بسم اهلل الرحمن الرحيم Şubat Ayı Takdimi
KÖKLÜDEĞİŞİM Kuruluş: 2004 İslâmi Fikirlere Dayalı Aylık Siyâsi Dergi Sefer 1431 • Şubat 2010 Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Ahmet Sivren Yayın Kurulu Başkanı AbdulHamid Yazıcı Haber Dairesi Müdürü Hüseyin Sivren Kapak&Grafik Tasarım KöklüDeğişim Yönetim Merkezi G.M.K. Bulvarı No:31/12 Kızılay/ANKARA İletişim&Abonelik&Reklam Tel: (+90) 0312 229 77 91 Faks: (+90) 0312 229 77 92 www.kokludegisim.net bilgi@kokludegisim.net
Temsilcilikler
İstanbul Bülent Kurşun Tel: 0536 638 67 68 Bursa Mesut Şahin 0532 627 35 89 kdbursa@hotmail.com Abonelik ve Hesap Numaları
Yurtiçi
Yurtdışı
6 Aylık
6 Aylık
24 TL
24 TL
Yıllık (12 Ay)
Yıllık (12 Ay)
48 TL
48 EUO
PTT Posta Çeki Hesabı 1911803
Ziraat Bankası Euro Hesabı Başkent Şb. TR93000100 1683474757825001 TCZBTR2A
Ziraat Bankası TL Hesabı Başkent Şb. 4745782-5002
Baskı 01.02.2010 Yaprak Ofset ve Matbaacılık Adres: K.Karabekir Cd. No:7/5 İskitler-Ankara Yerel-Süreli ISSN: 1304 - 8274
24 Temmuz 2009 Cuma sabahı 23 ilde Müslümanlara yönelik bir operasyon düzenlenmiş, onlarca Müslüman tutuklanarak cezaevine gönderilmişti. Ankara’da tutuklanan 13 Müslüman’ın bu tutuklamalar ile alakalı ilk duruşması 22 Ocak 2010 günü görüldü ve 3 kardeşimizin tutuklulukları devam ederken, diğer 10 kardeşimiz ise tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Yani tutuklamalardan 183 gün sonra ilk mahkeme yapıldı. Altı aydan daha fazla bu Müslümanlar F tipi olarak isimlendirilen zindanlarda teröristler! olarak zulme maruz kaldılar. 183 gün boyunca hiçbir gerekçe gösterilmeden mahkemeye çıkmaları kasten uzatılarak Laik sistemin Adalet! Sisteminin ne kadar çürümüş olduğunu bir kez daha kendileri ortaya koydular. Bu Müslümanların tutuklanmalarının sebebi ise Allah’ın hükümlerinin hayata hâkim kılınması için çalıştıkları savcılık iddiasında dile getiriliyor. Kendilerine sorsak Müslüman’ız diyenlerin, tek dertleri İslam Hilafet Devletini tekrar ikame etmek için çalışanları zalimane bir şekilde tutuklayarak, zindanlara atmalarının, aylar boyunca buralarda hapsetmelerin, sonra hiçbir şey olmamış gibi serbest bırakmalarının yorumunu siz değerli okurlarımıza bırakıyorum. Rabbimiz şuan zulüm altında olan tüm Müslüman kardeşlerimizi korusun ve kurtarsın duamızla dergimizin bu ayki sayısında neler var onları sizlerle paylaşmak istiyorum. Geçen sayımızda ilk bölümünü yayınladığımız Batılıların Gözünde İslam, İslami Hareketler ve Batı yazı dizilerine bu ay bir üçüncüsünü daha ekledik. Türkiye Nereye Gidiyor başlık bu yazı dizimizde, Türkiye’de yürütülmeye çalışılan siyasi sitem içerisindeki çatışmaların esasi sebepleri ortaya konulurken, günümüz siyasetinin geldiği son noktayı da bu siyasi analizimizde bulacaksınız. Yine gündem bölümünde Oğuzhan Akbolat’ın kaleme aldığı ve dergimizin kapak konusu olan Balyoz Darbe Planı’nın dile getirilmeyen gerçeklerini göreceksiniz. Hayati bir öneme haiz olan Kıbrıs üzerinde döndürülen ucuz pazarlıkları Mahmut Oğuz’un kaleminden okuyacaksınız. Siyasi çatışmaların odağı haline gelen Anayasa Değişikliği ile ilgili AKP’nin attığı adımların analizini sizler için Hüseyin Sivren Kaleme aldı. Hilafete, hayalden ibarettir diyenler için okumalarını tavsiye ettiğimiz Hilafet Birgün Mutlaka isimli makalemiz, Medresede Ahmet Sivren tarafından kaleme alındı. Demokrasiyi ne kadar açarsanız açın sorunlara çözüm olamaz, çünkü Demokrasinin kendisi problemin esasıdır. Bu nedenle asıl açılım Akidevi Açılım olmadığı sürece sorunlar asla bitmeyecek, aksine çoğalarak devam edecektir. Bu konu ile alakalı Demokratik Açılım Yerine Akidevi Açılım başlıklı makalemiz Hakkı Eren’in kaleminden. Dünyada etkili 500 Müslüman liderler anketinde ilk otuza girmeyi başaran Türk liderlerin Müslümanları nasıl etkilediklerini merak ediyorsanız Hayrettin Karadağ’ın kaleme aldığı Körler Sağırlar Birbirini Ağırlar başlıklı makalesini okumalısınız. Yine Arınç Suikastı ile gündeme gelen ve karanlıkta kalan Kozmik Odadaki aramaların iç yüzüne Hüseyin Sivren ışık tutuyor. İslam Beldeleri birer birer kana bulanıyor. Son olarak Yemen’den gelen haberler ile kalplerimize bir hançer daha saplandı. Yemen’deki çatışmaların asıl nedenlerini Mesut Şahin sizler için araştırdı. Tiyatro izlemeye öyle alıştık ki, son sahnesini Yahudilerin Türkiye’den özür dileme meselesinde seyrettik. Davos senaryosunun devamı niteliğindeki özür dileme meselesini birde Murat Albasan’ın kaleminden okumalısınız. Siyasiler kurumlar arası çatışmanın üzerini boş sözlerle örtmeye çalışsalar da, toplumdaki etkilerini silemiyorlar. Kurumlar arası çatışmanın toplum üzerindeki etkilerini Halime Aydın makalesi ile gözler önüne seriyor. Sözde barış ödülü olan Nobel, son olarak Obama’ya verildi. Peki Obama bu ödüle layık mı? Medreseden Yusuf Yavuzkan bu sorunun yanıtını veriyor. KöklüDeğişim Gündem, Haber Merkezi, Siyasi Mefhumlar, Aile Kaledir ve Tefsir Bölümleri ile yine dopdolu. Suskunluğun Kırılma Noktası KöklüDeğişim yoluna devam ediyor. Not: Abonelik ücretlerinizi yan tarafta tabloda bulunan banka ve PTT hesap numaralarına yatırabilirsiniz. Lütfen hesaba para yatırırken, adınızı, soyadınızı ve hangi il/ülke’den yatırdığınızı görevliye yazdırınız.
Not: Dergimiz, Kapitalist Sömürü ideolojisinin fikirlerinden olan, “telif hakları” kavramını İslâm reddettiği için kabul etmemektedir. Dergimizde yer alan yazılarımız, yazarının ve dergimizin ismi belirtilerek iktibas edilebilir. Dergimize gönderilen yazılar, yayın esaslarımıza uygun olması ve yazıların güncelliğini koruması kaydıyla, yayın kurulumuzun onaylaması halinde yayınlanır. Gönderilen yazıların -içeriği bozulmamak kaydıyla- üzerinde değişiklik ve kısmen kısaltma yapma hakkımız vardır.
1
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
İÇİNDEKİLER GÜNDEM Batılıların Gözünde İslam......Mütercim: Hamza Arslan......03 İslami Hareketler ve Batı................Ahmet Sadık Altınel......06 Türkiye Nereye gidiyor?..................AbdulHamid Yazıcı......10 Balyoz Darbe Planı................................Oğuzhan Akbolat......14 Hayâtî Kıbrıs Pazarlığı...............................Mahmut Oğuz......18 Anasaya Değişikliğine Doğru.................Hüseyin Sivren......24 Hilafet Birgün Mutlaka...............................Ahmet Sivren......27 Kuvvetler Ayrılığı Prensibi ve Yargı..............İbrahim Er......30 Demokratik Yerine Akidevi Açılım..............Hakkı Eren......35 Körler Sağırlar Birbirini Ağırlar........Hayrettin Karadağ......38 Kozmik Kale Düştü...................................Hüseyin Sivren......43 Obama-Erdoğan Görüşmesi ve...........Oğuzhan Akbolat......47 Yemen Üzerinde Amerikan Emelleri..........Mesut Şahin......50 Özür Bahane Strateji Şahane!...................Murat Albasan......53 Kurumlar Arası Çatışma Topluma.......... Halime Aydın......56 Obama ve Nobel.......................................Yusuf Yavuzkan......59
HABER MERKEZİ İslami Beldelerden Haberler.....................KöklüDeğişim......66 Batıdaki Müslümanlardan Haberler.......KöklüDeğişim......70
SİYASİ MEFHUMLAR Siyasi Mefhumlar....................Takiyyuddin en-Nebhani......73
AİLE KALEDİR Çocuk Terbiyesinin Esasları................Necahu’s Sabatin......77
TEFSİR Bakara Suresi 247-248 Ayetler......................Esad Mansur......80
Şubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
2
Mütercim: Hamza ARSLAN Geçen Sayıdan Devam…
finansmanında faizden ve kumardan tümüyle uzak olan İslâm’ın metodundan faydalanmanın zaruretini ilan etmektedir. Evet, batının İslâm’a karşı ilan etmiş olduğu kuduz saldırısına rağmen siyasi sorumlular ve düşünürler bu mücadelede geleceğin İslâm’a ait olacağını ve batı hadaratının düşeceğini, çökeceğini ilan etmektedirler… ♦ “İslâmın Ardında” isimli kitabında Nikson şöyle demektedir: “Dünyayı fiili olarak tehdit eden şey şudur: Fabrikalar bakımından çok zengin bir ülkeye sahip olmamıza rağmen ruhen son derece fakiriz. Eğitim ve öğretim çok geridir, suçlar ise sürekli artış halindedir, şiddet tırmanmaktadır, etnik bölünme gelişmekte fakirlik daha yaygınlaşmakta, uyuşturucu bir bela olarak vücut bulmakta, eğlence araçları kültür çöplüğünü oluşturmakta, sivil görevler ve sorumluluklar yerine getirilmemekte ve ruhi boşluk yaşanmaktadır. İşte bu gibi hususların tümü Amerikalıların yabancılaşmasına, ülkelerinden, dinlerinden ve birbirlerinden kopmalarına katkıda bulunmaktadır.” ♦ Amerika’nın Milli Güvenlik Eski Danışmanı Zbigniev Brezinski şöyle demektedir: “Şehvet düşkünü bir toplumun (Amerikan toplumunun) dünya için ahlaki bir kanun yapması,
BATI VE HADARATININ ÇÖKÜŞÜ
A
ncak akidesi ve şeriatıyla İslâma karşı vahşi, acımasız düşmanlığının denizinde iken batı, 2008 yılında kapitalist ekonomik sistemde gürültü çıkaran düşüşüne ilave olarak ideolojik düşüşü de yaşamıştır. Bu yönüyle iflas ettiğini ilan eden batı ayırıcı olması bakımından ise İslâm’ı gerici, karanlık, geri kalmış ve medeni olmayan, gelişmesi gerekir… diye nitelemesine rağmen; batılılardan ülkelerinden ve evlerinin içinden İslâm’ın dünyayı kurtaracağını ilan eden sesler yükselmektedir. Yine onlar; “bankalarımızda olanları anlamak için İncil yerine Kur’an’ı okumaya muhtacız” ifadelerini ilan etmektedirler. Soru babından şunu ilan etmektedirler: “Woll Street İslâm şeriatının ilkelerine inanmaya ehil midir, hazır mıdır?” Bununla “İslâmî Kalkınma”nın önemine ve batık ekonomisinin kurtarılmasındaki rolüne işaret edilmektedir. Hatta Roma papası İslâm’a saldırısının üzerinden aylar geçmeden belli bir siyasete tabi olan “Romano Observer” gazetesinde; kredilerin
3
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
Batılıların Gözünde İslam herhangi bir medeniyet kurması ve ahlaki liderlik dir: “Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasının de başarısızlıktan başka bir ilerleme kaydetmesi ardından yaklaşık seksen sene ve sömürge asrının mümkün değildir.” sona ermesinden de elli yıl, soğuk savaşın nihayet ♦ Fakat Samuel Hantington, batılı Ameribulmasının üzerinden ise yirmi yıldan daha az bir kan hadaratının evrensel devlet sahnesinden süre geçtikten sonra bölgede Amerikan asrının çöküş sahnesine doğru hareketlenmesinin nesona erdiğini söylemek mümkündür. Ne var ki denleri olarak ekonomik ve demografik yönbazılarının hayal dünyalarında dönüp dolaşan Orleri sıraladıktan sonra bundan daha önemli tadoğu bölgesinde Avrupa’da olduğu gibi barışçıl olan şu sebepleri sıralamaktadır: Ahlaki çöküş müreffeh ve demokratik bir toplumun kurulacağına sorunları, kültürel intihar ve batıdaki siyasi pardair rüyalar kesinlikle gerçekleşmeyecektir. Çünkü çalanma. Ancak ahlaki çöküntünün tecellisi ile dünyanın ve Ortadoğu bölgesinin karşı karşıya ilgili olarak şunları söylemektedir: kaldığı birçok sıkıntının da etkisiyle büyük bir ihti♦ Suç işleme, uyuşturucu alışverişi, genel olamalle yeni bir Ortadoğu ortaya çıkacak. Sovyetler rak şiddet eylemleri gibi sosyal konular dışındaki Birliği’nin yıkılmasının ardından Amerika asrındavranışlarda görülen artış. da Birleşik Devletler nüfuzu ve hürriyetiyle önü♦ Gayri meşru çocuklar ve boşanma olaylane geçilmez bir şekilde çalışmada faydalandı. Anrındaki yükselmeyi de içeren cak bu asır birtakım sebepler aile parçalanmışlıkları, küçük cümlesi nedeniyle iki dönemSamuel Hantington, Batılı yaştaki kız çocukların hamiden daha az sürmez. Birincisi Amerikan Hadaratının Evrenle kalmaları ve tek çocuktan başkanlık yönetiminin Irak’a sel Devlet Sahnesinden Çöküş meydana gelen aile sayılarınsaldırı kararı ve bu operasyoSahnesine Doğru Hareketlendaki artış. na yönelme üslubu. Sonra ise mesinin Nedenleri Olarak Eko♦ İş ahlakında görülen geişgalden kaynaklanan hususnomik Ve Demografik Yönleri nel bir zafiyet ve sosyal çılgınlar. İran’la denge kurabilecek Sıraladıktan Sonra Bundan lıklara yönelmedeki tırmanış. yeterliliğe sahip olan Sünni Daha Önemli Olan Şu Sebep♦ Eğitime bağlanma ve kesimin egemen olduğu bir leri Sıralamaktadır: Ahlaki Çöfikri canlılıkta görülen çelişki. Irak artık bitmiştir. Olaylar küş Sorunları, Kültürel İntihar Birleşik Devletler’deki eğitim sahnesinde daha başka faktörVe Batıdaki Siyasi Parçalanma. seviyelerinde düşüklükte bu ler ortaya çıkmıştır. Bunlar: görülmektedir. Ortadoğu’da barış operasyoDaha sonra bu olumsuz yönlerin doğal olanunun sona ermesi ve Radikal İslâm’ın cazibesine rak Müslümanların ahlaki üstünlüğünü tekid direnen klasik Arap yönetimlerinin başarısız olmaettiğini zikretmektedir: Kapsamanın, değerlere, larıdır. Bunun ardından ise globalleşme, silah, fikir adetlere ve asli toplumlarının kültürleriyle iletive asker kazanma konusunda Radikallerin önlerinşim hatlarındaki sürekliliğinin ve bunu yaymaya de kolay bir yol oluşturdu. Washington gelecekte çalışmanın reddedilmesi. Böylesi bir anda kucakAvrupa Birliği, Çin ve Rusya başta olmak üzere lamanın ve kapsamanın başarısız olması halinde artan ölçüde diğer oyuncuların meydan okumalaBirleşik Devletler, iç çatışma ve parçalanma ihtirıyla karşılaşacaktır. Ancak öncelik bakımından mallerinden dolayı kontrol altına alınma çabalarıbundan çok daha fazla önemli olan durum ise; bölna rağmen parçalanmış veya çatlamış olacaktır. ge ülkelerinden ve buralarda var olan radikallerden • El-Vatanu’l Kuveyt gazetesi 18.10.2006 kaynaklanacak olan meydan okumalardır.” tarihli nüshasında Londra menşeli “Financi• Amerikan Başkanlık seçimleri adaylaal Times” gazetesinden naklen Amerikan Dış rından olan Patric Buchanan, “Medeniyetler İlişkiler Meclis Başkanı Richard Haass imzaSavaşı Çıkacak mı?” başlığı altında terörizlı bir yazısında Irak savaşının ilk nedeninin me karşı savaş olarak isimlendirilen iddiaları bölgede Amerikan asrının sona ermesinden içeren savaş hakkında şunları söylemektedir: kaynaklandığını belirtmekte şöyle demekte“İslâm, parçalanması, ezilip yok edilmesi mümkün Şubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
4
Batılıların Gözünde İslam olmayandır. İdeolojik bir savaşın kaçınılmaz sonucu İslâm’ın zafer elde etmesidir. Ancak İslâm hakkında Nazizim, Faşizim, Japon askeri ruhu, Sovyet Bolşevikliği hakkında hüküm verildiği gibi hüküm verilmemelidir. 1400 yıl boyunca İslam varlığını sürdürebildiği gibi 57 ülke üzerinde de ideolojik egemenliğini sağlamış olması, onun yok edilemeyecek olması demektir… Her ne kadar maddi üstünlük Sovyetler Birliği’nin yıkılmasına engel olamamıştır diyorsak da batı maddi yönden üstündür. İnanç faktörü belirleyici olduğuna göre şüphesiz ki İslâm mücadeleci ve hareketli iken Hıristiyanlık donuktur. İslâm gelişip büyümekte Hıristiyanlık eriyip tükenmektedir. Müslüman savaşçılar hezimete karşı koymaya ve ölüme hazır iken batı zararları göğüslemekten kaçınmaktadır.” Makalesini şu sözlerle tamamlamaktadır: “İslâm’ı hafife almayın, küçümsemeyin. Zira İslâm Avrupa’da en hızlı şekilde yayılan bir dindir… Bir inancın hezimeti için elbette ki sen bir başka inanca muhtaçsın. Bizim inancımızın durumu nedir? Bireyselciliğe yönelmek mi?“ Bu siyasetçi 23.06.2006 tarihinde “Savaşa Direnme Vakfı”nda yayınlanan “Düşünme vakti geldi” başlıklı kısa makalesinde şunları söylemektedir: “İslâmla hükmetme fikrinin Müslümanlar arasında kendisine bir yer bulduğu ortaya çıktı. Amerikan Silahlı Kuvvetleri’nin, yönetime karşı direnen Sünnilerle, Şii mücahitlere ve Irak’taki cihad yapanlara karşı savaşmalarına, kanuna karşı çıkan Taliban’a şahit olduğumuzda –ki onlar Allah’a yalvarıp dua ediyorlar- Victor Hugo’nun şu sözü aklımıza gelmektedir: “hiçbir ordunun gücü vakti gelen bir fikrin yeniden ortaya çıkmasıyla karşılaştırılamaz.” Devamla şunları söylüyor: “Mukavemet gösterenlerinin
birçoğu tarafından düşman olarak görülen bir fikir, kendini kabul ettiren fikirdir. Onlar tek bir ilah olan Allah’ın var olduğuna, Muhammed’in Allah Rasûlü olduğuna, İslâm’a veya Kur’an’a boyun eğmenin cennete götüren tek yol olduğuna inanmaktadırlar. Rabbani bir toplum, şeriat aracılığıyla yani İslâm kanunu ile hükmetmelidir. Başarısızlığa götüren diğer yolların tecrübe edilmesinden sonra yeniden İslâm’ın kucağına döndüler… Milyonlarca Müslüman daha temiz, samimi olarak İslâm köklerine dönmeye başladılar. İslâmi dayanıklılık, sağlamlık gerçekten müthiştir. Osmanlı İmparatorluğu’na isabet eden yenilgi ve zilletin üzerinden iki asır geçmesine, (Atatürk) zamanında Hilâfet’in kaldırılmasına rağmen İslâm hayatta kalabildiği gibi nesiller boyunca batının hükmüne de tahammül edebilmiştir. İslâm, Arafat veya Saddam milliyetçiliğinden daha fazla taşınabilir olduğunu ispat etmiştir. Fas’tan Pakistan’a kadar bizim açımızdan normal olmayan bir durumun var olduğunun Amerika farkına varmalıdır. Şu andan sonra artık çoğunluk bizlere iyi insanlar olarak kesinlikle bakmayacaklardır. Müslüman topluluklar arasında İslami yönetim fikri kendisine sapasağlam bir yer bulduktan sonra yeryüzündeki en güçlü ordu onu nasıl durduracak? Bizler yepyeni bir siyasete muhtaç değil miyiz?” • Kuveyt’te yayınlanan “el-Müctema” dergisi 05.03.1996 tarihli 119. sayısında Amerikan Kongresi Dışişler Komisyon üyesinin dergi müdürüne şunları söylediğini yazdı: “Bizler gelecek asrın İslâm’ın ve İslâm kültürünün asrı olacağına inanıyoruz. Bu durum dünyanın her tarafında refahın ve barışın artması için bir fırsat oluşturacaktır.” Devam Edecek…
5
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
Ahmet Sadık ALTINEL kısmen de olsa durdurmak için can simidi olarak yükselen trend İslam’a nasıl sarıldıklarına dair bizatihi yetkili ağızların değerlendirmelerini aktararak başlamak istiyoruz. Pelletreau (ABD Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu İşleri Eski Sekreter Yardımcısı), “İslamcılarla değişik platformlarda diyalog içinde olmalıyız.” Elizabeth Cheney (ABD senatörü, Ortadoğu İşlerinden sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Ortadoğu Ortaklık Girişimi Koordinatörü), “Amerikan’ın temel çıkarlarına itirazı olmayan her türlü İslamcı grupla diyalog geliştirmeye Amerika çok uzak bakmamaktadır.” Galli Smiht (Yeni Amerikan Yüzyılı Projesinin Direktörü) yayınladığı raporunda şunları ifade etmektedir: “Amerikan çıkarları Arap dünyasına açılan kapı konumunda olan Mısır’da mevcut bazı İslami hareketlerle iletişim içinde olmayı gerektirmektedir. ABD’nin çıkarlarına karşı olsalar da söz konusu İslami hareketlerle iletişim içinde olmak Amerikan menfaatlerinin bir gereğidir.” Richard Nixon “Amerika ve Altın Fırsatlar” adlı meşhur kitabında şunları söylüyor: “İslam dünyasındaki modernistleri desteklememiz gerekir. Hem onların hem de bizlerin çıkarları
Geçen Sayıdan Devam... َ ُم ا ُّ َوْا َع ِن ا ْل َغ ْي ِظ َ أل َنام َ ِل م َ ُم قَالُوْا ْ آمنَّا َ ِإو�ذَا َخل ُ ضوْا َعل َْيك ْ َ ِإو�ذَا لَقُوك َّ ِ ِيم ِبذ ُم ْق ُّ َات ٌ ُم إِن اللّ َه َعل ْ ) إِن َت ْم َس ْسك120(الص ُدور ْ ُل ُموتُوْا ِب َغ ْي ِظك ٌ ٌ ِ ِّ ال ب ص ت ن � و ا ِه ب ا و ح ر ف ي ة ئ ي س ُم ك ب ص ت ن � و م ه ؤ س ت ة ن س ْ َ ِروْا َوَتتَّ ُقوْا ْ َ َ ُ َ ِإ ِإ َ ْ ُ ُ ْ َ َح َ َ َُ َ َ ْ ْ َ ْ ُ َّ ٌ ُون ُم ِح يط ل م ع ي ا ِم ب ه ل ال ن إ ا ئ ي ش م ه د َي ك ُم ك ر ض ّ ُّ ِ ً ْ َ ْ ُ ُ ْ ْ ُ َي َ َ َْ َ َ “Onlar sizinle karşılaştıklarında “iman ettik” derler. Ama arkalarını döndüklerinde size olan öfkelerinden dişlerini parmakuçlarını kemirirler. Deki: “Kininizden geberin. Şüphesiz Allah göğüslerin en gizli sırlarını bilir. Size bir iyilik dokunursa onlar üzülürler. Şayet başınıza bir kötülük gelirse buna sevinirler. Ama zorluklara direnir ve Allah’a karşı sorumluluklarınızı yerine getirmenin bilincinde olursanız, onların tuzakları size hiçbir zarar veremez. Zira Allah yaptıkları her şeyi çepeçevre kuşatmıştır.” (Ali İmran 119120)
Geçen ayki yazımızda kapitalist ideolojinin can çekişmekte olduğunu yetkili ağızlardan aktarmıştık. Kapitalist ideolojinin bir numaralı hamisi olan Amerika’nın gelecek yüzyılı öngöremediği bu ifadelerden anlaşılmaktadır. Yazı dizimizin bu ayki bölümünde batılı kâfirlerin kapitalist uygarlıklarının çöküşünü Şubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
6
İslami Hareketler ve Batı ğimiz ancak İslam düşmanlarının şimdiye kadar İslam ümmeti üzerinde oynadıkları kirli oyunların en kirlisi olan; Müslümanları kendi dinlerinde fitneye düşürme oyununun başarıya ulaşmasını sağlayacak uygun zeminin oluşması anlamına gelir ki gafletin bu kadarı Müslüman toplumları çok ciddi felaketlerin eşiğine sürükleyecektir. Şimdi makalemizin ikinci sorusunu soralım ve cevap aramaya çalışalım: Amerika İslami hareketleri veya İslami kimliği ile temayüz etmiş şahsiyetleri kendi politikaları doğrultusunda kullanma stratejisinde başarılı oldu mu? Bu soruya yakın siyasi tarihimizde ve hali hazırda cereyan eden bazı olaylardan örnekler sunarak cevaplandırmaya çalışalım: Amerikan’ın seksenli yıllardan başlayarak uygulamaya koyduğu İslami hareketleri veya İslami kimliği ile temayüz etmiş şahsiyetleri kendi politikaları doğrultusunda kullanma stratejisi başarılı olmuşa benziyor. Örneğin, Amerika soğuk savaş sürecinde doğu bloğunu temsil eden ezeli düşmanı Rusya’ya karşı bazı cihadi hareketleri Afganistan örneğinde olduğu gibi desteklemiş ve Rusya’yı büyük bir hezimete uğratmıştır. Hatta SSCB’nin dağılma sürecini Afgan mücahitlerinin hızlandırdığı siyaset bilimcilerinin neredeyse ortak kanaati olmuştur. Afgan-Rus Savaşı sırasında Amerika bugün terörist olarak tanımladığı Müslümanları mücahit olarak tanımlıyor ve bütün dünyada ajanslar haber organlarına Afganistan ile ilgili haberleri geçerken cihadı yürüten Müslümanları mücahit olarak geçiyordu. Örneğin, İran İslam Devrimi ile Şahı İran’dan çıkartmayı başaran Amerika özellikle petrol rezervleri ile zengin Basra körfezi ülkelerinde oluşturduğu İran’ın bölgeye her an devrim ihraç edebileceği endişesini canlı tutarak korku psikolojisi üzerinden hareketle bölgede askeri üsler inşa etmiştir. Bu bağlamda (Amerikan Ulusal Strateji Merkezi Başkanlığı yapmış olan) Brizeinski’nin “Büyük Satranç Tahtası” kitabında dillendirdiği şu ifadelerinin bazı gerçekleri açığa çıkaracağı düşüncesiyle zikretmekte yarar görüyorum. Brizeins-
bunu zorunlu kılıyor. Modernistleri zorunlu kılıyor çünkü onlar halklarına aşırı dinci hareketler karşısında olumlu bir model sunma ihtiyacı duymaktadırlar.” Rand Corprasihon’ın gibi onlarca Amerikan düşünce kuruluşunun fundemantalist hareketlere karşı “Ilımlı Müslüman Ağlar” üretme projesi üzerinde çalıştıklarını geçen yazımızda belirtmiştik. Baba Bush’un başkanlığı döneminde Dışişleri Planlama Direktörü olan Richard Haass şöyle söylüyor: “Washington demokratik seçimlerle iktidara gelmiş olan İslamcı partilerle diyalog kurmaya hazırdır.” Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Abdullah Gül başkanlık yeminini ettikten sonra şunları söylemiştir: “Müslüman kimliğin de diğerleri gibi demokrat ve şeffaf olabileceğini ve modern dünya ile birlikte hareket edebileceğini kanıtlamak istiyoruz.” Amerikan yönetimi Eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Edward Jurjian “Ilımlı İslamcılarla çalışmak bir zorunluluktur” demektedir. Jurjian bu bağlamda “Akılları Çelme Arenasında Amerikan Diplomasisinin Rolü” başlıklı bir rapor yayınlamıştır. Anlaşılan o ki; Kapitalist siyasetçiler ve Amerikan politika yapımcıları artık bir sonraki yüzyılı bile öngörememektedirler. Onların korkuları gerçekte ideolojilerine tek alternatif olarak gördükleri İslam’dan ve onun küresel belirleyici bir aktör olarak yeniden şahlanacağı öngörülerinden kaynaklanmaktadır. Bu saik den dolayıdır ki batı, tehlikenin geldiği noktayı dönüştürmek, genleri ile oynamak ve onu manipüle ederek kendi küresel siyasetine eklemleme gayretleri içine girmektedir. Batının böyle bir stratejiyi (İslami hareketleri veya İslami kimliği ile temayüz etmiş şahsiyetleri kendi politikaları doğrultusunda kullanma stratejisini) on yıllar önce planlamış olduğuna dair demeçleri etkili ve yetkili ağızlardan aktarmak istedik. Zira bu bir komple teorisi değildir. Her şeyden önce bunun gerçekten planlanmış bir şey olduğunu görmemiz gerekiyor. Aksi takdirde yazımızın geçen ayki bölümünde Graham Fuller örneğinden hareketle değindiğimiz gibi çok aymaz ve ebleh bir duruma düşeriz. Ve bu basiretsizli-
7
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
İslami Hareketler ve Batı politika yapımcılarının “ılımlı, sözde İslami hareketler icad edilmesi” ve onlarla diyalog içinde olunması projelerinde sözü edilen prototip ve özelliklere uyuyordu. Hatta bu yeni model siyasetin İslam dünyasını da komple dönüştürmesi hedeflenmektedir. (Örneğin, Almanya’da yapılan bir anket: Türk modeli İslam anlayışının Avrupa’da radikalleşmenin önüne geçtiği sonucunu ortaya koyuyordu.) Bunu anlamak için Erdoğan’ın Başbakan seçildikten hemen sonra Amerika’ya gerçekleştirdiği ilk gezisi sırasında Amerikalı yetkililerin vermiş olduğu şu demece bakabiliriz. Türkiye Başbakanı’nı Beyaz Sarayda şimdiye kadar görülmemiş tarzda en yüksek düzey protokolle ağırlayan Amerika Dışişleri yetkililerinin dilinden şunu söylüyordu: “Ortadoğu halkları ve yöneticileri bu fotoğrafa çok iyi baksın. Amerika’nın halkı Müslüman olan Müslüman bir devlet başkanını/Türkiye’nin başbakanını nasıl karşıladığına baksınlar.” Amerika, Ortadoğu liderlerine, şayet Erdoğan gibi “demokrat” olurlarsa aynı protokolle kendilerini de karşılayabileceklerini söylüyordu. Aynı zamanda bu bölge üzerinde Türkiye merkezli yeni bir dizayn çalışmasının zihinlerde yattığına işaret etmektedir. Zaten BOP’a AKP iktidarının verdiği destek, Erdoğan’ın İtalyan meslektaşı ile birlikte “Medeniyetler İttifakı Projesi”nin eş başkanlığını yürütüyor olması vs. İslam coğrafyasına Türkiye merkezli şekil vermenin argümanlarıdır. Erdoğan gerçekten Müslümanların çıkarlarını önceliyorsa sömürgeci batının oluşturduğu siyasi atmosferin figürü olmaktan vazgeçip ümmetin gerçek gündemi ile ilgilenmelidir. AKP hükümette bulundukları on yıla yaklaşan bir zamandan beri gerek bölge ülkeleri gerekse Avrupa ve Amerika ile “terörle mücadele” adı altında uluslararası antlaşmalara imza koymuş mudur koymamış mıdır? Türkiye’yi yöneten bu insanlar özellikle 11 Eylül olaylarından sonra “terörle mücadele” dendiğinde İslam’la mücadele kastedildiğinden bihaber midirler? “İsrail’in” Gazze’de gerçekleştirdiği insanlık dışı katliama karşı “One Minute” diyen başbakan burnumuzun dibinde (Irak’ta, Af-
ki, adı geçen kitapta şunları söylüyor: “Soğuk savaş sürecinde coğrafi konumu ile İran, Birleşik Devletler’in düşmanı Rusya’nın petrol zengini körfez ülkelerine inişine mani olan soğuk bir duvar işlevi görmüştür.” Brizeinski, İslami kimliği ile İran’ın Komünizm’in bölgeye yayılmasını engelleyen panzehir etkisi yaptığını, bir tür soğuk duvar oluşturduğunu söylüyor. Benzer bir şeyin aynı yıllarda Türkiye’de yaşandığını söyleyebiliriz. Amerika 82 darbesine kadar Türkiye’de her an komünist bir devrim olacağı kaygısını taşıyordu. NATO’nun kuzey karakolu pozisyonundaki Türkiye’yi kaybedeceğinden korkan Amerikan yöneticilerinin uykuları kâbusa dönüyordu. 82 darbesinden sonra yeni dizayn edilen Türk siyaseti içinde çok güçlü bir şekilde kendine yer bulan Özal liberal, İslami ve milliyetçi söylemleri ile bir anda merkez partisi oluverdi. Nakşî tarikatının önemli kollarından birine mensup olduğu bilinen Özal’ın, Türkiye’yi küçük Amerika yapma diye bir hayali taşımış olması sizlere düşündürücü gelmiyor mu? Özal, Türkiye’de doların yaygın bir şekilde kullanımını sağlayan, serbest piyasa ekonomisi ile Türkiye’yi Amerikan küresel şirketlerinin pazarı haline getiren, bölgesel politikalarını tamamen Amerikan çıkarlarına endekslemiş Amerikancı bir siyasetçiydi. Amerika Adnan Menderes’ten sonra Türkiye’de ilk defa Özal döneminde karar mekanizmaları üzerinde bu kadar etkili olabilmiştir. Hatta Beyaz Saraydan Çankaya’ya doğrudan görüşmeleri sağlayan bir “kırmızı telefon hattı”nın olduğu herkesin dilindeydi. Şimdilerde ise AKP ile birlikte Türkiye Amerikan eksenindeki siyasetine kısa bir aradan sonra yeniden dönmüştür. AKP lideri Recep Erdoğan partisini kurduğu ilk günden beri kendilerinin Menderes ve Özal çizgisini takip ettiklerini defaatle dile getirmiştir. Amerika, Özal’ın ani ölümünden sonra Türkiye’de siyasetini üzerinden yürüteceği yeterince karizmatik bir lider bulamadı. Ancak Erdoğan’ın halkın gözünde sevilen, başarılı ve karizmatik bulunan kişiliği Türkiye’de bu boşluğu doldurabilirdi. Ayrıca Erdoğan’ın İslami geçmişi yazımızın baş tarafında alıntıladığımız batılı Şubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
8
İslami Hareketler ve Batı na yansımıştı. SubhanAllah! Ülkesini Şeriatla yönetmeye karar vermiş bir devlet, Müslüman halkı ile savaşmak için Amerika’dan silah desteği alıyor?! Bir başka örnek: İslam Ümmeti’nin yüreğini en çok dağlayan olaylardan birisi, Felluce katliamı. Hatırlarsanız bir kurban bayramı arifesinde yaşanmıştı. Bayram sevinci boğazlarımızda düğümlenmişti. Olayların ardından Irak Devlet Başkan Yardımcısı Abdul Aziz el-Hekim Türkiye’ye gelmişti. Basın mensuplarının konuyla ilgili sorularına hiç unutmuyorum kanımı donduran şu cevabı vermişti: “Amerikan askerleri Felluce’ye insani yardım götürmek üzere gitmişler. Şehirden (yardımın halka ulaşmasını istemeyen birileri olsa gerek) Amerikan askerlerine ateş açmış. Bunun üzerine askerler kendilerini korumak üzere bu operasyonu düzenlemişler.” Bu örnekleri çoğaltmak maalesef ki mümkündür. Ancak biz burada herkesin gözlerinin önünde cereyan eden aktüel olaylardan birkaç örnek vermek istedik. Bizim burada dikkatlere sunmak istediğimiz şey; Kâfirlerin kendi habis ve çirkin stratejilerini gerçekleştirme noktasında İslami hareketleri ve Müslüman kimliği ile öne çıkmış şahsiyetleri kullandıkları gerçeğidir. Bu siyaset batının yeni kamuflaj siyasetidir. Rabbimiz Kur’an-ı Azim’inde şöyle buyurmaktadır. وك َ ِج َ وك أَ ْو َي ْقتُل َ ُِين َك َف ُروْا لِيُ ْث ِبت َ ُر ب َ ِك الَّذ ُ َ ِإو� ْذ َي ْمك ُُوك أَ ْو يُ ْخر ُر اللّ ُه َواللّ ُه َخ ْي ُر ال َْماكِرِين َ ُر ُ ون َوَي ْمك ُ “ َوَي ْمكVe o inkar edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek (çıkarmak) için tuzak kuruyorlardı. Ve onlar, bu tuzağı kuruyorlarken; Allah da tuzak kuruyordu. Halbuki Allah, tuzak kuranların (karşılık verenlerin) en hayırlısıdır..” (Enfal 30) ِ ص ُّدوْا َعن َسب ِيل اللّ ِه َ ِين َك َف ُروْا يُن ِفق َ إِ َّن الَّذ ُ ُون أَ ْم َوال ُ َه ْم ل َِي َّ ِين َك َف ُروْا إِلَى َّ ِم َح ْس َرًة ث َّ َف َسيُن ِفقُوَن َها ث َ ون َوالذ َ ُُم يُ ْغلَب ُ ُم َتك ْ ُون َعل َْيه َّ ون ر ش ح ي م ن ه ج “Muhakkak ki kâfirler, Allah’ın َ َ ُ ُْ َ َ َ yolundan alıkoymak (men etmek) için mallarını infâk ederler (verirler). Bu şekilde (devam ederek) onu (mallarını), infâk edecekler sonra (bu) onlara hasret (pişmanlık, üzüntü) olacak. Sonra onlara mağlup olacaklar. Ve kâfir olanlar, cehenneme haşrolunacaklar.”
ganistan ve şimdilerde Yemen’de bu kervana katılmak üzeredir) milyonlarca Müslüman’ı katleden Amerika’ya neden “One Minute” demez? Daha yakın bir geçmişte Başbakan Pakistan’a gerçekleştirdiği bir ziyarette terörle mücadelesinde Pakistan hükümeti ile ortak hareket edeceklerini söylüyordu. Bu demeç Amerikan Dışişleri Bakanı Clinton’ın “Pakistan terörle mücadelesinde güven veriyor” demeci ile ne kadar benzerlik arz ediyor. Yoksa bölgede model ülke olarak pompalanan Türkiye, karizması bütün İslam dünyasını kapsayacak şekilde şişirilen Tayyip Bey vahşi çehresi deşifre olmuş Amerika’nın İslam coğrafyası üzerindeki egemenliğini kalıcı kılmak maksadıyla politikalarını ihale etmek için aradığı “temiz” yüzlü (alnı secdeli) bir komisyoncudan başka birisi olmasın? Tayyip Bey’in “terörle mücadelede beraberiz”, Clinton’ın “terörle mücadelesinde güven veriyor” dediği Pakistan ne yapıyor biliyor musunuz? Kendi halkından tutukladığı her bir Müslüman vatandaş karşılığında Amerikan yönetiminden tutuklunun her bir günü için tam 70 ABD doları alıyor. Bir başka değişle bu hain yönetim kendi halkına işkence ve eziyet ederek (dün Svat vadisinde bugünde Veziristan eyaletinde yaptığı gibi) bütçesini denkleştirmeye çalışıyor. Bir başka ifadeyle Amerika, İslam beldelerinde, Amerikan istekleri doğrultusunda kendi halklarını öldürerek ve onlara eziyet ve işkence ederek iktidarda kalma, Amerikan desteğini, onun aferinini kazanma arzusuyla yanıp tutuşan hain yöneticiler ihdas etmeyi başarabilmiştir. Bu işbirlikçi, halklarının kan ve namusları, şeref ve haysiyetleri üzerinden siyaset yapan hainlerden ve Amerikan uşaklarından Allah da, Rasulü de, mazlum ve mağdur ümmetimizin tertemiz evlatları da beridir. Amerikan’ın, İslami hareketlerle flörtünü anlatan bir başka örnek verelim: Geçen sene Türkiye ziyareti sırasında ülkesinde parlamentonun aldığı bir kararla şeriatı uygulamayı benimsemiş olan Somali Devlet Başkanı Şeyh Seyyid Ahmet, ülkesindeki “isyancıları” bastırmak için Amerika’dan silah alıyordu. Bununla ilgili haberler o günlerde kamuoyu-
(Enfal 36)
9
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
Devam Edecek...
