KöklüDeğişim 64.Sayı

Page 1



‫بسم اهلل الرحمن الرحيم‬ Ocak Ayı Takdimi

KÖKLÜDEĞİŞİM Kuruluş: 2004

1- Fransızların kendilerine zulmettiği (dindaşları) Almanların Osmanlı Halifesine mektubu; “Fransızlar her sene bize zulmediyor, mahsulümüzü elimizden alıyorlar. Siz ki, dünyaya adalet dağıtan bir İslâmi Fikirlere Dayalı Aylık devletin sultanı, İslamiyet’in de Halifesisiniz. Bizi şu Fransız zulmünden kurtarın. Asker gönderin. Ürünlerimizi bu sene olsun toplama imkânı sağlayın.” 19. Asırda Osmanlı’nın zayıf olarak nitelenSiyâsi Dergi dirildiği bir dönemde vuku bulan bu hadiseye Osmanlı Halifesinin cevabı ise şöyledir; “Fransızlar Muharrem 1431 • Ocak 2010 korkak adamlardır. Onlara yeniçeri göndermemize gerek yoktur. Yeniçerimizin kıyafetini görmeleri kâfidir. Çuval içindeki Osmanlı askerinin elbiselerini adamlarınıza giydirin. Mahsul zamanı nehrin Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri görülecek yerlerinde dolaştırın. Karşıdan bu manzarayı gören Fransızlar için bu kâfidir.” Bu vakanın Müdürü sonucunu biliyoruzdur; hasat vakti Almanlar Yeniçeri elbiseleri ile nehir kenarında dolaşmaya başAhmet Sivren larlar. Fransız kıyılarından gelen haberlerle sevince boğulurlar. “Osmanlılardan imdat geldiğini düşünen Fransızlar, korkudan köylerini de terk ederek iç kısımlara doğru kaçmaktalar. Mahsulünüzü Yayın Kurulu Başkanı rahatça toplayabilirsiniz. Zulüm sona ermiştir.” AbdulHamid Yazıcı 2- “Dans denilen bir melanetin oynanmaya başlandığını haber alan Kanuni Sultan Süleyman FranHaber Dairesi Müdürü sa Kralına şu mektubu yazar; “Ben ki, kırk sekiz krallığın hakanı Kanuni Sultan Süleyman Han’ım. Sefirimden aldığım rapora göre, memleketinizde dans adı altında kadın erkek birbirine sarılmak Hüseyin Sivren suretiyle insanlar arasında oyun oynanmakta olduğunu işitmiş bulunmaktayım. Hemhudut olmakKapak&Grafik Tasarım lığımız dolayısıyla, iş bu rezaletin memleketime de sirayeti ihtimali müvacehesinde Name-i Hümayunum elinize ulaştığından itibaren derhal son verilmediği takdirde, bizzat Ordu-yu Hümayunumla KöklüDeğişim gelip men’e muktedirim!.” (Rivayete göre, Kanuni’nin bu mektubundan sonra Fransa’da yüz sene Yönetim Merkezi dans yapılmamıştır.) G.M.K. Bulvarı No:31/12 Kızılay/ 3- Fransa Kralı François Almanların eline esir düşer. Fransız Büyükelçisi Frankipan Fransız Kraliçesinin emri ile Osmanlıdan yardım ister. ”Şimdiye kadar oğlumun kurtuluşunu Şarlken’in insaANKARA fına bırakmıştım. Fakat Şarlken oğluma hakaretler etmektedir. Dünyaya geçen hükmünüz, cihanın İletişim&Abonelik&Reklam bildiği azamet ve şanınızla oğlumun kurtulmasını temin etmenizi zat-ı şahanenizden niyaz ediyoTel: (+90) 0312 229 77 91 rum.” Bu imdada ilişkin verilen cevap şöyledir. “Ben ki, Akdeniz’in ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin ve Anadolu’nun ve Karaman’ın ve Rum’un ve Dulkadir Vilayeti’nin ve Diyarbakır’ın ve Kürdistan’ın ve Faks: (+90) 0312 229 77 92 Acem’in ve Şam’ın ve Halep’in ve Mısır’ın ve Mekke’nin ve Medine’nin ve Kudüs’ün ve bütün Arap www.kokludegisim.net diyarının ve Yemen’in ve daha nice memleketlerin ki, yüce atalarımızın ezici kuvvetleriyle fethettikleri ve benim dâhi ateş saçan zafer kılıcımla fetheylediğim nice diyarın sultanı Sultan Bayezıd Hân oğlu, bilgi@kokludegisim.net Sultan Selim Han oğlu, Sultan Süleyman Han’ım. Sen ki, Françe vilayetinin kralı Françesko’sun. SulTemsilcilikler tanların sığınma yeri olan kapıma, adamın Frankipan ile mektup gönderip, memleketinizin düşman İstanbul istilâsına uğradığını, hâlen hapiste olduğunuzu bildirip, kurtulmanız hususunda bu taraftan yardım ve medet istemişsiniz. Her ne ki demiş iseniz benim yüksek katıma arz olunup, teferruatıyla öğrenBülent Kurşun dim. Kralların bozguna uğraması ve hapsedilmesi acayip değildir. Gönlünüzü hoş tutup, hatırınızı Tel: 0536 638 67 68 incitmeyiniz. Bizim ulu ecdadımız, daima düşmanı kovmak ve memleketler fethetmek için seferden Bursa geri kalmamıştır. Biz dahi onların yolundan yürüyüp, her zaman memleketler ve kuvvetli kaleler fetheyleyip gece, gündüz atımız eğerlenmiş ve kılıcımız kuşanılmıştır. Allah hayırlar versin ve iradesi Mesut Şahin neyse o olsun. Bunun dışındaki vaziyet ve haberleri adamınızdan sorup öğrenesiniz.” 0532 627 35 89 Günümüzde ise bu vaka tam tersine dönmüştür. Bir zamanlar kendilerinden eman dilenilenler, bugün el açar olmuştur. Kendi kutsallarını dahi muhafaza etmekten aciz kalmışlardır. Bugün AKP’ye kdbursa@hotmail.com biçilen yeni Osmanlı kıyafeti kendisine oldukça büyük gelecek ve içerisinde kaybolacaktır. BinaenaAbonelik ve Hesap Numaları leyh bu elbise uşakların, ajanların sırtında eğreti duracak, o kıyafetin hakkını, hakka tabi olmadıkça asla veremeyecekleri aşikârdır. Çünkü AKP’nin, Hilafet gibi Müslümanları tek bir çatı altında birleştirecek siyasi bir hedefi yoktur. Laftan öteye geçemeyen söylemlerle de bu gemiyi yürütemezler. Yurtiçi Yurtdışı Özellikle Rasulullah’a hakaret edenleri iftar sofralarına davet etmekle, Müslümanların kanına girmiş 6 Aylık 6 Aylık yahudilerle el sıkışmakla, milyonlarca Müslüman’ı katleden kâfirlerle stratejik ortak olmakla, kıblesini beyaz saray yapmakla bu iş hiç olmaz. Bırakın Müslümanların maslahatlarını gütmeyi, sömürgeci 24 TL 24 TL efendilerine hizmet etmekten öteye geçemezler. Tarihten örnekler vererek, bunun üzerinden AKP’ye prim yaptırmaya gayret edenler büyük bir gaflet içerisindedir. Artık ümmet söylem değil, eylem Yıllık (12 Ay) Yıllık (12 Ay) istemektedir. Eylem ise güç gerektirir. Güç ise Rabbe tam teslimiyetle, O’na güvenmek ve O’na sığınmakla olur. ABD’ye değil. 48 TL 48 EUO Bu ayki sayımızda sizlere özellikle tek çıkış kapısı olarak gösterilen Batının esas yüzünü ortaya PTT Posta Çeki Ziraat Bankası koyan bir yazı dizisi hazırladık. Bu yazı dizisi ile gerçek ile yalan arasındaki fark ortaya çıkacaktır. Medeniyetin beşiği olarak yutturulmaya çalışılan kafir batının İslama bakışını net bir şekilde ortaya Hesabı Euro Hesabı koyan bu makalenin diğer bölümünü iple çekeceğinize eminiz. Yine Türkiye gündemini uzunca süre 1911803 Başkent Şb. meşgul eden DTP’nin Kapatılması, Telekulak Krizi, Türkiye’de Eksen Kayması Varmı?, T.C.-”İsrail” TR93000100 İlişkileri, İslam Birliği Fitnesi, Pakistan Ordusunun katliamı, Obama’nın Yeni Afganistan Stratejisi ve Ziraat Bankası diğer analizlerimizi sizlerle paylaşıyoruz. 1683Diğer makaleler ve Yazı Dizileri ile KöklüDeğişim Devam Ediyor. TL Hesabı

Başkent Şb. 4745782-5002

47475782-5001 TCZBTR2A

Baskı 01.01.2010 Yaprak Ofset ve Matbaacılık Yerel-Süreli ISSN: 1304 - 8274

Not: Abonelik ücretlerinizi yan tarafta tabloda bulunan banka ve PTT hesap numaralarına yatırabilirsiniz. Lütfen hesaba para yatırırken, adınızı, soyadınızı ve hangi il/ülke’den yatırdığınızı görevliye yazdırınız.

Önemli Not: Dergimiz, Kapitalist Sömürü ideolojisinin fikirlerinden olan, “telif hakları” kavramını İslâm reddettiği için kabul etmemektedir. Dergimizde yer alan yazılarımız, yazarının ve dergimizin ismi belirtilerek iktibas edilebilir. Dergimize gönderilen yazılar, yayın esaslarımıza uygun olması ve yazıların güncelliğini koruması kaydıyla, yayın kurulumuzun onaylaması halinde yayınlanır. Gönderilen yazıların -içeriği bozulmamak kaydıyla- üzerinde değişiklik ve kısmen kısaltma yapma hakkımız vardır.

1

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


İÇİNDEKİLER GÜNDEM Batılıların gözünde İslam.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Hamza Arslan.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 3 İslami Hareketler ve Batı. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Ahmet Sadık Altınel.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .8 DTP’nin kapatılması. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Nurol Karaca . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .13 Telekulak Skandalı. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Fatma Nur Şahin . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .16 Kapitalizmin Ürettiği Virüsler.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Ahmet Sadık Altınel . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .20 Türkiye’nin Ekseni Varmı ki Kaysın?.. . . . . . . . . . . . . . . . Hakkı Serdengeçti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 25 En Şerli İlişki T.C.-“İsrail” İlişkisidir.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . Cuma Canpolat . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .30 İslam Birliği Fitnesi.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . M. Oğuz Osmanoğlu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 34 Pakistan Ordusunun Soykırımı. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Murat Albasan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 39 Ümmeti Kandırmaya Devam Ediyorlar.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . Murat Savaş . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 43 Dinlemelerin İçyüzü.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . İbrahim Er . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 46 Obama’nın Yeni Afganistan Stratejisi.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Mesut Şahin . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 52 Hicret.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Hüseyin Sivren . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 56 KAVRAMLAR Konjonktür.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Âdem Budak.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . 58 OKUYUCUDAN GELEN Özgüven Yokluğu.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Kurtay Barış . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 60 HABER MERKEZİ İslami Beldelerden Haberler.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . KöklüDeğişim . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 62 MEFHUMLAR Siyasi Mefhumlar.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Takiyyuddin en-Nebhani . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .67 AİLE KALEDİR Çocuk Terbiyesinin Esasları. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Necahu’s Sabatin . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .72 TEFSİR Bakara Suresi 240-246. Ayetler.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Esad Mansur . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .76 MEDRESE-İ YUSUFİYE’DEN Hicret Şiiri.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Ahmet Sivren . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 80 Ocak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

2


Hamza ARSLAN

İ

slam Ümmeti’nin tacı olan Hilâfet’in yıkılması ve kâfir batının topraklarını işgal etmesinin ardından İslâm Ümmeti seksen yedi sene bitkinlik ve zayıflık yaşadı. Kâfir batı seksen yedi sene boyunca İslam’ı yönetimden uzaklaştırdı. Ümmete meydanı dar etti, onlardaki kuvvetin unsurlarını (siyasi akideyi, kapsamlı hayat nizamını, Hilâfet’i, cihadı) söküp aldı. Allahu Teâlâ ile olan bağlantısından koparıp kendi fikri kaideleri esasına göre yeni bir kalıpla Müslümanların düşünme biçimlerini şekillendirdikten sonra dinde değişiklik yaptı. Din konusunda ulemanın kötü tavırları, bu hususta onlara yardımcı oldu. Onların kuralları hakkında fetvalar verdiler, saptırıcı yoldan çıkartıcı görüşler belirttiler… Seksen yedi sene boyunca kâfir batı emanet develeri gibi kanunlarını Müslümanlara zorladılar, yönetimi kendileri için bekçilik yapan ve içlerinde bütün şerri barındıran kimselere teslim ettiler. Onları kendilerine kuyruk haline getirip, ümmetin boğazlanmasında ve servetlerinin yağmalanmasında kışkırttılar. Ümmete onlardan büyük bir bela isabet etti. Ümmetin evlatlarını hapsettiler, işkence yaptılar, sürgüne gönderdiler, zillete düşürdüler, fakirleştirdiler, cahilleştirdiler, ifsat ettiler ve saptırdılar. Kâfir batı ile seksen yedi sene boyun-

ca ümmetin, elemler, gözyaşları yolundaki azap yolculuğu başladı ve üzerlerindeki oyunlar hâlen daha devam etmektedir. Ancak Ümmet, yaşamış olduğu bu seksen yedi yıllık zaman içerisinde, İslam’ı sahih olarak anlamaktan ve doğru tatbik etmekten uzaklaşmakla kendisine zulmetti. Bu haliyle, Kur’an-ı Kerim’de zikredildiği üzere, Allah’ın zikrinden, Allah’ın şeriatından, Allah’ın hükmünden yüz çevirmesi nedeniyle geçim sıkıntısına duçar oldu. Kurtuluşunun ancak Raşidi Hilâfet’le gerçekleşebileceğini gördü. Bu nedenle bu yönde karar kıldı, bu uğurda karşılaştıkları karşısında kalbi mutmain oldu. Batı ise Ümmet’in bu aslına dönüşünden korkusu nedeniyle adeta delirdi, çılgına döndü. Hadaratının tökezlemekte olduğunu gördü. Afganistan’dan Irak’a, Filistin’e, Somali’ye, Keşmir’e, Türkistan’a ve Çeçenistan’a varıncaya kadar günümüzde Müslümanların yaşadığı topraklar da gördüklerimizdir bunlar. Artık, dertleri tek dert oldu. Bu dert, Râşidi Hilâfet yoluyla Allah Azze ve Celle’ye sadakatle avdet etme yolundaki değişimdir. Buna engel olmak ise kâfir batının tek derdi oldu. İşte günümüz Müslümanları ile kâfir batı arasında var olan çatışmanın hakikati de budur. Ortalığa yaymış oldukları “terörle savaş, aşı-

3

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


Batılıların Gözünde İslam ma… Bilakis benim için gülümse ve ümitli ol… Ben Trablus’a gidiyorum… Sevinçli ve mutlu olarak… Kahrolası müslümanları ezip, çiğnemek için kanımı akıtacağım… İslâm’ın diyanetiyle savaşacağım… Kur’an’ı yok etmek için bütün gücüm ile öldüreceğim…” Batı bizimle olan alakasını sürüp giden tek esasa göre, haçlı savaşlarına göre kurdu. Batının, Arap ve İslam dünyasına olan düşmanlığı din düşmanlığıdır. Batıların ve yardımcılarının nefislerinde kök salmış bulunan hadarat düşmanlığıdır. Onların savaşları, İslâmi direnişe son verinceye kadar devam edip gidecektir. “Yolların Ayrılış Noktasında İslâm” isimli eserinde Muhammed Esed (Leopolde Weiss) şöyle demektedir: “…Bu kin ve öfke, her ne vakit Müslüman kelimesi zikredilmişse halkçı duyguları öfkeleri tümüyle kaplamıştır. Kadın erkek tüm Avrupalının kalbine girecek şekilde onların tüm atasözlerinde yer etmiştir. Bundan daha garibi kültürel değişme ve gelişmenin tüm devirlerinden sonra dahi canlı kalmıştır… Daha sonra dini duyguların zayıflamaya başladığı bir zaman gelmiş ancak İslâm düşmanlığı yine sürüp gitmiştir… Geleneksel küçümseme, tahkir, akıl dışı bir şekilde bilimsel araştırmalarına bile sızmıştır. Daha sonra ise İslâm’ı tahkir etmek Avrupalı düşüncesinin esasından bir parça olmuştur.” Dillerinde söyledikleri bunlardır, kalplerinde gizledikleri ise çok çok büyüktür: • 1935 yılında Kudüs’te yapılan misyonerler konferansında misyoner örgütlerin başkanı olan Samuel Zweimer şöyle diyordu: “Hıristiyan devletler tarafından misyonerler olarak görevlendirilen sizlerin İslam ülkelerinde önem vermesi gereken husus, Müslümanları Hıristiyan yapmak değildir.. Bu onlar için hidayet ve şeref olur. Sizin asıl göreviniz, Müslüman’ı Allah ile bir bağı olmayan ve buna bağlı olarak da ümmetin hayatlarında dayandıkları ahlakla herhangi bir bağı bulunmayan bir yaratık haline getirmektir. İşte böylece üstlenmiş olduğunuz bu vazifenizle İslâm memleketlerindeki sömürgeci fethe ulaşmış olursunuz. İslâm memleketlerindeki tüm akılları onlar için hazırlamış olduğunuz yola uygun olarak kabul etmeleri için hazırlayınız. Allah ile olan bağı bilmesinler, bilmek dahi istememelerini sağlayın ve böylece Müslüman’ı İslâm’dan çıkartıp Hıristiyanlığa da sok-

rılıkla mücadele” gibi sloganların tümü gözlere tozları serpmek içindir. Günümüzde ise İslam Ümmeti, köklü bir değişimi özlemektedir. Ümmet, ümitle, kurtuluş ümidi ile doludur. Ümmetin bugünkü hali Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in va’di ile buluşma halidir. Bu va’d ahir zamanda Raşidi Hilâfet’in kurulacağı vaadidir. Kâfir batının önemli şahsiyetlerinin ifadeleriyle; “Miladi altıncı ve yedinci asrın, Muhammed (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) zamanının geri dönmesinden”, “Hilâfet’in canlanmasından”, “Geniş İslâm Devleti’nden” korkuttukları bir zamanla buluşmaları halidir. Hizb-ut Tahrir’in çağrıda bulunduğu Nübüvvet metodu üzere İkinci Raşidi Hilâfet’in kurulması ve seneler boyunca gereğince amel etmesiyle buluşma vaktidir. Allah’ım! Şüphesiz ki bu davet senin davetindir. Yardım, zafer senin yardımın, zaferindir. Hepimiz emrine boyun eğdik. Allah’ım! Bizleri Hilâfet’le izzetlendir. İslam’ı ve Müslümanları onunla yücelt, küfrü ve kâfirleri de bununla alçalt. Bunu insanların dinine fevc fevc girdikleri en hayırlı kapı kıl. Eliyle hayır müjdelerinin tümünü gerçekleştir. Allahümme Amîn. Batılıların Gözünde İslâm Batının fikrinde ve liderlerinin akıllarında önceden yerleşmiş durumlar vardır. Batılılar ve onların tâbileri tüm kararlılıkları ve tam bir kanaatle bu yolda yürürler. Belli bir kasta bağlı tam bir şuura ve iradeye sahiptirler. Bu hiçbir surette ne bir uydurmadır ne de sonradan ortaya konulmuş sözlerdir. Bilakis Müslümanlara karşı olan kâfirlerin nefislerinde kök salmış gizli bir düşmanlıktır. Şu ayetle Kur’an onların vasıflarını belirtmektedir: ّٰ‫ه‬ ‫الل َم ْك ُر ُه ْم وَا ِ ْن َكا َن َم ْك ُر ُه ْم لِ َتزُو َل ِم ْن ُه‬ ِ ‫وَ َق ْد َم َك ُروا َم ْكرَ ُه ْم وَ ِع ْن َد‬ ‫جْالِ َبا ُل‬ “Hakîkat, onlar (Rasullere karşı) bir takım tuzaklar kurmuşlardı. Hâlbuki onların tuzaklarından dağlar yerinden oynayıp gitmiş olsa bile Allah katında onlara ait (nice nice) cezalar vardır.” (İbrahim 46) Asırlar boyunca bu düşmanlıklarını açık ettiler. Orduları savaş şapşallığını kuşanıp İslam topraklarını sömürmeye yöneldiğinde, avazı çıktığı kadar şöyle bağırmaktadır: “Anneee… Duanı benden eksik etme… AğlaOcak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

4


Batılıların Gözünde İslam mamış olursunuz. Ardından İslâmi nesil sömürgecinin • Mansure’de İbni Lokman’ın evinde esir olakendisi için istediğini uygun görür, işlerin ne kadar rak tutulan 9. Fransa Kralı Louis, Paristeki Milli korkunç olduğuna aldırmaz, rahatını düşünür, tembel Vesikalar Dairesinde saklı bulunan bir belgede olur. Hangi üslupla olursa olsun şehvetlerini elde etşöyle demektedir: “Savaş yoluyla Müslümanlara mek için koşturur ve şehvetleri hayatındaki tek hedefi karşı zafer kazanmak mümkün değildir. Onlara karşı olur. Öğrendiğini şehvetleri için öğrenir, mal topladızafer kazanmak ancak aşağıdaki siyasetlerin takip edilğı zaman şehvetleri için toplar. Şehvetleri uğrunda en mesiyle mümkündür: yüksek makamları hazırlar.. Şehvetlerine ulaşabilmek * “Müslüman liderler arasında fırkacılığı yayiçin her şeyini verir. Ey misyonerler: Bu görevinizi en mak. Bu gerçekleştiği takdirde Müslümanların zayıfmükemmel şekliyle tamamlayınız.” lamasında etkili oluncaya kadar liderler arasındaki bu • Isaiah Bowman, “İslam Dünyasında Misyoçatlağı daha da genişletmeye çalış.” nerlik” dergisindeki makalesinde şöyle demekte* İslam ve Arap beldelerinde salih bir yönetimin dir: “Hıristiyan bir gencin İslâm’a girmesi sonra da kurulmamasını sağlamak. Hıristiyanlığa dönmesi olacak şey değildir. İslâm, Si* İslam beldelerindeki yönetim sistemlerini rüşvet, yonizmin ve İsrail’in önündeki tek tehlikedir.” fesat ve kadınlarla bozmak suretiyle kaidenin zirveden • Misyoner Tacli şöyle indirilmesini sağlamak. diyor: “Kur’an’ı kullanma* İnancı uğrunda canı“İslâm, Müslümanların ictimai mız gerekir. İslâm, İslâm’ın nı feda etmeye hazır, vatanı hayatındaki egemenliğini kaybetkendisine karşı silahıdır. Ta ki hakkında sadık bir ordunun ti. Günden güne nüfuzu daralmakta böylece İslâm’ı tamamen yok kurulmasını engellemek. ve sınırlı bir alana hapsolmaktadır. edebiliriz. Kur’an’da doğru * Bölgede Arap Birliği’nin Bu gelişmenin büyük bir bölümü olanın yeni olmadığını, onda kurulmasını engellemeye çaherhangi bir dikkatten ve bilinçten yeni olanın ise doğru olmadılışmak. uzak bir şekilde aşama aşama tağını Müslümanlara açıklama* Kuzeyde Antakya ile mamlandı. Şu anda bu gelişme uzun mız gerekir.” güneyde Gazze arasında uzavadeye yayıldı ve geri dönmesi de • Misyoner William nan Arap bölgesinde batılı mümkün değildir.” (İngiliz Müsteşrik Job) Gifford Palgrave şöyle dibir devletin kurulmasına çayor: “Ne zaman ki Kur’an lışmak sonra da bunu batıya ve Mekke şehri Arap topraklarından saklanırsa işte o varıncaya kadar doğuya doğru uzatmak.” zaman Arab’ın, Muhammed’den ve Kitabından uzak • İngilizlerin büyük müsteşriklerinden Job bir halde batı hadaratı yolunda dönüp dolaştığını göşöyle diyor: “İslâm, Müslümanların ictimai hayarürüz.” tındaki egemenliğini kaybetti. Günden güne nüfuzu • Lawrence Brown şöyle demektedir: “Avrudaralmakta ve sınırlı bir alana hapsolmaktadır. Bu gepa sömürgeciliğinin önündeki tek duvar İslâm’dır.” lişmenin büyük bir bölümü herhangi bir dikkatten ve • “Çağdaş Arap Dünyası” isimli kitabında bilinçten uzak bir şekilde aşama aşama tamamlandı. Şu Moor Berger şöyle demektedir: “Araplardan korkanda bu gelişme uzun vadeye yayıldı ve geri dönmesi mak ve Arap milletini önemsememiz Arapların sahip de mümkün değildir. Ancak bu gelişmenin başarısı büoldukları bol miktardaki petrolden kaynaklanmamakyük ölçüde İslam dünyasındaki liderlere ve önderlere, tadır. Bilakis bunun sebebi İslâm’dır.” özelliklede onlardan gençlere bağlıdır. İşte bunların • Gardner şöyle demektedir: “Şüphesiz ki haçtümü laik eğitim ve kültür faaliyetlerinin neticesidir.” lı savaşları Kudüs’ü kurtarmak için değildir. Bilakis • İngilizler Birinci Dünya savaşı esnasında İslâm’ı yok etmek içindir.” Kudüs’e yapmış oldukları saldırıyı haçlı savaşı • Kardinal Bavr şunu açıklamaktadır: “İslâm’ı olarak nitelendirmektedir. Patterson Smith “Halkyok etmek ve mukaddes toprakları kurtarmak için Hıçı Hıristiyan Hayatı” isimli kitabında şöyle deristiyanların Yahudilerle kesinlikle yardımlaşmaları mektedir: “Haçlı savaşları başarısızlıkla sonuçlandı. gereklidir.” (et-Teayiş el-Meşbuh, S: 4) Ancak bundan sonra dikkat çekici bir olay oldu. İngil-

5

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


Batılıların Gözünde İslam Zaman geçmesine rağmen haçlı zihniyetinin kini, herhangi bir fark olmaksızın, aynı öfke ile büyüdükçe büyüklüktedir: • Dışişleri Bakanlığı Planlama Bölüm Başkanı, Amerika Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Başkan Johnson’un 1967 yılına kadar Ortadoğu İşleri Danışmanlığını yapan Eugene Rostow şöyle diyor: “Bizimle Arap halklar arasında var olan ihtilaflar, halklar ve devletler arasında var olan ihtilaflardan değildir. Bilakis bu ihtilaflar İslâm hadaratı ile Hıristiyan hadaratı arasında var olan ihtilaflardır. Hıristiyanlık ile İslâm arasındaki çatışma orta çağlardan bu yana yanıp tutuşmaktadır. Şu anda bile muhtelif şekillerle devam edip gitmektedir. Bir buçuk asırdan bu yana İslâm Batı hadaratına boyun eğmiştir. İslâmi miras Hıristiyan mirasına boyun eğmiştir.” Konudan konuya geçerek şöyle devam etmektedir: “Tarihi ortamlar Amerika’nın felsefesiyle, inancıyla ve sistemiyle batının tamamlayıcı bir parçası olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla Amerika, İslam dini ile temsil edilen inancı ve felsefesiyle İslâmi doğu dünya ile düşmanlık tavrını ortaya koymaktadır. Amerika için, Batı dünyası ve Siyonist dünya yanında olarak İslâm’a karşı düşman safında bir tavır takınmaktan başka seçeneği yoktur. Bunun tersini yapması halinde ise felsefesi, kültürü ve sistemleriyle çelişen bir konumda olur.” Rostow Ortadoğudaki sömürge hedefini, İslâm hadaratını bombalamak olarak belirlemektedir. “İsrail’in” kurulması ise bu plandan bir parçadır. Bu nedenledir ki, onun inancına göre Haçlı Savaşları mutlaka devam etmelidir. • 1990’lı yılların başlarında NATO genel sekreteri olan Willy Claes şöyle demektedir: “Aramızda var olan geçmişten gelen ihtilaflardan ve husumetlerden soyutlanmamızın ve hepimizin gerçek düşmanı olan İslâm’a yönelmemizin vakti şüphesiz ki gelmiştir.” • 1994 yılında NATO’nun en büyük komutanı olan John Galvin şöyle demektedir: “Soğuk savaşı kazandık. İşte şimdi 70 yıllık saptırıcı mücadelelerden sonra 1400 yıl boyunca var olan mücadele eksenine yeniden dönüyoruz. Bu mücadele, İslâm’la büyük karşılaşma mücadelesidir.” • Time dergisi başyazarı “Asya Yolculuğu” isimli kitabında; Amerikan yönetiminin İslâm topraklarında, İslâm Ümmetinin İslâm’a dön-

tere, sekizinci haçlı saldırısını gönderdiğinde bu sefer başardı. Allenbi’nin Birinci Dünya Savaşı esnasında Kudüs’e yapmış olduğu saldırı sekizinci ve son haçlı saldırısıdır. Bu nedenle İngiliz gazeteleri Allenbi’nin fotoğrafını yayınladı ve resmin altına Kudüs’ü fethettiğinde söylemiş olduğu meşhur sözünü yazdı: Haçlı savaşları bugün sona erdi.” Gazeteler bu tavrın sadece Allenbi’nin tavrı olmayıp bir bütün olarak İngiliz siyasetinin bir tavrı olduğunu yazdılar. Gazeteler şöyle dediler: “Lloyd George’un deyimiyle sekizinci Haçlı Savaşı’nda kazanmış olduğumuz zafer nedeniyle İngiliz Dışişleri Bakanı Lloyd George Genelar Allenby’i İngiliz Parlamentosunda tebrik etti.” • Haçlılık zihniyeti bakımından, Fransızlar da buna uzak değildirler. Zira küfür tek millettir. General Gorua, Şam dışındaki Müslümanların ordusuna karşı üstünlük elde ettiğinde hemen Emevî Camii yanında bulunan Selahaddin Eyyubî’nin kabrine yöneldi ayağıyla mezarını tekmeleyerek şöyle dedi: “İşte şimdi geri döndük ey Selahaddin” • Fransızların haçlı zihniyetini koruduklarını Fransa Dışişleri Bakanı Mösyö Bidault’un kendisini ziyaret eden ve ondan Marakeş’teki savaşa bir son vermesi isteklerini dile getiren bazı Fransız milletvekillerine şöyle cevap veriyordu: “Şüphesiz ki bu savaş hilal haçlı savaşıdır.” • Lanetlenmiş Yahudiler her fırsatta ve her zaman yaptığı saldırılar: “İsrail” kuvvetleri 1967 yılında Kudüs’e girdikleri zaman askerleri ağlama duvarının çevresinde topladılar ve Moşe Dayan ile birlikte tezahürat yapmaya başladılar, şöyle dediler: “İşte bu gün Hayber’in karşılığı olan gündür… Hayberin intikamı.” “İsrail”, batının haçlı zihniyetini kullanarak, 1967 savaşından önce yardımcılarını gösteriler yapmak üzere taşıdıkları pankartlarla Paris’te sokağa döktü. Jan Poul Sarter’in de altında yürüdüğü bu pankartlarda ve bağış sandıklarının tümünde iki kelimeden meydana gelen şu cümle yazılıydı: “Müslümanlarla savaşınız” Batının haçlı duygusallığı coştu ve yalnızca dört gün içinde Fransızlar 1 milyar frank bağışta bulundular… Avrupalı haçlıların mesajlarını bölgeye ulaştıran siyonizmi takviye için. Bu mesaj İslâm’la savaşmak ve Müslümanların yerle bir edilmesi mesajıdır. Ocak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

6


Batılıların Gözünde İslam mesini ve buna bağlı olarak da, batı hadaratı ve sömürgeciliğine karşı zafer kazanmasını engellemek için, askeri diktatörlükler kurmasını öğütlemektedir. • Amerika’nın eski Dışişleri Bakanı ve en önemli siyasi stratejistlerinden birisi olan Yahudi asıllı Kissinger şöyle demektedir: “Batının yeni düşmanı konumunda olmaları nedeniyle, batının yeni cephesi şüphesiz ki İslâmi Arap dünyasıdır.” • Amerika’nın eski başkanlarından ve en önemli stratejistlerinden birisi olan Nikson “Kaçırılmaz Fırsat” isimli kitabında şöyle demektedir: “İslâm sadece din değildir. Bilakis İslâm büyük bir hadaratın esasıdır… İslâm ve batı birbirine zıt iki unsurdur. İslâm’ın nazarında dünya “Dâru’l İslâm ve Dâru’l Harb” diye iki kısma ayrılır ve birincisinin ikincisine galip gelmesini gerektirir.” Radikaller diyorlar ki: Onlar, maziyi yeniden diriltme yoluyla eski İslâm hadaratını geri döndürmek hususunda çok çok kararlıdırlar. Ve bununla İslâm şeriatının tatbik edilmesini hedeflemektedirler. İslâm’ın din ve devlet olduğunu seslendirmektedirler. Onlar geçmişe bakarak onu gelecek için bir hidayet haline getirmek istemektedirler.” • Samuel P. Huntington “Medeniyetler Çatışması ve Dünyanın Yeniden Kurulması” isimli kitabında şunları zikretmektedir: “İslâm ile Hıristiyanlar arasındaki alakalar… Her birisi diğerine nispetle “diğeri” konumunda ve çok sert olmuştur. Yirminci asırda liberal demokrasi ve Leninist Marksizm arasındaki çatışma yüzeysel ve görünür bir çatışma olup, İslâm ile Hıristiyan arasında derinleşmiş sürekli çatışma ilişkileriyle yan yana getirildiğinde ise yok hükmünden başka bir şey değildir… İslâm, Batıyı şüphe konumunda bırakan tek hadarattır ve bunu en az iki defa yapmıştır. Gelecek aşamada İslâm ile batı arasındaki mücadeleyi ortaya çıkartan hususları beş neden olarak zikretmek mümkündür:

1- İslâmi sorunlar için çok büyük sayıda asker olmaya hazır, işi gücü olmayan ve aktif gençliği arkasında barındıran İslâmi nüfustaki gelişme. 2- Batıyla yan yana getirildiğinde ayrıcalığı olan değerlerinin ve hadaratlarının tabiatında var olan güç ve kuvvetle İslâmi uyanış onlara yepyeni bir güven verdi. 3- Batının değerlerini ve müesseselerini genelleştirme, yayma hususunda sürdürdüğü çabalar… İslâm dünyasında çatışmalara girmesi ve bunların Müslümanlarda hoşnutsuzluğa neden olması. 4- Komünizmin çökmesi İslâm ve batı açısından ortak bir düşmanı izale etmiş her ikisinin de diğerine karşı tehlike gözüyle bakar hale getirmiştir. 5- Sürtüşmeler ve tartışmalara artan bir şekilde iç içe girmiş olan Müslümanlarla batılıların bu halleri, her iki kesimde özel kimlikleri daha fazla algılanmasını tetiklemiş, birinin diğerinden farklı olduğu kanaatini pekiştirmiştir. İşte İslâm ile batı arasında var olan çatışmayı doğuran bu beş ana faktör, çatışmaya doğru bir sürece götürmektedir. • Oğul Bush’a onur kırıcı “ayakkabı” olayının yaşandığı Irak ziyaretinin ardından dostu Karzai’ye veda ziyareti için 16.12.2008 tarihinde Afganistan’a ulaştığında söyledikleri arasında şu cümlelere yer verdi: “Başkan Karzai’ye teşekkür etmek istiyor ve Birleşik Devletler’in Afgan halkını desteklediğini bildiriyorum. İnanca bağlı savaşların uzun bir vakit alması itibarıyla, teröre karşı savaş devam ettiği sürece bu destek de sürecektir.” Bush’un ve daha önceki kafir batılıların yaptıkları bu açıklamalar, batılının içinde var olan kin ve nefretin ağızlarından taşarak açığa çıkan kısmıdır. Devam Edecek…

7

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


Ahmet Sadık ALTINEL

S

yaklaşık %75’i Avrasya’da yaşamaktadır ve dünya fiziksel zenginliklerinin çoğu, hem yatırımlar hem de yeraltı zenginlikleri bakımından burada bulunmaktadır. Avrasya, dünya GSMH’sinin %60’ına ve dünyanın bilinen enerji kaynaklarının dörtte üçüne sahiptir” Bu özellikleri sıraladıktan sonra Brzezinski şunları ilave etmektedir. “Avrasya’ya hâkim olan 21. Yüzyılın süper gücü olur...” Bu kısa yazımızda ayrıntılarına girmeyeceğimiz bir çok saikden dolayı batılılar, İslam coğrafyalarını işgal etmeyi ve bizatihi ya da dolaylı olarak kontrol altında tutmayı kendileri için var olma ya da yok olma meselesi olarak görmüşlerdir. Hilafet’in yıkılmasının ardından batılılar, birçok İslam coğrafyasına fiilen askeri güçleri ile girdiler ve bu coğrafyaları yağmaladılar. İtalyanların Libya’da, Fransızların Cezayir’de, İngilizlerin Ortadoğu ve genel anlamda Avrupalı kâfir devletlerin Afrika’da yaptıklarını, milyonlarca insanı nasıl katlettiklerini hepimiz biliyoruz. İşte bu askeri işgallerin ardından Müslümanların coğrafyaları birbirinden koparılmış ve ellinin üzerinde devletçikler ortaya çıkmış ve bu devletler tepeden tırnağa Rönesans’ın, batı aydınlanmacılığının ürettiği değerler üzerinde şekillenmiş kurum ve kuruluşları oluşturulmuştur. Tabii ki bu devletler şe-

ömürgeci kâfir devletler İslam ümmeti ve coğrafyası üzerindeki kirli emellerini en son İslami Hilafet Devleti olan Osmanlı Devleti’ni yıkıp İslam coğrafyasını ellinin üzerinde etkisiz ve yetkisiz devletçiklere böldükten sonra gerçekleştirebildiler. Lakin sömürgeci kâfirler; ümmeti başsız, topraklarını savunmasız, canlarını, servetlerini ve namuslarını korunmasız bırakmakla kalmadılar, günümüze kadar devam ede gelen iki önemli şeyi gerçekleştirmeyi hedeflediler. Birincisi: İslam’ın yeniden hayata hâkim olmasının ve Müslümanların devletlerine kavuşmasının ivedilikle önünü almak. İkincisi: Yer altı ve yerüstü zenginliği, jeo ekonomik üstünlüğü ile batılı ekonomileri besleyen, yine batının kalkınma ve ekonomik büyüme planlarını gerçekleştirebilmeleri için gerekli olan maddi zenginliklerin, rezervlerin stoklanmış olduğu bir tür depo işlevi gören, Müslüman coğrafyalarının bu pozisyonunu kalıcı kılmak. Batını İslam coğrafyalarına nasıl baktıklarını göstermesi bakımından şu anda ABD Başkanı Obama’nın danışmanlığını yapmakta olan Zbigniew Brzezinski’nin “Büyük Satranç Tahtası” adlı kitabında yer alan şu ifadeleri sizlerle paylaşmamız yeterli olacaktır sanırım. “Dünya nüfusunun Ocak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

8


İslami Hareketler ve Batı killenirken, oluşturulan hiyerarşik düzen büyük ölçüde batının çıkarlarına hizmet edecek, aklını ve fikrini batılı fikirlerle bozmuş kişilerin yönetime gelmelerine imkân veriyordu. Ve bu kişiler sürekli olarak Müslümanların zihninden İslam’ın izlerini silmeye ve Allah’ın dini hakkında onların zihinlerinde olumsuz kanaatlerin oluşmasına yönelik politikalar izlediler. Ancak her şeye rağmen İslam akidesinin Müslümanların zihninde var olan güçlü etkisi ile bu askeri işgaller İslam coğrafyalarındaki varlığını sürdüremedi. Hemen hemen bütün İslam coğrafyalarında sömürgeci askeri işgallere karşı direniş gösteren İslam ümmeti, batının askeri varlığını bağrından söküp atmıştır. Böylece; batının askeri işgal politikaları başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Lakin sömürgeci batılı devletler askeri varlıklarını çekerken yukarıda belirttiğimiz iki temel hedeflerinden vazgeçmediler. İslam coğrafyalarında siyasi, ekonomik, askeri ve kültürel üstünlüklerini gerçekleştirmenin başkaca yöntemlerini aradılar. Bu, öncekine göre daha naif ve post modern yeni sömürgecilik yöntemlerinin hayata geçirilmesi anlamına geliyordu. Bu yöntemler neydi? 1- Müslüman toplumların içinden özellikle yönetici, kanaat önderi vb. konumunda olan fakat sömürge siyasetini izleyecek kişiler icad etmek: Bu kişiler işgale ve sömürgeye karşı mücadele, vatan ve millet eksenli argümanlarla halklarının karşısına çıkarken gerçekte batı eksenli siyasetleri ümmete dayatmaktaydılar. 2- Müslümanların zihninde İslam hakkında olumsuz kanaatler oluşturmak: İslam’ın geçerliliğini yitirdiği, zamana uymadığı, zaten Müslümanların geri kalmalarına neden olan şeyinde dinleri olduğu şeklindeki propagandalarını kesintisiz bir şekilde sürdürdüler. Özelde kadın genel anlamda insan hakları vb. konularda yapılan bütün tartışmalarda İslam’ın özgürlükçü ve eşitlikten uzak bir din olduğu vurgusunu öne çıkartarak Müslümanların zihniyetlerini bulandırmak ve dinlerine olan güvenlerini yok etmek için olağanüstü çabalarını ortaya koydular. 3- İslam dünyasında var olan İslami hareketlerin en azından bir kısmını kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde yönlendirmek ya da stratejile-

ri doğrultusunda siyaset izleyecek yeni hareketler oluşturmak: Bu hareketler görüntüde batıya ve onun siyasetine karşıymış gibi bir duruş sergilerken gizliden gizliye batıyla flört etmektedirler. Üzülerek söylüyorum ki, Batı bu siyasetinde başarılı olmuştur. Bu noktada dikkatimi celbeden bir örneği paylaşmak istiyorum. ABD Başkanı Clinton döneminde CIA Ortadoğu masası şefi olarak çalışan Graham Fuller, özelde Ortadoğu genelde ise İslam ülkeleri karşısında ABD’nin izlemesi gereken politikaların nasıl olması gerektiği konusunda 1990’lı yılların sonlarında Başkan Clinton’a bir rapor sunuyor. Bu rapor on küsur yıl önce Yeni Şafak Gazetesi’nde yayınlandı. Fuller orada şunları söylüyor: “Amerika İslam dünyasını bir blok olarak karşısına almamalıdır. İslam dünyası batı ve onun değerlerine karşı yaklaşım noktasında homojen bir yapı arz etmiyor. Müslüman halkların büyük bir çoğunluğu Rönesans’ın ürettiği değerler üzerinden siyaset yapıyor. İslam ülkelerinde, batılı değerler (milliyetçilik, demokrasi, cumhuriyet, liberalizm vb.) üzerinden siyaset yapan sivil toplum örgütleri, siyasi partiler ve cemaatler var. Dolayısıyla İslam dünyasını ikiye ayırmalıyız. 1. Ilımlılar 2. Fundamentalistler. Evet, ABD İslam dünyasının büyük bir çoğunluğunu oluşturan ılımlıları küstürmemeli ve onlarla diyalog halinde olmalıdır…” (Hatta Fuller bu makalesinde İslam dünyasında çok iyi bilinen yaygın İslami hareketlerin ve şahsiyetlerin isimlerini vermekten de çekinmiyor. Ancak biz söz konusu raporlarda adı geçen şahsiyet ve kuruluşları burada zikretmeyi uygun bulmuyoruz. Salim bir gözlemle, ön yargılardan uzak bir şekilde siyaseti takip edenlerin zaten durumun farkında olduklarından kuşkumuz yok.)

