluk dini anlamda seyük kinin ve nefretin pis karşı atakların ayaklanmaların küler bir idarenin mümkokusunu sezdi ve amelive isyanların gerçekleşmesi pek kün ve meşru olacağını ni gerçekleştirdi neticede tabii bir durum idi. savunmaktadır. Hatta ise şehadet şerbetini tattı. bazı dinlerin mensuplaLaik esasa dayalı devlerı dinlerinin temelde bunu savunduğu veya tin bu topraklarda tesis edilmesiyle birlikte bu tür bir devlet tanım ve idaresine dair desM. Kemal ve etrafındaki Kemalistler Takrir-i tekleyici unsurlar içerdiği ortaya koymuştur. Sükûn kanunu gibi kanunlarla yıllarca MüsÖrnek vermek gerekirse, Hıristiyanların çolümanları bastırmaya çalıştı ve nitekim muğunluğu seküler bir devlet anlayışını benimvaffak oldu. Sömürgeci kâfir güçlerin bir semekte ve bu fikrin Hıristiyan kaynaklarınzamanlar baş etmeye çalıştığı Müslümanlar da da mevcut olduğunu öne sürmektedirler. gün geldi tefrikaya duçar oldu. Müslümanlardan bazı gruplar bırakın tağuti sistemlere İslami Hareketler nezdinde Sekülerizm baş kaldırmayı onlara çanak tutup onların elanlayışı: Müslümanlar 1924 yılında İslam’ın leri ayakları haline gelmeye başladı. DemokDevleti olan Hilafet Devleti’nin kaldırılması rasinin en fanatik savunucularından daha da hamlesi karşısında türlü isyanlar ayaklanfanatik savunucular olmaya başladılar. malar vb kontra hamleler gerçekleştirmişlerdir. Allah Subhanehu indinde hak din olan Örneğin; Türkiye de son periyotta böyle
53
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
Modern Aktörlerin Modern Replikleri “Sekülerizm’’ bir hareketin temelleri atılmış daha sonra inanılması güç bir şekilde büyümüş ivme kazanmış ve milyonlarca sempatizan kazanmış ve ABD’nin en önemli projelerinden biri olan “Dinlera Arası Diyalog“ projesinin bu ülkedeki dini ayağı olma rolünü üstlenmiştir. Yine Anayasa değişikliği paketinin referanduma sunulması sürecinde söz konusu cemaatin lideri tavrının Amerika’dan, Amerika’nın Müslüman Türkiye halkına sunduğu figüratif liderden ve yine Amerika’nın süsleyip püslediği anayasa paketinden yana olduğunu vurgulamıştır. İşte bu lider Sekülerizm hakkındaki bir yazısında şöyle demektedir. “İyi anlaşılmaktadır ki dinin kendisinin ne bireysel ve toplumsal, ne de siyasal ve medenî yaşamımızla doğrudan ya da dolaylı herhangi bir sorunu yoktur.” (Geleceğin Modern Çağa Tanıklığı M. Enes Ergene Yeni Akademi Yayınları-2005) Yukarıda da belirttiğimiz üzere sözde İslamî bir cemaatin sözde lideri bu söylemle 1300 yıl boyunca hayatın her alanında uygulanan bu dinin toplumsal içtimai iktisadi vb siyasi her yönünü hiçe saymış. İslam’ı ruhi ve siyasi boyutu olan bir din olmasının zıttına onu sadece ruhi boyuta taşımış ve bu bağlamda Laiklik ve Sekülerizm gibi fikirleri ilk ortaya atan pis ve fasid ideologlardan farkı kalmamıştır.
yün içgüdülerine doyum keyfiyetine alternatif gösterecek sözde âlimlerden değil; bu yüce dinin asli kaynakları olan Kur’an ve Sünnet’ten almamız gerektiğini bilmeliyiz. Zira onlar âlim diye nitelendirilseler de ancak ve ancak kâfire hizmette kraldan fazla kralcılık yapmakta ve İslam’ın müthiş bir ivme kazandığı bu süreçlerde Hilafet projesinin önüne geçmek için son cehtlerini harcamaktadırlar. Buna en açık bir örnek ise Söz konusu cemaatin liderinin İslami hayatı başlatmak adına ikinci Raşid-i Hilafet Devleti’ni kurmak için gecesini gündüzüne katan Hizbut Tahrirle alakalı “onları görürseniz polise haber verin” gibi bir ifadesi olmuştur. Bunun da Hizb-ut Tahrirli olsun olmasın İslam’ı hayatta var etmek için çalışan Muvahidlere olan ABD’nin kininin ve korkusunun izdüşümü olduğu su götürmez bir gerçektir. Lakin onların ve ajanlık ettikleri kâfirin tüm çabalarına rağmen İslam’ın ve Müslümanların muvaffakiyeti vaki olacaktır. Nitekim Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın buyruğu da o minval üzeredir. Vesselam… َّ ِ َو َم ْن أَ ْظل َُم مِم ِب َوُه َو يُ ْد َعى إِلَى الإِْ ْس اَل ِم َ َّن ا ْف َت َرى َعلَى الل ِه ا ْل َكذ َّ َّ ِ ور اللَّ ِه ِبأَ ْف َو ِم َ ِين يُرِي ُد َ َوَم الظالِم َ ُون لِيُ ْط ِف ُؤوا ن ْ َوالل ُه اَل َي ْهدِي ا ْلق ْ اهه َّ ون ِ َُوالل ُه ُمت ُِّم ن َ ِر ُ َو كَرَِه ا ْلكَاف ْ ورِه َول “İslam’a davet edildiği halde, Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez. Onlar Allah’ın Nurunu, ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler kerih görse de, Allah Nurunu tamamlayacaktır.” (Saff 7–8)
Biz Müslümanlar açısından bakıldığında asıl iş Sekülerizm gibi kavramları emelleri için kullanmak adına süsleyen küresel aktörlerden değil ancak bu kavramların ortaya atılış süreciyle birlikte kavramın türemesinin etrafında cereyan eden tüm hususlarla birlikte incelemeliyiz. Ancak böylelikle vakıalarını daha net berrak ele alıp hangi bozuk kasıt için türetildiğini bilelim. Nitekim aynı şey İslam için de geçerlidir ki İslam’ı sömürgeci kâfir güçlerin Hilafet Devleti’ni kaldırdıktan sonra İslam Ümmeti’ne alternatif olarak sunduğu İslam anlayışından ve Müslümanlardaki tedey-
Eylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
54
A. Celil CENGİZ
1
2 Eylülde önümüze getirilecek olan anayasa referandumu ile Müslümanların bir takım sorunlarının çözüleceği izlenimi oluşturulmaya çalışılıyor. Bu referandumdan sonra ise kalan sorunların seçimle beraber çözüleceği yönünde de bir anlayış verilmeye çalışılıyor. İşte bu minvalde hummalı bir şekilde çalışan demokratik siyasi partiler, STK’lar ve medya gündemi adeta tek başına bu konuda şekillendirmektedir. Asli sorunların kaynağını ve çözümlerini bilen içimizdeki İslami kitlelerin ve İslami aydınların bir kısmı hariç, diğerleri gündemle oluşan iki kesimden birinde taraf olmaya çalışmaktadır. Kısacası iki çıkmaz sokaktan birine girmeye çalışıyorlar. Hâlbuki ne “evet” demeleri ne de “hayır” demeleri sorunu çözmeyecektir.
Bunlara tek tek girme imkânımız olmadığı için birkaç mesele üzerinden konuyu açmaya çalışacağım. Türkiye’de faaliyet gösteren demokratik partilerin, Müslümanların zihninde bırakmış olduğu intiba oldukça çirkindir. İslami hassasiyeti olan insanları veya İslami kitleleri, bir kenara ayıralım, magazin ile uğraşan insanlar bile bu rahatsızlığı açıkça dile getirmektedirler. Bu partilerin bırakmış olduğu izlenim öyle bir hale gelmiştir ki, geçtiğimiz seçimlerde magazin ile uğraşan insanlara mikrofon uzatılarak “siz seçimde her hangi bir partiden aday olacak mısınız” sorusuna verdikleri cevap oldukça önemlidir. Bu sorulara cevap veren insanların içinde ses ve sinema sanatçıları olduğu gibi dansözlük yapanlarda vardı. Özellikle dansözlük yapanların verdiği cevap konunun anlaşılması açısından ehemmiyetli olduğundan örnek vermeye değer görüyorum. Dansözlük yapanlar bu soruya cevap verirken yüzlerini buruş-
Bununla beraber bu kitlelerin ve aydınların bir bölümü İslamî bir partinin olmayacağı veya İslam ile partinin bir arada anılmayacağını düşünüyorlar. Bunun birçok nedeni var.
55
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
Türkiye’deki İslamî Kitlelere ve İslamî Aydınlara… turarak “hayır, kesinlikle düşünmüyorum, siyaset bana göre bir iş değil” demişlerdir. Kendisinin yaptığı işi daha itibarlı görerek siyasetle uğraşmayı kendisine yakıştırmayan bu insanlar siyaseti çirkin bir iş gibi görerek bu cevabı vermiştir.
durumdan kurtarıp, Allah Celle Celaluhu’nun “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz…” (Ali İmran 110) ayetinin mefhumunu bünyelerinde bulundurma zorunlulukları vardır. Bu önemli sorumluluğu göz ardı etmeleri şaşırtıcıdır. Özelde Türkiye‘deki insanların genelde ise tüm insanlığın kurtuluTürkiye’de yaşayan birçok insanda böyşunun bu kitleler eliyle olacağını düşünmek le bir düşüncenin olması üzücü olsa da şaise bakışlarının hatalarından dolayı üzücüşırtıcı değildir. Çünkü bu insanlar İslami bir dür. Özetle bu kitlelerin kuruluş gerekçeleri partinin çözüm ile ilgili fikir ve uygulama insanları kula kulluktan Allah’a kulluğa, Milyöntemlerinden yeterince haberdar olmayaletten ise Ümmete dönüştürme meselesidir. bilirler. Bununla beraber demokratik siyasi Bu mesele ise tamamen siyasi bir iştir. Çünkü partilerin meşhur özelliklerinden olan; yainsanlar arasındaki ilişkiler siyasetle düzenlan, ihanet, halkı küçük görme, dolandırıcılenir. Bu nedenden dolayı lık, sahtekârlık, daha birçok bu kitlelerin yukarıdaki gibi kirli iş ve davranışlar tabiî ki Türkiye’de en kirli ve bir anlayış içine girmeleri İslami kitlelerin de siyasete pis işlerin liderliğini oldukça anlamsızdır. Allah soğuk bakmalarını ve uzak demokratik siyasi partililer Celle Celaluhu’nun bildirdidurmalarını sağlamıştır. ve onların birinci dereceden ği gibi insanlar için çıkarılTürkiye’de en kirli ve pis işyakınları tarafından mış en hayırlı ümmet olma lerin liderliğini demokratik yapıldığı Müslümanlar vasfı Müslümanların olunsiyasi partililer ve onların nezdinde bilinmektedir. ca, insanların içine düşmüş birinci dereceden yakınları Bundan dolayı siyasi parti olduğu dalalet çukurundan tarafından yapıldığı Müslübaşkanlarının İslami bir parti ancak İslami bir nizam ile çımanlar nezdinde bilinmekkabileceği tartışmaya kapalı olmadıklarının altını sık sık tedir. Bundan dolayı siyasi bir konudur. Bununla beraçizdiklerini görmekteyiz. parti başkanlarının İslami ber İslami bir nizamın tesibir parti olmadıklarının altısinin İslami kitlelerin çalışmaları ile hâkim nı sık sık çizdiklerini görmekteyiz. kılınacağı gün gibi açıkken, bunları makale Fakat İslami kesimde, özellikle bu kesimin konusu yapmak beni derinden üzmektedir. oluşturduğu kitlelerin bazılarında bu düşünTürkiye’de kirli işlerin yapıldığı yerlerin cenin olması sadece üzücü olmakla kalmayıp başında ilk akla gelenler demokratik siyasi insanı şaşırtmaktadır. Çünkü bu tür kitleleşpartilerin olduğu halkın gözünde bu kadar melerin önem verdiği asıl mesele Allah Celmeşhur olmuşken, tertemiz sicili ile halkın le Celaluhu’nun rızasıdır. Rızasını aradıkları önüne İslami köklü çözümler sunan kitleler Allah Celle Celaluhu’da insanların aklından gösterilmemektedir. Bu konu en az bir kiçıkan günü birlik çözümlerin reddini Müslütapçık olacak kadar detaylı ve teferruatlı bir manlara emretmiş ve yerine bütün insanlığın mesele olsa da bir makale ile sınırlandırarak sorunlarının çözümünü gösteren nizamı vaaktarmaya çalışayım. hiy vasıtası ile göndermiştir. Bununla beraber Malumunuz 1924’de Hilafet kaldırılmış bu kitleler özelde Müslümanları genelde ise ve bunu kaldırmak için İttihat ve terakki gibi tüm insanlığı içinde bulunmuş olduğu kötü
Eylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
56
Türkiye’deki İslamî Kitlelere ve İslamî Aydınlara… sa dayalı bir nizam kuranlar, İslami çözümü topluma sunabilecek partileri de yasaklayarak toplumu tamamen İslami çözümlerden uzaklaştırmayı sağlamışlardır. Bunu siyasi partiler kanununun 86. maddesinde “Siyasi partiler, Türkiye Cumhuriyetinin laik niteliğinin değiştirilmesi ve halifeliğin yeniden kurulması amacını güdemez ve bu amaca yönelik faaliyetlerde bulunamazlar” ifadesi ile güvence altına almışlardır. Bu maddeyi, toplumun kendi içindeki ve diğer toplumlarla olan ilişkilerini, İslami bir nizam ile düzenlemek isteyen bir partinin kurulamayacağı şeklinde özetleyebiliriz. Durum bu hal üzere seyrederken, yani özelde Müslümanların genelde tüm insanlığın çözümsüzlükten ne yapacağını şaşırmışken, İslami kitlelerin ve ferdi çalışan İslami aydınların bir kesimi toplumun önüne sunulan referandum veya genel seçimlerde bir taraf olmaya çalışıyorlar. İki çözümsüzlükten birinin yanında yer almayı yapılacak bir iş gibi görüyorlar.
