Ahmet yaşar ocak osmanlı imparatorluğunda marjinal sûfilik kalenderîler

Page 1


25 - ölüm yıldönümü vesilesiyle, modem TSrk tarihçiliğinin kurucusu merkum M . Fuad Köprülünün aziz hatırasına... A. Taşar Ocak

KALENDERÎLER (XIV—XVII. Yüzyıllar)


A T A T Ü R K K Ü L T Ü R , D lL VE T A R İH Y Ü K S E K K U R U M U T Ü R K T A R İ H K U R U M U Y A Y I N L A R I V II. Dizi — Sa. 130

OSMANLI ÎMPARATORLUĞU’NDA MARJİNAL SÛFÎLİK:

KALENDERÎLER (XIV -XV II. Yüzyıllar)

AHM ET YAŞAR O CA K

TÜRK

TARÎH

KURUMU

19

BA SIM EV î — AN K A R A

9 2


İ Ç İ N D E K İ L E R Ö N SÖ Z

............................................................................................

K IS A L T M A L A R LİSTE Sİ

K A Y N A K L A R VE A R A Ş T IR M A L A R 6 İRİŞ :

IX

......................................................... X III .................................. X X I

K A L E N D E R İL İĞ İN D O Ğ U Ş U V E G E LİŞ M E Sİ I - K A L E N D E R İL İĞ İN S O S Y A L T E M E L L E R İ II

- K A L E N D E R İL İĞ İN M lS T lK T E M E L L E R İ:

3 5

A; Eski Hind vc Iran mistisizmi ve mistik çevre­ leri

............................................................................

6

Melâmet ve Melâmetîlik cereyanı ....................

11

III - İL K K A L E N D E R ÎL E R V E C E M A L Ü ’D -D ÎN -1 S Â V Î’YE K A D A R K A L E N D E R ÎL İK ...................

16

B)

IV - G E M A L Ü ’D-DÎN-I SÂV İ A) B) V

VE

K A L E N D E R L İK

......................................... Ccmâlü’d-Din-i Sâvl Cemâlü’d-Dîn-i Sâvi’nin Kalenderiliği teşkilâtlaması ......................................................................

25 32

- C E M A L Ü ’D-D ÎN -1 S Â V Î’D EN S O N R A K A L E N D E R ÎL İK A) B) C)

Mısır, Sûriye ve Irak’t a ....................................... İran’da ................................................................... Orta Asya ve Hindistan’da ...............................

35 39 51

BİRİNCİ BÖ LÜ M : O S M A N L I İM P A R A T O R L U Ğ U M D A K A L E N D E R ÎL E R : T A R İH Ç E I - K A L E N D E R İL İĞ İN A N A D O L U ’Y A G İR İŞ İ V E O S M A N L IL A R ’D A N Ö N C E A N A D O L U ’D A K A ­ L E N D E R ÎL E R .......................................................... ..

61

A)

Anadolu’da popüler Kalenderîlik

....................

62

B)

Anadolu’da yüksek zümre K a le n d e r îliğ i.........

75

I I - O S M A N L I D E V L E T l’N lN K U R U L U Ş D Ö N E ­ M İN D E K A L E N D E R ÎL E R : A B D Â LÂ N -I R Ü M Y A H U T R U M A B D A L L A R I


VI

İÇİNDEKİLER

III -

A)

“ Abdâlân-ı R ûm ”

.......................................

85

B)

Kuruluş devrinde Rum Abdalları ........................

87

X V . Y Ü Z Y I L D A K A L E N D E R ÎL E R ........................

93

I V - X V I.-X V I I. ve

A)

tâbiri

Y Ü Z Y IL L A R D A

m u h t e l if

K A L E N D E R ÎL E R

k a l e n d e r î zü m r e l e r i

Kalenderîler’i nitelemek için bu devirde kul­ lanılan isimler

B)

X V I .- X V I I . releri

yüzyıllardaki

1. 2. 3. 4. 5. 6. 7.

Kalenderler veya Kalenderîler ............................. H aydarîler ................................................................ Rum A bdalları ......................................................... Câm îler ...................................................................... Torlaklar .................................................................. Şemsîler .................................................................... Nîm etullahîler .........................................................

110

V - K A L E N D E R ÎL E R V E O S M A N L I Y Ö N E T Î M t VI -

.

121 129

-

D O K T R İN A)

II -

110 113 115 116 118 119 119

K A L E N D E R ÎL E R , H A L K H A R E K E T L E R İ V E A N A R Ş İK O L A Y L A R ................................................

/KİNCİ B Ö L Ü M : D O K T R İ N , E R K Â N , Â Y İ N V E D ETLER , T E Ş K İL A T I

103

Kalenderî züm­

.......................................................................

T asavvufî unsurlar

B)

H urûfî tesirler

C)

Ş îf

................................................

141 141

......................................................

154

............................................................

155

...............................................................................

161

tesirler

ERKÂN

İB Â ­

A)

K ılık, kıyafet

B)

Ç ihâr

C)

R iyâzat

....................................................................

167

D)

Seyahat

....................................................................

168

(Çâr)

........................................................... D arb

................................................

E)

Tese’ ül (dilenme) veya ccrr

F)

Mücerredi ik

G)

Mahbupperestlik (O m alperestlik)

161 164

........................

>69

...........................................................

17°

.....................

I7 I


V II

ÎÇÎNDEKÎLER

III - Â Y İN V E İBA D ETLE R A) Kalenderîliğe mahsus âyinler B) C)

..............................

174

Raks ve esrar ........................................................ Şer’î ibadetler ....................................................

177 180

IV - T E Ş K İL A T

..........................................

182

A)

Müridler ve şeyhler

VE

YAPI

......................................

182

B)

Zaviyeler ve tekkeler

......................................

184

ÜÇÜNCÜ BÖLÜ M : K A L E N D E R ÎL İK V E D İĞ E R R İK A T L A R , H A L K V E K Ü L T Ü R I

TA­

- EHL-İ H A K L A R ’D A V E H Â K S Â R İL İK ’T E K A ­ LEN D ERÎ BAZI E T K İL E R .................................... 201

II - M E V L E V ÎL İK V E H A L V E T ÎL İK ’T E K A L E N ­ D ER Î E T K İL E R ....................................................... 202 205 III - K A L E N D E R ÎL İK V E B E K T A Ş ÎL İK ..................... IV -

SONUÇ :

K A L E N D E R ÎL E R , H A L K

Kalenderîler ve kamu oyu .................................

215

B)

Kalenderîler ve evliyâ kültleri ...........................

220 221

C)

Kalenderîler ve iskân

D)

Kalenderîler ve folklor

E)

Kalenderîler, edebiyatve müzik

...................................... .....................................

223

.......................

225

..........................................................................................

231

B İB L İY O G R A F Y A EK LER

VE K Ü LTÜ R

A)

.........................................................................

............................................................................................

G EN EL İN D E K S

.........................................................................

235 247 2„


Ö N SÖ Z Kalenderîlik. ortaçağ Islâm dünyasında tasavvuf tarihinin belki cn ilgi çekici sayfalarından biri olduğu kadar, Türkiye’ nin dînî-sosyal tarihinin de en önemli konularından birini teşkil eder. Yalnız Islâm dünyasında değil, Türkiye tarihinde de tasavvuf! te­ şekküllerin heterodoks kesiminin gelişim süreci büyük ölçüde K a ­ lenderîliğe bağlıdır. Daha 1922’lcrde, “ Anadolu ve Garbi İran'da XI. (XVII.) asra kadar kurretle devam edm dîni kaplatmalar ve VII. {XIII.) asırdan itibaren teşekkül eden muhtelif zümre ve tarikatlar, mâhiyet ve ehemmijyeti ilim Alemince hâlâ anlaşılamayan bu Kalenderiyye tarihim şiddet­ le merbut bulunuyor.” (“ Anadolu'da İslâmiyet” , D E F M , 4(1338)* s. 298) demek sûretiyle Kalenderiliğin tarihçesinin önemini çok açık bir ifadeyle belirten merhum Fuad Köprülü, Osmanlı im pa­ ratorluğunun menşeine dair 1935 yılında Sorbonne Üniversitesi’ nde verdiği seri konferanslardan birinde de, “ Kalenderiyye Tarika­ tı'na gelince, yalmz Anadolu'mtn dtnî tarihi değil, umumiyetle tasavvuf ta» rihi bakımından birinci derecede miihim olan -w buna rağmen hakktnda he­ nüz en basit bir monografi bile bulumnetyan- bu tarikat...” (Osm. tmp.nun Kuruluşu, Ank. 1972, s. 167) sözleriyle onüç yıl sonra bu önemi bir kere daha vurgulamış oluyordu. Kendisi 192a yılında, yukarda zikredilen ünlü makalesinde Kalenderîliğe dair söyledikleri için bu konuda hazırladığı monografiyi referans göstermeğine rağmen, öyle anlaşılıyor ki, 1935’te de bu monografi henüz yazılmamıştı. Çeşitli meşguliyetleri bu büyük âlimi bu önemli monografisini ka­ leme almaktan alıkoymuştu. Aslına bakılırsa o tarihlerden bu yana tam elli beş yıl geçmiş olmasına rağmen, bilebildiğimiz kadarıyla böyle bir monografi ne Türkiye'de ne de Türkiye dışında henüz yayınlanmış değildir, işte bizi bu konu üzerinde çalışmaya sevkeden sebeplerden birisi bu olmakla birlikte, bir diğeri de konunun arzettiği önem olmuş­ tur. Bu çalışm an ın hemen her safhasında merhum F. Köprülü’nün nc kadar haklı olduğunu defalarca müşahede etmiş bulunuyoruz. Bir kere daha anlaşıldı ki, Kalenderiliğin tarihi çok iyi incelenme­ den -başta Bektaşîlik olmak üzere- Anadolu’daki hiç bir popüler dînî vc tasavvufî akımı ve teşekkülü anlamak mümkün değildir.


X

ÖNSÖZ

Hattâ yalnız tek tek tarikat şeklinde teşkilatlanmış sufi birlik­ leri değil, ilk bakışta bu sûfî birliklerden ayrı duruyormuş gibi gö­ züken Y unus Emre vb. X I I I. ve X I V . yüzyılın tanınmış halk mu­ tasavvıflarını dahi, Kalenderıliği bilmeden anlamak mümkün ol­ mayacaktır. Nitekim bugüne kadar Türkiye’de ve dışarda yapılan araştırmaların önemli bir kısmı bu yüzden yetersiz kalmıştır. K a ­ lenderîlik, yalnızca zikrettiğimiz yüzyıllarda değil, müteakip yüz­ yıllarda bile O rta A sya’dan Anadolu’ya ve hattâ Rum eli’ye kadar popüler sûfîliği sanıldığından çok daha fazla kucaklamış bir üst sûfî mekteptir. Burada Kalenderilikten kastımız, yalnızca, ilk ön­ ce İran’da bu isim altında ortaya çıkıp yayılan tarikatı değil, Ka­ lenderiyye adım taşımamakla beraber başka isimler altında görülen, l'eseviyye, Hayderiyye ve Vefâiyye vb. öteki sûfî teşekkülleri de içine alan bu büyük mektebin kendisidir. A ncak Osmanlı İm parator­ luğu dönemi itibariyle bizi en çok ilgilendiren Bektaşîliktir. Bugüne kadar Bektaşîlik üzerinde yüzlerce araştırma yayın­ lanmış olmasına karşılık, ona temellik etmiş çok daha geniş çaplı ve bütün bir İslâm dünyasına yayılmış bir akımın devre dışı kal­ ması ilk bakışta şaşırtıcı geliyor. Am a galiba bunun belki en belli başlı sebebi de K alenderîliğin bu kadar geniş ve köklü bir tasav­ v u f akımı olmasına rağm en, m âhiyet ve önem inin kesinlikle hâlâ anlaşılmamış bulunmasıdır. A ncak biz de burada, bütün İslâm dünya­ sına şâmil bir K alenderîlik tarihi ortaya koyduğumuzu iddia edecek durum da değiliz. Bunun şahsen bizim için imkânsız olduğunu pe­ şin olarak kabullenm em iz gerekir. Bir defa her şeyden önce, bu ka­ dar dağınık m alzem eye ulaşabilmek ve ulaşılabilse bile, yeterince değerlendirebilm ek hayli zordur. Bu sebeple biz, ister istemez ça­ lışmam ızı A nadolu Selçukluları ve Osmanlı dönemi ile sınırlan­ dırm ak zorundaydık. Bununla beraber, eseri okuyanlar özellikle giriş bölümünde, belirtilen dönem ler ve alanların dışındaki bölgelerde, Kalenderiliğin doğuşu ve gelişip yayılm asına dair oldukça geniş çerçeveli bir tarihçe bulacaklar, böylece parçayı bütüne bağlam a imkânını el­ de etmiş olacaklardır. Giriş bölüm ünün normalden daha uzun tu­ tulmasının bir sebebi bu dur. D iğer bir sebebi de, hâli hazırda bu bölüm ün yayınlanm ış ilk genel K alen d erîlik tarihine dair bir de­ neme teşkil etmesidir. Birinci bölüm de, A nadolu Selçuklular) ve Osm anlı dönem­ lerinde K alen d erîliğin tarihçesi eldeki malzeme nisbetinde hemen


ÖNSÖZ

XI

hemen bütün yönleriyle ele alınmağa çalışılmış, ikinci bölümde genel olarak -ağırlık belirtilen dönemler olmak üzere- doktrin, erkân, âyin vc ibâdet, teşkilât yönü İncelenmeğe gayret edilmiş, üçüncü vc son bölümde ise. Kalenderîliğin diğer tarikatlarla iliş­ kisi, kamu oyundaki aksi, ve nihayet kültürel ve folklorik yönü in­ c e le n m e k istenmiştir. Bütün bu zikredilen meselelerin tam bir ol­ gunlukla işlenebildiği iddiası kesinlikle söz konusu değildir. Ancak elden geldiği nisbette yalnız klâsik tarih kaynaklarına değil, baş­ ta Kalenderî kaynakları olmak üzere, her türlü edebi ve folklorik kaynak vc malzemeye dayanılmaya çalışılmıştır. Bununla birlikte, gözden kaçmış veya ulaşamadığımız bazı malzemenin bulunabi­ leceğini dc hesaptan çıkarmış değiliz. Ne var ki, bugüne kadar bir bütün olarak çalışılmamış bir ko­ nu olması itibariyle, gerek belirtilen hususlarda, gerekse metodolo­ ji bakımından göze çarpacak yanlışlık vc eksiklikler bulunması bir anlamda kaçınılmazdır. Bu sebeple, bunlann anlayış ve hoşgö­ rü ile karşılanarak düzeltilmesi konusunda iyi niyetli yaklaşım­ larla yardımcı olunacağını ummaktayız. Dolayısıyla bunların iler­ de giderilebileceğine olan inancımız bize teselli vermektedir. Sözümüzü bitirmeden önce burada, Başbakanlık Osmanlı Ar­ şivi, İstanbul Üniversitesi, Süleymaniyc ve Millet Kütüphaneleri yö­ netici ve çalışanlarına, gösterdikleri yakın ilgi ve yardımseverlikleri için; Topkapı Sarayı Müzesi minyatür albümlerinde mevcut, K a­ lenderî dervişleri ile ilgili çeşitli minyatürlerden faydalanmamız ko­ nusunda yardımlarım esirgemeyen Hacettepe Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü Başkanı Sayın Prof. Dr. Günsel Renda ile, Berkeley California Üniversitesi Yakın Doğu İncelemeleri Bö­ lümü öğretim üyesi Dr. Grace Martin Smith’e de bu cömertlikleri için minnet ve teşekkürlerimizi özellikle belirtmek isteriz. Ankara, 6 Mayıs 1990

A. Yaşar Ocak


K I S A L T M A L A R L İS T E S İ Ahmed Refik

 lî AO. Arslanbay

Âşık Çelebi Âşıkpaşazâde Attar

A Ü D TC FD . ay. el-Aynî

: Ahmed Refik, “ Osmanlı devrinde Râfızîlik ve Bektaşilik” , DEFM, IX/2 ( 1932). Gelibolulu Mustafa Âlî, Künhil'l-Ahbar, 5. cilt, İstanbul 1285. : Archivum Ottomanicum, Paris. : Muhiddin Arslanbay, Seyyid Battal Ga­ zi’nin Hayatı ve Menkabeleri, Eskişehir *953: Âşık Çelebi, Meşâiru.'ş-Şuarâ, faks. nşr. Meredith-Ovvens, London 1971. : Âşıkpaşazâde Tarihi, nşr. Âlî Beğ, İs­ tanbul 1332. : Ferîdu’d-Dîn Attar, Tadhkiratu'l-Awliyâ, nşr. R.A. Nicholson, London 1905, II cilt. : Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Ankara. : Arapça yazmalar. : Bedru’d-Dîn el-Aynî, İkdu'l-Cümân, Bayezıt Genel Ktp., 20. cilt, nr. 2392.

Baldırzâde

: Baldırzâde Mehmed, Ravza-i Evliyâ, Süleymaniye (Hacı Mahmud) Ktp., nr. 4560.

Bareau

: Andr£ Bareau, Les Religions de Cinde III: Bouddhisme, Jainisme et Religions Archaiques, Paris 1966. : Michel Baudier, Histoire Gtnirale de la Religion des Turcs, Paris 1625.

Baudier Belîğ el-Birzâlî

: İsmail Belîğ, Güldeste-i Riyâz-ı irfan, Buna 1302. : el-Birzâlî, Tarih, Topkapı Sarayı M ü­ zesi (III. Murad) Ktp., nr. 2951.


XIV

KISALTM ALA R

Broune

: E. G. Bro\vnc, .4 Literary History of Persia, London 1902-1926, IV cilt. : Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, İstanbul.

BTTD . Cantacasin

Celâlzâdc

DEFM. Devletşah Digby

Eflâkî E h ’2 Elr. Esfirâzî

Fakiri fy GEFD. Güzel Hammer Harirîzâde

: Th. Spandouyn Cantacasin, Petit TraİU de rOrigine dts Turcs, nşr. Ch. Schefer, Paris 1896. : Celûlzâde Mustafa (Koca Nişancı), Tabakâtu'l-Memâlik ve Derecâtul-Mesâlik, faks nşr. Petra Kappert, Wiesbaden 1981. : Dâru'l-Fünûn Edebiyat Fakültesi Mec­ muası., İstanbul. : Devletşah, Devletşah Tezkiresi, çev. Ne­ cati Lugal, İstanbul 1977, 2. bs. : Simon Digby, “ Qalandars and related groups” , İslam in Asta, nşr. Yohaııan Fricdmann, Boulder-Colorado 1984. _ : Ahmed Eflâki, Manâkib al-Arifîn, nşr. T. Yazıcı, Ankara 1959-1961, II cilt. : Encyclopedie de Vİslam, Leiden, 1. ve 2. bs. : Encyclopaedia Iranica, Leiden. : M uînu’d-Dîn-i Esfirâzî, Ravzatu l-Cennât, nşr. S. M uham med K âzım , T ah ­ ran 1338 hş. : Fakiri, Risâle-i Târifat, İÜ . nr. 3051. : Farsça yazm alar.

K tp , ty.

: Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, Ankara. : Abdurrahm an G üzel, Kaygusuz Abdal, Ankara 1981. : Joseph de Hammer, Histoire de VEmpire Ottoman, 1. cilt, Paris 1835. H arirîzâde K em âlu ’d-D în, Tiby&m Vesâili'l-Hakayık, Süleym aniye (Fatih) K tp., nr. 430-432, I II cilt.


KISALTMALAR

Hasluck,

Ckristianity

Tetkikler Hatib-i Fârisî Herevî Hoca Sâdu’d-Din Hııcviri

W

F.\V. Hasluck, Ckristi&nitj m i idam l'nder the Sultan. Chrford 1929, II cilt. Aynı yazar, Bektaşilik Teikiklcn, çcv. R. Hulusi, İstanbul 1928. Hatîb-i Fârisi, Manâkib-i Cemal ml-Dîm-i Sâri, nşr., Tahsin Yazıcı. Ankara 1972. Ensâri-i Hrrevi, Tabakât-ı Sifrpt, nşr. A. Habibi. Kâbul 1962. Hoca Sâdu'd-Din, TSn't-TfrSrik, İs­ tanbul 1979, II cilt. Hucviri, Keş/u'l-Mahcfb Hakikat Bil­ gisi), çcv. Süleyman Uludağ, İstan­ bul 1982.

Hulvî

Hulvî Şeyh Mahmud, Lemezât. A Ü . Dil ve Tarih-Coğrafya Fak. .İsmail Sâib) Ktp., I. kısım, nr. 722.

H. Hüsâmeddin

Hüseyin Hüsâmeddin. Amasya Teriin, 2. cilt, İstanbul 1329-1332. İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1942-1986.

İA. İbn Battuta

İbn Hacer İbn Kemal

İbn Tağribirdi

lbnü’l-Hatib

IJM ES.

Les Voyages d'lbn Baloutah, nşr. C. Dcfr£mâry B.R. Sanguinctti, Paris 18741879, v ciltİbn Hacer el-Askalâni, td-Dûrenı'l-Kâmine, Haydarabad 1340, II cilt. : İbn Kemal, Tev&rih-i Âl-î Osmak, nşr. Şerafettin Turan, 1. vc 2. ciltler, An­ kara 1971-1983. : İbn Tağribirdi, el-Menhela's-Sifî, Topkapı Sarayı Müzesi (III. Ahmed) Ktp.. nr. 3018. : Muhammed b. cl-Hatib, Fmstiia'l-AdM* f i Kor&idi's-SaJlOMt, nşr. O. Turan, Fu­ tu/ KSpriUi Armtğenu İstanbul 1953, ss- 553*564 : InUmatioml Jottmal * f \ tM it Etsi St*~ dies.


XVI

K IS A L T M A L A R

Im ber

: Colin Im ber, “ VVandering dervishes” , Proceedings o f the Eastern Mediterranean Seminar (1977-1978), U niv. o f M anchester, 1980. : Journal o f Indian History, London. JIH . Kissling : H . Joachim Kissling, Sultan Bajezid's II. Beziehungen zu Markgraf Francesco II. von Gonzago, M ünchen 1965. K onyalı : 1. H akkı K on yalı, Âbideleri ve Kitâbeleri ile Niğde, Aksaray Tarihi, İstan­ bul 1975. Köprülü, İlk Mutasavvıflar : Fuad K öprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, A n kara 1966, 2. bs. Influence A yn ı yazar, Influence du Chamanisme Turco-Mongol sur les Ordres Mystiques Musulmans, İstanbul 1929. A y n ı yazar, Osmanlı İmparatorluğu'nun Kuruluş Kuruluşu, A n kara 1972, 2. bs. A b d u ’l-K erîm K u şeyrî, Kuşeyrî Risa­ Kuşeyrî lesi, çev. Süleym an U lud ağ, İstanbul 1978, 1. bs. Lâm iî M akrîzî, el-Hıtat es-Sülûk Mâsum-i Şîrazî

M ecdî Menâkıb-ı BK.

Menâkıb-ı HBV. Menavino

L â m iî Çelebi, Terceme-i Nefehât, İstan­ bul 1270. M ak rîzî, Kitâbu'l-Hıtat, K a h ire 1270 A yn ı yazar, Kitâbu's-Sülûk, nşr. M . Z i­ yade, 1. cilt, K a h ire 1936. M uh am m ed M âsum -i Ş îrazî, Tarâiku'l-Hakayık, nşr. M . C âfer M ah cû b, T ah ra n (tarihsiz), I I I cilt. Edirneli M ecd î, Terceme-i Şakayık, İs­ tanbul 1269. Menâkıb-ı Baba Kaygusuz, A bd urrah­ m an G üzel Ö ze l K ü tü p hanesi nüs­ hası. Manâkib-i Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli, nşr, A . G ölpınarlı, İstanbul 1958. ; Antonio M enavino, I Costumi et la Vita Turchi, Fiorenza 1551.


KISALTMALAR

MIQ_. MSOS. Müneccimbaşı Nakosteen

Nergisi Neşri

Nevâyî de Nicolay Nişancı OA. O ruç Beğ

Peçevî R icaut Ruben es-Safedî

Sâmi M irzâ

Schweiger SI.

X V II

: Medieval India Quarlerly, London. : Mitteilungen des Seminars für Orientalische Sprachcn. : Müneccimbaşı, Sahâifu’l-Ahbar, 3. cilt, İstanbul 1289. : Mahdi Nakosteen, The Rubaiyyat of Ba­ ba Tahir Oryan of Mamadan, BoulderColorado 1967. : Nihalistan-ı İrem, Bulak 1255. : Mehmed Neşrî, Kitâb-ı Cihannümâ, nşr. Franz Taeschner, Leipzig 1951—1955, II cilt. : Ali Şîr Nevâyi, Nesâyimu’ l-Mahabbe, nşr. Kemal Eraslan, İstanbul 1979. : Nicolas de Nicolay, Navigations et Piregrinations, Paris 1527. : Nişancı Mehmed Paşa, Tarîh-i Nişan­ cı, İstanbul 1290. : Osmanlı Araştırmaları (The Journal of Ottoman Studies), İstanbul : Oruç b. Âdil, Oruç Beğ Tarihi (Tevârîh-i Âl-i Osman), nşr. Franz Babinger, Hannover 1925. : Peçevî İbrahim, Tarîh-i Peçevî, 1. cilt, İstanbul 1283. : Paul Ricaut, Etat Prisent de l'Empire Ottoman, Paris 1670. : YValter Ruben, Buddhizm Tarihi, çev. Abidin İtil, Ankara 1947. : İbn Aybek es-Safedî, Târîhu A'yâni’ lAsr, Süleymaniye (Ayasofya) K tp ., 2. cilt, nr. 2970. : Sâmi M irzâ, Tuh/e-i Sâmi, Süleym a­ niye (Ayasofya) K tp ., 4248 num ara­ lı mecmua içinde. : Salomon Schweiger, Constantinopel, Nurnberg 1539. : Studia Islamica, Paris.


X V III Sipehsâlâr

Soluk*;\dc

Sührrvcnif

rS'Sülrmi

Şükrü TA. TD TDA. T D A l. TDVİA. TED. THEA.

KISALTMALAR

: Feridûn b. Ahmed Sipehsâlâr, Menâkıb-ı Mevlânâ Celâlu d-Dtn-i Rûmt, çev. Ahmed Avni, İstanbul 1331. ; Tarih-i Solakzâdt, İstanbul 1298. : Şihûbu'd-Din Ebû Hafs Ömer es-Sühreverdî, Atârifu’l-Maârif, (îhyâu Ulûm i’d-Dtn kenarı), ı. cilt, Bulak 1289. Abdu’r-Rahman es-Sülemi, Tabakâtu's-Sûfiyye, nşr. N. Şeribe, Kahire 1969, 2. bs. Şükrü, Seyyid Battal Gazi, İstanbul 1334. Türk Ansiklopedisi, İstanbul 1942. Tarih Dergisi, İstanbul. Türk Dünyası Araftırmalan, İstanbul. Türk D ili Araşhrmalan i'ıllığt (Belle­ ten). Ankara. Türkiye Diyânet Vakfı İslam Ansiklopedisi. Tarih Enstitüsü Dergisi, İstanbul. Türk Halk Edebiyatı Ansiklopedisi, İstan­ bul

7"ATTÂ'A. ty. Vâhidi

VD. Vdiyrtaimt-i AM . VeUyetaâme-i OB.

VdfyrtMİmr i SŞ.

1935.

Türk Kültürü, Ankara. Türk Kültürü Araşhrmalan, Ankara. Türkçe yazm alar. V âhid î, Menâkıb-t Hâce-i Cihan, Bibi. N at. de Paris, Suppl. turc, nr. 1558. Vakıflar Dergisi, Ankara. Velâyetnâme-i Abdal Musa, Bedri Noyan ö z e l Kütüphanesi. K ü çü k A bdal, Velâyetnâme-i Otman Ba­ ba, A n kara A dn an ö tü k e n H alk K ü ­ tüphanesi, nr. 643. Velâyetnâme-i Seyyid A li Sultan, A n kara A dnan Ötüken H alk Kütüphanesi, nr. 1189. Veliyetnâme-ı Sultan Şurâu'd-Din, O rhan K ö p rü lü ö z e l Kütüphanesi. M'iater ^eitsekrift fS r Kunde des Morgeniandes. Zritschrift für Geschichtswissenchaft.


K AYN A K LAR VE ARAŞTIRM ALAR


K AYN A K LAR VE ARAŞTIRM ALAR I -

KAYN AKLAR:

K a len d erîlik aşağı yukarı X I. yüzyıldan beri İslâm d ü n ya­ sında ta sa vvu f akım larının en eskilerinden vc sosyal hareketlerle en yakın d an ilgisi bulunanlardan biri olarak dikkati çeker. Hem eskiliği, hem de klâsik tasavvufun m uhalif kanadını oluşturması se­ bebiyle daha çok eskilerden beri, başta tasavvuf kaynakları olm ak üzere, yazılı kaynaklarda yer almıştır. Bu yüzden pek çok türden kaynakta K alen d erîlik yah ut Kalenderîler hakkında m âlum at bul­ m ak m üm kün olm aktadır. Bunlar başlıca üç ana grupta toplan­ m akla birlikte, bunların da kendi içlerinde bazı alt-gruplar teşkil ettikleri görülür: A) T a s a v v u f k a y n a k la r ı : i. Kalenderî kaynaklan'. B ilebildiğim iz kadarıyla bugün bize intikal eden en eskilerin­ den olarak hiç şüphesiz, Büyük Selçuklu İm p aratorluğu n un kuru­ luş yılların da yaşamış bulunan büyük sûfî B aba T âh ir-i Ü ryan ( ıo 5 5 ?)’ın eserlerini zikred eb iliriz1. Bunlar arasında en baş­ ta, K alen d eriliğin dünyaya bakış tarzım anlam am ıza geniş çapta yardım cı olup, samîm i bir şekilde kendi sûfî telâkkilerini terennüm ettiği Rubâiyyat’ı i l e 2, el-Kelimâtii'l-Kısar3 ve nihayet el-Fütûhatü'rRabbâniyye4 isimli eserleri gelir. Bunlardan ilki bizzat kendisi tara1 Baba TAhir-i Üryan hakkında bk. V. Minorsky, “ Baba Tahir Üryan” , E / ı,a ; E.G . Brovvne, A Lilerary Hislory o f Prrsia, London 1905, I, 83-87, II, 259-61; Mahdi Nakosteen, The Rubaiyyat o f Baba Tahir Oryan o f Hamadan, Boulder, Un. of Colorado, 1967, ss. 1-27. Bunlardan başka V. Minorsky’nin zikredilen makalesinin sonundaki bibliyograf­ ya kısmından da yararlanılabilir. * Rubaiyyat'\n, farsça metni ile birlikte İngilizce çevirisini de ihtiva eden zik­ ri geçen neşrinden başka, muhtelif tarihlerde ve çeşitli dillerde yayınlanmış di­ ğer inceleme vc çevirilerine dair yine Minorsky’nin belirtilen makalesine bakı­ labilir. 3 El-Kelimâtil'l-Kısâr, vaktiyle İran’da yayınlanmış bulunan Arma&*n mec­ muasının 8. sayısında (sene 1306 hş., ss. 1-124) yayınlanmıştır. 4 Bk. Biblioth£que Nationale de Paris, E. Blochet, arapça yazmalar no >903, vv. 74a-105b.


X X II

KAYNAKLAR

f in d a n

v e fa r s ç a

d e r le n e n

y a z ılm ış o lu p ,

s û f iy â n e

H e r ik is in in d e y a y ın la n m ış t ır 5. D aha

s ö z le rd e n

arap ça

s o n ra ,

şe r h le ri

aym

d iğ e r ik is in in ise, o n u n a ğ z ın d a n

m eydana

ş e k ild e

g e ld ik le r in e

m e v c u t o lu p ,

K a le n d e r iliğ in

şü p h e

y o k tu r.

b u n la r d a n

b a z ıla rı

ta s a v v u fî

te lâ k k ile ­

r in i b iz e y a n s ıtm a k b a k ım ın d a n ö n e m ta ş ıy a n Kalendernâmeler’ i z ik ­ r e t m e liy iz . M e s e lâ b u n la r d a n b ir i, B a b a T â h i r ’ d e n y a k la ş ık yetm iş y ıl

s o n r a v e f a t e tm iş

( ıo 8 8 - 8 9 ) ’ n in

fa r s ç a

b u lu n a n

ü n lü

R isâle-i

s û fî H â c e

A b d u lla h - ı

Kalendernâme's i d ir 6.

K e n d is i

E n sârî a slın d a

t ip ik b ir K a le n d e r o lm a d ığ ı h a ld e , b u e ğ ilim i b en im sem iş v e b irk a ç v a r a k lı k b u k ü ç ü k ris â le s in d e , b ir k a le n d e r in a ğ z ın d a n k e n d i d ü n ­ y a g ö r ü ş ü n ü d ile g e tir m iş tir . İ k in c i Kalendernâme ise, X I V . y ü z y ılın b a şla rın d a S e y y id H ü ­ s e y in E n îs î a d lı b ir K a le n d e r î şe y h i ta r a fın d a n k a le m e alın m ış olu p fa r s ç a v e m a n z u m d u r 7. B u r a d a d a y in e a y n ı şekild e d ü n y a y a y u ­ k a r d a n b a k a n , b o ş v e re n b ir te lâ k k i d ile g e tir ilm e k te d ir . K a le n d e r iliğ in rih ç e s i iç in

hem

son d e re c e

te lâ k k ile r i h e m

de bilh a ssa ta ­

ö n e m li b ir d iğ e r k a y n a k ,

in a n ç

ve

i3 5 o ’ lere d o ğru

H a t îb - i F â r is î a d h b ir K a le n d e r î şe y h in in y a z d ığ ı M enâkıb-ı Cemâlifd -D în -i S a y f’ d ir. M a n z u m v e m e sn e v î ta r z ın d a farsça y a z ılm ış b u lu n a n b u eser, k ro n o lo jid e k i b a z ı y a n lış la r ın a ra ğ m e n , d iğ e r ta ­ r ih î k a y n a k la r la d o ğ r u la n a b ilir o lm ası v e ö z e llik le b ü y ü k K a le n ­ d e r î şe y h i C e m â lü ’ d - D în - i S â v î ( i2 3 2 - 3 3 ) ’ n in v e çev re sin d e k i d i­ ğ e r ş e y h le r in h a y a t ı v e fa a liy e tle r i ile , ta s a v v u fî te lâ k k ile rin e d a ir v e r d iğ i k ıy m e tli b ilg ile r s e b e b iy le g e rç e k te n ö zel b ir y e r işg a l eder. E se r X I V . iç in d e k i

y ü z y ılın o r ta la r ın d a y a z ılm ış o lm a sın a ra ğ m e n , ta rik a t

şifa h î

ve

m u h te m e le n

bazı

y a z ılı

r iv â y e tle re

d a y a n m a sı

5 Bk.

M in o rsky,

*

B u n u n bir nüshası Sü leym an iye (Şehid A li Paşa) K tp ., nr. 1383’teki m e

m uada

w .

a.g.m .

12 8 a -13 2 b

d e bulu nm aktadır. T a rih

belirtilmiş olm am akla beraber

o ld u k ça ge ç bir tarihte istinsah edilmiş görünüyor. Y a za rı hakkında bk. L â m iî, Tercem e-i N efeh â t, İstan bul

1270, s. A li Şîr N e v a y î, N esâyim u'l-M ah a b b e, nşr. K e ­

m a l Eraslan , İstan bul 1979, ss. 208-10; Brovvne, II, 270-72. 7

B u e s e r in d e b ir n ü s h a s ı

b ir m e c m u a d a Ü n iv e r s ite s i K o ca tü rk m ış t ır .

y in e S ü le y m a n iy e

( A y a s o f y a ) K t p . n r. 2 0 3 2 ’ d

1 8 2 b - 1 8 4 a n o lu v a r a k l a r a r a s ın d a y e r a l m a k t a d ır . B u n u n T a h r a n

M erk ez

t a r a f ın d a n

K ü tü p h a n e s in d e k i d a h a AÜDTCFD,

es k i t a r i h li b ir n ü s h a s ı,

X X V III/ 3 -4

(19 7 O

ss- 2 2 3 - 3 1 'd e

S a a d e t t in y a y ın la n ­


X X III

KAYN AKLAR

sebebiyle, K alen d erîliğin eski dönemine ait, başka kaynaklarda bulunm ayan m alzem e ihtiva eden çok değerli bir kayn aktır8. En az bunun kadar değerli, hattâ tarihî kıymet itibariyle bel­ ki daha da önemli bir başka kalenderî kaynağı, Osm anlı devrine ait olup X V . yüzyılda kaleme alınmıştır. Zam anın ünlü K alenderî şeyhi O tm an B aba (1478) ve etrafındakileri anlatan bu eser, Velâ­ yetnâme-i Otman Baba adını taşır. Bir adı da Velâyetnâme-i Şâhî olan bu kitabın yazarı, bizzat O tm an Baba’nın halifelerinden K üçük A bdal olup, şeyhinin seyahatlerini ve yaptığı işleri, söylediği söz­ leri m enkabevî bir üslûpla âdetâ günü gününe kaydetmek sûretiyle eserini m eydana getirm iştir9. X V . yüzyılda Osmanlı im para­ torluğu’nda K a len d erîler’in hayat tarzlarım, inanç, düşünce ve telâkkilerini, birbirleriyle ilişkilerini ve rekabetlerini, temasta ol­ dukları çevreleri ve insanları, belli başlı Kalenderî şeyhlerini ve tekkelerini âdetâ yarı-belgesel bir nitelikte bize aktaran cidden çok kıym etli bir kaynak olan bu eser sâyesinde, Osmanlı dönemi K alenderîliğini oldukça iyi tanım aya imkân sağlayabiliyoruz. Velâyetnâme-i Otman Baha'ya, ek olarak, bugüne kadar - ve hak­ lı o lara k - birer Bektaşî kaynağı olarak tanınan, başta MenâkıbHacı Bektaş-ı Velî olm ak ü zere 10, Velâyetnâme-i Abdal Musa11, Menâkıb-ı Baba Kaygusuz12, Velâyetnâme-i Seyyid Ali Sultan13, Velâyet8 K a le n d e r îliğ in tarih i ve doktrin yapısı bakım ından birinci derecede öne­ m e h âiz o la n b u eser, T a h sin Y a z ıc ı tarafın dan m etin olarak yayınlanm ıştır: \îa nâkib-i Camâl al-D in -i Sâvî, A n k a ra , T T K y a y ., 1972. Eser ve ya za rı hakkında ge­ niş b ilgi gerek b iz z a t T a h sin Y a z ıc ı’nın gerekse S aadettin K o c a tü rk ’ün yukarda m etin için d e zik red ilen m ak a lelerin d e bulu n m aktadır. 9 Eser v c y a z a rı h a k k ın d a d a h a önce tarafım ızdan başka bir yerde (Bektaşi Menûkıbnâmelerinde İslâm Öncesi İnanç Motifleri, İstanbul 1983, ss. 16-17) g en*Ş b il­ gi v erild iğ in d e n b u ra d a ü zerin d e d u ru lm ayacaktır. B ahsedilen yerde eserle ilgili b ib liy o g ra fik m a lu m a t d a b u lu n m ak tad ır. Bu çalışm am ızda A n k ara A d n an Ö t ü ­ ken H a lk

K ü tü p h a n e s i’ nde b u lu n an 643 num aralı nüsha kullanılm ıştır.

10 Menâkib-i Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli, nşr. 1958­ 11 Velâyetnâme-i Abdal Musa, A b d u rrah m a n

A b d iilb a k i G ö lp ın arlı, G ü z e l’ in özel

İsta n b u l

k ütüp h an esin de

b u lu n an v e aslı B edri N o y a n ’d a m evcu t n üshadan alın an fotokopi nüsha. B u ra ­ d a b u n ü sh ad a n y a r a r l a n ı l m ı ş o lu p A . G ü z e l’e teşekkür ederim .

12

Menâkıb-ı Baba Kaygusuz, A b d u rrah m a n G ü z e l’ in özel

k ü tü p h a n esin d ek i

E lm a lı T e k k e s i’n d en g elm e nüsha. Bu nüshayı k u lla n m a m ıza izin v e rd iğ i iç in ken disine

13

teşekk ür

b o rç lu yu m .

Velâyetncimc-i Seyyid A li Sultan, A n k a ra A d n a n Ö tü k e n H a lk si’n de b u lu n m a k ta olan 1189 num aralı nüsha.

K ü tü p h a n e ­


X X IV

KAYNAKLAR

nâme-i Hacım. Sultan14 ve Velâyetnâme-i Sultan Şucâu'd-Din15 gibi menâkıbnârne türündeki kaynakların da, gerçekte Osmanlı devri K a ­ lenderliğini aydınlatma konusunda bize birinci derecede yardım ettiklerini burada belirtelim ln. 2. .S'tf/if tabakatları: Kendisi de çok tanınmış bir m utasavvıf olup, daha ziyâde M ol­ la Câm î lakabıyla meşhur Abdurrahman-ı Câm î (1492), bazı ta­ savvuf! kavramları ve ünlü mutasavvıfların hayat hikâyelerini an­ lattığı NefehâliTl-Um min Hazarâli'l-Kuds isimli eserinde17, K alen ­ deriliğin dokrin yapısını tartışır. Bunu yaparken, daha ziyâde, aşa­ ğıda kendisinden bahsedilecek olan Şihâbü’d-Dîn-i Sühreverdî’nin Avârifu l-Maârif'ine dayanır. O rada olduğu gibi, Kalenderlikle M elâmetilik arasında karşılaştırmalar yaparak aralarındaki farklara temas eder.

XV. yüzyılın ünlü Ç ağatay sûfî şâiri A li Ş îr N evâyî (150 1 nin Ntsûyimii'l-Mahabbe adlı tabakât kitabı ise, esas itibariyle Nefehâtü'l-Üns’ ün Çağatayca çevirisinden ibaret bulunm akla beraber, orada bulunmayan bir kaç Kalenderî şeyhinin biyografisini ihtiva etmesi itibariyle zikredilebilir1*. Burada, X V II . yüzyıl gibi oldukça geç bir tarihte kalem e alın­ mış olmasına rağmen, bilhassa Iran, Afganistan, Türkistan ve H in­ distan’da daha önceki devirlerde yaşamış K alen d erî şeyhlerine ve hareketlerine dair kıymetli bilgiler veren bir tabakat kitabından 14 Kudolf 7 ’»chudi, Das Vilâjtt-name des fladsehim Sultan, Berlin 1914.

Bu ese­

rin yazma bir nüshası kendi özel kütüphanemizde bulunmaktadır. u VelAyetnânu-i Sultan tjucâu’d-D in,

Orhan

Köprülü’nün özel

kütüphanesi

nüshası. Burada bu nüshayı kullanmamıza izin verdiği için kendisine teşekkür ederirn. Bu eserin Hacıbektaş Halk Kütüphanesindeki bir başka nüshası bugün­ kü harflerle Şükrıj Klçin tarafından şurada yayınlanmıştır:”

“ Bir Şeyh Sucâ-

eddin Baba Viiâyetnâmesi” , T K A (Prof. Ur. Necati Akder Armağanı), X X I I / ı-2

(1984), w. 19^08. u Bütün bu sayıları eserler hakkında yeterli tanıtıcı bilgiler, yukarda 9 nu­ maralı notla zikredilen eserde bulunmaktadır. ” Burada, «erin farsça aslından

X V . yüzyılda Lâmiî

Çelebi’nin yaptığı

türkçe çeviri (T m en u -i Nejehal, İstanbul 1270) kullanılmıştır. Abdurrahman Câm î ve rvri hakkında bk. Lâmiî, ss. 4 H. Ritter, “ Djarni” , /i/a. u Naâpmü l-Mahabbe’ııirı yukarda fi numaralı dipnot.

Nevayî , ss. 439-4r ; Brovvne, III, 507-14;

Kemal Kraslaıı taralından yapılan

neşri için bk.


KAYNAKLAR

XXV

da h a bah setm eliyiz. Bu eser, M uham m ed M âsum -i Ş îr a z l’nin râiku’ l-Hakayık a dın dak i hacim li k ita b ıd ır19. K a len d erîliğ in

T aA s­

y a ’d aki d u ru m u vc gelişmesine dair bilgilerim izin bir kısm ım bu esere b o rçlu y u z. 3 M uhtelif tasavvufî eserler: Bu g ru p ta bahsini edeceğim iz iki ön em li eserden ilki, y u k a r­ da bahsi geçen Ş ih â b ü ’d -D in Ebû Hafs Ö m er es-Sühreverd! (12 3 4 )’ nin A vârifu'l-M aârif \d\v20. X I I I . yüzyılın en bü yük m u tasavvıf­ ların dan olu p , b azan 1196 yılın d a D ım aşk’ ta idam edilen I ra n ’ Iı m u ta sa vv ıf filo z o f Ş ih a b ü ’d-D în-i Sühreverdî-i M ak tû l ile karış­ tırılan bu z a t 21, bir ara A b b asî halifesi en-Nâsır li-D în i’ lla h ’ın e l­ çisi o lara k I. A lâ ü ’d -D în K e y k u b a d ’ın nezdine K o n y a ’ y a gelm iş vc S ü h rcv e rd iy y e tarikatını A n a d o lu ’ya sokmuştur. Ş ih a b ü ’d -D în -i S ü h re vcrd î’ nin bu eseri, y a z ıld ığ ı d evird e ve daha son raları m u tasavvıflar arasm da çok tutulm uş ve b ir elkita b ı n iteliğini k a zan arak kendisinden pek çok alıntılar yap ılm ıştır. îşte yazar bu eserinde sûfî meşreb itibariyle K a len d erîliğe çok yak ın M elâm etîliği ele aldıktan sonra onu K a len d erîlik’ le karşılaştırır v e ikisinin arasın daki telâkki farklarım ve sebeplerini a çıkla d ıkta n sonra, kendi zam anın daki K a len d erîler’in d u ru m ların a tem as eder. Bu itib arla Avârifu'l-Maârif, K alen d erîliğin n a za rî v e am elî d u ru ­ mu arasın da b ir kıyaslam a yap m a im kânına b ize sağlam ış olm ası bakım ından önem taşır. İkinci eser ise, aslında bir K a len d eri şeyhi olm akla beraber, bu niteliğin den pek bahsedilm eyen F ah ru ’d -D în-i Irak î (i2 8 g )’nin Lemeât’ ıd ır 22. X I I I . yü zyılın bu büyük K a len d erî şeyhi eserinde mensup olduğu züm renin hiç adını anm adan yüksek sû fiyân e d ü ­ şünce ve telâkkilerini dile getirir. Bu bakım dan Lemeât, d ah a başka kesimlere mensup K alen d erîler’in fikirleriyle mukayese yap m a fırsatını bize bağışlayarak hayli yardım cı olm aktadır. ,u Bk. Tarûiku'l-H akayık, nşr. M . Câfcr Mahcup, Tahran (tarihsiz),

3 cilt.

î0 Avârifu’ l-M aârif,

Eserin

Bulak

1289,

2 cilt

(İhyâu U lûm i'd-D tn

kenarı).

başka baskıları da mevcuttur. 21 Şihâbü’d-Dîn Ebû Hafs Ömer es-Süreverdî’ye dair bk. Lâm ii, ss. 527-28; Nevâyî, s. 309; “ Suhravardî” , S. Van Den Berg, E h . Sî Lemeât, Süleymaniye (Şehit Ali Paşa) K tp., nr. 2703’ teki 17-35. Eserin bugilnkü türkçeye çevirisi de mevcuttur (bk. çev. Saaffet Yetkin, İstanbul 1988, 2. bs.).

mecmua, w .

Lemeât: Parıltılar,


XXVI 4.

KAYN AKLAR

Menâkıbnâmeltr'.

K alenderîliğin klâsik devri ile Osmanhlar zamanı için birin­ ci dcreceden öneme hâiz olup, Kalenderî çevrelerde yazıldıkları için Kalenderi kaynaklan olarak mütâlâa etmemiz gereken bazı menâkıbnânıelerden daha yukarda söz edilmişti. Bunlardan baş­ ka, öteki tarikat muhitlerinde kaleme alınm akla beraber, Kalenderiler’den bahseden iki önemli menâkıbnâme daha vardır. Bun­ lardan biri, aynı zamanda M evlevîliğin de temci kaynaklarından bulunan Menâkıbu'l-Arifin o lu p 23, M evlânâ C elâlü’d-Dîn-i R ûm î zam anında K onya ve çevresinde yaşamış bazı K alenderî şeyhleri­ ni ve bunların M evlevi muhitleriyle ilişkilerini hikâye eder. Kalenderiliğin Anadolu Selçukluları zam anındaki durumunu aydınlatma itibariyle bizim için önemli bir kaynaktır. Osm anlı im paratorluğu zam anındaki, özellikle X V I . yü zyıl­ daki m uhtelif K alen d erî zümrelerini çok canlı ve belgesel tasvir­ lerle bize anlatan ikinci menâkıbnâme ise, şûfî şâir V â h id î tarafindan kaleme alınmıştır. Bu eser, Menâkıb-ı Hâce-ı Cihan ve Netîce-i Can adım taşımakla birlikte, bilinen türden bir menâkıbnâme d e ğ ild ir24. Eserin kahram anı olan H âce-i C ihan ise aslında h ayalî bir şahsiyettir. Şâir V â h id î, Ehl-i Siinnet inançlarına sıkı sıkıya bağh bir sûfî olarak, kendi devrinde yaşayan ve bahis konusu inanç­ lara pek de aldırış etmeyen bir takım sûfî toplulukları tenkit m ak­ sadıyla bu kitabını m anzum ve türkçe olarak kalem e almıştır. A n ­ cak eserin bizim için önem li ve ilgi çekici yanı, onun bu tenkitleri yaparken, m u htelif K alen d erî züm relerini ga yet canlı tasvirler ha­ linde bize aktarması, inanç, düşünce ve gelenekleri, kılık kıyafet­ leri hakkında çok değerli bilgiler verm iş olmasıdır. Bu bakım dan ** Bk. Ahmed Eflâkî, M anâkib al-Ârifin, nşr. T . Yazıcı, Ankara, T T K . yay., I959~, 9^ b 2 cilt. Eser ve yazarına dair geniş bilgi şurada bulunmaktadır: T . Y a ­ zıcı, Ariflerin Menkıbeleri, İstanbul M EB. yay., 1964, I. cilt, önsöz kısmı. u Söz konusu menâkıbnâmenin nüshaları

oldukça fazladır.