Aynı kişinin geçen haftalarda özellikle “İslamcı yayın organlarında” manşetten verilen şu demecini görünce hali pür melalimize şaşırmadan edemedim. Sözünü ettiğim demeç Graham Fuller’in şu demeciydi: “Türkiye artık dizginlerini kendi eline aldı. Batı ekseninde siyaset izlemiyor. Bölgesinde kendi siyasetini belirliyor…” Fuller bu değerlendirmesini yaparken dışarıdan bağımsız bir gözlemci izlenimi vermeye çalışıyor. Ancak bizler onun yıllar önce ürettiği projelerin sonucu “model ülke Türkiye’nin” İslam dünyasını dönüştürücü bir model olarak bölgeye pazarlandığını düşünüyoruz. “İslamcı yayın organları” bu haberi büyük

9

KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


İslami Hareketler ve Batı bir gururla manşetten verdiler. Sanki batıya diz landılar. 28 Şubat bu bağlamda Türkiye özelinde çökertiyormuşuz gibi. Sanki izlediğimiz siyaset tam bir kırılma noktasıydı. Bu süreçte Müslüonları bu gerçeği itiraf etme noktasına getirmiş manlar çok ciddi baskı ve sindirme politikalarıgibi. Hâlbuki gazetelerinin arşivlerine baksalar na maruz kaldılar. Bu zorlu süreçte meydanlarFuller’in Clinton’a sunduğu raporda, yıllar önceda Müslümanların haklarını bu Amerikancı taife sinden bunun (kendi siyasetlerine hizmet edecek seslendiriyordu. Dolayısıyla Müslümanlar onlara küresel kapitalist sisteme her hangi bir itirazı olkahraman gözüyle bakmaya başladılar. Ve her mayan siyasetçilerin desteklenmesinin) planlanbiri bir köşe kaptı. Şimdi bulundukları pozisyonmış bir şey olduğunu göreceklerdi. Sadece Fuller ları çok iyi değerlendirerek Müslümanların zihindeğil Amerika’da politika üreten onlarca düşünce lerini diledikleri gibi şekillendiriyorlar. kuruluşu, TinkTank’ler yıllardır benzeri projeleri Bu genel değerlendirmeleri yaptıktan sonra gündeme getirmişlerdir. Hatta bu projeler geçen konuyu birkaç soru çerçevesinde açmaya çalışayıllar içinde Amerikan kamuoyuyla paylaşılmış lım. ve “Hüseyin Obama’nın” 1- Amerika neden böyseçilme sürecini hazırlale bir siyaset izleme gereği Bu Amerikancı yazar, çizer ve aydın mıştır. Amerikan politiduydu? taifesi 28 Şubat sürecini çok iyi kullankasına yön verenler 21. 2- İslami hareketleri dılar. 28 Şubat bu bağlamda Türkiye Yüzyılda Amerikan impakendi hedefleri doğrultuözelinde tam bir kırılma noktasıydı. Bu ratorluğunun bir rüyaya sunda kullanma siyasesüreçte Müslümanlar çok ciddi baskı ve dönüşmemesi için çok dütinde başarılı olabildi mi? sindirme politikalarına maruz kaldılar. şünmüşler belli ki. “ObaYa da şu anda süreç nasıl Bu zorlu süreçte meydanlarda Müslüma” figürünü oluşturmak işliyor? manların haklarını bu Amerikancı taife için ne kadar uğraştılar. 3- Amerika’nın, İslami seslendiriyordu. Dolayısıyla MüslümanYok, babası Müslüman’dı hareketler üzerinden gerlar onlara kahraman gözüyle bakmaya yok adı Hüseyin’di vs… çekleştirmeyi düşündüğü başladılar. Ve her biri bir köşe kaptı. Amerika’nın, İslami hedefler nelerdir? Şimdi bulundukları pozisyonları çok iyi hareketleri ve cemaatleri 4- İslami hareketlerin, değerlendirerek Müslümanların zihinlekendi çıkarları doğrultuAmerikan’ın bu kirli oyurini diledikleri gibi şekillendiriyorlar.. sunda yönlendirme siyanu karşısında nasıl bir dusetinin gerçek bir proje ruş sergilemeleri gerekir? olduğu ve ne boyutlara vardığını ortaya koyan Öncelikle bu siyasetin yeni olmadığını bir gerbasit bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. çektir. En azından tarihi bilgilerimizi biraz yokDoksanların başlarından beri Müslümanların paladığımızda, benzer vakaların bizatihi İslam’ın raları ile ve İslam’a hizmet iddiaları ile kurulan ve ilk yıllarında da yaşandığını görebiliyoruz. Mekyürüyen yazılı ve görsel medya köşe başlarını, bir keli müşrikler Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi zamanlar dış mahfillerden maaş aldıkları tartışılve Sellem’in Rasul’lüğüne karşı çıkmadılar mı? mış olan liberalist ve Amerikancı yazarlara terk Nebi’ye karşı mücadelenin bir yöntemi olarak edilmiş durumda. Veya teslim edilmiş demek yalancı peygamberliği benimsediler. Yalancı daha uygun düşecek sanırım. Neredeyse onlar peygamberler Müseyleme el-Kezzab ve Sücah olmaksızın bir siyasi oturum yapılmaz hale geldi. et-Temimiyye böyle ortaya çıktı. Allah Rasulü Böylece Müslüman ümmetimizin temiz dimağlaSallAllahu Aleyhi ve Sellem henüz hayattayken rı, habis kapitalist fikirlerle ve siyasi değerlendirpeygamberlik iddiasıyla ortaya çıktılar ve hatta melerle dolduruldu. bir mescid inşa ederek Rasulullah’ın etrafından Müslümanlar insana, hayata ve siyasete içimizashabı kendi yanlarına çekmek için uğraştılar. deki liberalist Amerikancı aydınların sunduğu Rabbimizde onların bu kirli oyunlarını deşifre etzaviyeden bakar oldular. Bu Amerikancı yazar, mek üzere şu ayeti indirdi. çizer ve aydın taifesi 28 Şubat sürecini çok iyi kul‫صادًا مِّل َ ْن‬ َ ‫ضرَارًا وَ ُك ْفرًا وَت َ ْفرِيقًا بَينْ َ مْال ُ ْؤ ِم ِن‬ َ ْ ‫ني وَإِر‬ ْ ‫وَالَّ ِذي َن ات َّخَ ُذوا ْ َم‬ ِ ‫س ِج ًدا‬ Ocak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

10


İslami Hareketler ve Batı َ ّ‫حارب ه‬ ُ ّ‫الل ورسولَه من َقب ُل ولَيحل َفن إن أَردن َا إال َّ حْالُسنَى و ه‬ ْ َ ‫الل ي‬ ‫شهَ ُد‬ ْ َ َ َ َ ِ ُ ُ َ​َ ِ ْ َ ْ ِ َّ ِ ْ َ َ ْ ‫إِن َُّه ْم لَ َكاذِبُون‬ “Zarar vermek, inkârcılık, müminler arasında bölücülük yapmak, bundan önce Allah ve Rasulü ile savaşan kimseye gözcülük yapmak için mescid yapanlar var ya, “bizim bunda güzellik istemekten başka niyetimiz yoktu!” diye elbette yemin edecekler. Allah şahittir ki bunlar kesinlikle yalancıdırlar” (Tevbe 107) Evet, bu siyasetin yeni olmadığını Kur’an bizlere haber veriyor. Ancak bugün genel anlamda batıyı böyle bir siyasete yönelten sebepler nelerdir? 19. yy.’da batının ürettiği değerler; demokrasi, insan hakları, milliyetçilik, ulus devletler, hiçbir ülkenin diğer ülkenin iç işlerine karışmayacağı vb. bütün değerlerin koskoca bir yalan ve aldatmacadan başka bir şey olmadığı ortaya çıkınca, İslam ümmeti kendi dininin değerini ve kıymetini anladı. İslamiyet’in insanlık tarihi boyunca hiçbir uygarlığın sunamayacağı insanlık değerlerini, erdemi, adaleti ve hukukun üstünlüğü vb. en yüce değerleri insanlığa armağan ettiğini ve fiilen asırlarca tatbik ettiğini tekrar hatırladı. Ve dinine topyekûn bir hayat sistemi olarak dönmeye başladı. İşte tam bu sırada batı, ümmetteki İslam’a yöneliş dalgasının önünü kesmek yerine, adeta bir tür sörf yapar gibi dalganın üzerine binerek onu kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı, yönlendirmeyi düşündü. Özellikle 90’lardan sonra, Avrupa’nın göbeğinde on binlerce Müslüman Boşnak’ın soykırımdan geçirilmesi, 91’de ilk Körfez Harekâtı, Afganistan Savaşı, “İsrail’in” kurulduğu günden beri bölgede uyguladığı düzenli katliamlar ve Cezayir’de FİS’in neredeyse halkın hemen hemen hepsinin oyunu alarak geldiği iktidardan Fransız cuntası tarafından uzaklaştırılması, kısaca İslam dünyasında son birkaç on yılda olup biten sıcak olaylar İslam ümmetinin zihninde batının değerlerinin koskoca bir yalan olduğu kanaatinin uyanmasına yol açtı. Şu anda Obama’nın baş danışmanlığını yapan tilki lakaplı Brizezinski’nin, İş Bankası yayınlarından çıkmış olan “Kontrolden Çıkmış Dünya” adlı kitabında yazdıklarına bakarsak sözünü ettiğimiz tehlikeyi batının düşünen beyinlerinin

önceden öngördüklerini anlayabiliyoruz. Kitabında Brizezinski şunları söylüyor: “19. yy.’ın ürettiği değerler başta iki büyük dünya savaşı olmak üzere yol açtığı bölgesel savaşları da hesaba katarsak tam 200 milyon insanın ölümüne neden olmuştur… Şayet Amerika, ideolojisini yenilemezse kesinlikle çökecektir. Fakat Amerika’nın çöküşü dış bir nükleer güç tarafından değil, kendi içinden olacaktır” diyor. Yine aynı yazar Amerika’nın önde gelen entelektüel ve stratejistlerinin makalelerinin yer aldığı 100 yılın sonu adlı kitapta kapitalist ekonomi ve siyasete getirdiği özeleştirinin ardından şunları kaydediyor: “Rönesans/19.yy. aydınlanmacılığı tanrının insanlık tarihi boyunca insan için sakıncalı gördüğü ve yasakladığı bütün davranışları özgürlük ve hürriyetler adına serbest bırakmıştır. Bu, Amerikan toplumunu bunalımın eşiğine getirmiştir. Batının bu bunalımdan kurtulabilmesi için üç büyük ilahi dinin öğretilerinden yararlanmalı ve ideolojisini yenilemelidir.” Görüldüğü gibi batıda düşünen beyinler kapitalist ideolojinin kokuşmuşluğunu ve uzun vadede varlığını sürdüremeyeceklerini görmüşlerdir. Dolayısıyla dine ve dini argümanlara sığınma ihtiyacını dillendirmektedirler. Bugün, Amerikan yönetiminde etkin görevlerde bu tür düşünceler taşıyan insanların bulunması Amerikan siyasetinin en azından yakın ve orta vadede nasıl seyredeceği hakkında bizlere ön bilgiler vereceğini düşünüyorum. Brizezinski’nin kontrolden çıkmış olduğunu düşündüğü dünyayı, yani yeni oluşan siyasal boşluğu bir ideolojinin doldurması muhakkaktı. Bu ise İslam’dan başkası değildir. Çünkü 21.yy da süper gücü belirleyecek jeostratejik alanın Avrasya olduğu, Avrasya’ya hâkim olanın dünyaya hâkim olacağını söylediği “Büyük Satranç Tahtası” kitabında Amerika’nın Avrasya’ya hâkim olarak 21.yy’da da süper güç olma konumunu koruyabilmesinin önündeki olası engellerden bahsederken şunu söylemeden edemiyor. “Ortadoğu kaynaklı ve bütün İslam ülkelerini tek siyasi çatı altında birleştirecek bir devletin ortaya çıkışı Amerikan hayallerini suya düşürebilir”. O halde İslam ümmetinin Hilafet noktasında bilinç olarak geldiği nokta, batılı politika yapımcılarını ve siyasetçileri ciddi olarak ürkütüyor demektir. Son 20 belki de 30 yıldan beri Amerikan düşünce kuruluşlarının İslam dünyası ile ilgili yayınladıkları raporlara

11 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


İslami Hareketler ve Batı bakarsak bunu görmemiz mümkündür. İşte en son yayınlanan raporlardan birisi Rand Corpersion adlı düşünce kuruluşunun “ılımlı Müslüman ağlar projesi” adlı raporuydu. Merak edenler hemen ‘google’ye girerek ayrıntılara bakabilir. Ancak ben şunu söylemek istiyorum. Raporda dikkatimi çeken şey şuydu: Rand Corpersion 1948 soğuk savaş sürecinde Amerika’ya ağırlıklı olarak dış politika projeleri sunmak üzere kurulmuş bir kuruluş. Soğuk savaşın bitiminden sonra 2007 yılında yapılan bir toplantıda, ılımlı Müslüman ağlar geliştirmenin gereğine ve bunun yöntemlerine ilişkin bir takım kararlar alıyorlar. Burada deniyor ki; “Bizler nasıl Avrupa da komünizm tehdidi altında olan bölgelerde kendimize yakın bulduğumuz sosyalist kanaat önderi ve siyasetçilerle diyaloğa girdiysek, aynı şekilde İslam dünyasında da bize yakın, bizimle diyaloğa açık kişilerle görüşmeliyiz. Hatta onlara gerekli medya desteğini sağlayarak Müslüman halklar içinde onları İslam’ın gerçek temsilcileri imiş gibi sunmalıyız. Böylece diğer fundamentalistler ile geniş halk kitlelerinin bağını kopararak onları marjinalliğe mahkûm edebiliriz” mealinde şeyler yazılıp çizilmektedir. Hatta geçen sene bir haber dikkatimi çekmişti. Bir Fransız dergisi dünyanın 100 entellektüelini seçmek üzere online üzerinden bir anket uygulaması yaptı. Sonuç ne çıkmış olabilir sizce. İsmini vermek istemiyorum ancak üniversite mezunu dahi olmayan bir şahsiyet 100 entelektüel arasında birinci seçildi. Yani batıda o kadar kafa patlatan gerek sosyal bilimler gerekse fen bilimleri alanında projeler geliştiren yığınla düşünür varken seküler (laik) bakış açısına sahip bir toplumun klasik medrese eğitimi görmüş bir insanı entelektüel olarak seçmiş olabileceğini düşünebiliyor musunuz.? Burada pazarlama anlamında bir çabanın olduğunu görebiliyoruz. Yukarda yaptığımız alıntılar batılı kapitalist ideolojinin tükenmişliğini göstermek içindi. İşte Kapitalist ideolojinin bu iflasını İslam ümmeti; kendi içindeki basiretli, öngörü sahibi, samimi evlatlarının sayesinde doğru algıladı ve içinde bulunduğu durumdan ancak dinine dönerek, İslami hayatı yeniden başlatarak kurtulabileceğini kavradı. Tam bu noktada, İslam’ın ümmetin umudu olduğu noktada batı yeni bir politik strateji keşOcak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

fetti. “Ilımlı İslam”, “Liberal İslam” vb. şekillerde dillendirilen bu strateji iki farklı İslam algısına işaret ediyordu. Bir yanda masum sivilleri vahşice öldürmekten çekinmeyen gözü dönmüş Müslüman tipi. Öte yanda ise batıyla, küresel dünya ile entegre olmada beis görmeyen, emperyalist politikaları karşısında suskun kalacak, küresel sömürü sistemine itirazı olmayan sinirleri alınmış bir Müslüman tipi. Bu insanların Müslüman coğrafyasında en vahşi katliamlar yapılırken, namuslar kirletilirken dahi stüdyolarında döner sandalyelerine kurularak sesleri dahi titremeden gayet rahat güncel yorumlar yaptıklarına tanık oluyoruz. Kısaca Batı, ılımlı ve fundemantalist kavramları ile İslam dünyasını kategorize ediyor bir üçüncü ihtimale hiç yer vermiyordu. İslam ümmetinin umudu olabilecek hareketlerin gerçek potansiyelleri, fikri derinlikleri ve entelektüel birikimleri ile tanınmalarına izin vermiyordu. Bu üçüncüleri marjinal ve merdiven altı hareketmiş gibi sunuyordu. Yazılı ve görsel basın, dünya çapında haber ajansları üçüncü ihtimale karşı kör ve sağırdılar. Çünkü bu süreç Amerikan’ın yönettiği bir süreçtir. Nedir üçüncü ihtimalden kastımız? Yani gerçekten kapitalist kâfir batının şekillendirdiği dünyaya İslam akidesinden hareketle köklü eleştirileri olan, ekonomi, siyaset, eğitim, uluslar arası ilişkiler vs. insan ve hayatla ilgili her olaya ilişkin İslami bir çözüm getirmiş ve bu yönüyle kapitalist ideolojiye karşı İslam’ı alternatif bir model, bir ideoloji olarak ortaya koyan ve İslam’ın yönetim şekli olan Raşidi Hilafet Devleti’ni ikame için çalışan samimi kitlelerden bahsediyorum. Bu süreçte batı bu üçüncü ihtimali insanların gözlerinden özenle kaçırmaya çalışmaktadır. Böylece Müslümanları kendi politikalarına entegre olmak, küresel kapitalist sisteme boyun eğmek yada her an yer yüzünü kana bulayabilecek potansiyel terörist olmak konusunda tercihe zorluyordu. Kimse terörist yaftasının kendisine vurulmasından hoşlanmayacağına göre ılımlı olmayı tercih edecektir. Amerika ürettiği “ılımlı İslam” projesine gerekli kamuoyu desteğini işte bu şekilde sağlıyordu. Devam Edecek...

12


Nurol KARACA

S

on günlerde gündemi çokça meşgul eden konulardan birisi de DTP (Demokratik Toplum Partisi)’nin kapatılması konusudur. Bu konu, Türkiye’de siyasi partiler açısından sürekli sıkıntı oluşturan konular arasında yer almaktadır. Parti kapatmak, demokratik sistemler için artık çağdışı kabul edilmekle birlikte, Türkiye açısından bu olayı değerlendirmek, ancak doğru ve sahih bir bakış açısından bakmakla mümkündür. Bu kapatmanın, Türkiye’nin iç siyaseti ve dış siyaseti ile alakası vardır. Bu olayı iç siyaset olarak değerlendirdiğimiz zaman DTP genellikle güneydoğu ve doğu illerinde yaşayan Kürt kökenli vatandaşların, parlamentoda temsil edilmeleri ve bir takım anayasal hakların kendilerine verilmesine yönelik çalışmalar yapmak amacıyla kurulmuş siyasi bir partidir. Fakat şu gerçeği de göz önünde bulundurmak gereklidir ki, bölge insanının haklarını savunduğunu iddia eden, PKK isimli bir örgütün varlığı da yadsınamaz bir realitedir. Bu minvalden bakıldığında DTP bu çözümlerin parlamento çatısı altında ve siyasal sistemin içerisinde olması gerektiği yönünde

çaba harcarken, PKK ise bu çözümün mevcut siyasal sisteme karşı silah kullanarak olacağı şeklinde düşünmektedir. Bu iki gurup yapılanmaları açısından ele alındığında birbirinden bağımsız oldukları düşünülemez. Zira DTP içerisindeki yapılanmaya doğru bir şekilde bakıldığı zaman dile getirilen söylemlerin dağdaki yapılanmayla paralellik arz ettiği görülmektedir. Bunun en güzel örneğini hükümetin kamuoyuna sunduğu açılım projesinde görmekteyiz. DTP bu konuda İmralı’nın muhatap alınmasını ve çözümün onun ortaya koyacağı yol haritasıyla olacağını sürekli dile getirmektedir. Bunun yanında şunu da göz önünde bulundurmak gereklidir: DTP içerisindeki bu yapılanma, dağda silahlı mücadele yapanlarla, ovada siyaset yapanların bir arada bulunduğu bir yapılanmadır. Meselenin Türkiye dışındaki boyutuna gelince; bu devletlerarası durumu belirleyen aktörlerle alakalıdır. Bunların başında ABD ve İngiltere gelmektedir. Neden ABD ve İngiltere diye sorulacak olursa, bunu şu şekilde açıklamak mümkündür. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna dikkatli bir

13 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


DTP’nin Kapatılması şekilde bakıldığında cumhuriyetin temelinde ve ederek, gerek siyasal açıdan ve gerekse de elinde bütün kurumlarında katı bir İngiliz ekolünün oltuttuğu diğer güç odakları açısından karşı koyduğu görülmektedir. Bu tek taraflı hâkimiyet ise, maya çalışmaktadır. İşte bu minvalde İngiltere, Amerika’nın İkinci dünya savaşı sonrası dünya ABD’nin henüz istediği şekilde nüfuz edemediği siyasetine ağırlığını koymasıyla beraber dengeler Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay gibi kudeğişmeye başlamıştır. Zira ABD, İngiltere’nin rumlar eliyle bu işe engel olmaya gayret etmektehâkim olduğu birçok coğrafya’ya nüfuz etmeye dir. Nitekim İngiltere, “Demokratik Açılım” proçalıştığı (Ortadoğu, Hindistan, Afrika) gibi Türjesinin gerçekleşmesiyle bu kurumlar üzerindeki kiye üzerindeki siyasi nüfuzunu hâkim kılmak hâkimiyetinin zayıflamasından endişe etmekteiçin de bir takım üsluplar benimsemekte ve bunu dir. Ayrıca İngiltere, içerideki ajanlarını harekete da siyasi partiler, STK’lar, basın ve medya aracıgeçirmek yoluyla PKK’nın şehir yapılanması olan lığı ile gerçekleştirmek istemektedir. Bu açıdan KCK’yı kullanarak ülke içerisinde bir çatışma ve değerlendirildiğinde ABD’nin, gücü ele geçirme kaos meydana getirmekle halkta kin ve nefretin çalışmasında en başarılı ololuşturularak, toplum içeduğu dönemlerden biri de risinde bir Türk ve Kürt AKP iktidarı dönemidir. çatışması meydana getirABD Bu İktidarı, Kendi MenABD bu iktidarı, kendi mekle demokratik açılımı faatlerini Gerçekleştirme Yomenfaatlerini gerçekleşengellemek istemektedir. lunda En Azami Şekilde Kultirme yolunda en azami DTP’nin kapatılma dalanmış Ve Kullanmaya da şekilde kullanmış ve kulvası, birinci planda akla Devam Etmektedir. Zira AKP lanmaya da devam etmekbu çatışmayı getirmekteİktidarının Ortaya Attığı Bu tedir. Zira AKP iktidarının dir. Başta belirttiğimiz gibi Açılım Projesi, Arka Planınortaya attığı bu açılım proDTP içerisindeki yapılanda Bir ABD Planıdır. Çünkü jesi, arka planında bir ABD ma şahinler ve güvercinAmerika 2011 Yılında Irak’tan planıdır. Çünkü Amerika ler olmak üzere iki guruba Çekilmeyi Planlamaktadır. 2011 yılında Irak’tan çeayrılmıştır. Şahinler, dağVe PKK’yı Tasfiye Etmek İstekilmeyi planlamaktadır. da silahlı mücadele eden mektedir. Bu Tasfiyeyi de Kürt Ve PKK’yı tasfiye etmek ve Kürt sorununun askeri Açılımı Meselesi Üzerinden istemektedir. Bu tasfiyeyi güvenlik meselesi olduğu Gerçekleştirmek Düşüncesi de Kürt açılımı meselesi yönündeki İngilizci görüşü üzerinden gerçekleştirmek İçerisindedir. benimseyen, güvercinler düşüncesi içerisindedir. ise bu meselenin siyasi bir ABD bu bölgeden çekilsorun olup mecliste siyaset diğinde arkasında istikrarlı bir bölge bırakmak, yoluyla çözümünü öngören ABD destekli görüşü bölgeden geçecek olan petrol ve doğalgaz boru benimseyen guruptur. Kapatılma süreci içerisinhatlarının emniyetini temin etmek ve Büyük Orde Ahmet Türk’ ün yaptığı açıklamalara bakıldıtadoğu Projesi (BOP) çerçevesinde yapmak istediğında mücadelenin demokratik yollarla olacağı ği değişiklikler için Türkiye’yi içeride ve dışarıda yönünde gelişirken, Eşbaşkan Emine Ayna’nın istikrarlı ve güvenli bir ülke konumuna getirmek söylemleri ise sürekli olarak demokratik açılımı durumundadır. Bu açıdan bakıldığında bütün bu sabote etme yönünde olduğu görülmektedir. Meyapılanlar karşısında İngiltere’nin boş durmadığı sela Anayasa Mahkemesi’nin kapatma davasını da açıktır. Süreci sabote etmek için, AKP hükügörüştüğü sıralarda Emine Ayna ‘eğer DTP kapatımetine ve onun yapmak istediği değişikliklere lırsa dağa çıkışın yolu açılır’ şeklinde mesaj vermekkarşı elinde bulunan bütün imkânları seferber teydi. Yani olayı bu boyutuyla ele aldığımızda Ocak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

14


DTP’nin Kapatılması karşımıza çıkan mesele, yine eline geçirdiği enstrümanlar vasıtasıyla mevcut hükümeti kullanıp Türkiye’deki güç merkezlerini kendi hegemonyası altına almaya çalışan ABD ile, şu an elinde tuttuğu güç odakları ile buna karşı koymaya çalışan İngiltere arasında mücadeleyi görmekteyiz. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın DTP’nin kapatılması yönündeki talebi şöyle okunabilir: Partinin kapatılması ile hakkında siyasi yasak istenen milletvekilleri parti dışında kalacak geriye kalan milletvekilleri de istifalarını sunacak ve mecliste 28 milletvekili eksik olduğundan dolayı bir ara seçim gündeme gelecek, hemen sonrasında ise erken bir genel seçime gidilmek istenecekti. Dolayısıyla bu planla AKP hükümetinin elini zayıflatmak isteyeceklerdi. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. Zira parlamento da çoğunluğu elinde bulunduran AKP hükümeti, Emine Ayna gibi şahin kesimi temsil eden milletvekillerinin istifalarını kabul edip, diğer vekillerin istifalarını

kabul etmeme gibi bir strateji izleyerek, DTP içerisinde bir tasfiyeye gidebilirdi. İşte belki de bu yüzden istifa sürecinde Emine Ayna’dan hiç ses çıkmaması ise bu gerçeği fark ederek bu oyuna gelmek istememesindendi. Süreç bu şekilde işlemeye devam ederken İmralı sakini de boş durmayıp avukatları vasıtası ile açıklamalar yaparak parlamento içerisinde kalınması gerektiğini deklare ediyordu. Zaten hazırda bekletilen BDP (Barış ve Demokrasi Partisi) çatısı altında bir araya gelip tekrar meclise dönme kararı verdiler. Velhasıl, süreç böyle işlemeye devam edecek. Zira Amerika, AKP ile yakalamış olduğu bu trendi kaybetmek istememektedir. Önümüzdeki parlamento seçimlerine kadar ABD’nin AKP eliyle gerçekleştirmek istediği anayasa değişikliği ve bunun sonucu olarak Türkiye’deki güç merkezlerini ele geçirip ayaklarını daha bir sağlam basmasından başka bir yolu gözükmemektedir.

15 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


Fatma Nur ŞAHİN

A

Açığa çıkan bu gizli dinlemelerin konuşulması gereken birçok yönü vardır ve bu dinlemelerin yasal ve yasal olmayan yollar ile nasıl yapılabildiğini, dinlemelere kimin karar verdiğini ve bu minvalde işlerin nasıl yürüdüğünü bilmek meselenin daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Telefon dinlemelerinin yasal yolla nasıl yürütüldüğüne baktığımızda önceleri MİT, Jandarma ve Emniyet tarafından doğrudan yapılan dinlemelerin 2006 yılında kurulan Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) ile tek elden yürütülmeye başladığını görüyoruz. Önceleri doğrudan dinleme yapan bu kurumların artık TİB’ de birer temsilcileri vardır ve tüm dinlemeler bu kurumun onayı ile yapılmaya başlanmıştır. Dinleme yapabilmek için mahkeme kararı gerekmektedir. Savcının dinleme talebine hâkim izin verdikten sonra, TİB hukukçuları kararı inceler ve eğer gerekçelerini doğru bulursa ilgili birim dinleme yapabilir. Bu dinleme izni 3’er aylık sürelerde mahkeme kararı ile yenilenebiliyor, süre bitince dinleme yapılamıyor. Şayet dinleme izin verilen süre içerisinde yapılmamışsa mahkeme dinleme kayıtlarını delil olarak kabul etmiyor. Dinleme sonucunda konuşmalarda suç unsuru olmadığına savcılık karar verirse, bu karar TİB’e iletiliyor ve yasal dinleme

nayasa Mahkemesi, 11 Aralık’ta DTP’yi kapatma kararını açıkladı. DTP hakkındaki kapatma davası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 16 Kasım 2007 tarihinde açılmıştı ve 2 yıl sonra Anayasa Mahkemesi, oy birliği ile kapatma kararı almış oldu. DTP’nin kapatılma davası gündemdeyken AKP için de yeni bir kapatma davası açılabileceği gündeme geldi. Bilindiği gibi ilk olarak 2008 yılında Yargıtay Başsavcısı Yalçınkaya, “Laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği” iddiasıyla AKP’nin kapatılması istemiyle dava açmıştı. Açılan bu ilk davada, Anayasa Mahkemesi AKP’nin kapatılmamasına ancak alınan hazine yardımının yarısının kesilmesine karar vermişti. O davada kapatılmaktan kıl payı kurtulan AKP, bu gün yeniden kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. AKP’yi ikinci bir kapatma davası ile karşı karşıya bırakan sebep ise, gündemi uzunca bir süre meşgul eden usulsüz dinleme iddialarıdır. Son dönemlerde sıklıkla dile getirilen usulsüzce telefon dinlemeleri, ortam dinlemeleri, bu dinlemelerin sonucunda elde edilen kayıtların televizyonlarda ve gazetelerde yer alması, tam anlamıyla işin artık rayından çıktığını ve çok tehlikeli boyutlarda olduğunu göstermektedir. Ocak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

16


Kurumlar Arası Çatışmanın Sonucu Telekulak ... kayıtları 10 gün içerisinde imha ediliyor. 15 gün içerisinde de şahsın dinlendiğine dair bilgilendirilmesi gerekiyor. Tabi bu işin yasal yolu ve elbette ki, resmiyette işlerin böyle yürütülmesi gerekse de her meselede olduğu gibi burada da olması gereken ile olan arasında ciddi farklılıklar var. Yani yasaların söyledikleri bir tarafa, isteyen istediğini istediği şekilde dinliyor ve bu kayıtları mahkemede delil teşkil etmese de, kendisi suç işlemiş olsa da, önemli olan istediği bilgilere böylelikle ulaşmış oluyor ve bu dinlemeyi kimin yaptığının tespiti de mümkün olmuyor. Aslında yasal olmayan yollardan dinleme yapanlar için Türk Ceza Kanunu’nun 135. maddesinde, “1- Hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydeden kimseye altı aydan üç yıla kadar hapis cezası verilir. 2- Kişilerin siyasi, felsefi veya dini görüşlerine, ırki kökenlerine; hukuka aykırı olarak ahlaki eğilimlerine, cinsel yaşamlarına, sağlık durumlarına veya sendikal bağlantılarına ilişkin bilgileri kişisel veri olarak kaydeden kimse yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.” şeklinde belirlenmiş cezalar vardır. Ancak tabi ki bunlar da birçok kanunda olduğu gibi kâğıt üzerinde kalan ve uygulamada olmayan cezalardır. Zira yapılan dinlemelerde TİB ile birlikte her şey kılıfına uydurulmuş olduğu için kimsenin hak iddia etmesi ya da kendisini dinleten kurumları ve kişileri tespit etmesi gibi bir şey söz konusu olmamaktadır. 2006 yılında kurulan TİB’in telefon dinleme konusunda tarafsız bir şekilde karar vermediğini bir televizyon programına konuk olarak katılan Abdullatif Şener de şu şekilde ifade etmiştir: “TİB Başbakan’ın özel kurumu gibi. Yönetiminden teknik personeline, oda hizmetçilerine kadar Ulaştırma Bakanı ile tek tek atamıştır. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir mekanizma olmaz. Sayın Başbakan diyor ki; ‘Ben de dinlendim’, ben Başbakan’ın beni dinlettiğine inanıyorum. Böyle bir yapıda samimi kanaatim budur.” Bu telekulak iddiaları ve medyada yayınlanan ortam dinleme kayıtları, tüm toplumda dinleniyorum paranoyası oluşmasına sebep olmuştur. Elbette teknik imkânlara bakıldığında bunun vakıada mümkün olmadığını görebiliyoruz. Ancak bir ülkenin Başbakanı’nın 6 yıl süreyle dinlenmiş olması ve yargı mensuplarının dinleniyor olması, toplumda oluşan bu huzursuzluk için yeteri kadar büyük bir etkendir. Bu minvalde meseleyi değerlendiren TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan

Yalçındağ, bu dinlemelerin demokrasi ile bağdaşmadığını söylüyor ve “Başbakanın telefonu 6 yıldır dinleniyormuş. Öğreniyoruz ki, hâkimlerimiz, savcılarımızın telefonları dinleniyor. Artık sokaktaki insan da, telefonunun dinlendiğine inanıyor. Bu, insanın mahremiyet duygusunu zedeliyor. Bunun, bireysel hak ve özgürlüklerle demokrasiyle bağdaşır bir tarafı yok. Müthiş bir tedirginlik yaratıyor. Öncelikle bu tedirginliği gidermemiz lazım diye düşünüyorum... Birey olarak, toplum olarak, devlet olarak, millet olarak, adalete güvenimiz sarsılırsa, adalet duygusuna güvenimiz sarsılırsa, neye sığınacağız ve neye tutunacağız?” diyor. Gündemi uzunca bir süre meşgul eden “dinleme iddialarını” CHP Genel Başkanı Deniz Baykal da şu şekilde yorumlamıştır: “Telefon dinleme olayları bizzat Başbakan’ın bilgisi dahilinde yapılıyor ve yönlendiriliyor. Bütün bu süreç Anayasa Mahkemesi’nin AKP ile ilgili ‘laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu’ kararından sonra ortaya çıktı. AKP’nin anayasaya aykırı, dayatmacı tavrına direnen kurumları bu karargâh tarafından sindiriliyor. Direnen yargı ve TSK’ ya sindirme operasyonu bu karargâh tarafından yapılıyor. Karargâhın arkasında sadece AKP değil, dış güçler de vardır. Abdülhamid döneminde uygulanan jurnal yöntemi bu iktidar tarafından benimsendi…” Evet, telekulak iddiası ve son zamanlarda yaşanan diğer gelişmeler ülke içerisindeki kurumlar arası çatışmayı ve Deniz Baykal’ın tabiri ile “dış güçler”in egemenlik mücadelesini tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermiştir. Bu öyle bir mücadeledir ki, insanların canlarının, mallarının, özel hayatlarının, onur ve haysiyetlerinin bir önemi kalmamıştır. Kazanma ve kaybetme mücadelesidir ve kimsenin bu mücadeleyi kaybetmeye tahammülü yoktur. Gerektiğinde askerler, gerektiğinde sivil halk feda edilebilir. Partiler kapatılır, dağlara çıkılır ya da dağlardan inilir. Önemli olan bu mücadele sonucunda hangi dış gücün egemen olacağıdır. Bu esnada yaşanan olaylar ise gündem başlıkları olarak yerini alır tartışılır ve vakti gelince de unutulur gider… Yıllarıdır bu ülkede hukuk devleti olmanın öneminden, hukukun üstünlüğü ilkesinden ve bu ilkenin hayat bulması için yargının tam bağımsız olması gerektiğinden bahsedilir. Tüm bunları ısrarla savunanlar ise halen, daha yargı gerçekten bağımsız mı? hukukun üstünlüğü ilkesi hayat bulabilmiş mi? tartışmalarını sürdürmeye devam

17 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


Kurumlar Arası Çatışmanın Sonucu Telekulak ... lenmeye başlayınca ses çıkarıyorsunuz” diyerek koetmektedirler. Bu tartışmalar devam ediyorken partılan yaygaraya tepki göstermiştir. Öyle ya, yaşadığımız bu ülkenin bir hukuk devleti oldubu kadar insanın özel hayatına müdahale edilince ğundan ve herşeyin hukuka uygun bir şekilde yühiç kimsenin sesi çıkmazken, yargı mensuplarırütüldüğünden bahsedilebilir mi? Duruma bakılnın hükümet tarafından dinlendiği açığa çıkınca dığında YARSAV Başkanının bile “çözüm bulmak tepkiler dile getirilmeye başlandı. Karşılığında gerekir” dediği bir noktada, artık mevcut hukuk Başbakan’ın yaptığı savunma ise iktidar olduğu sisteminin bu usulsüz dinleme sorununu çözmehalde muktedir olamayanlara yakışacak türden ye muktedir olmadığı açıkça görülebilir. Her ne bir savunmaydı. “Beni de 6 yıl boyunca dinlemişler.” kadar mevcut hükümet, cezaların artırılması yöYani Başbakanın dinlenmiş olması bu işi meşru nünde bir çalışma içerisine girse de, bunun da çökılmış mı oluyor? ya da bunu çözecek olan kimzüm olamayacağını herkes gayet iyi bilmektedir. dir? kimi kime şikayet etmiş oldu? Sorunun çöAyrıca tüm bu usulsüz dinleme iddiaları neticezümü nedir ve nasıl ortaya sinde basında yer alan hakoyulacaktır? Dinlerseniz berlerde, Yargıtay CumhuZira son zamanlarda tartıdinlenirsiniz şeklinde bir riyet Başsavcılığı’nın AK tavır ile sorunlar çözülebiParti hükümetinin yapılan şılan bu konudan da açıkça lir mi? Tüm bu söylenentelefon dinlemeleri ile ilişanlaşılmaktadır ki, bu ülkede ler ve yapılan savunmalar kisini araştırmak üzere Tekurumlar arası çatışma ayyuçözümden ne kadar uzak lekomünikasyon İletişim ka çıkmış ve bunun sonucu olunduğunu açıkça gösterBaşkanlığı’ndaki inceleme olarak hükümet yargı menmektedir. raporunu istediği ve eğer Aslında meseleye tüm usulsüz bir işlem veya suplarına güvenmiyor. Yargı yönleriyle bakıp objektif müdahale olduğu anlaşıise halkın seçip başa getirdiği bir şekilde değerlendirillırsa soruşturma açılacağı yöneticilere güvenmiyor. diğinde İslam beldelerinde söylendi. Bu defa AKP’nin İslami yönetime son verilekapatılması ile sonuçlanan rek insanlardan sadır olan, aciz, eksik ve çelişkibir dava söz konusu olursa, hükümetin ceza arlerle dolu bu yönetim sistemi zorla uygulanmaya tırımıyla çözmeye çalıştığı mesele çözülemeden başlandıktan sonra adaletten, hukuktan, güveniAKP kendi derdine düşmüş olacak. lirlikten, söz etmek kesinlikle mümkün değildir. Aslında mesele gizli dinleme ve özel hayatın Zira son zamanlarda tartışılan bu konudan da gizliliğini ihlal meselesi değildir. Zira bu ülkede açıkça anlaşılmaktadır ki, bu ülkede kurumlar yıllardır Müslüman halk türlü bahaneler ile gizli arası çatışma ayyuka çıkmış ve bunun sonucu olarak takip edilir, telefonları dinlenir, ya da evleolarak hükümet yargı mensuplarına güvenmiyor. rinde, işyerlerinde ortam dinlemesi yapılır. Yani Yargı ise halkın seçip başa getirdiği yöneticilere özel hayatlarına pervasızca müdahale edilir de güvenmiyor. Karşılıklı yaşanan bu güven bunalıkimsenin sesi çıkmaz. Şimdiye kadar hiçbir kişiye mı İslam’ın değerlerinden uzaklaşıldığında, açığa de; “sizi dinledik ama hakkınızda suç işlediğiniçıkması kaçınılmaz bir durumdur. Zira İslam’ın ze dair bir bilgiye ulaşamadık. Dinlendiğiniz süre hâkim olduğu dönemlere baktığımızda devlet içerisinde elde edilen tüm kayıtlar imha edilmişadamları ile kadılar arasında ya da diğer idari tir.” diye bir bildirimde bulunulmamıştır. Yani, organlar arasında bu şekilde bir çatışma ve müyasanın gerektirdiği gibi bir muamele kesinlikle cadelenin olmadığını ve Allah’ın koyduğu sınırsöz konusu değildir. Şimdi ise bu kadar büyük lar çerçevesinde hareket ettiklerinden dolayı gizli bir yaygaranın kopartılması yargı mensuplarının teftişe ihtiyaç hissetmediklerini görebiliyoruz. dinlenmesinden dolayıdır. Bu konuda Türkiye İslam insanların özel hayatlarına pervasızca müPartisi Lideri Abdullatif Şener de: “Birkaç yıldır, dahale edilmesini ve gizli olarak takibe alınmabu ülkede yaşayan herkes dinleniyor, ancak gerekli teplarını kesinlikle men etmiştir. Allahu Teâlâ şöyle kiler ortaya çıkmıyor. Son günlerde bazı hâkimlerin buyurmuştur: dinlendiği ortaya çıkınca tepki gösterildi. Geçmiş olsun, bugüne kadar neden sustunuz da kendiniz dinOcak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

18


Kurumlar Arası Çatışmanın Sonucu Telekulak ... َّ َ ‫ِن ب ْع‬ َّ َ ‫ِين آم ُنوا اج َتنِبوا َكثِي اًر م‬ ‫ْم َواَل‬ َ ‫َيا أَي‬ َ َّ ‫ِّن الظ ِّن إ‬ ُ ْ َ َ ‫ُّها الَّذ‬ ٌ ‫ض الظ ِّن إِث‬ َ ْ َ َ َ ‫َح َم أ ِخي ِه َم ْي ًتا‬ ً ‫ض ُكم َب ْع‬ ُ ‫َّع‬ ْ ‫َت َج َّس ُسوا َواَل َي ْغ َتب ب‬ ْ ‫ضا أ ُي ِح ُّب أ َح ُد ُك ْم أن َيأ ُك َل ل‬ َّ َّ ‫َّاب َّر ِحيم‬ ‫و‬ ‫ت‬ ‫ه‬ ‫الل‬ ‫ِن‬ ‫إ‬ ‫وه َو َّات ُقوا اللَّ َه‬ َ َ ُ ‫َف َكرِْه ُت ُم‬ ٌ “Ey iman edenler, zannın çoğundan kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin). Yoksa sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? Halbuki siz ondan tiksindiniz. Allah’tan (azabından) korkun. Şüphesiz Allah, Tevvap’tır, Rahim’dir.” (Hucurat 12) Allah’ın bu emri ile ilgili olarak Raşid Halifelerden Ömer RadiyAllahu Anha zamanında yaşanmış olan bir kıssayı da burada hatırlayabiliriz: Ömer RadiyAllahu Anha bir gece şehri gezerken bir evden çeşitli sesler işitir. Seslerin nedenini anlamak için evin damından içeri girer ve içeride bir kişinin içki içerek kadınlar ile eğlendiğini görür. Ömer RadiyAllahu Anha bu manzara karşısında adama: “Niçin Allah’ın emrini tutmazsın. Bu kadar günahın cezasını çekmeyeceğini mi zan ediyorsunuz!” der. Adam çok korkar ve der ki; “Yâ Emîr-el Mü’minîn! Hiç acele etme ki, ben bir günah işledim ise, sen dört günah işledin. Birincisi, Allahu Tebâreke ve Teâlâ buyurdu ki; “Evlere kapılarından giriniz.” Sen damdan girdin. İkincisi; Allahu Teâlâ buyurdu ki; ”Evlerinizden gayrî evlere izin alıp, ehli üzerine selâm vermeyince girmeyiniz.” Sen fermân dinlemeden girdin. Üçüncüsü; Allahu Teâlâ buyurur ki; “Tecessüs etmeyiniz.” Sen tecessüs ettin. Dördüncüsü; Allahu Tebâreke ve Teâlâ buyurur ki; “Sû-i zân etmekten sakınınız.” Sen sû-i zan ettin.” Ömer RadiyAllahu Anha bunu duyunca çok etkilenir ve pişmanlık duyar. Onun keffâretine bir köle âzâd eder. Ömer RadiyAllahu Anh’ın adâleti ile o kişi de tevbe edip bir daha o günahları işlemez. Müslüman, güven duyan ve güvenilen insan demektir. İmanın temeli de güven esası üzerine kuruludur. İman ve İslam kavramları incelendiğinde kelime karşılıklarında güven duymak ve güvende olmak ifadelerinin yer aldığını görüyoruz. İslam toplumunda, insanlar arası ilişkilerde iki önemli husus, karşılıklı güven ve birbiri hakkında su-i zandan kaçınmadır. Bunlar Allah’ın kulları için belirlediği sınırlardır ve bu sınırlar korunduğunda insanların birbirleri hakkında gizli teftişe ve takibata ihtiyaç hissetmeyecekleri bir ortam oluşur ve bu insanın olduğu bütün alanlarda kendisini gösterir.

İslam’ın hâkim olduğu bir beldede yöneticiler, başka beldelere göndermek için görevlendirdikleri valilerine güvenirlerdi. Çünkü onlar Allah’ın hükmü ile hükmetmekle kayıtlı idiler bunun dışına çıkarak kendi nefislerinden hüküm verdiklerinde Allah’a hesap vereceklerini de çok iyi biliyorlardı. Allah’ın Rasulü Aleyhi’s Salatu ve Selam, Muaz ibn-i Cebel’i Yemen’e Vali olarak gönderdiğinde ona şöyle dediği rivayet edilir: .‫ قال بسنة رسول اهلل‬.‫ فإن لم تجد‬:‫بم تحكم؟ قال بكتاب اهلل قال‬ ‫ الحمد هلل الذي وفق رسول‬:‫ فقال‬.‫ اجتهد رأيي‬:‫ قال‬.‫ فإن لم تجد‬:‫قال‬ ‫رسول اهلل لما يحبه اهلل ورسوله‬ “Ne ile hükmedeceksin? Allah’ın kitabı ile. Allah’ın kitabında bulamazsan? Allah’ın Rasulü’nün Sünneti ile. Allah’ın Rasulü’nün sünnetinde bulamazsan? Kitap ve sünnete göre kendi görüşümle içtihad ederim dedi. Bunun üzerine Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) “Allah’ın Rasulü’nün elçisini Allah ve Rasulü’nün sevdiği şeyde muvaffak kılan Allah’a hamd olsun.” dedi. İşte bundan sonra arkasından teftiş etmesi ve gönderdiğim yerde acaba ne ile hükmediyor diye şüpheye düşmesini gerektirecek bir durum kalmamıştır ortada. Çünkü gittiği yerde Allah’ın hükmü ile hükmedecek ve eğer böyle yapmazsa Allah katında sorumlu olacaktır. Allah Rasulü ve mü’minler güvenilir kimselerdi, bu halleriyle tüm dünyaya örnek olmuş, hep bu yönleriyle anılmışlardır. Şu anda yaşananlara baktığımızda ve bugünkü yöneticilerin durumunu değerlendirdiğimizde, mü’minlerin sahip olması gereken bu özelliklerden çok uzak olduklarını, Allah’ın belirlediği sınırları tanımadan kulların ölçülerini esas aldıklarını ve yaşantılarına ona göre yön verdiklerini söyleyebiliriz. Bu şartlar altında ise mevcut sorunların çözülmesi ve insanlar arasında güvenin yeniden inşa edilmesinden söz etmek mümkün değildir. Zira ne yönden bakılırsa bakılsın mevcut sistemin hiçbir zaman insanlara adaleti, güveni, refahı ve huzuru sağlayamadığı, artık İslam beldelerinde köklü bir değişime ihtiyaç hissedildiği ve bunun artık çok yakın olduğu görülmektedir. Bu köklü çözüm gerçekleşip İslami bir hayata yeniden dönülmediği sürece, yöneticilerin ve onların asıl tabi oldukları güçlerin İslam beldelerinde kavgayı, kaosu, huzursuzluğu ve Müslüman halka açtıkları savaşı her geçen gün şiddetini daha da artırarak sürdürecekleri aşikârdır.

