بسم اهلل الرحمن الرحيم Nisan Ayı Takdimi
KÖKLÜDEĞİŞİM Kuruluş: 2004 İslâmi Fikirlere Dayalı Aylık Siyâsi Dergi Rebî’ul Ahir 1431 • Nisan 2010 Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Ahmet Sivren İdari İşler Müdürü Hakkı Eren Yayın Kurulu Başkanı AbdulHamid Yazıcı Haber Dairesi Müdürü Hüseyin Sivren Kapak&Grafik Tasarım KöklüDeğişim Yönetim Merkezi G.M.K. Bulvarı No:31/12 Kızılay/ANKARA İletişim&Abonelik&Reklam Tel: (+90) 0312 229 77 91 Faks: (+90) 0312 229 77 92 www.kokludegisim.net bilgi@kokludegisim.net
Temsilcilikler
İstanbul Bülent Kurşun Tel: 0536 638 67 68 Bursa Mesut Şahin Tel: 0532 627 35 89 kdbursa@hotmail.com
Abonelik ve Hesap Numaları
Yurtiçi Yurtdışı 6 Aylık 6 Aylık 24 TL 24 EUO Yıllık (12 Ay) Yıllık (12 Ay) 48 TL
48 EUO
Ziraat Bankası Euro Hesabı Başkent Şb. TR93000100 Ziraat 1683Bankası TL 47475782Hesabı 5001 Başkent Şb. 4745782-5002 TCZBTR2A PTT Posta Çeki Hesabı 1911803
Baskı 01.04.2010 Rulo Ofset ve Matbaacılık Adres: K.Karabekir Cd. No:120/86 İskitler-Ankara 0 312 312 50 75 Yerel-Süreli
ISSN: 1304 - 8274
Geçen ayki takdim yazımızda sizlere şöyle seslenmiştik. O zamandan sonra KöklüDeğişim camiasına yapılan saldırılar aynen devam edince aynı satırları tekrardan belirtme gereği hissettik. Ve yine herkese şöyle sesleniyoruz. “Sırat-ı müstakim üzere yürüyen ve bu doğru çizgisinden asla dönmeyecek olan muttakileri hiç kimse sindiremez! Hiçbir kimse, inanmış olan temiz beyinleri hak yoldan caydıramaz! Hiçbir güç, Allah Azze ve Celle’nin rızasını kazanmak noktasında bizleri durduramaz! Hiçbir korku, kalplerimizdeki Allah korkusu ile kıyaslanamaz! Hiçbir beşer, mümin olan bir ferdi asla ve kata korkutamaz! İslam’a emin bir bekçi olmamızı hiçbir kuvvet engelleyemez!” “İşte bu hakikatleri, sağlam ve doğru olan hak yolun yolcularının bilmesi gerektiği gibi, çürük ve bozuk olan batılın yolunu takip edenlerinde bilmesi gerekir. Zira ilk insandan beri hak üzere sebat eden hiçbir mü’min kendisine gösterilmeye çalışılan tehditlere, zulümlere, ambargolara, işkencelere aldırış etmemiş ve tüm bunlar imanları artırmaktan, azimleri bilemekten ve müminlere ecir kazandırmaktan başka bir sonuç doğurmamıştır. Bu faydasız amelleri işleyen zalim ve onun yardakçıları da beyhude çalışmalar ile oyalanmışlardır. Bu oyalanma onlara zaman kaybı ve şiddetli bir azap olmaktan başka bir işe yaramayacaktır.” İnşaAllah. Evet, geçen ayki 66. sayımızı sizlere ulaştırmanın sevincini yaşadığımız günün hemen ertesinde, KöklüDeğişim yazarlarına ve çalışanlarına yapılan yeni bir operasyon dalgası ile yine mağdur edildik. Bu yapılanlara karşılık ise âlemlerin Rabbinden bu mağduriyetlerimizi en yakın zamanda felaha ulaştırmasını ve biz Müslümanlara zulmedenlerden el-Kahhar sıfatı ile intikamımızı en şiddetli şekilde almasını istiyoruz. Her ne olursa olsun yine de Suskunluğun Kırılma Noktası olmaya devam ediyor ve tüm engellemelere rağmen, İslam ile değişmek ve değiştirmek için çıkmış olduğumuz bu hak yolda yeni bir sayı ile her zamanki zamanında sizlerle buluşmanın haklı sevincini yaşıyoruz. Bu ay gündem bölümümüze son yaşanan üzücü olaylar ile alakalı olarak yayınladığımız ve olumlu tepkiler aldığımız Basın Açıklamamız ile başlıyor ve akabinde AB Uyum Yasalarının mı? Yoksa Köklü çözümlerin mi? gerçek kurtuluşa götüreceğini, Kıbrıs’ta meydana gelen son siyasi atmosferi ve devam eden çözümsüzlüğü, Amerika’da kabul edilen “Ermeni Soykırım” iddiasını ve meselenin vakıasını, Türkiye’de yargının bağımsız olup olamayacağını, sizler tarafından çok beğenilen ve bu sayımızda son bölümü yayınlanacak olan İslami Hareketler ve Batı yazı dizisini, Siyasi Basiretin ne olduğunu ve ne kadar önemli olduğunu, ülkedeki devlet erklerinin birbirinden ne kadar ayrı olduğunu, yine ilgi ile takip ettiğiniz Türkiye Nereye Gidiyor yazı dizisinin sonuç bölümünü, oluşturulmaya çalışan başkanlık sisteminin sorunların çözümü olmayacağını, geçen ay başlayan ve bu ay bitecek olan İki Tarih Arasında Kudüs makalesini, yine yazı dizisi halinde takip edeceğiniz Hz. Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i Anlamak ve İktisadi Düşüncelerin Bozuklukları ve Sahih Çözüm yazılarını bulacak ve keyifle okuyacaksınız. Kısa-Yorum ve Okuyucudan Gelen bölümlerimiz ile de bu keyifli yolculuğa devam edeceksiniz. Tefsir ve Çocuk Terbiyesinin Esaslarını ise gelecek sayımızda sizlerle yeniden buluşturacağız, İnşaAllah. Zulüm her ne yönden ve hangi sıklıkla gelirse gelsin, bu konuda bizleri ne kadar zor bir durumda bırakırsa bıraksın, Allah Azze ve Celle ömür verdiği müddetçe siz değerli okuyucularımızla buluşmaya devam edeceğiz. Çünkü biz bu uğurda Serdengeçtik… Not: Abonelik ücretlerinizi yan tarafta tabloda bulunan banka ve PTT hesap numaralarına yatırabilirsiniz. Lütfen hesaba para yatırırken, adınızı, soyadınızı ve hangi il/ülke’den yatırdığınızı görevliye yazdırınız. Not: Dergimiz, Kapitalist sömürü ideolojisinin fikirlerinden olan, “telif hakları” kavramını İslâm reddettiği için kabul etmemektedir. Dergimizde yer alan yazılarımız, yazarının ve dergimizin ismi belirtilerek iktibas edilebilir. Dergimize gönderilen yazılar, yayın esaslarımıza uygun olması ve yazıların güncelliğini koruması kaydıyla, yayın kurulumuzun onaylaması halinde yayınlanır. Gönderilen yazıların -içeriği bozulmamak kaydıyla- üzerinde değişiklik ve kısmen kısaltma yapma hakkımız vardır.
1
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
İÇİNDEKİLER GÜNDEM Sus-tu-ra-ma-ya-cak-sı-nız.................................Editörden........3 AB Uyum Paketleri, Reformlar ve Açılımlar mı? Yoksa Köklü Bir Değişim mi?.........................İbrahim Er........9 Kıbrıs Müzakereleri Çözümsüzlüğe Mahkum........................Yusuf Yavuzkan......15 Amerika’nın “Ermeni Soykırımı” İddiası....................Cuma Canpolat......19 Yargı Bağımsız Olabilir mi?....................Erkan Kardelen......22 İslâmî Hareketler ve Batı................Ahmet Sadık Altınel......27 Kuvvetler Ayrılığı..............................Nurullah Karaardıç......32 Türkiye Nereye Gidiyor?.................AbdulHamid Yazıcı......36 Başkanlık Sistemini İstemiyoruz......Hayrettin Karadağ......42 İki Tarih Arasında Kudüs........Fatih Muhammed Selim......45 İktisadi Düşüncelerin Bozuklukları ve Sahih Çözüm.......................Hakkı Eren......50 Hz. Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i Anlamak............Ahmet Sadık Altınel......54 Siyasi Basiretin Önemine Dair................Mehmet Aydın......60
OKUYUCUDAN GELEN İşkence..............................................................Esma Sıddık......64 Bermuda Şeytan Üçgeni...................................Can Sezgin......71 İslami Ümmet’in Kurtuluşunun Yegâne Yolu İnkîlabî Değişimdir.................................Salih Çelik......74
KISA YORUM Küresel Mali Krizin İzdüşümü ‘Yunanistan Krizi’ ve ‘Son’un Eşiğinde Kapitalizm..........Salih Çelik......77 Asıl Deprem Kültürel Çöküntü..................Kerim Harun......78 DUYURU......................................................KöklüDeğişim......80
Nisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
2
EDİTÖRDEN
5
Mart 2010 Cuma sabahı Köklü Değişim Dergisine ve dergi yazarlarımızın ev adreslerine yönelik acizlik kokan bir operasyon düzenlenmiştir. Dergimizin bazı yazarlarının evlerine baskın yapılarak sabahın erken saatlerinde aranmış ve hukuk dışı olarak tamamen yasal olan yayınlara el konulmuştur. Hepsi yasal ve tüm resmi prosedürlere uygun olan kitap ve dergilere el konulması hukuk kuralları içerisinde asla bir yer bulamaz!
Bu haksız gerekçe ve zanlar sonucunda yazarlarımızdan Hakkı EREN, Hüseyin SİVREN, Oğuzhan AKBOLAT, Mesut ŞAHİN, Ali DİKİCİ, Mustafa KÜÇÜK, Murat ALBASAN ve Çiğdem ALBASAN gözaltına alınmış Ercan TEKİNBAŞ ve Ahmet SİVREN’in ifadelerine başvurulmuştur. Savcılık ve emniyet ifadelerinden sonra Hüseyin SİVREN, Oğuzhan AKBOLAT, Mesut ŞAHİN, Murat ALBASAN ve Çiğdem ALBASAN tutuklanarak cezaevine gönderilmiştir. 26 yaşında olan bayan yazarımız Çiğdem ALBASAN ise, ilk defa böyle bir suçlama ile karşılaşmasına, herhangi bir sabıka kaydı olmamasına, diğer yazarlarımızın yazısında olduğu gibi kendi yazısında da herhangi bir propaganda cümlesi bulunmamasına, 3 yaşında bir çocuk sahibi olması ve kendisinin de şuan 4 aylık hamile olmasına, pasaport sahibi olmadığı gibi kaçma ve delilleri karatma şüphesi de olmamasına rağmen maalesef nöbetçi mahkeme tarafından tutuklanmıştır.
Dergimizin 59. ve 60. sayılarına getirilen yasak sonucunda o sayılarda yazı yazan bütün yazarlar hakkında soruşturma açılmış ve bu soruşturma 5 yazarımızın tutuklanması ile sonuçlanmıştır. Oysaki bütün yazılarda en ufak bir şekilde cebir, şiddet ve hiçbir terör örgütü hakkında övücü, destekleyici ve faaliyetlerini onaylayıcı bir içerik bulunmamaktadır. Tamamen ülkemizin ve dünyanın mevcut sorunlarına binaen fikir ve düşünce beyanı dışında bir husus kesinlikle söz konusu değildir. En fazla basın suçu kapsamında değerlenilebilecek olan bu konu hemen örgütlü suça hem de terör suçuna dâhil edilmiştir. Buda “Kuzuyu yemeği kafaya koymuş olan kurt’un bahanelerinden biridir!
Akabinde sağlık durumu öne çıkarılarak yapılan itiraz da Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından ret edilmiş ve bu durumda olan bir bayan zindanlara hapsedilmiştir. Onun hapsedilmesiyle, laik Kemalist düzen
3
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
Sus-tu-ra-ma-ya-cak-sı-nız... ve onun ılımlı yeni koruyucuları rahat bir şekilde yaşamaya devam edebilirler. Tabi varsa vicdanları ve Müslümanların mazlum edasıyla yaptığı bedduaları onları rahat bırakırsa!
yen taife! Bizleri eli kanlı teröristlerden bile daha tehlikeli gören kesim! Kim bu Allah’tan korkmaz ve kuldan utanmaz zalimler! Şimdi ise her türlü resmi statüye sahip olan bir yayın organında yazdığı yazıdan dolayı gözaltına alınan yazarlarımızdan Çiğdem Albasan’ın eşi ile birlikte tutuklanmasına akıl sır erdiremedik. 4 aylık hamile olan bir bayanın nasıl bir gerekçe ile tutuklandığını anlayamadık. Gazi Üniversitesi Felsefe bölümünde öğrenci iken İslami hassasiyetlerinden ve başörtüsü zulmünden dolayı okulunu terk eden ve 3 yaşında çocuğu olan bu mümine bacımızın hakkında soruşturma açılmasına vesile olan yazıyı sizlerle paylaşmak istiyoruz. Yorumu sizlere bırakıyoruz:
Şunu belirtmeliyiz ki, artık sözün bittiği yerdeyiz! Zira böylesi bir olay karşısında hem aklımız hem de duygularımız uygun sözcükleri bulma konusunda kifayetsiz kalıyor. 3 yaşında çocuğu olan ve 4 aylık hamile olan bir bayan yazarımızın aynı anda eşi ile birlikte zindanlarda atılmasını hazmedemiyoruz. Kimse de hazmedeceğimizi zannetmesin!
KöklüDeğişim Dergisi olarak 2009 yılı Temmuz ayında gerçekleştirmek istediğimiz bir konferans bahane edilerek büyük bir KöklüDeğişim Dergisi olarak operasyon ve yalanlar9 Senelik Kesintisiz 2009 yılı Temmuz ayında gerçekla dolu haberlerle yine Eğitim leştirmek istediğimiz bir konferans büyük bir zulme maruz “Okul öncesi eğitime bahane edilerek büyük bir operasbırakılarak tutuklamalar önem verilmesi elbette ki yon ve yalanlarla dolu haberlerle yaşamıştık. TV kanalları yine büyük bir zulme maruz bırakı- sebepsiz değildir. Yaşamın bizleri “cani ve terörist” ilk altı senesini kapsayan larak tutuklamalar yaşamıştık. TV olarak gösterme yarışına dönem, çocuk gelişiminin girmişlerdi. Ama onlakanalları bizleri “cani ve terörist” hızlı olduğu, şahsiyetin rın haberlerde bahsetolarak gösterme yarışına girmişler- yavaş yavaş şekillenmetikleri hiçbir husus hadi. Ama onların haberlerde bahye başladığı bu devredeki zırlanan iddianamelerde eğitim çocuğun geleceğine settikleri hiçbir husus hazırlanan yer bulmadı. Evlerinde yön vermektedir. iddianamelerde yer bulmadı. tamamen yasal dergi ve Laik eğitimi bayrakkitaplar bulunan 200 kalaştıran Batılılar ve onların izinden giden laik dar Müslüman büyük bir zulme maruz bıraeğitimciler Türkiye’de laikliği derinleştirmek ve kıldı. muhafaza edebilmek için geleceğin teminatı olan Dergimizin çalışanları ve yazarlarımız 6 çocuklarımıza küçük yaşlardan itibaren kazandıay ila 8 ay arasında hapis tutularak zindanrılan bir takım davranışların büyük bir kısmının, lara atıldı. Ama ilk mahkemeye çıkarıldıklayetişkinlikte ferdin şahsiyetini, tavır, alışkanlık ve rında ise hemen hemen hepsi tahliye edildi. değer yargılarını biçimlendirdiği göz önünde buZira iddianameler gerçekten bir komedi idi. lundurarak 6 yaş altı çocuklara el atmıştır… Sadece ev arama tutanaklarından ve kimlik Okul öncesi eğitimi zorunlu hale getiren 9 sebilgilerinden oluşuyordu. Müfteri medyanın nelik kesintisiz eğitim yasasının kabulü ile birlikortaya attığı iddialar ne savcılar tarafından te, acaba ne amaçlanmaktadır? nede hâkimler tarafından dile getirildi.
Devlet çocuğun yetiştirilmesinde tek söz sahibi olmak ve onu kendi fikirlerine göre biçimlendirmek istemektedir. Ayrıca bununla beraber sürekli
O zaman kim bu asılsız iddiaları ortaya atan ve kamuoyuna karşı bizleri karalamaya çalışan zevat! Kim bu bizleri susturmak isteNisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
4
Sus-tu-ra-ma-ya-cak-sı-nız... değişkenlik gösteren ve adeta deneme tahtası haline getirilen eğitim nizamı, sürekli yap-boz durumuyla karşı karşıya kalmaktadır.
vicdan bu duruma anlayış gösterebilir. PKK’lılar istedikleri gibi dolaşsın ama oğlum ve gelinim İslami bir dergi olan Köklü Değişim dergisinde yazı yazıyorlar diye tutuklansın. Allah bunların hesabını sormayacak mı? Zerre miktarı hesap yapılan bir gün gelecek ve bizlere bu zulmü yapanlar o gün çok pişman olacaklar. Ama iş işten geçmiş olacak.
Netice olarak; Ümmet içerisinde var olan fer’i sorunlardan birisi de eğitim nizamıdır. Bu sorunun da acilen köklü bir değişim ile çözülmesi gerekir. Evet, fer’i bir meseledir ve kesinlikle sorunların kaynağı değildir. Çözüm her zaman olduğu gibi, küfür hükümlerinin kaldırılıp yerine topyekûn olarak İslam ahkâmının uygulanmasıdır…
Ben Almanya da 25 yıl kadar kaldım. Başbakan Erdoğan ile eskiden oralarda yapılan Milli Görüş toplantılarında aynı meclislerde bulundum. O zaman söyledikleri ile şu an kendi hükümeti döneminde olanlar arasında çok ama çok fark var. Gerçekten Başbakan Erdoğan çok ama çok değişmiş…
1- Akliyat ve nefsiyet olarak; ümmetin çocuklarında İslami Şahsiyetin oluşturulması. Bu ise; akide, fikirler ve davranış olarak İslam kültürünü öğrencilerin akıllarına ve nefislerine iyice yerleştirmek yoluyla olur.
Bugün ki AKP’li Milletvekillerine, Bakanlara, Başbakana ve Cumhurbaşkanı’na sesleniyorum. Hz. Ömer Halife iken yani devlet yönetir iken “Fırat’ta bir koyunun ayağı kaysa ve suya düşse Allah hesabını kulu Ömer’den soracak” diyordu. Peki, Allah 3 yaşında çocukları olan bir anne ve babayı aynı anda yazdıkları yazılardan dolayı tutuklayanlardan, 4 aylık hamile olan gelinimi zindanlara atanlardan hesap sormayacak mı? Vallahi de soracak, billahi de soracak!
2- Müslümanların çocuklarını içlerinden hayatın her alanında seçkin, yetkin âlimler çıkması için hazırlamak. Bu alanlar; içtihat, fıkıh, yargı gibi İslami ilimler olur ya da mühendislik, kimya, fizik, tıp gibi deneysel bilimler olur. Bu alanlarda yetişen yeterli ilmi birikime ve güce sahip âlimler; İslam’ın Devleti’ni ve İslam ümmetini dünyadaki devletler ve ümmetler arasında birinci konuma gelmesi için omuzlarında taşırlar. Böylece İslam’ın Devleti, ideolojisi ile lider bir devlet olur.”
Ne deyim Allah müminlerin yar ve yardımcısı olsun. Allah bize yeter İnşaAllah. O ne güzel vekil ve ne güzel yardımcıdır.
Ayrıca bu konuda Çiğdem ve Murat ALBASAN’ın babası Kemal ALBASAN ise, Doğru Haber Gazetesine verdiği röportajda şu düşüncelerini ifade etmiştir. Onu da sizlerle paylaşmak istiyoruz:
Allah sizlerden ve bu konuda duyarlılık gösteren herkesten razı olsun.” Geçtiğimiz ay “Dünya Kadınlar Günü” münasebetiyle kadın haklarından dem vuranlar acaba bu konuda ne diyecekler! 3 yaşında çocukları olan bir anne ve babayı aynı anda tutuklayanlara karşı nasıl ses çıkarta-
“Bu durumda ne diyeyim, ne söyleyeyim gerçekten şaşırmış bir haldeyim. Bu ülkede Müslüman olmak bu kadar zor bir şey herhalde! Bakın 3 yaşında torunum ile baş başa kaldım. Hangi
5
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
Sus-tu-ra-ma-ya-cak-sı-nız... caklar! Sırf yazdığı bir yapılan zulüm, bunların Bu zulümlere rağmen susyazı neticesinde hakkınen büyüğüdür. Hamile da soruşturma açılan ve olan Mümine bir kadınıtu-ru-la-ma-ya-ca-ğı-mı-zı cezaevine gönderilen nın tutuklanması acizlive hakkı haykırmaya devam 4 aylık hamile olan bir ğinde acizliğidir. Bu baedeceğimizi bildirir ve kaanne adayına nasıl sahip muoyundan bu zulme seyirci cımız radyoda çocuklara çıkacaklar! Hep birlikte yönelik İslami programkalmamasını hassasiyetle göreceğiz diyerek beklar yapmak ve dergide istirham ederiz. lemeye devam ediyoruz. gençliğe yönelik İslami Vicdan sahibi bütün intavsiyeler içeren yazılar sanlara, adaletli olan bütün beyinlere sesleniyazmaktan başka ne yapmıştır! yoruz. Ve şunları soruyoruz! Böylesi vahim bir durum ortada iken kimÇiğdem ALBASAN mı daha tehlikeli, yoksa! se kadınlara verilen haklardan, kendi dönemlerinde iyileşen kadın haklarından bahsetme- Darbe planları yaparak ülkeyi kaos ve ye kalkmasın. Kimse Demokratik Açılımdan karmaşaya sokmak isteyen, Ergenekon davafelan bahsetmesin! sının üst düzey yöneticileri oldukları tespit edilen ve haklarında binlerce yıl ceza istemi Bu zulümlere rağmen sus-tu-ru-la-ma-yaile iddianame hazırlanan Şener Eruygur veya ca-ğı-mı-zı ve hakkı haykırmaya devam edeHurşit Tolon mu? ceğimizi bildirir ve kamuoyundan bu zulme seyirci kalmamasını hassasiyetle istirham Çiğdem ALBASAN mı daha tehlikeli, yoksa! ederiz. - Kafes ve Balyoz adlı darbe planlarında Bu zor zamanımızda bizlere destek veren alenen çocukları öldürmekten, Camileri bomve düşüncelerini bizimle paylaşan Müslübalamaktan bahseden ve bunların planlarını man kardeşlerimize de tekrar teşekkür eder yapan ve halen görevlerinin başında olan ve Allah kendilerinden razı olsun diyoruz. muvazzaf subaylar mı? Çiğdem ALBASAN mı daha tehlikeli, yoksa!
Rıdvan KAYA / Özgür - Der
- “AKP ve Güleni Bitirme” planının altında ıslak imzası olduğu tespit edilen ve İslami gruplarla mücadele de akıl almaz önerilerde bulunan ve iki kez tutuklanmasına karşın serbest bırakılan ve en son Jandarma tarafından da belgenin gerçek olduğu tespit edilen ve halen Albay olan Dursun Çiçek mi?
“Resmen Devlet Terörü!” İslami kimlik ve faaliyetleriyle on yıllardır bilinen bir hareketi ve mensuplarını “terör” ile yaftalamak tam da T.C. hukukuna uygun bir durum! Rabbim bu kardeşlerimize sabır versin, düzeni de korktuğuna tez elden eriştirsin inşallah!”
Neden onlar tutuksuz olarak yargılanmaktalar? Neden 3 yaşında çocuğu olan ve 4 aylık hamile olan bir bayan tutuklu olarak yargılanıyor?
Bülent KOCA / Radyo Denge Genel Müdürü
Allah aşkına hangi akıl, hangi vicdan, hangi adalet ve hangi hukuk bu duruma makul bir cevap verebilir!
“Rabbim Allah’tır dedikleri İçin mi?” Köklü Değişim’deki kardeşlerimize karşı sürdürülen gözaltılar, zulümler, tutuklamalar ve yıldırma politikaları aklıselim insanların asla kabul edemeyeceği düzeydedir.
Köklü Değişim Dergisi şimdiye kadar birçok zulme maruz kalmış, tutuklamalar ve para cezalarına çarptırılmıştır. Fakat bu son Nisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
6
Sus-tu-ra-ma-ya-cak-sı-nız... Yıllardan beri fikri mücadelelerini istikrarlı bir şekilde devam ettiren bu kardeşlerimize yapılan zulme asla sessiz kalmamalıyız, kalamayız. Üç yaşında bir çocuğu olan ve şu an bir başka bir küçük bedeni karnında taşıyan, dağdan inmemiş, dağa da çıkmamış, bununla beraber kaçmaya ve göçmeye de hiç niyeti olmayan, sadece Allah’ın arzında net bir şekilde doğru bildiklerini ifade etmekten başka gayesi olmayan bir bacımızı “terör örgütü propagandası yapmak’ iddiasıyla tutuklamak haksızlığın ve vicdansızlığın hangi boyutlarda olduğunu açıkça göstermektedir.
baskılar, zulümler gerçekleştirilmiş bulunuyor. Hâlbuki bugün T.C. anayasasının üzerinde hukuki geçerliliği kabul edilmiş bulunan AB hukukuna göre de, bu yapılanlar insan hakları ihlali ve zulümdür. Bırakın insanlar istediği gibi özgürce düşünsün, özgürce projeler, modeller üretsin ve kimseye zulmetmemek, zora, şiddete başvurmamak kaydıyla düşünce, proje ve inançlarını insanlara açıklayabilsin. Hükümetin AB müktesebatını kabul edip, oraya girme çabalarının ve bu müktesebatı Türkiye’de geçerli kılma amaçlı “Demokratik açılım” vb projelerinin, görece de olsa hukuk, adalet ve özgürlük vaatlerinin ne kadar anlamsız, değersiz, geçersiz ve ne kadar karşılıksız olduğu bu tür zulüm uygulamalarıyla bir daha ortaya çıkmaktadır.
Yoksa bu kardeşlerimiz “din bireyseldir, paranın dini olmaz” demeyip hayatın her alanında yaratıcının hakkının olduğunu söyledikleri için mi yargılanmaktadırlar, tutuklanmaktadırlar. Yoksa onları tutuklayanların yargılayanların hukuk anlayışı Solon’un dediği gibi “güçlülerin delip geçtiği, zayıfların takılıp kaldığı bir örümcek ağına mı benzemektedir.” Muhakkak ki Allah sabredenlerle ve direnenlerle beraberdir.
Sus-tu-rama-ya-caksı-nız...
Bu sebeple hükümeti vaatleriyle tutarlı olmaya, girmek için çırpındıkları AB ülkelerinde serbestçe çalışma yapan bu tür İslami grupların Türkiye’de baskıya, zulme muhatap kılınmasına son vermeye çağırıyoruz.
Darbe yapmayı, Cami bombalamayı, müzede çocukları katletmeyi, halka yönelik provokasyonlarla birbirine kırdırmayı planladığı iddianamelerde yer almış, Ergenekon terör örgütü yöneticisi ve pek çok terörist eylemin planlayıcısı olduğu iddia edilen darbeci ordu ve kuvvet komutanına güç yetiremeyen, ama sırf İslami inanç ve düşüncesini açıkladığı için, küçük bebeği ve hamileliği de olan mü’mineyi tutuklamaktan çekinmeyen yargı despotizminin zulmüne son vererek bu utancı üzerlerinden atmaya çağırıyoruz.
Mehmet PAMAK / İLKAV Başkanı “Allah yardımcınız olsun ve sabır versin kardeşlerim!” Bu hukuksuzlukla egemen taguti sistem şirkine, adaletsizliklerine yönelik itirazlara, eleştirilere ve kendi zulüm sistemine alternatif olacak adalet sistemi arayış ve önerilerine tahammülsüzlüğünü bir daha göstermiştir. Haberden anlaşıldığı kadarıyla, bugüne kadar pek çok gece baskını ile onlarca Müslüman’a zulmedip gözaltı ve tutuklamalar yapma örneğinde yaşandığı gibi, yine İslami tebliğ ve düşünce açıklaması dışında bir çalışması olmayan, şiddete başvurmayan ve şiddete çağırmayan düşünce ve fikir mücadelesi veren Müslümanlara hukuka aykırı
Diğer taraftan, AKP’nin kendi inisiyatifiyle özgürlükçü bir değişimi gerçekleştireceğini söyleyenler, halen ülke çapında bizzat AKP hükümetinin emniyet güçlerince Müslümanlara yönelik gece yarısı baskınlarını, hukuk-
7
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
Sus-tu-ra-ma-ya-cak-sı-nız... suzlukları nasıl izah etmektedirler? Köklü Değişim Dergisi yazarı olan bir mü’mine kardeşimizi, sırf düşüncesini açıkladığı için, küçük bebeği bulunduğu ve hamile de olduğu halde evine düzenlenen baskınla kolayca gözaltına almakta ve bu şartlara rağmen hemen tutuklayıp cezaevine gönderen sistemi 8 yıldır sürdürmekte olduğunu nasıl izah etmektedirler? Ayrıca, darbecilere karşı mücadele sürecinde İslami kimlikli özgürlük mücadelesinde ısrar eden İLKAV ve ÖZGÜR-DER; kapatma davası dahil, AKP’ye yönelik bütün hukuksuzluklara, haksızlıklara da karşı çıkıp basın açıklamaları yapan bir adaleti temsil ettikleri halde, bu iki İslami kuruluş hakkında ardı ardına gündeme gelen kapatma davalarını da AKP hükümeti emrindeki bürokratların açtıkları gerçeği üzerinde de düşünülmelidir. AKP’nin vaat ettiği görece özgürlükler, tevhidi ilkelerden taviz veremeyen kesimlere de tanınacak mıdır?
İbrahim TOPRAK / Doğru Haber Gazetesi Haber Müdürü Çiğdem Albasan’ın yazdığı bir yazıdan dolayı tutuklanması tamamıyla yargının siyasallaştığının bir uygulamasıdır. Her insan gibi Çiğdem Albasan’ın da şiddete başvurmadan fikir ve düşüncelerini açıklaması en doğal hakkıdır. Bu yasalarda da suç değildir. Suça bulaşmış, şiddet yoluyla darbe yapan, planlayan teşvik edenlere uygulanan hukukun onda biri dahi uygulansa şu an Çiğdem Albasan dışarıda olurdu. Ama maalesef bu ülkede hukuk, kanun ve yasalar mütedeyyin insanlara farklı cereyan ediyor. Bunu dün Elazığ İhya-Der’e verilen cezalarda ve bugün de Çiğdem Albasan’ın tutuklanmasında çok açık olarak görüyoruz. Ümidimiz odur ki hukuk bu yanlı kararından bir an evvel döner de Çiğdem Albasan ve onun gibi diğer mağdurlar bir an evvel özgürlüklerine kavuşurlar. Hacı Ali ÖZHAN / Avukat
M. Zeki ERGİN / İNZAR Dergisi Yazı İşleri Müdürü
Soruşturmada tedbiren başvurulması gereken bir kanuni takdir hakkı olan tutukluluğun kullanılması sırasında hâkimlerin azami özen göstermesi gerekeceği açıktır. Bir basın mensubu olan Çiğdem Albasan’ın düşüncelerinden dolayı tutuklanması ne yazık ki Türkiye’nin üzücü gerçeği. Çiğdem hanımın 3 yaşında, anne bakımına muhtaç bir çocuğu olması yanında 6 aylık hamile olması tutuklama tedbirinde göz önüne alınacak önemde bir vakıadır. Keza aynı soruşturmada eşi Murat Albasan’ın da tutuklandığı göz önüne alınınca çocukların bakım ve sağlığını etkileyecek bir mağduriyet sonucu ortaya çıkacaktır. Suçlamanın türü ve içeriği yanında Çiğdem hanımın özel durumu gözetilmeden tutuklama tedbirinin uygulanması, aşırı olup tedbirin amacını zedeleyicidir. Takdir hakkının, objektif olarak somut koşullara uygun kullanılması gereklidir. Bu hatalı uygulamanın çocukların sağlığı açısından düzelmesini ümit ederim.
Çiğdem Albasan’ın tutuklanması tamamıyla keyfi ve hukuksuz bir karardır. Hukuktan ve fikir özgürlüğünden dem vurulan bir dönemde dört aylık hamile ve çocuklu bir annenin sırf yazdığı yazıdan dolayı terör örgütüne üyelik kapsamına alınarak tutuklanması yaşanan olayın vahametini ve hukukun ne derece siyasallaştığını gözler önüne sermektedir. Darbe planlayan, uygulayanların hala tutuklanmaması ve görevlerinin başında olması, diğer taraftan bir bayanın yazdığı yazıdan dolayı cezaevine atılması gösteriyor ki Müslümanlar hala farklı muameleye tabi tutuluyor. Bu olayı kınıyor ve ümidimiz Çiğdem Albasan hakkındaki yanlış karardan bir an önce dönülerek özgürlüğüne yol açacak kararın verilmesidir.
Nisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
8
İbrahim ER
3
Kasım 2002 Seçimlerinin ardından AKP Hükümetinin iktidara gelmesiyle birlikte, Türkiye için önemli değişikliklerin yaşandığı yeni bir süreç de başlamış oldu. İktidara gelen bu partinin kurucu ve idarecilerinden bir kısmının İslami bir tabandan gelmeleri ve bu kişilerin toplum tarafından muhafazakâr yönleriyle tanınmış olmaları, yıllardan bu yana Ulusalcı Laik kesimin uygulamalarıyla sıkıntılar yaşayan İslami kesim açısından yeni bir umut olarak algılanmalarına neden olmuştur. Bu yüzden de AKP’nin iktidara gelmesinde Müslümanların rolü büyük olduğu gibi beklentileri de büyük olmuştur.
lik süreci uğrunda sarf edilmeye başlandı. Türkiye’yi Sonuç Belgesinin “Avrupa Birliği Konseyi, Komisyon’un ilerleme raporunda işaret edildiği gibi Türkiye’de son zamanlarda yaşanan olumlu gelişmeleri ve ayrıca Türkiye’nin Kopenhag kriterlerine uyum yönündeki reformlarını sürdürme niyetini memnuniyetle karşılar. Türkiye, diğer aday devletlere uygulananlar ile aynı kriterler temelinde Birliğe katılmaya yönelmiş bir aday devlettir…”cümleleriyle başlayan 12. Maddesinin heyecanı sarmış oldu. Çünkü 1963 Ankara Anlaşmasından sonra, bu büyük Avrupalılaşma rüyası uğrunda ilk defa bu kadar ciddi bir adım atılmış oldu.
10-11 Aralık 1999 tarihlerinde Helsinki’de yapılan AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde Türkiye’nin oybirliği ile Avrupa Birliği’ne aday ülke olarak kabul edilmesinden ve bunun Helsinki Zirvesi Başkanlık Sonuç Belgesiyle ilan edilmesinden sonra, artık Türkiye’de bütün gayretler AB üye-
Bu atmosferde 2001 yılında yapılan anayasa değişikliklerinin ardından uyum paketleri çıkarılmaya başlandı. Medeni Kanundan, Dernekler Kanununa, Türk Ceza Kanunundan (TCK), Ceza Muhakemesi Kanununa (CMK), DGM’lerin işleyişinin düzenlenmesinden, terör tanımına ve idam cezasının
9
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
AB Uyum Paketleri, Reformlar ve Açılımlar mı? Yoksa... kaldırılmasına kadar birçok yasa değişikliği gerçekleştirildi ve bütün bunlar 2004 yılına kadar tamamlanarak toplam dokuz uyum paketi yürürlüğe girdi. 57’nci Hükümet (DSPANAP-MHP Koalisyonu) ile gerçekleştirilen ilk üç uyum paketinin ardından 59’ncu AKP Hükümeti ile de altı uyum paketi geçirilerek bu süreç tamamlandı. Böylelikle başta sağlık, eğitim ve yargı olmak üzere birçok alanda yapılan yasa değişiklikleriyle, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kendisi için problem olarak gördüğü ve AB kriterlerine uymayan birçok hususu düzeltme yoluna gitti.
mamlanması sağlanacaktır. Bununla birlikte aynı zamanda da “Demokratik Açılım” diye ifade edilen, dışlanmış bir konumda olan ve bu güne kadar ihmal edilen topluluklara yönelik iyileştirmeler de (Kürt Açılımı, Roman Açılımı vs.) aynı paralelde yürütülecektir.