laik partiler kurulmuştur. Laik partiler vasıtası ile Hilafet ilga edilip yerine Cumhuriyet ilan edilmiştir. Demek ki yeni bir toplum oluşturmak için siyaset ile uğraşan partiler zorunludur. Çünkü toplumun kendi içindeki ilişkileri olduğu gibi, diğer toplumlarla da ilişkileri olacaktır. Bu ilişkileri düzenleyen bir nizam şarttır. İslami nizamı yıkılıp yerine laik bir nizam kuruluyorsa yani İslami bir toplumun yerine laik bir toplum oluşturulmaya başlanıyorsa, bu laik partilerin kurulmasını zorunlu hale getirir ve öylede olmuştur. Dikkat çekmeye çalıştığım ise bir nizamı başka bir nizam ile değiştirmek isteyenler bu işi partiler vasıtası ile yapmışlardır. Burada iki tanımı hatırlatmakta fayda görüyorum. Çünkü bu tanımların yanlış öğretilmesi sonucu çözüm bulmak imkânsızdır. Toplum: Aynı fikirlerin, aynı duyguların ve aynı türden bir nizamın birbirine bağlamış olduğu insan topluluğudur. Yani sadece insanların toplamı değil, aralarında alakaların/ilişkilerin bulunması ile meydana gelen insan topluluğudur. İnsanlardaki fikir, duygu ve bu fikir ve duygularla uyum içinde ki bir nizam ile toplum oluşur. Parti: İnandıkları yaşam tarzını toplumda var etme iradesi gösteren kitleye denir. Bu tanımları göz önünde bulundurarak kurulmuş olan partilerin nasıl bir parti olduğunu ve nasıl bir toplum oluşturmaya çalıştığını anlamak zor olmasa gerektir. Laik ve demokratik esas üzerine kurulan partilerin oluşturmak istediği toplum bu esaslarla çelişmeyen ve uyum içinde olan insanlar toplamıdır. Bu nedenle, toplumun kendi içindeki ve diğer toplumlar ile olan ilişkilerini düzenlemek için laik esasa dayalı kanun ve düzenlemeler topluma dayatılır. Dayatırlar diyorum çünkü toplumun hala duyguları İslami’dir ve duyguları İslami olan topluma laik nizamı dayatmaktan başka çareleri yoktur.
Hâlbuki İslami kitleler veya İslami aydınlar, referandumda “evet” veya “hayır” seçeneklerinden birini seçip bu doğrultuda taban ve toplumu yönlendirmekten vazgeçmelidirler. Yine bu toplumun içinde taban tutmuş bir kısım İslami kitlelerin, ellerinde bulunan alternatiflerini toplumun önüne sunmalıdırlar. Hatta bu gün bunu tek başlarına yapmaları zor olacağından dolayı bir araya gelip büyük bir çoğunluk oluşturarak toplumun içine hep birlikte girmelidirler. Konferanslar, paneller, basın açıklamaları gibi birçok yöntemi kullanmalıdırlar. Tıpkı demokratik partilerin yaptığı gibi birçok şehirde bu organizeleri yapmalıdırlar. Bu nizamı arzulayan ve ferdi çalışan İslami aydınları ve toplumun diğer kesimlerini yanlarına alarak, Müslüman Türkiye halkına unutturulan İslami çözümleri tekrar hatırlatmalıdırlar. Aslında Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem yaptığı gibi toplumun içinde bulunan laik nizamın
Bu düzenlemeler İslami bir partinin oluşturulmasının da önünü kapatmıştır. Laik esa-
57
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
Türkiye’deki İslamî Kitlelere ve İslamî Aydınlara… sorunlarını çözemeyeceğini bunun yerine vahiy kaynaklı bir anayasanın ellerinde bulunduğunu göstermelidirler.
ları yetmez, yerine bir nizam sunmaları gerekir. Tıpkı Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem yaptığı gibi. Bununla beraber topluma bunu anlatacak ve benimsettirecek partisel çalışmalar gereklidir. İslami kitleler ve aydınlar bunu yapmazsa demokratik kitleler ve aydınlar yapmaya devam edeceklerdir.
Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem içinde bulunduğu toplumun yaşam tarzını germekle kalmadı, bununla beraber insanların top yekûn sorunlarını çözecek, fikirler sunuyordu. Böylece bu İslami kitleler toplumİslami kitleler ve İslami aydınlar bilmekda oluşturulan ‘’evet’’ veya ‘’hayır’’ yönünde tedir ki, 87 yıldır İslami yaşamdan resmen tartışmaların yerine ellerinde bulunan İslami uzaklaştırılmış olan Müslümanların içinde anayasanın tanıtımını ve bunun uygulanış bulunduğumuz durumdaki hali içler acısışeklinin nasıl olduğunu anlatarak İslami dır. Yani artık sözün bittiği yerdeyiz. Ümmet tartışmaların oluşmasını sağlamalıdırlar. Bu için değer taşıyan sizler artık üzerinize aldışekilde yıllardır birçok kez ğınız sorumluluğun geredeğiştirilen laik anayasalağini yerine getirmelisiniz. İslami kitleler ve İslami rın insanların sorunlarını Ümmetin önüne bu doğruaydınlar bilmektedir ki, çözemeyeceğini gerçeğini lar sunulmadıkça bu Üm87 yıldır İslami yaşamdan anlatmalı ve sorunlarının met geçmişteki gibi kula resmen uzaklaştırılmış İslami bir anayasa ile ne kakulluktan kurtulup Allah’a olan Müslümanların içinde dar kolay ve kesin çözüme kulluğa ulaşamayacaktır. bulunduğumuz durumdaki ulaşacağını topluma açıkGeçmişinde adalet üzerine hali içler acısıdır. Yani layarak göstermelidirler. tarih yazmış olan bu Millet, artık sözün bittiği yerdeyiz. Hatta bu anayasanın insani Ümmet olma yönünde ilerÜmmet için değer taşıyan olması nedeniyle İslami ollemeyecektir. Bu noktada sizler artık üzerinize aldığınız İslami kitlelerin ve aydınlamayan toplumlarında sosorumluluğun gereğini yerine rın işleri bir nebze kolaylaşrunlarını çözebildiğini bu getirmelisiniz. neden ile bütün insanlığın mıştır. Çünkü hali hazırda böyle bir anayasaya ihtiyaanayasa tartışmaları vardır. cı olduğunun altını çizmelidirler. Bu tartışmaları oluşturmuş olan laik sistemin kamuoyunu İslami anayasa tartışmalarına Bu kitleler bir taraftan önümüzdeki seyönlendirmek zor değildir. Müslümanlar çimlere kadar kamuoyunu İslami anayasa laik sistemin tartışmalarına taraf olmayıp tartışmaları ile yönlendirirken diğer tarafkendi gündemlerini oluşturmalıdırlar. tan İslami olmayan partilerden birinin bunu (İslami anayasayı) uygula(ya)mayacağını ve Bırakın dansözlerin ve hali hazırda bubunun reel olabilmesinin ancak İslami parti lunan demokratik partilerin izlenimlerini, tarafından sağlanabileceğini anlatmalıdırsiyasete ciddi bir atılımı hep beraber yapın. lar. Aksi halde Müslüman Türkiye halkına, Ümmetin birçok sorunu var bunu bende bilidemokratik partilerden birine oy vererek yorum fakat bu sorunların çözümü bir kısım sorunlarına yeni sorunlar eklenmesini engelsiyasetle değil toptan bir siyasi çözümle olur. leyemeyeceklerini belirtmelidirler. Burada Bu çözümlerin toplamı da kemale erdirilmiş bir şeyin altını çizmek istiyorum, bir nizama bir din ile zaten elinizde. Bunun için sizin muhalif olan kitlelerin sadece muhalif olmagibi Ümmetin içinden çıkmış İslami kitleler
Eylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
58
Türkiye’deki İslamî Kitlelere ve İslamî Aydınlara… siyasetle uğraşmaz ve insanların sorunlarına İslami çözümler sunmazsa bunu demokratik partiler laiklik esasına göre yapar. Böyle bir nizamda ve laiklik esası üzerine kurulmuş partilerle; ne ekonomi, ne ahlak, ne de başörtüsü gibi sorunlar çözülür. Ne Filistin’de ve Afganistan’da öldürülen Müslümanların sıkıntılarının dindirilmesi, ne de Gazze’ye yardım götüren gemiye saldıran “İsrail”in cezalandırılması imkânsızdır. Her gün zülüm ile kalkıp yatan Kürt’lerin sıkıntıları da bu şekilde asla çözülmeyecektir. Son olarak güncel sorunların asıl kaynağı laik ve demokratik nizamın kendisidir. Laik, demokratik nizam ne Müslümanların nede insanların sorunlarını çözememiştir. Siyaset gerçekler üzerinden yürümek zorundadır. Gerçekler göz ardı edildiğinde sonuçların-
dan doğan sıkıntıları hepimiz çekmekteyiz. Sorunlar laik nizamın sunduğu birkaç anayasa maddesi ile değil, İslam akidesi merkezli köklü bir anayasa ile çözülecektir. Bu akide ile Türkiye halkının kökleri aynı olduğu için Mekke’de olduğu gibi kısa bir zamanda toplum bu anayasanın yürürlüğe girmesini isteyecektir. Sadece buna ön ayak olacak bu sorumluluğun bedelini ödeyebilecek temiz insanlara ihtiyaç vardır. İşte onlar sizlersiniz! ِ ون بِال َْم ْع ُر وف َوَت ْن َه ْو َن َع ِن ِ َِّج ْت لِلن َ اس َت ْأ ُم ُر َكُنتُ ْم َخ ْي َر أُ َّم ٍة أُ ْخر َر ِ ال ُْمنك “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz. İyiliği emreder, kötülükten men’edersiniz ve Allah’a inanırsınız.” (Âli İmran 110)
59 KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
Halime AYDIN
M
üslümanların sahip olduğu, İslam ile şekillenmiş kavramları, İslam’ın rafa kaldırılmasıyla beraber yozlaştırılmış, maksadından kaydırılmış, içi boşaltılmış bir hale gelmiştir. Bu kavramlardan biride siyaset kavramıdır ki, Müslümanlar için son derece önemli ve Kur’an’ın üzerinde önemli durduğu bir kavramdır. İslami mefhumların ve İslami kavramların değiştirildiği, muğlâklaştırıldığı, yozlaştırıldığı vahim bir süreçte, siyaset kavramına da karanlık işlerin, yalanın, dolandırıcılığın hâkim olduğu bir mana yüklenmiştir. Bu yüzden “siyasetten ve şeytandan Allah’a sığınmak” tarzında ki düşünceler ortaya çıkmış, müminin siyasetten uzaklaşması gerektiği zehabına kapılmıştır Müslümanlar.
beraber ortaya çıkmıştır. Bu yüzdendir ki, hemen her dönemde hükümetlere yönelik yolsuzluk iddiaları hiç eksik olmamıştır. Ne var ki siyasetin bu çirkin yüzü, kasıtlı olarak ortaya atılan bazı anlamsız tartışmalarla gizlenmeye çalışılmıştır. Bazen de bir kasıt olsun veya olmasın, yapılan bir takım tartışmalar, hakarete varan atışmalar, kapitalist siyasetin ne derece basitleştiğini, siyasetçilerin seviyelerin ne derece düştüğünü kanıtlamaktadır. Öyle ki Türkiye’de çok önemli ve bir an önce çözülmesi gereken sorunlar varken, çatışmaların ve süregelen pazarlıkların gölgesinde her geçen gün yeni bir asker cenazesi yürekleri dağlarken, dahası bin bir türlü zahmetle büyüyen, yetiştirilen gencecik insanların bile bile ölüme gönderildiği ortaya çıkmışken, işte böylesi kritik bir ortamda ilginç ve seviyesiz bir takım tartışmalar yaşanmıştır. Referandum turlarına çıkan liderlerin üslupları gün geçtikçe sertleşmekte ve seviyesizleşmektedir. Gündemden kopuk ve toplumun
Elbette bugünkü siyaset anlayışı, dolandırmak, efendiye hizmet etmek, menfaat peşinde koşmak, yolsuzluk yapmak, ikiyüzlü davranmak şeklinde yansımaktadır. Kapitalist siyaset anlayışı, kapitalizmin doğuşu ile Eylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
60
Kapitalist Siyaset ve Anlamsız Tartışmalar sorunları ile dalga geçer gibi böylesi mevzular tartışılır olmuştur.
dum kampanyasının bu denli “soysuzlaşmasına” müsaade etmemeli.”