19 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


Ahmet Sadık ALTINEL َ ‫ض‬ َ ‫َهم ب َ ْع‬ ُ ‫َّاس لِ ُي ِذيق‬ َ ‫سادُ ِفي الْ َبرِّ وَالْ َب ْحرِ مِبَا َك‬ َ ‫َظهَ رَ الْ َف‬ ِ ‫س َب ْت أي ْ ِدي الن‬ َّ ‫الَّ ِذي َع ِملُوا لَ َعل ُه ْم يَرْ ِج ُعون‬ “İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde fesat (bozulma) ortaya çıkmıştır. (Allah), onların yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır.” (Rum 41) Geçtiğimiz iki ayda ülke gündeminin öne çıkan konularından birisi GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) ve H1N1 (domuz gribi) virüsü meselesiydi. 29 Ekim 2009 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren GDO yönetmeliği bu konudaki tartışmaları alevlendirdi. Kamuoyunda konuya duyarlılıkları ile öne çıkmış birçok kişi ve sivil toplum örgütü GDO konusunda Müslüman halkımızı bilgilendirdiler. Bu tepkilerden en ilginci Gıda Güvenliği Hareketi Genel Başkanı Kemal Özer’in tepkisiydi. Kemal Özer, GDO ile ilgili yönetmeliğin henüz meclis komisyonunda görüşme aşamasında olduğu sırada kamuoyunun dikkatini bu konu üzerine çekerek “Bu yönetmelik insanlık tarihi boyunca şeytanın insanoğluna attığı en büyük kazık olacak” değerlendirmesinde bulundu. Gerçekten sonuna Ocak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

kadar katıldığım bu benzetme durumun vahametini ortaya koyması bakımından çok çarpıcıydı. Şeytanla insanoğlunun bitmeyecek olan ezeli düşmanlığı İlk insan Âdem Aleyhi’s Selam ile başlar. Yazımızın başına koyduğumuz ayet, içinden geçtiğimiz süreci ne kadar da açıklayıcı. Sanki ayet tüm tazeliği ile bugün, yeni inmiş gibi. Ayeti kerimede geçen “fesad” kavramı, hatırlayacak olursanız ilk insanın yaratılışı ile ilgili olarak Rabbimizin meleklerle bu düşüncesini paylaşması sırasında meleklerin endişelerini dile getirirken insanı tanımlayıcı olarak kullandıkları bir kavramdı. Rabbimiz Bakara suresinde durumu şöyle anlatmaktadır. َ ‫ض خَ لِي َف ًة َقالُوا ْ أ َ جَتْ َع ُل ِفيهَ ا‬ ِ ْ ‫وَإِذْ َقا َل رَبُّ َك لِلْ َمالَئ ِ َك ِة إِن ِّي َجا ِع ٌل ِفي األر‬ َ َ‫س لَ َك َقال‬ َ َ ‫س ِف ُك ال ِّد َماء وَن َْح ُن ن‬ ْ َ ‫س ُد ِفيهَ ا وَي‬ ُ ‫ُس ِّب ُح ب ِ َح ْم ِدك وَنُق ِّد‬ ِ ‫َمن ي ُ ْف‬ ‫إِن ِّي أ َ ْعلَ ُم َما ال َ ت َ ْعلَ ُمون‬ “Vaktinde, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Orada fesat çıkaracak, kan akıtacak olanı mı yaratacaksın? Halbuki biz Sana hamd ederek Seni tesbih ve takdis ediyoruz.” demişler, O (Allah) da, “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” demişti.” (Bakara 30)

20


Kapitalizmin Beslendiği Gıda ve Ürettiği ... Görüldüğü gibi Rabbimiz yeryüzünde bir insan yaratma düşüncesini ilk defa meleklerle paylaşmıştır. Ancak melekler “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın?” diye karşılık vermişler. Rabbimizde onlara cevaben: “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” buyurmuştur. Acaba Rabbimizin bilip meleklerin bilmediği neydi? Rabbimiz insanı yarattıktan sonra onu başıboş bırakmayacak ve ona rehberlik edecekti. ‫ان أَن ُي ْت َر َك ُس ًدى‬ ِْ‫“ أَ َي ْح َس ُب إ‬İnsan, kendisinin baş ُ ‫نس‬ َ ‫ال‬ boş bırakılacağını mı zanneder.” (Kıyamet 36) İnsana rehberlik yapacak nebiler ve Rasüller göndererek yaşamlarında sürekli kendilerine iyi ve güzel olanı telkin edecekti. Böylece meleklerin insanoğlu hakkındaki, onun yeryüzünde bozgunculuk çıkartacağı ve kan akıtacağına dair endişeleri yersiz ve gereksiz bir endişedir. Zira Allah Subhanehu ve Teâlâ onların bilmediğini bilmektedir. Tarih boyunca insanoğlu kendisine gelen ilahi rehberlik doğrultusunda yaşam sürdüğü sürece huzur ve mutluluk içinde yaşamış, aksi durumda bunalımlar, krizler, geri kalmışlık, acımasız savaşlar, sömürge vb. birilerinin bitmek tükenmek bilmeyen doyumsuz ihtirasları sebebiyle insanlık hayatı yaşanmaz hale getirilmiştir. İşte bugünlerde, insanoğlu söz konusu bunalımlardan birisini daha yaşamaktadır. GDO ile ilgili yazılanlar ve söylenenler vatandaşın en temel insani gereksinimi olan beslenme konusunda çok ciddi kaygılar taşımasına neden olmaktadır. Artık bütün bir insanlığın yüz yüze kaldığı bu küresel boyuttaki sorunların batılı paradigmadan kaynaklandığını herkes bilmektedir. Gezegeni babasının mülkü zanneden ve insanları kontrol edilmesi, sahip olunması ve emperyal çıkarları doğrultusunda kullanılması gereken nesneler düzeyine indirgeyen bu paradigma (inanç sistemi/dünya görüşü) özellikle İslam dünyasında en vahşi politikaları ile gerçek yüzünü göstermektedir. Allanıp pullanıp Müslüman dünyaya kurtarıcı maskesiyle pazarlanan Obama’nın danışmanlarından birisi olan Henry Alfred Kissinger 1974 yılında yayımladığı NSSM200 adlı raporunda bakın neler söylüyor. “Petrolü kontrol edersen ulusları, yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin. Yiyecek bir silahtır ve bizim müzakere çantamızdaki

Gözü Dönmüş, Hasmını Devirmek İçin Sağına Soluna Bakarak Aranan Bir K atilin Eline Bıçak Tutuşturuvermek Ne Anlama Geliyorsa , Maddenin Perde Arkasında Onu Yaratan Bir nin Olduğu Gerçeğini Henüz İdrak Etmemiş İnsana Maddenin Kimyasını Ve Formüllerini Öğretmek De Aynı Anlama Gelmektedir . araçlardan biridir!” Bu sözler vahşi batının sahip olduğu paradigmanın insanlık için ne kadar tehlikeli olduğunu gözler önüne sermesi bakımından manidardır. Rabbimizin insanlar için tertemiz ve besleyici olarak çıkarttığı gıdaların genleri ile oynayarak onların uluslar arası şirketlerin tekelinde patentleştirilmesi insanoğlunun hem cinslerine, insanlığa büyük bir şantaja kalkışması anlamına gelmektedir. Rabbimiz Kur’an-ı Kerimi’nde bu tip insanlar için bakın ne buyuruyor: ِ ‫ِك ن‬ ‫يبا‬ َ ‫ِن ِع َباد‬ َ ‫َساد لَّ َع َن ُه اللّ ُه َوَق‬ ْ ‫ال أَ​َل َّت ِخ َذ َّن م‬ ً ‫َص‬ َ ‫َواللّ ُه الَ ُي ِح ُّب الف‬ َّ َّ ِّ ِّ َ‫أل‬ َّ َ َ ِ ُ‫وضا وَأل‬ ‫آلم َرَّن ُه ْم‬ ‫و‬ ‫م‬ ‫ا‬ ‫ْع‬ ‫ن‬ ‫ا‬ ‫ان‬ ‫ذ‬ ‫آ‬ ‫ن‬ ‫ك‬ ‫ت‬ ‫ب‬ ‫َي‬ ‫ل‬ ‫ف‬ ‫م‬ ‫ه‬ ‫ن‬ ‫ر‬ ‫آلم‬ ‫و‬ ‫م‬ ‫ه‬ ‫ن‬ ‫ي‬ ‫ن‬ ‫م‬ ً ‫ْر‬ ُ َ ُ ْ ُ َ ُ َ ْ ُ َ َ ُ‫ضلَّ َّن ُه ْم وَأل‬ َ ُ َ َِ ُ ‫َّمف‬ َّ َّ ِ ‫ان َولِيًّا مِّن ُد‬ ‫ون اللّ ِه َف َق ْد َخ ِس َر‬ َ ‫ِّر َّن َخل‬ َ ‫ْق اللّ ِه َو َمن َيت ِخ ِذ الش ْي َط‬ ُ ‫َفل َُيغَي‬ ‫ُخ ْس َارنًا ُّمبِينًا‬ “(O şeytan) ki; Allah ona lanet etti (rahmetinden kovdu). O da şöyle dedi: “Elbette senin kullarından belirli bir pay ve intikam alacağım. Onları elbette saptıracağım, mutlaka boş umut ve arzulara düşüreceğim. Onlara mutlaka emredeceğim onlar da (putlar için ayıracakları kurbanlık) hayvanların kulaklarını yaracaklar. Yine Allah’ın yarattığı tabiî şekil ve hallerini değiştirmelerini emredeceğim (onlar da bunu yapacaklar.) ”İyi bilin ki kim de Allah’ı bırakıp şeytanı ve benzerlerini dost edinir onun hoşlandığı şeyleri yaparsa, gerçekten o apaçık bir ziyana uğramıştır.” (Nisa 118-119) Bundan dolayı Rabbimiz bizleri uyarmakta ve şeytanın insanoğlu için apaçık bir düşman olduğunu bir kez daha hatırlatmaktadır. َ ‫ات‬ ُ ‫يَا أَيُّهَ ا الن‬ ِ ‫ض َحالَال ً َط ِّيبا ً وَال َ تَت َِّب ُعوا ْ خُ ُط َو‬ ِ ْ ‫َّاس ُكلُوا ْ مِمَّا ِفي األر‬ َّ َ ‫الش ْي‬ ‫ني‬ ٌ ‫ان إِن َّ ُه لَ ُك ْم َع ُد ٌّو ُّم ِب‬ ِ ‫ط‬ “Ey insanlar! Yeryüzündeki iyi (temiz) olandan ve helal şeylerden yiyin. Ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o sizin için apaçık olan düşmandır.” (Bakara 168) Evet, bu kesinlikle bir paradigma/inanç sorunudur. Burada bir deyişi aktarmak istiyorum. O, şöyle söyler. “Allah’tan korkmayan bir adama fen

21 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


Kapitalizmin Beslendiği Gıda ve Ürettiği ... Bir başka değişle İslam, insana bu uçsuz bucaksız evrende edebiyle oturması gerektiği bilincini kazandırır. Zira bizler dünyaya gözlerimizi açtığımızda her türlü nimetlerin içinde bulduk kendimizi. Koskoca dünya sofrasında, en ince ayrıntısına kadar Allah’ın dizayn ettiği bu görkemli konakta edebimizle oturmamız gerekir. Bir misafirliğe gittiğimizde nasıl kendi evimiz gibi rahat davranamıyor, adabı muaşerete riayet etme gereksinimi duyuyorsak, aynı şekilde yaratılışında hiçbir payımız olmayan bu evrende/misafirhanede yaşarken evrenin sahibinin/Allah’ın koyduğu kurallar çerçevesinde yaşamalıyız. Bir örnekle konuyu somutlaştırmakta fayda var. Ömer RadiyAllahu Anha ile ilgili şöyle bir vakıa anlatılır. Bilindiği gibi Ömer RadiyAllahu Anha, geceleri sabahlara kadar sokaklarda dolaşır. Aç var mı? açık var mı? diye Medine’nin mahalleleri arasında gezinir, halkı ile hem hal olurdu. Yine mutad gezilerinden birisine çıkmışken müminlerin halifesi Ömer bir evden gelen yüksek sesli tartışmaya kulak vermiştir. Anne kız tartışmaktadır. Anne kızına “süte su katmasını” söylemektedir. Kız ise “Halife’nin bu davranışı yasakladığını bunu yapamayacağını” ifade eder. Anne der ki, “kızım Halife nerden görecek senin süte su kattığını” deyince kız çok anlamlı ve imanın doğasından kaynaklanan bir cevap verir. “Anneciğim! Halife Ömer görmese de Allah Azze ve Celle bizi görmektedir.” Bunu duyan Ömer çok etkilenir. Hatta oğlu AbdurRahman’a bu kızı ister. Bu hikayeyi burada neden anlattık. Bakın, çölde sıradan sade bir hayat yaşayan bedevi insanı, İslam nasıl sorumluluk/mükellefiyet sahibi yapmış. Onun, artık madde karşısında bir duruşu var. Süt o kızın elinde bir emanet. O, süte bir şey karıştıramaz, sütün doğasını bozamaz. İslam akidesi onun çevre ile ilişkisini nasılda bir forma sokmuş. Rabbimiz şöyle buyuruyor. ُ ‫ات َما رَز َ ْقن‬ ‫ض ِبي‬ َ ‫َاك ْم وَلاَ ت َْط َغ ْوا ِفي ِه َف َي ِح َّل َعلَ ْي ُك ْم َغ‬ ِ ‫ُكلُوا ِمن َط ِّي َب‬ ‫ض ِبي َف َق ْد َه َوى‬ َ ‫وَ َمن ي َ ْحلِ ْل َعلَ ْي ِه َغ‬ “Size rızık olarak verdiğimizin iyi (temiz) ve helal olanlarından yiyin ve azgınlık etmeyin ki, yoksa gazabım üzerinize iner. Kimin de üzerine gazabım inerse, hiç kuşkusuz o, uçuruma düşmüş olur.” (Taha 81) ّ‫ه‬ َ ّ‫الل من بعد ما جاءتْه َفإن ه‬ َ ‫الل‬ ‫َاب‬ َّ ِ ُ َ َ ِ ْ َ ِ ِ ‫وَ َمن يُ َب ِّد ْل ن ِ ْع َم َة‬ ِ ‫ش ِدي ُد الْ ِعق‬

bilimlerini öğretmek gözü dönmüş bir katilin eline bıçak vermek gibidir.” Gözü dönmüş, hasmını devirmek için sağına soluna bakarak aranan bir katilin eline bıçak tutuşturu vermek ne anlama geliyorsa, maddenin perde arkasında onu yaratan birinin olduğu gerçeğini henüz idrak etmemiş insana maddenin kimyasını ve formüllerini öğretmek de aynı anlama gelmektedir. Zira böyle bir kişinin elinde belli oranlarda oksijen ve hidrojenden oluşan ve insanlığa hayat veren su formülleri üzerinde ufak bir değişiklikle insanlığın hayatına kasteden bir kimyasala dönüşebilir. Şu uçsuz bucaksız evrenin bir yaratıcısının olduğu gerçeğinden uzak, maddenin ötesi ile bağlarını koparmış, onu sadece süfli ihtiyaçlarını doyumsamak için bir meta olarak gören söz konusu anlayış ve bu temelde bir eğitim formülasyonundan geçirilmiş modern insan varlık karşısında nasıl sorumluluk düşüncesi geliştirecek? İslam akidesi, insanın kendisinin, hayatının ve içinde yaşadığı evrenin ötesinde bütün bunları yaratan bir Halik, Malik el-Mülk olduğunu ve aynı şekilde Rabbimizin bütün hesapların görüleceği din gününün yegane sahibi ve karar vericisi olduğu inancını vererek insanın zihin dünyasında madde/varlık hakkında esaslı bir inanç ve paradigma inşa etmiştir. Bu paradigma mü’minde başta kendisi olmak kaydıyla Allah Subhanehu’ya çevresindeki canlı cansız bütün varlıklara karşı sorumluluk/mükellefiyet düşüncesini ortaya çıkarmıştır. Dikkat edilirse “iman” ve “salih amel” kavramları Kur’an-ı Kerim’de hep birlikte, peş peşe zikredilir. Bunun anlamı şudur: İman, insanoğluna varlığın temeli, onu yaratan ve inşa edeni olması bakımından Allah Subhanehu ve Teâlâ’ya imanı ifade eder. Yani mü’min Allah’a iman etmekle var olanın, görünenin ötesinde bir yaratıcıya inanır ve ona karşı sorumlu olduğunu bilir. Salih amel ise; insan da dâhil olmak üzere bütün varlığın sahibi olan yaratıcıyı memnun ve hoşnut edecek, beğenisini celbedecek güzel ve uygun davranış demektir. Yani İslam akidesi, İslami paradigma; insana Allah’ın varlığına inanmakla yetinemeyeceği, bu hayatı dilediği gibi yaşayamayacağı, maddeyi dilediği gibi kullanamayacağı yani evrene kendi arzu ve istekleri doğrultusunda hükmedemeyeceği fikrini verir. Ocak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

22


Kapitalizmin Beslendiği Gıda ve Ürettiği ... “Kim, Allah’ın nimetiSorumluluk deyince Şayet son iki ya da üç yüz yıl içinni, o nimet kendisine gelyazımızın başlığında zande insanlığın ortak mirası bilimler dikten sonra değiştirirse, nımca dikkatinizi celbeden Müslümanların elinde şekillenmiş şüphesiz Allah’ın cezası H1N1 virüsüne (domuz olsaydı sonuçlar böyle mi olurdu? pek şiddetlidir.” (Bakara 211) gribine) de değinmeden Şayet sosyal ve fen bilimleri İslami geçemeyeceğim. İşte bundan dolayı diakidenin, paradigmanın öncülüGüney Amerika’dan yorum ki, GDO meselesiğünde biçimlenmiş olsaydı, İslam dünyaya hızla yayıldığı nin insanlığı ürküten boakidesinden beslenmiş/gıdalanmış yazılan ve dillendirilen, yutlara varması son birkaç olsaydı insanlık gezegeni yine yason aylarda da Türkiye’de yüzyıl içinde bütün bilimşanmaz hale getirir miydi? ölüm vakalarına neden ollerin beslendiği kaynak/ duğu tartışılan H1N1 (domuz gribi) virüsü Türgıdanın batılı paradigma, kapitalist ideoloji olmakiye gündemini hem tamamen değiştirmiş dusındandır. Şayet son iki ya da üç yüz yıl içinde rumda hem de gündemi meşgul etmiş ve halkta insanlığın ortak mirası bilimler Müslümanların bu virüsle alakalı tedirginliklerin ve korkuların elinde şekillenmiş olsaydı sonuçlar böyle mi oluroluşmasına sebebiyet vermiştir. du? Şayet sosyal ve fen bilimleri İslami akidenin, Biz bu Tıbbi akademik konu ile ilgili teknik paradigmanın öncülüğünde biçimlenmiş olsaydı, açıklamalardan daha çok bu virüs ile alakalı hem İslam akidesinden beslenmiş/gıdalanmış olsaydı medyada ortaya çıkan bilgi kirliliğinin hemde yöinsanlık gezegeni yine yaşanmaz hale getirir miyneticilerin bu konu ile ilgili halkı mutmain edecek di? Hikayesini anlattığımız sadece Allah’a olan açıklamalardan ziyade çelişkili açıklamalar yapinancından ötürü süte su katmayan o kız çocuğu malarının vahameti ve bunun insanlarda oluşbugün gen mühendisi olsaydı daha fazla kazanç turduğu korku ve tedirginlik ortamının vahameti elde etme ya da insanlar üzerinde bir tahakküm üzerinde duracağız. aracı olarak gıdaların genleri ile oynar mıydı? Batılı paradigmanın; genelde maddeye özelde İnsanları amansız hastalıkların pençesine sürükinsana bakıştaki vahşi yaklaşımından hareketle leyecek olan bu yaklaşım bir bilgi eksikliğinden H1N1 virüsü ile alaklalı insan sağlığını hiçe sakaynaklanmıyor. Çölde yaşayan minik bir kızın yan, insan sağlığı ile alay eden tutumu, kendi siduyarlılığını bugün gayet tahsilli insanlar taşıyasi bekası için insan sağlığını gündem değiştirici mıyor. O yüzden bu mesele bilgi eksikliği değil, bir malzeme olarak kullanması onun insanı ve bilgiye yaklaşımdaki problemden kaynaklanıyor. insan haklarını ne kadar düşündüğünün bir gösBatılı kapitalist paradigma temelinde zihniyeti tergesi olarak karşımıza çıkıyor. Yöneticilerin ve şekillenen modern insan edindiği bilgiyi insana, halk içinde yönetim sermayesine yakın kişilerin hayata ve varlığa hükmetmenin bir aracına döhalktan yabancılaşmış burjuva sınıfı oluşturması, nüştürüyor. insanlara virüsten korunmak için aşı ithal eden Hâlbuki Kur’an bizlere, “Allah’tan en çok yöneticilerin kendilerinin ise bu aşı kampanyaâlim olanların, bilgi sahibi insanların korktularına katılmayacaklarını açıklamaları ve sonrağunu” haber veriyor. Bilgi sorumluluktur. İnsan sında ABD de aşı olacaklarını açıklamaları bunun bildikçe farkındalığı artar. Allah Subhanehu ve apaçık göstergesi olarak karşımızda duruyor. Teala’ya karşı sorumluluklarının ayırdında olur. İslam akidesinden beslenen ve Allah’tan takva Zira İslami terminolojide bilgi Allah emanetidir. ile korkan Halife Ömer gibi yöneticiler ise gündüz İnsanoğlunun atası Âdem Aleyhi’s Selam’a eşyadevletin işlerini yürütürken geceleri ise kendisi nın isimlerini ilk defa öğreten Allah’tır. Dolayıgibi aynı kaynağın menbaından beslenen sahabe sıyla bilgi bizim dünyamızda Allah emanetidir. arkadaşları ile şehrin sokaklarında; ihtiyacı olan, Kutsal olandan bir emanettir. Bu yüzdendir ki, hasta olan, sıkıntısını Ömer’e gelip açamayan (inmü’min bildikçe mükellefiyetlerinin arttığını düsan) var mı? diye gezinip duruyordu. şünür. Bilgi mü’minin azgınlık ve taşkınlığının İşte İslam’ın şanlı tarihine bakınız. Müslüman artmasını değil aksine sorumluluklarının artmafatihlerin fethettikleri topraklarda nasıl bir hadasını sağlar.

23 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


Kapitalizmin Beslendiği Gıda ve Ürettiği ... rat/uygarlık inşa ettiklerini bugün görkemli yapıtlarında görüyor ve tarihin altın sayfalarından okuyoruz. İslam, fethedilen toprakların insanlarını devletin asli unsuru olan Müslümanlardan hiç ayırt etmemiştir. İnsani bakımdan her türlü gereksinimlerini karşılamış, İstanbul’a hangi bayındırlık hizmetini götürdüyse balkanlara da aynısı götürmüştür. Bugün Osmanlı İslam Devleti’nin sınırları içinde bulunan topraklarda camisinden külliyelerine, medreselerinden kervansaraylarına, köprülerinden çeşmelerine, hamamlarından çarşılarına kadar kamu hizmeti adına o gün için başkentinde, kendi yakın bölgesinde ne yaptıysa aynı hizmeti en uzak coğrafyalarına hatta halkı henüz İslam’a girmemiş bölgelere kadar götürmüştür. Çünkü Müslüman Halifeler değerlerini İslam akidesinden alıyorlardı. Bağdat’da bir katırın ayağı tökezlese onun hesabını Allah’a vereceklerini düşünüyorlar, gece gündüz uyumuyor insanlığın hayrına çalışıyorlardı. Zira Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem bir hadislerinde şöyle buyurmuştur. ٌّ ‫وت َوُه َو َغ‬ ‫اش‬ ُ ‫وت َي ْوَم َي ُم‬ ُ ‫اع َي ْس َت ْرِعي ِه اهللُ َرِع َّي ٌة َي ُم‬ ٍ ‫ِن ر‬ ْ ‫َما م‬ ُ ِ ‫ْج َّن َة‬ ‫ل‬ ‫ا‬ ‫ه‬ ‫َي‬ ‫ل‬ ‫ع‬ ‫هلل‬ ‫ا‬ ‫م‬ ‫ر‬ ‫ح‬ َّ َ ْ َ َ‫ل‬ َ َ َّ‫ِرِع َّي ِت ِه إِال‬ “Allah kime bir yöneticilik nasib ederde o (kişi) da halkını (aldattığı halde ölürse) aldatırsa Allah ona cenneti haram kılar.” Allah’ın Nebi’si (Aleyhi’s Selam) bir defasında bir gazve öncesinde düşman topraklarının içlerine kadar girmiş olan ordusundan bir neferin düşman halka ait bir bağdan birkaç salkım üzüm koparıp miğferine doldurup bir kenara çekilmiş onları yediğini görünce çok hiddetlenmiştir. Düşünün bir tarafta savaşmak için gittiği düşmanlarının mahsullerine, mallarına bile böylesine asaletli, sorumluluk sahibi bir duruş geliştiren Rasulullah, diğer tarafta, yukarıda da alıntıladığımız ABD Başkanı Obama’nın danışmanı Kissenger’in “Petrolü kontrol edersen ulusları, yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin. Yiyecek bir silahtır ve bizim müzakere çantamızdaki araçlardan biridir!” sözleri. Kur’an’ın değişiyle; hiç ölülerle diriler, karanlıkla aydınlık, yakıcı bir güneşle serinletici gölgelik bir olur mu? Allah’ın kanunları ile insanın kısır aklından ürettiği politikalar bir olur mu?

man dilimi içinde dünyanın en zengin ve en münbit bölgelerinde İslam akidesi üzerinde inşa ettikleri görkemli hadarat ve onun gölgesinde gelişen medeniyet 19.yy da batıdan esen pozitivist, materyalist, sosyalist vb. insan kaynaklı ideolojilerin düşünsel, siyasi ve askeri saldırıları sonucunda akamete uğratılmıştır. O yüzden son iki yüzyılda yeryüzünde işler hiç iyiye gitmemektedir. ‫ِّروْا َما‬ ‫ِك ِب َأ َّن اللّ َه ل َْم َي ُك ُمغَي ًا‬ َ ‫َذل‬ ُ ‫ِّر ِّن ْع َم ًة أَن َْع َم َها َعلَى َق ْوٍم َح َّتى ُيغَي‬ ِ ‫ِب َأنف‬ ‫ُس ِه ْم َوأَ َّن اللّ َه َسمِي ٌع َعلِيم‬ “Bir topluluk, kendilerinde bulunanı nihayet değiştirmedikçe Allah onlara verdiği nimeti (güzel bir durumu) değiştirmez. Allah, şüphesiz hakkıyla işitendir, bilendir.” (Enfal 53) َّ ‫َت إ‬ ‫ِها أَذِلَّ ًة‬ َ ‫ْمل‬ ْ ‫َقال‬ َ ‫ُوك إِ َذا َد َخلُوا َق ْرَي ًة أَ ْف َس ُد‬ َ ‫وها َو َج َعلُوا أَ ِع َّزَة أَ ْهل‬ ُ ‫ِن ال‬ ‫ْعلُون‬ ‫ف‬ َ ‫َوَك َذل‬ َ ‫ِك َي‬ “O (kadın) dedi ki; Onlar bir kasabaya girdiklerinde o kasabanın izzetli (saygın bir hayat yaşayan) yerlilerini zelil kılarlar. Ve onlar böyle yapmaktadırlar.” (Neml 34) Ancak, artık İslam ümmeti ciddi bir yol ayrımının eşiğine gelmiştir. Rabbimizin Al-i İmran suresinde buyurduğu gibi: İnsanlık tam da bir ateş çukurunun kenarına gelmiştir. Bizi buradan, zalim sömürgeci kâfirlerin elinden, yine O Azze ve Celle’nin kitabı, ilahi rehberliği ve bu rehberlik doğrultusunda inşa edilecek Raşidi Hilafet Devleti ve onun rahmani politikaları kurtaracaktır. َّ ‫ِك َج َع ْلنَا ُك ْم أُ َّم ًة َو َس ًطا لِّ َت ُكوُنوْا ُش َه َداء َعلَى‬ ِ ‫الن‬ ‫اس‬ َ ‫َوَك َذل‬ “İşte böyle insanlara şahit olmanız için Biz sizleri vasat ümmet kıldık.” (Bakara 143) İslam Ümmeti, Rabbimizin Kitabında kendisine verdiği o, yüce payeye, vasat/model ümmet olma payesine gözlerini diker, daha önce atalarının yaptığı gibi Hilafet sancağı altında kendi devletini kurar ise o zaman sömürgeci kâfirlerin her türlü saldırılarından korunabilecek, aynı zamanda İslam akidesinden kaynaklanan en ideal projeleri ile yer küreye nizam verecektir. ِ ‫َص ِر ا‬ ‫اء‬ َ ‫ْم ْؤ ِمن‬ ُ ‫ْص ُر َم ْن َي َش‬ ُ ‫هلل َين‬ ْ ‫ُون ِبن‬ ُ ‫ْرُح ال‬ َ ‫َوَي ْو َم ِئ ٍذ َيف‬ “İşte o gün, mü’minler de Allah’ın zaferiyle sevineceklerdir. Allah dilediğine nusret (zafer) verir.” (Rum 4-5)

Ancak Müslümanların 14 asır gibi kısa bir zaOcak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

24


Hakkı SERDENGEÇTİ

Y

azının içeriğine girmeden önce bir konuya dikkat çekmek istiyorum. Bir mesele hakkında görüşünüzü açıklayacağınız muhatabınızın o konu hakkındaki hassasiyetlerini, duygularını ve daha önceden kendisinde var olan bilgileri yok sayarak izahatta bulunmaya çalışırsanız, sanırım sonuç verimli olmayacaktır. Bu sebeple bir konu ancak bu hususlar dikkate alınarak, görüşmenin girişi, izahatı ve sonucu, bu hususlar düşünülerek gerçekleştirilmelidir. Yoksa muhatabınız sizin kendisine, savunduğu fikre veya her şeye karşı bir adam olduğunuzu zannedecektir. İşte bu zan bir savunma refleksi oluşturacak ve siz en güzel fikirleri, en doğru üsluplarla ortaya koysanız da o savunma hattını aşamayacak ve düşüncelerinizi aktaramayacaksınız. Muhatabınızda ortaya çıkan bu nefsanî tutum sizi de tahrik edebilir ve üslup açısından yanlış yollara sapmanıza vesile oluşturabilir. Buda hayırlı bir amaç için, salih bir niyetle gerçekleştirmek

istediğiniz görüşmenin sonuç açısından hayırla sonuçlanmamasına neden olabilir. Bu cihetle bu konulara azami şekilde dikkat edilmeli ve kasıtlı görüşmelerden önce ön hazırlık muhakkak yapılmalıdır. İşte bu makalemizi de karşı tarafın hassasiyetlerini, duygularını ve sahip olduğu bilgileri göz önünde bulundurarak anlamalı ve aynı şekilde aktarmalıyız. Daha net anlaşılması için geçen ayki sayımızda kaleme alınan “Türkiye ‘İsrail’ İlişkilerinde AKP’nin Samimiyeti” başlıklı yazımızda da değindiğimiz gibi Başbakan Erdoğan’ın Davos’daki ‘One Minute’ çıkışı, her Müslüman’ın hoşuna giden ve duyguları okşayan bir senaryoydu. Fakat biz muhatabımıza bunu anlatırken onun bu hoşnut duygularını hesaba katmaz, bu söylemlerin onda oluşturduğu olumlu belki de haklı hassasiyetini dikkate almaz, kendisinde var olan bilgilerin dezenformasyonunu göremez ve direkt olarak Erdoğan’a yüklenirseniz, alacağınız

25 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


Türkiye’nin Ekseni Var mı ki Kaysın? tepki şunlar olacaktır: “Böyle bir şeye nasıl sevinmezsin.”, “Seni memnun etmek için daha ne yapmalı.” ve “Sende her şeye karşısın.”gibi. Bu minvalde, son günlerde yerli ve yabancı basında oldukça konu olan “Türkiye’nin Ekseni mi Kayıyor” konusunu da bu şekilde değerlendirmeliyiz. Müslüman ülke ile stratejik anlaşmalar yapılması, bazı sınırların kaldırılması, vize uygulamalarının iptal edilmesi doğal olarak ilk görüşte bir Müslüman için sevinilecek şeyler olabilir. Zaten hepimiz Müslümanların aralarına kâfirler tarafından çizilen sınırların kaldırılmasını istemiyor muyuz? diye sorulabilir. İşte bu görüş ve sorular karşısında elbette sevindiğimizi ve Müslümanlar arasındaki tüm sınırların kaldırılmasını elbette istediğimizi söylerken, şunları da belirtmeliyiz: Öncelikle yapmış olduğumuz tespitleri ve eleştirisel görüşlerimizi, Müslümanların lehine olması ve onların daha iyi bir durumda olmalarının sağlanması için yapıyoruz. Yani bu konudaki tarafımız belli ve Müslümanların yanıdır. Bizler İslam’a ve Müslümanlara karşı kim bir cürüm işlerse karşısında, kim de İslam ve Müslümanlar hayrına bir amel işlerse yanında olacağız. Bu tür amelleri yapanları her mü’min gibi, yalnız Allah için sevecek ve yalnız Allah için nefret edeceğiz. Allah şahit olsun ki, bu tür hayırlı amelleri yapanları Müslüman kardeşimiz görecek ve yanında olacak, kimde aleyhte bir cürüm işlerse onu da zalim bilip karşısında duracağız. Ama hata yapan her kardeşimize Allah için nasihat etmekten de geri durmayacağız. َّ ‫ين‬ ِّ ‫إ َِّن َما‬ ِ ‫الن‬ ‫ال لِلَّ ِه َولِ ِك َتا ِب ِه‬ َ ‫ول اللَّ ِه َق‬ َ ‫ِم ْن َيا َر ُس‬ ُ ‫الد‬ َ ‫ص‬ َ ‫يح ُة َقالُوا ل‬ ‫ِهم‬ ِ ‫امت‬ َّ ‫ِين َو َع‬ َّ ‫ِر ُسولِ ِه َوأَِل ئ‬ َ ‫ْم ْسلِم‬ ُ ‫ِم ِة ال‬ َ ‫َول‬ “Din ancak nasihattir. Kim için denildi. Dedi ki: Allah için, Kitabı için, Rasulü için, Müslümanların imamı için ve Müslümanların geneli içindir.” (Ahmed b. Hanbel) Yani amacımız sırf muhalefet etmek, sadece birilerini kötülemek değildir. Aksine yeryüzünde her şeyin en güzeline layık olan Müslüman kardeşlerimizi, kâfirlerin planlarına karşı uyarmak ve uyanık olmalarını sağlamaktır. Allah’a hamd Ocak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

olsun ki, bu amacımızı yerine getirdiğimizden olsa gerek, kâfirlerin emriyle hareket eden zalim yöneticilerin elleriyle zindanda bulunmaktayız. Rabbim tüm kardeşlerim ile birlikte bu amaç üzere yürümeyi ve asla dönmemeyi bizlere nasip etsin. Bu minvalde eksen meselesine; olayların getirdiği duygusallıktan kurtularak, Müslüman kardeşlerimizin geleceğini düşünüp daha çok hassasiyet göstererek ve gerek akidevi bakış açısı, gerekse de şuan ki dünya düzeninden olsun, doğru bir zaviyeden bakarsak şu gerçekleri görebiliriz. Unutulmamalıdır ki bu Cumhuriyet; tarihin her dönemine damgasını vurmuş, gittiği yerde adalet, ilim ve huzur götürmüş, Müslümanların vahdetini sağlayarak onların koruyucusu olmuş, İslam’ı cihad yoluyla yaymak için cenk üstüne cenk tutmuş bir devletin yani Osmanlı Hilafet Devleti’nin yerine kurulmuş bir devlettir. Ama nedense kurulduğu günden bugüne kadar Müslüman halkını kendine düşman olarak görmüştür. Katsayı sorunu bunun en sonuncu örneğidir. Laik, Demokratik ve Kemalist Cumhuriyet’in bekası her şeyin üstünde görülmüş ve bütün zulümler onu ayakta tutmak için yapılmıştır. Kurulduğu günden itibaren yönünü batıya dönmüş, kâfir batının pisliklerini Çağdaş Muasır Medeniyet sevgisi olarak kabul etmiş ve buna ulaşmayı kendisine şiar edinmiştir. 1950’li yıllara gelindiğinde AET yani AB’li olma sürecini başlatmış ve yaklaşık yarım asırdır bu alanda atmadığı takla kalmamıştır. Bu süreçte en son AKP hükümeti müzakereleri başlatmış ve sırf bundan dolayı Başbakan Erdoğan Avrupa Fatihi olarak adlandırılmıştır. Ama Avrupa aynı Avrupa’dır. Yaklaşık olarak bin yıldır savaştığımız ve Azze ve Celle’nin tabiriyle kâfir Avrupa’dır. Bu gidişle onlar kâfirliklerinin gereğini yapmaya ve Türkiye’yi oyalamaya devam edeceklerdir. Ama bu anlayışa göre Türkiye’nin yönü her zaman batı ekseni olmaya aday olacaktır. Bu arada uzun zamandır Türkiye’de etkin olmak isteyen Amerika, AKP’nin 2002 yılı seçimlerini kazanmasıyla önce iç sorunlarla ilgilenmiş

26


Türkiye’nin Ekseni Var mı ki Kaysın? ve kabine üyeleri bu iddialara karşı çıkmış ve ve 86 yıldır saltanat süren laik-kemalist kadroyu böyle bir şeyin olmadığını söylemişlerdir. Evet, dize getirmeye çalışmıştır. Ergenekon davası ile gerçektende bu sefer doğru söylemişlerdir. Cumde bunda başarılı olmuş gözükmektedir. AKP’nin hurbaşkanı Gül, USAK’ın yeni hizmet binasının kurulmasında, desteklenmesinde ve özellikle açılış törenindeki konuşmasında “Türkiye’nin ne TSK karşısında durabilmesinde hiç kuşkusuz yaptığı bellidir. Türkiye tabiî ki hem doğuya, hem babüyük şeytan Amerika’nın rolü çok büyüktür. tıya, hem güneye hem de kuzeye yani her tarafa gitErdoğan’ın son ABD ziyareti bunu bir kez daha mektedir. Türkiye’nin istikameti demokratik değerler, ortaya koymuştur. Yani Türkiye’nin yönü yine insan haklarına saygı, kadın-erkek eşitliği, şeffaflık, batı olmaktan kurtulamamıştır. hukukun üstünlüğü ve serbest piyasa ekonomisinin işÖzellikle Türkiye’ye yönelik olarak dile lerliğidir.” (Radikal) demiştir. Yani Cumhurbaşkanı getirilen “Eksen Kayması” söylemi, Ahmet Gül bu tarifiyle yine batıyı Davutoğlu’nun Dışişleri işaret etmiş ve Türkiye’nin Bakanlığı’na getirilmesi ve Evet, Türkiye’nin ekseninin ekseninde bir kayma olmaBOP ile ilgili faaliyetlerin doğuya kaydığı falan yokdığını göstermiştir. teoriden pratiğe dönüştütur. Türkiye Cumhuriyeti Evet, Türkiye’nin ekrülmesi sürecinde dillenkurulurken hangi eksen üzeseninin doğuya kaydıdirilmiştir. Zira Suriye ile rinde idiyse şimdide aynı ğı falan yoktur. Türkiye sınırlar kaldırılmış, Irak ve eksen yönündedir. Ve bu Cumhuriyeti kurulurken Suriye ile yüksek düzeyli eksen kâfir batı ekseninden hangi eksen üzerinde idiystratejik işbirliği antlaşmabaşka bir yer değildir. Anse şimdide aynı eksen yöları yapılmış, Ermenistan nündedir. Ve bu eksen cak yarım asırdır Türkiye’yi ile protokoller imzalanmış, kâfir batı ekseninden başBasra ve Musul’da konsokapısında oyalayan AB’nin ka bir yer değildir. Ancak losluklar açılmasına karar yerini daha da batıda buluyarım asırdır Türkiye’yi verilmiş, İran ile ilişkiler sanan kâfir sömürgeci Amerika kapısında oyalayan AB’nin mimileştirilmiş ve son olaalmıştır. Bu yeni politikalayerini daha da batıda burak da Ürdün ile Libya’yla rın son Amerika ziyaretinde lunan kâfir sömürgeci vize uygulaması kaldırılObama’nın belirttiği gibi adı Amerika almıştır. Bu yeni mıştır. İşte tüm bu doğuya ‘Model Ortaklık’tır. politikaların son Amerika yönelik açılımlar özellikle ziyaretinde Obama’nın beAvrupa’da ve batı dünyalirttiği gibi adı ‘Model Ortaklık’tır. SSCB varken sında “Türkiye Nereye Gidiyor”, “Doğuya DoğNATO kapsamında Türkiye’yi koruma duvarı ru Eksen mi Değiştiriyor” gibisinden tartışılmaya olarak kullanan Amerika şimdi ise Ortadoğu ve başlanmıştır. Bu tartışmaların yaşandığı günlerAsya’nın sömürülmesinde, enerji koridorlarının de İngiltere Dışişleri Bakanı David Miliband ve güvene alınmasında ve terörist diye tanımladıksonra Bağımsız Türkiye Komisyonu diye adlanları Müslümanlara karşı Türkiye’yi model olarak dırılan ve aralarında eski Finlandiya Cumhurbaşgöstermek istemektedir. Türkiye’nin modelliği kanı Ahtisaari, İtalyan Senato Başkan Yardımcısı ise, Demokrasi ve İslam’ın beraber yaşanabildiBanino, eski Hollanda Dışişleri Bakanı Van Der ği, Amerika’nın çıkarlarına hizmet edildiği ve Broek, eski İspanya Dışişleri Bakanı Oreja ve eski ona göbekten bağlanmak konularında olacaktır. Avusturya Dışişleri Müsteşarı Rohan’dan oluşan Afganistan ve Irak çıkmazında bulunan ABD’yi heyet Türkiye’yi ziyaret etmiş ve eksen konusunen çok rahatlatan ise Türkiye’nin kendi ekseninde da endişelerini dile getirmiştir. (Radikal) olmasıdır diyebiliriz. Ama gerek Cumhurbaşkanı gerekse Başbakan

27 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


Türkiye’nin Ekseni Var mı ki Kaysın? Türkiye ABD’ye modellik yaparken bir yandan da AB’ye karşı size ihtiyacımız yok demeçleri vermektedir. Ayrıca uzun zamandır müzakere sürecini dondurmuş bir siyaset izlemektedir. AKP’nin AB müzakerelerinden sorumlu Bakanı Egemen Bağış şu sözleri ile bunu dile getirmiştir; “Bir ayağı güçlü, diğer bir ayağı zayıf olan köprüler uzun süre ayakta kalamazlar.” (Radikal) Dışişleri Bakanı Davutoğlu ise, Amerika ile Türkiye’nin bölgesel çıkarlarının örtüşmesinin yanlış anlaşılmaması gerektiğini vurgulamaktadır. Sözde başarılı olan bu yeni dış siyasetin mimarı kabul edilen Davutoğlu’nun ise Stratejik Derinlik kitabındaki tespitleri ile şu anki faaliyetleri çelişkiler içermektedir. Aslında kitabın esasında Davutoğlu’nun anlatmaya çalıştığı ve hayal ettiği yeni bir Osmanlı’dır. Zira muhalif kanat bu gelişen sürece ‘Yeni Osmanlıcılık’ adını takmış fakat bu söylem bile tepkilere yol açmış ve Davutoğlu bunu kullanmayı uygun görmemiştir. Kitap da Davutoğlu’nun tezlerinin yeni Amerikan Başkanı Obama ve BOP ile büyük bir uyum sağlanması, yazarın aynı zamanda uygulayıcı rolünü üstlenmesiyle de başarılı olarak görülmesine sebep olmuştur. Mesela kitap da bana göre çelişkili olan hususları şöyle sıralayabiliriz. • “Türkiye’de siyasi kültür, taşıdığı dinamik karakterle Batı Avrupa ve Amerika toplumlarının siyasi kültürlerinden önemli ölçüde ayrılmaktadır.” (Sayfa 80) Peki, o zaman farklı siyasi kültürlere sahip olduğumuz Amerika ile nasıl oluyor da siyasetlerimiz büyük bir paralellik, model ortaklık, eş güdümlülük ve eş başkanlık içeriyor. • “Türkiye’yi farklı eksene oturtan ve özgün bir siyasi kültür dinamizmini doğuran temel fark nereden kaynaklanmaktadır. Bu temel farkı Türkiye’nin zaman ve mekânla ilgili iki sabit değişkenin de yani tarihinde ve coğrafyasında aramak gerekmektedir.” (Sayfa 80-81) Ama şuan izlenen politikalar, Türkiye’nin sabit değişken tarihi ile hiçte uyumlu gözükmemektedir. Kâfir İngiliz ve Fransızların çizdiği sınırları, başka bir kâfir ülke olan Amerika’nın çıkarları doğrultusunda değiştirmeye çalışmak, bu planlara taşeronluk yapmak, bölgedeki Müslümanlar Ocak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

için asla sabit ve değişmeyen bir huzuru getirmeyecektir. • “Türk toplumu gerçekten böyle bir köprü rolünü yeni bir medeniyet açılımına döndürebilecekse öncelikle kendi kimliğini, psikolojisini ve siyasi kültürünü yeniden inşa etmek zorundadır.” (Sayfa 92) Evet, gerçekten doğru bir tespittir. Bu kadar doğru bir tespiti yapan kişinin bu tespiti hiçe sayarcasına faaliyet yürütmesinin tekbir anlamı vardır. İslami kimliğinin gerekliliğini unutup, o büyük tarihi misyonun davasını taşıyacak iradeye sahip olunamamasıdır. Kendisini güçlü göremeyenler ise daima başka bir güce sığınırlar. Burada sığınılacak güç Allah Azze ve Celle ile onun insanlığa hidayet olsun diye gönderdiği İslam nizamı ve bu nizamı hayata hâkim kılmak için samimiyetle çalışan Müslümanlar olmalıdır. Yoksa

Sözde Başarılı Olan Bu Yeni Dış Siyas tin Mimarı Kabul Edilen Davutoğlu’nun İse Str atejik Derinlik Kitabındaki Tespi leri İle Şu Anki Faaliyetleri Çelişkiler İçermektedir. Aslında Kitabın Esasında Davutoğlu’nun Anlatmaya Çalıştığı Ve Hayal Ettiği Yeni Bir Osmanlı’dır. Müslümanları bu içinde bulunduğumuz hale getiren sömürgeci kâfirler değil. • “Tarihi birikim bir toplumun zaman boyutu içinde konumunu belirleyen temel unsurdur. Bu nedenledir ki, tarihi birikim bir siyasi irade tarafından yeniden yorumlanabilir ve stratejik planlamada yeni bir eksene oturtulabilir.” (Sayfa 65) Buda doğru bir tespit olmakla beraber yine çözüm aranan yer yanlıştır. Zira bu tarihe bakıldığı zaman tek bir siyasi otorite ve strateji görülecektir. Bu siyasi irade Hilafet makamı ve stratejisi şer-i hükümlere dayalı, güçlü ve verimli bir stratejidir. İşte bu yüzden asırlarca ayakta kalmış ve insanlığa refah ve huzurun ne olduğunu göstermiştir. Bu stratejinin de bir ekseninde batı vardır ama bunu bugün yanlış okuyanlar gibi onlardan medet umarak, kâfir batının stratejisine model

28


Türkiye’nin Ekseni Var mı ki Kaysın? ortaklık yaparak değil. Tam tersine Allah Allah nidalarının yöneltildiği kâfir batıyı, İslam’ın emir ve nehiyleri gereğince fetih etmekten başkası değildir. Yani kâfir batıya kul olmak ekseninde değil, batıyı daima saadet için Allah’a kul yapmak eksenindedir. İşte bu büyük strateji, batıyı fetih edinceye ve biz Müslümanlar hayatta olduğu sürece öncelikli şiarımız olacaktır. Aslında Müslümanların başlarındaki yöneticiler tarihi doğru okuyup bunu görebilseler, bu stratejinin ütopya olmadığını kavrayacaklardır. En son Ortadoğu’da altı ülkede yapılan bir ankette, burada yaşayan halkın %65’inin Türkiye’nin bölgede daha aktif rol üstlenmesini istediklerini ortaya koymuştur. Ama adım gibi biliyorum ki, bu istek ve önerinin altında Osmanlı Hilafet Devleti’ne duyulan özlem bulunmaktadır. Çünkü Osmanlı’nın devletlerarası sahneden çekilişinden beri bölgede zulüm, talan ve kan hiç eksik olmamıştır. Oradaki Müslümanların beklentileri farklıdır. Aynen Lübnan-“İsrail” savaşında gerçekleşen şu olayda olduğu gibi: Lübnan’a yardım götüren ve dağıtan Türk Kızılay’ı görevlilerine yaşlı bir kadın feryat figan ederek kızmaya başlar. Bunun üzerine oradaki Lübnanlı görevliler, “bunlar Müslüman, Türkiye’den geliyorlar ve yardım getirmişler, neden kızıyorsun? Yoksa karıştırdın mı?” diye sorar. Yaşlı kadın şu şekilde cevap verir: “Hayır karıştırmadım, aksine tanıdığım için kızıyorum. Çünkü bunların dedeleri zamanında bize bu coğrafyada kimse bir kötülük yapamazdı. Osmanlı bizi korur ve kollardı. Ama şimdi onların torunları bize un dağıtmayı marifet biliyor. İşte bu yüzden kızıyorum” der.