Bugüne kadar yapılanlar ve bundan sonrada yapılması planlananlar gözden geçirildiğinde, demokratikleşme adı altında büyük mesafelerin kat edildiği, Türkiye için tabu olan birçok hususun yıkıldığı ve neredeyse bütün kırmızıçizgilerin aşıldığı net bir şekilde görülmektedir. Sonuçta bu gerçekleştirilen Bir taraftan AB Uyum Yasaları çerçevesinhususların her biri, Türkiye için bir değişimin de Kopenhag kriterlerine uygun hale gelmegöstergesidir. Ancak gerçekleştirilen bu değinin mücadelesi verilirken, diğer taraftan da şimler, ne toplumun ıslahı ve ne de toplumun özellikle içerisinde devlet gerçek anlamıyla değişikademelerinden ve kolluk Şu Ana Kadar Yapılanların miyle alakalıdır. Aslında kuvvetlerinden şahısların bunların hiçbiri, toplum Adı İster Reform, İsterse bulunduğu çete ve suç örve toplumun menfaatleri Açılım Olsun, Bütün gütlerine yönelik operasiçin yapılmış iyileştirmeler Değişimler ve Bunlar İçin yonlar başlatıldı. Zaman değildir. Dolayısıyla iyiVerilen Mücadelelerin ilerledikçe ve düğümler leştirmeler hiçbir şekilde Dayandığı Nokta ve çözüldükçe bu operasyontopluma tesir etmeyecek Bunlara Kriter Teşkil Eden lar, Ergenekon adı verilen ve toplumun sıkıntılarına Husus “Demokrasidir”. asker odaklı Gladyo yapıçözüm olamayacaktır. Deİşte Asıl Tehlike de Burada lanmasının ortadan kaldığişim için gerçekleştirilen Başlamaktadır. rılma mücadelesine kadar bütün hamleler, toplumun uzandı. Nitekim bu güne değil yönetimin demokrakadar bu yapılanmaya yönelik birçok operastik normlara göre ıslahına yöneliktir. Bu duyon yapılmış ve onlarca kişi hakkında örgüt rumu, yönetimin halkına; “Kusura bakmayın, üyeliği ile örgüt yöneticiliği arasında değişen sizleri on yıllardan beri kötü yönetmişiz, sizlere suç isnatlarından oluşan davalar açılmıştır. haksızlık etmişiz, sizleri ihmal etmişiz…” şeklinBöylelikle hem siyasi otorite üzerindeki askedeki ifadelerinin açılımı olarak da düşünebiri baskı kırılmış olacak, hem de ordu, demokliriz. Aslında bu yaşananlar; Avrupa sevdalıratik sistemlerdeki yerini almış olacaktı. sı Ulusalcıların, 1999 yılında sırf Avrupalılaşmak uğruna başlattıkları bu hareketin, 2002 Bu işlemler de tamamlandıktan sonra, yılında iktidarı devralan ABD destekli AKP artık sıra yargının yapılandırılması ile sivil Hükümeti tarafından, Ulusalcıları tasfiye anayasa oluşturmaya gelmiştir. Bugünlerde etme sürecine çevrilmesinden başka bir şey gündeme getirilen ve tartışılmaya başlayan değildir. Dolayısıyla mesele, devleti elinde yeni anayasa taslağı da bunun en bariz göstutmaya veya nüfuzu altına almaya çalışan tergesidir. Bu hamle, bağımsız bir yargı(!) ve güçlerin, birbiri ile olan mücadelesi ile alakalı sivil bir anayasaya doğru atılacak ilk adımdır. bir meseledir. Bağımsız bir yargının oluşması ile sivil ve demokratik bir anayasanın kabulünün gerçekŞu ana kadar yapılanların adı ister reform, leşmesiyle, bu demokratikleşme sürecinin taisterse açılım olsun, bütün değişimler ve bunNisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
10
AB Uyum Paketleri, Reformlar ve Açılımlar mı? Yoksa... lar için verilen mücadeistemez o vakıanın bir Hangi söylemle ve hangi gerekçe ile lelerin dayandığı nokta parçası haline gelerek olursa olsun, demokratik ortamda ve bunlara kriter teşkil bu sürecin acı faturamücadele etmek ve sonra da yavaş yaeden husus “demokralarını ödemek zorunda vaş güç elde etmek suretiyle İslam’a kalmışlardır. sidir”. İşte asıl tehlike dönüş yapmak fikri, bugün bu ümde burada başlamakBu sürecin başlangıcı metin evlatlarının önüne konulmuş tadır. Bu sürece dâhil ve bugün geldiği nokta en tesirli zehirlerden biridir. olanlar; demokrasiyle değerlendirildiğinde, birlikte hareket etmeyukarıda bahsettiğimiz yi “düşmanın silahıyla silahlanmak” sayanlar, konuyla ilgili birçok üzücü vakıa gözümü“şimdilik onlardan gözükelim de, devleti içten fetze çarpmaktadır. Mesela bir cemaatin lideri hedelim” mantığıyla hareket edenler, “demokkonumunda olan ve çok büyük kitleleri arrasiyi bir amaç değil de araç” olarak görenler kasından sürükleyebilen bir hoca efendinin, asıl yıkıma maruz kalanlardır. Onlar zaman başörtüsüyle ilgili olarak AKP iktidarından geçtikçe mevcut vakıadan bir parça haline önce ve AKP iktidar olduktan sonra vermiş gelirler ve birçoğu, içine düşmüş olduğu bu olduğu fetvalar birbiriyle aynı değildir. Bu durumun farkına bile varamaz. Kısa bir süre gün toplumda başörtüsüne olan eski duyarsonra sistemi değiştirmek için yola çıkan bu lılık da artık kalmamıştır. O zaman devlet bu insanlar, ya ortaya çıkan kısır döngüden dohassasiyeti zorla engellenmeye çalışılırken, layı yorgun düşüp pes ederler, ya da değiştirbugün bu hassasiyet kendiliğinden yok olmek istedikleri vakıaya göre şekillendikleri muştur. Sanki böyle bir sorun bugüne kadar halde hedefe ulaştıklarını zannederler, ama hiç yaşanmamıştır. Peki, ne değişti? Bu sorun bunu fark edemezler. çözüldü mü? Hangi söylemle ve hangi gerekçe ile olursa olsun, demokratik ortamda mücadele etmek ve sonra da yavaş yavaş güç elde etmek suretiyle İslam’a dönüş yapmak fikri, bugün bu ümmetin evlatlarının önüne konulmuş en tesirli zehirlerden biridir. Bu yolla yapılan bütün girişimlerin ve ortaya çıkan değişimlerin tamamı demokratik olarak kalmak zorundadır. Çünkü bu yola girmek, öncelikle sahip olunan düşünceyi ve o düşünceden kaynaklanan mücadele biçimini bir kenara bırakmayı gerektirir ki, bu da kullanılan ölçülerin değişmesiyle sonuçlanır. Yani ölçü artık haram ve helal olanı gözetmekten, menfaatçiliğe doğru kaymaya başlar. Çünkü artık, “gaye vasıtayı meşru kılmaya başlamıştır”. Düşüncelerde ve ölçülerde meydana gelen değişiklik ise apaçık bir eksen kaymasıdır. Maalesef İslam beldelerinde yaklaşık bir asırdır verilen mücadeleler bunun örnekleriyle doludur. Nice hareketler, İslami değerler ve o değerlerden kaynaklanan güçlerini, demokratik ortamlara girerek kaybetmişler ve sonra da ister
Bu iktidar partisini destekleyen, onun iktidara gelmesinde büyük pay sahibi olan ve milyonlarca mensubu bulunan cemaatlerin “sesi” konumunda olan medya organlarının, üstüne basa-basa demokrasi vurgusu yapmaları, cuntacıların demokrasiyi nasıl askıya almaya çalıştıklarını ve demokrasinin AKP eliyle bitirilmekten nasıl kurtarıldığını sürekli olarak gündeme getirmeleri ve yapılan her bir hamleyi demokratik kriterlere göre değerlendirmeleri hem üzücü ve hem de düşündürücü bir durumdur. Unutmayalım ki, AKP Hükümeti’nin bugün kendileriyle mücadele ettiği, Müslümanlara ve özellikle de bazı cemaatlere komplo hazırlığı içinde olup onları bitirmeyi planladıkları iddia edilen ve haklarında camilerde bomba patlatarak kaos ortamı oluşturmaya çalıştığı iddiaları bulunulan cuntacıların da kriterleri demokrasiydi. Hatta Irak ve Afganistan’da milyonlarca Müslümanı katleden ABD’nin ve Filistin’de her gün Müslüman kanı akıtıp, Müslümanlara ait yerleşim yerlerini yakıp yıkan İsrail’in de
11
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
AB Uyum Paketleri, Reformlar ve Açılımlar mı? Yoksa... kriteri demokrasidir. Öyleyse Müslümanlar neden demokrasiye göre hareket ediyorlar? Onlardan daha fazla demokrat olmanın veya o şekilde görünmenin dayanağını ve Allah katındaki meşruiyetini açıklayabilir misiniz?
nasında sık sık Müslümanlara da operasyonların yapılması bir tarafsızlık gösterisi olsa gerek. Eğer bu zamana kadar İslami cemaatlere yapılan operasyonlarla ilgili rakamlara bir göz atılacak olursa ne demek istediğimiz çok daha iyi anlaşılacaktır. Daha geçen ay (05.03.2010 tarihinde) sabaha karşı yapılan baskınlarla dergimizin yazarları gözaltına alındı ve yazdıkları yazılardan dolayı da içlerinden 5’i tutuklanarak cezaevine konuldu. Yazarlarımızdan biri, 3 yaşında çocuğu olan ve 4 aylık hamile bir hanım kardeşimizdi ve yine dergimizin yazarı olan eşiyle birlikte tutuklandı. Yazdıkları yazılar ortadadır ve herhangi bir suç unsuru içermediği de açıktır. Bir diğer açıdan, Türkiye Cumhuriyeti’nin yasaları içinde olan ve CMK. 250’ye göre; kaçma ve delilleri karartma şüphesi olmadığı sürece tutuklamaya gerek olmadığı hükmüne rağmen ve bu insanlar içinde kaçma ve delilleri karartma gibi bir şüphenin bulunmadığı ortada iken, annesini ve babasını tutuklayarak 3 yaşındaki bir yavruyu mağdur etmenin anlamı nedir? Bunun bir tek anlamı vardır o da zulümdür. ِ ِين َوال ُْم ْؤ ِم َن َاب َّ ات ث َ ِين َف َتنُوا ال ُْم ْؤ ِمن َ إِ َّن الَّذ ُ َه ْم َعذ ُ ُم ل َْم َيتُوبُوا َفل ِيق ِ ْحر ُ َه ْم َعذ ُ َج َهنَّ َم َول َ َاب ال “Şüphesiz mü’min erkeklerle mü’min kadınlara işkence edip, sonra da tövbe etmeyenlere; cehennem azabı ve yangın azabı vardır.” (Buruc 10)
Yine bu süreçte ortaya çıkan ve sıklıkla gündeme getirilen bir diğer hususta “hoşgörü ve diyalog” meselesidir. Müslümanların bugün “Ehli Kitap” ile “hoşgörü ve diyalog” merkezli bir alaka kurmasının gerekliliği nereden gelmektedir? Üstelik her gün Yahudi ve Nasranîler tarafından onlarca Müslüman katledilirken, onlar tarafından toprakları işgal edilmişken, ırzlarına geçilip malları yağmalanırken, yaşadıkları yerler abluka altına alınıp ambargolarla perişan hale getirilmişlerken, hepsinden önemlisi de; Allah Subhanehu ve Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de onlarla alakaların nasıl olması gerektiğini defalarca vurgulamışken… Bir hüküm, bir fikir veya bir görüş belirten her Müslüman, ortaya koymuş olduğu hususun şer-i delilini de kesinlikle beyan etmek zorundadır. Aksi takdirde kendi hevâ ve hevesinden konuşmuş ya da heva ve hevesine göre hareket etmiş olur. Bu da Allah katında insanı sorumlu kılan ve hesap vermeyi gerektiren bir durumdur. َّ ض ُه ْم ُ اء َب ْع َ ُّها الَّذ َص َ َيا أَي َ ِين َ َّآمنُوا اَل َتت ِخ ُذوا ال َْي ُهوَد َوالن َ ار ٰى أَ ْول َِي َّ َّ َوَم ٍ اء َب ْع ُ أَ ْول َِي ْ ُم َفإَِّن ُه ِم ْن ُه ْم إِ َّن الل َه اَل َي ْهدِي ا ْلق ْ ض َو َم ْن َي َت َول ُه ْم ِم ْنك َّ ِين َ الظالِم “Ey inananlar, Yahudileri ve Nasranileri dost edinmeyin. Onlar, birbirlerinin dostudur ve sizden kim onları dost edinirse şüphe yok ki o da, onlardandır. Şüphe yok ki Allah, zalim olan kavmi doğru yola sevk etmez.” (Maide 51) َّ َموا َف َت َم َّسكُم ون اللَّ ِه ِ ِن ُد ْ ُم م َ َواَل َت ْرَكنُوا إِلَى الَّذ ُ الن ُ ِين َظل ْ ار َو َما لَك ُ ون َّ اء ث َ ص ُر ْم َ ُم اَل تُ ْن َ ِن أَ ْول َِي
İşte bunlar demokratik ortama girmenin ve o ortamda mücadele etmenin sonuçlarıdır. Karşınıza ne getirilirse onu kabul etmek ve yapmak zorunda kalırsınız. Artık ölçüleriniz sizin kontrolünüzde değildir. Hatta bu yolda mücadele edenler, bir zamanlar bir Müslüman kadının zulme uğraması karşısında kendilerini bile feda edebilecek bir durumda olabilirler, ama gün gelir aynı cürümü ya kendileri işlerler ya da işleyenlere göz yumarak onların işledikleri zulme ortak olurlar. Bu olayla birlikte, “İsrail”le cedelleşmenin ve özellikle de zulme uğrayan kadınlar ve çocuklardan dem vurarak güya “İsrail”e meydan okuma-
“Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez.” (Hud 113)
Demokratikleşme uğrunda suç örgütleri, çeteler ve cuntayla yapılan mücadeleler es-
Nisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
12
AB Uyum Paketleri, Reformlar ve Açılımlar mı? Yoksa... nın bir senaryo olduğu ortaya çıktı ve bu senaryonun oyuncularının maskesi de düşmüş oldu. Çünkü bu senaryodan murad edilen Müslümanların gözünde prim yapmaktı.
adına yapılan çalışmalardır. Bunlar tamamen bu projenin gerçekleşmesi için ABD’nin nüfuz sağlama girişiminin üsluplarıdır. Bunlar onun klasik girişimleridir ve önünde kendi çıkarına engel olarak gördüğü ne varsa, onu “demokrasi ve insan haklarıyla” yok etmeyi hedefler, aynen Irak ve Afganistan’da olduğu gibi.
Görüldüğü gibi demokratik ortamda ve demokratik kriterlerle yapılan mücadelenin Müslümanlar üzerinde nasıl olumsuzluklar meydana getirdiği ortadadır. İşte bugün geSonuç olarak hem AB Uyum Yasaları, hem linen nokta da, hedeflenen gaye de budur. reformlar, hem de açılımlar yalnızca birer göz Yani, Müslümanları demokratik platformboyamadır. Buraya kadar anlatmaya çalıştığıda oyalayarak Rasulullah SallAllahu Aleyhi mız gibi meselenin Müslümanların maslahatve Sellem’in metoduna uygun bir çalışmanın larıyla hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü meselenin önüne geçebilmektir. İster bugüne kadar orele alınış biçimi de, çözüm taya çıkıp da demokratik olarak ortaya konuluşu da ortama dalan cemaî oluMesele Islah Meselesi demokratik normlara göşumların durumu, isterse Değildir. Çünkü İslam redir. Bu nedenle dikkate de bir dönem Cezayir’de Beldelerinin Tümünde Hayata alınacak hususlar bunlar %84 oyla iktidara gelen FIS Tesir Eden ve Toplumları değil, değişimdir. gibi partilerin durumu olsun; bu girişimlerin her biri, Müslümanlar açısından çok acı sonuçlar doğuran hareketler olmuşlardır.
Oluşturan Unsurlar Gayri İslami Unsurlardır. Hayata Egemen Olan Güç Kapitalizmdir, Toplumları Meydana Getiren Dinamikler De Ona Aittir. İslam ise, Yalnızca Müslümanların Kalplerinde Bulunmakta, Çoğunlukla da İbadet Anında, Cenazelerde veya Mübarek Günlerde Hatırlanmaktadır.
Değişim meselesini, toplumun ıslahı açısından ele almak da kesinlikle doğru bir yaklaşım biçimi değildir. Islah kelimesi, Arapça bir kelime olup “düzeltme ve iyileştirme” anlamlarına gelmektedir. Bu anlam çerçevesinde “Toplumun Islahı” ifadesini değerlendirdiğimizde; toplumun iman etmiş olduğu akideden kaynaklanan fikir, duygu ve nizamların, yani toplumun iman ettiği akideyle toplumu meydana getiren dinamiklerin varlığını sürdürmesine rağmen, bunlarda görülen ve toplumu tesiri altına almış bir takım “yanlış anlayış, hatalı benimseme, ihmaller ve unutulan hususlar” gibi eksiklik ve hastalıkların tedavisine yönelik yapılan çalışmalar “ıslah” kapsamına girmektedir. Oysa bugün İslam Ümmetinin içinde bulunduğu durum bunun çok ötesindedir.
Bu gün AKP için de farklı bir durum söz konusu değildir. Çok büyük beklentilerle iktidara getirilen ve sürekli olarak Müslümanlar tarafından desteklenen bu partinin, bugüne kadar İslam ve Müslümanlar adına ortaya koyabildiği ne vardır? Hangi gayri İslami bir durumu İslami bir duruma çevirebilmiştir. Bugün ayaklar altına alınmış hangi hükmü yüceltmiş veya aleni olarak işlenen hangi haramı engellemiştir? Bunların dışında insanların sıkıntısını giderecek ve onları rahatlatacak ne yapmıştır? Bu zamana kadar yapamamıştır ve bundan sonrada yapamayacaktır. İşte sonuç bu kadar açık ve nettir. 2002 yılından bu yana gerçekleştirilen AB Uyum Yasaları, reformlar adı altında yapılanlar, açılım olarak ifade edilenler ve demokratikleşme adına yapılanların hepsi, ABD’nin “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi”
Mesele ıslah meselesi değildir. Çünkü İslam beldelerinin tümünde hayata tesir eden ve toplumları oluşturan unsurlar gayri İslami unsurlardır. Hayata egemen olan güç
13
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
AB Uyum Paketleri, Reformlar ve Açılımlar mı? Yoksa... kapitalizmdir, toplumları meydana getiren dinamikler de ona aittir. İslam ise, yalnızca Müslümanların kalplerinde bulunmakta, çoğunlukla da ibadet anında, cenazelerde veya mübarek günlerde hatırlanmaktadır. Her ne kadar bazı beldelerde yönetimde ve hayat sahasındaki bazı problemlerin çözümünde bir takım uygulamaları bulunsa da, şu an hayat sahasında yoktur. İşte bu yüzden mesele ıslah/düzeltme meselesi değildir.
döndürmek ve ondan fışkıran hayat nizamını ister hale getirmekle gerçekleşir. Böylece değişim, toplumun istemesiyle ve bizzat onun desteğiyle gerçekleştirilmiş olur. Bu değişim, İslam akidesine dayanmasından ve toplumun bizzat isteği ve desteğiyle gerçekleşmesinden dolayı da yegâne doğru, en sağlam ve en köklü değişimdir. İşte bu yüzden, yapılması gereken çalışma bunu gerçekleştirecek şekilde yapılmalı ve gayretler bu doğrultuda sarf edilmelidir.
Geriye bir tek husus kalıyor o da; Ümmeti içinde bulunduğu bu zilletten kurtaracak, sömürgeci kâfirlere ve gasıp Yahudi varlığına hak ettikleri muameleyi uygulayacak, kendi tebâsına İslami ahkâmını tatbik edip âleme de İslam’ı bir nur ve hidayet kaynağı olarak taşıyacak olan II. Raşidi Hilafet Devleti’nin ikamesidir. Yani İslami hayatı yeniden başlatmaktır, kısacası köklü bir değişim gerçekleştirmektir. Bu da toplumda egemen olan gayri İslami fikir ve duyguları, İslami fikir ve duygularla değiştirmek, toplumu bu fikir ve duyguların kaynağı olan İslam akidesine geri
Nisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
ِ “ لِ ِمثÇalışanlar, böylesi bir ُون َ ْل َٰهذَا َفل َْي ْع َم ِل ال َْعا ِمل kurtuluş için çalışsınlar.” (Saffat 61) Allah Subhanehu ve Teâlâ’ya iman edip de, her ne sebeple olursa olsun; onun göndermiş olduğu hayat sisteminden başka sistemlerin savunuculuğunu yapmak, başka egemen güçlere boyun bükmek, onlarla hükmetmek veya hükmedenlere destek vermek bir Müslüman için açık bir yıkımdır. Bunun sonu dünyada ve ahrette hüsrana uğramaktır.
14
Yusuf YAVUZKAN
D
evletlerarası ihtilaflar gerçekten çözümsüz olduğundan değil, ihtilafı derinleştiren dış faktörlerin varlığından ve bağlayıcı hükmü açıklayabilecek muteber bir devletlerarası kurumun yokluğundan ötürü varlıklarını sürdürür. Hele ki ihtilaf -Filistin’de olduğu gibi- işgal, katliam ve toprak gaspına dayalı, esastan kangrenleşmiş ise, esasa nüfuz edip köklü çözüm olabilecek bir yaklaşımla tedavi edilmedikçe hiç çözülmez.
dum sonucu başarısızlığa uğraması üzerine durgunluk sürecine giren Kıbrıs meselesi; Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) üyelik müzakerelerine yeniden başlamasıyla hareketlendi. Bu hareketlenmeler KKTC’de çözüm yanlısı Mehmet Ali Talat hükümetinin işbaşına gelmesi ve Türkiye’nin AB üyeliği yolunda Gümrük Birliği ek protokolünü imzalayarak limanlarını ve hava alanlarını, Kıbrıs Rum Kesimi’ne açma -yani onu tanıma- yükümlülüğü altına girmesiyle devam etti. Ve nihayet Rum Kesimi’nde çözüm vaadiyle Hristofyas’ın iktidara gelmesi de TalatHristofyas arasındaki çözüm müzakerelerinin Eylül 2008’de başlamasına kadar götürdü.
Kıbrıs’taki mesele de bir bakıma böyledir. Başlıca dış faktörlerden Amerika’nın baskıladığı çözüm perspektifi de, İngiltere’nin direttiği çözümsüzlük politikası da, ada sakinlerinden ziyade kendi çıkarlarının gereğidir. Bu çıkarlar uzlaşmadıkça, -şer’i manada değil- siyasi manada bir çözüme varılmayacağı açıktır.
Bu müzakerelerin amacı; adanın iki kesimini (Kuzey-Güney) federal bir yapı bünyesinde birleştirmektir. Başlıca müzakere başlıkları ise yönetim ve güç paylaşımı, ekonomi, AB, toprak, garantiler, mülkiyet, Türkiye kökenli KKTC vatandaşları diye sıralamaktadır. Fakat tarafların çözüme yaklaşımında ciddi ayrılıklar bulunmaktadır. Sözgelimi;
Bağlayıcı hüküm açıklama otoritesine sahip olmayan üstelik Amerika’nın tek yanlı politikalarıyla meşruiyeti zedelenmiş bulunan Birleşmiş Milletler (BM) öncülüğündeki Annan Planı’nın, 2004’te yapılan referan-
15
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
Kıbrıs Müzakereleri Çözümsüzlüğe Mahkûm − Rum tarafı; yönetim, güç paylaşımı, seçim sistemi konularında 1960 Anayasası’nı temel alırken, Türk tarafı İsviçre (kanton) modeline benzer tezler savunmaktadır.
Güney’deki iki büyük İngiliz askeri üssünden, Amerika’nın oraları kullanmasından ve Yunan askeri varlığından söz etmeksizin, -Hristofyas’ın Magosa’da Rum askerlerine hitabında görüldüğü gibi- ‘işgalci’ diye nitelediği Türk ordusunu kastederek adadaki yabancı güçlerin varlığına son verilmesini isterken, Türk tarafı ise, Türkiye’ye bağımlılık ve askeri vesayetin gölgesi nedeniyle bu konuda tek başına karar verememenin sıkıntısını yaşamaktadır.
− Rum tarafı; 40–50 bin Türkiye kökenli KKTC vatandaşının göç ettirilmesini isterken, Türk tarafı bunu asgari düzeye indirmeye çalışmaktadır. − Rum tarafı; ‘tek vatandaşlık’ talep ederken, Türk tarafı ‘kurucu devletler’ (mevcut devletler) için ayrıca ‘iç/alt/ikincil vatandaşlık’ talep etmektedir.
Tıkanıklığın ana sebebi dış güçlerin nüfuz paylaşımı üzerindeki çekişmeler olsa da, ye− Rum tarafı; Güney’deki Türk milletlerirel siyaset ve kamuoyu baskısı da engelleyici ni kamulaştırıp yapısını, niteliğini değiştirip faktörlerdendir. Türkiye ve Yunanistan’da müzakere konularından çözüm yanlısı hükümetçıkarmışken, Kuzey’deki ler iktidarda olduğu halde Tıkanıklığın ana sebebi dış Rum mülkleri için yüksek adadaki siyasi ortam böytazminatlar talep etmektegüçlerin nüfuz paylaşımı le değildir. Güney Rum dir. Kesimi’nde Hristofyas’ın üzerindeki çekişmeler olsa − Rum tarafı; Londra da, yerel siyaset ve kamuoyu komünist AKEL partisi, önceki Cumhurbaşkanı ve Zürih Anlaşmalarını baskısı da engelleyici Papadopulos’un DİKO par‘çağdışı’ diye tanımlayıp faktörlerdendir. Türkiye tisi ve Nasyonal Sosyalist yok sayılması gerektiğini, ve Yunanistan’da çözüm EDEK partisinden oluşan artık AB platformunun ve hukukunun esas olduğuyanlısı hükümetler iktidarda koalisyon, Annan Planı referandumunda takındıkları nu, güvenlik garantileri ile olduğu halde adadaki siyasi tutumlarda görüldüğü gibi, garantörlük müessesinin ortam böyle değildir. ağırlıklı olarak çözüm yangereksiz ve AB üyeliği ile lısı değildir. KKTC’de gebağdaşmadığını savunurçen sene iktidara gelen Derviş Eroğlu liderken, Türk tarafı Türkiye’nin garantörlüğünü liğindeki UBP de keza Annan Planına karşı ve meseleye müdahil olma imkânı ortadan çıkmıştı ve bugün paralel çerçevede ilerleyen kaldıracağından buna karşı çıkıyor. müzakere sürecine, sessizce seyretmekle bir− Rum tarafı; petrol arama meselesini likte olumsuz yaklaşmakta ve kadim iki devgündemde tutarak hem egemenlik alanları, let tezini savunmaktadır. hem de Türkiye’nin deniz ve hava limanlarıBaşka bir açıdan bakıldığında görülür nı açma yükümlülüğü noktasında baskı kurki ilgili tarafların tümü kendilerine çözüm maya çalışmak üzere Kıbrıs Adası etrafındaki yanlısıdır. ABD, AB, BM, İngiltere, Türkiye, tüm sularda hak iddia edip dilediği bölgede Yunanistan, KKTC, hatta Güney Rum Kesipetrol aramaları için anlaşmalar yapabilecemi bile çözüm istiyor. Başbakan Erdoğan ve ğini savunurken, Türk tarafı, KKTC ve açıkYunan muadili Papandreou yakın dost; keza larının bunun haricinde kalması gerektiğini Talat ve Hristofyas da dost ve her ikisi de sol savunmaktadır. yan danslı. Bu kadar ortaklığa rağmen tek − Meselenin can alıcı noktası olan adafark; “çözüm”den ne anlaştığı noktasında daki askeri varlık konusunda ise Rum taraayrışıyor. Sözgelimi Rumların çözümünden fı; adanın %3’lük arazisinde tekabül eden Nisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
16
Kıbrıs Müzakereleri Çözümsüzlüğe Mahkûm anladığı: “AB üyesi ve tüm adayı temsil etme konumunda bulunan devletimizin esasi bir parçası olan kuzey kesimi tekrar kazanıp egemenliğimizi ve toprak bütünlüğümüzü pekiştirelim. ABD’nin oradaki etkisini bu yolla ve AB platformunda bertaraf edelim”. Buna mukabil ABD’nin çözüme bakışı şöyle özetlenebilir: “İngilizcilerin sömürgecilik yıllarında yarattığı bu çetrefil sorunu, BM yoluyla adayı birleştirerek çözelim, İngiliz üslerini ve Türk askeri varlığını adadan çıkaralım ve meselenin AB platformuna kaydırılarak etki sahamızdan uzaklaştırılmasına fırsat vermeyelim.”
kanlığı seçimlerinde, müzakerelerin sonuca varması için yoğun çaba harcayan Mehmet Ali Talat’ın seçimi kaybedebilme riskiyle karşı karşıyadır. Velhasıl; süregelen müzakereler, bilhassa KKTC’deki seçimlerden sonra tıkanma sürecine girecek, ya da en azından ivmesini kaybedecektir. Tarafların hepsi de bunun farkındadır. Hristofyas şöyle diyordu; “Hedef, Kıbrıs sorununun Nisan’dan önce çözümü değil.” Mademki çözüm beklentisi yok, o halde niçin diploması çevrelerinde ve medya organlarında 2010 yılının çözüm için son yıl olduğunu, aksi takdirde Türkiye’nin AB ile üyelik müzakerelerinin çözülebileceği söyleniyor? Çünkü:
BM genel sekreteri Ban Ki Moon, Ocak 2010’da adaya yaptığı ziyaret sırasında; herhangi bir planları olmadığını, çözümün adadaki liderlerin girişimi ve çabalarıyla sağlanacağını söylüyordu. Zaten adadaki BM temsilcisi Alexander Downer’da bu doğrultuya müzakereleri gözlemliyor.
1) Müzakereler için takvim belirleyip çözüm için “son fırsat” propagandası yapmak, sıkça başvurulan bir diplomasi taktiğidir. Pek de uzak olmayan geçmişte, aşina olduğumuz pek çok meselede şahit olduğumuz pek çok örneği vardır.
Bu zaviyeden bakıldığında ise şunları söyleyebiliriz;
2) AB, üyelik müzakerelerinin sürdürülmesi için, Türkiye’nin 2005’te imzaladığı Ankara Protokolü’nü uygulamaya geçirmesini talep etmişti. Yani Gümrük Birliği çerçevesinde deniz ve hava limanlarını, Rum gemi ve uçaklarına açmasına şart koşmuş, Türkiye’nin ayak diremesi üzerine 2006 yılı Aralık ayındaki AB Zirvesi’nde sekiz müzakere başlığını dondurmuş, Türkiye’ye üç yıl süre tanımış ve bu süre Aralık 2009’da dolmuştu. Buna göre şu anda Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerinin kesilmiş olması gerekirdi. Ancak iki yönden buna cüret edilemedi ki bunlar,
− Tarafların vakıasına bakıldığında çözümsüzlüğe mahkûm olduğu açıktır − Amerika; Irak, Afganistan ve ekonomik krizle meşguldür. − İngiltere; mevcut statükonun devamından memnundur. − Yunanistan; istikrarsız bir yönetim altında iflas etmiş bir ekonomi içinde boğulmuştur. − Türkiye; AB üyelik süreci ile iç dinamikler cenderesi arasında sıkışık haldedir. − Avrupa Birliği; pamuk ipliğine bağlı Türkiye ilişkileri ile verdiği sözleri çiğnemek arasında kalmışlardır.
a) Amerika’nın Türkiye’yi yükselen bir “bölgesel güç” haline getirme ve bu minvalde AB ekonomisi, enerji ve güvenlik politikaları, genel olarak İslam Âlemi, özel olarak Ortadoğu ile ilişkiler açısından Türkiye’nin AB için kritik konumunun güçlenmesi yönüyle,
− Rum Kesimi; iktidar koalisyonunun çözümsüzlük politikası, AB üyeliği avantajına sahip olması ve siyasi, ekonomik, askeri yönlerden daha rahat konumda bulunması bakımından, statükodan nispeten memnundur.
b) Hükümet’in ilerletmeye çalıştığı reform adımları ve gündemde taşıdığı açılımlar yönüyle.
− KKTC ise; 18 Nisan’daki Cumhurbaş-
17
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
Kıbrıs Müzakereleri Çözümsüzlüğe Mahkûm Dolayısıyla AB’nin Kıbrıs’ta çözüme varılamadığı iççin Türkiye ile müzakereleri keseceğini beklemek, düşünmek sağlıklı bir yaklaşım değildir. Çünkü esbab-ı mucibeleri farklıdır. AB içindeki Amerikan güdümlü üye ülkelerin Türkiye yanlısı aktif tutumları da tali bir faktör olarak zikredilebilir.
güçlü dayanaklarından biri olan AB üyelik müzakerelerinin, Kıbrıs’taki bu çözüm müzakerelerinin akıbeti ile bağlantılı olması, hiç değilse hızını etkileyen bir faktör olmasıdır. İkincisi ise; askeri vesayetle süregelen mücadelede kilit bir rol oynayan Kuzey Kıbrıs’taki askeri varlığın tartışmaya açılmasıdır. Ki bu mesele, ileride adanın yabancı askerlerden arındırılması adı altında bir koz ve taviz unsuru olmaya elverişlidir ve gerek Rumların müzakereleri tıkayan bu bahanesinin ellerinden alınması, gerekse İngiliz askeri üslerinin ve varlığının tartışmaya açılması bakımından anahtar önemlidir.
3) Çözümsüzlüğe rağmen müzakerelerin sürdürülmesindeki ısrarın sebepleri ise şunlardır, a) Kıbrıs meselesi, Amerika ve İngiltere için nüfuz mücadelesi olsa da AB için tedavisi gereken bir yaradır. “Tüm Kıbrıs”ı AB üyeliği vasfıyla temsil ettiği halde adanın kuzeyinde egemenliği olmayan bir üyeye sahip olması, dolayısıyla bunu, kendi bütünlüğüne halel getiren bir sorun olarak görmesinin yanı sıra üyelik müzakereleri sürdürdüğü aday bir ülkenin (Türkiye) bu sorun yüzünden başka bir üyesini (Rum Cumhuriyet) tanımaması gibi bir muamma ile karşı karşıya olması bakımından böyledir. O yüzden çözüm için bastırmaktadır. Yine de tutarlı ve müşterek bir tavır belirlemekten acizdir. Bir yandan çözümü kolaylaştırıcı adımlar atarken öte yandan engelleyici kararlar almaktadır. Bir yandan teşvik ederken öte yandan ambargolar ve yaptırımlar uygulamaktadır.
Başbakan Erdoğan’ın 02.03.2010’da ilk kez Kıbrıslı Rum ve Türk gazetecilerle görüşmesinde; çözüme varılması halinde belli bir süre içinde Türkiye’nin adadan asker çekebileceğini söylemesi, “seçim sonrasındaki yeni Cumhurbaşkanının müzakereleri engellemesine garantör güç olarak izin vermeyiz” demesi, garantörlük haklarıyla ilgili dörtlü-beşli zirve önerisini en iyi formül olarak nitelemesi ve İngiliz Başkanı Gordon Brown’un davetlisi olarak Erdoğan’ın Mart ayı içerisin gerçekleştirdiği Londra ziyareti işte bu bağlamlarda anlaşılmalıdır. Bu konudaki yegâne ve tek çözüm ise bir İslam beldesi olan Kıbrıs’ın bu hali ile Türkiye’ye ilhak edilmesidir.
b) ABD çözümsüzlük sürse de meselenin BM ekseninde tutulması için uğraşmaktadır. Çünkü Rumlar elbette arkalarındaki gücün dürtüklemesiyle meselenin AB platformuna taşınması için çabalayıp, BM’yi dışlamaya çalışmaktadır. Gerekçesi de 2004 referandumunda Rum halkının BM’nin Annan Planı’nı reddetmesiyle BM’nin fiili rolünü tamamlamış olması ve “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında AB üyesi haline gelmiş olmasıdır. Onun için Ban Ki moon, müzakerelerden kopmamak amacıyla BM’nin hiçbir fiili rolü olmaksızın bir gözlemci niteliğinde davranacağını ifade etmek durumunda kalmıştır. c) Türkiye’nin müzakerelerin devamını istemesi ise iki ana yönden değerlendirilebilir. Birincisi; reformlar ve açılımların en Nisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
18
Cuma CANPOLAT
4
Mart 2010’da ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi “Ermeni soykırım karar tasarısı” iddiasını 22 ret oya karşı 23 evet oyla kabul etti. İşte kabul edilen bu iddianın en iftiracı maddesinde şu ifadeler geçmektedir: “Ermeni Soykırımı 1915-1923 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu tarafından tasarlanıp uygulandı ve yaklaşık iki milyon Ermeninin sınır dışı edildi. Bunlardan 1.5 milyon kadın, erkek ve çocuğun öldürülmesiyle, kurtulan 500 binin de evlerinden kovulmasıyla ve yaklaşık 2.500 yıllık Ermeni varlığının anavatanından tasfiye edilmesiyle sonuçlandı”.
Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonunun İstanbul Haliç Kongre Merkezinde ki 3’üncü olağan genel kurulunda yaptığı konuşmasında “Geleceği, geçmişte yaşananlar üzerine inşa etmeyeceğiz… ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesinde öyle bir senaryo oynandı ki, bu bir komedidir… Buların kaç tanesi Osmanlı tarihini biliyor? Kaç tanesi Türkiye’nin Ermenistan’a yönelik iyi niyetli girişimlerinden haber dar? Böylece tarihe yargıda bulunacaksınız, böyle bir komedi olabilir mi?” diye eleştirilerde bulundu. Şimdi biz, sömürgeci kâfir Amerika’nın, Rusya’nın, Fransa’nın, İngiltere’nin, Almanya’nın, İtalya’nın, Kanada’nın, Belçika’nın, İsveç’in, İsviçre’nin, Hollanda’nın… ve diğer NATO ve AB Devletleri’nin Türkiye’ye karşı düşmanca, “Ermeni Soykırım İddiasını” dile getirdiklerini izaha çalışacağız. Fakat şu bilinmelidir ki, Sovyetler Birliği 1991’de dağılınca ve kâfir Ermenistan Rusya’nın direktifi ile Azerbaycan’ın Karabağ bölgesini 1993 de işgal ettikten sonra neden “Ermeni Soykırımı” iddiası hemen gündeme taşınmıştır. İşte bunu da anlamak için aşağıdaki hususlara
Böylece İslam ümmetinin siyasi tarihinde mevcut olan Osmanlı Hilafet Devleti’ne karşı büyük bir iftira atılmış oldu. Türkiye Hükümeti ise, bu iddiayı ret ederek şu açıklamayı yaptı: “Türk ulusunu, işlemediği bir suçla itham eden bu tasarıyı kınıyoruz. Ve Washington Büyükelçimiz Namık Tan Ankara’ya çağrılmıştır.” Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Ahmet Davudoğlu’da çağrılan Elçinin ne zaman döneceği konusunu “Uzun sürebilir. İki ülke arasındaki ilişkilerin kapsamı çok geniş” diye ifade ederek cevaplandırdı. Başbakan Erdoğan ise,
19
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
Amerika’nın “Ermeni Soykırımı” İddiası işaret etmemiz gerekmektedir.
toplantılarında almaya çalışmaktadır. Ancak Amerika şimdiye kadar Rusya ile pazarlıkta başarılı olamayınca, Ermenistan’ı kendi yanına çekebilmek için Türkiye karşı her yıl baskı uygulama durumuna düştü ve aslı astarı olmayan “Ermeni Soykırımı” iddiasını ikide bir ortaya attı. İşte bundan dolayı, 10 Ekim 2009’da, Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile Ermenistan’ın Dışişleri Bakanı Edward Nalbantyan arasında, İsviçre’nin Zürih kentinde imzalanan diplomatik ilişkilerin kurulmasına dair iki protokol imzalanmıştı. Ve ilişkilerin birlikte geliştirilmesine, protokolde şöyle işaret edilmişti: ”Diplomatik ilişkilerin kurulması ve temsilciliklerin iki ülkede açılması, iki ülke arasındaki mevcut sınırın karşılıklı olarak tanınması ve ortak sınırın açılması hususun da aldıkları kararı teyit ederek, teröre karşı mücadelede işbirliğine gitmeyi taahhüt ederek anlaşmışlardır.”
Şunun bilinmesi gerekir ki, Osmanlı Hilafet Devleti’nin toprakları içinde uzun yıllarca yaşayan gayri müslimlere karşı asla zulüm edilmiş değildir. Çünkü İslam Nizamı, ne Müslümanlara karşı ve nede gayri müslimlere karşı zulüm etmeye cevaz vermez. Eğer İslam Hilafet Devleti’nin her hangi bir yöneticisi zulüm ederse, o Yönetici Mezalim Mahkemesine sevk edilir ve hak ettiği cezayı alır. Böylece Ermeniler ve diğer gayri müslimler de aynı Müslümanlar gibi, İslam’ın Devlet nizamına ve İslam’ın adalet anlayışı üzere muamele gördüler ve kendi anavatanlarında uzun yıllarca ikamet ettiler. Ve onlar, Müslümanlar gibi devletlerine sahip çıkacaklar, onu her türlü düşman saldırısına karşı koruyacaklar ve onlar Haçlı Seferleri yıllarında olduğu gibi asla devletin düşmanları ile işbirliği içinde olmayacaklardı. Ve her kim İslam Hilafet Devleti’nin düşmanları ile iş birliği içinde olursa, o kimse tabiiyetine bakılmaksızın devletin Mezalim Mahkemelerine sevk edilir ve hak ettiği cezayı görür.
Ve söz konusu protokol ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Rusya Dışişleri Bakanı Sergay Lavrov ve Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner gölgesinde imzalanmış olduğu halde, Türkiye Dışişleri Bakanlığı şu açıklamayı yapmıştı: ”Türkiye Cumhuriyeti ile Ermenistan Cumhuriyeti, İsviçre’nin desteği ile ortak gayretlerini sürdürme konusunda kararlıdırlar.” Hâlbuki söz konusu protokolün imzalanması ABD’nin Türkiye’ye karşı yaptığı baskıdandır. Ve Rusya’nın da Ermenistan’a karşı yaptığı baskıdan kaynaklanmaktadır. Buna göre, Türkiye ile Ermenistan arasında ki 1993’ten beri kopuk olan ilişkilerin tekrar kurulmasını isteyen ABD’dir. Çünkü sömürgeci kâfir Amerika, Ermenistan’ı, Rusya’nın nüfuzundan çıkararak kendi nüfuzu altına almaya çalışmaktadır. Ve bu protokol imzalanınca, Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ilişkiler hemen kopma noktasına ulaştı. Çünkü Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Türkiye’yi, Ermenistan’ın Karabağ işgali konusunda defalarca uyarmıştı. İlham Aliyev 9 Ekim 2009’da Azerbaycan Devlet televizyonuna bir demeç vererek şöyle demişti: “Türkiye-Ermenistan uzlaşı sürecinin
1915-1923 yıllarına gelince, bu yıllar malum olduğu gibi Birinci Dünya Savaşı yılları idi. Ve bu dünya savaşını çıkaran kâfir olan devletlerdi. Onların gayesi ise, Haçlı Seferleri boyunca yenemedikleri Osmanlı Hilafet Devleti’ni önce parçalamak sonra onu yok etmek idi. İşte bundan dolayı, itilaf ve müttefik kâfir devletleri birbirleri ile savaşırken, Osmanlı Devleti’ne karşı bir savaş oyunu oynadılar. Osmanlı Devleti, Almanların tarafında yer alınca, Osmanlı toprakları için de yaşayan bir kısım Ermeniler, ”İngiltere ve Fransa cephesi” ile iş birliği yapmaya başladı. Osmanlı Devleti’de onları tehcirle cezalandırdı ve başka beldeye sürgün etti. Osmanlı Devleti Ermenilere karşı iddia edildiği gibi asla soykırım muamelesi yapmış değildir. Ve aslına bakılırsa günümüzdeki ”Ermeni Soykırımı” iddiası devletlerarası bir pazarlık meselesidir. Çünkü sömürgeci kâfir Amerika, Dağlık Karabağ işgalcisi Ermenistan’ı Rusya’nın nüfuzundan kendi nüfuzuna “Minsk Gurubu” Nisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
20
Amerika’nın “Ermeni Soykırımı” İddiası Azerbaycan-Ermenistan Karabağ görüşmelerine paralel yürütülmesi gerektiğini” ifade ederek Türkiye’yi uyarmıştı. Ve Türkiye’ye şunu da hatırlatmıştı: ”Türkiye ile Ermenistan arasında uzlaşı protokollerinin imzalanması ile iki ülke arasındaki sınırın açılacak olması Azerbaycan ile Ermenistan arasında devam eden Karabağ sorununa barışçıl çözüm bulunması görüşmelerinde katkıda bulunacağı görüşüne kesinlikle katılmıyorum. Azerbaycan bu konudaki tutumunu daha önce dile getirerek sürecinin paralel, birbirine bağlı yürütülmesinin gerektiğini dile getirmişti… Bu prensipten sapmalar olumlu değil…”
dan Karabağ işgali çözümü konusunda Rusya ile sıkı pazarlığa girişmesine bağlıdır. Çünkü kâfir Ermenistan’ı 1993’te Karabağ işgaline sevk eden kâfir Rusya’nın bizzat kendisidir. Ve yıllardır ABD, Rusya ve Fransa üçlüsü (Minsk) görüşmelerini devam ettirdikleri halde bir çözüme henüz ulaşmış değillerdir. İşte bütün bunlardan dolayı ”Ermeni Soy kırım iddiası” Osmanlı Hilafet Devleti’ne karşı tarihi bir iftiradır. Ve Türkiye karşı’da yeni bir baskıdır. Hâlbuki Türkiye, kuruluşu itibarı hep batı kâfir devletlerinin ve özellikle Amerika’nın çıkarlarına göre Afganistan’da ve başka yörelerde de hareket etmektedir. Ve bu durumu ABD Savunma Bakan Yardımcısı Jim Townsend, şöyle itiraf ediyor; ”Türkiye ile süren ortak çalışmalarda, aynı anda devam eden 20’ye yakın proje var. En önemliler Afganistan en başta, Türkiye, Kafkaslardan Ortadoğu’ya hemen her konuda Amerika için vazgeçilmez ortak. İran, Pakistan, Afganistan, Rusya, Irak, İsrail-Arap.” İşte buna rağmen, sömürgeci kâfir Amerika ve onun yandaşları, Türkiye ile Ermenistan arasında imzalanan protokollerin, Türkiye tarafından hemen onaylanmasını istiyorlar. Hâlbuki kâfir Ermenistan hala Dağlık Karabağ işgalini devam ettirmektedir.