Burada Paris

Bibliotheque Nationale’indeki Suppl. turc no 1558’de bulunan nüshası kullanıl­ mıştır. Bu eser^XIX . yüzyılda Karakaşzâde Ömer Efendi tarafından çok az bir değişiklikle kendine mal edilerek Nûru'l-hüdâ li-men İhledâ (İstanbul 1286) adıyla yayınlanmıştır. Aynca eserin bir incelemesi,

tenkitli bir metin çalışmasıyla

likte doktora tezi olarak hazırlanmış olup henüz ramustafa,

bir­

yayınlanmamıştır: Ahm et K a-

Vahidi's Menâktb-ı Hvâct-i Cihan ve Netice-i Can,

M c Gill University,

İst. of Islamic Studics, 1987. (Bu çalışmayı inceleme fırsatını maalesef edinemedik).


KAYNAKLAR

XXV II

V â h id î’ nin bu k ita b ı d a bizim için temel kayn aklardan sayılm ak gerekir. B) T a r i h î

k a y n a k la r :

K a le n d e r iliğ in gerek O sm an lı öncesi, gerekse O sm an lı d e v ir­ lerine a it tarih çesin i a yd ın latm ay a y a ra y a ca k tarih kayn akların ı başlıca şu ü ç g ru p dah ilin d e incelem ek m üm kündür: i. Vekayinâmeler, coğrafî eserler, biyografi kaynaklan, siyâsetnâmeler: B u n ların b ir kısm ı özellikle O sm an lı öncesi dönem için b ilg i­ lerim izi b ü y ü k ölçü d e tam am layan kayn aklardır. Bu k abild en o l­ m ak ü zere K a le n d e riliğ in A sy a m em leketlerindeki d u ru m u h akkın ­ da m eselâ Z iy â u ’d -D în B ârâ n î’nin Tarih-i FtruzfahCsı i l e 26, K a sım Firişteh’ in Tarih-i Firifteh26 isim li eserlerim m utlaka b elirtm eliyiz. O rta -D o ğ u coğrafyasın d a K a len d erîler’ in faaliyetleri v c bazı K a ­ lenderî şeyh lerinin biyo grafilerin d en bahsederek bize zen gin m a l­ zem eler sa ğ la y a n , m eselâ R â v e n d î’nin Râhatu's-Sudûr ve ÂyetifsSürûr'u 27, B ed ru ’d -D în el A y n î’nin Ikdü’l-Cümân'ı28, M a k r îz î’ nin Kitabü's-Sülûk v e el-H ıtat29 isim li biri tarihe öteki coğrafyaya ait iki eseri, hiç şüphesiz değerli kaynaklarım ız arasındadır. B iyo grafi k a yn a k ların d an ise d a h a başkalarının yam nda özellikle D evletşah ’ın ünlü Tezkire's i 30, İb n H acer el-A skalânî’nin ed-Düreru’ l-Kâmine' s i31 M u în ü ’d -D în -i E sfirâzî’nin Ravzatul-Cennât'ı32 en başta zik ­ redilm esi gerekli olan lardandır. O sm an lı devri için ise, bilhassa devletin kuruluş yılla rın d a ve beylik d ön em ind e vu k û b u lan olayları anlatan  şıkpaşazâde ve 25 T arih-i F iru zşâh î, Calcutta 1862. 28 T arih-i Firişteh y â Gülden-i İbrahim (, Lucknovv 1381. 27 R âvendî, Râhatu’s-Sudûr ve Âyetü'sSürûr, çcv. Ahmet

Ateş, Ankara, T T K

Vay, 1957» 2 cilt. 28 El-A yn î, İkdü'l-Cümân f i Tarihi EhH'z-Z*maa, Bayezit Genel Kitaplığı, V cliyvüddin Ef. kısmı, 20. cilt, nr. 2392. 29 M akrizî,

Kitabü's-Sülûk li-M ârifeti Düveli'l-M ûlûk,

nşr.

Mustafa

Ziyâde,

Kahire 19 3 6 ,1 /2 .; aynı yazar, Kitabü'l-H ıtat ce'l-M evâız ve'l-İ'tibar, Bulak 1270, 2 cilt. 30 Bundan aşağıda daha geniş olarak bahsedilecektir. 31 İbn Hacer el-Askalânî, Ed-D üreru'l-K 6mint f ( darabad 1340, 2 cilt.

Ayâni'l-Mieti's-SAmine, H ay-

32 Esfirâzî, Ravzatü'l-Cennât, nşr. S. Muhammed Kâzım , Tahran

1338 hş.


KAYNAKLAR

XXVIII O r u ç B eğ’in

Tevârih-i A l-i Osman'la n i l e 33,

hannümâ's ı M v b . ilk O sm a n lı a ltın d a zik red ilen İlk

anonim

bazı K a le n d e r î

Tevârih-i A l-i

N e ş ri’ nin

v ek a y in â m e le ri, şeyh lerine

Osman'ların

yan

Rum d a ir

Kitab-ı Ci-

Abdalları b ilg i

adı

v erirle r.

m en kabevî

ta rz la rın ı

m u h a fa za etm ekte olan bu k a y n a k la r sâyesin de, O sm a n , O r h a n ve M u ra d B eğlerin y a k ın çevresin de b irer derviş-gazı h ü v iy e tiy le g ö rü ­ nen K a le n d e ri şeyh leriyle ilg ili çok ön em li m a lu m a t e d in eb iliy o ru z. X V I.

y ü z y ıld a n itib aren kalem e alınm ış o lu p gen el m â h iy

te birer O sm a n lı tarih i d u ru m u n d ak i Kühnii' l-Ahbar35, rârihx , vb. k a yn a k lard a k i b iraz

daha

N işan cı

teferruatlı b ir tekrarın d an

M eh m ed

P aşa’nın

Tâcü’ t-T e-

m â lu m a t ise, d a h a çok b u b irin cile rin ib a re ttir.

Tarih-i Nişancı

B u n la r

a d ıy la

a ra sın d a

b ilin e n

k ü çü k

h a cim li eseri ise, 37 X V I . y ü z y ıld a k i K a le n d e r île r’in d u ru m u itib a ­ riyle h a y li önem li ve başka v ek a y in â m elerd e b u lu n m a y a n b ilg ile r ih tiva eder. Ö ze llik le K a le n d e r île r arasın daki râ fız î h a re k e tle r d o ­ la y ısıy la m erkezî yön etim in takip ettiğ i p o litik a y ı b u ra d a n a çıld ık ­ la

görm ek m ü m kü nd ür.

B un lardan a y n o lara k , X V I I . y ü z y ıld a A v r u p a 'd a O s m a n lı Im p arato rlu ğu ’nu ta n ım ay a ve ta n ıtm a y a y ö n e lik o la ra k ka lem e alınan m eselâ M ich e l B a u d ie r’nin Histoire Generale de la Religion des Turcs’ ü P au l R ic a u t’ nun The Preseni State o f The Ottoman Empire’ı 3® ve başka benzeri eserlerde de, bu y ü z y ıld a k i K a le n d e r îliğ in tarihçesi açısından cidden çok k ıy m etli m a lze m e y e ra stla m a k ta y ız. Siyâsetnâm e türünden ise y a ln ız

b ir tek k a y n a ğ ım ız

b u lu n ­

m akta olup o da, A n ad o lu S e lç u k lu la n d evrin d e k a lem e alınm ış bulunan, dolayısıyla bu devirde A n a d o lu ’d a y a şa m a k ta o lan K a lenderiler’den bahseden, M u h am m ed b. e l-H a tîb ’in Fustâtu'l-Adâle

** Âpkpaşazâde Tarihi, nşr. A lî Bey, İstanbul 1332; Oruç Beğ Ta rihi, nşr. Franz BabLnger, Hannover

1925.

M Kiiab-ı Cihannümâ, nşr. Franz Taeschner, Leipzig ** Gelibolulu Mustafa AJi, Künhü’ l-Ahbar, *

İstanbul

Hoca Sa’du’d-Dîn, Tâcv’ t-Tevârih, İstanbul

** Tarih-i Nişancı, İstanbul

1951-55. 1285,

5. cilt.

1279, 2 cilt.

1290.

* M . Baudier, Histoire Generale de la Religion des Turcs, Paris 1625. ^ * P. Ricaut nun Londra’da 1668 yılında basılan bu eserinin,

burada E tat

Preseni de VEmptre OUaman (Paris 1670) isimli Fransızca çevirisi kullanılmıştır.


KAYNAKLAR

X X IX

ism indeki ço k g e ğ e rli risâle sid ir40 A slın da bu risâle, d e v le t y ö n e ­ tim inden ba h setm ek le beraber, önem li b ir kısmı K a le n d e r île r’e a y ­ rılm ıştır.

Y azar,

b u ra d a

K a le n d e rîle r’e şiddetle

h ü cum

etm ekte,

o d ev ir A n a d o lu ’su n da b u n ların tam an lam ıyla anarşist b ir zü m re teşkil e ttik lerin i a n la tm ak ta d ır. A m a bunu yap a rk en de K a le n d e riler h a k k ın d a fev k alâ d e ilg i çeken b ilgiler a k tarm akta, bö ylece bize, k en d i şahsî m üşahedelerine d ayalı, birin ci elden d eğerli b ir k a yn a k bırak m ış olm ak tad ır. 2. S e y a h a tn a m e le r :

K a le n d e r île r h ak k ın d a ikin ci grup tarih kayn a k larım

da

se-

y a h a tn â m e le r teşkil eder. Bilhassa X I V . yüzyıldan itib a re n A n a d o ­ lu d a h il m u h te lif İslâm ülkelerine yaşayan K a le n d e rî zü m relerin e dair en bol ve m ü şahedeye d a y a lı m âlum at, hiç şüphe y o k k i, ço ğ u n ­ luğun u h ıristiyan A v r u p a lıla r’ın teşkil ettiği seyyahların eserlerin­ de bu lu n m ak ta d ır. Bu seya h a tn âm elerin başında, X I V . yü zyılın M a ğ rip li ü n ­ lü m ü slü m an se y y a h ı İb n B attuta gelir. O , bilhassa İran , A fg an is­ tan ve H in d ista n ’d a ya p tığ ı seyahatler esnâsında çok çeşitli b ir ta ­ kım K a le n d e r î zü m releriyle karşılaşmış, bunların şeyh leriyle k o ­ nuşmuş v e tartışm ıştır. B u n lar içinde H a yderîler ön em li b ir y e r tutar. îşte b u ü n lü seyyahın T u h f e t i i 'n - N u z z a r , y a h u t kısaca R i h l e diye b ilin en s e y a h a t n â m e s i b u itib arla kıym edi b ir kayn ak o la ­ rak seya h a tn âm eler arasm da yer alır. A v r u p a lı se y y a h la rın eserleri de, özellikle X V . yü z y ıld a n iti­ baren, K a le n d e r î züm relerin in in an ç ve gelenekleri, h alkla ilişki­ leri h a k k ın d a verd ikleri bilgiler, m ünhasıran onların kılık ve k ıy a ­ fetlerini yan sıta n belgesel nitelikteki gravürler sâyesinde bize eşsiz m alzem e sağlam ış b u lu nu yorlar. B un lara misal olarak bu rad a, C la vijo’n un Kadimden Semerkand’a Seyahat42; N icolas de N ic o la y ’ın Les Navigations et Peregrinations *3; Pedro adlı b ir İsp an yo l seyyahın ın 40 Bu çok önemli risalenin Kalenderîler’le ilgili kısmı, vaktiyle merhum Os­ man Tu ran t a r a f ı n d a n , “ Türkiye din tarikine ait bir kaynak” (Fuad Köprülü Armağanı, İstanbul 1953, ss. 553-564) isimli makalesinin eki olarak farsça metin halinde ya­ yınlanmıştır. 41 ib n Batoutah, Les Voyages d ’ibn Batoutah, nşr.

C . Defrönery-B.R. Sangu-

inetti, Paris 1874-1879, 5 cilt. 48 K laviyo, Kadizden Semerkanda Seyahat, çev. Ö .R . 43 N .

Doğrul, İstanbul

de Nicolay, Navigations et PM grinations, Paris

1527.

1975.


XXX

KAYNAKLAR

K anuni

Devrinde

İstanbul11;

a d lı

e se rle rin i

v e r e b iliriz .

Vita

T u r ch i16; T h d o d o re

S a lo m o n A n to n io

S ch v v eig cr’ in

M e n a v in o ’ n u n

Spandouyn

C a n ta c a s in ’ in

rO rigine des T u r cs47 isim li eserleri d c g in

m a lz e m e 3.

Arşiv

ih tiv a

Constantinopel46

1 Costumi et la Pelit

Traite de

K a le n d e r île r k o n u su n d a z e n ­

ed e rle r.

belgeleri:

O s m a n lı

İ m p a r a t o r lu ğ u n d a k i

t e lif fa a liy e tle r i, h a lk la v c y ö n e tim

K a le n d e r î

zü m re le rin in

ç e v re le riy le ilişk ileri,

m uh­

b a z ı iç ti­

m â i n ite lik li h a lk h a re k e tle riy le y a k ın a lâ k a la r ı g ib i k o n u la r g ü n ­ d e m e g e ld iğ in d e h iç şü p h e y o k k i b iz e en d e ğ e rli v e y e tk ili m a lze m e ­ y i s a ğ la y a c a k k a y n a k la r , a rşiv b e lg e le rid ir. B u g ü n iç in ö z e llik le X V I . y ü z y ıla a it b e lg e le re d a h a fa z la sa h ib iz .

İ sta n b u l B a şb a k a n lık O s­

m a n lı A r ş iv i’ n d e k i M ühimme Defterleri’ n d e p e k sık o lm a m a k la b ir­ lik te , A n a d o lu liy e tle r in e ,

vc

R u m e li’d e k i çeşitli K a le n d e r î z ü m re le rin in fa a ­

b u n la r ın

d ik k a t ç e k ic i

y a ş a m a k ta

b e lg e le re

tiy le m e rh u m A h m e d R e fik k a le s in d e m ada

m e tin

o ld u k la rı

ra stla n m a k ta d ır .

z â v iy c lc r e

B u n la r d a n

d a ir

o ld u k ç a

b ir kısm ı v a k ­

(A ltm a y ) ta ra fın d a n ta n ın m ış b ir m a ­

o la r a k y a y ın la n m ış

b u lu n m a k ta d ır 4*.

Bu

a ra ştır­

b u n la r gen iş ö lç ü d e k u lla n ıld ığ ı g ib i, h e n ü z y a y ın la n m a m ış

o la n la r d a n

da

C) E d e b i

fa y d a la n ılm a y a

çalışılm ıştır.

k a y n a k la r :

İslâ m d ü n y a s ın d a y a ş a m ış p e k ç o k m u ta s a v v ıf v e y a sû fî gib i, K a le n d e r île r d e d ü şü n ce v e in a n ç la r ın ı, ta s a v v u fî te lâ k k ilerin i şiir y o lu y la ifa d e e tm işle rd ir. B u se b ep le y a d e v irle rin in e d e b î k a y n a k ­ la rın a g e çm işle r, v e y a g e riy e b ir d iv a n , y a h u t h iç o lm a z sa b a z ı m a n ­ zu m p a r ç a la r b ıra k m ışla rd ır. îş te g e re k bu d iv a n la r v e y a m a n zu m p a rç a la r, gerekse o n la rın h a y a t h ik â y e le r in i a n la tıp eserlerin den ö m e ld e r v eren şu a râ te zk irele ri b iz im kaynak

teşkil

iç in b irin c i d e re c ed en b irer

e tm e k te d irler.

44 Kanuni Devrinde İstanbul, yev,

Fuad

41 S.

N u m b c rg

S c h w d g rr,

Gmtlanlinopel,

C arım ,

İstanbul

** A . M m a v i no, I Cottunri et la Vita Turchi, Fıorenza

47 rk

1964.

1539. 1551.

'İT». S. Gantaca*in, Petit TraiU de VOrigine des Turcs, nşr.

C h . Schefcr, Pa

ıftfo .

** A . K rfik fA itın a y,, “ Oarnanlı devrinde K âfızîlik vc ik-kta»îlik” , İX -2 M. 2 1 -Vi.

DEFM,


XXXI

KAYNAKLAR

1. Divanlar ve diğer muhtelif edebî eserler: Osm anlı öncesi devir için ilk akla gelenler arasında m uhakkakki yukarda kendisinden bahsedilen Baba Tâhir-i U ryan ’ın Rubâiyyat'ı vardır. Bundan başka ünlü şâir Hâfız (13 9 0 )^ Divari\ ile 4*, bir ara A n ad olu ’da da ikamet etmiş bulunan Fahru’d-D în-i Ira k l’ nin Divan'm ı50 m utlaka zikretm eliyiz. Çünkü her ikisi de yüksek »evi­ yede K alen d eri sûfî telâkkileri yansıtmaları itibariyle belgesel bi­ rer nitelik arzederlcr. A yrıca ünlü edip Şeyh Sa’dî-i Ş îrazî (1292)’ nin çok tanınm ış iki eserini, Gülistan vc Bostan’ ını bunlara ilâve ede­ b iliriz51. Bunlardan başka’ M evlânâ’ mn Mesnevî'sı ile Divan-ı Şems-i Tebrîzî (yahut Divan-ı Kebîr) adındaki ünlü eserlerini belirtm em iz gerek ir:’2. O sm anlı dönem i için ise, X V I . yüzyılda büyük ün kazanm ış olup, kendileri de vaktiyle K alenderîliğe intisap etmiş bulunan H ayalî Beğ (1557) ile çağdaşı ve hemşehrisi H ayretî (i5 3 5 )’ nin Divani arı m ükem m el birer belge mahiyetini arzed erler8a. Bilhas­ sa H a y re tî’ nin divan ı X V I . yüzyıl O sm anlı K alen d erîlcri’nin inanç ve âdetlerini, geleneklerini, dü n yaya bakış tarzlan nı birinci elden yansıtan vc bu gü ne kadar d a bu açıdan değeri anlaşılm ayan bir kaynaktır. B un ların dışında, bilhassa yine X V I . yü zyıld a yaşam ış başka K a len d erî şâirleri dc vard ır ki, bunların eserlerinden bazı p a rça ­ lara şurada b u ra d a rastlanm akta, h ayatlan hakkında az d a olsa kısa bilg iler şu ara tezkireleri sâyesinde bize kadar intikal etmiş b u ­ lunm aktadır. 2. Şuarâ tezkireleri: O sm an lı dönem i öncesi için D evletşah (1495)’»! ünlü retÜ'ş-Şuarâ's ı 54, y azarın ın

zam anın a kadar

yaşam ış

Tezki-

b azı m eşhur

49 Hâfız, D îvan , çev. A. Gölpınarlı, İstanbul, MEB. yay., 1968, 2. b*. 50 Fahru’d-Dîn-i Irakî, Kûlliyât-ı Şeyh Fahru'd-Dîn İbrahim-i Hemedânî mütehallıs be-Irâkî, nşr. Said Nefîsî, Tahran (tarihsiz), 4. bs. 51 Sâdî, Gülistan, çev. Hikmet İlaydın, İstanbul 1963, 2. bs.; Bostan, çev. H. İlaydın, İstanbul 1967, 2. bs. &2 D ivan-ı Kebir, çev. A. Gölpınarlı, İstanbul 1958-1959, II. IV. cilt. ''3 Hayalî Beğ, H ayalî Beğ Divanı, nşr. A. Nihat Tarlan, İstanbul 1945; Hay­ retî, Divan, nşr. Mehmet Çavuşoğlu, İstanbul 1981. 64 Burada bu eserin türkçe çevirisi kullanılmıştır (bk. Devletşah, T ezk ire, çev. Necati I.urçal, İstanbul 1977).


KAYN AKLAR

X X X II

K alen d eri şâirlerinin biyografilerini verm ek sûretiyle bize oldukça değerli m alzem e sunm aktadır. O sm an lı devri için ise, d a h a şanslı durum dayız. X V I . yü zyıld a yaşam ış Y e tîm î, M eşrebî, F e yzî, H a y ­ darî vb. pek çok K a len d erî şâiri, bu y ü zyıld a kalem e alınm ış hem en bütün tezkirelere girm işlerdir. B u n lar arasında ilk elde Tezkire-i L â tîfi55, Tezkire-i S ehîm, Kınalızâde Tezkiresi57, Âşık Çelebi Tezkiresi68 ve benzerlerini sayab iliriz. II -

A R A Ş T IR M A L A R

A) M ü s ta k il

ç a lış m a la r :

K a len d erîlik , ta sa v v u f tarih i boyun ca sû fîliğin m u h a lif ve m a rji­ n al k anadım oluşturm ası bakım ın d an o ld u ğ u k a d ar, K a le n d e r île r de içinde yaşadıkları top lum ların genel n izam ın a ters düşen ve p ek çok sosyal nitelikli hareketlerde rol alan kişiler b u lu n m ala rı itib a riy le d ik­ kat ve ilgiye değer bir araştırm a konusu teşkil ederler. B u n u n la be­ raber, onları konu edinen a raştırm aların sayısı pek fa z la d eğild ir. K lâ sik zü h d î tasavvufa karşı bir ta vır o rta y a k o y a n K a le n d e r île r ’ in, m ünhasıran ta sa v v u f tarih i a lan ın d a çalışan a raştırıcıla r ta ra ­ fından niçin ih m al ed ild iğin i dü şü n m ek gerekiyor. M erh u m F u ad K ö p r ü lü ’nün değişik y a z ıla r ın d a d e fa la rc a önem ine işaret ettiği K a le n d e r îlik h a k k ın d a b iz z a t h a zırla d ığ ın ı söylediği h a ld e 59, y a y ın la m a y a m u vaffak o lm a d ığ ı m o n o grafisin i istisnâ edersek, bu hususta ilk m ü stakil a raştırm a lar, F ra n z B ab in ger tarafından gerçekleştirilm iştir. O , Encyclopedie de Vİslam 'ın ilk baskısında (Leiden

1908-1938)

y e r a la n

“ Kalender”

v e Kalenderî”

m addelerinde o zam an k i sınırlı m alzem esin e d a y a n a ra k K a le n d e r îliğin kısa tarihçesini y ap m ak ta ve kısm en de O sm a n lı d e v ri K a le n derîliğine temas etm ektedir. M uham m ed T a g i A h m ed ’in

“ Who is a

OjalandarV’

{Journal

of Indian History, 33 (1955), ss. 155-170 ) isim li m a k ale si ise, b ir ta-

46 Lâtlfî, Tezkire-i Lâlîfî, İstanbul 1314. * Sehî Beğ, Tezkire-i Sehî, (Heşt Bihijt), nşr. Günay Kut, Harvard Un. Pres 1978. K Kınalızâde, Tezkiretü’f-Şuarâ, nşr. İbrahim Kutluk, Ankara 1978-1981, 2 cilt. M Âşık Çelebi, Mesâini’ş-Şuarâ, faks. nşr. Meredith-Owens, London 1971. M Köprülüzâde M. Fuad, “ Anadolu’da İslâmiyet” , DEFM , 4 ( m 8 ) , s. 298, not: 3. * V ’


KAYNAKLAR

XX X III

sa v v u f m ek te b i o la ra k K a len d erîliğ in m âhiyetini araştırm akta o lu p , H in distan K a le n d e r île r i’nin tarihçesini ana h a tla n y la v erm e ye çalışan ilk in celem elerd en d ir. T ü r k iy e ’de

ise,

m erh um

A b d ü lb aki

G ölpın arlı

Türk Ansiklo­

ped isin de “ Haydarîlik” ve “ Kalenderiyye” m addelerin i y a y ın la m ış olup birin cisin d e K a le n d e rîliğ in bir şûbesi olan H a y d a r îlik h a k ­ kın da kısa b ir m a lu m a t verm iş, İkincisinde genel o lara k K a le n d e rîliği ele a ld ık ta n sonra, tarikatın m u h telif İslâm ü lkelerin d eki d u ­ ru m ların ı ve a ra d a O sm an lı dönem ini çok kısa b ir şekilde ö zetle ­ miştir. A y r ıc a erkân ve âyin lerden , kılık ve kıyafetlerden de b a h ­ setmiştir. T ü r k iy e ’de K a le n d e r îlik ’ le asıl ilgilenenlerin başm da h iç şü p ­ hesiz T a h sin Y a z ıc ı gelir. K en disi, kayn aklar kısm ında bahsi g e ­ çen C e m â lü ’d -D în -i S â v î’nin m enâkıbnâm esi ü zerin d e çalışm ış, “ Kalenderlere dair yeni bir eser” (,Necati Lugal Armağanı, A n k a r a 1968, ss. 78 5 -79 7) isim li m akalesinde bunun detaylı bir tan ıtm asın ı y a p ­ tıktan sonra, a d ı geçen k ayn ağın orijinal m etnini de y a y ın la m ış­ tır. T a h sin Y a z ıc ı b u n lard an başka Encyclopedie de l ’ İslam'ın ik in ci baskısındaki “ Kalandar” ve “ Kalandariyya” m addelerini de ya zm ış­ tır. T ıp k ı T a h sin Y a z ıc ı gibi, aslında Fars dili ve e d e b iy a tı ile u ğ ­ raşan S a a d e ttin K o c a tü r k ’ün de bu konuda bazı y a z ıla r y a y ın la ğını gö rü y o ru z. B un lardan ilki, yine H atîb-i F arisî’n in eserinin bir tan ıtm ası m âh iyetin d e olup, baş tarafında K a le n d e rîliğ in kısa bir tarih çesin i ih tiv â eden “ Der bâre-i fırka-i Kalenderiyye ve Kalendernâme-i H atîbi Fârisi, ma'nî-i kelime-i Kalender” (Doğu D illen Der­ gisi, I I /1 (1 9 7 1 ), ss. 89-122) adlı m akalesi olu p türkçesi,, “ Kalen­ deriyye Tarikatı ve H atîb-i Fârisî'nin Kalendemâme'si” ism i a ltın d a İran Şehinşahlığı'nın 2500. Kuruluş Yıldönümüne Armağan (İstan b u l 19 7 1, ss. 221-248 ) isim li k ita p ta yayın lanm ıştır. S. K o ca tü rk , b u n d a n sonra neşrettiği “ İran’da Islâmiyetten sonraki yüzyıllarda fik ir akım­ larına toplu bakış ve Kalenderiyye Tarikatı ile ilgili bir risâle” (A Ü D T C F D , X X V III/ 3 ~ 4 (19 7 1), ss. 215-231) başlığını taşıyan y azısın d a ise, yine K a le n d e r îliğ in kısa bir tarihçesinden sonra, H ü seyin E n îs î’ nin d a h a ön ce bahsi geçen Risâle-i Kalenderiyye'sinin farsça m etn in i ve türkçe çevirisini yayın lam ıştır. C o lin Im b e r’in “ The Wandering Dervishes” (Proceedings o f the Eastern Mediterranean Seminar, U n iv. o f M an chester (1 9 7 7 -1 9 7 8 ) ,


X X X IV

KAYNAKLAR

M a n c h e s te r 1980, ss. 36-50) a d ın d a k i m akalesi ise, O s m a n lı îm p a ra to r lu ğ u ’ n d a k i çeşitli K a le n d e r î zü m re le rin i ilk d efa b ir a rad a ele a la n h e m e n h em en te k a ra ştırm a d ır d e n eb ilir. T a r a fım ız d a n n eşred ilen “ Kalenderîler ve Bektaşîlik” (Doğumu­ nun 100. Yılında Atatürk'e Armağan, Î Ü . E d e b iy a t F a k ., İsta n b u l 1981, ss. 297-308) v e “ Qu.elques remarques sur le röle des derviches kalenderis dans les mouvements populaires... aux X V Ie sücles dans VEmpire ottoman” ( Osmanlı Araştırmaları — The Journal o f Ottoman Studies, I I I (1982), ss. 69-80) a d lı m a k a le le rd e n so n ra, k ro n o lo jik sıray a gö re, S im on D ig b y ’ n in ltQalandars and related groups” (İslam in Asia, ed. b y Y o hanan

F rie d m a n n ,

B o u ld e r-C o lo r a d o

1984, ss. 60-108) isim li h a ­

c im li m a k alesi, K a le n d e r iliğ in ilk d ö n em i h a k k ın d a o ld u ğ u kad ar, asıl H in d is ta n K a le n d e r ıle r i’ ne d a ir d ik k a te d e ğ e r b ilg ile r su n m ak­ ta d ır. B ild iğ im iz k a d a r ıy la

K a le n d e r île r ’ e d a ir son a raştırm a , “ K a­

lenderis dervishes and Ottoman administration from the fourteenth to the sixteenth centuries” a d ıy la ta ra fım ız d a n h a zırla n m ıştır (bk. Saint and Sainthood (A n I n te r n a tio n a l C o n fe re n c e ), B e r k e le y -C a lifo m ia , (bas­ k ıd a ). B) M u h t e l i f B u n la rın

a r a ş tır m a la r

b a şın d a,

m e rh u m

iç in d e

Fuad

b u lu n a n la r :

K ö p r ü lü ’ n ü n

Türk

Edebi­

yatında ilk Mutasavvıflar a d lı ta n ın m ış eserin de y e r a la n b a z ı satır­ la r b ir y a n a b ır a k ıla c a k o lu rsa

(A n k a ra

1976, 3. bs., ss. 337-39,

35 I_52)>

a y n ı y a z a rın “ Anadolu’ da İslâmiyet” (D E F M , 4-6 (13381340), ss. 297-30 1) ism in i ta şıy a n klâsikleşm iş m a k a le sin d ek i ön em ­

li p a sa jla rı zik re tm e liy iz .

B u p a sa jla r, b u k o n u d a T ü r k iy e ’ de ilk

y a z ıla n d ik k a te d e ğe r m ü tâ lâ a la r d a n ib a re t o lu p te m e l k a y n a k la n d eğerlen dirm esi itib a r iy le

de

bilh assa

ö n e m lid ir.

T ü rk iy e d ışın daki ç a lışm a la r a rasın d a ise, E dvvard G . B row n e’m A Literary History o f Persia (C a m b rid g e 1905, I I . v e I I I . c ilt­ ler)

a d lı tan ınm ış eserinde I r a n ’lı K a le n d e r î şâ irlerin i an la tırk en

v erd iğ i b ilg ile r ilk eld e bahis konusu e d ile b ilir. M uham m ed

H a b ip ’ in v a k tiy le Medieval India

Quarterly d e rg i­

sinin ilk cildin de (I/2, 1950) çıkan “ Chishti mystic records o f the D el­ hi sultanate period” isim li m akalesi, de Ç iştiy y e ta rik a tı ile K a le n d e rîliğin m ün asebetlerin i araştırm ası b a k ım ın d a n zik re d e ğ e rd ir. R ic -


KAYN AKLAR

XXXV

hard G ram lich’in D it Schiitischen Dervuischorden Persiens (Wiesbaden 1965, ss. 74-78) adlı kitabında da Kalenderîler’e küçük bir bölüm ayrılmış ve burada onların Hâksârîler ile olan alâkalan tartışılmış­ tır. Burada son olarak rahmetli Emel Esin’ in, O rta Asya’da X I I I X V . yüzyıllarda m uhtelif T ürk memleketlerindeki Kalenderi der­ vişlerine ait önemli bilgiler veren “ Les derdi h£t£rodoxes turcs d'Asie centrale” ( Turcica, X V I I (1985), ss. 7-40) başlıklı makalesini bahis konusu etm em iz gerekir. Bu sayılanların dışında daha başka bazı eserlerde K alen derîler’den söz edilmişse de bunları tek tek saymaya gerek yoktur.


KALENDERİLİĞİN DOĞUŞU VE GELİŞMESİ


G t R I Ş KALENDERÎLIĞÎN DOĞUŞU YE GELİŞMESİ I -

K A L E N D E R ÎL IĞ ÎN SO SYA L TEM ELLE R İ

îslâm dünyasının tarihî gelişimi içinde tasavvufun ortaya çı­ kışını belirleyen şartlar, tasavvufun fikir temelleri, m uhtelif tasav­ vu f m ekteplerinin teşekkülü ve nihayet tarikatların ortaya çıkış süreçleri bugün artık çok iyi bilinmektedir. Bu konularda yapılan araştırmalar hayli gelişmiş bir seviyeye yükselmiş bulunm aktadır. Bütün bu çalışm alar tasavvufun, Islâm’ın daha ilk yüzyılı içinde belir­ meye başlayan siyasî, sosyo-ekonomik ve kültürel değişmelerin sosyal yapıda hasıl ettiği karmaşa sonucu şekillenmeye başladığını gösteriyor. H ulefâ-i R âşidîn devrinin (632-661) son zam anlarında îslâm toplum lannın içine düştüğü siyasî ve İçtimaî bu h ran la r1; ardın­ dan gelen Em evî döneminde (661-750) eski A rap kabile asabiyyetine yeniden ağırlık veren ve giderek saltanata dönüşen hilâfet re­ jim inin, mevâlî denilen gayri Arap müslümanlar üzerinde uygu­ ladığı baskı ve bunun doğurduğu rahatsızlık du ygu su 2; A bb asî döneminde devam eden iç siyasî bunalımlar ve bunun sonunda içtim âi nizam ı sarsan bu hran lar3, tasavvufun bütün bu olumsuz­ luklara karşı mistik bir tepki olarak gün yüzü görmesine sebep ol­ muş görünm ektedir. T asa v vu f tarihinin açıkça ortaya koyduğu üzere bu tepki, I X . yüzyılda ilk önce ve en fazla, belirtilen rahatsızlıklardan kolayca.etkilenebilen esnaf zümresinin teskil__ettjgi orta tabakada ifadçşini b u ld u 4. Bu mistik tepki şüphesiz ki kendi tarihî gelişim süreci için­ 1 Eemard Lewis, Tarihte Araplar, çev. H.D. Yıldız, İstanbul 1979, s. 55-75; P.K. Hitti, Siyasî ve Kültürel İslâm Tarihi, çev. S. Tuğ. İstanbul 1980, I, 273-86; The Cambridge History o f İslam, Cambridge 1970, I, 67-72. 2 Levvis, ss. 82-89; Hitti, II, 353-76; The Cambridge History o f İslam, I, 8792. Buralarda konuyla ilgili yeterli bilgi bulunmaktadır. 3 Levvis, ss. 95-104; The Cambridge History o f İslam, I, 104-133; VV. Montgomery Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, çev. E. Ruhi Fığlalı, Ankara 1981, ss. 190-96. 1 Bu konuda. A.J. Arberry, Le Soufisme, fr. çev. Jean Gouillard, Paris 1952,

32- 47 ; G .C . Anavati-L. Gardet, Mystiçue Musulmane, Tendan es, Experiences et Techniçues, Paris 1976, 3. bs., ss. 21-23.


4

O S M A N L I İ M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

de her yerde ve devirde aynı m âhiyet ve eğilim leri göstermemiş­ tir. Eski M ısır, Hellen, M ezopotam ya, İran ve H ind kültür sâhalan m n İslâm öncesi mistik eğilim leri ve yaşantısı, m ahallî din ve iti­ katları, tasavvufun teorik cephesinin çeşitli m ektepler halinde şe­ killenmesine önem li ölçüde katkıda b u lu n d u la r5. İslâm kültür ve düşünce tarihini derinden etkileyen hiç bir tasavvuf cereyanının, İslâm iyet’in beşiği olan A rabistan ’da doğmamış, gelişmemiş ve yer­ leşmemiş olması - k i bugün de ö y le d ir- t a s a v v u f u n yapı itibariyle, İslâm iyet’i kendi eski kültürleri dahilinde algılayan Mevâlî orta tabakasınm, Jkitabî v e nasçı İslâm anlayışını temsil eden hâkim A rap müslümanlar sınıfına karşı geliştirdiği mistik bir tepki hareketi ol-_ masının bizce en reddedilem ez delilidir. İlk itici gücünü, İslâm peygam berinin şahsî yaşayışıyla örnek olduğu ilk devir İslâm zühdünden alm akla birlikte, belirtilen si­ yasî ve özellikle sosyo-kültürel ve İktisadî şartların kılavuzluğun­ da IX . yüzyılda bilinen klâsik hüviyetiyle teşekkül eden tasavvuf, bu sebeple önceleri koyu bir zühd ve takva anlayışı etrafında geliş­ ti®. Am a zamanla, müslüm an coğrafyasının bir yan dan K u ze y A f­ rika yönünde, diğer yandan da İran üzerinden A sya istikam etinde genişlemesi, sözkonusu yüzyıldan itibaren bu geniş alan da m eyda­ na gelen siyasî, sosyo-ekonomik ve kültürel çalkantılar bu ortodoks tasavvuf içinde yeni bir m uhalefet kanadının oluşmasına yol açtı. Her biri kendi yaşadığı devir ve bölgede İslâm dışı ilân edi­ len Bâyezid-i Bistâmî (874), C ün eyd-i B ağd âd î (910) ve H allâc-ı Mansur (922) gibi büyük m utasavvıflar, zühd ve takvâm n yerine İlâhî aşk ve cezbenin galip olduğu, bir anlam da erken V ah d et-i V ü cu d’çu nitelik taşıyan bu m uhalefet kanadının ilk tem silcileri ol­ dular. Önce Irak’ta başlayan b u m u h alif akım , fazla bir zam an geçmeden İran ve M âverâünnehir’deki değişik, sûfî m erkezlerinde de kendini gösterdi. M istik niteliğini aşağıda ele alacağım ız, tasavv uf tarihi literatüründe Melâmetîlik adıyla Jbi 1inen bu akım , belir4

Msl. bk. Reynold A. Nicholson, The mystics o f İslam, London 1963, ss. 10-

27; L. Massignon, Essai sur Us Origines du Lexique Technique de la Mystique M usulmarte, Paris 1968, s. bs., ss. 63-98. • Msl. bk., Nicholson, ss. 4-6; Massignon, ss. 156-174:, The Cambridge H islory o f İslam, II, 604-608.


M A R J İN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

5

tilen bu buhran ortam ında doğdu _ve,_özellikle eski İran mistik kültürünün kalıntılarnu oldukça canlı hir şekilde, hâlâ yalatm a­ ya devam eden Horasan ve Mâverâünnehir mıntakalarında_ gelişti. îşte K alen derîlik, tasavvuf zihniyetinden yaşayış tarzına, kı­ lık kıyafetinden İslâmî kaidelere bakış açısına kadar her şeyiyle içinde yaşadığı siyasî ve İçtimaî nizamı dışlayan bu zümreler içe­ risinde doğdu ve gelişip yayıldı. II -

K A L E N D E R ÎL IĞ ÎN

M ÎS T ÎK

T E M E L L E R İ:

K a b a ve kalın hatlarıyla, yaşadığı toplumun nizamına karşı çıkararak dünyayı kaale almaya değer görmeyen ve bu düşünce tarzım günlük hayat ve davranışlarıyla da açığa vuran tasavvuf akımına Kalenderlik veya Kalenderîlik denebilir. Ancak bu kısa vc çok kalın hatlı târif, îslâm dünyasının muhtelif zaman ve mekân­ larında yaşamış olup kendilerine değişik isimler verilen, lâkin ge­ nelde Kalender veya Kalenderî olarak anılan bu akım mensuplarını tam anlam ıyla nitelemeğe yeterli değildir. Çünkü ileriki bölümler­ de de açıkça görüleceği üzere, Kalenderîlik tek parça halinde bir yapı sergileyen, hattâ tek bir tarikat şeklinde teşkilatlanmış bir ta­ savvuf akımı değildir. T arih te yaşam ış Kalenderî şeyhleri ve bunların etrafında top­ lanmış K alen d erî zümreleri arasında, yukardaki genel târif içinde kalm akla beraber, farklı tezâhürler, eğilimler sergileyenler hep olagelmişlerdir. Hepsi_de— K a len d eri- olmakla beraber, bir Baba T âh ir-i JJryan ile bir Fahru’d-Dîn-i Irakî. bijr Sems-i Tebrîzî__ile bir O tm an B aba, birbirlerinden oldukça değişik şahsiyetlere—ve. telâkkilere sa h ip tile r . Am a hepsinde müşahede olunan ortak^zih^ niyet, diin yevî o lan h er şeyi arkaya atmak, yalmz ilâ h Laşla-önem jjeyerek İslâmî emir ve kaideleri bu açıdan değerlendİDnekti. O n ­ lar bu ortak zihniyeti kendi karakterleri, yetiştikleri kültür ortam ­ ları çerçevesinde meydana vuruyorlardı. O nun için Şems-i T e b rîz î’ de çok ince ve estetik bir görünüm alan K alen derî felsefe, O tm an Baba’ da bize oldukça kaba ve tuhaf gelen bir biçim e bürünebiliyor. H er şeye rağm en temelde yine aynı zihniyete dayanan K a le n ­ d e rliğ in bu dünyayı umursamayan, ona ihtiyaç duym aktan ola­ bildiğince kaçan, toplum nizamını protesto eden tavrı ve bunun


6

OSMANLI tM PA R A T O R LU Ö U ’NDA

dış görünüşe yansıyan temel m istik yapısı nerelerden kaynaklanı­ y o rd u ? A) E s k i re le r i :

H i ı ıd

ve

Ira n

m is ti s i z m i

ve

m is tik

çev­

K alcndcrilik, bugüne k a d ar yapılan az sayıda d a olsa araş­ tırm a la rın ortaya çıkardığı ve araştırıcıların fik ir birliğine vard ık ­ ları sonuç itibariyle, geniş ölçüde eski H iııd ve Ira n , am a özellikle de H in d m istisizm inden ve m istik çevrelerinden etkilenm iş kabul ed ilebilir \ G erçekten hem en her devirde, A nadolu dahil İslâm dünyasının pek çok yerinde görünen m u h te lif K alen d eri züm re­ lerinin. a raların d ak i kılık kıyafet itibariyle beliren az çok farklılık­ la r b ir yana, ortaklaşa sergiledikleri b ir takım hususiyetler, onları diğer klâsik sıifi züm relerden hem en ayırdığı gibi, ister istem ez bi­ zi y u k a rd a zikredilen m ıntakalardaki m istik çevrelerin araştırılm a­ sına götürm ektedir. Bir defa. K a len d eri züm relerine genel ad olan Kalender keli­ mesi başta olm ak üzere, pek çok sebep, bu züm relerin m enşe’lerini başka yerlerde değil, eski H in d ve Ira n m istik çevrelerinde, y ani Budist, Z erdüşti ve M aniheist kültürlerde aram ay a sevkediyor. Aşa­ ğıda görüleceği üzere, kaynaklarda K a len d eri züm relerini belirle­ m ek m aksadıyla, çeşitli zam an ve zem inlerde d a h a başka isimlere de rastlanıldığı halde, genellikle Kalender (jx li) veya Kalenderi jrj-ılî) Kalenderân y a h u t Kalenderiyle kelim eleri her. z a m a n ve m ek ân d a bu züm releri ifade eden o rtak isim ler olm uştur. H e n ü z m enşei üzerinde kesin b ir sonuca ulaşılm ış olm am ası­ n a ra ğ m e n , a ra p ç a , farsça ve türkçe k aynaklarda b a za n Karender a m a ekseriyâ Kalender (jx li) biçim inde k u llanılan bu ke­ lim e n in , z a m a n z am a n farsça Kalântar (_£■>£ = iri, k ab a kimse, tü rk çe d e kalantor), y a h u t grekçe Kaletoz (aşağı yukarı aynı a n la m ­ d a ) ’d a n geldiğini ileri sü re n ler b u lu n m u ş tu r8. A ncak b ü yük b ir ih ­ tim a lle sansk ritçe Kalandara (kanun, nizam dışı, düzeni bozan) ke? Msl. bk. F. Babingrr, ‘ ‘ Kalenderi” , E l i; Ignaz tîoldzihcr, Le Dognıe et la Loi de rİslam, fr. çev. Felix Arin, Paris 1958, s. 13 3 ; T . Yazıcı, “ Kalenderler'e dair yeni bir eser", ss. 786-87; Kocatürk, “ Kalenderiyye Tarikatı", ss. 2 21-224 ; Yazıcı, “ K alan dariyyc” , E li.. * Bu konuya d air bk. Yazıcı, a.g.m.. ayııı yerde.


MARJİNAL

SÛFÎLtK : KALENDERlLER

7

Hmcsinden gelmiş olabileceği dc belirtilmekledir k i9, oldukça doğ­ ru görünüyor. Üstelik bu, tarihî vakıaya da uygun düşmektedir. İkinci olarak, hemen her devir ve memlekette Kalenderi züm ­ relerinin ortak vasıfları olan, iiç-beş kişilik gruplar hâlinde dolaşıp gezmek, günlük yiyeceklerini dilenerek sağlamak, vücut ve. başla­ rındaki b ütün tüyleri (saç, sakal, kaş ve bıyık) kazıtmak ve acâip kılıklarda dolaşmak gibi hususlar da bizi söz konusu mistik çevrele­ re yönelmeye zorlamaktadır. Son olarak da, elimizdeki kaynaklarda, IX . yüzyılda lıa n ve M ezopotam ya havalisinde Budist ve Manihcist rahiplerin dolaş­ tıklarını veya bazı sûfilcrin Budist ve Manihcist çevrelerle ilişki içinde bulunduklarım gösteren bazı kayıtların mevcut olduğunu söylemeliyiz. Meselâ ünlü Mûtczilc âlimlerinden Câlıız (886), A7tabul-Hayavân adlı eserinde, erken Abbasî döneminde Irak ve Su­ riye’de halkın kendilerine Sâihûn (gezginler) dediği bir takım râ~ hiplere rastlandığım , bunların küçük gruplar halinde şehir şehir, kasaba, kasaba dolaştıklarını kaydediyor10. Goldziher, Gâhız’ın Ruhbânu'z-Zenâdıka diye nitelediği bu gezginci rahiplerin, eğer H ind sadhu’la n veya Budist rahipleri değilse, m utlaka onların mesleğini takip edenler olması lâzım geldiğini ve bunların hayat tarzlarının m üslüm anlardan bazı çevrclerce m utlaka taklid edilmiş bulunabi­ leceğini söyler41. Goldziher’in bu şekilde kesin teşhis koym adan açıklam aya çalıştığı bu Ruhbânu'z-ferndıkcCnm , yani fındıklardın Râhipleri’nin, gerçekte M aniheist rahipler olduklarını düşünm emek için bizce her hangi bir sebep mevcut görünm üyor. Bir başka tarihî haber, Goldziher’in, m üslüm anların bu ra ­ hipleri taklit etmiş bulunabileceklerine dair tahm ininin, tersi şart­ lar altın d a da gerçekleştiğini bize gösteriyor. Bu defa, m üslüm an to p rak ların a gelen rahipler değil, H indistan topraklarına giderek oralardaki Budist rahiplerin yaşantısını yakından inceleyen ve on­ larla konuşan sûfîler bahis konusudur, llhanlı tarihçisi Zckcriyya 9 Msl. bk. Kocatürk, a.g.m., s. 22i, not: 1. Bu ilmi açıklamalardan ba^ka bazı eski kaynaklarda da Kalender kelimesinin menşeîne ve nc anlama geldiğine dair ilginç spekülasyonlar yapılmıştır (msl. bk. Gölpmarlı. ‘ •Kalenderiye” . TA . Gölpınarlı burada bazılarını zikreder). Ayrıca bizzat Manâkib-i C S. de yer alan bir açıklama için bk. s. 62. 10 Bk. Câhız, Ki tabii'l-Hayardı;. Kahire 1323, IV. 147. 11 Goldziher. ayııı yerde.