AbdulHamid YAZICI
G
erek coğrafi ve gerekse tarihi konumu itibarıyla Türkiye, dünyanın en stratejik ülkelerinden birisini oluşturmaktadır. Üç tarafı denizlerle çevrili, Avrupa ve Asya’nın kesişme noktasındadır. İstikrarsızlık alanlarının ortasında yer aldığı gibi ekonomik merkezlerin ve enerji bakımından zengin bölgelerin de kesişme noktasında yer almaktadır. Coğrafi açıdan Türkiye, batı sınırlarıyla Avrupa’ya kuzey ve kuzey doğu sınırlarıyla Rusya’ya, Gürcistan ve Azerbaycan üzerinden Kafkasya’ya ve Orta Asya ülkelerine, güney sınırlarıyla Arap yarımadasında yer alan İslam dünyasına, güney doğu sınırlarıyla İran’a açılan kapıya sahip stratejik bir ülke konumundadır. İstanbul ve Çanakkale boğazlarıyla Rus ticaret mallarının, ithalat ve ihracatının dünyaya açılan tek kapısıdır. Tarihe baktığımızda ise tarihi ipek yolunun Avrupa bağlantısını oluşturan bir kapıdır. İşte bu yapısıyla, jeostratejik konumuyla Türkiye tarih boyunca olduğu gibi günümüzde de dünyanın süper devletlerinin göz diktikleri bölgelerden birisi Şubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
olmuştur. Büyük devletlerin bu ilgisinin siyasi, askeri ve tarihi sebepleri vardır. Tarihi bakımdan Türkiye coğrafyası, Osmanlı Hilâfet Devleti’nin başkentini topraklarında barındırıyor olması ve Osmanlı Hilafet Devleti’nin tek bakiyesi gibi görülmesi nedeniyle tüm İslam dünyasının kalbi gibi değerlendirilmektedir. Endonezya’dan Cezayir’e varıncaya kadar İslam coğrafyasındaki halkların tümünde Osmanlı’ya karşı ayrı bir sevginin varlığı günümüzde dahi canlılığını korumaktadır. Türkiye’den bahsedildiğinde dünya Müslümanlarının zihinlerinde hemen Osmanlı Hilafet Devleti canlanmaktadır. İstanbul’un Hilâfet’in merkezi olduğunu ve şu anda da aynı konumunu paylaşmasından memnun olacaklarını belirtmektedirler. Bu konumuyla Türkiye, tüm dünya Müslümanları için adeta Müslüman halkları birbirine bağlayan bir yapıştırıcı gibi değerlendirilmektedir. Örneğin içerisinde bulunduğumuz 2009 yılı Ocak ayında yapılan Davos toplantılarında Başbakan Recep Erdoğan, Yahudi Şimon Peres’e karşı çıkışı nedeniyle tüm dünya Müslümanları-
10
Türkiye Nereye Gidiyor? nın kalbini fethetmiştir. Elbette ki çok kısa bir şekilde özetlemeye çalıştığımız bu hususlar günümüz dünyasının jandarmalığını yapan, dünyanın birinci büyük devleti olan Amerika ile -bu güne kadar Türkiye üzerinde ağırlıklı nüfuzu olan- İngiltere arasında çoğu kere farklı isimler ve olaylarla kamuoyunun gündeminde yer alan çatışmalara sahne olmuştur. Cumhuriyet tarihi boyunca bu topraklarda değişik şekiller ve isimlerle Amerikan-İngiliz çatışması yaşanmıştır. Özellikle 28 Şubat süreciyle yeni bir şekil ve ivme kazanan bu çatışma, Ak Parti’nin iktidara gelmesinin ardından ise ayrı bir hız kazanmıştır. Şu anda ise “Ergenekon operasyonlarıyla” gündeme damgasını vuran olayların tümü bu çatışmanın yansımalarıdır. Konu ile ilgili olarak yazılı, sesli ve görüntülü medyada yer alan tüm haberlerde ve yorumlarda bu çatışma; “derin devlet”, “ulusalcılar”, “Ergenekoncular” gibi isimler altında zikrediliyorsa da bu çatışma gerçekte Amerika-İngiltere çatışmasıdır. Şu andaki Türkiye’nin nereye doğru gittiğini, Türkiye içerisinde neler yaşandığını görmek için Cumhuriyet dönemi siyasi tarihinin bazı yönlerini hızlı bir şekilde özetlemekte fayda vardır. Osmanlı Hilafet Devleti’nin yıkılmasının ardından bu coğrafya üzerinde kurulan devletlerin neredeyse tümü İngiliz nüfuzu altına girdi. Osmanlı Hilafet Devleti’nin enkazı üzerine kurulan devletlerin başına İngilizler kendi ajanlarını getirdiler ve bu devletlerin tümü Amerika’nın kabuğundan çıkmaya başladığı ikinci dünya savaşına kadar da İngiltere’ye olan bağlılıklarını, itaatlerini sürdürdüler. Dünya sahnesine çıkıp sömürgeciliğin tadını almaya başladıktan sonra ise Amerika kendisine yeni sömürgeler aramaya koyuldu. Kendisine yeni sömürgeler bulma konusunda ise önceliği İslam coğrafyasına verdi. Çünkü zengin servetleri ve Müslümanların yoğun olarak yaşadığı bir coğrafya olması nedeniyle bu mıntıka dünyanın en stratejik bölgesini oluşturmaktadır. Bu nedenledir ki bu coğrafya 1950-1970 yılları arasında sürekli olarak askeri darbelere, iç kargaşalıklara, kavgalara,
ekonomik krizlere sahne olmuştur. Diğer bir ifade ile Amerika ile İngiltere arasında yaşanan egemenlik çatışmalarına konu olmuştur. Şüphesiz ki bu İslam coğrafyasının her bir ülkesinde yaşanan bu çatışmanın her ülke için ayrı bir tarihçesi vardır ki bu tafsilat buraya sığdırılamayacak kadar uzundur. Cumhuriyet tarihi boyunca Amerikanİngiliz çatışması açısından Türkiye’ye gelince: Osmanlı Hilafet Devleti enkazı üzerinde kurulan ülkeler içerisinde İngiliz nüfuzunun en köklü, kuvvetli ve yerleşik olduğu ülke belki de Türkiye’dir. Öyle ki Amerika 1950’li yıllardan itibaren çok yoğun bir şekilde ele geçirmeye çalıştığı, bunun için tüm gücünü ortaya koyduğu Türkiye’de şu anda dahi istediği seviyeye ulaşamamıştır. Amerika İçin Türkiye Neden Bu Kadar önemlidir? Şüphesiz ki Amerika sömürgeci kapitalist bir ülkedir ve bu yapısıyla da dünyanın en güçlü ülkesidir. Sömürgecilik ise kapitalist düşünceyi hayat nizamı olarak kabul eden ülkeler açısından kapitalizmi yayma metodudur. “Yani mağlup halkları sömürmek için siyasi, askeri, kültürel ve iktisadi nüfuzunu onlara kabul ettirme metodudur.” (Siyasi MefhumlarTakiyyuddin en-Nebhani) Taşımış olduğu tarihi dokusu, halkının ezici çoğunluğunun Müslüman olması gibi çok yönlü stratejik konumu gereği Türkiye, Amerika açısından son derece önemli bir ülkedir. Tümüyle nüfuzu altına alabilmek için yoğun çabalar verdiği Türkiye’nin önemi hakkında, 11 Eylül olayları olarak bilinen ikiz kulelerin yıkılmasının ardından Amerika tarafından başlatılan “yeni haçlı savaşları” projesinin öncesi ile sonrası arasında bir ayırım yapmak gerekmektedir. 12 Eylül askeri darbesine kadar Amerika açısından Türkiye, kapitalist düşüncenin yayılması hedeflenen ülkelerden birisi idi. Ancak bu süre içerisinde Amerika Türkiye’ye özellikle stratejik konumu açısından yani Amerikan sömürgeciliğinin en kuvvetli araçlarından birisi olarak bakıyordu. Belki de kapitalizmi yaymak amaç olmaktan ziyade araç olmaya daha yakındı. Fakat öyle görünüyor ki 12 Eylül 1980 darbesinden özel-
11
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
Türkiye Nereye Gidiyor? likle de Amerika’da yaşanan 11 Eylül olaylarından sonra Amerika’nın Türkiye’ye vermiş olduğu önem daha fazla artmıştır. Kapitalizmin yayılması hiç tereddütsüz bir şekilde araç değil amaç haline gelmiştir. Yani Türkiye’deki Amerikan sömürgeciliği tam anlamıyla kapitalizmin yayılma metodu olma özelliğini korumuştur. Çünkü “Amerika’nın 2003 yılında gündeme getirdiği “Büyük Ortadoğu Projesi” gibi İslam topraklarının tümü üzerinde egemenlik kurma amacını taşıyan projeler, Müslümanlara ait bir devletin kurulması endişelerinin sürekli olarak artmasının neticesidir.” (Siyasi Mefhumlar - Takiyyuddin en-Nebhani) Nitekim Bush başta olmak üzere Amerikalı yetkililer Endonezya’dan Cezayir’e kadar uzanan İslam coğrafyasında bir İslam Hilafet Devleti’nin kurulmasını engellemek için Irak’ı işgal ettiklerini söylemektedirler. Yani içerisinde bulunduğumuz zaman itibarıyla Amerika’nın Türkiye ile ilgili hedeflerinin başında İslam Devleti’nin kurulmasının engellenmesi yer almaktadır. Ancak Türkiye üzerinde tam anlamıyla nüfuz kurabilmek için Amerika’nın göstermiş olduğu tüm çabaların yanında şu an itibarıyla yaşanan iç siyasi gelişmelerin detaylarına girmeden önce Cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye’deki İngiliz politikası hakkında bazı mülahazaları belirtmekte fayda vardır. Zira özellikle 1980’li yıllardan sonra, yani Turgut Özal iktidarından sonra Amerika, Türkiye üzerindeki planlarını İngiliz siyasi çalışmasının aksi esaslar üzerine, bir diğer ifade ile onların hataları üzerine kurmuştur. Cumhuriyet tarihi boyunca İngiltere’nin uyguladığı politikaların şu şekilde özetlenmesi mümkündür: 1- İngilizler, Osmanlı Hilafet Devleti’ni yıkıp enkazı üzerine kurmuş oldukları ve ajanları tarafından yönetilen ülkelerin tümünde ülke servetlerinin sömürülmesinde kendi çıkarlarını birinci sırada tüm boyutlarıyla dikkate almışlar ve bunun yanında da yönetici uşaklarına servetlerine servet katmaları için fırsat tanımışlardır. Türkiye’de ise bu durum daha farklı bir şekilde cereyan etmiştir. Türkiye’nin yönetimini ve servetlerini olduğu gibi sabetayist olan ya da olmayan Yahudilere Şubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
bırakmışlar, yalnızca dış siyasette İngiliz siyasi çizgisinin dışına çıkmamalarını onlara tembih etmişlerdir. Diğer bir ifade ile ülke servetlerinin sınırsız bir şekilde sömürülmesi hususunda Türkiye’de yaşayan Yahudilere kapıları sonuna kadar açmışlardır. Yani Türkiye’nin yer altı ve yer üstü servetlerinin sömürülmesinde, Osmanlı Hilafet Devletinden kalan mirasın yağmalanmasında, iç ve dış ticarette tüm tasarrufu Yahudilere bırakmışlardır. Elbette ki bu süreç içerisinde birtakım İngiliz şirketlerinin doğrudan veya dolaylı olarak Türkiye ile ticari ilişkiler içerisinde bulundukları doğrudur. Ancak bunların ticaretleri de Yahudiler üzerinden, onların istekleri doğrultusunda olmuştur. Çünkü İngilizler açısından Türkiye’den elde edecekleri ticari sömürgeden ziyade siyasi sömürge değer biçilemeyecek kadar önemlidir. Bunun değerinin para ile ölçülmesi mümkün değildir. Öyle ki bunlar Türkiye’yi İslam ümmetinin kalbine zehirli bir hançer olarak saplanmış olan Yahudi varlığının en büyük hamisi haline getirmişlerdir. “İsrail” açısından Türkiye’nin önemi Amerika ve İngiltere’den daha önemlidir. “İsrail” devletinin kurulmasında “İsrail”e gönderilen Yahudilerin önemli bir kısmı Türkiye’den gönderilmişlerdir. İslam ümmetinin servetlerinin sömürülmesi hususunda Türkiye dışında kalan ülkelerde ise durum böyle olmamıştır. Onlar bu ülkeleri adeta doğrudan doğruya sömürmüşler, Ürdün’deki Glop Paşa örneğinde olduğu gibi gerektiğinde açıkça kendi adamlarını yönetime getirmekten çekinmemişlerdir. Başka bir ifade ile bu ülkelerin servetleri olduğu gibi değişik isimler altında faaliyet gösteren İngiliz şirketlerinin kullanımına terk edilmiştir. Özellikle 1960’lı yıllara kadar İran, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinde etkin olarak faaliyet gösteren İngiliz petrol şirketlerinde olduğu gibi. Türkiye’de ise bu işi T.C kimliğini taşıyan sabetayist olan veya olmayan Yahudilere ait şirketlere bırakmışlardır. 2- İngilizler İslam coğrafyası içerisinde yer alan ve üzerinde nüfuz kurdukları ülkelerin günün birinde ellerinden çıkabileceğini,
12
Türkiye Nereye Gidiyor? özellikle de bu toprakların yeniden İslâm’ın hâkimiyeti altına gireceğini, Hilâfet’in ikame edileceğini ve birilerinin ele geçirmek için ciddi anlamda çaba göstereceği ihtimaline karşı sürekli olarak her yerde sorunlar var etmişlerdir. Gerek ülke içerisinde ve gerekse ülke dışında İngiliz çıkarlarına, İngiltere siyasetine karşı çıkanlara engel olmak için bu sorunları ateşleyerek kargaşaya yol açmışlardır. Diğer bir ifade ile İngilizler için çözüm değil çözümsüzlük politikaları esas politikalar olmuştur. Örneğin, Kıbrıs sorunu denilen mesele İngilizler tarafından sürekli olarak çözümsüzlüğe mahkûm edilmiş bir meseledir. Yıllardır Kıbrıs’ta yönetimde olan Rauf Denktaş ve zaman zaman da Rum rakipleri karşılıklı olarak gerginlik politikasını uygulamışlardır. Yine Cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye ile Yunanistan, Türkiye ile Ermenistan, Türkiye ile Suriye, Türkiye ile Ortadoğu ülkeleri arasında sorunlar hep var olmuştur. Ege denizindeki kıta sahanlığı sorunu haber bültenlerinden neredeyse hiç eksik olmadı. İki tane koyunun otladığı birkaç metrekare büyüklüğündeki “Kardak Adası (!)” üzerinden savaş çıkartma seviyesinde sorunlar icat edildi. Milliyetçi düşünceler tüm Müslüman halklar nezdinde körüklenmiş ve Müslüman camia birbirine karşı düşman hale getirilmiştir. Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı Türkiye’nin Güneydoğu bölgesi ve güney sınırları her an problem üretmeye hazır halde tutulmuştur. Aynı yaklaşımla İngilizler ve Türkiye içerisinde beraber çalıştığı “ulusalcılar”, “derin devlet” veya günümüzün meşhur tabiriyle “Ergenekoncular” Kuzey Irak’ta da aynı politikayı uygulamak istemişlerdir. Bu politikanın uygulanabilmesi için Türk ordusunun Kuzey Irak’a girmesine çalışmışlardır. Bunun gerçekleşebilmesi için ise meşru gerekçelerin var olması gerekiyordu. Buna gerekçe kazandırmak için Kuzey Irak’a Türk askerinin girmesinin çokça konuşulduğu dönemde PKK’nın eylemlerine hız kazandırmışlardır. Aynı zamanda gerek televizyon ekranlarında, gerek yazılı ve sözlü basında kısacası medyanın her alanında, bir takım sivil toplum kuruluşları
ve siyasi partiler nezdinde konu sürekli olarak canlı tutulmaya çalışılmıştır. Bununla İngilizler bir yandan Kuzey Irak’ı çözümsüz bir bölge haline getirmek istemişler bir taraftan da Kuzey Irak’ta Amerika’nın tek başına söz sahibi olmasını engelleyerek konuyu uluslararası platforma taşımak istemişlerdir. 3- Yine İngiliz politikasının en önemli özelliklerinden birisi nüfuz kurduğu ülke halklarını hiçbir surette nazarı itibara almaksızın yalnızca kendi ajanlarına güvenmeleridir. Halkı küçümsemeleri, tahkir etmeleridir. Kendilerini efendi, halkı ise köle hatta köleden bile daha aşağı bir konumda görmeleridir. Cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye’de halkın duygu ve düşüncelerine neredeyse hiçbir surette önem vermemişlerdir. Her yerde ve her fırsatta halkın cahil, beceriksiz, medeniyetten uzak olduğu gibi düşünceleri sürekli olarak işlemeleridir. Bunu öyle bir hale getirdiler ki artık halkın kendisi bile papağan gibi onların cümlelerini tekrarlamaya başladı. Gerek Cumhuriyet’in kuruluşunda ve gerekse daha sonraki yıllarda aleviler İngilizler tarafından kullanılmış ve bir kısmı halen daha kullanılmaktadır. İngilizlerin seksenli yılların öncesinde olduğu gibi Müslüman halkın sahih İslam düşüncesiyle tanışmasını, İslam Devleti’nin kurulmasını ve Hilâfet’in ikamesini engellemek için farklı şahıslar ve üslûplarla Müslümanların duygularını istismar ettiği de doğrudur. Ancak bunların hiçbirisi ülkenin gerçek sahiplerinin iktidara gelmeleri ve yönetimi ellerinde tutmaları için değildi. Bunların tümünü yalnızca iktidarın gerçek sahiplerine katkı sağlamak, iç ve dış siyasi uygulamalarını kolaylaştırmak için yapmışlardır. Yine İngilizler, Cumhuriyet tarihi boyunca hazırlamış oldukları kanunlar ve buna bağlı olarak yapılan uygulamalarla halkla devlet arasına yüksek duvarlar örmüşler, çıkarılan kanunların tamamını halkı düşman görme esası üzerine kurmuşlardır. Nitekim Mustafa Kemal’in şu meşhur sözü de bunu göstermektedir: “Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır.” Devam Edecek…
13
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
Oğuzhan AKBOLAT
İ
lk ortaya çıkan darbe isimlerine bir bakın, ayışığı-yakamoz-eldiven… Peki, nerden çıktı bu balyoz. Tamda bu paşalar ne kadar romantikmiş diyecekken birden bire kafes ve balyoz planları geliverdi. The Taraf Gazetesi 20 Ocakta manşetinden “Balyoz Darbe Planı”nı duyurdu. Tüm darbe planlarını duyuran Taraf gazetesi olduğu gibi yine Taraf Gazetesinden okuduk bu haberi de… Haberi hatırlayalım. Taraf Gazetesindeki manşet “Fatih Camii Bombalanacaktı” şeklinde idi. Haberde Fatih ve Beyazıt Camilerinin bombalanacağını, 36 gazetecinin tutuklanıp137 gazeteciden istifade edileceği, bu gazetecilerin isimleri, bir Türk jetinin Yunanlılar tarafından düşürüleceği başarılamazsa TSK tarafından düşürülüp Yunanistan’ın üzerine atılacağı, 200 bin kişinin tutuklanıp statlara hapsedileceği, bu işlerde görev alacak personelin isimleri sicil numaraları, çarşaf-sakaloraj eylem planları, vs yer almıştı. Haberde ayrıca planı hazırlayanın Emekli Org. Çetin Şubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
Doğan olduğu ve belgelerin altında ıslak imzasının yer aldığı da aktarılmıştı. Bu haberin hemen ardından Çetin Doğan bir internet sitesine röportaj vermiş ve planı doğrulamış akşam haberlerinde ise Uğur Dündar’ın haber programına katılmış ve bunun bir tatbikat bir harp oyunu olduğunu söylemişti. Tüm bu haberlerin ortaya çıkmasından tam bir gün sonra Anayasa Mahkemesi “askerin sivilde yargılanması yasasını” 11-0 oylama ile iptal etmişti. Planla ilgili çıkan haberlerden İlker Başbuğ rahatsız olunca “Allah Allah diye taarruz eden ordu cami bombalamaz” diyerek yine bu planın bir harp oyunu olduğunu yinelemiş, Baykal, “Başbakan’ın yerinde olsam böyle bir plan varsa Genelkurmay Başkanını görevden alırdım” sözleri gündeme inmişti. Bahçeli ise “Başbuğ’un sözleri tatminkar değildir” diyerek Genelkurmay’a saldırmıştır. Tüm bu hatırlatmayı meselenin bir biri ile alakasını kurmak için aktardım. Meseleye yukarıdaki haberleri analiz ederek başlayalım…
14
Balyoz Darbe Planı 1. Bu haberler neden hep Taraf Gazetesine servis ediliyor? Taraf Gazetesini “The Taraf” yapan nokta işte burası. Nokta Dergisinin kapatılmasının hemen akabinde Taraf Gazetesi kurulmuş ve nokta dergisinde devam eden darbe haberlerini buradan vermeye başlamışlardır. Hatırlanacağı üzere Nokta Dergisi yayınladığı darbe haberlerinden dolayı kapatılmıştı. İşte sırf bu sebepten dolayı aynı ekibe Taraf Gazetesi kurdurulmuş ve daha güçlü bir şekilde sanki nispet ettirircesine darbe planlarının ana gazetesi haline getirtilmiştir. Başbakan Erdoğan 22 Ocak 2010 da yaptığı bir açıklamada “Biz her şeyden haberdarız, Ankara tünellerine paçamızdan çekmek istediler, ama gitmedik” diyerek yapılan bu planlardan aslında çok daha önce haberlerinin olduğunu da göstermiş oldu. O zaman şu soruyu sormak gerekiyor. Madem bu darbe planlarını biliyordunuz niçin tam da bu gün bu planı deşifre ettiniz… Aslında mesele çok açık şuan bu planın açığa çıkmasından dolayı AKP’nin elde etmek istediği hususlar var. Buna değineceğiz. Burada ise şunu belirtelim… Taraf Gazetesine bunun istihbaratını verenlerle Erdoğan’a bu bilgiyi verenler aynı kişiler. İşte Taraf’ı The Taraf yapan budur. 2. Balyoz Darbe Planı’nı incelediğimizde ise bu planın bu güne karar ortaya çıkan en büyük ve en kanlı plan olduğunu görüyoruz. Şimdiye kadar ortaya çıkan planlarda bu kadar kanın akması ve bu kadar büyük kargaşanın çıkması planlanmamıştı. Belki daha büyük planlar sonlara saklanmaktadır, bilemiyoruz velâkin ordunun bu planda yapmak istediği eylemler halkına hangi bakış açısıyla baktığını görtermektedir. Cuma namazı kılanların orada bombalarla öldürüleceği, 200 bin kişinin statlara hapsedileceği, kendi jetini düşürerek kendi askerini öldüreceği vs. Bu zulmü yapmak istemesinin tek sebebi ise Türkiye yönetiminin kendi ulusalcı İngiliz hegemonyalı çizgilerinden liberal Amerikan hegemonyalı çizgisine kaymasından duydukları koltuk kaptırma korkusundan başka bir şey değildir. Tıptı Taraf Gazetesiyle nispet yapan AKP gibi onlarda camilerde patlatacakları bombalar
ile AKP’ye nispet yapacaklardı. Zira ölenlerin kim olduğunun ordu için hatta AKP için çokta bir önemi yok. Nitekim Erdoğan’ın ABD’nin Irak işgali öncesinde “bizim için aslolan Türkiye’nin çıkarlarıdır” sözünde olduğu gibi ölenlerin Müslüman olması da fark etmeyecektir. İşte bu plan kahraman, şanlı ve muzaffer Türk Silahlı Kuvvetlerine yakışır bir plan olmuş. Cami patlatmak, uçak düşürmek vs. kahramanca. 3. Çetin Doğan’ın yapığı açıklama ise daha bir ilginçtir. Bunun bir harp oyunu bir tatbikat planı olduğunu birçok paşanın ve subayın bu planın seminerinde yer aldığını söylemişti. Yani Çetin Doğan bu planı inkâr etmek yerine planı kabul etmiş ama planın bir harp oyunu olduğunu söylemişti. Böylece altında ıslak imzası bulunduğu için kimse O’nu Albay Çiçek konumuna düşürmeyecektir. Bu yaklaşımı Arınç suikastında da görmekteyiz. Arınç suikastında tutuklanan askerlerin Suikast girişimi esnasında orada oldukları inkar edilmek yerine orada oldukları kabul edilmiş ama başka bir askeri takip ettikleri söylenmişti. Daha önce tüm iddiaları inkâr eden Genelkurmay inkârdan vazgeçmiş bunun yerine orada meseleyi saptırma politikasına gitmiştir. Zira meşhur “ıslak imza” olayında da olduğu gibi bu bir şekilde ispat edilmektedir. Bu ordunun bu konuda üslup değiştirdiğini göstermektedir. 4. “Allah Allah diye taarruz eden ordu cami bombalamaz” Bu ifade bir başka kimsenin ağzında çıksa gazeteler “klasik dinci zırvası” diye manşetler olurdu. Ama bu Genelkurmay Başkanının sözü. Nerde kaldı laiklik. Hadi hep beraber bu söylemin laiklik ile çeliştiğini ifade eden çıkarımlarda bulunalım. Mesele iktidarda kalmak olunca laiklik veya bazı İslami söylevleri kullanmakta mahsur görmüyorlar. Ordu bunu hep yapıyor. Peygamber Ocağı, Şahadet, Allah Allah diye taarruz… Ordu Allah Allah diye taarruz etmeyeli yaklaşık 90 sene oldu, o doksan senede neler oldu neler; eşi çağdışı (!) giyiniyor diye insanlar ordudan atıldı, mesai saatinde, mesai saati dışında namaz kılanlar ordudan atıldı, atılanların hiç
15
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
Balyoz Darbe Planı biri o kurtarılmış, izole edilmiş, emniyet sübaması planlanan askerler de mi harp oyunu bı vazifesi gören yargıda bile kendini savunolarak düşünülmüş. Ayrıca başbakanın bama imkânı bulamadı. Zorunlu olarak kışlalara kanların kim olacağına kadar hesaplanan bir doldurulanların anneleri bile çağdışı kılıkları plan harp oyununun bir paçası mıdır? Bugün yüzünden oğullarını göremedi. Konuyu uzatGazetesinin de dediği gibi bir harp oyununda mayalım AKP yanlısı gazeteciler, milli irade, gerçek kişileri, şu diplomatı şöyle kullanacaseçimle işbaşına gelmiş hükümet, demokrasi ğız diye fişlemez. Başbakanlığa girileceği ve söylemiyle kendilerini aklamaya çalışırken, gerçek diplomatların adlarını vererek şu, şu, TSK’yı savunmaya çalışanlar da laikliği koruşu bürokratlar birinci derecede öncelikli olamak, hukuk devleti ve yine demokrasi adına rak tutuklanacak; Yargıtay üyeleri için tek tek mücadele veriyor. Bunun içinde “Allah Allah şu sıkıyönetim komutanı yapılacak, şu emekdiye taruz eden ordu” ifadesini kullanıyorlar. li edilecek, bu olumludur görevinde kalacak İşte tam bu noktada Bahçeli’nin açıklaması diye fişlenmez. Bu bir harp oyunu olabilir mi? geldi: Bahçeli’de bu noktada bunun tatminkâr bir 5. Bahçeli: “Başbuğ’un konuşması tatmincevap olmadığını söyledi. Tabiki bunu söylekar değil” dedi. Aslında mesi kendisini tatmin etBaşbuğ bunu söyleyerek meyen bir cevap olduğu Diyelim ki bu bir harp oyunu, planın harp oyunu olduifade etmek için değildi. yani bir tatbikat. Peki bu tatbikatğunu ispatlamaya çalışAmacı halkın bunun bir ta niçin bir düşman ordusu değil maktadır. Peki gerçekten harp oyunu olduğuna de camilerdeki Müslümanlar hedef bu bir harp oyunu muinanmasını engellemek alınıyor. Harp oyunları dış tehdur? Bugün Gazetesinin için söylenmiş bir söz. 27 Ocak 2010 da manşeditler üzerinde durulurken niçin Aynı zamanda Başbakan tinde “işte gerçek harp Erdoğan’ın söylemesi gebu oyunda Türkiye halkı üzerinde oyunu” başlığıyla harp reken ve söylerse sıkıntı oynanıyor... Ordudan atılması oyununu anlatmış… Hadoğuracak sözleri Bahplanlanan askerler de mi harp berin ayrıntılarında “Geçeli ve Baykal söylerse oyunu olarak düşünülmüş. nelkurmay ve Doğan’ın (ki her ikisi Erdoğan’dan harp oyunu diye savunsiyaset yönünde aynı taduğu plandaki kişi ve olayların isimlerinin rafa hizmet etmektedirler) bu sıkıntıdan Ergerçek olması kafaları karıştırdı. Çünkü gerdoğan kurtulmuş olacaktır. İşte bunun için çek harp oyununda kişi ve olay isimlerinin Baykal’da buna benzer bir ifade kullanmış ve gerçek olmadığı kod isim kullanıldığı ve hakamuoyunu belirli noktalarda yönlendirmeye yali olaylardan senaryolaştırıldığı kaydedildi. çalışmıştır. Balyoz Harekat Planı’nın yapıldığı aynı tarih6. Ben olsam görevden alırdım. Bu ifade de lerde hazırlanan 2 farklı savaş oyunu, iddiahem İlker başbuğ’a bir mesajdır hem de kaların aksine harp oyununun nasıl olduğunu muoyunu bu yönde hazırlamaktır. Ki hemen gözler önüne seriyor.” Diyelim ki bu bir harp bunun akabinde birçok gazeteci bu ve benzeri oyunu, yani bir tatbikat. Peki bu tatbikatta nibaşlıklarla yazılar yazmışlardır. Bunun içinde çin bir düşman ordusu değil de camilerdeki Erdoğan “Bazı gazeteciler bize gaz vermeye Müslümanlar hedef alınıyor. Harp oyunları çalışıyorlar. Kimse gaz vermesin, biz ne yapdış tehditler üzerinde durulurken niçin bu tığımızı biliyoruz” demiştir. İşte bu da hem oyunda Türkiye halkı üzerinde oynanıyor. Baykal’ın hem de Bahçeli’nin AKP’den den Yine niçin bazı gazetecilerin isimleri verilerek çok AKP’ci olduklarını gösterir. tutuklanması hesaplanıyor, bir kısmından da 7. Son olarak Anayasa Mahkemesinin Asfaydalanılabilir gazeteciler olarak bahsedilikerlerin sivilde yargılanması kararını iptal yor. Bu bir fişleme değimlidir. Ordudan atıletmesi haberine bakalım. Yasanın iptali BalŞubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
16
Balyoz Darbe Planı yoz darbe planının ortaya çıkmasından bir gün sonra gerçekleşti. İşte bu da AKP’nin bir zaferidir. Zira 7 yıllık AKP sürecinde AKP ye yapılan her hamle AKP tarafından daha güçlü bir hamle ile bertaraf edilmiştir. Tıpkı ordunun inkâr politikasından saptırma politikasına geçmesi gibi bu olayda da artık hamle önceliğinin AKP ye geçtiğini ve AKP’nin yeni bir üslup geliştirdiğini söyleyebiliriz. Bununla birlikte AKP’ye karşı gibi görünse de sivil mahkemede askerlerin yargılanma kararının iptali AKP’nin işine gelmektedir. AKP bu şekilde anayasa değişikliği noktasında eline bir koz daha geçirmiştir. Zira Anayasa Mahkemesi’nde AKP’lilerin olmasına rağmen (Haşim Kılıç gibi) onlarda bu kanunun iptali noktasında oy kullanmışlardır. Anayasa değişikliği artık gündemdeki yerini iyiden iyiye almış görünüyor. Bunun için de bazı noktalarda AKP taviz verecektir. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden beri birçok darbe planlanmış ve bunların bazıları uygulanıştır. İktidar hırsı uğruna kendi uçağını düşürtme, büyük ve tarihi camileri hem de Cuma namazına takiben bombalama, darbe için temel teşkil edecek kaos ortamı yaratma, yönetime el koyma. Madem bu ve birçok plan hazırlandı neden bu darbeler hayata geçmedi? Hatta bu soru şu şekilde de sorulabilir. Niçin direk darbe yapılmıyor Talat Aydemir gibi, Ege’de kriz çıkarma, cami bombalama gibi planlar yapılıyor. Bu kadar darbe planının çıkmasına rağmen onları uygulanamaması artık darbecilerin gücünü yitirdiği anlamına gelmektedir. Darbelerin planlandığı tarihlere baktığımızda bu dönemin Genelkurmay Başkanının Hilmi Özkök olması bu planların hayata geçirilememesinin sebebini ortaya koymaktadır. Zira Özkök bunların önüne geçmiştir. Özkök bu işte yanlışta değildir. Örneğin darbe günlükleri Özden Paşada çıkmasına rağmen Paşa Ergenekon hâkimleri tarafından yargılanmamıştır bile. Yine Özkök için bırakın sorgulamayı ifadesine başvurmak için savcı diğer paşaları ayağına çağırırken bu defa savcı Özkök’ün ayağına gitmiştir. Planlardan Erdoğan’ın haberi olduğu gibi aynı şe-
kilde Özkök’de haberdardı ve planların uygulanmasına engel oldu. Zira ordunun başında O vardı. Yine O’na karşıda darbe yapılabilirdi ki bu defada darbecilere darbe yapılabilirdi. Yani tüm odu istemeden artık darbe olmaz ki bunun olması da artık mümkün değildi. Geriye tek bir mesele kalıyor. Niçin bu plan daha önceden bilinmesine rağmen şimdi ortaya çıktığına gelelim. Anayasa değişikliği önünde bazı engeller bulunaktadır. Bunlarında en başında EMASYA gelmektedir. Zira Anayasa değişikliği Ulusalcı İngiliz mandacılarının zayıflayan hakimiyetlerinin son bulacağı anlamına gelmektedir. Bunun içinde EMASYA bahane edilerek ordu anayasa değişikliğini engelleyebilir. EMASYA Protokolü hatırlanacağı üzere yine Org. Çetin Doğan tarafından hazırlanmıştı. Bu protokol gereği askerin bazı durumlarda yönetime el koyması hem de darbe olmaksızın mümkündür. İşte bunun için AKP, EMASYA’yı iptal etmek istemektedir. EMASYA’nın kaldırılması veya en azından değiştirilmesi ordunun bir kozunu bitirmiş olacaktır. Bu da AKP için avantaj üstüne avantaj demektir. Yani AKP, TSK’yı yıpratma noktasında başarı elde ettiği gibi aynı zamanda anayasa değişikliği için de bir adım daha ilerlemiştir. İster Taraf olsun isterse Taraf’ın karşısında taraf olsun fark etmez. Her iki Taraf’ta Müslüman Türkiye halkının hayrı için hiç birşey yapmayacakları gibi gerekirse Müslüman Türkiye halkını kendi amaçları doğrultusunda katletmekten geri durmayacaklardır. Bu ister balyoz darbe planında olduğu gibi camileri bombalatarak olsun isterse BOP’u gerçekleştirmek için Ilımlı İslam adı adlında Müslümanların inanışlarını yaşayışlarını bozmak ve buna direnen samimi Müslümanları hapsetmek ve hatta öldürmek şeklinde olsun fark etmeyecektir. Ancak ve ancak taraflar kendi efendilerinden taraf olarak halkını ezmeye ve aralarındaki mücadele de halkını ezmekte mahsur görmeyeceklerdir. Müslüman için aslolan taraf olmamaktır. Müslüman ancak Allah’ın ipine sım sıkı sarılmalıdır. İşte kurtuluşta budur.