İşte Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ilişkilerin bozulması ve güven sarsılması su yüzüne çıkınca, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül 17 Ekim 2009’da ABD Başkanı Barack Obama’yı telefonla arayarak şöyle dedi: “Sayın Başkan sanırım sizde izliyorsunuzdur. Ermenistan’la ilişkileri normalleştirmek için biz elimizden gelen her türlü çabayı harcıyoruz. Olay şu anda sizinde bildiğiniz gibi çok kritik bir noktada. Protokolün her iki ülkenin parlamentolarında onaylanması gerekiyor. Lütfen bu konuda gereğini yapınız. Nitekim Dağlık Karabağ sorunu eğer çözülürse Türkiye ile Ermenistan arasındaki meselede çok daha rahat çözülecektir. Ve böylece Kafkasya’ya barış ve istikrar gelecektir. Dolayısıyla bizim amacımız yalnızca TürkiyeErmenistan meselesinin çözümü değil, bütün bölgenin ve Kafkasya’nın barışa kavuşmasıdır” diyerek imdatta bulundu! Kâfir sömürgeci ABD’nin Başkanı Obama ise, Gül’ün imdadına şu muğlâk olan cevabı vermişti: “Sizi çok iyi anlıyorum. Çözüm için üzerimize düşen ne varsa yapılacaktır.” Ayrıca Başbakan Erdoğan 11.10.2009’da düzenlediği bir basın toplantısında şunları söylemişti: “Biz protokollere saygılıyız ve onları TBMM sevk ederiz… İşgal altındaki Azeri topraklarından Ermenistan çekilmediği sürece Türkiye’de bu konuda olumlu bir tavır içerisinde olamaz. Minsk üçlüsüne biz bunu söylüyoruz, ben bu konuyu Sayın Obama’ya da açtım. Sayın Medvedev’e açtım ve bu süreci hızlandırması için ricada bulundum…”.
Velhasıl; Dağlık Karabağ ve kâfirlerin işgali altında bulunan diğer bütün İslam’ı beldelerin kurtuluşu için yeniden İslam Hilafet Devleti’nin kurulması icap etmektedir. Çünkü Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle diyor: ال ً ِين َسبِي َ ِين َعلَى ال ُْم ْؤ ِمن َ َولَن َي ْج َع َل اللّ ُه لِْلكَافِر ”Ve Allah, kâfirler için müminler üzerinde ebediyen yol oluşturmayacaktır.”(Nisa 141) Ve el-Mümtahine suresinde de Allahu Teâlâ şöyle diyor: َّ ُون إِل َْيهِم َ ُم أَ ْول َِياء تُ ْلق َ ُّها الَّذ َ َيا أَي َ ِين ْ آمنُوا اَل َتت ِخ ُذوا َع ُدوِّي َو َع ُد َّوك ْح َِّق َ ِما َجاءكُم م َ ِّن ال َ بِال َْم َوَّد ِة َوَق ْد َك َف ُروا ب ”Ey iman edenler, siz Benim düşmanımı ve sizin düşmanınızı dost edinmeyin, onlara sevgi göstermeyin ve onlar hakikaten size gelen hakka küfür ettiler.” (el-Mümtahine 1)
Ancak Amerika’nın, Ermenistan tarafın-
21
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
Erkan KARDELEN
G
ündemi sürekli değişen ve sürekli suni gündemler oluşturulan bir Türkiye’de yaşıyoruz. Tabi ki insanlar bu suni gündemlerle meşgul olurken sömürgeci kâfir devletler Müslümanlar için hazırladıkları projeleri tek tek hayata geçirmek için vakit kaybetmiyorlar. Suni gündemler oluşturularak meşgul edilen Türkiye siyasetinde, son günlerde gündemi meşgul eden ve sıkça konuşulan konulardan birisi de kurumlar arası çatışma ve yargının bağımsız olup olmadığı meselesidir. Peki, bu kurumlar arası çatışma nedir?
Yargı ve onun bağımsızlığı konusuna değinmeden önce bu yasama ve yürütme konusunu anlamak elzemdir ki kurumlar arası çatışmayı ve ne olduğunun tespitini gösterelim. Yasama; yasa çıkarma gücü demektir. Yasama yetkisi devredilemez şekilde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Meclis bu yetkiyi tüm millet adına kullanır. Yürütme; çıkarılan yasaları uygulamaya sokmakla yükümlüdür. Bu görev hükümete aittir. Ancak yürütme hususunda yürütme kurumları arasında bir çekişme yaşanmaktadır. Bu konuda hükümet ve kâğıt üzerinde ona bağlı ancak pratikte pekte öyle görünmeyen TSK gibi kurumlar arasında bir mücadele vardır. Konu ile ilgili olarak en yakın zamanda 15.03.2010 tarihinde Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ, gazetecilerin sorularını yanıtlarken şunları dile getirmiştir: “TSK olarak tabii ki zor dönemden geçiyoruz. Bu tartışılmaz. Ama şunu iftiharla söylüyorum; TSK’nın en disiplinli olduğu dönem de bu dönem. Askeri
Biliyorsunuz Türkiye’ye 1982 anayasası ile giren erkler ayrılığı diye bir mesele var. Erkler ayrılığı ise Montesquieu tarafından ortaya atılan bir düşüncedir. Devletin üç temel fonksiyonu olan yasama, yürütme ve yargının birbirinden ayrı kurumların tekelinde kavramlar olması gerektiğini öne sürer. Birbirinden ayrı olması gereken ama siyam ikizleri gibi ayrılamayan yasama, yürütme ve yargıdan bahseder.
Nisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
22
Yargı Bağımsız Olabilir mi? Ceza Kanunu’nun 95’inci maddesi, ast-üst ilişki bunları yaparken yürütmenin bütün kukilerini zedelemekle ilgilidir. Belgeyle ilgili yapırumlarını ele geçirmek ve hâkimiyet kurmak lan beyanatlar, konuşmalar vesaire bunlar astzorunda. Bu konuda ABD desteğini de arkaüst ilişkilerini zedelemeye sına almış ve dolayısıyla yönelik olursa vallahi siz da ABD güdümünde. Ve T.C. kurulduktan sonra düşünün. Eğer siz bunları ABD’nin kendi nüfuzudiktatoryel bir rejim uygulayan ihlal ederseniz 95’e girersinu Türkiye’ye yerleştirve İngiliz zihniyetinde olan niz. Spekülatif beyanlar ve mek için hazırladığı prohaberler ast üst ilişkisini jeleri de tek tek hayata TSK, 1950’li yıllardan beri zedeleyebilir. 95. madde üç geçirmekte. Kürt açılımı, ABD nüfuzunu engellemek yıldan altı yıla kadar ceza Ermeni açılımı, Anayaiçin mücadele yapmaktadır. içeriyor.” Ağustos gelse sa değişikliği, Köşk’ü ve Türkiye’de dört adet anayasa de bir an önce bitse deYÖK’ü ele geçirme hamdiğiniz oluyor mu? sorudeğişikliği ve sonuncusu post leleri bunlardan sadece suna ise: “Hayır. Yok böyle birkaç tanesi. Ancak AKP modern olmak üzere toplam dört bir şey. Beni bilen biliyor, bunları yaparken, bu haadet darbe yapmıştır. tanıyan tanıyor. Her zaman yata geçirilmek istenen şunu söylüyorum, göreviprojeleri engellemeye çamin biteceği son dakikaya kadar önümde yüzyıl lışan yürütme kurumlarından bazılarıyla da varmış gibi çalışırım. Kendimi genç bir teğmen mücadele etmekte. Karşısındaki kurumların gibi hissediyorum. Teğmen hücum eden demekönde gelenleri ise TSK ve ayrı bir erk olan tir.” Son dönemde TSK’nın üst kademesinin Yargı! istifayı da değerlendirdiği yönündeki haberT.C. kurulduktan sonra diktatoryel bir lerin anımsatılması üzerine ise: “İstifa ederek rejim uygulayan ve İngiliz zihniyetinde olan kimseyi sevindirmeye niyetimiz yok”, “Sivil ve TSK, 1950’li yıllardan beri ABD nüfuzuasker arasında sorun yok.” diye konuştu. nu engellemek için mücadele yapmaktadır. Başbakan Erdoğan ise aynı hafta içerisinde Türkiye’de dört adet anayasa değişikliği ve Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un sonuncusu post modern olmak üzere toplam gazetelerde yer alan açıklamalarına ilişkin dört adet darbe yapmıştır. Şimdi de kendisini “Türkiye’de kurumlar arası bir çatışma mı T.C.’nin sahibi ve koruyucusu olarak gören var?” sorusuna şu cevabı verdi: “Ben kurumve biz laikliğin bekçisiyiz diyen bu taife ile lar arası bir çatışmanın olduğu kanaatinde değişu anki Amerikancı AKP hükümeti arasında lim. Kurumları temsil edenlerin gönül dünyalabariz bir çatışma vardır. Ergenekon davası ve rında bir çatışma varsa onu bilemem.” en son ortaya atılan Balyoz gibi darbe planları ve akabinde yaşanan tutuklamalar bunun en Görüldüğü üzere her iki kurumun babariz göstergesidir. Buradaki amaç ise TSK’yı şındaki insanlar bu çatışmayı yalanlıyorlar. yıpratmak ve kendisiyle mücadele yapacak Ancak yaşanan gerçekler de onları yalangücü kaybetmesini sağlamaktır. lıyor. 27 Nisan 2007’de TSK tarafından yayınlanan e-muhtıra, AKP’ye açılan kapatma AKP’nin yapmak istediklerinden birisi de davası ve tutuklanıp hapse atılan askerler bu anayasa değişikliği ki, işte tam da bu nokmücadeleye birkaç örnektir. Yani kurumlar tada yargı karşısında durmakta ve yargının arasında yaşanan bir çatışma olduğu gayet bağımsız olup olamayacağı tartışılmaktadır. nettir. Mevcut AKP hükümeti Türkiye’de Yukarıda bahsettiğimiz erkler ayrılığı ilkesi demokrasiyi yerleştirmeye ve temel hak ve anayasaya girmeden önce, T.C. kurulduğunözgürlükleri benimsetmeye çalışan bir siyada, yargı mevcut diktatör rejimin elindeydi set benimseyerek mücadele etmekte. Tabi ve T.C. kurulur kurulmaz yönetimin emrin-
23
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
Yargı Bağımsız Olabilir mi? de, onun istediği şekilde hüküm verirdi. İsrada Şanal’ın, görevden alındığı saniyede, Citiklal mahkemelerinin aldığı kararlarda bunu haner dosyasını İstanbul’a, tarafı bulunduğu açıkça görüyoruz. Türk Devrimi’ne ve rejime yargı kollarına göndermesi de ilginç bir gekarşı koymak isteyen insanlara karşı kurulan lişme. Evet, AKP yargının bir bölümünü elde İstiklal mahkemeleri tam bir kıyım makineetmiş görünüyor. Ancak AKP açısından yarsine dönerek binlerce masum ve mazlum ingı için yapılması gereken daha çok şey var. sanı idam etti. İstiklal mahkemelerinde yarBunlardan birisi TBMM tarafından çıkarılan gılananların itiraz hakları bile yoktu. Mahyasaların anayasa’ya uygun olup olmadığıkemelerde yargılananların birçoğu aynı gün nı denetlemek olan Anayasa Mahkemesi’ne içerisinde tutuklanmış, yargılanmış ve cezahâkim olmaktır. Bunun için anayasa değişikları verilmişti. İstiklal Mahkemelerinde en az liği yapmak zorunda ki yeni anayasa ile önce 1.500 kişi idam edildi. Yani İslam Şeriatı’nı HSYK üyelerinin sayısını artırmak ve sonra uygun hareket ettikleri için binlerce Müslüda koordineli olarak Anayasa Mahkemesi man katledilmişti. 1960’lı yıllara gelindiğinüyelerinin sayısını artırıp kendi yandaşlarıde, yargı yine TSK’nın yanında yer alıyor ve nı oraya yerleştirmek istemektedir. Böylece onunla birlikte hareket üyeler arasında çoğunediyordu. Amerika ile luğu elde edip kendi Peki, Kurumlar Arası iyi ilişkiler içerisinde maslahatlarına olan yaÇatışmanın Olmaması ve olan Adnan Menderes saları Anayasa Mahkehükümetine darbe yaYargının Bağımsız Bir Şekilde mesinden geçirebilsin. pılmış ve TSK’nın isteği Bunları gördükten sonİşleyebilmesi Mümkün ile suçlu bulunmuş ve ra yargının bağımsız müdür? Sorusuna Cevap idam ettirilmişti. Tabi olmadığını, güdümlü Olarak Deriz Ki; Evet Menderes idam edilmeolduğunu akıl sahibi Mümkündür. Ancak Bunun den önce İngiliz Kraliherkes anlayabilir. Ve çesi Elizabeth’in gelmeMümkün Olması İçin Devletin yine kurumlar arası çasi ve dönüşü akabinde tışma konusunda da, Bütün Organlarıyla İdeolojik idam edilmesi, ilginç kurumlar arası çatışma Bir Devlet Olması Gerekir. bir tesadüf müdür yokyok diyenlere deriz ki; sa bu konuda düşünül“Evet doğrudur. Kurummesi gereken bir şey var mıdır? lar arası çatışma demek biraz hafif kalır. Kurumlar arası çatışma yoktur. Kurumlar arası kapışma Ve ABD ile birlikte güçlü olan AKP hüküveya savaş vardır.” meti tam olarak ele geçiremese de yargının bazı kurumlarına sızabilmiş ve şimdi o bizPeki, kurumlar arası çatışmanın olmaması zat TSK’ya yönelik yargıyı kullanmakta ve ve yargının bağımsız bir şekilde işleyebilmesi onlarca askeri ve karşısında gördüğü savcılamümkün müdür? sorusuna cevap olarak derı tutuklamaktadır. Buna örnek olarak Gülen riz ki; evet mümkündür. Ancak bunun mümCemaati ve İsmailağa Cemaati’ne savaş açan kün olması için devletin bütün organlarıyla Erzincan Başsavcısı Cihaner’i, Erzurum özel ideolojik bir devlet olması gerekir. Ancak ideyetkili Savcısı Şanal, tutuklayıp cezaevine olojik bir devlete, diğer devletler nüfuz edeatınca hükümetten bir açıklama geldi; “yargı meyecek ve kendi içerisinde yekvücut olarak bağımsız ve bağımsız yargı işliyor.” Bu olayın hareket edecektir. Ve dolayısıyla kurumlar hemen akabinde HSYK toplanıp ve Cihaner’i arasında fikir alışverişi olsa da asla fikir ayrıtutuklayan Şanal’ı görevden alınca hükümetlığı olmayacak, kurumlar arasında bir çatışma ten yine açıklama geldi; “Yargı bağımsız değil. söz konusu bile olmayacaktır. Zaten, Türkiye Yargıya müdahale var.” gösterilebilir. Tabi bugibi ideolojik olmayan ve bütün çıkarlarını Nisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
24
Yargı Bağımsız Olabilir mi? lullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, Sahabeler ve İslam Ümmeti’nin tarihinde örnekleri çoktur. “Mahsunoğulları kabilesinden bir kadın hırsızlık yapmıştı. Cezanın tatbik edilmemesi için Usame bin Zeyd aracı kılınmış. Usame durumu Rasulullah’a söyleyince Rasulullah’ın yüzü renkten renge girmiş ve şöyle buyurmuştu: “Ey Usame, sizden evvelkilerin helak olmalarının sebebi zengin ve soylu birisi hırsızlık yaptığında, bir suç işlediğinde onu bırakırlar, zayıf ve gariban birisi suç işlediğinde ise ona ceza verirlerdi. Allah’a yemin ederim ki eğer Muhammed’in kızı Fatıma da suç işlese aynı cezayı verirdim.”
diğer ideolojik devletlerin çıkarlarının yanında arayan bir devletin kurumlarının arasında çatışma olmaması mümkün değildir. Çünkü devlette söz sahibi olan kurumlardan birine, bir devlet nüfuz ederken, diğer bir kurum da başka bir devletin etrafında dönecektir. Ve yine Türkiye gibi böyle bir devlette yargının bağımsız olması imkânsızdır. Çünkü devletin diğer kurumları gibi bu da anayasayı bağımsız uygulayamaz. İster istemez o da yukarıda bahsi geçen kurumlardan birisi ile beraber hareket edecektir. Yargının bağımsız olması için de devletin ideolojik bir devlet ve yargının güçlü olması gerekir. Tıpkı Osmanlı Hilafet Devleti’nin ideolojik bir devlet ve yargısının da güçlü bir yargı olması gibi! Mesela, o devlette bir insan haksız ya da yanlış gördüğü bir uygulama hakkında Halife’ye bile dava açabilirdi. Böyle bir dava olduğunda o davaya Mezalim Mahkemesi bakardı. Örneğin, Fatih Sultan Muhammed Han’ı bir dava sonucunda kadının yargılaması ve onu suçlu bulunması gibi. Çünkü Hilafet Devleti bütün organları ve Halife’siyle birlikte İslami ideolojiye dayanan ideolojik bir devlettir. Ve o devlette eksik, aciz ve sınırlı olan insan aklından sadır olan eksik, aciz ve sınırlı olan hükümler değil, eksik, aciz ve sınırlı olmayan âlemlerin Rabbi olan Allah’ın hükümleri geçerlidir. َّ ون َ نزَل اللّ ُه َفأُ ْولَئ َ َِما أ َ ِر ُ ِك ُه ُم ا ْلكَاف َ ’’ َو َمن ل ْم َي ْحكُم بKim Allah’ın indirdikleri ile hükmetmezse (yönetmezse) işte onlar kâfirlerin ta kendileriَّ dir.” ون َ …“ َفأُ ْولَئzalimlerin ta kendileَ ِم ُ ِك ُه ُم الظال ِ ِك ُه ُم ا ْل َف َ …“ َفأُ ْولَئfâsıkların ta kendiridir.” ُون َ اسق leridir.’’ (Maide 44-45-47)
Hazret-i Ali RadiyAllahu Anh’ın Halifeliği zamanında, Kufe de zırhı kayboldu. Bir müddet sonra bir Nasranî’nin yanında ortaya çıktı. Hazret-i Ali RadiyAllahu Anh onu hâkimin huzuruna götürdü. “Bu zırh benim malımdır; onu ne sattım, ne de birine bağışladım. Şimdi onu, bu adamın yanında buldum” diye iddia etti. O da, “bu zırhın, kendi malı olduğunu, aynı zamanda Halife’nin sözünü yalanlamadığını” söyledi. “Sen iddia ettin, bu şahıs ise inkâr ediyor. Bu durumda iddian için şahit getirmen lazım” dedi. Hazret-i Ali RadiyAllahu Anh güldü ve “Hâkim doğru söylüyor, şimdi şahit getirmem gerek, fakat hiç bir şahidim yok” dedi. Hâkim, iddia edenin şahidinin olmamasına dayanarak, Nasranî’nin lehine karar verdi. O da zırhı aldı ve gitti. Fakat zırhın kimin malı olduğunu daha iyi bilen Nasranî’nin, bir kaç adım yürüdükten sonra vicdanı uyandı ve geri dönerek “Böylesine bir hükümet ve davranış şekli alelade insanların keyfinden değil, nebilerin hükümet tarzıdır” dedi ve “Zırh Ali’nin’dir” diye itiraf etti. Ve sonra Müslüman oldu. Hz. Ali de zırhı ona hediye etti. Kısa bir zaman sonra, onu, Müslüman olarak Hazreti Ali RadiyAllahu Anh’ın sancağı altında, Nehrivan harbinde, savaşırken gördüler. İşte bağımsız yargı böyle olur!
Ve Allah’ın hükümleri zaman ve mekânın değişmesiyle değişmez, evrimleşmez. O, Kıyamet kopana kadar bakidir ve geçerliliğini kaybetmez. Ve dolayısıyla İslam Devleti’nde yargı bu değişmeyen hükümlerle hüküm verir. Bunun aksine hüküm vermesi caiz değildir ve böyle bir durumda hem Allah tarafından hem de ümmet tarafından hesabı sorulur. O da bunun bilincindedir. Dolayısıyla Hilafet Devleti’nde yargı bağımsızdır. Bunun Rasu-
“Kıyamet gününde insanların Allahu Teâlâ’ya en sevgili olanı ve Allah’a en yakın bulunanı, adil devlet başkanıdır.” (Tirmizî, Ahkâm, 4)
25
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
Yargı Bağımsız Olabilir mi? “Hükmünde, yönetimi ve velâyeti altındakiler hakkında adil davrananlar, Allah katında nurdan minberler üzerinde olacaklardır.” (Müslim, İmâre, 18)
getirebilmek için hevâ ve hevesinize uymayın. Eğer eğri davranır veya yüz çevirirseniz, Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”
ِ ِس ِط إِ َّن اللّ َه يُ ِح ُّب ال ُْمق ين َ ْس ِط ْ َم َت َف ْ َ ِإو� ْن َحك ْ احكُم َب ْي َن ُه ْم بِا ْلق “Hükmettiğin zaman onlar arasında adaletle hükmet. Şüphesiz Allah adil davrananları sever.” (Mâide 42)
ِ ِي َخاوَِي ٌة َعلَى ُع ُر وش َها َ َرَي ٍة أَ ْهلَ ْك َن ْ َف َكأَيِّن مِّن ق َ اها َوِه َي َظال َِم ٌة َفه َّ وِب ْئ ٍر م ِ َص ٍر م َّشي ٍد َ ْ ُّعطلَ ٍة َوق َ
(Nisa 135)
“Nice kasabaların halkını haksızlık yaparlarken yok ettik. Artık damları çökmüş, kuyuları terk edilmiş, sarayları bomboş kalmıştır.” (Hac 45)
َ ؤدوْا ا ُّ ُُم أَن ت ِ أل َما َن َمتُم َب ْي َن ْ ات إِلَى أَ ْهل َِها َ ِإو�ذَا َحك ْ إِ َّن اللّ َه َي ْأ ُم ُرك ُموْا بِال َْع ْد ِل ِ َّالن ُ اس أَن َت ْحك
ِّ اب بِال ال ِ َُّم َب ْي َن الن َ ِما أَ َر َ اك اللّ ُه َو َ َإِنَّا أ َ َ نزْل َنا إِل َْي َك ا ْل ِك َت َ اس ب َ ْحق لَِت ْحك ِ ِين َخ يما َ َتكُن لِّل َ ْخآ ِئن ًص
“Allah size mutlaka emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.” (Nisa 58) َو َعلَى َ آمنُوْا كُونُوْا قَوَّام َ ُّها الَّذ َ َيا أَي َ ِين ْ ِين بِا ْلق ْ ِس ِط ُش َه َداء لِلّ ِه َول َ ْوالِ َد ْي ِن َوا ِما ُن َغنِيًّا أَ ْو َفق ًا ْ ِين إِن َيك َ ْرب َ ألق َ َير َفاللّ ُه أَ ْولَى ِبه َ ُم أَ ِو ال ْ أَن ُف ِسك َّ َ َف َ َ َّ ِ ِما ب َان ك ه ل ال ن إ ف ا و ِض ر ع ت و أ ا و ْو ل ت ن � و ا و ل د ع ت ن أ ى و ْه ل ا ا و ِع ب ّ ُ ْ ْ ْ ْ ِ َ ُ ْ ُ ْ ُ َ َ ِإ َْ َ َ َ َ َ ُ ال َتت ِير ُون َخب ًا َ َت ْع َمل
“Bu kitabı sana hak olarak indirdik ki insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde hüküm veresin diye. Hainleri müdafaa etme.” (Nisa 105) Evet, kurumlar arası çatışmanın olmaması hayal değildir ve evet yargı bağımsız olabilir. Ancak Türkiye gibi her kurumun ayrı ayrı telden çaldığı ve ister istemez bir taraf tutmak zorunda olan bir yarıya sahip olan devletlerde değil Allah’ın hükmü ile hükmeden ve gayesi İslam risaletini dünyaya taşımak olan bir devlette bu mümkündür.
“Ey iman edenler adaleti ayakta tutarak Allah için şahitlik edenler olun. Kendinizin, ana ve babanızın aleyhinde bile olsa (şahitlik ettiğiniz kimseler) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. Adaleti yerine
Nisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
26
Ahmet Sadık ALTINEL Geçen Sayıdan Devam...
S¸
imdiye kadar zikrettiklerimiz İslam davasını taşıyan Müslümanların fikren netlik kazanması, düşünsel anlamda zihinlerinin arı duru hale gelmesi ve berraklaşması ile ilgiliydi. Birde siyasi açıdan Müslümanların gerek bireysel olarak gerek cemaatler ve hareketler olarak kavramaları gereken bazı hakikatler de vardır. Şimdi bunlara değinmeye çalışalım:
Hint keşişlerini, Nasranî (Hıristiyan) rahiplerini andıran bir hayat yaşamamış, bizlere de böyle bir dini miras bırakmamıştır. س مِنِّي َ ِسنَّتِي َف ُه َو مِنِّي َو َم ْن َرِغ َب َع ْن ُس َّنتِي َفل َْي ُ ِس َت َّن ب ْ َم ْن ا “Kim benim sünnetimi takip ederse bendendir. Benim sünnetimden yüz çeviren ise benden değildir.” (Buhari) Allah Rasulu SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in hayatını incelediğimizde O’nun bizatihi, kasıtlı olarak stratejik ve siyasi adımlar attığını görebiliyoruz. Örneğin Hudeybiye anlaşmasında Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem taktiksel olarak Mekke müşrikleri ile Arap kabilelerinin ilişkilerini koparmak istiyordu. Kendisine sürekli ayak bağı olan Mekke yönetimi ile 10 yıl savaşmamayı içeren anlaşma Rasulullah önce civar kabilelerini İslam’ın egemenliği altına alma, yakın çevresini toparlama imkânı sunacaktı. Özellikle Medine içinde Mekke müşrikleri ile işbirliği içinde olan Yahudi kabilelerinden Medine’yi arındırarak önce iç istikrarı sağlamayı daha sonra güçlü bir şekilde Mekke’nin fethi için harekete geçmeyi planlamıştır. Rasulullah SallAlla-
1. İslam, Müslümanların zihninde siyasi uyanıklılığı oluşturmayı hedeflemiş bir dindir. َ وس ُه ْم ا ،ِي َ اء كُلَّ َما َهل َ كَا َن ْت َبنُو إِ ْس َارئ ٌّ ِي َخلَ َف ُه َنب ٌّ َك َنب ُ ِيل َت ُس ُ أل ْنب َِي ِي َب ْعدِي َّ َ ِإو�نَّ ُه ال َنب
“İsrailoğullarını Nebiler siyaset ediyordu. Her bir Nebi öldüğünde ardından bir başkası onun yerini alırdı. Ve Benden sonra Nebi yoktur.” (Buhari)
Allah Rasulu SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in kendisi bizzat devlet ve siyaset adamıydı. Anlaşmalar imzalıyor, devlet başkanları ile diplomatik görüşmeler yürütüyor, harp veya ateş kes ilan ediyordu. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem dünyadan el etek çekmiş
27
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
İslami Hareketler ve Batı hu Aleyhi ve Sellem taktiksel bütün maddeleri Müslümanların aleyhine gibi görünen Hudeybiye antlaşmasını imzalamasının altında bir takım stratejik hamleler, hesaplar vardı.
mek, hedeflerine ulaşmak için insanlık suçları dâhil hiçbir şeyden kaçınmazlar. 5. Ayrıca Müslümanların ve İslami hareketlerin zihinlerinde “İslam’ın siyaset düşüncesi”, İslam şeriatını tatbik etmenin ve İslam’ı diğer toplumlara taşımanın yolu olan “İslami yönetim biçimi” hakkında net bir anlayışa sahip olmaları da gerekir.
2. Öncelikle Müslümanların artık “Dinin siyasetle ilişkisinin olmadığı” fikrini tamamen zihinlerinden kazımaları ve tarihin çöp sepetine atmaları gerekmektedir. Modası geçmiş, batıdan bizlere transfer edilmiş ve Müslüman evlatlarının zihinlerine zerk edilmiş bu fikirlerin son derece yanlış fikirler olduğunu anlamak gerekir. Bu fikirlerin varlığı sömürgeci kâfirlerin İslam dünyasında yerleşik düzenlerinin bekasından başka bir şeye hizmet etmeyeceği açıktır.
Müslümanlar ve İslami hareketler, İslam’ın nasıl bir devlet modeli öngördüğü, İslam’ı tatbik etmenin yöntem ve metodunun ne olduğu, İslam’ın diğer halklara nasıl taşınacağı noktasında açık ve ayrıntılı fikirlere sahip olurlarsa kâfirlerin tuzaklarına düşmeyeceklerdir. Özellikle maskesi düştükten sonra, yüzünün hiç de göründüğü gibi “afet” olmadığı Müslümanlar tarafından anlaşılınca son dönemde masaya sürdüğü en son kartlarından birisi olan ılımlı Müslüman devletler/liderler ekseninde, kendisini, emperyalist politikalarını kamufle ederek, İslam coğrafyasında egemenliğini sürekli kılmanın hesaplarını yaptığı bu günlerde. Örneğin; son dönemlerde Türkiye’nin Amerikan politikalarının bölgedeki taşeronluğunu yapması gibi. Bunu, Amerika Savunma Bakanlığı’na da danışmanlık yapan, kendisine “Gölge CIA” yakıştırması yapılan önemli bir kuruluş olan Stratfor araştırma şirketinin kurucusu Friedman’ın değerlendirmelerinden de anlayabiliyoruz.
3. Müslümanlar olarak idrak etmemiz gereken bir diğer mesele; genelde yeryüzünde özelde İslam dünyasında izlemiş olduğumuz güç çatışmaların kapitalist sistemin sömürgeci politikalarından kaynaklandığı gerçeğini bilmek gerekmektedir. Gezegenimiz özellikle son bir kaç yüzyılda insanlık tarihinde hiç görülmemiş bir şekilde ağır faturaları ortaya çıkmış olan uluslararası aktörlerin üstünlük mücadelesi ve çıkar çatışmalarına tanık olmuştur. Büyük devletlerin güç dengelerini ellerinde tutma, büyüme planları vb. nedenlerden dolayı hiç de insani olmayan politikaları ile insanlığa hizmet edeceklerini düşünebilir miyiz? O halde Müslümanlar sömürgeci devletlerin politika ve projelerinde insanlığın hayrına hiç bir şeyin olmayacağından adları gibi emin olmaları gerekmektedir.
Özel bir istihbarat şirketi olan Stratfor’un Başkanı Friedman, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Davos’taki çıkışını şöyle yorumluyor: “Türkiye ile “İsrail”in arasında yıllardır çok sıkı bağlar var. Gazze olayı Türkiye’yi “İsrail”le ilişkilerinde önemli bir adım atmak zorunda bıraktı. Bir yandan yakınlarında Hamas’ın bulunmasından memnun olmayan Türkiye, diğer yandan “İsrail”in saldırılarını da alkışlayamazdı. Erdoğan, hem askeri gücünü bu işin dışında tutmak hem de Müslüman halkına tepkisini ispatlamak zorundaydı.”
4. Sömürgeci kâfir devletlerin siyasetleri hakkında derin bilgi sahibi olmanın yanında, Müslümanlar kâfirlerin kendilerini aldatmak için her türlü manevraya başvuracak karaktere sahip olduklarını unutmamaları gerekir. Onlar insani ve ahlaki değerlerden bihaber, Pragmatizm, Makyavelizm vb. Sekûler paradigmaların karakterlerini inşa ettiği kişilerdir. Dolayısıyla onlar stratejilerini yürütNisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
Friedman Türkiye’yle Amerika arasındaki ilişkinin geleceğinin de ortak çıkarlar
28
İslami Hareketler ve Batı ve Türkiye’nin güçlenmesiyle iki aşamalı olarak değişeceğini düşünüyor. Uzman, Amerika’nın önceliği olan Afganistan ve Irak konusunda Türkiye’nin desteğinin çok önemli olacağını vurguluyor.
yazı dizimizde Allah rızasını umarak Müslüman kardeşlerimizi uyarmayı kastettik. Yazımıza son verirken diyoruz ki: Allah’ın dini ve Müslüman ümmetimizin düşmanları olan kâfirler İslam Devleti’ni yıkarak, Müslüman beldeleri koruyup kollayan kalkanı kırarak ümmete çok kötü bir tuzak kurmuşlardır. İslam ümmetinin kırılan kalkanını tamir etmesi engellemek, İslamî hayatı yeniden iade etmesinin önünü almak, sömürgeci kâfirlerin bütün politikalarını ekseninde oluşturdukları temel mesele haline gelmiştir. Bunun için her türlü manevrayı yapmaktadırlar. “Dünya Kardeşliği”, “Bölge Barışı”, “Ortak Dünya Kurmak” “Geleceği Birlikte Şekillendirmek” “Ortak Akıl”, “Medeniyetler İttifakı” vb. çeşitli kavramları sürekli gündemde tutarak Müslüman zihinleri bulandırmaya çalışmaktadırlar. َّ ول ِم ْن ُه َ ْرُه ْم لَِت ُز َ ْرُه ْم َ ِإو� ْن ك ُ َان َمك ُ ْرُه ْم َو ِع ْن َد الل ِه َمك َ َروا َمك ُ َوَق ْد َمك ِ ال ال ُ ْج َب “Onlar gerçekten tuzaklarını kurmuşlardı. Tuzakları yüzünden dağlar yerinden oynayacak olsa bile, tuzakları Allah katındadır (Allah onu bilir).” (İbrahim 46)
Friedman, Amerikan’ın son elli yıllık, özelikle 11 Eylül olaylarından sonra Ortadoğu’ya yönelik politikalarını değerlendirdiği bir raporunda şunları söylüyor: “Amerika iki noktada çok büyük yanlışlar yapmıştır. Birincisi yaklaşık elli yıldır, kurulduğu günden beri “İsrail”in yaptığı bütün icraatların arkasında durmakla Müslüman dünyayı küstürmüştür. Her seferinde arkasında Amerikan desteğini bulan “İsrail” şımarmıştır. Amerika küresel politikalar üreten büyük bir devlettir. “İsrail”in fütursuzluğuna sessiz kalarak kendi çıkarlarını tehlikeye atamaz. İkinci büyük yanılgısı Amerikan’ın 11 Eylül olaylarından sonra Ortadoğu’ya yönelik askeri politikaları öne çıkarmak olmuştur. Son olarak Afganistan, Pakistan ve özellikle Irak’ta sivil vatandaşlara yönelik uyguladığı vahşi katliamlar çok olumsuz bir imaj oluşturmuştur.” Friedman’ın söylediklerinden anlaşılan o dur ki, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Davos’taki çıkışıyla Amerikan’ın artık şımarıklıklarına dur demek istediği “İsrail”i frenlemek, onu te’dip etmek, öte yandan da bunu Müslüman bir ülkenin Başbakanına yaptırarak 11 Eylül olaylarından sonra Ortadoğu’ya yönelik izlediği askeri politikalarının sonucu onuru kırılan Müslüman dünyayı onure etmiş, itibarını iade etmiş oluyordu.
Her ne kadar batılı devletler dünyanın can alıcı noktalarında emperyalist politikalarını başka başka şekillerde tanımlayarak, İslami hayatı yeniden başlatacak olan İslam devletinin kurulmasını engellemeye yönelik politikalarını dünya halklarının gözlerinden kaçıramayacaklardır. Onların bu çabaları uzun yolda serap gören ve susuzluğunu gidermek için yanına vardığında suyu bulamayan insanın şaşkınlığına benzemektedir. Onlar Allah’ın nurunu söndürebilirler mi? Doğanın ve fiziğin kanunlarını değiştirebilirler mi? Allah’ın koyduğu yasa gereği toplumların hayatında eninde sonunda Allah’ın nuru egemen olacak, din bütünüyle dünyaya egemen olacaktır. Rabbimiz kitabında şöyle buyurmaktadır: ِيز ذُو ا ْن ِتقَا ٍم َ فَلاَ َت ْح َس َب َّن اللَّ َه ُم ْخل ٌ ِف َو ْع ِد ِه ُرُسلَ ُه إِ َّن اللَّ َه َعز
Amerika artık kendi geleceğini öngörememektedir. İslam ümmetinin dünyanın liderliğini eline alma yolunda hızla ilerlediğinin farkındadır. Bu bağlamda dünya çapında meydana gelen gelişmeleri korkuyla izlemekte ve sahip olduğu istihbarat ağı sayesinde gerekli bilgiler kendisine hızla akmaktadır. Uykuları kaçan Amerika artık elindeki en son kozu Müslüman kanaat önderlerini ve İslami hareketleri kendi politikaları doğrultusunda yönlendirme oyununu oynamaktadır. Bizler bu
“Allah’ın, kendi Rasullerine verdiği söz-
29
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
İslami Hareketler ve Batı den cayacağını sanma! Şüphesiz Allah Aziz (mutlak güç sahibi)’dir, intikam sahibidir.”
yet ettiği hadisi şerifte Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:
(İbrahim 47)
َا ار اء ل َْم يُ َو ِّرثُوا دِي َن ًا َ أل ْنب َِي ٍّ ِر» رواه ٍ ِحظ َواف َ ِب ِه أَ َخ َذ ب
ِ ور اللَّ ِه ِبأَ ْف َو َو كَرَِه ِ ُِم َواللَّ ُه ُمت ُِّم ن َ يُرِي ُد َ ُون لِيُ ْط ِفئُوا ن ْ ورِه َول ْ اهه َّون ُهو ال ِّ َ ْ ِرُه َعلَى ه ظ ِي ل ق ْح ل ا ِين ِ د و ى د ْه ل ِا ب ه ل و س ر ل س ر أ ِي ذ َ َ ُ َ ُ َ ُ ا ْلكَاف َُ َْ َ َُ َ َ ِر ِّ ِّ ُون ِ الد َ َو كَرَِه ال ُْم ْش ِرك ْ ين كُل ِه َول
“Alimler Nebilerin varisleridir. Nebiler miras olarak ne dinar ne de dirhem bırakmamışlardır. Onlar ilim mirası bırakmışlardır. Kim onu alırsa (mirasa sahip çıkarsa) kuşkusuz kazançlı bir nasip almış olur.” (Tirmizi)
“Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır. O, kendisine ortak koşanlar hoşlanmasa da, dinini bütün dinlere üstün kılmak için Rasulu’nü hidayet ve hak din ile gönderendir.” (Saf 8-9) ِ ص ُّدوا َع ْن َسب ِيل اللَّ ِه َف َسيُ ْن ِفقُوَن َها َ ِين َك َف ُروا يُ ْن ِفق َ إِ َّن الَّذ ُ ُون أَ ْم َوال ُ َه ْم ل َِي ون َّ ِم َح ْس َرًة ث َّ ث َ ُُم يُ ْغلَب ُ ُم َتك ْ ُون َعل َْيه
Sevban RadiyAllahu Anh’dan rivayet edildiği hadisi şerifte Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır: ِ ِن أُ َّمتِي َظ ضرُُّه ْم َم ْن ُ ال َت َز ُ ْح ِّق ال َي َ اهر ْ ال َطا ِئ َف ٌة م َ ِين َعلَى ال َّ ْ َه ْم َحتَّى َي .ِك» رواه مسلم ت أ َ ِي أَ ْم ُر الل ِه َوُه ْم َك َذل ُ َخ َذل َ “Ümmetimden bir taife kıyamete kadar hak üzere olacaktır. Allah’ın emri onlara gelinceye kadar kendilerini terk edenlerin onlara hiçbir zararı dokunmayacak ve onlar kıyamete kadar bu hal üzere olacaklardır.”