8

O S M A N L I İ M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

M uham m ed K a zv în î, V I I I . - I X . yüzyılın tanınmış sûfîlerinden Şakik-i Belhi (8ı ı-8 i2 )’nin sûfîliğe girişinin, tüccarken Hindistan’a yaptığı seyahatler esnâsında tapm aklarda görüşüp konuştuğu Budist rahiplerin tesiriyle olduğunu açıkça belirtm ektedir12. H iç şüphe­ siz bu tek örnek değildir. Menâkıb-ı Cemâli?d-Dîn-i SâvV&t de, K a ­ lenderi dervişlerinin kendilerine H indli râhipleri örnek aldıkları çok açık bir tarzda kaydedilm iş o lu p 13 bundan başka örnekler de bulmak m ümkündür. Bütün bunlar, ilk K alen d erler’e, yahut K alen d erî dervişlerine yalnızca mistik anlayış ve dünya görüşü itibariyle değil, günlük yaşayış ve dış görünüş bakım ından da öncülük ve m odellik eden zümrelerden birinin, Budist ve M aniheist râhipler olduğu hipo­ tezini takviye ediyor. O halde gerek bu hipotezin daha tutarlı hale gelmesi, gerekse K alen d erîler’i anlam aya y arayacak mukayese im,s Bk. Zekeriyya Muhammed

Kazvini, Âsâru'l-Bilâd ve Ahbâru’l-ibad, Beyrut

1960, s. 333. Konumuz bakımından önemli olup bugüne kadar fazla dikkat çek­ memiş bulunması itibariyle söz konusu bu kaydı çevirerek aşağıya alıyoruz: “ Şakik önceleri tâcirdi ve Hindistan’a seyahat ederdi. Bir keresinde bir puthâneye (btytü'l-asnâm. yani Budist mabedi) girdi ve orada saç ve sakalını kazıtmış oldu­ ğu halde puta (Buda) ibadet eden birini gördü. O na şöyle dedi: Seni yaratan ve sana nzıjt veren bir ilâh var, O ’na tap! Sana hiç bir fayda veya zarar veremeye­ cek olan bu puta tapma! Puta tapan bu adam aynen şu karşılığı verdi: Eğer iş senin dediğin gibiyse neden sen evinde oturmuyorsun da tâ buralara kadar ge­ lip yoruluyorsun? Bu cevap üzerine Şakîk uyandı ve derhal zühd yolunu tuttu” . Bu parça gerçekte Şakîk-i Belhî’nin başmdan geçen bir olayı yansıtan tek örnek değildir. Yalnızca bu açıdan değerlendirilmesi yanlış olur. Parçanın asıl 5nemi, müslüman sûfîlerin Hind mistik çevreleriyle temasını göstermesi itibariy­ le önem taşır. Bu olay, buradaki kadar geniş olmamakla birlikte, Kuşeyrî RisâUsi tarafından da naUİpdilir (bk. Kuştyrî RisâUsi, çev. Süleyman Uludağ,

İstanbul

1978, s. 90). u Manâkib-i C S ., s. 12:

t

I J* Lu-

C—

öV

.

U

y Aolfü

A

^

Jjâj Oli—j JL^. ül>»r

•£

C— *.!>• <jIî jL ijl ^ j j

Burada görüldüğü üzere, özellikle Hindli râhiplerin dünyadan vazgeçişleri­ ne çaret edilerek onların bu tavrı övülmekte vc metnin devamında bu felsefenin Kalenderliğin esası olduğu fikri üstünde durulmaktadır.


M A R JİN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

y

kânları sağlaması bakımından, bu zümrelere kısa bir göz atmak yerinde olacaktır. Eski H ind dinlerine ve mistisizmine hasredilmiş araştırmalar, Budist toplulukları lâikler ve râhiplerden ibaret iki ana grupta mü­ tâlâa ed iyo rlar14. Bhikşu_ denilen râhipler zümresinin temci nite­ liği, hayatlarını sürdürecek asgarî eşya ve elbisenin dışında hiç bir şeye sahip bulunm am ak {fakr), bekâr ve gezginci olm aktır16, Andre Bareau, bu gezgin râhiplerin Budizm’e has bir zümre olm adı­ ğını, aslında Brahm anizm ’in hâkim olduğu daha eski zam anlarda, aynı yerlerde Sramana denilen gezgin râhiplerin yaşamakta bulun­ duğunu, B udizm ’deki gezgin râhipler sınıfının temelinin M .ö . I V . yüzyıla doğru bunlar tarafından oluşturulduğunu belirtiyor. Sramana'lar, toplum un aşağı yukan bütün tabakalarından geliyorlar­ dı. O n lar B rahm anizm ’e karşı bir tavır ortaya koyuyor, ne bu di­ nin, ne de içinde yaşadıkları toplumun hiç bir kuralına aldınş edi­ yorlardı. A h lâkî m efhum ları da hiçe sayan bu gezgin ve dilenci râhipler, y a n çıplak dolaşıyor ve rast geldikleri herhangi bir yerde yatıp kalkıyorlardı. Sırtlarında postlarını taşıdıkları h ayvan lan tak­ lit ediyor ve vücutlan n a yaralar açıyorlardı16. İşte Andrö Bareau’ ya göre, Budizm, Brahm anizm ’e karşı bir tepki hareketi olarak te­ şekkül ederken bu zümrelerden yararlanmıştı. Bununla beraber, Budizm’deki râhipler daha iyi bir teşkilât­ lanm aya tâbi tutulmuş olup, tam anlamıyla toplum içinde üstün yeri olan bir züm re durumuna yükselmişlerdi. Bunlar, yan lann d a, içine yiyecek koyduklan veya dilenmek için kullandıklan tahta yahut mâden î bir kap, saç ve sakallannı kazım akta veya başka bir ihtiyacı görmekte işe yarayan bir ustura ve sırtlannda portakal ren­ gi y a n açık bir elbiseden başka hiç bir şeyi bulunm ayan kimselerdi. O n lan n dilenmeleri, tam am iyle doktrinlerinin gereği idi. Saç ve sakallannı kazıtm alan da aynı m âhiyetteydi17.

14 Msl. bk. Walter Ruben, “ Buddhist vakıfları hakkında” , V D , II (1943), ss. 173 vd.; Andrö Bareau, Les Religions de l'Inde III: Bouddhisme, Jalnisme et Religions Archaiques, Paris 1966, s. 67. 16 Ruben, s. 45; Bareau, s. 69. 16 Bareau, ss. 14-15; krş. ilerde Kalenderîler’ in kılık ve kıyafetlerinden bah­ sedilen kısım. 17 Ruben, Buddhizm Tarihi, çev. Abidin İtil, Ankara ss. 69-70.

1947, ss. 42-48; Bareau.


IO

O S M A N L I ÎM P A R A T O R L U Ğ U ’ND A

işte bu dilenci rahiplerin yine doktrinleri gereği yapm ak zo­ runda oldukları bir başka şey de, yağışlı mevsimler dışında asla ma­ nastırda oturmamak, sürekli seyahat etm ekti18. Bu râhiplerin ha­ yatlarım çok iyi incelemiş olan W alter Ruben ve A. Bareau, bu hususta da dikkate değer müşahedeler kaydediyorlar. O nlara göre bu râhipler, kesinlikle bir iş tutmazlardı. Bu kendilerine şiddetle yasaklanmıştı. Bu yüzden hayatlarını sürdürebilmek ancak dilen­ mekle mümkündü. Sabahleyin yanlarına keşküllerini alarak bazan tek tek şehir, kasaba ve köylere gidip yiyecek teminine çalışırlar, bazan da bu işi gruplar hâlinde yaparlardı. Para, altın ve gümüş dışında, kendilerine verilen her şeyi reddetmeden almak zorun­ daydılar. işlerini tamamladıktan sonra da, meskûn bölgeler dışındaki bağlık ve bahçelik yerlerde bir araya gelirler ve topladıkları yiye­ cekleri paylaşırlardı, içlerinde en yaşlı, dolayısıyla kıdemli olanı, grubun tabii başkam olu yord u 19. Yu karıda özetlenmeye çalışılan şu tasvirler, ileriki bölümler­ de açıkça görüleceği üzere, tıpkı Kalenderîler gibi, dilenmenin dı­ şında toplum içine aslâ karışm ayan Budist râhiplerin, bir çeşit top­ lum dışı (marjinal) bir zümre olduklarını göstermektedir. Benzer mâhiyette bir dilenci ve gezginci râhipler zümresinin, muhtemelen Hint tesiriyle Zerdüştîlik’te de mevcut olduğuna Geo W idengren işaret ediyor. A yn ı şekilde bir çeşit fakr ve tecerrüd esası­ na dayalı bir doktrine sahip bulunan bu zümrenin, Zerdüştîliği tam anlam ıyla temsil etmediğini de yine aynı yazar belirtmekte­ d ir 20. Steven Runciman, C âh ız’ın yukarda verilen tasvirine uygun bir tarzda M aniheist rahiplerden bahsetmektedir. O n a göre bu râhiplerin bilhassa gezici olmaları, M aniheizm ’in misyoner bir ni­ telik taşımasından ileri gelmektedir. M ani râhipleri, dinlerinin dün­ yanın tek dini olduğuna, dolayısıyla herkesin bu dine girmesi gerek­ tiğine inanıyorlardı. Nitekim M an i’nin kendisi de sürekli gezen biriydi. M ani râhiplerinin diğer bir özellikleri ise, çok muhtemel olarak Budizm’in tesiriyle, çalışmamaları ve geçimlerini tıpkı Bu­ dist râhipler gibi dilenerek sağlamalarıydı. Üstelik onlar da vak­ tiyle Sramanalar’ın yaptığı üzere, Sâsânî toplum unun kurallarını u Krj. Kalenderîliğin erkânından bahseden ikinci bölüm. *• Bk. Ruben, “ Buddhist vakıfları hakkında", s. 173; Bareau, ss. 72-75. * G. VVidengren, U s Religioru de l'lran, Paris 1968, s. 84.


M ARJİNAL

S Û F ÎL İK :

KALENDERÎLER

II

zerrece dikkate almıyor ve kanun ve nizamlara uymayı reddedi­ yorlardı 21. Buraya kadar özet halinde verilmeye çalışılan şu bilgiler, Bu­ dist, Zerdüştî ve Maniheist râhiplerin müslüman sûfî çevrelere ya­ bancı olmam aları, hattâ onların hayat ve düşünce tarzlarının bazı çevreler tarafından ilgi ile karşılanması sonucu, İslâm dünyasının o zamanki siyasî ve İçtimaî karışıklıklar içindeki durumunun da katkısıyla, zam anla bir taklit isteğinin uyanması, bize öyle kolay­ ca reddedilecek bir varsayım gibi gelmiyor. İslâm dünyasında V III., IX . ve X . yüzyılların siyasî mücadele ye iktidar değişikliklerinin birbirini kovaladığı, İçtimaî buhranların birbiri peşi sıra patlak verdiği m uhtelif mıntıkalarında, özellikle İran’dan Aşva içlerine uza­ nan geniş bir sâhada, içinde yaşadıkları siyasî otoritenin ve toplu­ mun sıkıntılarından kaçmak isteyen bazı sûfîlerin, bu zümrelerinkine benzer, dünyayı umursamayan, fakr ve tecerrüdü savunan protestocu bir mistik felsefeyi benimsemeleri çok mümkündü: büyük bir. ihtimalle de böyle olmuş olmalıdır. İşte meselenin b'j safhasında işin içine Melâmet-Kalenderlik ilişkisi girmektedir ki, Kalenderiliğin— mistik temellerinden birisi de budur. B) M e lâ m e t

ve

M e lâ m e t îlik

cereyan ı :

K alenderîlik’le Melâmetîlik arasındaki ilişki, bilebildiğimiz ka­ darıyla daha X I I I. yüzyılda Sûfî kaynaklarında bahis konusu edi­ lerek tartışılmış olup Şihâbu’d-Dîn-i Sühreverdî’nin A vârifu'l-Maârif'i bunların_ başında gelir. Ancak bu tartışmalan ve. Kalendcrîlik-M elâm etîlik ilişkisini tahlile geçmeden evvel, Melâmetîliğin na­ sıl bir tasavvuf akımı olduğunu ve tarihçesini kısa da ols.a bilmek gerekir. Hangi tarihî ve İçtimaî şartlar içinde doğup geliştiğine yukar­ da kısaca temas edilen Melâmetîlik, bir kere daha belirtmek lâzım­ dır ki, Abbasî împaratorluğu’ndaki Mevâlî_tabakasına mensup esnaf kesiminin mistik hareketidir22. Bu hareketin, Sâmânoğullan 21 Bk. S. Runcimen, Le Manichiismc Midiival, Paris 1949, ss. 22, 63-64. 22 Bu gerçek, vaktiyle Melâmetîlik üzerindeki çalışmalarıyla tanınmış olan Alman âlimi Richard Hartmann tarafından “Sülemi'nin RisâUtul MelÂmetijpe’sT' (D E F M , 111/2(1340), s. 291) adlı tanınmış makalesinde aynen şöyle ifade edil­ miştir: “ Ibtidâları riyazat-ı sûfiyyeye ait hareket, münevver olmayan kitleden yükseldi. Bu sebepten fikrimce başlangıçta edebî tesiratm vukuu mümkün değil­ dir ve halkın daha ziyade aşağı tabakasında devam etti. Bu keyfiyet, Sülemî’nin bu küçük kitabını tahsis ettiği Melâmetiyye hareketi için bilhassa v&riddir".


12

OS M AN LI t M PAR A T O R L U Ğ U ’NDA

(819-1005) ile, başta Gazncliler olmak üzere, muhtelif Türk züm­ relerinin hâkimiyet mücadclesi verdikleri, sürekli savaştıkları IX . yüzyılda ve bu mücadele sâhasmm içinde yer alan Mâverâünnehir vc Horasan mıntakalannda kök salması bir rastlantı değildir. Bugün İran vc Afganistan sınırlan içinde kalmış olup eski Hind-lran kültürünün zengin ve etkin kalıntılarını saklayan bu bölgeler için­ de bulunan Nişapur, Herat, Belh ve K âbil gibi önemli kültür mer­ kezleri, bu sebeple Melâmetlliğin ana üsleri oldular23. Şüphesiz adı Melâmet veya Melâmetılik olmasa bile bu tasav­ vu f ajcımmı ilk yansıtan Cüneyd-i Bağdadî ve Hallâc-ı Mansur gi­ bi ortodoks sûfîliğe karşı ilk muhalefeti başlatan şahsiyetlerin eski İran kültür sahalarından Irak’da yaşamış bulunmalarına rağmen, asıl M elâmetîliğin Horasan vc M âverâünnehir’de ortaya çıkıp ge­ lişmesi, tamamiyle buralarının eski Hind-lran mistik kültürünün taşıyıcı bölgeleri olmasıyla ilgilidir. Fakr ve tecerrüd'ü esas alıp top­ lumu ve dünyayı olabildiğince dışlayan bu tasavvuf mektebinin, aynı temel felsefeyi benimsemiş eski H ind-lran mistik geleneğinin üzerinde inkişaf etmesi kadar tabii bir şey olamazdı. Eğer dikkat olunursa, M elâmetîliğin bu eski mistik çevrelerle bu yakın alâkası, ilk M elâm etîler olarak tanınmış olup aşağıda ken­ dilerinden bahsedilecek sûfîlerden iki üç nesil öncekilerde daha açık bir şekilde belirginleşiyor. Tarih kaynaklarına göre, bu sûfîlerin il­ ki, Belh şehrinde yaşamış olup tasavvufa giriş menkabesi Buda’nmki ile büyük benzerlik arzeden meşhur İbrahim -i Edhem (777)’dir. Fakr. yani her türlü dünyevî ihtiyaçtan olabildiğince sıyrılmak ve teçerrüd, yani dış dünya ile onun alâkalarından kendini uzak tuta­ bilmek prensibi onda çok açık bir biçimde görülebilir24. Bu tavır onun yakın çevresine mensup sûfîlerde, meselâ, Budist râhiplerle teması tarihen sâbit Şakîk-i Belhî ve onun haleflerinde gelişerek özellikle Nişâpur M elâmetîleri üzerinde büyük tesir uyandırmış­ tır*4. Bu sûfîlerin tek münasebetleri, elbette bulundukları yerler, “ Hartmann, ss. 307-314; A. G ölp ın arlı,

M elâmilik ve Melâmîler, İstanbul

1931, M. 24-25; ö - R ız a D oğrul, İslâm Tarihinde İlk Melâmet, İstan bu l 1950, ss. *•

37-39-

u İbrahim-i Edhem’e dair bk. Abdü’l-Kerîm Kuşeyrî, Kuşeyrî RisâUsi, ss. 79-80; Hücvirl, Keşfü'l-Mahcub, çev. S. Uludağ, İstanbul 1982, ss. 200-202; Fcrîdü’d-Dîn-i Atlar, Tadhkiratu’ UAwliya, nşr. R.A. Nicholson, London 1905, I, 85«06; Lâmiî, Terume-i Sefehât, s. 95. s Bu çok mühim şahsiyet hakkında meselâ şunlara bakılabilir: Kuşeyrî, »• 90-9 1 î Hücvlr'ı, ». 2 10 -n ; Attar, I, 196-202; Lâmiî, s. 103.


M A RJİN AL

S Û F İL ÎK :

K A LE N D ER ÎLE R

«3

kendi memleketlerindeki tasavvuf çevreleriyle sınırlı değil­ di. Ibrahim-i Edhem başta olmak üzere, hemen hepsinin Basra züh d mektebiyle de yakın temasları vardı. Ama tasavvuf anlayış­ ları ve yaşayışları bu mektebinkinden çok farklıydıa®. işte bu zemin üzerinde oluşan ve birinci kuşak temsilcilerinden Ebû Hafs Öm er b. Mesleme el-Haddad’m bizzat ifadesiyle “ Hak Teâlâ_ile beraber olmak için sımnı gizlemek, yakınlık ve kulluk adına kendini kınamak (levm, m elâm et), halka yalnız kusur ve kaba­ hatlerini gösterip iyiliklerini gizlemek sûretiyle kınamasını celbetmek” demek olan M elâm etîlik27, başta Nişapur olmak üzere diğer sayılan merkezlerde Ahmed b. Hadraveyh (854)28, Ebû Türab-ı Nahşebi (859)2fl, ve bilhassa Ebû Hafs el-Haddad Hamdûn b. Ahmed el-Kassar (884)31 ve son olarak Şah Şucâ-ı Kirmânî (885)32 tarafından temsil edildi. Lâkaplarının da gösterdiği gibi bu şahısların çoğu esnaf tabakasındandı. Bütün araştırıcıların ittifakla kabul ettikleri üzere, Ebû Hafs el-Haddad ve Hamdûn el-Kassar’ın şahsiyetlerinde asıl özellikle­ rini sergileyip kendine taraftar toplayan Melâmetîlik, X . yüzyıl­ da da adı geçenlerin müridlerinden Ebû Osman el-Hîrî (910), Y u ­ suf b. Hüseyin el-R âzî (916) ve Abdullah b. Münâzil (940) gibi ileri gelen şeyhlerle tesirini sürdürdü33. Bunlardan Ebû Osman el-Hîrî ile Y u su f el-R âzî’nin zamanın ülemâsı ve diğer bazı sûfî-

yah u t

26 Msl. bk. Louis Massignon, Essai sur Us Origines du Lexique Ttchnvpu de la Mystique Musulmane, Paris 1968, 3. bs., ss. 174-213. 27 Bk. Doğrul, İlk Melâmet, eserin sonunda yer alan RisâUUİ'l-Melâmetiyye çevirisi, s. 101. Melâmetiyye hakkında hemen bütün klâsik tasavvuf kaynakların­ da ve sûfî tabakatlannda malzeme bulunmakta olup ayrıca buradaki dipnotlarda geçen kaynaklarda da muhtelif Melâmetî sûfîlerinin biyografilerine dair malumat vardır. 28 Bk. es-Sülemî, Tabakâtü’s-Sûfiyye, nşr. N. Şerîbe, Kahire 1969, 2. bs., ss. 104-106; Kuşeyrî, s. 98; Hücvîrî, ss. 219-21; eş-Şa’rânî, Tabakalü’ l-Kübrû, Kahi­ re 1360, I, 65; Ensârî-i Herevî, Tabakatri Sûfyye, nşr. Abdülhay Habîbî, Kâbul 1962, ss. 82-85. 29 Bk. Kuşeyrî, ss. 99-100; Hücvîrî, s. 222. 30 Bk. es-Sülemî, ss. 115-122; Kuşeyrî, s. 199; Hücvîrî, s. 225; Attar, 1,322­ 31; Herevî, ss. 95-96; Lâmiî, s. m . 33 es-Sülemî ss. 123-29; Kuşeyrî, ss. 102-103; Hücvîrî, 149; Attar, I, 331­ 34; Herevî, ss. 103-105; eş-Şa’rânî, I, 68; Lâmiî, 113-14 ve daha başkaları. 32 Bk. Kuşeyrî, s. 140; Hücvîrî, s. 240. 33 Adı geçen şeyhlerin hayat hikâyeleri için Kuşeyrî, Attar ve eş-Şa’rânî’ye bakılabilir.


O S M A N L I İ M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

•4

lerce zındık telâkki edilmiş olm aları, bize göre, M elâm etîliğin doktrin yapısındaki eski Budist ve M aniheist tesirlerin rolünü vu r­ gulayan bir v â k ıa d ır34. Pek tabii olarak M elâm etîlik, IX ., X . ve X I . yüzyıllarda y a ­ şayan bu şeyhlerle sınırlı kalm adı; daha sonraki yü zyıllarda da de­ vam etti. A n cak bu akım tek başına bir tarikat olarak teşkilâtlanamamış, bilindiği üzere, m uhtelif tarikatlara mensup şahsiyetler içinde zam anım ıza kadar M elâm et’i bir meşrep olarak benimseyen pek çok kimse bulunm uştur35. A yrıca tasavvuf tarihi incelendiğin­ de, K ü b re v îlik ve K alen derîlik gibi bazı tarikat ve sûfî akım ların temelinin de esas olarak M elâm et mektebine dayandığını söylemek gerekir ki, şimdi tartışılacak olan ve esas konum uzu ilgilendiren husus da budur. Bu kısmın daha başında da belirtildiği üzere, M elâm etîlik ile K alen derîlik arasındaki bağ, X I I I . yüzyılda Avârifu’ l-M aârif’ te tartışılmış ve X V . yüzyılda Nefehâtii’ l-Üns ile sürdürülm üştür. G ünüm üzde de çağdaş araştırm acıların fikri, bu ikisi arasında ha­ kikaten sıkı bir ilişki olduğu merkezinde toplan m ıştır30, ki gerçek de bundan başka değildir. Avârifu'l-Maârif yazan Şihâbu’d-D în-i Sühreverdî aslında M elâm etîler’in ihlas sahibi kimseler olduklarım , tıpkı günahkârların günahlarının m eydana çıkmasından korktukları şekilde, onların da iyi işlerinin ve güzel huylarının açıklanm asından şiddetle kaçın ­ dıklarını sö yler37. A yn ı şekilde A bdurrahm an-ı C â m î de bunların 34

Nitekim Ö .R . Doğrul da bilhassa

Ebû Osman için bu hususu tartışmak

ta ve bu konuya kesin gözüyle bakmaktadır (bk. İlk Melâmet, ss. 49-52). ** Zaten bu yüzden tarih lara Birinci Devre Melâmetîleri

boyunca ilk Melâmetîler’den başlamak ve bun­ demek

sûretiyle Melâmetîliğin üç devre şeklinde

mütâlâası bir gelenek halini almıştır. İknci Devre M elâm îliği Hacı Bayram-ı V e lî’ nin (1430) halifesi Dede Ömer Sikkînî (1486) ile başlatılır ve X V I I . yüzyılın son­ larına kadar sürdürülür. Üçüncü Devre M elâm îliği ise, Bosna’da X I X . yüzyılda or­ taya çıkan Şeyh Muhammed Nûru’l-Arabî ile başlatılır. *• Msl. bk. Köprülüzâde M . Fuad,

“ Anadolu'da İslâmiyet", ss. 298; Babin-

ger, “ Kalenderi” , E l i ; Tagi Ahmad, “ Who is a Qalandar?", ss. 161-63; Gölpınarlı, Melâm îlik, ss. 15, 26 (Gölpınarlı daha sonraki bütün eserlerinde aynı şeyleri tekrarlayacaktır); T . Yazıcı, “ Kalandariyya” , E let; S. Kocatürk, Tarikatı” , ss. 223-24 ve daha başkaları. ** Bk. Aoârifu'l-Maârif| I, 194-98.

“ Kalenderiyye

Sühreverdî, kendi zamanında da M elâ-

lâmetîler’in esas olarak Horasan’da bulunduklarını, Irak’ta da bunlara ara sıra rastlanmakla berabet Melâmetî olarak pek tanınmadıklarını kaydeder (bk. I, 202).


M A R JİN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

»5

“ çok m übarek bir tâyife” olduklarını belirtir38. Ancak bu sûfî y a ­ zarlar, M elâm etîler’in gerçekte âbid ve zâhid insanlar oldukları halde halk tarafından fâsık bilinmek için çaba sarfetmeleri yüzün­ den, bu tavn n sahte M elâm etîler türemesine sebebiyet verdiğini de kaydederler. A y rıca M elâm et perdesi altında pek çok kimse­ nin “ fısk u fü cû r” işlediğine dikkat çekerek bunun ise zendeka ve ilhad’ın ta kendisi olduğunu vurgularlar39. İşte asıl mesele bu noktada kendini göstermektedir: G erçek M elâm et’le zendeka ve ilhad nasıl farkedilecektir? Sühreverdî ve C âm î’ye göre K alen d erlik bu noktada ortaya çıkıyor. Bununla bera­ ber, her iki yazar da K alenderler’i gerçek sûfilerden sayıp zındık ve m ülhidlerin dışında tutuyorlar. O nlara göre M elâmetîler^le_Kalenderler arasındaki fark, esas olarak topluma k a rsı t a v ır la r d a ve nafile ibad etle r i yapıp yapm am akta belirmektedir. M elâm etî anla­ yışı daha ileri götü.ren K alenderler, topluma muhalefet ko<usun da daha a k tif ve isteklidirler. O nlar için kalp_iemizliğj_esas olduğun­ dan, M elâm etîler gibi gizli gizli ibadet e tm ek yp rin p ) hiç nâfilp. ihadet etm ezler; zira bunun gereğine inanm azlar; ancak ja r z la r ı ye­ rine g etirirlçr40. C â m î’ye göre, kendilerini K alenderler olarak ni­ telemekle beraber, her bakımdan İslâm iyet’in dışına çıkmış sûfîlerin bu gerçek Kalenderler ile alâkalan y o k tu r41. KLısaca toparlanacak olursa bu tartışmadan çıkan sonuç şu­ dur: Bir defa K alen d erlik, M elâm etîliğin biraz farklılaşmış biçim i­ dir. Asıl önemli olan, bu yazarların eserlerini yazdıkları dönem ler­ de K alen d erliği henüz yüksek bir tasavvufî felsefe ve yaşayış biçi­ mi olarak yaşayanlar bulunduğu gibi, kendilerini bu maske altında gizleyerek hiç bir dîn î, İçtim aî ve ahlâkî nizam ve kaide tanım a­ yan K a le n d e r i züm releri de bulunm aktadır. Sühreverdî’nin yaşa­ dığı çağ, K alen d erîliğin doğuşundan yaklaşık iki bu çuk asır sonra­ sı olup büyük K alen d erî şeyhi C em âlü’dîn-i S â v î’yi yetiştirm iş­ tir. Bu devir, aynı zam anda K alen d erîler’in O rta D o ğ u ’d a y ay ıl38 Krş. Lâmiî, ss. 15-16. 30 Krş. Sühreverdî, I, 211-12; Lâmiî, ss. 20-21. 40 Krş. Sühreverdî, I, 208-210; Lâmiî, aynı yerde. 41 Lâmiî, s. 20: “ Ammâ şol tâyife ki zamanımızda

Kalenderlik adıyla mev-

sûm olmuşlardır ve İslâm rebekasım boyunlarından çıkarmışlardır ve bu addolan evsafdan hâillerdir bu isim (Kalenderlik) anlara âriyetdir ve anlara Haşviyye dirlerse lâyıkdır” .


ıb

O SM A N LI İM P A R A T O R L U Ğ U M D A

d ıklan bir dönemdir. nin hemen her tarafı İşte her iki yazar da durum unu göz önüne

C â m î’nin zam anı ise, K alen d erî züm releri­ kapladığı çok daha geç bir dönem i yansıtır. kendi devirlerindeki K alen derî züm relerinin alarak fikirlerini belirlemişlerdir.

Şimdi K alenderiliğin mistik temellerinden olarak M elâm etî­ lik ve K alen derîlik ilişkisi hakkında buraya kadar söylenenleri bir toplu değerlendirm eye tâbi tutm ak lâzım gelirse şu söylenebilir: K alen d erîlik mistik^ temellerini oluştururken, hem doğrudan doğn ıva . hem de M elâm etîlik vâsıtasıyla H ind-Iran mistisizmine^ d a ­ yanmıştır. A ma. K alenderiliğin bir sûfî zümre olarak ortaya çıkışı, bizzat M elâm etîlik akımının tabii gelişim süreci içindeki doktrin ve am elî alanlardaki farklılaşmanın sonucudur. Şim di, bu teorik fark­ lılaşmanın nasıl bir tarihî ve sosyolojik süreç içinde gerçekleştiğini görebiliriz. III -

İ L K K A L E N D E R Î L E R V E C E M Â L Ü ’D ÎN -I V Î ’Y E K A D A R K A L E N D E R Î L İ K :

SÂ-

Biraz ilerde ilgili kısımda da görüleceği üzere, K a len d eriliğin tarihçesini, X I I . yüzyılın sonlarıyla X I I I . yü zyılın ilk y an sı içinde yaşamış ve bu sûfî a k ım ın ı ilk defa bir tarikat haline dönüştürmüş bulunan C em âlü’d-D în-i S â v î’den öncc ve sonra olm ak ü zere iki dönemde ele alm ak gereği hasıl o lm aktad ır42. İlk dönem in bulut­ lu ve kısmen karanlık m anzarasına karşılık, ikin ci dönem özellikle Y en içağlar’a yaklaştıkça kaynakların bollaşması sebebiyle berrak­ lık kazanır. Nitekim bugüne kadar yap ılan araştırm alard a d a bu durumun açık bir şekilde takip edilm esi m üm kündür. Bu araştırlarda C em âlü’d-D în-i S â v î’den önceki dönem ile ilg ili olarak ge­ nelde a) K alen d eriliğin ilk ortaya çıktığı zam an ve m ekân, b) İlk K a len d erîler’in kim ler olduğu, c) K alenderiliğin m âhiyeti gibi başlıca üç problem üzerinde durulm uştur. Bu p ro b lem ler belli ölçülerde tartışılmış ve aşağı yukarı üzerinde ittifak edilen b a z ı so­ ** Bu gerçeği ilk defa merhum F. Köprülü

dile getirmiş (bk. “ Anadoluda İs-

lâım yef', t. 298), T . Yazıcı da aynı kanaate iştirak etmiştir (bk. “ K alandariyya” , E la ) .


M A R JİN A L

SÛ F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

>7

nuçlara varılmıştır. Bununla birlikte, ilk dönem hakkında bugün için belli oranda bir tarihçe yazabilmek imkân dahilindedir. Eğer dikkat edilirse, Kalenderîliğin ilk ortaya çıktığı zaman ve mekân meselesi, ilk Kalenderiler’in kimler olduğu konusuyla sıkı sıkıya bağlantılıdır. Çünkü ilk Kalenderîler’in kimler olduğunu tesbit edebilmek, aynı zamanda onların yaşadıkları zamanı ve böl­ geleri tesbit etmek demektir. Bazı eski rivâyetlerde ilk Kalenderî şeyhinin M ısır’da yaşamış Endülüs asıllı Yusuf el-Kalenderi adın­ da bir A rap olduğu ve tarikatın onun adım taşıdığı zikredilmişse d e 43, bunun hiç bir tarihî dayanağı olmadığı görülecektir. Zira bu yanılgı, C em âlü’d-Dîn-i S âvî’nin de Yusuf adını taşımasından ve ömrünün önemli bir kısmını Mısır’da geçirmesinden ileri gelmiş olsa gerektir. Üstelik bizzat Kalenderîliğin kendi geleneği de C e­ m âlü’d-D în Y u su f es-Sâvî’yi “ kurucu” olarak tebcil e d er44. Aslında, K alenderîliğin doktrin olarak H ind-îran mistik kül­ tür sâhası ile M elâm etîliğin yayılm a alanı içinde ortaya çıktığına muhakkak nazarıyla bakılınca, Cem âlü’d-Dîn-i S âvî’yi ilk K a len ­ der olarak kabul etmek mümkün değildir. A yn ca, aşağıda görüle­ ceği gibi, bizzat Kalender sıfatını kullanıp ondan çok daha önce y a ­ şamış şahsiyetlerin mevcudiyeti, bunu büsbütün imkânsızlaştırı­ yor. Bu itibarla bizce İlk Kalenderler, yahut K alenderîler meseselesinin çözüm yolu M elâm etîlik-Kalenderîlik ilişkisinden geç­ mektedir. K anaatim izce ilk K alen derîler’i, nerede ve ne zam an yaşadıklarım oldukça iyi bildiğim iz M elâm etî şeyhleri arasında aram ak m antıkî v e tarihî bir zarurettir. IX . yüzyıldan itibaren H o­ rasan ve M âverâünnehr’in Nişapur, Herat, Belh, j^ âb il, Buhara ve Sem erkand gibi merkezlerinde ve. huralarm çevrelerinde yaşamış M elâm etî şeyhlerinin müridleri arasından, isimleri o zam anlar Ka­ lender olm asa da, ilk K alenderi sufîlerin belirmeye başladıklarını varsaym ak gerekiyor. Ö yle sanıyoruz ki, belki de daha I X . yüzyıldan itibaren, M elâ ­ m etî felsefenin elâstikî ve her türlü te’vile uygun yapısı gereği, bu meşrebe mensup sûfîler içinde, adına sonradan K alen d erîlik deni­ lecek bir değişimi başlatmış olanlar mevcuttu. Bu değişim, tarih 43 Msl. bk. Babinger, “ Kalenderî” , dar?” , s.

E l i ; T agı Ahmad, “ W ho is a Q alan-

156.

44 Bk. Hatîb-i Fârisî, Manâkib-i C S., ss. 3 ° vd*> İbn Batuta, I, 63-4. F. *


ı8

O S M A N L I İ M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

kayn aklarıyla rahatça takviye edilebildiği üzere, Budist ve M an i­ heist çevrelerle temas sonucu, X . yüzyıl içinde sürüp gitti. H attâ biraz daha ileri giderek şunu ileri sürmek de m üm kündür: Sûfî kaynaklarının bize M elâm ctî olarak tanıttığı I X ., X . ve X I . yüz­ yıllarda yaşamış bazı sûfîlerin, hakikatte K alen d erî olm aları kuvvet­ le m uhtem eldir. Üstelik, I X . ve X . yü zyıllard a îslâm dünyasının hiç bir yerinde teşkilâtlı bir tarikat niteliğine bürünm üş hiç bir sû­ fî teşekkül bulunm adığı m uhakkak olduğuna göre, bu K alen d erî sûfiler bağımsız olarak kendi müridleriyle çevrili bir şekilde yaşa­ m aktaydılar. Bu bakım dan, C em âlü ’d-D în-i S â v î’den önce K alen d eriyye T arikatı adıyla, teşkilatlı bir züm re aram ak tarih î gerçeğe ters dü­ şer. K a ld ı ki, C em âlü’d-D în-i S â v î’den sonra dahi K a len d erî züm ­ relerini yalnızca Kalenderî lâkabı veya Kalenderiyye Tarikatı adı al­ tında aram ak da bir hatâdır. Çünkü ileriki bölüm lerde görüleceği gibi, A nadolu Selçuklu ve Osm anlı devirleri ve sâhaları d a dahil, İslâm dünyasının çeşitli zam an ve m ekânlarında K a len d erîler pek çok değişik isim ve lâkapla varlıklarını sürdürm üşlerdir. H al böyle olunca, K alen d eriliğin m uhtem elen X . yü zyıld an itibaren, henüz teşkilatlanmamış bir halde, H orasan’dan M âverâünnehr’e uzanan geniş bir alan içinde tek tek bir takım sûfîler ve onların çevreleriyle sınırlı bir tasavvuf akım ı, fakat a yn ı zam an ­ da sosyal bir muhalefet unsuru olarak belirdiğini ileri sürm ek, ka­ naatimizce tarihî vâkıaya uygun bir varsayım dır. Bu varsayım ı teyid etmek ve bazı ipuçları ele geçirm ek m aksadıyla, Keşfu’ l-Mahcûb, Risâle-i Kuşeyriyye, Tezkiretu’ l-Evliyâ ve Nefehâtü’l-Üns vb. X I . yüzyıldan X V . yüzyıla kadar uzun bir devre içinde yazılm ış olup, adı geçen m ıntakalarda yaşamış sûfîlerin tercem eihallerin i ihtiva eden tabakât kitaplarını taram ak başlangıçta bize çıkar b ir yol gibi görünmüşse de, bunun sonunda ne yazıkki fazla tatm inkâr veriler sağlanamamıştır. Her hâlü kârda bu varsayım ın kolayca y ab an a atılab ileceği­ ni sanmıyoruz. F azla tatm inkâr olm asa da elde edilen veriler, hiç olmazsa X . yüzyılın ikinci yan sıyla X I . yü zyılın ilk yarısı içinde yaşamış Ebû Ahm ed-i A bd al-i Ç iştî, B aba T â h ir-i Ü ry a n , Baba Câfer, Baba Hemşâ ve Ebû Saîd-i E b u ’ l-H ayr gib i, ta rih î şahsiyet­ leri mâlum kişilerin, birer K alen d er niteliğini taşıdıklarını göste­ riyor. Baba Tâhir-i U ryan ’ın elim izde, sûfî ta b a kâtların d aki ka­


M A R J İN A L

S Û F Î L tK :

K A L E N D E R ÎL E R

>9

yıtların dışında bir de kendi eserleri olduğu gibi, diğerlerini de ben­ zer kayıtlardan teşhis edebiliyoruz. Ebû Saîd-i Ebu’l-H ayr ise çok ünlü bir sûfî olup, bizzat torununun yazdığı menâkıbnâmesi sâyesinde, hakkında oldukça sağlam bilgilerimiz vardır. A yrıca ken­ disinin bazı tasavvufî şiirleri de bize ulaşmıştır. A) E b û A h m e d -i A b d a l- i Ç iş t î : Sûfî kaynaklarında tesbit edebildiğimiz muhtemelen en eski ve üstelik, daha sonraki yüzyıllarda münhasıran K alenderîler ta­ rafından kullanılan _Abdal lâkabını taşıyan ilk Kalenderler’den ol­ duğu söylenebilir. Çişti nisbesinden de anlaşıldığı üzere, H erat ya­ kınlarındaki Çişt köyünden45 ve bu adı taşıyan tarikatın ilk büyük şeyhlerindendir46. R ivâyete bakılırsa, aslında bir hükümdarın oğ­ lu iken, bir gün av esnâsında içinde büyük şeyh Ebû îshak-ı Ş âm î’ nin de bulunduğu ricâl-i ğayb’ ı g lö rü r; her şevini terkederek ona mürid o lu r47. Ebû Ahm ed-i A bdal, hiç şüphe yokki H erat’ ta kök­ lü bir şekilde yerleşmiş bulunan M elâmetiyye mektebinin içinden geliyordu. B) B a b a T â h i r - i U r y â n - ı H e m e d â n î : K ayn ak lar kısmında da eserleri dolayısıyla kısaca kendisin­ den bahsolunan Baba T âhir, Üryan (çıplak) lâkabının da açıkça gösterdiği üzere, yarı çıplak dolaşan ve hemen hemen bütün tanın­ mış K alen derî şeyhlerinin ortak vasıfları olan cezbe sahibi bir sûfîdir. Bugünkü bilgilerimize göre ilk defa Kalender ( j^Iî) lâkabım kullanan o olm uştur48. 938 yıhnda doğduğu tahmin edilen Baba T â h ir’in İran ’da Fars asıllı sülâleler (Deylem îler)’le Türkler’in (Büyük Selçuklular) 46 Bk.

M u în ü ’d -D în -i E sfirâ zî, Ravzatu’l-Cennât

E vsâ f’ i M edinet'i Herat,

nşr. S. M u h a m m ed K â z ım , T a h ra n 1338 hş., s. 34, n o t: 4. 48 M sl. bk. L â m iî, s. 36; H o cazâ d e A h m ed H ilm i, Had(katü'l-Evliyâ: Silsile-i Kadiriyye ve Çiştiyye, İstanbu l 1318, I I ,

132-35.

47 L â m iî, a y n ı y erd e; N e v â y î, s. 204. 48 Bk. N akosteen, The Rubaiyyat, s. 4:

jj-d»

f J* ^ O* <> J (fU aJ j

(fU

fh 3 )j J* (*r

j 'j

p


90

O SM AN LI İM P A R A T O R L U Ğ U M D A

hâkim iyet mücadelesi verdikleri yıllarda H em edan yakınlarında yaşadığını b iliy o ru z48. Nitekim Râhatu’s-Sudûr m üellifi R â ve n d î’ nin ifadeleri bunu teyid ediyor. Soradan Büyük Selçuklu im p a ra ­ torluğum un ilk hüküm darı olacak olan T u ğ n ıl Beğ, seferlerinden biri csnâsında H em edan’a uğramış ve şöhretini 3 uyduğür~Bâba~Tâh ir’in ziyaretine gitmiştir. Bu ziyaret sırasında, “ biraz m ecnun gi­ bi^’ ö lâ n B a b a T âh ir, T uğrul Beğ’e hâkim iyeti altına a ldığı. İn sa n i laraTdaim a adaletle davranması için, nasihat etmiş, x>_da buna u ya­ cağın a söz v ermiştir. R â v e n d îT B aba T âhir’in H em edan şehrinin içinde değil, H ızır adındaki küçük bir dağda, tıpkı kendisi gibi olan B aba C âfer v e ŞeyhT HemşITiIe birlikte m ünzevî b irlhayat-sürd ürdü klerin i, dindar ve tem iz inançlı_olduklarını bildirm ektedir50. Baba_T â h ir ’in 1037’ de H em edan’da vefat eden İbn S ina ile .çağdaş olm ası d a jd ik k a t çekicidir. Z ira kendisinin Kitabi?l-îşârâthndz. anlattığı m istik tec­ rübeyle ilgili müşahedelerinin muhtem elen B aba T â h ir’i konu al­ mış o la b ile ce ğ i uzak bir ihtim al jdeğildir. Baba T â h ir’in vefatı 1010, 1019-1020 gib i m u h telif tarihlerde gösterilmekteysede, T ahsin Y a zıcı, T u ğru l B eğ’le görüşm esinin, onun 1055’ teki H em edan’a gelişi sırasında v u kû b u ld u ğ u n a dikkat çekerek bu tarihi 1055’ten sonraya alır. Y u k a rd a bahsi geçen klâ­ sik sûfî kaynaklarının hiç birinde kendisi hakkın da bir b ilg iy e rast­ lanm am ası, dikkat çekicidir. Bu bir bakım a onun klâsik ortodoks sûfî tipinin dışında telâki edilmesiyle ilgili bulunsa gerektir. D iğer iki arkadaşı için de durum aynıdır. Baba T â h ir’in gerçekten son derece ku vvetli cezbe sah ibi bir sûfî ve aynı zam anda önemli b ir şâir olduğu, n ih â ilerin d en çok iyi anlaşılm aktad ır51. B ir rubâisinde, yersiz yurtsuz b ir kalender oldu49 Msl. bk. Rızakulihan

Hidâyet,

M ccm aıt'l-Fusahâ, Tahran 1339 hş., III,

845; Browne, A Lilerary History, II, 259; V . Minorsky, “ Baba Tah ir Ü ry a n ” E l i , 2; Nakosteen, ss. 1 - 7 . (Baba Tahir’in biyografisi h a k k ı n d a ayrıca Alikuli H a n ’ın R iy âzu’j-Şuarâ’sı ile, L u tf A li Beg’in Âteşgede (Bombay i2 7 7 )’sine de bakılabilir. 50 Bk. Muhammed b. Ali er-Râvendî,

*957» I, 97-98 -

Râhalu’ s-Sudûr, çev. A . Ateş, Ankara

Hidâyet, yukarda zikredilen eserinde Baba T a h ir’in Selçuklular

zamanında değil, Deylemliler zamanında yaşadığını ileri sürer.

A n cak tarih iti­

bariyle onun Tuğrul Beğ’e çağdaş olduğu kesindir. H Nakosteen, ss. 29-54 arasındaki f kınlarda türkçeye de kazandırılmıştır

metin kısmı. Baba T a h ir’in rubâîleri ya(bk. Öm er K avalcı,

Baba T a h ir Üryan ve

( Ş iirim , Kült. Bak. yay., Ankara 1989. Bu eserin başında Baba T a h ir’ in biyogra­ f i s i de bulunmaktadır).


M A R JİN A L

S Û F ÎL ÎK :

K A L E N D E R ÎL E R

21

ğu n u ; serseriyâne bir hayat sürdüğünü; tuğlayı başına yastık ya­ parak uyuduğunu ve daim î ıstırap içinde bulunduğunu anlatıyor8*. Bu sebeple M inorsky, onun gerçek sûfî felsefesine bağlı olduğunu, günahlarım itiraf ederek affı için yalvardığını ve ıstırabın çaresini fenâ telâkkisinde bulduğunu belirtir53, ki bu teşhis gerçekten onu en iyi niteleyen bir teşhistir. Baba Tâhir’in el-Fütûhatü'r-Rabbâniyjjtf’sinde yer alan vecize tarzındaki pek çok sûfiyane sözleri arasında meselâ, “ İlim beni cezbetti vc denizin kenarına getirdi. V ecd beni denize düşürdü ve boğulmaya bıraktı. Denizin ortasın­ da ilim den~Tafdîm istedim, beni kurtarmadı ve vecd ga­ lip gek Kurtulm ayı istedim; henı kıır-. taran “K i m ___________yorsa O ’nu resmî olarak zikrediyordur. K im de O ’nu cehille zikrediyorsa, işte asıl ger­ çek zikir odur” 54 gibi ifadeler, kendisinin ilim sahibi olduğunu, ancak İlâhi cezbe bahis konusu olduğu zaman, her şeyin cehille sonuçlandığına inan­ dığını gösterir. İki buçuk asra yakın bir zaman sonra bu telâkki, Şems-i T e b rîzî gibi bir başka büyük Kalenderî şeyhinin tesiriyle M evlânâ G elâlü’d-D în-i R u m î’de ortaya çıkacaktır. Üryan lâkabını taşıyan bu büyük K alenderî şeyhinin çevre­ sinde B aba C âfer ve Şeyh Hemşâ’dan başka kimler olduğunu, onun sûfiyâne telâkkilerini sürdüren daha bazı çevreler bulunup bulun­ m adığını bilem iyoruz. C) E b û

S a îd - i

E b u ’ l-H a y r :

B aba T â h ir’in bir başka çağdaşı ve tıpkı onun gibi kuvvetli bir sûfî şâir olan Ebû Saîd, Horasan’ın Haveran bölgesinde yaşa­ mış olup hayati hemen hemen bütün teferruatı ile mâlum dur. T o ­ runlarından M uham m ed b. Ebi’l-M ünevver’in kaleme aldığı Es52 Bk. yukarda 48 nolu notta zikredilen rubâi. 53 Minorsky, a.g.m.\ Baba

Tahir’in sûfîliği ve edebî cephesi hakkında daha

geniş bilgi için bk. Brovvne, II, 257-59; Nakostcen, ss. 7-12 ve buralarda verilen diğer kaynaklar. 54 Baba

Tahir-i

Üryan,

el-Fütûhâtü'r-Rabbâniyye f i

Mezci'l-İşârâti'l-Hemedû-

niyye, Paris, Bibi. Nat., E. Blochet arap. yaz. nr. 1903, w. 101b-104b.


OSM ANLI

23

rûru t-Tevhîd adlı

m en kabevî

İ M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

b iy o g r a fis is o n r a k i

liyâM ve Nefehâtü'l-Üns67 gibi sûfî ta b a k â tla n n a d a

Tezkiretü'l-Evka yn a klık et­

miştir. Zikredilen kayn aklarda an latıld ığın a göre, gen çliğ in d e K e ­ lâm tahsili ile uğraşırken, bir M elâm etî şeyhi olduğu şüphesiz kulunan E b u ’ l-F azl H asan ’ la tanışarak tasavvufa yönelm iş vc onun vasıtasıyla yine ünlü bir M elâm etî şeyhi olan Ebû A b d irra h m an es-Sü lem î’ye intisap ederek kendisinden hırka g iy m iştir58. B ir ara M elâm etîliğin ana m erkezlerinden N işapu r’a gid erek kendisine geniş bir m ürid halkası edindi. Bu arad a E b u ’l-K asım el-K u şe y rî ile de dosduk kuran Ebû S a îd ’in m izacı tam an la m ıyla K a len d eriliğ i yansıtır. N itekim o, B ab a T â h ir’den sonra, y azd ığı rubâilerin de bunu ifade eden ikinci şah siyettir50. T a sav vu fî edebiyat tarihçilerinin ortak kanaatlerine bakılır­ sa, Ebû S aîd V a h d et-i V ü cu d fikrin i kuvvetle yansıtan, d în î kaide­ lere fazla aldırış etm eyen bir kimse olduğu gibi, sû fiyân e nazm ın d a gerçek ku ru cu su d u r60. R . A . Nicholson onun, M e v lâ n â ’d a g ö ­ rülen sem bolik üslûbun ilk habercisi olduğu gö rü şü n d ed ir61. D în i kaidelere alâkasızlığı sebebiyle bir ara G azn eli M a h m u d ’a u lem â tarafından şikâyet edilen Ebû S aîd, doğduğu şehir olan M a y h a n a ’d a 1049’d a ölünceye kadar yaşam ıştır62. D ) D e r v îş -i

A h û -p û ş:

X - yüzyılın sonlarıyla X I . yüzyılın başlarında yaşam ış olup, yuk ard a zikredilen ve yüksek seviyedeki sûfî telâkkileriyle K a le n ­ derîlik akım ının ilk tem silcilerinden bulunan şahsiyetlerden sonra, X I I . y ü zyıld a yine Büyük Selçuklu İm paratorluğu sâhasm da y a ­ şamış tipik bir K a len d erî şeyhinden d aha söz etm ek gerekir. Bu ki44

Bk. EsraruV-Tcvhid f i Makama ti'f-Şeyh

E b î Saîd, nşr. V . Jukovsky, Peters-

burg 1899; Eserin Fransızca çevirisi için bk. Mohammcd Achena, Paris, Dcsc16c dc Brouvrr 1974. 54 Bk. Attar, II, 322-37. Bk. Lâmiî, s*. 339-47. ** Bk. a.g^ierler, gösterilen yerlerde; kr5. R.A.Nicholson, “ Abu Saîd ” , E h , 2; Browne, II, 261-62; Nakosteen, s». 20-23. *• Msl. bk. Browne, II, 265. A.g,x., II, 267-69; Nicholson, a.g.m. M Nicholson, aynı yerde. ** Bk. Lâmiî, s. 347; kry. Nicholson, a.g.m.


