KAF – 1 Eylül/’17 Tercihi, saatlerle birlikte yaşamaktan yana olsaydı, aynalara değil saatlere ihtiyaç duyardı. Oysa aradan geçen yılları yüzündeki izlerden anlamayı seçmişti ve kaç yıl geçtiğini bu sayede daha iyi biliyordu. İnsanların yüzündeki izlerin, izafiyetin en yetenekli piyonu olan saatlerden daha gerçekçi ve güvenilir olduğunu çok önceleri fark etmişti. Zihnindeki apsenin patlak verdiği gün… Saatler ve takvimler ne der bilmiyordu ancak onlarla asla hemfikir olmayacaktı yüzündeki izler; çünkü onlara göre çok zaman geçmişti. Hayatı aynalardan takip edenler için zaman, olayların değil kendi üzerlerinden geçer çünkü… Bunları kafasından, aynadaki yüzünü gözden geçirdi. Bugün, yıllar sonra ilk kez bir şey yapacak ve herkesten uzak olan evine bir misafir alacaktı. Bir gazeteci… Röportaj yapmak için gelecekti. Yıllar önce, her şeyin başındayken amacı bu olmasa da yazdıkları, söyledikleri ve düşündükleri nedeniyle zaman içerisinde büyük tartışmalar yaratmıştı. Ülkenin en çok konuşulan isimlerindendi. Romanlarının ve senaryolarının sanatsal yönünden çok, dilinde gezinen fikirlere takılan insanlar, onu göklere çıkarıyor, bir akım başlatıcısı, bir idol yerine koyuyorlardı. Tabi onu taşa tutanların sayısı diğer gruptan fazlaydı. Nedeni basitti: Herkesin bildiği, evlerinin ve zihinlerinin odalarında gizliden gizliye dillendirdiği şeyleri yüksek sesle söylemesi… Hepsinin şikayetçi olduğu sosyal hayatı, karın boşluğunu tekmelercesine eleştirmesi. Her birinin uyup da kurban olduğu ama uymaktan kendini alamadığı hatalı ahlak sistemini, elinin tersiyle itip, olması gerekeni anlatması… Manzara uzaktan “idealist” görünse de amacı asla idealist olmak olmamıştı onun… O, sadece hastalığına çare arıyordu. Hassasiyetle bezenmiş bilinci ve duyguları, “big-bang”ini yaşayıp patladığı andan sonra eski hayatına dönemedi. Eski arkadaşlarına, sevgilisine ve ailesine de… Tüm manaların birbirlerine düğümlendiği hayatında adının bile manasına dönemedi. Hayatının büyük değişimi bir travmayla başlamıştı. Bu travma, birçok şeyin başlangıcı ve sonuydu. Tarifsiz sevgisine rağmen insanlarla, arkadaşlarıyla ve ailesiyle arasına saydam bir setin çekileceği, bütün dünyaya yabancılaşacağı bir hayat başlamıştı o gün. Çünkü insanın kendisini tanıması, diğerlerine yabancılaşmasıyla başlar. Ya da başkalarını tanıma çabasından kendisini tanımaya zaman bulamaz. Hayatlar, bu ikilemde gelip gider… O’na göre ölüm bilinci, insan hayatındaki her şeyin gerçek değerini gösteren bir turnusol kağıdı gibiydi. Bir anda, kıymetli sanılan şeyler yere çalınabilir, hiç adı anılmayan şeyler ise baş tacı edilebilirdi. Hatalı hayatın düzensiz düzeninde hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan, çalışan, hayaller kuran, para kazanan ve harcamaya asla zaman bulamayan veya kıyamayan; telafi etmek için her zaman bir şans varmışçasına savaşan, çatışan, kalp kıran sıradan insanların bunu anlaması zor olsa da O, farkındalık hastalığıyla yeryüzüne fırlatılmış olarak, bilincinde olduğu ölümün varlığını ölmeden önce dibine kadar yaşamıştır. Bu bilince varış, elinde hiçbir şey kalmadığı o malum gün başlamıştır. Kutsal metinlerin bahsettiği “Ölmeden önce ölünüz” şiarı da tam olarak budur işte. O, güzel bir aileye, hayata, eşe ve arkadaşlara sahip, dört dörtlük bir hayat yaşıyorken, yaratılışının derinlerinde gizlenen hassasiyet yüzünden, her insanın yaşadığı ancak umursamadığı olaylardan sonra benliği dahil her şeyini kaybetmiş, fiziken değil ancak ruhen ölmüş ve ardından Tanrı’nın her insana yanında gönderdiği peygamberi, kendi peygamberini keşfederek yeniden