17
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
Mahmut OĞUZ
Ü
mmet toprağının her karışı bizim için hayâtî öneme sahiptir. İslam Devleti bir kez fethettikten sonra artık kıyamete kadar o toprak tüm İslam Ümmeti’nin malı sayılır. Bu yüzden sömürgeci devletlere basit ve anlık menfaatler karşılığında peşkeş çekilmesi, hiçbir Müslümanın kabul edebileceği ve sessiz kalabileceği bir durum olamaz. Kıbrıs’ın gözümüzün önünde bu pazarlıklara maruz kalması ve bu zamana kadarki gayri İslami iktidarların meseleyi sadece ver-kurtul mantığıyla görüyor olması, ziyadesiyle hazin bir durumdur. Kıbrıs da iki büyük kapitalist sömürgeci devletin kavgasına ve pay almasına seyirci kalan zelil iktidarlar gördü bu ümmet. Amerika’nın ve İngiltere’nin adayı ele geçirme planlarına karşın “anavatan” konumundaki Türkiye, ancak seyirci kalmak ve değişen iktidarlara göre ya Amerikancı ya da İngilizci siyasetler izleyerek kendi kısır menfaati uğruŞubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
na Kıbrıs’ı resmen satmaktadır. Ve ne acıdır ki, güdecek bir siyaseti bulunmayan ve sözde aşılmaz kırmızıçizgilerden öteye geçmeyen bir devlet politikası izlemekten daha ileriye gidememiştir. Adeta durumu izlemekte, iki kâfir ülke arasında taşeronluk yapmakta ve şehit kanlarıyla alınıp ümmetin malı olan bu topraklardan vazgeçmektedirler. Eğer gerçekten İslam’ı kendilerine ölçü alsalardı, ümmet ile kaynaşıp onun desteğini arkalarına alsalardı ve İslamî yönetim nizamını tatbik edecek cesaret ve inanca sahip olsalardı; işte o zaman Kıbrıs’ın ne kadar hayâtî bir öneme sahip olduğunu ve onun için gerekirse savaşılabilineceğini kavrarlardı. Kıbrıs, haritaya bakıldığında namlusunu Orta Doğu’ya çevirmiş bir tank görünümünde, suni sorunlar içerisinde boğulmuş, İngiltere’nin, ABD’nin, BM’nin, Yunan’ın ve Türkiye’nin bir türlü paylaşamadığı ve stratejik olarak civar bölgelerin merkezinde olup
18
Hayâtî Kıbrıs Pazarlığı adeta batmayan bir uçak gemisi özelliğine sahip... Tarih boyunca Kıbrıs üzerinde süregelen hâkimiyet mücadelelerinin neden ve sonuçları incelendiğinde, bunun altında yatan sebebin Kıbrıs’ın jeostratejik önemi olduğu açıktır. Coğrafi açıdan Anadolu’nun tabii bir uzantısı, tarihi açıdansa yüz yıllar boyunca İslam Hilafet Devletleri’nin çatısı altında yer almış ve coğrafi mevki olarak Doğu Akdeniz ile Orta Doğu’yu kontrol altından tutmaktadır. Ada Osmanlı Hilafet Devleti elinde bulunduğu sürece Osmanlı bölgede nüfuzunu devam ettirebilmiş, İngiltere de adaya yerleştikten sonra ancak Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’da söz sahibi olmuştur. Kıbrıs, Akdeniz’in üçüncü büyük adasıdır. Kıbrıs’a en yakın ülke 70 km. mesafe ile Türkiye’dir. Yüzölçümü 10.000 km² olan adanın bugün %35’i Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin, %60’ı Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin, %3’ü İngiltere’nin, %2’si de Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün bulunduğu ara bölgeye aittir. Kıbrıs Meselesinin Parametreleri Yunanistan’ın ada için stratejisi, Enosis hedefi çerçevesinde Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasını, ilhak edilmesini ifade etmektedir. Yunanistan’ın Kıbrıs’ı talep etmesi, 30 Aralık 1918 yılında gerçekleşti. 18 Ekim 1828 tarihinde İngiltere, Rusya ve Fransa’ya bir nota veren Yunanistan, resmen ilk kez Enosis fikrini ortaya atmış ve adanın kendisine bağlanmasını istemiştir. Kıbrıs Rum Halkının durumu, “Bir Kıbrıslı, Rum kanı nedeniyle her şey olabilir, fakat Ortodoks olduğu için kendisini Yunanlı sayar” sözü ile açıkça ortadadır. Bu yüzden ada için istekleri Yunanistan ile aynıdır ve Kıbrıs’ı kendi toprakları sayarlar. Kıbrıs Türk Halkı ise, Osmanlı Hilafet Devleti’nin yıkılmasından sonra asla rahat yüzü görmemiş, kâfirlerin ve sömürgecilerin kurtlar sofrasında parçalanmaya mahkûm edilmiş, 1878 İngiliz egemenliği döneminden sonra birçok defa göçe zorlanarak, Lozan anlaşmasından sonra Türkiye’ye ilticaya zorlanmıştır ve sayıları yarım milyonu bulan nüfusları 1960’da 100.000’e kadar düşmüştür. Türkiye Cumhuriyeti’nin ise maalesef sabit ve istikrarlı bir strateji ve
politikası olamamıştır. İktidara gelen hükümetlerin İngiliz veya Amerikan güdümlü siyaset izlemeleri dolayısıyla, Kıbrıs’a bakışları ve siyasetleri her zaman değişken olmuştur. Yine maalesef yüksek sesle “Kıbrıs benimdir” diyemeyecek kadar zelil durumlara düşmüş ve dış güçlerin çözüm ve planlarına mahkûm kalmıştır. Jeopolitik Teoriler Açısından Kıbrıs 1. Kara Hâkimiyet Teorisi: Dünya hâkimiyetine doğru harekete geçen kuvvetin ilerleme mihverlerinin önemli bir kısmını kontrol eder. 93 Harbi sonrasında İngilizlerin Rus tehlikesine karşı burayı üs edinmesinin nedeni budur. Karasal anlamda Anadolu, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Balkanlar dâhil önemli bölgelerin merkezi konumunda ve ada olması hasebiyle bağımsız bulunmaktadır. 2. Deniz Hâkimiyet Teorisi: Türkiye’nin güney limanlarını tamamen, diğer limanlarını kısmen kontrol eden Kıbrıs önemli bir bölgeyi kontrol altında tutmaktadır. Ortadoğu’ya hâkim olmak emelinde olanlar için anahtar durumunda ve deniz harekâtları olarak üs niteliğindedir. 3. Hava Hâkimiyet Teorisi: İdeal bir yerde bulunan batmayan bir uçak gemisidir. Bu teori olmadan diğerlerin tatbiki imkânsızdır. Tüm yakın bölgeleri gören ve erişimi kolay olan önemli bir adadır. Tarihi ve Siyasi Olarak Kıbrıs Kıbrıs M. 649 yılında İslam Hilâfet Devleti’nin Halifesi Osman RadiyAllahu Anh’ın emri ile Şâm valisi olan Muaviye tarafından İslam topraklarına katılmıştır. Yaklaşık 315 yıl İslam hâkimiyeti sürmüştür ve daha sonra M. 964 yılında Bizanslılar Kıbrıs’a saldırarak ele geçirmişlerdir. M. 1191’de ise 3. Haçlı Seferleri sırasında İngiltere’nin eline geçmiştir. 1453’de hayırlı kumandan Fatih Muhammed Han İstanbul’u fethedip Bizans İmparatorluğu’nu tarihin kara sayfalarına gömdükten sonra Papalık-Rodos-Venedik “Kutsal İttifak”ı Kıbrıs’ı koruma altına aldı. Kölemen Emiri Baybars bu şer ittifakının Osmanlı’ya saldırmasını engellemek için Kıbrıs’ı bir süre ele geçirdi. Bunun üzerine Kutsal İttifak, İzmir ve
19
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
Hayâtî Kıbrıs Pazarlığı Antalya’dan çekilmek Kıbrıs Türk Cumhuzorunda kaldı. Fakat riyeti ilan edilmiştir. Kıbrıs’ın Ne Derece Hayâtî Öneme SaKıbrıs yeniden Venehip Olduğunu Kâfir Güçler Tarafından Nisan 2003’te kuzey ile diklilerin eline geçti. Bu güney arasında 30 yıl Anlaşılmakta Ve Onun İçin Her Tür- aradan sonra geçiş nokşekilde Kıbrıs üzerinde lü Mücadeleyi Verdikleri Halde, Bizim taları açılmıştır. 2004’te süren küfür hâkimiyeti Yöneticilerimiz, Yıldızları Seyreder Ve Kıbrıslı Türkler, adayı 1489-1571 arasında deNiyet Tutar Durumda Avâre Bir Şekil- birleştirmeye yönelik vam etti. İlk Osmanlı Halifede Meseleye Yaklaşmaktadırlar. Fillerin Annan Planı’nı kabul si Yavuz Sultan Selim Kavgasındaki Seyirci Kalan Karıncalar etmişlerdir. Ancak Han, Ridaniye seferi ile Kıbrıslı Rumlar planı Misali, Kendilerini Geriye Çekip OnMısır’dan Hilafeti devreddetmişlerdir. 1 Maların Planladıkları Siyasetleri Uygular yıs 2004’te Rum tarafı, raldıktan sonra Kıbrıs Hale Gelmişlerdir. ile ilgilenmeye başlaKıbrıs Cumhuriyeti adı dı. Halîfe, hem küfrün altında ve tüm adayı hükmü altına girmiş bir İslam toprağı olarak temsilen Avrupa Birliği’ne girmişlerdir. hem de stratejik, siyâsî ve ticârî önemi haseAnnan Plânı ile yıllarca iki taraf arasında biyle Kıbrıs’ın geri alınmasının kaçınılmaz olanlaşma çabaları devam etmiş ve siyasi açıduğunu görüyordu. Nihayet altı asırlık küfür dan yapılan hamleler Amerika ve İngiltere’nin yönetimine, 1571’de son vererek Kıbrıs’ı aslı adadaki üs edinme amaçları doğrultusunda olan İslam topraklarına dâhil etmeye muvafseyretmiştir. 24 Nisan 2004’te Annan Plânı, fak oldu. Kıbrıs halkının oylamasına sunuldu. Refe1878 yılında, Britanya (İngiltere) ile Osrandumdan çıkan sonuç beklenen şaşırtıcı manlı Hilafet Devleti arasında yapılan bir bir sonuç idi. Nitekim Kuzey’de kabul edilsavunma anlaşması uyarınca Kıbrıs adadiği halde Güney’de reddedildi. Bunun ansı Britanya’ya geçici süreliğine kiralandı. lamı Annan Plânı’nın sona ermesi idi. Bu ise Osmanlı’nın, Birinci Dünya Savaşı sonrasınAmerika, İngiltere ve Avrupa Birliği açısındaki hükmen yenilmiş durumundan dolayı dan dengeli bir sonuçtu. İngiltere’nin, Güney 1925 yılında Kıbrıs Britanya tarafından ilhak Kıbrıs’ın Akrotiri ve Dikelya bölgesindeki iki edilmiş ve bir İngiliz Kolonisi haline gelüssüne dokunulmayacaktı. Amerika, plânın miş oldu. 1960 yılında ise Kıbrıslı Türkler ve her iki kesimde de kabul edilmesini sağlayaRumlar Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kurmuşlardır. madığı için mutlak zafer elde etmiş sayılmaAncak 1963 yılında Rumlar Anayasa’yı tek dı. Bununla birlikte Kuzey’de önemli bir üstaraflı olarak değiştirmeye kalktıklarında toptünlük elde etti. Nitekim artık İngiltere’nin lumlararası çatışma çıkmış ve Kıbrıslı Türkler Kuzey’deki etkisi azalmıştı. Böylece Amerika, Kıbrıs Cumhuriyeti’nden atılmışlardır. TopKıbrıs’ı yeniden canlandırmaya yöneldi. Adalam 103 Kıbrıs Türk köyü boşaltılmış ve Kıbnın Ön Asya’ya yöneltilmiş namlu gibi duran rıslı Türkler adanın yüzde 3’ünü oluşturan ucundaki Karpaz’da büyük bir üs kuracak yabancılar tarafından kuşatılmış topraklarda ve Ortadoğu ve Asya’dan uzanan hortumun yaşamaya zorlanmışlardır. 1974 yılında adayı musluğunu Kuzey’e yerleştirecekti. Nitekim Yunanistan’a bağlama amaçlı ve Yunanistan Kıbrıs, jeostratejik bakımdan oldukça hasdestekli bir darbenin ardından Türkiye adasas bir bölge üzerinde bulunmaktadır. Bunu ya müdahale etmiştir. Müdahalenin ardından açıkça ifade eden tek cümle ise eski Amerikan ada Kıbrıslı Türklerin yaşadığı kuzey ve Kıbbaşkanı Nixon’ın şu sözüdür: “Dünya liderliği, rıslı Rumların yaşadığı güney arasında ikiye Kuzey Irak ve Kıbrıs’tan geçer.” bölünmüştür. 1975 yılında Kıbrıslı Türk FedeKıbrıs’ın ne derece hayâtî öneme sahip olre Devleti kurulmuştur. 1983 yılında ise Kuzey duğunu kâfir güçler tarafından anlaşılmakta Şubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
20
Hayâtî Kıbrıs Pazarlığı ve onun için her türlü mücadeleyi verdikleri halde, bizim yöneticilerimiz, yıldızları seyreder ve niyet tutar durumda avâre bir şekilde meseleye yaklaşmaktadırlar. Fillerin kavgasındaki seyirci kalan karıncalar misali, kendilerini geriye çekip onların planladıkları siyasetleri uygular hale gelmişlerdir. Halen de bunun mücadelesini fütursuzca devam ettirmektedirler. Kıbrıs müzakereleri yine hız kaybetmeden devam etmektedir. Tâ ki taraflardan biri kesin zafere ulaşıncaya ve adayı tek başına idare etme ve kullanma gücünü ele geçirinceye kadar. Amerika’nın adadan İngilizleri kovarak, askeri üssünü kapatarak ve onun yerine tek güç olup, mevcut Amerikancı Yunan hükümetiyle beraber kalıcılığını sağlamak istemektedir. İngilizlerin de çabaları, mevcut çözümsüzlük durumunu devam ettirip, eğer olursa ada da kendi siyasetlerini izleyecek tek devlet oluşmasını ve İngiliz askeri üslerinin adadaki devamlılığını sağlamaktır. Anlaşma serüveni bu doğrultuda devam etmektedir. İşte bu son aylarda hız kazanan Kıbrıs Sorunu’nun çözülmesi çabaları, Amerika’nın BM’yi kullanarak, İngilizlerin de Avrupa Birliği’ni ve sorunun “ilgili devletler” tarafından çözülmesi stratejisi ile devam etmektedir. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi Taye Brook Zerihoun, “Kıbrıs sorununa iki toplumda da kabul edilecek bir çözüm bulunacağı konusunda gerek Kıbrıs’ta, gerek uluslararası anlamda yüksek beklentiler bulunduğunu” söyledi. Zerihoun, buna karşılık “başarısızlığın bedelinin ise yüksek olacağını” vurguladı. Dolayısıyla Kıbrıs için Amerikan planlarının uygulanması noktasında hâlen aktif çabaların ve yer yer tehditlerin olduğu aşikârdır. Tabi bununla birlikte adadaki mevcut siyasi varlığını ve üslerini daimi kılmaya çalışan İngilizler de bu planların ve görüşmelerin pasifize edilmesi için ellerinden gelen tüm çabayı sarf etmektedirler. Kıbrıs sorununa kapsamlı çözüm bulmak amacıyla 11 Eylül 2008’de başlayan müzakerelerde yeni bir aşamaya geçilmiştir. KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ve Kıbrıs
Rum yönetimi lideri Dimitris Hristofyas, 16 ayı geride bırakan ve Kıbrıs müzakerelerinden sonra yoğunlaştırılmış görüşmelere geçti. Ağırlıklı olarak Kıbrıs Türk tarafının “yönetim ve yetki paylaşımı” konusunda Rum tarafına sunduğu öneri paketi ele alınacak. Eylül 2008’de başlayan ve 4 Ocak 2010’da 60. görüşmeyi yapan liderler, yoğunlaştırılmış müzakere sürecinde ilk turu geride bıraktılar, ikinci turu ise 25, 26, 27 Ocak’ta yapılacak ve iki tur arasında Hristofyas, Atina’yı ziyaret ederek Yunan hükümetiyle istişarelerde bulunacak. Bu süreç içerisinde Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu, “Türkiye ile Yunanistan arasındaki konuları ele almak üzere Başbakan Recep Tayip Erdoğan ile görüşme talebinde bulunacağını” bildirdi. Ve Erdoğan’a gönderdiği mektupta şu satırlara yer verdi: “Kıbrıs konusuna gelince, kalıcı bir çözümün anahtarı, dışarıdan müdahale veya baskı olmaksızın, iki toplumun müşterek gelecekleri konusunda serbestçe karar vermelerine imkân verilmesidir. BM kararları çözüm için uygun çerçeveyi oluşturmaktadır.” Bununla birlikte Türkiye tarafı olarak Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Londra’ya yaptığı çalışma ziyareti kapsamında Birleşik Krallık (Britanya) Dışişleri Bakanı Miliband ile görüşmesinin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında yaptığı açıklamada, Kıbrıs’la ilgili, “Kıbrıs’ta tarihi bir dönüm noktasındayız” dedi. “2004 yılında Kıbrıs’ta kapsamlı çözümle ilgili bir fırsatın kaçırıldığını” vurgulayan Davutoğlu, “ancak şimdi yoğunlaştırılmış müzakerelere geçildiğini, KKTC Cumhurbaşkanı Talat’ın önerilerine Kıbrıs Rum tarafının olumlu bir karşılık vermesini umduklarını” söyledi. Türk basın mensupları ile yaptığı toplantıda da Davutoğlu, “Kıbrıs söz konusu olduğunda İngiltere’nin herhangi bir taraf olmadığını, garantör ülke olduğunu, İngiltere’den bu konuda daha aktif bir şekilde müzakere sürecini hızlandırmasını ve Sayın Talat’ın yapıcı tutumuna destek vermesini istedik” diye konuştu. Müzakere sürecinde Ankara ile Lefkoşa’nın birlikte hazırladığı ve KKTC Cumhurbaşkanı Talat’ın Rum Yönetimi Lideri Hristofyas’a geçen hafta ilettiği anlaşma şartları ise şöyleydi:
21
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
Hayâtî Kıbrıs Pazarlığı Rumlar Türk liderin, Kıbrıslı Türkler de Rum Devleti kurulması ve siyasi eşitlik ifadelerini liderin seçiminde yüzde 20 oranında etkili kullanmalarına tepki göstererek, “Kıbrıs’ta tek olabilecek. Sadece ilk seçimde bu oran yüzde devlet ve tek halk olduğu” iddiasında bulundu. 10’la sınırlı kalacak. Hükümette başkanlık döDolayısıyla bu konuda son derece kararlı ve nüşümlü olacak. Rumlar 3 yıl, Kıbrıslı Türkler ısrarlı olduklarını göstermiş oldu ve anlaşma2 yıl başkanlık yapacak. Kabinede ise 7 Rum’a nın bu eksen de olması gerekliliğinin kendilekarşılık 5 Türk bulunacak. Başkan veya başri açısından hayati bir mesele olduğunu belirtkan yardımcısının bakanlar kurulu kararlarını ti. Her ne kadar Türk lideri Talat, Yunanistan veto hakkı bulunacak. Adada tek egemenlik, Başbakanı Papandreu ve Türkiye Başbakanı tek uluslararası kimlik ve tek vatandaşlık olaErdoğan’ın aynı istikamette ve Amerikancı cak. Ancak kurucu devletler üçüncü ülkelerle politikalar izlemeleri noktasında anlaşmaayrı ilişki kurabilecek ve anlaşma yapabileya yakın oldukları düşünülse de, bunu halk cek. Adada Türk-Yunan dengesini korumak nazarında ve diğer İngilizci güçlerin aksi çaamacıyla, Avrupa Birliği baları karşısında çözümü üyeliği gerçekleşene kadar sağlamaları halen kesin göHer Ne Kadar Türk Lideri Türk vatandaşları da mal, rülmemektedir. Bu bağlamTalat, Yunanistan Başbasermaye, hizmet ve kişilerin da BM Genel Sekreteri Ban kanı Papandreu Ve Türkiye serbest dolaşımı hakkından Ki-Moon’un da 31 Ocak’ta Başbakanı Erdoğan’ın Aynı yararlanacak. Merkezi devKıbrıs’a gelmesi ve liderlerİstikamette Ve Amerikancı letin de kurucu devletlele görüşerek müzakerelere Politikalar İzlemeleri Nokrin de orduları olmayacak. katkı sağlaması bekleniyor. tasında Anlaşmaya Yakın Yani ada askersizleştirileKıbrıs için liderlerin uzlaşcek. Merkezi hükümetteki maları ve BM eliyle olacak Oldukları Düşünülse De, polis gücü eşit sayıda Türk anlaşmanın sağlanması, Bunu Halk Nazarında Ve ve Rum’dan oluşacak. Hava Amerika için Kıbrıs soruDiğer İngilizci Güçlerin Aksi sahası, karasuları ve denun kendi menfaati üzere Çabaları Karşısında Çözümü nizlerdeki ekonomik alan, çözülmesi demek olacak. Sağlamaları Halen Kesin merkezi hükümetin kontroBunun içinde mevcut liderGörülmemektedir. lünde olacak, 2 ayrı fır (uçuş ler bu siyasete sımsıkı sarılbilgisi) hattı bulunacak. maktadır. Rum tarafı, Talat’ın sunduğu bu anlaşmaÖte yandan Cumhurbaşkanlık seçimleriya dair önerileri derhal reddetti. Rum yönenin yaklaştığı KKTC’de, anlaşma çabalarında timi sözcüsü, ‘yönetim ve güç paylaşımı’ kotavizkâr olunacağı ve bunun son şans olduğu nusunda sunulan önerileri, “kabul edilemez” zihniyeti hâkim olmaktadır. Nitekim, Nisan olarak nitelendirdi. Hristofyas, “Ümit ederim, ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci turda Sayın Talat daha yapıcı bir tavır izler için adaylığını açıklayan KKTC Başbakanı ve de, ‘yönetim’ konusunda daha olumlu bir ilerleme Ulusal Birlik Partisi (UBP) Genel Başkanı Derkaydedilir” ifadesini kullandı. Bununla birlikviş Eroğlu, Kıbrıs çözümü için farklı önerilerite Yunanistan Başbakanı Papandreu sürece nin bulunduğunu belirtti. Talat, seçim zamanı destek verdiğini ve uzlaşmadan umutlu olErgenekon ile sıkıştırmaya çalıştığı Eroğlu’nu duğunu belirterek, “Kıbrıs konusunda varılacak pasifize edemediği için ve şuan itibariyle kençözümün, Ada’daki Türk işgaline son vermesini de disinin alabileceği oy oranı yeterli görülmediberaberinde getireceğini” kaydetti. ğinden dolayı, son şans olarak bu müzakereyi Yine aynı minvalde, Kıbrıs Rum yönetimi, tamamlayıp anlaşma sağlamak zorunda olduKKTC Cumhurbaşkanı Talat ve T.C Cumhurğunu bilmektedir. başkanı Gül’ün Ankara’da düzenledikleri orTaraflar arasında bu atmosfer yayılırken tak basın toplantısında Kıbrıs’ta Yeni Ortaklık geri planda siyasi maveralar ve derin hamŞubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
22
Hayâtî Kıbrıs Pazarlığı leler devam etmekteydi: İngiliz İstinaf Mahkemesi kamuoyunda Orams davası olarak bilinen, GKRY mahkemelerinin KKTC’deki taşınmaz mülklere ilişkin aldığı kararların AB mevzuatı uyarınca İngiltere’de tenfizinin mümkün olup olmayacağına ilişkin kararını açıklamış ve GKRY mahkemelerince alınan kararın İngiltere’de uygulanabileceğini bildirdi. Bunun üzerine Türkiye Dışişleri Bakanlığı, “İngiliz İstinaf Mahkemesi’nin Orams davasıyla ilgili aldığı son kararın birçok açıdan düşündürücü” (Ntvmsnbc) olduğunu belirtti. 13 Ocak 2010’da Rum kesiminin en büyük medya patronu evinin önünde öldürülmüş olması da bu savaşın kızıştığını göstermekteydi. Ada’nın birleşmesini öngören Annan Planı’na “hayır” kampanyasının başını çeken Hacıkostis, güneyin en büyük gazetesi Simerini, Sigmas televizyonu, Radyo Prodo ve 25 dergiyi barındıran DİAS Medya Grubu’nun patronuydu. Rumların eski şahin lideri Tasos Papadopulos destekçilerinin çalıştığı medya gruunda, son dönemlerde “iki toplumun yakınlaşmasına yönelik” projeler hazırlanıyordu ve Andis Hacıkostis’in ölümü projenin önünü kesmek içindi.
Tüm bu gelişmeler yaşanırken son noktayı koymak için Müslümanların, dış güçlere göre siyaset yapan yöneticilerini dürtmeleri ve onlara İslamî çözüm yolunu hatırlatarak biran önce meseleyi İslam ile çözmelerinin şart olduğunu göstermeleri gerekir. Zira bu yöneticiler halen aynı bataklığın içinde aynı rüyaları görerek boşa çaba serf etmektedirler. Bu hal üzere sonuç, kâfirlerin menfaatine olmaktan başka yöne gitmemektedir. Kıbrıs bizimdir ve bizim parçamız olmalıdır. Kısa vade de Türkiye’ye ilhakı gerçekleşmeli ve devamında İslamî yönetimin çatısı altında tüm ümmetin yer alması için gerekli çabaların en acilinden yapılması gerekmektedir. Zira Allahu Teâlâ şöyle emretmiştir ve bunu sağlamak için çabalamayı da hayâtî saymıştır: ال ً ِين َسبِي َ ِين َعلَى ال ُْم ْؤ ِمن َ َولَن َي ْج َع َل اللّ ُه لِْلكَافِر “Allah, kâfirler için mü’minler aleyhine asla bir yol vermeyecektir.” (Nîsa 141) ِ ون بِال َْم ْع ُر وف َ ون إِلَى ال َ ْخ ْي ِر َوَي ْأ ُم ُر َ ُم أُ َّم ٌة َي ْد ُع ْ َوْل َتكُن مِّنك ُ َِحون َ َر َوأ ْولَئ ِ َوَي ْن َه ْو َن َع ِن ال ُْمنك ُ ِك ُه ُم ال ُْم ْفل “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir” (Ali İmran 104)
23
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
Hüseyin SİVREN
B
ir dönem sıkça bahsedilen Anayasa değişikliği meselesinde sular durulmuş ve zihinlerden uzaklaştırılmıştı. Velâkin son zamanlarda tekrar anayasa değişikliği ile alakalı gündem yoğunlaşmaya ve somut adımlar atılmaya başlandı. 07.01.2010 günü Ak Parti Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ, Anayasa değişikliklerinin halkoyuna sunulması için öngörülen 120 günlük sürenin, 45 güne indirilmesi amacıyla kanun teklifi hazırladığını açıklaması ilk somut adım oldu. Ayrıca Bozdağ, “kanun teklifinin anayasa değişikliği, erken seçim veya demokratik açılımla ilgisi olmadığını” söyledi. Bu söylemi ile çelişkiye düşmüş oldu. Anayasa değişikliği için referandum süresinin 120 günden 45 güne indirilmesi öyle ise ne ile alakalıdır, başka nasıl izah edilebilir!? Bozdağ’ın TBMM Başkanlığı’na sunduğu teklif, Anayasa değişikliklerinin halk oylaması için öngörülmüş 120 günlük sürenin 45 güne, yabancı ülkelerdeki vatandaşların halk Şubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
oylamasından 40 gün önce başlayan oy verme süresinin ise 15 güne indirilmesini öngörüyor. Ayrıca teklifin gerekçesinde, halkoyu için öngörülen 120 günlük sürenin, seçim kanunlarına paralellik sağlamak amacıyla konulmuş olsa da halk oylamasının, klasik anlamda bir seçim olmadığı belirtilerek, halk oylamasında, bir seçim sürecinde olduğu gibi ön seçim, aday tespiti, itiraz süreleri gibi zaman alan sürelerin söz konusu olmadığı vurgulanıyor. Bununla birlikte, Anayasa değişiklik tekliflerinin TBMM’ye sunulması ve görüşülmesinin özel bir usule tabi olduğu anlatılan gerekçede, “Anayasa değişikliklerinin halkoyuna sunulması için öngörülen bu süre, değişiklik konusunda doğru ve çoğul bilgilere erişim ve kanaat oluşumu için gerekli olan sürelerin hayli üstündedir ve halk oylamasının güncelliğini eskitecek kadar da uzundur. Toplumu bu kadar uzun süre halk oylamasına yoğunlaştırmanın rasyonel demokrasi ilkeleri ile de bağdaşır yanı yoktur. Teklifle belirtilen süreler, gerçekleştirilen seçimler gözetildiğinde oylama iş-
24
Anayasa Değişikliğine Doğru Adım Adım lemleri için de yeterlidir” deniliyor. Yukarıdaki paragrafta en çok dikkat edilmesi gereken cümle şudur; “Anayasa değişikliklerinin halkoyuna sunulması için öngörülen bu süre, değişiklik konusunda doğru ve çoğul bilgilere erişim ve kanaat oluşumu için gerekli olan sürelerin hayli üstündedir ve halk oylamasının güncelliğini eskitecek kadar da uzundur.” Bu cümle gerçektende AKP’nin içerisinde olduğu çıkmazın dillendirilmesidir. Ne zamanki AKP bu konuda bir adım attı, süreç hızlı bir şekilde baltalandı ve gündemden düşürüldü. AKP iktidar koltuğunda yedi yılı bitirdi, bu yedi yıllık süreçte AB uyum yasaları kılıfının ardında Anayasaya ne kadar müdahale etmek istedi ise bir türlü başarılı olamadı. İşte önümüzdeki süreç Anayasa değişikliği için yoğun bir gündemi beklemektedir. Her ne kadar Bozdağ, hazırladığı kanun teklifinin Anayasanın değiştirilmesi ile bir alakası yok dese de Ak Partili kurmaylar, daha önce hazırladıkları çalışmaları raftan indirdi ve dar kapsamlı bir paket üzerinde çalışılıyor. Raftan indirilen ve güncellenen pakette, parti kapatmaların zorlaştırılmasına ilişkin düzenleme var. Özetle, kapatma davası açma yetkisinin tek başına Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nda olmaması, Meclis’ten izin alınmasını içeriyor. Ayrıca daha önce çok tartışılan Türkiye Milletvekilliği’nin de pakette yer alacağı belirtiliyor. Zaten Erdoğan, Rusya dönüşünde uçakta “Kısmi bir Anayasa değişikliği olabilir. Bunun ilk adımı olarak referandum süresi kısaldı. Türkiye referanduma alışsın. Bizde referandum zor oluyor. Geçmişte referandumlara pek başvurulmuyordu.” açıklamasını yaparak değişiklikle alakalı sinyali verdi. Parti kapatma yasasına AKP’nin öncelik vermesinin nedeni belli aslında. Kendisine yönelik ikinci bir kapatma davasından, daha önce olduğu gibi kurtulamayabilir. Askeri darbenin önünü büyük ölçüde kesmeyi başaran AKP, kendisi için büyük tehlike olarak gördüğü yargıdan gelebilecek bir darbenin önünü kesmeye gayret ediyor. Önceliği buna vermesi normaldir, çünkü Anayasanın değiştirilme sürecinde işler iyice kızışacak, tüm
kozlar ortaya dökülecektir. AKP 2007’de Anayasa değişikliği için düğmeye bastığında 14 Mart süreci (AKP’ye kapatma davası) başladı ve kesintiye uğradı. İşte AKP genel Anayasa değişikliğinden önce kısmi bu tasarı ile parti kapatma yasasını değiştirmeye gayret ediyor. Günümüzde iyiden iyiye belirginleşen Amerikan-İngiliz çatışması, Anayasanın değiştirilmesi sürecinde zirve yapacaktır. Çünkü bu süreç İngilizler için ölüm-kalım sürecidir ve elinden geleni ardına koymadan, süreci sabote etmek için uğraş verecektir. İşte AKP, İngilizcilerin elindeki güçlü kozlarını bertaraf ederek bu süreçte ayaklarını yere sağlam basmak istemektedir ve bu sürecin ön hazırlıklarını başlatmıştır. Türkiye Milletvekilliği ise, seçimlerdeki %10’luk barajın aşağı çekilmesi taleplerine karşı Erdoğan’ın gündeme getirdiği bir öneriydi. İlk olarak Türkiye Milletvekilliği, 1995 yılında DYP-SHP koalisyonu tarafından Meclise teklif edildi, fakat düzenleme Anayasaya aykırı olduğu gerekçesi ile Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Daha sonra Erdoğan 2004 yılında bu meseleyi tekrar dillendirdi, fakat somut bir adım atılmadı. Şimdi ise çalışmalar hızlanmış ve güncellenen yeni tasarıda yerini bulmuş durumda. Erdoğan’ın 2004’de Türkiye Milletvekilliği önerisine karşı, MHP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Şan’dır, “Tutarlı olmaz, biz meseleyi, sistemin bütünlüğü içerisinde, Anayasa değişikliği ile birlikte düşünülmesi gereken bir temel sorun olarak görüyoruz. Başbakanın niyeti farklı, Başbakan Amerikan tipi bir sistem hayal ediyor, Erdoğan’ın başkanlık sistemini getirmeye çalışıyor.” (H.O. Tercüman) diyerek cevap vermişti. Erdoğan’ın 2004’de dile getirdiği Türkiye Milletvekilliği, 550 milletvekili yerine 400 ya da 450 milletvekili olabileceğini ve 100 kişilik de Türkiye Milletvekilliği kontenjanı ayrılabileceği hususunu içeriyor. Yani Meclisin 550 Milletvekili kontenjanının 450’si mevcut normal seçim sistemi ile yani şehir seçim çevrelerindeki genel oy ve Seçim Barajı 10 % ile seçilecek, kalan 100 milletvekili Siyasi Partilerin, seçim barajına bakılmaksızın Türkiye seçim çevresi kabul edilerek Türki-
25
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
Anayasa Değişikliğine Doğru Adım Adım ye genelinde aldıkları oy süreç olacak. “Önümüzdemiktarına bakılarak her ki seçim adeta bir anayasa AKP 2002 seçimlerinden sonra %1 oya karşılık 1 milletveseçimi olacak, o işaretleri öncelikle Askeriyeden gelebikili gelecek şekilde dağıtışimdiden görüyoruz.” lacak. 2007 seçimlerine bu Bahsettiğimiz referanlecek olası darbelerin önünü sistemi uyarlayacak olurdum 19 Ocak 2009 günü kesmek için yoğun bir çaba sarf sak aldıkları oy yüzdeleMeclis Anayasa komisetti ve başarılı oldu. Bu süreçte rine göre, 100 Kişilik konyonunda küçük bir değikendine yandaş güçlü bir medtenjandan oluşan Türkiye şiklikle muhalefetin çok ya oluşturdu. Bu adımları atarMilletvekilliği Sisteminde sert itirazlarına ve ret oyu ken arkasındaki STK’ların hatırı AKP 46, CHP 20, MHP 14, kullanmalarına rağmen sayılır gücünü çok iyi bir şekilde DP 5, GP 3, SP 2 milletvekabul edildi. Değişiklikili çıkaracaktı. ği Yüksek Seçim Kurulu kullanmayı bildi. 2009 yılı ise Bozdağ’ın Meclise verteklif etti ve yurt içindedaha çok yargı ile mücadele diği tasarıda bir takım ki vatandaşlar için öngöettiği bir dönemi oluşturdu. başka maddelerde var. rülen referandum süresi Anayasanın değiştirilme45 günden 60 güne, yurt si hususunun önemine binaen daha önemsiz dışındaki vatandaşlar için öngörülen 15 günkaldıkları için bu maddelere değinmeyeceğiz. lük referandum süresi 20 güne çıkarılarak Çünkü bu tasarıdaki asıl gaye Anayasanın dereferandum Mecliste kabul edildi. Şayet Anağiştirilmesidir. yasa Mahkemesi tarafından iptal edilmediği AKP’nin şimdiye kadar Anayasayı değiştakdirde Anayasa değişikliği için önemli bir tirememesinin nedenlerinden bir tanesi de, adım atmış oldu. Mecliste gerekli çoğunluğun elde edilemeÖzetleyecek olursak, AKP 2002 seçimlerinmesidir. Anayasaya göre, 330-367 aralığında den sonra öncelikle Askeriyeden gelebilecek oy alarak kabul edilen anayasa değişiklikleri olası darbelerin önünü kesmek için yoğun bir Cumhurbaşkanı onaylasa da referanduma göçaba sarf etti ve başarılı oldu. Bu süreçte kentürülmek zorunda (367 sayısına ulaşılsa bile dine yandaş güçlü bir medya oluşturdu. Bu Anayasa Mahkemesi yolu açık). Ak Parti’nin adımları atarken arkasındaki STK’ların hatırı 337 milletvekili var ve şu süreçte Anayasa desayılır gücünü çok iyi bir şekilde kullanmayı ğişikliği için yeterli değil. BDP, 20 milletvekibildi. 2009 yılı ise daha çok yargı ile mücadele li ile tam destek verse dahi 367 yeter sayısını ettiği bir dönemi oluşturdu. elde edemiyor. Bu durumda AKP’nin önünde Şimdi ise AKP kendisi için üçüncü seçimtek bir alternatif kalıyor ki, o da referandum. lere hazırlanıyor. Bu seçimlerde nihai hedefi Referandum süresinin 120 günden 45 güne inAnayasayı değiştirebilecek çoğunlukta Mecdirilmesi düşüncesi bununla alakalıydı. AKP, lise Milletvekili sokmak. Seçimlere hazırlık Anayasanın değişmesi için toplumda atmossürecinde toplumun hassas olduğu birçok feri oluşturduğunda, bu atmosfer dağılmadan noktaya parmak basacaktır. Davos tiyatrosubiran evvel referandumu gerçekleştirmek. nun, devamı niteliğindeki Türkiye’nin “İsraZaten uzun süredir tıkandığı birçok meselede il” Büyükelçisi’ne yapılan kötü muamelenin sözü Anayasaya getirerek, değişmesinin geardından patlak veren krizde “İsrail”in özür rekliliğine vurgu yaparak toplumda bir nebdileme meselesi bunun ilk adımı. Bu tiyatrozede olsa taban tutmuş durumda. Her fırsatta, nun senaryosu ise daha çok uzun, hep birlikte birçok siyasi, STK veya medya kanallarından izleyip göreceğiz. İktidar olan fakat muktedir bu söylem gündem ediliyordu. İşte önümüzolamayan AKP’de bir değişiklik olmuş mu oldeki süreç Beşir Atalay’ın 15 Ocak 2010 günü mamış mı? Önümüzdeki süreç bunu göstere“Açılımla” alakalı demecinde söylediği gibi bir cektir. Şubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
26
Ahmet SİVREN
T
erörle mücadele etmek” bahanesiyle işgal ettiği Afganistan, ABD’nin hiç hesaba katmadığı bir krize dönüştü. İşgalin ve sonrasındaki gelişmelerin satır araları okunduğunda, ABD’nin işgal bahanesi olan “terörle mücadele ve demokrasinin ikame edilmesi”nin tamamen yalan olduğu ortaya çıkmaktadır. Irak hezimetinin ardından Afganistan çıkmazına giren ABD ve müttefikleri, bölgedeki direnişin altında yatan saikleri daha net gördükçe, verdikleri mücadelenin (işgalcilerin) ideolojileri açısından bir “bir hayat memat” meselesi olduğunu daha da net anlıyorlar. Öyle ki çıkılan bu yoldan asla geri dönüş yok onlar için… Obama ile “imaj düzeltme” faaliyetleri başlatan ABD’nin Irak ve Afganistan işgalleriyle çizdiği “saldırgan” profilde ısrar etmesi de bu endişeden dolayıdır. Görünen o ki, ABD’nin imaj yenileme çabalarından “pembe” bir tablo bekleyenler, hayal kırıklığı yaşadılar. Hâlbuki hadiselere aydın bir bakış, özellikle bu bölgede böylesi pembe tabloların mümkün olmayacağını göstermektedir. Afganistan işgalinin, yerel kukla yönetimlerin açık desteklerine ve üstün askeri
imkânlarına rağmen mücahitler karşısında hezimete dönüşmesi, ABD’yi bir girdabın içine düşürdü. Üstüne üstlük Pakistan’dan da beklediğini bulamaması, ABD’nin içinde bulunduğu durumu daha da vahim bir hale getirdi. Zira Pakistan Ordusu içinde suların bir türlü durulmaması, gerek medreseler eliyle gerekse diğer İslamî cemaatlerin faaliyetleri sayesinde halkta İslamî bilincin yüksek olması, ABD’nin ve kukla yönetiminin istediği gibi at koşturmasına imkân tanımıyor. Bunların yanı sıra Amerikan ve dünya kamuoyunda uzun süren işgale tepkilerin artması, işgalci güçleri zor durumda bırakan bir başka faktördür. İşgalin Gerçek Sebebi: İslami Devlet Endişesi Zengin kaynaklara sahip olması, enerji hatlarına geçiş sağlaması, konumu itibariyle stratejik pozisyona haiz durumu, vs. ile AfPak (Afganistan-Pakistan) bölgesi, her daim sömürgeci kâfirlerin iştahını kabartmıştır. Bu sebeple birçok işgal girişimi ile yüz yüze kalmış ve hemen hemen hepsinden de yüzünün akıyla çıkmıştır. Tarih boyunca imparatorlukların yolu bir şekilde Afganistan topraklarından geçti. 1839-42, 1878-80 ve 1919’da üç defa sömürgeci İngiltere’nin ve 1979-89’da
“
27
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
Hilafet Bir Gün Mutlaka dönemin iki süper gücünden olmasına rağmen medreseler Medreselerde yetişen bu birisi olan SSCB’nin işgaline meselesi, daha acil bir mesegençler, ya cihadi mücadeleyi uğradı. Ancak bu topraklar, lenin halli için ötelenmiş dubenimseyen İslamî cemaatlere tarih boyunca tüm işgalciler rumda… Zira ABD için ve tâbi için Milton Bearden’ın tabikukla yönetimi için şuan ki katılıyor; cephelere gidiyor ya riyle “imparatorlukların mekritik mesele; Pakistan orduda fikri-siyasi mücadele veren zarlığıydı” denilmesini yadsu içinden gelecek muhtemel İslamî kitlelere katılarak hem sımamak gerek. bir İslami darbe… İşte böylesi yönetime, hem de işgalci İşgalcilerin iştahını kabir endişe, mevcut durum itikâfirlere karşı İslamî fikirlerle bartan çok önemli bir etken bariyle Pakistan ordusu içinonlarla mücadele ediyorlar. olarak, sömürülecek zenginde yönetime muhalif bazı asliklerin bölgede bulunuyor keri yetkililerin darbe yapma olması ve işgali tetikleyen unsurların başında endişesi yani, bölgeyle alakalı birçok siyasiyi bu zenginliklerin geliyor olması muhakkak. bu meseleye dikkat çekmeye itmiştir. Fakat şurası da bir gerçektir ki: AfPak bölgeDavutoğlu, Washington Post gazetesi edisi, İslamî hassasiyeti yüksek Müslümanlardan törü Ignatius’a geçen yılın son günlerinde vermüteşekkil bir bölge. Özellikle Taliban kontdiği röportajda, Ortadoğu’da 2009 yılındaki serolünde olan bölgelerde şerî mahkemelerce çimlere dikkat çekerek, bu seçimleri “domino meselelerin hallediliyor olması, mücahidlerin taşlarına” benzetmişti. Irak’taki yerel seçimler, cihad arzusu ile işgalci kâfirlere karşı mücade“İsrail”deki genel seçimler, Lübnan seçimleri, le ediyor olmaları -ki mücahitler, hem bölgeFilistin seçimleri ve İran’da Cumhurbaşkanlıden hem bölge dışından her türlü desteği bu ğı seçimlerinin 2009’un ilk yarısında birbiri arsebeple alıyorlar- ve Müslümanların İslam’a dına gerçekleşeceğine dikkat çeken Davutoğolan derin saygıları… vs. bu bölgeyi özel kılu, “Domino taşları eğer doğru yönde devrilirlerse, lıyor. iyi şeyler olabilir. Ama eğer yanlış yöne devrilmeye Medreseler başlarlarsa, dikkatli olun” mesajı vermişti. Yine Medrese kültürünü küçümsememek lazım. Ankara’nın Washington’a şu tavsiyesi gibi; Batı menşeli fasit kültürün ifsat edemediği ya“Ortadoğu dominosu çökerse, Afganistan’da da pılardan biride medreselerdir. Bu medreselerbarış ve istikrar hayal olur. Afganistan sorununa de yetişen gençlerde İslamî şuur daha saf bir da sadece askeri bakılmamalı. Daha çok asker, silah halde bedenlerinde yerleşip, yeşerebiliyor. Zave mühimmat yerine, bu ülkeye daha çok ekonomik ten bir “sorun” olarak dikkat çekilen kurumuzman, sosyal görevli gönderilmeli, yatırım yapılların başında -özellikte Pakistan’da- bu medmalı.” reseler yer alıyor. Öyle ki medrese sorununa Cemaatlerin Etkisi çözüm bulmakta zorlanan Pakistan yönetimiKukla yönetimler için cemaatlerin, gerek ne çare bizzat T.C. Başbakanı’ndan gelmişti: halk nezdinde gerekse ordu içerisindeki etkisi İmam-Hatip modeli… “Neden bir sorun” derher zaman bir tehdittir. Özellikle sahih İslamî seniz medreseler için ben bir çırpıda şunları bilince sahip cemaatlerde, mevcut nizamın küsöyleyebilirim: Medreselerde yetişen bu gençfür nizamı olduğu, bu nizamın yerine İslamî ler, ya cihadi mücadeleyi benimseyen İslamî nizamın ikame edilmesi, Afganistan’ı ve dicemaatlere katılıyor; cephelere gidiyor ya da ğer bazı İslamî beldeleri işgal eden sömürgeci fikri-siyasi mücadele veren İslamî kitlelere kakâfir devletlerle cihad edilmesi gerektiği fikri tılarak hem yönetime, hem de işgalci kâfirlere mevcut… Bu fikirler üzerinden cemaatler arakarşı İslamî fikirlerle onlarla mücadele edisında bir konsensüsün olduğunu söylemek de yorlar. Medreselerde aldıkları İslamî atmoszannımca yanlış bir tespit olmaz. Tüm bunlarferi, toplumun diğer kesimlerine taşıyorlar… la beraber işgalden ve sair meselelerden çıkış vs. Toplum nezdinde böylesi müthiş bir etkisi yolunun da İslamî Devletin İmamı/Halifesi Şubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
28
Hilafet Bir Gün Mutlaka liderliğinde mümkün olabileceği fikri bu “rejim muhalifi” cemaatler, kitleler nezdinde iyice kabul görmüş durumda. Bu kitlelerden biri olan Hizb-ut Tahrir’in; İslamî Devlet’in ikame edilmesi, Ümmet’i bölen suni sınırların kaldırılması, sömürgeci kâfirlere karşı cihadın topyekûn başlatılması, İslamî hayatın yeryüzüne hâkim kılınması fikirlerini sürekli gündemde tutarak, İslamî cemaatlerle ve kanaat önderleriyle giriştiği müspet iletişimin bu konsensüste ve ortak bilinçte etkisi şüphesiz büyük. Bu müspet iletişime en güzel örneklerden biride yine Hizbut Tahrir tarafından organize edilen 10.000 katılımcı ile gerçekleştirilen “Dünya Âlimler Konferansı”dır. Endonezya’da düzenlenen bu konferansın özelliği, dünyanın dört bir yanından gelen âlimlerin ortak bir sonuç bildirgesine imza atmalarıdır. Bu sonuç bildirgesine göre bu âlimler Müslümanların meselelerinin halli konusunda İslam Devleti’nin ikamesinin aciliyetinde, bir Halife liderliğinde bütün İslamî ümmetin tek sancak altında toplanmasının şerî bir farz olduğunda ittifak etmişlerdir. Böylesi bir konferansla bu güne kadar yapılamayanı yapan Hizb-ut Tahrir, zaten ümmet nazarında -ve hatta kâfirler nazarında da- Hilâfet, İslam Devleti, “tek ümmet-tek devlet”, denildiğinde ilk ve yegâne akla gelen kitle olmuştur her zaman… Öyle ki, Hilâfet konusunda akla gelebilecek her türlü sorunun cevabı Hizb’in engin kültüründe mevcuttur. Ve Hilâfet’in ikamesinin bir gün yeniden mümkün olacağına öylesine inanmıştır ki, hemen yarın kurulacak bir İslam Devleti için anayasasından, okul müfredatından, kurumlarına kadar her türlü gerekli fizibilite çalışmasını yapmıştır. AfPak bağlamında bu kitlenin çalışması ise, yoğun bir şekilde devam etmektedir. Hatta 26 Ağustos 2001 tarihinde İngiltere’de düzenlenen “Pakistan’da Hilafet Arayışları” konulu konferans, Müslümanları heyecanlandırmış, kâfirleri ise tedirgin etmiştir. Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan’da da faaliyetlerini hızlı bir şekilde arttırdığı da düşünüldüğünde, sömürgeci kâfirlerin tedirginliklerinin zir-
ve yapmasına şaşırmamak gerekir. Şurası muhakkak; bölgenin Jeopolitik, Jeostratejik konumunun yanı sıra “nükleer silah” gibi mühim bir kozu da elinde bulunduruyor olması, yukarıda sayılan İslamî alt yapıyla bir düşünüldüğünde buradaki kurulacak İslamî Devlet’in, sömürgeci kâfirlerin hayat damarlarına neşter vuracağı hakikatiyle bizleri karşı karşıya getirir. Tabi ki buna müstakbel İslam Devleti’nin, civar devletlere sirayet yeteneği de eklendiğinde -ki halklar nezdinde İslam, onların adeta DNA’sına işlemiştir- sömürgeci kâfir devletlere rahat uyku yüzü yoktur. Ya Türkiye?!. Ya Türkiye!.. Pakistan’ın kendine has potansiyeli olduğu gibi Türkiye’nin de müstakbel İslam Devleti için kendine has potansiyeli mevcuttur. Hatta bütün dünya Müslümanlarının gözleri bu kutlu haber için Türkiye’ye çevrilmiş durumdadır. Türkiye’deki Müslümanların dinamik yapısı, yüklendikleri davayı ölümüne taşımaları ve tarihin omuzlarına yüklediği ağır sorumluluk Türkiyeli Müslümanların azmini bileyecek öncül saiklerdendir. Evet, Pakistan, Mısır, Suriye, İran ve diğerleri… hepsinin de kendi özellerinde İslamî Devlet için potansiyellikleri mevcuttur, velakin Türkiye Müslümanları için üzerlerine düşen görev ise bu şerefli görevi yerine getirmek adına potansiyelinin farkına varması ve canhıraş bir şekilde son noktayı koymasıdır. Türkiye’deki İslamî cemaatler içinse sorumluluk bugün daha da artmıştır. Artık gün, aralardaki kısır tartışmalara son noktayı koyarak, büyük hedefe el ele vererek koşma günüdür. Eğer hâlâ kısır tartışmalarda ısrar ederek gücümüzü boşa harcarsak “Yol Açık” diye çıktığımız her yolda kapılar yüzümüze kapanır; çekilen zulümler yanımıza kâr kalır. Unutmayın! İslamî Devlet’e yol her zaman açık! Yeter ki biz isteyelim… ِ ور اللَّ ِه ِبأَ ْف َو َو كَرَِه ِ ُِم َواللَّ ُه ُمت ُِّم ن َ يُرِي ُد َ ُون لِيُ ْط ِف ُؤوا ن ْ ورِه َول ْ اهه َِرون ُ ا ْلكَاف “Onlar ağızlarıyla Allah’ın nûrunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nûrunu tamamlayacaktır.” (Saf:8)
29
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
İbrahim ER
Y