MARJİNAL

SOFÎLİK :

KA L EN D R R ÎL F .R

»3

^ ne yazıkki varlığından bizi haberdar eden tek kaynacın da ismi­ ni zikretmediği Ahû-pûş {geyik postu üriünmüf) lâkabım Ufimaktadır. Baba T âhir gibi zamanının yüksek idari çevreleriyle temasta oklumu arılaşılan Ahû-pClfc- Selçuklu sulum Scuc^r nczdiıuk, ken­ disine karşı koyarak yenilen Hârezmşah Auız adına şefaatte bulun­ muş ve otıun affını sağlamıştır,J. * * * Iratı sahasında ve özellikle Horasan mıntakasında yaşamış bu ilk Kalenderîler’dcn başka, tasavvufun ana merkezlerinden bir baş­ ka bölgede, M âverâünnchir’de, çoğunluğu Türkler’ le meskûn mınlakalarda teşhis edebildiğimiz Kalenderller’e geçebiliriz. IX. yüzyıldaki siyasî vc sosyal değişmelerle atbaşı giden Melâmetîlik akımının değişik eğilimlerinin, Fuad Köprülü’nün vaktiyle pek yerinde söylediği üzere, Mâverâünnehir bölgesine nü­ fuz etmemesine imkân yoktu04. Gerçekten de İslâmiyet Türkler arasına M elâmet ccreyanı ile girmeye başladı ve X. yüzyılda Mâverâünnehir’dc Buhara, Scmcrkand ve Fcrgana gibi şehir ve böller Türk şeyhleriyle dolmağa yüz tuttu. Onlar, çoğunluğu göçebe olan Türk zümreleri tarafından Bab, Baba veya Ata Unvanlarıyla anılıyorlardı. Bunlar tıpkı eski şamanlar gibi manzum İlâhiler oku­ yan veya Budist râhipler gibi menkabeler anlatan şahsiyetlerdi. Köprülü’ye göre, Ahmed Ycsevl çevresinde görülen Arslan Baba, Korkut Ata, Çoban Ata vb. kişiler, bu tür sûfî Türkler’d ifl5. İşte bu yüzdendir ki, Ahmed Ycsevî vc sûfîliğini, Nakşibendiliğin süz­ gecinden geçmiş sonraki kaynakların gözüyle değil, Mclâmcti - K a ­ lenderî tasavvuf cereyanı dâhilinde vc bu gözle ele almak, tarihî vâkıaya uygun düşecektir. Herhalde daha V II.-V III. yüzyıllardan beri, Şamanist, Budist vc Maniheist mistik çevreleriyle içiçe yaşa­ yan M âverâünnehir havâlisinde, temel felsefe itibariyle bunlardan köklü izler taşıyan Mclâmctîliğin vc Kalenderiliğin yayılması faz­ la zor olmamış olmalıdır. F. Köprülü, Ahmed Ycsevî’nin ortaya çıktığı tasavvuf! çevre­ yi incelerken çok haklı olarak onun yaşadığı X II. yüzyıldan önce M İbrahim Kal’raoglu, Hârevnşahlar Devleti ’larihi, Ankara 1956, s. 39. M İlk. F. Köprülü, Türk Edebiyatında ilk Mutasavvıflar, Ankara 1966, 1. t»..

»• i». ,I1 A.K.İ., hH. 1:1-14.


O S M A N L I Î M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

24

M âverâünnehr’in özellikle Siriderya kıyılarında ve bozkırlarda, T ürk boylarına kendi mantık ve dilleriyle İslâmî inanç ve esasları tasavvuf aracılığı ile yaym aya çalışan şeyhlerin ve dervişlerin bulun­ duğuna muhakkak nazarıyla bakıyor66. Zaten aksi halde Ahm ed Y esevî’nin bu kadar başarılı olması mümkün değildi. Çok muhtemeldir ki bu Türk şeyhleri ya Horasan mıntakasına giderek oradaki M elâm etî şeyhlerine intisap edip nasiplerini aldık­ tan sonra memleketlerine dönüyorlardı; veya Horasanlı M elâm etî şeyhlerinin halife ve müridleri Türk boylan araşma gidiyorlardı. Belki her ikisi de vukûbuluyordu. Böylece vaktiyle Şamanist, Bu­ dist ve Maniheist çevrelerde X . ve X I. yüzyıllardan itibaren zaten yabancı kavram lar olm ayan fakr ve tecerrüd'ü, bu defa da İslâmî bir yorum ile aynen sürdüren Kalenderî şeyhleri yetişmeğe başla­ dı. Budist, Şamanist ve Maniheist râhiplerden K alen d erî derviş­ lerine geçişin fazla zor ve uzun zaman alan bir süreç olm adığını tahmin ediyoruz. Nitekim daha aşağıda da görüleceği üzere, X I I I.X I V . yüzyıllarda U ygu rlar arasmda hayli yaygın bulunan K a ­ lenderîler’in öncülerinin, X I .-X II . yüzyıllarda bu aynı mıntakalarda yaşayan selefleri olduğunu söyleyebiliriz. Biz bu öncü kuşağa dair kaynaklarda bazı izler bulabiliyoruz. C âm î, Nefeh.âtÜ’l-Üns’ &e. bunlardan iki tanesinin biyografisini zikrediyor, ki biri M âşûk-ı Tûsî, diğeri Em îr A li A bû olup her ikisi de X I . yüzyılda yaşam ış­ lardır. C âm î’ye göre Mâşûk-ı TûsVnin asıl adı M uham m ed’dir. K e n ­ disi Ebû Saîd-i Ebu’l-H ayr ile sohbet etmiş ve onun çevresinde y e­ tişmiştir. C âm î A yn u ’l-K ud ât-ı H em edânî’den naklen, bu zatın T ü rk olduğunu ve şeyhi Ebû S aîd gibi nam az kılm adığını y a z ıy o r67. Bu onun tipik bir K alender olduğunu tahm in ettiriyor. C âm î aşa­ ğı yukarı benzer bilgileri E m îr A li A bû için de verm ekte ve onun da ulu bir velî olduğunu belirtm ektedir68. Fazla sayıda olmasa da, buraya kadar verilen örnekler, K a len ­ derîliğin henüz X I I . yüzyılın ortalarına kadar teşkilâtlı bir züm ­ re haline gelemediğini, ancak Horasan ve M âverâü n neh ir’le sınırlı ** A.g.e., aynı yerde. *7 Lâmiî, ss. 348-49:

“ Aynu’l-Kudât-ı Hemedânî ba’zı resâilinde yazmış-

dır ki Muhammed M a’şûk namaz kılmaz idi” . Aynı müellif buna rağmen onun, çevresi içinde çok muhterem ve aziz bir zat telâkki edildiğini ilâve etmektedir. ** Bk-

ss. 349- 50-


M A R JÎN AL

SÛ F ÎL İK :

K A LE N D E R ÎLE R

25

ve m uhtelif K alenderî şeyhlerinin kendi müstakil çevrelerine inhi­ sar eden oldukça belirgin bir sûfî akım mâhiyetini arzettiğini gös­ termeye az çok yeterlidir sanıyoruz. IV -

C E M Â L Ü ’D ÎN -Î

A) C e m â l ü ’ d - D î n - i

SÂVÎ

VE

K A L E N D E R ÎL İK

S â v î:

İşte C em âlü ’d-Dîn-i Sâvî’nin şahsiyeti, Kalenderiliğin böyle birbirinden bağım sız çevrelere inhisar eden, ama buna karşılık ge­ niş bir alana yayılan bir sûfî akım olmaktan çıkarak yavaş yavaş derlenip toparlanm ağa başladığı bir dönemde beliriyor ve önem kazanıyor. Araştırıcıların hemen tamamına yakın bir kısmı onun Kalenderiliğin toparlanmasında önemli rol oynadığı ve ondan sonra teşkilâtlanan K alenderiliğin bu hâliyle Orta D oğu’dan başlayarak Orta Asya ve Hindistan’ a yayıldığı konusunda hemfikirdirler. Ne var ki, bu kadar önemli bir rolü olmasına rağmen Cem âlü’d-Dîn-i Sâvî’nin çağdaşı hemen hiç bir sûfî kaynağında yer almamış olması düşündürücüdür. O nun hayatım bize anlatan menâkıbnâmesi, eğer Fustâtu’ l-Adâle, Rihle-i İbn Battuta, el-Vâfî bi’ l-Vefeyât ve el-Hıtat gibi diğer tarih kaynakları olmasaydı, tamamiyle hayalî birini anlatı­ yor diye hükm edilebilirdi. Ancak, birincisi Menâkıb’dan altmış yıl kadar önce, İkincisi onunla aynı devirde, diğerleri ise biraz daha sonra kaleme alınmış olan bu kaynaklar, böyle bir ihtimali kesinlik­ le ortadan kaldırıyorlar. Üstelik, Menâkıb’m verdiği bilgileri, bazı kronoloji yan lışlan hariç, tamamiyle takviye ediyorlar. D aha da önem­ lisi, Fustâtu’ l-Adâle K alenderîler’i tenkit maksadını güttüğü halde, Cemâlü’d-D în-i S â v î hakkında verdiği bilgiler, kendinden sonra yazılan Menâkıb’ın âdetâ özeti gibidir. Böylece bir Kalenderî kaynağı, aksi zih­ niyete sahip başka bir kaynak tarafından doğrulanmış bulunm aktadır. İşte bütün bu kaynaklar Cem âlü’d-Dîn-i S âvî’yi K alenderîliğin kurucusu şeklinde takdim etm ektedirler69. Eğer bu mesele sadece Menâkıb-ı Cemâlü’ d-Dîn-i £a»f’nin ortaya attığı bir iddia ol­ saydı, bir K alen d erî kaynağı olarak bunu tabii karşılamak, ancak kabûle şayan görmemek mümkün olabilirdi. Nitekim bazı eski araş­ tırıcılar adı geçen şeyhin Kalenderiliğin kurucusu olam ıyacağım '• Muhammed b. el-Hatîb, Fuslât, s. 559; Hatîb-i 76-77; İbn Battuta, I, 63.

Fârisî, özellikle ss. 58-61,


26

O S M A N L I İM P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

düşünmüşler ve bu istikamette tartışmalar yapm ışlardır70. Fakat bizce onları bu fikre götüren husus, Cem âlü’d-Dîn-i S â v î’nin tasav­ v u f tarihinde ilk Kalender olup olmadığı meselesi ile, Kalenderîliği ilk defa teşkilâtlı bir tarikat haline dönüştüren kişi olup olm a­ dığı meselesinin birbirine karıştırılmış olmasıdır. Zira dikkat edilir­ se iki mesele aslında birbirinden tamamen farklıdır. Hiç şüphesiz, daha önceki sayfalarda örnekleriyle gösterilmeye çalışıldığı üzere, şeyhimizden en az iki yüzyıl önce yaşamış ve üs­ telik kendisi hakkında bizzat Kalender terimini kullanan K alen d erî­ ler’in varlığı sebebiyle onu ilk Kalender kabul etmek m ümkün ola­ maz. Bizce bu nokta tartışmasızdır. Lâkin, K alen derîliğin Cem âlü ’d-Din-i S â v î’den sonraki yepyeni gelişme ve yayılm a süreci ve bunu anlatan kaynaklar dikkatle tahlil edilirse, Tahsin Y a zıcı’mn da isabetle kaydettiği g ib i71, Kalenderîliği belli bir takım dokt­ rin esasları ve erkân dahilinde toparlayarak bir teşkilâta kavuşturan kişinin Cem âlü’d-Dîn-i Sâvî olduğu m eydana çıkıyor. Bir başka deyişle, K alenderîlik bir tasavvuf akımı olarak en az X . yüzyıldan beri mevcut bulunduğu halde, bir K alenderiyye T arikatın d an söz etmek ancak C em âlü’d-D în-i S âv î’den itibaren m üm kün olabilir. Bu meseleye aşağıda tekrar dönmek kaydıyla şimdi, şeyhin şahsi­ yetine, biyografisine ve yaptıklarına dair kaynaklardaki bilgilerin incelenmesine geçebiliriz. Fustâtu’l-Adâle yazan M uham m ed b. el-H atîb’e göre, C em âlü ’dD in , nisbesinin de gösterdiği gibi, bugün K a zv in ’le T ah ra n arasın­ da yer alan Sâve şehrinden olup dervişliğe genç yaşlarında heves etmiştir. Bu maksatla D ım aşk’a gider ve Şeyh Osm an-ı R û m î adlı çok dindar ve büyük bir sûfîye mürid olur. A n cak onun gib i bir zühd hayatı yaşam aya dayanam ayarak zındıklığa m eyledir. Bir gün D ım aşk’ta Bilâl-i H abeşî m ezarlığında Ş iraz’lı bir genç olan G erûbed’e rastlar; onunla dostluk kurar. O n un gib i saç, sakal, bı­ 70 Fustâl ve Manâkib-i C.S. gibi kaynakların

meydana çıkarılmasından önce

yazan bazı araştırıcılar, Cemâlü’d-Dîn-i Sâvî’nin Kalenderiyye Tarikatı’nın ku­ rucusu olamıyacağını ileri sürerek bu iddiayı kesinlikle reddetmişlerdir (msl. bk. Tagi Ahmad, ss. 158-160. M üellif burada, şeyhin Bâyezîd-i Bistâmî zamanında yaşamış ve ona mensup Tayyfûriyye Tarikatı’na bağlı bulunması gerekçesiyle söz konusu iddiaya karşı çıkmakta ve bunu uzun uzun tartışmaktadır). 71 Bk. Yazıcı, “ Kalenderler'e E li.

dair...” , s. 787; aynı yazar,

“ K alandariyya” ,


M A R JİN A L

SÛ F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

»7

yık ve kaşlarını kazıtır. Cem âlü’d-Dîn’in bu halini duyan eski şeyhi Osman-ı R û m î, durumunu ıslah etmesi için kendisine haber yol­ larsa da hiç bir faydası olmaz. Artık Ccmâlü’d-Dîn, esrar kullanan, cavlak adlı, kıldan dokunmuş bir yelek giyen, hiç bir şer’ î kaideye aldırış etmeyen, kısaca ibâha yoluna girmiş bir Cavlakî (Kalender) olm uştur72. U zunca bir müddet o mezarlıkta ikamet eden Cem âlü’d-Dîn-i S âvî’nin yanına bir m üddet sonra, Muhammcd-i Belhî^^Muhammed-i K ü rd , Şems-i K ü rd ve Ebûbckr-i Niksârî adında dört kişi daha kalılır. Bunlar bir müddet sonra onun halifeleri olurlar. O n ­ lar da tıpkı şeyhleri gibi saç, sakal, bıyık ve kaşlarını kazıtıp cavlak giyerek “ M ezdek m ezhebi” (Kalenderîlikl’ne girmiş olurlar. Bir müddet sonra bunların her biri bir tarafa dağılarak mezheplerini yayarlar. Ebûbekr-i Niksârî’nin dışında ilk üçü bir zaman sonra ölür. Ebûbekir ise 602/1205-6 yılında K onya’ya gider ve oraya yer­ leşir. Böylece Fustât’a göre, Cem âlü’d-Dîn-i Sâvî riavlaVîliği yani K alen derîliği kurmuş oluyordu, ki bu tam olarak 611/1214-15 yıyılına rastlıyordu 73. B izzat kendi Menâkıb’ma göre ise, Cemâlü’d-Dîn-i Sâvî 382/ 992-93’ te Sâve’de doğmuş olup Peygamber sülâlesinden geliyordu ve bu sebeple kendisine Seyyid Cem âlü’d-Dîn-i Kalender deniyor­ du. Kendisi daha Sâve’de iken çok mürid edinmişti. A ncak bir m üd­ det sonra Irak ’a g it ti74. O rada, daha önce Bayezîd-i Bistâmî’ nin müridi olan Şeyh Osman-ı R û m î’nin tavsiyesiyle ona mürid oldu ve halifelik m akam ına kadar yükseldi75. Bir süre böylece Irak’ta kaldıktan sonra şeyhiyle beraber kalkıp Horasan’ a giderek orada ikamete başlarlar ve bu arada pek çok kimseyi de mürid edinirler. D aha sonra C em âlü ’d-Dîn-i Sâvî Şeyh Osman-ı R û m î’yi ve müridlerini terkedip D ım aşk’a gider. Dımaşk mezarlığında Celâl-i Dergezînî adında birine rastlayıp kendisiyle dost olur. Bu adam ın bü­ tün saç, sakal, bıyık ve kaşları dökülmüştür. Kendisi de ona uyarak 72 Bk. İ b n ü ’l-H a tîb , Fuslât, F arsça m etin s. 557. 73 A .g.e., ss. 559-61. 74 G erek

Fustât

gerekse

Manâkib-i

C .S .’nin

bahsettikleri

C e m â lü ’ d -D în -i

S â v î’nin m em lek etin i b u terkediş olayı, b ü yü k b ir ih tim alle M o ğ o l istilâsı y ü z ü n ­ den v u k îı bu lm u ş olm alıd ır. 75 B k. Manâkib-i C .S., ss. 5-15.


28

O S M A N L I İM P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

bütün tüylerini kazıtır. Bir müddet bu mezarlıkta riyazat yaparak yaşarlar 76. Bu arada Şeyh Osman-ı Rûm î ve müridleri C em âlü’d-D în-i S â v i’yi aram ağa çıkarlar; izini süre süre Dımaşk’a kadar gelirler. M ezarlıkta onu ve Celâl-i D ergezînî’yi bahsedilen kılıkta ve yarı çıplak bir kıyafetle bulup şaşırırlar. Şeyh durumu onlara açıklar ve onlan da kendine benzeme konusunda ikna e d e r77. Henüz Dım aşk’ta ikamet ettikleri bir sırada M uham m ed-i Belhî adlı zengin bir zat tasavvufa sülük etmek niyetiyle Belh’ten D ım aşk’a gelerek şöhretini işittiği Cem âlü’d-D în’e mürid olur. O n ­ dan bir süre sonra ise, İsfahan’ın ünlü sûfîlerinden Ebûbekr-i Isfahâni de aynı şekilde gelerek kendisine intisap eder. İşte böylece Kalenderiyye Tarikatı kurulmuş olur. Ancak gerek C em âlü’d -D în ’in gerekse halife ve müridlerin kılık ve kıyafetleri Dım aşk halkı tara­ lından tepkiyle karşılandığından, Cem âlü’d-Dîn Celâl-i D ergezîn i’yi yerine vekil bırakıp D im yat’a ge çer78. D im yat’a gelen C em âlü’d-Dîn, burada da halkın tepkisiyle karşılaşır. Lâkin bir m üddet sonra onun büyük bir velî olduğunu anlayan D im yat halkı, kendisine bir zâviye yaptırarak toptan m ü­ ridi olurlar. Böylece bu zâviyeye yerleşen ve giderek şöhreti geniş­ leyen C em âlü ’d-D în-i Sâvî, 463/1070-71 tarihinde ölünceye kadar burada hayatım sürdürüp pek çok mürid e d in ir79. ib n Battuta’mn Rihle’sine gelince, yazar, oldukça geniş bir yer ayırdığı C em âlü’d -D în ’in, Kalenderiyye TâifesVnin kurucusu ol­ duğunu özellikle zikrettikten sonra, D im yat’taki zâviyeyi anlatır. Sonra, onun saç, sakal, bıyık ve kaşlanm niçin kazıttığım bildiren, yukarda anlatılanlardan tam am iyle farklı uzunca bir m enkabe ile, D im yat kadısının ona niçin ve nasıl m ürid olduğunu hikâye etm ek­ te olup M en âkıb’da dahi bulunm ayan bir başka m enkabeyi n ak led er80. A .g.e., ss. 29-34. ” A .g * ., ss. 34-37. " A .g.e.,

ss. 38-79.

’ * A .g.e.,

ss. 80-89.

80

Bk. ibn Battuta, I, 61-64.

Ayrıca X v. yüzyılda Ebu’l-Hayr-i R û m î’nin

yazdığı Saltıknâme isimli tanınmış eserde dc İbn Battuta’nm naklettiği bu hikâ­ yenin yer aldığı ve Sarı Saltık’m Şeyh Cemâlü’d-Dîn-i Sâvî’ye çağdaş yapıldığı görülür. Rivâyete göre Sarı Saltık Şcyh’c niçin bu şerîata aykırı kılıkla gezdiğini sormuş, o da söz konusu hikâyeyi anlatmıştır (bk. T K S M (III. Ahmed) K tp., nr. 1612, vv. 3633-3673.).


M A R JİN A L

SÛ F ÎL İK :

KA LE N D E R ÎLE R

«9

îb n A ybek es-Safedî’ye baktığımızda, o hem bu ilk iki kaynaktakine benzeyen bilgileri nakletmekte, hem de onlarda bulunmayan bazı başka m âlum atı da vermektedir. Es-Safcdî’ye göre Cem âlü’d-Dîn, Şeyh Osm an-ı R û m î’nin Cebel-i Kasyun’daki zâviyesinde kendi­ sine intisap eder. Bir müddet onunla kaldıktan sonra ayrılarak Dımaşk’a geçip orada Zeynep b. Zeyne’l-Âbidîn mezarlığında Celâl-i D ergezînî ile Şeyh Osman-ı Girihî el-Fârisî’yi kendisine mü­ rid yapıp birlikte saç, sakal, bıyık ve kaşlarını kazıtırlar. Şeyh Cemâlü’d-D în böylece tasavvuf görüşünü değiştirerek Kalender olur. Şeyh Osm an-ı R ûm î kendisini yola getirmeye çalışırsa da ikna ede­ mez. Bu, ikisinin arasının açılmasıyla sonuçlanır. îşte Şeyh Cem â­ lü’d-D în bu sûretle tarikatını kurduktan sonra Dim yat’a gider, ö n ­ ce kendisine karşı çıkan ahali sonra faziletini anlayıp müridi olur­ lar. Dım aşk’ ta ise, halife olarak bıraktığı Celâl-i Dergezînî ve M uhammed-i Belhî tarikatı oradan yaymağa devam ederler. Bu İkin­ cisi cavlak giym e usûlünü vaz’eder. Cemâlü’d-Dîn-i Sâvî 630/1232-33 yılında kalabalık bir müridler topluluğuna sahip olduğu halde D im ­ yat’ta hayata gözlerini kap ar81. M a k rîzî’nin el-HıtaVındaki bilgiler ise oldukça kısa olup, da­ ha çok D im ya t’taki zâviyenin tarihçesini ve buradaki Kalenderîler’i a n la tır82. îşte şimdilik elde mevcut bu kaynaklarda Cem âlü’d-D în-i Sâvî hakkında verilen bilgiler bu özetlenenlerden ibaret olup, gö­ rüldüğü üzere bazı problemler ortaya koymaktadırlar. Bu problem­ ler, şeyhin yaşadığı tarihlerle, halifelerinin isimleri ve şahsiyetle­ riyle ilgilidir. Bunların tartışmasına geçmeden evvel, onun biyog­ rafisi konusunda sunulan malumatın değerini ve ortak yanlarını tesbit etmek gerekli olacaktır. Bir defa, Fustât, Rihle ve el-VâfVnin verdiği mâlum at geniş çap­ ta O rta D oğu ’da Kalenderîler’e dair tarihî gerçeklere dayanm ak­ ta olup, özellikle Fustât ile el-VâfV nin versiyonları, tarihler, halife­ lerin durum ları ve bir iki isim değişikliği hariç, hemen tam am iyle Menâkıb-ı Cemâli?d-Dîn-i SâvVyi doğrular niteliktedir. Halifelerden ikisinin dışında diğerlerinin farklı isimlerle bu kaynaklarda yer al81 Bk. Yazıcı, “ Kalenderler’c dair...” , s. 794’te el-VâJi'nin (Ayasofya) Ktp. nr. 539’daki nüshasından naklen verilen özet bilgi. 05 Makrîzî, el-H ılal, II, 432 vd.

Sülcymaniyc


O S M A N L I İ M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

30

ması, verilen bilgilerin farklı yerlerden geldiğini gösterir. Bu itib ar­ la bu kaynakların temelde doğru bilgi verdikleri ortaya çıkıyor. Y u k ard a zikredilen problemlerin dışında, bütün özetlediğim iz kay­ nakların bize naklettiklerinden şu ortak tablo beliriyor: İran'ın Sâve şehrinde doğan C em âlü’d-D in-i Sâvî, K alen d erî olm adan önce. Şeyh Osman-ı Rûm î adındaki sûfi vasıtasıyla tasav­ vufa girmiştir. Ç ok muhtem el olarak M oğol istilâsının vukû bu l­ duğu i 2 i o ’lu yıllarda memleketini terkederek D ım aşk’a gelmiş­ tir. Burada G erûbed (veya Celâl-i D ergezinî) ile dostluk kurarak kendisini -ç o k büyük bir ihtim alle bir K a len d er’den başka bir şey olm a y a n - bu zâta benzetmiştir. Zam anla etrafına bir takım müridler toplanm ağa başlayınca, kılık kıyafeti ve şer’ i kaidelere karşı ka­ yıtsızlığı ile dikkati çekmiş, gördüğü tepkiler sebebiyle D ım aşk’ta kalam ıyarak D im y a t’a gitmiştir. O rada açtığı zâviyesinde faaliyet­ lerine devam etmiş, bazı tepkilere rağm en artık bu rada kalarak ölünceye kadar yaşantısını sürdürmüştür. D ah a D ım aşk’ ta iken, kendisinden sonra tarikatını yayacak olan dört önem li kişiyi de y a ­ nına almasını bilen şeyh, böylece K alen d erîliğin doktrin ve erkâ­ nını tesbit ederek Caılakiyye yah ut Kalenderiyye Tarikatı'm kurm uş­ tur. Bu. K alen d eri sûfilik akım ı içinde tarikat şeklinde ilk teşkilât­ lanm a olup, bunu d ah a başka tarikatlar tâkip edecektir. İşte isimleri zikredilen k a y n ak la n m ızd a n süzülen bilgiler bu n ­ d an

ibarettir. A ksi ispat

tarik at halini a l m a n a

edilm edikçe,

ve

şahsiyetine d air k ab ul edilebilecek n ucun

bazı

başında o lduğu

eksik y a n la n

da

C e m â lü ’d -D in -i gelm ektedir.

şim dilik

bu işi ya p a n sonuç

budur. X e

bu lun m aktad ır.

S â v î’ nin

K a le n d e r îliğ in

C e m â lü ’d -D în -i

yaşa d ığı

Bu

va rk i bu

eksikliklerin

za m a n

d ilim in in

MenAkıb’ m on u n d o ğu m v e ölü m

bir

S â v i’nin so­ en ne

tarihlerini

382 992-93 ve 463 1070-71 olarak verm esine, y a n i şeyhi X . y ü z y ı­ lın sonlarıyla X I . y ü zyılın ilk ü ç ç eyreği için e yerleştirm esine kar­ şılık, diğerleri X I I . y ü zyılın son larıyla X I I I . y ü z y ılın ba şların a yer­ leştirirler.

H a ttâ

es-Safedî

şeyhin

630/1232 -33

açık v e kesin bir şekilde k ayd ed iyo r. A y n c a E bûb ekr-i

Isfahâni

(vey a

N ik sâ rı)’ nin

X III.

y ılın d a

şeyhin

öld ü ğü n ü

halifelerin den

y ü z y ld a

ya şa d ığım

başka k ayn aklar vasıtasıyla kesin olarak b ild iğim izd en , bu son ta­ rih doğru ya yakın g ib i görünüyor. îşte S â v i’nin

kaynakların yaşadığı

bu

devri

farklı tesbit

tarih len dirm eleri, k on usun da

C e m â lü ’ d -D în -i

araştırıcıları

tered dü de


M A R JİN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

3*

düşürmüştür. Fuad Köprülü vaktiyle Menâkıb’ m verdiği tarihi ka­ bullenirken 83, O sm an T uran ondan yıllarca sonra aynı tarihe iş­ tirak e d e r84. M . T agi A hm ad’de şeyhin Bayezîd-i Bistâmî (874) zam anında yaşadığını ileri sürer85. Bütün bu tercihlere mukabil Tahsin Y a zıcı, belirtilen tarihlerin doğru olam ıyacaklannı, A rap kaynaklarının verdikleri, özellikle es-Safedi’nin belirttiği tarihin -h a life le rin X I I I . yüzyılın ilk yansında yaşadıklarının kesin olm a­ sından hareketle- gerçeği yansıttığını kabul ed er86. K anaatim izce de doğru tarih budur. Çünkü bize göre, Kalenderîler gibi halk ta­ rafından genellikle dışlanan bir zümreyi Bâyezîd-i Bistâmî gibi saygın bir mutassa\ıün çevresine mensup göstererek yüceltm ek is­ teyen Menâkıb y a z a n H atîb-i Fârisî hariç tutulursa, diğer kaynaklann hemen hepsi belirtilen zaman dilimini kabul etmektedirler. Üstelik H atîb-i Fârisî eserini 1347-48 gibi oldukça geç bir devirde kaleme aldığı halde, M uham m ed b, el-Hatib Fustât' 1 ondan en az bir altmış yıl kadar önce yazmış olm akla şeyhe daha yakındır. Buna ek olarak onun verdiği zam an dilimi öteki kaynaklarla da teyid edi­ liyor. H al böyle olunca, es-Safedi’nin verdiği 630/1232-33 tarihini geçerli kabul etmemek için hiç bir sebep yoktur. Bir diğer mesele de, şeyhin halifeleri ve bunlann isimleri ile ilgili bulunuyor. Bu konuda ilk dikkati çeken nokta, şeyh ile alâ­ kası bütün kaynaklarca belirtildiğine göre onunla çağdaş olduğun­ da şüphe bulunm ayan Şeyh Osman-ı R ûm i’nin şeyh ile ilişkisinin doğrultusudur. Bu zatı Bâyezîd-i Bistâm î’nin çağdışı göstererek -b ize göre bilerek- bir kronoloji hatâsı işleyen H atîb-i Fârisi’nin dışın da87, İbn ü ’l-H atîb ve es-Safedî adı geçen şahsı C em âlü’dD în ’in şeyhi olarak takdim ederler. O nlara göre Şeyh Osm an Cem âlü’d -D în ’i girdiği yanlış yoldan alıkoym ak istemiş, dinle tem elin ­ ce ilişkisini kesm iştir88. H albuki Menâkıb’ a göre Şeyh O sm an Ce88 Bk. “ Anadolu'da İslâmiyet” , s. 297. 84 T u ra n , 85 Bk.

“ Selçuklu Tûrkiyesi din tarihi...” ,

yu k a rd a

86 Y a z ıc ı,

a.g.m.,

65

ss. 540-41.

nolu dipnot.

ss. 792-93; a ynı yazar,

Manâkib-i

GS.’ nin önsözü, ss. V I I -

V III. 87 K a y n a k la r içinde yalnız

Manâkib-i CS.

Şeyh

O sm an -ı R û m î’y i B â y e zîd -i

Bistâm î’nin çağdaşı gösterir ki, buna kronolojik olarak im kân yo ktur (bk. ss. 9-

IO)88 M sl.

bk.

İ b n ü ’l-H a tîb , ss. 5 5 6 -5 7 ; Y a z ıc ı,

a.g.m.,

s.

794.


O S M A N L I İ M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

32

m âlü’d-Dı'n’in halifesidir ve dört büyük halifenin ilk id ir89. Üste­ lik onun yanında sürekli kalmıştır. K anaatim izce başta Fustât olmak üzere el-VâfVde de Menâkıb'ın aksi yönde mâlum atm bulunması, Menâkıb'ın verdiği bilgiyi şüpheyle karşılamaya yeterlidir ve bize göre Şeyh Osman-ı R ûm î C em âlü’d-D în ’in değil, bu beriki onun m üridi olmalıdır. D iğer halifelere gelince, Fustât'ta yer alan M uham m ed-i Bel­ li i, M uham m ed-i K ü rd , Şems-i K ü rd ve Ebûbekr-i N iksâri’ye kar­ şılık 90, Menâkıb'da. M uham m ed-i Belhı, Celâl-i D ergezin î ve Ebû­ bekr-i Isfahâni isimleri geçm ekte01, el-Vâfî ise ilk ikisini zikretm ek­ le beraber sonuncusundan habersiz görünm ektedir92. G örüldüğü üzere, M uham m ed-i Belhi hepsinde geçtiği halde, E bûbekir nisbe farkıyla ilk ikisinde geçmekte, el-Vâfî ise onun yerine bir Osman el-G irih i’den söz etm ektedir93. Nisbeleri farklı zikrolunm akla be­ raber bize göre iki E bûbekir’in aynı kişi olm aları lâzım gelir. Ü s­ telik bu Ebûbekir, aşağıda da kendisinden bahsolunacak olan, M evlâ n â ’nın çağdışı ve K o n y a ’da zâviyesi bulunan Ebûbekr-i Niksâr i’dir. A yrıca Fustât'ta G erûbed, Menâkıb ve el-Vâfî'de C elâl-i D ergezîn ı diye anılan kişilerin, C em âlü ’d -D în ’in D ım aşk m ezarlığın­ da rastladığı aynı kişi olabilecekleri ihtim ali kuvvetlidir. M uham m ed-i K ü rd ile Şems-i K ü rd ise yalnızca Fustat'm bize tanıttığı şahsiyetlerdir. H er hâlü kârda bütün bu kişilerin C em âlü ’d-D în -i S â v î’nin halifeleri sıfatıyla X I I I . yüzyıld a O rta D oğ u ’da ilk defa tarikat halinde teşkilatlanmış bir K alen d erıliği veya C a v la k îliğ i yay d ık la ­ rım söyleyebiliriz. B; C e m â l ü ’ d - D î n - i S â v î ’ n in K a l e n d e r î l i ğ i t e ş k i l â t l a m a s ı : B azı kronoloji hatâlarına ve tutarsızlıklarına rağm en, Menâkıb-ı Cemâlü'd-Din-i Sâvî bize sadece adı geçen şeyhin biyografisine CS., ss.

*• Bk. M anâkib-i

9-30. Bu sayfalar

arası ta m a m iy le C e m â lü ’d -D în -i

S â v î ile Ş eyh O sm an -ı R u m i arasındaki ilişkiye ayrılm ış o lu p , birincisi şeyh, İkin­ cisi m ürid du ru m u ndadır.

m â n fd c d c ,

Ş eyh

E v h a d ü ’d - D in ’in

O sm a n -ı

çevresinde

rûzanfer neşri, T a h ra n 1969, »s. 6 2 -6 3 .;. A n a d o lu ’sunun önem li bir sûfîsi o ld u ğu

•• Îbnü’l-Hatîb, s. 559.

*l

H a tîb -i

Fârisî,

m u h telif sayfalar.

** Yazıtı, a.g.m., aym yerde. **

A.gjn.,

aynı

yerde.

R û m î,

M enâkıb-ı Evhadü’d -D în -i Kir-

görü nm ektedir H er

h â lü

anlaşılıyor.

kâ rd a

(bk.

B ed îü z ze m a n

F i-

b u zatın X I I I . yü zyıl


M A R JİN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

33

ait önemli malzeme vermekle kalmıyor, belki daha da önemli ola­ rak K alenderiliğin âdeta ilmihali niteliğini de taşıyor. O bu nite­ liğe sahip şimdilik tek eser olma durumunu korumaktadır. Bu ese­ rin dikkatli bir tahlili, Sünni İslâm’a ve sûfıliğe ters düşmemeğe âzami gayret sarfeden yazarının, yine de belli ölçüde K alen d eri­ liğin ana esas ve erkânını ortaya koyduğunu ve bunların tesbit ve tat­ bikinde C em âlü ’d-D în-i S â v î’nin rolünü açıklıkla belirttiğini gösterir. Ö yle görünüyor ki, aslen Ş îraz’lı olan ve tasavvufa suluk et­ mek üzere pek çok yer dolaştıktan sonra Dımaşk’ taki K alen d eri zâviyesinin şeyhi M uham m ed Buhârâî’yi kendine mürşid seçen Hatib-i Fârisî, şeyhinin emriyle 1347-48’de eserini yazm ağa başla­ dığı zam an K alen d erî muhitlerinde Cem âlü’d-D în-i S âvî gelene­ ği tartışılm az bir üstünlüğe çoktan erişmiştir. O , Pir-i Abdal unva­ nının da açıkça gösterdiği g ib i94, Kalenderiliğin piri, yani kurucu­ su telâkki edilm ektedir. İlerde görüleceği üzere, K alen d erîler’i ni­ telemek için kullanılan lâkaplardan biri olan ve en çok da Osm anlı dönem inde kullanılan Tâife-i Abdâlân tâbirine esas olan Abdal (Jul) terim ine ilk defa O rta D oğu’da bu devirde, yan i X I I I . yüzyılda rastlanm aktadır. Ç ok muhtemeldir ki, H atîb-i F ârisî’ye eserini telif etmekte yardım cı olacak yazılı ve sözlü m alzem eyi Şeyh M uham m ed Buhârâî bizzat temin etmiş olsun. H atib-i Fârisi’nin eserinin başında K alenderiliğin temel fel­ sefesi olarak Fakr ve Tecerrüd esası ele alınm akta ve fakrın fazileti izah edilm ektedir. Y a za ra göre fakr ve tecerrüd, yani her iki dü n ya­ dan tam am iyle m üstağni olmak, gerçek m utluluğun ta kendisidir95. Bundan sonra yazar, K alenderiliğin aslının, Sultan-ı Abdal dediği Bayezîd-i B istâm î’ye dayandığım ve onun bu mesleğin yayılm ası için C em âlü ’d-D in-i S â v î’yi görevlendirdiğini belirtir. Böylece o, adı geçenin, zam anın en büyük velîsi olduğunu da îm a etm ektedir 9#. w M sl. bk. H a tîb -i Fârisî, ss. 36, 41, 60, 74, 76 ve da h a pek çok yerde. 85 *•

A.g.e., A.g.e.,

ss. 6-9. ss.

10 -11:

j)j*\

I

J)J*3 '?

J jL . Jİ K j JU- j j j\ K,

jl

jljL*

jULilt- jL* F. 3


OSM AN LI

94

İ M l’A R A T O R I . U f t i r N D A

Mendkıb'd* seyahat, yani süırkli dolaşarak ilAht hikmetlerin sırlarına nüfuz edebilmek esasının da, O m A lü’d-O în-i SAvt tara­ fından bir prensip şeklinde konulduğunu anlatır. Ilııım gön; K a­ lenderler daima seyahat etmeli, bflyleee yeryüzüııdekı gerçekleri kavrama inıkAmna erişebil mel idiller OT.

Menftkıb'da asıl ilgiye defter husus, bizzat şeyhin ağzından kelimesinin, bıı meşrebin temel esaslarını, başka bir deyişle, sûfiyAne doktrinini oluşturan beş ana kavramın bir senıl>oIü olarak yorumlanmasıdır. Şeyhe göre, 3 harfi h’anaat'i, J har­ fi Lût/'u, o haıfi Nedâmet'U > haıl'i Diyând'i ve nihayet j harfi ise Rıyd ;at’ı temsil etmektedir, ki bunları bir araya tophıyabilenlere ancak Kalender denebilirw. İşte bu esaslar ilk dela GemAlü’dD ln-i SAvl tarafından resmen tAyiıı ve teshil edilmiş görünmekte­ dir. Kalender (jxü)

Bunlardan başka Menâktb, K alenderîliğin crkAıı esaslarından bulunan Çİhâr Darb .>1**.), yani saç, sakal, bıyık ve kaşların ka­ zınmasının da ilk defa, tarikata giriş şartı olarak bizzat yine CemAIti’d-D fn-i SAvî tarafından uygulandığını belirtmektedir. Nitekim , M uhammed-i Belli!, Ebûbekr-i isfahAnî ve CelAI-i D eıg ezîn î gibi büyük halifeler de K aleııderfliğe girerken bizzat şeyh tarafından fihor darb yapılmışlardır**. AlenAktb'm son olarak kaydettiği erkAndan biri de, Cavlak de­ nilen, kıldan dokunmuş bir çeşit yelek giymektir. Menâkıb'z. bakı­ lırsa bunu ilk defa H ızır AleyhisselAnı CemAlü'd-Dtn-i SAvî’ye •* A .g s., ss. 15-18, a6-a8. Bu prensibin ınAhiyrtini özellikle s. if>Vki şu mısrâlar çok iyi anlatıyor:

^— 1 J& J U

c_ > V

ûljJil

> 1 JIT 1j i y

,

jy ^

^

c - ' 1 J 0.* J * M A .g s., M. 61*67. » A .g*.t M. 3H-47.

yr


M A R J İN A L

S Û l't L İ K :

giyd irm iş100,

o

da

33

K A L E N D E R ÎL E R

halifelerinden

Celâl-i

D ergezln l’ye

vermiş­

tir 101. İşte Menâkıb'da anlatılan bütün bu hususlar, dalıa önce dc uygulanmış olsalar dahi, hiç şüphe yokki X I I I. yüzyıldan itibaren K alenderî geleneği hepsini de CemîUü’d-D în’e m alediyordu. Bu da onun K a le n d e rliğ i bir sûfî akımı olmaktan öte götürerek eski­ den m evcut, am a perakende olan bu esasları bir sistem dahilinde bir araya getirerek teşkilâtlı bir tarikatın teşekkülüne yol açtığını göstermektedir. Nitekim diğer tarih kaynakları da bunu teyid eden ifadeler kullanm akta ve şeyhi Kıdve-i Tâife-i Kalenderiyye (K alen der­ ler zümresinin önderi) olarak zikretm ektedirler10®. V R ÎL İK

C E M Â L Ü ’D -D ÎN -1

A) M ıs ır ,

S û r iy e

ve

S Â V Î ’DEN

SONRA

KALENDE­

I r a k ’ ta :

C e ın Ü ü ’dTÜin-i S ü vi’ n iıı lnıyiaıııı incclçrken dc dikkati çekli&L .gibi, K a len deriliğin bir tarikat olarak Dımaşk’ ta ilk z âviyesinin temelini attığını söyleyebiliriz. M enâkıb'ın bizzat adı geçen tafından kurulduğunu haber verdiği bu zâviyeden 103, M ak rîzî dc bahsetmektedir. O n a göre, K alenderiliğin ilk meydana çıkışı Şam 100

A.g.e.,

ss. 58 -6 1:

j\ 1

J 'y - ' « i* j u *

»

o l &i\ ^ Jr*** "»

A.g.e.,

s.

^

c — Jü

77 =

OlkL- ^ •

ljt. ı_: ^ ,0* M sl. lık.

V

İbn Battuta, I, 6 |.6 a .

,0# Bk. yukarda 76 «olu dipnot.

o - ıj V

w


O S M A N L I Î M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

36

diyarında (Bilâdü’ş-Şam), Dımaşk şehrinde kendi zam anından dört yüz sene kadar evvel, yani yaklaşık 440/1048 tarihinde vukû bu lm u ştu r104, ki bu tarih Fustatu'l-Adâle’nin verdiği tarihten (611 / 1214-15) iki asır fârkettiği g ib i105, doğrudan doğruya C em âlü ’dD în ’in D ım aşk’ taki ikam et yıllarının da çok çok gerisinde kalm ak­ tadır. Bu ise M a k rîzî’nin verdiği bu tarihin gerçeği yansıtm adığı­ nın bir delilidir. C em âlü ’d-D în-i S â v î’nin M ısır’a giderken yerine bıraktığı halifesi C elâl-i D ergezîn î ve ona bağlı müridlerin D ım aşk’taki bu zâviyede ikam et ettiklerini biliyoruz. Sûriye havalisinde D ım aşk’taki bu ilk zâviyeden başka, diğer şehirlerde de herhalde zam anla başka zâviyelerin kurulm uş olması ihtim al dahilinde olm akla be­ raber, şimdilik bunların hangilerinden ibaret bulunduklarını bile­ m iyoruz. A n cak D ım aşk zâviyesinin biraz daha sonraki durumu ve dolayısıyla S ûriye’deki K a len d erîler’e dair az çok m âlum atım ız bulunm aktadır. M uhtem elen, Nefehâtü’ l-Üns ve ona bağlı olarak Nesâyimifl-Mahabbe'nin bahsettikleri Şeyh A liy y-i K ü rd î de bu zâ ­ viye ile alâkadardı. Z ikredilen kayn akların bildirdiklerine göre, X I I I . yüzyıld a D ım aşk’ta yaşayan Şeyh A liy y -i K ü rd î, nam az kılm ayan , y a rı çıp ­ lak dolaşan biriydi. K endisinin, şer’ î kuralların dışına taşan bu ha­ reketlerine rağm en, h alk tarafından çok sevildiği, h a ttâ Ş ih â b ü ’dD în -i Sühreverdî tarafından ziya re t olun du ğu n a k le d ilir106.

X III. yü zyıla ait b a zı kayn akların yin e m uhtem elen ayn ı zâ­ viye ile ilg ili bulunan bir Ş eyh A liy y -i H a r îr î’den bahsettikleri gö­ rülür. Louis M assignon’un K a d iriy y e T a rik a tı’ nin bir kolu kabul ettiği H a rîriy y e T a rik a tı’nın kurucusu sayılan Ş eyh A liy y -i H arîr î lö7, F u ad K ö p rü lü tarafından b ir K a le n d e rî şeyhi olarak değer­ lendirilm ekte ve h aklı olarak Harîriyye’n in K a len d eriliğ in b ir kolu *•* M a k r îz î, 105 Bk.

el-Hıtat,

II,

433.

İb n ü ’l-H a tîb , ss. 556 -56 2.

106 L â m ii,

s. 6 5 2 -5 3 ; N e v â y î,

s. 180, n o t: 38. H a ttâ

Nefehât'tz.

Ş ih â b ü ’ d -D în -i S ü h reve rd î’ nin

ss. 3 7 7 *7 8 ;

krş.

K ö p r ü lü ,

İlk Mutasavvıflar,

k a yd ed ild iğ in e göre, Ş e y h A li y y - i K ü r d î, Ş eyh

karşıdan

kendine

d o ğ ru

g e ld iğ in i g ö rü n ce

avret

yerini açm ış am a onun gerçek du ru m u n u bilen b eriki geri d ö n ü p gitm e m iş v e ziyâretini

tam am lam ıştır

107 M assignon,

yık,

I,

289.

(bk. s. 652).

“ H a r îr iy y a ” ,

Eh;

krş.

H a r îr îz â d e ,

Tibyûnü

VesâilVl-Haka-


M A R J İN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

37

sayılması gerektiği belirtilm ektedir108. Gerçekten de bu zâtın hak­ kında kayn aklara yansıyan bilgiler, F. K öprülü’ye hak verdirecek niteliktedir. A bd urrahm an b. Ebîbekr adlı biri tarafından V I I. hicrî yü zyılın başlarında kaleme alınmış Heyâkil-i Esrar isimli eser­ de bu Şeyh A li’nin müridlerine canlarının istediği her şeyi yapa­ bileceklerini öğütleyen bir ibâhî olduğundan sözedilm ekte109, A h ­ med E flâ k î’nin Menâkıbu'l-Ârifîn'inde de benzer kayıtlar yer alm ak­ tadır. Bu sonuncusuna göre, Dımaşk’ta ikamet eden Şeyh A li, her­ kesi etkileyen bir kişi olup ibâhîliğe yatkınlığı sebebiyle etrafına pek çok kişi toplam ıştı. Şeriata aykırı fiil ve hareketleri ve pervasız davranışları yüzünden sık sık tenkide uğrayan bu şeyhin A nado­ lu’nun pek çok yerinde müridi v a rd ı110. Nisbeleri (K ü rd î, H arîrî) farklı gibi görünmekle beraber, aynı ismi taşım aları, aynı devirde, yani X III. yüzyılın ilk yarısında ve üstelik ayn ı şehirde, D ım aşk’ta yaşamış bulunmaları, bu iki zatın gerçekte aynı kişi olduklarını kuvvetle düşündürüyor ve farklı gibi görünen nisbelerinin ise aslında bir okuma veya istihsah hatası ola­ bileceğine ağırlık kazandırıyor. Zira Arap imlâsında H arîrî ile K ü rd î kelimelerinin yazılışı birbirine çok benzer. Şam diyarın daki K alenderîler arasında X I V . yüzyılda iki T ü rk şeyhi de dikkat çekiyor. Bunlardan biri, I3 i4 -i5 ’te vefat etmiş bu­ lunan Şeyh Süleym an-ı Türkm ânî-i M üvelleh’tir. Nefehâtü’ l-Üns bu şeyhin D ım aşk’ta yaşadığım , çirkin bir kıyafet ile -m uhtem elen yarı ç ıp la k - dolaştığını ve şer’ î emirlere kayıtsızlığıyla şöhret y ap ­ tığım, meselâ n am az kılıp oruç tutmadığım bildirm ektedir111. îb n H acer el-A skalânî de, büyük bir ihtim alle yine D ım aşk’ta, yine X I V . y ü zyıl başlarında şöhret yapmış bir başka T ü rk K a ­ lenderî şeyhini bize haber vermektedir. Hüseyin el-M üvelleh etT ürkm ân î adım taşıyan ve 1324’te vefat eden bu şeyh, çihar darb u ygulayan tip ik bir K alen d erî idi. Zaten taşıdığı el-Müvelleh “ Anadolu'da İslâmiyet” , s. 301. A.g.m., s. 30 1, n o t: 2 (K öprülü, tek nüsha olup kendi özel kütüphane­ b u lu n a n Heyâkil-i Esrar adlı eserden naklettiğini bildiriyor). Y a z a r b u z a ­

108 Bk. 109 sinde

tın, Ş eyh A rslan T ü r k m â n î adındaki K alenderî şeyhinin m ensuplarından olup, V a h d e t-i V ü c u d ’ a in a n d ığı için idam kararıyla hapsedildiği halde ka çm a yı b a ­ şardığını v e b ir ara A n a d o lu ’ya sığındığını aynı k ayn ağa da ya n ara k kayded iyo r. 110 Bk.