Evet, gerek tarihi misyonu, gerek kültürel ortaklığı, ortak geçmişi ve en önemlisi aynı dine mensup olmamız Türkiye’yi bölgede etkili bir konuma getirmektedir. Yani tarih tekrar tekerrür etmeli ve biz Türkiyeli Müslümanlar olarak yeniden İslam’ın sancaktarlığını, Müslümanların korumalığını ve İslam dininin hayata hâkim kılınmasını gerçekleştirmeliyiz. Nasıl ki bizlerde bu güzü gören kâfir batılı ülkeler bu özelliğimizden faydalanmak ve kendi sömürü planlarında Türkiye’yi vazgeçilmez olarak görüyorlarsa, Müslümanların başlarındaki güç ehli de bunu görmeli ve Allah Azze ve Celle’ye tevekkül ederek onun dinine yardım etmelidirler. Bu hayırlı amel onları içine düştükleri keşmekeşten kurtaracak, onları insanlığa efendi, Müslümanlara lider yapacaktır. Müslümanları kurtaracak tek çözüm ve bizleri kalkındıracak yegâne yolda budur. Müslümanlar en son İsviçre’de yapılan minare referandumundan sonra halen aynı hissiyatları taşıdıklarını bir kez daha göstermişlerdir. Kâfir batıya yüzünü dönen yöneticilerin pusulaları bozulmuştur. Zira hepsinin yönü kuzeyi değil, devamlı alarak batıyı göstermekle ve çıkışı orada aramaktadırlar. Batılıların kendi tabirleri ile “hasta adam” olarak isimlendirdikleri hasta ölmemiş, sadece batılı kültür ve hadaratın oluşturduğu narkozun etkisiyle derin bir uykuya dalmıştır. Ama İslam Ümmeti’nin birçok yerinden gelen hayırlı haberler, ‘Uyuyan Dev’in uyanmaya başladığının emareleridir. Ve inşaAllah bu uyuyan devin tekrar ayaklanması çok yakındır. Son sözüm ise korkuyu kalplerinde hissetmeleri için kâfir batıya olacaktır. “Devlerin intikamı büyük olur.”

29 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


Cuma CANPOLAT

2

Şimdi, bir Müslüman olarak, Türkiye-Yahudi “İsrail” varlığı ile olan ilişkilerini tahlil etmeden önce, Yahudilerin, İslam’a ve İslam ümmetine karşı olan tarihi düşmanlıkları üzerinde kısaca durarak, hatırlamaya çalışalım. 1- İlk Müslümanlar, Mekke’den Medine’ye hicret etti ve İslam Akidesi esasi üzere İslam Devleti Medine’de kaim oldu. İşte bu İslam Devleti’nin ilk Reisi olan Allah Rasulü Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem, Medine’nin dâhili ve harici emniyetinin muhafaza edilebilmesi için, önce İslam Ümmeti ile Allah’ın Kitabı ve Rasulü’nün sünneti üzere antlaşma (biat) yaptı. Sonra da zımmi olan Yahudi kabileleri ile antlaşma yaptı. Böylece, yeni kurulmuş olan devletin dâhili ve harici emniyetinden bütün Medine halkı (Müslümanlar ve gayri Müslimler) mesul sayılmışlardır. Ancak bir müddet sonra Medine’deki Yahudi kabileleri, İslam Devleti’ni fikren ve fiilen yıkmak için, İslam’a dil uzatmaya başlamışlardı. Ona karşı çetin bir mücadele vermeye koyulmuşlardı. On-

2 Kasım 2009 günü, Yahudi “İsrail” varlığı, hükümetini temsilen sanayi ticaret ve çalışma bakanı Benyamin Ben Elizer, 24 kişilik bir heyetle Türkiye’ye geldi. Türkiye hükümetinin Dışişleri Bakanı Ahmed Davutoğlu ile görüşmesinde, “İsrail” tarafı ve Türk liderleri geçmişteki ilişkilerini eskiden olduğu gibi devam ettirmek istiyor” dedi. Davutoğlu ona şöyle cevap verdi. ”Gazze de yaşanan trajedinin bir an önce sona erdirilmesini bekliyoruz. Bu konudaki görüşümüzde bir değişiklik yok”. Türkiye’nin Başbakanı Erdoğan ise, Libya’ya hareketinden önce, “İsrail”li Bakan’ın, Davutoğlu ile görüştüğü hatırlatıldı ve Ortadoğu barış süreciyle ilgili nasıl bir süreç işleyeceği sorulması üzerine, Erdoğan dedi ki; ”Türkiye olarak bizim yaklaşımımız, dış politikada düşman kazanmak, düşman üretmek değildir. Biz dost kazanmanın gayreti içerisindeyiz. Ama bunu adalet çerçevesi içerisinde, barışa endeksli olarak yapalım, komşularımızla özellikle bunu aynı şekilde sürdürelim. Filistin-”İsrail” arasındaki bu sıkıntı aynı zamanda bizimde sıkıntımızdır.” diye ifade etti. Ocak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

30


En Şerli İlişki T.C. “İsrail” İlişkisidir ların bir kısım ilim adamları, bir münafıklık planı hazırlayarak kendilerinin Müslüman olduklarını söylüyorlar ve Müslümanların içine katılabiliyorlardı. Kısa bir müddet sonra, kendilerinde çeşitli kuşkular ve şüpheler olduğunu söyleyerek, diğer ihlâslı olan Müslümanları şüpheye düşürmeye çalışıyorlardı. Böylece Yahudiler münafıklıkla, Müslümanlar arasında fikri mücadeleye başlamışlardı. Ancak Allah Azze ve Celle Kur’an-ı Kerim’de, münafıkları ve kalplerinde hastalık olanları şöyle uyardı; ‫ُون فِي‬ ِ ‫ِين فِي ُقلُوب‬ ٌ ‫َّر‬ َ ‫ْم ْر ِجف‬ َ ‫ُون َوالَّذ‬ َ ‫ْمنَا ِفق‬ ُ ‫ض َوال‬ ُ ‫َلئِن لَّ ْم َين َت ِه ال‬ َ ‫ِهم م‬ َّ‫ا‬ ‫َما ُث ِق ُفوا‬ َ ‫ِرون‬ ً‫ِيها إِل َقل ا‬ ِ ‫ْمدِي َن ِة َل ُن ْغرَِي َّن َك ب‬ َّ ‫ِه ْم ث‬ َ ‫ِيل َمل ُْعون‬ َ ‫َك ف‬ َ ‫ِين أَ ْين‬ َ ‫ال‬ ُ ‫ُم اَل ُي َجاو‬ ِّ ‫أُ ِخ ُذوا َوُقتلُوا َت ْقتِيل‬ ”Eğer münafıklar ve kalplerinde hastalık olanlar ve Medine’de iftirada bulunanlar vazgeçmezlerse Biz Seni (Rasulüm Muhammed) onlara musallat ederiz. Sonra onlar, orada (Medine’de) sana mücavir olarak, ancak az bir zaman kalabilirler. Onlar lanetlenmişlerdir, onlar nerede ele geçirilirlerse yakalanırlar ve onlar mutlaka katledilirler” (el-Ahzâb 60-61) Böylece Allah’u Teâlâ, ihlâslı olan Müslümanları ikaz etmiştir ve hakikaten imanlı olanlara da sahip çıkmıştır. Ayrıca Allah’u Teâlâ, o münafıkların çeşitli iddialarını ve iftiralarını Kur’an-ı Kerim’in çeşitli surelerinde tek tek çürütür. Ve Necran beldesinden bir Nasranî (Hıristiyan) heyet Medine ye gelince ve Yahudilere fikren destek olmak için, İlahi Rasule gittiler ve dediler ki, biz, Allah’ın hangi Rasulü’ne iman edeceğiz? Allah Rasulü Muhammed ise, onlara hemen Allah’ın şu ayetini, okudu; ِ ‫يم ِإوَ� ْس َم‬ ِ ‫ِل إِلَى إ ِْب َر‬ ‫يل‬ َ ‫اع‬ َ ‫ِل إِل َْينَا َو َما أُنز‬ َ ‫آم َّنا بِاللّ ِه َو َما أُنز‬ َ ‫ُقولُوْا‬ َ ‫اه‬ ُ ُ ِ ‫األس َب‬ ‫ِي‬ َ ‫ِإوَ� ْس َح‬ َ ‫اق َوَي ْعق‬ َ ‫وسى َو ِع‬ َ ‫ِي ُم‬ ْ ‫ُوب َو‬ َ ‫يسى َو َما أوت‬ َ ‫اط َو َما أوت‬ َّ َ ‫ون‬ ِ ‫ُّون مِن َّرب‬ ِّ ‫ِّه ْم الَ ُنف‬ َ ‫ِم‬ َ ‫النبِي‬ ُ ‫َر ُق َب ْي َن أ َح ٍد ِّمن‬ ْ ‫ْه ْم َون‬ ُ ‫َح ُن َل ُه ُم ْسل‬ ”Deyin ki, Allah’a, Bize indirilmiş olana ve İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve Esbat’a indirilmiş olana ve Musa’ya ve İsa’ya verilmiş olana ve Rablerinden Nebilere verilmiş olana iman ettik, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmiyoruz ve biz onun için Müslüman’ız” (el-Bakara 136)

2- Ancak, Medine’deki Yahudi kabileleri, İslam’a ve Müslümanlara karşı vermiş oldukları fikri ve siyasi mücadelenin kendilerine pek bir

şey kazandırmadığını görünce, onlar daha ileri giderek Müslümanlara saldırmaya başlamışlardı. Ve eziyet gören Müslümanlar da, hemen onlara karşılık veriyorlardı, ayrıca Müslümanlar, meydana gelen bu kötü hadiseleri, Allah’ın Rasulü’ne hemen bildiriyorlardı. Böylece Yahudiler Medine’nin dâhili emniyetini bozuyorlardı. Ve ayrıca onlar, İslam Devleti’nin düşmanları ile görüşerek, İslam Ümmeti’ne karşı hainlik ediyorlardı. İslam Devleti, Yahudilere karşı kararını verince, önce Beni Kaynuka Yahudilerinden kurtulmak istedi ve onları muhasara altına aldı. Çünkü onlar kuyumculuk çarşısında bir kadına saldırmıştı: Kadın elindeki ziynet altını ile Yahudilerin kuyumculuk çarşısına gelmişti ve orada otururken, arkasında bir Yahudi yaklaşarak gizlice kadının eteğini arkasına iğnelemişti. Kadın ayağa kalkınca avret yeri görünmüş ve çevredekilerde (Yahudiler de) hemen gülüşmeye başlamışlardı. Kadın ise hemen imdat diye bağrınca hemen bir Müslüman harekete geçerek o yahudiyi katletmişti. Sonra diğer Yahudilerde, o Müslüman’ı katletmişi. Katledilen Müslüman’ın akrabaları da Yahudilere hücum etmişlerdi. Böylece hadisenin daha fazla büyümemesi için, Allah’ın Rasulü, devletin ileri gelen sahabeleri ile istişare etti ve Beni Kaynuka Yahudilerinin katledilmeleri kararlaştırıldı. Ancak yahudilere dostluk besleyen Abdullah ibni Selul, İlahi Rasule yalvararak ve defalarca teklifte bulunarak dedi ki. “ey Muhammed benim dost edindiklerime iyilik et” deyince, İlahi Rasul, merhamet olsun diye beni Kaynuka’nın katledilmemesine karar verdi ve onlara ceza olarak Medine’yi terk etmelerini istedi. Onlarda bu cezayı kabul ederek, Medine’nin kuzeyine doğru yönelerek Şam beldesinin Ezriat kentine sürüldüler. Yahudilerin diğer kabileleri ise; Müslümanlar Uhud gazvesini kayıp verince, Yahudiler bunu bir fırsat bilerek Müslümanlardan intikam almak istediler. Allah’ın Rasulü Muhammed, on Müslüman’la birlikte, Beni Nadir kabilesine gidince, Yahudilerin bir kısmı böyle bir ziyaret için çok sevinirken, diğer bir kısmı da, İlahi Rasulün katledilmesi için bir tuzak kurma peşindeydiler. Allah’ın Rasulü bunu anlayınca hemen orayı

31 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


En Şerli İlişki T.C. “İsrail” İlişkisidir ki, “öyle ise Muhammed’in hükmünü kabullenmekterk etti. Sonra Allah Rasulü bu durumu Müsten başka çare yok” dedi. Ve onlarda Muhammed lümanlara açıkladıktan sonra, Muhammed ibni SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e, şunu arz ettiler. Mesleme’yi Beni Nadir kabilesine gönderdi ve on”Mülkümüzü bırakalım ve Şam Beldesinin Ezriat kenlara memleketi (Medine’yi) terk etmelerini emrettine gidelim.” Ancak Allah Rasulü, verilmiş olan ti. Terk etmeleri için onlara on gün mühlet verdi, hükmü kabul etmelerini istedi. Sonra Beni Kuraysonra da onları muhasara altına aldı. Böylece Beni za kabilesi, kendilerinin af edilmeleri için, Avus Nadir Yahudileri Medine’yi terk ederek, bir kısmı kabilesini devreye soktular. Avus kabilesi, Allah Hayber’e gitti, oraya yerleşti, diğer bir kısmı da Rasulü’nden, Beni Kurayza’nın af edilmesini diŞam beldesinin Ezriat kentine gitti. Böylece Medileğinde bulununca, Allah Rasulü onlara dedi ki; ne Yahudilerin fitne ve fesatlarından kurtulmuş ”Ey Avus cemaati, Benimle sizin müttefikleriniz oldu. Medine de Yahudilerden yalnız Beni Kuarasında, sizden birisinin, Benim hakem gösterrayza kabilesi kalmıştı. Allah Rasulü onlara domem için, siz rıza gösterir misiniz?” Onlarda kunmadı, çünkü onlar yapılmış olan sözleşmeyi ”evet” dediler. O, dedi ki; ”siz onlara söyleyin ki bozmamışlardı. Ancak İslam Devleti’nin ve ümkimi istiyorlarsa onu metinin çeşitli düşman Saad Hükmünü Açıkladı: ”Beni seçsinler.” Yahudilerorduları Medine’yi Kurayza Silahı Bırakacak Ve Teslim de, Saad İbni Muaz’ı muhasara altına alıp Olacak Ve Muharip Olanları Ka seçtiler. O da, vereceği saldırıda bulunmak ledilecek, Malları Taksim Edilecek, hüküm için her iki taiçin Medine’nin sınıKadınları Ve Çocukları da İstihdam raftan yazılı onay belrına dayandıklarında, Edilecektir”. İlahi Rasul Bu Hükmü gesi alınca, Saad hükBeni Kurayza YahudiDuyunca, Dedi Ki; ”Muhammed’in münü açıkladı: ”Beni leri, kendilerinden olan Nefsi Elinde Olana Yemin Ederim Kurayza silahı bırakacak Huyey ibni Ahtap’ın Ki, Senin Vermiş Olduğun Bu Hükme, ve teslim olacak ve muhasözüne uydular ve rip olanları katledilecek, Allah Ve Mü’minler Razı Oldular yapılmış olan antlaşmalları taksim edilecek, Ve Ben Bununla Emrolundum”. mayı bozarak, Müslükadınları ve çocukları da manları ortadan kalistihdam edilecektir”. İlahi Rasul bu hükmü duyundırabilmek için düşmanla işbirliği içine girdiler. ca, dedi ki; ”Muhammed’in nefsi elinde olana yeAncak Medine dışından gelen düşman orduları, min ederim ki, Senin vermiş olduğun bu hükme, Allah’ın izni ile Medine’nin sınırını terk edince, Allah ve mü’minler razı oldular ve Ben bununla Allah’ın Rasulü, İslam ordusuna emir verdi ve emrolundum”. Sonra İlahi Rasul Medine’nin bir Beni Kurayza’ya hareket edildi ve onları yirmi sahasına çıktı, emrini verdi, hendekler kazıldı, beş gün muhasara altında tutu. Sonra Beni Kusonra verilen hüküm tatbik edildi, muharip olan rayza, Allah’ın Rasulü Evs kabilesinden olan Abu Yahudilerin boyunları vuruldu ve hendeklere deLubabe’yi, elçi olarak gönderdiler ki, kendilerini fin edildiler. Allah Rasulü, Beni Kurayza’nın sertemsilen istişarelerde bulunması için. Sonra Ebu vetlerini, kadınlarını ve çocuklarını MüslümanLubabe, Beni Kurayza’ya dününce, onlar ona şöylara taksim etti, ganimetin beşte birini ayırdıktan le sordular. ”ya Eba Lubabe Muhammed’in hükmüsonra ve ganimetten kalan bir kısmını Saad Bin nü kabul edelim mi?” o da “evet” diye cevap verdi Zeyd El-Ensari’ye verdi ve onu Necd beldesine ve kendi eliyle, kendi boynuna işaret etti ki, eğer gönderdi ki, Müslümanlara, silahlar ve atlar satın siz hükme uymazsanız katledilirsiniz. Sonra Ebu alabilsin. Lubabe, Beni Kureyza’dan ayrılınca, Beni KureyBöylece, beni Kureyza hainliğinin cezasını za meseleyi, Kaab İbni Esed’e götürdüler, o da görmüş oldu. Ancak Medine’nin çevresi buna onlara çeşitli tekliflerde bulundu. Onlar bu tekrağmen, bütün Yahudilerden kurtulmuş değildi. liflerin hiç birisini kabul etmeyince, onlara dedi Ocak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

32


En Şerli İlişki T.C. “İsrail” İlişkisidir Çünkü daha Hayber Yahudileri vardı. Ve onlar daha şerlilerdi. Zira onlar, Mekke müşrikleri ile işbirliği yaparak, İslam Devleti’ni ortadan kaldırmayı düşünüyorlardı ve onlar Medine’ye yakın oldukları için büyük tehlike oluşturuyorlardı. Dolayısıyla Allah Rasulü Mekke ile Hudeybiye antlaşmasını imzalayınca Hayber’e ağır bir darbe indirmeyi düşünmüştü. Böylece Müslümanlara Hayber gazvesi için hazırlanmalarını emretti ve bin altı yüz kişilik bir ordu ile Hayber’e hareket etti. Ancak Hayber Yahudileri kendi kalelerine ve sığınaklarına çekilip kendilerini kurtarmaya çalıştılar. Sonra onlar Müslümanlara karşı savaşmaya başladılar ve umutları savaşmaktan kesilince, İlahi Rasulden, sulh talep ederek şunu istediler; “kanları akıtılmasın, arazi ürünlerinin yarısı kendilerine kalsın” ve gelen bu teklifi Allah Rasulü kabul edince Hayber, İslam ordusu tarafından fetih edilmiş oldu. Böylece Arap yarımadasındaki bütün Yahudi kabileleri ve beldeleri İslam’ın hâkimiyetine boyun eğmiş oldu ve onların Arap yarımadasında hiçbir sultası kalmamış oldu. 3- Filistin’e gelince, malum olduğu gibi, Filistin, Hicri 16 el-muvafık M. 638 senesinde, İslam ordusu tarafından fetih edilince, orada yaşayan halk, Yahudilerin Filistin’den çıkarılmalarını, Raşidi Hilafet Devleti’nin ikinci Halifesi olan Ömer ibn’il Hattab’tan istemişlerdi. Buna göre “Ömeriye taahhütnamesi hazırlanmıştı” ve Yahudiler, buna göre Filistin’i terk etmişlerdi. Ancak Hicri 28 Recep 1342 el-muvafık M. 3 Mart 1924’te Osmanlı Hilafet Devleti yıkılınca ve Filistin sömürgeci kâfir İngiltere tarafından Birinci Dünya Harbi akabinde, M. 1918 yılında işgal edilince, Yahudiler İngiltere’den Filistin’in bir kısmında kendilerine bir devlet oluşturmak için toprak verilmesini istemişlerdi. İngiltere, maalesef Yahudilerin bu isteklerini İkinci Dünya Harbi akabinde M. 1948 yılında fiilen yerine getirdi ve Filistin’in yarısını (Doğu Şeria kısmını) Müslümanların elinden alarak, göçebe Yahudilere teslim etti. Böylece, sömürgeci kâfir İngiltere, Filistin’i ikiye bölerek, yarısını Yahudilere gasp ettirdi. Onlarda, 1948 yılında Yahudi “İsrail” varlığını oluşturunca, Birleşmiş Milletler (Devletler) teşkilatı Filistin’in ikiye

bölünmesini hemen kabul etti ve başta sömürgeci kâfir devletler olmak üzere, maalesef Türkiye de Yahudi “İsrail” varlığını hemen onayladılar. Böylece Birleşmiş Milletler’de üye olan Türkiye, Yahudi ”İsrail” varlığını onaylayınca, diplomatik (Elçilik ve Konsolosluk) ilişkileri başlamış oldu. İşte o günden bu güne kadar, şer olan bu ilişkiler, Türkiye tarafından iptal edilmedi, bilakis genişleterek çoğaltıldı ve halen en geniş bir şekilde devam etmektedir. Hâlbuki Yahudi “İsrail” varlığı, İslam ümmetinin ikinci merkezini ve İsra, Mirac yerini (mübarek Filistin toprağını) gasp ederek, işgal etmiştir ve orada binlerce Müslüman erkek, kadın ve çocukları katletmiştir. Ayrıca diğer Müslüman beldelere de defalarca saldırıda bulunmuştur ve bir kısmını işgal etmiştir. Bütün bunlara rağmen Türkiye Devleti, Yahudi “İsrail” varlığı ile olan askeri ilişkilerini de devam ettirerek, onların pilotlarını askeri eğitimden geçirerek, onları yetiştirmektedir ve onları altı yıldır askeri tatbikatlara dâhil etmektedir. Onlarla iktisadi ve ticari ilişkilerini de sürdürmektedir. Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Gül, Yahudi Cumhurbaşkanı tarafından davet edildiğini öğrenince ”uygun olan bir zamanda ziyarette bulunacağı” mesajını hemen veriyor! Türkiye-Yahudi ”İsrail” varlığı arasında Ankara’da 4. Dönem Karma Ekonomi Komisyonu toplantısı yapılınca, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül “alınan kararların iki ülke arasındaki ilişkilere yeni bir ivme kazandıracağına inandığını” ifade etti. İşte Türkiye’de İslam Hilafet Devleti mevcut olsaydı, bu Yahudi “İsrail” varlığı ile asla her hangi bir ilişki kurulmazdı ve Filistin’in bir karış toprağı dahi (Müslümanların Halifesi ikinci AbdulHamid zamanında olduğu gibi) Yahudilere teslim edilmezdi. Çünkü Allahu Teâlâ şöyle diyor: ُ ّ‫ه‬ ‫س ِبيال‬ َ ‫” وَلَن ي َ ْج َع َل الل لِلْ َكا ِفرِي َن َعلَى مْال ُ ْؤ ِم ِن‬Ve Allah, َ ‫ني‬ kâfirler için, Müminler üzerinde ebediyen yol oluşturmaz” (en-Nisa 141) Böylece İslam’a iman edenlerin, kâfirler tarafından yönetilmelerini, Allahu Teâlâ haram kılmıştır. Zira İslam’a iman etmeyenler (kâfirler), Müslümanları ancak kendi beşeri kanunları ile yönetirler ve Müslümanların haklarına ve maslahatlarına asla sahip çıkmazlar.

33 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


M. Oğuz OSMANOĞLU

B

irinci Dünya Savaşı sona erer ermez, sömürgeciler Osmanlı Hilafet Devleti’nin bütün beldelerini işgal ettiler. Onların nihai hedefi bu devleti tamamen yok etmek ve bir daha kuruluşunu ebediyen engellemekti. Nitekim onlar yüzyıllardır hayalini kurdukları planlarında, çeşitli entrikalarla büyük başarı göstererek İslam Devleti’ni parçalara ayırıp yıktılar. Sonrasında ise daha ehemmiyetle; İslâm dünyasının herhangi bir yerinde İslâm Devleti’nin tekrar kurulmasını engellemek için çalışmaya başladılar. Bu çaba, şüphesiz devletin yıkılması uğrunda sarf edilen çabadan daha büyük bir çaba olacaktı. Bunun için birçok planı sinsice ve uşak yöneticileri ile uyguladılar. İslâm Devleti’nin tekrar var olmamasını garanti edecek birçok üsluplar kullandılar. Ve hala bunun için çalışıyorlar... Sömürgeci batılılar, İslam beldeleri içerisindeki –bilinçli veya bilinçsizce olan- ajanlarını ve bazı kendi safına çektiği âlimleri (!) kullanarak; dini devletten ayırmaya davet eden, İslâm’da -siyasi- hayat nizamının bulunmadığını iddia eden, İslâm’da yönetimle ve devletle ilgili bir şeyin geçmediğini anlatan, devlet değil birlik fikrini savunan ve batılıların fikir ve planlarını sempatik Ocak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

göstererek, medya ve siyasiler aracılığı ile onlarca yıldır benzer şekilde gündemler oluşturmaktadır. Uzun yıllar boyunca İslam beldelerinde, Arap Birliği, Türk Birliği, İslam Birliği, Vatani Sınırlar ve batıya yakın Çağdaş Yaşam fikirlerini, birer fitne olarak yoğun bir şekilde gündem yaptılar. Bunlardan, Türkler arasında “Türk Birliği-Türk İslam Birliği”, Araplar arasında da “Arap Camiası/Birliği”, “İslâm Birliği” olarak bu iki konu üzerinde kısır tartışmalar çıkarttılar. Gazeteler, dergiler, yazarlar bu iki konuyla uzun müddet meşgul oldu, Arap veya Türk Birliği mi daha iyi ve daha sağlıklıdır, yoksa her ikisini içine alan ‘İslam Birliği’ mi daha iyi ve sağlıklıdır. Hâlbuki ne “İslâm Birliği”, ne “Türk Birliği” ne de “Arap Birliği” hiç birisi de doğru ve sağlıklı bir şey değildir. Ayrıca onların var olmaları İslâm Devleti’nin kuruluşunu engeller. Fakat sömürgeci -kâfir- batılılar, zihinleri İslâm Devleti’nden uzaklaştırmak için bu tartışmayı ortaya çıkarttılar ve bu şekilde İslâm beldelerinde Hilâfet ve İslâm Devleti düşüncesini zihinlerden uzaklaştırabildiler. Batılılar –başta İngiltere olmak üzere-, İslam Devleti’ni parçalara ayırıp, her birine kendi siyasetini ve kanunlarını güden yöneticiler atadıktan

34


“İslam Birliği“ Fitnesi, Hilafet Devleti’ni ... sonra, zehirli fikirlerini ve planlarını uygulamak üzere Müslümanlar arasına yaydılar. Kâfir batı, milliyetçilik, vatancılık, özgürlük, demokrasi vb. gibi kendilerince modernist fikirlerini İslam ile kamufle ederek kamuoyuna mütemadiyen sunarak gündem edilmesini sağladırlar. Bu sözler İslâm yerine geçer oldu. Bunun neticesi -bir zamanlar aynı tebaa olan- Türkler ve Araplar, İslam eksenli millî (vatancı) ve milliyetçi esasa dayalı hareketleri kendileri için köklü çözüm olarak gördüler, demokrasiyi merkezleri ilan ettiler ve ideallerini ona dayandırarak, kalkınmayı bu zehirli karışımlarla sağlamaya çalıştılar. Millî ve İslamî birlik, milliyetçilik, demokrasi ve batıdan gelen çağdaşlık fikirleri beraber harmanlandı ve atmosferi kaplar hale geldi. Övünme ve kendisini aziz görme kaynağı o kelimeler oldu. Batılıların sinsice enjekte ettiği fikirler sonucunda; İslam’ı kavrayışları ruhani, onu çözüm olarak algılamaları ise İslam Birliği fikri ile sınırlandırıldı. Sömürgeciler bununla yetinmediler. İslâm hakkında ve İslâm’daki yönetim nizamı hakkında hatalı çarpık mefhumlar yaydılar. Hilâfet’i papalık suretinde, kehanetçi dini bir yönetim şeklinde göstermeye çalıştılar. Öyle oldu ki Müslümanlar, Halife kelimesinden söz etmekten ve Hilâfet’i istemekten utanmaya, kaçınmaya başladılar. Müslümanlar arasında Hilâfet’i istemenin gericilik ve yobazlık olduğuna, çağdaş ve kültürlü birinin böyle bir fikre sahip olmasının doğru olmadığına ve aydın düşünür bir insanın bu çözümü kabul edemeyeceğine dair genel kamuoyu oluşturdular. İslam Birliği fikrinin Müslümanlar için tek İslami çözüm olduğu algılayışı, maalesef ki Müslümanlar arasında kabul görür oldu. Hilafet Devleti’nin yıkılmasından sonra; ‘Hilafet’ ve ‘Halife’ kelimeleri sanki hiç kullanılmamış, sanki o âna kadar İslam üzere yönetilmemiş ve dünya hayatında Allah Azze ve Celle’nin dinini hâkim kılmak üzere yüklendiğimiz İslam davası hiç var olmamış gibi düşündürülerek, zihni bir erozyon yaşattırıldı. Maalesef halen bunun etkisi olarak, bazı İslamî cemaat liderleri ve İslamî yazarlar,

“Hilafet Devleti’nin günümüz çağında uygulanamayacağını, eski özelliğini yitirdiğini, ortak insan hakları değerlerine uymadığını, bizi geriletip düşman kazandıracağını, bu çağın demokrasi üzere ılımlı İslami hareketleri kaldırabileceğini ve İslamî çözüm isteniyorsa bunun ancak İslam Birliği gibi oluşumlarla sağlanabileceğini” ısrarla beyan ediyorlardı. Hâlbuki onların ağızlarında gevelediği bu fitne fikirler, on yıllar önce batılı kâfirlerin icat ettiği ve Hilafet’in yıkılmasından sonra tekrar geri gelmemesi için uyguladıkları en önemli planlarıydı. Bunun farkına varamadıkları, basiretsizlikleri ve onlara meyillerinden dolayı, Müslümanlardan onlara kapılıp sürüklenen niceleri oldu… Onlara İslami olarak sunulan bu pembe rüya uğrunda çabalamaları, yürek acısından başka bir şey olamayacaktır, eğer kandırılmışlarsa… Yok, eğer bilerek bu hain plan üzere batılıları memnun etmek üzere çalışıyorlarsa, o zaman yerleri ateş olacaktır. İngilizlerin icat ettiği, bayraktarlığını Afgani, Muhammed Abduh ve Reşid Rıza’nın yaptığı ve günümüze kadar gelen bu “İslam Birliği” ekolün yeniden canlandırılmaya çalışıldığı, yazarların ve bazı kişilerin bu hastalığın müptelası olduğu, Müslümanların da bu etkinin altında kaldığı ortadadır. Kasıtlı ve manalı üretilen bu gibi düşünceler, İslam’a ve Müslümanlara düşman olanlar tarafından üretilmektedir. Maksatları ise; Müslümanların bu gibi fikirlerden etkilenip tek birliktelik olan Hilâfet altında birleşmelerini önlemektir. O zamanlarda bu fitne fikir üzere, ajan yöneticiler tarafından Birleşik İslam Devleti kurulması ve papalık benzeri Hâlîfelik unvanı verilmesi özlemi içerisinde olunduğunu görüyoruz. Bu düşüncenin bir benzerini Cemaleddin Afgani’nin İslam Birliği tarifinde görmek mümkündür: “Benim içtenlikle istediğim, bu ülkeleri birleştiren tek otoritenin Kur’an ve onların din birliği olmasıdır. Her ülke için bir yönetim olur. Fakat bu yönetim, din birliğinden dolayı diğer ülkedeki yönetimle dayanışma bilincinde olur.” Amerika’da, bu sinsice ve fitne olarak tasarlanmış “İslam Birliği” projesini kendi Ortadoğu planları noktasında, uygulamaya karar verdi.

35 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


“İslam Birliği“ Fitnesi, Hilafet Devleti’ni ... Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’ni, Müslümanlamiştir. Amerika, dünyanın servetlerini hunharca rın topraklarını sömürmek için sinsice siyasetler yağmalayan, sömüren ve tüm kaynakları kendi ile planlamıştı, fakat küfür bir devlet olmasından zenginliğine katarak yedikçe yiyen bu düzeninin dolayı Müslümanların arasında istediği gibi yer sahibi olarak; Hilafet Devleti kuruluğunda, birer bulamamıştı. Bu yüzden bu planını, Müslüman birer tüm İslam beldelerini topraklarına kattığınliderleri katarak, dini motiflerle renklendirerek ve da ve tüm küfür düzenlerini kökünden kazıyana İslam’danmış gibi göstererek uygulayabileceğini kadar mücadele edeceğini bildiğinden dolayı, anladı. Bunun için bu bölgedeki ülkelerden biri kendi sonunun gelebileceğini kavramıştır. Bunun olan Türkiye’ye ve onun Başbakanı’nı bu görev için, bu şer planını uygularken şu yönü de hesaba ile yeni bir açılım sürecine yönlendirdi. Bununkatarak adımlarını sağlam atmak durumundayla birlikte, tüm Arap ve Türk kamuoyunu, İslam dı: İslâmî hareketleri ve partileri, demokratik yöBirliği veya yeni Osmanlıcılık fikri ile uygun atnetimlerin siyasi hayatına ortak edip, yönetimin mosfer oluşturdu. ortağı veya iktidarı olmalaTürkiye’nin Dış politirını ve Amerikancı siyaset Amerika, Müslümanların İslam kalarındaki son gelişmelere güderek bu sistemde yer İdeolojisi Üzere Tekrar Bir Araya baktığımızda; komşu ülkealmalarını sağladı. BöyleGelmelerine Engel Olmak İçin Bu ler ile sıfır sorun uygulamace Müslümanlara, bu haŞerir Planı Gündeme Getirerek, Onu sı, Türk ve Arap devletlerle reketlerin ileri gelenlerini Kendi Hegemonyası İçin Olmazsa yakın siyasi ilişkiler, viiktidara taşıyarak, İslam’ın Olmaz Bir Çözüm Görmüştür. zelerin kaldırılması, ortak yönetime ulaştığını gösteÇünkü O, Hilâfet’in Ne Olduğunu, ticari anlaşmaların imzarecekti. Bu şekilde insanlar Ne Kadar Azametli Olduğunu Ve lanması, enerji boru hatlaaz da olsa yatıştırılmış ve İslâm Ümmeti’nin, Hilâfet Devleti’ni rı kapsamında Kafkaslara Müslümanların büyük bir Kurarak Hayatlarında İslam İle yönelerek onlara çözümler iştiyakla koştukları İslâmî Yönetilmeye Kuvvetli Bir Yöneliş İle sunması, Ortadoğu bölgeHilâfet’in kuruluşu az da Yöneldiğini İdrak Etmiştir. sinde ağabeyliğe soyunmaolsa geciktirilmiş olacaktı. sı ve en bariz adım olarak Bununla birlikte yine kendi Ortadoğu’nun necis varlığı ‘İsrail’ ile ilişkilerini güdümündeki yöneticilerden oluşan ülkeler arası gerginleştirerek diğer Arap beldelerin sempabir birliği (İslam Birliği’ni) sağlayarak yine bu fittisini ve liderliğini kazanma çalışmaları, hep bu ne planını uygulayacak ortamı sağlamış olacaktı. planın aşamalarıdır. İslam Birliği’ni kurmak ve Pentagon’un stratejilerini belirleyen Stratfor Amerikan siyaseti doğrultusunda İslami beldeadlı şirketin kurucusu ve Gölge CIA lakaplı Gelere siyasi yaptırımlar uygulamak... Amerika’nın orge Friedman Büyük Ortadoğu Projesi’nin tartıbaşaramadığını, ılımlı ve İslami lider vasıfları ile şıldığı bu günlerde Türkiye’ye yol haritası olarak etiketlendirilerek T.C. devleti iktidarı ile gerçekİslam ülkelerinin liderliğini çizdi. “Avrupa Birliği leştirmektir. yıkıldı, çağırsa da gitmeyin, İslam Birliği liderliğine Amerika, Müslümanların İslam ideolojisi üzeoynayın. Türkiye artık yüzünü çoğunluğunu İslam re tekrar bir araya gelmelerine engel olmak için ülkelerinin oluşturduğu bölgede liderliğe çevirsin. Bubu şerir planı gündeme getirerek, onu kendi henun için ekonomik gücünüz ve Osmanlı yeteneğiniz gemonyası için olmazsa olmaz bir çözüm görmüşvar.” (Hürriyet 05.03.2009) Bu doğrultuda ılımlı İslam, İslam Cumhuriyetür. Çünkü o, Hilâfet’in ne olduğunu, ne kadar ti, Demokratik İslam, D8’ler, Birleşik İslam Devazametli olduğunu ve İslâm Ümmeti’nin, Hilâfet leti, İslam Federasyonu, modern İslam Devleti, Devleti’ni kurarak hayatlarında İslam ile yönetilAB’ne benzer İslam Birliği gibi söylemler yıllarca meye kuvvetli bir yöneliş ile yöneldiğini idrak etOcak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

36


“İslam Birliği“ Fitnesi, Hilafet Devleti’ni ... Müslümanlara fitne olarak verildi. Son dönemlerde ise Osmanlı Devleti tevil edilerek/aslından uzaklaştırılarak farklı bir formatta İslam ümmetine bir yenilikmiş gibi sunulmak istenmektedir. Bunu planlayanların ümmetin hassas noktalarını bildikleri anlaşılmaktadır. Onun içindir ki; ya sunulan düşünceler İslamî söylemlerle süsleniyor veyahut ümmetin tarihinden alıntılar değişikliğe uğratılarak, yorumlanarak; “alın istediğiniz bu değil mi” diyerek önlerine konuluyor. Amerika bunu, her ne olursa olsun BOP planlarının ve düşüncelerinin ümmet üzerinde etkili olamayıp başarısızlığa uğraması ve akabinde Müslümanların İslam’a geri dönüşlerini hissetmiş olmalı. Müslümanlara her ne olursa olsun kendi nizamlarını (demokrasiyi, laikliği, cumhuriyeti, kapitalizmi, liberalizmi vb.) kabul ettiremediklerinden bu fitnelere başvurmaktadır. Ürettikleri projelerin (Ortadoğu projesi gibi), bu şekilde etkin olamayacağını keşfetmişlerdir. İşte bu noktada kâfir batı -başta Amerika olmak üzere- Müslümanlara en yakın tarih olan Osmanlı Devleti üzerinde yoğunlaşmışlardır. Çünkü onlar ümmetin büyük bir kesiminde şunu gördüler: “İslam ümmeti geçmiş o şerefli günlerine geri dönmek istemektedir. Bu istekse içi boş bir istektir. Yani Müslümanların genelinin istedikleri Osmanlı Devleti’nin yapısını tam anlamı ile bilmiyor, ancak birleştirici olarak görüyor. Dahası onun bir Hilafet Devleti olduğunun birçokları farkında değil.” Bu boşluğu gören kâfirler için büyük bir fırsattır ve bu fırsat değerlendirilmeye başlanmıştır. Akabinde çalışmalar başlatılmış ve aslından uzaklaştırılarak, saptırılmış bir şekilde Müslümanlara pazarlanmaktadır. Elbette bu fikrin kaynağı batılılardır. Uygulanması düşünülen yer ise tabi ki İslam beldelerinden bir yer olacaktır. Son dönemlerde Hilâfet, Hilâfet’i hayata hâkim kılmak isteyen kitle ve Müslümanlar üzerine medya tarafından bir şeyler yazılıp söylenmeye başlandı. İslam’a, değerlerine, Müslümanlara ve İslamî kitlelere karşı açık savaşın yürütüldüğü bir ortamda Hilâfet hakkında birileri tarafından

kasıtlı gündem oluşturulmak istendiğini görüyoruz. İslam Hilâfet Devleti, çalışmasını baltalamak veya yanlış mecralara çekerek Müslümanların kafalarını karıştırmak isteyen iç ve dış güçlerden oluşan bir veya birden fazla ekibin olduğu kanaatindeyiz. Bu İslami hareketler, batılıların fikirlerine kanmamış olup gerçekten Hilâfet istenmiş olsaydı, Hilâfet kendi çerçevesi içerisinde ele alınır ve onun hakkındaki hükümleri yine kaynağından alınmaya yönelinirdi. Fakat bunu yapma yerine gayri İslamî düşüncelerle hareket edildiği gayet açıktır. Müslümanlar olarak kâfirlerin hazırlayıp çeşitli şekillerde, değişik kişilerle İslam âlemine pazarladığı sapık fikirlerden etkilenmemek ve tuzaklarına düşmemek için uyanık olmak zorundayız. Bunun için de bu düşüncelerin nereden ve nasıl geldiğini bilmemiz gerektiği gibi Hilâfet’in mana ve muhtevasını bilmekte o kadar önemlidir. Müslümanlarda şu günlerde İslam’a artan meyillerinin önüne geçilmek istendiği gibi kaynaklarına yönelmelerinin önlenilmesi isteniyor. Gerçekten ümmet bir çıkış yapmıştır. O da İslamî hayata yöneliştir. Bu yönelişte artık kapitalizme, demokrasiye, laikliğe yer yoktur. Müslümanlar İslam’ı anlamak ve onunla hükmolunmak istiyorlar. Düşmanlar bundan dolayı saptırmalarla ümmetin önünü kesmek istiyorlar. Evet, Ümmet Hilâfet konusunda aydınlanmak istiyor. Bunu yapacak olanlar da, bu işin içinde olan İslam davetçileridir. Bu noktada Hilâfet konusunun açıklanmasına gerek vardır: Hilâfet; tarifini ve yapısının şeklini şer’î hükümlerden almıştır. Hilâfet; İslam şeriatının hükümlerini hâkim kılması ve İslam Daveti’nin tüm insanlığa taşınması için yeryüzündeki tüm Müslümanların liderliğidir. Onda parçalanmışlık yoktur, Hilâfet tekdir. Devlet, toplum ve hayat için düşünce ve metod bütünlüğüne sahip olması yönüyle İslâm, devlet ve yönetim kavramlarını kendisinin ayrılmaz bir parçası kılmıştır. Bu nedenle İslâm, Müslümanlara İslâm Devleti’ni ve İslâm yönetimini