“Şüphe yok ki, küfür (inkâr) edenler mallarını (insanları) Allah yolundan çevirmek (alıkoymak) için harcarlar ve harcayacaklardır. Sonra bu (mallar) onlara pişmanlık (bir iç acısı olacak), sonra onlar yenilgiye uğrayacaklardır.” (Enfal 36)
Yine Rabbimiz Aziz kitabında bu dinin yeniden ikame edileceğini geçmişte olduğu gibi Müslümanların yeryüzünün Halifeleri olacaklarını çok açık ve net bir şekilde müjdelemektedir: ِ ِح ات ل ََي ْس َت ْخلِ َفنَّ ُه ْم فِي َّ ُم َو َع ِملُوا َ َو َع َد اللَّ ُه الَّذ َ الصال َ ِين َء ْ امنُوا ِم ْنك َّ َّ ِّ َه ْم دِي َن ُه ُم الذِي ِ الأَْ ْر َ اس َت ْخل ْ ِين م َ َف الذ ُ ِم َولَيُ َمك َن َّن ل َض ك ْ َما ْ ِن ق َْبلِه َّ َ ُون بِي َ ارَت َ ِم أ ْم ًنا َي ْعبُ ُدوَننِي اَل يُ ْش ِرك ْ َه ْم َولَيُ َب ِّدلَن ُه ْم م ُ ضى ل ْ ْ ِن َب ْع ِد َخ ْوِفه ُ ِ ُون ق اس ف ل ا م ه ِك ئ ل و أ ف ِك ل ذ د ع ب ر ف ك ن م و ْ َ َ َ َ َ َ َ َ َ َ ْ َ َ ْ َ َ َش ْي ًئا ُُ
Yerin ve göğün sahibi olan Rabbimiz insanlık tarihi boyunca sürekli olarak göğün mesajını, bu büyük emaneti insanlara ulaştırması için Nebiler ve Rasuller seçmiştir. Yüce Mevla’mız şöyle buyurmaktadır: َّا ِير ْ َ ِإو� ْن م ٌ ِيها َنذ َ ِن أُ َّم ٍة إِل َخلاَ ف “Hiçbir ümmet yoktur ki, aralarında bir uyarıcı gelip geçmiş olmasın.” (Fatır 24) َّ َّ ِيع ِ َِّن الن َ ِن ال َْملاَ ِئ َك ِة ُرُسلاً َوم َ ص َطفِي م ٌ اس إِ َّن الل َه َسم ْ الل ُه َي ِ َب ير ٌص
“Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri halifeler kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka halifeler kılacağına, onlar için razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaadde bulunmuştur. Onlar bana ibadet (kulluk) eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Ve bundan sonra kimler küfür (inkâr) ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” (Nur 55) ُّ ْح َيا ِة ُوم َ ص ُر ُرُسلََنا َوالَّذ َ امنُوا فِي ال َ ِين َء ُ إِنَّا لََن ْن ُ الد ْن َيا َوَي ْوَم َيق الأَْ ْش َها ُد
“Allah meleklerden de Rasuller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (Hac 75) Peki, Rasuller ve Nebilerden sonra bu büyük emaneti, gökten gelen mesajı insanlara kim ulaştıracak. Bu risalet, evrenselliğini, kıyamete kadar geçerliliğini nasıl sürdürecek. İşte Rasullerin aldıkları emaneti omuzlayacak, onların misyonunu yerine getirecek, sancaklarını bıraktıkları yerden daha ileriye götürecek salih kullar, mirasçılar olması gerekir. Ebu Derda RadiyAllahu Anh’ın rivaNisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
َ اء َو َرَث ُة ا إِ َّن.ِأل ْنب َِياء َ إِ َّن ال ُْعل ََم... َف َم ْن أَ َخ َذ، إِنَّ َما َو َّرثُوا ا ْل ِعل َْم،ِرَه ًما ْ َوال د .الترمذي
30
İslami Hareketler ve Batı Soğuk savaşın bitmesi, komünizmin yıkılması, kapitalizminde aslında bittiğinin işaretlerini veriyordu. Bugünlerde kapitalist ekonomik kriz onun artık bitkisel hayata girdiği ve son nefeslerini vermek üzere olduğunu göstermektedir.
“Şüphesiz Biz, Rasullerimize ve iman edenlere dünya hayatında ve şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.” (Mümin 51)
ًّ َ وك ِين َ ص ُر ال ُْم ْؤ ِمن ْ َان َحقا َعل َْي َنا َن َ “Mü’minlere yardım etmek üzerimizde bir haktır.” (Rum 47)
Kim bilir beklide bunlar; küresel mali kriz, bir anda ortaya çıkan öldürücü gripler vb. birçok problem Allah’a ve Rasulü’ne savaş açmış, milyonlarca masumun kanına girmiş olan batılıların başına Rabbimizin musallat ettiği ordularından bir ordu olabilir. Unutmayalım ki: ِ الس َم َو ض ِ ات َوالأَْ ْر َّ َولِلَّ ِه ُجنُوُد “Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır.”
Saygı değer okuyucular! Kıymetli Müslüman kardeşlerim! Kurulduğu günden beri hedeflerini ve projelerini parti programlarını ve çalışma metodunu gayet açık ve net bir şekilde ortaya koymuş, ümmetin ölüm kalım meselesinin farkına varmasını sağlamada büyük katkılar sunmuş olan…
(Fetih 4)
Kâfirlerin onca çabalarına rağmen şer’i hükümlere uygun olarak belirlemiş olduğu hedefi ve metodundan asla sapmamış…
ِّك إِ اَّل ُه َو َ َو َما َي ْعل َُم ُجنُوَد َرب “Rabbinin ordularını ancak kendisi bilir.” (Müddessir 31)
Sömürgeci kâfir devletlerin inşa ettikleri statükoya eklemlenerek, konjonktürel değişimlere, gelgitlere, küresel siyasi manipülasyonlara kendini hiçbir zaman kaptırmamış, siyasetinin rotasını daim Kitap ve Sünnet’ten almış, vizyonunu; İslam ümmetini kalkındırmak üzere fikri ve siyasi olarak tanımlayanlarla birlikte çalışmaya ne dersiniz? Ey Müslümanlar! Rasullerin mirasına sahip çıkmaya, İslam sancağı bıraktıkları yerden bütün âleme küresel çapta sunmak, yaymak için çalışanlarla birlikte çalışmaya ne dersiniz?
Kuşkusuz Allah’ın vadi çok yakındır. Rabbimizin Salih müminlere vaad ettiği yeryüzüne varis olacağımız günlerin pek yakın olduğu, olayları doğru okuyabilen basiretli her mü’min tarafından görüldüğüne inancımız sonsuzdur. ِن َب ْع ُد َوَي ْو َم ِئ ٍذ َي ْف َرُح ْ فِي ب ْ ِن ق َْب ُل َوم ْ ِين لِلَّ ِه الأَْ ْم ُر م َ ِض ِع ِسن َّ ِ ِ َو ْع َد،يم َّح الر ِيز ز ْع ل ا و ه و اء ش ي ن م ر ص ن ي ه الل ر ص ن ب ِ ِ َ ُ َ َ ُ َ ُ َ ْ َ ُ ُ َْ َ ُال ُْم ْؤ ِمن ْ َ ،ون ُ َّ َّ َ َّ ون ِ َر الن ُ اللَّ ِه اَل يُ ْخل َ َم َ ِف الل ُه َو ْع َد ُه َولَكِن أ ْكث ُ اس اَل َي ْعل “Önce de, sonra da emir Allah’ındır. O gün Allah’ın (Rumlara) zafer vermesiyle mü’minler sevinecektir. Allah dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir. Allah (onlara zafer konusunda) bir vaadde bulunmuştur. Allah vaadinden dönmez. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rum 4-6)
Kıymetli kardeşlerim! Artık Nübüvvet metodu üzere yürümenin vakti gelmiştir. Müslümanların beldelerini birleştirecek ve onlara izzet ve şerefli bir hayatı yaşatacak olan bu devletin çok yakında kurulacağını haber veren olaylar ayyuka çıkmıştır. Her türlü engellemeler, baskılar, zulüm ve işkencelere rağmen ümmetin bu minvalde çalışanları bağrına basmış olması, onun mücadelesine destek veriyor olması, içlerinden her geçen gün artan sayıda, milyonlarcasının onun misyonunu taşıyor olmasından daha büyük bir müjde mi olur?
Rabbimizden bizlere Salihlerle birlikte hareket etmeyi nasip etmesini ve ahirette de Salihler, Nebiler ve Şehitlerle birlikte haşretmesini diliyorum (Âmin).
31
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
Nurullah KARAARDIÇ
S
on günlerde kamuoyu gündemini çokça işgal eden konulardan biriside yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı meselesidir. Bakıldığında bu konu demokratik yönetimler içinde çok önemli bir yer teşkil etmektedir. Bu konunun neden bu kadar önemli olduğu meselesini anlamak için öncelikle demokrasinin vakıasını iyi anlamak gereklidir. Bilindiği üzere demokratik sistemler insanların kanun koyma (yasama), bu kanunları uygulama (yürütme) ve bütün bu sistemi denetleyen (yargı) olmak üzere kurumlar teşkil edip, sistemi bunun üzerine oturtmaları olarak algılandığında biraz kolaya kaçılmış gibi olur. Zira demokrasilerde insan unsuru göz önüne alınmazsa sonucun nerelere varabileceği meselesi büyük bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır.
gelişim içinde olduğundan dolayı bugün beğendiği bir fikri yarın beğenmemekte, bugün için kendisine faydalı olarak gördüğü bir durumu ileriki bir dönemde zararlı olarak görebilmektedir. Başka bir açıdan da insan içinde bulunduğu ortamlardan etkilenmeye müsait bir varlıktır. İşte bütün bu özelliklere sahip olan insanın, kendisiyle, diğer insanlarla ve rabbiyle olan alakasını düzenleyebilmesi için bir takım kurallar manzumesine ihtiyacı vardır. Bu kurallar manzumesinin oluşturulmasında ise insan için iki yol vardır. Bunlardan biri insanın kendi aklından çıkartıp ortaya koyduğu yönetim şekilleri ki bunları; Kapitalizm ve Komünizm olarak açıklayabiliriz, bir diğeri ise insanı ve içinde yaşadığı bütün âlemi yaratan ve her şeyi yoktan var eden, âlemlerin Rabbi olan Allahu Teâlâ’dan indirilen ilahi nizam olan İslam’dır.
Malumdur ki; insan aciz, eksik ve sınırlı bir varlık olması hasebiyle insandan sadır olan bütün işlerde aynı şekilde aciz, eksik ve sınırlı olmaktadır. Şöyle ki; insanoğlu sürekli bir
Birincisi; bilindiği üzere insanoğlu ortaçağ diye tabir edilen dönemde kralların ve din adamlarının insanlar üzerine kurdukları baskı sistemi altında yaşamaktan ve yapılan
Nisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
32
Kuvvetler Ayrılığı birçok zulmün Allah birbirini ağırlar” olayı Cumhuriyet tarihine bakıldığında bu tezahür ediyor. Böyleadına diyerek sistemin ümmete çok zulümler yapılmıştır. kurucuları tarafından likle yurdum insanı bir insanlara uygulanmakez daha kandırılıyor. İstiklal mahkemelerinde yargılanıp sından bunalmış ve bir sorgusuz sualsiz ipe gidenlerin haddi Daha önce de “demokçıkış yolu olarak kendihesabı yoktur. Bugün kendilerinin rasi İslam’dandır’’ diyesini yönetecek kişilerin bile giymediği şapka yüzünden, rek kandırıldıkları gibi. ve kanunların yine kennice kelleler gövdeden ayrılmıştır. Oysa İslam’ın yönetim disi tarafından seçilerek Bir gecede koca bir ümmet, dili nizamı âlemlerin Rabbi iş başına getirilmesini değiştirilerek cahil durumuna olan Allah’tan, demokgörmüş, böylelikle uğdüşürülmüştür. Böyle bir zulüm rasi ise insan aklından ramış olduğu zulüm ve gelir. Gerçi demokrasidünya tarihinde bile yoktur. baskılardan kurtulup nin bu ümmete dayarahat ve huzurlu bir tılmasına baktığımızhayat yaşamayı arzulamıştır. Fakat ne yazık da insan aklından da gelse insanlara tercih ki tarihin hiçbir döneminde bu mümkün olhakkı bırakılmamıştır. Birinci dünya savaşı mamıştır. Çünkü başta da belirttiğimiz üzere sonrası Osmanlı Devleti’nin yıkılması ve işin içinde insan unsuru olduğundan dolakâfir İngiltere’nin ikiyüz yıllık rüyası olan yı sistemin başına geçen insanlar öncelikle Hilafet’in kaldırılmasıyla, paylaşılan İslam kendi menfaatlerini ön plana çıkartmışlarcoğrafyasının, Anadolu toprakları üzerinde dır. Güç kimin elinde ise hakta ondan taraf İngiliz güdümünde bir cumhuriyet kurulmaolmaktadır. Zayıf olanın, gücü olmayanın sıyla başlamıştır bu ümmetin makûs talihi. söz söylemeye de hakkı yoktur. Bugün büCumhuriyet tarihine bakıldığında bu ümmete tün dünya üzerinde uygulanan kapitalist sisçok zulümler yapılmıştır. İstiklal mahkemeletem, adından da anlaşılacağı üzere sermaye rinde yargılanıp sorgusuz sualsiz ipe gidenlesahiplerinin egemen oldukları, kendi menrin haddi hesabı yoktur. Bugün kendilerinin faatlerini sağlamak yolunda kanunlar çıkarbile giymediği şapka yüzünden, nice kelleler dıkları ve bu kanunları uyguladıkları bozuk gövdeden ayrılmıştır. Bir gecede koca bir ümbir sistemdir. Bu sistemin ne kadar bozuk olmet, dili değiştirilerek cahil durumuna düşüduğunu anlamak için müneccim olmaya da rülmüştür. Böyle bir zulüm dünya tarihinde gerek yoktur. Zira seçim sistemine şöyle bir bile yoktur. Günümüzün meşhur fişlemeleri bakıldığında kendileri ile ne kadar çeliştikleo zamandan başlamıştır. Kur’an öğrenen ve ri ortaya çıkmaktadır. Diyorlar ki; demokrasi öğretenlerin başlarına gelenleri söylemeye var..! Yani insanlar kendilerini yönetecek ingerek yok. Tabidir ki bu böyle olacaktı 1400 sanları seçebilecek, parlamentoda olmasını yıl insanlara hükmetmiş olan bir nizamı oristedikleri milletvekillerini oraya gönderebitadan kaldırmayı hedeflemişseniz, onun yeleceklerdir. Ama gerçek olan ise bundan çok niden yeşerip insanlar arasında yayılmasına başkadır. Zira siyasi parti genel başkanları da müsaade etmemeniz gerekirdi. İşte İngihazırladıkları listelere göre aday gösteriyorliz ekolündeki Cumhuriyet’te yapılanmasınlar, seçilmesini istedikleri adayları listenin bada öyle kriterler oluşturdu ki bundan sonra şına diğerlerini ise son sıralara yerleştiriyorhiçbir güç çıkıpta söz sahibi olmasın, kendi lar; yani insanlar oy verdikleri adayları değil koyduğu kurallara baş kaldırmasın velev ki genel başkanın seçtiği adayları parlamentoya bu, yetkiyi kendisinden aldığı halk bile olsa. gönderiyorlar. Aynı şekilde parti içindeki seHani ’’egemenlik kayıtsız şartsız milletin’’di. çimler de aynı yöntemlerle yapılıyor, genel Doğru aslında milletin elinde ne bir kayıt ne başkanın seçtiği delegeler, yine genel başkade öne sürebildiği şart var. Millet ne anlar nı seçiyorlar ve tabiri caiz ise “körler sağırlar
33
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
Kuvvetler Ayrılığı eğriden doğrudan. Onlar dört, beş yılda bir gelir oylarını verirler, bizde kafamıza göre yönetiriz. Hatta çok canımızı sıkarlarsa “bir çobanın oyu ile bir elitin oyu bir değil” deriz, yine bildiğimizi okuruz. İşte dostlar, bu ümmetin hazin hikâyesinin dayandığı mazi.
diği yolda ilerlemeye devam ediyor. Bu planların kamuoyu nezdinde etkin olmaya başladığı dönemler ise Özal hükümeti ile kendini göstermeye başlamıştır. Böylelikle batıya açılma, demokrasi, özgürlükler gibi kavramlarla toplum içinde yer edinmeye başlamış, bugün ise Erdoğan yönetimindeki AKP ile zirve yapmıştır. AKP hükümetinin ABD gözetimindeki projeleri hayata geçirmesi için, öncelikle bunları yapabilecek gücü ele geçirmesi gerekiyordu. 2002 yılında iktidara geldikten sonra büyük bir hızla bu yolda hareket etmeye başladı. Bir taraftan kamuoyu oluşturabilmek için acilen bir medya lazımdı, ayarlandı. Daha sonra elindeki iktidar gücü ile mevcut kurumlara atamalar yapmaya başladı. YÖK meselesi de böylelikle halledildi.
Öyleyse yapılması gereken şey acilen bir yargı reformuydu. Fakat bunu topluma anlatmak, yapılacak yargı reformunun gerekli olduğuna inandırmak ve bunun alt yapısını hazırlamak gerekiyordu.
Gelelim günümüzde yaşananlara; Ergenekon, Sarıkız, Ayışığı, Eldiven ve son olarak ortaya çıkan Balyoz Harekât Planıyla, Türkiye gündemine bomba gibi düşen derin çatışma hallerine. Daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD’nin sahneye çıkarak, İngiltere’nin söz sahibi olduğu coğrafyalarda, kendine bir yer edinme çabası sonucu, mevcut statüko ile ABD güdümündeki iktidarın meydan muharebesi diye niteleyebiliriz bu yaşananları. Bu süreç ağırlığını 1960’lı yıllarda Menderes hükümetine karşı yapıldığı zannedilen darbeyle hissettirmeye başlamıştır. Malum darbe Menderes hükümetine karşı yapılmış gibi gösterilse de asıl hedef, ordu içindeki Amerikancı yapılanmaydı. O dönem ordudan tasfiye edilen 7 bin den fazla subay (Genel Kurmay Başkanı dâhil) bunun en bariz işaretidir. Fakat ABD geçmişte yaptığı hatalardan ders almış olacak ki, bugün adımlarını çok sağlam atmakta, öncelikle hedeflerini gerçekleştirme yolunda, önüne çıkabilecek olan olası darbelerden korunmak için ordu içindeki mevcut cuntacı yapıyı tasfiye edip, en azından ordu tarafından gelebilecek olan engellemeyi ortadan kaldırmak için bir hayli çaba harcamaktadır. Bunda da büyük ölçüde başarı sağlamıştır. Cumhuriyet tarihinde bir ilk yaşanmış ve birçoğu emekli bir kısmı da halen görevde olmak üzere pek çok general, amiral ve değişik rütbelerde ordu mensubu yargı önüne çıkarılmış, bunların bir kısmı tutuklanmış bir kısmı hakkındaki yargı süreci de devam etmektedir. ABD planlarına ulaşmak için bilNisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
Bu arada önceki statükodan boşalan cumhurbaşkanlığı da kendi zihniyetine geçince artık kanunları çıkarıp projeleri hayata geçirmenin zamanı gelmişti. Fakat önünde öyle bir engel vardı ki bu hangi adımı atmaya kalksa karşısına bir duvar gibi dikilen yargı engeliydi. Çünkü hükümet hangi kanunu çıkarmaya kalksa, muhalefet hemen Anayasa mahkemesine başvuruyor ve iptal ettiriyor, hangi kurum içinde bir uygulama yapmaya kalksa Danıştay’a yapılan bir başvuru ile yürütmenin durdurulması kararı çıkartılıyordu. Öyleyse yapılması gereken şey acilen bir yargı reformuydu. Fakat bunu topluma anlatmak, yapılacak yargı reformunun gerekli olduğuna inandırmak ve bunun alt yapısını hazırlamak gerekiyordu. Bunun yolu ise hedefe konulan ordunun güvenilirliği nasıl %90 güvenirlikten %60’lara indirildiyse aynı şekilde yargıda da bir reformun yapılmasının gerekli olduğu noktasında kamuoyunda bir konsensüs oluşturmaktan geçmekteydi. İşte tam da burada gündeme bomba gibi düşen “yargıda derin deprem’’ haberleriyle karşılaşıyoruz. Bir
34
Kuvvetler Ayrılığı taraf bağırıyor ’’yargıya müdahale var’’ “Yargı baskı altında’’ diye, diğer taraf bağırıyor “yargı siyasallaştı acilen bir reform gerekiyor’’ şeklinde. Herkesin kafası karma karışık. Yargı bir bütün halinde hükümete yükleniyor, hükümet yargıyı yetkisini aşmakla suçluyor, televizyon programlarında adının önünde bir sürü unvan bulunan proflar, doçentler ve hukukçu olduğunu iddia eden bir takım zevat gece demiyor, gündüz demiyor bu konuyu tartışıyor. Efendim neymiş..? Yargı bağımsızlığı olmazsa olmazmış, kuvvetler ayrılığı varmış falan filan. Bu kadar zevatın kafa kafaya verip, gece gündüz tartıştıkları bu meseleye bir çözüm bulamamaları acaba nedendir? Yoksa herkes meseleyi kendi açısından mı çözmeye çalışıyor dersiniz? Bir yanda hükümet, yapmak istediği değişiklikleri engellemeye çalışan statükoyu tasfiye etmek için, kendi istediği gibi bir yargı reformu yapmaya çalışıyor, diğer tarafta elinde bulundurduğu gücü kaybetmek istemeyen statükonun şartlı reform teklifleri. Bu iş karakolda biter.
ancak ve sadece insanlara aittir. Oysa halkı Müslüman olan Türkiye gibi ülkelerde ise uygulanmaya çalışılan kapitalist sömürgeci sistem, halkın sahip olduğu din anlayışı ile bire bir çelişmektedir. Müslümanların iman ettikleri din: َّ ِ“ إِ ِن الْحكْم إHüküm yalnız Allah’a aittir’’ ال لِلّ ِه ُ ُ (Yusuf 40) diyor oysa mevcut sistem demokrasi ise “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’’ diyor. Allah Celle Celaluhu Nur Suresi 31’de:
َ ْ “ َو ْل َيBaşörtülerini ُوب ِه َّن ِ ض ِربْنَ ِب ُخم ُِر ِه َّن عَ لى جُ ي
yakalarının üzerine (kadar) örtsünler’’ buyuruyor. Oysa bu sistem üniversiteye, orduevine başörtüsü ile giremezsin, devlet kurumlarında başörtüsü ile çalışamazsın diyor. Allah Subhanehu ve Teâlâ:
ّنز َل ه َ َ’’ َو َمن لَّ ْم يَحْ ُكم ِب َما أKim َللاُ َفأُ ْولَ ِئ َك ُه ُم ْال َكا ِفرُ ون
Allah’ın indirdikleri ile hükmetmezse (yönetmezse) işte onlar kâfirlerin ta kendiَّ …“ َفأُ ْولَ ِئ َك ُه ُمzalimlerin ta leridir.” َالظالِ ُمون ُ kendileridir.” َاس ُقون ِ …“ َفأ ْولَ ِئ َك ُه ُم ْال َفfâsıkların ta kendileridir.’’ (Maide 44-45-47) buyuruyor. Başımızdaki bu yöneticiler ise demokrasiyi içselleştirmekten, ileri seviye demokrasilerden bahsediyor. Burada bir durup düşünmek gerekmiyor mu? Eğer bugün Müslümanların yönetildiği sistem Allah Celle Celaluhu’nun emrettiği Hilâfet sistemi olsaydı, acaba bu yargı krizi olur muydu? İnsanların cebindeki üç kuruşu da yok eden finansal kriz olur muydu? Müslümanlar dünya üzerinde hiç bu kadar aşağılanıp, malları, canları ve namusları heder edilebilir miydi? Bütün bu soruların cevaplarını içlerinde birazcık da olsa Allah korkusu olan, yeri geldiğinde ’’Biz Müslüman değil miyiz?’’ diyen Müslümanlara sormak isterim.
Olaya birde şu açıdan bakmak gerekir diye düşünüyorum. Bu kuvvetlerden biri yasama (TBMM). Bilindiği üzere meclis dört yılda bir halk tarafından denetlenir, beğenilmez ise değiştirilir. İkincisi yürütme yani hükümet. Onlarda Yargıtay tarafından denetlenir, yanlış yaparlarsa, kapatmaya kadar gidebilen davalarla karşı karşıya kalırlar. Peki, bu kuvvetlerden üçüncüsü olan yargı kim tarafından denetlenecek? Yani tuz kokarsa ne yapacağız. Şimdi burada insanın aklına şöyle bir soru gelebilir: Bu demokrasi denen şey, ortaya çıktığı Fransız İhtilalinden beri, dünyanın birçok ülkesinde uygulanmakta. Acaba onlarda da böyle, kuvvetler arasında anlaşmazlık, kurumlar arası çatışma gibi şeyler oluyor mu? Bu soruya şöyle cevap verebiliriz; onlarda böyle çatışmalar olmaz. Zira bu ülkelerde uygulanan sistem o ülkelerde yaşayan halkın ideolojisi ile aynı minvaldedir. Yani daha açık bir ifade ile o ülkelerde yaşayan insanların din anlayışı, sadece Allah ve kul arasındadır, yönetimle hiçbir alakası yoktur. Yönetim
35
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
AbdulHamid YAZICI
Geçen Sayıdan Devam...
A
letin takip etmiş olduğu siyasetin, devletlerarası arenadaki güçlerine göre diğer devletler üzerinde etkili olduğunda şüphe yoktur.
merika’nın Türkiye’ye dikkat çekici bir şekilde önem vermesinin asıl sebebi nedir? Yani Türkiye’nin Amerika nezdinde ki önemi nereden kaynaklanıyor?
Amerika ile Türkiye arasındaki ilişkilerin bu bakış açısına göre sıhhatli bir şekilde tahlil edilmesi gereklidir. Yani Türkiye’nin Amerika nezdinde ki çıkarları değil, Amerika’nın Türkiye nezdinde ki çıkarları bu ilişkileri belirlemektedir. Türkiye’nin ise devletlerarası durumdaki birinci devletin gerçek çıkarlarını fiilen tehdit etmesi söz konusu değildir. Bilakis Türkiye dış siyasi ilişkilerinde Amerika’yı stratejik ortak olarak kabul etmektedir. Ancak atasözlerimiz arasında “ayı ile çuvala girilmez” şeklinde bir deyim vardır. Yani Amerika ile stratejik ortaklık olmaz. Var olan ise yalnızca Amerika’nın çıkarlarının gerçekleştirilmesidir. Bunun yanında ise Türkiye’nin ağzına bir parmak bal çalmak suretiyle yöneticileri güçlü ve kuvvetli olduklarına, Amerikan çıkarları yanında Türkiye’nin de çıkarlarını gerçekleştirdiklerine inandırmaktadır. Ancak Amerika; gerek şu anda Türkiye içerisinde yaşanan gelişmelerle ve
Türkiye’nin Amerika nezdinde ki öneminin, Amerika’nın şuandaki yöneticilerden korktuğundan ya da Türkiye’nin ekonomik ve siyasi gücünden kaynaklanmadığı hususunda şüphe yoktur. Şüphesiz ki “devletlerarası durum, devletlerarası etkili ilişkilerin yapısı demektir. Yani birinci devletin ve onunla rekabet halinde olan devletlerin üzerinde bulunduğu hal demektir. (Siyasi Mefhumlar) Yani devletlerarası durumun gereği olarak Türkiye’nin dünyanın birinci devletiyle rekabet halinde bulunmasıyla alakalı bir konumun varlığını gerektirir. Türkiye-Amerika ilişkilerinde ise böyle bir rekabet hali söz konusu değildir. Zira Amerika dünya siyaseti açısından dünyanın birinci devleti konumundadır. Devletlerarası siyaset dikkatlice incelendiğinde ise dünyanın birinci devletinin yani devletlerarası duruma hâkim olan dev-
Nisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
36
Türkiye Nereye Gidiyor? gerekse Türkiye’nin dış ilişkileriyle özellikle de İslam dünyasıyla olan ilişkileriyle şu iki temel hedeflerini, planlarını gerçekleştirmek istemektedir:
Amerika için Ölüm Kalım Meselesi: Amerika ve Amerikalı yetkililer tarafından uzak bir tehlike olmaktan çıkıp “yakın tehlike” olarak değerlendirilen “Raşidi Hilâfet Devleti”nin kurulmasını engellemek.
1- Amerika ve Amerikalı yetkililer tarafından uzak bir tehlike olmaktan çıkıp “yakın tehlike” olarak değerlendirilen “Raşidi Hilâfet Devleti”nin kurulmasını engellemek. Devlet kurulduğunda ise buna hemen karşı koyulması için gerekli alt yapının hazırlanması, halkı Müslüman olan ülke yöneticileriyle bu konuda bir organizasyonun yapılması. Nitekim Amerikalı yetkililerin ve değişik araştırma kuruluşlarının raporlarında ve açıklamalarında bu husus defalarca ifade edilmiştir. Örneğin 6 Kasım 2004 tarihinde Henry Kissinger Hindistan’da, Hindustan Times’ın ikinci konferansına liderlik ettiği konuşmasında şöyle diyordu: “Tehditler terörizmden gelmemektedir. Biz buna 11 Eylülde de şahit olduk. Ancak tehditler, ılımlı İslâm’ı zayıflatmak için çalışan ve İslâmi Hilâfet meselesinde bunlarla tenakuz halinde bulunan aşırı köktenci İslâmcılardan gelmektedir.”
olmazsa olmazlardandır. Bu birinci hedefin gerçekleşebilmesinin lokomotifi olarak da Amerika Türkiye’yi düşünmektedir. Zira Amerika bu planına ait alt yapı çalışmalarını 12 Eylül 1980 darbesinin akabinde başlatmıştır. Hazırladığı çalışmalar çerçevesinde ana hatlarıyla şu hususları gerçekleştirmiştir:
1- Müslüman Türk halkı nezdinde demokratik düşünceleri mefhum haline getirdi. 12 Eylül askeri darbesinin ardından değişik kişiler ve üsluplarla demokrasi, özgürlükler, insan hakları gibi demokratik kavramları kitap, gazete, dergi, televizyon programları, açık oturumlar, paneller gibi her türlü iletişim aracını kullanarak topluma taşıdı. 2- Cumhuriyet tarihi boyunca İngilizler Orduyu devletin ve sistemin sahibi olarak gördüler ve bütün uygulamalarını, kanunlarını, kurumlarını buna göre şekillendirdiler. Korkutarak, orduya kutsallık atfederek, dokunulmazlık zırhına büründürerek devleti ordu aracılığıyla güvence altına aldılar, Müslüman halka karşı korudular. Amerika ise İngiliz siyasi anlayışı ve uygulamalarının tersine kendi kültürünü, ideolojisini bu halka benimsetmek, mefhum haline getirmek suretiyle devletle halkı bütünleştirerek devletin ordu tarafından değil halk tarafından korunmasını gerçekleştirmek istemektedir. Böylelikle devlet ile halk arasına örülmüş olan duvarları yıkmayı, uçurumları kaldırmayı, halkın devletini ve devletin de halkını sevmesini sağlamayı planlamaktadır. Elbette ki Amerika bu siyasi düşüncesiyle Türkiye devletini değil gerçekte kendi ideolojisinin himaye edilmesini, kültürünün bu topraklarda yayılmasını ve yerleşmesini gerçekleştirmiş olmaktadır. İşte bu nedenledir ki Amerika özellikle Ergenekon davasıyla başlayan süreçle birlikte orduyu ve generallerini
2- Bu planın ikincisi ise, Amerika’nın ekonomik çıkarlarıyla alakalıdır. İçerisinde Türkiye’nin de yer aldığı bu coğrafyada istikrarı sağlamak suretiyle enerji nakil hatlarının güvenliğini dolayısıyla İran ve Azerbaycan doğalgazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya naklini ve buna bağlı planlarını gerçekleştirmek. Diğer bir ifade ile Türkiye gerek Rus doğalgazının, gerek Azerbaycan petrollerinin ve gerekse İran doğalgazının geçtiği bir enerji hattı güzergâhında bulunmaktadır. Amerika-Türkiye ilişkileriyle ilgili olarak içerisinde yaşamış olduğumuz zaman dilimi itibarıyla Amerika açısından iki temel hedef bunlardır. Bunlardan birincisi Amerika için ölüm kalım meselesidir. Amerika açısından
37
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
Türkiye Nereye Gidiyor? tartışılabilir bir hale getirmiş, ordu ile ilgili tabuyu yıkmış, ordunun kutsallığını zedelemiştir. Şimdi ise sıra “İrtica ile mücadele eylem planı” ve diğer darbe planları fırsatını kullanarak ordunun yeniden yapılandırılmasını, şekillendirilmesini hedeflemektedir. Böylece orduyu hükümete hâkim olmaktan çıkarak hükümeti orduya hâkim hale getirmeye çalışmaktadır.
nezdinde Türkiye’nin bir değer kazanmasını, bu bölge halklarının Türkiye’ye ve Türk halkına gıpta ile bakmasını sağlayacak bir yapıyı oluşturmak istedi. Hem de bu okullar aracılığıyla burada okuyan ve gelecekte ise bu ülkelerin yönetim kademelerinde yer alacak olan bu çocuklarda demokratik-laik düşünce temelli İslam anlayışını yerleştirmek istemiştir. Zira buralarda okuyan çocuklar o ülkenin elit tabakasından olan kimselerin çocuklarıdır.
3- İslam düşüncesinin temel dayanaklarından birisi olan Sünnet -yani Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in kavli, fiili ve takriri- hakkında tüm kâfirlerle birlikte şüphe tohumlarını yaydı. Bununla ilgili olarak akademisyenler nezdinde ciddi çalışmalar yaptırdı. Böylelikle Müslümanların ellerindeki ölçü hakkında şüpheler oluşturdu. Yani tek ve doğru ölçüyü bozdu, tahrip etti. Şer’î hükümlere bağlılıklarını sarstı. Aklın ve maslahatın esas alınmasını onlarda mefhum haline getirdi.
7- Yine aynı çerçeve içerisinde tüm dünya genelinde hoşgörü ve dinler arası diyalog düşüncelerine hız kazandırdı. Bu tür düşüncelerin mimarı ve örnek şahsiyetini tüm dünya kamuoyunun gündemine oturttu. Öyle ki uluslararası bir kuruluş olan İslam Konferansı Örgütü bile geçtiğimiz ay içerisinde Fethullah Gülen ve hoşgörü konusuyla oturum yaptı. İşte bütün bunlarla Amerika, Endonezya’dan Cezayir’e varıncaya kadar geniş bir hinterlantta yer alan İslam coğrafyasında Raşidi Hilâfet Devleti’nin kurulmasını engellemek istemektedir. Bunun için Büyük Ortadoğu Projesi denilen proje kapsamındaki çalışmalar esnasında Türkiye, İslam dünyası için örnek ülke olarak gösterilmektedir. Amerika-Avrupa ayırımı yapılmaksızın birçok batılı, İslam ile demokrasiyi bir arada barıştıran bir ülke olarak Türkiye’den değişik ifadelerle bahsetmişlerdir. Türkiye’de uygulamaya koyup başarı elde ettikleri projelerin, halkı Müslüman olan diğer ülkelerde de uygulanması için hızlı bir süreç başlatmışlardır. Bu hususta Türkiye’den bu bölgelere uzmanlar gönderilmekte, İslam’ın yeniden hayata hâkim kılınmasına karşı neler yapmaları gerektiği öğretilmektedir. Öyle ki Türkiye bir taraftan Çin yönetimi tarafından Doğu Türkistan Müslümanlarına uygulanan zulümlere karşı çıkarken diğer taraftan ise Doğu Türkistan’da İslam’ın hayata hâkim kılınması, Raşidi Hilâfet Devleti’nin kurulması için çalışan samimi Müslümanlarla nasıl mücadele etmeleri gerektiğini öğretmesi için
4- Özellikle Raşit Halifeler döneminden sonraki İslam Devletleri’ni yani Emeviler’i, Abbasiler’i ve Osmanlı Devleti’ni karalayan, haklarında şüpheler yayan konuların akademisyenler tarafından ele alınmasını, araştırılmasını teşvik etti. Daha doğrusu müsteşriklerin bakış açılarına göre araştırmalar yapılmasını sağlamak suretiyle İslam’ın bir devletinin olmadığı, Hilâfet’in tarihi bir vakıa olduğu gibi İslam dışı düşünceleri toplumun geneli nezdinde mefhum haline getirmeye çalıştı. 5- Ak Parti iktidarıyla birlikte ise demokrasi ile İslâm’ın ve laikliğin bir arada yaşanabileceği düşüncesini kamuoyu nezdinde çok dikkatli bir şekilde işledi, mefhumlaştırdı. Öyle ki kanaat önderleri(!) sıfatı ile kamuoyunun önüne çıkan herkes, demokrasiden, insan haklarından, özgürlüklerden, hoşgörüden, dinler arası diyalog gibi İslam dışı düşüncelerden, kelime ve kavramlardan başka hiçbir şeyden bahsetmez oldular. 6- Bunun yanında Türkiye dışındaki onlarca ülkede Türk okullarının açılmasına fırsatlar tanıdı. Bu okullarla hem bu ülkeler Nisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
38
Türkiye Nereye Gidiyor? Çin’e uzmanlar göndermektedir.
duğu gibi etkili olmamıştır. Hükümet ve Türkiye Amerika İslam Coğrafyası için 1984 yılından bu yana Geçtiğimiz aylar içeriHakkındaki İleri Hedeflerini bir bela haline gelmiş olan sinde hız kazanan ve bu Gerçekleştirebilmek İçin PKK meselesini sona eray içerisinde de bu hızını sürdüren yapısıyla Türkiye Üzerinden Bir Takım dirmeye karar vermiştir. Bunun için Kuzey Irak’ta Türkiye-Irak ilişkileri ise Planlar Hazırlamaktadır. yönetimi elinde bulunbunun çok daha ayrı ve duran Barzani’ye PKK’ya özel bir boyutunu ortaya verdikleri desteği çekmesi talimatını verkoymaktadır. Öyle ki neredeyse Irak’ın namiş ve Barzani’de buna mecbur olmuştur. sıl şekillenmesi gerektiğinin çerçevesini dahi Muhtemeldir ki çok yakın bir süre içerisinTürkiye’ye verildiği izlenimini göstermektede Türkiye’deki PKK sorunu unutulacaktır. dir. Irak’ta yakında yapılacak olan milletveÇünkü Amerika, güçlü ve aynı zamanda İskili seçimlerine varıncaya kadar Irak’la ilgili lam dünyasına örnek gösterilen bir Türkiye birçok konuda Türkiye Irak’a, Irak’taki Ameile çok daha ileri hedeflerini gerçekleştirmeyi rikan uşaklarına her yönüyle öncülük etmekplanlamaktadır. Zira gerçekte Amerika güçte, örnek olmaktadır. Muhtemeldir ki bunlü ve istikrarlı bir yapıya sahip bir Türkiye’yi dan sonraki süreçte Irak’ın yapılanmasında hedeflemediği gibi Irak’ın ya da bir başka İsda Türkiye önemli görevler üstlenecektir. Ve lam toprağının istikrarlı ve güçlü olmasını da yine muhtemeldir ki Amerika, belli bir süre hedeflememektedir. Ancak Amerika İslam için olsa bile Irak’ta istikrarın sağlanmasını coğrafyası hakkındaki ileri hedeflerini gerdüşünmektedir. Çünkü içerisinde bulunduçekleştirebilmek için Türkiye üzerinden bir ğumuz zaman itibarıyla Amerika açısından takım planlar hazırlamaktadır. Amerika’nın en sorunlu bölge Afganistan ve Pakistan’dır. Türkiye üzerinden yürüttüğü planları ana Amerika açısından Irak artık avucunun içehatlarıyla şu şekilde özetlememiz mümkünrisine aldığı istediği gibi şekillendirebileceği dür: bir toprak haline gelmiştir. Ancak Afganistan ve Pakistan böyle değildir. Amerika, Afganistan ve Pakistan başta olmak üzere içerisinde Irak’ın da yer aldığı İslam coğrafyasındaki sorunları halledebilmek için Türkiye’yi adeta sihirli bir anahtar gibi kullanmak istemektedir.
a- Kısa vade de Afganistan ve Pakistan’da karşı karşıya kaldığı sıkıntıları hafifletebilmek ve belli bir zaman içinde de ortadan kaldırmak. Bu amaçtan olmak üzere PKK’lıların dağdan indirilmesi projesinin hemen akabinde Başbakan Tayyip Erdoğan Pakistan’a gitmiştir. Başbakanın bu ziyareti öncesinde 13.10.2009 tarihinde Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ Pakistan’ı ziyaret etmiştir. Nitekim bu ziyaretlerin hemen akabinde 28 Ekim tarihli bazı gazetelerde; “Erdoğan ve Başbuğ’un Pakistan ziyareti bu ülkede gerçekleşecek yeni bir askeri darbeyi engelledi” şeklinde haberler yer aldı. Pakistan’daki darbe teşebbüsünün gerekçeleri içerisinde ise Pakistan başbakanı Asıf Ali Zerdari’nin yolsuzlukları gerekçe gösterildi ve “Pakistan Devlet Başkanı Asıf Ali Zerdari’nin önceki akşam (26.10.2009) sürpriz bir şekilde yetkilerinin bir
Bu nedenledir ki Amerika her yönden Türkiye’nin elini kuvvetlendirmeyi planlamış gibi görünüyor. Tıpkı Mısır örneğinde olduğu gibi Türkiye’yi elinden kaçırmamak için de her türlü desteği ortaya koymaktadır. Özellikle şu andaki Erdoğan hükümetine yönelik halk desteğinin azalmasını engellemek, tam tersine halk desteğinin artmasını sağlamak için her türlü katkıyı sağlamaktadır. Örneğin 2008 yılı içerisinde Amerika’da başlayıp tüm dünyayı etkileyen ekonomik kriz Türkiye’deki finans sektörü yani bankacılık sektöründe Amerika ve diğer ülkelerde ol-
39
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
Türkiye Nereye Gidiyor? kısmını başbakana devrettiğini açıkladığı” haberine yer verildi.