Önce Bülent Arınç’ın Kemal Kılıçİşte böyle seviyesiz üsluplar ile yapılan daroğlu’nun boyu ile alakalı yaptığı gereksiz seviyesiz tartışmalar gündemi meşgul etmişaçıklama, ardından Kemal Kılıçdaroğlu’nun tir ne yazık ki. Hâlbuki yönetici vasfını taşı“Başbakanın boyu ne kadar?” şeklindeki soruyacak bir insanı ele aldığımızda, boyunun ölsu, anlamsız bir söz dalaşının gündemi meşçüsünden, soyunun kimlere dayandığından gul etmesine sebep olmuştur. Daha sonra ise çok, genel anlamda yapacağı hayırlı icraatlareferandum turlarına devam eden Tayyip Errı, halkın sorunlarına cevap verebilecek kadoğan -tartışmayı Bülent Arınç’ın başlattığını biliyette olması, insanların bir birine güven unutmuş olsa gerek- Gaziantep’te “Başbakanın duyduğu bir toplumsal yaşamı oluşturabileboyu ne kadar, yahu bu sorulur mu Başbakan’a? cek amellerde bulunması önemlidir. Zaten bu Önemli olan boy değil, önemli olan soy, soy...” hasletleri gerçekleştirebilecek bir yöneticinin, diye seslenmiş ve polemiği başka bir boyutta kendini yaratana, yoktan var edene başkaldevam ettirmişti. İktidarda dırmadan, onun yasalarını ...Yönetici vasfını taşıyacak olduğu günden beri, bütatbik edenden başkasının bir insanı ele aldığımızda, tünlükten, beraberlikten olması mümkün değildir. bahseden, Türklüğü değil boyunun ölçüsünden, soyunun İster Türk, ister Kürt, ister kimlere dayandığından çok, Türkiye vatandaşlığını ön Arap soyundan gelsin, bu plana çıkaran Erdoğan, bu genel anlamda yapacağı hayırlı yöneticinin başarısını veya açıklamasıyla büyük bir başarısızlığını etkileyebiicraatları, halkın sorunlarına yanlış yapmıştır. Önceki lecek bir kıstas değildir. cevap verebilecek kabiliyette söylemleri ile çelişmiştir. Buna rağmen gerek Tayolması, insanların bir birine Bu noktada Nazlı Ilıcak’ın yip Erdoğan ve Abdullah güven duyduğu bir toplumsal yorumunu yer verelim: Gül’e yönelik, gerekse Ak yaşamı oluşturabilecek Partili diğer kişilere yö“Yanlış zeminde cereyan amellerde bulunması nelik bu yönde çok iddia eden tartışma giderek çirkinönemlidir. ortaya atılmıştır. Örneğin; leşiyor. Tayyip Erdoğan’ın Ergenekon sanığı Ergün Poyraz, Erdoğan ve “Boy değil, soy önemli” sözlerini sarf etmesinGül’ün Yahudi kökenli olduğu şeklinde iddiden az sonra, Ankara Büyükşehir Belediye Başkaalar ortaya atmıştır. Bu örnekte olduğu gibi nı Melih Gökçek’in “Kemal Kılıçdaroğlu’nun birtakım insanlarda mevcut yöneticilerin annesinin Ermeni olduğunu” söylemesi ne özellikle Ermeni veya Yahudi kökenli oldukkadar ayıp! Bakalım AK Parti bunun faturasıları iddialarını gündeme getirmek ve bunu nı Melih Gökçek’e kesecek mi? Cumhurbaşkanı kanıtlamaya yönelik bir çabanın olduğuna Abdullah Gül, Kemal Kılıçdaroğlu’nun soyunu şahit olmuştuk ve hala olmaktayız. Biz ise, hedef alan “Kafatasçı yaklaşımı” mesele yapahem Ak Parti’nin hem de geçmişte CHP’nin cak mı? Yapmalı; zira kendisi için benzer lâf eden icraatlarından örnekler verelim ki bu icraatCanan Arıtman aleyhine dava açmıştı; CHP de ların ümmete vurduğu ağır darbelerin karşıCanan Arıtman’ı disipline sevk etmişti. “Annesi sında, bu özelliklerin hiçbir önem arz etmeErmeni” sözünün karalama amaçlı kullanılmadiğini görebilelim. sı, Ermeni vatandaşlarımız açısından da rencide edici. Başbakan, “Soy önemli” diyorsa, referan-
CHP’nin bugüne kadar bu topraklar üze-
61
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
Kapitalist Siyaset ve Anlamsız Tartışmalar rinde yaşayan Müslüman halk adına olumzararın yanında bunun bir önemi yoktur. lu herhangi bir şey yapmadığını bilmek zor Amerika’nın BOP faaliyetleri ekseninde kendeğildir. Hatta Cumhuriyet Halk Partisi’nin disine yüklenen misyon, İslam’ın yanlış anlatek başına iktidar olduğu 1920-1950 arası yılşılmasını, tevhid bilincinin zaafa uğramasını larda, Müslümanlara ve İslam’a yapılan saldevam ettirmiştir. Özellikle “İsrail”e yönelik dırılar, unutulmuş değildir. Tek bir örnek veçıkışları, İslam’ın çizdiği lider portresinin anrelim; o yıllarda CHP tarafından Türkiye’nin laşılmamasında veya yanlış anlaşılmasında değişik illerinde yaklaşık 900 cami ve mescit etkili olmuştur. Hâlbuki arka planda “İsrail” ibadete kapatılırken, bazıları yıkılmış, yıllarile olan kadim dostluk devam etmiştir. Hatta ca samanlık, depo ve askerî sevkiyatlarda “İsrail” devlet istatistik kurumundan yapıkullanılan atların barınma mekânı olarak lan açıklamaya göre, Türkiye ile “İsrail” arakullanılmıştı. İnsanları Osmanlı’nın sözde sındaki askeri ve sivil alandaki ticari ilişkiler diktatörlüğünden(!) kur2010 yılının ilk altı ayında tarıp, özgürleştirdiklerini artmaya devam etmiştir. Her katıldıkları programda, her iddia edenler, daha nice Buna göre Türkiye’nin konuşmalarında icraatlarını baskılar uygulamışlar, “İsrail”e ihracatı yüzde 30 anlatan Başbakan ve AKP de, kanunlarını dikta etmişartarak, 1,04 milyar dolabu ümmetin hayrına yönelik lerdir. Şu anda iktidar ra çıkmış, aynı dönemde hiçbir icraatta bulunmamıştır. olmasa da, değiştiklerine “İsrail”in Türkiye’ye ihSon günlerde 12 Eylül inandırmak için bazı giracatı ise yüzde 32 artarak mağdurlarından örnekler rişimlerde bulunan CHP, 811,8 milyon dolara yükveren, haksız yere zindanlara muhalefet etmekten, AKP selmiştir. Dünyanın göatıldıklarını dile getirip, şiirler ile uğraşmaktan başka züne baka baka, hiç kimokuyan, edebiyat yapan Erdoğan, hiçbir görev edinmemiştir seden korkmadan, adeta iktidara geldiği günden bugüne, kendisine. meydan okuyarak zalimce hayra davet eden ve marufu katledilen müslümanlar, Her katıldıkları progemreden Müslümanları, -hatta uluslar arası suç işlendiği ramda, her konuşmalaMüslüman bir kadını- tek tek halde hesabı sorulmadan, rında icraatlarını anlatan evlerinden toplayıp, zindanlara unutulup gitmiş ve daha Başbakan ve AKP de, bu da ötesi katille ilişkiler atmaktan geri durmamıştır. ümmetin hayrına yönelik devam etmiştir. Kendihiçbir icraatta bulunmasini Filistinlilerin ‘hamisi’ olarak gösteren mıştır. Son günlerde 12 Eylül mağdurlarınAKP iktidarı, “İsrail” hükümetini eleştiriyor dan örnekler veren, haksız yere zindanlara gibi görünse de gerçekte “İsrail” varlığı ile atıldıklarını dile getirip, şiirler okuyan, edehiçbir askeri, ekonomik ve diplomatik ilişkibiyat yapan Erdoğan, iktidara geldiği günden sini askıya almamış, arttırarak devam ettirbugüne, hayra davet eden ve marufu emremiştir. AKP’nin icraatları hep Amerika’nın, den Müslümanları, -hatta Müslüman bir ka“İsrail”in lehine olmuştur, Müslümanların dını- tek tek evlerinden toplayıp, zindanlara değil. Bunu gizlemek içinde insanlara hoş atmaktan geri durmamıştır. 12 Eylülde zugelen bütün üsluplar kullanılmaktadır. lüm görenlere ağlayan bir yöneticinin bizzat َكأَنَّ ُه ْم َه ُم ُ قَا َتل
kendisinin zulmetmesi, her şeyi açıklamaktadır aslında. Başbakan hangi soydan gelir bilemeyiz ama icraatlarının ümmete verdiği Eylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
62
ِم ْ َ ِإو�ن َيقُولُوا َت ْس َم ْع لِق ْ َولِه َرُه ْم ْ احذ ْ ِم ُه ُم ال َْع ُد ُّو َف ْ َعل َْيه
ام ُه ْم ُ َ ِإو�ذَا َأَرْي َت ُه ْم تُ ْع ِجبُ َك أَ ْج َس َّ َ ُخ ُشب مُّسنَّد ٌة يحسب ص ْي َح ٍة َُ َْ َ َ ٌ َ ون كُل ُون َ اللَّ ُه أَنَّى يُ ْؤَفك
Kapitalist Siyaset ve Anlamsız Tartışmalar insanlara yakışmayacak ifadelerle ağız dalaşı yapmayı bırakıp, yerlere inmiş seviyenin kurtarılması gerektiğini söyleyebilirdik ama menfaat eksenli yaşayan yöneticilere de bu üsluplar yakışır demek daha anlamlı olacaktır. Dünyada şirke dayalı, menfaatperest bu sistemler yerle bir olmadıkça, bu liderlere ve üsluplarına şahit olacağız. Ümmetin sorunları ile dertlenen, ümmetin beklentilerini karşılayan, faydasız sözlerden ve amellerden uzak duran, Allahu Teâlâ’nın şu ayette bildirdiği vasıfları taşıyan mümin ve işinin ehli yöneticiler, ancak İslam Nizamı’nın gelmesi ile gelecektir.
“Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar sanki elbise giydirilmiş kütüklerdir.” (Münafikun 4) Geçmişte Müslümanların farklı soylardan gelen yöneticileri olmuştur. Ancak İslam’ın hakkıyla tatbik edenler ümmeti her alanda kalkındırmışlardır. Yöneticiler ne zaman ki İslam’dan kopmuş ve beşeri nizamlarla hükmetmeye başlamışlar ise, o zamandan itibaren ümmete zarar veren icraatlar gerçekleştirmişlerdir. Acziyet ürünü, çelişkilerle dolu bir nizam ile insanlara hükmedenler, hangi soydan gelirlerse gelsinler, kalkınmayı gerçekleştiremeyeceklerdir. Fayda vermeyen icraatlar yaptıkları gibi, fayda vermeyen polemiklere dalıp gideceklerdir. Bugün Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı, ekonomide, hayat pahalılığında, işsizlikte, toplumda gerçekleşen gayr-i ahlaki ve gayr-i insani vakıalar karşısında böyle polemiklere girmek acizliğin göstergesidir.