37 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


“İslam Birliği“ Fitnesi, Hilafet Devleti’ni ... ikame edip İslâm’ın hükümleri ile hükmetmelerini emretmiştir. Bu çerçevede, Kur’an-ı Kerim’de, Allah’ın indirdikleri ile yönetmelerini emreden “Hüküm” ve “Sultan”a ilişkin onlarca ayet yer almaktadır. ‫ول َوأُ ْولِي األَ ْم ِر مِن ُك ْم‬ َ ‫الر ُس‬ َّ ‫يعوْا‬ ُ ‫يعوْا اللّ َه َوأَ ِط‬ ُ ‫أَ ِط‬ “Allah’a itaat edin, Rasule ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin.” (Nisa 59) ِ ‫الر ُس‬ ‫ْه ْم‬ َّ ‫وه إِلَى‬ ُ ‫ول ِإوَ�لَى أُ ْولِي األَ ْم ِر ِمن‬ ُ ‫َو َرُّد‬ ْ ‫َول‬ “Ve keşke onu, Rasule ve onlardan olan ulu’l emre götürselerdi.” (Nisa 83) İslâm’da yönetim sistemi, devletin şeklini, vasıflarını, ilke ve temellerini, yönetim organlarını devletin üzerine bina edildiği esasları açıkça ortaya koyduğu gibi, tüm problemlerin çözümünün üretildiği düşünce, kavram ve ölçülerle uygulanacak anayasa ve yasaları da açıkça ortaya koyan bir sistemdir. İslam’da yönetim şeklinin Hilâfet olduğu delillerde izaha ihtiyaç bırakmayacak kadar açıktır: Müslim, Ebu Hazim’den şu hadisi rivayet eder: Hişam b. Urve ve Ebu Salih, Ebu Hureyra’dan o da Rasulullah’tan şunu rivayet etmiştir: ،‫ِي‬ َ ‫ّما َهل‬ َ ‫إس َارئ‬ ْ ‫َكان‬ ُ ‫وس ُه ُم األَ ْنب َِي‬ َ ‫ ُكل‬،‫اء‬ ُ ‫ِيل َت ُس‬ ْ ‫َت َبنُو‬ ّ ‫ِي َخ َل َف ُه َنب‬ ّ ‫َك َنب‬ ‫ ُفوا‬:‫ال‬ َ ‫ َف َما َت ْأ ُم ُرنَا؟ َق‬:‫ َقالُوا‬،‫ُر‬ ُ ‫ َو َس َت ُك‬،‫ِي َب ْعدِي‬ ُ ‫ون ُخ َلف‬ ُ ‫َاء َف َت ْكث‬ ّ ‫إوَ� ّن ُه الَ َنب‬ َ َ‫أل‬ ‫اه ْم‬ ُ ‫اس َت ْرَع‬ ُ ‫ َوأ ْع ُط‬،‫ب َِب ْي َع ِة األَ ّو ِل َفا ّو ِل‬ ّ ‫ َف‬،‫ّه ْم‬ ُ ‫إن اللّ َه َسا ِئل‬ ُ ‫وه ْم َحق‬ ْ ‫ُه ْم َع ّما‬ “İsrailoğulları Nebîler tarafından siyaset (idare) edilirdi. Bir Nebî öldüğünde onu bir diğeri takip ederdi. Ve şüphesiz benden sonra Nebî yoktur. Ancak birçok Halifeler olacaktır. Oradakiler dediler ki: “Bu durumda bize ne emredersin?” Dedi ki: “İlk biat edilene vefakâr olun ve ona karşı olan görevlerinizi yerine getirin. Muhakkak ki Allah size karşı görevlerini yerine getirip getirmediklerini onlardan soracaktır.” (Müslim, 3429)

Ocak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, Medine’de İslam Devleti’ni kurunca otoriteyi üzerine almıştı. Otorite ile tüm yetkiler ona aitti. Bu durum, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Refiki alaya göçesiye kadar hayatı boyunca böyle devam etti. Ondan sonra Raşid Halifeler geldiler. Onlardan her bir Halife otoritenin tamamını üzerine alıyor ve otorite ile ilgili yetkilerin tamamına sahip oluyordu. İşte bu Halife’nin devlet başkanı olduğuna dair delillerden bir delildir. Görüldüğü gibi Hilâfet kendine özgü bir yönetim sistemidir. Bunun dışında başka yerlerde devlet arayışına gitmek veya başka sistemlerle bağdaştırmaya çalışmak yanlıştır. İslam Ümmeti’nin bu hususta İslamî duyarlılığını göstereceğini umuyoruz. Allah, samimi bir şekilde İslam’ı hayata hâkim kılmak isteyen ve onlara yardımcı olanların yardımcısı olsun…

38


B

u yılın Nisan ayında Pakistan hükümetinin ihaneti Taliban’a karşı bir askeri saldırı şeklinde somut bir hal almıştı. Gerçi bu Pakistan Cumhurbaşkanı’na göre işin sadece başlangıç kısmıydı. Kendisi Sunday Times’e şöyle konuşmuştu: “Bizler askeri hareketlerle Veziristan’a ve tüm o bölgelere gireceğiz.“ İçişleri Bakanı Rehman Malik gazeteciler karşısında şu açıklamalarda bulundu: “Taliban’ı kontrol eden bu (Taliban) liderlerini, bu kumandanlarını tabii ki ele geçireceğiz. En son Talibanlılar kovulana kadar onları serbest bırakmayacağız ve taviz vermeyeceğiz.” Bu arada AfPak diye isimlendirilen savaşın korkunç detayları da ayyuka çıkmış oldu. Pakistan’daki Svat Vadisi’nin Afganistan’a yakın doğu sınırından gelen raporlar, ABD’nin ve uşaklarının Hindikuş’da hunharca yaptıkları katliamları delillendirmektedir. İslamabad, Amerikan Özel Elçisi Richard Hoolbrooke ve daha başka yüksek rütbeli Amerikan subaylarının emri üzerine Peştunlara karşı 20.000

Murat ALBASAN asker gönderince, bir insanlık faciası meydana geldi. Pentagon’un direktifleri üzerine askeriye 2,5 milyon kaçak Müslüman için güvenlik koridorları kurdurmadı. Amerikan bombardıman uçakları geniş bir cephede kadın ve çocukları, doğruca ağır silahlarla donatılmış ve mevzide bekleyen Pakistan ordusunun ateş çemberine kovalıyordu. Pakistan’ın günlük gazetesi Dawn’a göre binlerce insan ölüyor ya da yaralanıyordu. Bunun yanı sıra bazı ipuçları halk arasında korku ve panik yaymak için Pentagonun ve CIA’in bölgeye özel ölüm komandoları gönderdiği yönde sıklaşıyor. New York Times’in 15 Eylül deki bir haberine göre Svat Vadisi’nde, askeri bir istilayla yeni bir “sindirme kampanyası” başlatılmıştı. Sokaklara yüzlerce lime lime edilmiş insan vücutları boşaltılmıştı. İnsan hakçıları ve bölge sakinleri olanları “Kontr-Guerilla (ölüm komandoları)’nın çalışması” olarak niteledi. Bir terör yönetimi uygulayan Pakistan ordusu bölgeyi hala istila etmekte. Sını-

39 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


Pakistan Ordusunun Soykırımı kendisinin serbest bırakılacağını söylüyordu. Tanınmaz hale gelmiş cesedini 4 gün sonra kapılarının önüne attılar. Her yeri sigaralarla dağlanmıştı. Vücuduna çiviler sokulmuştu. Ailesi adaleti talep ettiği bir dilekçe de “Vücudunda hiç bir yer yoktu ki işkence izleri olmasın.” şeklinde bir açıklama yapmıştı. Pakistan’ın Kuzeyindeki Svat Pakistan ordusu Svat Vadisine yapmış olduğu savaşından ötürü Amerikan vekilleri tarafından övüldü. Amerikan Büyük Elçisi Anne Patterson Svat Vadisinin en büyük şehri olan Mingora’yı ziyaret edip orduyu tebrik etti. Şimdi ise Güney Veziristan’da bu kanlı eylemlerini tekrarlamaları için Amerikan vekilleri Pakistan hükümetine baskı uyguluyorlar. Benzeri bir saldırı Hayber semtinde başladı bile. Burada Hayber geçidi bulunmaktadır. Bu geçit Afganistan’da bulunan Amerikan savaş birliklerinin en önemli ikmal rotasıdır. Birleşmiş Milletlerin bildirdiğine göre bu saldırı sebebiyle bölgeden yüz binlerce insan sürüldü bile. Amerikan hükümeti bu askeri operasyonu 2,5 milyar dolarla finanse etmiş bulunuyor. Afganistan savaşının cephe hattı çoktan Pakistan yönüne kaydırılmış durumda. Aşiret bölgesine günlük bombalar yağıyor. Svat Vadisi’ndeki insanlar tamamen ABD’nin ve onun uşaklarının keyfine ve baskılarına teslim edilmiş durumda. Gündemde sürekli kaçırılmalar, işkenceler ve cinayetler var. Kan izleri İslamabad üzerinden direkt olarak Pentagon’a götürüyor. General Stanley McChrystal Afganistan’da ABD üst düzey yetkilisi olmadan önce Birleşik Özel Operasyonlar Kumandanlığı’nı (JSOC) yönetmişti. Araştırmacı gazeteci Seymour Hersh bu birliği “Yürütme gücünün infaz ve cinayet komandosu” olarak niteledi. Başkan yardımcısı Cheney’in eski güvenlik danışmanı John Hannah Washington Post röportajında kiralık katil komandolarının varlığını şu sözleriyle haklı çıkarmaya çalıştı: “ABD askerleri düşmanlarını yakalamak ve öldürmek hakkına sahiptir.” Hannah bugün muhafazakar

rın diğer tarafında yaşayan, hükümetin ve Amerikan askeri mürettebat’ın düşmanı sayılanlar, yakalanarak öldüresiye işkenceye tabi tutuluyorlar. İslamabad bu ölüm dalgaları için sorumluluk kabul etmiyor ve bunun için güya Taliban’a misilleme yapmak istemiş olan sivilleri sorumlu tutuyor. Fakat Times suçu orduya atan yerlilerin, politikacıların ve insan hakları mensuplarının bir alıntısını yaparak: “Katliamdaki aşırı büyük boyut ve sistematik eylemler korkunç bir şekilde askeri güçlerin müdahale şekillerini ispat ediyor” şeklinde haber yapmış. Ayrıca tüm kurbanlar benzer işkence belirtilerine sahip, ölüm vakıaları ve kaçırma olayları da ordunun elinde sıkıca bulundurduğu bölgelerde meydana geliyor. Veziristan Pakistan ile Afganistan arasındaki sınır bölgesinde kalmaktadır Cesetlerin birçoğu vahşi işkence izleri gösteriyor. İnsanların elleri bellerine bağlanarak enselerinden kurşunlanarak katledilmişlerdi. Birçok olayda tutukluların canlı bir halde uzuvları kesilmiştir. 1 Eylül’de Pakistan’ın günlük gazetesi Dawn’ın Hükümet sözcülerinden yaptığı alıntılar şöyle: “Temmuz ayından bu yana yol kenarlarında kamyonlar dolusu cesetler bulunmuştur.” Gazete 27 Ağustos tarihli bir başka yazıda bölgede 24 saat içinde 51 tane başı gövdesinden ayrılmış cesedin bulunduğunu haber etmiş. Bunlar sırf insanları paniğe sokmak için bilinçli bir şekilde köy sınırlarına ve ana caddelerin üzerine dağıtılmıştır. Ölüleri gömmeye ve kimliklerini saptamaya çalışan sakinler ise bir grup maskeli adamlar tarafından saldırıya uğruyor ve kısmen de kaçırılıyordu. Dawn ayrıca bölge sakinlerine dayanarak toplu mezarların varlığından da haber veriyordu. Bunlar ise, ölü ve dirilerin toprağa açılan büyük çukurların içine atılıp buldozerler tarafından nasıl gömüldüklerini seyretmek zorunda kalıyorlardı. New York Times da, 28 yaşındaki Ali Ahtar olayına değiniyordu. Kendisi 01 Eylül de sahibi olduğu elektrik eşya tamirhanesinde ordu tarafından tutuklanmıştı. Ordu sözcüleri aileye sıkça Ocak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

40


Pakistan Ordusunun Soykırımı Pfoenix subayı Barton Osborne 1971’de Ameri“İsrail” yanlısı bir Think Tank olan Ortadoğu’ya kan kongresi karşısında protokole şöyle bir ifade bakan Washington Enstitüsün yönetici vasıflı çakullandı: “Bildiğim kadarı ile operasyonlar gerçekleşlışanıdır. tirildiğinde hiç bir tutuklu soruşturmalardan sağ olaBu esnada JSOC’nin eğitmenleri Pakistan’da rak kurtulamadı. Hepsi ölmüştü. O kişilerin gerçekten çalışmaya başladı ve kendi metotlarıyla orada Vietkong (Vietnam’da ABD işgaline ve saldırılarına birliklerini yetiştiriyorlar. Bu birlikten ayrılarak karşı direnen gerilla örgütüdür) ile bir işbirliği içinBelçika’da kalan bir kaçak, Belçika İnsan Hakları de olduklarına dair hiç bir zaman ikna edici bir sebep Organizasyonunun bir raporunda bu askeri eğitibulunamamıştı ama hepsi de ölmüştü ve öldüresiye işmin içeriklerini anlattı. Kendisinin ifadelerinden kenceye tabi tutulup helikopterden atılıyorlardı... Phoçok sıkı askeri talim ve terbiyenin yanında bu birenix programı]verimsiz ve gayri şahsi soğuk bir cinaliği ilaveten motive etmek bakımından bir nevi yet programı oldu... Phoenix dehşeti Nazilerin yapmış siyasi bakış açısı da verildiği açığa çıkıyor. Koroldukları dehşetin bir benzeri, anlaşılabilmesi için etüd kusundan ismini vermek istemeyen kaçak, somut edilmesi gerekir.” bir şekilde şunları açıkladı: 1980’li yıllarda El Salva“Bizlere CIA’nın bir öğretim “Bizleri kullandılar, türlü yador halkını terörize eden videosu gösterildi. Bunun lanlar yaydılar ve bizi birimive binlerce masum insaniçinde, Peştun kabilelerin seze kırdırdılar. Bizler Allah’ın ları katleden ölüm komanparatist (ayrılıkçı) bir teşebgazabını üzerimize çektik, doları da Amerikan Green büs içinde olduklarına dair O’na ihanet ettik ve kendi Berets (yeşil bereliler) taraaçık delillerin olduğu geçiyorkardeşlerimize savaş ilan etfından eğitilmişlerdi. du. Bununla ilgili milliyetçi tik. Ben gururlu bir askerdim ABD Genelkurmay Başkâfir hindistanlılardan para ve her zaman ülkemin bağımkanı Admiral Mike Mullen ve silah yardımı alıyorlardı. sız büyük bir devlet olduğuEylül ayı başında Senato(...) Hedefleri de Pakistan’ı na inandım. Ne kadar büyük nun silahlı kuvvetler kobölmek ve hindistanlılara yem bir yanılgı. Yazıklar olsun misyonundan, radikallere etmekmiş.” Pakistan’a!” karşı olan savaşta savaş Cumhurbaşkanı Asıf birliklerin takviyesini ve Ali Zardari makamında Pakistanlı özel birliklerin kurulması için daha çok kısa bir süre içinde Amerikalı bir kolaboratör fazla para talep etti. (işbirlikçi) ve başhain oldu. Dawn diplomatik kaynakları delil göstererek, Bu arada Müslüman olan bu kaçak Pakistan’ın General McChrystal’in savaşın odak noktasını siyasetinden uzaklaştığını şu cümleleriyle ifade Afganistan-Pakistan sınır bölgesine kaydırmak ediyor: “Bizleri kullandılar, türlü yalanlar yaydılar istediğini bildiriyor. Bu esnada Pakistan savaş ve bizi birimize kırdırdılar. Bizler Allah’ın gazabını birlikleri kara savaşını üstlenip “cesur” Ameriüzerimize çektik, O’na ihanet ettik ve kendi kardeşlerikan askerleri de güvenli bir yükseklikten bölgeyi mize savaş ilan ettik. Ben gururlu bir askerdim ve her bombardımana tutacakmış. Pentagon, 8 yıllık bir zaman ülkemin bağımsız büyük bir devlet olduğuna istiladan sonra Afganistan’ın büyük bir bölümü inandım. Ne kadar büyük bir yanılgı. Yazıklar olsun üzerinde kontrolünü kaybetti. Şimdi ise sınırın Pakistan’a!” iki tarafında da halkın direnişini kırmak için yeni Bu metotlar Amerika’nın isyanlarla mücadele kan dökmeleri ve terör dalgaları başlatmaya haörneğine nasıl da uyuyor. AfPak bölgesinde olan zırlanıyor. olaylar Vietnam daki “Operation Phoenix“ (OpePakistan Cumhurbaşkanı Asıf Ali Zerdari, rasyon Föniks) ile aynı imzayı taşıyor. O dönemki

41 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


Pakistan Ordusunun Soykırımı Burada Ümmet olarak bizim görevimiz başlamıyor mu? Başlaması gerekmiyor mu? Bu Ümmet’in en belirgin özelliği “muhasebe” olması gerekirken yerini “suskunluk” almış. Bugün oluk oluk akan kanları durdurmaları gerekirken, yönetimler ve ordular, Allah’a, Rasulü’ne ve Müslümanlara ihanet içinde kafir istilacılara yardımcı oluyorlar. Hayra ortak olmaları gerekirken onlar zulüm ve ihanete ortak oluyorlar. Gerçekten de yazıklar olsun onlara. Hâlbuki onlar isteseler ve bir adım atsalar bu Ümmet arkalarından yürüyerek ölümüne kadar kâfirlere karşı savaşırlar. Mutlaka o gün gelecek, bir yönetici ve bir ordu komutanı mü’minlerde bulunması gereken sıfatları bünyesinde taşıyacak ve bu Ümmet’e kalkan olacak. Sonra arkasında savaşılacak ve arkasında korunacağız. Ne zaman mı? Bizler Ümmet olarak sorumluluğumuzu anlayıp kabul ettikten sonra. İslam’ın hayata, topluma ve devlete hâkim olmasını istediğimiz andan itibaren... İşte o gün Müslümanlar Allah’tan gelen bir nusretle ferahlayacaklar... Ama biz bunları yöneticilerimizden ve komutanlarımızdan istemez ve bunu ağız birliğiyle dile getirmez hatta haykırmazsak, onlar bunu nerden bilecek?! Suskunluğumuzun kırılması temennisiyle...

Beyaz Saray’ın emirlerine itiraz etmeksizin itaat edecektir. Bölgedeki katliamın ana sorumluluğunu kendisi ve resmi yardımcıları taşımaktadır. Onların kirli ihanetleri olmasaydı Amerikan savaş birlikleri bölgeye bir adım dahi atmaya cesaret edemezlerdi. Hükümet Başkanı Yusuf Rıza Gilani ulusa seslenişte şöyle dedi: “Silahlı birliklere, İslamcı direnişçileri ve teröristleri imha etmeleri emrini verdik. Hedefimiz anavatanımızın şerefini ve haysiyetini tekrar eski haline getirmek.” İslam’a karşı ihanet ve kumpas daha aleni bir şekilde ifade edilemez. Gerçekte Gilani ne şeref ne de haysiyet tanıyor. Kendisi ABD’nin emrinde kendi halkına karşı kanlı bir savaş yürütüyor. Pakistan’ın askerlerini sistematik bir şekilde kandırıyor, yanıltıyor ve onları Pentagon’un paralı askerleri haline getiriyor. Umulur ki, Türkiye’de bu minvalde bölgeye asker gönderip elini kana bulamaz. Halkı Müslüman beldeler, özellikle de Pakistan, Mısır ve Türkiye gibi ülkelerin aslında çok güçlü ve deneyimli ordulara sahip olduğunu biliyoruz. Fakat daha iyi biliyoruz ki, bu ordular istese, eskide olduğu gibi (misal Çanakkale savaşı) birleşip bir Halife, bir ordu ve bir Ümmet olup tek bir vücud haline gelebilirler. Fakat başlarındaki hain sıfatlarına sahip yöneticiler ve sahte ordu komutanları bunun önüne geçmek için ellerinden geleni ardlarına koymuyorlar.

Ocak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

42


Murat SAVAŞ

Y

aklaşık altı aylık bir sürecin ardından, demokratik açılım adı altında yapılan çalışmaların esasen bir ABD projesi olduğu iyice netleşti. Bizim tarafımızdan zaten bilinen bu projenin, sivil anayasa ve akabinde başkanlık sistemini getirmek olduğunu, bizim gibi düşünmeyen aydınlarında anlayabileceği bir hale geldi umarım. Fakat bu süreç öyle sancılı geçti ki, kamuoyunda daha büyük beklentiler içerisine girmesine neden oldu. Zira artık analar ağlamayacak, şehit cenazeleri gelmeyecek, kardeşlik olacak, vs… Sanki AKP hükümeti dünya ya adaleti yayan bir Hilafet Devleti’ni ilan edip, kapitalizme alternatif bir ideoloji getirecek. Fakat ortaya atılan çözüm, süreçteki sancılar kadar büyük değil, devede kulak gibi kaldı. Ve ümmeti kandırmaya devam ediyorlar. Her ne kadar anayasa değiştirilecek olsa da, iki üç maddesi sabit kalacak, yani bu Müslüman toplum üzerine, akidesi laiklik (dinsizlik) olan kapitalizm nizamı tatbik edilecek. Yasalar ne kadar

değişirse değişsin, sistem aynı sistem. Nitekim cumhuriyetin ilanından beri üç, dört kez anayasa tafsilen, yasama organı eliyle de zaten sürekli değişmektedir. Ümmeti oyalama taktiklerinden olsa gerek, bu seferki sivil anayasa, ümmete yeni bir kurtuluş yoluymuş gibi gösterilmektedir. Oysa bu yeni anayasa Amerika’nın Türkiye’de yapmak istediklerinin ana temelini oluşturmaktadır. Bu nedenle yeni anayasa ABD için oldukça önemlidir. Lakin bugün Amerikancı AKP’nin yapmaya çalıştığı yeni anayasa değişikliği ile İngilizlerin ve ajanlarının seksen yedi yıl önce yaptığı değişiklik aynı (batı) zihniyetin ürünüdür. Ne hazindir ki, aldatanlar değişmekle beraber, aldatılanlar (ümmet) değişmemektedir. Fransız ihtilalıyla 1789’da neşet eden kapitalizmin cumhuriyet ve krallık gibi farklı uygulanış biçimleri olduğu gibi, cumhuriyetin farklı uygulama üslupları da vardır. Örneğin, Osmanlı’yı parçalayıp, Cumhuriyet’e dayanarak, yıllarca baskıcı ve zorbacı jakobenlerin uyguladığı model ile bu-

43 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


Ümmet Kandırılmaya Devam Ediyor günün süper gücü ABD ve avanelerinin şimdilerform sürecinin bir delili olmaktadır. Yine kısa ve de uygulamaya çalıştığı ılımlı, liberal demokrat orta vadede muhalif seslerin yani ABD’nin AKP gibi. Zaten önceleri at hırsızı olan özgürlükçü eliyle Müslümanların üzerinde oynadığı oyunABD, jakoben İngilizlerin kuzenleri olmaktadır. ları ifşa eden siyasi örgütlerin tasfiye edilmesi Özgürlükler ne kadar geniş olursa olsun sonuçta gerekmektedir. 24.07.2009 tarihinde Köklü Değikapitalizmin çizdiği sınırlar içerisindedir. Kendişim dergisine ve Hizb-ut Tahrir üyelerine yaptığı nize gelin ey Müslümanlar, İslami bir hayat yaoperasyonla 200’den fazla Müslüman’ın gözaltışama konusunda özgür değil zorunluyuz. “Allah na alınmasını ve elliden fazlasının tutuklanmasıve Rasulü bir işe hüküm verdiği zaman, mü’min nı, bu kapsamda değerlendirebiliriz. Zira Köklü bir erkek ve mü’mine bir Değişim dergisi 26.07.2009 kadına o işi kendi istektarihinde İstanbul’da düDemokratik Açılım; lerine göre seçme hakkı zenleyeceği bir konferansla, İngilizlerin çizdiği sınırları yoktur.” (Ahzab 36) Kim ki Müslümanlara bu günün sokendi lehine değiştirmek ve bir şerî hükmü kapitalist runlarını ve çözüm yollarını İslami beldelerin servetini ideoloji serbest bıraktığı gösterecekti. daha rahat sömürmek için yaparsa, mutlak olaDağdan inen PKK üyeleri için, ABD’nin attığı ciddi rak o amelden bir ecir (sehakkında “ben silah bırakanadımlardan bir tanesidir. vap) alamaz. Zira böyle ları terörist olarak görmüyobir şahsiyet yarın sistem Ve bu proje uzun vadeli bir rum” diyen Erdoğan, eline o ameli yasak etse, yapkalemden başka hiç silah yatırımdır. Nitekim Başbakan mayacaktır. Biz İslam’ı, almamış biz Müslümanları Erdoğan’da bu projeyi, “kısa, sistemin müsaade ettiği terörist olarak görmekteorta ve uzun” vadeli olarak kadar yaşarsak eğer o dir. Yine Pakistan’da yaptıtanımlamaktadır. Uzun vadede zaman yıllardır özlemini ğı açıklamaya göre, Irak ve sivil anayasa ve akabinde çektiğimiz İslami hayat Afganistan’da ABD işgaline başkanlık sistemi vardır. nasıl başlayacak? Zira direnen Müslümanları da hiçbir sistem kendisini terörist olarak görmektedir. yıktırtacak fiillere müsaade etmez. Dahası Başbakan Erdoğan, Çin’in MüslümanlaKonumuza dönecek olursak, demokratik açıra karşı yaptığı son katliamları soykırım olarak lım; İngilizlerin çizdiği sınırları kendi lehine dedeğerlendirirken, ABD’nin ajanı Sudan Devlet ğiştirmek ve İslami beldelerin servetini daha rahat Başkanı El-Beşir’in Darfur’da yaptığı katliamsömürmek için, ABD’nin attığı ciddi adımlardan ları soykırım olarak görmemektedir. Hâlbuki bir tanesidir. Ve bu proje uzun vadeli bir yatırımDarfur’daki yapılan katliam, Çin’in yaptığı son dır. Nitekim Başbakan Erdoğan’da bu projeyi, katliamdan daha büyüktür. Yine ABD ve uşakla“kısa, orta ve uzun” vadeli olarak tanımlamakrının İslam’a karşı başlattığı savaşı meşru görürtadır. Uzun vadede sivil anayasa ve akabinde ken, Müslümanların ABD’ye karşı silahlı, silahsız başkanlık sistemi vardır. Bu projenin uzun vadeli tüm hareketleri gayri meşru olarak görmektedir. olmasının sebebi ise, AKP hükümetinin henüz jaHülasa, hergün ümmetin kanını döken ve kobenlerin sağlam kalelerinden en önemlisi olan İslam’ın küfür saydığı kapitalizm, Müslümanları yargı organını yeteri kadar sindirememiş olmasıkalkındırmaya elverişli bir ideoloji değildir. İster dır. İngilizlerin jakoben modeli olsun, ister ABD’nin Hükümetin HSYK’nın yapısındaki yapmaya AKP eliyle uygulamaya çalıştığı özgürlükçü (!) çalıştığı değişiklik ve son günlerde bazı hâkim ılımlı model olsun fark etmez. Burada şöyle bir ve savcıları dinleme olayı yargıda başlattığı resoru sorulabilir; “kapitalizm ideolojisi Avrupa ve Ocak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

44


Ümmet Kandırılmaya Devam Ediyor ABD’yi kalkındırdığı, hatta önce İngiltere’yi, sonra ABD’yi dünyanın süper gücü yaptığı halde, Müslümanların neden kalkındırmasın?” Bu soruya şu şekilde cevap veririz: Kapitalizmin bir ideoloji olduğu, Avrupa ve ABD’yi kalkındırdığı doğrudur (her ne kadar İslam dinine ve insan fıratına uygun sahih bir kalkınma olmasada). Ancak bir ideolojinin bir toplumu kalkındırabilmesi için, o toplumun o ideolojiye iman etmesi gerekmektedir. En azından ideolojiyi uygulayanların, o ideolojiye iman etmesi lazım. İman etmeksizin tatbik edilmesi ABD’yi kalkındıramayacağı gibi, doğruluğuna iman etmeksizin kapitalizmin tatbik edilmesi de Müslümanları kalkındıramaz. Müslümanların kapitalizme iman etmedikleri gibi onu uygulayanlar dahi, iman etmemişlerdir. Kendi koyduğu kural ve yasaları çiğnemeleri bunun en büyük delilidir. Bu söylediğimden köle ruhlu batı aşığı olanlar müstesnadır. Kendilerine tepeden dayatılan bir sistemi (ideolojiyi) benimsemeyen toplum ve bireyler, elbette bocalamaya ve şahsiyetsiz davranışlara mahkum olur. “Prosedür gereği” tabirini herkes bilir. Bu, kapitalizmin pis konularını tatbik edenlerin o kuralları istemeye-

rek uyguladıklarının ifadesidir aslında. Yani bu kurallardan hoşnut değilim ancak böyle yapmazsam işimi kaybederim demektir. Bundan dolayı polisin olmadığı yerde kurallara uyulmaz pek… Müslümanları doğru kalkındıracak ideoloji ise İslam ideolojisidir. Ne zaman ki Müslümanlar yattığı bu ölüm uykusundan uyanır, ne zaman ki İslam’ın bir ideoloji (yaşam tarzı) olduğunu kavrar ve onun kapitalizme bir alternatif olduğunu fark eder, işte o zaman kalkınma kaçınılmaz olur. O zaman insanlar, kanunlara polis zoruyla değil, Allah’a olan takva dürtüsüyle uyar. İslam ideolojisi bir Hilafet Devleti eliyle tatbik edildiği ve tüm dünyaya davet ve cihad yoluyla taşındığı zaman, kâfir ABD’nin ve işbirlikçi hainlerin hali nice olur? ‫سنُو َن‬ َ ‫الَّ ِذي َن‬ َ ‫ض َّل‬ َ ‫س ْع ُي ُه ْم ِفي حْالَ َيا ِة ال ُّدن ْ َيا وَ ُه ْم ي َ ْح‬ ِ ‫س ُبو َن أَن َُّه ْم يُ ْح‬ ‫ص ْن ًعا‬ ُ “Onlar ki; dünya hayatında çalışmaları boşa gitmiştir. Halbuki onlar iyi işler yaptıklarını zannediyorlar.” (Kehf: 104) Medrese-i Yusufiye’den bütün samimi Müslümanlara selam olsun.

45 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


İbrahim ER

T

oplumda “Telekulak Skandalı” adıyla bilinen ve “iki kişi arasında veya özel ortamlarda yapılan konuşmaların başkaları tarafından gizli ve kanunsuz olarak dinlenmesi” anlamına gelen bu mesele; kamuoyunda gündemi sık sık meşgul eden, tartışma ortamları oluşturup tarafların birbirlerine yönelik çok ağır ithamlarla saldırmalarına sebep olan bir meseledir. İster demokratik sistemin öncülüğünü yapan ABD ve Batı ülkeleri olsun, isterse üçüncü dünya ülkeleri olsun, bu meselenin dünya üzerinde vuku bulmadığı hiçbir ülke yoktur. 2004 yılında BM Genel Sekreterinin telefonlarının dinlenmesiyle ortaya çıkan skandal, 2006 yılında St. Petersburg’daki G8 zirvesinde yaşanan dinleme skandalları, 2008 yılında ABD’de Hollywood oyuncularının telefonlarının dinlenmesi ve yine 2008 yılında Alman Telekom’da yapılan Ocak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

gizli dinlemeler “Çağdaş Demokratik Ülkeler” diye adlandırılan ülkelerde meydana gelen dinleme skandallarından yalnızca birkaçıdır. Bu konuda Gelişmekte Olan Ülkeler ile 3. Dünya Ülkeleri diye bilinen ülkelere değinmeye gerek bile yoktur. Bütün beşeri sistemlerin yasalarında, insanları dinlemeyi ve gerekirse bütün özel hallerini gözetlemeyi bir başka ifadeyle “teknik takibi” meşru kılan kanun maddeleri mevcuttur. Yani oluşturulan bu yasalar, gerekli şartlar oluştuğunda dinlemeyi ve gözetlemeyi meşru kılıp, bu işlemin nasıl ve hangi hallerde yapılacağını da kayıt altına almışlardır. Ancak teknolojinin ulaştığı boyut, bugün artık bu dinleme ve takip olaylarını son derece kolaylaştırmış ve “telekulak” tabiriyle ifade edilen dinleme olaylarını kural tanımaz bir hale getirmiştir. İster devlet olsun, isterse devletin içe-

46


Dinlemelerin İçyüzü ve Türkiye’de Telekulak ... risinde odaklanmış güç odakları ve hatta bu teklığının sonucu olarak ortaya çıkan ruhi, ahlaki, nolojiye ulaşabilen halktan insanlar olsun; kendi fikri ve maddi çöküntüler neticesinde, toplumun bekalarını devam ettirebilmek, çıkarlarını kaybetsuç işlemeye son derece meyilli bir toplum halimemek ve kendileri için tehdit olarak gördüklene gelmesidir. Böyle toplumlarda toplumsal yapı ri unsurlardan önceden haberdar olabilmek için suçu ve suçluyu dışlamaktan uzaktır ve bunlar dinleme olayına başvurmaktadırlar. Daha sonra karşısında toplumsal baskı oluşturamazlar. Bu da elde ettikleri bu bilgileri hasmını alt etmek için tip toplumlar suçu ve suçluyu barındırmaya ve delil, şantaj ve tehdit unsuru olarak kullanmaktahatta el üstünde tutmaya elverişlidirler. İşte bu dırlar. Böylelikle hasım ya yasal yollardan ortayüzden de toplumun tamamı devletin gözünde dan kaldırılmaya çalışılır, ya şantaj ve tehditlere potansiyel bir suçlu konumundadır. Bu yüzden boyun bükerek kenara çekilmesi sağlanır, ya da hem devletin güvenliği açısından ve hem de topdinlemelerle elde edilen gizli bilgiler ifşa edilerek lumsal huzurun tesisi açısından tebaanın sürekli kişinin toplumdaki itibarının zedelenmesiyle saf takip edilmesi ve kontrol altında tutulması devlet dışı bırakılması amaçlanır. için zaruri bir iştir. İdeoDevlete ve hukuka gülojik olsun-olmasın KaDevlete ve hukuka güvenin venin olmadığı toplumlarpitalizmin tatbik edildiği olmadığı toplumlarda, devda, devlet içerisinde oluşbütün devletler için bu dulet içerisinde oluşmuş güç muş güç odaklarının ve bu rum geçerlidir. odaklarının ve bu teknoloteknolojiyi elde edebilen İkincisi: Devlet ile topjiyi elde edebilen insanların insanların bu tür dinleme lumun aynı cinsten olmabu tür dinleme eylemlerini eylemlerini gerçekleştirdığı, toplumun iman ettiği gerçekleştirmeleri normaldir. meleri normaldir. Bu duakideyle devletin ideoloBu durum çok fazla incelemerum çok fazla incelemeyi jisinin fışkırdığı akidenin yi gerektirecek bir durum da gerektirecek bir durum da tamamen tezat teşkil ettiği değildir. Böyle bir vakıa yaldeğildir. Böyle bir vakıa toplumlardır. İslam akinızca devlet otoritesinin zayalnızca devlet otoritesinin desine iman ettikleri halafını, toplumda devlete karşı zaafını, toplumda devlete de kendilerine Kapitalist olan güvensizliği ve var olan karşı olan güvensizliği ve ideolojinin tatbik edildiği hukuksal boşluğu gösterir. var olan hukuksal boşluğu yani, halkı Müslüman olup gösterir. Burada asıl incegayri İslami nizamlarla yölenmesi gereken nokta, bu tür dinleme işlerinin netilen İslam beldelerindeki toplumlar bu konuya devletler tarafından yapılması ve bu hususun örnek teşkil ederler. Bu gibi toplumlarda egemen yasalarla düzenlenip sabit bir uygulama haline olan Kapitalist otorite açısından; insanları kontrol getirilmesidir. Peki, bir devlet neden tebaasınaltında tutmayı, dinleyip takip etmeyi gerektiredan olan insanların özel konuşmalarını dinlemek cek çok daha fazla neden vardır. ve sürekli onları takip altında tutmak zorunda Kapitalizmin tatbikiyle oluşan ruhi, fikri, ahlakalır? Böyle bir uygulamayı neden kendi bekası ki ve maddi çöküntüler bu toplumlar için de geaçısından ve toplumun güvenliğinin sağlanması çerlidir. Dolayısıyla suç işleme ve toplumsal huaçısından kaçınılmaz bir uygulama olarak görür? zursuzluk üst seviyededir ve devlete göre toplum Aşağıda açıklayacağımız şu iki husus bu sorulara yine potansiyel suçlu konumundadır. Bu yüzden cevap olarak yeterlidir: de sürekli takip edilmesi ve kontrol altında tutulBirincisi: Devlette tatbik edilen ideoloji ile topması gerekir. Ayrıca bu tip toplumlarda otorite lumu oluşturan fikir, duygu ve nizamların varsahibi olan bu devletler, sömürgeci kâfirlerin te-

47 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


Dinlemelerin İçyüzü ve Türkiye’de Telekulak ... dönmesi demek, sömürgeci kafirlerin sonunun gelmesi demektir. Onun için bu devletler ve onların başındaki ajan yöneticiler; Allahu Teala’nın dinini hayata hakim kılmak ve ümmeti içine düştüğü bu zilletten kurtarabilmek için II. Raşidi Hilafet Devleti’ni kurmaya çalışan uyanık Müslümanlara engel olmak, onların toplumla arasını açmak ve onları en ağır bir şekilde cezalandırabilmek için şiddetle dinlemek ve takip etmek zorundadırlar. Onlar için önemli olan dinlemek ve olabildiğince fazla bilgi elde edebilmektir. Onlar açısından bu işi yaparken özel hayat kavramı ve aile hayatının mahremiyeti hiçbir şey ifade etmemektedir. Onlar bu necis işi bir görev aşkıyla yaparak, hem efendileri olan sömürgeci kafirlerin İslam Beldeleri üzerindeki hegemonyalarını devam ettirmiş olurlar, hem de efendilerinin kendileri için hazırlamış olduğu küçük menfaatlerden nasiplenmiş olurlar. Ancak bu amelleriyle Allah Subhanehu’nun azabına da müstahak olmuş olurlar. َّ ‫آم ُنوْا الَ َت َّت ِخ ُذوْا ال َْي ُهوَد َو‬ ‫ض ُه ْم‬ ُ ‫ارى أَ ْول َِياء َب ْع‬ َ ‫ُّها الَّذ‬ َ ‫َيا أَي‬ َ ‫الن‬ َ ‫ِين‬ َ‫ص‬ َّ َّ ‫ْه ْم إ‬ ٍ ‫أَ ْول َِياء َب ْع‬ ‫َوَم‬ ُ ‫ض َو َمن َي َت َول ُهم مِّن ُك ْم َفإ َِّن ُه ِمن‬ ْ ‫ِن اللّ َه الَ َي ْهدِي ا ْلق‬ َّ ‫الظالِمِين‬ “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.” (Maide 51) İşte sıralamaya çalıştığımız bu nedenlerden dolayı şu anda dünyada varlığını sürdüren istisnasız bütün devletlerle, o devletlerin içindeki güç odakları dinleme ve takip yapmaktadırlar. Çünkü ruhi yönü olmayan akideleri ve o akidenin eseri olan fikir, duygu ve nizamların meydana getirdiği bozuk toplumları kontrol etmenin ve devletlerin bekalarını sağlamanın başka yolu yoktur. Bu kasıtla, iletişimde başarılan teknolojik gelişmelerin tümü, öncelikle bu kontrolü en üst düzeye taşıyabilmek içindir. Devletin bekasını ve toplumun huzurunun tesisini, gözetleme ve dinleme üzerine kuran bir anlayış sakat bir anlayıştır. Bu durum devlet açı-

siri ve kontrolü altında olan devletlerdir. Dolayısıyla onların işi yalnızca adli suçlar diye tabir edilen ve her geçen gün daha da artmakta olan suçlarla mücadele etmek değil, aynı zamanda kendi içindeki çok başlılığı da kontrol etmektir. Çünkü onların bünyesinde sömürgeci kâfirlerin hegemonya mücadelesi olağanca hızıyla devam etmektedir. Bu sömürgeciler, İslam Beldelerinden birbirlerinin ayaklarını kaydırmak ve o bölgelerin yeraltı ve yerüstü zenginlikleriyle stratejik öneme sahip noktalarını ele geçirmek için; perde arkasından kendileri, görünürde de ajanları olmak üzere sürekli aktif haldedirler. Osmanlı İslam Devleti yıkıldıktan sonra o topraklarda kurulan ve bugün hala varlıklarını sürdüren devletlerin tamamı, istisnasız olarak sömürgecilerin bu mücadelelerine sahne olmaktadırlar. Sömürgeciler ve onların sadık ajanları; bu pis emellerine ulaşabilmek ve mücadele ettiği hasmını sıkıntıya sokabilmek için kargaşa çıkarmak uğruna, Müslümanların nezih kanlarını gözlerini bile kırpmadan akıtabilmekte, mallarını yağmalayarak onları zillete ve sefalete terk edebilmektedirler. Hal böyle olunca, bu mücadeleyi sürdüren sömürgeci güçlerden her biri, kendi adına devlet içinde istikrarı sağlamak, devletin dinamiklerini ele geçirmek ve kendi bekasını garanti altına almak için diğer tarafı “teknik takibe” almak zorundadır. Böylelikle onun hamlelerinden önceden haberdar olabilsin ve onu saf dışı edebilsin. Bu tip devletlerde, kendi tebaasını dinlemeyi ve takip etmeyi zorunlu kılan hallerden biri ve hatta en önemlisi de, toplumun kendi akidesinden kaynaklanan hayat nizamına dönme tehlikesidir. Bu durum, sömürgeci kafirler ve onların ajanlığını yapan yönetici konumundaki işbirlikçiler açısından en büyük tehlikedir. Hatta bu onlar için öyle büyük bir tehdittir ki; bu tehdit gündeme geldiğinde birbirleriyle çatışan iki sömürgeci güç bile birlikte hareket etmeye başlarlar. Bu yüzden her ne olursa olsun, İslam’ın hayat sahasına geri dönmesini engellemek bu işbirlikçi yöneticilerin asli görevidir. Çünkü İslam’ın hayat sahasına geri Ocak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