ğerlendiriyorlar, İslam’ın kendisine ait bir hayat nizamı olduğuna inanıyorlar ve kalabalıklar önünde de insanlara bunları söylüyorlardı. Ancak bugün geldiğimiz noktada ise Başbakan Recep Tayyip Erdoğan örneğinde olduğu gibi “ben değiştim artık” ifadelerini defalarca duyduk. Bu hususun Türkiye’de sayılamayacak kadar da çok sayıda örnekleri vardır.
b- Pakistan ziyaretinin ardından Türkiye-İran ilişkileri ve İran’ın nükleer teknolojisi ile ilgili konuların ele alındığı Ahmedi Necat’ın Türkiye ziyareti gerçekleşti. Daha sonra 18.11.2009 tarihinde de el-Hekim’in Ankara ziyareti gerçekleşti.
c- Uzun vadede de ve asıl hedefi oluşNetice itibarıyla bunların tümü yalnız turan husus ise Türkiye örneğinde olduğu ve yalnız Türkiye’nin İslam coğrafyası içegibi Ortadoğu coğrafyası başta olmak üzere risindeki öneminden başka bir anlama gelİslam coğrafyasının tümünde demokrasinin memektedir. Özellikle de Raşidi Hilâfet ve laikliğin halka benimsetildiği bir toplumu Devleti’nin kurulması ya da kurulmasının gerçekleştirmektir. Ayak seslerini kuvvetli geciktirilmesinde oynayacağı görev bakıbir şekilde hissetmeye, duymaya başladığı mından Türkiye’nin ne Raşidi Hilâfet Devleti’nin kadar önemli bir fonksikurulmasını engellemek Mademki Amerika başta yona sahip olduğunu gösve geciktirmek için Türolmak üzere tüm küfür termektedir. Bunun bir dikiye’yi hain planlarının dünyası İslam’ın yeniden ğer anlamı ise şudur: infazında en kuvvetli bir araç olarak kullanmaktır.
hayata hâkim olmamasının bir aracı olarak Türkiye’ye bu kadar önem vermektedirler öyleyse özellikle bu topraklarda yaşayan Müslümanlar, taşıdıkları dava açısından bunu çok daha fazla önemsemelidirler.
Mademki Amerika başta olmak üzere tüm küfür dünyası İslam’ın yeniden hayata hâkim olmamasının bir aracı olarak Türkiye’ye bu kadar önem vermektedirler öyleyse özellikle bu topraklarda yaşayan Müslümanlar, taşıdıkları dava açısından bunu çok daha fazla önemsemelidirler. Bu topraklarda yapılacak tüm çalışmalarda, programlarda ve planlarda Amerika ve diğer kâfirlerin düşündüklerinden daha ileri düzeyde planlar ve programlar ortaya koymalıdırlar, gayret göstermelidirler. Abartılı bir ifade gibi gözükse de İslam dünyasının tümünü bir kefeye Türkiye’yi ise tek başına diğer kefeye koymak suretiyle Türkiye’ye bakmalıdırlar.
Buraya kadar anlatılan bu hususlar İslam dünyası içerisinde Türkiye’nin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Amerika’nın Türkiye’ye bu kadar önem vermesinin asıl nedeni sömürgecilik açısından Türkiye’nin sahip olduğu zenginlikler değildir. Zira ekonomik zenginliği bakımından Türkiye’den daha zengin servetlere sahip ülkeler vardır. Elbette ki Amerika sömürgeciliği açısından bunların her birinin ayrı bir önemi vardır. Ancak Amerika’nın özellikle İslam dünyasını sömürebilmesi ve buralarda varlığını devam ettirebilmesi, bu coğrafyada yaşayan insanların Amerika’nın inandığı, benimsediği ve bütün dünyaya yaymaya çalıştığı ideolojisini benimsemelerine bağlıdır. Amerika açısından Türkiye’nin önemi de işte buradan kaynaklanmaktadır. Zira şu anda Türkiye’yi yönetenlerin belli bir kısmı daha dün denecek kadar kısa bir zaman öncesine kadar demokrasiyi, laikliği küfür olarak deNisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
Elbette ki bunların tümünü bir ümitsizlik ifadesi olarak ortaya koymak istemiyoruz. Tam tersine var olan vakıaya dikkat çekmeye çalışıyoruz. Şüphesiz ki biz Allahu Teâlâ’nın şu sözlerine kesinlikle inanıyoruz:
40
Türkiye Nereye Gidiyor? Acaba ayette yer alan (ِن ْ )اşart edatı bu toprakların Allah’ın vadine hazır olması ile mi tamamlanacaktır? Şüphesiz ki bizim bu konuda kesin bir şey söylememiz mümkün değildir. Sadece vakıalara bakarak birtakım tahminlerde, değerlendirmelerde bulunabiliriz. Fakat şuanda Türkiye üzerinden tüm dünyada özelde ise İslam dünyasında yaşanan gelişmelere baktığımız zaman Türkiye’nin hiçbir şekilde ihmal edilemeyecek, hafife alınamayacak kadar önem arz ettiğini görüyoruz. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Türkiye’nin bu önemi hiçbir surette yöneticilerinden veya sahip olduğu maddi servetlerinden kaynaklanmamaktadır. Amerika nezdinde ki Türkiye’nin önemi özellikle ve özellikle hak batıl mücadelesinde Türkiye’ye yüklenen görevden kaynaklanmaktadır.
ٰ ٰ ِ ِح ات ل ََي ْس َت ْخلِ َفنَّ ُه ْم فِى َّ ُم َو َع ِملُوا َ ََّو َع َد اللّ ُه ال َ الصال ْ ذين ا َمنُوا ِم ْنك َّ َّ ِّ َه ْم دي َن ُه ُم الذى ِ َر َ اس َت ْخل ْ ذين م َ َف ال ُ ِم َولَيُ َمك َن َّن ل ْ اال َض ك ْ َما ْ ِن ق َْبلِه َّ ِّ ِم ا َْم ًنا َ ارَت ْ َه ْم َولَيُ َبدلَن ُه ْم م ُ ضى ل ْ ْ ِن َب ْع ِد َخ ْوِفه
“Allah, içinizden îman edip de Salih amel işleyenlere yemîn ile va’d etti ki kendilerinden evvel gelenleri nasıl Halifeler yaptı ise onları da yeryüzünde muhakkak Halifeler yapacaktır. Onlara kendileri için rıca gösterdiği dîni (İslâm’ı) hakim kılacak, onların korkularını (üzerlerinden kaldırdıkdan sonra) emniyete çevirecekdir.” (Nur 55) وك َ ِج َ َو َي ْقتُل َ ُذين َك َف ُروا لِيُ ْث ِبت َ ُر ب َ َِّك ال ُ َواِ ْذ َي ْمك َُو يُ ْخر ْ ُوك ا ْ وك ا ٰ ٰ ِ ين ر ك ا ْم ل ا ر ي خ ه ل ال و ه ل ال ُر ّ ّ َ َ ُ ْ َ ُ َ ُ ُ ون َوَي ْمك َ ُر ُ َوَي ْمك “Hani bir zaman o küfredenler seni tutup bağlamaları, ya seni öldürmeleri, yahud seni (yurdundan zorla) çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı kurarlarken Allah da onun karşılığını yapıyordu. Allah tuzak kuranlara mukâbele edenlerin en hayırlısıdır.” (Enfal 30) Bütün bu ayetlerle birlikte biz şu ayete de kulak veriyoruz: ٰ ٰ َّيا اَيُّها ال ُم ْ ُم َويُثَب ْ ذين ا َمنُوا ا َ َ َ َ ِّت اَ ْق َد ُ ص ُروا اللّ َه َي ْن ُ ِن َت ْن ْ امك ْ ص ْرك “Ey iman edenler! Eğer siz Allah(ın davasın)’a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve adımlarınızı sağlamlaştırır.” (Muhammed 7)
41
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
Hayrettin KARADAĞ
R
asulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ve ashabı bizlere öylesine değerli bir emanet bırakmıştı ki biz yeni yetişen nesiller olarak bu değerin kıymetini bilemedik. Öyle ki onlar bize emanet bıraktıkları o değeri kazanıncaya kadar nice eziyetler, nice sıkıntılar çekmişlerdi. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ve arkadaşları insanları beşeri düzenlerin zulmünden kurtarıp, İslam’ın adaletiyle onları korumak için mallarını ve canlarını feda etmişlerdi. Sadece “la ilahe illallah” dedikleri için bütün tağutları reddedip hâkimiyetin yalnızca Allaha ait olduğunu haykırdıkları için boykota ve ambargoya maruz kalmışlardı. Yine onlar kendilerine uygulanan psikolojik baskılara, tehditlere ve atılan iftiralara karşı yekvücut olmuşlar ve yalnızca Allah’a tevekkül etmişlerdi. İşte onlar böylesi bir tevekkülün akabinde İslam dininin gönülleri ferahlatan etkisiyle ve katı kalpleri yumuşatan gücüyle güçlenmişler ve en sonunda da İslam devletini kurmuşlardı. Nisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
Ama Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ve ashabı hiçbir zaman batılla uzlaşmamış, hakkı da batıla karıştırmamıştı. Aslında onların önünde böylesi bir vakıa bulunmasına rağmen onlar tevhidi bozan ve şirki ortaya çıkaran bütün teklifleri reddetmişlerdi. Zira onlar Rasulullah’a gelerek küfür fikirlerini kabul ettiği takdirde kendilerini yönetme işini ona verip başlarına kral yapmak istediklerini söylediklerinde “Vallahi bir elime güneşi bir elime de ay’ı verseniz yolumdan dönmeyeceğim” diyerek bugünün davetçilerinin misyonunu da belirlemişti. Başka bir rivayette ise onları “la ilahe illallah” demeye çağırmış onlar ise “bu bütün ilahları tek bir ilah yapmaktır, yürüyün gidelim doğrusu bu şaşılacak bir şey” diyerek tevhidi kabul etmemişlerdi. Evet, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem devleti kurana dek İslam’a gayet açık bir şekilde davet etti. Kinaye yapmadı yani fikirlerini ve düşüncesini üstü kapalı bir şekilde anlatma yoluna gitmedi. Küfre, zulme
42
Başkanlık Sistemini İstemiyoruz! hiçbir zaman meyletmedi. Hakkı söylediği takdirde Kureyş’in kendisine ve inananlara çeşitli zorluklar ve sıkıntılar çıkaracağını bildiği halde bu tavırlarını hiç değiştirmedi. O silahsız bir fert olmasına rağmen tağutlara meydan okuyarak yola koyuldu. İmanı ile güçlenip Allahın dinine davet etti ve en sonunda Allah’ın verdiği nusret ile devleti kurdu.
َ وس ُه ُم ا ،ِي َ ّما َهل َ إس َارئ َ ُكل،اء ُ ِيل َت ُس ْ كَا َن ْت َبنُو ُ أل ْنب َِي ّ ِي َخلَ َف ُه َنب ّ َك َنب :َال ث ك ت ف اء ف ل خ ُون ك ت س و ،ِي َ َف َما َت ْأ ُم ُرَنا؟ ق: قَالُوا،ُر َ َ َ إو�نّ ُه ْ َ َ َ َ ُ ُ َ َ ِي َب ْعد ُ ُ ّ ال َنب َ َ َ ُه ْم َع ّما ّ َف،ّه ْم ُ َوأ ْع ُط،ُفوا ب َِب ْي َع ِة األ ّو ِل َفاأل ّو ِل ُ إن اللّ َه َسا ِئل ُ وه ْم َحق اه ْم ُ اس َت ْرَع ْ
“İsrâiloğulları, Nebiler tarafından siyaset ediliyordu (yönetiliyordu). Bir Nebi vefât edince, bir diğer Nebi ona halef oluyordu. Ve şüphesiz Benden sonra Nebi yoktur. Halifeler olacak da çoğalacaklardır.” Dediler ki: “Öyleyse bize ne emredersiniz?” Dedi ki: “Önceki ilk bey’atinize sadâkat gösterin ve onlara haklarını verin. Muhakkak ki Allah, yönettikleri hakkında (ne yaptıklarını) onlara soracaktır.”
Kurulan devlette ise toplumu bir virüs gibi kemiren irticai hükümler İslam şeriatı tarafından kaldırılmıştı. Yerine ise toplumun muhafazası için yüksek hedefler belirlenmişti. Nitekim şeriat, insan aklını korumak için içkiyi yasakladığı gibi insanların malını korumak için de faizi kaldırmıştı. Yine şeriat, insan nevini korumak için zinayı yasaklayıp evlenmeye teşvik ettiği gibi insan canını korumak içinde kısas hükmünü getirmişti. Emniyetin muhafazası, devletin muhafazası ve dinin muhafazası da şeriat tarafından kayıt altına alınmıştı. Toplumu kalkındırmak için alınan bu kararlar yalnızca Allah’ın Rasulü’ne indirmiş olduğu vahiyden dolayı alınmıştı. Yoksa Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bir yönetici olarak kendi aklı bunları öngördüğü için alınmamıştı. Zira Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:
(Muslim)
ِيب ٌة َ استُ ْعم َ ُم َع ْب ٌد َح َب ِش ٌّي َكأَ َّن َْأر َس ُه َزب ُ اس َم ُعوا َوأَ ِط ْ يعوا َ ِإو� ِن ْ ْ ِل َعل َْيك “Başı kuru üzüm tanesi gibi olsalar da üzerinize Habeşli bir köle bile getirilse dinleyin ve itaat edin!” (el-Buhârî) ِ ات مِي َت ًة َج اهلِيَّ ًة َ س فِي ُعنُ ِق ِه َب ْي َع ٌة َم َ َو َم ْن َم َ ات َول َْي “Her kimin boynunda biat bulunmadan ölürse onun ölümü cahiliye ölümüdür.” (Muslim)
İşte onlar Rasulullah’ın bu emirlerine teslim olup başlarına bir halife seçerek Kur’an ve Sünnet üzere biat vermişlerdi. Halifeler de ümmet üzerine her zaman İslam nizamını tatbik ediyorlardı. Gerek Raşid Halifeler olsun, gerek Emevi ve Abbasi Halifeleri olsun gerekse de Hilafeti en son temsil eden Osmanlı Halifeleri olsun hepsi de yalnızca ümmet üzerine İslam nizamını tatbik etmişlerdir. Hiçbir zaman ondan başka ideoloji ve nizamı tatbik etmemişlerdir. Ne zaman ki sömürgeci kâfir devletler demokrasi ve milliyetçilik gibi küfür fikirlerini Müslümanlar arasında yaydı işte o zamandan beri kâfir sömürgeci tüm hayat işlerinde kendi kapitalist nizamını üzerimize tatbik eder oldu ki, eriştiği zaferi ebedileştirebilsin. Zira onlar eriştikleri bu zaferi Kudüs’ü işgal ettiklerinde “haçlı savaşları işte şimdi sona erdi” diyerek ve yerli ajanları ile Hilafeti kaldırdıklarında “şu durumda Osmanlı artık öldü ve tekrar asla doğmayacak. Çünkü biz
َّا ِ َو َما َي وحى َ ُنط ُق َع ِن ال َْه َوى إِ ْن ُه َو إِل َو ْح ٌي ي “O hevadan konuşmuyor. Söyledikleri kendisine indirilen bir vahiydir.” (Necm 3-4) Onlar öylesi bir kalkınma hareketi başlatmışlardı ki insanların gelmiş ve gelecek bütün sorunlarına cevap veriyorlardı. İnsanları kula kulluk yapmaktan Allaha kulluğa, dinlerin zulmünden İslam’ın adaletine, dünyanın darlığından da ahiretin genişliğine davet ediyorlardı. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem vefat ettikten sonra bile onlar bu yüce emaneti hakkıyla yerine getiriyorlardı. Zira onlar arzularını İslam’a uydurmuş kişilerdi. Rasulullah’ın nasihatlerini ve emirlerini yerine getirmek için büyük çaba harcıyorlardı. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem vefat etmeden önce şöyle haber vermişti:
43
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
Başkanlık Sistemini İstemiyoruz! onun ahlaki gücünü, Hilafet’i ve İslam’ı yok ettik” diyerek ifade ediyorlardı.
banla girilsin” ifadesinde görebiliyoruz. Ama işte bu günlerde bu zorba siyasetinin bedelini ödüyorlar. Nitekim İngiltere’nin bu açığını yakalayan Amerika kendisi için yetiştirmiş olduğu adamlarıyla Müslümanların değerlerini nispi olarak sahiplenmiş ve onlara daha rahat demokratik bir ortam hazırlamıştır. Çünkü Türkiye de tek söz sahibinin kendisi olmasını istemekte ve bunun içinde anayasayı değiştirip başkanlık sistemini Türkiye’ye ihraç etmek istemektedir. Bunun için de Müslümanlara dost gözükmeye çalışmakta ve bu hedefi için bazı tavizler vermektedir. Benim şahsi görüşüme göre ileriki günlerde de özgürlükler kapsamında başörtüsü sorununu da çözecektir. Ergenekon operasyonlarıyla TSK’yı bitirme noktasına gelen Amerika yargıda da reforma gidip güvenini kazandıkları Müslüman halkı anayasanın değiştirilmesi sürecinde de kullanacak ve başkanlık sistemini de bu ülke de uygulamaya koyacaktır. Başkanlık sisteminin ne olduğuna burada değinmek istemiyorum. Çünkü ne olduğunu bu sistemi en iyi uygulayan devletin Amerika olduğunu düşünen insanlar bu sistemin insanları nasıl bir canavar haline getirdiğini görür. Zira azdıkça azan, ezdikçe ezen Amerika bu hale boşuna gelmemiştir. Bu söylediklerimden mevcut laik sistemden memnun olduğumuz da asla akla gelmesin. Gerek demokrat laikler olsun, gerekse kemalist laikler olsun İslam ve Müslümanlar karşısında onların takip ettiği her iki çizgi de aynı kaynaktan beslenen bir derenin farklı iki kolu gibidir! Her iki zümre de bir küfür fikri olan dini devletten ayırma ilkesinden beslenmekte, İslam ve Müslümanlara karşı buna göre hareket etmektedirler. Ama ne yazık ki halkımız kâfirlerin bu hegemonya mücadelelerini bilmemektedir. Müslümanlar olarak bizler sorumluluk bilincinde hareket edip kâfirlerin elimizden aldığı emaneti geri almalı ve fesada verilen dünyayı yeniden canlandırmalıyız. Bunun için de bizler tekrar bu canlılığı başlatacak olan huzur dolu sistemi istiyoruz. Başkanlık sistemi gibi zorba bir sistemi değil?
Geçen yıllar kâfirlerin gerçektende Müslümanlara karşı büyük bir zafer elde ettiğini ortaya koydu. Zira artık Müslümanları kâfirlerin saldırılarından koruyacak bir halifesi yok! Kâfir sömürgecinin Müslümanlara oynadığı en büyük oyun ise kendi küfür nizamlarını uygulamak için yönetime idareye ve yargıya Müslümanlardan yetiştirdikleri kişileri geçirmeleri oldu. Onlar laik okullarda ve üniversitelerde Müslümanlara sömürgeci kâfirin kanunlarını, müeyyidelerini, kültürlerini, siyasetlerini, nizamlarını, hadaratlarını korumalarını, bekçilik yapmalarını ve bunları sömürgeci kâfirin savunduğu kadar hatta daha şiddetli bir şekilde savunmalarını öğretmektedir. Buralardan mezun olan ve yönetime geçen bu kişiler de maalesef kendilerine öğretilen bu esasları uygular hale gelmiştir. İşte bugün iktidara getirilen tüm yöneticiler bir ideolojiye sahip olmayan Türkiye’yi ideolojisi olan büyük devletlere uydu yapmaya uğraşmaktadır. Zira ideolojik devletlerden İngiltere ve Amerika kendi hayata bakış açılarını politikalarını ve siyasi nüfusunu Müslümanların mallarını ve servetlerini sömürmek için işte bu işbirlikçi yöneticiler sayesinde indirmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’ni kurup, Hilâfet’i kaldıran İngiltere Türkiye’deki nüfusunu ajanları ile güçlendirmek için başlangıçta zorbaca diktatörce bir üslup benimsedi. Yıllarca Müslümanların inancıyla dalga geçti. Müslümanların değerlerine diş biledi ve kinini açıkça haykırdı. Bugünde bu üslubunu her ne kadar gizlemeye çalışsa da kendisine derinden bağlı olan kişilerin bu siyaseti devam ettirdiğini görüyoruz. Zira bu bağlılığı CHP genel sekreteri Önder Sav’ın kendisine “hacıya niyetlendim” diyen kişiye, ”boş ver Araplara para kaptırma bakarsın orada Muhammed bırakmaz seni buraya göndermez onun için sen gitme” ifadesinde ve yine en son CHP’li Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın’ın “camiye ayakkabı ile giriliyor mu ki GATA’ya da türNisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
44
Fatih Muhammed SELİM Geçen Sayıdan Devam...
K
Üçüncü mesele:
udüs tarihi ile ilgili İkinci Mesele:
İsra ayeti inmeden ve Hz. Ömer RadiyAllahu Anha’nın Kudüs’ün anahtarlarını teslim almadan önceki Kudüs tarihinde; ne Yahudilerin iddia ettiği Hz. Süleyman heykelinin ne Nasranîlerin iddia ettiği gibi Kıyamet Kilisesi veya Kutsal Kabir Kilisesi’nin orada bulunuyor olmasının hiçbir önemi yoktur. Bütün bunlar İslam dininin gelişi ile birlikte nesh olunmuş yani geçersiz kılınmıştır. Bu ve benzeri iddiaların hiçbir kıymeti yoktur. İslam’ın, ibadetlerini ve dini ayinlerini yerine getirme konusunda onlara verdiği hakların dışında kutsal topraklar üzerinde hiçbir hakları olamaz. Zira hakları verme ve hükmünü kaldırmada tek yetkili mercii Allah Azze ve Celle İsra suresinin ilk ayetini indirdiği andan itibaren fiilen artık Kudüs’ün geçmiş tarihi statüsü ve bu statüsünden kaynaklanan hakların tümünü geçersiz kılmış, nesh etmiştir. Zimmet ehli, cizye, kendilerine eman verilmiş ve antlaşma yapılmış topluluklarla ilgili hükümlerin hepsi va’z edilmiş ilahi hükümlerdir ve bu hükümler Halifeler, Valiler,
Hz. Ömer RadiyAllahu Anha’nın Kudüs’ün anahtarlarını teslim aldığında halka mabetlerini koruma ve Kudüs’ün güvenliğini sağlamak adına yazılı bir emanname sunmuştur. Bunun karşılığında Yahudilerden hiçbir kimseye oturma izni verilmemesi noktasında onlardan söz almıştır. Bölgedeki Nasranîler (Hıristiyanlar) sakinleri cizyelerini ödemek kaydıyla emniyet ve huzur içinde günlük yaşamlarını sürdürdüler. Bu sözleşme patriklerce de korunmuş ve günümüze kadar gelmiştir. O günden beri Kudüs İslam toprağı olmuş ve İslam hükümlerinin yürürlükte olduğu bir şehir olmuştur. Güvenliği Müslümanlar tarafından sağlanan, sakinlerinin İslam tabiiyetini taşıdıkları ve tarih boyunca Müslümanların canla başla savuna geldikleri bir İslam diyarı olmuştur. Bundan dolayı kıyamet saati gelinceye kadar herhangi bir işgal durumunda Kudüs’ün korunması ve savunması bütün Müslümanlar üzerine farzdır.
45
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
İki Tarih Arasında Kudüs Kadılar ve devlet memurları tarafından uygulanmıştır. Tabii ki Nasranîlere dini ayin ve törenlerini yerine getirme fırsatları tam olarak sunulmuş, hakları güvence altına alınmış, tebaa olarak kendileri her türlü kamu hizmetinden yararlandırılmış, mabetleri her hangi bir taşkınlık ve saygısızlığa karşı dokunulmaz kabul edilmiştir.
girerken içlerinde taşıdıkları azgın bir öfke ile şehri yakıp yıktılar, yağmaladılar ve Müslümanları acımasızca katlettiler. O esnada şehirde bulunan Yahudileri de bulup onları bir kiliseye toplayıp hepsini diri diri yakmışlardır. Neyse ki bir süre sonra Selahaddin geldi. Kudüs’e Godfrey’nin girdiği kapıdan girdi amma onun yaptıklarının hiç birini yapmadı. Kadınlarına, çocuklarına ve yaşlılarına hiçbir şekilde dokunmadı. İsteyenlerin şehri güven içinde terk etmelerine yardımcı oldu.
Dördüncü Mesele: (Haçlı Seferleri Öncesi Dönem) Tabiatı gereği insanlara kanun ve yasaları yine insanlar uygulamaktadır. Bu itibarla insanlar olması gerektiği gibi ideal bir yönetim sergileyecekleri gibi hata da edebilirler. Yönetimde yapılan yanlışlıklar belli bir süre etkisini sürdürmüş olabilir. Bu, uygulayıcılarda düşüncenin içselleştirilmesi, gelişmesi ve davranışa dönüşmesi ile ilgili bir problemdir. Yürütme görevini üstlenen kişilerde gerçekten duyarlılık, Allah Azze ve Celle’ye karşı sorumluluk bilinci ve ihlâs varsa, İslam düşüncesi zihinlerinde gayet açık ve arı duru halde ise, toplumda İslami düşünce uygulama metodu ile birlikte açık bir şekilde anlaşılıyor ise ancak ideal manada bir yönetimden bahsedebiliriz. Bu özellikler bir toplumda ve yöneticilerinde yoksa tam tersi sonuçlar verecektir.
Müslüman ve Nasranî tarihçiler haçlı seferlerini insanlık tarihinin bir ayıbı olarak nitelendirirken mağlup olmuş ordunun askerlerine ve halkına karşı tutumundan dolayı Selahaddin Eyyübi’yi saygıyla anmaktadırlar. Altıncı Mesele: (Osmanlı Dönemi) Büyük bir Osmanlı Halifesi olan Yavuz Sulatan Selim Kudüs’e 1517’de girmiştir. Aynı yıl Mısır’a ve mukaddes Medine şehrine de girmiştir. Bugün bu kutsal İslam beldelerinde yükselmiş olan mimari yapıtların çoğu bu döneme aittir. Osmanlının bu topraklara sunduğu hizmetler onun işgalci olmadığının en büyük tarihi kanıtlarıdır. Teslim edilmesi gereken gerçek şudur ki: Osmanlı Hilafeti 1517’den 1917’ye kadar tam dört asır gibi uzun bir zaman dilimde İslam ümmetinin birlik ve bütünlüğünü sağlamıştır. Bu arada Osmanlıların Avrupa’ya İslam’ı yaymak için gerçekleştirdikleri fetihleri, Roma’yı fethetmek üzere Viyana kapılarına kadar dayandıklarını unutmamak gerekir. İşte balkan Müslümanlarının yaşadıkları trajedi tamamen bu döneme ilişkin öç alma duygularının bir sonucudur. Bosna-Hersek ve Kosova olayları bunun en çarpıcı kanıtıdır.
Evet, İslam tarihi belli bir dönem mezhepler, çeşitli İslam düşünce ekolleri arasında meydana gelmiş çetin iç karışıklıklara sahne olmuş ve İslam toplumu bunlardan dolayı ciddi sıkıntılar yaşamıştır. Bütün bunlar İslam’ın kötü tatbikinden kaynaklanan sorunlardır. Beşinci Mesele: (Haçlı Seferleri ve Selahaddin Eyyübi Dönemi) Birçok kanlı olayların gerçekleştiği bu dönem Kudüs için en sıkıntılı dönemdir. Çünkü Kudüs tarihi mecrasından çıkmıştır. Zalim ve acımasız savaşçılar tarafından vahşi saldırılar ve işlenen cinayetler Kudüs’ün tarihi seyrini değiştirmiştir.
Daha sonraları 1882 yılında Türk hükümeti bir kanun çıkartarak Filistin’e Yahudilerin göç etmelerini ve Filistin’den arazı satın almalarını yasakladı. Ancak Türk hükümeti Amerikalı Bakan Strauss’un baskısı üzerine
Aylarca devam eden savunmanın sonucunda haçlılar Kudüs’e girebildiler. Şehre Nisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
46
İki Tarih Arasında Kudüs bu kararından döndü ve Yahudilerin ibadet etmeleri maksadıyla üç aylık bir süre ile Filistin’de kalmalarına izin verdi. Daha sonra bu kanunda düzeltmeler yapıldı ve bu süre bir ayla sınırlandırıldı. Kanunla belirlenmiş bu süreyi aşanlar Filistin’i terk edinceye kadar kovuşturmaya uğruyorlardı.
Cennet mekân Abdulhamid şöyle söylüyor: “Yahudiler Filistin’de sadece ziraat yapmak için arazi talep etmiyorlar. Onlar bir hükümet kurmak ve devletin dışında temsilcilerinin olmasını istiyorlar. Ben onların gerçekten ne istediklerini çok iyi biliyorum. Ben bu sefalete şiddetle karşı duruyorum.
Mü’minlerin Halifesi Abdulhamid kendisinin hali ile ilgili olarak yazdığı bir notta şunları ifade etmektedir:
“… Bu meseleyi tarihin omuzlarıma yüklemiş olduğu sorumluluk duygusundan dolayı size arz ediyorum: Benim İslam Hilafetinden ayrılmamın tek sebebi İttihat ve Terakkinin (Jön Türkler) baskı ve tehditlerinden sıkılmamdan dolayıdır. Hilafeti terk etmem konusunda ciddi baskılara maruz kaldım. İttihatçılar mukaddes Filistin topraklarında bir Yahudi devleti projesine onay vermemi istiyorlardı. Onca ısrarlarına rağmen bu tekliflerini kesinlikle kabul etmedim…”
1914 senesinde 1. Dünya Savaşı çıktığında Türkler Siyonistleri bölgeden çıkartmaya başladılar. Filistin’de 4. Ordu komutanı olarak Cemal Paşa bir ültimatom yayınlayarak yönetimi altında olan topraklarda Siyonist sembolleri, İbranice yazıları yasakladı. Filistin’deki Yahudi masonik faaliyet yürüten kuruluşlarının tümünü kapattı. 25 Ocak 1915’te yayımladığı beyanında hükümetin bu uygulamalarının, Siyonizm adı altında bazı unsurların Filistin’de bir Yahudi devleti kurma niyetinde olduklarına ilişkin ellerinde var olan bilgilerden kaynaklandığını dile getirmiştir.
Dünya Siyonist Cemiyeti Başkanı Theodor Herzl şunları söylüyor: “Padişah bana yüksek uyarı mahiyetinde şu cevabı verdi”: “Dr. Herzl’e bugünden sonra artık bu konuda beyhude çabalarını bir kenara bırakmasını söyleyin. Bir karış bile toprak satamam. Çünkü o bana değil, ümmete aittir. Bu ümmet o toprağa kanlarını vererek sahip olmuştur… Yahudiler milyonlarını saklasınlar. İslam devleti parçalanınca belki de Filistin’i tek kuruş ödemeden elde edeceklerdir.”
II. Abdulhamid’in Filistin meselesi ile ilgili tutumu: Cennet mekân Abdulhamid şöyle söylüyor: “Yahudiler Filistin’de sadece ziraat yapmak için arazi talep etmiyorlar. Onlar bir hükümet kurmak ve devletin dışında temsilcilerinin olmasını istiyorlar. Ben onların gerçekten ne istediklerini çok iyi biliyorum. Ben bu sefalete şiddetle karşı duruyorum. Onlar benim gerçek niyetlerinden habersiz olduğumu ya da bu noktada ki girişimlerine boyun eğeceğimi zannediyorlar. Şunu çok iyi bilsinler ki; devletimizdeki her bir fert onlar bu emellerinden vazgeçmedikleri sürece Yahudilere hiç iyi gözle bakmayacaklardır. Babı Ali de onlara hiç iyi gözle bakmayacak. Onlara şunu söylüyorum: Filistin’de bir devlet kurma düşüncelerinden derhal vazgeçsinler. Çünkü hala ben onların en büyük düşmanıyım.”
Yedinci Mesele: ( Kudüs ve İngiliz İşgali) Türklerin sözde zulmünden Arapları kurtaracağı savıyla hareket eden ve bağımsız Araplar olarak tanımlanan bir grup İngiliz işbirlikçisi taife ortaya çıktı. Müttefik kuvvetler 11.12.1917 tarihinde General Allenby komutasında Halil/Yafa kapısından yürüyerek Kudüs’e girdi. Ve sıkıyönetim ilan etti. O dönemde Kudüs Belediye Başkanı Hüseyin Musa Kazım Paşa idi. Allenby, Kudüs Müftüsü Kamil Efendi ve kardeşi Hacı Emin Hüseyin Efendilerle birlikte Kudüs’e girdi. Allenby Kudüs’e girerken kendisi için bir karşılama töreni düzenlendi
47
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
İki Tarih Arasında Kudüs ve bu törende o meşhur sözünü söyledi: “İşte haçlı seferleri şimdi bitmiştir.”
önünde de en büyük engel olarak durmaktadır. Rodos antlaşmasını imzalaması için devletleri oyuna getiren, 67 savaşı olarak bilinen savaş komplosunu kuran ve böylece batı Şeria’yı “İsrail”’e altın tepside sunan da bu devlettir.
İngiltere daha önceden Yahudi ulusunun vatanı olarak Filistin’i Yahudilere vereceği sözünü vermişti. Bu söz Balfour Deklerasyonu’nda kendilerine verilmiştir.
Vakıf arazilerinin 99 yıllığına kiralanabil10 Haziran 1916 yılında Şerif Hüseyin mesinin yasal zeminini hazırlayan, bunun namıyla tanınan Hüseyin b. Ali Osmanlı’ya için kanun çıkartan da İngiltere idi. Çoğuna karşı ayaklanma başlattı. Allenby, savaşın Yahudi ve Nasranîlerin sahip olduğu binalar bitmesinin ardından savaş bakanlığına gönve araziler bu kanun ile birlikte Yahudilerin derdiği raporunda bu ayaklanma için bakın eline geçti. neler söylüyor: “Kuşkusuz Arapların Türklere karşı ayaklanmalarının savaşYahudilerin Filistin’e tan ezici bir zaferle çıkmaları göç etmelerini kolaylaştıran İşte İngiltere, İslam konusunda müttefik kuvvetİngiltere’dir. Yine Yahudileâleminin başına gelmiş lerine çok büyük katkıları olre arazi satışlarını kolaylaşve gelebilecek en büyük muştur.” tıran ve her alanda önlerini felaketin baş müsebbibidir. açan da yine İngiltere olİngiltere ve Fransa araBütün kötülüklerin ve muştur. sında imzalanan Sykes-Picot felaketlerin anasıdır. anlaşması gereği bağımsız Filistin meselesini ilk Müslümanlara anlatmak bir Arap devleti kurulacakolarak BM genel kuruluna için zamanın ve sayfaların tı. Yalnız Filistin statü olataşıyan 1947’de önce Filistin yetmeyeceği kadar rak farklı değerlendirilmiş topraklarının parçalanmakötülüğün gelmesine kapı ve ileride Yahudilerin vatası, ardından da 1948’de Yanı olacağı düşünülerek ona hudi devletinin kurulması aralayan, İslam ümmetini özel statü kazandırılmıştır. kararlarını ABD ile birlikte kalkansız ve korunmasız İngiltere, Filistin’i bir Yahudi çıkarttıran yine bu cani ve bırakıp ellinin üzerinde vatanı haline getirmek yani sömürgeci İngiltere olmuşdevletçiklere bölen de Balfour Deklerasyonu’nun tur. O günden beri Filistin İngiltere’dir. gereklerini yerine getirmek (İslam ümmetinin mülkü için tam 25 yıl Milletler Ceiken onun bir parçasıyken miyeti nezdinde temsilcilik bulundurmuştur. ondan koparılmış) devletlerarası bir mesele Milletler Cemiyetine ilk atadığı Filistin temhaline gelmiştir. silcisi Herbert Samuel (1920- 1925) fanatik bir Filistin’den çıkarken ağır ve hafif bütün Siyonist idi. silahlarını Yahudilere bırakanlar da İngilizİşte İngiltere, İslam âleminin başına gelmiş lerdir. ve gelebilecek en büyük felaketin baş müsebŞimdide sözde “Ortadoğu barışı” diye bibidir. Bütün kötülüklerin ve felaketlerin adlandırdıkları meseleyi tamamen kendi anasıdır. Müslümanlara anlatmak için zamamandası, işbirlikçi yönetimlere devreden de nın ve sayfaların yetmeyeceği kadar kötülüİngiltere’dir. ğün gelmesine kapı aralayan, İslam ümmeLakin Amerika İngiltere’yi eski sömürtini kalkansız ve korunmasız bırakıp ellinin gelerinden çıkartarak kendisi oralara yerleşüzerinde devletçiklere bölen de İngiltere’dir. mek istemektedir. Şu anda Amerika bütün Aynı İngiltere, Müslümanların kalkanının bir Ortadoğu’yu, İslam ümmetinin yaşadığı yani Hilâfet’in yeniden ikame edilmesinin Nisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
48
İki Tarih Arasında Kudüs coğrafyayı kendi nüfuz alanı haline getirmek istiyor. Filistin sorununu bu bağlamda ele alıyor. Yani bölgeye müdahale etme ve kontrol etmek için bir kart olarak daima elinde bulunduruyor. Bölgedeki petrol rezervleri onun iştahını kabartıyor. Aynı şekilde Amerika Filistin sorununun çözümü ile birlikte Golan tepelerine askeri bir üs kurarak Ortadoğu barışı diye adlandırılan bu komplodan aslan payını almayı hedeflemektedir.
Sözünü ettiğimiz bu devlet Raşidi Hilafet Devleti’nden başkası değildir. Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in haber verdiği gibi bu devletin başkenti de Kudüs olacaktır. Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: “…sonra Hilafet tekrar Kudüs’e döner. Kudüs Hilafet’in yerleştiği evi/makamı olur. Onu sonsuza dek kimse oradan çıkartamayacaktır.” Yüce Rabbimiz de Kitab-ı Kerimi’nde şöyle buyurmaktadır: ِ ِح ات ل ََي ْس َت ْخلِ َفنَّ ُهم فِي َّ ُم َو َع ِملُوا َ َو َع َد اللَّ ُه الَّذ َ الصال َ ِين ْ آمنُوا ِم ْنك َّ َّ ِّ َا َه ْم دِي َن ُه ُم الذِي ِ أل ْر َ اس َت ْخل ْ ِين م َ َف الذ ُ ِم َولَيُ َمك َن َّن ل َض ك ْ َما ْ ِن ق َْبلِه َّ َ ِّ ُون بِي َ ارَت َ ِم أ ْم ًنا َي ْعبُ ُدوَننِي ال يُ ْش ِرك ْ َه ْم َولَيُ َبدلَن ُه ْم م ُ ضى ل ْ ْ ِن َب ْع ِد َخ ْوِفه ُ ِ ُون ق اس ف ل ا م ه ِك ئ ل و أ ف ِك ل ذ د ع ب ر ف ك ن م و ا ئ ي ش ْ َ َ َ َ َ َ َ َ َ ً َ َ َْ َ ْ ََ ْ ْ ُُ
İşte bütün bu kanlı olaylar, sömürgeci devletlerin jeostratejik hedeflerini gerçekleştirirken Müslümanlar olarak bizleri ve yaşadığımız coğrafya ateş çemberinin içine itiyor. Gelinen noktada Filistin sorunu diye adlandırılan şeye baktığımızda onun iki taraf arasında geçen bir siyasi hesaplaşma meselesi olduğu açıkça görülmektedir.
“Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri Halifeler (egemen) kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka Halifeler (egemen) kılacağına, onlar için razı olduğu dinlerini hakim kılacağına, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaad de bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” (Nur 55)
Bu meselede birinci taraf bütün Müslümanlardır. İkinci taraf ise, Yahudiler ve onlara destek olan Nasranî dünyasıdır. O halde Filistin bütün Müslümanların meselesidir. Müslümanların kendi çıkarlarını temsil eden bir devletleri maalesef henüz yoktur. Yahudiler ise geçen yarım asırlık bir zaman dilimi içinde bin bir entrika ile güçlü bir devlete sahip olmuşlardır. Müslümanların da, Allah Subhanehu Teâla şeriatını tatbik edecek, cihad sancağını bırakıldığı yerden tekrar kaldırarak Filistin’i yeniden Müslümanlara armağan edecek olan bir devlet kurmaları kendilerine farzdır.
49
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
Hakkı EREN
G
ünümüz dünyasında en önemli sorun olarak görünen fakat esasen en önemli sorun olmayan iktisadi problemler, kapitalist sistemlerde her zaman ilk sorun olarak görülmüştür. Hâlbuki iktisad; insana dair sorunlardan sadece bir tanesidir. Ve bu sorun çözüldüğü zaman diğer sorunların çözüme kavuşacağı da yoktur. İnsanın huzurlu ve refah içerisinde yaşaması için bütün insani ihtiyaçlarının doğru şekilde karşılanması gerekir. İktisadi ihtiyaçların tek başına karşılanması mutluluğun anahtarı olmayacaktır.