ıllardır tartışılan ve gündemi sıkça meşgul eden, son günlerde de özellikle “yargı bağımsızlığı” adı altında gündemdeki yerini koruyan önemli meselelerden biri de “Kuvvetler Ayrılığı” meselesidir. Bu mesele özellikle; Ergenekon davasının başlayıp devam ettiği süreç, bu sürece bağlı olarak yapılan sorgulamalar, yine aynı meseleyle ilgili olarak ve mahkeme kararlarına dayandırılarak, özellikle de yargı mensuplarına yönelik yapılan dinlemeler, aylardır gerçekleştirilemeyen Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu atamaları, Anayasa Mahkemesinin yapısı ve işleyişi ile ilgili yapılması planlanan Anayasa değişikliklerinin gündeme gelmesi gibi, toplumun bir kısmının tepkilerine neden olan ve toplumda sürekli gergin bir hava estiren olayların meydana gelmesi, bu konuyu kamuoyunun gündemine getirmektedir. Demokratik sistemlerde hukuki tanım olarak kuvvetler ayrılığı ilkesi; ”iktidarı oluşturan egemen güce, bu iktidarı veren kuvvetlerin ayrı organlar tarafından yerine getirilmesi suretiyle, iktidarın mutlaklığı, sürekliliği, bölünmemesi ve devredilmesi suretiyle devletin Şubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
yönetilmesi esasına dayanır” şeklinde tanımlanır. Kuvvetler ayrılığı prensibi, demokratik sistemlerin zirvesini yani tatbikte ulaşabileceği en üst noktayı ifade eden bir anlayıştır. Bu anlayışa göre; devlet içerisinde var olan kuvvetlerin işlevlerini tamamen birbirinden bağımsız hale getirerek, bu kuvvetlerin tek merkeze karşı sorumlu olmalarını sağlayıp, oligarşi ve monarşi gibi şahısların ve gurupların egemenliğini ifade eden ve temeli diktatörlüğe dayanan yönetim biçimlerinin sistem üzerindeki tesirlerini engellemek ve demokratik işleyişin önünü açmak için ortaya konulmuş bir düşünüştür. Kuvvetler ayrılığı prensibinden kastedilen gaye, devlet içerisinde işleyişi sağlamak kastıyla görev dağılımı yapılarak organlar oluşturmak değil, meydana gelen bu organları irade olarak birbirinden ayırıp, serbest iradeyle bağımsız olarak hareket etmelerini sağlamaktır. Bu vesileyle kuvvetler birbirlerinden bağımsız olarak hareket ederek birbirlerini dengelemiş ve birinin gücünün diğeri aleyhine değişmesinin önüne geçmiş olurlar. Bu ayrımdan gözetilen esas ise; devletin erk-
30
Kuvvetler Ayrılığı Prensibi ve Yargı Bağımsızlığı lerin birbirleriyle çekişerek değil, birbirleriyle yardımlaşarak ve dostça bir çalışma seyri izlemeleridir. Devleti meydana getiren bu organlar; yasama (plan), yürütme (sevk ve idare) ve yargı (kontrol) organlarıdır. Demokratik sistemler, bu üç kuvvetin birbirinden bağımsız olarak hareket etmesiyle hayat sahasında var olmayı hedeflerler. Kuvvetler ayrılığı fikrini ilk ortaya atan, ilkçağ filozoflarından Aristo’dur. Aristo yapmış olduğu çalışmalarında devlet faaliyetlerini üç sahaya ayırarak, her saha faaliyetlerini ayrı bir organa gördürmeyi tavsiye etmiş, ancak bu felsefeye asırlar boyu kimse ilgi göstermemiş, yönetimler kuvvetler ayrılığı prensibi yerine tam tersi kuvvetler birliği anlayışı ile devam etmişlerdir. Aristo’dan yüzyıllar sonra 18. Yüzyılın “Tabii Hukuk Mektebi” mensuplarından John Locke, İngiliz Devleti’nin o günkü mevcut durumunu ve İngiliz Siyasi Müesseselerinin siyasi işleyişini göz önünde bulundurarak bu meseleyi tekrar gündeme getirmiştir. Ancak John Locke’ un görüşleri de tıpkı Aristo’nun görüşleri gibi söylemden öte geçememiştir. Bugünkü anlamıyla kuvvetler ayrılığı düşüncesini ilk ortaya atan, 18. yüzyılın Fransız siyasi düşünürlerinden Montesquieu olmuştur. O, bu düşünceyi muhtelif memleketlerin siyasi müesseselerini incelemek suretiyle ortaya koymuştur. Montesquieu’ya göre: “Bir kuvvet karşısında kendi cinsinden başka bir kuvvete rastlamadıkça dolu-dizgin gider. Zira ezeli bir tecrübe ile sabittir ki, kuvvet sahibi herkes, bunu kötüye kullanmaya meyledebilir ve kuvvetine hudut buluncaya kadar gider. Fazilet bile sınırlanmaya muhtaçtır.” Bu anlayış 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi’nde “Herhangi bir cemiyette vatandaş hakları teminata bağlanmamış ve kuvvetler ayrılığı temin edilmemişse, o devletin anayasası yoktur.” şeklinde ifade edilmiştir. Kuvvetler ayrılığı prensibi ilk defa 1787 tarihli Amerikan Anayasasında yerini ve ifadesini bulmuştur. Daha sonra da diğer ülkelere yayılmış ve 1961 Anayasası ile de ilk defa Türkiye’de kayıt altına alınmıştır. Yine aynı dönemin Fransız düşünürlerinden olan J.J. Rousseau’ya göre, egemenlik; “devredilmez”, “bölünmez”, “yanılmaz” ve “mutlak”tır. Mutlak demokrasi, çoğunluğun egemenliği olup, genel iradenin mutlaklığı-
dır ve genel irade toplum zararına olamaz ve davranamaz. Toplum, yasalar ile bağlanırlar ve yasalar genel ve adaletli olmalıdırlar. Egemenlik ise, John Locke ile başlayan görüş uyarınca, “halktadır”. İşte demokrasinin ortaya çıkışını sağlayan ve ona temel teşkil eden fikirler ana hatlarıyla bunlardır. O dönemin düşünürlerinin ortaya koymuş oldukları bu fikirler, ilk etapta Ortaçağ’ın karanlık Avrupasının zulmü altında kanları emilen insanlar için mükemmel fikirlerdi. Bu nedenle de çok kısa bir sürede büyük halk kitleleri tarafından benimsendiler ve hayat sahasına indirildiler. Ancak bu fikirler ne kadar mükemmel görünürse görünsünler, insanın hakikatini ve ihtiyaçlarını tamamen kavramaktan aciz olan insan aklının, insanın problemlerinin çözümüne yönelik olarak ortaya koyduğu fikir ve nizamlardır. Dolayısıyla bunlar değişkenliğe, ihtilafa, çelişkiye ve yaşadığı ortamdan etkilenmeye açık olan ve sonuçta da insanların huzurunu ve mutluluğunu tesis edemeyen nizamlardır. Kısacası insan aklının ortaya koymuş olduğu nizamlar ne kadar mükemmel görünürlerse görünsünler, insan aklının sınırlarına takılmaya mahkûmdurlar. Nitekim Avrupa’da ilk etapta mükemmel olduğu düşünülen bu nizamın tatbikiyle birlikte, nizamın gerçek yüzü ve tatbikinin neticesinde oluşan necis kokular, tatbikten kısa bir süre sonra ortaya çıkmıştır. Yeni oluşan bu fikir sistemi ve ondan ortaya çıkan yeni ideoloji, kilise destekli kralların zulmünden ve derebeylerin sömürüsünden kurtulup kendi kendilerini yöneteceklerini zanneden insanların karşısına yeni bir sömürü düzeni olarak çıkmış oldu. Bu yeni fikir sisteminin hayata geçmesiyle birlikte Avrupa’da birbiri ardına gerçekleşen sanayi hamleleri dev sermaye şirketlerini, bu dev sermaye şirketleri de yeni kölelik sistemini getirmiş oldu. İlerleyen zamanlarda ortaya çıkan ucuz hammadde ve işgücü ihtiyacı, bu sömürüyü evrensel hale getirdi ve bakışları artık dünya üzerindeki yeraltı zenginlikleri ve bunları ele geçirme mücadelesine çevirmiş oldu. Bu mücadelenin bayraktarlığını yaparak, insan hakları ve demokrasi söylemleriyle yaptıkları zulümleri maskelemeye çalışanların, dünyayı ne hale getirdikleri ortadadır. Sadece işgal ettikleri bölgeleri değil, bizzat kendi halklarını da çok
31
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
Kuvvetler Ayrılığı Prensibi ve Yargı Bağımsızlığı kötü bir yaşam tarzına mahkûm etmişlerdir. Her geçen gün artan geçim sıkıntısı, menfaatçi bakış açısı sebebiyle ortaya çıkan insani ve ahlaki çöküntüler, ruhi yönü kabul etmeyen akidesinden kaynaklanan bunalımlar ve psikolojik çöküntü diye tabir edilen ruhsal sorunlar ve daha niceleri, tamamen kapitalist ideoloji ve onun hayata geçiriliş biçimi olan demokrasinin tatbikinin eseridir. Kısacası bu sistemlerde süreç sürekli olarak halkların aleyhine işlerken, otoriteleri elinde tutanlar da sürekli olarak kendi bekalarını garanti altına almanın ve güçlerine güç katmanın hesabının yapmaktadırlar. Bu görüntünün ortaya çıkmasına sebep olan unsur şüphesiz ki demokratik rejimdir. Yani halkın iradesinin tecelli etmesidir. Şimdi buradan, J.J. Rousseau’nun “Mutlak demokrasi, çoğunluğun egemenliği olup, genel iradenin mutlaklığıdır ve genel irade toplum zararına olamaz ve davranamaz.” sözüne dönecek olursak; bu sözün vakıayla uzaktan ve yakından ilgisinin olmadığını, genel iradenin söylemden ibaret bir kavram olduğunu ve şayet işliyorsa da, iddia edildiğinin tam tersine yani tamamen toplumların aleyhine işlediğini, çoğunluğun egemenliği diye bir kavramın tecellisinin mümkün olmadığını görmüş oluruz. Yine bu sistemin fikir babalarından olan Montesquieu’nun: “Bir kuvvet karşısında kendi cinsinden başka bir kuvvete rastlamadıkça doludizgin gider. Zira ezeli bir tecrübe ile sabittir ki, kuvvet sahibi herkes, bunu kötüye kullanmaya meyledebilir ve kuvvetine hudut buluncaya kadar gider. Fazilet bile sınırlanmaya muhtaçtır.” düşüncesine bir göz attığımızda, bu düşüncenin; sistem içinde birbirinden bağımsız kuvvetler oluşturarak, diktatörlüğün dayanak noktalarını ortadan kaldırmak ve insanları diktatörlerin pençesinden kurtarmak kastıyla ortaya atıldığını görüyoruz. Bu sebeple de bu fikir demokrasi savunucuları tarafından demokratik nizamın zirvesi olarak kabul edilir. Peki, acaba gerçekte bu durum böyle midir? Mesela bu kuvvetlerin bağımsız olması ve kendi iradesiyle hareket etmesi gerekiyor, ama aynı zamanda da bu kuvveti kötüye kullanmaması için diğer bir kuvvet tarafından sınırlandırılması gerekiyor. O zaman nasıl bağımsız olacak? Bu büyük bir çelişki değil midir? Ayrıca özellikle de yasama ve yürütme organlarının Şubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
kimlerden ve nasıl meydana geldiğini incelediğimizde bunların birbirinden bağımsız hale gelmesi nasıl mümkün olacak? Çünkü her iki kuvvetin de mensupları iktidarı elinde tutan koalisyon partilerinden veya tek başına iktidar olan partidendir. Bunlar birbirlerini nasıl sınırlandırabilirler sahip oldukları kuvveti kötüye kullanmalarını nasıl engelleyebilirler? Yargı kuvveti her ne kadar diğer ikisinden farklıymış gibi gözükse de; işleyişi ile ilgili yasaların oluşumu yasamaya, bütçesi ile ilgili düzenlemeler yürütmeye ve bunların oylanıp kabul edilmesi de meclise ait olduğu sürece bağımsız olamaz. Örneğin son günlerde Anayasa Mahkemesi’nin işleyişi ve yapısı ile ilgili anayasa değişiklikleri tekrar gündeme gelmiştir. Bu değişikliklerden hedeflenen gaye kısaca, Anayasa Mahkemesi’nin istikametini değiştirmek ve daha sonra yapılacak anayasa değişikliklerinin önünü açmaktır yani, iktidar partisinin önündeki engellerden birinin kaldırılması ile ilgilidir. Yasama ve yürütme bu değişiklikleri gerçekleştirdikten sonra, Anayasa Mahkemesi’nin tekrar eski çizgisinde devam etmesi mümkün müdür? Anayasa Mahkemesi bağımsız yargının bir organı olduğuna göre, onunla ilgili işleyişi yasama ve yürütmenin belirlemesi yargı bağımsızlığı veya kuvvetler ayrılığı fikriyle nasıl izah edilebilir? Bütün bunlar, doğruluğunun tartışılmasına dahi izin verilmeyen demokrasinin ve onun mucidi olan batılı düşünürlerin büyük çelişkileri ve çıkmazlarıdır. Çünkü hayatla ilgili o fikirler, sınırlı olan insan aklının ürettiği basit ve vakıası olmayan fikirlerdir. Dolayısı ile batıldırlar ve hakkın karşısında parçalanmaya mahkûmdurlar. ِ ْح ُّق َو َزَه َق ال َْب ْ َوق ِ اط ُل ج إِ َّن ال َْب َان َزُهوقًا َ اط َل ك َ اء ال َ ُل َج “De ki: “Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl, yok olmaya mahkûmdur.” (İsra 81) İşte böylesine mesnetsiz ve hayata indirilmesi mümkün olmayan fikirlerden meydana gelen bir sistemin, çözümler yerine sürekli mazeretler üretmesi ve kendi gerçek yüzünü maskelemeye çalışması doğal bir sonuçtur. Bu maskelemeler ve mazeret üretmeler, toplumların yapısına ve toplum üzerinde oluşturulmaya çalışılan demokrasi anlayışına göre değişse de, bunlardan elde edilmek istenen sonuç aynıdır. Türkiye ise gerek toplum yapısıyla ve gerekse oluşturulmaya çalışılan de-
32
Kuvvetler Ayrılığı Prensibi ve Yargı Bağımsızlığı mokrasi anlayışı ile demokrasinin doğrudan tatbik edildiği ülkelerin tamamından farklıdır. Bu yüzden de çözümsüzlükler karşısında üretmiş olduğu mazeretler de diğerlerinden farklıdır. Yıllardan beri bir türlü tesis edilemeyen demokratik ortam, her problemde ortaya çıkan ve çözüm için ihtiyaç duyulan demokrasinin eksikliği, bağımsız olmayan bir yargının varlığı ve devleti oluşturan erklerin/kuvvetlerin birbirinden bağımsız hale gelememesi, bu mazeretlerin en önemlilerindendir. Kuvvetler Ayrılığı Prensibi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde, ilk kez 1961 Anayasasıyla kendisine yer buldu. Ancak bu ilkenin 1961 Anayasasında yer alması, Türkiye’nin gidişatına olumlu herhangi bir katkı sağlayamadı. Türkiye’de otoriteyi ele geçirmeye çalışan ve birbirlerinin can alıcı noktalarını hedef alarak, rakibini saf dışı bırakmaya çalışan iki sömürgeci güçle, onların ajanlarının mücadelesi, 1961 Anayasasından sonra da bütün hızıyla devam etti. (Bu gün de hala devam etmektedir.) Bu mücadelenin neticesinde de; darbeler, muhtıralar, faili meçhuller, terör, işkenceler, ekonomik krizler gibi birçok hadise meydana gelmiştir. Sürekli mağdur olan, sıkıntılarla boğuşan, birçok tehdide ve tehlikeye maruz kalan bu halkın çektikleri ise, 1961 yılından bu yana yaşananların 49 yıllık özetidir. Milletin egemenliği millete hiçbir yarar sağlamamıştır. Bu süreçte ne kuvvetler ayrılığı, ne de ondan bir parça olan yargı bağımsızlığı hayata kesinlikle indirilememiştir. Onun için bugün bu söylemlerin arkasına sığınarak sanki geçmişte bu prensiplere uyuluyormuş havasını vermeye çalışanlar, kendilerini zulme uğramış ve mağdur edilmiş bir güruh olarak göstermeye çalışmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Ayrıca yine bugün yada geçmişte, yargı bağımsızlığının varlığını iddia edenlerin, sürekli olarak “yargı bağımsızlığı” ifadesini kullanmaları, daha açık bir ifade ile; “yargı” kelimesini kullandıklarında, “bağımsızlık” kelimesini de kullanmak zorunda kalmaları hangi psikolojinin ürünüdür acaba? Istılahi anlamda yargı kelimesi, “adaleti” simgeleyen ve hiç kimsenin ve hiçbir gurubun baskısını ve tesirini kabul etmeyen, sadece yasa ne diyorsa onu yerine getirmekle mükellef olan bir oluşumu ifade etmiyor mu? Bu kelime zaten kullanılageldiği anlamıyla bünyesinde “bağımsızlık”
kavramını barındırıyor, bu yüzden de tekrar tekrar vurgulanmasına gerek yoktur. Tabii ki içi doldurulabiliyorsa… Türkiye gündeminin dinlemelerle meşgul olduğu dönemde, Yargıtay Başkanı’nın yapmış olduğu: “Bugün yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı olduğunu hiç kimse iddia edemez” şeklindeki açıklamada anlatmaya çalıştığı vakıaya, bir kısım insanların tepki göstermeleri ve yargı üzerindeki baskılara şiddetli taarruzları, sistemin yapısı açısından değerlendirildiğinde aslında son derece anlamsız ve yersizdir. Çünkü yasama ve yürütmeyi yani devletin idaresini gerçek anlamda ele geçiren bir gücün, yargıyı kendi haline/bağımsız olarak bırakması mümkün değildir. Bu güç doğal olarak yargıyı ele geçirmek ve yargıda kadrolaşmak için mücadele edecektir. Çünkü bütün otorite sahipleri, önlerinde duran büyük bir engeli, arkalarına aldıkları büyük bir güç haline getirme gayreti içine girmek zorundadırlar. Bu durum, ülkedeki gücü elinde tutanların bekası ve işlerinin kolayca yürüyebilmesi için hayati bir meseledir. İşte bu vakıa, demokratik parlamenter sistemlerin tatbiklerinden ortaya çıkan ve bütün güç sahipleri için geçerli olan doğal sonuçtur. Bu konu hakkında aksi bir düşünüşte bulunmak bile abesle iştigal etmektir. Çünkü Türkiye’de yargıyla ilgili yaşanan; Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu atamalarının aylardır yapılamaması, Anayasa Mahkemesi’nin yapısı ve işleyişi ilgili yapılması planlanan anayasa değişiklikleri, yargı kararlarının açıkça tartışılması, yargı mensuplarının telefonlarının ve Yargıtay 1. Başkanlığı’nın santralinin yine yargı kararıyla dinlenmesi, yüksek yargı başkanlarının kamuoyunda yapmış oldukları siyasi açıklamalar, daha önce Yargıtay Başkanı’nın seçimi esnasında yaşanan sıkıntılar gibi meydana gelen bu olayları başka bir şekilde izah etmek mümkün değildir. Dünyadaki bütün demokratik parlamenter sistemlerde aynı durum söz konusudur, olmaması ise akla ve bu sistemin gerçeğine aykırıdır. Ancak batı devletlerinde, devleti ele geçirmeye çalışan sömürgeci kâfirlerin güdümündeki güçlerin mücadelesi olmadığından ve inandıkları ve benimsedikleri bir hayat sisteminde yaşadıklarından dolayı, farklı kutuplarda bulunan güç odakları pek kolay
33
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
Kuvvetler Ayrılığı Prensibi ve Yargı Bağımsızlığı oluşmaz. Bu yüzden de onlarda meydana gelen ihlaller, Türkiye’deki gibi ayyuka çıkmaz. Ancak o devletlerde bu tip olayların meydana gelmemesi, onlarda kuvvetlerin ayrılığı ve yargı bağımsızlığı bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü binlerce yargı kararının, hele Müslümanlar söz konusu olduğunda nasıl da siyasi olarak verildiğine sık sık tanık olmaktayız. Bu da çağdaş! Demokrasilerin yargılarının ne kadar bağımsız olduğunu gösteren önemli bir örnektir. Yargı kadroları içerisinde yaşanan kargaşa ve çekişmeler ne kadar barizse, yargı kararları üzerindeki siyasi etki de o kadar barizdir. Bir kısım medyanın “Asrın Davası” olarak nitelendirdiği Ergenekon davasında, savcıların defalarca müebbet istemiyle yargılanmalarını talep ettikleri şahısların bir mahkeme tarafından tutuklanırken, bir başka mahkeme tarafından tahliye edilmeleri, terör davası olarak adlandırılan ve çoğu müebbet hapisle yargılanan onlarca tutuklu sanığı bulunan bu davanın, yine bu devletin bir kısım aydınları tarafından siyasi olduğu vurgulanarak fiyasko olarak adlandırılması, yapılan telefon dinlemelerinde ağır ceza mahkemeleri ile ilgili olarak sizin-bizim söylemlerinin ortaya çıkarılması, bir yargı kurumunun dinlemelerle ilgili olarak almış olduğu kararlara bir başka yargı kurumunun müdahale etmesi ve diğeri hakkında soruşturma açması ve usulsüzlük söylemleri gibi birçok husus... suların kabardığı bu dönemde yargının içinde bulunduğu sıkıntıyı gösteren örneklerden en bariz olanlarıdır. Yargıda suların bir nebze olsun durulduğu dönemlerde de, yargının bağımsız hareket ettiğinden bahsedebilmek mümkün değildir. Kendi yasalarında var olan hükümlere rağmen, siyasi olarak vermiş oldukları yüzlerce karar mevcuttur. Özellikle de Allah’ın dinine sahip çıkıp onu yüceltmek ve hayata yeniden hâkim kılmak için çalışan Müslümanlar söz konusu olduğunda, siyasi baskılarla nasıl zorlama uygulamalar yapıp, mevcut yasalara aykırı kararlar verdikleri defalarca şahit olduğumuz hususlardandır. Sahip oldukları fikirlerden başka silahları, güvenip dayandıkları Rablerinden başka yardımcıları olmayan Müslümanları terör kapsamına sokabilmek Şubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
için verdikleri mücadeleyi ve yargılamalar neticesinde verdikleri kararlarla Müslümanları nasıl yıllarca hapse mahkûm ettiklerini hem bizler, hem de bütün Müslümanlar gayet net bir şekilde görmektedirler. Ancak biz biliyoruz ki Allahu Teâlâ’nın görmesi ve Müslümanlara eziyet edenlere karşı vaat ettikleri çok daha çetindir: ِ ِين َوال ُْم ْؤ ِم َن َاب َّ ات ث َ ِين َف َتنُوا ال ُْم ْؤ ِمن َ إِ َّن الَّذ ُ َه ْم َعذ ُ ُم ل َْم َيتُوبُوا َفل ِْحرِيق ُ َه ْم َعذ ُ َج َهنَّ َم َول َ َاب ال “Şüphesiz mü’min erkeklerle mü’min kadınlara işkence edip, sonra da tövbe etmeyenlere; cehennem azabı ve yangın azabı vardır.” (Buruc 10) Yine bu uygulamaları yapanlar bir taraftan yargı bağımsızlığını dillerinden düşürmeyerek kendi yaptıkları yasalara karşı bile samimi olmadıklarını toplumdan gizlemeye çalışırlarken, diğer taraftan da silahla ve terörle uzaktan-yakından ilgisi olmayan ve yalnızca fikri ve siyasi mücadele yapan bu Müslümanlara yönelik ceza artırımına gittiler. Devlet organlarının kendi yasalarına karşı olan bu samimiyetten yoksun tutumları bile, kuvvetler ayrılığının ve yargı bağımsızlığının hangi boyutlarda olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Sonuç olarak ne “Kuvvetler Ayrılığı Prensibi”, ne de “Yargı Bağımsızlığı” demokratik sistemlerde uygulanabilirliği olan kavramlar değildirler. Bunlar ancak nizamın kaynağının “halk egemenliği” olduğunu ifade eden demokratik sistemleri övmeye ve insanların zihinlerini meşgul etmeye yönelik söylenmiş süslü ve yanıltıcı söylemlerdir. Şurası bir gerçektir ki; bu kuvvetlerin gerçekten birbirinden bağımsız olması, otoriteyi elinde tutanların asla kabul etmeyeceği bir durumdur. Onlar kendi kontrolü dışında olan güçlere asla rıza göstermezler ve kesinlikle varlığına müsaade etmezler. Çünkü böyle bir gücün varlığı, kendi yasalarına uygun olsa dahi, kendi bekaları için çok ciddi bir tehdittir. Bu yüzden bu fikirler, hem vakıası itibariyle, hem de bu fikirlerin çığırtkanlığını yapan sistem sahiplerinin bu fikirlerin tatbikinin karşısında olmalarından dolayı, asla tatbik edilemeyen ütopik fikirlerdir.
34
Hakkı EREN
T
ürkiye kamuoyuna, yaklaşık olarak altı aydır Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “iyi şeyler olacak”, sonrada Başbakan Erdoğan’ın “Kürt Açılımı” olarak başlattığı ama en son noktada bir “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi”ne dönüştürdüğü süreç gündem edilmiştir. Genelde “Demokratik Açılım” olarak isimlendirilen bu süreç hakkında yediden yetmişe herkes konuşmuş ve kamuoyu daima bununla meşgul olmuştur. Özelde PKK’nın tasfiye edileceği, genelde ise Türkiye halkına daha demokratik haklar verileceği vaadleri ile insanlar kabule ikna edilmeye çalışılmıştır. Burada bu sürecin ne olduğu, muhtevası, neden böyle bir zamanlamada gündeme getirildiği, Amerika’nın BOP’u ile nasıl örtüştüğü konularına değinmeyeceğim… Çünkü bütün medya organlarında, her akşam yayınlanan açık oturum programlarında bu konular o kadar çok konuşuldu ki, sanki konuşulmadık bir yanı kalmadı. O yüzden ben Demokratik Açılım konusunu farklı bir zaviyeden değerlendirmeye çalışacağım, inşaAllah.
Demokratik Açılım meselesi ile öyle bir gündem oluşturuldu ki, sanki bu açılım gerçekleştirilse hiçbir sorun kalmayacak! Sanki bu açılım sayesinde 86 yıldır kanayan yaralar kapanacak! Sanki özlemini çektiğimiz günler bu açılım sayesinde gelecek! … Ama maalesef öyle olmayacak. Açılım ile alakalı bu düşünceler iyi niyetli olmakla birlikte, hakikatten uzak olan ütopik düşüncelerdir. Çünkü biz Müslümanlar, ne zaman demokratik haklara kavuşturulacağımız sözlerini duyduk ise arkasından daha büyük badirelere, daha büyük zulümlere maruz bırakıldık. Bu zulümlerin en acısı ise demokrasinin kâfir batının hayat görüşü, hegemonya vasıtası ve zehirli fikri olduğunu görmemizin engellenmesidir. Bu ülkede, ne zaman birileri demokrasiden yana bir şeyler söylerse sonucunda Müslümanlar, gözle görülmesi zor olan büyük kayıplar vermektedir. Demokrasi ile verilen her hak, İslamî mücadeleden ve İslamî düşünceden önemli kayıpların alınması karşılığında verilmiştir. Ve bu mücadele sonunda “haşa, demokrasi ile mi
35
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
Demokratik Yerine Akîdevi Açılım yöneteceğiz” diyenlerin demokrasi havariliinsanlıktan çıkmıyorlar mı? Demokrasi ile yeğine, “demokrasi amaç değil araçtır” diyenlerin tişen bu nesil, uyuşturucu müptelasına küçük demokrasiyi gaye edindiğine, “esasen bizimde yaşlarda bulaşmıyor mu? Namus kavramı inamacımız İslamî yönetim” diyenlerin bugün bu sanlara bağnaz gösterilip, zina okul çağlarındüşünceyi savunanlara en büyük düşman olda gerçekleşmiyor mu? Çocukları haksız yere duklarına şahit olmaktayız. Yani batılı kafirlekatledilen, bir adet bilezik için hunharca öldürin gösterdiği üzere ve yerli zalimlerin eliyle rülen insanların anaları ağlamıyor mu? Veya verilen demokratik imtiyazlar, ona bulaşan bugün demokrasinin örnek alındığı ülkede Müslümanları tanınmaz hale getirmiştir. İşte her şey günlük gülistanlık mı? İnsanlar huzur bu süreci yakinen gören biri olarak, AKP iktive güven içerisinde mi yaşıyor? darının devlet projesi haline getirdiği bu açılıDemokrasi küfür bir nizam, batıl bir fikir ve mında Müslümanlar için yarardan çok zarar gayri İslamî bir araçtır. Müslümanların böyle getireceği aşikârdır. bilmesi ve bu tehlikeye karşı dikkatli olması Bugün Irak ve Afganistan’a da birileri degerekir. Demokrasi, ütopik bir düşünce ve hamokrasi getirmek için savaş açmıştır. Zira yal ürünü bir mahsuldür. Bunun en canlı örnebugün demokrasinin alterği ise; Demokratik Açılım natifi İslamî Yönetim’den yapmak isteyenlerin, fikirBugün Irak ve Afganistan’a başkası değildir. Yani, eğer lerinden dolayı cezaevine da birileri demokrasi getirmek Müslüman ülkeler demokdoldurduğu Müslümanrasiyi benimsemez, kabullardır, evlerinde yapılan için savaş açmıştır. Zira bugün lenmez ve sahiplenmez isearamalarda bulunan dini demokrasinin alternatifi İslamî ler bu onların her an İslamî içerikli kitaplar nedeniyle Yönetim’den başkası değildir. bir yönetime meyletmeleriterör örgütü üyesi olmakla Yani, eğer Müslüman ülkeler nin kaçınılmaz olduğunun suçlanan Müslümanlardır demokrasiyi benimsemez, kabul- ve yine evlerinde bulunan emaresidir. Hele ki İslamî lenmez ve sahiplenmez iseler bu boş CD’lerin, dini içerikli Ümmet içinde böyle bir onların her an İslamî bir yöneti- çizgi filmlerin bile iddianayönetim için çalışanların sayısı oldukça artmış bir melerine suç unsuru olarak me meyletmelerinin kaçınılmaz durumda iken! koyulduğu Müslümanlarolduğunun emaresidir. Bu tablodan da anladır. İşte demokrasi böylesi şıldığı üzere Demokrabir yalan ve Demokratik tik Açılım, Müslüman Kürtler ve Müslüman Açılım savunucuları da koca birer yalancıdır. Türk’lerin yaralarını asla kapatmayacaktır. Bu Kürt kardeşlerimin etnik kimliği ile alakalı açılım sadece yaranın üstünü örtmek isteyen isteklerine ve alevi vatandaşların taleplerine ve bu sayede yarayı azdırmaktan başka bir işe ilişkin açılım getirmek isteyen devlet, yine yaramayacak olan göstermelik bir tedavidir. Müslümanlar için “kapalım” öne sürmekte ve Demokratik Açılım gerçekleşip PKK tasfiye haksız yere tutuklamalar yapmaktadır. Buna edilse ve bu etnik kimliklere sahip vatandaşlakarşın bizlerde her Müslüman’ın yapması gera yönelik kolaylıklar sağlansa, bu ülkede her rektiği gibi yapıyor, meseleyi akidemizin gösşey yolunda mı olacak? Bu ülkede haksız yere terdiği çerçeveden bakıyor ve demokrasinin can veren insanlar sadece dağlardaki çatışmaöngördüğü gibi “kula kul” olmayıp, yalnızca larda ölen insanlar değildir. Demokratik bir “Allah Azze ve Celle’ye kulluk” yapacağımızı sistemde yetişen binlerce insan, diğer insansöylüyoruz. َّ ları, cinayetlerle ve katliamlarla öldürmüyor ِ ْج ُون ْق َ اهل َ ُل أَ َف َغ ْي َر الل ِه َت ْأ ُم ُرونِّي أَ ْعبُ ُد أَي َ ُّها ال mu? Gasp, hırsızlık, fuhuş, dolandırıcılık, vb. “De ki; ey cahiller! Bana Allah’tan başkabirçok suç her geçen gün artmıyor mu? Akisına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz?” (Zümer 64) devi ve ahlaki yozlaşma sonucunda insanlar Şubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
36
Demokratik Yerine Akîdevi Açılım Bu kulluk bilinci ile güçleniyor ve yine kendilerinden korkmamız gerektiğini düşünenlere şöyle sesleniyoruz; َّ َ ال َت َخا ُف ُم أَ ْش َرْكتُم بِاللّ ِه َما ل َْم َ اف َما أَ ْش َرْكتُ ْم َو ُ ف أَ َخ َ َي ْ َوك ْ ون أَنك ُّ َ َ َ َ ُّ ون َم ل ع ت م ت ُن ك ن إ ن ِ م أل ِا ب ق ح أ ن ِ َي ق ِي ر ف ل ا ي أ ف ا ن ا ْط ل س ُم ك َي ل ع ْ َ ِ ً ُ ْ ْ َ يُ َن ِّزْل ِب ِه َ ُ ْ َ ُْ َ ْ َ ْ “Ve size hakkında bir delil (sultan) indirilmeyen şeylerle Allah’a şirk koşmaktan, siz korkmadığınız halde, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden (putlardan) nasıl korkarım. Şâyet biliyorsanız, artık iki gruptan hangisi emniyette olmayı daha çok hakediyor?” (En’am 81) Buna mukabil olarak ise, asıl biz onları, yaptıkları zulümler nedeni ile şöyle korkutuyoruz; ِين ْ َفق َ ِن ال ُْمنذِر َ ُل إِنَّ َما أََنا م “Ve deki: Ben sadece inzar edenlerdenim (uyaranlardanım).” (Neml 92) َّ ِم َ ِين ُم ْش ِفق َ َت َرى الظالِم ٌ َسبُوا َوُه َو َواق َ ِين مِمَّا ك ْ ِع ِبه “Zalimlerin, kazandıklarından dolayı korkmuş olduklarını görürsün. Halbuki o (şey), onlar için vuku bulacaktır (başlarına gelecektir).” (Şura 22) Bizleri yalnızca Rahman’a kul olduğumuz için hapsedenlerin çabalarının beyhude olduğunu ve bizi asla üzemeyeceklerini de şöyle belirtiyoruz: ُور َ ْح ْم ُد لِلَّ ِه الَّذِي أَذ ٌ ور َشك ٌ ْح َزَن إِ َّن َربَّ َنا لَ َغ ُف َ ْه َب َعنَّا ال َ َوقَالُوا ال “Ve bizden hüznü gideren Allah’a hamdolsun, muhakkak ki Rabbimiz, gerçekten Gafûr’dur, Şekûr’dur derler.” (Fatır 34) Ve bizleri zindanlarda ne kadar tuttuklarıyla alakalı olarak ise şöyle düşünüyoruz: ض َي ْوٍم قَالُوا َ َم لَِب ْثتُ ْم قَالُوا لَِب ْث َنا َي ْو ًما أَ ْو َب ْع ْك
“Ne kadar durdunuz? Dediler ki; bir gün veya bir günden daha az.” (Kehf 19) Allah için nefsimize, sevdiklerimize ve Müslümanlara karşı yaptıklarından dolayı vuku bulan zulme sabredeceğimizi yine şu şekilde beyan ediyoruz: ِر إِ َّن َو ْع َد اللَّ ِه َح ٌّق ْ اصب ْ َف “Öyleyse sabret. Muhakkak ki Allah’ın vaadi haktır.” (Mü’min 77) َّ َ َولََن ْبل ِ ُم َحتَّى َن ْعل ََم ال ُْم َج ُو َّ ُم َو َ الصابِر َ اهد َ ِين َوَن ْبل ْ ِين مِنك ْ ُونك ُم َ أَ ْخ َب ْ ارك “Andolsun, içinizden, cihad edenleri ve sabredenleri belirleyinceye ve durumlarınızı ortaya koyuncaya kadar sizi deneyeceğiz.” (Muhammed 31)
Ve bu sabrın karşılığını sadece Rabbimizden diliyor ve O’ndan istiyoruz: َّ َُّم اس َتقَاموا َت َت َن َّزُل علَيهِم الْملاَ ِئ َك ُة أَلا َ إِ َّن الَّذ َ ُ ْ َ ُ ْ َّ ِين قَالُوا َرُّب َنا الل ُه ث َّ ون َ وع ُد َ ُْجنَّ ِة التِي كُنتُ ْم ت َ َت َخا ُفوا َولاَ َت ْح َزنُوا َوأَ ْب ِش ُروا بِال “Muhakkak ki: “Rabbimiz Allah’tır.” deyip, sonra (da) istikamet üzere olanlara (Allah’a yönelip dîni ikame edenlere) melekler inerler: “Korkmayın ve mahzun olmayın. Ve vaad olunduğunuz cennetle sevinin (derler).” (Fussilet 30) َّ ِين أَ ْح َسنُوا فِي َه ِذ ِه ْق َ ُم لِلَّذ َ ُل َيا ِع َبا ِد الَّذ َ ِين ْ آمنُوا ات ُقوا َربَّك َّ َّ َّ َ ُّ ٌ ٌ ِ ِ ون أَ ْج َرُهم ِب َغ ْي ِر ِر ب ا الص ى ف و ي ا م ن إ ة ع اس و ه الل ض ر أ و ة ن س ح َّ ِ ُ ْ َ َ َ َ الد ْن َيا َ ُ َُ َ َ َ ٍ ِح َس اب “(Ey Muhammed!) de ki: “Ey iman eden kullarım! Rabbinize karşı takvalı olun. Bu dünyada iyilik yapanlar için (ahirette) iyilik vardır. Allah’ın yeryüzü geniştir. Sabredenlere mükâfatları elbette hesapsız olarak verilir.” (Zümer 10)
37
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
Hayrettin KARADAĞ
G
üniversitedir. Kurulduğu yılda kapitalizm ideolojisinin yeni duyulmaya başladığı (1789) yıllara denk gelmektedir. Dolayısıyla bu üniversite bu ideoloji sahiplerinin kurduğu bir üniversite olup, kuruluş amacı da ideolojisini (hayat nizamını) ve bu ideolojisinden neşet eden hayata ilişkin hükümleri insanlara eğitim ve öğretim yoluyla öğretmektir. Zaten bu üniversite de okuyanların çoğu ününü kapitalist sıfatlarıyla dünyaya duyurmuştur bunlardan en ünlüsü Amerika’nın 42. Başkanı Bill Clinton’dur. Georgetown Üniversitesi’nin ve Ürdün merkezli stratejik araştırma merkezinin yaptığı araştırma raporuna Recep Erdoğan 5. sıradan, Fethullah Gülen 13. sıradan, Abdullah Gül ise 28. sıradan girmiştir. Raporda Erdoğan için dünyanın en yoğun nüfuslu ve ekonomik olarak en gelişmiş Müslüman ülkelerinden birinin Başbakanı sözleri kullanıldı. Erdoğan, AB değerlerine bağlı, komşularıyla sıfır sorun prensibine inanan şeklinde tanımlayan raporda, Erdoğan’ın anıtkabirde çekilmiş bir fotoğrafı da kullanıldı. Fethullah Gülen rapora
eçtiğimiz Kasım ayının sonlarına doğru Georgetown Üniversitesi ve Ürdün merkezli stratejik çalışma merkezi ilginç bir araştırma sonucu açıklamıştı. Araştırma’nın konusu dünya üzerindeki en etkili 500 Müslüman idi. Gerçek şu ki araştırmanın sahihliği meçhuldür ama listedeki Müslümanların dünya üzerindeki etkileri ise bir gerçektir. Ama bir sorun vardır. Bu Müslümanlar insanlar üzerindeki etkiyi sahip oldukları akide ve inançlarının getirdiği yaşam biçiminden mi bırakmışlardır yoksa bu etkiyi kapitalist ülkelerin bakış açılarından bakarak ve onların istedikleri bir hayat yaşayarak mı elde etmişlerdir. Araştırmayı hazırlayan kurumlar da dikkate alındığında bu etkileme işinin hangi perspektiften olduğu ortaya çıkacaktır. Bu listedeki Müslümanların -ki içinde TC. Başbakanı, Cumhurbaşkanı ve ruhani lideri (!) de vardır- dünya üzerine bıraktıkları etkilerin nasıl bir etkileme işi olduğunu aşağıda ele alacağız inşallah. Georgetown Üniversitesi Katoliklerin Amerika’da kurduğu en eski Şubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
38
Körler Sağırlar Birbirini Ağırlar Türk vaiz sıfatıyla girerken, Abdullah Gül ise Türkiye’nin İslami bir geçmişe sahip ilk Cumhurbaşkanı olarak tanıtıldı. Ayrıca Gül’ün Erdoğan ile Türkiye’de demokrasinin gelişmesi için çalıştığı ve Kürt açılımındaki kilit rolü ve Ermenistan ziyareti ile başlattığı etkili sürece de dikkat çekildi. (Ntv 20.11.2009) Raporda dünyanın en etkili 5. Müslüman lideri olarak yerini alan Erdoğan; iktidara geldiği günden beri “hamdolsun” lafzını ağzından düşürmemiş, hanımının başı örtülü olduğu gerekçesiyle İslam’ın değerlerine bağlı olduğu söylemiş, Y. Emre ve Mevlana gibi Türk halkının Cumhuriyetten sonra evliyaullahı (!) haline getirilen insanları başının üstüne koymuş ve ilk zamanlarda değil de son zamanlarda “İsrail”e karşı öncelikle Davos’taki “one minute” provasıyla ardından da Anadolu Kartalı Tatbikatı’nı iptal edip “İsrail”e nota vermesiyle, evet bütün bu yaptıklarıyla Müslümanların lideri haline gelmiştir. “Müslüman halkımın hassasiyetlerini dikkate almak durumundayım, Filistin de çocuklar ölüyor” sözleriyle de bu liderliğini pekiştirmiştir. Ve yanındaki bakanların gözyaşları ile ettiği “Allah başımızdan Erdoğan’ı eksik etmesin” dualarıyla da iyice sivrilmiştir. Peki, ne olarak İslam’ın dostu, İslam’ın kahramanı olarak mı? Görünüşte öyle. Zira bundan birkaç ay önce bazı Müslümanlardan duyulan Erdoğan’ı “Halife” seçelim istekleri kulaklarımızdan gitmedi. Bütün bu aldatmacalara Müslümanların kanmalarına şaşıralım mı üzülelim mi? Bütün bu oyunlara Müslümanların aldanması “Hilafet” yıkıldıktan sonra Müslümanların nizamlarını ve bunun neticesinde de vahdetlerini yitirdikleri gibi düşünme yetisini de kaybettiklerini bizlere gösterdi. Artık insanlar olaylara yüzeysel bakıyorlar ve yüzeysel yorumluyorlar. Hâlbuki Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bu konuda şöyle buyuruyor; “Müslüman’ın ferasetinden korkun zira o baktığı zaman Allah’ın nuruyla bakar” (Tirmizi) Bizler ise Rasulullah’ın bu emrinde olduğu gibi olaylara yüzeysel bakmayıp aksine vakıayı derinlemesine incelemeli ve bu vakıanın yaratıcı ile olan bağını da kurarak aydın bakış açısını yakalamalıyız. Bu ise şöyle olur:
Müslümanların hayatlarında bir gerçek vardır ki o Allah’ın kuludur, onu Allah yaratmıştır, dolayısıyla yaratıcısının bütün emirlerine itaat etmeli ve onun koymuş olduğu hudutların dışına çıkmamalıdır. Hayatlarında yapacağı bütün amelleri onun emrine göre yapmalı, onun emrine muhalefet etmekten de sakınmalıdır. Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor; َضى اللَّ ُه َو َرُسولُ ُه أَ ْم ًار أَن ٍ ِم ْؤم َ ِن َولاَ ُم ْؤ ِم َن ٍة إِذَا ق َ َو َما ك ُ َان ل َّضل َّ َ ِ َه ُم ال ِ ِن أ ْمرِِه ْم َو َمن َي ْع َ ص الل َه َو َرُسولَ ُه َف َق ْد ْ ْخ َي َرُة م َ َيك ُ ُون ل ضلاَلاً ُّمبِي ًنا َ “Allah ve Rasulü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min (erkek) ve hiçbir mü’mine (kadın) için kendiişleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resulü’ne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.” (Ahzab 36)
َّ ِ“إِ ِن الْحكْم إ ال لِلّ ِه ُ ُ “Hüküm ancak Allah’a aittir.” (Yusuf 40) ِك فِي ُح ْك ِم ِه أَ َح ًدا ُ َولاَ يُ ْشر “Allah hükmünde şerik (ortak) kabul etmez.” (Kehf 26) Erdoğan Müslümanların beklediği lideri değildir. Zira onun bugün taşıdığı fikirler kapitalizm ideolojisinin akidesi olan laiklik ve onun hayatta uygulanışı olan demokrasidir. Bu fikirler İslam’ın haram kıldığı fikirlerdir. Dolayısıyla o ancak onlara tabiidir ve ecnebi fikirlerin tevcihi ile hareket etmektedir. Bunu ister iyi niyetle yapsın isterse kötü niyetle yapsın o ancak sömürgeciliğin hizmetindedir. O, ya İslam’ın cahilidir ya da İslam’ın düşmanıdır. Zira İslam akidesi Allah’tan başka ilah olmadığına inanmaktır ve bu da hüküm koyucu olarak, şeriat belirleyici olarak uluhiyyeti yalnızca Allah’a vermeyi gerektirir. İslam’ın hayatta uygulanışı ise demokrasi ile değil ancak Hilafet ile mümkündür. İslam akidesinden neşet eden hükümlerin hayatta uygulanması ise şu beş hususta ortaya çıkar. İçtima, iktisat, öğretim, harici (dış) siyaset ve yönetim. Bütün bu hususların uygulanması ise Allah’ın indirdikleri ile yöneten bir Halifeyle ancak mümkündür. Zira Allah Subhanehu’nun içtimaya yönelik;
39
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
Körler Sağırlar Birbirini Ağırlar bilir bunu kumar oynaِ ِي قُل لأِّ َ ْز َو اج َك ُّ ُّها النَّب َ َيا أَي yarak da yapabilir. Din ِين َ َوَب َنات Peki hutbeden, “Allah katında َ ِين يُ ْدن َ ِساء ال ُْم ْؤ ِمن َ ِك َون özgürlüğüne binaen de َّ َعل َْيه َِن ّ ِن مِن َجلاَ بِي ِبه tek din İslam’dır” ayetinin AB dini olan İslam’ı değiş“Ey Nebi! Hanımlave ABD’den gelen baskılarla çıkatirip mürted olabilir. Bu rına, kızlarına ve mürılması bizim için bir anlam ifade özgürlüklerin İslam’da minlerin kadınlarına etmiyor mu? Eski ABD Büyükelyerinin olup olmadığını dış örtülerini üzerlerine çisi Eric Edelman’ın, Diyanetten birçok kez dile getirdik. örtmelerini söyle.” (Ahzâb Ben burada yalnızca bu Sorumlu Bakan Mehmet Aydın’a 59) emrinin, iktisada yöhükümlerin bu ülkede yazdığı mektupta bu ayetin Hırisnelik; َوأَ َح َّل اللّ ُه ال َْب ْي َع َو َحرََّم الرَِّبا iktidar tarafından en gütiyanlara tehdit olarak algılandı“Allah alışverişi helal zel bir şekilde tatbik edilğını belirtmiş ve hutbeden çıkarılve faizi haram kıldı.” (Badiğini bakarkör olmayan masını istemişti. kara 275) emrinin, öğretime her kişinin görebileceği yönelik; يعوْا ُ يعوْا اللّ َه َوأَ ِط ُ أَ ِط kanaatindeyim. ََّسول الر “Allah’a itaat edin Rasul’e itaat edin” Eskiden “Alimin fikri ne ise zikri de o ُ (Nisa 59) emrinin dış siyasete yönelik; olur.” derlerdi halen de söylerler. Fikir olaِ ال بِال َْي ْوِم ون َما َ اآلخ ِر َو َ ون بِاللّ ِه َو َ ِين َ ال يُ َحرُِّم َ ُال يُ ْؤ ِمن َ قَا ِتلُوْا الَّذ rak İslam akidesine göre hareket etmeyen اب َ َحرََّم اللّ ُه َو َرُسولُ ُه َو birinden de İslam akidesine dayalı siyaset َ ِن الَّذ َ ْح ِّق م َ ون د َ ُال َيدِين َ ِين أُوتُوْا ا ْل ِك َت َ ِين ال َّ ُ ٍ ِ ِ ون ر اغ ص ه و د ي ن ع ة ي ز ْج ل ا ا و ط ع ي ى ت ح م َ ْ ْ beklemek doğru olmasa gerek. Erdoğan’ın َ ُ َ ْ َُ َ َ َ ُْ َ “Kendilerine kitap verilenlerden, Allah’a siyasi konuşmalarını ve davranışlarını gören ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah’ın ve duyan her Müslüman’ın da bu konuda tek Rasulü’nün haram kıldığını haram saymayürek olması gerekir. İşte Erdoğan’ın bazı söylemleri: “ABD’nin Irak’ta savaşan kahraman yan ve hak din (İslâm’ı) din edinmeyen kimbay ve bayan askerlerinin en az zayiatla ülkelerine selerle, küçülerek (boyun eğerek) kendi ellemümkün olan en az zamanda dönmeleri temennisi riyle cizyeyi verinceye kadar savaşın..” (Tevbe َ ile duacıyız.” (The Wall Street Journal march 31 st, 2003) 29) emrinin ve yönetime ilişkin ل َنز َ ِما أ ْ َف َ احكُم َب ْي َن ُهم ب Irak’ta Müslüman kardeşlerimizi katleden ُ“ اللّهAllah’ın indirdikleri ile hükmet.” (Maide 48) iffetli bacılarımıza tecavüz eden masum çoemrinin uygulanması ancak Hilafet ile mümcuklarımızı yetim bırakan Amerikan kâfirine, kündür. Bütün bu farzların yapılabilmesi için cihad meydanlarında gününü göstereceğine, Müslümanlar’ın Hilafet için çalışmaları gereken azından beddua edeceği yerde dua ediyor. mektedir. Bu hususta Müslümanlara verilmiş Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün şu itibir seçenek hakkı ve bir ruhsat da yoktur. rafı ise tüyler ürpertici; “ABD ile ilişkilerimiz, Hâlbuki Erdoğan, Allah’ın indirdikleri ile stratejik işbirliğinin bütün boyutlarını kapsıyor. yönetmemekte aksine demokrasiye dayalı bir Irak savaşında ABD incirlik üssünü kullandı ve sistemle insanları yönetmektedir. Demokraburadan 4 bin 990 sorti gerçekleştirildi.” (Yenişafak) sinin insanlara sunmuş olduğu hürriyetleri Erdoğan’ın 19 ocak 2004’de söylediği sözler ne insanlara vermektedir ki bu hürriyetleri dört çabuk unutuldu; “Altını çizerek bir şey söylemek başlık ile sıralayabiliriz. 1- Fikir Hürriyeti 2istiyorum. Ben İslam ortak pazarı anlayışını doğru Şahsi Hürriyet 3- Mülkiyet Hürriyeti 4- İnanç bulmuyorum. Çünkü ne olursa olsun bu birlikteHürriyeti. İşte bu özgürlüklerden fikir özgürlikleri ne etnik ne dini kökene ne de coğrafyaya bağlüğüne binaen insan istediği fikri söyleyebilir. lı olarak düşüneceğiz. Biz şöyle bir şey koyabiliriz, İsterse Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e ekonomik ve ticari alanda ortak kalkınan ülkeler bu özgürlük kapsamında hakaret edebilir. birliği.” (Zaman) Peki hutbeden, “Allah katında Şahsi özgürlüğe binaen insan evli olmadığı bitek din İslam’dır” ayetinin AB ve ABD’den risiyle zina edebilir. Mülk özgürlüğüne binagelen baskılarla çıkarılması bizim için bir anen insan içki üretip satabilir, kadın vücudunu lam ifade etmiyor mu? Eski ABD Büyükelçisi bir meta olarak satabilir ve mülkünü çoğaltaŞubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
40
Körler Sağırlar Birbirini Ağırlar sine) bindiririz de o batılın işi vaktinde biter.” (Enbiya 18) Böylece İslam ile küfür arasında, Rasulullah’ı inkâr ile ona iman arasında, teslis ve tevhid arasında, karşılıklı rızayla zinayı helal kılmakla onu büsbütün haram kılmak arasında eşitlik kurabilir miyiz? Ve yine aleyhinde hüküm vermeksizin karşıdakini tanımak da İslam’ın metodundan değildir. Kur’an-ı Kerim, kâfirlerin sözlerini ve fikirlerini zikrettiği zaman, peşi sıra onları çürüten hakkı da zikretmiştir. Allahu Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur; ات َّ َّح َم ُن َولَ ًدا لَ َق ْد ِج ْئتُ ْم َش ْي ًئا إِ ًّدا َتكَا ُد ُ او َْوقَالُوا اتَّ َخ َذ الر َ الس َم ُّ َ َْلأ ِ ض َوَت ِخ ُّر ال َّح َم ِن ُ ْج َب َ َي َت َف َّط ْرَن ِم ْن ُه َوَت ُ نشق ا ْر ْال َه ًّدا أن َد َع ْوا لِلر َّح َم ِن أَن َيتَّ ِخ َذ َولَ ًدا َْولَ ًدا َو َما َي َنبغِي لِلر “Dediler ki: Rahman çocuk edindi. Hakikaten siz pek çirkin bir şey ortaya attınız. Bu iddia karşısında neredeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp düşecekti. Rahmana çocuk isnad ettiklerinden dolayı. Oysa çocuk edinmek Rahmana yakışmaz.”