َّ ُم َب ْي َن ُه ْم َ َو َل ال ُْم ْؤ ِمن َ إِنَّ َما ك ْ َان ق َ ِين إِذَا ُد ُعوا إِلَى الل ِه َو َرُسولِ ِه ل َِي ْحك ون َ ِع َنا َوأَ َط ْع َنا َوأُ ْولَئ َ ِح ُ ِك ُه ُم ال ُْم ْفل ْ أَن َيقُولُوا َسم “Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Rasulü’ne davet edildiklerinde, müminlerin sözü ancak ‘işittik ve itaat ettik’ demeleridir. İşte bunlar kurtuluşa erenlerin tâ kendileridir.” (Nur 51)
Bu basit konularla uğraşmayı, topluma liderlik eden, toplumu temsil ettiği söylenen
63
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
Mustafa ÖZCAN
T
ürkiye’de Hilafetle ilgili iki karşıt görüş var. Bunlardan birisine göre Hilafeti emperyalizm kaldırmıştır. Müslümanların potansiyel gücünü ve güç birliğini dağıtmak isteyen emperyalizm,
istemiştir. Bunu Ortadoğu eksenli Churchilzm ve İngiltere ve Asya merkezli olarak da Stalin ve SSCB yapmıştır. Tarihi gerçekler örtbas edilemez. Peki, o halde Amerikan emperyalizmi neden ve niçin birlik sembolü olan Hilafeti ihya etmek istesin? Bu da yerinde bir sorudur. Esasında, emperyalizm Hilafeti ihya etmek istemez. Ama nasıl bir Hilafeti ihya etmek istemez. Kendinden güdümlü veya eskilerin deyimiyle müteharrik bizzat olan hilafeti emperyalizm niye istesin ki? Hayat alanını daraltmaya kastı mı var? Hilafet, hayat alanını ve hayat tarzını tehdit eder. Bush 11 Eylül’den sonra “Hayat tarzımıza saldırmışlardı” dememiş miydi?
Müslümanların birliğinin temsilcisi ve sembolü olan Hilafeti ilga etmiş ve kaldırmıştır (Örnek olarak bununla ilgili tezlerden birisi, ‘Keyfe Hüdimet el Hilafe’ kitabında Abdulkadim Zellum tarafından işlenmiştir, Daru’l Umme). İkinci görüşe göre emperyalizm, Hilafeti Amerikan merkezli olarak yeniden ihya etmek istemektedir. Peki, bu iki tezden hangisi doğrudur? Yerine göre ikisi de doğru olabilir. Birisi de çıkar Nasreddin Hoca gibi, “Yahu ikisi birden nasıl doğru olabilir” diye de sorabilir. Nasreddin Hoca’nın diliyle bu soruyu soran kişi de haklıdır. Evet; hilafetin kaldırılmasının arkasında emperyalist emeller ve planlar yatmaktadır. Aksi takdirde, Müslümanlar bu ahval ve şerait içinde olmaz ve Filistin kaybedilmezdi. Kaybedilse bile yeniden kazanılır ve İslâm dünyası toparlanırdı. Elbette emperyalizm iki şıkkıyla birlikte İslâm âleminde ulusçuluk akımını yaymak Eylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
Öyleyse emperyalizm kendinden güdümlü değil emperyalizm güdümlü Hilafeti ister ama bu gerçek manada Hilafet olabilir mi? Tabir caizse suyuna tirit bir Hilafet olur. Zira fıkıh kitaplarımıza göre Hilafetin en temel şartı emrinin nafiz ve geçerli olmasıdır. Aksi takdirde, müteharrik bizzat yani kendinden güdümlü olmaz. Bu durumda, emperyalizmin hilelerinden birisi ‘gerçeğinin yerine sah-
64
Hilâfet’i Neden Tehlikeli Görüyorlar? med Bahaaddin Bey’in dilinden yazmıştık. tesini ikame et, kur’ yaklaşımıdır. Ya da başka bir ifadeyle ‘engelleyemiyorsan, yönlendir’ Esasen Hilafetle mücadelenin iki ayağı formülüdür. Gerçekten de Şerif Hüseyin’i var. Birisi sahtesini kurmak, diğeri de hakikandırarak, Osmanlı’nın yıkılmasına hadim kisini engellemek için Ortadoğu’ya çörekkılmışlar ve ardından da defterini dürmüşlenmek ve sonuna kadar “İsrail”i desteklelerdi. Mustafa Nuhas Paşa da Hilafetin kalmektir. Cheney ve Kissinger gibiler vaktiyle dırılmasını destekleyen ve Mustafa Kemal’e ‘Ortadoğu kontrol edilemezse; Türkiye’nin övgüler yağdıran bir Mısırlı siyasi liderdir. de içinde olduğu geniş bir İslâm imparatorHasan el Benna ile Mustafa Kemal üzerine luğu kurulacağını’ öngörmüş ve bunun için polemikleri vardır. Kendisi Arap Birliği’nin gerekli bütün tedbirlerin alınmasını istemişkurucu ismidir. Hilafetin kaldırılmasını allerdi. 11 Eylül ve rejimi işte bu tedbirlerden kışlayan ve inkılâpları destekleyen bu adam birisiydi. İslâm’ı geriletme projesi. Bu proje ne ve hangi amaç adına Arap Birliği’nin kufasılasız bir biçimde 200 yıldır sürdürülüyor. rulmasına öncülük etmiştir? İhtiyaca binaen İşte bunun son yansımalarını bir haberde kurulması yerine yasak savmak kabilinden gördüm. İngiliz General olmalı. Zira biliyoruz ki, Sir Richard Dannatt da Esasen Hilafetle mücadelenin Arap Birliği fikriyatının Afganistan’daki ideolojik iki ayağı var. Birisi sahtesini ardından Antony Eden savaşlarının arka planını kurmak, diğeri de hakikisini gibi İngiliz siyasetçileri ve faş etmiştir: “Hilafetin enengellemek için Ortadoğu’ya dâhileri vardır. Dolayısıygellenmesi”. Geçtiğimiz çöreklenmek ve sonuna kadar la Antony Eden’in projegünlerde İngiltere Başba“İsrail”i desteklemektir. Cheney kanı David Cameron’un sini Mustafa Nuhas Paşa gibi şahsiyetler yürütmüş ve Kissinger gibiler vaktiyle askeri danışmanlığına ve hayata geçirmişlerdir. ‘Ortadoğu kontrol edilemezse; getirilen İngiltere GenelPeki, hayata geçirilmiş de Türkiye’nin de içinde olduğu kurmay eski Başkanı Sir ne olmuştur? Filistin’de geniş bir İslâm imparatorluğu Richard Dannatt, kendibir karış Arap toprağı mı kurulacağını’ öngörmüş sini deşifre ettiği için iskurtarmıştır? Kella, ne tifa etmiştir. Sir Richard gezer! Dolayısıyla gerçeğine iliklerine kadar Dannatt, Taliban ile mücadeleyi Halifeliği düşman olanlar sahtesini kurmak için de canengellemek ile ilişkilendirmişti. İngiliz Gela başla çalışabilirler. Bununla birlikte, yine nelkurmay eski Başkanı Sir Richard Dannatt, de tehlikeli bir süreçtir. Dolayısıyla bu yön“Afganistan’da niçin bulunuyoruz?” sorutem İslâm dışı siyasette Burgibacılık yöntesuna, “Taliban’a karşı mücadele etmezsek, midir. Kalıbı alıp içini boşaltma yöntemidir. etki alanını Güney Asya’dan Ortadoğu’ya, Kemalizm ise ne içini ne de dışını almaktadır. oradan Kuzey Afrika’ya genişletir ve HalifeBunu en iyi Burkibacılık-Kemalizm ekseninliğin zirvede olduğu 14 ve 15. yüzyıllardaki de Coşkun Kırca analiz ederdi. Bundan dolagücüne ulaşır” demişti. Aynısını daha önce yı Amerikalılar ılımlı İslâm tabirine taraftar Cheney ve Kisisnger gibiler söylemiştir. Belolsalar da Kemalistler ılımlı bir İslâm ülkesi ki de büyük çapta kendilerinin ürettiği Kaiolduğumuzu dahi kabul etmezler. Obama ise de klişesini veya markasını Hilafete karşı bir iktidar yıllarında bu kavrama veda etmiştir. sütre olarak kullanıyorlar. Biz de bunu vaktiyle Kuzey Iraklı Kürt İslâm Vakit Gazetesi Birliği Partisi Başkanı Salahaddin Muham-
65
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
Cüneyt ÖNDER
B
hala öğrenilecek çok şey bulunduğunu düşünenlerdeniz, özellikle de mesleğimiz gereği.
u hafta sonu Beyrut’ta olacağız. PKK’nın lider kadrolarının Kuzey Irak’tan çıkartılması durumunda yeniden konuşlanmak istediği Lübnan’ın başkentinde 3 gün kalacağız. Ziyaret sebebimiz ise oldukça farklı…
Bugüne kadar yaşadığımız acı deneyimlerin arkasında yatan da birbirimizi tanımamak, tanımak istememek, tek bir düşünceye saplanıp ötekileştirmek ya da ötekileşmek değil mi? Sol ve din sözgelimi…
Hizb-ut Tahrir’in dünyadaki sıcak gelişmelere ilişkin geniş bir değerlendirme yapacağı uluslararası medya konferansına katılacak ve öngörülerimiz tutarsa oldukça değişik bir deneyim yaşayacağız. İslam coğrafyasından başlayarak uzun vadede tüm dünyada Hilafet’i yeniden kurmayı amaçlayan Hizbut Tahrir, sanıldığının aksine şiddetle ilintili radikal bir örgüt değil, İslam’ı temel alan ve terörü reddeden bir siyasi yapılanma.
Yıllar boyunca ülkemizde İslamcı görüş sosyalistleri dinsiz, sosyalistler de onları yobaz olarak tanımlamadı mı? Üstelik yaşam biçimi olarak sosyalizmin, inanç karşıtı olmamasına, bireylere inanç özgürlüğünü de içeren sınırsız bir özgürlük vaat etmesine rağmen. Oysa diğer coğrafyalarda, sosyalist devrimcileri kiliseler korudu. Gerillalar işkenceden, zulümden kurtulmak için kiliselere sığındı.
Hizb-ut Tahrir’in en önemli özelliklerinden birisi de, islami devlet düzeninin ikna yoluyla geniş bir zaman dilimi içinde şiddete ve teröre başvurmadan kurulması gerektiğini savunması. İlgimizi çeken de işte bu nokta.
Latin Amerika’da çok sayıda piskopos faili meçhul cinayetlere kurban gitti sırf insan haklarını savundukları için. Filistin’de laik El Fetih’e, sosyalist FHKC’ne ve onun her koşulda teslimiyeti reddedip devrimci direnişi savunan Mark-
Her ne kadar dünya görüşlerimiz, olaylara bakış açılarımız tamamen farklı olsa da Eylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
66
Birbirimizi Anlamak Gerekliliği Üzerine sist lideri George Habbaş’a o ülkenin Müslüman halkı, camileri, mescitleri destek vermedi mi?
nunun çözümüne kadar birçok kritik konuda 20 kadar ülkeden gelen çok sayıda yazar, din adamı ve örgüt temsilcisi görüşlerini aktardı.
Durumun bizde farklı olmasının nedenini ise sol ideolojilerin önemli stratejik hataBeyrut’un Hamra bölgesindeki Bristol larında aramak gerektiği düşüncesindeyiz. Otel’de düzenlenen konferansta dikkatimizi Bugün o sol ideolojilerin gelilk başta Lübnan polisi ve ordiği nokta da en büyük kadusunun aldığı sıkı güvenlik Lübnan hükümetinin nıtımız. Mesela 12 Mart…12 konferansa engel olmaktan önlemleri çekti. Eylül… Kaç sosyalist topson anda vazgeçtiği ancak, Lübnan hükümetinin lanıp darbelere karşı sesini Endonezya, Afganistan, konferansa engel olmaktan yükseltti. Mesela, 28 Şubat… son anda vazgeçtiği ancak, Pakistan, Bangladeş, Hangi Sosyalist örgütlenmeEndonezya, Afganistan, PaHindistan, Özbekistan, ler sırf inançları nedeniyle kistan, Bangladeş, Hindistan, Tacikistan, Kazakistan ve ezilenlerin yanında yer aldı? Özbekistan, Tacikistan, KaKırgızistan’dan Beyrut’a Bu konuda son dönemdezakistan ve Kırgızistan’dan gelmek isteyenlere vize ki en iyi kaynaklardan biri Beyrut’a gelmek isteyenlere vermeyerek tavrını ortaya olan Birikim Dergisi’nin “Sol vize vermeyerek tavrını orkoyduğu bize aktarıldı. ve İlahiyat” başlıklı Şubat taya koyduğu bize aktarıldı. sayısının, henüz okunmaNeredeyse onlarca örgütün elini kolunu dıysa gözden geçirilmesinde, özellikle de sallayarak faaliyet gösterdiği Lübnan’da hüSırrı Süreyya Önder’in, egemen baskıcı dükümetin Hizb-ut Tahrir’e yönelik bu tavrının zenlere kafa tutan dindarları anlattığı yazıyı nedenini açıkçası pek anlayamadık. okumakta ve anlamaya çalışmakta fayda var. Tabi eğer ufkunuzu açmak, dünyaya tek bir noktadan bakmamak, farklılıkları fark etmek istiyorsanız.