ğu gibi bunların korunmaları da yine bu fikirlere bağlıdır. Fikri kıymetlerini koruyabilen bir ümmetin maddi servetleri tahrip edilse dahi, böylesi bir ümmet onu hemen yeniden üretebilir. Fakat fikri kıymetleri çökmüş ümmetlerde maddi servet mevcut olsa dahi bunların azalması ve fakirleşmesi çok çabuk olur. “ Hem bu meselenin izahını hem de sorun olarak görünen problemlerin nasıl çözülmesi gerektiği konuları üzerinde detaylı bir araştırma yapma gereğini hissettim. Bugün üniversitelerde okutulan ve cari ekonomiye yön veren birçok iktisadi düşüncenin aslında vakıalardan şekillenen ve devamlı değişmeye mahkûm olan teorilerle dolu olduğunu gördüm. Böylece tüm bu beşeri teorilere karşılık en güzel çözümü, insana dair en verimli nizamlar koyan ve en iyi teorileri eksiksiz üreten Allah Azze ve Celle olduğuna bir kez daha kanaat getirdim.
Bugün insanlığın bütün sorunlarına çözüm olabilecek yegâne çözüm fikir ve onun cinsinden olan hayat nizamları ile alakalıdır. Bu konuda hemen hemen alanındaki tek eser olan İslam’da İktisad Nizamı kitabında Takıyyuddin En-Nebhani şöyle demektedir: “Fikirler; gelişme sürecinde bulunan bir toplum için hayatında elde edebileceği en büyük değerlerdir. Fikirler; köklü geçmişi olan bir toplum için, yaşayan bireylerin atalarından teslim aldığı en büyük mirastır. Maddi servetler, bilimsel buluşlar, teknolojik yenilikler ve benzerlerinin yeri, bu fikirlerden çok daha aşağı seviyededir. Zaten bunlara ulaşmak sahip olunan fikirlere bağlı olduNisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
İnşaAllah bir yazı dizisi şeklinde yayınlanacak olan bu makalelerde önce iktisadı, sonra iktisadi düşünce tarihi içerisinde yer bulan analitik sentezleri ve bu sentezleri ortaya atan düşünürlerin bu sentezlere nasıl ulaştıkları-
50
İktisadi Düşüncelerin Bozuklukları ve Sahih Çözüm nı, onların iktisada ilişkin belli kuramlarını inceleyecek ve daha sonra ise gerçek çözümü günümüz sorunlarına indirgeyerek aktarmaya çalışacağım. İnşaAllah Rabbim gayemize ulaşmayı ve muvaffak olmayı nasip eder.
baktığımızda iktisad ile alakalı olan hükümlerin de olduğunu ve bu alanı düzenlemek üzere açıklandığını görüyoruz. İşte bunlardan bazı örnekler: ِ ارًة َح اح َ إِال أَ ْن َتك ٌ ُم ُج َن ُ اض َرًة تُد َ ِج َ ُون ت َ ُم َفل َْي ْ س َعل َْيك ْ ِيروَن َها َب ْي َنك وها َ ُأَال َت ْكتُب
İKTİSADA GİRİŞ:
“Ancak aranızda çevirdiğiniz bir ticaret olursa, onu yazmamakta bir mahsur yoktur.” (Bakara 282)
İktisad; Mal varlığını yönetme sanatı olarak tanımlanabilir. Konusu ise, insanın gereksinim duyduğu ihtiyaçlardan mal ve hizmetlerin üretimi, bunların tüketimini ve doğru olarak nasıl yapılacağı ile ilgilidir. Başka bir ifadeyle; Gelir, gider denkleminin doğru olarak nasıl yönlendirilmesi ile alakalıdır.
ِين فِي ِه َ ُم ُم ْس َت ْخلَف ْ َوأَ ْن ِف ُقوا مِمَّا َج َعلَك “Size harcama yetkisi verdiği şeylerde infak ediniz.” (Hadid 7) َّ َالث ال َْما ِء َوا ْلكَال َو ٍ َاء فِي ث ار ِ الن َ ِم ُ ال ُْم ْسل ُ ون ُش َرك “Müslümanlar üç şeyde ortaktırlar; Su, mera, ateş” (Ahmed b. Hanbel)
İnsan ile ilişkisi; İnsanı akletme yeteneği ve dinamik enerjisi olan varlık diye tanımlarsak en doğru tanıma ulaşmış oluruz. Ve bu tanımdan da anlaşılacağı üzere dinamik enerjiyi doyurma işini, onu yönlendirme yetkisine sahip akıl yapmalıdır. Ama bu gerçek aklın hüküm koyacağı veya hâkim olacağı anlamında düşünülmemelidir. Burada kast ettiğim insanı hareket ettiren ve onu amel yapmaya sevk eden yüce merciin akıl oluşudur. Yani insanı hareket ettiren fikirleridir.
إذا استأجر أحدكم أج اًر فليعلمه أجره “Sizden biriniz bir kimseyi ücretle tuttuğu zaman alacağı ücreti ona bildirsin.” (Buhari) َوأَ َح َّل اللَّ ُه ال َْب ْي َع َو َحرََّم الرَِّبا “Allah alışverişi helal, ribayı haram kıldı.” (Bakara 275) İKTİSADİ TEORİLER:
İnsanın aklının sınırlı, aciz ve muhtaç oluşu kaçınılmaz bir gerçektir. Ve insan aklının ortaya koyduğu düşüncelerin değişik, çelişkili, ihtilaflı ve çevreden etkilenerek mekâna göre farklılık arz etmesi de yine başka bir gerçektir. Bu gerçekleri dikkate alarak iktisad gibi önemli bir konuda, bizim malvarlığımızı doğru olarak yönetmemizi sağlayacak olan fikirlerin insan aklından çıkan aciz fikirler olmaması gerekir. İnsanı bu bağlamda doğru ile buluşturacak olan yegâne fikirler yüce yaratıcı ve tek ilahımız olan Allah Azze ve Celle’nin şer’i hükümleridir.
İktisad tarihi ile ilgili konulara geçmeden önce şu izahatı da yapmayı elzem görüyorum. İktisadı bilimsel bir konu ile eş görüp onu bilimsel bir metotla irdelemek sorunun kaynağını oluşturmaktadır. Makro ve mikro alanlarının hepside esasen akli metodun alanları içerisine girmektedir. Bu şekilde iktisad çok karmaşık, avamın anlayamayacağı, üzerinde konuşabilmek için akademik kariyere ihtiyacın olduğu bir bilim dalı olarak görülmüş veya gösterilmek istenmiştir. Bu yanlış bir değerlendirmedir. Bugün dünyada geçerli olan ve dünya iktisadına yön veren teoriler mutlak bir suretle bir ideolojinin teorileridir. Takip edilen ve uygulanan bu iktisadi teorileri ortaya çıkaran iktisatçı teorisyenler de kesinlikle bir ideolojinin bakış açısı ile vakaya eğilmişlerdir.
İnsanın dünya ve ahirette huzurlu yaşayabilmesi için yaratıcı tarafından konulan bu hükümler, şüphesiz ki en dahi olan insanın aklından çıkan fikirler ile kıyaslanamayacak kadar mukaddes ve doğrudur. İşte şari’nin insana ve hayata ilişkin koyduğu hükümlere
51
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
İktisadi Düşüncelerin Bozuklukları ve Sahih Çözüm Özellikle Kapitalizm ve Sosyalizm ideolojileri; iktisadi açıdan bunalmış, temel ihtiyaçların bile karşılanılmasının zor olduğu, gelir dağılımında büyük adaletsizliklerin yapıldığı, fakirliğin kol gezdiği bir zaman ve coğrafyada neşet etmiştir. Yani mutlu olmayan insanlar mutluluğa ulaşabilmek için uç noktalarda düşünmeye başlamışlardır. O yüzden iktisad ile siyaset birbiri ile alakalı olan, ilişkileri çok girift olan iki husustur.
len imalat sektörüdür. Yani bu dönemde toprağa dayalı zirai üretimin yanında, imalata dayalı sanayi üretimde kendine yeni yeni yer bulmaya başlamıştır. İşte böylesi bir fikri ve sanayi gelişim sürecinin başında dünyaya gelen Smith, doğal olarak bu sürecin etkisinde kalmıştır. O yüzden Smith, bu dönemin sorunlarına ilişkin teoriler üretmeye çalışmıştır.
Smith’i klasik kuramın esas adamı olarak görmek gerekir. Belli kavram ve yasaları koyan, yani tabir yerinde olursa usulü ortaya çıkaran düşünür Özellikle Kapitalizm odur. Daha sonra gelen iktive Sosyalizm sadçılar her ne kadar onu eleşideolojileri; iktisadi tirmiş olsalar da, aslında onun açıdan bunalmış, tezlerini kuvvetlendirmeye çatemel ihtiyaçların lışmışlardır diyebiliriz.
“Gözlemekte olduğumuz dünyanın kavranabilir olması, ancak düzenleyici bir çerçeve sayesinde gerçekleşe bilir.” Halkın içinden biri olan, onlarla aynı sorunları yaşayan iktisatçılar sahip oldukları ideolojik bakış açısına göre çeşitli analitik sistemler üretmişler ve kendilerince iktisadi sorunlara çözümler getirmişlerdir. Bu çözümler iktisadçılar tarafından şu şekilde sıralanmıştır. İktisadi Düşünce Tarihinde 4 analitik sistem vardır. 1-) Klasik İktisadi Sistem 2-) Marksist İktisadi Sistem
bile karşılanılmasının zor olduğu, gelir dağılımında büyük adaletsizliklerin yapıldığı, fakirliğin kol gezdiği bir zaman ve coğrafyada neşet etmiştir.
Smith’i anlayabilmek için yaşadığı döneme vakıf olmak gerekir. Smith; 1723 yılında orta halli bir İskoç ailenin oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Bu süreçte ortaya çıkan dini ve siyasi özgürlük çağrılarını görmüş ve bu düşünce tarzından etkilenmiştir. Dinsel otoriteye ve teolojik doktrinlere karşı durmuştur. Glosgow Üniversitesi ile başlayan eğitim sürecine Oxford Kolejinde devam etmiştir. Smith; dönemin siyasi özgürlükçüleri olan David Hume ve Hudcheson’dan etkilenmiştir.
3-) Neo-Klasik İktisadi Sistem 4-) Keynesyen İktisadi (Liberal) Sistem 1-) Klasik İktisada Dair Sistem:
1759 yılında “Ahlaki Duygular Teorisini” yayınlayarak kendisinin tanınmasına neden olan ilk eserini ortaya çıkarmıştır. Fakat Smith’i meşhur kılan eseri ‘’Milletlerin Zenginliği’’ kuramıdır. Bu kurama değinmeden önce Smith’in bazı iktisadi düşüncelerini onu tanımak adına belirtmek gerekli diye düşünüyorum.
Bu analitik kuram Adam Smith ile anılan ve onun temelini oluşturduğu bir sistemdir. Adam Smith’in hayati ve fikirleri incelendiğinde anlaşılması daha kolay olacaktır. a-) Adam Smith: (1723-1790) Ortaçağ Avrupa’sında feodal yapı gereğince her şey toprağa endekslenmiş ve yaşam toprak ile bağdaştırılmıştır. Daha sonra ise meydana gelen ve yeni doğan fikirlerden neşet eden sanayi gelişimi ile birlikte yeni bir sektör doğmuştur. Doğan bu yeni sektör iktisad için yeni bir artı değer olarak kabul ediNisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
Smith’e göre; “Ortaya konan işin karşılığı olan maddi karşılık verilmediğinde görevlerin aksatılması sürpriz bir sonuç değildir.” Yani eğer çalışan sınıfa emeğinin karşılığı olan ücret ödenmez ise, bu sınıf yaptığı işi
52
İktisadi Düşüncelerin Bozuklukları ve Sahih Çözüm savsaklayacak ve aksatacaktır diye düşünmektedir. Ve çalışmanın tek unsurunu maddi karşılığa endekslemiştir. Ahlaki ve ruhi kıymeti bu alanda dikkate almak ona göre kıymetsiz görünmüş gözüküyor. Çünkü ona göre bu tür kıymetler, toplumun zengin olmasını sağlamaz. Zenginlik sadece maddi kıymetle ve maddi çalışmalarla ortaya çıkacaktır diye düşünüyor. Smith’ e göre; “Doğal temayüller birbirlerini etkileyerek bir denge oluşturmakta ve kendi çıkarları peşinde koşmaya bırakıldıklarında, her insan farkında olmadan kamu yararına hizmet etmiş bir doğal ahenktir ve böylece sosyal düzenini de desteklemektir.” Yani Smith diyor ki; fertler ne kadar özgür bırakılır ve şahsi çıkarları peşinde koştursa bile bu çıkarları sağlarken tükettiği ve tüketerek üretimine katkıda bulunduğu hususlar açısından kamu yararına fayda sağlayabilir. İşte fertlerdeki bu çıkarlar toplumda başka bir ferdin çıkarı ile eşleşecek ve kamu yararına olan hususlar oluşacaktır demek istiyor. Bir başka değişle, ferdin özgür bırakılmasının toplumun zararına olmayacağını hatta yararına olacağını söylüyor. Devam Edecek…
53
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
Ahmet Sadık ALTINEL
H
amd; âlemlerin Rabbi olan Allah’a, salât ve selam onun biricik sevgilisi; efendimiz, rehberimiz, sevgili Nebimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e, onun güzide ailesine, seçkin sahabelerine ve kıyamete değin onun izini süren mü’minlerin üzerine olsun.
ile resmi bir statü kazanmıştır. Daha sonraki yıllarda sivil toplum örgütleri, belediyeler, vakıf ve derneklerinde bu özel günde konferanslar, seminerler, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ile özdeşleşen gül vb, onun hayatının anlatıldığı kitap ve broşürlerin dağıtılmasıyla geniş halk kitlelerine mal olmuştur.
Kıymetli Köklü Değişim okurları,
Bundan dolayı bizlerde bu sayımızdan itibaren kutlu doğumdan hareketle doğru bir açıdan Rasulullah’a bakmaya çalışacağız.
Bir mevlid kandilini daha geride bıraktık. H. 12 Rebi’ul-Evvel/ M. 20 Nisan 571’de Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem kâinatı şereflendirdi. İlk Müslüman nesil için Rasulullah’ın doğum gününün özel bir anlamı olmasa da hicri üçüncü asırda ilk olarak kutlanmaya başlandığı görülen mevlit gününde II. Selim zamanında (1566-1574) minareler aydınlatılarak kandiller yakılmış ve bu gecelere kandil geceleri denmiştir.
Elbette Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i anmak; onu anlamak ve yaşamakla mümkündür. Onun insanlığa armağan ettiği değerleri anlamak ve yaşadığımız çağa taşımak kıyamete kadar her mü’min ve mü’minenin omzuna yüklenmiş bir sorumluluktur. Bu bağlamda anma programları ve bu çerçevede yapılan bütün etkinlikler Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i anlamaya ve onun izini sürmeye dönük olduğu sürece
Mevlit kandili, 1989 yılında Diyanet İşleri Başkanlığının Kutlu Doğum Haftası adıyla bir haftaya yayılan etkinlikler tertip etmesi Nisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
54
Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i Anlamak kutlu bir elçi için bundan daha iyi bir vefa örneği olamaz.
ِ اع َت ُم َ ِيعا َو ْ َو ُ ال َت َف َّرُقوْا َوا ْذك َ ص ُموْا ب ْ ُروْا ن ً ِح ْب ِل اللّ ِه َجم ْ ِع َم َت اللّ ِه َعل َْيك َّ َ َ َ ِ ِ َى ل ع م ت ُن ك و ا ن ا و خ إ ه ت م ِع ن ب ِ م ت ح ب ص أ ف ُم ك ب ِ ُو ل ق ن ي ب ف ل أ ف اء د ع أ ُ َ َ ِ َ ُ ُ ْ ً َ َْ َ ْ إِ ْذ كُنتُ ْم َْ ْ ْ َْ َ َ ْ َ َ َّ َّ َ ُم َ ار َفأن َق َذكُم ِّم ْن َها َك َذل ِ ِّن الن ُ ِك يُ َبي َ َش َفا ُح ْف َرٍة م ْ ُم َآيا ِت ِه ل ََعلك ْ ِّن اللّ ُه لَك ون َ َت ْه َت ُد
İnsanlık tarihinde Hz. Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem kadar yaşamı izlenmiş ve incelenmiş kimse yoktur. Onun attığı her adım söylediği her söz hatta konuşmaları esnasında öksürmesi, aksırması gibi en ufak ayrıntılar dahi büyük bir titizlikle kaydedilmiş ve bugüne aktarılmıştır. Ona inanan, gönül veren bizler, kendi aile büyüklerimizin, babalarımızın hayatı ile ilgili bilmediğimiz birçok ayrıntı varken Rasulullah’ın yaşamını en ince ayrıntısına kadar öğrenme ve okuma ihtiyacını hissediyoruz.
“Hep birlikte Allah’ın ipine (İslam’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişilerdiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O’nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.” (Âli İmran 103)
Zira rasuller insanlığa hep Allah Azze ve Celle’nin dili (vahiy) ile seslenmişlerdir. Bu sesleniş insanlığa armağan edilmiş en medeni normları içerir: ِّ ِن اللّ ِه حك ون َ َُوٍم يُوِقن َ َو َم ْن أَ ْح َس ُن م ً ُ ْ ْما لق “…Gerçekten inanmış bir toplum için Allah’ın koyduğu hükümlerden daha iyi kim var ki!” (Maide 50)
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i Anlamak: Kafalarımızdaki Rasul fotoğrafı nasıl? O, postuna bürünmüş, sürekli tesbih çeken, boynu bükük bir derviş midir? Yoksa ömrünü at sırtında gazveden gazveye koşarak geçirmiş bir mitoloji kahramanı mı? Hangisi?
Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem yol haritasını vahyin çizdiği nadide insandır. Özellikle uygarlık krizi yaşayan çağımız insanına en güzel yolu gösterebilecek seçkin bir insandır. Onun hayatı, insanlığa armağan ettiği değerler, kıyamete kadar insanlığı uygarlık basamaklarında adım adım yükseltmiştir. Yolunu şaşırmış, fıtratına aykırı yollara sapmış, yaratılışında doğasına kodlanmış olan kulluk kordinatlarından sapmış olan insanlığa biteviye rehberlik yapacak nebilerin sonuncusu Hz. Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’dir.
Kimileri de Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e öylesine hayranlıkla bağlanmıştır ki, hani Nebi kendilerine bir öneride bulunacak ya da günah olan bir davranıştan vazgeçmelerini önerecek olsa hemen gönülleri geçiverecek kadar zayıf, pamuk ipliği ile bağlı, sorumluluk getirmeyen bir hayranlıktır bu.
Kur’an’ın deyimiyle bir ateş çukurunun kenarında yok olmanın eşiğine gelmiş olan insanlığa Allah tarafından uzatılmış sıcak bir eldir Hz. Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem.
“Sizden hiçbiriniz gönlü (arzu ve istekleri) benim getirdiğime uymadıkça gerçekten iman etmiş olmaz.”
Ebu Muhammed Abdullah b. Amr b. el As RadiyAllahu Anh, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: ال يؤمن أحدكم حتى يكون هواه تبعا لما جئت به
Elbette Hz. Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i tanımak Kur’ân’ı anlamakla mümkündür. Zira onu en iyi tanıyan onu seçendir. Seçtiğine göre seçimini yaparken belli kriterleri göz önünde bulundurmuştur. Dolayısı ile onu ondan daha iyi kimse tarif edemez. Zira O
Allah’ın sımsıkı sarılın dediği ipini (Kur’an’ı) insanlara uzatan, elimize tutuşturan müşfik bir Rasüldür Hz. Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem.
55
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i Anlamak َّ َّح َم ُن َ ُر ْ “ َعل َم ا ْلقRahman, ْآن الر (insana/Muhammed’e) Kur’an’ı öğretti” (Rahman 1-2). Onun ilk öğretmeni Allah’tır. Rabbimiz bizlere şöyle buyurmaktadır:
için insanların içinden O, kendi algı düzeyimize seçilmiş Rasulullah’ın bu şekilde insan ötesi bir indirgeyerek mahkûm edeceğimiz varlıkmış gibi sunulmabir insan değildir. O, onu sı ona ulaşma, onun gibi gönderen niçin gönderdi ise o olabilme, unun gibi yaçerçevede anlaşılması gereken şama idealinden insanları uzaklaştırmıştır. Son bir şahsiyettir. Bu bağlamda ُوه َو َما ُ َّس ُ ول َف ُخذ ُُم الر derece samimi, iyi düْ َو َما آ َتاك Rasulullah anlayışımızın ُم َع ْن ُه َفا ْن َت ُهوا ك ا ه ن َ şüncelerle ortaya konْ َ temellendirildiği zeminin çok duğundan kuşku duy“…Rasul size ne geönemli olduğunu düşünüyorum. madığımız bu yaklaşım tirdi ise onu alın, sizi Allah’la aramızdaki ilişneyden men ederse onkiyi kurması ve iman esaslarından biri olmadan hemen geri durun…” (Haşr 7) sı bakımından Rasulullah SallAllahu Aleyhi ُون ٍ ِم ْؤم َ ِن َواَل ُم ْؤ ِم َن ٍة إِذَا ق َ َضى اللَّ ُه َو َرُسولُ ُه أَ ْم ًار أَن َيك َ َو َما ك ُ َان ل ve Sellem’in devre dışı bırakılması, Allah’la ِ َه ُم ال ضلاَ اًل ِ ِن أَ ْمرِِه ْم َو َمن َي ْع َ ض َّل َ ص اللَّ َه َو َرُسولَ ُه َف َق ْد ْ ْخ َي َرُة م ُل insan arasındaki iletişimin kopmasına neden ُّمبِي ًنا olmaktadır. “Allah ve Rasulü bir konuda hüküm verO, kendi algı düzeyimize indirgeyerek dikten sonra artık inanmış bir erkek ve kamahkûm edeceğimiz bir insan değildir. O, dının kendi işlerinde tercih serbestîsi yokonu gönderen niçin gönderdi ise o çerçevede tur: Allah’a ve Rasulü’ne isyan eden kimse, anlaşılması gereken bir şahsiyettir. Bu bağhakikaten apaçık bir sapkınlığa düşmüş lamda Rasulullah anlayışımızın temellendiolur.” (Ahzap 36) rildiği zeminin çok önemli olduğunu düşüYoksa Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Selnüyorum. Zira Rasulullah SallAllahu Aleyhi lem bizler için bir hatıra albümünün sayfalave Sellem’in taleplerinin hayatlarında ciddi rını devşirir gibi onun hayatından hikâyeleri değişiklikler yapmalarını gerekli kıldığını anlatıp duracağımız bir masal kahramanı anlayan ve bunu göze alamayanların bahamı? nelerini Kur’ân-ı Kerim dillendirirken şöyle buyurmaktadır: َّ َّ ِول إ ٍ َّس َموْا ِ اع ِبإِذ َ ال لِيُ َط ُ َو أَنَّ ُه ْم إِذ ظل َُو َما أَ ْرَس ْل َنا مِن ر ْ ْن اللّ ِه َول َّا ََُال ال َْم أ ُم يُرِي ُد َ َفق َ ل الَّذ ْ ِين َك َف ُروا مِن ق ْ َو ِم ِه َما َهذَا إِل َب َش ٌر ِّم ْثلُك “Zira Biz her Rasulü, ancak, Allah’ın izَّ ََلأ َّ أَن َي َت َف ِهذَا فِي َ َو َشاء الل ُه َ ِع َنا ب ْ نزَل َملاَ ِئ َك ًة مَّا َسم ْ ُم َول ْ ض َل َعل َْيك niyle kendisine tâbi olunsun diye gönderِين َ َآبا ِئ َنا الأَْ َّول mişizdir.” (Nisa 64) “Bunun üzerine kendi kavminden inkâr eden ileri gelenler dediler ki: “Bu ancak sizin gibi bir beşerdir, size üstünlük taslamak istiyor. Eğer Allah dileseydi bir melek gönderirdi. Biz önceki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.” (Mü’minun 24) َّ ُ ول ي ْأك ِ َوقَالُوا َم َواَل ِ ام َوَي ْم ِشي فِي الأَْ ْس َو َ ِ َّس ُال َهذَا الر ْ اق ل َ ُل الط َع ٌ ِل إِل َْي ِه َمل ِير ُون َم َع ُه َنذ ًا ك ي ف َأُنز َ َ َ َك
Kişisel özellikleri ile yüceltilen, yüceltildikçe ona ulaşma idealinden uzaklaşılan mistik bir Rasul mü? Hani ilaç kutularının üzerinde “Çocukların ulaşamayacağı yerlere koyunuz” yazısı vardır. Onun gölgesi yoktur veya o bir nurdur gibi Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şahsına gizemli bir hüviyet atfetmek, insanların ona ulaşabilme ümitlerini yitirecek düzeyde yüceltmek onu örnek alma idealinden ve pratiğinden insanları uzaklaştırmıştır. Hâlbuki örnek edinilmesi ve model olması Nisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
“Dediler ki: “Bu ne biçim Rasul ki yemek yer, çarşıda, pazarda dolaşır. Keşke O’na bir melek indirilseydi de o da onunla beraber bir uyarıcı olsaydı ya!”(Furkan 7)
56
Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i Anlamak Kur’ân cevap veriyor: َّ ون َ َوما أَ ْرَس ْل َنا ق َْبل َ ام َوَي ْم ُش َ ِين إِ اَّل إِنَّ ُه ْم ل ََي ْأ ُكل َ ِن ال ُْم ْرَسل َ َك م َ ُون الط َع َ ُّك ٍ ُم ل َِب ْع ِ فِي الأَْ ْس َو َ َان َرب َ اق َو َج َع ْل َنا َب ْع َ ون َوك َ ِر ُ صب ْ ض ِف ْت َن ًة أ َت ْ ضك ِ َب ير ص ًا
dostlarını hiç aldatmamıştı. Yüzyıllar boyu süregelen kronikleşmiş düşünce biçimini, şirk temelli paradigmayı kökünden kazımış, kendine özgü, ilahi temelli bir toplum inşa etmiş, Medine’de kurduğu bir avuç devlet yarım adayı kısa zamanda kuşatmış ve yarım adanın komşusu olan köklü imparatorlukların, uygarlıkların kapısını çalmayı başarmıştır. 23 yıllık risalet hayatına bunları sığdırabilmiş, bunların yapılabilirliğini bizlere göstermiştir. Öte yandan Allah’a ve insanlara, can taşıyan her varlığa ve çevreye sorumluluklarını yerine getirmiştir. Allah’ın buyrukları Abdullah oğlu Muhammed gibi bir insan tarafından yaşanabildiğine göre ey insanlar sizler de yaşayabilirsiniz. Adeta Rabbimiz bu noktada iyi niyetle düşünenlere özgüven kazandırırken kötü niyetli, inanmayanların ellerindeki mazeretlerini de boşa çıkartmış olmaktadır. Yüce Rabbimiz Bakara suresinin en son ayetinde: َّ ِف اللّ ُه َن ْفسا إ ال ُو ْس َع َها َ ُ ِّال يُكَل ً “Allah bir kimseyi ancak gücünün yettiği ile yükümlü kılar.” buyurmaktadır.
“Senden önce gönderdiğimiz bütün Rasuller de şüphesiz yemek yerler, çarşıda pazarda gezerlerdi. (Ey insanlar!) Sizi birbiriniz için imtihan aracı kıldık. (Bakalım) sabredecek misiniz? Rabbin hakkıyla Basiretlidir (görendir).” (Furkan 20) Yukarıdaki ayetlerde anlatıldığına göre müşrikler kendileri gibi gündelik meşgalelerle uğraşan sıradan bir Nebi düşünemiyorlardı, melek Rasul bekliyorlardı. Şayet Allah melek Rasul göndermiş olsaydı bu sefer de “Biz kim, Rasulullah gibi olmak kim” diyeceklerdi. Aşırı yüceltmekle ilgili olarak söylemek istediğimiz tam da budur. Yani yüceltirken onu insan ötesi bir noktaya taşıyıp insanları “Biz kim, Rasulullah gibi yaşamak kim” noktasına getirme yanlışıdır. Esasında Yüce Rabbimizin Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i insanların içlerinden seçmesinin bir amacı da kendilerinin dilinden (insan halinden) anlayan, onlar gibi yaşayan, yiyen içen, evlenen, alış veriş yapan kısaca her haliyle insanlara, türdeşlerine örnek olabilecek birisi olmasıdır. Böylece Allah Celle Celaluhu esasında insanları Rasulullah’a uymama konusunda öne sürebilecekleri bahanelerin önceden önünü almak istemiştir.
Geleneksel olarak Rasulullah anlayışımız içinde ondan kalan eşyalara, kutsal emanetlere gösterilen saygı bir Müslüman olarak hepimizi heyecanlandırmaktadır. Lakin unutulmaması gerekir ki; Rasuller ne mal ne de mülk bırakırlar. “Rasuller ne dinar, ne dirhem (yani para pul, mal mülk gibi maddi bir varlık) miras bırakmazlar; ama ilim mirası bırakırlar.” Onlar miras olarak kendilerine gönderilen kutsal kitap ve örnek yaşamlarını bırakırlar. Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem Veda Hutbesi’nde 100.000’i aşan insanın şahsında bütün müminlere, hepimize şöyle seslenmiştir.
Öyle ya müşrikleri memnuniyetsiz kılan, melekten bir Rasul istemelerinin zihinsel arka planında belki de sorumluluktan kaçma refleksi yatmaktaydı. Çünkü melek görünmez, algılanmaz, yemez, içmez. Dolayısı ile insan gibi sosyal bir varlık değildir. Organik ihtiyaçları olmadığı için eğilimleri yoktur. Bundan dolayı görünen ve insanlar tarafından model alınabilecek davranışları yoktur. Allah bizler gibi bir insan göndererek ilahî taleplerin bir insanın üstesinden gelebileceği talepler olduğunu Rasulullah’ın şahsında göstermiş oldu. O, hayatı boyunca yalan söylememiş, içki içmemiş, insanları, ailesini,
“Mü’minler! Size iki emânet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. Bu emanetler, Allah’ın kitabı Kur’ân ve O’nun Rasulü’nün Sünneti’dir.” Kendisini Rasulullah’ın ümmeti olarak tanımlayan hiç kimse bu emanetin hakkını ver-
57
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i Anlamak memezlik edemez, etmemelidir.
me güneşi sol elime ayı verseniz de ben bu davetten vazgeçmeyeceğim” demişti. Bazı Şunu da ilave etmemiz gerekir ki; İslam Müslümanlar Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve ümmetinin genel anlamda bütün konularda Sellem’in bu tavrını onun kişisel olarak ne kaolduğu gibi Rasul anlayışında da en ciddi dar da cesur bir şahsiyete sahip olduğu şekgediği 19. yy.’da batıda yaşanan Rönesans linde yorumladılar. Hâlbuki burada sevgili ve başta laiklik olmak üzere batının ürettiği Nebimiz, vahyin ilk günlerinden beri İslami değerler açmıştır. Laiklik dini ve dine ait olahayat tasavvuru üzerinde oluşturmuş olduğu nı tamamen hayatın dışına itmiştir. Bu tirentkitlenin lideri olarak sürdürdüğü bu mücadeten, yani batıdan esen güçlü rüzgârlardan leden asla vazgeçmeyeceğini açıkça deklare İslam dünyası da etkilendi. Bugün İslam etmektedir. Yani O, sadece cesur bir insan dedünyasına baktığımızda toplumlarını, devğil aynı zamanda ilahi eksende bir toplumsal letlerini ve bireylerini tepeden tırnağa batılı değişim projesini koordine eden bir liderdi. değerler ekseninde biçimlendirmiş, forma Aynı şekilde kimi Müslüman kardeşlerimiz, sokmuş olduklarını görüyoruz. Bunun aksini Rasulullah’ın gelişigüzel tebliğ faaliyetlerini iddia edecek bir aklıselim düşünemiyorum. yürüttüğü ve çabalarıİşte gerek düşünsel genın sonucunda Allah’ın rek pratik hayatın her Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve kendisine bir gün devalanında yaşanan bu Sellem onlara sadece İslam’ı anlet bahşettiğini düşündeğişim Müslümanlalatmıyor, aynı zamanda kendilemekte, onun devlete rın Rasulullah bakışlarinden nusret (yani dinine destek giden yolda gerekli bir rında da ciddi sorunlar vermelerini) talep ediyordu. İbni takım süreçleri gözettive gedikler oluşturdu. Hişam’ın siyerine baktığımızda ği ve bunları bir siyasi Meramımızın anlaşılvizyonla adım adım Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve ması için hemen burayı programladığı gerçeSellem’in özellikle nübüvvetin açarak değerlendirmeğini göz ardı etmektedokuzuncu yılından itibaren hicmize devam etmek istidirler. Hâlbuki burada rete kadar tamamen bu iş üzeriyorum. sevgili Nebimiz, İslam ne yoğunlaştığını ve bu çerçeveLaiklik düşüncesidaveti karşısında Mekde onlarca kabile ile görüşmeler nin ve ondan türeyen ke oligarşisinin bütün yaptığını görebiliriz. sistemlerin tatbik edilalıcılarını kapattığı ve diği toplumda yaşaMüslümanların çağrıyan bizler ve bu atmosferi teneffüs ederek ları karşısında taşlaştıklarını anlayınca dinibüyüyen yeni Müslüman nesiller Rasululni ikame edecek bir başka coğrafya arayışına lah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i sadece birey girmişti. Bu minvalde daha hicretten birkaç olarak örnek alınması gereken bir şahsiyet yıl öncesinde Mekke’ye panayır için gelen olarak algılamaya başladık. Zihnimizde cidkabilelerle görüşüyor onlara İslam’ı anlatıdi yarılmalar, parçalanmalar meydana gelyordu. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Seldi. Rasulullah’dan öğrendiğimiz her bir söz lem onlara sadece İslam’ı anlatmıyor, aynı ya da davranışı bu çatlaklar üzerine oturtmazamanda kendilerinden nusret (yani diniya çalıştık. Böylece Rasulullah’ı anlayışımızne destek vermelerini) talep ediyordu. İbni daki çarpıklığın üzerine bina ettiğimiz her Hişam’ın siyerine baktığımızda Rasulullah yeni bilgi yanlış yorumlamaları beraberinde SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in özellikle nübüvgetirdi. Örneğin bizler Rasulullah SallAllahu vetin dokuzuncu yılından itibaren hicrete Aleyhi ve Sellem’in Mekke’de oligarşik yapıyı kadar tamamen bu iş üzerine yoğunlaştığını değiştirme çabasından vazgeçmesi talepleri ve bu çerçevede onlarca kabile ile görüşmeler ile kendisine gelindiğinde onlara “Sağ eliyaptığını görebiliriz. Nisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
58
Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i Anlamak Arap toplumunun kabile reisleri ile yönetilen bir toplum olduğunun bilmeyenimiz yoktur. Peki, Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem neden kabile reisleri ile bu görüşmeleri yapıyordu? Bu görüşmeler sırasında neleri gündemine alıyordu? Bu sadece bireysel anlamda bir tebliğ çalışması mıydı? İşte bu sorulara doğru cevap verebildiğimizde aslında Allah Rasulu SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in yine İslami hayat tasavvuru üzerinde teşekkül etmiş bir kitlenin lideri olarak dinini ikame edebileceği bir coğrafya aradığını anlayabiliriz. Bunu nereden anlıyoruz? Zira Allah Rasulu SallAllahu Aleyhi ve Sellem kabilelerle görüşürken onlara sadece İslam’ı anlatmıyor aynı zamanda onlardan İslam’ı himaye etmelerini istiyordu. Kimi kabile reislerinin “peki, senden sonra mülk (yönetim) kime geçecek” diye sorduklarında O; “Mülk Allah’ındır, dilediğine verir” şeklinde cevap vermiştir. O halde Rasulullah sadece gelişigüzel bir tebliğ mücadelesi yürütmüyor aynı zamanda hedefine ulaşabilmek için siyasi atraksiyonlar gerçekleştiriyordu. Mesela Musab b. Umeyr’i hicretten iki yıl önce Medine’ye göndermesi de böyle siyasi maksatlı bir girişimin örneğidir. Musab RadiyAllahu Anh’ın Medine’ye gittikten iki yol sonra neler değiştiğini hepimiz biliyoruz.
Yüzyıllardır kronikleşmiş bir düşünce geleneğinden gelen yarım adanın sakinlerinin hayatlarında kısa bir süre içinde devrim niteliğinde değişiklikler yapmış bir Rasul’ün, bunu tek başına, devlet olma ideali gözetmeksizin ve bu ideale ulaşma noktasında ilahi bir yol haritası (metod) takip etmediği, gelişigüzel bir tebliğ çabasıyla gerçekleştirdiğini düşünebilir miyiz? Gelişi güzel bir tebliğ faaliyeti yürüten bir yapının bu kadar kısa zamanda devlet kurabilmesi ve devletinin tarihte benzeri görülmemiş kısa bir zaman dilimi içinde kendi bulunduğu yarım adaya sığmayarak büyük imparatorlukları ve kıtaları içine alacak şekilde genişlemesi mümkün müdür? İnsanlık tarihinde gelişi güzel ortaya çıkmış böylesine çaplı bir değişim ya da bir uygarlık var mıdır? Devam Edecek...