Eric Edelman’ın, Diyanetten Sorumlu Bakan Mehmet Aydın’a yazdığı mektupta bu ayetin Hıristiyanlara tehdit olarak algılandığını belirtmiş ve hutbeden çıkarılmasını istemişti. Aynı şekilde AB yetkilileri de ”Allah katında tek din İslam’dır” ayetinin diğer dinlere baskı olduğunu ve laikliğe aykırı olduğunu savunarak hutbeden çıkarılmasını istemişti ve yine bu ayetin yerine “Tövbe eden hiç günah işlememiş gibidir.” hadisinin kullanılması direktifi yer aldı. Bütün bu saydıklarımız, etkilerin nereden ve nasıl bir şekilde olduğunu ortaya koymuyor mu? Rapordaki 13. etkili Müslüman Fethullah Gülen ise bu etkisini dinler arası diyalog ve demokrasiye çağırması ile duyurdu. Halbuki demokrasi sistemi hüküm koyma yetkisini insana verip Allah’ın haramlarını helalleştirdiği, helallerini ise haramlaştırdığı için bir küfür, şirk sistemidir. Bunu almak, uygulamak ve davet etmek haramdır. Dinlerarası diyalog meselesine gelince; dinlerarası diyalog bir dinin başka bir dine üstünlüğü ve ayrıcalığı olmaksızın diyalog kuran dinler arasında eşitliğin olmasını ve diyalog kuran dinler arasında ortak paydalara ulaşarak alternatif hadarat oluşturulmasını ve karşıdaki dinin fikirlerini olduğu gibi kabul edip aleyhinde hüküm vermemeyi hedef edinir. Mana ve mefhumu ile dinlerarası diyalog budur. Dinlerarası diyalogun insanlara sunduğu mefhumlardan dinlerin eşit olması mefhumu küfür mefhumudur. Zira bu hak ile batıl arsında, küfür ve iman arsında, tağuta muhakeme ile Kur’an ve Sünnet’e muhakeme arasında eşitliğe davettir. Allahu Teâlâ bu konuda şöyle buyuruyor; َّ ِّ ِين ال ِّ ِرُه َعلَى ين ِ الد َ ْحق لِيُ ْظه َ ِ ُه َو الذِي أَ ْرَس َل َرُسولَ ُه بِال ُْه َدى َود ِكُلِّه “Bütün dinlerden üstün kılmak üzere Rasulü’nü hidayet ve hak din ile gönderen odur.” (Fetih 28) ُال ِم دِي ًنا َفلَن يُق َْب َل ِم ْنه َ إل ْس ِ َو َمن َي ْب َت ِغ َغ ْي َر ا “Her kim İslam’dan başka bir din ararsa (bilsin ki) kendisinden asla kabul edilmeyecektir” (Ali İmran 85) ِ اط ِل َف َي ْد َم ُغ ُه َفإِذَا ُه َو َز ِ ْح ِّق َعلَى ال َْب ٌاهق ُ َب ْل َن ْقذ َ ِف بِال “Bilakis Biz hakkı batılın üzerinr (tepe-
(Meryem 88-92)
َّ ِوقَالُوْا لَن ي ْد ُخ َل الْجنَّ َة إ ُّه ْم َ ارى ِتل َ ال َمن ك َ ُ ْك أَ َمانِي َص َ َ َان ُهوداً أَ ْو َن َ ِ ِين َبلَى َم ْن أَ ْسل ََم َو ْج َه ُه لِلّ ِه َوُه َو ق د ا ص م ت ُن ك ن إ ُم ك ن ا ه ر ب ْق ِ ُ َ َ َ ْ ْ َ ْ ُ ُل َهاتُوْا ون َ ِم َو َ ُم ْح ِس ٌن َفلَ ُه أَ ْج ُرُه ِعن َد َربِّ ِه َو ٌ ال َخ ْو َ ُال ُه ْم َي ْح َزن ْ ف َعل َْيه “Dediler ki: Ancak Yahudi ve Nasrani olandan başkası cennete girmeyecektir. Bu onların kuruntusudur. De ki haydi delilinizi getirin. Eğer sadık (doğru sözlü) iseniz. Bilakis her kim muhlis olarak yüzünü Allaha döndürürse, onun ecri Rabbi indindedir.” (Bakara 111-112)
Dolayısıyla onların fikirlerinde yer alan, “(haşa) İsa Tanrı’dır. İsa, Allah’ın oğludur. Bizden başkası cennete gitmeyecek. Muhammed (Aleyhi’s Selam) yalancıdır, hatta teröristtir” gibi sözlerini nasıl aleyhlerinde hüküm vermeden bu iddialarını çürütmeden kabul edebiliriz. Alternatif hadarat oluşturulması fikrine gelince, bu da küfür söylemdir. Çünkü İslam Hadaratı tek doğru hadarattır. Zira o Allah’tan gelmiştir. ِ ِع َمتِي َو َر ُم ُ ض ُ ْمل ْ ُم ن َ ال َْي ْوَم أَك ُ يت لَك ْ ُم َوأَ ْت َم ْم ُت َعل َْيك ْ ُم دِي َنك ْ ْت لَك َم دِي ًنا ِا َ إل ْسال “Bugün dininizi kemale erdirdim. Üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı beğendim.” (Maide 3) Bütün bu söylediklerimizin yanında diğer dinlerle ve ideolojilerle fikri, askeri, siyasi ve iktisadi ça-
41
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
Körler Sağırlar Birbirini Ağırlar ülke kim!? Türkiye’de böyle köklü gelen bir gelenek var. İşbirliğimiz gayet sağlam.” Gül, “ABD yönetiminin 11 Eylülden sonra günü kurtarmak yerine geleceğe yatırım yaptığını belirtti” ve “üstlendikleri zor bir görev. Barış isteyen Türkiye‘de bu vizyonu desteklemelidir.” (Vatan) diyerek Amerika’nın doğru yolda olduğunu ima etti. Ve yine Gül, Dişişleri Bakanlığı yaptığı dönemde Amerika’nın Sesi Radyosu’na verdiği mülakatta şöyle demişti: ”Halka dini bir yaşam tarzını empoze edecek bir yasa yada hükümet kararı aldığımıza dair tek bir kanıt bile gösterilemez. Eğer hükümet İslam’ı halkın yaşamına sokmak istiyorsa neden AB’ye girmek için bu kadar büyük bir istekle çaba göstersin.” (Amerika’nın Sesi) Müslümanlara sevdirilmeye çalışılan etkili liderlerin gerçek yüzü işte budur. Onlar dinlerini oyun ve eğlenceye almış ve dünya hayatına aldanmışlardır. Rabbimiz bu konu da bize şöyle buyuruyor; ِّ الد ْنيا وذ َك ْر ِ َوذ َ َر الَّذ ً ِين اتَّ َخ ُذوْا دِي َن ُه ْم لَع َ ِبا َول َْه ًوا َو َغ َّرْت ُه ُم ال َ َ ُّ ْح َيا ُة ِ ِيع ف ش ال و ِي ل و ه ل ال ون ِ د ِن م ا َه ل س َي ل ت ب َس ك ا ِم ب س ف ن ل س ب ّ َ َ َ ْ ُ ٌ َ َ ْ ْ َ َ َ ٌ َ َ ْ ُِب ِه أَن ت َ ٌّ َ “Dinlerini oyun ve eğlence olarak benimseyen ve dünya hayatına aldananları bırak da onunla (Kur’an’la) hatırlat ki, eğri davranışlarının ve günahlarının tutsağı olana Allah dışında ne şefaatçi bir yardım edici ve ne de bir aracı bulabilir.” (En’am 70) Bu ayet yoldan çıkmışlarla içli dışlı olabileceklerini, ortaya koydukları söz ve davranışları takiyye bahanesiyle doğrulayabileceklerini iddia edenlere Allah tarafından bir reddiyedir. Ancak hatırlatmak, öğüt vermek ve bozuk ve sapık fikirlerini düzeltmek amacıyla onlara karışmayı ayet açıkladığı sınırlar içerisinde müsaade etmektedir. Biz buradan onlara Kur’an ve Sünnet ile şunu hatırlatıyoruz: Allah’a kulluğumuzu en güzel bir şekilde yapabilmemizin tek yolu İslamî hayatı yeniden başlatmaktır. Hilafet kurulmadıkça da İslamî hayatı yeniden başlatmaya hiçbir yol yoktur. Onun için çalışanlar bunun için çalışsınlar ve hizmetlerini bu dine sunsunlar. ُّ اج َ النبُ َّوِة َّ ث ِ ُون ِخلاَ َف ًة َعلَى ِم ْن َه ُ ُم َتك “Sonra da nübüvvet minhacı üzere hilafet olacaktır.” (Ahmed b. Hanbel)
tışma da kaçınılmazdır. Hak ile batıl hiçbir zaman uzlaşamaz, sadece çatışır. Tâ ki hak üstün gelsin. Günümüzdeki bazı şerli âlimler, hak ile batılı birbirine karıştırmış ve uzlaşmaya çalışmıştır ve onları dost edinmişlerdir. Hâlbuki Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: َّ ُون َ ُم أَ ْول َِياء تُ ْلق َ ُّها الَّذ َ َيا أَي َ ِين ْ آمنُوا لاَ َتت ِخ ُذوا َع ُدوِّي َو َع ُد َّوك ِّ ِّن ال ُم َ َ ِما َجاءكُم م َ إِل َْيهِم بِال َْم َوَّد ِة َوَق ْد َك َف ُروا ب ْ ُم َيكُونُوا لَك ْ ْحق إِن َي ْث َق ُفوك َ ُّ ِ ُم أَ ْيد َِي ُه ْم َوأل ََو َت ْك ُف ُرون ُّ ْس َن َت ُهم ب ْ ِالسوِء َو َودوا ل ْ أَ ْع َداء َوَي ْب ُس ُطوا إِل َْيك “Ey iman edenler! Hem benim düşmanımı hem de kendi düşmanınızı dost edinmeyin. Halbuki onlar size Allah’tan gelen hakkı inkâr etmişken siz onlara sevgi gösteriyorsunuz. Onlar sizi ele geçirirlerse size düşman kesilirler. Ellerini ve dillerini kötülükle uzatırlar ve inkâr etmenizi isterler.” (Mümtehine 1-2) Diyalog toplantılarının ne manaya geldiği biz Müslümanlar açısından aşikârdır. Müslüman halkımızı bu ciddi tehlikeye karşı uyarıyor, Allah’a ve Rasulü’ne itaat etmelerini, hoca efendi gömleği giydirilmiş kişilere tâbi olmamalarını ve onlara kanmamalarını istiyoruz. Rapora, Abdullah Gül ise 28. sıradan girmiştir. Tabi o da en etkili lider olarak gözükmektedir raporda! Fakat biraz geri sıralardadır. Belki de bu siyasi oyunlarda başrolde değil de yardımcı rolde olması onu gerilere itmiştir. Gül de kapitalizm ideolojisinden neşet eden laik, demokratik fikirlere sahiptir. Bu fikirlerin küfür fikirleri olduğuna yukarıda değinmiştik. Ayrıca Gül’ün gerek Başbakanlığı döneminde gerek Dışişleri Bakanlığı döneminde gerekse de Cumhurbaşkanlığı dönemindeki söylemlerine ve yaptırımlarına baktığımızda onunda hangi emellere hizmet ettiğini görürüz. İşte Gül’ün basında çıkan bazı demeçleri; “Büyük Ortadoğu projesi Türkiye’nin dış politika ilkelerine uygun. ABD ile hareket ediyoruz. Amacımız İslam ülkelerine özgürlük ve demokrasi getirmek. Eğer Türkiye’de özgürlük ve demokrasi olmasaydı biz de şu an da iktidar olamazdık. Bunların kıymetini hepimiz bilelim ve ona göre davranalım.” (Radikal 14.03.2006) Gül’ün 16.05.2006 tarihinde Takvim gazetesine verdiği demeç ise şöyle; “Dünya barışı için, barışı korumak, barışı yapmak için son 50 senede dünyada en çok Amerikalılar kendi çocuklarını feda etmişlerdir. Kinci Şubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
42
Hüseyin SİVREN
Y
azımızın başlığı Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın TRT-1’de yayınlanan “Politik Açılım” isimli canlı yayınlanan programda sarf ettiği bir söz. Bülent Arınç’a suikast girişimi iddiası, gündemi bir anda değiştirmişti. 19 Aralık tarihinde, ilk suikast haberlerinin üzerinden bir aya yakın bir zaman geçti ve birçok şey konu ile alakalı konuşuldu, yazıldı. İşte Arınç’ın katıldığı TV programının asıl konusu buydu. Arınç, “Öyle yazılar yazdılar, öyle sözler söylediler ki bunları tekrarlamaktan utanıyorum. Ama toplarsanız şöyle bir şey ortaya çıkar: ‘Beceriksiz, sersem, salak adamlar adresi bile kâğıda yazmışsınız. İnsan utanır be’. Bunun arkasında yatan şey şudur: ‘Bir işi başaramadınız. Ağzınıza, yüzünüze bulaştırdınız’. Türkiye’de bu söyleniyor” dedi. Konuyu özetleyecek olursak; emniyete Arınç’a suikast yapılacağı ihbarı ile olaylar başladı. Sonra Emniyet Arınç’ın evinin etrafında tedbirler aldı. İhbarda plakası verilen araca, emniyet, Arınç’ın evine yakın bulundukları bir noktada operasyon düzenledi ve iki kişiyi gözaltına aldı ve aynı gün serbest bırakıldılar. Fakat gözaltına alınan zanlıların
Seferberlik Tetkik Kurulunda görevli biri Albay, diğeri Binbaşı olması olayı farklı bir mecraya kaydırdı. 25 Aralık 2009’da bu iki subayla birlikte altı mesai arkadaşı daha gözaltına alındı. Fakat gözaltına alınan sekiz kişiden beşi savcılık tarafından, üçü ise nöbetçi hâkim tarafından “yeterli delil bulunmadığı” gerekçesi ile tekrar serbest bırakıldılar. Savcılığın tutuklama talebine ilişkin iddiası, “silahlı örgüt kurma, yönetme” iken, Genelkurmay konuya ilişkin olarak, “Söz konusu askeri personel, uzun süredir devam eden, kastedilen bölgeye yakın bir yerde oturan ve bilgi sızdırdığı iddia edilen bir askeri personel hakkında bilgi toplamak üzere görevlendirilmişlerdir” açıklamasını yaptı. Tutuklanan 8 askeri personelin tekrar serbest kalmasının ardından aynı günün akşamı Ankara Seferberlik Daire Başkanlığı’ndaki Kozmik Odalarda aramalar başladı ve ilk arama 10 saat sürdü. Zaten konumuzun ana teması da Kozmik Odalarda yapılan aramaları içeriyor. Kozmik Odaların aranması hakkında, Genelkurmayın aramaları durdurma talebi, savcıların ve polislerin içeri alınmama meselesi, sonra 11. Ağır Ceza Hâkimlerinden
43
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
“Beceriksiz, Sersem, Salak Adamlar“ Kozmik Kale Düştü Kadir Kayan’ın gidip aramaları tek başına nıt döneminde gerçekleştirildi. Bu değişikyapması olayın teferruatları mesabesindedir. lik kurumun tanımının güncellenmesiydi. Önemli olan “devletin yatak odası” olarak Daha önce “Olası bir düşman işgaline karşı tabir edilen ve çok gizli belgelerin tutulduğu, gayrinizamî harp tekniklerini planlamak ve asker kontrolünde bulunan bir bölgeye sivil savaş zamanında bunları uygulamak” olan yargının girip arama yapmasıdır. görev tanımı “Psikolojik, siyasi ve ekonomik Seferberlik Tetkik Kurulu, NATO bünyeiç ve dış savaş tehdidine karşı” olarak gelişsinde kurulmuştur. Daha sonra Özel Kuvvettirildi. Bu kapsamda bölge başkanlıkları da ler Komutanlığı’nın çatısı altında direkt olarak 14’den 22’ye çıkarıldı. Siyaset-Asker çekişmeGenelkurmaya bağlanmıştır. Bu birimin içerisinin en yoğun olduğu bir dönemde böyle bir ğini şu iki alıntı ile özetleyebiliriz. Eski Kara tanım değişikliğinin yapılması meselenin vaKuvvetleri Komutanı Org. Kemal Yamak, hametini (İngiliz-Amerikan çatışmasını) daha “Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler” da barizleştirmektedir. Sadece dış tehditlere isimli kitabında şöyle yazıyor: “Birçok kimsekarşı oluşturulan bu birim, varlıkları tehlikeyi ayağa kaldıracağını biliyorum ama bu noktada ye düşen İngilizci taifenin bu adımı atmasına yazmak istiyorum. Sayın neden olmuştur. Zaten Ecevit’e; bu teşkilatın içinTürkiye’de Polis TeşkiEski Kara Kuvvetleri Komutanı Org. de o zaman kendi partisinlatı veya Askeri TeşkiKemal Yamak, “Gölgede Kalan İzler den ne kadar personelin, latların tamamı şimdiye ve Gölgeleşen Bizler” isimli kitahatta TBMM’de birbirini kadar iç güvenlikle mübında şöyle yazıyor: “Birçok kimsehiç tanımayan kaç milletcadele etmiştir. Maluyi ayağa kaldıracağını biliyorum ama vekilinin bulunduğunu munuz irtica adı altında bu noktada yazmak istiyorum. Sayın ve bunun, sadece kendi İslam Türkiye’de her partisine ait bir durum olzaman birinci tehdit olEcevit’e; bu teşkilatın içinde o zaman madığını, birisi söyleyivermuştur. Zaten İngilizci kendi partisinden ne kadar personelin, seydi ne olurdu?” Yine bu güç odakları AKP’yi İshatta TBMM’de birbirini hiç tanımakurumda görev yapmış lamcı olarak lanse edip, yan kaç milletvekilinin bulunduğunu Üsteğmen Sabri Yirmionun gidişatını engelleve bunun, sadece kendi partisine ait bir beşoğlu, “6-7 Eylül de, me gayreti içerisindedir. durum olmadığını, birisi söyleyiverseybir Özel Harp işidir. MuhBu manada Seferberdi ne olurdu?” teşem bir örgütlenmeylik Tetkik Kurulunun di. Amacına da ulaştı.” tanımında yapılan bu (6-7 Eylül olayları 1955 de vuku bulmuştur. değişikliğin AKP’nin yürüttüğü siyaseti balO dönemde medyanın kasıtlı kışkırtması ile talamak için olduğu netleşmiştir. Zaten kuhalk galeyana getirilmiş ve İstanbul’da gayrirulduğu günden beri kendine tanımlanmış müslimlere yönelik şiddet olayları patlak vergörevin haricinde planlar ve eylemler yapan miştir.) Anlaşıldığı üzere Seferberlik Tetkik bu kurumun AKP’ye yönelik yapması muhKurulu, hem toplumu belli bir yöne kanalize temel planları ve eylemleri meşrulaştırılmış etmede, hem de Türkiye’de siyasetin yapıldıolacaktı. ğı TBMM’de ne kadar etkin bir rol oynamakTürkiye’de olağandışı bir durumda, örtadır. Kozmik odalar m2 olarak küçük olsa da, neğin seferberlik ilan edildiğinde bu kurum işlevsel olarak son derece büyük bir öneme devreye giriyor. Sivillerin organize edilmesahiptir ve yapılanması 1950’li yıllarına kadar sinde çalışmalar yapıyor, toplumu örgütlüyor gitmektedir. ve yönlendiriyor. Buradan çıkan sonuç şudur, Bu bilginin haricinde Seferberlik Tetkik topluma ait, nüfus idaresinden daha detaylı Kurulu ile alakalı önemli bir değişiklikte Eski kayıtların bu kurumda olduğu açıktır. Diğer Genel Kurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükatürlü bilgi sahibi olmadıkları bir toplumu naŞubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
44
“Beceriksiz, Sersem, Salak Adamlar“ Kozmik Kale Düştü sıl yönlendirecekler? İşlevsel olarak böylesine öneme sahip bu kurumun diğer bir özelliği ise son derece gizli bilgi ve belgelerin burada muhafaza ediliyor olması. Olası bir savaşta korunacak isimlerin nerelerde saklanacağı, nasıl iletişim kurulacağı, yiyecek ve içecek ihtiyacının nasıl karşılanacağı, hangi güzergâhlardan geçiş yapacağı detaylı bir şekilde planlanıyor. Bu çalışmalar, değişen şartlara göre sürekli olarak güncelleniyor. Yeni gelişmekte olan semtlerin krokileri, gayrinizamî harp planlarının yanı sıra, savaş zamanında müttefik ülkelerle yapılacak işbirliğinin detayları da yer alıyor. Bu planların içinde Türkiye’nin önde gelen iş adamları, hukukçular, akademisyenler ve sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinin adı yer alıyor. Olası bir harp durumunda bu kişilerin nasıl bir görev üstleneceği de ayrıntılarıyla belirtiliyor. Seferberlik Tetkik Kurulu, bir iç ya da dış savaş ihtimaline karşı barış zamanında gayrinizamî harp planlarının alt yapısını oluşturmakla görevli bir birim. Gayrinizamî bir harpte görev yapacak kişiler sivil halktan da seçiliyor ve eğitim veriliyor. Olası bir savaşta bu siviller düşmana karşı mücadele ediyor, askeri operasyonlara destek veriyor. Teşkilat için seçilen sivil personele, üzerinde Genelkurmay Başkanı’nın imzası bulunan bir kart veriliyor. “Çok gizli” dereceli bu kartlar, ilgili personele imza karşılığı veriliyor ve okunduktan sonra yine imza karşılığı geri alınıyor. Sivil üyelerin hiçbiri birbirini tanımıyor. Çoğunluğu etnik çeşitliliğin olduğu bölgeler olmak üzere hâlihazırda 22 ilde başkanlık var. Seferberlik Tetkik Kurulunu, bugüne kadar Türkiye’de devleti derinden yöneten İngilizci erkin dışında düşünmek yanlıştır. Bu kurum Ergenekon ismi ile barizleşen Laik, Kemalist, İngilizci taifenin kollarından sadece bir tanesidir ve konumu, yapısı itibari ile oldukçada öneme sahiptir. Tanımına, işlevselliğine, yapılanmasına bakıldığında Ordu’nun darbe yapabilmesi için siyasi ve toplumsal atmosferin oluşturulmasında büyük önem taşıdıkları ortaya çıkmaktadır. Türkiye’nin geçmiş karanlık olaylarının ya-
vaş yavaş aydınlanmaya başlaması, bu olaylar ile alakalı ilişkilerin, planların deşifre edilmeye başlaması, Kozmik Odalar için ön hazırlık olduğu anlaşılmaktadır. Şayet bu karanlık noktalar kozmik odalardan çıkacak belgeleri ile tam olarak aydınlatılırsa o zaman İngilizci güç odakları iyice köşeye sıkışmış olacak ve AKP kendilerine pek hareket alanı bırakmayacaktır ki, Anayasa değişikliğine soyunacağı 2011 seçimlerinden önce bu hamleyi yapmıştır. Peki, bu kozmik odalarda bulunan dosyalarda neler var? Bu soruya belki de en doğru cevabı Gültekin Avcı veriyor. Avcı “Kozmik Büronun Göstereceği Gerçekler” başlıklı yazısında şöyle diyor; “1952 yılından 6–7 Eylül 1955 hadiselerine kadar olan dönemdeki Menderes hükümetine yönelik örtülü siyasi faaliyetler, psikolojik harekât ve 6–7 Eylül 1955 olaylarının koordinasyon planları, 6–7 Eylül olaylarından 27 Mayıs 1960 ihtilaline kadar olan dönemdeki gayrinizamî harp faaliyetleri, siyasilere yönelik psikolojik operasyonlar, 27 Mayıs 1960 ihtilali sürecinin gerçekleştirilmesine yönelik eylem ve operasyonlar, ihtilal ile birlikte kimlerin nasıl ve nerede kontrol altına alınacağı, 12 Mart 1971 sürecine giden yolun yönlendirilmesi ve ilgili planlamalar, 12 Mart süreci öncesi ve sonrasında kullanılan siyasiler ve gazeteciler, 12 Mart sonrasında Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan (1974) sonra sağ ve sol yelpazenin yönlendirilmesi, anarşik ortamın özel savaş konseptinde kontrolü, kullanılan medya unsurları, bürokratlar, siyasiler, suikastların takibi ve kontrolü, 12 Eylül 1980 ihtilaline giden süreçte ülkenin Türk özel harp konseptine uygun olarak gerçekleştirilen yabancı istihbarat servis faaliyetleri, eylemleri ve operasyonları, Gazeteci Abdi İpekçi’nin öldürülmesi hadisesinin net ve gerçek boyutu, olayda kullanılan unsurlar, 1 Mayıs 1977 Taksim katliamında görevli aktif unsurlar, kimlikleri ve iltisakları, … JİTEM unsurları ve faaliyetleri ile gerçekleştirdikleri infaz ve operasyonlar, Psikolojik harekâtta kullanılan daimi ve geçici medya unsurları, kimlikleri, etkinlik sahaları, 28 Şubat zemininin oluşturulması için gösterilen özel savaş faaliyetleri, yapılan operasyonlar, kullanılan unsurlar, akademisyenler, gazeteciler, bürokratlar
45
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
“Beceriksiz, Sersem, Salak Adamlar“ Kozmik Kale Düştü ve STK”lar, Siyasal partilerdeki unsurlarla yürütülen özel savaş faaliyetleri, siyasal partilerdeki destek unsurları, kimlikleri, Özel savaş konseptinde üretilen STK”lar ve sivil toplum unsurları, AKP’ye yönelik operasyonlar…” Liste daha da uzuyor. AKP bu kozmik odalarda arama başlatmak sureti ile yeni bir korku furyası daha oluşturdu, hem de “Açılım” sürecinde DTP’nin kapatılmasıyla kendini sıkıntıya sokan İngilizci güce karşı çok sert bir yanıt vermiş oldu. Tıpkı Ergenekon davasında olduğu gibi. Bu davada Ergenekon davası ile birleştirilir mi? orası henüz belli değil. Fakat şu bir gerçek ki, şuandan itibaren bu kurumla ilişkisi olan kişileri şimdiden bir telaş sarmıştır. “Ya bizim ismimiz deşifre edilirse” İşte bu endişeli ruh hali bu kişilerin daha fazla hata yapmalarına sebebiyet verecek iken, diğer taraftan AKP’nin pazarlık gücünü de artırmış oluyor. Şimdi AKP planlarını biraz daha kendine güveni artmış bir şekilde yerine getirecektir. Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz. Bugüne kadar Türkiye toplumu birçok badire atlattı. Siyasi, ekonomik, toplumsal birçok sıkıntılar gördü. Siyasi fikir ayrılıkları, etnik ayrılıklar bu sistem tarafından sürekli topluma pompalandı. Bunun gibi meseleler üzerinden toplum sürekli diken üzerinde tutuldu, sürekli baskıya maruz kaldı ve birbirine kırdırıldı. Böyle yapıldı ki toplum başını kaldırıp etrafında neler olup bitiyor, kimler ne oyunlar tezgâhlıyor
Şubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
bilemesin, göremesin. Bu sayede yönetenler istedikleri gibi at koşturdu ve şimdiye kadar bunda başarılı oldular da. Bu işi Seferberlik Tetkik Kurulu ve benzerleri gibi kurumlar sayesinde başarabildiler. Bu sistem artık bozulmaya başladı. Fakat bozulan sistem İngilizci taifenin tezgâhladığı sistemdir. AKP bu sistemi bozarken yeni bir sistem peşindedir ve sistemi hasmının tezgâhladığı sistemden daha az tehlikeli değildir. Onun Amerikan menşeli liberal laiklik sistemi ile İngilizci Kemalistlerin dayattığı katı laiklik sistemi arasında İslam zaviyesinden hiçbir fark yoktur, her ikisi de küfür sistemidir ve Müslümanlar tarafından reddedilmesi kesinlikle şarttır. Hülasa, AKP bu kurumun birçok karanlık işini ve ilişkilerini deşifre etse bile, hatta bu kurumu tasfiye etse dahi, yerine kendisi bir yenisini kuracaktır. Çünkü hem İngilizci taifenin, hem de Amerikancı taifenin düşmanları ortaktır ve bu ortak düşmana karşı sindirme, yıldırma, durdurma, karalama… taktiklerinin aynı olduğunu geçtiğimiz aylarda net bir şekilde gördük. Onların ortak düşman olarak algıladığı İslam Davasını taşıyanlar olduğu sürece bu sistemin ne kozmik kurumları, nede kozmik odaları asla bitmeyecek, sistemi yönetenler değişse bile bunlar hep var olacaktır. Bu ve benzeri karanlık kurum ve odalar ancak gerçek mücadele sona erdiğinde, yani İslam Davasını taşıyanlar hedeflerine vardıklarında ancak son bulacaktır.
46
Oğuzhan AKBOLAT
K
ürt Açılımı, Demokratik Açılım, Milli Birlik ve Beraberlik Açılımı gibi kelime ve kavram kargaşasındaki Türkiye yöneticileri sadece bu alanda değil farklı alanlarda da kavram kargaşasını sürdürüyor. Bu karışıklığın bir örneğini de Türkiye ABD ilişkilerine verilen isimde görmekteyiz. Model Ülke, Abi Ülke, BOP Eş Başkanlığı derken şimdi de Model Ortak oluverdik bir anda. Ne oldum dememeli derler ya atalarımız. Meşhur Dede Korkut hikâyelerinde bir çocuk bir kahramanlık göstermeden ona isim vermedikleri gibi Sam Amca’da Türkiye’ye net bir isim veremedi. Ama Obama Türkiye’ye gelince karışmış olan bu kavramın son ismini verdi. Türk Amerikan ilişkisi Model Ortaklıktır. İşte bu model ortaklar son olarak 8 Aralık 2009’da Amerika’da buluştu. 8 Aralıktaki Obama-Erdoğan buluşması günler hatta haftalar öncesinden reklamları
yapılarak kamuoyuna duyurulmuş ve ikisinin buluşmasının tarihi bir önemi olduğu belirtilmiştir. Obama ve Erdoğan görüşmesine değinmeden önce bu model ortaklıkta ortak olunan noktalara bir bakarak sözde elde edilecek kârı değerlendirelim. 1. Türkiye bölgesinde sıfır sorunlu dış politika’ya sahip olacaktır, hem komşularıyla hem de sürekli ilişki halinde olduğu ülkelerle. Bunun için kırmızı sarı tüm çizgiler yeşile dönebilir. Asıl olan sıfır sorunlu bir dış siyaset çizgisine girmektir. 2. Dış politika sadece sıfır sorunlu olduktan sonra bu ülkelerle ilişkileri en iyi seviyeye getirecektir. Ticari, askeri, kültürel anlaşmalar yapılmalı hatta aralarında vizeler dahi kaldırılarak serbest geçiş ortamı sağlanmalıdır. 3. Yine aralarında sorun olan veya sorun varmış gibi görünen ülkelerin aralarındaki ilişkileri düzeltmek için çaba sarf edecek. Tıp-
47
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
Erdoğan-Obama Görüşmesi ve Model Ortaklık kı Suriye-İsrail, Irak-İran arasındaki sorunlaZira huzur bulmak devletin güçlü görünmerı düzeltmek için girişimlere başlaması gibi. siyle hiç alakalı değildir. Böylece onların önündeki bir ülke olduğunu 2. Türkiye bölgesinde lider bir ülke olacak gösterecek. hatta İslam Âlemine hükmedecektir. Lider ol4. AB üyeliği için Türkiye’ye ABD destek duğu için diğer ülkelerin yönetimine müdahil verecek. Ve yine bu konuda AB ülkelerine olma hakkına sahip olacak. Tabi ki bu yine ne baskı yapacak. Üyeliğe girsin veya girmesin kendi halkı nede müdahil olduğu ülkelerin AB ülkeleri arasında Türkiye gündemden dühalklarının hayrına olmayacak. şürülmeyerek Dünya siyasetinde Türkiye hep zikredilen bir ülke olacak. ABD’nin çıkarlarını ise şu şekilde sıralaya5. Dış politikada ABD Türkiye’yi destekbiliriz: leyecek Sömürgesi olan ülkelere baskı yapa1. Türkiye üzerinden bölgede istediklerirak onların Türkiye yönetimine baş eğmesini ni ılımlı projelerle gerçekleştirecek. Böylece sağlayacak. Hatta bunun için Davos Zirveleri daha az enerji harcayarak plan ve projelerini hazırlanacak ve özellikle İslam Âleminde Türgerçekleştirme imkânına sahip olacak. kiye yönetimi itibar sahibi olacak. 2. İslamî Yönetim arzulayan Müslümanla6. Yine Türkiye iç sora ılımlı İslam ve benrunlarını çözüme ulaşİşte tüm bunlar “Model Ortaklık”ta zer projelerin tatbik tıracak. PKK ve benzeri etme fırsatını bularak ortak olan iki ülkenin yapması gereterör örgütlerini yok onların bu arzulardan kenler ve elde edecekleri kazanımlar. uzaklaştırma imkânı ederek bu sorunundan Yani ABD, Raşidi Hilafet Devleti’nin bulacak. temizlenecek. kurulmasını engellemiş veya geciktir7. Anayasa değişik3. Yine İslam liği yaparak devletin âlemine demokrasi, limiş olacak, bölgede kendinden önce kurumlarına yerleşmiş yerleşen diğer sömürgecileri kovmada beralizm gibi mefhumkendisinden önceki egedaha güçlü olmuş olacak ve son olarak ların pazarlanmasında men yapıyı yok edecek. Türkiye daha ziyade da yine hayati bir tehdit olarak görBaşkanlık sistemine gekullanılacak. düğü İslam’ı, fikir ve mefhum olarak çilerek de onların tama4. Tüm bunlar gerdeğiştirmeye muvaffak olacak. men önüne geçilecek. çekleşince bu bölge8. Türkiye bu şekilde deki üstünlüğünü, İslam âleminde giderek önem kazanarak ve hâkimiyetini sabitlemiş pekiştirmiş olacak. İslami beldelerde güçlü başarılı ve gelişmiş, İşte tüm bunlar “Model Ortaklık”ta ortak bağımsız örnek olan bir ülke gibi görünecek. olan iki ülkenin yapması gerekenler ve elde edecekleri kazanımlar. Yani ABD, Raşidi HiModel ortak olan bu iki ülke bu ortaklıktan lafet Devleti’nin kurulmasını engellemiş veya sonuçta elde edilen kâra gelince; bu konuda geciktirmiş olacak, bölgede kendinden önce Türkiye’nin çıkarları şunlardır: yerleşen diğer sömürgecileri kovmada daha 1. Türkiye bölgesinde güçlü bir devlet olgüçlü olmuş olacak ve son olarak da yine hamuş olacak. Güçlü devlet olması onun ABD ile yati bir tehdit olarak gördüğü İslam’ı, fikir ve olan ortaklığı devam ettiği müddetçe devam mefhum olarak değiştirmeye muvaffak olaedecek. Zira Türkiye’nin gücü ABD’nin onu cak. desteklemesi ile gerçekleşmiş olduğundan Türkiye ise sadece bölgede lider görünüABD desteğini çektiğinde gücüde bir balonun münde ileri karakol olmuş olacak. Bölgede sönmesi gibi sönecektir. Türkiye’nin güçlü bir ABD çıkarlarına hizmet eden züğürt ağa koülke gibi görünmesi tabi ki halkının rahat ve numunda yerini almış olacak. İşte Türkiye huzur içinde olacağı anlamına gelmeyecektir. ABD ilişkilerine verilen model ortaklık ismi Şubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
48
Erdoğan-Obama Görüşmesi ve Model Ortaklık ve ortaklığın hakikati budur. Tüm bunların ışığında Erdoğan’ın, Obama ile olan görüşmesini değerlendirelim: Gizli kapılar ardında konuşulanlar ancak taraflar ve Allah Azze ve Celle tarafından bilinmektedir. Biz ise yapılan açıklamalardan yola çıkarak Erdoğan-Obama görüşmesi ikili arasında yukarda saydığımız hususların gözden geçirildiği bu bağlamda stratejinin netleştirildiği ortaya çıkıyor. Hatta gerekirse AB’den dahi vazgeçilebileceği Asya’ya daha yakın hareket edileceği ortaya çıkmıştır. Ki bunun için Erdoğan, Türkiye’ye döndükten sonra Türkiye eksen mi değiştiriyor gibi haberler gündeme gelmiştir. Türkiye AB üyeliği noktasında önceki gibi ehemmiyet vermez olmuştur. Zira Erdoğan iktidara geldiğinde Avrupa fatihi bile olmuşken şimdi o günkü hararetinden vazgeçmiştir. Yine Erdoğan’ın, Nabucco projesi için yaptığı açıklama, onun ABD için bu projeye nasıl sahip çıktığını göstermektedir. Zira bu proje kapsamında, Türkiye en az karı elde eden ülke
olmasına rağmen en büyük payı alacak ortak gibi davranması onun bu konuda ABD‘ye olan bağlılığını ve sadakatini göstermektedir. Ayrıca Ermenistan, Azerbaycan, İran, Suriye gibi konuların dile getirilmesi, bu konuda onlarla tam ilişki içerisine girecek olduğunu belirtmesi yine ABD’nin çıkarlarına hizmet etmedeki azmini göstermektedir. Bunun karşılığında Türkiye’nin almış olduğu şey ise, yıllardır ABD tarafından desteklendiği ve silah temininde kendisine yardım ettiği PKK konusunda tam destek vereceklerini söylemesinden başka bir şey yoktur. İşte buradan anlaşılmaktadır ki kaba bir tabirle Erdoğan-Obama görüşmesinde, Erdoğan daha önceki yaptığı işlerin raporunu vermiş ve yeni işler için talimatlar alıp gelmiştir. Erdoğan dönüşünde hiç durmadan hemen dış politikadaki ilişkileri ilerletmeye başlamış ve birçok ülkeyi ziyaret ederek oralarda hem Müslüman halka seslenmiş hem de oradan ülke yöneticilerine ABD’nin direktiflerini ileterek gücünü artırmaya çalışmıştır.