48


Dinlemelerin İçyüzü ve Türkiye’de Telekulak ... sından acziyetin ve topluma yönelik bir zulmün göstergesidir. Sadece bu dinleme vakıası yani, devletin bekasının ve toplumun huzurunun dinleme ve takibe bağlanması bile, sistemin bozukluğunun ve çürüklüğünün görülmesi için yeterlidir. Zaten vakıa itibariyle düşündüğümüzde görüyoruz ki; çağın en gelişmiş iletişim araçlarını kullanarak suçlu olduğu düşünülen insanların dinleme veya takip yoluyla gizli hallerinin izlenmesi, oluşturulan istihbarat birimlerinin çalışmaları, kolluk kuvvetlerinin sayısının arttırılması, şehirlerin, işyerlerinin ve hatta yerleşim yerlerinin yirmi dört saat süreyle kameralarla takip edilmesi, insanların arasında kılık değiştirerek görev yapan kolluk kuvvetlerinin varlığı yalnızca ve yalnızca suçluların tespit edilmesini ve yakalanmasını sağlayan önlemlerdir. Her ne kadar bu önlemler suç işleme konusunda caydırıcı nitelik taşıyor gibi görünse de, aslında gerçekte hiçte öyle olmadığı son derece açıktır. Mesela aynı mantıkla olaya baktığımızda, teknolojinin gelişmesiyle ve yukarıda sıraladığımız tedbirlerin arttırılmasıyla birlikte işlenen suçların sayısında azalma olması gerekirken, tam tersi büyük bir hızla artış meydana gelmektedir. İşte bu konunun yanlışlığı buradadır; yani hedef suçluları yakalamak ve onlara göz açtırmamak değil, suçun işlenme nedenlerini ortadan kaldıracak bir yapı oluşturmak ve bünyesinde suçluyu kesinlikle barındırmayan bir toplum meydana getirmek olmalıdır. Beşeri sistemlerde hal böyle iken, İslam’ın bu meseleye bakışı tamamen farklıdır. Beşeri sistemlerde insanları takip etme ve onların ayıplarını araştırma işi ne kadar tiksindirici, gayri insani ve zalimane bir anlayışla ele alınmışsa, İslam’da da bu meseleye bakış ve bu husustaki uygulamalar o derece insani ve adilane bir şekilde ele alınmıştır. Allah Subhanehu ve Teâlâ bir Müslüman’ın ayıbını araştırmayı, onun gizli yönlerini açığa çıkarmayı çok açık bir şekilde haram kılmıştır. Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: َّ َ ‫ِن ب ْع‬ َّ َ ‫ِين آم ُنوا اج َتنِبوا َكثِي اًر م‬ ‫ْم َواَل‬ َ ‫َيا أَي‬ َ َّ ‫ِّن الظ ِّن إ‬ ُ ْ َ َ ‫ُّها الَّذ‬ ٌ ‫ض الظ ِّن إِث‬

‫َح َم أَ ِخي ِه َم ْي ًتا‬ ً ‫ض ُكم َب ْع‬ ُ ‫َّع‬ ْ ‫َت َج َّس ُسوا َواَل َي ْغ َتب ب‬ ْ ‫ضا أَ ُي ِح ُّب أَ َح ُد ُك ْم أَن َي ْأ ُك َل ل‬ َّ َّ ‫وه َو َّات ُقوا اللَّ َه إ‬ ‫َّاب َّر ِحيم‬ ُ ‫َف َكرِْه ُت ُم‬ ٌ ‫ِن الل َه َتو‬ “Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir.” (Hucurat 12)

Rasulullah Aleyhi’s Selam bu konuyla ilgili olarak şöyle buyuruyor: ‫اج ِة‬ َ ‫ َو َم ْن َك‬،َ ‫ِم ُه‬ َ ‫ان فِي َح‬ ُ ‫ِم ُه وَال ُي ْسل‬ ُ ‫ الَ َي ْظل‬،‫ْم ْسلِ ِم‬ ُ ‫ِم أَ ُخو ال‬ ُ ‫ال‬ ُ ‫ْم ْسل‬ َّ ِ ‫و َم ْن َف َّرَج َع ْن ُم ْسلِ ٍم ُك ْرَب ًة َف َّرَج اللَّ ُه َع ْن ُه ُك ْرَب ًة‬،ِ ‫ه‬ ‫ت‬ ‫اج‬ ‫ح‬ ‫ِي‬ ‫ف‬ ‫ه‬ ‫الل‬ ‫ان‬ ‫ك‬ ُ َ َ ‫أَ ِخي ِه‬ َ َ َ ِ ‫ِن ُك ُرَب‬ ‫امةِ‏‬ ْ‫م‬ َ ‫ِما َس َت َرُه اللَّ ُه َي ْوَم ا ْلق َِي‬ ً ‫ َو َم ْن َس َت َرُم ْسل‬،ِ‫امة‬ َ ‫ات َي ْوِم ا ْلق َِي‬ “Müslüman Müslüman’ın kardeşidir Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez Kim, (mümin) kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir Kim Müslüman’ı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır Kim bir Müslüman’ın (ayıbını) örterse, Allah da Kıyamet günü onu(n ayıbını) örter.” (Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58)

İslam akidesinin ruhi yönü, o akideden fışkıran ideolojinin tatbiki ve toplumu meydana getiren İslami fikir, duygu ve nizamların varlığı, İslam toplumunu tarihin her döneminde müstesna bir toplum kılmıştır. İşte o müstesna toplumda yaşayan insanlar, kendilerini gözetleyip gizli hallerini araştıran bir devletin varlığından değil, kendilerinin açık ve gizli hallerinin hepsini bilen ve kendisinden hiçbir şeyin gizlenmesinin mümkün olmadığı, yaratıcıları olan Allah’ın bilmesinden ve ona karşı gelmekten çekinmişlerdir. Sağlam bir imanın ve hayatla ilgili oluşan doğru bakış açısının oluşturduğu bu atmosferin varlığı, asırlar boyu İslam toplumunu suç işlemekten ve günaha düşmekten engelleyen en önemli unsur olmuştur. Mesela bu gün bile insanların İslami düşünce yapıları tamamen bozulmuş olmasına rağmen; Ramazan ayı gibi, bayramlar gibi ve hat-

49 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


Dinlemelerin İçyüzü ve Türkiye’de Telekulak ... devletin her kademesinden insanların çıkıp dinlendiklerini iddia etmesi, doğal olarak akıllara dinleyenlerin kim olduğu sorusunu getirmektedir. Aslında artık bu dinleme olayları toplumda bir paranoya haline gelmiştir. Bunu, dinleme kayıtları neticesinde kendilerine dava açılan insanlar, ortaya çıkartılan örgütler ve bunlar arasında geçen telefon görüşmeleri sonucunda deşifre edilen bağlantılar ve her nasıl oluyorsa hemen her gün internet sitelerine düşen ve oradan alınıp haber diye yayınlanan ses kayıtlarından anlıyoruz. Devletin çeşitli kademelerindeki insanların bu meseleye dikkat çekmeleri ve dinlenme olasılığına karşı tedbirli davranmak zorunda olduklarını belirtmeleri, olayın boyutlarını daha açık bir şekilde göstermektedir. Bir kısım medyanın skandal olarak nitelendirdiği ve içlerinde Yargıtay 1. Başkanlığının santral telefonlarıyla, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı, eski YARSAV Başkanı ve Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı’nın telefonlarının da bulunduğu bazı telefonların, Adalet Bakanlığı’nın isteğiyle dinlenmesinin tespit edilmesiyle bu telekulak tartışması gündeme geldi. Bu olayla birlikte, olayın tarafları günlerce basın ve yayın organlarında, gerek demeçler vererek ve gerekse karşı karşıya gelerek konuyla ilgili çok sert söylemlerde bulundular. Konunun muhatabı iki tarafta konuyu farklı yaklaşımlarla ele alarak, kamuoyu önünde kendi haklılıklarını anlatmaya çalıştılar. Üstelik bu dinleme hadisesi, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 3 Kasım 2008 tarihli kararı ile yapılmış olmasına rağmen bu olaylar yaşandı. Biz burada olayın teknik boyutuyla, kimlerin mağdur olduğuyla ya da kimlerin haklı kimlerin haksız olduğu hususuyla kesinlikle ilgilenmiyoruz. Burada bizim ilgilendiğimiz ve dikkatimizi çeken iki büyük çelişki vardır. Bunlardan birincisi; yıllardan bu yana yapılan ve devletin temel taşlarından biri olan hukukun üstünlüğü ilkesi söyleminin, menfaatler çakıştığında, yine bu söylemin savunucuları olan hukukçu ve akademisyenler gibi bu devletin üst düzey insanları

ta Cuma günleri gibi zamanlarda İslami duyguları harekete geçtiği için, suç işlemekten ve haram işleri yapmaktan imtina ettiklerini görüyoruz. İşte duygulardan kaynaklanan bu küçücük İslami esintinin etkileri bile suç işleme oranlarında çok büyük düşüşler sağlamaktadır. Ayrıca uygulanan İslami hükümler, yerinde ve zamanında tecelli eden adalet, tebaanın devletine güvenmesi, devletin tebaasını koruyup gözetmesi, insanların temel ihtiyaçlarını garanti altına alarak suç vesilelerini ortadan kaldırması v.b. toplumsal huzuru sağlayacak asıl unsurlardır, bunun dışında toplumsal huzur kesinlikle sağlanamaz. Yine İslam toplumu, yapısı itibariyle suçu ve suçluyu bünyesinde barındırmaz. Çünkü o, Allah’ın hükümlerinin tatbik edildiği tertemiz bir toplumdur. Toplumda var olan İslami atmosfer, suçun ve suçlunun önündeki en büyük engeldir ve bunlara karşı bir baskı unsurudur. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in “Medine, bir körük gibidir. Körük demirin pasını attığı gibi Medine de insanların (kötüsünü) dışarı atar.” Hadis-i Şerifi’nde buyurduğu üzere Medine; Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, nübüvveti üzere kurduğu devletinin ve O’ndan sonra da Raşid Halifeler’in hükmettiği İslam Devleti’nin tebaasının oluşturduğu İslam toplumunu ifade etmektedir. Körüğün demirin pasını dışarı atması gibi Medine’nin insanların kötüsünü dışarı atmasının sebebi budur. Yani İslami fikir, duygu ve nizamların egemen olduğu, yüksek nitelikli bir toplum olmasındandır. Bütün bu açıklamalardan sonra son günlerde gündemi fazlaca meşgul eden “telekulak” skandalına bir göz attığımızda, aslında Türkiye’de dinlenmeyle ilgili skandalların çok sık aralıklarla gündeme geldiğini ve bu skandallarla ilgili haberlerin kamuoyunu günlerce meşgul ettiğini görmekteyiz. Hukukçular, siyasetçiler, akademisyenler, askerler v.b. devlet içerisinden bir takım insanlar, dinlendiklerini iddia ederek suç duyurularında bulunmakta ve dinleyenleri kamuoyuna ifşa etmeye çalışmaktadırlar. Bu durumda, Ocak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

50


tarafından çiğnenmesidir. Mesela bu dinlemelerle ilgili bir mahkeme kararının varlığı bu olayın, hukukun üstünlüğüne inanan ve bunun savunuculuğunu yapan bu insanlar tarafından saygıyla karşılanmasını gerektirmez miydi? İşte bu durum bile hukukun üstünlüğü söyleminin içi boş bir söylem olduğunu ortaya koymak için yeterlidir. Çünkü bu devletin kadrolarındaki insanlar bile bu devletin hukukuna güvenmiyor, diğer tarafa kendi adamlarını yerleştirmek, devlet içinde kadrolaşmak ve bu gibi kararları da onlar vasıtasıyla almakla suçluyor ve bunu da hukuksuzluk olarak görüyor. Bu durum hukuksuzluk olarak görüldüğüne, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde de bu kadrolaşmaların olmadığı ve bu tip kararların alınmadığı hiç bir dönem olmadığına göre, o zaman hukukun üstünlüğünden bahsetmek zaten doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Bu tartışmalarda dikkat çeken bir diğer hususta; demokrasilerde ortaya çıkan problemlerin tartışılarak çözülebileceği, daha çok katılım ve daha çok tartışmayla doğru çözümün bulunacağı iddiasının da, yine bu iddia sahipleri tarafından çürütülmesidir. Bu tartışma ortamına katılımın çok

olmasıyla ortaya konulan görüşlerinde o derece çeşitli olması gerekirken, bu olayda tartışma ortamına katılım çok olmasına rağmen ikiden fazla farklı görüşün olmadığı da dikkatlerden kaçmamıştır. Hatta bu ülkenin önde gelen hukukçuları ve fikir adamları iki gurup haline gelmiş ve bir tarafın beyaz dediğine diğer taraf ısrarla siyah demiştir. Bu durum da demokratik çözüm söylemlerinin içi boş söylemler olduğunu göstermesi açısından önemlidir. İşte Türkiye’ deki son telekulak skandalında oluşan dikkat çekici noktalar bunlardır. Konuyla ilgili olarak Yargıtay Başkanının yapmış olduğu “Bugün yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığının olduğunu hiç kimse iddia edemez” söylemi, yürütmenin yargıyı kontrol altına aldığını ve yargıya baskı yaptığını ifade etmesi açısından önemlidir. Demokrasilerde kuvvetler ayrılığı prensibi zaten vakıası olmayan bir düşüncedir. Dolayısı ile Türkiye’de de kuvvetler ayrılığının bulunmadığı; yasama, yürütme ve yargının birbirinden bağımsız olmadığı açıktır. Ancak bunun dışında Türkiye’ de birbirinden ayrı iki kuvvetin varlığı da şüphe götürmez bir gerçektir.

51 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


Mesut ŞAHİN

B

arak Obama New York West Point Askeri Akademisi’nde yeni Afganistan stratejisini açıkladı. Yeni stratejinin uygulanması için Afganistan’a ek 30.000 ABD askerinin yanında NATO bünyesinden de ek 7.000 asker katılacak ve böylece mevcut asker sayısıyla beraber Afganistan’da 100 bin Amerikan ve 50 bini de NATO’ya bağlı diğer kuvvetlerden müteşekkil toplam 150 bin civarında asker görev yapacak. Obama’nın açıkladığı yeni stratejiye göre; El Kaide’nin güvenli barınak imkânına erişmesinin engellenmesi, Taliban’ın sağladığı ivmenin tersine çevrilmesi ile Afgan hükümetini devirebilme kapasitesine ulaşabilmelerinin önlenmesi ve Afgan güvenlik güçleriyle hükümetinin güçlendirilmesi hedeflenmektedir. Askerlerin sayısının artırılması ile de, Afgan Ocak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

güvenlik güçlerinin eğitilmesi ve ABD’nin, sorumluluğu Afganlara devretmesine ilişkin koşulların oluşturulmasına katkı sağlaması hedeflenmektedir. Amerika bu nokta da Türkiye’den oldukça önemli katkılar beklemektedir. Zira Afganistan halkının gözünde Türk askerinin yeri diğer işgal kuvvetlerinden farklıdır. Ancak Müslümanların evlatlarından müteşekkil ve tezat bir şekilde İslami esaslara göre değil de korku faktöründen mülhem jeopolitik esaslara dayalı olarak NATO bünyesinde Afganistan’da görev yapmaktadır. Atlantik endeksli jeopolitik zihniyet Türkiye yöneticileri üzerinde o derece etkilidir ki, Obama daha henüz yeni stratejisini açıklamamışken ve Atlantik takımının diğer üyelerinden ek asker talep etmemişken Türkiye Afganistan’a 1000 ek

52


Obama’nın Yeni Afganistan Stratejisi asker göndermiş ve ISAF komutasını üçüncü kez noktasında olması O’nu Amerika, İngiltere ve üstlenmişti. Rusya açısından çekici kılmaktadır. Hilafet’in Basında çıkan; “Amerika Türkiye’den muharip yokluğu ve dolayısıyla Hilafet’in korumasın(savaşacak) asker istiyor”, “Türkiye muharip asker tadan uzak oluşu, mezkûr üç devletin her daim lebini reddetti”, “kesinlikle asker göndermeyiz”, “heAfganistan’a saldırısına fırsat vermiştir. Rusya’yı likopter bile veremeyiz”, “Mehmetçik Afganistan’da dizginleyebilmek için İngiltere, Afganistan’a karşı savaşmayacak” gibi haberler, meseleyi manipüüç savaş verdi. İlk savaş; 1839–1842, İkinci savaş; le etmeye yönelik maksatlı haberlerdir. Çünkü 1878–1880, Üçüncü savaş ise 1919 yılında yapıldı Amerika’nın Afganistan’da kurşun sıkacak Türve İngiltere’nin Afganistan üzerindeki egemenkiye askerine ihtiyacı yoktur. Amerika’nın ihliğini yerleştiren Afganistan Kralı Emânullah tiyaç duyduğu şey Taliban ile müzakere etmek, ile 19 Ağustos’ta Ravalpindi’de bir anlaşma imMüslüman Afganistan halkına işgali ve işgal zalanması ile savaş sona erdi. 1973 yılında Mugölgesinde oluşturulmuş Karzai hükümetini kahammed Dâvud’un yönetime gelmesiyle Afgabullendirmek ve sayısı iki nistan İngiltere’nin elinden katına çıkarılacak ve maAmerika Afganistan’da Batağa çıktı. Bundan sonraki beş aşlarına %70 zam yapılmış Saplanan İlk Kurban Değildir Ve yıl boyunca Komünistler Afgan ordusuna leb demeAllah’ın İzniyle de Son Kurban kolaylıkla yönetime ulaştıden leblebiyi anlayana kaOlamayacaktır . Çünkü Hilâfet, Yine lar. Muhammed Dâvud’u dar eğitim vermektir. İşte Allah’ın İzniyle Bu Bataklığı, İç - devre dışı bırakarak, Koburada en büyük görev, münizmi ülkesine sokmakne Batanlarla Beraber Kurutacak Afganistan halkıyla tarihi ta Ruslara yardım eden Ve Belde Mücahidlerin Beldesini ve kültürel bağlantıları buMuhammed Nur Teraki’yi Olacaktır . lunan Türkiye’ye ve O’nun 1978 yılında yönetime getir*** tarihi ve kültürüyle ve hatta diler. O da aynı yıl SovyetH ilafet ’ in Y okluğu V e D olayısı diniyle bağını koparmış laik ler Birliği lideri Brejnev ile la H ilafet ’ in K orumasından U zak Türk Ordusu’na düşmekteSovyetler Birliği ordularıOluşu, Mezkûr Üç Devletin Her nın Afganistan’a girmesine dir. Peki, bu harp değil de Daim Afganistan’a Saldırısına Fırsat izin veren anlaşmayı imzanedir? Savaşta boyun eğVermiştir . miş unsurlara, Amerika ve ladı. Uzunca bir zamandan NATO Afganistan’dan çıksonra bölgede Rusya’nın çıtıktan sonra, boyun eğmemiş Müslüman Afganiskarları lehine hassas ve çok tehlikeli bir duruma tan halkıyla savaşmaları için eğitim vermek harp imkân veren ve ilk defa devletlerarası güçler denyapmak değil de nedir? Şüphesiz bu sadece aklı gesindeki ince çizgiyi oynatan bu durum, İngilolanların anlayabileceği büyük bir cürümdür. tere ve Amerika’nın kinlerini ve diş bilemelerini Amerika Afganistan’da batağa saplanan ilk dürtükledi. kurban değildir ve Allah’ın izniyle de son kurban Sovyetler Birliği’ne karşı Afganistan çatışolamayacaktır. Çünkü Hilâfet, yine Allah’ın izmasında bu defa Amerika’nın rolü belirginleşti. niyle bu bataklığı, içine batanlarla beraber kuruAmerika, Komünist görünümlü fakat aynı anda tacak ve belde mücahidlerin beldesini olacaktır. Amerikan istihbârat servisi CIA ile açık bir kanalı Afganistan’ın Orta Asya üzerinden Çin’i ve bulunan Batı yanlısı Hafîzullah Emîn aracılığıyRusya’yı sınırlayan bir kapı oluşu ve Orta Asya la Muhammed Nur Teraki’ye karşı bir darbe hapetrol ve doğalgazının, Hint Okyanusu ve Arap zırladı ve 1979 yılında Hafîzullah Emîn yönetimi Denizi sahilleri boyunca kurulu olan büyük liele geçirerek Teraki’yi öldürdü. Rus yanlısı Komanlara taşınacağı petrol boru hatlarının geçiş münistleri uzaklaştırdı. Rusya ise Amerika’nın

53 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


Obama’nın Yeni Afganistan Stratejisi bu operasyonuna, 27 Aralık’ta Hafîzullah Emîn’i öldürmek ve beraberinde Rusya’dan getirdiği Babrak Karmal başkanlığında Kabil’de yeni bir Komünist hükümet atamak suretiyle sert bir karşılık verdi. Bunun hemen akabinde sert bir direniş patlak verdi ve ülkenin dört bir yanına yayıldı. Göçler başladı, sayısız gerilla savaşı veren yapılanmalar oluştu. İslâmî Âlemin her yerinde, saldırgan Komünist Kâfir’e karşı güçlü bir Cihâd ruhu yayıldı. Amerika ise Afganistan’daki bu durumu fırsat bilerek tüm ağırlığıyla olaya müdâhale etti. Afganistan’ın İngiltere ile yapmış olduğu târihî anlaşmaları ve Sovyetler Birliği’nin umursamazca Afganistan topraklarına saldırmasını, olaya müdâhil olmak için bir bahane edindi. 1980 yılından sonra Afganistan’a askerî ve mâlî yardımlar akmaya başladı. Askerî yardımlar dışında Amerika’nın Afganistan’a yaptığı parasal yardımlar yıllık 700 milyon dolara ulaştı. Özellikle 1986 yılı sonlarında Mücâhidlerin eline ulaşan Stinger füzeleri, Sovyet Diktası’nın hezîmeti ve yüzlerce Sovyet uçağının düşürülmesinin başlıca sebebi olmuştu. Sovyetler Birliği ancak yedi yıl sonra Afganistan’a saldırmakla büyük bir tuzağa düştüğünü hissetti. Çünkü direniş Sovyetler Birliği ordusuna beklenenden çok daha fazla zayiat verdirdi. Sovyet ekonomisi sekteye uğradı ve Afganistan’daki işler Rusya’nın çıkarlarının dışına çıktı. Bu nedenle bu sıkıntıdan kurtulmak için siyâsî bir çıkış bulmaya çalıştı. 1987 yılında Karmal’ı Necîbullah ile değiştirmek için başarısız bir girişimde bulundu ama sonunda Karmal istifasını sundu. İstihbârat Başkanı Necîbullah yönetime geldi. Sovyetler Birliği’nin Afganistan’dan çıkması için direnişçi gruplarla birlikte “ulusal uzlaşma” türküsünü söylemeye başladı. Ancak Rusya bu siyâsetinde de başarılı olamadı. Zîra savaş daha da kızışarak şiddetlendi ve Mücâhidler Ruslara karşı zaferler elde ettiler, yaklaşık 200 Sovyet uçağını düşürdüler. Artık bundan sonra Sovyetler Birliği, yenileceklerine tam olarak inandı. Zîra 15 binden Ocak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

fazla Rus askeri öldürüldü. Yine Amerika’nın Afganistan’ı desteklemekten kesinlikle geri durmayacağına iyice kanaat getirince 14 Şubat 1989 yılında Afganistan’dan çekilmeye mecbur kaldı. Pakistan, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin Taliban Yönetimi’ni tanımaları ve Taliban’a doğrudan destek veren Amerika’nın bölgedeki baş uşağı Pakistan aracılığıyla Afganistan’daki işler, Amerikan çıkarlarına uygun bir şekilde noktalandı. Ancak Afganistan’ın Kuzey kesiminde Taliban güçleri ile Rabbânî güçleri, Şah Mes’ûd güçleri ve ‘Abdurraşîd Dostum liderliğindeki Özbek milisler arasındaki savaş durmadı. Burada İngiltere, Rusya, İran ve Hindistan savaşa kuzeyden destek sağlarken, Amerikan kaynaklı Pakistan ve Suudi Arabistan ise güneyden destek sağlıyordu. 1996–1998 yılları arasında Taliban Hareketi yetkilileri ile Amerikalı yetkililer arasında, Amerika’nın Taliban’ı Afganistan’ın resmî yönetimi olarak tanıması ve Birleşmiş Milletlerdeki boş Afganistan koltuğunu Taliban’a teslim etmesi hususunda görüşmeler gerçekleştirildi. Yine Taliban Hareketi ile Amerikan Unical ve Suudî Delta şirketleri arasında, Afganistan yoluyla Orta Asya’dan Pakistan ve Hindokyanusu’na doğalgaz nakli anlaşması için görüşmeler gerçekleştirildi. Ancak 1998 yılında Kenya ve Tanzanya’daki Amerikan Büyükelçiliklerinde patlamaların meydana gelmesiyle birlikte, Türkmenistan’ın başkenti Aşkâbat’ta 1997 yılında yapılan anlaşma askıya alındı. 11 Eylül olayları patlak verdiğinde ise işler tümüyle tersine döndü. Amerika bir zamanlar Rusya’ya karşı destek verdiği İslâmî gruplara bakışını kökünden değiştirerek İslamcıların yok edilmesi görüşüne döndü. Bu amaçla Oğul W. Bush yönetimindeki Amerika, yeni dış politikasının esâsı olarak “Terörizme Karşı Mücâdele” düşüncesini benimsedi. Terörizme karşı mücadele çerçevesinde Amerika, İslam düşmanlarını çevresine toplamak için “Bu bir Haçlı savaşıdır” ifadesini kullanmakla, kendisine karşı koymak için Müslümanları da bir

54


Obama’nın Yeni Afganistan Stratejisi araya getirmenin önünü açmış oldu. Bundan dolayı Amerikan kuvvetleri, beraberindeki Birleşmiş Milletler Gücü ISAF [Devletlerarası Güvenlik Yardım Gücü] ve NATO [North Atlantic Treaty Organization: Kuzey Atlantik İttifâkı Örgütü] liderliğindeki işgâl güçleri Afganistan’ın tümüne henüz nüfuzlarını ulaştıramadılar. Tam olmamakla birlikte yalnızca başkent Kâbil ve çevresinde nüfuz kurabildiler. Neticede Kâbil dışında kalan tüm Afgan bölgesi, Amerika’nın Afganistan’ı işgâlinden sonra bir gün dahi durmaksızın silahlı mücâdele alanları olarak kaldı. Obama’nın yeni stratejisi de bu durumdan çıkış yolunu hedeflemektedir. Amerika’nın, Kabil ve çevresinde görev yapan ISAF bünyesindeki 40.000 askerinin dışında Pakistan sınırına konuşlanmış 30.000 askeri bulunmaktadır. ISAF bünyesinde görev yapan 40 ülkeye ait asker sayısı da 35.000 civarındadır. ISAF bünyesinde görev yapan Türkiye askeri de 1 Kasımda üçüncü kez ISAF komutasını devralmadan önce 730 idi. Şu anda ise bu sayıyı 1750’ye çıkarmış bulunmaktadır. Resmi görev tanımı “güvenlik ve kalkınmaya katkıda bulunmak” olan ISAF, Afgan güvenlik güçlerinin eğitimini de üstlenmektedir. Afgan ordusunun asker sayısı 94 bin. Bu sayının 2010

Ekim’ine kadar 134 bine çıkarılması hedeflenmektedir. Polis gücünde ise 134 bin kişi görev yapıyor. Afgan güvenlik güçlerine her görevde işgalci güçler eşlik etmektedir. Amerika’nın yeni hedefi ise, Afganistan’dan çekilmenin başlamasının tarihi Temmuz 2011. Afganistan da işgal gölgesinde oluşturulan sözde Afgan ordusunun iç istikrarı ve güvenliği sağlayabilecek şekilde güçlendirilmesi bu zamana kadar tamamlanmalıdır. Buna komuta eden ülke ise ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti’dir. Hatta bu konuda ne kadar gönüllü ve istekli olduklarını Dışişleri Bakanı Davutoğlu şöyle açıklamıştır: “Sayın Obama yeni stratejisini açıkladı. Biz zaten ondan öncede Afgan ordusunun eğitimi konusunda her zaman her türlü desteği vermeye hazırdık. Bunu bir talep üzerine gerçekleşen bir şey gibi görmemek lazım.” (VOA) Bu durum Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerinin gerçek yüzlerini ifşa etmektedir. Onlar bu yüzleriyle Müslüman Türkiye halkını kandırdıkları gibi, tarihte Hilafet’in İslam kültürüyle birbirine bağladığı diğer halkları da kandırmaktadırlar. Bu yöneticiler Hilafet’in mirasını sömürgeci kâfir Amerika ile beraber yemektedirler. Hem de, Hilâfet’i yıkıp onu 70 parçaya bölen sömürgeci kâfir İngiltere’ye nispet yaparcasına.

55 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


Hüseyin SİVREN Hicret, ilk temeller atıldı hem Mescid-i Nebevi’nin, hem de İslam Devletinin. Aradan çok geçmedi, yıl 11 Ocak 630. Gülüyor karanlıklar içinde bekleyen Mekke, gülü-yor Kâbe. Sekiz yıl geçmiş aradan, ayrılığı bitirecek Yaradan. Sekiz yıl önce Mekke’yi terk edenler, dönüyor geri birer birer. Mekke fethedildi, Hicret edenler geri geldi. Bir tarihi kapatıp, yeni bir tarih açan Hicret. Kurtuluşun ve kurtarılmanın adıdır Hicret. Rabbimiz hem Muhaciri hem de Ensarı kurtarmıştır desek yanlış olmaz Hicretle. Muhacir Mekke’nin zulmünden kurtulurken, Medine batıldan kurtulmuş, iki kavim kardeş olmuştur. Çok geçmeden İslam güçlenmiş, bileği bükülemez hale gelmiştir. Müslümanlar en rahat dönemlerini o zaman geçirmişlerdir, böylece adına Asr-ı Saadet demişlerdir. İşte hicret Saadet Asrının oluşturulmasında en önemli adımdır. Her tür inancın, her türlü batıl fikir ve amelin terk edilip, tek olan Hakka bir geçiştir Hicret. Hem mekân olarak, hem de fikirsel olarak atılan adımdır hicret. İşte Mekkeli ilk Müslümanların Yesrib’e hicreti böyle özetlenebilir. Bu öylesine etkili bir hicretti ki, kızgın kayalar altında inleseler dahi “ehad” demekten vazgeçirmeyen, çöl güneşinin altında demir zırhların için

Yıl Miladi 610, Dünya karanlık, Ortadoğu karanlık, Arabistan Karanlık, Mekke Karanlık. İnsanları yaratan karanlıklardan aydınlıklara çıksın diye insanoğluna, son kez bir nur daha gönderdi, gönderdi ki insan yolunu aydınlatsın, doğruyu, hakkı bulsun. O nur gelmesine geldi de, fakat Mekke halkı inatçı, Mekke halkı asi, Mekke halkı kör, Mekke halkı akılsız. Cehaletin, ateşin babası olmakta direniyor Mekkeli. Ayağına gelen fırsatın, kurtuluşun farkında değil Mekke. Ve Yaratıcı emretti Kulu ve Rasülü’ne, O’nun diliyle O’na tabi olanlara. Sonra bir göç başladı. Malı, evladı, ana-babayı, herşeyi geride bırakan, Yesrib’e bir göç. Zulümden, acıdan, sıkıntıdan, ölümden, batıldan, karanlıktan bir göç başladı Yesrib’e. Adalete, huzura, mutluluğa, güvene, aydınlığa, Hakka bir göç. Ve adına Hicret dendi bu terk edişin eski tarihi ve adına Hicret dendi tarihe açılan bu yeni sayfaya. Hicret, kurtuluşa erdi mazlumlar, mustazaflar, yerini aydınlıklara bıraktı karanlıklar, Hicret, yüzü güldü Medine’nin, bitti yıllardır süren davaları Evs ve Hazreç’in. Ocak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

56


eriseler de, develerin arasında feryad etseler de, malı, mülkü, şöhreti fakirliğe, açlığa, yoksulluğa tercih ettiren bir hicret. İlk Müslümanlar batıldan, hakka hicret ettiler ve asla geri adım atmadılar. Her türlü eziyete maruz kalsalar dahi asla taviz vermediler. Medineli Ensar’ın nusreti onlara erişince kendilerine zulmedenlere efendi oldular. Erkam bin Erkam’ın evinde ilk çekirdeği oluşturulan kitle büyüdü, sonra Medine’de bir sel oldu ve önünde duran ne varsa aldı götürdü. Kişilerin, benliklerinde yaptıkları hicret (şirkten İslami şahsiyete hicret) bütünleşip kitlesel bir halde yapıldığında önünde durulamaz bir gücü oluşturdu. Dünün köleleri, mazlumları artık kendilerine sığınılan, kendilerinden eman dilenilenler olmuştu. İşte bu hicret tüm Arap yarımadasında ve fethedilen her yerde adaletle hükmeden, mazlumdan yana, zalime karşı olan bir gücü meydana getirdi ki, onun adına tarih İslam Devleti dedi. Hicri takvimin ilk yaprakları bizlerinde tahayyül ettiği bu tabloları resmetti. Hicretten sonraki resim yüzyıllar boyunca takvimlerin yapraklarından hiç eksik olmadı, ta ki; bizlerin görmediği dedelerimizin gördüğü, fakat hepimizin derinden eksikliğini hissettiğimiz 86 yıl öncesine kadar. Hicri 28 Receb 1342’ye kadar. Bu günden sonra takvim yaprakları adaletin, huzurun, refahın, mutluluğun yerine kan, işkence, zulüm, tecavüz, katliamlar, işgaller, peşkeşler, ihanetler ve adaletsizliğin görüntülerini resmetmeye başladı. Kundaktaki bebekten, aksakallı dedeye kadar her yaştan, ırktan, dinden insanların feryatlarını, yüzlerindeki acıyı resmetmeye başladı. İki hicret, haktan batıla ve batıldan hakka hicret. Batıldan hakka yapılan hicret, tarihin sayfalarına hep adaleti resmetti. Oysa 1342’deki haktan batıla hicret adaletsizliğin adı oldu. Filistin, Keşmir, Somali, Eritre, Afganistan, Pakistan, Çeçenistan, Darfur, Filipinler, Doğu Türkistan, Patani, Irak, Yemen ve diğerleri… İşte Haktan batıla hicretin neticesi! Her yerde kan, her de işkence, her yerde açlık, her yerde zulüm, her yerde talan, her yerde her yerde… Sizlere Hicret denince, sadece Mekkeli Müs-

lümanların Mekke’den Habeşistan’a veya Medine’ye yaptıkları hicretin hikâyesini anlatmayı çok isterdim. Fakat ciltler dolusu kitapta yazan bir olayı birde ben yazsam ne değişecekti? Hicret denilince sadece Mekke’den Medi-ne’ye yapılan göç akla gelmesin diye bu yazıyı kaleme almak istedim. Çünkü gerçek manada Hicret sadece mekân değiştirmek, bir yerden başka bir yere göç etmek olarak algılanmamalı. Gerçek manada hicret batıldan hakka yapılmadığı sürece hiçbir şey ifade etmeyecektir. İşte bu nedenle Mekke’den Medine’ye yapılan hicret müspet manada büyük bir değişimi gerçekleştirmiş ve etkili olmuştur. Yine insanoğlunun haktan batıla gerçekleştirdiği hicret ise menfi olan herşeyi bünyesinde barındırabilmiştir. Öyle ise; çözüm kendini ortaya koymuştur. Bir hicret daha şarttır artık. Çünkü sadece Müslümanların değil, tüm insanlığın buna ihtiyacı vardır. Müslümanlar yüzyıllar önce karanlıkları yırtan, yerini aydınlıklara bırakan bu hicreti gerçekleştirmişlerdi. Bu hicretin ışığı yüzyıllar boyunca insanlığı aydınlatan bir meşale oldu. Fakat bu meşale, onun ışığından gözleri kamaşan, karanlıklarda yaşamaya alışmış olanlar ve işbirlikçileri tarafından söndürüldü. Fakat hiç bir şey bitmiş değildir! O meşale, kendisini yakacak, Onun ışığını yine âleme yayacak ikinci Muhacir ve Ensarı beklemektedir. Ve zaman artık çok yakındır, Rabbimizin nusreti ile Muhacirin ve Ensarın kavuşması çok an meselesidir. Bugünün Muhaciri ve Ensarı o meşaleyi tutuşturmak için canını dişine takmış çalışmaktadır. Bizler sadece kimin Muhacir, kimin Ensar olduğunu bilemiyoruz. Bu bir bayrak yarışıdır. Temennimiz sancağın yere düştüğü bu beldeden tekrar kalkmasıdır. Rabbimizin bizleri, ikinci Muhacir veya Ensardan kılması, o meşalenin tutuşturucularından yapması, o meşalenin ışığında aydınlanmayı, yine onun aydınlığı ile bizlere âlemi aydınlatması duasıyla…

57 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


Ahmet BUDAK

D

evletlerarası siyaset arenasında ideolojik devletlerin kendilerine özgü dış siyasetleri vardır bu siyasetin esası; hayat görüşü (fikirler) olması hasebiyle külli fikirden doğan ya da ona dayanan metod oluşundandır. Bununla beraber dâhili (iç) siyasette külli fikir (Akide)’den doğmaktadır. Böylece tatbik, akideyi koruma ve yayma “metodu” oluşturmaktadır. Bu metod (nizamlar) dâhili siyasette insanlarını ilişkilerini düzenlediği gibi harici siyasetle de insanların diğer devlet ve toplumlar ile olan alakalarında düzenler ve ideolojinin yayılmasını esas alır. Bu nedenledir ki ideolojik devletlerin dış siyasetlerinin ana hatları değişmez. Misal olarak sosyalizm’in dış siyaseti insanlar arasında sınıfsal çatışma çıkarmak insanları sürekli kavgaya tutuşturmaktır bu husus sosyalizm’in metodudur, kapitalizmin metodu dış siyasetin esası sömürgeciliktir. İslam’ın metodu ise davet ve cihattır. Görünmektedir ki ideolojik devletlerin dış siyasetleri Akide (külli fikir)’den kaynaklanmaktadır. Bu nedenle ideolojik olmayan devletler esaslı bir dış siyaset oluşturamayacakları gibi istikrarlı bir iç siyasette oluşturamazlar böylece vakıaya teslim olmaları kaçınılmazdır. Ocak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Siyaset dahili ve harici işleri yürütme sanatıdır fakat bu sanatı icra edecek siyasetçilerden yoksun İslami beldeler keşmekeş karanlıkların dehlizlerinde boğulup gitmektedir, başlarında bulunan yöneticiler ise ancak taklit ve nakil yoluyla paketler halinde anayasa ve kanunlar sipariş edip bununla da egemen olan sömürgeciliğin ve yayılmacılığın garanti ve teminat altına almaktadırlar. Allah Rasulü’ne İslam ve Müslümanlara açık ve gizle olarak savaş açmış olan kâfirlerin ellerine tasmalar alıp Müslümanların boyunlarına takılması için üslerini açarak onlara yar-dım edenler duvarlar önünde sözde kardeşin dedikleri Müslümanların yahudi gaspçılarının bombalarından kaçmakta olanların engelleyenler gözü dönmüş canilerin ellerine sopalar alarak sokaklarda Müslüman avına çıkanlara seslerini dahi yükseltmeyenler Afganistan da yapılan zulme koruma görevini üstlenenler aziz ve celil olan Allah’ın şu kavline hiç kulak vermiyorlar mı? ‫وَلِ ُي َو ِّف َي ُه ْم أ َ ْع َمالَ ُه ْم‬ “Allah onlara yaptıklarının karşılığını verir.” (Ahkaf 19) Türlü hediyelerle ihanetlerle ümmetin servetini, ırzını, şerefini, haysiyetini peşkeş çekip bir de övgüler ile onlara yaranmaya çalışanlar yeryüzünün en alçağı olan yöneticiler hakikatte

58


Konjonktür övülmeye layık olan ümmete zilletin ve aşağılanmanın acısını tattırmakta şevk ve zevk sahibidirler ayrıca tüm bu çirkinlikleri güzel ambalajlarla süslemektedirler ki onlara bakan adam sansın. Bu yaptıklarını ise siyaset olarak addedip güya ümmetin maslahatlarına hizmet etmektedirler. Öyleyse tüm bu olup bitenler nasıl da olur da tereyağından kıl çeker gibi büyük bir ustalıkla yapılabilmektedir? Bu gün ümmetin durumu kertenkele deliğine sığmayan bedenlerini sığabilmesi çabası vermesi ile kahrı perişandadır. Hiç şüphesiz bunun en büyük sebebi Hilafet Devleti’nin halen kurulmuş olmayışındandır. İslami belde yöneticileri ancak iktibas ettikleri kanunlarla yönetirken ve efendilerinin emri ifası ile siyaset sahnesi meşgul ederlerken yukarıda saydığımız hususları, ihanetleri yapabilmek için gerekli gördükleri değişikliklerin yapılması hususunda anahtar bir sözcük aracılığıyla maalesef emellerine ulaşabilmektedirler bu kelimelerin adı “konjonktür”. Peki, bu kelime ne anlama gelir? Konjonktür: ülkenin siyasi ve ekonomik durumunu ve şartlarını belirleyen öğelerin tümü. Özetle, mevcut şartlar demektir. İşte bu anahtarın birçok kapıyı nasıl açtığını anlamak için bir soru sormak gereklidir. Bu kelime İslami beldelerde hangi amaçlar için kullanır? Bu soruya şöyle cevap verilir; İslam’ın düşmanı olan batı ve ideolojileri olan kapitalizmin metodu sömürgeciliktir, hadaratları da yine kapitalist hadarat olmaktadır. Dünyayı saran ahtapot kollarını karanlığın en koyu rengini İslam’ın âlemi aydınlatan nurunun yani Hilafet devletinin kendi elleriyle altının oyulması yine kendi maşalarıyla ilga edilmesi sonucu tüm zifiri karanlığını azgınlığını İslami beldelere uzatmıştır ki böylece gö-rünüşü ne olursa olsun nesli ve ekini helak etmek, canlara mallara kastetmek, sömürmek ve fasit fikirlerini, plan ve üsluplarını uygulamak hükmetmek üzere Ümmetin mirasına ve ideolojileri olan İslam’a taarruz edilebilsin. Kapitalizm dünyaya bu zulmü yaşatmasına rağmen söz konusu Müslümanlar ve servetleri olunca daha da bir iştahla azgınca vampirleşmektedir. Ancak tüm olup bitenleri sathi bakışlara süslü göstererek aydın bakışlara da yakalanma-

mak için çok dikkatle yaparlar. İşte bu noktada kapıları açan anahtar kelime “konjonktür” devreye girer. Bu kelimenin mefhumu “vakıacılıktır.” Yani vakıaya göre hareket etme, siyaseti vakıaya göre şekillendirmektir. Hâlbuki siyaset vakıaya göre hareket etmek değildir. Ancak devletlerarası durumda tesirli devletler bugünkü konjonktüründe belirleyicisi konumundadırlar. Geri kalmış ya da sömürülen ülkeler ise belirlenen konjonktüre göre hareket etmeye zorlanırlar. Bir diğer ifade ile vakıaları oluşturan birinci devlet ve tesirli devletler olmakta (siyaset yapılmakta) vakıalara göre hareket edenler ise geri kalmış ve sömürülen ülkeler olmakta (siyaset yapılmamakta.) O halde bu kelime (konjonktür) belirleyici devletler nezdinde sözlük manasını ifade ederken, geri kalmış ve sömürülen ülkeler nezdinde ise sözlük manasından ayrılarak vakıacılık mefhumuna tekabül etmektedir. Hal böyle olunca siyaset yapılmamakta, şartlara/konjonktüre göre ümmetin işleri ve servetleri malum liderler eliyle hibe edilmektedir. Mukaddesata, servete, ırza, başörtüsüne yapılan fiili saldırıla şartlar/konjonktür bunu gerektiriyor safsatasıyla taarruz meşrulaştırılmaktadır. Çözülmesi gereken sorunlardan bir sorun olmakla beraber mühim bir ehemmiyete haiz olan bu hususunda çözümü ancak ve ancak İslam’ın siyasi varlığı olan devletinin varlığı kendine özgü iç ve dış siyaseti vakıaları başka vakıalara dönüştürme ehliyetine ve keyfiyetine sahip halifesi ve neferleri ile çözülebileceği aksi halde ise bu halin devamının, ümmete bilançosunun artan şiddet ve yoğunlukla neler sunacağı hiçte tahmin edilmesi zor bir husus değildir. Bunun sebebi de şudur: َ ّ‫ذَل َك بأَن ه‬ ‫الل لَ ْم ي َ ُك ُم َغ ِّيرًا ن ِّ ْع َم ًة أَن ْ َع َمهَ ا َعلَى َق ْو ٍم َحتَّى ي ُ َغ ِّي ُروا ْ َما‬ َّ ِ ِ َ ّ‫ه‬ ‫س ِمي ٌع َعلِيم‬ َ ‫س ِه ْم وَأ َ َّن الل‬ ِ ‫بِأَن ُف‬ “Allah, bir kavme verdiği nimeti, onlar kendilerindeki değiştirmedikçe hallerini değiştirecek değildir ve Allah, işiten bilendir.” (Enfal-53) Elbette ki konjonktür/şartlar dikkate alınmaktadır. İnşaAllah Hilafet Devleti kurulunca da dikkate alınacaktır. Fakat konjonktür siyasetin esası değil sadece konusu olacaktır. İşte o zaman İslam ülkesinde de sözlük manasını ifade edecektir. Biiznillah. (E tipi kapalı cezaevi D1 Çanakkale)

59 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


Kurtay BARIŞ

B

aşarının ilk adımı özgüvendir. Bireyler ya da toplumlar o işi başaracaklarına inanmasıyla başlar. Eğer kişiler daha işi başlamadan başaracaklarına emin değillerse o işi başlamadan kaybetmişlerdir. Tarih boyunca ezilen insanları ve sömürülen toplumları incelediğimizde hep özgüven eksikliğinin bunları geri kalmışlığında en büyük etken olduğunu görürüz. Bu kimi şahıs ve toplumlarda onları kalkındıracak fikirlerin yokluğu kimi zamanda ellerindeki fikirlerden bihaber yaşaması kimi zamanda ellerinde var olan değerlere güvensizlikleri onları kalkındırmadan geri bırakmıştır. Tarih boyunca ülkeler maddi olarak işgal edilip harabeye çevrildiği, ekonomik olarak çok geri bırakıldığı halde bu yenilmişlik onların fikirlerine ve ruhlarına sinmediği sürece hep geçici olmuştur. Tekrar toparlanıp eski hallerine dönmüşlerdir. Ne zaman ki ülkeler fikri olarak işgal edilmişlerse halklar fikirlerine ve inançlarını olan güvenlerini yitirmişlerse o zaman tarih sayfalarından silinmişlerdir. Ocak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

İşte İslam ümmetinin bugünkü durumu budur. Fiziki olarak işgal edilseler de 1336 yıllık devletleri yıkılsa da her gün binlerce evladı öldürülse de yer altı ve yer üstü kaynakları sömürülse de, kendi inançlarına ve fikirlerine olan güvenlerini yitirmediği sürece bunların hepsi geçicidir. Sadece ellerinde var olan potansiyele iman edip -ki bu potansiyel sahip olduğu İslam akidesinden kaynaklanan fikirdir- harekete geçtiğimizde eski izzetli günlerine kavuşulması an meselesidir. Başarılı bir toplumu şu üç kelime formül ize eder; inanmak, istemek ve çalışmak. İnanmalısın: bu sahip olduğu fikirlerin en üstün fikir olduğu konusunda tereddüt bırakmamalı Bu gün Müslümanlar öyle inanıp sarılmalı. Tıpkı Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın buyurduğu gibi; ‫ُّؤ ِمنِين‬ ْ ‫َو َن إِن ُكن ُتم م‬ ْ ‫وَالَ َت ِه ُنوا وَالَ َت ْح َزُنوا َوأَن ُت ُم األَ ْعل‬ “Üzülmeyin, gevşemeyin eğer iman ediyorsanız üstün gelecek sizlersiniz” (Al-i İmran 139)

60


Özgüven Yokluğu Kendisinde Var Olan İslam Dışı Tüm Fikirleri Atmalı, Nefsini Ve Zihnini Kur an Pınarından Akan Berr ak Fikirlerle Donatmalıdır. Böylece Allah’ın Kul nun Amellerini Kabul Buyurmasının Alt Yapısını Oluşturmuş Olur. İstemelisin: inandığı fikirler eğer onda harekete dönüşmüyorsa bu ya sahibinin samimi olmadığını gösterir ya da o fikirlerin pratiğinin olmadığını gösterir. Yüzyıllar boyunca ümmetin sahip olduğu bu fikirlerin pratiğinin olmadığını düşünmek elbette gerçekçi değildir. Dolayısıyla Müslüman bunu pratize etmelidir. Ve bundan sonra o hayatının her alanında, ekonomik, sosyal, siyasal alanında hiçbir şekilde kurumu ya da erki Rabbine ortak koşmamalıdır. Her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, salih amel işlesin ve Rabbine ibadette kim-seye ortak koşmasın. Çalışmalısın: ispatlanamayan tüm tezler bir teoremden öteye geçmediği gibi Müslümanlarda ümmetin içinde bulunduğu içler acısı halinden kurtuluşunu istiyor ise bunun değişeceğine inanıyorsa bu iddiasını ispat etmelidir. Bunun ispatı da ona üçüncü adımı atmayı zorunlu kılar. O da çalışmasıdır. Her bir mümin kendisini dünyanın merkezinde hissetmelidir. Kendisi çalışmadığında hiç bir şeyin değişmeyeceğini anladığında ve kendisini sahip olduğu potansiyelini harekete geçirdiğinde bilmelidir ki değişimin ve kalkınmanın meşalesini yaktığını bilmelidir. Allahu Teâlâ’nın buyurduğu gibi; ِ ‫ِّروْا َما ِب َأ ْنف‬ ‫ُس ِه ْم‬ ْ ‫ِّر َما ِبق‬ ُ ‫َوٍم َح َّتى ُيغَي‬ ُ ‫الَ ُيغَي‬ “Muhakkak ki Allah, bir kavim kendi nefsinde olanı değiştirmedikçe, o toplumun halini değiştirecek değildir.” (Rad 11) Dolayısıyla ayetinde belirttiği gibi değişimin metodu toplumun kendisini ifsada götüren batıl fikirlerden arınmasının yolu kendisini bu halden kurtarması için gizli bir güç, mehdi bekleme ya da Allah Subhanehu tarafından onların çalışmaksızın değişmesi değildir. Çünkü Allahu Teâlâ bir insanın kendi içindekini değiştirmediği sürece yani fikirlerini onların halini değiştirmez buyuruyor.