E flâ k î,

Manâkib al-Âriftn,

111 Bk.

L â m iî,

s. 652.

I I, 641, 6 77-78 .


O S M A N L I I M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

38

lâkabı da bunu göstermektedir ki, bu, K alen d erîler’in U za k Doğ u ’da dahi taşıdıkları bir lâkaptı, ib n H acer’e göre kendisinin bü­ yük bir velî olduğuna inananlar bulunduğu gibi, şeytanî bir yara­ tık olduğunu düşünenler de v a r d ı112. G örüldüğü üzere, C em âlü ’d-D în-i S â v î’nin vefatının vukûbulduğu X I I I . yü zyılda ve sonrasında, onun tarikatı ilk teşkilâtladığı D ım aşk ve yöresinde K alen d eriliğin gelişmesini anlam am ıza yardım cı olacak m âlum ata az da olsa sahip bulunm aktayız. A m a ne yazıkki aynı dönem için Irak sâhası konusunda aynı avantaja m alik değiliz. Şim dilik Ira k ’ ta K alen d eriliğin bu ilk zam anlarında­ ki durum uyla ilgili olarak X I V . yüzyıhn ilk yarısına ait, îb n Battu ta’run M usul’daki bir K alen d erî şeyhi hakkında verdiği kısa bil­ gi ile yetinm ek zorundayız. Ü n lü seyyah H ac ziyaretinden M usul’a dönüşünü anlatırken bir vesile ile, burada yaşamış olup kendinden az bir zam an önce vefat etmiş bulunan Şeyh Ş ih âbü ’d-D în-i K a le n ­ der adlı birinden bahsetm ektedir. Bu şeyh, “ K alen d eriyye T a rik a ­ tı erkânı üzere” saç, sakal, bıyık ve kaşlarını kazıtm ıştı. B una m u­ kabil çok cömert, fazilet sahibi ve daha önemlisi, M usul sultanı yan ın da çok hatırlı i d i 113. İbn B attuta’mn verdiği bu bilgi, M u su l’da bir K a len d erî zâ­ viyesi ve adı geçen şeyhe bağlı bir K alen d erî topluluğunun m evcu­ diyetini gösteriyor. M ısır’a gelince, b u rada D im y a t’taki Şeyh C e m â lü ’d-D în-i S â v î zâviyesinden daha önce bahsedilm işti114. D im y a t’ taki bu ilk ve büyük zâviyen in şeyhin vefatından sonra da dah a bir kaç asır m evcudiyetini korum uş olm asında şüphe b u lu nm am akla birlikte, İbn H acer ve M a k rîzî, M em lûk hüküm darı el-M elik ü ’l-Â d il K etboğa zam anın da (12 9 5 -1 2 9 7 ) başında Şeyh H aşan el-C evâ lık î elK a len d erî adın da birinin bulunduğu, K a h ir e ’deki bir zâviyeden bahsederler. Bu zâviye, B âb ü ’n-N asr semti yakın ın da, F atım î ha­ lifelerinin türbelerinin bulunduğu yere kom şu bir m ahalde, b izzat adı geçen zat tarafın dan kurulm uştur. İb n H a cer ve M a k r îz î’nin anlattıklarına bakılırsa, bu za t m uhtem elen yin e D ım aşk’ tan M ı­ sır’a gelm iş ve X I I I . yüzyılın son çeyreğind e T ü rk M em lû k hükü m ­ darları nezdinde itib ar kazanm ıştır. O kadar ki, K e tb o ğ a onu keıı112 İbn

Hacer,

ed-Düreru'l-Karnine,

Haydarabad

1,3 Bk. İbn Battuta, I, 404. 1M Bk. yukarda 78-79 nolu dipnotlar.

1340,

II,

73.


M A R J İN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

39

dişiyle beraber D ım aşk’ a da götürmüş ve yüksek ümerâ ile tanış­ tırmıştır. A n ca k , saç, sakal, bıyık ve kaşlarının kazınmış olması y ü ­ zünden orad a alay a alman Şeyh Haşan cl-Cevâhkî, bu âdeti terkederek sakal bırakıp sarık sarınmış ve Dımaşk’a yerleşmiştir. N i­ tekim, 1322 yılın d a vefat edinceye kadar da Dımaşk’da yaşamış vc bir d ah a M ısır’ a dönm em iştir115. K a y n a k la rım ızın verdiği şu bilgiler gösteriyor ki, X V . y ü z ­ yıla k adar K a len d erîlik M ısır’da başlıca Dimyat ve. Kahire c iv a ­ rına m ünhasır kalm ıştır. Eğer başka zaviyeler olsaydı, her ikisi de eserlerini X V . yüzyılın ilk çeyreği içinde kaleme almış bulunan îb n H acer ve M a k rîzî, eserlerinde şüphesiz onlardan da bahsede­ ceklerdi. B u raya k adar verilen bilgilerden çıkan sonuç şudur ki, Kalenderîler S ûriye, Ira k ve M ısır’da Kalenderiyye, Cavlakiyye (veya Cevâlika) ve Müvellihe adı altında tanınıyorlardı ^ "Daha C em âlü’dD în -i S â v î’nin ölüm ünden fazla bir zaman geçmeden, kendi içle­ rinde p a rça la n m aya başlayarak Haririyye, yahut meşhur T ü rk Şey­ hi K u tb u ’d -D în H a y d a r’ a nisbet edilen Haydariyye gibi bir takım kollara ayrılan K alen d erîlik, aşağıda görüleceği gibi, daha sonraki yü zyıllarda da başka şûbeler doğuracaktı. B) İ r a n ’ d a : C e m âlü ’d -D în -i S â v î’nin, İran gibi, M elâm etîliğin vc K alen ­ derîliğin ana v ata n ı denebilecek bir ülkede doğup yetişmiş olmasına rağm en, tarikatın ın yerleşmesi için orasını tercih etmemesi dikkat çekiyor. B un a rağm en Iran, Kalenderîliğin kaydettiği gelişmeden hiç bir zam an vâreste kalmadı. H attâ belki de K alen derî zümreler içinde en fa zla tarikat şeklinde yapılanm alar bu ülkede görüldü. Nitekim , O r ta D oğ u dahil, Kalenderîliğin Islâm dünyasının hemen her tarafın a en fazla yayılan, en uzun ömürlü kollan, X I I I , X I V . ve X V . y ü z y ılla r boyunca İran’da ortaya çıkmıştır. Bunlar arasın­ da, ilerde görü leceği üzere, X I I I . yüzyıldan itibaren A n ad olu ’ya nüfuz eden ve X V I I . yüzyıl sonlarına kadar Osm anlı toprakla­ 115 K rş. İ b n H a cer, I I, 49; M a k rîzî, I I. 433; aynı yazar. Kitabü's-Sülûk liMârifet’i Düveli'l-Mülûk, nşr. M ustafa Z iyâde, K ah ire 1936, 1 '2. s. 655, n o t : 4 ; H a rîrîzâ d e, Tibyan, I I I , 75a-b (M a k r îz î’den naklen). 116 M sl. bk. E sfirâ zî, Ravza, s. 229; Devletşah. ss. 2 12 -13 ; N ev â y î. ss. 383-84; M âsu m -i Ş îra zî, Tarâik, II, 642.


O S M A N L I İ M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

40

rında varlığını koruyan Haydarîlik, Câmîlik ve Nîmetullâhîlik'ı saya­ biliriz. i. Şeyh Kutbu'd-Dîn Haydar ve Haydarîlik (<>>*?*-) : K alen d erîlik cereyanı içinden doğan Kalenderiyye veya Cevâlika (Cavlakıyye) tarikatlarından sonra, belki ikinci büyük K alen d erî tarikatı sayılabilecek tarikat olarak Haydarîlik yah ut Haydariyye zik­ redilm elidir. Bu kolun geleneksel kurucusu addedilen Şeyh K u tbu ’d-D în H aydar-i Z â veî, kaynaklara bakılırsa, X I I . yüzyılın son­ larıyla X I I I . yüzyılın başlarında yaşamış en büyük sûfîlerden bili­ nir. O nun, K alen d erîliği C em âlü ’d-D în-i S â v î’den sonra temsil eden en büyük şahsiyet olduğunda şüphe yoktur. Nisbesinin de gösterdiği üzere, İran ’da Z âve şehrinde yaşamış olan bu büyük T ü rk sûfîsi, bazı kaynaklara göre Şâhver adlı bir T ürkistan hakanının oğlu olup m eczup bir anneden d o ğm u ştu r117. Ç ağdaşı Şâh-ı Sincan adlı sûfî şâirin tasvir ettiği üzere o, ne din ne dün ya, ne küfür ne de îm an um urunda olan; ne hakka ne hakikate, ne de tarikat ve yakîn e zerrece aldırış eden bir m eczup i d i 118. Ü n ­ lü X I I I . yüzyıl İra n ’h m u tasavvıf F erîd ü ’d-D în-i A tta r’m K u tb u ’d-D în H ayd ar hakkında Haydarnâme adıyla bir m edhiye nazm ettiğini h aber veren D evletşah, onun gençken şeyhin m üridi olduğu­ nu b ild iriy o r119. Bizim için dikkate değer olup başka kayn aklarda bulunm a­ yan b ir kaydı, A li Ş îr N e v ây î zikrediyor. O n a göre K u tb u ’d-D în H a y d ar, gençliğinde T ü rk istan ’d a H âce A hm ed -i Y e se v î’nin m ü­ ridi olm uş ve tasavvu f terbiyesini ondan almıştır. B izzat babasının 117 K a le n d e riy y e hk.

İslam,

O x fo rd

118 Bk.

19 71,

ss.

M â su m -i

ayrıca

bk. S p en cer T rim in g h a m ,

Ş îra zî,

II,

642:

ûi/*j

f-Lp (j j j j

J i i <ijUo ^

m o lm a y ıp

D evletşah,

j CJLi>- Aj j> . j

s. 247. D evletşah a ynıyerd e,

b izza t H a yd a rîler

sürdüklerini

kaydeder.

The Su/i Orders in

267-69.

tarafından

b azıla rın ın d a b u riv a yetin aslı

uydu ru lm uş b ir ded iko du

o ld u ğ u n u ileri


M A R J İN A L

SÛ F ÎL ÎK :

K A L E N D E R ÎL E R

4'

ve annesinin isteğiyle şeyhin yanında büyüyen K u tbu ’d-Dîn H ay­ dar, onun izn iyle H orasan’a irşad için gönderilmiştir120. N evâyî’ nin bu kaydın ı reddetm ek için hiç bir sebep yoktur; zira zaman vc zemin olarak bu ilişki fevkalâde mümkündür. Hâce Ahmed-i Ycsevî’nin 116 7 yılın da vefat ettiği bilindiğine göre, 1201 yahut 1205 tarihlerinde h ayatın ı tam am ladığıızı, ve vefatında yüz on yaşının üzerinde bulu nd uğu kaynaklarca teyid edilen K utbu’d-Dîn H aydar’m onunla görüşmesi çok normaldir. Üstelik bazı tarih kaynak­ ları da şeyhin T ü rk gençleri arasmda müridleri olduğunu belirt­ mek sü reriyle122, onun Türkistan’la irtibatım ortaya koydukları gibi, A n a d o lu ’daki Bektaşî kaynakları da kendisinin Yesevî gele­ neğinde önem li bir yeri bulunduğunu göstermektedir. Ş eyh K u tb u ’d-D în H aydar’m, hayatının büyük kısmını Zâve’de inşâ edilen büyük zâviyesinde geçirdiğini ve ölünceye kadar geniş b ir m üridler topluluğunu etrafına toplamayı başardığını bi­ liy o ru z123. K a y n a k la r, H aydarîliğin kurucusu olarak kabul ettik­ leri bu z a tın 124, C em âlü ’d-Dîn-i Sâvî’den farklı olarak bıyıklarım 150 Bk. Nevâyî, ss. 383-84. Nevâyî’nin bu kaydı, Menâkıb-ı Hacı Bektaş-ı Veli'dc mevcut Ahmet Yesevî-Kutbu’d-Dîn Haydar ilişkisine ait rivayeti tamamiyle teyid önemlidir (krş. Manâkib-i Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli ( Vilâyetnâme) , nşr. A. Gölpınarlı, İstanbul 1958, ss. 9-11'I.

etmekte olması bakımından 121 Şeyh K u tbu ’d-Dîn

Haydar’ın

ölüm

tarihi

kaynaklarda 597/1200-01,

602/1205-06 veya 618/1221 şeklinde değişik geçmekle birlikte, X III. yüzyılın ilk çeyreği içinde vefat ettiği kesindir. 122 Msl. bk. Zekeriyya Muhammed-i Kazvînî, Âsâru'l-Bilâd, nşr. F. Wüstenfeld, Göttingen 1848, s. 256; krş. Köprülüzâde, “ Anadolu'da İslâmiyet", s. 300, not: 2. 123 Şeyh K utbu’d-Dîn

Haydar’ın

türbesinin yeri de ihtilâflıdır.

Bir kısım

kaynaklar zâviyesinin bulunduğu Zâve’de defnedildiğini ve dolayısıyla türbesi­ nin de orada idiğini belirtirken (msl. bk. Esfirâzî, s. 229; Devletşah, s. 213; Ham­ dullah Müstevfî-i K azvînî, Nuzhat al-Qulub, ing. çev. G. Le Strange, Leiden 1919, s. 152; îbn Battuta, III, 79-80), bazıları da kendi türbesinin adıyla anılan, Meşhed yakınındaki

Türbet kasabasında medfun bulunduğunu kaydediyorlar (Msl.

bk. Nevâyî, s. 384; Mâsum-i

Şîrazî, II, 642). Diğer bir kısmı ise, kendisinden

bir asır sonra yaşamış olup, Şah Nîmetullah-ı V elî’nin şeyhi bulunan Tebriz’de medfun diğer Şeyh K utbu’d-Dîn Haydar ile onu karıştırmışlardır. Ama görül­ düğü üzere, hem zâviyesinin

Zâve’de olması

hem de kaynakların çoğunluğu­

nun kanaati, türbenin adı geçen bu şehirde bulunmasını daha mantıklı kılıyor. Türbet’ tekinin ise ikinci bir mezar veya makam olduğu söylenebilir. 124

Ençyclopedie de l'Islam'm her iki baskısında da Haydariyye Tarikatı’mn

adına rastlanmaz. A. Gölpınarlı’nın Türk Ansiklopedisi'nc yazdığı madde ise çok yetersiz olup, Türkçe İslâm Ansiklopedisi’ nde bu maddeye yer verilmemiştir.


42

O SM AN LI İM P A R A T O R L U Ğ U N D A

tıraş ettirm ediğini126; ayrıca tccerrüdün bir sembolü olarak mü­ ridlerinin boynuna demirden yapılm ış bir halka (Tavk-T^Uaydarî) ve kulaklarına demirden bir küpe taktırdığını y a z ıy o rla r120/ îşte bu gü r ve aşağı salınmış bıyıklarla demir halka, onların diğer K a ­ lenderî zümrelerinden ayırdedilm elerini sağlıyordu. H aydarîliğin , Şeyh K u tb u ’d-D în H a yd ar’ın kuvvetli mistik şahsiyetinin de etkisiyle daha X I I I . yüzyıl ortalarından başlayarak bir yandan O rta A sya içlerine, oradan H indistan’a yayılırken, bir yandan da A nadolu dahil, Irak, Sûriye ve M ısır’a nüfuz ettiğini kaynaklardan anlıyoruz. İbn B attuta’nın gösterdiği gibi, hiç şüp­ hesiz X I V . yüzyıl o rta la rın d a 127, hattâ X V . ve X V I . yüzyıllarda bile önemini hâlâ koruyan Z â v e ’deki büyük zâ v iy e n in 128, bun­ daki payı önemli olm alıdır. Buradan yetişen halifelerin dört bir yana dağıldığını tahm in etm ek zor değildir. M eselâ M ak rîzî ken­ di tâbiriyle “ Haydariyye Fukarâsı” nm ilk defa 655/1257 yılın dan iti­ baren Suriye’de görüldüklerini, D ım aşk’ta ilk zâviyelerini açtıktan sonra M ısır’a geçtiklerini haber verm ek sûretiyle bu konuda bize önemli bir yardım da bu lu n m akta d ır129. İbn B attuta da, X I V . yüzyılın ortalarında bilhassa İra n ’da H orasan m ıntakasında H ayd a rîler’in çok tanındıklarım b elirtm ektedir130. K ayn ak lard an anlaşıldığı kadarıyla, X V . - X V I I I . yüzyıllar, aşağıda görülecek diğer K a len d erî züm relerinin yan ın da İra n ’da H a y d a rîle r’in varlıkların ı hâlâ sürdürdükleri devirler oldu. X V I I . yü zyıld a bile İra n ’ın pek çok yerinde Haydarîhâne denilen zâviye,ts Msl. bk. Makrîzî, es-Süluk,

I/2, 407. M akrîzî bu geleneğin, vaktiyle düş­

man eline esir düşen K u tbu ’d-D în H aydar’ın, esirliği esnasında düşmanları tara­ fından bıyıkları hariç bütün tüylerinin kazınması olayına bağlandığını yazar. 12$ Msl. bk. Esfirâzî, s. 229. Yazar, Haydarîler’in taşıdıkları Tavk-ı Hay­ darı ile ilgili olarak bir menkabe nakleder. Buna göre, tasavvufa sülûkü sırasında demircilikle uğraşan şeyh, bir gün ateşte kıpkırmızı olmuş bir demir çubuğu boy­ nunun etrafında bükerek halka yapmıştır. îşte

Tavk-ı Haydarî rivâyete nazaran

buradan kalmıştır. İbn Battuta ise, Z âve’de rastladığı H aydarîler’i anlatırken, bunların boyunlarından başka kulaklarında ve el bileklerinde de demir halka­ lar bulunduğunu bildirir. Hattâ, nikâhtan sakınmalarının bir belirtisi olarak da erkeklik organlarına bile demir halka taktıklarını işittiğini haber verir (bk. Vo-

yages, III, 79-80). 127 Bk. a.g.e., aynı yerde. , u Krş. Köprülüzâde. “ Anadolu'da İslâmiyet", s. 300, not: 2. ,2# Bk. ts-Sülûk, I/2, 407. no Bk. Vnyages, II, 282.


M A R JÎN A L

S Û F ÎL ÎK :

K A L E N D E R ÎL E R

43

lere ra stlan d ığ ın ı biliyoru z. I. Abbas zamanında (1588-1629) İsfa­ han’ daki Ç e h a rb a ğ Z â viyesi’nin şeyhliğini Baba Sultan-ı K alen ­ deri y ü rü tm e k te y d i. A yn ı şekilde K azvin ’de de büyük bir Haydarîhâne b u lu n u y o rd u 131. H a y d a r î şeyhleri genellikle Baba ünvanını taşımaktaydılar. F. K ö p r ü lü ’ n ün belirttiğine bakılırsa, bu ünvan X II. asırdan baş­ layarak en fa zla T e b riz havâlisinde olmak üzere Güney A zerbay­ can’da özellik le H a y d arîle r başta olmak üzere diğer Kalenderî züm ­ releri tara fın d a n kullan ılıyordu ki, bunlann büyük bir kısmı şâir­ d i 132. İçlerin d en pek çoğu H aydarîliğe mensup bu sûfîlerden Nefehâtifl-Ü ns ve Nesâyimü'l-Mahabbe benzeri kaynaklar oldukça ge­ niş söz ederler. B iz burada yalnız, Baba Hoşgeldi, Baba Dilcnci, Baba H asan -ı T ü rk , B aba Sarı Pulad, Baba Süngü vb. Türk ismi taşım akta olu p hem en hepsi de X V . yüzyılda yaşamış bulunan ba­ zılarını ism en zikretm ekle yetineceğiz. H aydarîliğin Anadolu vc H in distan ’ d aki gelişm elerini ise aşağıda ilgili bahislerde ele alacağız. 2. ŞeyhiCl-İslâm Ahmed-i Câmî-i Nâmıkî ve Câmîlik (v^r)

:

A slın d a Ş eyh K u tb u ’d-D în H aydar’dan bir nesil öncesine men­ sup bu lu n d u ğu halde, adını taşıyan tarikatın onunki kadar yaygın ve önem li olm am ası sebebiyle, burada ele alacağımız Ahmed-i Câm î-i N â m ık î’nin sûfî kaynaklarında pek yer almadığı görülmek­ tedir. B u n u n la beraber kendisi, X I. yüzyılın sonlarıyla X II. yüz­ yılın ilk yarısın d a yaşam ış mühim bir şahsiyettir (öl. 1141-42). K e n ­ disinden bileb ild iğim iz kadarıyla yalnız Nefehâtü’ l-Üns ve tabii ona bağlı o lara k Nesâyimü’ l-Mahabbe bahseder. Her iki eser de onun hakkın da şayan ı dikkat ifadeler kullan ırlar133. Zaten Şeyhü’l-îslâm ü n van ı d a onun ne derece önemle telâkki edildiğinin bir gös­ tergesi sa yıla b ilir. 131 Köprülü,

“ Baba” , İA .

132 A .g .m ., aynı yerde, lleriki bölümlerde de görüleceği gibi, aynı durum Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Anadolu ve Rumeli sâhaiarı için de söz konu­ sudur. 133 Lâm iî, ss. 392-402;

Nevâyî, ss. 222-25.

Ahmed-i Câm î’nin menkabe-

leri N efehât'ta diğer menkabelere ayrılanlardan daha fazla yer tutmakta, burada onun şerîata olan bağlılığı dile getirilmektedir; ayrıca bk. Alişîr Rızakulihan Hi­ dâyet,

Tezkire-i Riyâzu'l-Â rifin, Tahran

1305 hş., ss. 32-33.


O SM AN LI İM P A R A T O R L U Ğ U ’ NDA

44

T am adıyla Ebû Nasr A hm ed b. Ebu’l-Hasan C âm î-i Nâm ıkî, X I . yüzyılın ünlü K alen d erlerin d en Ebû Saîd-i Ebu’ l-H ayr’ın halifelerinden biri vasıtasıyla tasavvufa yöneltilmiştir. Gençliğinde tam bir sefahet hayatı yaşayarak içki içtiği rivayet edilen Ahm ed-i C â m î’nin, sonradan tevbe ederek tasavvuf yolunu seçtiği belirt ilir 131. Ebû S a îd ’in, hırkasını vefatından sonra zâviyesine gelecek olan A hm cd-i C â m î’ye verilmesini vasiyet ettiğini anlatan riv â y e t135, onun K alen d erî telâkkiler vc gelenekle bağlantısını ortaya koyuyor. G örebildiğim iz kadarıyla kaynaklarda Ahm ed-i C â m î’nin ta­ rikatına dair hiç bir bilgiye rastlanmaması dikkat çekiyor. Bununla beraber, Câmîler şeklinde onun adını taşıyan bir kalenderî züm re­ sinin varlığını, sûfî kaynaklarının haricindeki başka kaynaklardan öğreniyoruz. M eselâ X V . vc X V I . yüzyıl Osm anlı tarih kaynak­ ları ve bazı A vru p a scyahatnâm elcri, bu züm reden bahsediyorlar. Lâkin burada ortaya bir problem çıkıyor: Eğer A hm cd-i C âm î kendisi bizzat bu tarikatı kurdu ise, niçin devrin sûfî kaynakları bundan hiç bahsetm iyorlar? K u rm adı ise X V . vc X V I . yüzyıldaki tarih kaynakları vc scyahatn âm clcrdc bahsi geçen Câmîler adlı bu K a len d erî zümresi nereden çıkmıştır? K an aatim izce bu problem in çözüm ü iki ihtim ali birden ihti­ va edebilir. Bir defa şurası m uhakkaktır ki, az önce sözü edi­ len tarih kayn aklan , “ kendilerini Ahm cd-i C âm î-i N â m ık î’ye men­ sup sayan bu züm reden bahsetmeleri sebebiyle, belirtilen y ü zyıl­ lard a Câmîlik adını taşıyan bir K alen d erî tarikatının m evcudi­ yeti şü p h esizd ir138. O itib arla ancak şu iki ihtim al üzerinde du­ ru lab ilir: Y a A hm cd -i C â m î hayatta iken böyle bir tarikat kurm a­ mış olup bu tarikat onun adına daha geç bir devirde teşekkül etmiş o lab ilir; yah ut, eğer kurdu ise, bu tarikat çok dar bir çevreye inhi­ sar etmiş olup fazlaca tanınm am ıştır; bu yüzden de kaynaklara yansım am ış olabilir. Aslına bakılırsa, sûfî kaynaklarım n bu konuda bizi ayd ın lat­ m am asına karşılık, edebî kayn aklarda rastladığım ız bazı kayıtlar, ikinci ihtim alin vârid olabileceğini düşündürüyor. Bu kayıtlardan biri, IX . yüzyılın ünlü kalender-m eşreb şâiri H âfız-ı Ş irâ zî’ nin IM Lâmiî, m . 392-93;

Nevâyî, s. 223; Hidâyet,

A.g.eserUr, aynı yerlerde. '** İlerde Osmanlı devri Kalenderîler’i dan

bahseden kaynaklardan M'r/. edilecektir.

R iyûzu'l-A rifin, aynı yerde.

incelenirken Cdm iler'den ve onlar­


M A R J İN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

45

(1390) Dîvân'm d a bulunm aktadır137. Hâfız-ı Şirâzi’nin vaktiyle K alenderî olduğu vc uzunca bir süre onlarla birlikte yaşadığı baş­ ka kaynaklar vasıtasıyla bilinmekle beraber, bizzat kendisi de D i­ van'ında bunu defalarca dile getirm iştir138. Bu sebeple Osmanlı devrin­ de dahi H âfız Dîvanı K alenderîler arasında en çok okunan bir kitap niteliğini kazanm ıştır. Bu eserde Hâfız-ı Şirazî aynen şöyle d iy o r138: H âfız şarap kadehinin mürididir; ey seher yeli! Bu kulun kulluğunu Câm Şeyhi’nc arzet. H âfız’ın bir K a len d erî olarak 1142’de vefat etmiş bulunan Ahm ed-i G âm î’nin doğrudan müridi olması imkânsızdır. Bizce bu beyit, Şâirim izin onun tarikatına, yani Câmiyye'ye mensup oluşunun bir ifadesi olarak yorum lanm alıdır. Bu sûretle hiç olmazsa X I V . y ü z­ yılda dahi bir Câmiyye tarikatının -çok sınırlı çevrelere münhasır olsa bile - varlığını kabul edebiliriz. Bir diğer kaydı da, kısaca Hidâyet diye bilinen Alişîr R ızakulihan’m şuarâ tezkiresinde buluyoruz. Burada, Alişah-ı A bdal-ı Irakî isim li şâir bir K alen d erî dervişinden söz edilirken, bu zatın Ahm ed-i C â m î’nin müridlerindcn olduğu bildiriliyor140, ki bu da 137 Hâfız-ı Şîrazî’ye dair msl. bk. Lâmiî, s. 681; Devletşah, ss. 367-68; Brovvnc, III, 271-319 (burada biyografisi oldukça geniş bir tarzda ele alındığı gibi mis­ tik ve edebî yönleri de uzun uzun tartışılmıştır); ayrıca bk. G .M . Wickens, “ Hâfız” , E I2 . 138 Msl. bk. H â fız Dîvanı, çev. A. Gölpmarlı, İstanbul 1968, 2. bs., ss. 253, 472,

1030 ve 3332. beyitler: Hakîkat Kalenderleri

hünersiz

kişinin

giydiği

atlas

kaftanı yarım arpaya bile almazlar.

* * * Burada kıldan ince binlerce nükte var: Her başını tıraş eden Kalenderliği bilmez ki!

* * * Bu tacdan, bu hırkadan canım sıkılıyor. Sofiyâne bir işveyle beni Kalender et artık! 139 A .g.e., s. 4. 140 Bk. Hidâyet,

s. 222. Yazar burada,

Alişah-ı Abdal’ın, ne kadar şeyhi­

nin etkisinde bulunduğunu anlatmak için şu menkabeyi nakleder: Rivayete göre bir gün, Ahmed-i Câm î namaz kılacağı zaman Alişah’ı imamlığa geçirir. Alişah namaza başlayıp Fâtiha’yı okumak isteyince, şaşırır ve şu beyti okur:

p la j <Je- y fi-j pU

<-*

(r* •S’ («v- j î y

J*


46

O S M A N L I İM P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

böyle bir tarikatın mevcudiyetini şüphesiz kabullenmek gerekti­ ğini gösteriyor. H er hâlü kârda, bizzat kendisi tarafından kurulmuş olmasa da, cn za y ıf ihtim alle, zam anla onu kendilerine pîr tanıyan bir K a ­ lenderî zümresi, şeyhin adını taşıyan bir tarikat teşekkül ettirmiş olm alıdırlar. Aksi halde X V .- X V I . yüzyıllarda Osmanlı toprak­ larında bir Câmîler zümresinden bahsedilmesi imkânsızdır. 3. Şah Nîmetullah-ı Velî, JVîmetuilahilik mu’l-Envâr:

ve Şeyh Kası-

Ş îî bir m utasavvıf olması yüzünden olsa gerek, Nefehâtii’ l-Üns ve Nesâyımii'l-Mahabbe gibi kaynaklarda hayat hikâyesine rastlan­ m ayan Şah N îm etullah-ı V e lî veya N îm etullah-ı K irm â n î’ye men­ sup bulunan tarikatı da biz K alenderîliğin kollarından saymak lâzım geldiği kanaatindeyiz. X V . yüzyıldan itibaren en az Haydarîlik kadar yayılan N îmetullahîlik'in kurucusu Şah N îm etullah, Devletşah ve H idâyet gi­ bi m üelliflerin rivayetine göre, yedinci imam M uham m ed Bâkır’ ın ( 733 ) soyundan gelen bir seyyid i d i 141. G ençliğinde iyi bir tah­ sil alarak yetişen Şah N îm etullah veya Seyyid N îm etullah, hac için gittiği M ek k e’de Şeyh A bd ullah-ı Y â f iî’ye mürid olarak tasavvufa sülük etmişti. M em leketine dönerken M ısır’da meşhur Şeyh Bedru ’d -D în ’in şeyhi Seyyid Şeyh H üsevn-i A h lâ tî ile görüşm üştür142. Tarâiku’ l-Hakayık, Şah N îm etu llah ’ın M ısır’da K aygu su z Baba Z â viy e si’ndeki K a len d erî şeyhleriyle de teması bulunduğunu kay­ detm ektedir 143. 141 Devletşah, ss. 145-46; Hidâyet, Mecma,u'l-Fusahâ, II, 87; Buradan nak­ Mâsum-i Şîrazî, III, 3-5; krş. Browne, III, 464; Köprülüzâde, “ Ana dolu'da İslâmiyet” , s. 469 (Köprülü bu seyyidlik meselesinin uydurma olduğu len

kanaatindedir). Şah Nîmetullah-ı V e lî’nin hayatına dair daha geniş bilgi için bk. Nasrollah Pourjavady-Peter L. YVilson, Kings o f Love: The History and Poetry of the Ni'metullahi Sufi Order, Tahran 1978; ss. 13-36; Javad Nurbakhsh, Masters of the Path: A History o f the Masters o f the h'imetullahi Sufi Order, New York 1980, ss. 39-57; ayrıca bk. Trimingham, ss. 101-102. 142 Hidâyet, aynı yerde; Mâsum-i Şîrazî, aynı yerde; ayrıca bk.

Hidâyet,

Riyâzu’l-Arifin, s. 146. Nîmetullah îliğin inanç sistemine dair daha geniş bilgi için bk. Pourjavady-VVilson, a.g.e., ss. 37-69. Netullahîliğin sonradan teşekkül eden kolları hakkında da bk. a.g.e., ss. 70-92. 143 Bk.

Mâsum-i

Şîrazî,

aynı

yerde.


M A R J ÎN A L

S Û F ÎL tK :

K A L E N D E R ÎL E R

47

Şah N îm etullah İran’a döndükten sonra M âvcrâünnchr’c geç­ miş, Sebz ve Sem erkand’da riyazatlar çekerek oradan U ıg c n c ’e ulaşmıştır. D aha sonra K irm an havalisine gelerek M alıan’da yer­ leşip bir zâviye açarak, rivayete göre yüz beş yaşında ölünceye ka­ dar orada yaşam ıştır (öl. 1431) 144. işte Şah N îm etullah’ın kurduğu Nîmetullahîlik. (Nîmetullahiyye) daha şeyhin sağlığında adı geçen zaviyeden kısa zam anda et­ rafa yayılm ağa başladı. Fuad Köprülü haklı olarak bu sür’atli ya ­ yılışta tarikatın gayri sünnî bir mâhiyet arzetmesinin büyük payı bulunduğunu vurgulam aktadır146. Nitekim tarikatın kısa zam an­ da İran ’ın her tarafına nüfuz etmesi ve müridlerin sayısının yüzbinlerin üstüne çıktığına dair dedikodular T im ur’u kuşkulandırmış, bu kuşkular Şah N îm etullah’ın isyan edeceği merkezindeki rivâyetlerle beslenmişti. H idâyet, bu sebeple T im ur’un şeyhi bizzat ziya­ rete gelerek sorguya çekmeden rahat edemediğini anlatır, ki o za ­ manlar şeyh yetmiş yaşlarında bulunuyordu140. Devletşah da Şah N îm etullah’ın Şahruh ile olan münasebetlerini yansıtan bir menkabesini nakleder. Bu menkabeden sultanın başlangıçta ona hiç de iyi gözle bakm adığı anlaşılıyor147. Bir manzûm esinde tarikat zincirini Cüneyd-i B ağdadî’ye d a ­ yandırm ak sûretiyle onun aracılığla Hz. A li’ye ulaştıran Şah N î­ m etu llah148, müridlerine O n İki İm am ’ı temsil eden on iki dilim li bir tac giydiriyordu. O n ları son derece serbest bırakmış olduğu be­ lirtilir. Bu yüzden aralarında her türlü, Şerîat’a m uhalif fikir ve tavır ortaya koyanlar, hattâ ibâhîliğe sapanlar bulunm aktaydı. K a y ­ naklar şeyhin bu konuda yapılan şikâyetlere hiç aldınş etm ediğini zikred iyorlar149. H er halde bu tarikatın X I V . yüzyıldan itibaren bir yandan O rta A sya üzerinden Hindistan’a, diğer yandan da A zerb aycan üzerinden A n ad o lu ’y a sokulmasında ve X V I I . yüzyıla kadar Os144 Hidâyet, Mecmau'l-Fusahâ, II, 88. 145 Bk. “ Anadolu'da İslâmiyet” , s. 470; E.G. Browne da Şah

Nîmetullah’ ın

şiirlerinden bahsederken, bunların pek çoğunda Hurûfî eğilimin mevcut bulun­ duğunu haber verir ve örnekler gösterir (bk. A Lirary Hislory, III, ss. 465 vd.). 149 Bk. Hidâyet, a.g.e., II, 87-88. 147 Bk. Devletşah, ss. 401-402. 148 Mâsum-i Şîrazî, II, 325-26; bilgi vardır.

Diğer silsileler için ileriki sayfalarda

148 A.g.e., III, 3-5, 9 vd.; krş. Köprülüzâde, a.g.m., s. 471.

geniş


O S M A N L I İM P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

48

manii topraklarında tutunmasında, durmadan seyahat eden mis­ yoner dervişlerin payı k a d a r150, bu son derece serbest inançlara yer vermesinin de büyük rolü olsa gerektir. Fuad Köprülü, temel­ de Ş îî bir nitelik arzeden Nîm etullahîliğin, her tarafa yayılan müridler sayesinde İran ’da Şiîliğin güçlenmesine katkıda bulundu­ ğunu, Safevî D evleti’nin bu sayede kurulabildiğini b elirtir151. N îm etullahîliğin neden Kalenderîliğin bir kolu sayılması ge­ rektiği meselesine gelince, bu hususta kanaatim izce bizi zorlayan en baş sebep, bu tarikatın yukarda özetlenmeğe çalışılan tasavvufî m âhiyetidir. Îbâhîliğe varacak kadar serbest fikirler taşıyan böyle bir yapı o devir Islâm dünyasında ancak K alen d erî zümrelerinde bulunabiliyordu, ikin ci bir sebep ise, Şah N îm etullah’m bizzat dîvan ın da yer alan, Şeyh K u tb u ’d-D în H ayd ar’a yazdığı bir medhiyedir. Bu m edhiyede Şah N îm etullah, kendisine asıl pîr olarak Şeyh K u tb u ’d-D în H a y d ar’ı seçmiş görünüyor. A ralarındaki zam an farkına rağm en bu durum , bizce manen N îm etullahîliği H aydarîliğe b ağlam aktad ır152. G erek bizzat kendi şahsiyeti, gerekse etrafına topladığı mü­ ridlerinin sergilediği tavır, hareket ve düşünce yapıları itibariyle Şah N îm etu llah ’a çok benzeyen bir başka şahsiyet de, Seyyid K â sım-ı T e b rîzî veya taraftarları arasındaki adıyla Seyyid K âsım u ’lE n v ar’dır. D evletşah onun T e b riz’in Sürhâb bölgesindeki büyük bir Seyyid âilesine mensup bulunduğunu k a yd e d iy o r153. K en d i­ sinin daha çocukken Şah N îm etullah ile T e b riz’de görüştüğünü de Mecmaııl-Fusahâ'dan ö ğ re n iyo ru z154. Seyyid K asım daha genç yaşlarda, yetiştiği m uhitin tabii şev­ kiyle tasavvufa sülük etmiş ve Şeyh S adru ’d-D în-i E rd ebîlî ile, Şeyh 150

Devletşah, tıpkı öteki Kalenderî

zümreleri gibi, Nîmetullahî

dervişle­

rinin İslâm ülkelerinin hemen her tarafında seyahat ettiklerini söyleyerek bir ger­ çeği tesbit etmektedir (bk. Tezkire, s. 402). uı Bk. Köprülüzâde, a.g.m., s. 470. U i Mâsum-i Şîrazî, III, 712:

jjJ j

ö>3

ö\A

fj\i

C— j i

^

143 Devletşah, s. 414; Brovvne, III, 473. 144 Hidâyet, Mecmau'l-Fusahâ, II, 87; ayrıca bk. aynı yazar,

fin, s. 146.

_

Riyâzu'l-Ari­


M A R JİN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

49

Sadru’d-D în-i Y em en î’nin müridlcrinden olm uştu155. D aha sonra kendilerinden halifelik alarak G îlan ’a gitmiş ve uzunca bir müddet orada kalmıştı. İşte buradaki ikameti sırasında yavaş yavaş etrafı­ na müridler toplanm ağa başladı. Bir müddet sonra buradan H o­ rasan’a geçti. B urada da müridlerinin şeriata aykırı tavırları vc ken­ disinin V ahd et-i V ü cu d ’a dair fikirleri sebebiyle ilk tepkilerle kar­ şılaştı. N işapur’dan çıkarak Şahruh’un payitahtı olan H erat’a gel­ di. Cezbesi sayesinde gençleri etrafına topladı; böylece m üridleri­ nin sayısı yine kabarm ağa başladı156. Devletşah, bu yüzden ken­ disini çekemeyenlerin, Şahruh’a başvurarak aleyhinde dedikodu­ lar çıkartıp isyana hazırlandığım bildirdiklerini yazarsa da, Nefehât, müridlerinden birinin Şahruh’a suikasde teşebbüs etmesi üze­ rine Seyyid K âsım ’ın tehlikeli görülerek Herat’tan ihraç edildiğini n akleder157. H er nasıl olursa olsun, bilhassa gençlerden oluşan m üridleri­ nin, tıpkı Şah N îm etullah’ın müridleri gibi, Abdurrahm an-ı Câm î’nin deyim iyle “ dîn ü îman rebekasından hâriç ve ibâhat ve şer'-i sün­ nete tehâvün dâiresinde dâhil” olmaları sebebiyle bulundukları yerler­ de rahat durm adıkları anlaşılmış olmalı ki, H erat’tan çıkıp önce Belh sonra da Sem erkand taraflarına gitti. Devletşah onun bir m üd­ det sonra tekrar H erat’a döndüğünü yazıy o r158. Öm rünün son­ larına doğru, özlediği memleketine, yani T eb riz’e gitmek üzere yola çıkan Seyyid K âsım ’ın Ahmed-i C âm î’nin memleketi olan Câm kasabasına gelince, büyük bir mahabbet beslediği bu şeyhin şehrinde yerleşmeğe karar verdiğini ve 835/1431 veya 837/1433 tarihinde ölünceye kadar burada kaldığını kaynaklar b elirtirler159. Seyyid K â sım ’dan bahseden kaynakların, V ahdet-i V ü cu d ’u terennüm eden coşkun tasavvufî şiirler yazan bu şeyh in 160, pek çok m üridi bulunduğu konusunda söz birliği etmelerine rağm en, kendi adını taşıyan veya başka bir isim altında herhangi bir tari­ kat kurduğunu belirtmedikleri gözleniyor. Bu itibarla, kendisinin 155 Bk. Lâmiî, s. 663; Devletşah, aym yerde; Browne, III, 473-74. 158 Devletşah, aynı yerde. 167 Lâmiî, s. 665; krş. Devletşah, ss. 414-15. 158 Devletşah, s. 415; krş. Lâmiî, 665. 169 Lâmiî, ss. 665-66; Devletşah, s. 416; Bıowne, III, 473. 160 Seyyid Kasımu’l-Envâr’ın edebî

şahsiyeti ve şiirlerinden

örnekler ko­

nusunda geniş bilgi için bk. Browne, III, 473-74, 476-86. F.

4


5<>

O S M A N L I İ M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

m üstakil bir tarikat ku rm am akla beraber, ya A hm ed -i C â m î’nin y a h u t daha b ü yük bir ihtim alle Şah N îm etu lla h ’ın tarikatına m en­ sup olduğu düşünülebilir. L â kin belirgin olan nokta şudur ki, tıp­ kı N îm etu llah îler gib i Seyyid K â sım ’ın m üridleri de K a len d erî der­ vişleriydi ve yine CâmVnin ifadesiyle “ ibâhat vâdîsine ve şerîat ve sünnetde tehâvün bevâdîsine düşmüşler idi” 161. N itekim Şahruh tarafın­ dan sıkı bir kontrol altına alınm ışlar ve H era t’ tan dışarı çıkarılm ış­ lardı. B ununla birlikte, gerek Nefehât, gerekse Devletşah Tezkiresi m üridlerin bu durum da olm alarına rağm en, S eyyid K â sım ’ın aslâ şeriattan hariç bir düşünce, tavır ve hareket içinde olm adığını, keram et sahibi b ü y ü k b ir velî olduğunu özellikle vurgulam aktadır­ lar. Eğer bu doğru ise, aynı tarzda sözünü ettikleri A hm ed-i C âm î ve Şah N îm etullah-ı V e lî örneklerinde görüldüğü üzere, Seyyid K â sım ’m m üridlerinin de bu niteliklerinin nasıl oluştuğunu açık­ lam ak gerekir. Bu bakım dan, kanaatim izce, kaynakların bütün itinalı ifade­ lerine rağm en adı geçen bu üç şeyhin, üstelik V a h d et-i V ü cu d te­ lâkkisini hararetle benimseyen kimseler olarak şer’ î ku rallara her zam an uyduklarım idd ia etmek biraz zordur. Aksi halde başlarına ibâh î nitelikli bir yığın genç insanı toplam aları ve özellikle İdarî çevrelerin onları kontrol altında tutm a ihtiyacını hissetmeleri, an­ laşılır bir hal değildir. * * *

B uraya kadar İran ’ da X I I I . yüzyılın başlarından X V I . yü z­ yıla kadar m evcut olmuş ve az çok birer tarikat halinde K alen d erî züm relerini bünyelerinde toplayan kuruluşlardan ve bunların ku­ rucularından bahsedilmeye çalışıldı. Bunların dışında, şâir olm a­ ları dolayısıyla devirlerinde şöhret yapm ış bulundukları için tez­ kirelere giren başka K alen d erîler’in m evcut olduklarını da görmek­ teyiz. Bunlara örnek olarak, aslen Irak’lı olduğu halde Horasan’a giderek orada A kkoyunlu hüküm darı Y a k u b ’un (1478-90) şairliği mevkiine yükselen E lif A bd al, K âşân ’lı A ziz K alender, Isfahan’lı M evlânâ A bdal, Esterâbad’ lı Baba Safây-ı K a le n d e r162 ile, yine 1,1 Krş. Köprülüzâde, “ Anadolu'da İslâmiyet", s. 462. w* Elif Abdal’dan itibaren diğerlerinin biyografileri için bk. Sâmi Mirza, Tuhfe-i Sâmi, Süleymaniye (Ayasofya) Ktp., nr. 4248/4, vv. 164b, 215b, 22ia-b, 224a, 256a.


M A R J İN A L

S Û F ÎL ÎK :

K A L E N D E R ÎL E R

A kkoyunlu hüküm darı Baysungur’un (1490-93) şâirlerinden M ev ­ lânâ V e lî K a len d er (1490)^ sayabiliriz163. B uraya kadar vermeye çalıştığımız mâlumattan İran ve K a ­ lenderîlik konusunda bir sonuca ulaşmak gerekirse şu söylenebilir: Iran K a len d eriliğin tarihî tekâmül süreci içinde bütün diğer îslâm ülkelerinden daha özel bir mevkie sahiptir. O na bu özel mevkii bahşeden, K alen d eriliğin mistik temelini oluşturan fikir ve telâk­ kilerin ülkesi oluşudur. M ısır’dan Hindistan’a kadar Islâm dünya­ sının hemen her tarafına yayılan Kalenderiliğin hareket üssü bura­ sıdır. Başka ülkelerde görülen muhtelif Kalenderî zümre ve tarikat­ larının isimlerinin, Iran ’dakilerle ekseriyâ aynı ismi taşımış olma­ ları, bunun en açık delilidir. Tabii buralarda da zamanla başka başka K alen d erî zümreleri başka adlarla teşekkül etmiştir. A m a bu, o memleketlerde Kalenderîliği ilk temsil edenlerin ya Iran menşe’li yahut ta en azından İran’daki Kalenderî şeyhlerinin yanında yetişmiş şahsiyetler olduğu gerçeğini aslâ değiştirmez. Bir başka de­ yişle, Istisnâsız bütün Islâm ülkelerinde Kalenderî zümre ve tari­ katların Iran patenti taşıdığını iddia etmek mübalâğalı sayılmama­ lıdır. Belki Kalenderiliğin ilk defa Cemâlü’d-Dîn-i Sâvî tarafından Sûriye’de teşkilâtlandığı ve ilk zâviyenin orada açıldığı vâkıası bu tesbite ilk bakışta aykırı görünebilir. Ama unutmamalıdır ki, o bir Iranlıdır ve bu yola İran’da iken girmiştir, işte bu tesbit sebebiyle, diğer Islâm ülkelerinde Kalenderiliğin tarihçesinin esas olarak Iran’ daki tarihçesiyle sıkı sıkıya irtibatlı bulunduğunu vurgulamamız icap eder. Bu husus, ilerde Anadolu Selçuklu dönemi ve Osmanlı devri Kalenderîliğinin tarihini incelerken bütün çıplaklığıyla göz­ lerimizin önüne serilecektir. Onun için Osmanlı dönemi Kalenderîliğini iyi anlamak ve tahlilini yapabilmek, Kalenderiliğin Iran’ daki gelişimim iyi bilmeye bağlıdır diyebiliriz. C) O r t a

A sya

ve

H in d is t a n ’ d a :

Yukarda Cem âlü’d-Dîn-i Sâvî’den önce yaşamış Kalender­ le r i incelerken, M elâmetîlik akımının daha X. yüzyıldan itibaren Mâverâünnehir ve Fergana havâlisine yayıldığı; esasen V I I. ve V I II . yüzyıllardan başlayarak bilhassa Uygurlar vc başka Türk zümreleriyle meskûn ve Şamanizm, Maniheizm ve Budizm’i çok­ tan tanımış bu bölgelerde, tıpkı İran’da olduğu üzere, M elâm etî183 Msl. bk. Devletşah, s. 544.