49
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
Mesut ŞAHİN
D
ünya üzerindeki stratejik noktaların hangisine bakarsanız bakın (Amerika kıtası hariç) orada yaşayan halkın Müslüman olduğunu görürsünüz. Bu da İslâm’ın gücünü, etkileme ve yayılma bakımından gözler önüne seriyor. İslâm, onu tatbik edip koruyan ve dünyaya yayan devleti ile sadece stratejik noktalara hâkim olmakla kalmamış, stratejik noktaların çevresinde yaşayan halkları da, bir daha kendisinden dönmemek üzere kazanmıştır. Bu halklar hiçbir zaman topluca İslâm’ı terk etmemişlerdir ve terk etmeyeceklerdir de. Yemen halkı gibi. Bu stratejik noktaların çevresinde ikamet ediyor olmakla birlikte Müslümanlar, ne yazık ki bu noktalara bu gün hâkim değildir. Bununla beraber, bu gün Müslümanların başında bulunan yönetimler ise bu noktalara hâkim olma zihniyetine ve bu yönde irade gösterme kabiliyetine ve cesaretine de sahip değillerdir. Bu yöneticilerin ideallerini oluşturan tek şey kendilerine bahşedilen koltuklarını korumaŞubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
larıdır. Amaçları ve buna yönelik işleri hep bu istikamettedir. Noel günü bir Amerikan uçağını Detroit üzerinde düşürmeye çalışan kişinin, Yemendeki El-Kaide tarafından eğitildiği ve üzerindeki patlayıcıların da, yine Yemen’deki El-Kaide tarafından temin edildiği şeklinde yapılan istihbarat haberleriyle Amerika, Yemen’e ayak basmak için dünya kamuoyu nezdinde meşru bir gerekçe oluşturmanın gayretine düştü. On yıl önce ABD donanmasına ait USS Cole savaş gemisinin Aden limanında bombalanması ve 17 denizcinin ölmesi sonucunda Yemen, terörle mücadelede tehdit olarak görülen ülkeler listesine girdi veyahut bu olay Yemeni terör listesine dâhil etmeye yönelik bir gerekçe olarak Amerikan yönetimi tarafından istismar edildi. Yemendeki El-Kaide’nin Detroit uçağını düşürmeye çalıştığı haberleriyle beraber, Yemen Ordusuyla, Suudi Arabistan’ın el-Husi olarak adlandırılan Şiilerin Zeydi koluyla ça-
50
Yemen Üzerinde Amerikan Emelleri tışma içerisinde olduğu haberleri geçmektedir. Bununla beraber Yemen’in güneyinden de ayrılıkçı güçlerin faaliyetlerini arttırdığı ve bölgenin El-Kaide için güvenli bir sığınak haline geldiği haberleri duyurulmaktadır. Bu durum Yemendeki yerel siyasi ve iktisadi sorunları istismar eden küresel bir çatışmaya ışık tutmaktadır. Şöyleki: Aden körfezi, Afrika Burnu olarak adlandırılır ve büyük stratejik öneme haizdir. Afrika Burnu’nun denizlere açılan kısmını ise Yemen, Somali ve Cibuti toprakları oluşturur. Somali ve Yemen bir yandan Aden Körfezini ve bu körfezin Kızıldeniz’e açılan kapısı durumundaki Bâb el-Mendeb Boğazı’nı, diğer yandan da Hint Okyanusu’nun Afrika’ya doğru uzanan şeridinin baş tarafını kontrol etmektedir. Afrika Kıtası’nın Asya Kıtası ile deniz bağlantısında kullanılan gemi yolu, Afrika Burnu’nun önünden geçer. Kızıldeniz’e, Arap Yarımadası’na, Hint Yarımadası’na ve Uzakdoğu’ya doğru uzanan deniz yollarının tümü Afrika Burnu’nu önünde kesişir. Afrika Burnu’nun ve Doğu Afrika Boynuzu’nun (Somali, Cibuti, Etyopya ve Eritre) stratejik önemi şuradan ileri gelmektedir: Dünya ticaret mallarının %90’ı deniz yolu ile taşınmaktadır. Deniz üzerinden taşınan ticari mamüllerin ise %50’si bu bölgeden geçmektedir. Ayrıca hâlihazırda kullanılmamış dünya petrol rezervlerinin %82’si Adende bulunmaktadır. Bununla beraber Adenden tankerlerle yapılan günlük 5 milyon varil petrolün 2,5 milyon varili Avrupaya taşınmaktadır. Yemen, Somali ve Cibuti ile beraber dünyanın en stratejik noktasını oluşturmaktadır. Yemen erken dönemde henüz Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem hayatta iken fethedilmiş ve bu bölge Hilâfet Devleti’nin zayıfladığı 1800’lü yıllara kadar, koyun ve keçilere saldıracak kurtlardan başka bir şeyden korkulmadığı güvenli bir bölge olarak kalmıştır. Bu tarihlerden sonra bölge Fransızların, İngilizlerin ve Rusların hâkimiyet mücadelesi verdikleri bir sahne halini almıştır. Bölge kendisine hâkim olunmakla Dünya üzerindeki hegemonyayı tescil ettiren unsur-
ların başında gelmektedir. Amerika, deniz korsanlık faaliyetleri ve Etiyopya Ordusu’nun Somali’ye müdahalesi ile birlikte Cibuti’de var olan üsleriyle bölgede varlığını göstermiştir. Sıra Yemen’dedir ve Amerika Yemen’e yerleşmenin planlarını yapmaktadır. Bu çerçevede Amerika, Yemen Hükümetine olan 70 milyar dolar tutarındaki yardımlarını El-Kaide ile mücadele şartıyla üç katına çıkarmayı planlamakla birlikte bir taraftanda Devletlerarası kamuoyunu aldatarak (ulusal güvenliğini korumak için dünyanın neresinde olursa olsun El-Kaide ile savaşmak bahanesiyle) Yemen’de askeri varlığını arttırmanın planlarını yapmaktadır. El-Kaide ile mücadelede Yemen Hükümetini güçlendirmeye çalışmakla birlikte bir taraftan da Yemendeki muhalif güçleri kışkırtarak, İngiliz adamı Ali Abdullah Salih Hükümeti’ni zayıflatmaya çalışmaktadır. İran üzerinden Husiler’i destekleyerek Suudi Arabistan’ı kışkırtmakta ve sadık ajanı Suud yönetiminin Yemen topraklarına müdahalesinin önünü açmaktadır. Bu bir çelişki gibi görünse de Amerika’nın yapmak istediği Yemen yönetimi’ni çıkmaza sokmak ve kendisiyle birlikte çalışmaya zorlamaktır. Yemendeki zorlu ekonomik koşullar ve birçok sömürgeci gücün uzun yıllardır devam eden çekişmesinin bir sonucu olarak Yemen’de oluşan siyasi istikrarsızlık Amerika’ya bu fırsatı vermektedir. Amerika’nın nihai hedefi Afrika ve Aden Körfezindeki Avrupa egemenliğini kaldırmaktır. Bu çerçevede 2007’de yeni bir yapılanmaya gitme kararı alan Amerika, Afrika’nın tamamından sorumlu olacak USAFRICOM adıyla anılan bir kumandanlık kurma kararı aldı. Önceleri Kuzey Afrika’nın bir kısmı Ortadoğu’dan sorumlu USCENTCOM’a bağlı iken geri kalan kısmı Avrupa’dan sorumlu olan USEUCOM’a bağlı idi. USAFRICOM’un görevi Afrika kıtasında terörizm ile mücadele etmek, doğal kaynakları güvence altına almak, silahlı mücadeleleri ve insani krizleri kontrol altına almak olarak tanımlanmaktadır. Henüz hiçbir Afri-
51
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
Yemen Üzerinde Amerikan Emelleri ka ülkesi USAFRICOM’un topraklarına yerleşmesine izin vermiş değil. Belirsizlik yüzünden USAFRICOM’un merkezi şimdilik Almanya’nın Stuttgart şehrinde bulunuyor. Bununla birlikte, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 16.12.2008 tarihinde aldığı 1851 sayılı kararla, uluslararası meşruiyeti daha da kuvvetlendiren deniz haydutluğu ve silahlı soygun ile daha etkili uluslar arası mücadele yapılabilmesi kapsamında, ABD öncülüğünde, 08.01.2009 tarihinde CTF–151 olarak adlandırılan bir Müşterek Görev Gücü’nün kurulması kararlaştırılmıştır. Amerika, Afrika’dan Avrupa egemenliğini kaldırma sürecinde, bölge üzerinde çalışmak üzere Çin’e de bir alan açmıştır. Çin’in Afrika’da enerji üzerindeki yatırımları özellikle dikkat çekmektedir. Hâlbuki Çin’in yayılmacı bir dış siyasetinin olmadığı tarih boyunca bilinen bir gerçektir. Burada Avrupa’ya karşı Amerikan ve Çin ittifakından söz etmek mümkündür. Özetle, Yemendeki durum, yerel sorunları istismar eden küresel bir çatışmayı göstermek-
Şubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
tedir. Amerika, bu sorunları istismar ederek, Britanya’nın adamı Ali Abdullah Salih’in otoritesini sindirmeye çalışmakta ve bir taraftan da El-Kaide bahanesiyle Yemen’e askeri varlığını pekiştirmenin ve arttırmanın hesabını yapmaktadır. Yemen dünyanın en stratejik bölgelerinden biridir ve halkı da Müslüman’dır. Bu durum “Yemen’de askerlerimiz niçin öldü? Bir türlü anlayamıyorum” diye soran Türkiye’deki generaller için gayet açıklayıcı ve aydınlatıcı bir cevap olabilir. O halde hiç durmadan orduları toplamalıdırlar ve Yemen’i zapt-u rapt altına almaya çalışan muasır! Sömürgeci, kâfir medeniyet güçlerine karşı ve bu güçler elinde oyuncak olmuş muasır! ajan Yemen yönetimine karşı bu orduları harekete geçirmelidirler. Bu da Türkiye Ordusu’na Ergenekon lâbirentinden çıkmaya ve geçmişin hatalarını telafi etmeye yönelik bir ışık vermekte ve aynı zamanda da Allah ve Rasulü’ne itaat etmeleriyle, kıyamete kadar tüm Müslümanların hayırla yâd edeceği komutanlar zümresinden olmalarına bir fırsat vermektedir.
52
Murat ALBASAN
T
arih kitapları bugüne kadar o kadar çok şey yazdı ki, insan okumakla bitiremez. Neler olmadı ki şu insanlık tarihinde. Nice imparatorluklar kuruldu ve nice firavunlar geldi geçti. Hepsi de tarihin karanlık sayfalarına gömüldüler. Ne kavimler geldi geçti şu dünyada. Hepside tarih olup gittiler. Kim bilir insanlık neler gördü bunca zaman diliminde. Ne sarsıntılar, zorluklar, kötülükler vs. Ama tarih 3 Mart 1924’ü gösterdiğinde hiç şüphesiz genelde insanlık ve özelde Müslümanlar hayatlarında en büyük sarsıntıyı yaşayacaklardı. İslam artık o andan itibaren hayat sahasından kalkacak ve bir devlet otoritesi, bir koruyucu ve bir kalkan olmaktan çıkıp, belli olmayan bir süre için oda tarih olacaktı. (Tarih olacaktı diyorum çünkü her şeyi yoktan var eden Rabbimiz, bizlere İslam’ın tarihi kapatacağını vaad ediyor.) İşte o andan itibaren tarih en kanlı sayfalarını yazacak ve bir zamanlar dünyaya hükmeden, ona adaleti götüren İslam Ümmeti, en seçkin Ümmet iken müstemlekelere boyun eğecekti. Müslümanlar başsız bir gövde misali kanayıp duracaktı. Ta ki...
İşte gerek İslam’ın Devleti’nin yeryüzünden kaldırılmasında, gerekse sömürgeci kafirler arasında İslam topraklarının taksim edilmesinde, hiç şüphesiz baş aktör olarak Büyük Britanya namı diğer “üzerinde güneş batmayan imparatorluk” göze çarpmaktadır. İlga edilene kadar Osmanlı Hilafet Devleti dünyada birinci devlet konumunda idi. Lakin İngiltere çeşitli oyunlarıyla ve işbirlikçileri sayesinde İslam’ın kalesini yıkmış ve en nihayetinde takriben iki asırlık bir çalışma sonrasında dünyada birinci devlet olma konumuna erişmiştir. Tabii ki buna en önemli yardımcı etken de İslam’ı artık bir ideoloji’den ziyade, ruhani bir din olarak görüp tüm olan bitenlerin yanında sessiz kalan, basireti bağlanmış İslam Ümmeti’nin suskunluğu idi. İslam Ümmeti’nin bu suskunluğu sayesinde İkinci dünya savaşına kadar İngiltere dünyada birinci devlet olma konumunu korumuş ve fakat bazı sebeplerden dolayı artık dünya arenasında yalnız başına değildi. Zira Alman Nazi Devleti’nin güç gösterisinden sonra -daha sonra yenilgiye uğrasa da- İngiltere cid-
53
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
Özür Bahane, Strateji Şahane di bir güç kaybına uğramıştı. Çünkü Almanlar çok güçlü idi ve onları yenmek ve bastırmak onları ciddi manada yormuştu. Tabii kendisi uzun ve zor bir savaştan çıkmış ve bu savaştan galip ayrılmak uğrunda ciddi bir güç kaybına uğramıştı. Tabi ki ABD’nin desteği olmadan bunu yapabilmesi mümkün değildi. Kendisinin bu zaafını gören Amerika, hiç şüphesiz İngilizlerin bu kan kaybından yararlanarak, gerek ağır sanayide ve gerekse siyasi arenada ciddi adımlar atmış ve dünya siyasetine soyunduğunu apaçık bir şekilde savaşa müdahale ederek kendini göstermiştir. İkinci dünya savaşından sonra artık ABD siyasi çalışmalarını hızlandırmış ve İngiltere’ye meydan okuyup rakip olmuştu. Türkiye Cumhuriyeti açısından bu iki gücün siyasi rekabeti sonucu ilk olarak ABD 50’li yıllarda Menderes vasıtasıyla ve NATO bahanesiyle buraya nüfuz edebilmiş. Her ne kadar çalışmalarını daha önce başlatmış ise de ancak bu tarihten sonra İngilizci derin devlete ezeli rakip olmaya elverişli hale gelmiştir. Menderes, Özal derken uzun bir çalışma ve çatışma sonrasında aradan yarım asır geçtiğinde, en sonunda Erdoğan ile büyük vurgunu yapabilmiştir. Fakat buraya gelene kadar nice girişimleri sonuçsuz kalmış ve İngilizci Ergenekoncu yapı onu darbelerle ve farklı uygulamalarla her seferinde bozguna uğratmıştır. Ama tarih 21. asrı yazdığında dengeler bozulmuş ve Amerika artık dünya kamuoyunda birinci devlet olmakla beraber geçmiş son asırda İngiltere’nin çizmiş olduğu tüm sınırları da yeniden çizmeye ve nüfuzunu tüm dünyaya yayarak tek güç ve söz sahibi olmaya karar vermiştir. Amerikan’ın, AKP ile Türkiye’de yakalamış olduğu başarı sadece Türkiye’de Ergenekoncu yapıyı sıkıştırmak ve güç kaybına uğratmakla kalmadığı aşikâr. Her ne kadar başta Türkiye’deki İngilizci köklü yapıyı ortadan kaldırarak bölgeyi ele geçirmek istese de, Amerika bu gün bunu aşarak çok daha kapsamlı ve global işlere imza atmak istiyor. Bunu da hiç şüphesiz şu an iktidarda olan AKP hükümeti vasıtasıyla oluşturmak istiyor. Böylelikle bırakın Amerika’nın AKP üzeŞubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
rinden Türkiye’deki nüfuzunu artırmayı, bugün Türkiye üzerinden Orta Doğu’ya açılmayı amaçlıyor. Fakat bunu tam manasıyla başarmış değil. Bu yüzden Orta Doğu’daki planlarını bir an evvel gerçekleştirmek için hızla sadece Türkiye’de değil uluslararası bir çalışma ve diploması trafiği göze batmaktadır. İşte Yahudi varlığının özür dilemesi meselesini tam burada ele almak gerekiyor. Konumuzun aslına girmeden önce kısaca Amerika’nın Türkiye üzerinden nerede ve neler gerçekleştirmek istediğine bir bakalım. Son zamanlarda dikkatinizi çekmiştir, çevremizdeki birçok ülke ile vizeler kaldırıldı. Ulaşabildiğimiz her yerde devletlerarası sıkıntıları gidermek üzere barış için aracı oluyoruz. Osetya, Suriye ve en son İran buna örnek gösterilebilir… Tabii ki birde tüm Orta Doğu’nun ortak sıkıntı noktası olan Filistin meselesinde olduğu gibi adeta bir Ağabey Devlet konumuna yükselerek, ciddi bir uluslar arası prestij sahibi olmak gibi… Aslında burada değindiğimiz bu meselelerle yetinebiliriz. Zira ABD’nin asıl hedefi Türkiye’yi Orta Doğu’da, Orta Asya’da ve Kuzey Afrika’da Ağabey Devlet yapmaktır. Sanırım saydığım bölgeler BOP VE GOP ile ilintili olduğu açık. Afganistan, Irak ve en son AfPak konusunda ABD’nin nasıl bir sıkıntıya daha doğrusu bir bataklığa düştü aşikâr. Onun uzun vadeli hedefi bölgeden çıkmak ve sırtında taşıdığı kamburu atarak bölgeyi kendisinin izinde tam bir itaat ve teslimiyet ile Türkiye’ye yani AKP’ye teslim etmek. Tam da burada komşularla sıfır sorun meselesi olsun, Filistin meselesindeki Davos çıkışı, Orta Doğu’dan Türkiye için gel Halifemiz ol! seslerinin yükselmesi olsun, Türkiye doğuya mı kayıyor gibi batıdan gelen sahte nidalar olsun… hepsi de hiç şüphesiz bir anda gelmiş olması tesadüf değil, bilakis AKP için hazırlanmış ve ona üstleneceği görevde yardımcı olabilmek için tezgahlanmış bir oyundur, başkası değil. Tabi bunu yapabilmesi için önce kendi sınırları içinde sıfır sorunu oluşturabilmesi gerekir ki, dışarıda rahatlıkla ve örnek olarak Ağabey Devleti işlerini yapabilsin, Baba Devlet için
54
Özür Bahane, Strateji Şahane gerekli başarıları elde edebilsin. Burada da PKK meselesi gündeme gelir ki en önce halledilmesi gereken işlerdendir bu. Önce Kürt sonra Demokratik ve en sonunda da Birlik ve Kardeşlik açılımı. İşte bu ve buna benzer meseleleri halletmek için oluşturulmuş Amerikan projelerinden başka bir şey değildir. Türkiye kendi içinde PKK, Alevi-Sünni, Asker-Sivil gibi sorunlarını başarı ile hallederse kendisi için şimdiden hazırlanan ve biçilen rolünü dışarıda dış devletlerde de tam teşekküllü bir şekilde hayata geçirebilecektir. Şimdi bu çizgi üzerinde en son oluşan Yahudi Varlığı “israil” ile Türkiye arasında cereyan eden sürtüşmeye bir göz atalım. “İsrail” Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon’un, kendisine nezaket ziyaretinde bulunmaya gelen Türkiye’nin Tel Aviv Büyükelçisi Oğuz Çelikkol’un elini sıkmaması, alçak bir koltuğa oturtması krize neden oldu. “İsrail” Bakan Yardımcısı’nın nezaket sınırlarını aşan ağırlaması skandalı adım adım şöyle gelişti: Türkiye’nin Tel Aviv Büyükelçisi Oğuz Çelikkol, “İsrail” Dışişleri Bakan Yardımcısı olarak yeni atanan Ayalon’a 14 Ocak’ta nezaket ziyaretinde bulunacaktı. Türkiye’deki Büyükelçiler Konferansı’ndan dönen Çelikkol’a beklenmedik bir telefon geldi ve görüşmenin 11 Ocak’ta olup olamayacağı soruldu. Çelikkol nezaket ziyaretinde bulunacağı için bu talebe olumlu yanıt verdi. 11 Ocak’ta saat 15.00’de başlayan ve yaklaşık yarım saat süren görüşme “İsrail“ Parlamentosu Knesset’te oldukça küçük bir odada gerçekleşti. Büyükelçiye oturması için odadaki tek alçak koltuk gösterildi, çevresinde ise kendisinden yüksek kalan sandalyeler vardı. Bir nezaket ziyareti olduğu için de odada bayrak bulunmasına da gerek yoktu zaten(!). Konuşmadaki diyalog ise ister gazeteciyle ister büyükelçiyle olsun zaten alçakta oturan büyükelçiyi daha da alçaltmak hedefli ve içerikli idi. Bunun akabinde ise gerek Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, gerek Başbakan Erdoğan ve bazı Devlet Bakanları hemen tepkilerini ortaya koydular. Tepki derken aklınıza sakın
ciddi bir şey gelmesin. Eğer “İsrail” özür mektubu göndermemiş olsa idi, Abdullah Gül’ün ortaya koyacağı en büyük tepki büyükelçiyi çekmek olacaktı. Nitekim bir özür mektubu geldi, fakat bununla yetinilmedi ve en nihayetinde ikinci özür mektubu ile Hükümet tatmin oldu. Bu esnada yok gerçekten özür dilenmedi, yok özür dilendi diye bir hava estirildi. Ama bu çokta önemli değildi aslında. Çünkü gerek Türkiye basınında ve gerekse dış basında bu mesele Türkiye’nin yani AKP’nin ciddi bir hamlesi olarak yansıtıldı ve Davos çıkışında (çıkmazında) olduğu gibi yine kahraman ilan edildik. Dolayısıyla kamuoyunda da bu özür meselesi Türkiye’nin “İsrail’e” karşı bir galibiyeti olarak yer buldu. Aslında bu olup bitenler çok ciddiye alınacak meseleler değil. Bizleri bu hususta ilgilendirmesi gereken asıl mesele böyle bir olayın neden meydana geldiğidir. Ne ilginçtir ki yine AKP bir taş ile ikiden fazla kuş vurmaktadır. Peki kimin sayesinde?! Meselenin iç siyasette yansımasına baktığımızda tam da erken seçim meseleleri dillendirildiğinde adeta muhalefete cevap niteliğinde yansımış olmasıdır. AKP bu husustaki tavrıyla muhalefetin önünde neredeyse bir dokunulmazlık kazandı. Türkiye de zaten bir gün süren gündem bu vesileyle anında yine değişmiş oldu. Birde tabi önümüzdeki yılın seçim yılı olduğunu da dikkate alırsak bu olaylar yine AKP’ye prim kazandıracağını da söylersek yanılmış olmayız. Orta doğuda ise yine Türkiye ciddi bir şekilde itibarını artıra bildi ve uzun vadeli olarak kendisi için biçilmiş rolü için bir ön hazırlık mahiyetindedir. Zira bu hususta sadece kendi kamuoyumuz değil Orta Doğu’da ve diğer bölgelerdeki kamuoyları da hazırlanmaktadır. İnsanlar bu tarz olaylarla en son özür meselesinde olduğu gibi sadece Amerikan’ın tezgahlamış olduğu plan ve entrikalara maruz bırakılıyor ve ciddi bir dezenformasyona tabi tutuluyor. Birde diğer İslam beldelerindeki işbirlikçi yöneticileri hesaba kattığınızda mesele çok daha farklı bir boyut kazanıyor. Zira
55
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
Özür Bahane, Strateji Şahane bu meselelerin Ortadoğu’da yer bulması ve yayılması bunlar olmaksızın düşünülemez. Son zamanlarda Amerika’nın “İsrail”i yalnız bırakması sonucu “İsrail”in bölgede gücünü biraz yitirmesine yol açmış olması lazım ki “İsrail” bu duruma düşebildi. Zira biliyoruz ki Amerika olmaksızın “İsrail” hiçbir şekilde bölgede bu denli küstah, vahşice ve aynı zamanda emri vaki olamaz. Kendisi Amerika sayesinde ümmetin kalbinde bir karakol teşkil etmektedir. Ümmetin içinde bir hançer! Şu sıralar yalnız kalması hasebiyle 1948’den beri ilk defa “İsrail” bir başka devletten özür dilemek zorunda kalmıştır. Daha önce ise böyle bir şey söz konusu olmamıştı. Bilinmektedir ki “İsrail”-Filistin meselesinde de Amerika ve İngiltere arasında bir husumet yaşanmaktadır. Bu husumet tek devlet ile ikili devlet meselesinde düğümlenmektedir. İngiltere tek bir devlet çatısı altında Filistin’e özerklik tanırken Amerika Filistin’in bir bağımsız devlet olması yönünde çalışmaktadır. Hal böyle olunca Amerika bu özür meselesi üzerinden Türkiye’ye “İsrail”e aslında kendi adına kızmak, tabiri caizse kulağını çekmek için izin vermiştir. Bir başka ifadeyle ABD’den Türkiye’ye bir jest! Bu son özür dileme vakıasında dikkatleri çeken bir husus vardı ki o da bazı haberlerde “İsrail”in özür dilemeyeceği yönünde veya başka bir haberde “İsrail”in ilk özür mektubundan sonra başka bir özrünün olmayacağı yönünde idi. Hatta bazı haberlere göre aslında “İsrail”in özürden ziyade bir daha ki sefere böyle bir konuşmayı daha diplomatik bir şekilde yapacağına yönelik vaatte bulunması idi. İşte bu tarz haberler “İsrail”in içindeki İngilizci kanadın bu olup bitenlerin karşısında bir serzenişi olarak kabul edilebilir. En nihayetinde haberlere konu olan Amerikan’ın istediği şekilde “İsrail”in özür dilemiş olmasıydı. Çünkü bu şekil Türkiye gerek kendi kamuoyu önünde gerekse uluslararası kamuoyu önünde yıldızı bir daha parlatılmış ve birçok açıdan Amerika’nın istediği şekilde bir seferde ciddi bir iş yapmış oldu. Amerika’nın izni ve talimatı olmaksızın ne Türkiye göstermelikŞubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
te olsa “İsrail”e diklenebilir ne de “İsrail” bu tarz özür dilerdi. Talimatlar noktasında bazı incelikler göze çarpmaktadır. İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman resmi bir ziyaret için gittiği Kıbrıs Rum kesiminde, Türkiye ile yıllardır iyi ilişkiler içinde olduklarını, İsrail’in Türkiye ile çatışma istemediğini, ancak Türkiye’nin de İsrail’e karşı saygı göstermesi gerektiğini söylemişti. Yine Akşam 18:45 sıralarında İsrail Dışişleri kaynaklarından bir açıklama gelmişti ve açıklamada, “Türkiye’den daha fazla özür dilemeyeceğiz. Bu son kararımız“ denilmişti. Fakat saat 20:30 sıralarında ise Tel Aviv’den ikinci mektubun ulaştığı haberi geldi. Uluslararası haber kuruluşları haberi “İsrail, Türkiye’den özür diledi” diye duyurdu. Türk Dışişleri kaynakları ise Ayalon’dan gelen mektupta “Türk Halkı ve Büyükelçi Çelikkol’dan özür dilediği”ni bildirdi. Aynı saatlerde İsrail başbakanı Netenyahu “Umarım sorun çözülmüştür” açıklamasını yaptı. Yine Haaretz gazetesinde yer alan bir başka makalede, bölgedeki kritik konumu sebebiyle İsrail için kritik önem taşıyan Türkiye ile var olan diyalogun kopmaması için, Başbakan Benjamin Netanyahu’nun araya girmesi gerektiği belirtildi. İsrail’in Washington eski Büyükelçisi Itamar Rabinovich imzasıyla yayımlanan makalede, aşağılamalar ve özür dilemelerle geçen politik krizlerin ardından, İsrail’in ulusal güvenliği için en önemli unsurlardan birini teşkil eden Türkiye ile ilişkilerini ciddi bir şekilde ele alması gerektiği ifade edildi... Rabinovich, Türkiye ile olan ilişkilerin meyveleri hemen toplanamayacak olan zor ve karmaşık bir görev olduğunu ve Netanyahu’nun Türkiye’yi gündeminin üst sıralarına koyması gerektiğini vurguladı. Aslında bu haberler ve makale kendi başına her şeyi ifşa ediyor. Meselenin tamamen ABD’nin gözetimi altında cereyan ettiği bir hakikat. Bu minvalde gerek Abdullah Gül’ün özür dilenmezse Büyükelçiyi çekeriz veyahut Büyükelçi Oğuz Çelikkol’un “Ne dediğini anlasaydım, anında terk ederdim. İngilizce yansıttığı hava başkaydı.” diye tepki göstermesi -ki bunlara tepki diyebilirsek- gerçekten çok cılız. Bu aynı Davos çık-
56
Özür Bahane, Strateji Şahane mazındaki One Minute ile eş değerde bence. Müslümanlar genel olarak Filistin’de özelde ise Gazze’de kan ağlarken binlercesi hunharca katledilirken şu tepkiye bakın! Böyle bir durumda hala Büyükelçiniz orada. Özür gelmezse Büyükelçi çekilecekmiş. Yahudi Varlığı onca kardeşimize kıyarken kimi taktı ki senin büyükelçini taksın?! Hele Büyükelçinin tavrı daha gülünç... neymiş İngilizce yansıttığı hava başkaymış! Ne havasıysa? Demek o “alçak koltukta” rakımı ne kadar düştüyse konuşma esnasında beynine yeterince oksijen gitmemiş olsa gerek ki utanmadan böyle bir demeçte bulunabiliyor. Dışişlerinden gelen demeçte ayrı bir kahramanlık destanı! Özür dilendiyse sorun çözülmüştür! Ne çözüldü acaba?! Mesele aynı Davos’ta da olduğu gibi sadece şahsi bir şekilde cereyan ediyor. Erdoğan kendine yeterince zaman tanınmadığı için öfkelenmişti şimdi de ise Büyükelçiye yapılanlar Cumhurbaşkanını ve hükümeti öfkelendirdi. Ama medyaya Türkiye’nin yaptıkları Filistin için “İsrail”e yapılan bir haykırış olarak lanse ediliyor. Akan kan hala devam ediyor. Acaba Türkiye Cumhuriyeti’nin ortaya koymuş olduğu herhangi bir tavrından dolayı Filistin’de bir damla kan akıtılması engellendi mi?! Tam tersine hiçbir şey değişmedi. Aksine Ehud Barak Türkiye’ye geliyor ve İsrail Hava ve Uzay Sanayisi’yle Türkiye Savunma Bakanlığı arasındaki anlaşmayı bağlayacak ve bu anlaşma insansız uçakları da kapsayacak. İsrail sanayi şirketleriyle Türkiye arasındaki yaklaşık 1 milyar dolarlık ticaret hacmini büyütmeyi de hedefliyor. Çelikkol üç ay önce göreve başladığında, İsrail’le ticareti 8 milyar dolara çıkarmayı hedeflediklerini söylemişti. Savunma Bakanı Vecdi Gönül de Türkiye ile “İsrail” arasındaki savunma alanındaki ilişkilerin iki ülke yararına olduğunu dile getirdi ve yapılan ‘stratejik ortaklıkların’ önemini vurguladı. Gönül, “Aynı çıkarlara sahip olduğumuz sürece birlikte çalışacağız. Çıkarlarımız bu şekilde yönlendirdiği sürece her alanda işbirliği yapmak isteriz” dedi. İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak’ın Türkiye ziyareti ile ilgili “İsrail” Savunma Bakanlığı üst düzey temsilcileri
yabancı medyaya açıklamalarda bulundu; “Türkiye bizim stratejik ortağımızdır.” Binaenaleyh toparlayacak olursak Amerika bir zamanlar 50’li yıllarda Türkiye’ye nüfuz etmeye çalışırken bugün bunu aştı ve Türkiye üzerinden orta doğu, orta asya ve kuzey Afrikaya kadar bölgelere nüfuz etmeye çalışıyor. Bu minvalde bu son özür dileme hadisesi AKP için hazırlanmış bir tezgâhtan başka bir şey değil. Bunun vasıtasıyla AKP hem iç ve hem dış siyasette imajını oluşturdu ve uzun vadeli olarak kendine biçilen rolde Ağabey devlet olarak hazırlığını pekiştirmiş oldu. Önümüzdeki zamanlarda daha birçok böyle olaylarla karşılaşacağımız kesin. Zira Erdoğan üzerinden gerçekleştirilmek istenen bu plan gerçekten büyük bir hainlik. Sadece Türkiye’yi değil tüm ümmeti ilgilendiriyor. En basitinden yarın Amerika orta doğudan çıktığında sizce onca başlatılmış savaş ve zulüm kime kalacak dersiniz? İslam topraklarından Baba çıkarsa işler Ağabeye kalır. Sonrasını düşünmek bile istemiyorum. O vakit geldiğinde şu günlerimizi bile arayacağımız da bir hakikat. Umulurki Amerika’nın İslam topraklarındaki İngiliz güdümlü ajanları kaldırma ve aynı zamanda onun çizmiş olduğu sınırları yeniden şekillendirme girişimleri boşa çıkar da bugün bunun için AKP’nin ve doğal olarak Türkiye’nin bu emeller doğrultusunda yıldızının parlatılması İslam Ümmetinin hayırlarına vesile olur. Unutmayalım ki son bayrak Türkiye’de düştü. Eğer bizler Müslüman olarak basiret ve feraset sahibi olursak Amerika’nın bu hazırlığını İkinci Raşidi Hilafet Devleti’ni kurmak için kullanabiliriz ama bundan önce hem başımıza haram yollarla getirdiğimiz yöneticilerin ve hem de sömürgeci kâfirlerin üzerimizde nasıl bir oyun oynadıklarının farkına varmamız lazım. Unutulmamalıdır ki Allah Azze ve Celle eğer dilerse bu dini facirlerin eliyle de yüceltebilir. َّ ِيز َ َو َما َذل ٍ ِعز َ ِك َعلَى الل ِه ب “Bu, Allah’a zor değildir.” (Fatır 17)
57
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
Halime AYDIN
A
llah’ın kendisine akıl lütfedip, yaratılmış diğer varlıklardan üstün ve şerefli kıldığı insan, hayati bir sınava tabii tutulmak üzere gönderildiği dünya hayatı gereği, hemcinsleri ile bir takım ilişkiler yürütür. Bu ilişkilerin sağlıklı olması, insana yaraşır bazı erdemleri doğurması için olmazsa olmaz temel ilkeler vardır. Dürüstlük, empati kurmak, derin düşünmek, nefsi reaksiyonlar göstermemek gibi. Bu genel çerçeve ile beraber, özel olarak Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın bu ilişkiler için gönderdiği ölçülere göre hareket etmek en önemlisidir. Bu ölçüler çerçevesinde sürdürülen karşılıklı alakaların sonucunda ise güven duygusu açığa çıkar. İnsanın yaşamı gereği oluşan bu alakaları, nefis, arzular, tamahkârlık, menfaatçilik, bencillik gibi insanı sefil bir varlık haline getiren bu duyguların yönlendirmesi, karşılıklı güven duymayı yok eder. Nitekim bu olumsuz duyguların insanlara hâkim olduğu günümüzde de böyle olmuştur. Bu yüzden, Müslümanlar Şubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
bile birbirlerine güven duymadıkları, birbirlerinin kuyusunu kazdıkları bir toplumsal hayata mahkûm edilmişlerdir. Hâlbuki Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, Müslüman’ı şöyle tanımlamıştır; Abdullah b. Amr RadiyAllahu Anh’dan Rasulullah Aleyhi’s Selam şöyle buyurmuştur: “Müslüman, Müslümanların elinden ve dilinden güvende olduğu kimsedir… “ Bugün ise Müslümanlar, birbirlerine güven duydukları, ırzlarını, mallarını birbirlerine rahatça emanet edebilecekleri bir toplumsal hayatı, imkânsız diye niteleyebilmektedirler. Hâlbuki eğitimde, ekonomide, siyasette, insan hayatını ilgilendiren her alanda İslamî kuralların tatbik edildiği dönemlerde bu yaşanmıştır. Müslümanlar birbirlerinden emin oldukları bir hayatı solumuşlardır. Tarih buna şahit olmuştur. Müslümanların birbirlerine olan güvenlerinin zayıflaması gibi, dinlerine olan güvenlerini de sarsılmıştır. İslam’ın çağımızda bü-
58
Kurumlar Arası Çatışma Topluma Nasıl Yansımaktadır? tün problemleri çözebilecek bir din olmadığı düşüncesinin, Müslüman zihinlere empoze edilmesi, farkında olmadan Müslümanların bunu kabullenmesi sonucunu doğurmuştur. Hâlbuki İslam, her türlü problemi, insan fıtratına aykırı olmayacak şekilde, beraberinde huzuru ve güveni getirebilecek bir şekilde çözebilecek ve genişleyebilecek bir dindir. Bu özelliği ile de tek ideolojidir. Tarih, buna da şahit olmuştur. Fakat ne yazık ki, bu duygunun şiddetli sarsıntılar ile sarsılmasının faturası ağır olmuştur. Buna rağmen, bugün dünya üzerinde kapitalizme olan güven de, onun uygulayıcılarına olan güvende sarsılmış vaziyettedir. Dünyanın her yerinde kaos, kargaşa ortamı hakimdir. Yine her yerde Müslümanlar kurtuluş çareleri arar durumdadırlar. Hareket halindedirler. Böyle olduğu halde, hâla Müslümanlar İslam’a olan güvenlerini tam olarak kazanmış durumda değillerdir genel olarak. Eğer ki bu din, her yönü ile yeryüzünde uygulanma imkanı bulursa, İslam’ın güzelliğine şahit olunursa işte o zaman Müslümanlar dinlerine olan güvenlerini tekrar kazanacaklardır inşaAllah. Bu sebeple son yıllarda tartışılan kurumlara olan güvenin azalması meselesine değinelim inşaAllah. . . Bu konu özellikle son günlerde sıkça tartışılan bir konu haline gelmiştir. Örneğin yapılan kamuoyu yoklamalarında TSK her zaman en güvenilir yanıt olmuş iken; halkın “peygamber ocağı” deyip, kabullendiği, güvendiği bu kurumun üzerinde, son yıllarda karabulutlar çökmüştür. Halkın duyduğu bu güveni sarsacak, hatta yok edecek birçok gelişme yaşanmıştır. 16.09.2008 tarihinde A&G araştırma şirketinin yaptığı bir araştırmaya göre de, son yıllarda orduya olan güven, %90’dan %79’a düşmüş durumdadır. Ordu ile alakalı peş peşe çıkan skandallar, halkta ki bu güveni zayıflatmıştır. Bu sonucu doğuran gelişmeler yeni değildir aslında. ABD’nin Türkiye’de lider güç olmak adına yaptığı planlarla, çizdiği projelerle, hamlelerle başlamıştır. Örneğin 1993 yılında Bingöl’de teröristlerce yolu kesilen 33 asker katledilmişti. 15