Konferansa gelince; anlatılanlardan anladıklarımız örgütün yaşanan sorunların temelinde Müslümanlar arasındaki ayrılığı gördüğü ve tüm İslam dünyasının dinin emirleri doğrultusunda bir araya geldiğinde bu sorunların çözüleceğini savunduğu.
Olay Gazetesi (16-7-2010)
PROLETERLER BİRLEŞEMEDİ PEKİ YA MÜSLÜMANLAR?
Konuşmacılar temel olarak İslam dünyasındaki sorunları kendi sorunları olarak kabul ettiklerini ve bu sorunların İslam hilafetinin kurulmasıyla ortadan kalkacağını anlattı.
İslam coğrafyasında yaşanan tüm sorunlar hilafetin yeniden kurulmasıyla çözümlenebilir mi? Müslümanların tek bir liderlik altında toplanmaları gerçekten mümkün olabilir mi?
Söz gelimi Hizb-ut Tahrir’in Avustralya medya temsilcisi İsmail Vahvah, “Müslümanların ancak birlik içinde hareket ederlerse Filistin’in kurtulabileceğini, tüm sorunların Müslümanların bir liderlik çerçevesinden yoksun olmasından kaynaklandığını” dile getirdi.
Bu sorulara, Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta Hizb-ut Tahrir örgütü tarafından düzenlenen uluslararası medya konferansında yanıt arandı. Filistin’den küresel ekonomik krize, İran’ın nükleer programından Kıbrıs soru-
67
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
Birbirimizi Anlamak Gerekliliği Üzerine Örgütün Irak sözcüsü Ebu Zeyd de benzer ifadelerle mezhepsel ayrılıkların batı tarafından kışkırtıldığını, Müslümanların kendi aralarında çatışır duruma getirildiğini anlattı.
Örgüt bunu şiddete, silaha başvurmadan ikna yoluyla yapacağını savunuyor ama ya sonra? Zaten kritik konu da bu. Farklı mezheplerin, farklı yaşam biçimlerinin tek liderlik altında nasıl bir arada kalabileceği? Güç paylaşımının nasıl sorunsuz aşılabileceği?
Konferansın belki de bizim açımızdan en ilginç ismi oturuma video konferansla katılan Kudüs Rum Patrik yardımcısı Adaullah Hana oldu.
İdeolojik olarak kolaylıkla tartışılabilen Hilafet’in siyasi olarak gerçekleşmesi pek de mümkün değil.
Osmanlı dönemine atıfta bulunan Hıristiyan din adamı, Beyrut sokaklarında konuştuğumuz çok sayıda Lübnan vatandaşının dile getirdiği gibi o dönemde daha adil koşullar altında yaşadıklarını savundu.
Birbirlerinden hiç de haz etmeyen Sünni ülkeler nasıl bir araya getirilecek? Böyle bir Sünni birliğe İran nasıl bakacak? İsrail bu duruma karşı sessiz mi kalacak? Dünya tam da endişe edildiği gibi yeni ve büyük yıkıma yol açacak bir medeniyetler ve dinler arası çatışmanın içine sürüklenmeyecek mi?
Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya sorumlusu Haluk Özdoğan da Kıbrıs sorununun “Ada’nın Türkiye’ye bağlanmasından sonra İslam hilafetinin kurulmasıyla nihayete ereceği” görüşünü ortaya attı.
Örgütün önerileri kendi mantığı içinde tutarlı gibi görünse de dünya gerçekleri göz önüne alındığında bu taraftan pek de öyle görülmüyor.
Anlatılanları dinlerken bir zamanlar dünyayı kasıp kavuran enternasyonal sosyalizm rüzgârlarını anımsadık, “dünyanın bütün işçileri birleşin” sloganını. Ezilen o proleterler birleşemedi peki Müslümanlar başarabilecek mi?
Eylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
Olay Gazetesi (21-7-2010)
68
Sümeyye AVCI
İ
den ayıran bir özelliktir Bilindiği gibi melekler nurdan yaratılmış olup, asla Allah’a karşı gelmeyen ve günah işlemeyen varlıklardır. İnsanlar yaptıkları hatalar/günahlar sonucunda Ahiret gününde cehennemle cezalandırılacaklardır. Merhametlilerin merhametlisi olan Rabbimiz insanların işledikleri suçtan dolayı olur ki, tövbe eder ve yaptıkları yanlışlardan dönerler diye onların dünyada ceza görmelerini emretmiştir. Ceza hukukunuda Şeriat’ıyla bildirmiştir. Bu durumda dünya hayatında insanı ıslah etmek içinde ceza vermek kaçınılmaz bir durumdur.
nsanoğlu hata yapmaya meyillidir. Çünkü hata yapabilen varlıklar olarak yaratılmışlardır. Eğer kişi kendisini korumazsa, yani bulunduğu çevreye dikkat etmez ve yanlış kişilerle dostluk kurarsa kendisine daha çok hata işlemeye zemin hazırlamış olur. Hatta bu durum kişinin işlediği hataları görmemesine ve yaptığı yanlışların doğru olduğu düşüncesine sevkeder. Buda son derece tehlikelidir. Rasullullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bir hadis-i şeriflerinde: “Bütün Âdemoğulları günahkârdır, günahkârların en hayırlıları ise tövbe edenlerdir ” (İbn Mâce) buyurmaktadır
Ceza, genel anlamda insanların yasak olan herhangi bir şeyi çiğnemesi ve hata yapması sonucunda verilir. Cezanın veriliş sebebi ise, başta caydırıcılık olmak üzere kişinin ceza anında veya cezaevinde işlediği hata üzerinde tefekkür etmesi, hatasını anlaması ve bir daha aynı hataya düşmemesi yani ıslah olması ve suçun karşıt bedelini ödemesi içindir. Bu ceza, kişinin bir kaç saatlik cezaevine kalmasından tutunda, idama kadar yaptığı yanlışa göre değişir.
Başka bir hadis-i şerifte ise: “Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi helak eder ve yerinize, günah işleyip, peşinden tövbe eden kullar yaratırdı ” (Müslim) diye buyurmuştur Bu hadislerden de anlaşıldığı üzere insan, günah ve sevap işleme özelliğinde yaratılmış bir varlıktır Günah işlemek, insanı melekler-
69
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
Dünyanın Her Yerinde Tek Ortak Suç; İslam Davası... Bir devletin mevkisini o devlete ait olan tesinin 380 kişi olduğu ve halen cezaevinde cezaevinin durumu gösterir diye düşünüyo830 tutuklu ve hükümlü bulunduğu ifade rum. Cezaevindeki insan sayısı, işledikleri edilmekte. suçların ağırlığı vs. Bütün bunlar o devletin Peki, neden bu kadar suç işleniliyor? Busağlam olup olmadığı ortaya koyar. Ayrıca, nun cevabı çok açık; insanlar fikren hangi eğer insanlar için suç işlemek alışkanlık halidurumdaysa öyle yönetilirler ve hangi fikir ne gelmişse bu devlettin yönettiği nizamının üzerine yönetilirlerse o fikir üzerinde oluryıkılmaya yüz tuttuğunu da gösterir. Dünyalar. Burda hem kişinin kendisi hemde devlet daki bütün cezaevlerindeki insanların suçla(yönetim şekli) büyük rol oynamaktadır. Her rını araştıracak olsak, yüzde 70’nin cinayet, toplum layık olduğu şekilde yönetilir. Rasutecavüz, şantaj, dolandırıcılık vs. olduğunu lullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyugörürüz. Suç işlemek, hata yapmak, yasak ruyor; olanı çiğnemek o kadar normalleşmiştir ki, ‘‘Nasıl olursanız, öyle idare edilirsiniz.’’ hapishanelerde insan koya(Beyhaki) cak yer kalmamıştır. Toplum, yönetim şekline Toplum, yönetim şekline Yeni yapılan bir araştırses çıkarmaz, yöneticilerin ses çıkarmaz, yöneticilerin mada tutuklu ve hükümyaptıkları bütün hainlikleri lülerin toplam sayısı, ceza görmezden gelir, zorbalıklara, yaptıkları bütün hainlikleri görmezden gelir, zorbalıkinfaz kurumlarının toplam zulme ve haksızlıklara lara, zulme ve haksızlıklara kapasitesini aşmış durumsessiz kalırlarsa bu da hain sessiz kalırlarsa bu da hain dadır. Türkiye’deki ceza yöneticilere destek vermek yöneticilere destek vermek infaz kurumlarının toplam anlamına gelir. Yani ‘yaptığınız anlamına gelir. Yani ‘yapkapasitesi 110 bin 740 iken, bütün işleri destekliyoruz’ tığınız bütün işleri destekşu anda bu kurumlarda 119 demektir. Oysaki toplum liyoruz’ demektir. Oysaki bin 112 tutuklu ve hükümlü tek vücut olup yöneticilerin toplum tek vücut olup yöbulunuyor. Adalet Bakanlıyaptıkları karşısında boy neticilerin yaptıkları karşığı Ceza ve Tevkif Evleri Gegösterse o devlet yıkılmaya sında boy gösterse o devlet nel Müdürlüğü verilerine mahkum olur. yıkılmaya mahkum olur. göre, 1 Temmuz 2010 itibaUnutmayalım ki, bir şeyin rıyla Türkiye’de, çocuk eğialtında ne varsa, kaymağı da o cinsten olur. tim evleri dahil olmak üzere 369 ceza infaz “Sütün üzerinde süt kaymağı, yoğurtun üzekurumu bulunuyor. Bu kurumların toplam rinde de yoğurt kaymağı” bulunur. kapasitesi ise 110 bin 740. Ceza infaz kurumlarında, 30 Nisan 2010 itibarıyla ise 39 bin 138’i tutuklu, 20 bin 69’u hükmen tutuklu, 59 bin 905’i hükümlü olmak üzere, toplam 119 bin 112 kişi bulunuyor. Dikkat çekici bir diğer nokta ise, tutuklu ve hükmen tutuklu kişi sayısı ile hükümlü sayısının adeta başa baş olması. Tutuklu ve hükmen tutukluların toplamı 59 bin 207 iken, hükümlü sayısı 59 bin 905. Özelliklede Mardin Cezaevi’nde 2010 yılı 6 aylık raporda cezaevinin kapasiEylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
Bu tespite en çapıcı misal Emevi valisi Haccac’ın dönemi olsa gerektir; Haccac İslâm tarihine “zalim” lâkabıyla girmiş ve bu lâkabıyla meşhur olmuş Emevî valisidir. Bir gün Irak’taki vali ve yöneticileri, ayrıca halk tipi bazı adamları ve etkili kabile reislerini divanda topladı. Onlara “Ben nasıl bir adamım? Beni Nasıl biliyorsunuz?” diye sordu. Genel olarak: “Efendim, şükürler olsun ki,
70
Dünyanın Her Yerinde Tek Ortak Suç; İslam Davası... Allah sizi bizim gibi insanların başına verSuçlular için (dünyanın her yerinde olmamiştir. Siz hem adaleti hem de dini ve dünsa da) öyle bir ortam hazırlanılıyor ki, adam yayı koruyan büyük bir adamsınız” diye cetahliye olduğunda tekrar suç işliyor. Çünkü vap verdiler. Fakat Haccac bu süslü sözlerin kendisine sunulanları ceza olarak değil, müyalan olduğunu biliyordu. Konuşma sırası kafat olarak görüyor. Özelliklede evsiz, barkfakir ve kimsesiz bir adama gelmişti: Hacacc: sız olan insanlar için suç işlemek büyük bir “Efendim siz beni nasıl biliyorsunuz?” defırsat oluyor. Yaz döneminde park köşelerinyince adam şöyle dedi: “Sen Allah’ın belası de banklar üzerinde yatan evsiz, barksız kimelun adamın tekisin. Sen şeytanın arkadaşı şiler kış döneminde cezaevlerini bir barınak ve insi şeytanların da reisisin. Fakat biz senolarak görüyor ve suç işleyerek kendisinin den daha kötü bir hale geldik ki, Allah seni cezaevine girmesini sağlıyor. başımıza bela etmiştir.” dedi. Herkes dehşet Ayrıca İslam beldelerinde suç, Allah Azze içinde bu adamı dinliyordu. Sözlerinin bitive Celle’nin suç saydığı değildir. Rabbimizin rince Haccac yerinde kalktı ve o adamı alnınyapmamızı emrettiği namaz kılmak, oruç da öptü ve şöyle dedi: “Hetutmak, zekât vermek gibi piniz yalan söylediniz. Bir tek emirlerini yerine getirmeyenİslam’ı yaşamak, marufu bu adam doğruyu söyledi. Evet, ler ile Rabbimizin men ettiği emredip münkerden ben berbat bir adamım, ama siz içki içmek, zina yapmak gibi sakındırmak, yöneticileri yönetici olarak benim gibi zalim muhasebe etmek dünyanın fiilleri yapmak bir suç unsubir adamı hak etmişsiniz. “Siz ru olarak görülmemektedir. her yerinde suç olarak Ebu Zerr gibi olunuz, ben Dileyen mürtet olur, dileyen görülmekte ve Allah’tan de Ömer gibi adil olayım” yarı çıplak gezer veya dileyen hakkıyla korkanlar, dedi. Allah’ın varlığına inanır ama dinlerinden hiç bir şekilde Bir diğer meselede kuşkukanun koyucu olduğunu ret taviz vermeyenler suçlu suz yönetim şeklidir. İnsaneder. Kimsenin bunlara kaolarak kabul edilmekte ve ların bu kadar suç işlemesi, rışmayacağı gibi Allah’ın İslam’ı kendilerine düstur bu kadar günaha batmaları hudutları dışına çıkanlarda edinenler hapsedilmektedir. devletlerin yönettikleri nihiç bir şekilde hiç kimse tazamların başından sonuna rafından ceza görmez. Hatta kadar yanlışlıklarla, çelişkilerle dolu olmasıana-baba evladını İslam’a göre yaşaması kodır. En önemlisi de bu nizamların insan fıtranusunda zorladığı zaman anne baba suçlu tına uygun olmamasıdır. olarak görülür. Suç işleyenleri yalancı bir avukat vesilesiyle serbest bırakılırken, suçsuz olanlar ise senelerce haksız yere hapsedilme cezası görüyorlar. Üstelik bu kişiler cezaevlerinde kötü muamele, bir takım zorluklarla karşılaşıyorlar. Veya cinayet, tecavüz suçundan yatan kişilere meslek almaları için eğitim almaları sağlanılıyor. Canlarının sıkılmaması için televizyon seyretmeleri, oyun oynamaları, bilgisayarlar kullanmaları sağlanılıyor.