52

O SM AN LI İ M P A R A T O R L U Ğ U ’NDA

lcr arasından ilk Kalenderiler’in çıkmış olabileceğinden söz edil­ mişti. Şimdilik daha eski tarihlere gitmemekle beraber, hiç olm az­ sa X III. yüzyıla kadar uzanan ve eski U ygur başkenti Koço (sonraki adıyla Kara-H oca)’da yaşamış olan Kalenderler bulun­ duğunu biliyoruz. Merhum Emel Esin bir makalesinde, Koço ve civarında yaşamış bu Kalenderler’in tam anlamıyla eski Budist kültürünün vârisleri olduklarını, arkeolojik buluntuların sağladığı verilere dayanarak ortaya koymuştur. Ona göre, eski Budist mâbedlerini zâviye olarak kullanan bu Kalenderler, X I I I. yüzyılda bütün Budist efsâne ve mistik sembollerini İslâm îleştirerck kendi­ lerine maletmişlerdilM. Daha X III. yüzyılın ilk senelerinden itibaren, yani Moğol istilâsının hemen arifesinde, M âverâünnehir’dcn Alm alık vc Beşbalık’a ve Doğu Türkistan-Çin sınırlarına kadar Kalenderîler gö­ rülmekteydi. Ancak bunlar, X I-X II. yüzyıllarda Horasan’da rast­ ladığımız Baba Tâhir-i Üryan ve Ebû Saîd-i Ebu’l-H ayr benzeri yüksek seviyede tasavvufî fikirler terennüm eden kişiler değil, daha çok eski Uygur Bakjı'lanm andıran, boyunlarında kollarında ziller ve bileziklerle dolaşıp davullar eşliğinde raks eden daha aşağı taba­ kadan şahsiyetler id i186. X I V ve X V . yüzyıllar, Orta Asya’da K alenderîliğin daha fazla yayıldığı, hattâ siyasî otoritelerce desteklendiği devirler ol­ muştur. Uygur memleketlerinde Müslümanlık yayılmış olmakla birlikte, Budizm henüz sona ermemiştir. Öyle görünüyor ki bu de­ virde İslâmiyet’i kabul eden yüksek zümre mensupları, eski yaşan­ tılarını İslâmî cilâ altında sürdürmeğe en uygun yolun Kalender olmaktan geçtiğini görmüşler ve Kalenderliğe girmişlerdi. Bu, di­ ğer Islâm ülkelerinde yüksek tabakanın Kalenderîliğc bakış tar­ zının tam tersi bir hâdise ile karşı karşıya olduğum uzu gösteriyor. *** Bk. Emel E tin, “ Les dervü h£t6rodoxes tures d’Asie centralc” , Turcica, X V II (1983), M. 18-24. Yazar burada, Koço’daki yedi Budist azizin nasıl Yedi Ka­ lender evliyâsı haline geldiğini; Buda’nın nasıl Âdem Peygamber ile özdeşleşti­ rildiğini; Budizm’de kendine mahsus mistik anlamlar taşıyan üçgen, daire vb. şekilİCTİn nasıl yeni anlamlarla yorumlandığını ve daha başka hususları çarpıcı örnek­ lerle bize sunmakta ve Budizm’den Kalenderîlik vasıtasıyla İslâm’a geçişi gayet mükemmel bir biçimde vurgulamaktadır. ** Esin, a.g.m., m. 25-26, 28.


M ARJİN AL

S Û F ÎL İK : KA LE N D ERÎLE R

53

Meselâ Cengiz Han soyundan gelen ve müslüman olmakla beraber şer’ î kurallarla arası hiç de iyi olmayan Dost Muhammed (1462-68), Şems Abdal lâkabıyla Kalender olmuştu1#8. Doğu Türkistan’da Taraz’daki Kalenderî zâviyesinin bu tür faaliyetlerde rolü olduğu, bir yüksek Moğol İdarî görevlisinin Uştur (yahut Ester) Abdal adını alarak bu zaviyeye intisap etmesinden anlaşılmaktadırl® 7. Biz böyle üst seviyede, hükümdar ve beğ çocukları gibi kimselerin zaman zaman Kalenderîliğe intisap etmeleri hâdisesine daha baş­ ka zaman vc zeminlerde dc rastlıyoruz k i168, bunların en tipikle­ rinden biri, Haydarîliğin kurucusu Kutbu’d-Din Haydar’ın ken­ disi olup bundan yukarda söz edilmişti. Tarih kaynakları Orta Asya’daki bu Türk Kalenderiler’in hiç şüphesiz Moğol istilâsıyla birlikte, X III. yüzyılın ilk çeyreği içinde, bir yandan Çin (Maçin) hudutlarına kadar bütün Doğu Türkistan (Hıtay)’a, diğer yandan da Hindistan içlerine yayıldık­ larını gösteriyor. Bilhassa Kuzey Hindistan’da ilk Kalenderiler’in Delhi Sultanı Şemsü’d-Dîn iletmiş devrinde (1211-36) göründük­ lerini çok iyi biliyoruz. Bunlar, Moğollar’ın önünden kaçarak bu­ ralara sığınan göçmen kafileleri arasında gelmişlerdi1#9. 1M A.g.m., s. 28.

1.7

A.g.m., s. 29.

1.8 B u

d u ru m u n

X V I.

y ü zy ıld a n

ilg in ç bir ö rneği de, H ü seyin

B a yk a ra

(14 7 0 -15 0 6 )’ n ın o ğ lu o lu p b ab a sın ın yerine geçen B e d îu ’z - Z a m a n ’d ır. Ş ah Ism ail-i S a fev î H o ra s a n ’ ı z a p te d in c e , to p rak ları elinden g id en B e d îu ’z -Z a m a n K a le n d e ­ rîliğ e in tisa p ed erek o ra d a n o ra y a dolaşm ağ a başlam ıştı. 15 1 4 ’ te Y a v u z S u lu n S elim T e b r iz ’e g ird iğ i za m a n , kendisini k arşılayan K a le n d e rîle r a ra sın d a onu n d a b u lu n d u ğ u n u ö ğ ren m işti. O sm an lı su ltanının, bu g en ç şe h zâ d ey i ya n ın a ç a ğ ır­ tarak çok ik ram v e h ü rm ette b u lu n d u ğ u n u L tıtfi Paşa y a z ıy o r (bk. Tevirîh-i Âl-i

Osman, nşr.  l î B e y, İstan b u l 13 4 1, s. 2 35): D e d ile r e y pâdişâh-ı kâm -rân H a şr u d evrâ n u h u d â ven d -i cihan İşb u m e c m u ’ K a le n d e rlc rd ü rü r  le m i p â m âl iden erlerd ürü r Ş im d i tâ b i’d ir bu la r bir servere T o h m e -i S u ltan H ü seyin B a yk ara S ö y le n ü r ism iyle ol B e d îu ’z-Z am a n Ş â h iken d e rviş o lu b d u r nâgehan İşbu e r taht-ı H e ra t’m hânıdır H e m H o râ sân m ilkinin su ltan ıdır ,M M sl. bk. Z iy â u ’d -D în B a ra n ı, Tarih-i Firuzjâhf, K a lk ü ta 1862, s. 202; M . H abib, "Chiıhti mystic rteords...", s. 3; D ig b y, “ Çalandan...", s. 63. D elh i T u r k su lta n lığ ı h a k k ın d a bk. C .E . Bosvvorth, The Islamic DjmaıtUı, E d in b u rg h 1967, ss. 1 8 6 - 192.


54

O S M A N L I İ M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

Bu göçmen T ürk Kalenderîler’den önemli bir kısmının, Şeyh K u tb u ’d-D în H aydar müridlerinden olduklarını söyleyebiliriz. Bun­ lardan Şah Hızr-ı Rûm î, D elhi’de 1235 Y^1 dolaylarında ilk zâviyeyi açm ıştı170. Bu şeyhin nisbesi, kendisinin muhtemelen A nado­ lu menşe’li olduğunu düşündürüyor. Mülhid lâkabıyla tanınan Nûr T ü rk adındaki bir başka Kalenderî ise, başına topladığı İsmailîler’le 1236 yılında bir ayaklanm a hareketine girişmişti. E. Esin bu zatın X V I . ve X V I I . yüzyıllarda bile Hazret-i Nûr A liyy-i K alen­ der namı altında H ind elyazm alarmda Kalenderî kıyafetiyle tas­ vir edildiğini belirtiyor171. Ziyâü’d-Dîn-i Bârânî, 1279-81 arasın­ da Bengal v a lis i bulunan T u ğru l’un en yakın gözdesinin, Sultanî Derviş lâkabıyla tanınan bir H aydarî şeyhi olduğunu; Seyyid Ebû­ bekr-i Tûsî-i Kalenderî-i H aydarî adlı bir başka H aydarî şeyhinin, maiyyetindeki Kalenderî ve Haydarîlerden oluşan bir grupla 1290’ larda Arkalı H an’ın hizmetinde bulunduğunu kaydetmekte, böy­ lece, Kalenderiler’in K u zey Hindistan’da yönetim çevrelerinin des­ teğini sağladıklarını bize göstermektedir172. Delhi Sultanlığı döneminde Hindistan Kalenderîleri’ni çok iyi araştırmış olan Simon D igby, bu devirde kurulmuş ilk K alen­ deri zaviyelerine dikkatim izi çekiyor. Onun tesbitlerine göre, bun­ lardan biri Sultan Balaban zamanında (1266-87) Derviş Sîdî Müvelleh tarafından Delhi surlarının dışında kurulmuş; bir diğeri, yu­ karda adı geçen Seyyid Ebûbekr-i Tûsî ve müridi erince yine aynı yerde açılmış; bir başkası ise, daha geç bir tarihte A lâu ’d-Dîn-i H alci devrinde (1296-1316) Ram azan-ı Kalender tarafından tesis edilmişti, ki bunlara Lenger (zâviye, tekke, hânikah) tabir olunu­ yordu 173. S. D igby’nin dikkate değer diğer bir tesbiti de, tıpkı X V .-X V II . yüzyülarda Osmanlı topraklarında olduğu şekilde, Hindistan’da da Kalender, Haydarî, Cavlakî vb. terimlerin daima birbiri yerine kullanılmış olm asıdır174. Bu durum, muhtelif Kalenderî zümrele­ rinin kendilerini farklı isimlerle adlandırmalarına rağmen, halkın 17# Digby, a.g.m., aynı yerde. 1.1 Esin, “ Les derviş heterodoxes...", s. 27. 1.1 Bk. Baran!, Tarih-i Firuzşâhî, ss. 91, 209, Digby, aynı yerde. ,n Digby, aynı yerde. 174 A.g.m., aynı yerde.

211;

krş. Esin, aynı yerde;


M A R JİN A L

S Û F ÎL ÎK :

KA LE N D E R ÎLE R

55

onları bir gözle gördüğünü göstermesi bakımından dikkate değer­ dir. Ancak yine de tarih kaynaklarında, özellikle Tarih-i FiruzşahV de verilen malumat, Delhi Sultanlığı topraklarındaki Kalenderî zümrelerinin çoğunun Haydarî olduklarını teşhise yardım etmek­ tedir. K u zey Hindistan’daki isimleri zikredilen bu tanınmış K alen­ derî şeyhlerinden başka, etkileri halifesi Fahru’d-Dîn-i Irakî va­ sıtasıyla Anadolu içlerine kadar ulaşan büyük bir şahsiyetten daha bahsetmek gerekir. Bu zat, meşhur Şeyh Şihâbü’d-Dîn Zekeriyyâyı M ultânî (X III. yy)’den başkası değildir. Nisbesinin de göster­ diği gibi M ultan’lı olan Şeyh Zekeriyya, genç iken hac dönüşü Bağdad’a uğradığında ünlü mutasavvıf Şeyh Şihâbü’d-Dîn-i Sühreverdî ile görüşmüş ve onun tesiriyle tasavvufa sülük etmiştir. U zun­ ca bir müddet, ona mürid olarak Bağdad’da şeyhin zâviyesinde kaldıktan sonra oradan ayrılıp mizacına uygun düşen Kalenderîliği seçmişti. Böylece ülkesine dönen Şeyh Zekeriyya, M ultan’da bir hânikah kurarak kısa zamanda etrafına pek çok mürid topladı. Ölümünden sonra yerine oğlu Şeyh Sadru’d-Dîn g e çti17S. Şeyh Zekeriyyâ-yı M ultânî’nin halifeleri arasında bilhassa, X III. yüzyıl sonlarıyla X IV . yüzyıl başlarında yaşamış bulunan Şeyh Osman-ı Merendî dikkati çekiyor. Bu zat Sehvan’da yaşa­ makta ve L a ’l Şehbaz-ı Kalender lâkabıyla tanınmaktaydı. Son derece cezbeli olup şer’ î kurallara pek uymadığı, meselâ halk için­ de açıkça içki içtiği rivayet edilmektedir176. X IV . yüzyıla geldiğimiz zaman, Tibet ve Hindistan’daki K a ­ lenderîler’in daha çok Haydarîlik koluna mensup bulunduklarını ibn Battuta’nın görgüye dayanan şehadetlerinden anlıyoruz. Ü n­ lü Arap seyyahı, Tibet ve Hindistan’da rastladığı Haydarîler hak­ kında birbirinden ilginç müşahedeler kaydederek bizi aydınlat­ maktadır. Onun yalnızca Haydarîler’den bahsetmesinin sebebi ise bize göre gittiği yerlerde çoğunlukla onlara rastlamasından ileri gelmektedir. ibn Battuta eserinin bir yerinde, T ibet’teki Haydarîler’in bü­ yük cesamette yaktıkları ateş etrafındaki rakslı âyinlerinden hay­ 175 Ş e y h Z e k e r iy y â - y ı M u ltâ n î h a k k ın d a bk. M . K a s ım F iriş te h , Tarih-i FirişUh, I I , 7 5 8 -76 9 ; L â m iî, s. 5 8 3 ; N e v â y î, s. 32 4 ; D ig b y , s. 70. 178 M sl. b k . G ö lp m a r lı, Melâmilik ve Melâmiler. s. 15 ; D ig b y , a y n ı y e rd e .


O SM ANLI

56

İ M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

retle bahsediyor. A nlattığına göre, H aydarîler öbek öbek ateşlerin etrafında semâ ederken zaman zam an vecde gelip ateşin içine gir­ melerine rağmen ateşten kesinlikle etkilenm iyorlardı177. Bundan tam beş asır sonra Fransız bilim adam ı Fernand G renard, İbn Battu ta’nın X I V . yüzyılın ortalarında anlattığının bir benzeri âyine yine T ib e t’te şahit olmuştu, ki sürekliliği vurgulam ası bakım ından çok ilgiye d eğerd ir178. İbn Battuta benzer ateş âyinlerine H indistan’da da rastladı­ ğını haber vermektedir. D elh i’deki ikameti esnasında kendisini zi­ yarete gelen H aydariler’i tasvir ederken, onların sembolü olup bo­ yun ve bileklerine taktıkları demir halkalardan (etvâkul-hadîd) bahsetmekte ve yine âyinleri hakkında tafsilat verm ektedir. Bu taf­ silata göre H aydarîler, yatsı nam azından sonra zâviyenin avlusun­ da büyük bir ateş yakm ışlar ve başlarında b izzat şeyhleri olduğu halde, semâ etmeğe başlamışlardır. Bir ara seyyahın göm leğini ala­ rak sırtına geçiren şeyh, peşindeki müridleriyle raks ede ede iyice köz haline gelmiş ateşin içine girer. Bir müddet sonra dışarı çıktı­ ğında İbn Battuta göm leğine hiç bir şey olm adığım hayretle gör­ düğünü y a z ıy o r179. O kyanus sahilindeki K en baze şehrinde de H ayd arîler’e rast­ layan İbn Battuta burada, sultanın kadısıyla anlaşm azlığa düşen Şeyh A li el-H aydarî’nin idam ına şahit olmuştur. C ellad ın kılıcını bütün gücüyle şeyhin boynuna indirdiği halde kesmediğini halkla birlikte kendisinin de şaşkınlıkla' seyrettiğini n akletm ektedir180. Seyyah son olarak K o k a denilen büyük bir şehirde H ızır-İlyas mes­ cidinde rastladığı H avd arîler’den bahsetm ektedir181. 177

Bk.

Voyages,

III,

439:

I | * J i

j l j j ,Jl

^ L ~ J I I^ s - j

1,8 Grenard, Le Turkestan et Le T ib et: La Haute Asie:2, Paris 1898, s. 237. 17* Bk. Voyages, II, 6-7:

«d» k-i SV y (IjÛI}

Jji t\*r3 ......

A.g.e., III, 3 0 9 -n :

yi~\

^uı

v'

. JU; 181 A.g.e.,

IV , 60-6..

-il '


M A R J İN A L

S Ü F lL Î K :

K A L E N D E R ÎL E R

57

İslâm dünyasının diğer mıntakalannda aşağı yukarı X V I I I . yüzyıl başlarında diğer tarikatlar tarafından eritilerek kaybolan K alenderî züm relerinin, X I X . yüzyıl sonlarında Hindistan, T i­ bet ve özellikle Ç in Tiirkistam ’nda hâlâ varlıklarını sürdürdükle­ rini Fernand G renard’m verdiği bilgilerden anlıyoruz. 1890M1 yıl­ larda buralardaki Fransız arkeoloji araştırmalarına kaülan Grcnard, T ib e t ve Ç in Türkistanı’ndaki Kalenderî dervişleri hakkında epeyce geniş bilgi vermekte ve tasvirlerini yapmaktadır. O bura­ larda Kalender veya Dîvane diye anılan bu gczginci ve dilenci der­ vişlerin, acaip kıyafetlerle çarşı pazar dolaştıklarım, bilhassa zen­ gin tüccarlara yanaşıp okşayıcı ve tatlı bir dille para istediklerini, ama genelde kaba ve saldırgan bir tavır sergilediklerini anlatır. G renard’a göre aralarında pek çok da sahtekâr barındıran K a len ­ derîler’in gerçeklerini sahtelerinden ayırmak çok zordur. Bu K a len ­ derîler giderek canlılık kazanan bir ritmle İlâhîler eşliğinde rakset­ mekte ve yorgunluktan yere düşünceye kadar bunu sürdürmektey­ d ile r182. ’ ' Bizce K alen d erîler’in X I X . yüzyıl sonlarına kadar belirtilen bölgelerde hâlâ kendilerini koruyabilmeleri, buralardaki eski şamanist ve budist kültürün çok uzun bir geçmişe dayanan kuvvetli etkisiyle bağlantılı olmalıdır. Çünkü bu etkiler İslâmiyet karşısında K alenderîlik sayesinde kendilerini koruyabilecek mükemmel bir kılıfa sahip olmuşlardır. Nitekim bu tahminimizi, Sovyet R usya’da yaşayan M üslüm an Türkler üzerine yaptıkları araştırmalarla tanı­ nan Fransız âlimlerinden Alexandre Bennigsen ve Chantal Lemercier-Q uelquejay’nin günümüze ait tesbitleri doğrulamaktadır. A dı geçen âlimler, günüm üzde Özbekistan, Türkmenistan ve H ârezm ’ de kendilerine “ K alen d erî” denilen, yarı meczup, serseri bir hayat süren ve samanlara benzeyen bir takım özellikler arzeden “ d îv â ­ n e le r e rastlandığını yazm aktadırlar183. Hiç şüphesiz bunlar, F.

192 Bk. Le Turkestan, ss. 236-37: “ Ils ont une danse particulifcrc d ’un rythme vif, violant qu’ils exc6cutent en chantant un cantique pieux d’unc voix ardante passionn^e, dont le refrain est g£n£ralement “ Ya Allah! înşâallah!” . 183 Bk. A. Bennigscn-CH. Lcmercier-Quelquejay. S û fî ve Komiser: da Islâm Tarikattan, çev. Osman Türer, İstanbul 1988, ss. 87-88.

Rusya'


58

OSM ANLI

Î M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

G renard’ın bir asır önce aşağı yukarı aynı bölgelerde rastlad ığı K a ­ lenderîler’in devam ından başka bir şey değildirler. Bu zü m relerin günüm üzde Afganistan’da da hâlâ varlıkların ı sürd ürdü kleri b i­ lin iy o r184.

1M Paris’te yayınlanan

Figaro

Magasine’ in

1982 yılında Afganistan’a giderek orada

17 M art

1990 tarihli sayısında,

Kalenderîliğe intisap etmek sûretiyle

müslüman olup mücahitlerle birlikte Ruslar’a karşı savaşan Abdullahim

(Ab-

dulhalîm) adlı bir Fransız müslümanından söz edilmektedir. Dergideki röpor­ tajdan anlaşıldığına göre, Abdullahim yaşamakta olduğu Pireneler’deki Olette isimli kasabada, Fransız müslümanlarından oluşan küçük bir Kalenderî zümre­ si meydana getirmiş görünüyor ( bk. sayı: 141070, ss. 128-130).


O S M A N L I İM P A R A T O R L U Ğ U ’N D A K A L E N D E R ÎL E R : T A R İH Ç E


B İ R İ N C İ B Ö LÜ M O S M A N L I İ M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A K A L E N D E R Î L E R : T A R İH Ç E I - K A L E N D E R ÎL İĞ İN A N A D O L U ’YA G İR İŞİ V E O S M A N L IL A R ’DAN Ö N C E A N A D O L U ’DA K A L E N D E R ÎL E R : Anadolu sahasında kaleme alınmış tarihi, tasavvufî ve ede­ bi kaynakların şöyle bir taranması, Kalenderîliğin bu ülkede ancak X III. yüzyihn ilk çeyreğinden sonra söz konusu olabileceğini göster­ mektedir. Bunun sebebi, büyiik ölçüde Moğol istilâsının yol açtığı göçlerle ilgilidir. Bu durum sadece Anadolu için değil, Orta Dogu’daki diğer İslâm ülkeleri başta olmak üzere, bundan önceki bölümde de belirtildiği gibi, Hindistan’a kadar Asya kıtası için de geçerlidir. 1218’lerden iübaren ilk etkilerini Mâverâünnehir, onu taki­ ben de Hârezm ve İran’da gösteren bu önemli hâdise, X III. yüz­ yıla kadar bu iki alanda iyice yayümış ve gelişmiş bulunan çeşitli tarikat zümrelerine mensup pek çok şahsiyetin yer değiştirmesine sebep oldu. Bunlardan bazıları Hindistan istikametinde giderken, bazıları da Hârezm, Horasan ve Azerbaycan üzerinden Sûriye, Irak ve Mısır’a ve tabii bu arada Anadolu topraklarına geldiler. Bu sûfî göç dalgalan arasmda sünni veya gayri sünni olmak üzere çok çeşitli tasavvuf mektebine ve meşrebine mensup muhtelif zümreler, gidip yer­ leştikleri yerlerdeki dînî ve tasavvufî yapıyı geniş ölçüde etkilediler. Anadolu aslında Moğol istilâsından önce de bazı göçlere he­ def olmuş, buraya intikal eden nüfus içinde değişik etnik ve kültü­ rel menşe’lerden gelen sûfîler hep mevcut bulunmuştur. Am a asıl kalabalık göç dalgalan, Moğol istilâsının sebebiyet verdikleri olup, 1220’lere doğru Kübreviyye ve Sühreverdiyye gibi sünni eğilimli tarikat mensuplan yanında hepsi de hiç şüpesiz Kalenderi sûfiliği üe çok y a k ın d a n alâkalı bulunan Yeseviyye, Vefâiyye ve özellikle Haydariyye gibi gayri sünni zümreler de Anadolu’ya ayak bastılar1. 1 Bilindiği üzere F. Köprülü, başla İlk Mutasavvıflar olmak üzere, eserleri­ nin bir kısmında Moğol istilâsı sebebiyle Anadolu'ya vuku bulan derviş jjö ç la i üzerinde durmuş ve~bu göçlerin Anadolu’nun dini ve kültürel tarihi bajumtüdaa önemine sık sık dikkat çekmiştir (msl. bk. “ Anadolu’da İslâmiyet” , ss. 297-301; “ Bek­ taşîliğin menşe’leri” , T Y ., savı: 7, sene: 1341, s. 132 vd.; Osmanlı İmparatorluğuna* Kuruluşu, Ankara 1972, s. 168 <.


62

O S M A N L I İ M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

Fuad K öprülü, bu zümreler arasmda en büyük çoğunluğu Haydarîler’in teşkil ettiğine bir makalesinde bilhassa dikkat çekm ektedir2. C em âlü ’d-Dîn-i Sâvî’nin, M oğol istîlâsınm önünden kaçıp gelerek D ım aşk’da Kalenderîliği bir tarikat şeklinde teşkilâtlamasından, yani 1220’li yıllardan sonra, Sûriye üzerinden A nadolu’ya ilk K alen d erî göçleri vukû bulmuş, bunu A zerbaycan üzerinden gelenler takip etmiş olmalıdır. Elim izdeki kaynaklarda, X I I I-X IV . yüzyıllarda bu iki ka­ naldan A n ad olu ’ya intikal eden m uhtelif K alenderî zümreleri ve bunların şeyhleriyle ilgili bilgi ve verilere dikkatle göz attığımız za­ man, tıpkı diğer ülkelerde olduğu şekilde ikili bir yap ı sergiledik­ lerini müşahede ederiz. Bunlardan bir kısmı, Fustâtu’ l-Adâle yazarı­ nın tasvirlerine ve şikâyetlerine konu olan, tam anlam ıyla ibâha yolunu tutarak toplum ve din kurallarına aldırış etmeyen, hattâ on­ ları alaya alan ve F. K öp rü lü ’nün deyişiyle “yüksek felsefî mülâha­ zalara ve tecrübelere kabiliyetli olmayan cahil ve ( ......... ) korkunç bir ni­ hilizme ve immoralizme tâbi” 3, genellikle aşağı tabakalardan oluşan K a lenderî zümreleri idi. Bir kısmının da vaktiyle B aba T âhir-i Ü r­ yan ve Ebû Saîd-i E b u ’l-H ayr örneklerinde olduğu üzere, Şems-i T eb rîzî, Evhadü’d-D în-i K irm ân î ve Fahru’d-D în-i Irakî gibi, ger­ çekten yüksek tasavvufî fikirlere ve engin bir mistik tecrübeye sahip, ilim den nasibini almış belirgin şahsiyetlerden teşekkül ettiğini göz­ lem ekteyiz. A) A n a d o lu ’ d a

p o p ü le r K a l e n d e r î l i k :

X I I I . yüzyılın ilk yarısı içinde A nadolu’ya gelen K alen derî züm releri içinde çoğunluğun, yukarda F. K ö p rü lü ’nün tasvir et­ tiği grubu oluşturanlardan m eydana geldiğini kaynaklarım ızdan çıkarabiliyoruz. Menâkıbu’ l-Ârifîn ve benzeri kaynaklarda Kalen­ derî, Cavlakî ve Haydarî gibi sıfatlarla nitelenen bu grup mensup­ la rın ın 4, başlıca Cem âü’d-D în-i S âvî ve K u tb u ’d-D în H aydar’ın çevrelerine ait bulunanlar olduğunu ileri sürmeye yarayacak bazı kayıtlan M e n â k ıb u 'l- Â r ifîn 'buluyoruz. Bu kayıtlar, Fustâtu'l-Adâ2 Bk. Köprülü, “ Bektaşiliğin menşe"leri” , s. 132. * Bk. aynı yazar, “ A bdal” maddesi, T H E A ., 1. fas., s. 37. * öteki isimlerden ba.şka Cavlakî teriminin dc oldukça yaygın olduğunu Mevlânâ’nın Mesnevi'sinden anlıyoruz 5. bs., s. 21).

(bk. Veled Izbudak çevirisi,

İstanbul

1974,


M A R J İN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

63

le'nin, C em âlü’d-Dîn-i S âvî’nin dört halifesinden biri olarak tak­ dim ettiği Ebûbekr-i Niksarî ile alâkalıdır. Bu eserin, 602/1205-06 y ılın d a Dımaşk’dan ayrılarak K o n ya’ca gelip yerleştiğini ve orada bir zâviye açarak başına pek çok mürid topladığını haber verdiği Ebûbekr-i N iksârî5, Ahm ed Eflâkî tarafından Cavlakî diye nitele­ niyor. Onun yazdıklarına bakılacak olursa, K onya’daki Kalenderân Tâyifesi’ne ait lenger (zâviye)’nin başında bulunan bu zat, M evlânâ Celâlü’d-Dîn-i R û m î’nin vefatında (1273) henüz hayattadır ve o sağken kendisiyle yakın ilişki içinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Nitekim K alenderîler M evlânâ’nm vefatında gülbanklar çekerek ve “ Hay huy ederek” üzüntülerini göstermişlerdir. Cenâzenin önünde giden yedi öküz, Ebûbekr-i Niksârî’nin lengerine gönderilmiş ve orada fakirlere dağıtılmak ve dervişler arasmda paylaşılmak üzere kurban edilm iştir6. E flâkî bu bilgileri aktarırken bir de Şeyh Öm er-i G irîh î adın­ da, Ebûbekr-i Niksârî’nin yakını olan bir başka K alenderî şeyhin­ den bahsetm ektedir7. Bu zatın, el-Vâfî’nin Cem âlü’d-D în-i S â v î’ nin halifeleri arasında zikrettiği Şeyh Osman-ı G irîh î ile ilgili bu­ lunm ası8, hattâ belki de onunla aynı kişi olması kuvvetle muhte­ meldir 9. Eflâkî aynı şekilde, A nadolu’daki H aydarî çevrelerini de tes­ bit etmemize yardım cı olmakta ve eserinin iki yerinde, K u tb u ’dD în H aydar’m halifelerinden olduğunu belirttiği bir H acı M übarek-i H aydarî’den bahsetmektedir. Aslında bu zatın kronolojik ola­ rak doğrudan doğruya K u tb u ’d-D în H aydar’ın halifesi olması zor kabul edilirse de, ilk halifelerden sonraki kuşağa mensubiyeti mu­ hakkak olmalıdır. işte, M evlânâ ile iyi ilişkiler içinde olan bu H acı M übarek-i H aydarî’nin, Selçuklu veziri T â c ü ’d-D în tarafindan yaptırılan, 6 Îbnü- 1-Hatîb, Fustât, s. 559. 6 Eflâkî, Manâkib, II, 596. Osman Turan, Mevlânâ’nın vefatında henüz hayatta olan Ebûbekr-i Niksârî’nin Cemâlü’d-Dîn-i Sâvî ile doğrudan alâkalı buhınamıyacağmı kaydeder (bk. “ Bir kaynak” , s. 541). Oysa bu kronolojik olarak pekâlâ m iim k iin görünüyor. 7 Bk. Eflâkî, aynı yerde. 8 Bk. Giriş kısmı, dipnot: 87. 9 Tahsin Yazıcı haklı olarak bu ihtimal üzerinde durmakta vc Öm er-Osman farkının, muhtemelen bir istinsah veya rivâyet hatası olabileceğini ileri sür­ mektedir (bk. “ Kalenderîliğe dair...", s. 794.).


OSM ANLI

64

İ M P A R A T O R L U Ğ U ’NDA

Dâru'z-Zâkirin adındaki zaviyenin şeyhliğine resmen tayin edildi­ ğini Eflâkî’den öğreniyoruz10. Eflâkî ayrıca bu zatın Şeyh M uham med-i Haydarî adlı, Meram semtinde bağcılık yapan bir halifesin­ den dc bahsetmektedir11. X III. yüzyılda Anadolu’da popüler vc m u h alif Kalenderî zümreleri, yalnızca Eflâkî vasıtasıyla tesbit edebildiğim iz bu iki zümreden ibaret değildir. Bizim şahsî kanaatim izce, 1240 tarihin­ deki, büyük bir sosyal patlama niteliği arzeden vc Baba llyas-ı Horâsâni tarafından hazırlanan ünlü Babaî isyanını teşkilatlayan Vefâiliği de bu zümrelerden saymak doğru olacaktır. Nitekim 110 7’dc Bağdad’da vefat ettiği için Bağdadî nisbcsiyle tanınan T â c ü ’ l-Ârifin Seyyid Ebu’l-Vefâ tarafından kurulmuş bulunan ve Türkler arasında çok yayıldığı anlaşılan bu tarikat dc, tıpkı büyük bir ben­ zedik gösterdiği Yesevilik gibi, Horasan M clâm etiliği’ndcn kaynaklanıyordu vc _mensuplan aynı şekilde geleneksel Sünnî esaslara muhalefetleri sebebiyle resmî yönetim vc halk tarafından dışlanı­ yordu. Vefâiliğin önemi bugüne kadar yeterincc kavranam amıştır. Hattâ merhum F. Köprülü bile ondan yalnızca bir kaç yerde isim olarak bahseder. Oysa bu tarikat, heterodoks yapısı itibariyle özel­ likle göçebe Türkmenler arasında çok taraftar toplam ıştı vc ilerde yeri geldiğinde görülcceği gibi, yalmz X I I I. yüzyılda değil, X I V . yüzyılda da, bir yandan Şeyh Edebalı aracılığıyla Osm anlı Beyliği’nin teşekkülünde, öte yandan^ Hacı Bcktaş-ı V elî kanalıyla da Bektaşîliğin oluşmasında ana rollerden birini oynamıştı. Bu tarikat Anadolu’ya X III. yüzyıl başlarında, Baba îly a s’ın şeyhi olan ve ilerde Bektaşi geleneğinde dc önemli bir yer tutacak bulunan Dede Garkın isimli bir Türkm en şeyhi tarafından getiril­ di. Şimdiki bilgilerimize göre, esaslı olarak, Dede G arkın’ın vefatı ile yerine geçen Baba Ilyas tarafından bugünkü A m asya yakınla­ rında bulunan llyag köyü (eski adıyla Ç at köyü) ndc kurulan zâ­ viye ile temsil edildi. Vefâılik bu zâviye yoluyla kısa zam anda Türkmenler arasında yayıldı vc muhtemelen O rta A n ad olu ’nun muh­ telif yerlerinde açılan diğer zâviyeler bu yayılışa hizm et etti. Babaî *• E flâ ki, I, 215, 467--68; Ayrıca bk. Gölpmarlı, tanbul 1959, *. 243. »' Eflâki, JJ, 773.

Mevlânâ Celûleddin, latan-


M A R J İN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

65

isyanından sonra darılan Ç at köyü zâviyesinin yerini, Moğol hâ­ kimiyeti dönem inde ortaya çıkan iki yeni zâviye aldı. Her ikisi dc B a h a l lyas’ın ileri gelen halifelerinden olmakla beraber~îsyana ka­ tılmayan Hacı Bektaş-ı V elî ile Osman G azi’nin sonradan kayın pederi olacak olan Şeyh Edebalı tarafından kurulan bu iki zâviyeden birincisi Sulucakarahöyük’te, İkincisi önce Lârende (K a ­ ram an), sonra Bilecik’ te bulunuyordu. Bu iki Vefâl zaviyesine, on­ lardan daha geç bir tarihte Kırşehir’de bizzat Baba llyas’m cn kü­ çük oğlu M uhlis Paşa tarafından kurulan zaviyeyi de eklemek ge­ rekir, ki bu zâviye X I V . yüzyıl başlarında torunu Elvan Çelebi ta­ rafından Ç orum -M ecidözü’ne taşınacaktır114 Y alnız burada şu önemli noktayı unutmamak gerekir: Hacı Bektaş-ı V e lî Baba Ilyas’a intisap etmeden önce aslında bir Haydari dervişi olduğu için, Sulucakaraöyükteki zâviyesinde bu yön ağırlıkta olmuş vc bir müddet sonra bu zâviye bir Haydarî zâvi­ yesi niteliğine bürünmüştür. Nitekim bu zaviyede yrtjjH'n «nnradan buradan ayrılarak Osm anlı topraklarına gidenyVbdal Mjjgy arlık bir H aydarî dervişi idi. Buraya kadar söylediklerimizi özet­ leyecek olursak şu ortaya çıkıyor ki, Anadolu’da popüler K alen ­ derîlik denildiği zaman en belirgin çevreler olarak, özellikle diğer­ leri arasında V cfâ îlik ve H aydarlliği düşünmek gerekiyor. Böylece, Anadolu Selçukluları zamanındaki popüler ve anar­ şist K alen d erî zümreleri az çok belirlemiş sayılabiliriz. Dönemin kaynakları bunlar hakkında farklı kanaatler belirtiyorlar. Meselâ E flâk î’nin M evlânâ ve çevresi ile yakın ilişkiler içinde gösterip ken­ dilerinden uygun bir üslûpla bahsettiği Ebûbekr-i Nikaârî-i C av­ lakî, Şeyh öm er-i_ G irîh î, H acı M übarek-i H aydarî ve halifesi Şeyh M uham m ed-i H aydarî ve bunların müridleri, hemen hemen aynı dönemde yaşamış ve bütün bu şahsiyetleri tanımış bulunan Fustâtu’l-Adâle y a z a n M uham m ed b. el-H atîb tarafından aym gözle gö­ rülmemektedir. İbn ü ’l-H atİb’e göre Cavlakîler, yani __KalenderIİcr^jısJa^makbul kişiler değildir. O nlar çok aşağılık bir topluluk olup, küstah, utanm a bilm ez, yeryüzünün en aşağılık m ahlûklandır. Is,,a Vcfâîlik vc ilgili referanalar için ju iki çalınmaya bakılmalıdır : A. Yajar Ocak, La lUvolU de Baba Resul ou la Formation de l'Httirodoxie Musulmane en Anatolie

au X IIIe siicle, Ankara 1989, m . 53-56. Elvan Çelebi, Menâkıbu' l-Kudsiyye j i MenAsıbi'l-Ünsiyye, n$r. İsmail E. ErtknsalA. Yajar Ocak, lıtanbul 1984, ss. L I-L X X V J I.

r. s


O SM AN LI İM P A R A T O R L U Ğ U M D A

66

lâmiyet dairesinden hariçtirler12. Çünkü bunlar mescidlerde köpek­ leriyle birlikte düşüp kalkmakta, ibadet edecekleri yerde, dinsizlik ve fısku fücur işlemekte, esrar çekip afyon içm ektedirler. Mescidlere ahır, namaza zumurluk (?) adını takıp ibadet edenleri aşağıla­ makta, kendileri ise ibadet etmemekle övünm ektedirler13. Bunlara benzer daha pek çok şey anlatan müellif, zamanın yöneticilerinin işlerinin çokluğundan, ülem ânın ise hamiyyetsizliğinden dolayı bu mülhid ve zındıklar’ın küstahlıklarını giderek ar­ tırdıklarından ve bu yüzden de gençlerin bunların tuzağına kolay düştüklerinden acı acı şikâyet etm ektediru . Îbnü’l-H atîb’in bu ifadeleri, eğer bir başka müellif tarafından da benzer ifadelerle teyid edilmemiş olsaydı, kendisinin çok hassas ve hoşgörüsüz olduğu düşünülerek sözleri fazla abartm alı sayılabilir­ di. Ancak, Niğdeli K ad ı Ahm ed de, el-Veledu ş-Şefîk adındaki önemli eserinde, Şeyh T apduk, Şeyh İbrahim H acı ve Ereğli’li Şeyh K erâ mâtî gibi kişilerin de etraflarına, benzer inançlar taşıyan ve hare­ ketlerde bulunan, yani “ aynı ilhad ve ibâha yolunda giden” bir ta­ kım, Tapduklıı, İbrahim Hacılı vb. gibi zümreler topladıklarından bahsetmektedir15. O bunların Kalenderî olduklarına dair herhangi bir îmada bulunmamakla beraber, bizce bu züm relerin Kalenderî olduklarına kesin nazarıyla bakılabilir. Nitekim Niğdeli K a d ı Ahmed’in, kendisine Kerâm âtî lâkabını veren şeyhi “ Melâmetî-i M el1 ün” diye anm ası16, kanaatimizce bunun bir delili sayılabilir. Menâkıbu’l-Ârifîn’ den daha eski bir M evlevî kaynağı olan Menâkıb-ı Sipehsâlâr’da Buzağu Baba adında bir Türkm en şeyhinden söz edilir. Cinler ve perilerle teması olduğu ve gelecekten haber ver­ diği bildirilen, üstelik bir ara sultan IV . R üknü’d-D în K ılıçarslan’ m dikkatini çeken bu za tın 17, aynı şekilde ibâhî bir K alen derî şey12 Bk. Îbnü’l-Hatîb, Fustât, s. 555:

r y O*’ ( ...... ) (V5,

■ Xi’ ( ......... )

^

oplft- Ji' j' ^

J-Jj

“ A.g.e., ss. 556, 560-61. 14 A.g.e., aynı yerde. u Kadı Ahmed, el-Veledü’ ş-Şefik, Süleymaniye (Ayasofya) Ktp., nr. 4519, *• 42> 574. 579 ve daha başka yerlerde. w A . g s. 579. 17 Sipehsâlâr, Menâkıb-ı

Sipehsâlâr, çev. Alımcd Avni, İstanbul 1331, s. 85.


M A R JİN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

67

hi olması kuvvetle muhtemeldir. E flâkî’nin Şeyh Baba-yı M erendi adıyla zikrettiği bu şahıs, ona göre, sözde zâhid geçinmesine rağ­ men, “ insan şeytanlarından bir cemaate” başkanlık ediyord u 18. A nadolu Selçukluları devrinde bu meşrepteki K alenderîler’in yalnızca K o n ya ve dolaylarında değil, Orta ve Güney D oğu A n a ­ dolu’da da sayıca bir hayli fazla olduklarını tahmin edebiliyoruz. Baba îlyas-ı Horasânî yönetiminde Selçuklu yönetimine karşı 1240 yılında girişilen -s onraki tesirleri ve sonuçlan itibariyle belki T ü r­ kiye tarihinin en önemli _ve kapsamlı- ayaklanmasında Kalenderîler’in önemli bir rol oynadıkları; başta Kefersud’İu bir K alenderî şeyhi olan ve Baba îlyas’ın baş halifesi sıfatıyla ayaklanm ayı fiilen yöneten Baba İshak olmak üzere, daha başka Kalenderî şeyhleri­ nin de bu ayaklanm ada bulundukları tahmin edilm ektedir19. K alenderîler’in bu tür olaylarla olan ilgileri sebebiyle M oğol hükümdarı H ülâgu onlara karşı çok müsamahasız davranıyordu. Meselâ Îbn ü’l-F u vetî’nin haber verdiğine göre, H ülâgu Sûriye seferine giderken H arran’da rastladığı Kalenderîler’in tamamının öldürülmesini em retm işti20. Bununla beraber K alenderîler’in, M o­ ğol hükümdarlarının bu aleyhteki tutumlannı değiştirebilmek mak­ sadıyla onlara yaklaşma çabasına girdiklerini de görmekteyiz. Yine Îbnü’l-Fuvetî’nin anlattığına bakılırsa, Halil b. Bedru’d-D în elK ürdî adlı K alenderî şeyhi 1245 yılında maiyyetindeki müridleriyle resmen M oğollar’a hizmet arzetmiştir. Rifâiyye T arikatı’na men­ sup bulunduğunu iddia etmesine rağmen, Kalenderîler gibi giyinen bu şeyh, şarap içip esrar çekiyor ve namaz kılmıyordu. Kısa zam an­ da M oğollar arasında da kendine taraftar toplamasını bilen Şeyh Halil, M oğollar’la bir olarak Türkm enler’e karşı muharebelere katıldı. Lâkin sonunda Türkmenler tarafından yakalanarak, rivâyete göre maiyyetindeki altı yüz Kalenderî ile birlikte idam e d ild i21 18 Eflâkî, I, 146-47; ayrıca bk. Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s. 180, dipnot: 38; aynı yazar, “ Anadolu’da İslâmiyet” s. 388, dipnot: 5; Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddin, ss. 243-44. Buzağu Baba’nm muhtemelen Babaî isyanına katılmış olan Kalender'ıler’den biri olduğu, dolayısıyla Babaî şeyhlerinden sayılabileceği vak­ tiyle tarafımızdan belirtilmişti (bk. La Rivolte de Baba Resul 1989, ss. 112-13). 19 Bk. a.g.e., ss. 60. 20 Ibn’l-Fuvetî, el-Haoâdisu'l-Câmia, nşr. Muhammed Ccvad, Bağdad 1951, s- 343! krş. Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1973, ss. 226-27. 21 lbnü’l-Fuvetî, a.g.e., s. 286; Turan, a.g.e., ss. 230-31.


68

OSM A N L I ÎM P A R A T O R L U Ğ U ’NDA

Bu hâdise, Kalenderî dervişlerinin M oğollar’la ittifaka girme­ lerinin tarihte bilinen ilk örneğidir. Biz Anadolu’da Selçuklu yöne­ timinin Moğol kontrolü altına girdiği X III. yüzyılın ikinci yarısın­ da bu tür ilişkiler içinde olan iki ünlü Kalenderî şeyhini daha tanı­ yoruz, ki bunlar, Anadolu’da Osmanlı öncesi dönem Kalenderîliğine damgasını vurmuş olan Aybek Baba ve Barak Baba adlı iki Türk şeyhinden başkası değillerdir. i. Aybek Baba: Büyük bir ihtimalle Babaî çevreleriyle de iliş­ kisi olup, 1256’dan sonra M oğollar’la işbirliğinin faydalı olacağına inanan Aybek Baba (veya Aybeği Şeyhi), Am asya’da bulunuyor­ du. Hüseyin Hüsameddin’e göre, Babaîler’in eski merkezi olan bu şehirde vezir M uînü’d-Dîn Pervane tarafından açılan M evlevi tek­ kesiyle rekabet zorunda kaldığı için Selçuklu vezirine kin besliyor­ d u 22. Aybek Baba burada şeriata aykırı fikirleri ve yaşantısı dola­ yısıyla ülemâ arasında zaman zaman dedikodulara yol açmıştı. Bu sebeple burada daha fazla kalamıyacağını anlayan Aybek Baba’ mn 1271 tarihinde Mısır’a gittiği rivayet edilmektedir23. H. Hüsameddin şeyhin burada da şeriata aykırı yaşadığını ve özellikle hu­ lûl ve ittihad (Allah’ın insan vücuduna girip onunla birleştiği) inan­ cını savunduğunu; bunun üzerine, Memlûk sultam el-M elikü’zZâhir Baybars’ın huzurunda ülemâca sorguya çekildikten sonra su­ çunun sabit görülüp dayak cezâsına çarptırılarak sonra Mısır’dan ihraç olunduğunu ileri sürer. Ona göre, Aybek Baba bu talihsizliğini de M uînü’d-Dîn Pervâne’nin üstüne yıkmış ve buradan doğruca T eb riz’e geçerek, in­ tikam amacıyla Moğol hükümdarı Abaka Han’a hizmet arzetmiştir. Orada hükümdarın ve yönetim önde gelenlerinin güvenini ka­ zanan Aybek Baba, Abaka Han’ı sürekli M uînü’d-Dîn Pervâne ve Baybars aleyhine kışkırtmış ve her ikisinin M oğollar aleyhine gizli ittifak içinde bulunduğunu ihbar etmiştir24. Bunun üzerine A ba­ ** Hüseyin Hüsameddin, Amasya Tarihi, İstanbul 1329-32, II, 403-405. 23 A.g.e., ss. 405-406. 24 A.g.e., ss. 406-407. O sıralarda Kayseri’de oturmakta olan Muînü’d-Dîn Pervane’nin, bir yandan Moğollar’a yanaşır görünerek hâkimiyetlerini yumu­ şatmağa çalışırken, Bir yandan da gizlicc Baybars’la anlaşarak Moğollar’ı sürüp Anadolu’dan çıkartmayı sağlamak üzere onu Anadolu’ya çağırdığını biliyoruz. Bütün bu siyasî gelişmeler ve faaliyetler için bk. Nejat Kaymaz, Pervane Muînü' d-Dln Süleyman, Ankara 1970, ss. 139-40; Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1971, ss. 540-50.


M A R JİN A L

S Û F ÎL İK :

K A LE N D ERÎLE R

69

ka Han, bu komployu açığa çıkarma görevini Aybek Baba’ya ve­ rerek onu A nadolu’ya yollamıştır. Bütün bunlardan habersiz olan Selçuklu veziri, Aybek Baba’nın kendine yaklaşma çabalarını cid­ diye alarak beslediği itimadının kurbanı olacak ve böylece Aybek Baba’ya intikam alma fırsatını bizzat sağlayacaktır25. H. Hüsameddin’in, Bedru’d-Dîn el-Aynî’nin İkdu’l-Cumân'ma. atfen verdiği bu bilgi, A ybek Baba’ nın Anadolu’ya dönüşü konusunda anonim 7 arih-i  l-i Selçuk’ un kaydıyla çelişiyor. Bu esere göre, Aybek Baba A baka H an’ın değil, bizzat Baybars’ın adamı sıfatıyla M uînü’d-Dîn Pervâne’nin yanına gitmiş ve ona Memlûk sultanı ile arasında irti­ bat sağlama teklifinde bulunmuştur26. Bununla beraber TârihiÂl-i Selçuk'un ifadelerinden de bu kurnaz Kalenderî şeyhinin gerçek­ te bu işi A baka Han^ hesabına planladığı anlaşılıyor. Nitekim, hem bu anonim kaynağın, hem dc H. Hüsamcddin’in verdiği bilgiye göre, A ybek Baba Baybars’la Selçuklu veziri arasındaki bütün ya­ zışmaların bir sûretini Moğol hükümdarına vererek veziri ölüme yollam aya m uvaffak olmuştur27. Şeyhin bu tarihten sonra, ölün­ ceye kadar, yine Am asya’daki zâviyesinde eski hayatını vc faaliyet­ lerini sürdürdüğünü H. Hüsameddin naklediyor28. 2. Barak Baba: Barak Baba’ya gelince, onun hakkmdaki malzememiz Aybek Baba ile kıyaslanamayacak kadar boldur. Dönemin hemen bütün kaynaklan, Barak Baba hakkında geniş bilgi ihtiva ederler. M uh­ temelen B abaî hareketi mensuplarının ikinci kuşağına ait bu meş­ h u r ' K alenderî, daha doğrusu Haydarî şeyhi, kaynakların ifadesi­ ne göre, B abaî hareketinin merkezlerinden Tokat yakınlarındaki bir köydendir. Babasının zengin bir aileden geldiği rivayet edilir29. Henüz genç yaşlarında, muhtemelen yine Babaî muhitinden Sarı Saltık’a mürid olduğu ve Barak (Köpek) lâkabının bizzat onun ta­ 25 H. Hüsameddin, II, 408-16. 26 Bk. Anonim Tevarih-i  l-i Selçuk, tıpkı basım ve çeviri: F. Nafiz Uzluk, An­ kara 1952, metin s. 58, çeviri s. 38. 27 A.g.e., metin s. 59, çeviri s. 38; kr$. H. Hüsameddin. II, 413. 28 H. Hüsameddin, II, 418. 29 Bk. el-Birzâlî, Tarih, T S M K (III. Murad), nr. 2951, II, 105 b; İbn Ha­ cer, ed-Dürer, I, 473; Aynî, İkdıı'l-Cumân, X X , 323 a-b; lbıı Tafcribirdî, cl-Menhelü's-Sâ/(, T S M K . (III.’ Ahmed), nr. 3018, v. 175 a.