yıl sonra ise, Ergenekon operasyonu ile bu olay tekrar gündeme gelmişti. İddiaya göre, o dönemde PKK’nın böyle bir eylem yapacağı bilindiği halde, askerler silahsız bir şekilde bölgeye gönderilmişti. Olayı araştıran savcı “böyle bir olayın yaşanacağını herkes biliyordu” şeklinde iddiaları desteklemişti. Bu olay gibi, 3 Ekim 2008 tarihinde, 15 askerin ölümü ile sonuçlanan, Aktütün saldırısı ve ardından çıkan ordunun saldırının olacağını bilebile ihmalkâr davrandığı şeklinde haberler de, çok tartışılmıştı. Yine geçtiğimiz ay, Arınç’a suikast iddiası ve takip olayları, gündemi epeyce meşgul etmişti. Bu tartışmaların devam ettiği bir ortamda, -kurucusu itiraf ettiği halde- Genelkurmay’ın “JİTEM yok” açıklaması, ardından Jandarma Genel Komutanlığı’nın “Var ama yok” şeklinde ki ne olduğu anlaşılmayan ifadeleri de, güveni zedeleyen vakıalardan biri idi. Tabi ki orduya duyulan güvenin azalması noktasında Ergenekon soruşturmasının, önemli bir katkısı vardır. Bu soruşturma ile akıl almaz iddialar ortaya atılmıştır. Bundan kasıt, karşı tarafın daha fazla nüfuz elde etmesi yönünde ki engellerin kaldırılması olduğu aşikârdır. Yoksa bu soruşturma, halkını düşünen, anaların ağlamasını istemeyen, tayyib/ temiz bir hükümetin, halkını üzecek olanlara fırsat vermemek adına yaptığı bir soruşturma değildir elbette. Bu soruşturma ile beraber, annelerin evlatlarını emanet ettikleri paşaların, komutanların nasıl kuyular kazdıklarını halk öğrenmiştir. Bu dava halen sonuçlanmasa da, var olan hukuka göre bu kimseler suçlu sayılmasalar bile, halk olayın bu boyutunda değildir. Ortaya çıkan iddialar karşısında sarsılmıştır. “Evlatlarımız kimlerin uğruna kurban ediliyor” diye sormaya başlamıştır. Olaya karşı cepheden de bakmakta yarar vardır. Orduya yönelik bu yıpratma girişimleri, psikolojik asimetrik savaş (!) taktiklerine karşılık, hükümete yönelikte aynı taktikler ile bir yıpratma operasyonu uygulanmaya çalışılmaktadır elbette. Orduya duyulan güvenin azalmasının yanında, halkın hükümete de artık güvenemediğini gözlemleyebiliriz. Özel-
59
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
Kurumlar Arası Çatışma Topluma Nasıl Yansımaktadır? likle son günlerde farklı kesimlerinin hükümete yönelik eleştirileri, eylemleri, isyanları da bunu göstermektedir. Halkın açılım sürecine yönelik heyecanı da ilk günkü gibi değildir artık. Bu süreci desteklemeyen çevrelerin, süreci sabote etmek adına gerçekleştirdiği saldırılar, şişirilen umutların havasını dindirmiştir. Bu çerçevede hükümet, yine mazlumları oynamıştır oynamasına ama fazla mazlumiyet de “iktidar olunduğu halde muktedir olamamak” şeklinde yansıdığından, hükümete yönelik güven de baltalanmıştır. Aynı durum, hükümetin başörtü yasağını kaldırmak maksadı ile yaptığı sözde girişimlerin sonucunda da yaşanmıştır. İslami hassasiyetleri olduğunu düşünerek, Ak partiye oy veren kesimlerin güveni, bu olayla da bir kez daha sarsılmıştı zaten. Yine geçtiğimiz kasım ayında gerçekleşen, yargı mensuplarının TİB tarafından dinlenilmesi olayı -telekulak skandalı- ile ilgili meclis tarafından hazırlanan önergede, “Demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye`de, geçmişte bu tür olayların yaşanması, toplumda demokrasiye olan güvenin zedelenmesine yol açmaktadır” şeklinde bir itirafta bulunulmuştur. . Kurumları etkisi altına almış devletlerin, Müslüman toprakları üzerindeki nüfûs etme çabalarının, çekişmelerinin halka yansıması işte bu şekilde olmaktadır. Onlar çatışırken, farkında olmadan sistemlerini zayıflatmaktadır. İnsanların ne bu sistemin partilerine, ne hukukuna, ne ekonomisine, ne de ordusuna güveni kalmamıştır artık. Her zaman menfaatleri uğruna kullandıkları halk, hiçbir tarafa güvenemeyecek bir duruma gelmiştir. Demokrasinin ütopik bir rejim olduğu, demokrasi havarilerinin elleri ile gerçekleştirilen vakıalarla da desteklenmektedir. Kurumların birbirlerine olan öfkeleri, hala “var mı, yok mu” diye tartışılan çatışmaları, Müslüman halkın uyanmasına vesile olacaktır inşaAllah. Buna rağmen insanlar, bir daha ki seçimlerde aynı partiye oy verirlerse eğer, muhakkak ki bu bir alternatifsizlikten dolayı olacaktır. Alternatifsizliğin hissedilmesi ise, alternatif aramaya sevk edecektir. Bu arayışların karŞubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
şısında şüphesiz bu insanların özlerinde var olan dinleri çıkacaktır. Demokratik sistemin insanları kalkındıracak bir sistem olduğunu kanıtlayabilmesi için verilen süre dolmuştur. Seksen küsür yıldır, bu anlamda hiçbir başarı sağlanamamıştır. Başarısızlıklarını, insan hakları, hürriyetler, demokrasi gibi kavramların arkasında saklayan sistemin sakladıkları gün yüzüne çıkmaktadır artık. Tüm bunlar Müslümanlar için, hayırlı gelişmelerdir inşaAllah. Zalimlerin tuzakları ters tepmektedir halk boyutunda. İnsanlar bir yandan hayatın pahalılığı karşısında, varlık içinde yokluk çekmektedirler. Sahip oldukları zenginlikler yabancılara adeta hibe edilmektedir. Buna rağmen ardarda gelen zamlar, kaşıkla verip, kepçe ile alan hükümetin gerçek yüzünü göstermiştir. Tüm bunların üzerine birbiri ardına gelen skandallar, kurumlar arası uyumsuzluğun had safhaya ulaşması, halkı derin düşünmeye sevk edecektir inşaAllah. İnsanlar tüm bu sıkıntıların, çekişmelerin beşeri nizamlardan kaynaklandığını idrak ettiğinde, İslam’a olan güvenleri geri gelecektir. Canlı, dipdiri bir ümmet halini alacaklardır. Şeksiz bir güven, Ebu Bekir’in Rasul’e duyduğu güven gibidir. “O ne söylüyorsa doğrudur” diyebilmek gibidir. İşte böyle bir güven, insanın aciz yapısı gereği, onun aklı ile üretilmiş sistemler eli ile asla sağlanamaz. Bu devenin iğne deliğinden geçmesi kadar imkânsızdır. Nasıl ki kapitalizmin yakın gelecekteki sonu kaçınılmazdır; İslam’ın da insanlığın şifa bulacağı tek reçete olduğu kaçınılmaz olarak kabul edilecektir inşaAllah. َوَت َو َّك ْل َعلَى اللَّ ِه َو َك َفى بِاللَّ ِه َوكِيل “Allah’a tevekkül et, vekil olarak Allah yeter.” (Ahzap 3) َّ ُم اللَّ ُه َربِّي َعل َْي ِه ْ َو َما ُ اخ َتلَ ْفتُ ْم فِي ِه مِن َش ْي ٍء َف ُحك ُ ْم ُه إِلَى الل ِه َذلِك ُ ُْت َ ِإو�ل َْي ِه أنِيب ُ َت َو َّكل ”Hakkında ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyin hükmü Allah’a aittir. İşte bu, Rabbim Allah’tır. Yalnız O’na tevekkül ettim ve dönüşüm ancak O’nadır.” (Şura 10)
60
Yusuf YAVUZKAN
B
aşkanlığının dokuzuncu ayında Nobel Barış ödülüne layık görülen Obama, yeni stratejisi bağlamında Afganistan’a takviye 30.000 asker gönderme kararı aldıktan bir hafta sonra Norveç’in başkenti Oslo’da düzenlenen törende ödülünü aldı. Nobel Komitesi Başkanı, tören sırasında bu ödülü Obama’ya niçin verdiklerini açıklarken, dokuz aylık bir başkanın vâki olmayan icraatlarından elbette bahsetmedi. Aksine, açıldığında destek verdiği, başkan olunca söz verdiği halde vazgeçmediği, hatta son stratejisiyle daha da şiddetlendirdiği kanlı savaşlarının “barış için” olduğu/olacağı sözüne, bu savaşlara son vereceğine dair vaadine binaen verdi. Obama’da tören sırasındaki konuşmasında Afganistan, Irak, Pakistan, vb. yerlerde doğrudan, pek çok yerde de dolaylı olarak milyonlarca insanın ölümüne -ki sadece Irak’ta 1
milyondan fazladır-, on milyonlarca insanın yaralanmasına, yakınlarını kaybetmesine, kendi ülkelerinde ve başka ülkelerde mülteci konumuna düşmesine (Afrika’da yaklaşık 15 milyon mülteci ve en az 5 milyon Filistinli de başka ülkelerde mülteci), yüz milyonlarca insanın sömürülmesine ve aç bırakılmasına yol açan ve buna halende devam eden bir devletin başkanı olduğunu unutarak; kendisini bir barışsever ve bu mücrim devletini de bir bakıma özgürlük savaşçısı olarak yansıtma çabasına girişti. Teoride bu ödül, fiilli icraatlara veya somut başarılara layık görülmeliyken, Obama’nın mazhar olması, bol keseden içi boş laflara dayalı demagojik vaatlerinde kâfî olduğunu gösteriyor. Belki Obama sadece başkan olduğu için değil, geçmişten gelen tutarlı siyasi tavırları, başarıları veya idealleri için layık görüldü
61
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
Obama ve Nobel denebilir, oysa Obama tumcuları olma unvanıbaşkan oluncaya kadar na layık olmuşlar ve bu Velhasıl sözde barış ödülünün pek öne çıkmayan bir sehortumculuğun güçlü sözde bu barışsever Amerikan natör, senatör oluncaya aracı olarak ilk kez icat kadar da pek nam salmış ettikleri boru hattı sistebaşkanına verilmesindeki tutarolarak tanınmayan sıramini Bakü-Batum arasısızlık öyle göze battı ki, yapılan dan bir avukattı. Hayır, na kurmakla nam salmışanketlere göre Amerikan halObama Bush’un despot lardır. Dinamitin mucidi kının %60’ı da bu ödülün niçin dönemine ve çılgın pode yine bu kardeşlerden Obama’ya layık görüldüğüne litikalarına son verdiği Alfred Nobel’dir. Bu anlam veremedi. ve küresel çapta yeni bir profil, adlarını verdikleumut doğurduğu için ri bu ödülün ardındaki bu ödüle layık görüldü de denemez. Bir nevi kirli ve çirkin yüzü göstermeye yetmez mi? Bush dönemini bitirmiş görünse de o dönemYetmezse bu barış ödülü daha önce alanlara de ve daha öncesinde temelleri atılmış küresel bakalım. Unutmadan, Time Dergisi de geçen stratejileri, devlet politikaları ve devlet aygıtsene, Obama’yı 2008 için “yılın adamı” seçlarına kök salmış evangelist yeni muhafazakâr mişti. güç odaklarının devletin rotasını belirlemedeABD eski başkanı Woodrow Wilson, İngiki rolünü değiştirmiş değildir. Değiştirmediği liz maşası Milletler Cemiyeti sayesinde kazangibi buna niyetlide değildir. Niyetli olduğu var dığı itibar ve gündeme getirdiği sözde barışçıl sayılsa bile buna muktedir de değildir. Zaten prensipler nedeniyle bu ödülü almıştı ama o yüzden derin güç odaklarının muvaffakiyeo bir savaşseverdi; Meksika sahilini bombatiyle başkan olabilmiştir. Onun “Yes, we can” ladı, Haiti ve Dominik Cumhuriyeti’ni işgal diyerek, Amerika gibi ırkçılığın yaygın olduiçin asker gönderdi, Birinci Dünya Savaşı’nda ğu bir ülkede ten rengine rağmen bu konuma Avrupa’yı mezbahaneye çevirdi. İslam’a, yükselmiş olarak ve benzeri makyaj araçlarıyMüslümanlara ve dünyanın ve ülkesinin mazla güçlü bir umut dalgası oluşturduğu söylelum insanlarına karşı işlediği sayısız cürümler nebilir. Ne var ki başkanlığının üzerinden üç hariç! ay bile geçmemişken hatta 20 Şubatta başkanYine ABD eski başkanlarından Theodore lık yemini bile etmeden önce takındığı tavırlar Roosvelt’de, Japonya ile Rusya arasında bir ve sergilendiği duruşlar (mesela Gazze saldıbarış arabuluculuğu yaptığı için bu ödülü rısına suskun kalması ve Guantanamo’yu kaalmıştı, ama o da bir savaşseverdi. Küba’yı patmaması gibi) çok geçmeden ona bağlanan İspanya’dan kurtarıyormuş gibi görünerek umutları söndürmüş, yerine karamsarlığa ve işgal etmiş, Filipinleri zaptetmek için yapılan nafile beklentilere bırakmıştır. kanlı savaşı yönetmiş, orda 600 zavallı köylüVelhasıl sözde barış ödülünün sözde bu yü katleden generali tebrik etmişti. İslam’a, barışsever Amerikan başkanına verilmesindeMüslümanlara ve dünyanın ve ülkesinin mazki tutarsızlık öyle göze battı ki, yapılan anketlum insanlarına karşı işlediği sayısız cürümler lere göre Amerikan halkının %60’ı da bu ödühariç! lün niçin Obama’ya layık görüldüğüne anlam Ve ABD eski dışişleri bakanlarından, diploveremedi. masi duayeni olmakla meşhur Henry KissenGerçekten bu hiç şaşırtıcı değil, çünkü bu ger da, Vietnam Savaşı’nı bitiren anlaşmayı tutarsızlık ne ilk ne de son olacak. Bu ödüle imzaladığı için bu ödülü almıştı, ama o da bir adını veren zevatın kimliği ve daha önce bu savaşseverdi. Üstelik bitirdiği için ödül aldığı ödülü almış şahsiyetler, hakikati anlamamıza o savaşın başlıca mimarlarından biriydi ve Viyardımcı olur. Nobel kardeşler -ki iki kardeşetnam, Laos ve Kamboçya’daki katliamlarda tir- Azerbaycan petrollerini keşfedip ilk horNixon’la birlikte hareket etmiş, bariz bir savaş Şubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
62
Obama ve Nobel suçlusuydu. İslam’a, Müslümanlara ve dünyanın ve ülkesinin mazlum insanlarına karşı işlediği sayısız cürümler hariç! Hatırlanacak olursa, AKP’nin kapatılması konusu gündemdeyken, partinin kapatılması halinde Erdoğan’ın bu ödüle aday gösterileceği haberleri yayılıyordu. Keza daha sonraları hükümetinin gösterdiği aktif bölgesel ve yerel arabuluculuk çabalarından ötürüde bu ödüle aday gösterileceği ihtimalinden bahsediyordu. Erdoğan’ın aday gösterilmek istendiği, Allah bilir belki de bir gün gösterileceği o ödül işte bu ödüldür. Amerika’ya ayak basar basmaz, yahudi lobilerinin yalnızca halis dostlarına verdiği ödüllerden birine layık görülmesine bakılırsa, günlerden bir gün Nobel’i de alması pek şaşırtıcı olmayacak, kimlerin, nelere, niçin layık görüldüğü gerçeğini görmeye yarayacaktır.
وه إِن ُ ُم َواللّ ُه َو َرُسولُ ُه أَ َح ُّق أَن يُ ْر ُ ُم لِيُ ْر َ َي ْحلِ ُف ُض ْ ضوك ْ ون بِاللّ ِه لَك كَانُوْا ُم ْؤ ِمنِين “Sizi razı etmek için Allah’a yemin ederler. Eğer onlar mü’minlerse (mü’min olsalardı). Halbuki Allah ve Rasûlü, razı edilmeleri için daha çok hak sahibidir.” (Tevbe 62) Sözlerimize Rus yazar Anton Çehov’un şu ibretlik tasviri ile son verelim: “Eğitim, sanat ve ifade özgürlüğü şiarı altında engizisyondan bile daha korkutucu bir tür kurbağa ve timsah gelecek iktidara; dar kafalı, kendinden başka doğru tanımayan, aşırı ihtiraslı, vicdanın zerresine sahip olmayan bir tip olacak bu! Şarlatanlar ve kuzu postunda kurtlar yalan söyleyebilecek ve kalplerinde asıl olanı hep gizleyecek.”
63
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
ları vardı ve kendilerine Amerika’ya tam bir sadakat içerisinde olduğu halde Pakistan’daki yönetim nizamıyla nasıl bağlantı kurabilirsiniz ve Amerika’nın Pakistan yoluyla sizleri öldürmesinden korkmuyor musunuz denildiğinde Amerika’ya sadık olsa bile Afganistan’ın Pakistan yönetimiyle bağlantıya geçmesinin kendilerine zarar vermeyeceğine bilakis kendi maslahatları için ondan istifade edeceklerine inanıyorlardı! Daha sonra görüldü ki Pakistan yöneticileri, Pakistan’ın yer ve göğünü Taliban yönetimine karşı Amerikan saldırısının hareket noktası yaptılar ve önce Afganistan daha sonra da Veziristan içindeki varlıklarını sonlandırdılar. - Amerika, Afganistan’da gerçek bir çıkmazın içerisindedir. Zira NATO çerçevesinde haçlı müttefik kuvvetlerindeki 20 bin askerle birlikte “70” bini aşkın kuvvetine rağmen güvenliği eline geçirememektedir. Bu çıkmazı ise 2009’un sonlarında daha da artmış ve Obama, otuz bin Amerikan askerinin yanı sıra NATO adı altında da yedi bin yeni asker daha gönderileceğini ilan etmiştir. - Güvenliği sağlamak amacıyla Afganistan’a yönelik uluslararası güçlerin arttırılması önerisi, yanıltıcı bir öneri olup Afganistan’da kesin bir askeri zafer gerçekleştiremeyecektir. Aksine Afganistan, imparatorluklara mezar olacaktır.
Afgan Hükümetinin Mücahitlerle Olan Müzakereleri Zehirle Karıştırılmış Bir Bal Şerbetidir. Batı, fotoğrafın karesinden kendisini gizlemeye çalışsa da haber ajansları; Batılı liderlerin izniyle Taliban, İslami Parti ve özellikle Taliban’ın lideri Molla Ömer ile yapılan müzakereler hakkındaki Karzai’nin açıklamalarını yayınladı. Ümmetin bu hususta aşağıdaki noktaların farkına varması gerekmektedir: - Bu müzakerelerdeki esas “aktörler” Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Pakistan hükümetleridir. Kimileri, İslam’a yakın olduklarını iddia etmelerinden dolayı onlar hakkında hayır zannında bulunsalar da bu yöneticilerin Batı’ya olan sadakatleri ile yakınlıkları İslam’a olan sadakat ve yakınlıklarının daha ötesindedir. Siyaseti takip eden herhangi bir kimsenin Suudi Arabistan ile Pakistan’ın bu dosyayı Amerika’yı razı etmek ve ona boyun eğmek için uyguladığı gözünden kaçmaz. - Talibanlar çok çetin savaşçılar olup Afganistan’daki birçok güvenlik noktalarını ellerine geçirmişlerdir. Dolayısıyla onlar, bu yönden oldukça güçlüdürler. Ancak korkulan o ki düşmanın onlara siyasi uyanıklık yönünden yaklaşmasıdır. Zira Afganistan’ın yöneticileriyken Pakistan ile güçlü şekilde bağlantıŞubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
64
İslami Beldelerden Haberler - Taliban ile İslami Parti’nin müzakerelere girmesi, tavizler dehlizine girmek demektir. Bu müzakereler, ister görüşmeler isterse düzenli ve akşam yemeği toplantıları olarak her ne şekilde adlandırılırsa adlandırılsın bunların hepsi de müzakerelere bir giriştir ve zehir karıştırılmış bal şerbetini içmektir. - Kısacası Amerika, her iki ülkede uğradığı hezimetler ile kayıplardan sonra Irak bataklığından çıkmak istediği gibi Afganistan bataklığından da çıkmak istemektedir. Hele ki Amerikan kongresi, artık boş yere dahası ağır kayıplar vererek Afganistan’da kalmaktan dolayı huzursuz olmaya ve şikâyete başlamışken. Ancak aynı zamanda o, Afganistan’da kendisine sadık, kendisiyle anlaşma halinde, kendi nüfuzunu ve çıkarlarını koruyan ve güvenlik yükünü hafifleten bir hükümet olmasını da istemektedir… Nitekim Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Pakistan ve Afganistan’ı müzakereler yoluyla Taliban ile İslami Parti’ye zehir karıştırılmış bal şerbeti sunsunlar diye birer müzakereci kanat yapmıştır. Taliban ile İslami Parti’nin, Amerika çekilmeden önce ister doğrudan Amerika ile olsun isterse ajanları ile olsun müzakerelere girmesi Taliban’ın, doğrudan ya da dolaylı olarak gitgide Amerika’ya sadık bir yönetime ortak olmasını sağlayacaktır. (Hizb-ut Tahrir Afga-
dırlar. Kuvvetli adamlara ve nitelikli silahlı güçlere sahip olmasından dolayı Amerika sık sık Pakistan’a bel bağlamıştır. Zira Afganistan’daki stratejik çıkarlarını ve Orta Asya’daki enerji çıkarlarını güvence altına almak için ona bel bağlamasının yanı sıra onu, hasımları olan Çin ve Rusya’ya karşı da bir ileri karakol olarak kullanmıştır. Keza hasmı Sovyetler Birliği, Afganistan’a saldırdığında Amerika, Afganistan’a yönelik Sovyet saldırısına karşı koymaları ve Sovyet işgalini nihai olarak bitirmeleri için kabileler bölgesinin adamlarına özellikle de Veziristan’ın adamlarına önderlik etmelerinde de Pakistan istihbarat elemanlarına bel bağlamıştır. Bu defa Amerika’nın kendisi, Afganistan’a saldırıp işgal etmek isteyince bunu, Pakistan havaalanlarını kullanan bombardıman uçakları ve mücahitlerin yerlerini tespit etmede kendisine yardımcı olan Pakistan istihbarat kurumlarının iş birliği sayesinde başarmıştır. Bunun yanı sıra Pakistan, Amerikan kuvvetlerine yakıt ve lojistik destek de temin etmiştir. Bugün Amerika’nın Pakistan kuvvetlerine acilen ihtiyacı vardır. Çünkü Afganistan’daki durumu, Veziristan’daki mücahitlerin karşı saldırılar düzenlediği uzun senelerin ardından sarsılmıştır. Gelişmiş öldürücü silahlara sahip olan Amerikan kuvvetleri, özellikle Veziristan’da olmak üzere basit silahlarla donanımlı kabileler bölgesindeki silahlı Müslümanlara karşı koyacakları bir cesarete de ihtiyaç duymaktadırlar. Amerikan yönetimi Afganistan’a daha fazla asker göndermek için yanıp tutuşurken Amerika’nın Avrupalı müttefiklerinden ise kuvvetlerinin Afganistan’dan çekilmesinin zorunluluğuna dair sesler yükselmektedir. Amerika’nın durumu kırılgan olmakla birlikte ordu safları içinde Pakistan’ın askeri operasyonlarına yönelik karşıt duygular da yükselmektedir ki bu, bugünlerde İslami ümmetin tamamının derinliklerine kök salmış bir duygudur. Zira Amerikalı Gazeteci Yazar “Saymir Hiraşi’nin” 2009 kasım ayında Amerika’daki karar çıkaran dairelere dağıttığı “Pakistan
nistan Medya Bürosu)
Zerdari Rejimi, Ülkeyi Hedef Alan Patlamalar ve Suikastlar Kampanyasında Amerika ile Gizli İttifak Yapıyor. Kadınları, çocukları, öğrencileri, yaşlıları, gençleri, polis elemanlarını ve Veziristan’daki askeri operasyona katılan askerleri hedef alan cürüm patlamaları kampanyası Pakistan’ı bir enkaza çevirmektedir. Zerdari’nin iddiasının aksine menfur bomba patlamaları kampanyası, Afganistan’ı işgalinde Pakistan ordusunun yardımını güvenceye alabilmek amacıyla Amerika’nın yaptığı bir iştir. Müslümanlar, dünyanın dört bir tarafında bayramı kutlarlarken Veziristan’da on binlerce Müslüman, aşırı soğukta yeri yatak göğü yorgan edinerek açıkta uyumaktalar ve açlıktan kıvranmakta-
65
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
İslami Beldelerden Haberler Nükleer Tesisini Savunmak-Nükleer Silahı Korumak Mümkün mü?” başlıklı araştırmasında şöyle geçmiştir: “İslamabad’a hakim olmaya göz diken Taliban, en büyük yada tek tehlike değildir. Ama en büyük tehlike Hizbut Tahrir’in Pakistan ordusu içinde olası bir darbe yapmasında yatmaktadır… Nitekim Obama yönetimi içerisinde üst düzey bir siyasetçi Hilafet Devleti’ni kurmayı hedefleyen Sünni bir hizb olan Hizb-ut Tahrir’in söz konusu darbeyi yapmasını beklemektedir… Artık Hizb-ut Tahrir, Pakistan ordusuna sızmış ve içerisinde kendisine ait hücreler kurmuştur.” Evet, pek çok askerin bu askeri operasyonlara karşı çıkmasına veya Müşerref yönetiminden şu ana kadarki dönemde ordu saflarında istifa etmelerine yol açan şey Pakistan ordusu içerisindeki bu duyguların yükselmesidir. Amerika, Pakistan ordusunu Veziristan’da savaşmaya itmek için direnişin görüntüsünü çirkinleştirmek amacıyla Irak ve Afganistan’da yaptığı operasyonlara benzer şekilde Pakistan içinde patlama eylemleri ve suikastlar yapmaları için özel katliam şirketlerini kullanması gibi aşağılık yöntemler kullandığı gibi Amerikan istihbarat kurumları da ordu ile mücahitler arasındaki çatışmayı tutuşturmak için silahlarını işgalci haçlıların göğüslerine doğrultmak yerine Pakistan silahlı kuvvetlerindeki Müslüman kardeşlerinin göğüslerine doğrultmaları amacıyla onları kandırmak için bazı Taliban unsurlarının arasına sızmıştır. Eğer Zerdari rejimi olmasaydı Amerika’nın patlama ve suikast eylemleri gerçekleştirdiği kampanyası başarılı olamazdı. Zira Zerdari rejimi, Amerikalılara ofisler, ikmal depoları, Amerikalıların kaldığı Paşaver’deki otel ve Amerika’nın şu anda kolaylıkla bir ikmal deposu olarak kullandığı ve başkanının bile bazı bölümlerine vakıf olmasına izin verilmediği polis akademisi gibi Amerikan istihbarat birimleri ile özel katliam şirketlerine güvenli evler temin etmiştir. Yine Zerdari rejimi, gelişmiş silahlar ile fotoğraf makineleri taşıyan Afgan elbisesiyle gizlenmiş sahte plakalı bir arabayla giderken İslamabad’da tutuklanan dört Amerikalının serbest bırakılması için hüküŞubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
metin müdahalede bulunması Amerikan hareketliliğinin himayesini de sağlamıştır. Hükümet, Amerikan varlığını örtmek için yalana başvurmuştur. Zira İçişleri Bakanı Rahman Malik, şirketin ismini “Hizmet İçin Xe” olarak değiştirdiğini ve şu anda Pakistan’da çalıştığını bilmesine rağmen Pakistan’da Blackwater Şirketi’nin olmadığını vurgulamıştır. Yazıklar olsun bu hükümete yazıklar! Bu özel şirketler şehirde çalıştıkları sürece Amerika’nın patlama ve suikast kampanyasının Paşaver’in kalabalık çarşılarındaki yüzlerce kadını ve çocuğu hedef alması şaşırtıcı değildir ve bu şirketlerin İslami Üniversite’nin Şeria Fakültesi’nde okuyan İslamabad’daki öğrencileri hedef alarak onları birer cesede dönüştürmesi de olasılık dışı değildir. Bu olaylar deryasında alimler ile askerlerin, Amerikan istihbaratçılarının sokaklarda tamamen özgürce dolaşmasına izin veren hükümetin tutumu karşısında ciddi bir tavır takınması beklenmektedir. Pakistan ordusunu Amerikalıların yerine savaşmaya teşvik etmek için Zerdari hükümetinin Amerikalılara verdiği başka bir hizmet daha var ki o, Afganistan üzerinden girerek kabileler bölgesindeki direnişin yanında savaşan Hintli unsurların olduğunu iddia etmesidir. Oysa Hindistan, Amerika Afganistan’a saldırıp işgal ederek ajanı Karzai’yi Afganistan başkanı olarak dikene kadar hiçbir gün Afganistan’a ayak basmayı başaramamıştır. Ancak Zerdari’nin bu kozu kullanmasındaki maksadı, Hint varlığını bitirmek değildir. Bilakis Amerika’yı kurtarmak için silahlı kuvvetleri savaşa teşvik etmektir. Nitekim bu durum, bölgedeki Amerikan varlığına son vermeye çağıran küresel seslere iştirak etmek yerine Dışişleri Bakanı Şah Mahmud Kurşi’yi Hindistan’ı savaşa ortak olmakla suçlamaya sevketmiştir. Çünkü o, Müslümanların kanlarını elleriyle akıtmakta Amerikan planlarını uygulayan Amerikan ajanı Zerdari’yi bırakmak istememektedir! Ey Pakistan’daki Müslümanlar! İşte bu, Veziristan’daki Amerikan savaşının iğrenç hakikatidir. Daha önce Sovyetler
66
İslami Beldelerden Haberler Birliği ile İngiliz İmparatorluğu’nun başına geldiği gibi Amerika da Veziristan’daki cesur Müslümanların darbelerinin basıncı altında hezimete uğrayacaktır. Hele ki Amerika’nın müttefikleri, kendisini terk etmeye ve kuvvetleri korku prangalarına vurulmuşken. Bu durum ise Amerika’yı kendisine yardım etmesi için Pakistan ordusuna başvurmaya itmiştir. Ancak Amerika, kendisine İslami duyguların kök salmasından dolayı istediklerini yapmaya hazır olmayan bir Pakistan ordusuna toslamıştır. Böylece vahşi hayvanların bile yapmaktan hâyâ ettiği bir seviyeye düşerek Pakistan ordusunu, katilin de maktulun da Müslümanlardan olduğu, yüz binlerce kişinin evlerinden tehcir edilerek soğuk ve açlıktan dolayı ölümle karşı karşıya kaldığı bir savaşın içine sürüklemek için patlama ve suikast eylemleri yapmıştır. Tüm bunlar ise Amerika’nın Orta ve Güney Asya’daki Müslümanlara hegemonya kurabilmesi ve bölgedeki ülkelerin servetlerine sahip olabilmesi içindir. Müşerref gibi aç gözlü müfsit Zerdari ve zebanileri de sizlerin kuvvetlerini düşmana ve şerir savaşına karşı kullanmak yerine düşmanınızın yanında yer alarak bu vahşi kampanyanın sizlere zarar vermesine imkan verdiler. Böylece dünyevi kazanımlar uğrunda kâfir efendilerine hizmet ettiler. Dolayısıyla bu ajan yöneticiler, dünyanın yedinci büyük ordusuna ve nükleer silaha sahip olmasına rağmen bu İslam beldesini bir alev topuna dönüştürmeye hazırdırlar. El-Hak Tebarake ve Te’alâ şöyle buyurmaktadır: ُّ ار ِ ار ال َْب َو َ أَل َْم َت َر إِلَى الَّذ َ َو َم ُه ْم َد ْ ِين َب َّدلُوْا ن ْ ِع َم َة اللّ ِه ُك ْف ًار َوأَ َحلوْا ق ار ُ َر َ س ا ْلق َ َوَن َها َوِب ْئ ْ َج َهنَّ َم َي ْ صل “Yoksa sen görmedin mi, Allah’ın nîmetini, küfrân ile değiştirip kendi toplumlarını helâk yurduna sürükleyenleri?! Cehennemdir onların yaslanacakları yer ve orası ne kötü bir karargâhtır!” (İbrâhîm 28-29) Ey Pakistan’daki Müslümanlar! Şu an, bu trajik durumu değiştirebileceğimiz, düşmanların ve ajanların tahtlarını başına geçirebileceğimiz altın bir fırsattır. Yani Amerika’ya, Irak ve Afganistan’daki Müslümanlara savaş açmış, Hindistan’a saldırıların-
da destek vermiş ve şu anda da Pakistan’da fitne ve kaosun fitilini tutuşturan düşman bir devlet muamelesi yapmalıyız. Dolayısıyla Amerikan elçiliği ile konsoloslukları kapatılmalı, istihbarat kurumları ile özel güvenlik şirketleri kovulmalı, ordusuna lojistik ikmal veya istihbarat bilgi paylaşımı temin edilmesine veya onunla her türlü askeri işbirliğine son verilmeli, kabileler bölgesinde dönen savaş durdurulmalı, Amerika’yı Afganistan’dan çıkmaya zorlamak için silahlı kuvvetlerimiz sınır dışına yığılmalıdır. Dünyadaki tüm Müslümanları birleştirecek ve kâfirleri dost edinen ajanlar ile münafıkları ifşa edecek olan işte bu askeri yığınaktır. Zira Allah [Subhanehu ve Te’alâ] şöyle buyurmaktadır: ِين أَ ْول َِياء َ ُون ا ْلكَافِر َ ِين َيتَّ ِخذ َ ِيما الَّذ َ َب ِّش ِر ال ُْم َنا ِفق ً َه ْم َعذ ُ ِين ِبأَ َّن ل ً َابا أَل َّ َّ َ ِيعا ِ مِن ُد َ ِين أ َي ْب َت ُغ َ ون ال ُْم ْؤ ِمن ً ون ِعن َد ُه ُم ا ْلعِزَة َفإِ َّن العِزَة لِلّ ِه َجم “Münâfıklara kendileri için çok elîm bir azap olduğunu müjdele! Onlar ki müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinirler. (Bunu yaparak) yoksa onların yanında izzet mi arıyorlar? Muhakkak ki izzetin tamamı Allah’a aittir.” (en-Nisâ 138-139) Ve şöyle buyurmaktadır: َّ يا أَي َّ َ ِين آمنُوا ُون إِل َْيهِم َ ُم أَ ْول َِياء تُ ْلق َ َ َ َ ُّها الذ ْ ال َتت ِخ ُذوا َع ُدوِّي َو َع ُد َّوك ِّْحق َ اءكُم م َ ِّن ال َ بِال َْم َوَّد ِة َوَق ْد َك َف ُروا ب َ ِما َج “Ey îmân edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları, sevgi göstererek onları dost edinmeyin! Halbuki onlar size gelen hakkı inkâr etmişlerdir.” (elMumtehine 1)
Düşmanınızın farkında olduğu gibi bu gayenin ancak Allah [Subhânehu ve Te’alâ]’nın inzal ettikleriyle hükmedecek muhlis bir halifenin liderliği gölgesinde gerçekleşeceğini sizler de fark etmelisiniz. O halde ey Müslümanlar! Pakistan’ı Hilafet’in irtikaz noktasına, İslamî ümmetin tamamının Amerika ile Hindistan’a şeytanın vesvesesini unutturacak bir ders vermeye, ümmetimizi trajedi ve kaostan kurtarmaya muktedir süper bir devletin altında birleşmesinin başlangıç noktasına dönüştürmeye hırs gösteriniz ki böylece güvenliğin, refahın ve gücün olduğu tarihi bir dönemi başlatmış olasınız. (Hizb-ut Tahrir-Pakistan)
67
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
Blackwater’in bulunduğunu inkar ettiği ve onun faaliyetlerini gizlediği gibi CIA’nın gizli operasyonlarını da inkar etme ve gizleme niyetinde midir? 2- Zerdari-Gilani rejimi, insansız uçakların Pakistan rafinerilerinden yakıt tedarik etmesinde ve Pakistan içerisindeki güzergahlar ile askeri üstleri bu muharip operasyonlar için kullanmasında hala ısrarlı mıdır? Ayrıca şöyle yazdı: “… Şüphesiz bugün gerçek cürüm Zerdari-Gilani rejiminin, Müslümanların kanlarını akıtmayı, kaos, korku, terör oluşturmayı ve Pakistan’da istikrarsızlığı kapsayan eylemlerinde onlara ortak olmasıdır.” “Aynı hafta içerisinde Revalpindi mescidinde bir cürümün gerçekleşmesi ve hükümetin Amerikan destekli terörün Pakistan’da yayılması karşısında hiçbir tavır takınmaması gerçekten bir hıyanettir.” “Hizb-ut Tahrir ve Müslümanlar, Müslümanları katleden insansız uçaklar ve bombalar gibi Obama’nın yumuşak sözlerinin gizlediği şeylere şahit olmaktadırlar.” “O halde şimdi iflas etmiş bu rejimi kaldırıp bir tarafa atmanın ve yönetimi Müslümanların maslahatlarını Kur’an ve Sünnete göre müdafaa edecek muhlis bir lidere, yani Halife’ye teslim etmenin zamanı değil midir? Bu da bölge ebediyen Amerikan destekli terör-
Hizb-ut Tahrir’den, Amerika’nın Pakistan’daki Gizli Operasyonlarına Dair Yeni Kanıtlar Hakkında Üst Düzey Bir Temsilcinin Muhasebe Edildiği Açık Bir Mektup Hizb-ut Tahrir / İngiltere Dr. Abdulvahid, İngiltere’deki Pakistan “Yüksek” Temsilcisi Vacit Şems-ul Hasan’a Amerikan İstihbarat Servisi’nin [CIA] gizli operasyonları da dahil Amerika’nın Pakistan içerisindeki düşmanca hedeflerine dair yeni kanıtlar hakkında bir mektup yazdı. Zira “New York Times” gazetesindeki Obama Afganistan’daki “Dalgalı” Planına Nasıl Ulaştı başlıklı Pakistan ile alakalı makalede şöyle demiştir: “Sayın Obama ve danışmanlar, Pakistan sınır bölgelerindeki radikallerin takibinin artırılması olasılığını öne sürmüşler ve son olarak da uçakların vurması gereken bölge çapının genişletilmesiyle diğer gizli operasyonlara dair CIA’nın talebini onaylamıştır. Ancak marifet henüz garanti edilmemiş olan Pakistan’ın onayının gerçekleşmesinde olacaktır.” Dr. Abdulvahid mektubunda şöyle dedi: “Mevcut Pakistan liderliğinin buna karşı sessiz kalması imkansızdır. Çünkü kesin ve kararlı bir şekilde harekete geçilmesinin dışında her şey komplocu bir eylem olacaktır. Binaenaleyh bizler şu hususların bilinmesini istiyoruz: 1- İçişleri Bakanı Rahman Malik, Pakistan’da Şubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
68
Batıdaki Müslümanlardan Haberler den kurtulacağı şekilde bu güvenlik, istihbarat ve yarı askeri örgütleri Pakistan’dan söküp atacak ve her türlü lojistik desteği durduracak olan bir politika demektir.” (Hizb-ut Tahrir Britanya
Tahrir’e yönelik öfkesini ve tekerrür eden çarpıtma kampanyalarını açıklamaktadır.” “Şayet Dannatt’ın yorumları muhafazakar partinin fikirlerini yansıtıyorsa bu onların, Washington’daki “Terörizme karşı savaş” teorisyenlerini ve mühendislerini takip ettiklerine dair başka bir teyittir ve Cameron’a bağlı muhafazakarları İslami alemin, İslam’ın yönetimdeki büyük rolüne ve sömürgeciliğin boyunduruğundan kurtulmaya doğru ilerleme istekleri karşısında neredeyse ebedi bir savaşa bağlanacaklarının göstergesidir ki bunlar, (Müslümanların) Hilafet’in geri gelmesine yönelik özlemlerinin büründüğü iki husustur.”