Tertemiz bacılarımızın ırzına geçildi, kaç bin kişinin kanı aktı, hangi beldemiz sömürül-medi ki, dünyanın her yerinde Müslümanlar zelil durumda. Bunu durum ise Müslümanların akidesinden yani fikirlerinden kaynaklanmamaktadır. Dolayısıyla müminler yani inananlar ilk önce kendilerinden başlamalıdırlar değişime. İşte o zaman Allahu Teâlâ’nın rızasını kazanmış olurlar. Namaz kılıp, zekât verip, iyilik yapıp, oruç tutmak, Allah kalbimizden geçeni biliyor demekle mi yetineceğiz? Bunları hepsi bir insanın Müslüman olduğu için yapması gerekenlerdir, ama salih amel Allahın rızasını kazanmak için Müslümanları ve bütün beldeleri sınırları çizmeden bir devlet yani hilafet devleti çatısı altında toplamak ve bir halife çıkarmaktır. Çünkü Müslümanlar buna açtır, bu olmazsa olmazdır. Çünkü Allahu Teâlâ şu ayeti kelimesinde buyurduğu gibi; َّ ‫ات ل َ​َي ْس َت ْخلِف‬ ِ ‫ِح‬ ‫َن ُهم فِي‬ َّ ‫آم ُنوا مِن ُك ْم َو َع ِملُوا‬ َ ‫َو َع َد اللَّ ُه الَّذ‬ َ ‫الصال‬ َ ‫ِين‬ َّ َّ ِّ َْ‫أ‬ َّ ‫ِه ْم َول َُي َمكن‬ ِ ‫ال ْر‬ ‫ضى‬ َ ‫اس َت ْخل‬ ِ ‫ِين مِن َق ْبل‬ َ ‫ارَت‬ َ ‫َف الذ‬ ُ ‫َه ْم دِين‬ ُ ‫َن ل‬ ْ ‫َه ُم الذِي‬ ْ ‫ض َك َما‬ َّ َ ِّ ِ ‫ون بِي َش ْي ًئا َو َمن‬ ‫ك‬ ‫ر‬ ِ ‫ش‬ ‫ي‬ ‫ل‬ ‫ِي‬ ‫ن‬ ‫ن‬ ‫و‬ ‫د‬ ‫ب‬ ‫ع‬ ‫ي‬ ‫ًا‬ ‫ن‬ ‫م‬ ‫أ‬ ‫م‬ ‫ِه‬ ‫ف‬ ‫و‬ ‫خ‬ ‫د‬ ‫ع‬ ‫ب‬ ‫ِّن‬ ‫م‬ ‫م‬ ‫ه‬ ‫َن‬ ‫ل‬ ‫د‬ ‫ب‬ ‫َي‬ ‫ل‬ ‫و‬ ‫م‬ ْ ِ َ‫ا‬ َ َ َ ُ ُ ُ​ُ ْ َ ْ ْ ْ ْ َ ُ َ ُ َ ْ ‫َه‬ ُ‫ل‬ ُ ِ ‫ِك ُه ُم ا ْلف‬ ‫َاسقُون‬ َ ‫ِك َفأ ْوَلئ‬ َ ‫َر َب ْع َد َذل‬ َ ‫َكف‬ “Allah, sizlerden iman edip sâlih amel işleyenleri, kendilerinden öncekileri yeryüzünde Halife kıldığı gibi onları da yeryüzünde Halife kılacağını, onlar için rıza gösterdiği dinlerini (İslam’ı) yeryüzünde hâkim kılacağını, (geçirdikleri) bu korkularını güvene çevireceğini vaâdetti. Zira onlar yalnız Bana kulluk ederler ve hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Her kim de bundan sonra inkâr ederse işte onlar fasıkların ta kendileridir.” (Nur 55) Tekrar geçmişte 23 milyon kilometre kareye 13 asır boyunca hükmettiği değişimi başlatmak için kendisi harekete geçmelidir. Kendisinde var olan İslam dışı tüm fikirleri atmalı, nefsini ve zihnini Kuran pınarından akan berrak fikirlerle donatmalıdır. Böylece Allah’ın kullunun amellerini kabul buyurmasının alt yapısını oluşturmuş olur. Ancak bu şekilde Rabbimizin bizim için vaad ettiği yardıma mazhar oluruz. َّ ‫نص ُرُه إ‬ ‫ِي َعزِي ٌز‬ ٌّ ‫ِن اللَّ َه َلقَو‬ ُ ‫نص َر َّن اللَّ ُه َمن َي‬ ُ ‫َول َ​َي‬ “Muhakkak ki Allah (dinine) destekleyeneni, destekleyecektir. Şüphesiz ki Allah kuvvetlidir, Azizdir.” (Hac 40)

61 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


Amerikan Sömürgeciliği ve Veziristan’daki Askeri Operasyonlar Karşıtı Kamuoyu Oluşturmalarından Dolayı Otuzun Üzerinde Hizb-ut Tahrir Şebabı Tutuklandı! Hükümet Tüm Bunlarla Hizb’in Hak Sözü Söylemesini Zinhar Engelleyemeyecektir

kurmak için çalışanları takip etmekle görevlendirdi de gerçek düşmanı takip etmeye fırsat mı bulamadılar?! Artık dünyadaki tüm devletlerce bilinmektedir ki Hizb-ut Tahrir, askeri bir Hizb olmayıp Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in hiçbir silahlı eylem içermeyen metodunu takip ederek Hilafet Devleti’ni kurmak için çalışan siyasi bir Hizb’tir. Bu nedenle Hizb-ut Tahrir, kendisini siyasi mücadeleye, fikri çatışmaya ve İslam ile yönetmek için güç ve kuvvet ehlinden nusret talep etmeye adamıştır. ***

M. 17 Ekim 2009 / Pakistan Hizb-ut Tahrir, İslam’ın ve Müslümanların izzeti için çalıştığı elli küsur yıl boyunca pek çok fedakârlıklarda bulunmuştur ki Hükümetin yaptığı bu tutuklamalar, bu fedakarlıkların sadece küçük bir örneğinidir. Hizb-ut Tahrir’in, hükümetin VeziristanKahnanana’daki masum sivillere yönelik bugünlerde başlattığı askeri operasyonlar karşıtı bir kamuoyu oluşturmasına bu hareketlerden ürken Hükümet beyhude bir tepkide bulundu. Bugün, ümmetin karşı çıkışını dile getirmek üzere Hizb’in düzenleyeceği barışçıl konferansı dağıtmak amacıyla apar topar bir araya toplanıp konferans mekânını basan polis güçleri 30’un üzerinde şebabı ve taraftarını tutuklayarak Hizbut Tahrir’e göz açtırmazken İslamabad sokaklarında fitne ve fesat saçan Blackwater ve Dynacorp Şirketlerinden olan Amerikalı teröristleri takip etmek ve engellemek için hiçbir polis görevlendirilmemiştir. Peki, emniyet güçleri Veziristan operasyonları lehinde kamuoyu oluşturmak amacıyla ülkede meydana gelen patlama silsileleri karşısında neden kıllarını dahi kıpırdatmadılar? Yoksa Hükümet, bu güçleri Hilafet Devleti’ni Ocak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Mahkemenin 28 Üyeyi Serbest Bırakmasıyla Hizb-ut Tahrir’i Terörizmle İlişkilendirmede Bir Kez Daha Başarısız Olan Hükümet Tekrar Başa Döndü

M. 23 Ekim 2009 / Pakistan Her zaman olduğu gibi hükümetin istihbarat birimleri, Hizb-ut Tahrir’i terörizmle ilişkilendirmede başarısız oldu. Zira hizbin avukatı, İslamabad’daki konferansın düzenlendiği yerde polisin kayda geçirdiği tutanaklar arasında hizbin terör eylemlerine karıştığını veya etnik ayrımcılığa davet ettiğini ispat eden tek bir kanıt göstermesi noktasında mahkemede savcıya meydan okudu. Sağlam bir kanıt sunması için kendisine ek bir saat süre verilmesine rağmen savcı, tek bir kanıt dahi sunamadı! Bu durum, hâkimi hizbin 28 üyesini ve destekçilerini serbest bırakmaya sevk ettiği gibi savcıdan bir daha böylesi davaları ken-

62


İslâmi Beldelerden Haberler disine getirmemesini talep etti. İnsanların Hizb-ut Tahrir’e olan desteklerinin artmasından duyduğu korku sonucunda Müşerref’in diktatör rejimi, 2003 yılında hizbi yasaklamış ve kendisini demokrat olarak isimlendiren Pakistan Halk Partisi’nin liderliğini yaptığı mevcut hükümet, Karaçi’deki Terörle Mücadele Mahkemesi Hizb-ut Tahrir’in yasaklanmasının yasal olmadığına dair karar çıkarmasına rağmen bu yasaklamayı sürdürmüştür. Bunun yanı sıra bu yasağın kalkması için hizbin hükümete karşı Yüksek Mahkeme’de açtığı dava, üç buçuk seneden beri dondurulmuş olarak beklemektedir. Yönetimde ister diktatör isterse demokrat biri olsun emperyalistlerin çıkarlarının korunmaya devam edeceği noktasında Hizb-ut Tahrir tam bir idrak sahibidir. Hizb-ut Tahrir’in yasaklanması işte bundan dolayıdır. Bu nedenle bir kez daha teyit etmek isteriz ki Hizb-ut Tahrir’in yasaklanması, Hilafet Devleti’ni kurmak için fikri ve siyasi çalışmadan asla alıkoyamayacaktır. Artık Hizb-ut Tahrir, dünyanın en büyük siyasi hizbi haline gelmiş ve kırk küsur ülkede var gücüyle çalışmaktadır. Ümmeti müjdelemek isteriz ki hizb, artık sömürgeci kâfirle ve Müslümanların yöneticilerinden olan ajanlarıyla çatışmasında son merhaleye girmiş ve Allah’ın izniyle yakında Hilafet Devleti’nin kurulduğunu haber verecektir. ‫ِين‬ َ ‫ْم ْؤ ِمن‬ َ ‫َص ٌر م‬ َ ‫َوأُ ْخ َرى ُت ِحبُّون‬ ْ ‫َها ن‬ ٌ ‫ِّن اللَّ ِه َوَف ْت ٌح َقر‬ ُ ‫ِيب َوَب ِّش ِر ال‬ “Seveceğiniz başka bir şey daha var. Allah’tan nusret ve yakın olan bir fetih. Mü’minleri (bununla) müjdele.” (es-Saf 13) ***

El-Halil’deki Mescid-il İbrahim’de Tony Blair’in Suratına Hakkı Haykıran Ali Muhammed Hizb-ut Tahrir’li Bir Şebabtır

M. 22 Ekim 2009 / Filistin Yerel ve yabancı medya organları, 20.10.2009 Salı günü Hizb-ut Tahrir şebabından biri olan Ali Muhammed ile dörtlü komisyonun temsilcisi Tony Blair arasında yaşanan siyasi yüzleşme haberini aktardılar. Blair, bazı ileri gelen Filistinli şahsiyetler eşliğinde ve Filistin Otoritesi güvenlik birimlerinin korumasında el-Halil’deki Mescid-

il İbrahim’i gezerken Ali, Irak ve Afganistan’da Müslümanları katleden Blair’in suratına hakkı haykırmıştı. Bu bağlamda bizler Hizb-ut Tahrir olarak aşağıdaki hakikatleri vurgulamak isteriz: 1. Blair, İslam’a ve Müslümanlara kin besleyen mücrim bir düşmandır. Nitekim Başbakanlığı sırasındaki fiilleri bu hakikati ortaya koymuş ve Filistin meselesine komplo kuran kimselerle birlikte komplo kurmayı sürdürmektedir. 2. Ali Muhammed, İslami akideyle yetişmiş ve sömürgeci kafire yaklaşım hususunda İslam hükümlerini fehmetmiş birisi olup onurlu tutumunda bu ideolojik dürtülerle hareket etmiştir. 3. Ali’nin hakkı haykırması spontane bir eylemdir. Zira Müslümanların evlatlarını katlettiği ve çocuklarını yetim bıraktığı halde Müslümanların meşhur mescitlerinden birini gezen Blair’in görüntüsü karşısında -herhangi uyanık bir Müslüman gibi- tahrik olmuştur. 4. Ali, kahraman mümin kimseler gibi hareket etmiştir. Zira Tony Blair’e ne uzaktan ne de arkasından bağırmıştır. Aksine sıra dağlar gibi karşısına dikilerek suratına şu hak sözleri haykırmıştır: “Blair sen bir teröristsin”, “Binlerce Müslümanı katlettin”, “Blair bu mescitten defol git”, “Hoş gelmedin sefa da getirmedin.” Korumalar, sözünü tamamlamasına izin vermeyip zorla ağzını kapatmalarına rağmen Ali, haykırışını tamamlamaya çalışmış ve sözlerini bitirmesi için güvenlik birimlerinden kendisini serbest bırakmalarını istemişse de buna izin vermemişlerdir. 5. Medya organlarının görüntülü raporları, güvenlik birimlerinin Ali’ye yönelik vahşi muamelelerinin bir kısmını ifşa etmektedir. Her zaman olduğu ve General Dayton’un birimleri üzerinde hegemonya kurmasından beri uygulamalarını yoğunlaştırdığı üzere Filistin Otoritesi’nin Yahudi devletini tanıma ve küfür projeleriyle tutarlılık esasına dayanan projesinin karşısında duran herkese karşı baskı ve kötü muamelede bulunmaktadır. 6. Güvenlik birimlerinin tutukladığı Ali, bu esnada darp ve şiddete maruz kaldığı gibi gözaltı sırasında da fiziksel eziyete maruz kalmıştır. Ken-

63 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


İslâmi Beldelerden Haberler disine aşağılık hakaretlerhükümete karşı bir dava de bulunulmuş, kemikleri İslami Ümmet, Nice Erler Üret - açmak amacıyla avukatın kırılmakla ve işkence yabir müzekkere hazırlaması cek Diri Bir Ümmet Olup Allah’ın pılmakla tehdit edilmiştir. İzni Ve Yardımıyla Bu Mü’min Ki - için toplandıkları bir sıraİşte bu aşağılık davranış, da kaçırılmıştır. Ailelerin seler Sayesinde Dini İkame Edecek Dayton programı çerçehükümete baskı yapmaVe Müslümanları Birleştirecek ları sonucu, kaçırılanlar vesinde yetişen güvenlik Olan Hilafet Devleti’ni Kur ar ak bugün mahkeme karşısına birimlerinin ahlaki seviyeÜmmetler Ar asında Kendisine Yar - çıkarıldılar. sini açığa çıkarmaktadır. şan Mevkisi Yönünde Yolunu Yar 7. Mevcut rejimler, yöHizb-ut Tahrir şu gerr ak İlerlemeye Devam Etmektedir. neticiler ve yönetici kılıklı çeği vurgulamak ister ki kimseler, ümmetin düşhizbin yasaklanması dımanlarını dost edinmekteler ve ümmetin boyşında çıkarları çatışmasına rağmen Amerika, İnnunu onlara teslim etmektedirler. Onlar, düşgiltere ve Hindistan’dan emirler aldıktan sonra manların ve zalimlerin suratına hakkı haykıran Bangladeş’teki nizam Hizb-ut Tahrir’in faaliyetümmetin evlatlarıyla gurur duymak ve övünmek lerini yasaklama kararı almıştır! Zira küfür, tek yerine onları tutuklamaktalar ve işkence etmekmillettir. Çünkü hizb, Bangladeş’teki sömürgetedirler. ci kafirlerin yolunda bir engel oluşturmaktadır. 8. İslami ümmet, nice erler üretecek diri bir ümBuna ek olarak hizb, Bangladeş’te çalıştığı son on met olup Allah’ın izni ve yardımıyla bu mü’min yıl içerisinde Amerika, İngiltere ve Hindistan’ın kimseler sayesinde dini ikame edecek ve Müslüülkeye karşı tezgahladığı komplolarını ifşa etmemanları birleştirecek olan Hilafet Devleti’ni kurayi başarmasının yanı sıra Hilafet davetini insanrak ümmetler arasında kendisine yaraşan mevlara taşımayı da başarmıştır ki ümmeti emperyakisi yönünde yolunu yararak ilerlemeye devam listlerin pençesinden kurtaracak olan da bizzat etmektedir. İşte o zaman Hilafet, ümmetin düşHilafet’tir. İşte bu iki sebepten dolayı sömürgeci manları ile dostları zalim yöneticileri uslandıragüçler, hak sözü söylemekten ve insanlar arasıncaktır. da sesini yükseltmekten asla geri durmayacak ‫َب‬ ٍ ‫َموا أَ َّي ُمن َقل‬ olan Hizb-ut Tahrir’in sesini bastırmaya karar َ ‫َم الَّذ‬ ُ ‫ِين َظل‬ ُ ‫“ َو َس َي ْعل‬Zulmedenler, nasıl bir yıkılış ile yıkıldıklarını yakında bileceklerdir.” vermişlerdir. (eş-Şu’arâ 227) Hizb-ut Tahrir’in Resmi Sözcüsü Muhyiddîn *** Ahmed ile hizbin diğer üç şebabına yönelik ev Hükümet, Hizb-ut Tahrir’i Bastırmak İçin hapsi dayatmasının üzerinden yaklaşık iki hafta Aşağılık Amerikan Üsluplarına Başvurarak geçmiştir. Şebabını Kaçırmaktadır İnsanlara ve yargıya hizbi yasaklamayı meşru M. 02 Kasım 2009 / Bangladeş gösterecek herhangi bir delil yada kanıt sunmada Soruşturma Bürosu, 30 Ekim Cuma günü Dakbaşarısızlığa uğrayan ve aciz kalan hükümet, aşaka şehrinin farklı bölgelerinden Hizb-ut Tahrir’in ğılık Amerikan üsluplarını takip etmeye başvurbeş şebabını kaçırmıştır ki bunlar: Nazım elmuştur. Dolayısıyla hem İslami değerlerin hem Sedat, Muhammed Zülfikar, Mansur Ahmet de ifade özgürlüğü, insan hakları ve hukukun üsRâci, Muhammed Kamer el-İslam ve Muhamtünlüğü gibi iddia ettiği değerlerin tamamını hiç med Şukeyl’dir. Kaçırma operasyonu, her yerde sayarak hizbin şebabını kaçırmıştır. bu kişileri aramaya koyulan ailelerinde korkuya *** Rus Güvenlik Birimleri, Müslümanların neden olmuştur. Kayda değerdir ki bu şebabtan Hizb-ut Tahrir’in Taşıdığı Davete Olan Teüçü, Hizb-ut Tahrir’i yasaklamasından dolayı Ocak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

64


İslâmi Beldelerden Haberler veccüh Düzeyi Karşısında Şaşkın

[F.S.B] İstihbarat Birimi’nde, İçişleri Bakanlığında ve Başsavcılıkta görevli Rus güvenlik birimleri, bütün takvaları ve ihlâslarıyla Hizb-ut Tahrir’in davetini kabul eden Rusya’daki Müslümanların sayısı ve Müslümanların Hizb’in faaliyetlerine bağlılıkları karşısında şaşkınlık ve hayret içerisindeler. Böylelikle Hizb’in taraftarları gün be gün artmakta ve Hilafete davet birçok Rus şehrinde duyulur hale geldi. Bu durum ise Rus hükümetinin İslami davetin Rus vatandaşları arasında yayılmasını durdurmak için pek çok girişimlerde bulunduğu bir zamanda meydana gelmektedir. Zira güvenlik birimleri, bizlere gönderilen ilahi şeriatın ırk, millet ve din esasına dayalı bir ayrım olmaksızın yeryüzünde tatbik edilmesi olan hakkı insanlığa taşıyan hizb üyelerini korkutmaya çalışmaktadır. Hizb üyeleri hakkında yalanlar yayan Güvenlik Birimleri, evlerini aramak, haklarında dava açmak, darp etmek ve hapsetmekle onları korkutmaktadırlar. Güvenlik Birimleri, 22.10.2009’da bir kez daha Başkırya Cumhuriyeti’ndeki onlarca Müslümanın evini aradı ve bu iğrenç baskınları sonunda Owa ve Diortoli şehirlerinde Müslümanlardan 10 kişiyi tutukladı. Bu Müslümanlar, yasak olan dini bir harekete ve örgüte katılımı belirten Rusya anayasasının 282/2. maddesine göre suçlanmaktadırlar. Esasında bu madde, Rusya hükümetinin bakış açısına muhalif bakış açısı taşıyan her türlü hareketi denetlemek içindir. Hizb-ut Tahrir hakkında önceden planlanan eylemlere gelince; televizyon kanalları yoluyla Rus vatandaşları hakkında onların bombalama ve kundaklama eylemlerinde bulunan teröristler olduğu iddialarını dile getirdiler ve ellerinde silahlar olan insan görüntüleri yayınladılar. Hizb içerisinde kalmamızı engellemek için bizleri hapisle tehdit ediyorsunuz. Ancak bizler, hapsi din uğrunda bir imtihan olarak görüyoruz. Dolayısıyla hapis, bizleri çalışmaktan alıkoymayacaktır. Bilakis gücümüzü artıracak, dünyanın ve ahiretin izzeti için imanda bizleri geçen kardeşlerimize yetişene kadar çalışmaya devam

edeceğiz. İster yönetici ister istihbarat görevlisi isterse başkası olsun aşırı gücünüz hiçbir şahsın karşısında bizleri hak sözü söylemekten vazgeçmeye icbar edemeyecektir. Hilafet, her Müslümanın derdidir ve Hilafet’i istemiyorum diyen muhlis bir Müslüman yoktur. Böyle söyleyen bir kimse çıkarsa o Müslümanların cemaatinden değildir. ***

Türkiye Yöneticileri Filistin’i ve İslam’ı İstismar Ediyorlar

M. 03 Aralık 2009 / Filistin Kuveyt Haber Ajansı ve diğer ajanslar, 01.12.2009 tarihinde Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün şu açıklamasını aktardılar: “Esasen Filistin ve Kudüs meselesi İslami bir mesele olup sadece Filistinlilerin meselesi değildir…” Haber Ajansı şöyle ekledi: “Gül, kendisinin ve Ürdün Başbakanı Nadir el-Zehebi’nin başkanlığında Amman’da düzenlenen Ürdün-Türkiye İş Forumu sırasında yaptığı konuşmasında Filistin vatanı toprakları üzerinde bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasının gerekliliğini vurguladı. Ürdün Kralı İkinci Abdullah’ın daveti üzerine üst düzey bir heyet öncülüğünde Ürdün’ü ziyaret eden Türkiye Cumhurbaşkanı, Arap barış girişimini övdü ve halkların refahını sağlayacak şekilde bölgedeki çatışmaya son vermek ve istikrarı sağlamak amacıyla İsrail’den Yahudi yerleşim birimlerini durdurmasını ve barış müzakerelerine katılmasını talep etti.” Yine Day Press’in haberine göre Abdullah Gül, 24.11.2009 tarihinde Ankara’da Ben Eliezer ile görüşmesinden sonra “İsrail’in” yerleşim birimlerinin inşasına devam etmesi ve 67 sınırları içerisinde bir Filistin devletinin kurulmasını istememesi nedeniyle “İsrail’i” ziyaret etmeyi reddetmişti. İslam şiarlarına bürünerek iktidara ulaşan mevcut Türkiye yöneticileri, bölgedeki Amerikan projesi lehine arabuluculuk rolünü yerine getirmek için bugün de Müslümanların karşısında Osmanlıcılık kılıfına bürünmektedirler. Başbakan Erdoğan gibi Abdullah Gül de çirkin tutumlarının hakikatini gizlemek için İslami şiarları tahrik

65 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


İslâmi Beldelerden Haberler eden bir üslup içerisinde İslam’ı istismar etmektedir. Zira o, Filistin ve Kudüs meselesinin İslami bir mesele olup sadece Filistinlilere ait bir mesele olmadığını söylüyor! Aslında onun böyle bir gerçeği dile getirmesi hakkı gerçekleştirmek ve ona bağlanmak için değildir. Bilakis o bu gerçeği, sözünün arkasında yatan asıl maksadını gizlemek için bir kılıf olarak dile getirmiştir. O halde Filistin’in İslami bir mesele olması Türkiye’nin Filistin’i kurtarmak için harekete geçmemesi ve Türkiye-“İsrail” askeri işbirliğiyle nasıl bağdaştırılabilir? Bunlar, Türkiye yöneticilerinin Filistin’in genelinde silahlarla donanmış Yahudi varlığına mukabil silahtan arındırılmış olarak yaşayabilen bir devlet olmak üzere iki devletli çözümle temsil edilen Filistin meselesini tasfiye etmeye yönelik Amerikan planını izlediklerini açıkça ifşa ettiği gibi Abdullah Gül’ün Filistin’in İslami bir mesele olduğuna ilişkin açıklamasının gerçeğini de açıkça ifşa etmektedir. ***

Özbekistan’ın Kaşkadarya bölgesinde, güvenlik güçlerinin (SNB) düzenlediği baskında Mehriniso Hamdamova adlı lidere bağlı oldukları gerekçesiyle 40 Müslüman kadın hukuka aykırı biçimde tutuklandı. Uznews.net’in haberine göre Özbekistan’ın Kaşkadarya Bölgesi Savcısı Karshi’deki Kuk Gumbaz Camisi’nde genç kadınlara İslami eğitim veren 40 kadının ‘tehlikeli’ faaliyetlerde bulunma potansiyelleri taşıdıklarını iddia etti. Özbek yetkililer, grubun Hizb-ut Tahrir’le organik bağı olduğu iddiasında bulunurken, yapılan baskında çok sayıda örgütsel doküman bulduklarını öne sürdüler. Özbekistan’da Hizb-ut Tahrir suçlaması, Rusya’da rejim muhalifi Müslümanlara yöneltilen Vehhabi suçlamasını andırıyor. Bu suçlamayla, Rusya konjonktürel olarak dünyanın Müslümanların yanında yer almasını engelliyor. Uluslararası insan hakları grubu Amnesty grubu gözaltıların hukuka aykırı olduğunu belirterek, Özbek güvenlik güçlerinin icraatını sert bir dille eleştirdi.

Özbekistan’da 40 Müslüman Kadın Tutuklandı

http://www.dunyabulteni.net/news_detail.php?id=96190

Kaşkaderya’da kur’an kursuna düzenlenen baskında 40 Müslüman kadın tutuklandı.

Ocak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

66


Takiyyuddîn en-NEBHÂNÎ (Geçen Sayıdan Devam) Rusya’nın durumuna gelince: Rusya, Batı Bloğuna karşı soğuk savaşı ateşlemeye devam ediyordu. Bu savaştan en büyük payı ise Amerika alıyordu. Dünyanın birinci devleti olmak için bir taraftan Amerika’nın konumunu sarsmak için çaba gösterirken diğer taraftan ise batı bloğunun dizginlerini eline almaya çalışıyordu. Birtakım işlerde başarılı oldu ve Amerika’yı dokunulmaz zırhı olan Birleşmiş Milletlerden taşımayı başardı. Devletlerarası problemlerin çözümü için Birleşmiş Milletler dışında konferanslar yaptırdı. Amerika’yı sıkıştırması ve onun birinci devlet konumunu zayıflatması için İngiltere’yi cesaretlendirdi. Birinci devlet konumunu zayıflatmak için ihtilafları çoğalttı, Fransa ile Amerika arasındaki ihtilafların ağzını genişletti, devletlerarası işlerin birçoğunu etkiledi. Nükleer silahlar ve kıtalar arası füzeler konusunda ilerleme kaydetti. Amerika’yı tehdit etmek için Küba’da askeri üs kurdu. Kongo’da, Mısır’da, Cezayir’de ve daha birçok yerde Amerikan üsluplarını açığa çıkar-

dı. Ancak bütün bunlara rağmen Amerika’yı çok etkilediyse de onu birinci devlet mertebesinden kaydıramadı. Sadece devletlerarası bazı meselelerde kısmen başarılar elde etti. Ancak Sovyetler Birliği ümitsizliğe kapılmadı ve 1961 yılındaki Kennedy Kruschef görüşmelerine kadar soğuk savaş üsluplarını kullanarak Amerika’ya saldırmaya devam etti. 1961 yılının Haziran ayında bu ikili Avusturya’nın başkenti Viyana’da toplandılar ve dünyanın aralarında ikiye bölünmesi hususunda anlaştılar. Bu tarihten sonra artık Fransa da İngiltere de dünya siyasetinden düştüler. Amerika ve Sovyetler Birliği bu siyaseti çizmek hususunda yalnız kaldılar. Dünya siyasetinde bir görüşünün olması için yaptığı bütün girişimlerde İngiltere herhangi bir başarı elde edemediği gibi De Gaulle zamanına kadar Fransa da herhangi bir başarı elde edemedi. De Gaulla zamanında dünya siyasetinden bahsetme imkânları oluşturma hususunda bir adım atabildi ve bu durum 1989 yılına Berlin duvarı yıkılıncaya kadar devam etti. Bundan sonra iki yıl sonra Sovyetler Birliği resmen dağıldı ve soğuk savaş sona erdi. Rus-

67 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


Siyâsi Mefhumlar ya, doksanlı yılların başlarından itibaren resmi olarak Sovyetler Birliğinin yerine mirasçı oldu. Ancak dünya siyasetindeki ikinci devlet konumunu kaybetti. Devletlerarası bakımdın yeni bir durum ortaya çıktı ve Birleşik Devletler ilk defa ortağı olmadan devletlerarası niteliğini kazandı. Dünya yarışmasız bir devletlerarası merhaleye girdi. Baba Bush’un son zamanlarında Amerika tek olma esasına dayalı siyasetini çizmeye çalıştı. Yeni Dünya Düzeni kavramını seslendirmeye başladı. Ancak bu düzen başarılı olamadı. Devletlerarası konum puslu kaldığı gibi bu kavram da sürüncemede kaldı. Ta ki 1992 yılında Clinton başkanlık koltuğuna oturuncaya kadar. Clinton tek olma esasına dayanmayan, üstünlük esasına dayanan yeni bir devletlerarası düzen çizdi. Clinton yönetimi bu yeni düzenin demirlerini atmaya başladı. Bu düzenin en önemli esaslarından birisi dünyanın büyük devletleriyle ortak siyaset çizmeyi gerektiren bu yapı, Bosna Hersek’te ve Kosova’daki Balkan sorunlarının çözümünde kendisini gösterdi. Yine Rusya ile anlaşarak Beyaz Rusya ve Ukrayna’daki nükleer silahların sökülmesi hususunda anlaşma sağlandı. Amerika ile doğu manzumesinden bir parça üzerinde yarış halinde olan devletlerarasında anlaşma müzakereleri imzalanmış ve karşılıklı anlayışların bazılarını Almanya ve İngiltere de imzalamıştır. Bu süreçte de Amerika başarılı oldu. Avrupa birliği devletlerinin genişlemesinden faydalanarak ve batı Avrupa ülkeleriyle yardımlaşarak ortaklık siyasetinin katkısıyla NATO’yu genişletti. Üstelik bu genişleme Rusya’ya ve Rusya’nın nüfuz bölgesine rağmen gerçekleştirildi. Bu dönem Almanya’nın gücünde yükselme görülmesiyle ayrıcalık gösterdi. Sovyetler Birliği’nin zayıflaması, Berlin duvarının yıkılması, Sovyetler Birliği’nin Doğu Almanya desteğinin ortadan kakması, Doğu ve batı iki Almanya’nın çok kısa sürede birleşmelerinin eşlik etmesi ve Avrupa’nın en büyük ekonomik gücüne sahip olmasıyla Almanya bu konumunu Amerika’nın ve Avrupa’nın yakınlaşmak istediği etkili ve aktif bir siyasi güce dönüştürdü. Hatta durum Ocak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Amerika, Avrupa ve diğer devletler tarafından Almanya’nın Güvenlik Konseyi daimi üyeliğine katılması çağrıları konuşulmaya başladı. Bu yeni siyasi durum ve yeni ekonomik durum büyük ölçüde Pazar politikalarının eşlik etmesiyle tamamlandı. Bütün dünyaya kabul ettirilen küreselleşme siyasetlerinde bunun örnekleri görüldü. Şirketler birleşti, devler oluştu, hükümetler üzerindeki siyasetlerini dikte ettiren belli başlı ekonomik oyunlar belirginleşti. İktisatçılar değişik uyruklara ait şirketlerden bahseder oldular. GATT (Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması) anlaşması, kanun kisvesi altında küreselleşme siyasetlerini korumak üzere Dünya Ticaret Örgütüne dönüştürüldüğü gibi IMF ve Dünya Bankasının rolündeki canlılık ta tamamlanmış oldu. Öyle ki bu üçlü Dünya Ticaret örgütü, IMF ve Dünya Bankası, devletlerin ekonomi politikalarına müdahale ve baskı aracı gibi büyük devletler tarafından kullanılan bir yapı haline getirildi. Amerikan dışişleri eski bakanı Lawrence Eagleburger ve Para Fonu başkanı Michael Candice’in her birisi bunu itiraf etmişlerdir. Her ikisi de paranın değerinin düşürülmesi politikaları hususunda baskı yapmak suretiyle Suharto’nun sistem konusundaki hırsından faydalanılarak Fon’un kullanıldığını itiraf etmişlerdir. Bu siyaseti kabul etmediği takdirde borç almaktan mahrum bırakılacağı ile tehdit etmeleri neticesinde isteğe boyun eğmiş, paranın değerini düşürmüş ve buna göz yummuştur. Yedi sanayileşmiş ülkelerden meydana gelen G7’nin bünyesine Rusya’da dâhil edilerek bir düzenleme yapılmış ve böylece; Amerika, Japonya, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, Kanada ve Rusya’dan meydana gelen sekiz devlet iktisadi ve parasal açıdan dünya siyaseti üzerinde etki kurmuşlardır. Sahip olduğu devasa ekonomisi, nükleer gücü, nüfus büyüklüğü ve Güvenlik Konseyinin daimi üyesi olmasıyla Çin’i de bu sekiz devlete ilave ettiğimiz zaman şunları söylememiz mümkün olur. Günümüz dünyasındaki büyük devletler işte bu dokuz devlettir. Ancak bu devletlerden iki tanesinin devletlerarası bir rol oy-

68


Siyâsi Mefhumlar nayabilecekleri siyasi bir güçten ve atmosferden Daha sonra da dilin yaygınlaşması ve geçmişten miras yoksun olmaları, diğerlerine göre güçlerinde farkkalan kültürel etki gelir.” lılığın, dengesizliğin bulunması nedeniyle İtalya Ancak Vedrine’nin bu görüşünden daha dave Kanada’nın bu dokuz devlet dışında tutulması kik olan değerlendirme şudur: Yirmi birinci asrın gerekir. Böylece dünya siyasetinde etkili olarak; başlarında hiçbir devletin yaklaşamadığı koca Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya, Çin Amerikan devletinden sonra Rusya, İngiltere ve ve Japonya’dan oluşan yedi devlet yer almaktaFransa’dan meydana gelen üç büyük devletin dır. Ancak bu devletlerin evrensel olarak etki güçgeldiği gerçeğidir. Bu üç devletten sonra ise doğlerinde farklılıklar bulunmaktadır. Amerika’nın rudan Almanya gelir. Bu dört devletin dünyanın diğerlerine oranla çok büyük üstünlüğü olmakdört bir yanında arzuları, hırsları vardır. Daha la birlikte ilk beş devlet sonra ise bölgesinde çevdünyanın muhtelif bölgerelemiş olduğu sınırlarıyla Yirmi birinci asrın başlarında hiçbir lerinde etkili olmaya çalışÇin gelir. Hırsı ve istekleri devletin yaklaşamadığı koca Amerikan maktadırlar. Altıncı ülke dar olmasaydı, hepsiyle devletinden sonra Rusya, İngiltere ve Çin kendi bölgesinde etkili veya önceki dört devletle Fransa’dan meydana gelen üç büyük olma arzusundadır. Yedinmutlaka rekabet ederdi. devletin geldiği gerçeğidir. Bu üç devci ülke Japonya ise dünyaJaponya ise Amerika’dan letten sonra ise doğrudan Almanya nın muhtelif bölgelerinde sonra ekonomik olarak en gelir. Bu dört devletin dünyanın dört sadece ekonomik olarak etbüyük devlettir. Buna göre bir yanında arzuları, hırsları vardır. kili olmaya çalışmaktadır. devletlerin güç sıralaması Daha sonra ise bölgesinde çevrelemiş Fransa’nın dışişleri eski şöyle olur: Amerika, Rusolduğu sınırlarıyla Çin gelir. Hırsı ve bakanlarından Huber Vedya, İngiltere, Fransa, Alistekleri dar olmasaydı, hepsiyle veya önceki dört devletle mutlaka rekabet rine “Küreselleşme Zamamanya, Çin ve Japonya. Bu ederdi. Japonya ise Amerika’dan sonnında Fransa’nın İpotekleyedi devletin büyük devlet ra ekonomik olarak en büyük devlettir. ri” isimli kitabında kendi olarak isimlendirilmeleri Buna göre devletlerin güç sıralaması nitelendirmesiyle şöyle demümkündür. Ancak Hinşöyle olur: Amerika, Rusya, İngiltere, mektedir: “Şüphesiz ki ikdistan, Kanada ve İtalya Fransa, Almanya, Çin ve Japonya. tisadi, teknolojik, askeri, pabu yedi devlet arasında sarasal, dille ilgili ve kültürel yılmalarına rağmen büyük alanların tümünü egemenliği altına almış bulunan şu devlet isimlendirmesini hak etmemekte fakat butek güç (Amerika) tarih içerisinde yarışılmamış bir halnunla birlikte dünyanın ilk on devleti içerisinde dedir.” Daha sonra Vedrine güç ve nüfuz bakımınyer almaktadırlar. dan devletler hakkında özel bir tasnif yapmakta Yirminci asrın sona erip üçüncü bin yılın başve şöyle demektedir: “Birleşik devletler tartışmasız lamasıyla beraber oğul Bush yönetimi oyunun bir şekilde dünyada birinci dereceyi temsil eder. Daha kurallarını değiştirmeye çalıştı. Clinton’un icat sonra evrensel nüfuzları bulunan Fransa, İngiltere, edip uygulamaya koyduğu ortak hareket etme Almanya, Rusya, Çin, Japonya ve Hindistan’ın yer siyasetlerini kaldırdı ve bunun yerine zor kulaldığı yedi devletten oluşan ikinci sınıf gelir. Halen lanarak büyük devlet siyasetlerini uygulamaya daha bölgesel olan rüyasını genişletmeyi tasarlaması başladı. Kyoto sözleşmesinden, Uluslararası Ceza şarttır… Bu tasnifin ölçüleri çoktur. Milli gelir, tekMahkemesinden, Stratejik Silahların Sınırlandırılnolojik seviye, nükleer silahlar sonra da silahların niması Anlaşmaları anlamına gelen SALT anlaşmatelik ve sayı düzeyi bunlardandır. Güvenlik Konseyi ve larından ve daha başka devletlerarası ittifakların G8 veya Avrupa Birliği gibi devletlerarası örgütler ve birçoğundan çekildi. New York’taki Dünya Ticateşkilatlarla irtibatlar da bu ölçüler arasında yer alır. ret Merkezinde ve Washington’daki Pentagon’da

69 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


Siyâsi Mefhumlar meydana gelen patlamaların yaşandığı 11 Eylül 2001 olaylarıyla büyük devletler arasındaki ilişkiler günden güne önemli ölçüde gerildi. Bu gelişmelerle Amerika yalnızlık siyaseti yönünde yeni bir ivme kazandı. Bu patlamaları, terör olarak isimlendirdiği hususlarla savaşmak için bir bahane olarak kullandı. Bu gerekçeyle Afganistan’ı ve Irak’ı işgal etti. Amerikan yönetiminin zorba siyaseti egemen oldu. “Ya bizimlesiniz ya da bize karşısınız” siyasetini benimsedi. Amerika’nın benimsemiş olduğu bu yeni siyaset Avrupalılardan ve başkalarından çok sert tepki gördü ve Amerika’yı basitlikle, kolaycılıkla suçladılar. Amerikalıların işbirliği ve istişare yapmalarını istediler. Ancak Amerikalılar Clinton yönetimi döneminde takip edilen ortaklık ve istişareler yapma kurallarına dönülmesini reddettiler. Başkan yardımcısı Dick Cheney, Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ve yardımcısı Wolfovitz, Savunma Politikaları Kurul Başkanı Richard Perle, John Bolton ve Douglas With ve Condoleezza Rice liderliğinde yeni muhafazakârlar olarak isimlendirilenler iyice yerleştiler. Bunlar tüm güçleri ve etkileriyle, bu politikalar doğrultusunda kendilerini destekleyen şirketlerle Bush’un kararlarında etkili oldular. Bu politikalardan en dikkat çekici olan Birleşmiş Milletlerin kararlarına ve aldıkları kararların yasallığı hususlarına iltifat etmemeleri, Amerika’nın çıkarlarını bayraklaştırmalarıdır. Bu çıkarların devletlerarası kanunlarla çatışması halinde bu kanunları ihmal ettiler, çatışmadığında ise kanunların gereğini yaptılar. Güvenlik Konseyi ile böyle çalıştılar. Konseyden istedikleri kararları çıkartabildikleri zaman konseyle birlikte hareket ettiler, çıkartamadıklarında ise konsey kararlarını ihmal ettiler, çiğnediler. İngiltere ile temsil edilen Avrupa, uluslararası kanuna iltifat etmeyen Amerikan yönetimini ikiye ayırmaya çalıştı ve bu girişim Amerikan dışişleri bakanı Colin Powel ile kendini gösterdi ve başkan Bush da ona meyletti. Ancak yeni muhafazakârların oluşturduğu yapı bu girişimi başarısızlığa uğrattı. Böylelikle Amerika, uluslararası örgütlerin rolünü bilmezlikten geldiği gibi Ocak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

ortaklık siyasetlerini de bilmezlikten geldi. Durum ne olursa olsun oğul Bush yönetimi İngiltere, Rusya, Fransa ve Almanya gibi büyük devletleri uluslararası siyasetteki rollerini oynamaktan düşüremedi. Bilakis oğul Bush’un takip etmiş olduğu bu politikalar bu devletlerin tutumunu güçlendirdi, zayıflatmadı. Çünkü bu devletler Amerika’nın çirkin saldırıları karşısında kendilerini savunmak için saflarını birleştirme yoluna gittiler. Fransa, Almanya ve Rusya ekseni oluşturuldu ve bu eksende gizli olarak İngiltere ile yardımlaştılar. Böylece bu devletler devletlerarası siyasette belli bir seviyeye kadar büyük devlet gibi bir konumda durmaya, direnmeye imkân buldular. Devletlerarası Örf ve Devletlerarası Kanun Geçmiş asırlarda birinci devletin konumu üzerinde yaşanan rekabette devletlerarası kanun denilen şeyin bulunmaması nedeniyle devletlerarası kanunla irtibatlı siyasi ameller bariz değildi. Bilakis tarihin doğuşundan bu yana savaş ve gazvelerle, devletlerin kayıplarıyla ilgili askeri eylemler barizdi. Bu durum on sekizinci asrın ortalarına, devletlerarası kanunun genişlemesine veya daha doğru bir ifade ile kanun ve yasa şeklini alıncaya kadar bu hal üzere devam etti. Artık bu tarihten itibaren siyasi ameller devletlerarası ilişkilerde ve devletlerarası sorunların çözümünde önem kazandı. Siyasi ameller sorunların çözümünde ve birinci devletin egemenliğine son vermede ve birinci devlet konumu hakkında onunla rekabet etmekte askeri operasyonların yerini aldı. O günden itibaren artık devletlerarası ilişkilerde devletlerarası kanunun hakemliği arttı. Tek başına veya savaşlar ve gazvelerle birlikte uluslararası sorunların çözümü için siyasi ameller bir araç olarak daha fazla kullanılır oldu. 1919 yılında Milletler Topluluğu’nun kurulmasından sonra net bir şekilde yoğunlaştı. Devletlerarası örfün ve devletlerarası kanunun hakemliğinde artış oldu. Genel bir şekilde devletlerin yürüttükleri siyasi ameller, birinci devletle rekabet halinde bulunan devletler ve özel bir şekilde de birinci devletin bizzat kendisi, siyasi çalışmalarında devletlerara-

70


Siyâsi Mefhumlar sı örf ve devletlerarası kanun diye bilinen hususa dayanmaktadırlar. Dolayısıyla siyasi amellerin vakıasını ve devletlerarası açıdan siyasi amellerin keyfiyetini idrak edebilmek için devletlerarası örfe ve devletlerarası kanuna bir göz atmak mutlaka gereklidir. Devletlerarası örf, devletlerin, emirliklerin var olduğu gün kadar eskidir. Barış halinde de savaş halinde de beşeri topluluklar arasındaki ilişkilerin sürüklemesiyle ortaya çıkan kurallar bütünüdür. Kurallar bütününün izlendiği süreç uzun zaman içerisinde devletlerarası olarak tanınır oldu. Daha sonra bu kurallar bütünü devletlerde istikrar buldu. Artık devletler bu örflere isteyerek bağlanır hale geldiler ve böylece kanuna benzer bir hal aldı. Bu bağlılık maddi bir bağlılık değildir. Örfe bağlı olmayanların kamuoyu tarafından kınandığı, ayıplandığı dolayısıyla da insan topluluklarının kamuoyu korkusu nedeniyle isteyerek uyguladıkları manevi bir bağlılıktır. İslam öncesi dönemde Arap toplumunda haram ayda savaşın yasak olması hakkındaki ıstılah da devletlerarası örf türünden sayılır. Bu nedenledir ki Abdullah b. Cahş seriyyesinin Amr b. el-Hadrami’yi öldürüp Kureyş’ten iki kişiyi esir etmeleri üzerine Kureyş Rasulullah SAV’i sert bir şekilde kınamışlardır. Evet, Kureyş bu olayı çok sert bir şekilde kınadı ve her yerde Muhammed ve arkadaşları, haram ayda kan dökmeyi helalleştirdiler, ganimet aldılar, insanları esir ettiler demeye başladılar. Devletlerarası örfe aykırı hareket etmeleri nedeniyle kamuoyu onların aleyhine döndü.