O SM AN LI

IM l'A R A T O R L U G U ’N IM

rafından kendisine verildiği bilin ir30. Barak Baba’ nııı Sarı Saltık’a im* zaman mürid olduğu mâlum değilse de, bazı kaynaklarda Barak el-Kırım î dendiğine bakılırsa3', şeyhinin K ırım ’daki ikamet es­ nasında ona intisap etmiş olabileceği muhtemeldir. Daha şeyhi ile birlikteyken şöhret yapm aya başladığı anlaşı­ lan Barak Haba’nın, Anadolu’yu baştan başa dolaştığı, buradaki Moğol askerleri ve yönetim çevreleri araşma girmeyi başardığı gö­ rülür. Bu vesileyle şöhreti kısa /.amanda İran’da Sultaniye şehrin­ deki Moğol -lllıanlı sarayına kadar ulaşmış vc Gazan Han (12951304) kendisini yanma çağırtarak yakından tanımak istemiştir. Kaynakların ittifakla kaydettiklerine göre, M oğoljşam anlarına çok benzeyen Barak Baba, burada bazı tecriibelerc tâbi tutulmuş vc sonunda hükümdarın gözüne girmeyi başarmış görünm ektedir32. Onun, Olcaytu Hudâbcndc zamanında da (1304-17) itibarı­ nı koruduğunu biliyoruz. Sînjğin Oniki İmam (tmâmiyye) mez­ hebini resmen kabul ederek İslâm’ı kabullenen v eııi sultanın, Ba­ raj^ Baba’yı çeşitli yerlere gönderdiği elçilik heyetleri içine dahil ettiğini hemen bütün kaynaklar yazar. Meselâ 1305-6 yılında, M em ­ lûk sultanı cl-M elikü’n-Nâsır’ la görüşmek üzere maiyyetindeki K a ­ lenderi dervişleriyle birlikte Dımaşk’a gitmesi bunlardan b iridir33. Barak Baba’nın ikinci ve -hayatına m alolan- son siyasî görevi, G îlan mıntıkasında vııkû bulmuştur. Fakat bu defa Barak Baba M oğollar’ın hasmı olan G îlaıılılar tarafından hoş karşılanmamış ve ya­ nındaki dervişleriyle beraber 1307 yılında, rivâyete nazaran henüz kırk yaşında olduğu halde, öldürülm üştür34. Haberi öğrenen O lcaytu Hudftbcnde, bir müfreze yollayarak G îlanlılar’ı cezâlaııdırdıktan başka, çok sevdiği Barak Baba’nm hâtırasına Sultaniyc’de bir türbe inşâ ettirip kendisini oraya gömdürmüş, dervişleri için dc, *° el-Birzâlî, aynı yerde; Yazıcızâdc Ali, Selçuknâme, T S M K . (Revan), nr. 1390, vv. 4i6a>4i7b; Müneccimbaşı, Câmiu’d-Düvel, Nuruosmaniyc Ktp., nr. 3171, I, 1183a- 1184b; İbn Aybek es-Safedî, TûrShu A'yâni’l-Asr, Süleymaniye (Ayasof­ ya) Kip., nr. 2970, II. 43b. 11 Msl. bk. ibn Hacer, 1. 473. 11 Bk. ;■ {() nolu dipnotta geçen eserler, aynı yerlerde. ** ilk. cs-Safedî, II. 43b; İbn Hacer, I, 474; cl-Aynt, X X , 36^1-3623; İbn Taftribirdl, v. 175b. ** es-Safrdi, II, 43a; İbn Haccr, d-Aynî ve İbn Tağribirdî, aynı yerlerde. Bu konuda özellikle şurada tafsilat verilmektedir: Abdullah b. Ali cl-Kâşânî, 7 urih-i Olcaytu Sultan Hüdâbende, Süleymaniye (Ayasofya) K.tp., nr. 3019, v. 1166a.


M A R JİN A L

S O F ÎL İK :

KALENl)Kl<fl,KR

/engin vakıflarla desteklenmiş bir zâvive yaptırmıştır80. Bu olay, Barak Baha’ nın Moğollar rıezdindeki itibarını göstermesi bakımın­ dan şayanı dikkattir. Özellikle A rap kaynaklan Barak Baba ve dervişlerinin Dımaşk’a gelişini bütün tafsilatıyla anlatır; bu arada onların kılık ve kıyafet­ lerinden, hareketlerinden ele uzun uzadıya bahsederler. Bunlara göre Barak Baba vc dervişlerinin saç, sakal ve kaşları kazınmış ol­ duğu halde aşağı sarkan giir bıyıkları vardı; ayak ve el bileklerinde demirden halkalar taşıyorlardı3B. Arap kaynaklarının bıı tasvir­ leri, şeyhin vc tabiatıyla müridlerinin Haydarı Kalenderden olduğunda şüphe bırakmıyor. Barak Baba’ nm yalnız İran’da değil, asıl memleketi olan Anadoluda da kalabalık müridleri bulunduğunu, bunlara Harakıyyûn (Baraklılar) dendiğini biliyoruz. A. Gölpınarlı’nın vaktiyle yayın­ ladığı 753/1351 tarihli bir mezar kitabesinden, en az X IV . yüzyıl ortalarında dahi mcvcudiyctlorini korudukları açıkça anlaşılıyor87. Bu suretle Haydarîliğin bir ölçüde, X III. yüzyılın sonlarıyla X IV . yüzyılda Anadolu vc kısmen İran’da Baraklılar tarafından temsil edilmekte olduğu kesin bir belge ile ispatlanmış bulunmaktadır. İran’daki Baraklılar’ın ise daha bir müddet, Sultaniye’deki zâviye vc Moğol desteği sayesinde varlıklarını korudukları söylenebilir. Eflâkî’nin kayıtlarından anlaşıldığı kadarıyla, M evlânâ’ nm torun­ larından Ulu  rif Çelebi Sultaniyc’ye gittiği zaman, adı geçen zâ­ viyenin ve H aydarîlcr’in şeyhi Hayran Emirci ile dostluk kurmuş, o da mukabil bir ziyaretle Konya’ya gelerek M evlevi âyinlerine katılmıştı38. Baraklılar’ın Irandaki mevcudiyetlerinin, Tim ur dev­ rinde de (1370-1405) parlaklığını koruduğunu söylememiz gereki­ y o r39. Baraklılar’ın kılık ve kıyafetlerini, âyinlerini Arap kaynaklan sayesinde oldukça iyi tanıyoruz. Onların anlattığına göre, Barak “ Msl. bk. el-Aynî, X X , 362. “ Msl. bk. cl-Birzâlî, v. I05a-b; es-Safedî, II, 42a; el-Aynî, X X , 369a. 37 Kitabenin metni için bk. Gölpınarlı, Yunus Emre ve Tasavvuf, İstanbul 1961, s. 43. Barak Baba bu eserde de uzun uzun bahis konusu rdilmckte ve kay­ naklardan alıntılar yapılmaktadır. Barak Baba hakkında ayrıca bk. Hamid Algar, “Barak Baba” , E lr.; A. Yaşar Ocak, “ Barak Baba” , T D V İA . M Eflâkî, II, 860, 862. 50 Z. Velidi Togan, Umûmi Türk Tarihine G'ı'rıv. İstanbul 1970, 2. bs., s. 271.


O SM AN LI 1M P A R A T O R L U Ğ U ’NDA

7H

Baba Dmıaşk’a gittiğinde, yanında yüz kadar müridi bulunuyor­ du. Bunlar başlarına iki yanında boynuzlar bulunan keçeden bir başlık giymişlerdi. Daha önce dc belirtildiği gibi, saç, sakal vc kaş­ ları kazınmış olmakla beraber gür bıyıklan vardı. Boyunlarında küçük ziller ve aşık kemikleri asılıydı. Korkunç bir gürültüyle çal­ dıkları davullarının temposuna uyarak rakscdiyorlar, bu arada korkunç miralar atıyorlardı40. Onların bu kılıklarının vc yaptıkları raksların zındıklıkla ittiham edilerek “ Şeytan’ın arkadaşları” diye nitelendirilmelerine ve gittikleri her yerde (Mısır vc Şam mıntakaları) şiddetli tepkilerle karşılanmalarına sebep olduğu görülü­ yor. Nitekim iş bu kadarla da kalmamış, fiilî müdahale ile de kar­ şılaşarak boynuzlu külahları çıkartılmış ve bıyıkları “ sünnet üzere” kısaltılmıştır41. Bu malumat, Barak Baba vc müridlerinin Mısır vc Şam diyar­ larında tepki ile karşılanmalarına mukabil, neden M oğollar nezdinde makbul tutulduklarını da açıklamamıza yardımcı olmak­ tadır. Üyle görünüyor ki, onlar kendi şamanlarının bir benzeri olan bu dervişlere hiç yabancılık duymamışlar ve kolay benimsemişler­ dir. Bahsedilen olumsuz davranışlara rağmen, Arap kaynakları Barak Baba vc müridlcri hakkında bazı olumlu kayıtlar da ihtiva etmektedirler. Meselâ, Barak Baba namaz konusuna çok önem ver­ mekte vc müridlerini sık sık kontrol etmektedir!” Hattâ namaz kıl­ mayanları cezalandırmak maksadıyla yanında bir dc muhtesip bu­ lundurduğu haber verilmektedir42. Maamâfih Bedru’d-Dîn elAyn^Jıuna rağmen Barak Baba ve müridlerinin Ramazan orucu tutmadıklarını yazar43. Barak Baba ve dervişlerinin Anadolu’da epeyce kuvvetli iz bıraktıklarını söyleyebiliriz. Bugün Barak adıyla yapılmış bazı köy isimlerine rastlamlmakta olup bunların hiç olmazsa bir kısmının “* M sl. bk. e.s-Safrdî, B a b a v r d e rvişlerin in

II, 4 2 b. B ilin d iğ i ü zere

1\

K ö p r ü lü

v a k tiy le , B a ra k

k ıy a fe tle rin i T ü r k - M o ğ o l şa m a n la rın ın k i ile k a rşıla ş tıra ra k

b u n la rd a Ş am an izm tesirini tartışm ıştır (b k. Iııflucnce du Chamnnisme Turco-Mongol sur Us Ordret Myıliqıus Mmulmans, İstan b u l 1929, ss. 14 -17 ). 41 M sl. bk. e l-A y rıi, X X , 369!); e s -S a fe d î, I I , 4 3 a b. 42 c v S a fe d i, II, 4 2 a ; Ibıı H a ce r, I, 4 7 3 ; e l- A y n î, d i , v. 17 j a . u M sl. bk. . I-A yrıi, X X , 363a.

X X , 363a; ' ‘

Ib ıı T a f tr ib iı-


M A K .jtN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ll.K U

73

Baraklılar zümresine mensup olanlarca kurulduğunu tahmin elmek m ümkündür Bugün Barak Baha’dan yazılı olarak bize kalan tek metin, as­ lında onun vccd halinde söylediği sözlerin müridleri taralından kaydedilerek bir araya getirilmiş şeklinde ibaret bulunan Kelimât-ı Barak Baba adlı küçük bir risaledir. Bu risâlenin bugün bilinen en eski nüshası, 853/1449 tarihli olup, Amasya’da istinsah edilmiştir46. Burada yer alan ve tıpkı şamanların scci’li ve anlaşılmaz rumuz­ larla dolu sözlerine benzeyen ifadeler, muhtelif zamanlarda bazı Kalenderî şeyhlerince şcrhcdilmiş, böylccc Kalenderî zümreleri arasında elden ele dolaşan bir takım Şerh-i Kelimât-ı Barak Baba'lar meydana getirilmiştir "1. Barak Baba, yukarda verilmeye çalışılan mûlumatın da gös­ terdiği üzere, gerek M oğollar arasındaki siyasî faaliyetleri ve İs­ lâm iyet’ i yaym a çabaları, gerekse bizzat kendine mensup bulunan ve Baraklılar denilen H aydarî dervişlerinin Anadolu’da Kalende­ riliğin tarihi bakımından taşıdıkları önem itibariyle fevkalade bir mevkie^sahiptir. Fakat onun bu mevkii yanında bir başka yönü da­ ha vardır ki, en azından birincisi kadar önemlidir: Yunus Emre gibi, J^ n h ^ boyun ca A nadolu’daki sünnî-gayri sünnî tasavvuf çev­ relerini derinden etkileyen büyük bir şahsiyetin, halifelerinden Tapduk__ Baba (yahut Baba Tapduk) vasıtasıyla yetişmesine katkıda bu­ lunmuştur. Hem bizzat kendi şiirleri, hem de T erceme-i Nefehâtii'lÜns, Âşıkpaşazâde Tarihi, ve Terceme-i Şakayık benzeri kaynaklar

44 Bk. Dahiliye Vekâleti, Köylerimiz, Ankara 1933, muhtelif sayfalar. Me­ selâ Kayscri-Develi’ye bağlı Şeyh Barak-, Kırşehir-Avanos’a bağlı Baraklar-, Kırşchir-Çiçekdağ’a bağlı Baraklı ve Afyon, Bursa vc Yozgat’a bağlı Baraktı köyleri ile daha başkalarını zikredebiliriz. Bunlardan bazılarının belki Baraktı adını taşı­ yan bir Türkmen aşiretinin yerleşme yerlerini göstermesi de ihtimal dahilinde­ dir. Ancak bizzat Barak Baba’nın da bu ismi taşıyan bir aşiretle ilgisi sebebiyle bu ismi almış olabileceği dahi düşünülebilir. “ Söz konusu risâlenin metni ilk defa Hilmi Ziya (Ülken) tarafından şura­ da yayınlanmıştır: “ Türkiye tarihinde dînî rûhiyat müşahedeleri; Barak Baba’’ , Mihrab Mecmuası, sayı: 13-14, yıl: 1340, ss. 440 vd. 10 Bu risâlenin şerhlerini inceleyen yazılar şunlardır: Ziyâeddin Fahri, “ Ha rak Baba Risâlesi” , Hayal Mecmuası, sayı: a, yıl: 1937, s. 29 vd.; A. Haydar Diriöz, "K utbu’l-Alevî’nin Barak Baba Risâlesi’’, T M , IX (1946-51); ayrıca bk. Uölpmarlı, î uııus Emre ve Tasavvuf, ss. 457-473.


74

OSM ANLI

1M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

dolayısıyla Yunus Enıre’nin şeyhi olduğu mâlum bulunan bu z a tın 47, yine onun~ bir ş i ı r i v asıtasıyla Barak Baba’nın müridi olduğunu bi­ liy o ru z48. Böylece, X I I I. yüzyıl A nadolu’sunda nasıl Barak B aba’ya mensup bir Baraktılar denilen K alenderî-H aydarî zümresi varsa, Şeyh T ap d u k ’a mensup da bir T apduklular zümresinin bulunduğunu ve tıpkı öteki popüler K a lenderi zümreleri gibi, şeriata pek u ym adık­ larını, el-Veledifş-Şefîk bize gösteriyor. Bu vesileyle şunu da söyle­ yelim ki, Y u n us Emrenin de, o dönem A n adolu’sundaki popüler sûfilik üzerinde bugün sanıldığından çok daha hâkim bulunan_Kalenderi-M elâm eti akımı içinde ele alınıp incelenmesi zarureti ken­ diliğinden beliriyor. * * *

İşte bugün için, A nadolu Selçukluları ve kısmen de beylikler zam am nda Anadolu’da faaliyet gösteren ve tâbir câizse, popüler Kalenderîlik -ya h u t bazı h alk hareketlerindeki v e ayaklanm alar­ d aki rolleri ve toplumu dışlamaları sebebiyle anajrşist K alen d erî­ lik - diyebileceğimiz zümrelerin tarihine dair söylenebilecekler şim­ dilik bunlardan ibarettır 7~llerde bulunacak yeni kaynaklar ve ve­ riler, bu mâlumatımızı daha da zenginleştirerek takviye edebilir, 47 Lâmiî, s. 691; Aşıkpaşazâde Tarihi, nşr. Âli Bey, İstanbul 1332, ss. 199-200; Edirneli Mecdı, Terceme-i Şakayık, İstanbul 1269, s. 78. Tapduk Emre’nin Babaî çevreleriyle alâkalı bulunması kuvvetle muhtemel bir Türkmen babası olduğunu söylemek suretiyle, bizce en doğru teşhisi F . Köprülü koymuştur (bk. İlk Muta­ savvıflar, ss. 226-27). Nitekim bu niteliği sebebiyledir ki, Tapduk Baba, Tapduk Emre adıyla X V . yüzyılda Kalenderîlik kanalıyla Bektaşîlik geleneğine girmiş­ tir (bk. Vilâyetnâme, Mânâkib-i Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî, nşr. A . Gölpınarlı, İstan­ bul 1958, s. 49). 48 Gölpınarlı, Tunus Emre ve Tasavvuf, s. 17: Yûnus’a Tapduk’dan oldı hem Barak’dan Saltık’a Bu nasîb çün cûş kıldı ben nice pinhan olam Bazı dilci ve edebiyat tarihçilerince Tapduk Emre’nin -sırf Yûnus Emre’nin Bek­ taşî olmadığını ispat için - hayalî bir şahsiyet olduğu veya Tapduk kelimesinin Tanrı anlamına geldiği şeklinde hiç bir İlmî dayanağı olmayan iddialar ortaya atılmıştır (msl. bk. Ahmet Kabaklı, Yunus Emre, İstanbul 1971, s. 13; F. Kadri Timurtaş, Yunus Emre Divanı, İstanbul 1972, s. 17). Halbuki onun tarihî bir şah­ siyet olduğu hem yukardaki tarih kaynakları hem de Yunus Emre’nin bizzat ken­ di şiirlerinden belli olduğu gibi (msl. bk. Gölpınarlı, a.g.e., ss. 72, 158, 160, 170, 172 ve başkaları), el- Vtlediı ş-Şefîk'Aç. geçen, Tapduklular'a. dair yukarda naklet­ tiğimiz rivâyetler de, X III. yüzyılda Anadolu’da Şeyh Tapduk adlı birinin ya­ şadığını hiç bir tevile yer bırakmayacak bir tarzda ispat etmektedir.


M A R J İN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

75

yahut değiştirebilir. A ncak burada şunu hemen vurgulayalım ki, Osm anlı D evleti’nin kuruluş döneminde Abdâlân-ı Rûm ( f j j OVW) veya Rum Abdalları adı altında ortaya çıkan ve çoğunluğu Babaî hareketi bünyesinde toplanmış bulunan Kalenderî zümrelerin men­ şei, Selçuklu dönemindeki bu popüler ve anarşist Kalenderî züm ­ releridir. B) A n a d o l u ’ d a

yüksek

z ü m re

K a le n d e r î l i ğ i :

Bu dönemde A nadolu’da Kalenderîlik, yalnızca belirtilen se­ viyede değil, gerçekten coşkun bir Vahdet-i Vücud telâkkisine daya­ nan ince ve estetik bir tasavvuf felsefesi şeklinde de görülmektey­ di. K alen deriliğin bu yüksek seviyedeki kesimini, bu kesime men­ sup bazı mütefekkir sûfîlerin zamanımıza bıraktıkları eserler saye­ sinde oldukça iyi tanım a imkânına sahip bulunmaktayız. Bu sebep­ le, diğerlerinden ayırabilm ek için “ yüksek zümre K alen d erîliği” tabir ettiğim iz, Anadolu Kalenderîliği’nin bu boyutunu inceleme­ nin, aradaki farkları görmek ve karşılaştırma yapabilm ek açısından faydalı olacağına şüphe yoktur. Bu züm reye dahil Kalenderîler’in, ömürleri yine seyahatle geçmekle birlikte, öbürleri gibi acaip kıyafetlerle dolaşan, _esrar çekip afyon kullanan, şehir şehir, kasaba kasaba, köy köy dilenerek mezarlıklarda, açık arazide yatıp kalkan kişiler olmadıklarını bu­ rada belirtm eliyiz. Bu zümre Anadolu Selçukluları devrinde, bu­ gün bilebildiğim iz kadarıyla, başlıca M evlânâ’nın şeyhi Şems-i T eb rîzî, aynı zam anda Sühreverdîlik içinde de mütâlâa edilebi­ lecek 'olan Şeyh E vhadü’d-Dîn-i K irm ânî ve Şeyh Fahru’d-Dîn-i Irakî tarafından temsil edilmiş olup, nisbelerinden anlaşılacağı üzere, hepsi de A nad olu ’ya İran veya Irak üzerinden gelmiş bulu­ nuyorlardı. i. Şemsi?d-Dîn Muhammed b. Ali b. Melikdâd et-Tebrîzî (1247): M evlânâ C elâlü ’d-D în-i R ûm î gibi, tasavvuf tarihinin bütün asırlar boyunca en etkili ve en önemli ve hattâ en popüler sim ala­ rından birinin yetişmesinde katkısı bulunan -kısa ad ıyla- Şems-i Tebrîzî, belki sırf bu tesiri dolayısıyla, yüksek zümre K alen d erîli­ ği’nin A n adolu’daki en büyük temsilcisi sayılabilir. Yaşadığı döneme en yakın kaynak olan Menâkıb-ı Sipehsâlâr, Menâkıbu'l-Arifîn vc M evlânâ’nın oğlu Sultan V cled ’in îbtidânâ-


O SM A N L I

İM P A R A T O R L U Ğ U N D A

m isinde, biyografisi hakkında hemen hiç bir bilgi y o k tu r49. Hele ailesine dair tek kelimeye bile rastlanmaz. Kendisinin adıyla anıl­ makla beraber, başkaları tarafından derlenen sözlerinden ibaret bulunan Makalât-ı Şems-i Tebrîzî de aynı du rum dadır60. Ondan bahseden diğer kaynaklar ise en erken X V . vüzyıl_a_ aittir. Bunlar­ dan Devletfah Tezkiresi’ nc güre, Şems-i T eb rîzî Ismailîler’in son temsilcilerinden Celâlü’d-Dîn-i Nev-müsclman’ın (1221) oğ lu d u r61. Fakat bu bilgiye öteki kaynakların hiç birinde rastlanm az62. Bu itibarla kabulü veya reddi tartışılabilir. Ancak, daha genç yaşla­ rından itibaren memleketi T eb riz’de tasavvufa yöneldiği bilinen Şcms’in, muhtelif kaynaklarda Ebûbekr-i Selebâf’ın, Baba Kem al-i H ocendî’nin vc Şeyh N ûru’d-Dîn-i Sccâsî’nin hizmetinde bulun­ duğu kayıtlıdır63. Şeyhinin isimlerindeki bu farklılık, Şems-i T cbrizî’nin değişik zamanlarda bu şahıslarla temas halinde bulunduğu şeklinde izah edilebilir. Bu isimler arasında ilk ikisine dair kaynak­ lardaki bilgiler, onların birer Kalenderi şeyhi olduklarını tahmin ettiriyor. Eflâkî, Şems-i T e b rîzî’nin ağzından Ebûbekr-i Selebâf’ın T eb riz’de sepet örmekle hayatını kazanan önemli bir sûfî olduğu­ nu kaydeder64. Şems-i T eb rîzî’ nin K o n ya ’ya gelişinden önceki hayatına da­ ir bilgimiz fazla değildir. Son derece coşkun bir mistik yapıya sahip bu ateşli ve başkalarına tepeden bakan genç sûfînin, şeyhinin yanın­ da fazla kalmadığı, siyah nemed ve özel bir külah giyinmiş olduğu halde, yahut zaman zaman tâcir kıyafetinde, şehir şehir dolaşıp 48 Sultan Vcled, İbtidânâme, çev. A. Gölpınarlı, Ankara 1976. 40 Bk. Makâlâl-ı Şems-i Tebrîzî, çev. M . Nuri Gencosman, İstanbul 1974-75, 2 cilt. 41 Bk. Devletşah, s. 251. M F. Köprülü vaktiyle, Devletşah’a dayanarak

Şems-i Tebrîzî’yi

eski bir

İsmail! ailesinden gelme “ rind vc lâübâlî, serseri mizaç bir derviş” olarak kabul etmiştir (bk. Türk Edebiyatı Tarihi, fstanbul 1980, 2. bs. s. 246). A. Gölpınarlı ise, son İsmail! reisi Celâlü’d-Dîn-i Ncv-müselman’ın Alâü’d-Dîn adlı bir tek oğlu olduğu, halbuki Şcms-i Tebrîzî’nin babasının Ali adını taşıdığı gerekçesiyle bu­ nu reddeder (bk. Mevlânâ Celâleddin, s. 49). Oysa, bazan Alâü’d-Dîn’in Aliyyü’dDîn şeklinde de yazıldığı vakidir. Dolayısıyla Şems-i Tebrîzî’nin babasının, bu kelimeden kısaltılmış olarak Ali şeklinde çağrılmış olabileceği ihtimali dc vardır. “ Msl. bk. Kflâki, I, 85, 309; II, 615, 679-80; Lâmiî, s. 520; Hulvî Şeyh Mahmud, Lemezâl, AÜ . D TC F . (İsmail Saib) Ktp., nr. 1/722, v. 197a; Gölpınarlı, a.g.e., m. 49-51. *4 Kflâki, aynı yerlerde.


M A R JİN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

77

mistik gerçek peşinde koşmaya başladığı rivayet edilir. Bu sebeple ona Şems-i Perrende (Uçan Şems) de denilmiştir®8. Bu seyahat­ leri esnâsında, Bağdad ve Şam gibi önemli tasavvuf merkezlerini dolaştıktan sonra yolu K o n ya’ya düşen Şcms-i T e b rîzi’ııin, burada yiııe tacir kıyafetinde gezdiğini vc nihayet M evlânâ ile karşılaştı­ ğını biliyoruz. M evlevî kaynakları onun bu karşılaşmasının İlâhî bir işaret üzerine vukû bulduğunu y azarlar06. Biz burada onun M cvlânâ ile buluşmasından 645/1247 tarihindeki__nihaî kaybolu­ şuna^ veya ölümüne kadar, hemen bütün M evlevî kaynakları ve M cvlânâ biyografilerinde tafsilatıyla anlatılmış bulunan hayatını, M evlânâ ile ilişkilerini bahis konusu yapm ayacağız; yalnız K alenderîlik’le alâkası meselesini ele alıp tartışmaya çalışacağız. İlgi çekici bir karakter ve şahsiyet yapısına m âlik olup m uha­ tabını iknâ etmekte üstün bir kabiliyet sergileyen kırk beş yaşların­ daki bu “ nev’i şahsına münhasır” sûfînin, M evlânâ gibi yüksek seviyede bir insanı nasıl etkisi altına aldığı, onu ilim ve kitaplardan nasıl vazgeçirip yaşam akta olduğu zühd vc takvâ hayatından alıko­ yarak nasıl bir aşk ve cezbe sahibi sûfî şâir yaptığı vâkıası, hâlâ sır­ rını korumaktadır. Helmuth R itter’in deyimiyle gerçekten, “ Sultanu’l-M âşûkîn Şems-i T eb rîzî için duyduğu bu mistik aşk M evlânâ’yı Islâm âleminin en büyük şâirlerinden biri haline getirmiş­ tir” 57. Şems-i Tebrîzîn in başardığı bu iş cidden fevkalâdedir ve M evlânâ’nın en iyi biyograflarından Bedîu’z-Zam an Firûzanfer’in deyimiyle bu işin sırrı “ bize karanlıktır” 58. Nitekim Menâkıb-ı Sipehsâlâr’m müellifi, “ H iç kimse hallerine m uttali değil idi ve’l-hâletü hâzihî hiç kimse anların hakâyık-ı esrârına v âk ıf olam ıyacaktır” demek sûretiyle daha o zaman bu noktaya dikkat çekiyor59. Ancak, E flâkî’nin bizzat M evlânâ’nın ağzından naklettiği 85 Msl. bk. Sipehsâlâr, s. 116; Eflâkî, I, 85; Helmuth Ritter, “ Şams-i T a b rizi” , E h . 58 Sipehsâlâr, ss. 118-120; Eflâkî, I, 8a, 84, 86. 57 Ritter, aynı yerde. Şems-i Tebrîzî ile Mevlânâ arasındaki bu mistik bağ­ lılığın mâhiyetini, tasavvuf ve tasavvuf tarihine vukufsuzlukları veya kötü niyet­ leri sebebiyle, anlayamayan, anlamazlıktan gelen dar görüşlü bazı amatör araş­ tırıcıların çirkin spekülasyonlar ürettikleri sık görülmektedir, ki üzücüdür. 5B Bcdîu’z-Zeman Firuzanfer, Mevlânâ Celâleddin, çcv. F. Nafiz Uzluk, İs­ tanbul 1963, s. 88. 60 Bk. Sipehsâlâr, s. 116.


O S M A N L I İM P A R A T O R L U Ğ U M D A

78

“ Eğer Hazret-i M evlânâ-yı Biizürk (Sultanu’l-U lcm â Bahâü'd-D în Veled) bir kaç yıl daha hayatta kalsaydı, ben Şems-i T e b rîzi’ye muhtaç olm ayacaktım .” sö zü 60, Şems-i T eb rîzî olmasaydı da, o coşkun mistik hcyecan ve vccdin bir vesileyle günün birinde su yüzüne çıkacağım îmâ eder gibidir. Bu söz ayrıca, bugüne kadar hep ihmal edilmiş olagelen M evlânâ’nın babasının onun üzerindeki etkisinin, sanıldığından çok daha {'azla olduğunu göstermesi bakımından da önem taşır. Kanaatim izce Şems-i T eb rîzî’nin M evlânâ’yı bu kadar derin­ den etkileyen bir yanı, onun dünya, insanlar, toplum ve nihayet o güne kadar hâkim olmuş bulunan klâsik tasavv u f karşısındaki kendinden son derece emin, yukarda bakan, dış görünüşü boşlayan gerçek Kalenderâne tavrı olmalıdır. O kadar ki, o bu tavrım, Eflâkî’deki bir kayda göre, açık açık şarap içecek k adar ser’ î emir­ lere kayıtsız davranm aya kadar vardırıyor ve çevresindekilerce zındık telâkki edilmekten aslâ rahatsız olmuyordu 81. Abdülbaki Gölpınarlı, Şems-i T e b rîzî’nin, kıyafetinden tavır ve hareketlerine, düşüncelerinden insan ilişkilerine varıncaya kadar tipik bir Kalender’i andırdığını, şeyhi Ebûbekr-i Selebâf’ın da bir Kalenderi olduğunu söylediği halde, Şems-i T eb rîzî’ye Kalender demeye te­ reddüt ettiğini yazmıştır; çünkü ona göre, K alenderîler’in esrar içme âdetinin onda bulunmadığı gibi Şems-i T eb rîzî’nin buna biz­ zat karşı çıktığını, dolayısıyla onun ancak bir M elâm etî olabilece­ ğini belirtir02. îran ’lı araştırıcı Nusretü’d-Dîn GafTârî ise, aksine Şems-i T eb rîzî’yi tam anlamıyla bir Kalender olarak görmekte, onun düşünce ve tavırlarını delil göstermektedir03. Bize göre A. Gölpınarlı’nın -K alen derîliğin hemen bütün va­ sıflarını Şems’in üstünde tesbit etmesine rağmen-sırf esrar içmeme­ sine d ayanarak ona K alender dememesi fazla tutarlı görünmüyor. Zira Şems’in yüksek seviyede bir Kalender oluşu, daha çok popü­ ler nitelikteki Kalenderîler arasında yaygın bu âdeti benimseme­ M Eflâkî, I, 48. *l A.g.e., II, 639-40. Eflâkî burada, Konya fakihlerinin bir gün bu konuda Mevlânâ’yı sorguya çektiklerini, Şems’in şarap içmesini nasıl karşıladığını sorduk­ larını nakletmekte ve Mevlânâ’nın, çirkefin ancak sığ ve ufak suları kirlctebileceğini, ummana ise zarar veremiyeceğini bildirdiğini yazar. " Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddin, ss. 61-65. 15 N. Ghaffary, Les Soufis de l'Iran, Paris, s. 27.


M A R JİN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

79

sine engel olmuş olabileceği gibi, başka sebepleri de bulunabilir. Zaten aslına bakılırsa Makalât-ı Şems-i Tebrîzî’nin şöyle bir baştan sona gözden geçirilmesi bile Şcms’in Kalenderliğini ortaya koyduk­ tan başka04, sair bir takım ipuçları da bizi Şems-i T e b rîzî’yi bir Kalender kabul etmeye adetâ zorlamaktadır. Bu ipuçlarından birisi, bizzat M evlânâ’nuı kendisinde açık açık müşahede edilen K a lenderîliğe sempati ve hayranlıktır. O nun K alenderîler’e karşı büyük bir sempati beslediği, daha önce de sö­ zü geçen Ebûbekr-i Niksârî-i C avlakî ve Hacı M übarek-i Haydarî gibi Kalenderî şeyhleriyle yakın temasından anlaşıldığı gibi, bizzat kendi eserleri olan A/«nwfsinden ve Dîvan-ı Kebîr'inden de belirgin bir tarzda sezilm ektedir05. Bizce bu sempati büyük bir ihtimalle Şems-i T eb rîzî’ nin etkisiyle hâsıl olmuş olmalıdır. Bir başka ipucu ise, Şems-i T eb rîzî’nin seyahatleri esnâsında sık sıkKalenderî zâviyelerine uğramaya itina göstermesidir. Eflâkî’deki kayıtlardan onun buralarda yapılan âyinlere ve semâa katıldığını öğreniyoruz60. Bütün bunlar belki Şems-i T eb rîzî’yi bir K alen derî telâkki etmeğe tam anlamıyla yetmeyebilir. Am a en azından alışılmış sûfı tipinden çok başka bir yapı sergileyen bu zatın, başka sûfî meş­ replerinden çok Kalenderîliğe yakın olduğunu söylemeye kâfidir sanıyoruz. Msl. bk. Makalât, I, 101, 230, 244.

65 Mesnevt’deki

Kalenderîliğe sempati terennüm eden beyitler, Gölpmarlı tarafından farsça asılları ve çevirileriyle birlikte yukarda 62 nolu notta gösterilen yerde yayınlanmıştır. Divan-1 A'fAir’deki örneklerden bir kaçam da bizaşağıya alıyoruz (Divan-t Kebir, çev. A. Gölpmarlı, İstanbul 1958, II, 164): Bir sırdır bu, semender ateşte yanmaz. Fakat kalenderde can vardır ki ondan da ötedir. A.g.e., II,

bir

169: Ey gönlü kalender dost! ne karsın? Kuzgunu ne diye nısın sen!

diye gönlünü daraltırsın, içini sı­ düşünürsün, devlet kuşunun ca­

A -g-e., IV, 351: Gönül zaten şu aşağılık kişilerden değil; kimseciklerle huzu­ ru yok, karan yok! Kalender gönüllüsün sen, fakat kalmder in­ san cinsinden değildir. 4,1 Msl. bk. Eflâkî, II, 631.


O S M A N L I iM P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

8o

2. Evhadifd-Dîn Hâmid-i Kirmânî (1237):

X III. yüzyılın Vahdet-i V ü cu d mektebine mensup en tanın­ mış mutasavvıflarından olan Şeyh E vhadü’d-D în-i K irm â n î, Iran ’ ın güneyindeki K irm an havâlisindendir. K a y n a k la r tasavvufa sülûktaki silsilesini büyük m utasavvıf Ebu’n-N ecîb-i Sühreverd î (1168) ’ye bağlarlar. Evhadü’d-D în ’in esas kendi şeyhinin ise, Sührever­ dî tarikatı mensuplarından olup daha önce de adı geçen Şeyh R üknü’d-Dîn-i Secâsî olduğu b e lirtilir87. Böyle bir silsileye mensup bulunm asına rağm en kendisi taş­ kın bir mistik m izaca ve cezbeye sahip olduğu için V a h d et-i V ü cud’u benimsemiş ve K a len d erîliğe geçmiştir. O n un M u h y i’d-D în-i A ra b î ile de görüştüğünü, hattâ onun eserlerinde kendisinden bah­ sedildiğini biliyoru z68. Evhadü’d-Dîn-i K irm ân î’nin A nad olu ’ya ne zam an ve nasıl geldiğine dair kesin kayıt yoksa da, muhtemelen M u h y i’d -D în-i A ra ­ b i’nin henüz K o n ya ’da ikameti sırasında geldiği tahm in olun abi­ l i r 69. Üstelik Eflâkî’nin eserindeki kendisiyle ilgili satırlar da bunu doğrular m âhiyettedir70. E vhadü’d-Dîn-i K irm ân î’nin tasavvufî meşrebine dair ka y­ naklarda yer alan ifadeler ve anekdotlar, tıpkı aşağıda kendisinden bahsedilecek olan meşrebdaşı Şeyh Fahru’d-D în-i Irâkî gibi, aşa­ ğı _ ta^akaya^ jnensu£_Kalenden__zün^lerm saptırı­ larak ahlâkî bir_zaıafa dönüşmüş bulunan, güzel yüzlü d e lik a n lıla ­ ra karşı meylinden bahsetmektedirler. A n latılan lara bakılırsa, ger­ çekten Evhadü’d-Dîn-i K irm ân î’nin bu e ğ ilim in in , Iran T asav ­ v u f mekteplerine has bir mistik anlayışa dayandığı ve bunun fizik bir nitelik taşımadığı görülüyor. Bu anlayışa göre, insanlar A lla h ’ın cemalini güzel yüzlü insanlar aracılığıyla daha iyi idrak edebilir; zira bu güzellik hakikatte Allahın güzelliğinin beşerî bir tezahü­ ründen başka bir şey değildir. İşte E vhadü ’d-D în-i K irm â n î de böyle düşünen m utasavvıflardandı. K ayn aklarda belirtildiğine gö­ *7 Msl. bk. Lâmiî, s. 660; Hulvî, Lemezât, v. 194b; krş. Gölpmarlı, Mevlânâ Celâleddm, s. 236. “ Bk. Lâmil, aynı yerde. ** Gölpmarlı, s. 237. Hattâ Sadru’d-Dîn-i Konevî’nin, vefatından sonra kab­ rinin üzerine Evhadü’d-Dîn-i Kirmânî’nin seccadesinin serilmesini vasiyet etti­ ği de rivayet olunmaktadır. 70 Eflâki, I, 439-40; II, 618-19.


M A R JİN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

re, semâ meclislerinde güzel yüzlü müridler bulunduruyor ve on­ larla birlikte semâ ederken mistik vecd içine giriyordu 71. Ancak böy­ le bir anlayış, her zaman için bu esas amacını koruyamadığı, bir takım düşük ahlâklı sûfîlerde fizik aşka dönüştüğü için haklı olarak zamanın diğer mutasavvıflarınca da şiddetle tenkit ediliyordu. N i­ tekim Evhadü’d-Dîn-i K irm ânî’nin de bu tür tenkitlere hedef ol­ duğunu kaynaklar yazmaktadır. Meselâ Eflâkî’nin anlattığına gö­ re, şeyh Bağdad’da Şems-i T eb rîzî’den böyle sert bir tavır görm üş72, hattâ bizzat M evlânâ da sırf bu yüzden Evhadü’d-D în’i tasvip et­ mediğini dile getirm iştir73. Diğer kaynaklar da bu meşrebi yüzün­ den onun, Şeyh Şihâbü’d-D în-i Sühreverdî tarafından mübtedi'(bidatçi) diye vasıflandırıldığını kaydederler74. Evhadü’d-D în’in bu mistik meşrebinin, ileriki bölümlerde daha geniş olarak ele alına­ cağı üzere, hemen bütün Kalenderî zümrelerinde mcvcut bulun­ duğunu, özellikle aşağı tabakalara mensup olanlarda yaygın bir ahlâkî zaaf haline geldiğini göreceğiz. Evhadü’d-Dîn-i K irm ân î’nin menkabelerini anlatan bir menâkıb mecmuası zamanımıza kadar geldiği g ib i75, bizzat kendisinin

71 Lâmiî, ss. 361-62; Eflâkî, I, 439; Hamdullah-ı Müstevfî-i Kazvînî, 7 arîh-i Güzide, nşr. E.G. Brovvne, G M S :X IV , vol: I, Leiden 1910, s. 788 (Burada anlatıldığına göre, şeyhin güzel yüzlü delikanlılara ilgisini işiten halifenin genç ve güzel oğlu, eğer kendisine böyle bir şey yaparsa onu öldüreceğini söylemiş, an­ cak şeyhi Bağdad’ta bizzat tanıdıktan sonra gerçeği anlamış ve kendisine mürid olmuştur). Manâkib al-Ârifîn ve Nefehâtü'l-Üns'le de Evhadü’d-Dîn-i Kirmânî’inin bu meşrebi ilgi çekici bir anekdotla şöyle anlatılıyor: Rivâyete göre Şems-i Tebrîzî Bağdad’ta şeyhe rastlamış ve ona ne yaptığını sormuş. O da “ Ayın ak­ sini suda seyrediyorum” cevabım vermiş. Buna kızan Şems, “ Eğer ensende çıban yoksa başını kaldır da gökte ayın kendisini seyret!” cevabını yapıştırmış (Eflâkî, II, 616; Lâmiî, s. 362). Bu sonuncu eserde Evhadü’d-Dîn-i Kirmânî’nin tasav­ vufî meşrebini yansıtan şu manidar rubâî nakl'-Hilrriştir:

r" U c — T J f * ,1u Jt\ O

o

'

»

İ

İ

73 Eflâkî, II, 616-17. 73 A.g.e., I, 440. 74 Lâmiî, s. 660; Hulvî, v. 195b. 76 Bk. Menâkıb-ı Evhadû’d-Din-i Tahran 1347 hş.

Kirmâni,

nşr.

Bedîu’z-Zeman

Firuzanfer

F

6


82

O S M A N L I İ M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

mesnevi tarzında manzum olarak kaleme aldığı bir kitabı da mev­ cuttur. Mısbâhu'l-Ervah ve Esrâru'l-Eşbah adını taşıyan bu eser, onun gibilerin tasavvuf anlayışlarını yansıtması itibariyle önemli bir ni­ teliğe sah ip tir70. 3. Şeyh Fahnıd-Dîn İbrahim b. Şehriyar el-Irâkî (1289): E vhadü’d-Dîn-i K irm ânî ile aynı meşrepten olan Fahru’dD în -i Irâkî, kaynakların ortak rivayetine nazaran aslen Hemedan’hdır. İlk tahsilini burada tamamladı. Yine rivayete göre, on yedi yaşlarında iken Hem edan’a gelen bir K alenderî topluluğu içindeki güzel y üzlü bir delikanlıya duyduğu ilgi yüzünden onların arasına katılarak memleketini terketti. Şeyh Zekeriyyâ-yı M ultân î’ nin müridleri olan bu Kalenderîler ile M ultan’a gitti ve orada adı geçen şeyhin müridi o ld u 77. Nefehâtü’ l-Üns, Nesâyimü'l-Mahabbe ve Lemezât gibi kaynakla­ rın sunduğu bu biyografik m âlum at yanında, Devletşah Tezkiresi F ah ru ’d -D în ’in K alenderî oluşunu biraz daha farklı anlatır. Devletşah’a bakılırsa, Fahru’d-D în önce Bağdad’da Şeyh Şihâbü’dD în -i Sühreverdî’ye intisab etmiş, ancak şeyh ondaki bu güzel yüz­ lü delikanlılara karşı eğilimi farkederek bundan rahatsız olmuş ve bu yüzden nefsini terbiye ettirmek üzere, Hindistan’da Şeyh Zekeriyyâ’mn yanm a yollam ıştır78. Bu farklı rivâyetten sonra Devletşah da diğer kaynaklarla bir­ leşir. Böylece bu dört kaynağın müşterek rivâyetine göre, Fahru’dD în ’in M u ltan ’da Şeyh Zekeriyyâ’nin zâviyesinde uzunca bir m üd­ det kaldığım , hatta bir süre sonra şeyhin kızıyla evlendiğini öğre­ niyoruz. Buna rağm en Fahru’d-D în, rivâyete göre kıskançlıklar yüzünden burada daha fazla kalamamış ve şeyhinin izniyle M ultan’ı terketmiştir. işte kendisinin tam anlam ıyla Kalenderâne ha­ yatı böyle başlıyor79. Bu noktada Devletşah yine diğer kaynaklar­ dan ayrılarak Fahru’d -D în ’in yeniden B ağdad’a eski şeyhinin ya ­ nma döndüğünü, ancak onun öldüğünü öğrenince Şam ’a geçip 74 Eserin yazma bir nüshası eski Belediye (şimdiki Taksim’dcki Kütüphanesi’nde, Muallim Cevdet Yazmaları nr. K/318 nolu mecmuada, 173. varaklara arasında bulunmaktadır. 77 Lâmiî, ss. 671-72; Nevâyî, s. 424; Hulvî, v. 202a vd. n Devletşah, ss. 2Ö8-6g. 7® A. g.eserler, gösterilen yerlerde.

Atatürk) 127­


M A R J İN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

83

ölünceyc kadar orada yaşadığını kaydederken80, diğerleri Şeyh Ş ihâbü ’d -D in ’den hiç bahis açmadan Fahru’d-D în’in doğrudan doğruya M u ltan ’dan H icaz’a gittiğini y azarlar81. O nlara göre şeyh buradan A n ad olu ’ya geçmiş ve K o n ya’da ikamete başlamıştır. Bu ikameti esnasında bir yandan M evlânâ ile dostluk kurarken82, di­ ğer yandan da Şeyh Sadru’d-Dîn-i K oncvî ile temasa geçm işti83. F ah ru ’d-D în-i Irâkî K o n y a ’da kaldığı süre içinde şöhretini yaym asım bilmiş, burada kaleme aldığı Lemeât adlı eseri o devirde hayli başarı kazanmıştır. Nitekim aradan fazla bir zaman geçme­ den, Selçuklu veziri M u în ü ’d-D în Pervane kendisini önce K ayseri’ye davet etmiş; daha sonra da T okat’ta kendisine büyük bir zâviye açarak buraya yerleşmesini sağlamıştır84. Nefehât'a bakılır­ sa, şeyhin A n ad olu ’daki bu ikameti, Selçuklu vezirinin 1277’de idam ına kadar devam etmiş, böylece kendisini himâye eden kimse kalm adığı için olsa gerek, buradan Mısır’a gitmiştir. F ah ru ’d-D în-i Irâ k î’nin Mısırda cl-M elikü’z-Zâhir Baybars’ la iyi bir ilişki kurduğunu ve hattâ, onun tarafından Şeyhu'ş-Şüyûh ünvanıyla ta ltif olunduğunu, zikredilen kaynağım ız belirtmekte­ d ir 85. G ördüğü bu itibara rağmen, belki de çevreden mâruz kal­ dığı tenkitler yüzünden olsa gerek, şeyhin M ısır’da nihâî olarak kalm ayıp D ım aşk’a geçtiği ve orada yerleşmeğe karar verdiği an­ laşılıyor. Büyük K alen d eri şeyhi Cem âlü’d-Dîn-i S âvî’nin ilk K a ­ lenderi zâviyesini açtığı bu şehirde, M ultan’daki evliliğinden olan oğlu R ü knü ’d-D în ’in kendisini ziyarete geldiğini bütün kaynaklar yazıyorlar. Şeyh D ım aşk’ ta pek çok mürid edinmiş ve muhtelif ri­ vayetlere göre 1289, 1309 tarihlerinde vefat ederek M uhyi’d-Dîn-i A ra b i’nin yanına göm ülm üştür86, ki ilk tarihin gerçek vefat ta­ rihini yansıtması kuvvetle muhtemeldir. 80 Devletşah, ss. 269-70. 81 Lâmiî, ss. 372-73; Ncvâyî, s. 425; Hulvî, v. 202b. 82 Eflâkî, I, 399-400; Firuzanfer, Mevlânâ Celâleddin, s. 167. 83 Lâmiî, s. 373; Nevâyî, aynı yerde; Hulvî, w . 202b-203a. 84 Eflâkî, I, 400; Lâmiî aynı yerde; Hulvî, v. 303a. Eflâkî, Tokat’taki bu zâviyenin çok muhteşem bir yapı olduğunu kaydetmektedir. Oysa bu kadar muh­ teşem bir yapının bugüne kadar hiç olmazsa bir takım kalıntılarının gelmesi ge­ rekirdi. Halbuki bugün bu zâviyeden hiç bir iz yoktur. 85 Lâmiî, s. 374. Nevâyî bu kısmı tek satırla geçiştiriyor (bk. s. 426). 8* Bk. sırayla Lâmiî, aynı yerde; Devletşah, s. 270; Hulvî, v. 303a.