Medya Bürosu)
Cameron’un Savunma İşlerinden Sorumlu Danışmanı, Hilafet’e Saldırıda Bush-Blair Çizgisini Takip Ediyor. Cameron’un Savunma İşlerinden Sorumlu yeni danışmanı General “Sör” Richard Dannatt, 05 aralıkta “Telgraf’ın” yayınladığı makalede şöyle dedi: “Yeterli cesarete sahip olan bu kimselere göre İslamcıların uzak ve net hedefini açık bir ifadeyle itiraf etmek gerekirse o; Güney Asya, Orta Doğu, Kuzey Afrika hatta Güney ve Güney Doğu Avrupa’ya kadar uzanan tarihi İslami Hilafet’i yeniden başlatmaktır.” “Gölge hükümetinin” İçişleri Bakanı Kars Jerilnj’in Neo-Muhafazakar Düşünce Kuruluşu “Heritage Foundation” ile konuşmaya gittiği aynı hafta içinde General Dannatt’ın yorumları, Cameron’un Temmuz 2009’daki “İsrailli” muhafazakar dostlarına yapmış olduğu aynı yorumlarının devamı niteliğindedir. Zira o zaman Cameron, Birleşmiş Milletler raporu birer savaş suçu olarak tanımlamasına rağmen “İsrail’in” Gazze’deki katliamını, “İsrail” sivillerin hayatlarını koruma uğrunda mücadele ediyor sözleriyle methetmiştir. Hizb-ut Tahrir’in İngiltere’deki Medya Temsilcisi Taci Mustafa, General Dannatt’ın yorumunu şu sözleriyle değerlendirdi: “Bu yorumlar, Tony Blair, George Bush ve Donald Rumsfeld gibi savaş tüccarlarının lügatini yansıtmaktadır ki bunların hepsi de İslami alemde büyük bir desteğe sahip olan Müslümanların tekrar İslami Hilafet’i kurma özlemlerini çarpıtmak için terörizme karşı savaşı haklı göstermişlerdir.” “Cameron’un savunma işlerinden sorumlu üst düzey danışmanın bu yorumları, Cameron’un neo-muhafazakarlarla olan bağlantıları ve “İsrail’in” Gazze’ye yönelik saldırısını hoş görüyle karşılaması ile eş zamana denk gelmesi, Müslüman düşmanı katı harici siyasi bir tutumu yansıtmakta ve Hizb-ut
(Hizb-ut Tahrir Britanya Medya Bürosu)
İsviçre’de Minarenin Yasaklanması, Batılı Değerler Manzumesine Elveda Etmektir. İsviçre halkının minare inşasının yasaklanmasını oylaması, ifade özgürlüğü ve hoşgörü gibi çok meşhur olan Batılı değerlerin propagandasını yapanların tutumlarını açığa vurmaya sevk etmesi bakımından açık ve net bir şekilde gerçekleşmiştir. Diğer bir ifadeyle bu oylamanın sonuçları karşısında oldukça zor bir durumdaydılar. Geçen pazar günkü referandum, Batılı ülkelerdeki insanların sistematik olumsuz medya propagandası nedeniyle İslam karşıtı çılgınlığında nasıl bir boyuta ulaştıklarını bir kez daha gözler önüne serdiği gibi Avrupa halklarına kök salmış olan İslam’a ve İslami simgelere nefretin derinliğini de göstermektedir. Böylece kişi, değişim götürmeyen şekilde kökleşmiş olması gereken laik akidesinin mefhumlarını -ki temel direk sayılan inanç özgürlüğü bunlardan biridir- terk etmeye hazır hale gelmektedir. Yani kişi tüm bunları, derinliklerde saklı olan muayyen bir dinin öğretilerine yönelik karşıtlığı boşaltıp rahatlamak için yapmaktadır. Şöyle buyuran Azim olan Allah ne kadar da doğru söylemiştir: ِ ِن أَ ْف َو ورُه ْم أَك َْب ُر َ َق ْد َب َد ِت ال َْب ْغ ْ ضاء م ُ ص ُد ُ ِم َو َما تُ ْخفِي ْ اهه “Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Halbuki kalplerinde sakladıkları (düşman-
69
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
Batıdaki Müslümanlardan Haberler lıkları) ise daha büyüktür.” (Âli İmrân 118) İflasın kanıtı olan referandumun bu sonucu, esası bakımından laikliğin temel ilkelerinin şu ana kadar olması gerekenden daha az yerleştiğini göstermiştir. Yine dikkat çekicidir ki yasağı destekleyenler sadece oy kullanma hakkı olan beş milyonun çoğunluğu değildir. Bilakis İsviçre’nin 26 kantonundan talep edilen çoğunluk da böyledir. Bu kararın taklit edilen bir emsal olacağı, İslami şiarlarını eda ederlerken Avrupa’daki Müslümanlara yönelik baskının ve sıkıştırmanın giderek artacağı açıktır. Zira Müslümanlara yönelik sıkboğaz politikasının giderek arttığını mülahaza ettik. Mesela başlangıçta Müslüman kadınların başörtüsü takma yasağı devlet okullarındaydı, bunun ardından Avusturya “Curtin’de” kubbeli mescitlerin ve minarelerin inşa edilmesi yasaklandı ardından genel hayatta peçe takılması tartışmaya açıldı ve şimdi de İsviçre’de minare yasaklanması üzerinde referandum yapıldı. Müslümanlara deriz ki: Eğer dünyadaki tüm Müslümanların maslahatlarını gözetecek Hilafet, İslami alemde mevcut olsaydı kesinlikle Avrupa’da İslam tartışması başka bir boyut kazanırdı. Dahası aslen böyle bir şeyi çıkaramazdı. Zira bir Arap ülkesi olan Libya, ekonomik ve siyasi baskı sonucunda -İsviçre’nin söylediğine göre- İsveç’i Hannibal Kaddafi’yi açık bir suç işlemesine rağmen serbest bırakmak zorunda bıraktı. O halde Batılı devletler, ekonomik sebeplerden dolayı suçları takip etmeyi bırakmaya hazırsa İslami Devlet tarafından gerekli baskı olduğunda Müslümanların haklarını tanımaya hazır olması daha evla değil midir? Özellikle bu örnek, İslami alemde hatta Avrupa’da ikamet eden Müslümanlar açısından Hilafet’in gerekliliği boyutunu bir kez daha göstermektedir. İslami alemdeki ajan olan bozuk nizamlara ilişkin olana gelince; liderlerin evlatlarının cürümlerini örtmek için ellerinden gelen her şeyi yapmalarına rağmen İslam ve Müslümanların uğrunda hareket etmeyenleri harekete geçirmeye hazır değildirler. Artık kör olanlar için bile açığa çıkmıştır ki bu nizamlar, helak olŞubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
muş ve yok edilmelerinin zamanı gelmiştir. Birer Müslüman olarak bizler açısından bu durum, böylesi bir zamanda son derece önceliklidir. Bu karar, bizleri durup düşünmeye çağırmaktadır. Zira bir yönden bizlere her yerde propagandası yapılan Batılı laik sistem değerlerinin hoş görüsünün sarsıldığını ve yorgun düştüğünü göstermektedir. Bu da Batı hayranlarını İslam’a geri dönmeye sevk eden bir şok olması gerektiği gibi buradaki insanlarla laikliğin akli eleştirel teste tabi tutulduğu fikri tartışmaya girmemize de imkan vermektedir. Diğer taraftan bu oylama; özellikle kendilerine birer lider tacı giydirenler olmak üzere Avrupa’daki bazı Müslümanların temsil ettiği adaptasyon, teslimiyet ve İslami değerlerden taviz verme zihniyetinin başarısızlığa uğradığını ve onları daha fazla taviz vermeye sürükleyeceğini göstermektedir. Bundan dolayı bizlere düşen, kararlılık, izzet-i şeref ve azimle haklarımızı talep etmekle birlikte bu hususta söz birliği yapmaktır ki işte o zaman bunda başarılı olacağızdır. َّ ِب َعلَى أَ ْم ِرِه َولَـك ون ِ ََّر الن َ اس َ َم ٌ “ وَاللّ ُه َغالŞü َ ِن أَ ْكث ُ ال َي ْعل hesiz ki Allah, kendi emrine galiptir, muktedirdir. Velâkin insanların çoğu bunu bilmezler!” (Yûsuf 21) (Mühendis Şakir Âsım-Hizb-ut Tahrir Almanya Medya Temsilcisi)
70
Takiyyuddin En-NEBHANİ Geçen Sayıdan Devam...
genişlemeyi, onların İslamın otoritesine boyun eğmelerini kolaylaştırıyordu. Bu asırdaki Avrupa Hıristiyanları ise prensliklerden, feodal sistemlerin oluşturduğu parçalanmış devletlerden meydana gelmekteydi. Her bir devlet feodallere bölünmüş ve bunlardan her birisi sahip olduğu arazi üzerinde egemen olup otoriteyi kralla paylaşmaktaydılar. Kral ise bu feodalleri savaşmaya zorlayacak güce sahip değildi. Harici işler diye bilinen tüm hususlarda savaşçılar önünde onları temsil hakkına da sahip değildi. Bu durum ise savaşlarda ve fetihlerde Müslümanlara kolaylık sağlıyordu. Orta çağa yani on altıncı asrın sonlarına kadar Avrupa devletlerinin durumu bu hal üzere kaldı. On altıncı asırda yani orta çağda ise Avrupa devletleri İslam devletinin karşısında durabilmek için bir aile oluşturmak için toplanmaya başladılar. Kilise ise bunların üstünde bir yapı oluşturuyor ve Hıristiyanlık dini bunları bir araya getiriyordu. Bu nedenle devletler topluluğundan meydana gelen Hıristiyan kulübünü oluşturmak ve aralarındaki ilişkileri
Devletlerarası kanun ise, Osmanlı Devleti tarafından temsil edilen İslam Devleti’ne karşı kurulmuş, ortaya çıkarılmış bir olgudur. Çünkü Osmanlı Devleti İslam Devleti sıfatıyla Avrupa’ya saldırıyor, Avrupa’daki Hıristiyanlara karşı cihad ilan ediyor, belde belde topraklarını fethediyordu. Bu haliyle Yunanistan, Romanya, Arnavutluk, Yugoslavya, Macaristan, Avusturya’ya hatta Viyana kapılarına kadar genişlemişti. Avrupa’daki Hıristiyanların kalplerine çok şiddetli korku salmış, Hıristiyanlarda İslam ordusunun kesinlikle yenilmeyeceği yönünde bir kanaat bırakmıştı. Zira Müslümanlar öldürüldüklerinde cenneti kazanacaklarına, kadere ve ecele inandıkları için savaşırken ölüme aldırış etmiyorlar, ölümden korkmuyorlardı. Hıristiyanlar ise Müslümanlardaki cesareti ve düşman saflarının arasına korkusuzca saldırmalarını gördüklerinde arkalarını dönüp kaçmaya başlıyorlardı. Bu durum ise Müslümanlara toprakları fethetmeyi,
71
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
Siyasi Mefhumlar kuvvetlendirmek için girişimlerde bulunmaya başladılar. Bu girişimlerden birbirleriyle olan ilişkilerin düzenlenmesinde üzerinde anlaştıkları kurallar ortaya çıktı. Bunlar neticesinde daha sonra devletlerarası kanun diye isimlendirilen husus ortaya çıktı. Devletlerarası kanunun ortaya çıkışının esası Hıristiyan Avrupa devletleridir. İslam Devleti karşısında durabilmek için Hıristiyan bağı esas alınarak Avrupa devletlerinin birleşmeleridir. Bu durum daha sonra devletler ailesi diye isimlendirilen şeyi ortaya çıkarttı. Bu devletlerin fertleri arasında eşitliğin var olduğu, bu devletlerin ortak ideolojilerinin ve ortak değerlerinin bulunduğu, mezhep farklılıklarına göre yüce ruhi otorite ile bu devletlerin tümünün Katolik papaya teslim oldukları gibi birtakım kurallara göre aralarında anlaştılar. Bu kurallar devletlerarası kanunun çekirdeğini oluşturdu. Ancak Hıristiyan devletlerin birliktelikleri başlangıçta etki etmedi. Çünkü üzerinde anlaşmış oldukları kurallar onları bir araya toplayamadı. Derebeylik sistemi hem devlet gücünün yok olmamasıyla hem de dış ilişkilerde bu kuralların doğrudan varlık bulamamasıyla bir engel oldu. Kilisenin devletler üzerindeki tasallutu ise devletleri kilisenin tabileri haline getirdi. Ve bundan kilisenin egemenliği ve bağımsızlığı hususunda olumsuzluk çıktı. Bu nedenle de derebeyler üzerinde üstünlük kurabilmek için devlette çatışma meydana geldi. Bu çatışma devletin üstünlüğü ve derebeylik sisteminin bitmesiyle sona erdi. Aynı zamanda devlet ile kilise arasında da çatışma ortaya çıktı. Bu durum ise kilisenin devletin iç ve dış işleri üzerindeki hâkimiyetinin kaldırılmasına neden oldu. Ancak devlet yine Hıristiyan olarak kaldı. Her işte devletin kilise ile olan ilişkileri devletin bağımsızlığını destekleyecek şekilde düzenlendi. Bu durum ise Avrupa’da güçlü devletlerin ortaya çıkmasına yol açtı. Ancak buna rağmen bu devletler İslam devleti karşısında duracak güce ulaşamadılar. On yedinci asrın ortalarına yani 1648 yılına kadar bu durum böylece kaldı. 1648 yılında Avrupa devletleri Westphalia (Vestfalya) anlaşmasını yaptılar. Bu anlaşma ile Hıristiyan Avrupa Şubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
devletleri arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi için sabit kurallar konuldu ve İslam Devletine mukabil Hıristiyan devletler ailesi oluşturuldu. Bu konferansta devletlerarası kanun denilen klasik kurallar konuldu. Ancak buna rağmen genel devletlerarası kanun niteliğini kazanamadı. Sadece Hıristiyan Avrupa devletleri için devletlerarası kanun oldu. İslam devletinin devletler ailesine girmesine veya devletlerarası kanunun İslam devletine uygulanmasına ambargo kondu. İşte bu tarihten itibaren devletlerarası topluluk denilen şey var oldu. Bunların tümü krallık devletleri, cumhuriyet devletleri veya Katolik ve Protestan ayırımı yapılmaksızın Hıristiyan Avrupa devletlerinden meydana gelmekteydi. İlk etapta bunlar batı Avrupa devletleriyle sınırlıydı. Sonra bunlara diğer Hıristiyan Avrupa devletleri de katıldı. Daha sonra ise Avrupa dışında kalan Hıristiyan devletlerin tümü bu kapsama dâhil edildi. On dokuzuncu asrın ortalarına İslam Devleti’nin iyice zayıflama sürecine girdiği, hasta adam olarak isimlendirildiği döneme kadar İslam devleti üzerindeki ambargo olduğu gibi kaldı. Bu dönemde Osmanlı Devleti devletler ailesine katılma talebinde bulundu fakat bu isteği kabul edilmedi. Daha sonra bu isteğinde fazlaca ısrar etmesi üzerine devletlerarası ilişkilerde İslamın hakemliğinden vazgeçmesi, Avrupa kanunlarının bir kısmını alması gibi Osmanlı Devleti için ağır şartlar koşuldu. Osmanlı devleti ise bu şartları kabul etti ve bunlara boyun eğdi. Devletlerarası ilişkilerde İslam devleti vasfından soyutlandığını kabul etmesinden sonra 1856 yılında Devletler Ailesine girme talebi kabul edildi. Daha sonra ise Japonya gibi Hıristiyan olmayan daha başka devletler de bu aileye girdiler. Bu nedenledir ki 1648 yılında imzalanmış olan Westphalia anlaşmasının devletlerarası kanunun klasik kurallarını düzenlediği kabul edilir. Bu kaidelere göre siyasi ameller ve devletlerarası toplu eylemler belirgin bir şekilde ortaya çıktı. İki düşünce bu kuralların en tehlikeli olanlarını oluşturmaktadır. Bunlardan birincisi “Devletlerarası Denge” düşüncesi ikincisi ise
72
Siyasi Mefhumlar “Devletlerarası Konfeyon kuruldu. Fransa’nın rans” düşüncesidir. genişlemesinin önünde Devletlerarası denge tek devlet olması için Fransız devrimi gerçekleşip özgürlük düşüncesi şudur: HerBelçika Hollanda’ya kave eşitlik düşüncelerine, halkların ve hangi bir devlet geniştıldı ve İsviçre sürekli fertlerin haklarını tanıma esasına göre leme düşüncesiyle bir tarafsız konuma getirilyayılmaya başladığında, Avrupa’nın başka devletin aleyhine di. Bu konferansta alınan siyasi haritasını değiştirme, yeni bir çaba içerisinde bukararların uygulanması devletler oluşturma ve eski devletleri lunduğu zaman diğer için konferansa katılan de yok etme gücüne sahip oldu. İşte devletlerin; savaşların ve devletler arasında bir İslam’ın yayılmasını enanlaşma imzalandı. Bu böylesi bir ortamda Avrupa devletgellemenin kefili sayılan ittifak İngiltere kralının leri devletlerarası denge gerekçesiyle devletlerarası dengeyi muvafakati ile Prusya, toplandılar... korumak üzere genişleRusya ve Avusturya aramek isteyen devletle disında gerçekleşti. Daha ğer devlet arasında bir engel oluşturmak üzesonra Fransa da buna katıldı. Yani diğer devre hemen organize olmaları gerekir. letler üzerinde egemenlik kurabilmek için büDevletlerarası konferanslar düşüncesi yük devletler arasında gerçekleştirilen ittifaka ise şudur: Konferans muhtelif Avrupa devFransa da katıldı. 1818 senesinde ise Viyana letlerinin bir araya gelmelerinden oluşur. konferansının neticelerini tehdit eden herhanAvrupa’nın çıkarları ışığı altında işlerini ve gi bir devrim hareketini bastırmak için silahlı sorunlarını araştırmak için anlaşmalar yapımüdahalede bulunulması hususunda ittifak lır. Daha sonra bu düşünce büyük devletlerin sağlayan Rusya, İngiltere, Prusya, Avusturmaslahatları çerçevesinden dünyanın işlerine ya ve Fransa arasında Ekslaşapel anlaşması bakmak üzere gerçekleştirilen büyük devletimzalandı. Böylece beş büyük devlet devletlerin konferansları şeklinde bir gelişme gösler topluluğu içinde yani Hıristiyan devletler terdi. İşte bu iki düşünce büyük devletlerin ailesi içinde düzeni ve güveni sağlamak için ve sömürgeci devletlerin sultalarını kaldırma koruma heyeti oluşturmuş oldular. Osmanlı yolunda karşılaştıkları zorlukların en önemli devletinin zayıflamasından sonra ise egemenikisini oluşturmaktadır. likleri genişledi ve İslam topraklarının bir kısBu iki düşünce ilk defa on dokuzuncu asrın mını da kapsamına aldı. İslama karşı koruma başlarında Napolyon savaşları zamanında uygerekçesiyle bu devletler birçok müdahalelergulandı. Fransız devrimi gerçekleşip özgürlük de bulundular. 1821 yılında Napoli’ye, 1827 ve eşitlik düşüncelerine, halkların ve fertlerin yılında İspanya’ya 1826 yılında Portekiz’e ve haklarını tanıma esasına göre yayılmaya başla1840 yılında da Mısır’a müdahale ettiler. Bu dığında, Avrupa’nın siyasi haritasını değiştirdevletler Amerika’ya da müdahalede bulunme, yeni devletler oluşturma ve eski devletleri maya çalıştılar ve Amerika’daki sömürgeleride yok etme gücüne sahip oldu. İşte böylesi ni geri kazandırmak için İspanya’ya yardım bir ortamda Avrupa devletleri devletlerarası ettiler. Ancak büyük devlet haline gelen ve denge gerekçesiyle toplandılar ve Fransa’ya aleyhinde herhangi bir iş yapılırken iyice dükarşı birleştiler. Napolyon’un yenilmesinden şünülmesi gereken Amerika Birleşik Devletsonra bu devletler 1815 yılında Viyana konleri bunu engelledi. Birleşik Devletler başkanı feransında toplandılar. Devletlerarası denge James Monroe 1823 yılında Monroe doktrini konusunu ve Hıristiyan devletler ailesi işleolarak bilinen meşhur açıklamasını yaptı. rini düzenlemeyi yeniden gözden geçirdiŞöyle dedi: “Amerika Birleşik Devletleri herler. Prusya ve Avusturya’ya krallıkları geri hangi bir Avrupa devletinin Amerika kıtasınverildi. İsviçre ve Norveç arasında federasdaki işlere müdahale etmesine ve herhangi bir
73
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
Siyasi Mefhumlar paçasının işgal edilmesine kesinlikle izin vermeyecektir.” Bu ifade bu devletleri müdahale düşünceleri hakkında caydırıcı oldu. Devletlerarası kanunun ve bir devlete müdahale etmek için bahaneler üreten ve büyük devletlerin diğer devletlere tahakküm etmesine fırsat tanıyan şeyin aslı budur. Maslahatlarını gerçekleştirebilmek veya birinci devletle rekabet edebilmek için devletlerin yürüttükleri siyasi amellerin dayandığı husus da budur. Ancak devletlerarası bu kaidelerde zamanla birtakım değişikler oldu. Fakat bunların tümü büyük devletlerin çıkarları doğrultusunda, hırslarının düzenlenmesi hususunda oldu. Bir başka ifade ile dünya menfaatlerinin aralarında savaşa ve silahlı çekişmeye götürmeden taksim edilmesi şeklinde oldu. Belirgin bir şekilde sömürge asrı olan on dokuzuncu asırda zayıf devletleri sömürmeye girişen dünya devletleri arasında bu nedenle büyük savaşlar ortaya çıkmadı. Ancak İngiltere, Fransa ve Rusya Almanya’nın büyük bir güçle kendilerini tehdit ettiğini, Irak’taki İslam topraklarında var olan petrolü alma niyetinde olduğunu, İran ve Arap yarım adasındaki petrolle ilgili olarak İngiltere’yi tehdit ettiğinin farkına varan bu üç devlet Almanya’ya karış ittifak yaptılar ve Almanya’ya karşı savaş açtılar. Osmanlı devleti ise itilaf devletlerine karşı Almanya’nın yanında savaşa girdi ve zafer itilaf devletlerinin oldu. Ancak Rusya bu ittifaktan ayrıldı ve geriye İngiltere, Fransa ve Amerika kaldı. Amerika’nın kendi yalnızlığına çekilmesiyle meydan İngiltere’ye ve Fransa’ya kaldı. Bu iki devlet aralarındaki sömürgeciliği düzenlemek ve silahlı çatışmanın varlığını engellemek için Milletler topluluğunu kurmak istediler. Böylelikle devletlerin işlerini düzenlemek ve aralarındaki savaşları engellemek istediler. Ancak Milletler Topluluğu çelişkilerle dolu bir atmosferde doğdu ve tökezlemeye başladı. Çünkü büyük devletlerin siyasetlerinde bir değişiklik olmadı. Zira bunlardan her birinin barış konferanslarındaki tek derdi muhtelif kuvvetler arasında dengeyi sağlamak, çıkarlarını korumak, Almanya ve Osmanlı Devletinin mülklerini paylaşmaktı. Ancak sömürgeci Şubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
devletler kendi egemenlikleri ve sömürgelerinin korunması hususuna herhangi bir şekilde müdahale edilmesini kabul etmediler. Üstelik “manda yani garantörlük altındaki devletler” adı altında sahte bir isimlendirme ile yeni sömürge türlerini ilave ettiler. Devletlerarası uyumlaştırma ve güvenliği sağlama girişimlerinde Milletler Topluluğunun tökezlemesi bunun etkilerindendir. Barışı garantilemek yani sömürgeler hakkında çekişmemeyi garanti altına almak için devletlerarası ittifaklar imzalama girişimlerinde bulundular. Bu maksatla 1924 yılında topluluğun yetkisi içine Cenevre Protokolü konuldu. Bununla barışçıl yollarla çekişmelerin çözüme kavuşturulması ve mecburi hakemliğe müracaat etmenin zorunlu hale getirilmesi hedeflendi. 1925 yılında ise Lokarno antlaşması yapıldı, ortak yardımlaşmanın ve karşılıklı mübadelenin garantisi kararlaştırıldı. 1928 yılında Briand Kellog misakı imzalandı ve savaşa başvurma yasaklandı. 1928 tarihli Cenevre misakı zorunlu hakemlik hakkında idi. Ancak tüm bu ittifaklar, anlaşmalar Milletler Topluluğunun görevinde başarısız olmasını engelleyemedi. Gözlerinin önünde ve kulaklarının dibinde birçok savaş patlak verdi. 1933 yılındaki ÇinJapon savaşı, 1936 yılında İtalya-Nijerya savaşı, 1939 yılında Almanya-Avusturya savaşı ve 1938 yılındaki Almanya-Çekoslovakya savaşı sonra da 1939 yılında Polonya savaşı ve bunların sonucu olarak 1939 yılında patlak veren ikinci dünya savaşı bunlardandır. Devam Edecek...
74
Necahu’s SABATİN Geçen Sayıdan Devam...
Uzaklaştırma Uygulanırken Takip Edilmesi Gereken Adımlar 1- Uzaklaştırma ile birlikte gerçekleştirmek istediğin tek hedef belirle. 2- Hedeflenen davranışların ortaya çıktığı sayıları kaydet. 3- Uzaklaştırmanın infazı için sıkıcı bir mekan seç. 4- Çocuğuna uzaklaştırmanın keyfiyetini açıkla. 5- Hedeflediğin davranış ortaya çıkıncaya kadar bekle. Yanlış, tahrik edici ve duygusal davranışların tashih edilmesinde uzaklaştırma etkin bir üsluptur. Uzaklaştırma cezasını hak eden davranışlara ait liste aşağıdadır: 1- Vurmak 2- Kızgınlık ve patlama nöbetleri. 3- Başkalarını etkilemek. 4- Kızarak ve korkutarak bağırmak. 5- Oyuncakları atmak.
Bu Üslup Ne Zaman Kullanılır? Uzaklaştırma üslubu iki yaşından on iki yaşına kadar başarı ile uygulanır. Bununla birlikte bu üslubun kullanılmaya başlandığı zaman on bir yaşını geçmemelidir. Çocuğun 2-4 yaşlara arasında ise kötü davranışın hemen ardından çocuğu on saniyelik bir müddet bir yerde bırakman ani ve ciddi bir etki meydana getirir. Fakat çocuğun uzaklaştırma cezası nedeniyle yalnız kaldığı süre çocuğun yaşına göre her bir yıl için bir dakika olmalıdır. Beş yaşında ise bu süre beş dakikadır. Yedi yaşında olduğunda ise yedi dakikadır. Çocuğun makbul olan davranışı öğrenebilmesi için uzaklaştırma üslubu kullanılırken kesin, kararlı, sabit ve faal olunmalıdır. Kötü davranışı ortaya çıktığı her seferde cezayı tekrarla, bunu yalnızca öfkeli olduğun durumlarla sınırlı tutma.
75
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
Çocuk Terbiyesinin Esasları 6- Oyuncakları parçalamak, kırmak. 7- Başkalarını tekmelemek. 8- Tükürmek veya başkalarını tükürmekle tehdit etmek. 9- Başkalarına taş veya toprak atmak. 10- Yüksek sesle ağlamak ve anne-babayı kasıtlı olarak cezalandırmak. 11- Çimdiklemek veya tahriş edici bir eylemde bulunmak. 12- Gevezelik etmek. 13- Yolun ortasında bisiklete binmek gibi tehlikeli bir işi yapmak. 14- Mobilyaları tahrip etmek. 15- Yüksek sesle şikâyette bulunmak veya homurdanmak. 16- Başkalarına lakap takmak. 17- Emirlere isyan etmek. Hedeflenen Davranışları Seçmek 1- Değiştirmesinin istediğin bir veya iki davranış tespit et. 2- Hedeflenen davranışlarının gerçekleşeceği olayların kaç defa tekrarlandığını hesapla. Kötü davranışların günde en az bir kere yapılacağından ve sürekliliğinden emin ol. 3- Birisi büyük ölçüde problemli ve ana davranış diğeri de ferî olan iki davranışın seçilmesi mümkündür. Uzaklaştırma Cezasının Uygulanacağı Sıkıntı Verici Bir Mekân Seç Çocuğun konulacağı en uygun yer, senin veya ailenin diğer bireylerinin dikkatini elde edemeyeceği bir yer olmalıdır. Aynı zamanda burası en geç on saniye içerisinde çocuğa ulaşabileceğin bir yer olmalıdır. Süre konusunda çocuğun yaşı dikkate alınır. 2-4 yaş grubundaki çocukları için uzaklaştırma amaçlı bir sandalye kullanılması uygundur. Beş ila on iki yaş arasındaki çocuklar için ise ayrı bir odaya bırakılmaları uygundur. Bu mekânın: - Çocuk için usandırıcı, sıkıcı olması, - İçinde hiçbir kimse bulunmaması. Yani ailenin diğer fertlerinin orada bulunmaması gerekir. Ancak çocuğun selameti açısından da anne-babanın gözleri önünde olmalıdır. - Çocuk için emniyetli, aydınlık ve korkutucu olmamalıdır. - On saniye içerisinde ulaşılabilecek şekilde Şubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
kolay olmalıdır. Uzaklaştırma sandalyesi kullanılıyorsa bunun büyük ve çocuğun tek başına kolayca inemeyeceği şekilde olmalıdır. Çocuğun sandalyenin üstünde durmasına veya atlamasına mani ol veya beraberinde akıcı bir şey almasına izin verme. Onunla konuşmaktan ve doğrudan doğruya ona bakmaktan sakın. Senin onu kontrol ettiğini anlamasına fırsat verme. Sana seslenecek olursa duymazlıktan gel, ona bakma ve kulak verme. Çünkü bu davranışlar onu önemsediğin anlamına gelir ki bu, uzaklaştırmadan beklenen sonucun elde edilmesini zayıflatır. Uzaklaştırma cezası almışken suç işleme duygusunu kuvvetlendirir. Mekân olarak banyoyu veya tuvaleti seçmiş isen, cam gibi kesici maddeleri ya da sıvı temizlik malzemelerini oradan uzaklaştır. Aynı şekilde çocuğun kendi odasını bu iş için kullanma. Çünkü burası onun için bir teselli sayılır. Çocuğu korkunç yerlere gönderme. Zira bu tür mekânlar onda daha başka sorunlara neden olur. Uzaklaştırmaktan maksat çocuğun sıkılmasını, usanmasını sağlamaktır, korkmasını değil. Uzaklaştırma Uygulamasının Çocuğa Açıklanması Anne-babaya düşen görev uzaklaştırma programını çocuğa açıklamak, izah etmektir, onu sevdiklerini ve kötü davranışlarını bırakması için ona yardım etmek istediklerini anlatmaktır. Ve yine onlar, çocuğun rahatsız edici veya isteklerinin tersi bir davranışta bulunabileceğini de hesap etmelidirler. Hedeflenen Davranışların Ortaya Çıkmasını Beklemek Bundan sonra anne-baba, değiştirilmesini istedikleri kötü davranışların ortaya çıkmasını beklemelidirler. Dövme veya sövme veya saçı çekme gibi kötü bir davranış görüldüğü zaman aşağıdaki adımlar takip edilmelidir: 1- On dakikayı geçmeyecek şekilde çocuğu uzak bir yere gönder. Yüz ifadelerinle yaptığından memnun olmadığını hissettir. Gözlerine bak ve elinle işaret ettiğin uzaklaştırma yerine gitmesini emret. Babalar çocuklarını uzaklaştırmadan önce
76
Çocuk Terbiyesinin Esasları azarlamaya meyillidirler. Ancak bu davranış yanlıştır. Uzaklaştırma cezasından önce çocukla konuşmak veya azarlamak onu mücadeleye teşvik eder. Birçok çocuk anne-babasına tahakküm etme yoluyla uzaklaştırmadan kaçınmak ister. Mücadele eder, direnir ve bir başka çocuğu eleştirir veya bağışlanmasını ister ya da tuzak bir iş yapar. Ancak bu tür girişimlerin tümüne karşı anlamamış gibi yap. Sakinliğini koru ve onu uzaklaştırma yerine koy. Uzaklaştırmadan sonra olması şartıyla konuşmak istediği zaman çocuğun konuşmasını engelleme. Uzaklaştırma cezasını verdiğin zaman çocuğa iki şey söyle: Birincisi; yaptığı kötü davranışı, İkincisi de odaya gitmesi emrini. 2- Bunun için bir kronometre hazırla ki cezanın bittiği vakit gelince haber versin. Onu öyle bir yere koy ki çocuk bunun sesini duysun, ancak onunla oynamasın veya taşımasın. Yaşına göre her bir yıl için bir dakika süre belirle. Çocuk altı yaşında ise uyarıcının süresini altı dakikaya ayarla. Süreyi sürekli olarak sabit tut. Bir seferinde uzun bir diğerinde kısa tutma. Fakat çocuğun direnmesi ve isyan etmesi halinde süreyi normal süreden biraz fazla artır. 3- Zilin çalmasını bekle ve bu esnada çocuğa herhangi bir dikkat sezdirme. 4- Ceza süresi sonunda çocukla konuş. Uzaklaştırmanın sebebini ve işlediği suçun ne olduğunu çocuğa sor. Bunun sebebini unutmuşsa veya yanlış bir neden söylüyorsa asıl sebebi ona hatırlat. Ardından soruyu tekrarla ve uzaklaştırılma sebebini iyice öğreninceye kadar buna devam et. Artık bundan sonra gitmekte serbesttir. Uzaklaştırmanın sona ermesinden sonra çocukta bir sıkıntı varsa anlamamış gibi davranarak duygularını ifade etmesine fırsat ver. Konuşmadan sonra çocuğun suçsuz olduğunu anlayacak olursan ondan hemen özür dile. Şayet çocuk uzaklaştırmanın, yalnız bırakmanın yanlış veya gereksiz olduğu yönünde bir şeyler konuşmak istiyorsa sadece onu dinlemekle yetin. Uzaklaştırma mekânından kaçtıysa veya direniyorsa bu sorun çözülebilir. Zira çocukların
önemli bir kısmı yalnız bırakma üslubunun kullanılmaya başlanmasından iki haftadan fazla direnmezler. - Uzaklaştırmayı geciktirir veya reddedecek olursa hemen onu taşı ve küçükse sandalyenin üstüne bırak. Beş yaşından büyükse geciktiği her on saniye için ceza süresini bir dakika uzatacağını söyle. - Bu esnada gürültü yapıyor, ağlıyorsa ve uzaklaştırma esnasında kızıyorsa ve de küçükse bunu görmezlikten gel veya ceza süresini birkaç dakika artır. - Uzaklaştırma mekânından kaçtıysa ve küçükse onu sandalyeye geri gönder. Ancak beş yaşından büyükse geciktiği her on saniye için –beş dakikayı geçmeyecek şekilde- bir dakika fazla ceza ver. Ceza alanının dışına çıkmış ise bir başka ceza alacağını bildir. - Sandalyeyi terk etmemişse veya uzaklaştırma sonunda halen bağırmaya ve ağlamaya devam ediyorsa davranışını görmezden gel ve odadan çıkar. Bağırmaya devam ediyorsa cezayı tekrarla. - Uzaklaştırma odasında birtakım şeyleri tahrip etmeye kalkışıyorsa dağıttıklarını veya bozduklarını düzeltinceye kadar oradan çıkmasına izin verme. - Ceza alanında kendine zarar verecek olursa bir uzmana danış. Devam Edecek...
77
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
Esad MANSUR ُون َ َوق َ ُم َطال ُ ُوْا أَنَّى َيك ُ َه ْم َنبِي ُ َال ل َ ُوت َملِكًا قَال ْ ُّه ْم إِ َّن اللّ َه َق ْد َب َع َث لَك ُّ َ ِ ْك َعل َْي َنا َوَن ْح ُن أ َحق بِال ُْمل ِ ِّن ال َْم َال َ ال ق ُ لَ ُه ال ُْمل َ ْك ِم ْن ُه َول َْم يُ ْؤ َت َس َع ًة م َ ِ ُم َو َاز َد ُه َب ْس َط ًة فِي ا ْل ِع ْل ِم َوال ْج ْس ِم َواللّ ُه يُ ْؤتِي ك َي ل ع اه ف ط اص َ ْ ْ َ ُ ْ إِ َّن اللّ َه ِ ُم ْل َك ُه َمن َي َشاء َواللّ ُه َو ٌاس ٌع َعلِيم “Nebileri onlara: Bilin ki Allah, Tâlût’u size hükümdar olarak gönderdi, dedi. Bunun üzerine: Biz, hükümdarlığa daha lâyık olduğumuz halde, kendisine servet ve zenginlik yönünden geniş imkânlar verilmemişken o bize nasıl hükümdar olur? dediler. “Allah sizin üzerinize onu seçti, ilimde ve bedende ona üstünlük verdi. Allah mülkünü dilediğine verir. Allah her şeyi ihata eden ve her şeyi bilendir” dedi.” (Bakara 247) Onlar savaşmak üzere bir kral veya bir lider isteyip ısrarlı olunca, Allah onların isteğini kabul ederek kendilerinden bir adamı kral olarak tayin etti; o ise Talut isimli şahıstır. Bu sefer bu kişiye itiraz ederek şöyle dediler: O nasıl bizim kralımız olur? Onun malı ve mülkü çok değildir, biz ondan daha haklıyız. Şubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
Bunu diyen İsrailoğullarının ileri gelenleridir. Bunlardan herkes İsrailoğullarının kralı olmayı arzu etmeleridir. Onların derdi budur. Onlarında kral veya liderin ölçüsü bolca mal sahibi olmaktır, kendileri gibidir. Bu asırda da Yahudiler bolca mal sahibi olmak için çalışarak yüksek makama ulaşmak için çalışıyorlar. Nüfuz ve lider olmanın ölçüsü bolca mal sahibi olmaktır. Kapitalist sistemine inandılar ve en büyük savunucusu oldular. Bazı Müslümanlar onlardan etkilenerek; Yahudiler bolca mal sahibi olarak, nüfuz sahibi oldular diyerek bizde aynı şey yapalım derler ve bunun üzerine durarak çalışmalarını sürdürmeye gayret sarf ederler. Oysa Allahu Teala; o Nebinin dönemindeki İsrailoğullarının ileri gelenlerine savaş için lider bolca, mal sahibi olan değil ancak vücutça ve ilimce fazlalığa sahip olan kimse olduğunu gösteriyor. Nitekim mal sahibi olan kimse malı veya canı için korkarak savaştan kaçabilir. Çünkü bu durumda dünyayı sever. Savaşacak kimse
78
Bakara Suresi 247-248. Ayetler hem vücudu güçlü olmalı, hem de savaşla ilgili bilgisi geniş olmalıdır. Nitekim Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem bize; “Çocuklarınıza at binmeyi, ok atmayı ve yüzmeyi öğretin“ (Tirmizi, Sünen) demiştir. Harpta düşmanı yenmek için zekâyı kullanmayı emrediyor. Nitekim kendisi Bedirde, hendekte ve diğer savaşlarda güzel fikir savunanların fikirlerini kabul etti. İslam Kapitalizm gibi liderlerin sıfatlarında zengin olmasını şart koşmaz, hatta bu hususla ilgili yakından uzaktan bu konuya da değinmedi. İslam’da yönetici olmanın şartları ise; Müslüman, erkek, akil baliğ, adil olması (fasık olmayan ve dürüst olan), hür (köle olmayan), ve Kadir (yönetimi yürütebilen sıfatlara sahip olan) kimsedir. Savaş liderlerinin sıfatları farklıdır. Başta savaş bilgisine sahip olmalıdır. İdari işlerde sorumlu olacak kimsenin de şartları başkadır, başta idari işi becerebilen kimse olmalıdır. Vücut güçlülüğüne hiç ihtiyaç yoktur, kadında idarede sorumlu ve müdür olabilir. Allahu Teâlâ, istediği kimseye hükümdarlık verebilir. Çünkü Allahu Teâlâ İsrailoğullarının krallarını tayin ediyordu. O herkesin niyetini ve halini bilir. Niyetlerinin bozuk olan İsrailoğullarının ileri gelenlerine vermedi. Anlaşılan o ki, bunlar ehil oldukları için değil, krallığı ve hükümdarlığı sevdikleri için istediler. Bize gelen şeriatta yöneticiler Allah tarafından tayin edilemez. Ümmet tarafından seçilip biat edilir. Hatta Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem Medine’nin yöneticisi ve İslam Devleti’nin başkanı olarak Medine halkı tarafından seçilip biat edildi. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem vefat etmeden önce bize bir halife tayin etmedi ve tayin etmeyi reddetti. Birçok hadiste Halife, Müslümanlar tarafından seçilip biat edileceğine dair hükümler gösterirdi. Bu nedenle Müslümanlar, Ebu Bekir’i halife olarak seçip biat ettiler, ondan sonra Ömer, Osman ve Ali’yi arka arkaya seçip biat ettiler. Emevi, Abbasi ve Osmanlı Halifeleri’nin çoğu bu konuyu kötü kullanarak günah işlediler. Çünkü ümmetin birliğini koruma bahanesini
ile kendi oğulları, kardeşleri veya yeğenlerini ümmete seçtirip biat ettirdiler. Eğer ümmet rıza gösterirse, halife günah işlemiş sayılmaz. Çünkü seçim ümmetin rızası demektir. Şu var ki; seçim her zaman en iyi ve en ehil olan adamı iktidara getirmez, seçimde bir kişiye çok reklâm gösterilir ve bazı güçler tarafından belli bir gaye için seçilir. Türkiye de bunu görüyoruz. İslam’da yöneticiler ümmet tarafından seçilip biat edilirse, adaylar ümmet meclisinde önce tartışılır, en iyisini ve en ehil olanı gösterilir. Halifenin yardımcıları; Valiler, Amiller (Kaim makamlar), Baş kadı, Yüksek rütbeli askerler ve benzerleri Halife tarafından tayin edilirler. Diğer sorumlular devletin belli makamlarından tayin edilirler. Ümmet Meclisinin üyeleri ve Vilayet Meclisinin üyeleri ise Ümmet tarafından tayin edilirler, başka ifadeyle seçilirler. Bu konunun detaylıca bahsedilmesinin yeri burada değildir, sadece bu konuya kısaca dikkat çekmek istedik ki araştıranlar bununla ilgili kaynaklara dönsünler. Bu ayetin sonunda, Allahu Teâlâ’nın lütfü ve mülkü geniş ve her şeyden haber olduğunu ilan ediyor. Bunun manası; hem Allah insanlara mülk ve güç verir, hem de onun mülkü ve egemenliği herkesin üzerindedir. Herkesin egemenliğinden ve mülkünden daha geniştir. Ayrıca, her şeyden haberdar olduğu gibi, herkesin niyetini ve maksadını bilir. Herkesten daha güçlü ve daha bilgilidir. Nitekim insanların gücü ve bilgisi Allah’tandır, istediği zaman onlardan çeker ve yok eder. وت فِي ِه َسكِي َن ٌة مِّن َ َوق ُ ُُم التَّاب ُ َه ْم ِنبِي ُ َال ل ُ ُّه ْم إِ َّن َآي َة ُم ْل ِك ِه أَن َي ْأت َِيك ون َت ْح ِملُ ُه ال َْمآل ِئ َك ُة إِ َّن فِي ُ وسى َو ُ ُم َوَبقِيَّ ٌة مِّمَّا َت َر َك َ ار ُ آل َه َ آل ُم ْ رَّبِّك َّ َُّؤ ِمنِين م م ت ُن ك ن إ ُم ك ل ة آلي َ َذل ً ِ ْ َ ِك ْ ُ “Nebileri onlara: Onun hükümdarlığının alâmeti, tabutun size gelmesidir. Meleklerin taşıdığı o tabutun içinde Rabbinizden size bir ferahlık ve sükûnet, Musa ve Harun hanedanlarının bıraktıklarından bir kalıntı vardır. Eğer inanmış kimseler iseniz sizin için bunda şüphesiz bir alâmet vardır, dedi.” (Bakara 248)
İsrailoğullarının ileri gelenleri, Allah’ın uğrunda savaşmak için bir kral veya hükümda-
79
KÖKLÜDEĞİŞİM - Şubat 2010
Bakara Suresi 247-248. Ayetler rın gönderilmesini kendilerine gelen Nebi’den isteyince; Nebi önce onlarla tartışarak onlara şöyle dedi: “Eğer size Allah uğrunda savaşmak farz kılınırsa gerçekten siz savaşacak mısınız?” Bu ifadeden Nebi’nin onların ciddi olup olmadıkları hakkında şüphesinin olması veya Allah’tan bu konuda bilgi edindiğinden dolayı söylemiş olduğu anlaşılır. Gerçek; Nebi’nin şüphesi veya Allah’tan bildirildiği şekliyle doğruluğunun ortaya çıkmasıdır. Onlardan çoğu Allah uğrunda savaşma farziyetinden kaçıp yüz çevirdiler. Nebi hükümdarın Talut adlı şahsın olduğunu söyleyince İsrailoğullarının ileri gelenleri buna itiraz ederek kendilerinin buna daha ehil olduklarını söylediler. Çünkü bu kişi kralların sülalesinden veya krallık sülalesi sayılan Yahuta torunlarından olmadığı gibi onun mal ve mülkünün olmadığı da ileri sürüldü. Onların Nebisi; Allah’ın böyle olmasını dilediği gibi savaşçı liderlerin önemli sıfatları ile donatıldığını bildirdi. Bu sıfatların en önemlisi bilgili ve güçlü olmaktır. Onların Nebisi bu hükümdarın alameti tabuttur. Bu tabut içinde Allah’tan rahmet vardır. Ayrıca Musa ailesinin ve Harun ailesinin geriye bıraktıkları kalıntılar vardır. Burada “tabut” sözcüğü kullanılmıştır. Musa ve Harun o zamanda yoktular, çoktan ölmüşlerdi. Onların veya sülalelerinin geriye bıraktıkları eserler ölülerden kalmadır. Bu nedenle sandık yerine tabutun kullanılması daha uygundur. Nitekim sözcükler, kelimeler hem durumlar, hem manalar, hem ses tonuna hem de siyaka göre kullanmak belagatten bir parça sayılır. Belagatin zirvesi Kur’an-ı Kerim’de tecelli eder.
Şubat 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
Musa ve Harun’un sülalelerinin geriye bıraktıkları kalıntılar olarak ayette ifade edildi. Aslında bunlar Musa ve Harun’a aittir. Fakat sülaleleri bunları miras olarak muhafaza ettikleri için bu ifade kullanıldı. Ayrıca Musa ve Harun’un neslinde nübüvvet devam etmişti. O nebilerden de bir şeyler kalmış olabilir. Musa’dan kalanlardan ise mucize olan şeylerin olması büyük ihtimaldir. Bunlardan Musa’nın asası ve üzerinde Tevrat yazılmış olan levhalar (tahtalar) olabilir. Yine de Musa ve Harun döneminde İsrail oğullarına gökten indirilen Men ve Selva olan yiyeceklerden var olabilir. Bütün bu şeylerin Allah’tan birer mucize oldukları için bunlarda bereket, hayır ve rahmet olur. Hem de melekler bunları taşıyıp onların gözlerinin önünde koyarak gösteriyorlardı. Bu olay Talut’un hükümdarlığını pekiştirmek ve zaferin geleceğine dair birer delillerdir. Bu nedenle ayetin sonunda bunlarda müminler için deliller vardır denilmiştir. Buna rağmen İsrailoğullarının çoğu savaştan kaçtılar. Bunun ayrıntılarını diğer ayette göreceğiz.
80