59
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
Mehmet AYDIN
S
iyasi basiretsizlikten bahsederken, bunun nihai sonucu olan kâhtı rical, yani adam kıtlığından bahsetmek gerekiyor. Bu hastalık günümüzün en acil çözülmesi gereken en büyük sıkıntılarından bir tanesidir. Bu hastalığın aslı ise on yıllar hatta yüzyıllar öncesine dayanan birden fazla hatanın acı olan nihai sonucudur. Bu öyle bir acı sonuçtur ki, bunun yüzünden değil Ümmeti Muhammed, tüm insanlık cefasını çekmektedir. Siyasi basiretsizliğin sonucu olan kâhtı rical olgusunun getirdiği en büyük sıkıntıların önünde yüce dinimiz olan İslam’ın gerçek mahiyetinin Müslümanların zihniyetinden, benliğinden hatta kalbinden söküp alınmış olmasıdır. Bu taarruzda Müslümanların zihninde İslam dini adına arta kalan sadece ehli kitapta olduğu kadarı ile ruhani bir din anlayışıdır. İslam dini; dinler arası diyaloga gayet olumlu ve uyumlu bir bakış tarzı ile bakılmaya müsait olan bir din haline getirilmek istenmiştir. Bu, Rabbimizin Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem vasıtası ile bizlere inzal edilen Din-i Mübin’in deforme olduğu anlamına gelmiyor ve hiçbir zamanda olmayacak. Zaten Rabbimiz bunu Kur’an-ı Kerimde şöyle vaadetmiştir: ِّ ُ َحاف ون َ ِظ َ “ إِنَّا َن ْح ُن َن َّزْل َنا الذكKur’an’ı kesi َ ْر َ ِإو�نَّا لَ ُه ل likle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.” (Hicr 9) Nisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
Lakin sorun deforme olmuş olan Müslümanların zihinleridir ve onların bu menfi hali almış olmasına sebep olan sözde âlimlerdir. Kâhtı ricalin giderilebilmesi için, gerçek adamların, şahsiyetlerin oluşabilmesi için ve İslam dininin hayat bulabilmesi için siyasi basiretin tekrar Müslümanların zihinlerinde ve buna binaen hayatlarında yer alması gerekiyor. Bu minvalde şu hakikati dile getirmeden geçemeyeceğim. Neden Ümmeti Muhammed bu tür konuları konuşmaktan aciz ve uzak? Ve neden Müslümanlar bunun en öncelikli sebebi ve nedeni olan sufizmi bu denli desteklemektedir? Bunun bu şekilde bir seyir almış olmasının kesinlikle bir müsebbibi olmalı ve bunun arkasında duran ve onu destekleyen bir karanlık güç olmalıdır. İşte tüm bu hususları da konumuzun akışında ele alacağız. İnşallah. Öncelikle “siyasi basiret nedir?” sorusu cevap aramamız gerekmektedir. Bir mü’minin üzerinde bulunması gereken İslam şahsiyeti onun düşünce ve amel boyutunda İslam’ın emretmiş olduğu tüm yasak ve emirleri dikkate alarak hayatına yön vermesi gerektiği anlamına gelmektedir. Dolayısıyla bu şunu gerektirmektedir, İslam dini, hayat ile alakalı yani eğitiminden tutunda siyasetine kadar yine ferdi ibadetlerinden tutunda İslam ordusuna kadar hayatta karşılaşabileceğimiz
60
Siyasi Basiretin Önemine Dair tüm sıkıntı ve sorunlar karşısında bir cevap vermiştir. Ki Rabbimiz bu gerçeği Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde dile getiriyor: ِّ ويوم َنبع ُث فِي ك ِك َ ِم َو ِج ْئ َنا ب ْ ُل أُ َّم ٍة َشهِي ًدا َعل َْيهِم م َ ْ َ ْ ََ ْ ِّن أَن ُف ِسه ِّ َشهِيدا علَى َه ُؤالء وَن َّزْل َنا علَي َك ا ْل ِك َتاب تِبيا ًنا لِّك ُل َش ْي ٍء َوُه ًدى َ ً َْ َ ْ َ َ ِ ِ ِين م ل س ْم ل ل ى ر ش ب و ْ َ ْ ُ َ ُ َ َو َرْح َم ًة
diye adlandırdığımız insanlar siyaset yaparak var olan dikta rejimini yıkabilmişlerdir. Şu durumda sorunları olan halk, bu sorunların çözümü konusunda yönetici kisvesinden çözüm beklemektedir. Bu aynı zamanda bu siyasetin her birey tarafından yürütülmediği, bilakis bu kişilerin yani halkın siyasetten beri olmaları istenildiğini ortaya koymaktadır. Fakat bu İslam dini için geçerli olan bir hakikat değildir. İşte batının yüzyıllar öncesi bu gerçeği gördüğü biliniyor ve kendi toplumlarında var olan siyasi basiretten uzak bir insan yetiştirme tuzağına bu sefer Müslümanlarında düşmelerini istemişlerdir. İslam’ın bir siyasi din olduğu ve bu dinin müntesiplerinin bu sıfata bürünmesi gerektiği bir zorunluluktur. Lakin şu durumda Müslümanların sadece ferdi ibadetlerle meşgul olduklarını müşahede etmekteyiz ve gerçekleşen sorunlar hakkında bunu siyasetçilere havale ettiklerini görmekteyiz. İşin vahim olan kısmı ise yöneticilerin kesinlikle muhasebe edilmeyen ve onları muhasebe edebilecek olan halkın tüm bu meziyetlerden beri olmalarında yatıyor. Dolayısıyla zalim ve fasit yöneticiler efendilerinin emri doğrultusunda görevlerini neredeyse pürüzsüz bir şekilde ifa edebilmektedir. İşte Ümmetin asli görevlerinden birini teşkil eden ve bunun daha ziyade İslami hareketlerle ifa edilmesi gereken, yöneticileri muhasebe olgusu hayattan söküp alınmıştır. Bunun yerine onlara kâfir Batı’nın da istediği doğrultuda mistik, ruhani bir tasavvuf zihniyeti empoze edilmiş ve hatta bu tür akımlar manen ve madden desteklenmiştir. Bu akımın siyasetten beri bir şekilde tamamen ruhani yani sadece ferdi ibadetlerle ve hatta ibadet dahi olmayan bidat çağrıştıran bir tür ibadet şekilleri ile meşgul oldukları görülmektedir. Hatta o kadar izdivai bir hayat yaşıyorlar ki, yanı başında olan tüm bir ümmetin kıyımı hakkında bihaber olabilmektedirler. Ve yine ümmetin başına bir sülük gibi musallat olan hain yöneticilerin varlığını ve yaptığı tüm zulümleri, kör bir âmâ gibi görememektedirler. İşte
“O gün her ümmetin içinden kendilerine birer şahit göndereceğiz. Seni de hepsinin üzerine şahit olarak getireceğiz. Ayrıca bu Kitab’ı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.” (Nahl 89)
Dolayısıyla bu minval üzere İslam dini bir bütün olarak hayatın tüm alanını kapsadığı için, var olan ve var olacak olan tüm sorunları çözeceği için, kesinlikle siyasi bir dindir ve onu özümsemiş olan kişide, yani müminde siyasi basirete sahip olandır. Öyleyse siyaset nedir ve bu siyasi basireti nasıl elde edebiliriz? Değerli İslam âlimi Takiyyuddîn enNebhânî Siyasi Mefhumlar adlı kitabında bakınız siyaseti nasıl tarif ediyor: “Siyaset; ümmetin dâhili ve harici tüm işlerini bir fikir ile yürütmektir. Bu iş, devlet ve ümmet tarafından yapılır. Devlet bu işleri yürütülmesini doğrudan yaparken, ümmet de devletin siyasetini muhasebe eder.” Dolayısıyla siyaseti genel olarak şu şekilde yorumlayabiliriz; Siyaset toplumun hayatta karşılaşabileceği tüm sıkıntıları çözme uğraşı içerisinde olan bir mekanizmadır. Siyasetçi ise bu mekanizmayı hayata geçirendir. Şu durumda siyasetçinin bu mekanizmayı hayata geçirebilmesi için sahip olması gereken olmazsa olmaz olan siyasi basiret olgusudur. Siyasetin gereksinimi ise insanın fıtri olarak sosyal bir varlık olmasından ileri geliyor. Dolayısıyla siyaset insanlık var olduğu müddetçe var olmuştur. Lakin bu her bir şahıs tarafından yürütüldüğü anlamına gelmemektedir. Örneğin, Ortaçağ Avrupa’sında krallar ve papazlar tarafından yürütülüyordu. Halk ise bu meziyetten beri tutuluyordu. Fakat 1789 Fransız ihtilalın de, düşünürler
61
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
Siyasi Basiretin Önemine Dair kâfir batının öngördüğü Müslüman modeli bu şekildedir. Lakin onların bu kürek çekişleri akıntı karşısında boşa çekilen kürek çekişine benzemektedir ve hiçbir zaman İslam’ın nurunun yeryüzüne hâkim olmasına engel olamayacaklar, İnşallah.
Allah’ın Rasulü Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Medine de kurmuş olduğu ilk İslam Devleti ile dördüncü Raşid Halife olan Ali RadiyAllahu Anh’a kadar, İslam dininin devlet olarak en mükemmel dönemini görmekteyiz. Ve yine Raşidi Hilâfet döneminden sonra yani miladi 750 yılına kadar Hilâfet makamı Emevilerin elinde bulundu. Ardından (15. yy.) kadar Abbasi Halifelerinin hüküm sürdüğüne şahit olduk ve en son olarak ise (15. yy.) itibaren 3 Mart 1924 kadar Osmanlı Hilâfet dönemi hüküm sürdü. Dile getirdiğimiz sıkıntıların başlangıcı ise Abbasi dönemine tekabül eden hicri 7. asıra dayanmaktadır. O dönemde İslam’ın anlaşılmasına bir nevi engel olan ve zihinlerin bulanmasına sebep olan, İslam’ın dilini teşkil eden Arapçanın gücü ile İslam’ın gücünün mündemiç olmayışı yatmaktadır. Bu aynı zamanda İslam’ın hayatta diri kalmasına sebep olan ve canlılığını çağrıştıran içtihat müessesine engel teşkil etmekteydi. Nitekim Arapça olmaksızın içtihat mümkün olmamaktadır. Ve yine içtihat olmaksızın ise Ümmet-i Muhammed’in ilerleyememesi anlamına gelmektedir. Onun hayatta karşılaşacağı tüm sorunlar karşısında cevapsız ve çözümsüz kalmak demektir. Bunu pekiştiren bir kaç can alıcı örnek vermek istiyorum.
Siyaset bu şekilde anlaşıldıktan sonra bu siyasetin hayat bulabilmesi için basiret diye adlandırdığımız olguyu ele alalım. Basiretli olmak demek Allahu Teâlâ’nın insana bahşetmiş olduğu akıl nimetini kullanmak demektir. Dolayısıyla kişi akıl nimetini kullanmıyorsa, hatta bununda ötesinde kıvrak zekâya sahip değil ise, siyasi düşünce olgusuna sahip olduğu söylenemez. Basiretli olmak aynı zamanda geniş ufuklu olmak demektir. Yani olayları olduğu gibi kabullenmekten daha öte bu olayın perde arkasını, müsebbibini, oluş yeri ve zamanlamasını sorgulayandır. Aynı zamanda siyasi basiret sahibi olan kişi mezkûr cümlemizde de ifade etmiş olduğumuz üzere kıvrak zekâ yetisine sahip olandır. Kıvrak zekâ yetisine sahip olmak demek ise, onun olayları anında çözebilme kabiliyetini elde etmiş olduğu anlamına gelmektedir. Kişi zihinsel özürlü olmadığı takdirde bahsetmiş olduğumuz siyasi basiret olgusuna ve bununla birlikte kıvrak zekâ yetisine sahip olabilir. Fakat buna sahip olabildiği gibi bu özelliği de yitirebilir. Şu durumda tarihsel süreç içerisinde kâfir batı bu hasleti ümmeti Muhammed den alabilmek için her türlü desiseye başvurdu. Nihayetinde İslam’ın ruhunu teşkil eden yani diriliğini çağrıştıran İslami siyaset anlayışını Müslümanlardan söküp aldılar. Bu vahim gerçeğin semeresini kâfir batı, İslam Hilâfet Devleti’nin yıkıldığı yıllarda, yani 3 Mart 1924 yılında bu akıl almaz kıyım ve İslam’ın hayattan sökülüp koparılması karşısında neredeyse hiçbir baba yiğidin, gerçek devlet adamının olmayışı ile elde etmekteydi. Şimdi inşallah batının, özellikle İngiltere ve Fransa’nın yapmış oldukları tuzaklara ve Müslümanların kendi bünyelerinde gerçekleştikleri hatalar zincirlerini kısaca ele alalım. Nisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
Örneğin, Osmanlı Hilafet Devleti’nin özellikle (18. yy.) ortalarından itibaren ve bilhassa 1789 Fransız ihtilalinden sonra içtihadi konular olarak karşımıza çıkan ve şu günlerde belki de sorun olmayan kahve ve matbaa konusu hakkında 100 yıl tartışmış olmaları bu vahim tabloyu çok net ortaya koymaktadır. Bu gerçeği Âlim Takiyyuddin en-Nebhani İslâm Şahsiyeti kitabının birinci cildinde bakınız nasıl ele almaktadır; “Müçtehitlerin öğrencilerinden sonra mezheblerin tabileri ve taklitçileri geldi. Ancak bunlar, ictihad ve hükümleri istinbat hususunda imamların ve mezheb sahiplerinin takip ettikleri yolu takip etmedikleri gibi, delilleri inceleyip, delillendirme keyfiyetini açıklamak, bunların hükümlere indiriliş keyfiyetini açıklamak ve meseleleri şerh etmek ile ilgili olarak
62
Siyasi Basiretin Önemine Dair müçtehit imamların öğrencilerinin takip ettikleri yolu da takip etmediler.
verecek kadar donuklaştılar. Bu fetvalar arasında kahve çıktığı zaman kahvenin, sigara kullanılmaya başlandığı zaman sigara içmenin ve halkın fes giymesinin haram olduğunu söyleyen bazı fakihlere rastlandı. Yine matbaa icad edildiği zaman devletin Kur’an’ı Kerim’i matbaada bastırmak istemesine bazı fakihler karşı çıkarak bunun haram olduğunu söylediler. Telefon çıktığında ise bazı fakihler telefonla konuşmanın haram olduğuna fetva verdiler. İşte bunlar ve benzeri bazı konular hakkında hem gülünecek hem de ağlanacak bazı fetvalar verdiler. Hatta neredeyse İslâm fıkhı, Müslümanlar tarafından tamamen bilinmez duruma geldi. (Takiyyuddin en-Nebhani İslâm Şahsiyeti C.1)
Takiyyuddin en-Nebhani’nin dile getirdiği bu vahim tablo, yani mukallidlerin bağlandıkları mezheplerin delillerinden yoksun bir şekilde, adeta körü körüne mezhepçi ruhu ile bağlandıklarını bizlere hatırlatmaktadır. İşte bu vahim tablonun ve bu tablonun vahim sonuçlarından olan siyasi basiretsizlik hadisesinin tarihsel süreci hakkında bakınız ne demektedir; “Bu gerileme H. 4. (M.10 yy) asrın sonlarında başladı. Ancak başlangıcından H. 6. (M.12 yy) asrın sonları ile Yedinci asrın başlarına kadar yine de biraz ilerleme vardır. İçtihat kapısının kapalı olduğunu söyleyen kilitçilerin zamanına kadar müçtehitler ve âlimler vardır. Fakat H.7. (M.13 yy) asrın başlarından H. 13. (M.19 yy) asrın sonlarına kadar geçen dönem fıkıhta tamamen gerileme dönemidir. Ancak bu çöküş İslâm sınırları çerçevesinde ve düşünmede olmuştur. Bununla beraber fıkhî görüşler İslâmi görüşlerdir. Fakat 13. (M.19 yy) asırdan sonra yani H. 1274’den (M.1896) şimdiye kadar İslâm dışı kanunlarla Şer’î hükümlerin birbirine karışmasıyla İslâm fıkhındaki gerileme en uç noktaya ulaştı.
İşte bu vahim tablonun zuhuru, İslam dininin bu tür sorunlar karşısında ve hatta şuan bilmediğimiz, lakin gelecekte oluşacak tüm diğer sorunlar karşısında bile aciz kalmamasına sebep olan içtihat kapısının yanlışlıkla kapatılması ile söz konusu olmaktadır. Bu Kuran’ın mucizevî bir kitap olmasının bir nihai sonucudur. Lakin çözüm üretebilmesi için onun içtihat yapılmaya müsaid olmasından ötürüdür. Şu durumda bu fahiş hata karşısında biz Müslümanlar uyanık olmak zorundayız ve tarihte yapılan hatalardan ders çıkarmak ve bu hataları tekrar yapmamalıyız. Ve yine kâfir batının istemiş oldukları şu gerçeği de unutmamalıyız. Bizi her türlü ihanet ve zorba ile yöneten yöneticilerin, sözde âlimler vasıtası ile Müslümanlara enjekte eden batı endeksli bir din anlayışını, Müslümanları bölen milliyetçilik zihniyetini ve onları yönettikleri küfür sistemi olan demokratik, laik ve cumhuriyet fikirlerini bir bütün olarak tarihin çöplüğüne atmalıyız. Evet, onların bizlerden istedikleri siyasi basireti İslam inancı doğrultusunda tekrar özümsemeliğiz ve ümmetin tekrar eski günlerinde olduğu gibi birer Ömer-ul Faruklar, Ali bin Ebu Talibler, Hamzalar, Selahiddinler ve Fatih Sultan Muhammed hanlar olmalıyız, biiznillah. Rabbim bizlere tez zamanda o şanlı ve haysiyetli günlere geri dönmeyi nasibi müyesser eylesin (Âmin).
İşte bu sürecin H. 4. asırdan itibaren olması ve yüzyıllar içerisinde yavaş yavaş bir düşüş içerisinde günümüze kadar geldiğini görmekteyiz. Bu inhitar süreci içerisinde, yani dış etkenlerin İslam devletine fazla zarar vermemiş olması ve dolayısıyla fazla hissedilip yeterince ciddiye alınmadığı anlamına gelmektedir. Lakin evvelce de bahsetmiş olduğumuz Fransız ihtilalinden sonra, sürecin kendisi inhitar olmaktan çıktı, kesin ve feci düşüş anlamına gelen inhitat sürecine geçti. İşte tam bu süreç esnasında Müslümanların sorunlarını çözmekle görevli olan devletin âlimlerini bakınız. Takiyyuddin en-Nebhani nasıl özetlemektedir: Osmanlı Devleti’nin sonlarına doğru halkın İslâm’ı bilmemesi ve fakihlerin cehaleti, geri kalmalarının ve devletlerinin yıkılmasının en büyük sebebini oluşturmaktadır. Zira o dönemde fakihler, yeni olan her şeyin haram, her düşünürün de kâfir olduğuna fetva
63
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
Esma SIDDIK
İ
şkence, göz korkutma, caydırma, intikam alma, cezalandırma veya bilgi toplama aracı olarak, bilinçli şekilde insanlara ağır acı çektirmektir. Başka bir deyimle, kişinin hat safhada acı çekmesini fakat ölmemesini (!) sağlamaktır.
İşkence o kadar yaygın bir ‘araçtır’ ki, etkili ve basit işkence yöntemlerinin geliştirilmesi için devletler ellerinden gelen çabayı sarf etmişler ve halen de etmektedirler. Antik çağlarda vahşi hayvanların önüne atmak, orta çağda kazığa oturtmak, ikinci dünya savaşında yakıcı güneşin altında demir kutuya kapatmak vb. gibi yöntemler icat edilmiştir. İnsanlık tarihi boyunca, vahdaniyetin hakim olmadığı her yerde zülüm ve vahşet vardı. Ve şimdi 21. asır ama durum değişmedi! Günümüzde Allahu Teâlâ’nın dini yine hakim değil ve yine insanlar karanlıklar içerisindedirler. Hayvanlardanda aşağı olan bir zümre genel olarak tüm insanlara ve özel olarak Müslümanlara eziyet etmektedir.
Günümüzedeki işkenceye başvurulmasının en büyük nedeni, sorgulama esnasında istenilen cevaba veya hedefe ulaşabilmektir. Devletler işkenceyi, tehdit olarak algılanan toplulukları kontrol altına alma ve üzerlerine baskı uygulama aracı olarakda kullanmaktadır. Devletlerin işkenceye başvurmaları asırlar önce başlamış, din değiştirme veya politik değişimleri kabul ettirme amacıyla sık sık kullanılmıştır. Hatta Roma İmparatorluğu’nda bir kölenin ifadesi yalnızca işkence altında alındığı takdirde kabul edilir, kölelerin kendi istekleri ile gerçeği söyleyebileceklerine inanılmazdı. 18. yüzyıla dek işkence, soruşturmalar ve mahkemelerde itiraf ve ifade alma yolu olarak görülüyordü, yani yasaldı. Nisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
İkinci Dünya Savaşı’na kadar işkence, sözde yasaktı. Savaşın ardından işkence yapabilmeye yasal zemin hazırlandı ve işkence yasal hale getirildi. Tony Blair bu gerçeği şu sözleriyle itiraf etmiştir: “Şüphesiz, oyunun kuralları değişmektedir.” (Tony Blair, Downing
64
İşkence! Günümüzde Avrupa’nın bir çok yerinde, Roma hukuku kaynaklı bir çok kanun yürürlüktedir. İşkencenin yasal zemine dayandırılmasıda bu hukunun bir parçasıdır.
Uzmanlar, bu yöntemin kalp krizine ve panik ataklara yol açabildiğini söylüyor.
Street Press Conference, 5 August 20051)
Rumsfeld 2002 yılının Nisan ayında, “sorgulama görevlileri için direnci kırmada kullanılacak yöntemlerin listesine” son şeklini verdi... Bu yöntemler çerçevesinde gözaltında tutulanların, Kuran da dahil olmak üzere, her türlü malzemelerden yoksun bırakılmasına izin verildi. (www.wsws.org/tr/2005/feb2005/
Batıdaki müzeler Ortaçağ Avrupa’sının ‘adaletinin’ tarihe izleri silinemeyen kalemlerle yazılmasına neden olan çeşitli işkence aletleri ile doludur.
rums-f09.shtml)
İşkence sadece Avrupa’da değil, tüm dünyada zalim yönetimler tarafından, büyük bir istekle benimsenmekte ve uygulanmaktadır. 2002 yılında, Bush’un Başsavcı adayı (o tarihlerde Bush’un Beyaz Saray danışmanı olan) Alberto Gonzales’e, o zamandan bu yana kötü bir üne sahip olan bir dahili not gönderildi. Bu dahili notta işkencenin genel kabul gören tanımı bir kenara atılıyor, “ölümle, iç organ tahribatıyla veya vücudun normal işlevlerinde kalıcı hasar ile sonuçlanmayan” her türden sorgulama yönteminin meşru olduğu iddia ediliyordu. (http://lawofwar.org/Torture_Me-
ABD yönetimi, yukarıda belirttiğimiz gibi, CIA’nin, eziyet edici bir çok yöntemi, kullanmasını onayladı ve bu yöntemleri “geliştirilmiş sorgulama yöntemleri” listesine koydu. Müslümanları canilikle suçlayıp, terörist ilan eden Bush’un “geliştirilmiş sorgulama yöntemleri”dediği liste ise, 1942’de Gestapo’nun (Alman gizli servisi) başı Heinrich Müller’in bizzatihi yazdığı “Verschärfte Vernehmung” ile rahatsız edeci derecede büyük benzerlikler sergilemektedir. “Geliştirilmiş sorgulama yöntemleri” aşağı yukarı “Verschärfte Vernehmung” ile aynı manayı taşımaktadır. “Verschärfte Vernehmung”, Nazi Almanya’sının tutukladığı kişiler üzerindeki uyguladığı yasal (!), işkence çeşitlerinin listesidir.
mos_analysis.htm)
Bu zalim yönetimler, kendi halklarına işkence yapmayla yetinmeyip, ellerinin uzanabildiği yere kadar gidip orada ki masum halklarada eziyet ve işkence yapımaktadırlar. ABC News’en haberine göre, 2002 yılının mart ayında CIA’e Afganistan’lı mahkumlar üzerinde, “geliştirilmiş sorgulama yöntemlerini” kullanma yetkisi verildi. Bu sorgulama yöntemleri şunları içermektedir:
ABD Adalet Bakanlığı bünyesindeki Yasal Danışma Bürosuna bağlı olarak çalışan, John C. Yoo, bu “geliştirilmiş sorgulama yöntemlerinin”, kasıtlı, fiziksel ve ruhi hasara neden olması amacıyla yapılmadığı için, işkence olmadığını savunmaktadır. John Yoo’nun bu iddiası Nazi Almanlarının iddialarıyla harfi harfine aynıdır. Nazilerde, “ yapılan işkencelerin ölümle sonuçlanmadığını, sorgulanan kişilerde hasarın önemsiz derecede az olduğunu ve kalıcı sakatlanmalarla sonuçlanmadığını,” iddia ediyorlardı.
1- Mahkumları ıslatılmış ve çıplak olarak soğuk hücrede bırakmak 2- Mahkumları yere zincirli olarak kırk saatten fazla ayakta tutmak 3- Çıplak elle mahkumun karnına şiddetlice vurmak (çok acı verir fakat iz bırakmaz)
Kendisi bunu savunmakla kalmayıp mahkumların işkence altında sorgulanmala-rına yasal zemin hazırlamıştır.
4- Waterboarding, 1500’lü yıllarda İtalyanlar, 2. Dünya Savaşı’nda Japonlar ve Gestapo, Vietnam’da ABD, vb. bu yöntemi kullandılar. Bu yöntemle maktül kendisini boğuluyor gibi hissediyor ve debeleniyor.
Yenişafak, bu konuyla alakalı şunları aktarmıştır: “ABD Adalet Bakanlığı bünyesin-
deki Yasal Danışma Bürosuna bağlı olarak
65
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
İşkence! çalışan, Japon asıllı, John C. Yoo’nun, Irak ve Guantanamo’daki işkence programını uygulanabilir hale getiren ve buna yasallık kazandırmak için çalışan kilit isimlerden biri olduğu ortaya çıktı... Yoo’nun hazırladığı ‘hukuki görüşlerde’ işkencenin tanımlanması konusundaki açıklıklar kapatılmaya çalışılıyor ve uluslararası suç sayılan davranışları yasal göstermek için karmaşık, içi boş hukuki tezler ortaya atılıyor.”
dayalı olarak insanlar tutuklanabilmekte ve herhangi bir mahkeme önüne çıkarılmaksızın cezaları kesilmektedir. Şimdiye kadar aktardığımız kafirlerin kendilerini dünyanın sahibi ve Müslümanları sahipsiz görüp çeşitli kılıflar giydirerek var güçleriyle eziyet ve işkence yapmalarıyla alakalı idi. Maalesef işkence meselesi bu kadarla ibaret değil! Müslümanların sözde liderleri, İslam alemindeki zalim yönetimler hakim oldukları ülkenin güvenlik güçlerine emir vererek, İslam toprakları üzerinde Ümmet-i Muhammed’e eziyet ettirmektedirler. Sadece bununla kalmayıp her konuda olduğu gibi işkence konusunda da kafir müttefiklerine azami derecede yardım etmekte ve onlarla işbirliği yapmaktadırlar.
Yine 4 şubat 2010’da ABD Ulusal İstihbarat Direktörü Dennis Blair, terör zanlılarının sorgulamalarına ilişkin tekniklerin iyileştirilmesi (!) için bilimsel araştırma yapılacağını açıkladı.
Özgürlüğün bekçiliğini üstlenmiş sözde kalkınmış ülkelerin ge“CIA”nin, işkence lişmiş sistemi demokMüslümanların sözde liderleri, uygulamalarıyla ünlü rasi, halkın kendi kenİslam alemindeki zalim yönetimler Mısır, Suriye ve Suudi disini yönetmesi esası hakim oldukları ülkenin güvenlik Arabistan gibi ülkelere üzerine kurulmuştur. güçlerine emir vererek, İslam tutuklu aktarmış olduğu Demokrasi, insanların toprakları üzerinde Ümmeti karşılatıkları problemMuhammede eziyet ettirmektedirler. da artık ortaya çıkmış durumda. Bu ülkelere gönleri çözme otoritesini Sadece bununla kalmayıp her derilen mahkumlara CIA insanlara verir. Kenkonuda olduğu gibi işkence tarafından hazırlanmış dilerini yönetmeleri konusunda da kafir müttefiklerine bir soru listesi de eşlik için halk tarafından azami derecede yardım etmekte ve etmiş. “Sorgulamalar” seçilmiş(!) insanlar onlarla işbirliği yapmaktadırlar. zaman zaman, bir CIA bu problemler üzeajanı tarafından gözleme rinde düşünmeye tabii tutulmuş.”(www.wsws.org/tr/2005) Mısır, Türbaşlarlar aynen işkence hususundada olkiye, Suriye, Cezayir, Fas ve Özbekistan’nın duğu gibi. “İşkence iyi birşeymidir yoksa karanlık zindanları İslam’a sevdalı, suçları kötü birşeymidir?” diye akıllarına sorarlar. sadece ve sadece İslami hayatı arzulamak İşkencenin iyi birşey ve yapılmasının gerekli olan Müslüman kardeşlerimizle tıka basa doolduğuna kanaat getirdikleri takdirde, bu ludur. düşünceyi oylamaya sunarlar: “İşkence yapsak mı, yapmasak mı?” Ardından çoğunluk Mısır yönetimi o kadar gaddar ve küstahevet deyince işkence yasallaşır. Yani bedır ki sadece sakal bırakmayı dahi tutuklama lirleyici faktör insanların akılları, heva ve nedeni olarak saymaktadır. Sırf bu yüzden hevesleridir. Bu esnada insan hayatının, dolayı, tutuklanan kardeşimize işkence yaponurunun ve şerefinin hiç bir değeri yoktur. ma ve hapise atma hakkını kendinde görÖnemli olan bir avuç insanın istediği gibi at mektedir. İmad Kabir isimli bir müslüman koşturabilmesi ve arzularını canlarının isteişkenceye uğramış, cinsel tacize maruz kaldikleri şekilde tatmim edebilmeleridir! Bu mış ve bu esnada polisler tarafından görüninsanlar o kadar küstahlardır ki, yaptıkları tülenmiştir. Ardından görüntüleri internete kanunlar neticesinde artık sadece şüpheye Nisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
66
İşkence! düşmüştür. Olayın açığa çıkmasıyla işkenceyi yapan polislerin cezalandırılması beklenirken, yönetime karşı koyma suçundan ötürü İmad Kabir, 3 ay hapis cezasına çarptırılmıştır. (BBC News Online, 10 January 2007)
olursa olsun menfaat getirdiği, birşeyler kazandırdığı sürecede legal veya illegal yollarla devletler tarafından mutlaka korunur. İşte işkence meseleside buna dahildir. Nitekim kapitalizm işkenceyi evrensel alanda “illegal” bir pazar haline getirmiştir. Kaçırılan ve ardından gizli mahsenlerde tutulan zavallı insanların organları alınmakta ve satılmaktadır. Veyahut bu insanlar devletlerin ülke sınırları dışında diğer devletlerle kozlarını paylaşabilme aracı olarakta kullanılmaktadırlar. Bu insanların ilaçlarla düşünememeleri sağlandıktan, adeta robotlaştırıldıktan sonra üzerlerine bombalar bağlanmakta, siyasi hedef doğrultusunda ve özellikle Müslümanların arasında, patlatılmaktadır. Kadınlar, kızlar, çocuklar kaçırılmakta ve satılmaktadır.Tecavüzler kayıt edilmekte ve bu iğrenç pornografi tüm dünyaya pazarlanmaktadır. İşte Kapitalizmin canavarlığı bu şekilde zirve yapmıştır!
Bu ve buna benzer bir çok vakıalardan dolayı İslam alemindeki bir çok Müslüman, bu karanlık çağa bir son verebilmek için çözüm aramaya koyulmuştur. Kafirlerin asırlar boyu çalışıp ne yazıkki Müslümanların zihinlerini bulandırmayı başarmış olmalarından dolayı Ümmet bu karanlık çağdan kurtuluşu İnsan Hakları, demokrasi, vb. gibi içi boş sloganlarda aramaktadır. Değişmez, sabit ilkelere sahip olmayan, insanların heva ve heveslerine göre kendi elleriyle yaptıkları kanunlardan yani Batı değer ve yargılarından bir Müslümana ne gibi bir hayır gelebilir! Durum ayan beyan ortada! Zamana, mekana ,heva ve hevese göre değişen bir sistem, değişmeyen içgüdüler ve uzvi ihtiyaçlara sahip olan insanoğlunun fıtratına aykırıdır. İnsanoğlunun problemlerini çözemez ve içgüdülerini düzenleyemez. Bilakis insanı bir problemler yumağı içerisine çeker ve orada boğar.
Velhasıl, Kapitalizm hakim olduğu ve otorite insanların elinden çekip alınmadığı sürece de işkence asla sonlandırılamaz. İslam’ın ‘Olmayan’ İşkence Tarihi ve İşkencenin Şerri Hükmü:
Buraya kadar bahsettiklerimiz delilsiz ve zanna dayalı tutuklamalarla, yargısız infazlarla, işkencenin ‘yasal’ kısmıdır. Yasal olmayan yollarla da işkence yapılmaktadır. Halklardan gizlenerek, kapalı kapılar ardında çeşitli işkence faaliyetleri yapılmaktadır. Zaman zaman siyasi çekişmelerin veya vicdani rahatsızlıkların neticesinde bu vahşi sırların bir kısmı ortaya çakmaktadır. Ebu Gureyb hapishanesi buzdağının sadece görünen kısmıdır. Devletlerarası skandal boyutunda bir çok işkence olayları ortaya çıkmıştır. Irak’ta ABD askerlerinin halka yaptıkları zulümler, işkence gemileri, işkence uçakları, gizli hapishaneler, vs...
İslam dininin 7. asırda doğması hemen akabinde fetihlerle hızla yayılıp o zamanın hakim güçleri Fars ve Roma imparatorluklarını sınırlarına dahil etmesiyle o bölgelerde sanıklara yapılan ‘yasal’ işkencelere bizzatihi Müslümanların elleriyle son verildi. İslam ideolojisinden fışkıran İslam şeriatı, insan zihninden çıkmış Roma hukunundan üstündür. İslam şeriatında iyi ve kötü, güzel ve çirkin Allahu Teala tarafından belirlenmiştir. Bu ilkeler kesinlikle değişmezler. İslam hayatta karşılaşabileceğimiz her türlü probleme çözüm getirmiştir. İnsanlara eziyet ve işkence yapma konusunuda açıklamış ve şeri hükümlerle hayattaki yerini belirlemiştir.
Batı ile tek vucüt haline gelmiş kapitalizm sisteminin meydana getirdiği vahşetin boyutları işkence meselesi ile bir kez daha tüm açık ve seçikliği ile gözler önüne serilmektedir. Yapılan şey ne kadar vahşi veya edebsizce
Yönetimlerin insanlara işkence yapmaları İslam’da yasaklanmıştır. Çoğunluğun ne düşündüğüne veya nasıl bir menfaat getireceği-
67
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
İşkence! ne bakmaksızın, insanlara eziyet etmek haram kılınmıştır. Nitekim Ömer b. El-Hattab RadiyAllahu Anh der ki: Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i şöyle buyururken dinledim:
bu bağı kuvvetlendirmeye gayret eder. Ve bu durum devletin istikrarlı dönemlerinde veya savaşın en şiddetli yerinde dahi değişmez. Bir Müslüman, fiillerini şeri hükümlerle sınırlandırmalı, Allahu Teâlâ’nın sürekli kendisini gördüğünü, O Celle Celaluhu’nun emirlerine aykırı davrandığı takdirde kendisini çepe çevre kuşatacağını, yakalacağını ve hududullahı aşmasının hesabını mutlaka soracağını unutmaz. Nitekim Allah Celle Celaluhu küçük veya büyük herşeyin kaydedildiğini ve hesabının mutlaka sorulacağını şu ayetlerle haber vermektedir: ُّ ِير ُم ْس َت َط ٌر ٍ ِير َو َكب ٍ صغ َ “ َوكُلKüçük büyük her şey satır satır yazılmıştır.” (Kamer 53)
إن اهلل يعذب الزين يعذبو ن النلس في الدنيا “Şüphesiz dünyada insanlara işkence edip azap edenleri Allah kıyamet gününde azaplandıracaktır.” (Ebu Davud,2648, Müslim, 4734, 4735) Bir başka hadiste Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: صنفان من اهل النار ام ارهما قوم معهم سياط كازناب البقر يضربون بها الناس “Cehennem ehlinden henüz görmediğim iki kesim vardır. Bunların birisi beraberlerinde insanları kendileriyle dövdükleri ve sığır kuyruklarını andıran kamçılar bulunan bir topluluktur...” (Müslim,3971, 5098)
َرٍة َش ّاًر َي َرُه َ َرٍة َخ ْي اًر َي َرُه َو َمن َي ْع َم ْل ِم ْثق َ َف َمن َي ْع َم ْل ِم ْثق َّ َال ذ َّ َال ذ “Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.” (Zilzal 7-8)
Aynı şekilde İslâm, Müslümanların gizliliklerine, şeref ve haysiyetlerine, mallarına, namuslarına saldırıda bulunmayı, evlerinin mahremiyetlerini çiğnemeyi haram kılmaktadır. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:
Cihadın dahi Allah Celle Celaluhu’nun koyduğu belirli ve hassas kuralları vardır. Savaşın en hiddetli yerinde dahi mücahidler Allah’ın emirlerine İslam’ın getirdiği savaş kurallarına riayet etmelidirler. Cihadın tek hedefi Allahu Teâlâ’nın rızasını kazanmak, Allah Celle Celaluhu’yu ve Kelamını yüceltmektir. Bir Müslüman cihada herhangi bir menfaat arzusuyla veyahut vatancılık duyguları içerisinde veyahut nam salabilme niyetiyle katıldığında ahirette nasibini alamayacaktır.
كل المسلم على المسلم حرام دمه وماه وعرضه “Her Müslümanın her şeyi diğer Müslümana haramdır. Kanı, malı ve canı haramdır.” (Müslim, 4650; İbni Mace, 3923; Ahmed b. Hanbel, 7402)
İslam akidesinin, ruhi esasa dayandırılması hasebiyle, işkenceye götüren yollar kapatılmaktadır. Allahu Teâlâ tarafıdan yaratılmış olduğuna, tekrar O Celle Celaluhu’ya döndürüleceğine, hesap vereceğine olan imanı işleyeceği fiilerinde sürekli ve dikkatle kendisini hesaba çekmesini getirir. Yani imanının idrakında ve bunun gereğini yerine getirmeye özen gösteren bir Müslüman, bir işi yapmadan önce Allahu Teâlâ’nın rızasına nasıl erişebileceğini düşünür. Allahu Teâlâ’nın rızasını kazanamayacak, hatta O Celle Celaluhu’yu gadablandıracak her türlü fiilden uzak durur. Sürekli Allahu Teâlâ ve kendisi arasındaki bağı korur. Aynı zamanda Nisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
Zira bu hususta Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır: ان اول النلس يقضى يوم القيلمه عليه رجل استشهد فلتي به قلتلت فيك حتى: فمل عمات فيهل؟ قال:فعرفه نعمه فعرفهل قال جريء فقد قيل شم: كنبت ولكنك قلتلت ألن يقال:استشهدت قال امر بم فسحاب عاى وجهم حتى القي في النلر “Kıyamet gününde bir şehid hakkında hüküm verilecektir. Allahu Teâlâ ona ne yaptığını sorar: Senin uğrunda çarpıştım, şehid edildim, der. Fakat Allah (Celle Celaluhu) ona: Yalan söyledin. Sana cesur adam desinler diye çarpıştın, buyuracak ve o adam yüz üstü
68
İşkence! lerin bu şekilde davranmalarının sebebi Müslümanların kukla liderle- savaşa katılmalarındaİmare 152) ri ve satılmış komutanları tıpkı ki esas nedenden kayİşte böylelikle akiAfganistan’da ve Pakistan’da ol- naklanmaktadır. Ondevi açıdan işkence enduğu gibi kendi halklarına kafir lar eğlenebilmek veya gellenmiş olur. ordularıyla birlikte bizzat kendi- menfaat elde edebilGünümüzde kafir leri saldırıyorlar. Bazende Irak’ta mek veyahutta makam askerler büyük bir nefolduğu gibi halklarını yüzüstü sahibi olabilmek amaretle ve menfaat duybırakıp kaçıyorlar. Korumasız ve cıyla savaşmaktadılar. guları içerisinde Müssavunmasız kalan Müslümanlar Zira Irak’ta ki bir çok lümanlara saldırıyor, topraklarını işgal ediise bu cani askerlerin saldırılarına işkence olayı ABD ve İngiltere askerlerinin yorlar. Burada savaştan maruz kalıyorlar. ülkelerine döndüklebahsedemiyoruz. Çünrinde eşlerine ,dostlakü savaş en az iki devrına gösterebilmek için büyük bir gururla letin ordularının karşılıklı çatışması ile geryaptıkları “eserlerinin” yanında poz vererek çekleşir. Fakat Müslümanların kukla liderleri çektirdikleri resimlerin medyaya sızmasıyla ve satılmış komutanları tıpkı Afganistan’da gün yüzüne çıkmıştır. Aynı zamanda müve Pakistan’da olduğu gibi kendi halklarına zik eşliğinde, gülüp oynayarak Iraklılara kafir ordularıyla birlikte bizzat kendileri salateş eden askerlerin görüntülerine internetdırıyorlar. Bazende Irak’ta olduğu gibi halkte herkes kolayca ulaşabilir. İşte, Allah Celle larını yüzüstü bırakıp kaçıyorlar. Korumasız Celaluhu’nun dinine ve hesap gününe kati bir ve savunmasız kalan Müslümanlar ise bu iman olmaksızın savaşta yakın arkadaşların cani askerlerin saldırılarına maruz kalıyorlar. ölümü ve sürekli çatışma halinde olmanın Bu saldırıların boyutunu yapılan katliamlar oluşturduğu stres Batılı askerlerin “Hadisa” gözler önüne seriyor. Bu katliamların en cangibi canavarca bir çok katliam yapmalarına lı örneklerinden biri 19 Kasım 2005 tarihinde yol açmaktadır. gerçekleştirilen “Hadisa” katliamıdır. Yol kenarına yerleştirilen bir bombanın patlaması İşkenceye yol açabilecek durumları iman sonucunda bir ABD’li askerin öldürülmesihusundan yola çıkarak engelledikten sonra, nin ardından askerlere büyük bir öfke ve nefİslam’ın bir ideoloji olması hasebiyle işkence ret hakim oldu. Bu büyük öfke ve nefret bir devlet bazında da engellenir. İslam ideolojisi grup ABD’li askerlerin aralarında çok sayıda ancak bir devlet bünyesinde cisimleşebilir. çocuk, kadın ve yaşlılar olan bir grup IrakHilafet içerisinde yargı mekanizması mevcutlı sivilleri suçsuz yere öldürmeleriyle sonuçtur. Yargının sınırları ve görevleri şeri nasslar landı. Bu katliamın ardından, Irak’taki ABD doğrultusunda belirlenmiştir. Şeri nasslardan askerlerine 30 gün boyunca hızlandırılmış çıkartılan yargının tarifi şu şekildedir: “Yargı kurslar vasıtası ile “savaşta izlenmesi gere(kaza), bağlayıcı olmak üzere hükmü bildirmek ken ahlaki değerler ve etik kuralların” öğredemektir. Yargı ile insanlar arasındaki anlaşmaztilmesi talimatı verildi. (http://news.bbc.co.uk) lıklar çözümlenir yada toplum hakkında zarar verecek olan şey önlenir. İster yönetim yapısında yer Söz konusu ahlaki değerler ve etik kuralalan bir yönetici olsun, ister memur olsun, ister lar tıpkı işkence meselesinde de olduğu gibi Halife veya ondan daha aşağı bulunan herhangi belirlenmiş, sabit ve bağlayıcı ölçülere sahip bir şahıs arasındaki anlaşmazlıklar olsun, yargı değillerdir. Bunlar sadece kağıt üzerinde kalile insanlar arasındaki anlaşmazlıkları ortadan makta ve savaşın en hiddetli yerinde yırtılıp kaldırır.”(İslam’da Yönetim Sistemi) atılmaktadırlar. Küffar ordularındaki asker-
sürüklenerek cehenneme atılacaktır.” (Müslim,
69
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
İşkence! “Yargının, bağlayıcı olmak üzere bildirdiği hüküm,” yani teşrî etmekle (yasama/kanun çıkartmakla) ilgili hususlar, çoğunluk veya azınlık oylarına bağlı değildir. Ancak, şeri nasslara bağlı olur. Çünkü, teşri edici (kanun koyucu) Ümmet değil, Allahu Teâlâ’dır. İnsanların işlerini gütmek ve yönetimi yürütmek için gerekli şerî hükümleri benimseme konusunda yetki sahibi ise yalnız Halife’dir. Evet, İslam Devleti’nde Müslümanlar yöneticileri kendilerine eziyet ettikleri takdirde bu eziyeti şikayet edebilecekleri Mezalim mahkemesi isminde özel bir kuruma sahiptirler. İslam, işkence şöyle dursun insanlara haksızlık ve eziyet yapılmasını kabul etmeyip yasakladığı gibi bunları engelleyecek mekanizmayı bizzat kendi içerisinde barındırmaktadır. Bu mekanizmanın en ufak bir aksaklık göstermeden çalışması için gereken detaylarıda şeriat bildirmiştir.