İslam’ı yaşamak, marufu emredip münkerden sakındırmak, yöneticileri muhasebe etmek dünyanın her yerinde suç olarak görülmekte ve Allah’tan hakkıyla korkanlar, dinlerinden hiç bir şekilde taviz vermeyenler suçlu olarak kabul edilmekte ve İslam’ı kendilerine düstur edinenler hapsedilmektedir. Kardeşlerimiz namaz kılmadıkları veya cinayet işledikleri için değil, Hak yolunda oldukları için hapsediliyor. Allahu Teâlaya
71
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
Dünyanın Her Yerinde Tek Ortak Suç; İslam Davası... kanun koyucu olarak iman ettikleri ve O’nun Şeriat’ının yeryüzüne hâkim kılınması için çalıştıklarından hapsediliyorlar.
Ertesi gün sabah saatlerinde, Mergelan hakim vekili ve Mergelan’da ki hayır cemiyetleri sorumlusu, o gencin ailesine gelip, oğullarının gece yapılan sorgulama esnasında öldüğünü haber verdiler. Ölüm sebebi olarak da, korku neticesinde geçirilen kalp krizi diye bildirdiler. Cenazenin Cuma’dan sonra saat 15:00’de hazır olacağını söyleyip, almalarını istediler.
Tabi bu duruma şaşırmamak gerekir. Çünkü dünyanın hiç bir yerinde Allahu Teâlâ’nın kanunları ne hayatta nede devlette bulunmaktadır. Bulunmadığı içinde Rabbimizin caydırıcı ceza hukuku da yürürlükte değildir. Çünkü yönetimde var olan bütün nizamlar küfür nizamlarıdır. Bu nizamları güden kâfirler veya hainler, kendi düzenleri yıkacak bir nizamın konuşulmasına, gündemde olmasına kesinlikle razı olmazlar. Bunun içinde Rasulullah’ın döneminde olduğu gibi baskı, zorbalık, işkence vs. uygulamaktalar. Konuşanları susturmak için hapse atmaktalar. Özbekistan, Ürdün, Bangladeş, Britanya, Cezayir, Danimarka, Endonezya, Fas, Filistin, Irak, Kazakistan, Kuveyt, Kırgızistan, Lübnan, Mısır, Pakistan, Sudan, Suriye, Tacikistan, Tunus, Yemen ve diğer birçok devletler de İslam davasına sahip çıkarak çalışma yapan Müslümanlar hapse atılmakta ve işkence çekmektedir. Bu konuyla ilgili o kadar çok örnek var ki. Ancak ben bir tanesini örnek vermek istiyorum. Bu örnek zaten dünyadaki tüm devletlerce yapılan işkence ve zulümlere emsal teşkil etmektedir.
Cenazenin raporlarında şu ifadeler yer alıyordu: “Yemek borusunun, yiyecek girip tıkanması neticesinde ölmüştür.” Oysa ki, cenazenin yıkanması esnasında şiddetli işkence ve dayak izleri gayet açık bir şekilde görülmekteydi. Kafası şişmiş, ağzı açılmış, kaburga kemiği kırılmıştı. El ve ayaklarına vurulan zincirlerin izleri de belli oluyordu. Hükümet tabibi her ne kadar bu izleri çeşitli vesilelerle ortadan kaldırmaya çalışmışsa da tamamen yok edememişti. Burada akla gelen bir soru var. Ömer Aliyev’in suçu ne idi? Bu genci tanıyan herkes biliyordu ki, o kimseyi öldürmedi, hırsızlık yapmadı, rüşvetçi olmadı. Peki ama, neden öldürüldü? Onlar sadece ve sadece Allah’ın yüce dini İslam’a yardım etmek istediler. Çünkü biliyorlardı ki, ancak bu sayede Allah’ın yardımı kendilerine ulaşacaktı. Onlar biliyorlardı ki, ancak bu sayede ümmet, zorba yöneticilerden, işkenceci zalimlerden ve aç kurtlar gibi kendilerini yemek için bekleyen kafirlerden korunacaklardı.’
Özbekistan’da bir takım tutuklamalar olmuşdu. Mergelan şehrinin Mearif mahallesinde (Carbagrum caddesi) meydana gelen bu olayda tutuklananlar, 10’a yakın Hizb-ut Tahrir gençleriydi. Ömer Aliyev Hasan Ertenovic bunlardan birisidir. Tutuklanan gençler, şehrin istihbarat binasına götürüldüler. Ömer Aliyev diğerlerinden ayrı olarak bir odaya kondu. Kendisine, arkadaşlarının işiteceği şekilde, gece saatlerine kadar işkence yapıldı. İşkenceci zebaniler odadan çıktıklarında çehreleri değişmişti. Diğer gençlerden, kendi kişilikleri hakkında yazılar yazmalarını istediler, sonrada Ömer Aliyev hariç ötekilerini serbest bıraktılar. Eylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
Elbet Allah Subhanehu ve Teâla’nın emrini yerine getirmeye çalışanlar için hapsedilmek, işkence görmek hatta öldürülmek bir kayıp değil, aksine büyük kazançtır. Ama bu kardeşlerimize yapılanlar zulümdür ve asıl bu zulme destekçi olanlar ve sessiz kalanlar büyük zarardadırlar. Sessiz kalmamak, sokağa çıkıp ‘kardeşlerimizi bırakın onlar hiç bir suç işlemediler’ diye haykırmak değildir. İslam nizamının yeryüzüne hâkim kılınması için çalışan kişi yapılan zulme sessiz kalmıyor demektir. Gayri İslami olan nizamlarda Allah’ın davasını yüklenmek onların kanun-
72
Dünyanın Her Yerinde Tek Ortak Suç; İslam Davası... “İşte bunun için (Allah’a) davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” (Şûra 15)
larınca önem arz eden ciddi suçtur. Ama bu suç her ne kadar Batıl nizamlarca önem arz eden amellerse de ondan daha kıymetli bir şekilde Allah katında bu ameller şeref ve onurdur. Müslümanların takınması gereken asıl tavırdır. Bizler Müslümanlar olarak taşımış olduğumuz kimliğin hakkını vermek zorundayız. Ya Allahın dini muzaffer olacak ya da biz bu uğurda öleceğiz.
Müslümanlar davet ettiği şeyle yani İslam’la amel etmesi ona göre tavır alması davetinin bir parçasıdır. İslam’a davet Rasulullah’tan bize kalan en önemli mirastır. Bu mirası bu mukaddes davayı hakkıyla yerine getirmemiz gerekir. İslam’a davet olmadan İslam’ın hayata hakim olması, İslam’ın güçlü bir şekilde aleme yayılması düşünülemez. Diğer bir ifadeyle, “davet” olmadan “din” ne kuvvet ne hayat bulur ne de yayılır.
Müslüman’ın davet ettiği şeyin canlı bir örneğini cisminde temsil etmesi, İslam’ın gerçek suretini apaçık bir şekilde beyan etmesi kaçınılmaz bir gerekliliktir. Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:
Allah’u Teâla katında bu hayırlı ameli yani İslam davetini yüklenmeyi, batıl nizamlar suç saysada biz bu suçu nefes aldığımız müddetçe işleyeceğiz.
َال إِنَّنِي َ ِحا َوق َ َواًل مِّمَّن َد َعا إِلَى اللَّ ِه َو َعم ً صال َ ِل ْ َو َم ْن أَ ْح َس ُن ق ِين َ ِن ال ُْم ْسلِم َم “(İnsanları) Allah’a çağıran, iyi iş yapan ve “Ben müslümanlardanım” diyenden kimin sözü daha güzeldir?” (Fussilet 33)
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyuruyor:
Bir başka ayette ise Allah’u Teâla şöyle buyurmaktadır:
“Benim sözümü işiten, idrak edip de işittiği gibi onu gösteren ve anlatan kimsenin yüzünü Allah parlatsın.” (Müslim)
ِر َت َ َفلِ َذل ْ َما أُم َ اس َتق ِْم ك ْ ِك َفا ْد ُع َو
73
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
Selman SURUÇ
S
ınav psikolojisi ile yaşamımızı sürdürür hale getirdiler. LYS, KPSS ve DGS gibi sınavlara bizleri mahkûm edip tüm yaşamımızı üç saat gibi zaman dilimine sığdırdılar ve öyle bir hale getirdiler ki, hayatımızın asıl sınavını unutur duruma geldik. Bizler asıl sınavı yani Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın sınavını ‘ahireti’ düşünmemiz gerekirken sadece üç saati düşünür batılılar konumuna geldik. İşte bu yıl yapılan sınavları tekrardan değerlendirirken şu beşer sisteminin ne kadar fasit bir sistem olduğunu, sınavların sonuçları ve medyanın yaptığı açıklamalarla ortaya koyacağız inşaAllah.
ruyu iptal etmeseydik bu kitle daha çok olurdu. Yani geçen sene 24 bindi, bu sene 14 bine indi. Bu kitleyle ilgili, bunların bilgi düzeyinin sıfır olduğunu söylemek mümkün değil. Sınava giriyor aday, belli bir beklentisi var. Mesela morali bozuluyor, boş kâğıt verip çıkıyor. Bu adayın bilgi düzeyinin boş olduğunu söylemek mümkün değil. Diğer taraftan gerçekten ben de hayret ediyorum. Soruların yüzde 10’unu bile yapamayan 70 bin kişi var. Liseyi bitiren bir adayın soruların yüzde 10’unu yapabilmesi gerekir. Soruların yüzde 20’sini bile yapamayan 200 bin’lik bir kitle var. Bunlar düşündürücü ama değişik nedenleri olabilir.”
