AFAK - 0 PROLOG/Şubat ‘5 Bazı geceler tabiat, gündüzleri insanların duymadığı şeylere kulak kesilmiş gibidir. Ve bu, çoğu zaman gecenin son anlarına rast gelir. Yaşayanların, uyku katmanlarının en dibinde oldukları saatlere... İki kişi ve toplam dört ayakla bastığınızda çakıl taşlarının, dünyanın en kulak dolduran sesini çıkarabildiği saatlere. Hiç fırtına görmemiş gibi sakin duran suların, en fırtınalıyken bile duyurmadığı kadar sesini duyurabildiği saatlere. -Her şey neden bulanık? Cümleyi kurarken sakin suları izleyen uzun saçlı genç çocuk, konuşurken kullanılmayan soru işareti yerine gözlerini yanındaki kıza dikmeyi seçti. İkisi birlikte, sırtlarını kim bilir ne amaçla buraya dökülmüş olan beton bir yapıya dayamışlardı. Kıvrımlı sarı saçları beyaz yüzünün iki yanından aşağı uzanan genç kız, üşüyen ellerini ceplerine gömmüş ve bakışlarını karşı kıyının küçük görüntüsüne çivilemiş halde cevapladı: -Senin adın neden Afak? Afak, önce iki soru arasındaki bağlantıyı kurmaya çalıştıysa da başarılı olamayacağını anlayarak sorunun sahibine cevap verdi: -İdealist olup da idealleri olmayan bir babanın seçimi... ‘Ufuklar’ anlamına geliyor; umut, hedef, beklenti… Ne dersen işte... İmgesel bir şey yani… Gülümsediler. Evden çıktıklarında kapkara olan gökyüzü, şimdi kurşun cephaneliği gibiydi. -Çoğu isim, sadece bir beklentiyi dile getirmek için konmuş. Baban belki de kendine bulamadığı yüksek idealleri sana temenni etmiştir. Ve belki de her şey bu yüzden bulanıktır. -Hayırsız bir evlat olduğumu mu düşünüyorsun? -Kendine hayrı kalmamış desek daha doğru olur. -Hayrı bırakılmamış, desek? -En doğrusu olur. Afak da yeniden sulara döndü. Sabaha yüzünü dönen bu vakitlerde sessizliği bozan ilk iki şey hep aynıydı: Köpek ulumaları ve sabah ezanı. Birincisi çoktan başlamıştı ve son derece tedirgin ediciydi. Sanki hiç olmamış bir şey olacak ve bugüne dek olmuş her şeyi hiç olmamış hale getirecekti. Sanki gerçekte olmayan hayalet köpeklerin ulumaları… Sabah ezanı okunmaya başladığında bir şeyler hissetti Afak. Burada, bu sahneyi daha önce yaşamış gibi. Deja-vu’dan farkı, önceki defasında bunları konuşmadıklarına emin olmasıydı. Gün ağarıyor, Afak bulanıyordu: -Neden buraya geldik yine, bu dört yıl önce değil miydi? -Geçmişte olanlar, oldukları yerde tekrar tekrar yaşanır Afak; biz o noktayı geçeriz sadece. Bizi buraya sen getirdin. -Bizim seninle hiçbir sorunumuz yok ki. -Tam da o yüzden ikimiz buradayız. Elediklerinden geriye ben kaldım ve ben giderken, diğerleri gibi gitmeyeceğim. -Yıkılacak pek bir şey kalmadı zaten, onların enkazından sana yol yapalım. Gideceğin yere mutlu ulaş. Ama söyler misin, her şey neden bulanık? Ellerini ceplerinden çıkaran genç kız, bu sefer kollarını kavuşturdu ve cevapladı: -Çünkü şu an yattığın yerde, ömrünün en rahatsız uykusunu uyuyorsun. Bünyene kattığın maddeler, zaten normal çalışmayan düşüncelerini birbirine katıyor. Kendine bunu neden yapıyorsun güzel dostum? -Tanıdığım ve sevdiğim herkes için en az bir kez değiştirdim kendimi. Her şey sade ve sorunsuz gitsin istiyordum, uyumlu olmak istiyordum, hepsi bunun için. -Olanları bazen büyüttüğünü düşünüyorum, Afak. Küçümsemiyorum da ama herkesin yaşaması muhtemel şeyler değil mi bunlar?