İşte böylece insan toplulukları arasında üzerinde anlaştıkları, savaşta ve barışta tabi oldukları kurallar vardı. Elçiler veya sefirler ve savaş ganimetleri diye hususlar bunlardandır. Ancak elçiler ya da sefirler örneğinde olduğu gibi bu örflerden bazıları insan topluluklarının tabi oldukları genel örflerdendir. Bazıları ise muayyen topluluklara hastır. Bu örf devletlerin, emirliklerin ve devlet benzeri birtakım varlıkların ihtiyaçlarına uygun olarak gelişir. Yani insan topluluklarının bir bütün olarak birbirleriyle ilişkilerinde söz konusu olan ihtiyaçlara uygun olarak gelişme gösterir. Devletlerarası bu örfler kamuoyu için insanların hakemliğine başvurdukları, aykırı hareket edenlerin ise ayıplandığı bir yapı idi. Dolayısıyla sadece isteyerek ve kendi seçimleriyle manevi bir etki ile bu örflere tabi olurlardı. Bunların uygulanmasını zorunlu hale getirecek maddi herhangi bir güç yoktu ve bu örflere dayanılarak beşeri topluluklar tarafından siyasi ameller yürütülürdü. Devam Edecek...

71 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


Necahu’s SABATİN Davranışları Değiştirmenin, Düzeltmenin İkinci Üslubu

Bağırmasını ve kızmasını durdurmuşsa ona daha fazla önem ver fakat tatlı veya bisküvi gibi maddi bir şey verme. Çocuk tehlikede değilse veya yıkıcı, zarar verici bir durumda değilse kötü bir hareket sergilemesi halinde bu üslubun kullanılabilir. Çünkü bu durumda tehlikeli herhangi bir işi yapmaktan çocuğu caydırmak için doğrudan müdahalede bulunmak gerekir. Görmemezlikten Gelme Üslubunu Kullanma Keyfiyeti: Görmemezlikten gelme üslubunu kullanırken aşağıdaki adımları takip et. 1- Çocuğa karşı tüm önemsemelerden uzak kal. 2- Çekişmeyi, azarlamayı ve konuşmayı terk et, bırak. 3- Başını çevir ve gözlerinle ona bakma. 4- Hiçbir şekilde kızdığını belli etme.

Bilerek Hataları Görmemezlikten Gelmek: Görmemezlikten gelmek çocuğun yapmış olduğu kötü, yanlış davranışların tümüne dik-kat etmemek demektir. Yani tesadüfen karşılaşmış olduğun kötü bir davranışı önemsemediğini teyit edeceksin. Bu metot okul öncesi çocukların eğitiminde asabilik nöbetlerinin azaltılmasında etkilidir ve bu etkisi okula başladıktan sonra da devam eder. Örneğin çocuğu azarladığın ve ağlaması, bağırması esnasında ona dikkat eteğinde yani asabileştiğinde bu tavrınla farkında olmadan onu ödüllendirmiş olursun. Bu nedenledir ki çocuk güvenli bir yerde ise asabi tavırlarını zayıflatmak için onu görmemezlikten gel. Kızarak ağlıyorsa onu odada bırakarak dışarı çık ve bir başka şeyle meşgul olduğun görüntüsünü ver. Ocak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

72


Çocuk Terbiyesinin Esasları 5- Sanki bir şeyle meşgul oluyormuş gibi hareket et veya odayı terk et. 6- Davranışından dolayı çocuğa maddi bir ödül vermemeye dikkat et. 7- Kötü davranışını bıraktığı zaman çocuğa çok önem verdiğini göster.

cağını kapmak istiyorsa oynamak isteği zaman Musab’la birlikte Enes’in önünde oyuncakları değiştokuş yapmak suretiyle oyuncakları değiştirme becerisini ona öğret. Sonra da Enes’ten oyuncaklarını Musab’la değiştirmesini iste. Bunu öğrendiğinde ise gayretinden dolayı onu methet ve ödüllendir. Artık bundan sonra Enes Musab’tan Alternatif Davranışı Ödüllendir: oyuncağı kaptığı zaman azarlama veya uzaklaşAsabi tavır sergilemek tırma suretiyle onu cezalanve yüksek sesle ağlamak dırmayı unutma. Yalan söylediğin zaman bil kötü bir davranışsa ve Eğer çocuk namaz kılarki evladın da yalan söylede sen bu davranışı görken veya ev ödevlerini yayecektir. Çocuğunun önünde memezlikten gelmişsen parken dikkatleri üzerine dedi-kodu ve gıybet yaptığın çocuk buna alternatif çekmek için kardeşlerine zaman bu konuda ona kötü olacak güzel bir davrasıkıntı veriyorsa onlarla bebir ahlak öğretiyorsun denış sergileyinceye kadar raber nasıl namaz kılacağını mektir. Birisi ile alay ettiğin bekle. Öfkelenmenin ve ona öğret. Ona kalem, çanta, veya hor gördüğün zaman ağlamanın alternatifi defter, kitap vererek dersbil ki evladına eleştirmeyi ve olan güzel davranış salerinde kardeşlerine iştirak alay etmeyi başkaları için kinleşmektir. Öfke nöbeti etmesini, yazı yazarken veya kullanacağı bir yol olarak sona ermiş ve ağlaması kitap okurken veya bir şiir öğretmişsin demektir. Cimridurmuşsa ona fazlasıyla ya da Kur’an okurken onları lik ve korkaklık senin hayaönem ver. taklit etmesine imkân tanı. tının özellikleri ise evladın Asabileşmeden sakinÖrnek: Esra, kız kardeşisenden bunu öğrenecek dece konuştuğunda ise henin elinden defterleri ve kamektir. Bu nedenledir ki bir men ödüllendir ve güzel lemleri çekip aldığında angün çocuğunu korkak ve cimdavranışını (sakince konesi ne yaptı? ri olarak veya ihtiyarladığın nuşmasını) takdir et. Anne Esra’ya karşı iki üszaman senin için harcamalaÇocukla kardeşleri luptan birini kullandı: rında cimrilik yaptığını görarasındaki bir sorundan Birincisi: Kız kardeşinin düğün zaman sakın şaşırma. bahsetmiş ise vurma yoelinden defterleri ve kalemluna gitmeden konuşarak leri aldığı için Esra’yı azarlaonu çözmeye çalış, davradı. Onları kullanmasına veya nışını öv ve onu öp. Sürekli ısrarlarda bulunuyor saklamasına izin vermedi. ve çokça bir şeyler istiyorsa çocuğun yaptıklarını İkincisi: Bunun üzerine anne, bir çanta satın görmemezlikten gel. Tavrını değiştirdiğinde ise alarak içinde kalem ve defter koydu ve kız kardeona önem ver ve onu sev. Bir başka sefere senden şini taklit etmesi için onu Esra’ya verdi. yalnızca bir istekte bulunduğu zaman sebebini Birinci uygulamada istenilmeyen davranış haaçıklayarak onu ödüllendir. fif bir ceza ile azarlama cezası ile tamamlandı. Çocuğun Alternatif Davranışları Öğrenmesine İkincisinde ise ders çalışma işleminde Esra’ya, Yardımcı Olmak: özel eşyalara sahip olma, başkalarının eş-yalarını Değiştirmesini istediğin güzel davranışın ne çekip alma yerine saygı göstermesi öğretildi. olduğunu çocuk bilemiyorsa telkin yoluyla bunu Özendirme Üslubunu Kullan: ona öğret. Örneğin Enes kardeşi Musab’ın oyunÇocuktan sevmediği ve yapmak istemediği fa-

73 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


Çocuk Terbiyesinin Esasları kat bunu öğrenmesinin ve yapmasının da önemli olduğunu düşünüyorsan onu bu işe özendir, teşvik et. Örneğin ev ödevlerini yaptığın takdirde televizyon seyretmene izin vereceğim, de. Veya yatak odanı düzelttiğin takdirde top oynamana izin veririm de. Ya da arabayı temizlersen sana para veririm, yemeğini yersen çikolata veririm, de. Bu üslup çocuk tarafından önemsenmeyen bir işin yapılmasını sağlar. Çünkü çocuk ödüle sahip olmak ister. Ancak bu ödül çocuğun önemsediği, elde etmek istediği, ihtiyaç duyduğu bir ödül olduğunda bu üslup geçerli olur. Ancak ödül çocuk açısından herhangi bir öneme sahip değilse istediğin her şeyi yaptıramazsın. Sudan korkan bir çocuğa; şöyle yaparsan seninle yüzmeye gideceğiz, deme, sevdiği bir mükâfatı tercih et. Bu konuda dikkat edilmesi gereken bir başka husus da teşvik kanunun tersine hareket etmemektir. Yani şöyle söyleme: Uyumadan önce ev ödevlerini çözeceğine dair bana söz verirsen televizyon seyredebilirsin. Zira bu durumda çocukta ödevlerini yapmasını sağlayacak bir etki asla olmayacaktır. Çünkü görevini yapmadan önce ödülü elde eden çocuk için ödevin bir önemi kalmamıştır. Ve bir başka sefere verdiği sözü yerine getirmediği için başarısızlık ve rahatsızlık duyacaktır. Çocukta oluşan bu tür bir duygu ağır görevleri yapmasına yardımcı olmayacaktır. Fakat ödülü fiili yaptıktan sonra verecek olursan ödül, istenen görevi daha iyi yapmaya iten bir faktör haline gelecektir. Özendirme, teşvik etme Kur’an-ı Kerim’de çok geniş bir alanda kullanılmıştır. Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: ‫اب أَلِي ٍم‬ ٍ ‫ِّن َع َذ‬ ِ ‫ارٍة ُت‬ ْ ‫نجي ُكم م‬ َ ‫ُّها الَّذ‬ َ ‫َيا أَي‬ َ ‫ِين َآ َم ُنوا َه ْل أَ ُدلُّ ُك ْم َعلَى ت‬ َ ‫ِج‬ ِ ‫ِيل اللَّ ِه ِب َأ ْم َوالِ ُك ْم َوأَنف‬ ِ ‫ُون بِاللَّ ِه َو َر ُسولِ ِه َوُت َج‬ ِ ‫ون فِي َسب‬ ‫ُس ُك ْم َذلِ ُك ْم‬ َ ‫اه ُد‬ َ ‫ُت ْؤ ِمن‬ َّ ٍ ‫ُوب ُك ْم َوُي ْد ِخ ْل ُك ْم َجن‬ ‫ات َت ْجرِي مِن‬ َ ‫َم‬ َ ‫ِر َل ُك ْم ُذن‬ ُ ‫َخ ْي ٌر لَّ ُك ْم إِن ُكن ُت ْم َت ْعل‬ ْ ‫ون َي ْغف‬ َْ‫ِها أ‬ ِ ‫ِن َطي َِّب ًة فِي َج َّن‬ ‫يم َوأُ ْخ َرى‬ َ ‫ات َع ْد ٍن َذل‬ َ ‫ار َو َم َساك‬ َ ‫ال ن‬ َ ‫َت ْحت‬ ْ ‫ِك ا ْلف‬ ُ ‫ْه‬ ُ ‫َو ُز ال َْع ِظ‬ ِّ َّ َ َ ِ ِ ‫ِين‬ ‫ن‬ ‫م‬ ‫ؤ‬ ‫ْم‬ ‫ل‬ ‫ا‬ ‫ر‬ ِ ‫ش‬ ‫ب‬ ‫و‬ ‫ِيب‬ ‫ر‬ ‫ق‬ ‫ح‬ ‫ت‬ ‫ف‬ ‫و‬ ‫ه‬ ‫الل‬ ‫ِّن‬ ‫م‬ ‫ر‬ ‫َص‬ ‫ن‬ ‫ا‬ ‫َه‬ ‫ن‬ ‫ُّو‬ َ ُْ َ ٌ ْ َ ‫ُت ِحب‬ ٌْ َ َ​َ ٌ “Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi? Allah`a ve Rasulü’ne iman edin (inanın), mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. (İşte bu Ocak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

takdirde) O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi zemininden ırmaklar akan cennetlere, Adn; cennetlerindeki iyi meskenlere dahil eder. İşte en büyük kurtuluş budur. Seveceğiniz başka bir şey daha var: Allah`tan nusret (yardım) ve yakın bir fetih. Müminleri (bunlarla) müjdele.” (Saff: 1013)

َّ ‫إ‬ ِ ‫َابا َوَك َو‬ ‫ِها ًقا اَّل‬ َ ‫ِين َمفَا ًاز َح َدائ‬ َ ‫اع َب أَ ْت َر ًابا َوَك ْأ ًسا د‬ َ ‫ْم َّتق‬ ً ‫ِق َوأَ ْعن‬ ُ ‫ِن لِل‬ َّ ‫ِّك َع َطاء ِح َس ًابا‬ َ ‫ْوا َواَل كِذ ًابا َج َزاء مِّن َّرب‬ َ ‫َي ْس َم ُع‬ َ ‫ون ف‬ ً ‫ِيها َلغ‬ “Şüphesiz takva sahipleri için (umulanı buldukları yer), bahçeler, üzüm bağları, göğüsleri tomurcuk (gibi kabarmış) yaşıt kızlar, (içki) dolu kâseler vardır. Onlar orada ne boş bir lâkırdı ne de yalan işitirler. Bunlar Rabbinin yeterli bir bağışı, mükâfatıdır.” (Nebe: 31-36) Çocuğuna En Güzel Örnek Ol: Çocuğuna yapmasını yasakladığın işleri sen kendin yapma. Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: ‫ِين‬ َ ‫ُّها الَّذ‬ َ ‫ْعل‬ َ ‫ُون َيا أَي‬ َ ‫َك ُب َر َم ْق ًتا ِعن َد اللَّ ِه أَن َتقُولُوا َما اَل َتف‬ ‫ُون‬ َ ‫ْعل‬ َ ‫“ َآ َم ُنوا ل َِم َتقُول‬Ey iman edenler! Neden َ ‫ُون َما اَل َتف‬ yapamayacağınız şeyleri söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır.” (Saff: 2-3) Yalan söylediğin zaman bil ki evladın da yalan söyleyecektir. Çocuğunun önünde dedi-kodu ve gıybet yaptığın zaman bu konuda ona kötü bir ahlak öğretiyorsun demektir. Birisi ile alay ettiğin veya hor gördüğün zaman bil ki evladına eleştirmeyi ve alay etmeyi başkaları için kullanacağı bir yol olarak öğretmişsin demektir. Cimrilik ve korkaklık senin hayatının özellikleri ise evladın senden bunu öğrenecek demektir. Bu nedenledir ki bir gün çocuğunu korkak ve cimri olarak veya ihtiyarladığın zaman senin için harcamalarında cimrilik yaptığını gördüğün zaman sakın şaşırma. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır: “Her çocuk fıtrat üzere doğar. Annesi-babası onu Yahudi, Hıristiyan veya Mecusi yapar.” Netice olarak çocuğun öğrenmesinde ailenin çok büyük önemi vardır. Zira çocuk gördüklerini taklit eder ve öğrenir. Cezalandırma Üslubu Cezalandırma, gelecekte azalma eğilimi gös-

74


teren ve çevre etkileriyle ortaya çıkan davranış işlemlerine işaret eder. Cezalandırma etkisi ile ortaya çıktığı zaman bu davranış ceza etkisi diye isimlendirilir. O birinci derecede cezadır. Veya olumlu etkinin giderilmesi yoluyla tamamlanır. Bu cezalandırma ise ikinci derece ceza diye isimlendirilir. Cezalandırmanın kötü etkileri çoğaldığı zaman davranışların değiştirilmesinde temel ilke ödülleri artırıp cezayı azaltmaktır. (İnsan Davranışlarının Değiştirilmesi S: ) Şunlar cezalandırma üsluplarındandır: 1- Uzaklaştırma. 2- Kötü davranışların doğal sonuçları 3- Kötü davranışların mantıksal sonuçları 4- Davranış cezaları 5- Dövmek, vurmak. Uzaklaştırmak: Çocuk kötü bir davranış sergilediği zaman babalar onu cezalandırma ihtiyacını duyarlar. Ta ki çocuk nefsine hükmedebilmeyi öğrensin. Burada bazı cezalandırma üslupları vardır ki suç işlendikten sonra hemen uygulanması gerekir. Bazıları ise bundan sonra ıslah edici olur. Kötü davranışın yapılmasından sonra cezalandırmanın elverişli olduğu örnek üslup doğrudan doğruya uzaklaştırma üslubudur. Uzaklaştırma Ne Demektir? Çocuğu yapacağı bir şey bulunmayan bir yerde bırakmak suretiyle usanmasını sağlamaktır. Yani onu onurlandırmaktan, ödüllendirmekten ve önemsemekten uzak tutmaktır. Çocuğun kötü bir davranış sergiledi süre zarfında kısa bir müddet normal süreçten uzak tutulmasıyla tamamlanan bir işlemdir. Çocuk kendisi ile ilgili birtakım desteklemelerden, taltiflerden, seslerden uzak bir yerde alıkonulmasıyla gerçekleşir. Böylelikle çocuk yapmış olduğu kötü tasarruftan sonra önemsenmekten ve ödüllendirilmekten alıkonulmuş

olur. Uzaklaştırma metodu çocuklar için bir terbiye metodudur. Bunun iki hedefi vardır: Hemen gerçekleşecek olan hedef. Uzun vadeli hedef. Hemen gerçekleşecek olan hedef kötü davranışı hemen durdurmaktır. Uzun vadeli hedef ise, çocuğun kendisi ile ilgili olarak disiplin kazanmasına yardımcı olmaktır. Çocuklar uzaklaştırma yerine bırakıldığında aile fertlerinin önemsemelerinden mahrum kalırlar. Babalarını rahatsız etmekten, onları öfkelendirme gücünden, üzerelerinde otorite kurmaktan ve güç kazanmaktan mahrum kalırlar. Böylece çocuklar, sevdikleri oyuncaklarıyla oynama veya istedikleri faaliyetleri yapma imkânını kaybetmiş olurlar. Uzaklaştırma üslubunun seri, sınırlı ve ani olduğundan çocuklar cezalandırmanın bu türünden kamaya imkân bulamazlar. Babaların bu metotla cezalandırmalarına karşı çocuklar genellikle hassastırlar. Genellikle de cezanın sona ermesinden sonra rahatsızlıkları hızlı bir şekilde gözden kaçmaz. Uzaklaştırma Metodunun Güzel Yanları - Uzaklaştırma kötü davranışı çok hızlı bir şekilde zayıflatır. - Kötü davranışın bir bütün olarak durmasına yardımcı olur. - Babalar tarafından kullanılması kolaydır. - Bu üslup kullanıldığında babalar daha az öfkeli ve rahatsız olurlar. - Bununla babalar çocuklarda düşmanlığı azaltacak ve akla yaktın örnekler koymuş olurlar. - Babalar ile çocuklar arasındaki ilişkiler cezanın sona ermesinden sonra hızlı bir şekilde normale döner.

75 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


Esad MANSUR Kocaları vefat eden ve Boşanan kadınların hakkı:

dınlar dört ay on gün beklemelerini beyan eden Bakara 234. ayetle nesh edilmiştir. İlk dönemde kadınlar kocaları vefat edince vefat eden kocalarının evlerinde bir seneye kadar ikamet edebiliyorlar ve malından bu müddete kadar geçimini sağlıyorlardı. Ancak, orada kalmak istememişse onun üzerine bir sakınca yoktur. Bu ona tanınan bir hak idi. Bundan sonra, 234. ayet nazil oldu. Kocaları vefat eden kadınların dört ay on gün beklemesi ve ondan sonra istediği kimseyle evlenebileceği beyan edildi. Bir senelik nafaka yerine dul kadının mirastan hakkı doğmuştur. Eğer kocasının çocukları varsa bu kadın mirasın sekizde birini alır, çocukları yoksa mirasın dörtte birisini alır. Ayette ve Kuran’ın birçok yerinde maruf kelimesi geçiyor. Maruf kelimesi; Şer’iatın kabul ettiği hareket ve davranışlar manasını taşıyor. Marufun dildeki manası ise; tanınmış şekildedir. İnsanların hareket ve davranışları Şer’iata aykırı ise ret edilir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve

ِ ‫اجا َو‬ ‫اعا إِلَى‬ ِ ‫ص َّي ًة أَِّل ْز َو‬ َ ‫ِين ُي َت َوَّف ْو َن مِن ُك ْم َوَي َذ ُر‬ َ ‫َوالَّذ‬ ً ‫اج ِهم َّم َت‬ ً ‫ون أَ ْز َو‬ ِ ‫ِي أَنف‬ ‫ُس ِه َّن‬ ْ ‫ْح ْو ِل َغ ْي َر إ‬ ٍ ‫ِخ َر‬ َ ‫َاح َعل َْي ُك ْم فِي َما َف َعل‬ ْ ‫اج َفإ‬ َ ‫ِن َخ َر ْج َن فَالَ ُجن‬ َ ‫ال‬ َ ‫ْن ف‬ ًّ َّ ِ ‫ْم َطلق‬ ٍ ‫َّع ُر‬ ِ ‫ْم ْع ُر‬ ‫وف َحقا َعلَى‬ ٌ ‫َات َم َت‬ ْ ‫مِن م‬ َ ‫اع بِال‬ ُ ‫وف َواللّ ُه َعزِي ٌز َحكِيم َولِل‬ َّ َ ِ ِ ِ ‫آياته ل َ​َعل ُك ْم َت ْعقلُون‬ َ ‫ْم َّتقِين َكذل‬ ُ ‫ِك ُي َبي‬ َ ‫ِّن اللّ ُه َل ُك ْم‬ ُ ‫ال‬ “Sizden ölüp de (dul) eşler bırakan kimseler, zevcelerinin, evlerinden çıkarılmadan, bir yıla kadar bıraktıkları maldan faydalanmaları hususunda (sağlıklarında) vasiyet etsinler. Eğer o kadınlar, (kendiliklerinden) çıkıp giderlerse, kendileri hakkında yaptıkları meşru şeylerden size bir günah yoktur. Allah, Azîzdir, Hakîmdir. Boşanmış kadınların, hakkaniyet ölçülerinde (kocalarından) menfaat sağlamak haklarıdır; bu, Allah korkusu taşıyanlar üzerine bir borçtur. Allah size işte böylece âyetlerini açıklar ki düşünüp hakikati anlayasınız.” (Bakara 240-242) “Sizden ölüp de (dul) eşler bırakan kimseler…” diye başlayan 240. ayet miras ayetleriyle nesh edilmiştir. Ayrıca kocaları vefat eden kaOcak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

76


Bakara Suresi 240-246. Ayetler Sellem; “Herhangi bir amel dinimize aykırı ise ret edilir.” diye buyurmuştur. (Müslim) Ayrıca birçok ayet yalnız Allah’ın indirdiğine, Resulün söylediği, yaptığı ve kabul ettiğine tabi olmamızı kesin bir şekilde emretmektedir. Boşanmış kadınların marufa göre hakları da vardır. Bu hakkı takvalılar hemen verirler. Zira bir adam boşanmış kadın için; “istersem ona nafaka veririm, istemezsem vermem” iddiasına karşılık ayetlerde Allahu Teâlâ; “Bu hak takvalılar üzerindedir. Takvalılar hiç zorlanmadan verirler. Takvasız olanlar ise zorlanırlar, hakim olanları zorlar. Nitekim boşanmış kadının mirasta hakkı yoktur.” buyurarak meseleyi vuzuha kavuşturmuştur. Ayrıca kocası kadının başta bütün mehrini tüm ödememişse kalan kısmı verilir. Ancak, kadın kocasından boşanmayı istemişse kocasının kendisine verdiği mehri iade eder. Allahu Teâlâ’nın ayetleri gösterir ki, insanlar bunları anlasın ve uygulasın. Allah’ın ayetlerini anlamayanlar düşünmeyenlerdir. Allah ayetleri indirirken düşünülsün ve uygulansın diye indirmiştir. Birçok ayette; “amel edin, uygulayın” diye hitap ediyor. Yine birçok ayette; “düşünün, umulur ki düşünesiniz, umulur ki hatırlarsınız, bilesiniz” gibi ifadeler kullanılmıştır. Buna göre, insan önce Allah’ın ayetlerini düşünecek ve anlayacak sonra onları yerine getirecektir. Önce, fikir sonra ameldir. Bu da imana dayalı olmalı, çıkar veya gösteriş için olmamalıdır. Hedefi Allah’ın rızasını kazanmak olmalıdır. Böylece, kural şu şekilde olur: “İmandan hareket edip Allah’ın rızasını hedef edinerek, fikir elde ettikten sonra amel yapmaktır.” Bu kural uygulanmayınca iş bozuk olur, imana göre olmazsa amel fasit olup hiç kabul edilmez. Eğer fikir elde etmeden imana dayalı olursa amel duygusallığa göre gerçekleşir. Yalnız insan fikir edinip bunu yerine getirmez ise sırf bilgi edinme işi olur, bu bir işe yaramaz ve Allah nezdinde de en sevimsiz şeydir. Hedef olmazsa boş dairede dönüp durmak gibidir. Aynı anda başarısızlığa götürür. Ameli bir daha yapmak için istek olmaz veya bu durumda olan kişi amel ederse gösteriş için yapmış olur.

Ölümden kaçmak:

‫َال‬ ٌ ‫ِيارِ​ِه ْم َوُه ْم أُل‬ َ ‫ْم ْو ِت َفق‬ َ ‫أَل َْم َت َر إِلَى الَّذ‬ َ ‫ِين َخ َرُجوْا مِن د‬ َ ‫ُوف َح َذ َر ال‬ َّ ‫ِن اللّ َه َل ُذو َف ْض ٍل َعلَى‬ َّ ‫اس َوَلك‬ َّ ‫اه ْم إ‬ ِ ‫الن‬ ‫َر‬ َّ ‫َه ُم اللّ ُه ُموُتوْا ث‬ ُ ‫ُم أَ ْح َي‬ ُ‫ل‬ َ ‫ِن أَ ْكث‬ َّ ِ ‫الن‬ ‫اس الَ َي ْش ُك ُرون‬ “Binlerce oldukları halde, ölüm korkusundan dolayı yurtlarından çıkıp gidenleri görmedin mi? Allah onlara “Ölün!” dedi (öldüler). Sonra onları diriltti. Şüphesiz Allah insanlara karşı lütufkârdır. Lâkin insanların çoğu şükretmez.” (Bakara 243) ِ ‫َوَقا ِتلُوْا فِي َسب‬ ‫ِيع َعلِيم‬ ْ ‫ِيل اللّ ِه َو‬ ٌ ‫َموْا أَ َّن اللّ َه َسم‬ ُ ‫اعل‬ “Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah, her şeyi işitir ve bilir.” (Bakara 244) ِ ‫ض‬ ‫ِيرًة‬ َ ‫ضا َح َسنًا َف ُي‬ ً ‫ِض اللّ َه َق ْر‬ ُ ‫مَّن َذا الَّذِي ُي ْقر‬ َ ‫اع َف ُه َل ُه أَ ْض َعا ًفا َكث‬ ‫ِض َوَي ْب ُس ُط ِإوَ�ل َْي ِه ُت ْر َج ُعون‬ ُ ‫َواللّ ُه َي ْقب‬ “Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine ödemesi için Allah’a güzel bir borç (isteyene faizsiz ödünç) verecek yok mu? Darlık veren de bolluk veren de Allah’tır. Sadece O’na döndürüleceksiniz.” (Bakara 245) Allahu Teâlâ bu ayette insan ölümden kaçarsa da ölümün kendisine geleceğini bildiriyor. Birkaç bin kişinin misalini gösterdi. Bu kalabalık insanlar kendi köylerinden ölümden kaçarak çıktılar, kaçtıkları yerde öldüler. Belli bir müddetten sonra Allah onları diriltti. Allahu Teâlâ bu misalde iki şey gösterdi. Birincisi: İnsan bir yerden ölümden kaçarsa ölümden hiç kaçamaz, başka yerde ölümle karşılaşabilir. Çünkü herkes ölümü tadacaktır, ne kadar ölümden korunmak için çalışırsa çalışsın eceli geldiğinde hiç kaçamaz, tehlikeli yerlerden ve durumdan kaçsa dahi. İkincisi: Allah herkesi diriltecek ve onu hesaba çekecektir. Öyleyse, kıyamet gününde herkesi diriltebilecektir. Bundan dolayı, insanlar Allahtan korksunlar, kendilerine verdiği nimetleri (yaratılış ve sağlık nimetinden başlayarak son nimete kadar sayabilirlerse saydıkları) de hatırlasın ve Allaha teşekkür etsinler. Allaha teşekkür etmek ona kulluk etmekle olur. Birine bir kişi iyilik yaparsa ona teşekkür eder, aynı karşılığı vermeye çalışır, ona minnettar olur. Peki, Allah’ın verdiği ve sayamadığımız nimetlerine karşı ona teşekkür

77 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


Bakara Suresi 240-246. Ayetler İsrailoğulları’nın ileri gelenlerinin savaşmakla ilgili istekleri:

etmek daha evla ve hak olan değil midir? Allah’a teşekkür etmeyenler nankör insanlardır. Mademki, ölüm haktır, hiçbir kimse ondan kaçamaz öyleyse Allah uğrunda kıtal yapın, savaşın. Allah uğrunda savaşmanın manası Allah’ın sözünü yükseltmek, davasını yaymak, dinini hâkim kılmaktır ve Şer’iatını egemen kılmaktır. İnsan ölümden korunmak için Allah uğrunda yapılan savaşa gitmese de ölüm ona gelecektir. Öyleyse cihada gitsin, ölüm gelecekse o halde gelsin, şehit ve cennetlik olsun. Ölüm gelmez ise gazi ve şerefli insan olsun ve büyük sevap kazansın. Nitekim Allah insanın nasıl bir niyet düşündüğünü bilir ve işitir. Ayette bahsedilen o binlerce kişiden oluşan grubun bir birlerine “ölümden kaçalım” sözlerini Allah işitti ve onları öldürdü. Mademki, insan ölecek ve bu gerçekleşince Allah’ın verdiği bütün nimetleri kaybedecek, öyleyse Allah uğrunda harcamalıdır. Harcadığı takdirde bunun sevabını kat kat alacaktır. Allahu Teâlâ, kendi uğrunda harcamaya birçok ayette çağırıyor ve bunun sevabını harcayana kat kat vereceğini vaat ediyor. Nitekim insanın harcadığı mal Allah’ın verdiği rızıktır ve insan ölünce bütün kazandığı mallar dünyada bırakacaktır. Öyleyse, ölüm kendisine gelmeden önce harcasın, çünkü Allah’a dönecek ve hesaba çekilecektir. Nitekim Allah rızık hususunda genişletir veya daraltır. Bu nedenle, insan Allah’ın bolca verdiği nimetinden harcasın. Çünkü ileride rızkı daraltılabilir ve belki harcayacak birşey bulamayacaktır. Yine insan şunu düşünsün: Allah kendisine nasıl bol bol verdi de diğerlerine vermedi? Kendini özelliği nedir? Şu bilinmelidir ki; Allah yalnız onu imtihan etmek için verdi. Helal yoldan harcayıp harcamayacağını Allah görecektir. Bir günde rızık daraltılabilir, ondan korksun! O halde Allah uğrunda harcasın. Harcadığı takdirde o ahirette onun sevabını bulacaktır. Harcamasa, ahirette hiç bunu görmeyecektir ve o gün çok pişman olacaktır. Bu şekilde düşünmek aydındır, işin arkasını, geleceğini ve etrafını düşünmektir. Sırf dünyayı ve bulundukları hali düşünmek sathiliktir. Buna sathi veya yüzeysel düşünmek denilir. Ocak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

‫ِي‬ َ ‫ِس َارئ‬ ِ ‫ْم‬ ٍّ ‫وسى إِ ْذ َقالُوْا لِ َنب‬ َ ‫أَل َْم َت َر إِلَى ال‬ َ ‫ِيل مِن َب ْع ِد ُم‬ ْ ‫إل مِن َبنِي إ‬ ِ ‫ِل فِي َسب‬ ‫ِب َعل َْي ُك ُم‬ َ ‫ِيل اللّ ِه َق‬ ْ ‫لَّ ُه ُم ْاب َع ْث َلنَا َملِ ًكا ُّنقَات‬ َ ‫ال َه ْل َع َس ْي ُت ْم إِن ُكت‬ ِ ‫ِل فِي َسب‬ ‫ِجنَا مِن‬ َ ‫ال أَالَّ ُتقَا ِتلُوْا َقالُوْا َو َما َلنَا أَالَّ ُنقَات‬ ُ ‫ا ْل ِق َت‬ ْ ‫ِيل اللّ ِه َوَق ْد أُ ْخر‬ َّ َّ َ ‫ِيم‬ ُ ‫ِب َعل َْي ِه ُم ا ْل ِق َت‬ ً ‫ال َت َول ْوْا إِال َقلِي‬ ُ ‫ال ِّمن‬ َ‫د‬ َ ‫ِيا ِرنَا َوأ ْبنَآ ِئنَا َفلَمَّا ُكت‬ ٌ ‫ْه ْم َواللّ ُه َعل‬ َّ ‫بِالظالِمِين‬ “Musa’dan sonra, benî-İsrail’den ileri gelen kimseleri görmedin mi? Kendilerine gönderilmiş bir Nebi’ye: “Bize bir hükümdar gönder ki (onun komutasında) Allah yolunda savaşalım” demişlerdi. “Ya size savaş yazılır da savaşmazsanız?” dedi. “Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde Allah yolunda neden savaşmayalım?” dediler. Kendilerine savaş yazılınca, içlerinden pek azı hariç, geri dönüp kaçtılar. Allah zalimleri iyi bilir.” (Bakara 246) İsrailoğulları kendi hallerinden hiçbir zaman memnun kalmazlar, eğer kendilerine savaş farz kılınmamışsa bize savaş farz kılınsın derler! Eğer savaş kılındıysa bize niye savaş farz kılındı derler veya savaşamayız gücümüz yok veyahut düşmanın gücü çoktur, biz bunlarla baş edemeyiz. vs. Gökten bize yemek indir, indirince yok artık bunu istemiyoruz, yerden bir yemek çıkart dediler. Bizi bu memleketten çıkart dediler, çıkartıp başka memlekete gönderince; hayır biz buraya giremeyiz dediler! Köyleri bir birine yakın olunca, köylerimiz arasında mesafeleri uzak dediler. v.s. Huysuz insanlar dersin, şımarık insanlar dersin, nedir bu insanlar, onlar hakkında ne kötü intiba sahibi olursan haklısın! Bu gün onlar aynı şeydir. Araplardan ve Filistinlilerden hain olanlar kendi kendilerine ne taviz vermişse (Yahudiler) hiç beğenmediler, başkasını istediler ve ilk öncekinden vazgeçtiler! Ve durmadan aynı davranışta bulunuyorlar. Yukarıdaki ayette, kendilerinden olan bir Nebi’ye savaşma emri istediler. Nebi onların huylarını bildiği için peki size savaşı farz kılınca; siz gerçekten savaşacak mısınız? Dedi. Onların sözlerinde ciddi olmadıklarını bilerek sanki onlara gülerek sordu. Onlar hemen büyük konuşarak; “niye

78


Bakara Suresi 240-246. Ayetler savaşmayalım, biz adam değimliyiz, diyarları ve çocukları için kıskanç insan değimliyiz? Diyarlarımız ve çocuklarımız için hiç hâkimiyetimiz yok mu?” İstekleri üzerine Allah o Nebi’ye vahyederek onlara savaşı farzı kıldı. Nebi onlara bunu bildirince hemen yüz çevirdiler. Ancak onlardan az bir grup Allah’ın emrine uydular. Allah bir kavme çatınca, halkın çoğu Allah’ın emrine uymadıkları için çatar. Onlardan az mümin grup istisna eder. Bu nedenle, birçok ayette Yahudilere çatınca, Yahudilerin çoğu hem de ezici çoğunluğu o huya sahip oldukları için onlara çatmaktadır. Diğer halklar aynı durumdadırlar. Bir halkı övünce çoğu iyi olduğu için övmüş olur. Ancak onlardan kötü bir grup varsa, bunların kötü olduklarını göstererek bunların konusuna değinir. Nitekim münker halkın arasında yayılıp halkın çoğu bunlara susup ta az grup buna karşı çıksa dahi Allah bu halka azap indirir. Bunun terside olabilir. Eğer halkın çoğu münkeri reddederse ve marufu emrederse Allah o halka rahmet indirir ve beyinsiz az gruptan dolayı Allah bu halka azap indirmez. Bu gerçek birçok ayet ve hadiste gösteriliyor. Şimdi işlediğimizi arka arkaya gelen ayetlerde göreceksiniz. İşte İsrailoğullarının hali böyledir, her zaman çoğu hakkı reddederler, onlardan hakkı kabul eden az bir gruptur. Bu asırda, aynıdırlar. Misal olarak; Yahudi devletinin zulmüne karşı çıkan az grup tur, ezici çoğu devletlerinin yaptığını onay-

lıyor. Onlardan İslam’a giren çok az bir gruptur. Bu asırda onlardan tek tük İslam’a girenler oluyor. Ayetin sonunda; Allahu Teâlâ, kendi emrinden yüz çevirerek zalim olanları iyice bilir. İnsan Allah emrinden yüz çevirirse zalim olur, büyük cezası vardır. O sebeple Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenleri Allahu Teâlâ zalim olarak vasıfladı (Maide 45’e bakınız). Birçok ayette günah işleyenleri zalim olarak niteledi. Kâfirler temelden Allah’ın emrini reddedince onların zalimle vasıflandırdı. Bu ayette bize içerik olarak bir mesaj var: İsrailoğulları gibi olmayın, Allah size farz kılmadığı şeyin farz kılınmasını istemeyin veya mubah olarak anlaşılan şeyin hükmü hakkında sormayın, onu olduğu gibi kabul edin. İsrailoğulları gibi sormayın, böyle sorulardan dolayı zor duruma düşüp birçok şeyden mahrum oldular, birçok meselede kendilerine farz kılındı veya haram kılındı. Ayrıca, onlar gibi büyük konuşmamız doğru değildir, bu nedenle Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem bir hadiste; “Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin (dilemeyin), ancak onlarla karşılaşınca, (artık savaş oluyor, ister istemez, bir nedenle) sebatlık gösterin.” (Buhari) Allah-u Teâlâ (Saf 2–3.) ayetlerinde söyleyip de büyük konuşarak amel etmeyenleri kötülüyor ve böyle insanları hiç sevmediğini gösteriyor. Ancak Allahu Teâlâ sıkı bir safta durarak Allah uğrunda savaşmaları sever, söyleyip yapanları sever.

79 KÖKLÜDEĞİŞİM - Ocak 2010


HİCRET

Ahmet SİVREN

Gün geceye döndü çoktan! Karardı etraf zifiri oldu... Umut kaldı, birde iman. Bu günde artık ati soldu!! Hani büyük bir gün vardı... Hatırlayın Rasulün dev adımını! “Hicret”dedi ve öyle anıldı, Kurtuluşun açtı kapısını.... Devletti ilan edilen hicretle... Ümmetin bekleştiği hasretle... Savaş ve zafer bilindi artık, Gözlerdeki yaşlar silindi artık. Gelse ve görse bugün Rasul bizi.... İçler acısı zavallı halimizi... Değiştirse bizlerin makus tarihimizi... Rasulullah gelmeyecek ,artık biliyoruz... O’nun emanetlerini biz miras alıyoruz... Sapmıyor,onlara sımsıkı sarılıyoruz... SÖZ EFENDİMİZ!!DEVLETİNE BİZ YÜRÜYORUZ.... Sincan 2 Nolu F Tipi

Ocak 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

80




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.