Bu sene LYS sınavına başvuran 1.512.519 adaydan sınava girenlerin sayısı 1.487.626’dır. Yaklaşık 14 bin örgenci sınavdan sıfır puan almış, 16 soru çözülüp 140 taban puan alınmasına rağmen 70 bin kişi 16 soru dahi çözememiştir. İşte bu sonuçların ortaya çıkmasının ardından ÖSYM Başkanı Ünal Yarımağan şu açıklamada bulunmuştur:
Bu sonuçların acayip olduğunu kendileri bile dile getirmektedirler. Bu durum her sene aynı şekilde tecelli etmekte, gün be gün çözümsüzlük hat safhaya ilerlemektedir. Bugün kapitalist sistemin eğitim öğretim müfredatında o kadar felsefi fikirler var ki öğrencilerin yetişmesi ve bu tip puanların alması çok da anormal bir durum değildir. 1974’ten bu yana sınav yapılmakta, bu durum hep böyle süregelmekte ve yine böyle de devam etmektedir. Üniversitelere yerleşme sınavı
“Örneğin basın mensuplarının ‘sıfır çeken’ dediği bir kitle var. Bu kitle bu sene azaldı. Niye azaldı? Bir soruyu iptal ettiğimiz için azaldı. SoEylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
74
Hayatımız Sınav yetmemiş gibi bir de üniversiteden mezun olduğun zaman KPSS gençlere musallat edildi ve birçok kişi üniversiteyi bitirmelerine rağmen halen KPSS’ye hazırlanıp her gününü evde ders çalışmakla geçirmektedir. Yine yaklaşık olarak lise, iki yıllıklar ve dört yıllıklar olmak üzere 3 milyon 250 bin kişi memur olmak umuduyla sınava başvurmuştur. Bunlardan sadece 99 bini ataması yapılacak ve diğerleri ise yine sınava hazırlığa devam edeceklerdir.
alarak yapıyor ve kendi halkını işte böyle rahatlatıyorlar. Hatta bizim Başbakanımız ve vekillerimiz dahi, kendi çocuklarını kendi ülkelerinde okutmuyorlar. O kadar saçma bir durum ki, kendi düzenledikleri sistemi beğenmiyor, ama bizleri mahkûm ediyorlar. Yaklaşık bir yüzyıldır İslamî Devlet olmadan gayri İslami bir düzende yaşıyoruz. Bizlerin asıl hayat sınavının Allah’a karşı vereceğimiz hesap olması lazımken, hayatımız bu tip sınavlarla dolmuş maalesef. Bizlerin tekrardan Kur’an’ı açıp, ona bakıp, ona sarılmamız lazım, yoksa ne bir çözüm bulunabilir ne de ahirette Allah’a hesap verebiliriz. İslamî hayatı yeniden başlatmamız üzerimize farz iken bizler sadece gençlerimizin memur olup birkaç kuruşa tamah etmesini bu davetten daha mı üstün tutacağız. İşte kâfir batı ve avaneleri bizlerin aklına İslam gelmesin diye türlü türlü oyun yapıp sınavların peşinde koşturuyor. İyi bir iş sahibi olmak için insanlar senelerini harcıyor. Ama başarıya ulaşanlar az olurken, kaybettiği yıllara üzülenler çok oluyor. Gençliğimiz bu sınavları hayat memat meselesi yaparken asıl sınavı unutuyor veya unutturuluyor.
KPSS sınavında soruların çalındığı öne sürülmüş ve bunun için ÖSYM Başkanı inceleme başlattığını belirtmişti. Medya organlarının ”500 bin aday tam puan çekmiş” durumda ve soruların bir cemaat tarafından çalındığı iddia edilmişti. Hatta bu durumun yani bir cemaatin polislik sınavında da soruları çaldığını dile getirmişlerdi ki, zaten ÖSYM kendisine leke değmesin diye tam puan durumunu kabul edip bu durumu kabullenmemiştir. Her ne kadar kabullenilmese de bu geçmiş yıllarda yine ortaya atılmıştır. Tam puan asla çekilmemiş sadece bir ÖSS sınavında bu olmuştu ve yine soruların çalındığının iddiaları ortaya atılmıştı. İşte bu gibi sonuçların ortaya çıkmasının ardından gençlerimizin bunalıma girdiğini, intihar etmeye yeltendiğini, internet sitelerinde LYS’ye şarkılar yapıp insanlara izlettiğini ve aile korkusundan evden kaçıp sokaklara düştüğünü normal karşılar duruma geldik. Bunun yanı sıra üniversitelere giden gençlerinse iki üç ay gibi bir zaman diliminden sonra tüm çabaları için pişman olduklarını söylemeleri de başka bir konudur.
İşte buradan sesleniyoruz ki, tüm Müslümanların Allah’ın sınavına hazırlanmalı ve asıl o sınavı vermek için çalışmalıdır. Çünkü o sınav hem dünya hem de ahreti kazanmamızı sağlayacaktır. Allah Celle Celaluhu tez zamanda bize bu sınavda yardım edecek, sınavı kazanmamız konusunda bize kopya gösterecek bir Halife nasip etsin. İşte o zaman tüm Müslümanlar kazanacak İnşaAllah. َان يُرِي ُد َ َان يُرِي ُد َح ْر َث آْال ِخ َرِة َن ِزْد لَ ُه فِي َح ْرِث ِه َو َمن ك َ َمن ك ُّ َح ْر َث ِ َّالد ْن َيا نُؤِت ِه ِم ْن َها َو َما لَ ُه فِي آْال ِخ َرِة مِن ن ٍ ص يب
Bir de Avrupa’ya dönüp baktığımız zaman onlarda sınav ve iş sisteminin böyle olmadığını görüyoruz. Çünkü kâfir batılı ülkeler eğitim ve iş sektörlerine daha çok kaynak ayırıyorlar. Bu kaynağı ise Müslüman beldeleri sömürüp bütün kaynaklarını ellerinden
“Kim ahiret kazancını istiyorsa, onun kazancını arttırırız. Kim de dünya kârını istiyorsa ona da dünyadan bir şeyler veririz. Fakat onun ahirette bir nasibi olmaz.” (Şûra 20)
75
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
Erkan AKKAYA KİTAP ADI : SÜNNİ SİYASAL DÜŞÜNCENİN GELİŞİMİ - DEMOKRATİK HİLÂFET’E DOĞRU
Hz. Osman’ın Hilafeti’ni de birçok noktada eleştirebilmektedir. Yazarın çıkış noktası olarak kabul ettiği husus Sünni ve Şia fıkhında bu mevzularla ilgili yaşanan farklılıklardır. Durum böyle olunca genelde Sünni âlimlerin tezlerini, özelde ise imamet ile ilgili geçen İcma’us Sahabe delillerini hiçbir fıkhi altyapısı olmadan eleştirme ve tenkit etme cüreti gösterebilmiştir. Bu cüreti elde eden yazar daha kitabın başında önsöz kısmının ilk cümlesi olarak akıl almaz bir kıyasa giderek şöyle yazmıştır: “Totalitarizmi demokrasiyle yan yana koyalım ve soralım; hangisi İslam’a daha yakındır? Toplumda adaleti hangisi daha iyi sağlar?”
YAZAR : AHMET EL KÂTİP YAYINEVİ : MANA YAYINLARI BASKI : 1.BASKI MAYIS 2010 KİTABIN ADI : SÜNNİ SİYASAL SAYFA SAYISI : 496 SAYFA İsminden de anlaşılacağı üzere kritiğini yapacağımız kitapta üzerinde yoğun bir şekilde çalışılan ‘Küresel Hilafet’ projesi, aslından saptırılarak yeni jenerasyona uydurulmak istenmiştir. Hilafet yahut İmâmet meselesinin Sünni fıkıhtaki dayanakları çürütülerek, yazarın söylemiyle ‘baskıcı, diktacı ve körü körüne itaat’(!) anlayışından kurtulup şûraya dayalı ve seçim usulüyle yapılacak bir liderliğin yine aynı şekilde adil olmayan ve zalimane tavırlar takındığı anlaşıldığında hemencecik azlinin gerektiği vurgulanmaktadır. Bu minvalde seyreden yazar her ne kadar 30 yıllık Raşidi Hilafet dışında, bugüne kadar ki İslam Devletleri’ni meşru bir Hilafet yönetimi kabul etmese de Hz. Ebubekir’in, yerine Hz. Ömer’i tavsiye etmesini ve hakeza Eylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
Bu talihsiz girişle İslam’ın demokrasi dini olduğunu savunan yazar, Iraklı bir Şii olmasından dolayı İran Devrimi’ni de örnek olarak karşımıza çıkarabilmektedir. Demokrasinin Batı menşeli olduğuna dâhi ikna olamayan yazar, önsözün sonunda şu cümleyle Müslümanların demokratik bir anayasayı kabul etmeleri gerektiğini vurgulamıştır: “Müslümanlar tek ve adil bir siyasal düşünceye bağlılıklarını ilan edip ülkeleri için çoğulculuğa izin veren, herkese siyasal ve fikri özgürlük sunan demokratik bir anayasa üzerinde anlaşmaya vardıkları zaman geçmişin çatışmalarını rahatlıkla
76
Kitap Kritik aşarak sevgi, adalet ve barış içinde birlikte yaşayabileceklerdir.”
139. sayfada konu özeti olarak geçen mesele ise İslam dininin ifade ediliş biçimindeki düzensizlikten ileri gelmektedir. Zira “İslam insanları özgürleştirmek, boyunlarındaki halkaları söküp atmak için gelmiş bir dindir. İslam adına yönetime gelen tiran ve zorbalar ise halkın hürriyetlerini gasp ederek kaderleriyle oynamayı hak saymışlardır” ifadesi bir batılıdan gelmiş olsa yadırganmazdı fakat bir müslümanın bu ifadeleri kullanması kitabın yazım amacını trajik bir şekilde yansıtmaktadır.
Yazarın kitabında sıkça vaat ettiği hayat tarzı aslında demokrasinin de Müslümanlara altın tepsilerde sunduğu özgürlükçü bir yaşamla tam bir bütünlük arz etmektedir. Bu bağlamda kitapta vurgulanan Hilafet olgusunun şümullü bir İslamî Devlet olamayacağı göz ardı edilmemelidir. Dr. A. Ali Mansur’un meseleyle alakalı yorumunu aldığı 38. sayfada Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in son günlerinde var olan İslam Devleti’nin bir tür federasyon olduğu tezi de gerçekten İmâmet meselesinin metodik olarak yanlış algılandığını gözler önüne sermektedir.
Öncelikle bilinmelidir ki yöneticinin ameli fertlerin hoşuna gitmese dâhi, Allah’ın indirdikleriyle yönettiği sürece itaat etmek bütün Müslümanlara farzdır. Ayrıca Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, sünneti aracılığı ile şeriaYazarın kitabında sıkça tı açıklamaktadır. Bundan vaat ettiği hayat tarzı dolayı onun sünneti, onun aslında demokrasinin hükümleri ve direktifleri de Müslümanlara altın uygulanması zorunlu olan tepsilerde sunduğu şeriatın ayrılmaz parçasıdır. özgürlükçü bir yaşamla Rasul ile aradaki bağı kotam bir bütünlük arz parmak demek, onu göndeetmektedir. Bu bağlamda rene baş kaldırmak demekkitapta vurgulanan Hilafet tir. Buhari ve Müslim de olgusunun şümullü bir Ebu Hureyre yolu ile onun İslamî Devlet olamayacağı Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den şöyle dediğini göz ardı edilmemelidir. rivayet ettiler:
Halife’ye itaatin sınırlarını çizerken yapılan büyük hatalardan biri de Emevilerle başlayan yönetimin Osmanlı’nın sonuna kadar krallık olarak tasavvur edilmesidir. Burada yazarın sıkça eleştirdiği mevzu Halife’nin kendinden sonra halef tayin etmesi ve zorla biat almasıdır. Fakat burada karıştırılan nokta Halife’nin seçilirken ve seçildikten sonra aldığı biatlardır. Zira seçilmiş bir Halife’nin tebaasından baskı yoluyla biat alması onun Halifeliğini düşürmeyeceği gibi bu yöntemin krallıkla da bir alakası yoktur. Zira biat alma işlemi Şer’i bir zaruret olup, rıza ile alınabileceği gibi zorla alınmasının da yönetimi gayri meşru yapmayacağı İcma ile sabittir. Burada Halife’ye itaatin sınırlarını kesinlikle Şer’i hükümler çizmekte ve burada da İcma ve Kıyas kullanılabilmektedir. Böylesine hassas bir meselede icmayı sadece keyfi olarak kabul etme gafletine düşmek konunun netleştirilmesinin önünde büyük bir engeldir.