çarptırmaktan daha iyidir. Nihayetinde adaletten kaçış yoktur. Kişi işlediği suça karşın cezaya çarptırılmaktan dünyada bir şekilde kurtulsa dahi, ahirette, Allahu Teâlâ’nın huzurunda hesaba çekilip hak ettiği cezayı almaktan kesinlikle kurtulamayacaktır. Zira Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: “Elinizden geldikçe, had cezalarını Müslümanlardan defedin. Geçerli bir özür varsa hemen salıverin. Zira imamın yanlışlıkla affetmesi, yanlış bir ceza vermesinden daha hayırlıdır.” (Tirmizi K. Hudud, 1344) Baskı, sıkıntı, eziyet ve işkence altındaki Müslüman veyahut gayri Müslim halklar artık kurtuluşu arzuluyor. Karanlığın içerisinde bir ışık görmeyi arzuluyor. Bu kurtuluş ise; ancak köklü bir değişiklikle yani İslam devletinin tekrar kurulması ve bu işkenceci Kapitalizm sistemi ve avanelerinin alaşağı edilmesiyle mümkün olacaktır.
İslam ceza hukukuna göre, suçlu birini serbest bırakmak, suçsuz birini cezaya
Nisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
70
Can SEZGİN
B
ermuda Şeytan Üçgeni, Atlantik Okyanusunda çok sayıda uçak ve geminin kaybolduğu, bazı paranormal olayların yaşandığı bir bölgenin adıdır. Bu üçgenin köşelerinde Bermuda, Florida’daki Miami, ve Puerto Rico’daki San Juan bölgesinin olduğu kabul edilmektedir. Yıllardır Atlantik’te ABD’nin güneydoğu kıyılarında açıklanamayan gemi, tekne ve uçak kayıplarının çok yüksek oranda görüldüğü bir alandır. Kısaca filmlere dahi konu olmuş olan ve insanlar tarafından bilinen bu bölge, nedeni veya nedenleri tam olarak çözülememiş bir şekilde sırrını korumaktadır. En önemlisi de insanlık, adını Bermuda Şeytan Üçgeni koyduğu bu bölgeden uzak durmaktadır. Çünkü insan, mal ve can kaybına karşı fıtratından gelen içgüdülerle hareket eder ve bu yönde gelişebilecek kayıplara karşı kendisini doğal bir refleksle korumaya çalışır. Bütün canlılarda mevcut tehlikeye karşı kendisini korunma güdüsü vardır.
Böylesi bir girişten sonra asıl konumuza geçiş yaparsak, bugün Müslümanlar olarak öyle bir Şeytan Üçgeni içindeyiz ki, Bermuda’dan çok daha tehlikeli! Bu tehlikeli üçgenin ne olduğunu bilmezsek bu tehlikeden kurtuluş biraz daha gecikecek ve biz Müslümanlar, aynı zamanda da tüm insanlık acılar çekmeye, kanları dökülmeye, namusları kirletilmeye, bölünmeye ve parçalanmaya devam edecek. O yüzden özelde Müslümanları genelde ise insanlığı bu tehlikeli bölgeye karşı uyandırmamız gerekir. Gelelim içine düştüğümüz Şeytan Üçgeninin ne olduğuna: Bu üçgenin bir ucunda; geçmişi insanlık katliamları, insanları köleleştirme ve bir damla petrol için milyonlarca insani feda edebilen sömürgeci güçlerin başı olan Amerika. Diğer ucunda; tarih boyunca hiç bir zaman insanlık tarafından sevilmemiş Rasulleri ve Nebileri katletmiş İslam’ın ve Müslümanların düşma-
71
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
Bermuda Şeytan Üçgeni nı ikiyüzlü Yahudi varlığı (İsrail). Diğer bir ucunda ise; yüzyıllardır İslamı ve Müslümanları yok etmek için gecesini gündüzüne katan, Haçlı Seferleri düzenleyen, İslam Devleti’nin yıkılmasında en büyük rol oynayan İngiltere ve diğer Avrupa ülkeleri var.
ne alıp yok etmeye çalışmakta. Fakat dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır ki bu çok önemlidir. Zira kâfir Amerika bugüne değin hep Müslümanlarla savaşmış, İslami gruplarla mücadele etmiştir. İslami bir devletle yani Müslümanların haklarını gerektiği gibi savunacak gerçek bir devletle savaşmamış ve onun gücünü görmemiştir. Ve İnşaAllah gördüğünde de bu son göreceği olacaktır!
İşte Müslümanların içinde bulundukları, devamlı kayıp verdikleri ve kendileri için çok tehlikeli olan Şeytan Üçgeni; Amerika, Yahudi varlığı, İngiltere ile Avrupa… “Küfür tek millettir” hadisi şerifi gereğince bunlar yine bir yapının sacayağını oluşturmaktadır. Bu yapı ise; küfrün, zulmün, fıskın, gözyaşlarının, katliamların, sömürülücülüğün ve batılın birleştiği bir yapıdır.
Yahudi varlığı ise, kurulduğu tarih olan 1948 yılından itibaren Müslümanların kalbine zehirli bir hançer gibi saplandı. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Mirac’a çıktığı İslam’ın ve de Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa’yı işgal ettiği günden itibaren Bu Şeytan Üçgeninin başı olan Amerika, “En iyi Müslüman ölü Müslüman’dır” diyerek Müslümanların topraklaMüslüman avcılığı yapıp, rını bir fiil işgal etmiştir. İşte Müslümanların içinde Müslümanları kadın/erİşte Afganistan ve işte kek, çocuk/yaşlı demebulundukları, devamlı kayıp den her zaman katletmiş Irak! Güya insanlığı zuverdikleri ve kendileri için ve katletmeye de devam lümden vahşetten kurtarçok tehlikeli olan Şeytan Üç- etmektedir. Korkuyu kalmak ve insanlığı mutlu bir şekilde yaşatma sloganları geni; Amerika, Yahudi var- binde hisseden bu zelil atarak aynen kan emen bir lığı, İngiltere ile Avrupa… varlıkların bu süreçte cesülük gibi Müslümanların “Küfür tek millettir” hadisi sur olmalarının tek nedeüzerine çökmüş ve Müsşerifi gereğince bunlar yine ni ise yine karşısında ona lümanların mallarını talan gerektiği ve anladığı şebir yapının sacayağını oluş- kilde cevap verecek olan etmekte, canlarını almakturmaktadır. ta, işkenceler etmekte ve bir devletin olmayışıdır. Müslüman bacılarımızın Yahudiler de mücadeleleise namuslarını kirletmekte. Bu Amerika rini ya göstermelik savaşlarla bazı devletlerle tarihi boyunca insanlık için bir bela oldu. ya da genel ekseriye de İslami gruplarla yap2. Dünya savaşında Japonya’ya atmış oldumışlardır. ğu 2 atom bombası ile yaşlı/genç demeden, İngiltere ve diğer Avrupa ülkelerine gekadın/erkek ayırmadan milyonlarca kişiyi lince, onlar Müslümanların kalkanı olan katletti. Afrika’da insan avcılığı yaparak geOsmanlı Hilafet Devleti’ni yıktıktan sonra milerle Amerika’ya köle olarak kullanmak Müslümanları 50’den fazla parçaya ayırdılar için insanları taşıdı ve Amerika’da adi Afrove her bir parçasına kendi işlerine gelen yöAmerikan olan değer vermediği insan olarak neticileri yerleştirip Müslümanları İslam dışı bile görmediği bir nesil oluşturdu. Yerli hakolan insanin kanun yaptığı küfür rejimlerini li ise katletmekle kalmayıp onları tamamen oluşturdular. Bunu yaparak kendi bekalarını yok etti. İşte tarihi insanlık katliamları ile güven altına alacaklarını düşündüler. Çünkü dolu olan Amerika, bugün Müslümanların kâfir İngiltere ve Avrupa ülkeleri Müslümanbaşına kara bir bulut gibi çökmüş durumda lar için “Hydra” gibi (Yunan mitolojisinde ve güya Müslümanları daha mutlu bir şekildokuz başlı ejder) her bir yandan kendilerine de yaşatma vaatleri ile Şeytan Üçgeninin içibenzetmek için saldırıyorlar. Boş bıraktıkları Nisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
72
Bermuda Şeytan Üçgeni ilk anda durumun değişeceğini çok iyi biliyorlar.
muyorlar. Satih bir düşünce ile bile alınacak bu tavrı neden kâfirin kimliğini, geçmişini ve zulmünü görerek almıyorlar. ون َ ِرُه ْم َ ُال يُ ْؤ ِمن َ إِ َّن الَّذ ْ َرَت ُه ْم أَ ْم ل َْم تُنذ ْ ِم أَأَنذ ٌ ِين َك َف ُروْا َس َو ْ اء َعل َْيه اوٌة َ ِم َو َعلَى أَ ْب َ صارِِه ْم ِغ َش ْ ِهم َو َعلَى َس ْم ِعه ْ َخ َت َم اللّ ُه َعلَى ُقلُوب
İşte Müslümanlar böylesi bir Şeytan Üçgeni içindeler. Allahu Teâlâ Maide suresi 82. ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor: ِين أَ ْش َرُكوْا ِ َّلََت ِج َد َّن أَ َش َّد الن َ آمنُوْا ال َْي ُهوَد َوالَّذ َ اوًة لِّلَّذ َ ِين َ اس َع َد ْرَب ُه ْم َ َولََت ِج َد َّن أَق
“Şüphesiz ki kâfirleri, başlarına gelecekle uyarsan da uyarmasan da birdir. Onlar inanmazlar. Allah onların kalplerini ve işitmelerini mühürlemiştir ve gözlerinde de perde vardır.” (Bakara 6-7)
“İman edenlere düşmanlıkta insanların en şiddetlisinin Yahudiler ve şirk koşanlar olduğunu görürsün.” (Maide 82)
Bu durumda kurtuluşun tek yolu ise; Allahu Teâlâ’nın emrettiği ve insanin hâkimiyetinin değil, Allahu Teâlâ’nın hâkimiyetinin olduğu yaklaşık 1300 sene yeryüzünde hâkimiyet kurmuş ve Müslümanların ve insanlığın gerçek anlamda huzuru, mutluluğu ve güvenini sağlamış ayni zamanda da Allahu Teâlâ’nın hâkimiyetini istemeyen kâfirlerin içlerinde korkular uyandırmış, Allah’ın indirdikleriyle hükmederek tüm dünya Müslümanlarını tek bir çatı altında birleştirecek olan gerçek gücün ve adaletin temsilcisi olacak olan İslam Devleti’nden geçiyor.
Müslümanların yöneticilerine gelince, onlar bu Şeytan Üçgeni ile tam bir ittifak içindeler. NATO üyeliği çerçevesinde askeri anlaşmalar, IMF ve Dünya Bankası yoluyla ekonomik anlaşmalar, Avrupa Birliği surecinde batının tüm emrettiği uyum yasalarını kabul ediyorlar. Yahudilerle askeri, ekonomik ve istihbarat anlaşmaları yapıyorlar. Müslümanların topraklarında CIA, Mossad gibi gizli servislerin bürolar açıp istedikleri gibi hareket etmelerine izin veriyorlar… Ve daha niceleri! Allahu Teâlâ Maide suresi 51. ayeti kerimesinde ise şöyle buyuruyor: َّ يا أَي َّ َ ِين آمنُوْا ض ُه ْم ُ ارى أَ ْول َِياء َب ْع َص َ َ َ َ ُّها الذ َ َّال َتت ِخ ُذوْا ال َْي ُهوَد َوالن َّ َوَم ٍ أَ ْول َِياء َب ْع َ ُم َفإَِّن ُه ِم ْن ُه ْم إِ َّن اللّ َه ْ ال َي ْهدِي ا ْلق ْ ض َو َمن َي َت َول ُهم مِّنك َّ ِين َ الظالِم
Allahu Teâlâ bunun gerçekleşeceğini vaad ediyor ancak biz Müslümanlar olarak imanımız gereği Rabbimizin istediği gibi davranırsak, Nur suresi 55.’ci ayeti kerimesinde söyle buyuruyor: ِ ِح ات ل ََي ْس َت ْخلِ َفنَّ ُهم فِي َّ ُم َو َع ِملُوا َ َو َع َد اللَّ ُه الَّذ َ الصال َ ِين ْ آمنُوا مِنك َّ َّ ِّ َه ْم دِي َن ُه ُم الذِي ِ الأَْ ْر َ اس َت ْخل َ َف الذ ُ ِم َولَيُ َمك َن َّن ل َض ك ْ َما ْ ِين مِن ق َْبلِه َّ َ ِّ ِ ِ ُون بِي ك ر ش ي ل ِي ن ن و د ب ع ي ا ن م أ ِم ه ف و خ د ع ب ِّن م م ه َن ل د ب َي ل و م َه ل ى ِ َ ارَت َ ْ ُ ََ ْ َ ْ ْ ْ ً َ ْ ُ ُ َ ا ُ َُ َ ْ ُ ض ْ ِ ِك ُه ُم ا ْل َف ُون َ ِك َفأُ ْولَئ َ َش ْي ًئا َو َمن َك َف َر َب ْع َد َذل َ اسق
“Ey İman edenler, yahudileri ve Nasranîleri dost edinmeyiniz. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse o onlardan olur. Hiç kuşkusuz Allah, zalimleri doğru yola iletmez.” (Maide 51)
“Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri Halifeler (egemen) kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka Halifeler (egemen) kılacağına, onlar için razı olduğu dinlerini hakim kılacağına, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaad de bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” (Nur 55)
Müslümanların gözünü boyamak ve işbirlikçi olduklarını gizlemek için mevcut durumda güya yönetici olanlar; “Evet siz insan öldürmeyi iyi bilirsiniz.” derler. Onlarda gülerek şöyle derler “Evet biz insan öldürmeyi iyi biliriz daha yenimi fark ediyorsunuz.” İşte Müslümanlar olarak böylesi bir Şeytan Üçgeni içinde 86 yıldır acılar ve ızdıraplar çekiyoruz. Şeytan üçgeninin kimler olduğunu bilen bazı Müslümanlar ve mevcut yöneticiler neden fıtrattan gelen içgüdüleri ile dahi hareket etmeyerek tehlikeye karşı kendilerini koru-
73
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
Salih ÇELİK
İ
den önce Müslümanların bugün içerisinde oldukları durum ile alakalı olarak bazı hususları hatırlatmak istiyoruz:
slamî ümmet, bugün şiddetli bir çöküş içerisinde kıvranmaktadır. Karanlıkların en zifiri dönemini yaşadığımız şu dönemlerde İslâm Ümmet’inin, kendisini bu çöküntüden kurtarmaya yönelik muhtelif teşebbüslere giriştiğini görmekteyiz. Tüm bu teşebbüsleri dikkatli bir şekilde tahkik ettiğimizde, müteşebbisler nezdinde Ümmet’in vakıasının değiştirilmesinin inkılabi bir değişimle mi yoksa ıslahî bir değişimle mi olacağı konusunda ihtilaf olduğunu görmekteyiz.
1) Müslümanların beldeleri bugün, kendi ideolojileriyle esastan zıtlık arz eden Kapitalizm Nizam’ı ile şekli olarak yönetilmektedir. 2) Müslümanlar bugün İslâm’ı doğru bir şekilde anlayabilmelerini sağlayacak sahih düşünme metodundan yoksundurlar. 3) Müslümanlar bugün İslâm Akidesi ile olan bağlarını zayıflatmış bir vaziyettedirler. Öyle ki İslâm’ın çağın problemlerine çözüm üretme noktasında yetersiz kalacağı vehmi onların zihinlerinde yer bulmuştur.
Birçokları İslâmî Ümmet’in dertlerine çare olacağı zannıyla mevcut nizâmların ıslahî bir değişim ile değiştirilmesi gerektiğini öne sürmekteler. Bu görüşlerine Müslümanları davet etmekte ve onları mevcut sistemleri kabul etmeye teşvik etmektedirler. Ümmet’in içerisinde olduğu bu inhitatı ise bir takım teferruattan sebeplere bağlamaktadırlar. İnkılâbi değişimi ise ancak bir hayal olarak görüyorlar.
4) Müslümanlar, her ne kadar İslâm akidesinden vazgeçmiş değillerse de üzerlerine şeklen tatbik edilen Kapitalizm’in fikirlerine adapte olmuşlardır. Öyle ki artık hayatta amellerinin ölçüsü olarak helal-haramı değil menfaati esas alır hale gelmişlerdir.
Binaenaleyh Ümmet’in yönelimlerini dost doğru bir istikamete yönlendirmek ve onların çabalarını kalkınmaya yönelik çabalara dönüştürmek için İnkılâbi ve ıslâhî olarak değişimin vakıasını incelemek elzemdir. İnkılabî ve ıslâhî değişimin vakıasını incelemeye geçmeNisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
5) Ve Müslümanlar bugün küfür hükümleri ile yönetilmektedirler. Öyle ki genel hayatlarında kadınların avret yerleri açık olduğu halde sokaklarda dolaşmaları, alış-verişlerine ribanın bulaşması, lokantalarında içkinin ser-
74
İslâmî Ümmet’in Kurtuluşunun Yegâne Yolu... Ümmet’i kurtarmaz.
best olması gibi tamamen İslâmî Toplum’un yapısına zıt, küfür nizamının ise yapısal özelliği olan bu tür çirkeflikler içerisinde yaşamaktadır.
İslâmî Ümmet’i bu inhitattan kurtaracak yegâne çözüm vardır ki o da tüm alanlarda esaslı ve kapsamlı değişimin gerçekleştirilmesini sağlamaktır. Ki böylesine bir değişim de ancak Ümmet’e İslâmî İdeoloji’yi kavratmak ile olur. Zira kalkınmalar ancak, esası üzerine insanın tüm yönelişlerinin kurulduğu ve hayata bakış açısının belirlendiği; insan, hayat ve kâinat hakkındaki külli fikir ile olur. Bu külli fikir ise ideolojidir. O halde Ümmet’i kalkındırmak için hayata, devlete, topluma dair her ne var ise hepsinin kendisine göre şekillendirildiği İslâmî İdeoloji’nin verilmesi kaçınılmazdır.
Müslümanların bugün içerisinde oldukları durumları ile alakalı bu bilgileri sunduktan sonra, Ümmet’in değişime şiddetle ihtiyaç duyduğu aşikâr olmuştur. Şimdi ihtiyaç duyulan bu değişimin inkılâbı bir değişim mi? yoksa ıslâhî bir değişim mi olması gerektiği meselesini inceleyelim: İnkılâb kelimesi ( )انقالبArapçadaki ‘’kalb’’ ( )قلبkelimesinden türemiş bir kelimedir. Lügatte, ‘’değişme, bir halden başka bir hale dönüşme’’ manasındadır. Istılahi manada inkılâp, ‘‘bir toplumdaki siyasi, sosyal, askeri v.b. alanlardaki kurumların belirli bir fikir ve metotla ‘köklü ve kapsamlı bir şekilde’ niteliksel olarak değiştirilmesi ve yeniden biçimlendirilmesi’’ olarak tarif edilir.
İslâm Ümmeti’nin İnkılâbı değişimi gerçekleştiremeyeceği, bunun ancak hayal olduğu vehmine gelince; buna iki yönlü bir araştırma ile cevap verilir: 1) Aklî Açıdan: Ümmetler, Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın kendilerine takdir etmiş olduğu ecelleri tahakkuk edip yeryüzünden silinmelerine değin geçen ömürlerinde çok defalar hayata bakış açılarını değiştirir ve bir öncekisine nispeten tamamen farklı bir toplumsal yapıya kalp olunurlar. Bu değişim toplumu oluşturan dinamiklerin kalp olunması ile gerçekleşir. Toplum ise; insanlardan, fikirlerden, duygulardan ve nizamlardan müteşekkil bir kombinasyondur. Toplumların değişmesi de toplumu oluşturan dinamiklerin değişmesine bağlıdır. Bu dinamikler esaslı ve kapsamlı bir değişime mâruz kaldıklarında ‘‘İnkîlâb’’ gerçekleşir. İslâm gelmeden önceki Arap Cahilliye Toplumu’ndaki İnkîlâb malumdur. Öyle ki bu değişim sonrasında Arapların Cahilliye döneminden eser kalmamıştır. Bir inkılâp için çok kısa bir süre olan 13 senede gerçekleşen bu değişimi tüm dünya milletleri tahayyürle izlemiş ve hala da tahayyürle anmaktadırlar. Bu değişimi gerçekleştirenler her ne kadar aralarında Allah’ın Rasulu de olsa hepsi beşerdir ve yaptıkları iş de beşerin işlerinden bir iştir. Yine yakın tarihte Avrupalı halklarca gerçekleştirilen kalkınma hareketinde de toplumun bir
Islahat ise inkılâptan farklıdır. Islahat, ‘‘toplumun belirli alanlarında yapılan düzeltmelerdir’’ ve ıslahatlar, ‘‘o ülkenin hukuk düzenine uygun olarak yapılır’’, tedricidir, zorlayıcı değildir. Açıktır ki bugün İslâm Ümmeti’ne duçar olan çöküntü mevcut nizamların İslâmî olması velâkin bir takım alanlarda gayri-İslâmî hükümlerin uygulanması gibi bir sorundan kaynaklanmıyor. Bilâkis bu nizâmların bir kısmı küfür devleti İtalya’dan, bir kısmı küfür devleti İsviçre’den diğer kısımları da hepsi birer küfür devleti olan devletlerden ithal edilmiştir. Dolayısıyla sorun sadece bazı alanlardan kaynaklanan bir sorun değildir ki ıslahat yapılsın. Sorun, nizâmın külliyen küfür olması ve esaslı ve kapsamlı bir değişim ile değiştirilmesi gerektiği sorunudur. Binaenaleyh İslâm Ümmeti’nin bünyesindeki fakirleri doyurmak ve böylelikle Ümmet’e duçar olan İktisadî sorunları çözmeye meyletmek Ümmet’i bu inhitat çukurundan kurtarmaz. Yine sorunlardan bir sorun olması hasebiyle Ümmet’te zuhur eden ahlâkî çöküntüye yönelip bu alandaki sorunları çözmeye meyletmek de bu çukurdan
75
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
İslâmî Ümmet’in Kurtuluşunun Yegâne Yolu... önceki haline nispeten bambaşka bir hale kalp olunduğu görülür. Dolayısıyla ümmetlerin hayata bakış açılarının değişmesi neticesinde köklü ve kapsamlı değişime maruz kaldıkları aklın şehadetiyle sabittir. İnkîlâb, bir hayal değildir; bilâkis Allah Subhanehu’nun toplumların tabiatında takdir etmiş olduğu kaderlerine binaen gerçekleşen bir durumdur. Ki o kader de toplumu oluşturan dinamiklerin değiştirilmesi neticesinde toplumun genel halinin değişime, -köklü ve kapsamlı bir değişime- maruz kalmasıdır. Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor: ِم َ إِ َّن اللّ َه ُ َوٍم َح َّتى يُ َغي ُ ال يُ َغي ْ ِّر َما ِبق ْ ِّروْا َما ِبأَ ْن ُف ِسه
“(Bu) Allah’ın vaadidir. Allah vaadinden dönmez. Ve lâkin insanların çoğu bilmezler.” (Rum 6) Allah Subhanehu ve Teâlâ vaad buyurduğu halde İslâmî Ümmet’in şuan içerisinde olduğu durumun köklü bir şekilde değişeceğini bir hayal olarak değerlendirmek akıl karı değildir. Allah’a ve Ahiret gününe iman eden kişinin kabul edeceği bir şey değildir! Yine Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem; ُّ ُ َتك َ اء أ ْن َّ ُون ث َ اء اللَّ ُه أَ ْن َتك ُ ُم َي ْرف َ َع َها إِذَا َش َ ُم َما َش ْ ُون النبُ َّوُة فِيك َّ ُّ اج ُون َّ َع َها ث ِ ُون ِخلاَ َف ٌة َعلَى ِم ْن َه َ اء الل ُه أَ ْن َتك ُ النبُ َّوِة َف َتك ُ ُم َتك َ َي ْرف َ ُون َما َش َّ َ ًّ اء َّ َع َها ث َّ ث ُ ُون ُم ْلكًا َعاضا ف ََيك ُ ُم َتك َ اء الل ُه أ ْن َي ْرف ُ ُم َي ْرف َ ُون َما َش َ َع َها إِذَا َش َّ َ َ َّ ُون ك ت ف ة ِي ر ب ج ًا ك ل م ُون ك ت ُم ث ا ه َع ف ر ي ن أ اء ش َا ذ إ ا ه َع ف ر ي ُم ث ُون ك ي ن أ ه الل ْ ً َ َ ِ َّ َّ ُ َ َْ ُ ُ َ ََ َْ ْ َ َُ َْ َ َ ْ ُ َّ ما َش َ ُون ِخلاَ َف ًة ف ر ي ن أ اء ش َا ذ إ ا ه َع ف ر ي ُم ث ُون َ ِ َّ َع َها ث َّ ُ ُم َتك ْ َ ُ ْ َ َ اء الل ُه أَ ْن َتك َ َْ َ َ َ ُّ اج َت َّ النبُ َّوِة ث َ ُم َسك ِ َعلَى ِم ْن َه “Allah’ın olmasını dilediği kadar aranızda Nübüvvet olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet Minhacı üzere (Raşidî) Hilâfet olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra Isırıcı Meliklik olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu da kaldıracaktır. Sonra Zorba (Diktatörlük) olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhacı üzere (Raşidî) Hilâfet olacaktır.” Sonra sükût etti.” (Ahmed bin Hanbel)
“Şüphesiz bir kavim kendi nefsinde olanı değiştirmedikçe Allah o toplumun halini değiştirmez.” (Rad 11) Dolayısıyla inkılâp, beşeri işlerden bir iştir. İnsanın kontrol ettiği dairede gerçekleşen fiillerdendir. Bu nedenle İslâm Ümmeti İnkılâbi değişimi gerçekleştirmeye muktedirdir. 2) İslâm Ümmeti’nin şuan ki durumuna intibak eden şer’i deliller açısından: Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu: ِ ِح ات ل ََي ْس َت ْخلِ َفنَّ ُهم فِي َّ ُم َو َع ِملُوا َ َو َع َد اللَّ ُه الَّذ َ الصال َ ِين ْ آمنُوا مِنك ِّ َه ْم دِي َن ُه ُم الَّذِي ِ الأَْ ْر َ اس َت ْخل َ َف الَّذ ُ ِم َولَيُ َمك َن َّن ل َض ك ْ َما ْ ِين مِن ق َْبلِه َّ ُون بِي َ ارَت َ ِم أَ ْم ًنا َي ْعبُ ُدوَننِي اَل يُ ْش ِرك ُ ضى ل ْ ْ َه ْم َولَيُ َب ِّدلَن ُهم مِّن َب ْع ِد َخ ْوِفه ُ ِ ِك ُه ُم ا ْل َف ُون َ ِك َفأ ْولَئ َ َش ْي ًئا َو َمن َك َف َر َب ْع َد َذل َ اسق “Allah, sizlerden îmân edip sâlih amel işleyenleri, kendilerinden öncekileri yeryüzünde Halîfe kıldığı gibi onları da yeryüzünde Halîfe kılacağını, onlar için seçtiği dinlerini (İslam’ı) hâkim kılacağını, (geçirdikleri) bu korkularını güvene çevireceğini vaâdetti. Zira onlar yalnız Bana kulluk ederler ve hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Her kim de bundan sonra inkâr ederse işte onlar fâsıkların ta kendileridir.” (Nur 55)
Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdelediğini doğrulamak her Müslüman üzerinde bir vecibedir. Dolayısıyla her Müslüman’a düşen İslâmî hayatı yeniden için İnkılâbı şekilde çalışmaktır. Çünkü İslâmî Ümmet’in tüm sorunlarını kökten çözecek olan inkılâbi değişimin yegâne yolu buradan geçmektedir. Bunu bir hayal olarak değerlendirmek ise tembellerin vehimlerden başka bir şey değildir. Zira bu yükü taşımak ağır geldiğinden bunu taşıyamayacaklarını söylerler. Oysaki Allah Subhanehu hiçbir kişiye taşıyabileceğinden daha fazlasını yüklemez.
Muhakkak ki Allah vaadine sadık olandır; zira o vaadinden caymaz: ِف اللَّ ُه َو ْع َده َ “ َولَن يُ ْخلAllah vaadinden asla dönmez.” (Hac 47) َّ ِف اللَّ ُه َو ْع َد ُه َولَك َمون ِ ََّر الن ُ َو ْع َد اللَّ ِه اَل يُ ْخل َ ِن أَ ْكث ُ اس اَل َي ْعل Nisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
76
KÜRESEL MALİ KRİZİN İZDÜŞÜMÜ ‘YUNANİSTAN KRİZİ’ VE ‘SON’UN EŞİĞİNDE KAPİTALİZM
benzemiyor. Nitekim krizin diğer Avrupa ülkelerine de sıçrayacağı yönündeki analizler için delil toplamakta pek zorlanmıyoruz.
15 Eylül 2008’de ABD’nin en büyük dördüncü yatırım bankası, Lehman Brothers’ın, çöküşü ile Dünya`da nefesini hissettiren “Mali Kriz”, bugünlerde en büyük etkilerinden birini Yunanistan`da göstermektedir. Avrupa’nın en zayıf ekonomilerinden biri olan Yunanistan’daki bu krizin Avrupa’nın en önemli ekonomilerinin başında gelen İspanya gibi bir ekonomi ile Portekiz’e ve İtalya’ya oradan da tüm Avrupa’ya yayılma tehlikesi, Batılı devletlerin uykularını kaçıracak derecede tedirgin etmektedir.
Şüphe yok ki Yunanistan’da zuhur eden bu buhranla beraber tartışılmaya başlanan en önemli konulardan birisi, bu krizin suya atılan taşın oluşturduğu halkalar veya domino taşları gibi çevresindeki ülkelere yayılma tehlikesidir. Özellikle şuanda İspanya’da ekonomideki göstergeler olumsuz yönde seyretmeye devam etmektedir. Nitekim Avrupa’nın dördüncü büyük ülkesi olan İspanya’da işsizlik şu anda %19 seviyelerinde ve Madrid hükümeti şimdilerde büyük bir borç yükü ve bütçe açığı ile boğuşuyor. Ülkede üretim 2009 yılında yüzde 3.6 daraldı ve 2010’da daha da fazla daralması bekleniyor. İspanya’daki bu göstergeler batılı ekonomistleri endişelendirmektedir. Portekiz ve İtalya’da da benzer bir tabloyla karşılaşıyoruz.
Atina’nın çiçeği burnunda Başbakan’ı Papandreou ülkesini bu krizden kurtarmak için emeklilik yaşını uzatma, bakanlarının maaşını kesme, benzin fiyatlarını yükseltme, emeklilerin maaşını kesme vb. ‘kemer sıkma’ icraatlarını uygulayamaya çabalarken, Yunanistan sokaklarında halk grevlerle, protestolarla bu sert tedbirlere karşı koymaya çalışıyor.
Dolayısıyla Yunanistan’daki bu krizin İspanya ve diğer ülkelere yayılması sadece Avrupa için değil Kapitalizm için felaket olacaktır.
Tüm Avrupa Yunanistan için ‘kurtarma operasyonu’ için çabalaya dursun; Ekonomistler şimdiden Avrupa için felaket senaryoları çizmeye başladılar bile. Bunda da haksız sayılmazlar; çünkü bu kriz sadece küçük bir ekonomi olan Yunanistan ile sınırlı kalacağa
Yunanistan’da patlak veren bu son kriz, Küresel Malî krizle ilgili olarak da önemli ipuçları vermektedir. Şöyle ki aylardır TV haberlerinde Ekonomik Kriz ile alakalı olarak haberler neredeyse yok denecek kadar
77
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
Çocuk Terbiyesinin Esasları ASIL DEPREM KÜLTÜREL ÇÖKÜNTÜ
azdı. Verilen haberler de çoğunlukla küresel krizin kontrol altına alınması için çabalandığı ve bunda da önemli başarılar elde edildiği yönünde saptırıcı haberlerdi. Fakat Yunanistan’daki bu gelişme Küresel krizin bitmediği, bitirilemediği bilakis giderek kontrol edilemez bir hal aldığını net bir şekilde ortaya koymuştur. Nitekim Yunanistan’ın önceki Başbakanı Karamanlis‘in ülkesinin içerisinde olduğu ekonomik sıkıntıları bildiği; fakat sürekli olarak halkına ve AB’ye ekonomiye dair pembe tablolar çizip ekonomik büyümenin devam ettiği yönünde yalanlar uydurduğu ortaya çıkmıştır. Ne zaman ki ekonomik göstergeler kontrol edilemez bir hal aldı, Karamanlis derhal erken seçim kararı aldı ki böylece ekonomik bunalımın yükü onun üzerine kalmasın.
Elazığ da meydana gelen depremde 51 Müslüman kardeşimiz vefat etti ve 200’e yakın kardeşimizde yaralandı. Öncelikle depremde vefat edenlere Allah azze ve celle’den rahmet, yakınlarına ise sabır ve hasta olanlara da acil şifalar dileriz. Meydana gelen depremle alakalı yazılan ve çizilenler genelde her ne kadar o bölgenin mimarı durumuyla alakalı olsa da, evlerin deprem dayanıksızlığı konusu yine sistemle alakası yokmuşçasına AKP iktidarından önceki iktidarlara fatura edilmiş ve bu arada şu andaki hükümet yine masum elbisesi giydirilerek medya tarafından suçsuz ilan edilmiştir. Oysa kimse bizzat sorunun sistemle alakalı boyutunu dinlendirme zahmetine girmemiş, bilakis insanlara sadece işin teknik aksaklıkları verilerek, bu aksaklıkların temeline inilmemiştir. Kaldı ki zaten bugüne kadar, gerek tek partili dönemde olsun gerekse koalisyon hükümetlerinde olsun bu insanların bu ümmetin mensuplarına bakış açısı asla değişmemiş ve gelen gideni aratır olmuştur.
İşte bu, Kapitalistlerin içerisinde oldukları çıkmazın üzerini nasıl örtmeye çalıştıklarının bir göstergesidir. Sıkıştırılan bir balonun, en zayıf olan noktasından patlaması gibi kapitalistlerin de sürekli olarak sıkıştırdıkları iktisadî sorunlar en zayıf noktalardan birinde patlak verdi. Ve böylece Kapitalistlerin sürekli olarak saklamaya çalıştıkları ekonomik kriz git gide büyüdü ve en zayıf olan yerinden Yunanistan’dan patlak verdi.
Ümmette de maalesef sistemin; gerek medya, gerekse eğitim ve gerekse diğer alanlarda uyguladığı yaptırımlardan dolayı bir türlü kendilerini yöneten bir avuç yöneticiyi muhasebe edememiş, muhasebe kültürünü kaybetmiş ve muhasebenin önü bizzat sistemin kasıtlı politikaları tarafından engellenerek, ümmet içinde yaşadığı zillete duçar olmuştur. Aynen ölümü gösterip sıtmaya razı eden bir anlayış gibi! İstanbul da yaşanan sel baskınından sonra da bütün sorumluların “bizim dönemimizde değil, sizin döneminizde” tartışmaları yaptığı gibi. Bu manada sorumlu devlet adamı anlayışı oluşmadığı gibi, ümmette de sorumlu teba anlayışı oluşmamıştır.
Son olarak Müslümanlara şunu hatırlatmak istiyoruz: Bir zamanlar çöküşün eşiğinde olan Osmanlı Hilafet Devleti için Avrupa Devletlerinin kullandığı ‘hasta adam’ benzetmesi şimdilerde Avrupa kulislerinde Yunanistan için kullanılır oldu. Biz ise bu teşbihi sadece Yunanistan için değil kapitalizm’in tatbik edildiği diğer Avrupa ülkeleri ile bu vahşi ideolojinin başı ABD için de artık kullanılma zamanının geldiğini sizlere müjdeliyoruz. Zira artık içerisine saplandıkları küresel mali kriz üzeri örtülecek gibi değildir. Bilakis bu kriz git gide derinleşip Kapitalizm’i ‘son’a doğru sürüklemektedir. Muhakkak ki bu ‘son’ kutlu bir dönemin başlangıcı olacaktır.
Kaldı ki bu kültürel zafiyetler sadece bugüne has değildir. Kâfir sömürgecilerin İslam’ı kendilerine hedef olarak gördükleri andan itibaren giriştikleri ve en son haçlı seferleri
Salih ÇELİK Nisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
78
Çocuk Terbiyesinin Esasları sonucunda bu ümmeti silahla yenemeyeceğini anladıkları andan itibarendir. Buna binaen kültürel saldırılar başlatarak bu ümmete zehirli fikirler aşılamaya başlamışlardır.
İslami kültürden uzak kaldığımızdan dolayı yaşanan bu kaos ortamından kurtulma noktasında ise bir türlü adım atamıyoruz. Kendi kültürümüzden kopukluğumuz bizi tam bir kavram kargaşası durumu ile baş başa bırakmış ve İslami kavramlar yerli yerince yerine oturmayan taşlar misali zihinlerimizde mücerret birer lafız olmaktan öteye de geçememektedir. Buna binaen bugün bu toplumda vakıaya ve eşyalara bakış açımız kendi kavramlarımızla olmadığı sürece, İslam ümmetinin nasıl ve neden kalkınması gerektiği sorusu ise hep havada kalacak ve bugünkü durumdan bir zerre ileriye gidemeyecek bir hal alacaktır.
Oysaki maalesef kimse bugün kalkıp ta batının kültüründen olan bu kavramların kaynağını sorgulamayı ele almak gibi bir araştırma girişiminde bulunmamış, hatta tam zıddı bu kavramları araştırmak yerine İslam’a bağlamaya yönelik çalışmalar yaparak kendi kültüründen habersiz olan bu ümmet daha da kötü bir durumla karşı karşıya bırakılmıştır. Ama biz biliyor ve inanıyoruz ki bu İslam dini en son din olmakla beraber sonsuza kadar meydana gelecek olan bütün sorun ve durumlarla alakalı çözümleri içinde barındıran evrensel bir dindir. Aynı zamanda bu yüce din, sorunları sadece çözmekle kalmamış, bunun yanında bu çözümlerin nasıl uygulanacağını da beyan etmiştir. Geriye kalan tek sorun ise bu sorunu tespit etmek ve çözümü İslam’ın vermiş olduğu bakış açısı ile değerlendirerek araştırıp öğrendikten sonra bunu amelle tatbik etmek olacaktır.
Bütün bu söylediklerimize binaen kültür; araştırılmasına bizzat akidenin sebep olduğu konulardır. O halde kimliğimizin bir gereği olarak bizler bugün İslam’ın gerek muhasebe, gerek eğitim, gerek siyaset ve gerekse diğer bütün alanlarla alakalı konularına hâkim olmamız ve yine sadece bununla yetinmeyip bizzat bunların tatbiki için gerekli olan İslami otoritenin kurulması içinde çaba ortaya koymalıyız gerekir ki, bu fikirler kitaplarda kalan teoriler nazarında kalmasın.
Ümmet inandığı akidesine göre İslam’ın en son din ve en mükemmel din olmasında şüphesi olmadığını söylemesine rağmen nasıl olurda bugün aynı ümmetin fertleri karşılaştığı durumlarla alakalı çözümleri İslam da değil de batıl olan beşer sisteminden çıkararak, onu tatbik etmek gibi bir hastalığın pençesine düşer? Kaldı ki yaşanan bunca sıkıntının esasına inilmedikçe bu ümmetin bu kültürel çöküntüden kurtulması da mümkün değildir.
Kerim HARUN
Konunun diğer bir yönü de esasın ne olduğu meselesidir. İslam’ın verdiği bakış açısına sahip olmak başlı başına bir esas oluştururken, maalesef bizler bunun bile sıkıntısını çekiyor ve İslam’ı asli kaynaklarından değil de İslam’ı anladığını iddia edenlerin kaynaklarından araştırma yoluna gidiyoruz. Bugün yaşananların farkında olmamız için öncelikle sorunu net bir şekilde idrak edip ona binaen çözüm araması gereken biz Müslümanlar,
79
KÖKLÜDEĞİŞİM - Nisan 2010
Duyuru
DUYURU 05.03.2010 Tarihinde Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin kararı neticesinde Dergi Merkezimiz aranmış ve bütün elektronik cihazlara el konulmuştur. Kayıtlarımızın olduğu ve yedeklerimizin de bulunduğu bütün bilgisayarlara ait Hard Diskler ve harici bellekler polis memurları tarafından alınmıştır. Bundan dolayı Abone Sistemimize ait olan bilgiler şu an elimizde mevcut değildir. Bütün okurlarımızın bu konuda bize anlayış göstermesini bekler ve gerek Web Sitemizden, gerek E-mail adreslerimizden, gerekse de telefon ile bize ulaşmalarını ve gerekli olan adres-iletişim bilgilerini yenilemelerini talep ederiz. Bu konuda, ortaya çıkan sonuçtan ötürü elimizde olmayan ve bizden kaynaklanmayan nedenlerden de olsa bütün okuyucularımızdan özür diliyor, helallik bekliyor ve geniş anlayışlarına sığınıyoruz. KöklüDeğişim Dergisi
Web Adresi: www.kokludegisim.net E-mail: kddergi@hotmail.com Telefon: 0 312 229 77 91 Fax: 0 312 229 77 92
Nisan 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM
80