“Kim bana itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim bana isyan ederse Allah’a isyan etmiş olur. Kim Emir’e itaat ederse bana itaat etmiş olur. Kim Emir’e isyan ederse bana isyan etmiş olur.” Enes bin Malik’ten rivayet edildiğine göre, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle dedi: “Dinleyin ve itaat edin. Başınıza, kafası siyah üzüm tanesi gibi Habeşli bir köle dahi yönetici olarak tayin edilse yine de itaat edin”
77
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
Kitap Kritik Buhari Ebu Reca o da İbni Abbas’tan rivayetinde, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
rının meşruiyet zeminini oldukça zorlamış ve şura’yı demokrasideki seçim yöntemiyle eş tutmak için zorlama alıntılar yapmıştır. Bu bakışla 179. sayfada Ehli-Sünnet anlayışına karşı temelsiz yüklemeler yapmıştır. Halife’ye itaatin farz olduğu hükmünü savunduğu için despot olmak ve totaliter yönetimin ağına düşmek gibi iddialarla EhliSünnet karşıtlığına soyunmuştur. Bundan sonra Halife’nin Kureyş’ten olma meselesini de birbirine karıştırmış hadis sahih olduğu halde bu hadise dayanarak ictihad eden âlimleri militarist-saltanat sevdalısı olarak görme yanlışında bulunmuştur. Zira dakik bir tanzimle ve iyi bir hadis ilmiyle araştırmış olsaydı bu hadisin aslında vucubiyet değil de efdaliyet babından olduğunu idrak etmiş olurdu.
“Kendi emrinden hoşlanmadığı bir şeyi gören kimse ona sabretsin. Zira cemaatten bir karış kadar ayrılıp ölen kimse muhakkak cahiliye ölümü ile olmuş olur.” Müslim’in rivayet ettiği hadiste ise, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle dedi: “Bir İmam’a biat ederek ona elinin avucunu ve kalbinin meyvesini veren kimse, ona gücü yettiği kadar itaat etsin. Eğer başka birisi gelip o İmamla (yönetim için) çekişirse sonradan gelenin boynunu vurun.” Yöneticiye ne zaman itaat edilmemesi gerektiği de yine şer’i nasslarla belirlenir. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bunu bir hadisinde şöyle açıklamıştır:
Zaten, minareyi çalan kılıfını uydurur anlayışıyla hareket eden yazar 233. sayfada “Sünni Siyasi Düşüncenin Totalitarizmi Benimsemesi” başlığıyla akıl almaz bir genellemeye gitmiştir. Bu tezini güçlendirmek için de ümmet için kültür mirası bırakmış ve derin ufuklar açmış muhaddisleri, fakihleri ve müfessirleri ayrım yapmaksızın eleştirebilmeyi göze almıştır. Örneğin İbn-i Teymiyye, İmam Maverdi, İmam Nevevi, Ahmed bin Hanbel, İmam-ı Azam ve İmam Gazali gibi âlimleri de Hilafet ve İmâmet meselesindeki tavizsiz tutumlarından dolayı tenkid etmeyi de ihmal etmemiştir.
“Yaratıcıya isyan (itaatsizlik) olan yerde, yaratıklardan hiç birine itaat edilmez.” Ayrıca Emevilere geçince Hilafet’in krallık olarak el değiştirdiği iddia edilen kitapta, yazarın Hz. Hüseyin’in şahadetinden duygusal olarak etkilendiği ve Şia olduğu için Ehli Beyt’e kutsiyet atfetmesi gibi etkenler de göz önüne bulundurulmalıdır. Yine yazar yazdıklarına meşruiyet kazandırmak adına hadis tahsisi yapma yoluna giderek, birçok konuda eleştirdiği Sünni âlimlerin hadislerle alakalı bazı savlarını teyit etmiştir. Örneğin, REY ekolü de denilen ve sadece mütevatir hadislerle hatta mütevatir hadislerin ayetlerle örtüşenlerini alıp diğerlerini yok hükmünde kabul etmek gibi bir yanılsamaya düşmüştür. Oysaki hadislerin de tıpkı ayetler gibi teşrii için delil olduğu unutulmamalıdır. Zira Rasul’den nakille bize ulaşan hadisler manen Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın kelamı olup yasama için kullanılmaktadır. Burada özetle yazar kendi iddiala-
Eylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
Medine’de Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem ile kurulan İslam Devleti’nin Osmanlı Hilâfeti yıkılıncaya kadar geçen süreçte gerek kişisel zaaflar gerekse de üslup hataları yaşanmış olması gayet normaldir. Zira İmâmet makamı beşeri bir makam ve İmam/ Halife de diğer insanlar gibi hatasız değildir. Burada yaşanan her ne olursa olsun tecrübe olarak algılanmalıdır. 13 asır dimdik ayakta kalmış bir devletin kusurlarını aramak deve
78
Kitap Kritik üstünde pire aramaya benzer. Keza İslam’ın kitabında yönetimle ilgili görüşlerinden dohükümferma olduğu dönemlerde daha inlayı Sünni ekolü totaliter, Ehli-Sünnet anlasani bir başka yönetimde vuku bulmamıştır. yışını gerici ve döneme damgasını vurmuş Buradan hareketle kitapta sıkça dillendirilen birçok muhaddis ve âlimi İslam’ı yanlış an“Hilafeti gasp etme” cümleleri de sarihlikten latan birer bidat ehli görmek gibi buhranlara uzak olsa gerek. Örneğin Emevilerin parçadüşmekle kalmamış, neredeyse bütün Halilanmaya yüz tutmasıyla birlikte İmametin feleri de ya otoriter olduklarından, ya halef dağılmaması ve fitnenin patlak vermemesi tayin ettiklerinden ya da demokratik yasalar için Abbasilerin idare etmeye başlaması, yine çıkartmadıklarından dolayı baskıcı, diktatör Moğolların şiddetli saldırılarından yıpranan ve kral gibi benzetmeler yaparak sınırını olMemlukların yönetimi mecburen Osmanlı dukça aşmıştır. hâkimiyetine teslim etmesi de gerçek manaYazar son olarak kitabına bir mülakat koda Hilafet’in 13 asırlık varlık sebebidir. Bu yarak bitirmiştir. Öncelikle dünyada yeniden meseleye salt bir gasp şeklinde bakmak ‘İmaHilafet’in inşası için çalımet’ meselesinin diğer tüm Yazar son olarak kitabına bir şan bir kitle olarak Hizb-ut cüzi meselelerden daha mülakat koyarak bitirmiştir. Tahrir’in kaldığını kabul fazla önem arz ettiği gerçeeden yazar Hizb-ut Tahrir Öncelikle dünyada yeniden ğini gizlemekten başka bir Lübnan sözcüsü Ahmed el Hilafet’in inşası için çalışan mana ifade etmemektedir. Kasas ile yaptığı görüşmeyi bir kitle olarak Hizb-ut Ayrıca yazarın kadınlapaylaşmıştır. Burada kitleTahrir’in kaldığını kabul rında yöneticilik yapması nin fikirlerinden bazılarını eden yazar Hizb-ut Tahrir gerektiğini düşünmesi ve içinde bulunduğu duruma buna izin veren demokrasiLübnan sözcüsü Ahmed el tezat oluşturmadığı için beyi benimsemesi ‘Hilafet’ ile Kasas ile yaptığı görüşmeyi ğendiğini yazmıştır. Örnealakalı kitap yazarken bu paylaşmıştır. Burada kitlenin ğin Halife’nin ümmetin vekonuya vâkıf olunmadan fikirlerinden bazılarını kili olması, Halife’nin ‘Adasadece konjonktüre uygun let’ şartı, Kureyş’li olma içinde bulunduğu duruma düşmek adına bir işe girişşartının bulunmayışı, toplutezat oluşturmadığı için menin tehlikeli olduğunu mun rızası ve Halife’yi tayin beğendiğini yazmıştır. göstermektedir. Zira sağetmesi, veliaht belirlemenin lam bir altyapı ve yerleşik bir kültür olmadan reddi, danışma meclisinin seçimi, siyasi parkitap yazmanın ne gereği ne de kıymeti varti kurma özgürlüğü gibi fikirleri ile Hizb-ut dır. Örneğin Hz. Aişe RadiyAllahu Anha’nın Tahrir ile örtüştüğünü fakat kitlenin demokCemel vakıasında fikir beyan etmesini, görüş rasi ve cumhuriyet gibi yönetim türlerini sunmasını kadının yöneticiliğine kıyas etkökten reddettiği, çoğunluğun değil Allah mek oldukça zorlama bir söylem olur. Hatta ve Rasulü’nün yasama yapabileceği gibi gö“Hilafet’in Çöküşünde ‘İstibdat’ın Rolü” başlırüşleri dolayısıyla çeliştiğini belirtmiştir. Bu ğıyla II. Abdulhamid’e anti-demokratik oluzaktan bakıldığında gayet normal bir haldir duğu gerekçesiyle “kör gibi davranma” şeklinfakat çeliştiği için karşı tarafı olur olmaz yerde haksız eleştirilerde bulunması, Hilafet kumek ve adeta hasım ilan etmek ne kadar doğrumuna yaptığı hayırlı amelleri bir kalemde rudur? 450. sayfada Hizb’in çelişkiye düşme silmesi, yazarın ne denli çarpık görüş sahibi sebebi olarak geçen “Hizb-ut Tahrir İslami siolduğunu anlatmaya yetiyor. Özetle yazar yasi sistemin özelliklerini tespit etmeye çalışırken,
79
KÖKLÜDEĞİŞİM - Eylül 2010
Kitap Kritik klasik Ehli-Sünnet fıkıhçılarının yasal geleneğine ve tarihsel Hilafet tecrübesine dayanarak hareket ettiği için…” ibaresi yazarın aslında karşısına salt Hizb-ut Tahrir’i değil tüm Ehli-Sünnet anlayışını aldığını göstermiyor mu? Yanı sıra kitlenin kavramlar üzerinde hususiyetle durması ve meseleleri akli olmaktan çıkarıp şeriata dayandırması gibi birçok şeyde yazarı fena halde kızdırmış gibi gözüküyor.
“İslam’ın yönetim şekli dünyada bulunan tüm yönetim sistemleri içerisinde hepsinden farklı olup biriciktir. İslam Devleti’nin ‘demokrasi’yi benimsemesine izin verilemez. Zira bu kavram İslam inancından neşet etmediği gibi İslam’ın ortaya koyduğu kavram ve anlayışlara da muhaliftir. İslam’ın yönetim şekli krallık değildir. Cumhuriyet de değildir. Çünkü cumhuriyet özü itibariyle demokrasiye dayanır, halkın egemenliğini esas alır. Bu sistemlerde yönetim, yasama, yönetimi seçme, yasa ve anayasa yapma, kaldırma, değiştirme, düzenleme gibi bütün haklar halka aittir. Oysa İslam’ın yönetim sistemi özü itibariyle İslam inancına ve şeriat hükümlerine dayalıdır. Bu sistemde egemenlik halka ait değildir. Ne halk ne de Halife yasama hakkına sahip değildir. Yasaları koymaya tek yetkili Yüce Allah’tır. Halife sadece Allah’ın yüce kitabından ve Rasulullah’ın sünnetinden yasaları ve anayasayı çıkarsayıp belirleme yetkisine sahiptir. Yine bu sistemde Halife’yi görevden alma yetkisi de halka değil şeriata aittir. Ancak halk Halife’yi seçme hakkına sahiptir. Dolayısıyla halkın seçtiği ve biat ettiği kişi halka bu konuda vekillik eder.” (İslam’da Yönetim Nizamı Kita-
Hülasa yazarın temelde anlatmak istediği yegâne unsur demokrasi ile İslam’ın kaynaştırılması ve bu yolla İslami yönetimlerin tıpkı batının arzu ettiği demokratik hatta laik unsurlarla beslendiği, itaatin değil de isyankârlığın ve hesap sormanın ön planda olduğu bir devlet profilidir. Tabi bu kaynaştırma talebinin beraberinde İslamî anlayışı karışıklığa ve karmaşaya kurban edeceği unutulmamalıdır. Bu çalışma esasında yazarın tek elden yürüttüğü bir çalışma olarak gözükmemektedir. Özelde ABD’nin genelde batı dünyasının gerçek bir İslam devletinden korktuğu aşikâr olmakla beraber gerçekleşecek bir Hilafetinde kendi kontrollerinde olacağı, yöneticilerini kendilerinin belirleyeceği ve gerektiğinde onu azledebileceği kısaca demokratik olacağı gibi planları vardır. Bu planlarını da Hilafet davetinin yapıldığı tüm beldelerde kamuoyu etmektedir. Onlar bu yolla gerçeklerin üzerlerini örtmeyi, kavramları tevil ve tahrif etmeyi istemektedirler. Ama yazarında kabul etmekten kaçamadığı bu gerçek ‘Hilafet Devleti’ projesini dünyanın her yerine yayan ve ümmetin evlatlarını bu proje için çalışmaya davet eden Hizb-ut Tahrir gerçeğidir. Yazarın 444. sayfasında ‘Hilafet Sistemi’ başlığıyla yazmak zorunda kaldığı şu gerçeği aktararak bahsi geçen kitabın kritiğine son veriyoruz:
Eylül 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
bı/ Takıyyuddin En Nebhani)
80