O S M A N L I İ M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

84

A nadolu’da oldukça uzun bir süre ikamet eden Fahru’d-Dîn-i Ira k î’nin K onya, Kayseri ve T okat’ta oldukça ilgi uyandırdığını ve bu sebeple belirli bir mürid çevresi oluşturduğu tahmin edile­ bilir. Kendisinin tasavvufî meşrebini ve fikirlerini ortaya koyan eserlerine bugün sah ibiz87. Bunlardan Lemeât adlı, yer yer man­ zum kısımlarla süslenmiş farsça mensur eseri, son derece ilgi çeki­ cidir. T am yirm i yedi lem'a'dan oluşan bu eserin hemen bütün baş­ lıkları, Fahru’d-Dîn-i Irâkî’nin tasavvufî meşrebini, yani, İlâhî güzelliğin ancak güzel yüzlü insanların cemalinde temâşâ edile­ bileceği, zira onların yüzünün A llah’ın aynası olduğu telâkkisini yansıtmaktadır, ki bunun altında derin bir Vahdet-i V ü cu d inanışı kendisini kuvvetle hissettirir88. Biz aynı telâkkileri ve meşrebi onun DivarCmda ve Rubâiyyathn&a. da aynı coşkun edâ ile görebiliyoru z88a. 87 Fahru’d-Dîn-i Irâkî’nin eserleri bir külliyat halinde İran’da Saîd Nefi­ si tarafından mükemmel bir sûrette yayınlanmıştır (bk. Külliyât-ı Şayh Fahru’dD(n İbrahîm-i Hemtd&ni Mütehallıs be-Irâki, Tahran (tarihsiz). Bu eserin baş tara­ fında yayıncının Şeyh hakkında güzel bir de biyografik incelemesi bulunmaktadır. 88 Fahru’d-Dîn-i Irâkî’nin tasavvuf tarihi bakımından önemli olan Lemeât adlı bu eseri, üzerinde ciddî bir tahlil yapmaya değer kıymettedir. Bu eserin 731/ 1331 tarihli epeyce eski bir nüshası, İstanbul Süleymaniye (Şehit Ali Paşa) sinde 2703 numaralı mecmuada, 17-35. varaklar arasında bulunmaktadır. tip Çelebi bu eserin X IV . ve X V . yüzyıllarda Anadolu’da yapılmış bir takım lerinden bakseder (bk. K e ş f el-Zmûn, nşr. R. Bilge-Ş. Yaltkaya, İstanbul 2. bs., II, 1563-64), ki eserin Anadolu tasavvuf çevrelerinde ne kadar etkili ğunu göstermesi itibariyle önemlidir. Eserden bazı lem'a başlıkları şöyledir: Birinci Lem’a:

iy -

Beşinci Lem’a: Dokuzuncu Lem’a: Msl. bk. Divan

9.p

^

«r ^

j

^

s

jîjt

^

^ . 3

ji y C -l

\ jiy -

^ ^

^ ^

154:

^

^

^

^

^

C— A.gjg., s. 208:

j

4

y

{Külliyât), s.

oJj ^ y, ^

j J

JL.Lc

Ktp. K â­ şerh­ 1971, oldu­

(V*

jiy .

^

^ ^


MARJîN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

85

* * * îşte A nadolu Selçukluları devrinde bu üç büyük şahsiyet ta­ rafından temsil olunan y üksek zümre Kalenderîliği’nin fazla yayı­ lıp yaşama imkânına kavuşamadığı ve bu adı geçenlerle onların sınırlı çevrelerine münhasır kaldığım, daha sonraki devirlerde ben­ zeri şahsiyetlerin görülmemesine bakarak iddia edebiliriz. Gerek çok teorik olan fikir ve doktrin yapısı yüzünden, gerekse Anadolu Selçuklu D evleti’nin 1256’dan itibaren fiilen M oğol hâkimiyetine geçmesiyle başlayan kargaşa dönemi ve bunu takip eden beylik­ lerin teşekkül sürecine yayılan iç mücadeleler sebebiyle Kalende­ rîliğin bu türünün fazla devam etmediği tahmin olunabilir. Zira artık belirtilen şartlar, günlük ortamı istikrarsız bir hale getirmek­ le ister istemez popüler K alenderîliğin gelişip yayılmasına katkıda bulunmuştur. Böylece X I V . yüzyıl başlarına doğru popüler K a ­ lenderîlik Anadolu’nun hemen her yanında, yeni teşekkül etmekte olan beyliklerin, özellikle Osmanlı Beyliği gibi, uc mmtakalarında yerleşmiş olanlarının arazilerinde görülmeye başladı. İşte Osm an­ lı Beyliği’nin bu kuruluş devresinde Abdâlân-ı Rûm, yahut Rum Ab­ dalları diye bilinen zümreler, bunlardan başkası değildi. II - O S M A N L I D E V L E T Î ’N lN K A L E N D E R ÎL E R :

KURULUŞ

D Ö N E M İN D E

A B D Â L Â N -I R Û M Y A H U T R U M A BD ALLA R I A)

“ A b d â lâ n - ı

R û m ” T â b ir i:

Bilindiği üzere bu tabiri ilk kullanan, X V . yüzyıl tarihçilerin­ den olup, X I I I. yüzyılda Baba Ilyas-ı Horasânî tarafından kuru­ lan eski bir şeyh sülâlesine mensup Aşıkpaşazâde D erviş A hm ed’dir. Kendi adıyla anüan tarihinde belirttiğine göre, o zamanlar Anadolu (Rum )’da tanınmış dört tâyife vardır: 1) Gaziyân-ı Rûm, 2) Ahîyân-ı Rûm , 3) Abdâlân-ı Rûm ve 4) Bâcıyân-ı R û m 89, işte bu zümreler içinde bizi ilgilendiren, Âşıkpaşazâde’nin üçüncü sırada saydığı Abdâlân-ı Rûm veya daha sonraki başka kaynaklarda da rast­ landığı üzere Rum Abdalları zümresidir. 89 Bk. Aşıkpaşazâde, s. 205. X V I. yüzyılın ilk yarısında Şah İsmail Hatâ­ yî de buna benzer bir tasnifi dile getirir (bk. II Canzoniere di Şah İsmail Hatâyf. nşr. Tourkhan Gandjei, Napoli 1959, s. 15).


86

O S M A N L I İM P A R A T O R L U Ğ U M D A

Bu zümre hakkında ilk fikirleri beyan ederek Anadolu’nun din tarih bakımından önemini ortaya koyan, bilindiği üzere, Fuad K öprülü olmuştur. O , başta İlk Mutasavvıflar olmak üzere, öteki bazı kitap ve makalelerinde ve bilhassa Türk Halk Edebiyatı Ansik­ lopedisi için yazdığı “ Abdal” maddesinde, o zamana kadar kullanıl­ mamış bazı kaynaklara dayanarak önemli bilgiler sunmuştur90. D aha sonra Abdülbaki Gölpınarlı aynı şekilde bu meseleye dair bazı görüşler ileri sürm üştür91. F. Köprülü bu zümrenin. 1240 yılında vukû bulan B abaî is­ y a nının yoğurduğu, çoğu Kalenderîler’den, bir kısmı da H aydarîler v e Y esevîler’den ibaret bir zümre olduğu sonucuna varırken, A. Gölpmarlı, Abdâlân-ı Rûm'un. K alenderîler ve Bektaşîler’e ben­ zeyen ayn bir tarikat mensubu olması gerektiğini düşünmüştür92. D aha sonraki araştırmalarda, bu varsayımlardaki K alenderi fak­ törü üzerinde düşünülmeden, muğlak ifadelerle terim aynen tari­ fe çalışılmıştır. Bu sûretle, bunların Kalender îlik’le ilişkisi hep tar­ tışılmadan kalmıştır. Oysa, gerek Köpriilü’nün, gerekse Gölpmarlı’mn varsayımları birbirinden oldukça farklı bulunmakla beraber, bu zümrenin K alenderîlik’le ilişkisi noktasında kesişmektedir. Gerçekten de, X V . yüzyılın sonlarında yazılmış ilk Osmanlı vekâyinâmeleriyle aynı dönemde kaleme alınmış bazı evliyâ menâkıbnâmelerinde isimleri abdal kelimesiyle birlikte anılan ve bu­ nun için de Rum Abdalları diye nitelenen bu kişiler kimlerdi? Aslına bakılırsa, Âşıkpaşazâde’den çok zaman önce, onun bü­ yük amcası Elvan Çelebi, Menâkıbu’l-Kudsiyye’sinde, Baba İlyas’ m müridlerini abdal lakabıyla yâdederek93, önemli ölçüde bir ger­ çeği, yani Rum Abdalları'nın Babaî çevresiyle ilgisini ortaya koyu­ yordu. A yrıca bu tâbirin hiç olmazsa X I V . yüzyıldan beri kulla­ nılmakta olduğunu da dolaylı bir biçimde gösteriyordu. Bu, F. Köprülü’nün bu kitabı görmeden ileri sürdüğü varsayımın isabetini Bk. İlk Mutasavvıflar, muhtelif sayfalar: “Anadolu’da İslâmiyet", ss. 401­ 405; “ Abdal” , T H E A ., ss. 29-38; Kuruluş, ss. 161-71. 91 Msl. bk. Gölpınarlı, Yunus Emre ve Tasavvuf, s. 47. n Gölpınarlı, aynı yerde. ” Bk. Menâkıbu'l-Kudsiyye f i Menâsıbi'l-Ünsiyye, nşr. İsmail E. Erünsal-A. Yaşar Ocak, İstanbul 1984, s. 166: Hulefâ kopdı nicc abdâl Görmedi bunlarun gibi meh ü sâl


M A R JİN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

8?

de ortaya çıkarm aktadır. Nitekim ilk Osmanlı kaynaklarında yer alan R u m A bd alları’nın menkabeleri. onların Kalenderîlik’le il­ gisini bize gösteren bazı veriler sağlamaktadır. Bunlaj^ö—baçmda> bir defa, G eyikli Baba, Doğlu Baba, Postînpûş Baba, ^Ujdal Musa, A bdal M urad ve A bdal MeHined örneklerinde olduğuv~g>LI, Bitim ve Abdal lâkapları gelir. Çünkü giriş bölümünde de gösterilmeye çalışıldığı üzere, bu lâkaplar daha X I. yüzyıldan itibaren, Baba Tâhir-i U ry a n ’da olduğu gibi, Kalenderîler tarafından kullanılı­ yordu. Bizzat C em âlü’d-Dîn-i Sâvî’nin ise, P îr-i Abdal unvanını taşıdığını unutm am ak gerekir04. Nitekim F. Köprülü dc bazı ya ­ zılarında abdal teriminin kalenderi ile eş anlamlı olduğunu, metin­ lere dayalı örneklerle vaktiyle göstermişti95. D iğer verilere gelince, bunlar daha çok Rum A bd allan ’nın kılık ve kıyafetleriyle alâkalı olup aşağıda yeri geldikçe görülecek­ tir 96. B) K u r u l u ş

d e v r in d e

Rum

A b d a lla r ı:

Osm anlı D evleti’nin kuruluş dönemini teşkil etmekte olup X I V . yüzyıl başlarından Çelebi I. Mehmed zamanına (1413-1421) kadar olan devrede, isimleri ve menkabeleri kaynaklara yansıya­ bilmiş pek az R um A bdalı Kalenderîyi bilebiliyoruz. Burada bun­ ların biyografilerini tek tek ele almak yerine97, bu devir Kalenderîliğini temsil ettikleri bize göre muhakkak olan ve Abdâlân-ı Rûm veya Rum Abdalları şemsiyesi altında toplanan bu kişilerin temel nitelik ve özelliklerini belirlemenin daha yerinde olacağını hemen kaydedelim. Y u k ard a isimleri sayılan Rum Abdalları, Aşıkpaşazâde, Oruç Beğ ve Neşrî tarihleri başta olmak üzere ilk Osmanlı vekâyînâme81 Bk. yukarda s. 33. 95 Msl. bk. “ Abdal” , T H E A ., ss. 28-31. 99 Nitekim bundan bir müddet önce, isimleri Bektaşîliğin kuruluşuna karı­ şan A bdal M usa, Kaygusuz Abdal, Kızıl JDeli ve Sultan Şucâu’d-Dîn gibi bazı Rum Abdalları’nın aslında birer Kalenderi şeyhinden başka bir şey olmadıkları meselesi, adı geçenlerin menâkıbnâmelerindeki verilerden hareketle, tarafımız­ dan tartışılmaya çalışılmıştı (bk. “ Kalenderîler ve Bektaşîlik” . İÜ. Edebiyat Fa­ kültesi, Doğumunun 100. Yılında Atatürk'e Armağan, İstanbul 1981, ss. 297-308). 97 Söz konusu Rum Abdalları’nın biyografileri, tarafımızdan yayınlanan La Rivolte de Baba Resul (ss. 117-131) isimli eserde ele alındığından burada tek­ rarına gerek görülmemiştir


88

OSMANLI İM PARATORLUĞUMDA

leri ile, Terceme-i Şakayık, Tevarîh-i Âl-i Osman (Kemal paşazade), h'ünkü'İ-Âhhar. Tâcii't-Tevârîh vb. daha sonraki kaynaklarda_ ilk O s­ manlI hükümdarlarıyla^ ilişki içinde gösterilen Kalenderi şeyhleri olup hepsi de X IV . yüzyıl içinde_yaşamışlardır. Bunlardan yalnız Abdal Musa. X V . yüzyılda Bektaşîliğin teşekkülüyle büyiik bir önen> kazanmış, hakkında bir menâkıbnâme ( Velâjelnâme-i Abdal Musdi^ kaleme alınmıştır. Bunlardan başka, vekâyînâmelerde bahsedilme mekle beraber, Abdal M usa’nın müridi Kaygusuz Abdal, Seyyid A li Sultan K ızıl Deli; ve Sultan Şucâu’d-Din gibi, X IV . yüzyılın son çeyreği ile X V . yüzyılın ilk yansında yaşamış Kalenderi şeyh­ leri veya Rum Abdalları, başka bir deyişle, proto-bektaşiler de vardır. Hiç şüphesiz Rum Abdalları hakkındaki şifahî geleneğin ya­ zıya geçmiş biçiminden başka bir şey olmayan kaynaklardaki ka­ yıtların bize gösterdiği gerçek, çevrelerindeki müridleriyle beraber hem en hepsinin Osmanlı Beyliği topraklarına sonradan gelip yer1eşmiş bulunduklarıdır. Söz konusu kayıtlara bakılırsa, Geyikli Ba­ ba H oy Azerbaycan;’d a n 9S, Abdal_ Murad ve Abdal M ehmed Buhara’d a n 99. Abdal Musa yine Hoy’dan 100, Postinpûş Baba ise, Diyar-ı Acem ’d en 101 gelmişdi. Ancak öyle görünüyor ki bu mem­ leket adlan onların bizzat buralardan gelmiş olmaktan ziyade, men­ sup bulundukian Kalenderi zümrelerinin vaktiyle ilk çıkış nokta­ larım yansıtıyordu. Nitekim biz Rum Abdallan’nın zaman zaman Horasan Erenleri tâbiriyle de nitelendirildiklerini biliyoruz102. Bu tâbirdeki “Horasan” kelimesi, onların hakikaten Horasan mıntakasmdan geldiklerini değil, Horasan’da doğmuş bulunan, cezbe ve İlâhi aşk esasına dayalı M elâmeti sûfîliğinden kaynaklanan Kalenderilik akımına mensup olduklannı göstermekteydi103. H al böyle olmakla beraber, söz konusu R um Abdallan’mn, yeni teşekkül etraekte ve Bizans’la sürekli mücadele ederek sınırlanın genişletmek­ te_olan bu genç beyliğin topraklanna Anadolu’nun öteki rrunta* MsL bk. Mecdi, s. 3 1 ; Alî, s. 62. ** BaMjrzâde Mchmed. Ravza-i Evliya, Süleymaniye (Hacı Mahmud Ef.) K ıp-, nr. 45,60, v, t ıh. ıv* Mectiî. s. 3 3 ;

BaMırzâ/Je, v. 12a; İsmail Belîğ, Gûldesie-i Riyâz-ı İrfan,

Bursa î 302, ?. 213. m Hoca SâdiTd-Dfn, II, 410. Msf. bk- Köprülü, ‘‘Ânad/Au'da İslâmiyet",

148

Yunus Emre te Taiacmtf, s. 66. ım M ıL bk. K öprü lü , aynr ycrdt.

s.

2<45, dipnot: 2 ; Gölpınarlı,


MARJİNAL SÛ FÎLİK : KALENDERÎLER

89/

katarından geldikleri de bir gerçektir. Çünkü Baba! isyanının kan­ lı _bir şekilde bastırılmasıyla oraya buraya kaçıp gizlenen KaJenderiler (Vefâî, Haydar i ve Ycsevi dervişleri; için bu beylik arazisi kadar elverişli bir ortam az bulunurdu. Nitekim biz bu sebeple, Orhan ve Murad Gazi’lerle yakın ir­ tibat içinde görünen, adlannı zikrettiğimiz bütün Rum Abdalları veya Kalenderi şeyhlerinin istisnasız savaşçı kişiler olduğunu görü­ yoruz. Böylecc bunların ikinci bir özellikleri ortaya çıkıyor. Onlar belki de bu genç beyliğin topraklarında mevcudiyetlerini koruya­ bilmeyi bir bakıma bu özelliklerine de borçlu idiler. Başka bir de­ yişle, Orhan ve Murad Gaziler onlara sağladıkları imkânlar kar­ şılığında kendilerinden fetihlere yardımcı olmalarını bekliyorlardı; zira bu jrişiler onlar için, ailesi, belli bir yeri yurdu olmayan bekâr gençlerden oluşan hazır kuvvetlerdi. Meselâ Geyikli Baba Bursa fethine katıldıktan başka, Kızıl Kilise denilen mevkii bizzat kendi müridleriyle fethetmiş104; Abdal Musa bizzat Bursa’nm fethine katılmış105; Abdal Murad fetihlerde gösterdiği kahramanlıklarla menkabelere konu olmuş106; Doğlu Baba ise, muharebelerde gazilere soğuk ayran dağıtarak hararetlerini teskiıT etmiştirm . Kum­ ral A bdal da aynı şekilde muntazam olarak gazalara katılan bir de n iştir 108. îşte bu hizmetlerine bir mükâfât olarak Osmanlı beğ1M Msl. bk. İbn Kemal, Tefâr(h-i Âl-i Osman, njr. Ş. Turan, Ankara 1983, II, 92; Mecdî, ss. 3 1-3 2 ; Nişancı, s. 104; Âlî, V, 62; Beliğ, s. 2 2 1. 105 Msl. bk. Âşıkpaşazâde, s. 205; Mecdî, aynı yerde; Hoca Sâdü’d-Dîn, II, 406; Âli, V , 64; el-Cenâbî, el-Aylemû'z-ZtÜıir, Süleymaniye ı'Ayasofya) Ktp., ur. 3033, v. 558a; Belîğ, s. 2 13 ; Baldırzâde, v. 12a. 10* Msl. bk. Âşıkpaşazâde, s. 200; Mecdî, s. 34; Alî, ss. 64-65: Baldırzâde, aynı yerde; Belîğ, s. 2 12 ; Evliya Çelebi, Abdal Murad’m aynı zamanda çok ya­ man bir cengâver olduğunu vurgulamak üzere, Bursa’dakı türbesinde üç zira1 uzunluğundaki kılıcını gördüğünü yazar (bk. Eıiiyâ Çelebi Seyâhslr,3meji. İstanbul 1314 , II, 46). Hammer, bu kılıcın aslında Geyikli Baba’ya ait olup, eski Avrupalı seyyahların hunim Roland’ın kılıcı olduğunu sandıklarım belirtir (bk. Histoıre de l'Empire Ottoman, Paris 1835, I, 155}. F.W. Hasluck ise, kılıcın önce Bursa kalesi kapılarından birinde asılı iken, sonradan Türkler tarafından Abdal Murad'a tsnad edildiğini yazar (bk. Christianity and İslam under Tfu Sultans, Oxfbrd 1929, I. 230, 306). 107 Msl. bk. Âlî, V , 64-65; Hoca Sâdü’d-Dîn, II, 407; Belîğ, s. 235. 108 Msl. bk. İbn Kemal, I, s. 89 vd.; ldr£s-i Bidlîsî, Htşt Bihift. İÜ. Kütüp­ hanesi, Farsça Yazmalar nr. 225, I, 31a vd.; Müneccimbaşı, Sakdiftı'l-AhbcT, Istanbul 1289, III, 267.


O S M A N L I İM P A R A T O R L U Ğ U ’NDA

90

leri de onlara, bizzat fethettikleri toprakların bir kısmını, maiyyetleriııdeki dervişlerle birlikte yerleşmelerine yardımcı olmak üzere bağışlıyorlardı. K ayn aklar bu konuda oldukça ilginç kayıtlar ihti­ v a ederler109. R um A b d a lları’na ait kayıtların ortaya koyduğu diğer bir gerçek de, bunların bugünkü anladığımız anlamda klâsik Sûnnîlik’ ten farklı bir İslâm anlayışına (hcterödoks popüler bir İslam) sahip ol­ duklarıdır. Nitekim hemen hemen bütün kaynaklarda yer almış bulunan ve ayrıca Osm anlı topraklarındaki Kalenderî Rum A b ­ dalları zü mreleri içinde önemli ölçüde V c fâî Tarikatı mensupla­ rının da bulunduğunu gösteren şu “ Baba îlyas müridiyim Seyyid Ebu'lVej â tarîkinden” sözüyle açıkça Babaî hareketine mensubiyetin^ belirten G eyikli Baba’d a 110, bunun tipik bir örneğini buluyoruz. A y ­ rıca Hilm i Ziya (Ülken) tarafından, vaktiyle ilk defa metni yayın ­ lanan bir arşiv belgesi de, G eyikli Baba’dan bahseden öteki kaynak­ larda bulunm ayan dikkate değer ipuçları verdikten başka, onun tipik bir K alenderî şeyhi olarak Sünnîlik dışı bir_ hayat tarzını be­ nimsediğini bize ispat^ etmektedir. Bu belgeye göre G eyikli Baba şarap içmektedir. B u sebeple O rhan G azi, kendisine_“ iki yük arakı ve iki yük_ şarap" __yoJkımışUr; zira “ Baba mey-hordur” m . 109 Bu konuda Ö.L. Barkan’ın “ Kolonizatör Türk Dervişleri” (V D , II (1942), ss. 279-304) isimli klâsikleşmiş makalesi hâlâ değerini korumaktadır. 110 Msl. bk. Neşrî, I, 47; Lâmiî, s. 690 ve diğerleri. Ayrıca bk. Markus Köbach, “ Vom Asketen zum Glaubenskâmpffer: Geyiklü Baba” , O A , III (1982),

ss. 45-51111 Hilmi Ziya,

“ Anadolu’da dînî ruhiyat

müşahedeleri: Geyikli Baba” ,

Mihrab Mecmuası, sayı: 13-14, sene: 1340, s. 447. Yazar, metnini neşrettiği bu bel­ genin kendisine Ahmed Refik (Altınay) tarafından, Dîvan-ı Hümâyun kuyûdatı arasında rastladığı bir belgeden istinsah edilerek verildiğini bildirmekle bera­ ber, ne yazıkki referansını tam kaydetmiyor, önemine binâen bu metni burada aynen aktarmanın faydalı olacağını sanıyoruz: “ K u tbu’l-Ârifîn Şeyh Geyiklü Baba H oy’dan gelmişdir. Bir ulu geyüge binüb gelmişdir. Geyikler kendüye musahhar imiş. Gelüb İnegöl’de mekân dutmış. Merhum Sultan Orhan Pâdişâh Hazretleri’n i n ........fet­ hinde merhum Orhan Padişah ol kal’ayı fethiderken Kutbu’l-Ârifîn Şeyh Geyiklü Baba dahî olcânibde üçyüz altmış kapulı bir kilisa var­ mış Kızıl Kilisa dimekle meşhur imiş ol kilisai kendüleri fethitmişler. Ceng iderken bir kestane ağacı var imiş ol kestaneye vardıkda ol kes­ tane yarılub Baba’yı saklar imiş. Kâfirler arar bulamazlar imiş. Sabah gine çıkub kâfirlerle ccng itlerdi. Krcnlcr bu ncv’ile iletmişlerdir. O za­


M A R JİN A L

.SÛ FÎLİK :

K A LE N D ER ÎLK R

9'

İsimleri Osmanlı kaynaklarımı geçmiş Rum Abdalları arasın­ da, hakkında en geniş bilgiye sahip bulunduğumuz Geyikli Baba’ ııın, o devirde ileri gelen bir Kalenderi (Vefâî) şeyhi olduğu ve etrafında hayli kalabalık bir müridler topluluğu bulunduğu anlaşılıyor. “ Geyiklü Cemaati " veya “ Geyiklü Baba Dervişleri" , “ Geyiklü Baba Sultan Cemaa­ ti” adı altında kaynak ve belgelerde zikredilen bu Kalenderi züm ­ resinin, Rum Abdalları arasında, X IV . yüzyılda mâhiyeti belir­ lenmiş, X V .-X V I. yüzyıllarda da aym adı koruyan en eski K alen ­ deri zümresi olduğunu hemen belirtelim. X V . yüzyılda yazılmış tanınmış Bektaşî menâkıbnâmclerindcn Velâyetnâme-i Hacım Sultan, öteki Kalenderi zümreleri gibi durmadan seyahat eden bu cem aa­ tin Gcrm iyan bölgesinde dc mevcudiyetini haber verm ektedir112. X V I. yüzyıl arşiv belgelerine dayanan Ömer Lûtfi Barkan vc C ev­ det T ürkay’dan ilki, Konya havalisindeki bazı aşiretler arasında “ Geyiklü Baba Dervişleri” nm bulunduğunu113; diğeri ise, Erzurum, Sivas, M alatya, Adana, Biga, Bursa ve İnegöl gibi birbirinden uzak mıntakalarda i(Geyiklü Baba Sultan Cemaati” ne rastlandığını haber verm ektedir114. Özellikle son mıntakaların, Geyikli Baba’nın biz­ zat yaşadığı ve tekkesinin merkezlik ettiği yöreler olduğunu gözden uzak tutm amak gereklidir. D iğer Rum A bdalları’nın etrafında teşekkül eden cemaatlere dair bu kabilden mâlumat olmadığı için, onlar hakkında bir şey söylemek maalesef şimdilik mümkün görünmüyor. Bu sebeple G e­ yiklü Baba ve cemaatinden haber veren bu bilgiler daha da bir kıymet kazanmaktadır. İlk Osmanlı vekâyînâmeleri, isimleri bahis konusu edilen bu Rum A bdalları’nın kılık vc kıyafetleri hakkında ne yazıkki bir şey manda Hazrct-i Orhan Pâdişah’a şöyle haber virmişler ki Hoy’dan bir er gelüb ulu geyige binüb Kızıl Kilisa’yı aldı. Ve bu cevab virmişler. Virdiklerinde merhum Orhan Pâdişâh “ Baba mey-hordur” deyü iki yük arakı ve iki yük şarap gönderüb Baba dahî yanındaki Baba Sultan i l e . . . ” (belgenin bundan sonrası noksandır). 112 Bk. Velâyetnâme-i Hacım Sultan Rudolf Tschudi, Berlin 1914, s. 69;

(Das Vilâjet-nâme des Hâdschim Sultan),

nşr.

“ Pes Sultan Hacım dahî yevmen fe-yevmen gidüb bir gün Gcrmiyan iline geldi. Geyiklü Cemâati dirler idi bir cemâat anda g e l d i ... ” . 113 Barkan, “ Kolonizatör Türk Dervişleri” , s. 290. 114 C. Türkay, Osmanlı İmparatorluğu'nda Oymaklar, tanbul 1979, ss. 373-74.

Aşiretler vt Cemaatler, İs­


O SM A N L I İM P A R A T O R L U Ğ U ’ NDA

söylemiyorlar. Ancak bunların tıpkı, Avrupalı seyyahların X V .X V I I . yüzyıllarda gravürlerle belgelendirmiş bulundukları halef­ leri gibi yarı çıplak vücutlarına hayvan postu örttüklerine dair bazı karineler vardır. Meselâ kaynaklarda “ geyiklerle gezdiği için Ge­ yikli Baba diye anılan z â tın U5, gerçekte sırtını bir geyik postu ile örttüğü için bu lâkapla şöhret bulmuş olması bizce kuvvetle muhtemeldir. I. M urad (1362-1389) tarafından kendisine Yen i­ şehir’de bir zâviye yaptırılan Postînpûş Baba lâkaplı Rum Abdalı’mn da aynı şekilde bir hayvan postu örtündüğü için Pos­ tînpûş (post örtünen) diye anıldığına muhakkak nazarıyla bakıla­ bilir. Dolayısıyla, X I V . yüzyılda Osmanlı Beyliği arazisinde yaşa­ yan bütün bu şahısların, eski meşrepdaşları gibi, yarı çıplak v ücutlan n ı bir takım hayvanların postlarıyla örterek Kalenderîler’in ti­ pik özelliklerinden birini sergilediklerini söyleyebiliriz. Kuruluş devri Rum A bdalları zümresi içinde üzerinde önem­ le durulması gereken bir başka Kalenderî şeyhi de, hiç şüphe yokkL sonradan Bektaşilik’te kazandığı önem sebebiyle A bdal M usa’dıf., O , Âşıkpaşazâde’nin çok açık ve seçik bir ifadeyle bildirdiği üzere^ temeli vaktiyle H acı Bektaş-ı V e lî tarafından atılan Sulucakaraöyük (bugünkü Hacıbektaş kasabası) zaviyesinden yetişm iştir116. Bu sebeple o, bu zaviyede ve yöresinde kendi zamanına kadar gelişip kök salan H acı Bektaş kültünü Osmanlı Beyliği arazisine taşıyarak b üyük bir tarihî ^ol oynamıştır. A b d al M usa’mn hayatı, bilindiği üzere Fuad Köprülü tarafın­ dan geniş bir şekilde incelenm iştir117. Bugün için bu mükemmel m onografiye eklenecek fazla bir şey yoktur. A bdal Musa Geyikli B aba’nın çağdaşı idi. Sonraki önemi nazara alınacak olursa, o, Ge­ yikli Baba da dahil bütün Rum A bdalları içinde belki en mühim si­ madır. Yeniçeriliğm kuruluşuna adının karışması bir y a n a 118, yu­ karda da işaret olunduğu gibi, yalnızca, H acı Bektaş kültünü yayarak ve işleyerek ilerde Bektaşîliğin teşekkülüne zemin hazırla­ ması bile onu bu müstesnâ mevkie getirmeye tek başına yeterlidir. 1U Msl. bk. Âşıkpaşazâde, s. 46 ve diğerleri. 116 A . g s. 205. 117 Bk. “ Abdal Musa” , T H E A ., 1. fas., ss. 60-64. tamamlanmamış ma­ kale, Dr. Orhan Köprülü tarafından tamamlanarak şurada yayınlanmıştır: “ Abdal M usa” . T K . savı: 124, Şubat 1973, ss. 198-207. ıu Msl. bk. Âşıkpaşazâde, s. 205.


M A R JİN AL

S Û F ÎL ÎK :

K A LE N D ER ÎLE R

93

Bütün mükemmelliğine rağmen F. Köprülü’nün inceleme­ sinde Abdal Musa’nın Kalenderî şeyhi olduğu noktası yeterince vurgulanmamıştır. Oysa Velâyetnâme-i Abdal Musa ile, Abdal M u­ sa’nın halifesi Kaygusuz A bdal’ı anlatan Menâkıb-ı Baba Kaygusuz’ da bulunan bazı ipuçları, Abdal Musa’nın hiç tereddütsüz bir Kalenderî şeyhi, daha açıkçası, Hacı Bektaş’ın zaviyesinde yetişmiş olması sebebiyle, tıplu onun gibi bir Haydarî şeyhi olduğunu gös­ termektedir. Bu kaynaklar onu bize “ saçı, sakalı, kaşı, kirpiği ka­ zınmış bir ışık” olarak takdim ettikterTlmşkaîl&, çevresindeki si­ yasî ve İdarî otoritelerle de genellikle iyi ilişkiler içinde bulunduğu­ nu göstermektedirler. Meselâ Teke beği ile arasının iyi olmamasına rağ­ men, Aydınoğlu G azi Umur Beğ ile sıkı dostluk münasebeti vardır m . A bdal M usa’nın Elmalı-Tekkeköy’deki zâviyesinin, X I V . yüz­ yıl Anadolu’sunda en nüfuzlu Kalenderî zâviyelerinden olduğunu söyleyebiliriz121. ilerde daha geniş olarak ele alınacak olan bu zâviyenin bir önemi de, içinde, Bektaşîliğin teşekkülünde, dokt­ rin ve edebiyatının meydana gelişinde önemli rolü ve katkısı bulu­ nan Kaygusuz A bd al’ın yetişmiş olmasıdır. III -

X V . Y Ü Z Y I L D A K A L E N D E R ÎL E R :

Selçuklu devrinde Kalenderî, Cavlakî ve Haydarîm , Beylikler döneminde bunlara ilâveten AbdâlSrM~Rum yahut Kum Abdalları terimleriyle isimlendirilen Kalenderî zümrelerinin, X V . yüzyıldan itibaren de Işık ve Torlak gibi iki yeni terimle daha nitelendirildik­ leri görülür. D aha önceki devirlere nisbetle bu devirde yaşayan KalenderîlerJi tanımakta daha şanslı sayılırız. Çünkü bu devir için kaynaklarımız daha zengindir. Bu devirde Kalenderiliğin temsil eden belli başlı şahsiyetleri, biyografi planında birer birer ele almak belki daha iyi olacaktır. i. Kaygusuz Abdal: Bu ünlü Kalenderî şeyhi, başta F. Köprülü olmak üzere, bir takım ilim adamlarının ve bilhassa edebiyat tarihçilerinin araştırma119 Bk. Menâkıb-ı B K ., s. 6. Buradaki Işık terimi hakkında ilerde bilgi verilecektir. 120 Velâyetnâme-i A M ., ss. 28-29. 131 Abdal Musa’nın bu zâviyesi hakkında F. Köprülü’nün yukarda adı çen makalesinde bilgi verilmiştir (bk. ss. 203-204). Bu zâviye X V I. yüzyıldan iti­ baren Bektaşîliğin en başta gelen zâviyelerinden biri olacaktır. 122 Bk. Giriş kısmı, ss. 30-40

ge­


O S M A N L I I M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

94

ların a konu teşkil etmiş, hakkında müstakil m onografiler veya baş­ ka eserler içinde yazılar kalem e alınmıştır. Bu hususta en son ve en geniş m onografi, A bdurrahm an G ü zel tarafından yayınlanmış olup, K a y gu su z A b d a l’ın hayatı ve şahsiyeti ana kaynaklara daya­ n ılarak in celen m iştir123. A n ca k bu çalışmada da Kaygusuz A b ­ d a l'ın belki en önem li özelliği olan K alen d erîlik cephesi tamamiyle ih m al edilm iş gö zü km ekted ir124. X I V . yü zyılın son yarısı ile X V . yüzyılın ilk yarısı arasında yaşam ış bulunan K aygu su z A bd al, A . G üzel’e göre muhtemelen A lâ iy e (A lanya) beği H üsâm ü’d-D în M ah m ud’un o ğ lu d u r125. D a­ h a genç yaşlarda iken K aygusu z A b d a l’a mürid olmuştur. Uzun m ü dd et onun yam nda yetiştikten sonra, halifelik m akam ına yük­ selmiş ve K alen d erîliğin şiarından olan uzun seyahatlere çıkmıştırı 26. M enâkıbnâm esindeki tasvirlerden anlaşıldığına göre, belden yukarısı çıplak, saçı^ sakalı, kaşı, kirpiği “ kırkık” (kazınmış) bir “ üryan derviş” (Şeyhi A b d al M usa gibi bir H a y darî) olan K a ygu ­ suz A b d a l127, önce 1397-98 dolaylarında M ısır’a, muhtemelen 123 Bk. Abdurrahman Güzel, Kaygusuz Abdal (Alâaddin Gaybî), Ankara 1981; Türkiye ve Türkiye dışındaki kütüphanelerde Kaygusuz Abdal adına kayıtlı yaz­ m a eserlere dayanarak Kaygusuz Abdal’ı bütün yönleriyle ele a la n bu kitap, ger­ çekten emek mahsûlü bir çalışmanın sonucudur. Ancak yazar, K aygusuz Abdal’ı ait bulunduğu Rum Abdalları zümresinden soyutlayarak ele aldığı için, kendisini Ehl-i Sünnet inançlarına mensup bir mutasavvıf olarak telakki etmiş ve ka­ naatimizce yanılmıştır. Bu sebeple bize göre bu monografi ne yazıkki tam hede­ f ine ulaşamamıştır. Zira, Kaygusuz Abdalı bir Rum Abdalı, yani Kalenderi şey­ hi olarak dikkate almadan değerlendirmek, görüldüğü gibi tarihî vâkıaya ters düşmektedir. K aldı ki, gerek manâkıbnâmcsinde, gerekse eserlerinde bizim ka­ naatimizi destekleyecek malzeme fazlasıyla mevcuttur. (Kaygusuz Abdal hak­ kında bibliyografik malumat bu zikredilen eserde yeterince verilmiş olduğundan burada bu konuya girilmeğe gerek görülmemiştir.). 124 Kaygusuz A bd al’ın hayatı için bk. Güzel, ss. 29-88. 125 Güzel, ss. 73-74. 12* Bu seyahatlerin tafsilatı için

Menâkıb-ı B K .'\ m

metnine bakılmalıdır.

127 Bk. a.g.e., s. 49. Kaygusuz Abdal, saç, sakal, bıyık ve kaşlarını kazıttı­ ğını kemlisi dc bizzat bir manzumesinde şöyle dile getiriyor (bk. A. Gölpınarlı, A leoi-B eklaşî Nefesleri, İstanbul

1963, s. 175:)

Sakalımı başımı Bıyığımla kaşımı Hak onara işimi Bu sakalı kırkarım


M A R JİN A L

S Û F ÎL İK :

K A LE N D E R ÎLE R

95

D im yat’taki Cem âlü’d-Dîn-i Sâvî zâviyesine gitmiş, buradan Kahire’ye geçerek bizzat Mısır sultanı ile de görüşmüştür128. 1404­ 1405 tarihlerinde orada M ukattam Dağı’nda Kasru’ l-Ayn zâviyesini inşâ ettikten sonra, H icaz’a gittiğini, sonra sırayla Dımaşk, Hama, Humus, Halep, Bağdad, Küfe, Necef, Kerbelâ ve Musul mıntakalannı dolaşıp tekrar Elmah’daki zaviyeye geldiğini yine menâkıbnâmesinden öğreniyoruz.129 Onun, zikredilen bütün " bu yerlerde Kalenderî zâviyelerini dolaştığına şüphe yoktur. O bu­ ralarda yapılan âyinlere katılıyor ve öteki bütün Kalenderîler gibi bu âyinler esnasında vecde gelebilmek için esrar kullanıyordu. Bu­ nu bizzat kendi manzûmelerinden tesbit ediyoruz.130 Kaygusuz A bd al’ın Elm alı’da fazla kalmadığı, bir müddet sonra yeniden M ısır’ a dönerek Mukattam D ağı’ndaki zâviyesinde yaşadığı ve 1424 tarihinden sonra burada öldüğü çok muhtemel görünüyor131. Bununla beraber, onun Elmah-Tekkeköy’deki A b ­ dal Musa zâviyesinde vefat ettiğine ve türbesinin de burada bulun­ duğuna dair rivayetler de m evcuttur132. Bugün bazı kütüphanelerde Kaygusuz Abdal adına kayıtlı manzum-mensur bir takım risâleler bulunmaktadır. Bunlarda ile­ ri sürülen tasavvufî fikir ve telâkkiler, X IV .-X V . yüzyıllarda A na­ dolu’da Rum A bdalları adıyla yaşayan Kalenderîler’in inanç ve doktrinlerini tanımak bakımından bizim için bir hayli önem taşı­ makta olup bundan aşağıda ilgili bölümde bahsedilecektir133. 128 Menâkıb-ı B K ., ss. 18-26; krş. Güzel, ss. 78-79. 136 A.g.eserler, aynı yerlerde. 130 Msl. bk. Gölpmarlı, Tunus Emre ve Tasavvuf, s. 121: Beng ile seyritmeğe ah bize bir bağ olsa Issı sovuk olmasa havâsı hub sağ olsa aynı yazar, Nefesler, s. 214: Esrân gördüm bugün binmiş gider bir ata Şöyle kim derviş olmuş hergiz söylemez hatâ 131 Güzel, ss. 84-86; ayrıca bk. Frederick de Jong, “ The takıya of Abd Al­ lah al-Maghawiri (Qayghusuz Sultan) in Cairo” , Turcica, X III (1981), p. 242 vd. 132 Güzel, ss. 86-87. 133 A. Güzel bunlardan mensur olanların metinlerini ayrı bir kitapta ya­ yınlamış bulunmaktadır (bk. Kaygusuz Abdal'ın Mensur Eserleri, Ankara 1983). Manzum eserlerinden Dilgiişâ'yı (Ankara 1987) ve Saraynâme'yi (Ankara 1989) de birer kitap halinde neşretmiştir. Daha önce, yukarda zikredilen monogra­ fisinin sonunda da bütün eserlerini tanıtmış ve birer özetlerini vermişür.


g6

O S M A N L I İ M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

2. Seyyid. A li Sultan (K ızıl D eli) ve Seyyid Rüstem: X IV . yüzyılın ilk yarısı ile X V . yüzyıl içinde yaşadığı anla şılan bir başka önemli K alen d eri şeyhi de, yine bir d erviş-gazi olup, menkabelerin Horasan 'geleneğine bağlı gösterdiği Seyyid A li Sul­ tan veya meşhur lâkabıyla, K ızıl D eli’dir. X V . yüzyılda adına dü­ zenlenen Velâyetnâme-i Seyyid A li Sultan isimli menkabe m ecm uasın­ da, kendisi gibi “yarı çıplak bir Torlak” olan savaşçı bir arkadaşının, Seyyid Rüstem G a zi’nin menkabeleri de hayli geniş yer tu ta r 134. Bunlardan anlaşıldığına göre her ikisi de m aiyyetlerindeki abdal­ lar ile Y ıld ırım B ayezid zam anındaki ( ıq 8 q - i 4-Q2 ) R u m eli fetih­ lerine katılm ışlar, D im etoka ve havâlisinin zaptedilm esinde bizzat rol oynam ışlar ve nihayet burada kendi kılıçlarıyla ele geçirdikleri bir arazide zâviyelerini kurarak yerleşm işlerdir135. İsimlerinin de gösterdiği üzere, geleneklerin Peygam ber sülâ­ lesine bağladığı bu K alen d eri şeyhlerinin tarihî şahsiyetleri ü ze­ rinde duran irene Beldiceanu-Steinherr, kendilerinin gerçekten bu fetihlere katıldıklarını teyid etm ektedi r 139. O . L û tf i Barkan da, K ızıl D eli adına kayıtlı zâviye vakfına ait belgeyi vaktiyle y a ­ yınlam ıştı 137. Seyyid A li Sultan ile Seyyid Rüstem G a z i’nin Peygam ber so­ yuna bağlanm aları, m enâkıbnâm ede oldukça dikkat çekici bir tarz­ da vurgulanm aktadır. R ivâyete göre H z. M uham m ed bizzat Y ıl­ dırım B ayezid ’ in rüyasına girerek onların kendi soyundan olduğu­ nu, yanlarındaki “ K ırk E r” ile yardım ına geleceklerini, bu yüzden kendilerine çok itib ar göstermesini istemiştir. Bu rüyadan kısa bir süre sonra iki şeyh, m aiyyetlerinde K ırk A b d a l’la sultanın yanm a 134 Msl. bk. Velâyetnâme-i S A S., ss. 37-38, 42 vb. m A .g.e., ss. 2-20. Bu sayfalar arasında Seyyid Ali Sultan’la Seyyid Rüstem Gazi’nin fetih menkabeleri bütün teferruatıyla anlatılmış olup, bunlar o za­ manki fetih psikolojisini anlamakta bizim için birinci sınıf malzeme niteliğini taşırlar. Gelibolu başta olmak üzere, Bolayır, Edirne, Dimetoka, Şumnu, Rusçuk, Silistre vb. Balkan şehir ve kasabaları etrafında geçen bu menkabelerin, aslında bu iki Rum Abdalı’nın yaptığı gerçek fetihlerin mcnkabevî hikâyelerini yansıttı­ ğını, sırf hayale dayanan rivâyetler olmadığını düşünmek daha doğru görünüyor, (bk. irine Beldiceanu, “ La vita de Seyyid Ali Sultan et la conqudte de la Thrâce par les Turc*” , Proceedings o f the X X V I I Ih Intema- tional Congress o f Orientalists, (Ann Arbor 1967), YViesbaden 1971, ss. 275-76). l** Bk. a.g.m., aynı yerde. 1,7 Barkan, a.g.m., ss. 339-40.


M A R JİN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

97

gelip hizmet arzında bulunmuşlar, o da büyük bir saygı ile kendi­ lerini kabul etmiş ve Rumeli gazâlarına yollam ıştır138. Seyyid A li Sultan’ın etkilerinin, Dimetoka’daki zâviyesi ara­ cılığıyla uzun müddet canlılığını koruyarak bu zâviyenin X V I. yüzyılda Bektaşîliğin ana tekkelerinden biri durumuna yükseldi­ ğini biliyoru z139. 3. Sultan Şucâu' d-Dîn (Sultan Varlığı) : Bu dönemin bir hayli etkili olmuş bir başka Kalenderi şeyhi de, Sultan Şucâu’d-Dîn veya Menâkıbnâmesinde zikredildiği gibi, Sultan V arlığı’dır. X I I I. yüzyıldan beri Anadolu Kalenderîliği’ nin merkezi olan Seyyid Gazi Zâviyesi’ne çok yakın bir yerde zâ­ viye açarak yerleşmiş ve burada teşekkül eden köye adını vermiş­ tir. Söz konusu zâviye, hâlen adı değişerek Arslanbcyli olmuş bu köyde bulunmaktadır. Şeyhin hayatını anlatan, 1450’lerde kaleme alınmış bir de Velâyetnâme-i Sultan Şucâu'd-Dîn adında menâkıbnâmesi bulunmaktadır. Orhan K öprülü’ye göre Sultan Şucâu’d-Dîn, Çelebi Mehmed ve II. M urad devirlerini idrak etmiştir140. Gerçekten de menâkıbnâmedeki kayıtlar ve özellikle II. M urad’dan hâlen yaşayan biri olarak söz edilmesi, ayrıca şeyhin Timurtaşoğlu A li Beğ’le iliş­ kilerinden bahsolunması, X V . yüzyılda yaşadığını kesinlikle ortaya koyuyor141. Buna rağmen mahallî şifahî menkabelerden bazıları onu çok daha eskilere götürerek Şucâu’d-Dîn lâkabından hareket­ le, 1240’ taki Babaî isyanının başı Şucâu’d-Dîn Ebu’l-Bakâ Baba îlyas-ı Horasanî ile özdeşleştirirken, bir kısmı da Orhan G azi ile çağdaş gösterirler. Bu sonunculara göre Şucâ Baba, Karam anoğlu’nun kendisine kin beslemesi yüzünden kalkıp bugünkü yerine gelmiş ve burada yaşamağa başlamıştır. Bu arada Timurtaş Paşa 138 Msl. bk. Velâyetnâme-i SA S., ss. 3-4: “ Horasan cânibinden ve benim nesl-i pâkimden Seyyid Ali maiyyetinde sana kırk er gelecek. Anın cümlesi kuvvet ve kudret sahibi veliyyullahdır. Rumeli’nin fethi anların yed-i himmetindedir. Anlardan teğâfül itmiyesin..” . 139 Suraiya Faroqhi, “ Seyyid Gazi Rivisited: The foundation as seen through sixteenth and seventeenth-century documents” , Turcica, X III (1981), ss. 9 0 -12 2 .

140 Bk. “ Vilâyetnâme-i Sultan Şucâuddin” , T M , X V II (1972), ss. 14-16. 141 Msl. bk. Velâyetnâme-i SŞ., v. ga-b. F. 7


98

O S M A N L I İM P A R A T O R L U Ğ U N D A

kend isin e m ü rid olm uş, h attâ b izzat O rhan G azi dahi şeyhi ziy a ­ rete gelerek bu gü n a ya k ta duran zâviyesini y ap tırm ıştır142. B irb iriy le çelişen bu şifahî rivâyctlcre kıyasla hiç şüphesiz mcn â k ıb ta su n ulan m â lû m at gerçeğe dah a uygun olup, şeyhin ııc X I I I . y ü z y ıld a yaşad ığı, ne de O rh a n G a z i’ nin çağdaşı bulunduğu düşü­ n ü lem ez. M en â k ıb n â m e şeyhi bize, m aiyyetindeki ikiyüz abdal ile bü­ tü n y a z seyah at eden, kışları ise zâviyesinde geçiren bir K alen d e­ ri o la ra k takdim e tm e k te d ir143. A y n ı eser K aygu su z A b d a l’ı da S u lta n Ş u c â u ’d -D în ’ le m ünasebette gösterm ektedir k i 144, bu hem za m a n hem de zem in itib ariyle çok m üm kündür. S u ltan Ş u c â u ’d -D în ’den, aşağıda bahsi geçecek olan Fatih d evrin in ü nlü K a le n d erî şeyhi O tm an B ah a’nın menâkıbnâmesi de söz etm ektedir. Bu eserin ifadeleri, onun çok ünlü, hatırı yük­ sek bir K a le n d e rî şeyhi olduğun u ispat ediyor. O tm an Baba ve der­ vişleri, b ir adı d a Ş efkü llü Beğ olan Sultan Ş u câu ’d -D în ’in türbe­ sini her yıl m u n tazam an ziy a re t etm ekte ve ona büyük saygı du y­ m a k ta d ır la r 145. N itekim biz, X V . yüzyıld a onun m üridlcrinin bü­ tün A n a d o lu ’da ve R u m e li’de ‘ ‘ Üryan Sucâîler” adıyla ünlü olduk­ ların ı Ş eyh M u h y i’d -D în Ç e le b i’dcn ö ğ re n iyo ru z146. G erçekten S u lta n Ş u c â u ’ d - D în ’ in m enâkıbnâm esi de, o devirde Bursa, K ü ­ ta h y a , M an isa ve d o layla rın d a ki zâviyelerde yaşam akta olup, A b ­ d a l H â k i, A b d a l M ecn un , A b d al Y a k u b ve A b d a l M ehm ed gibi isim y ap m ış K a le n d e rî şeyhlerinin de onunla saygılı bir ilişki için­ de old u k la rım gö sterm ekte147, hattâ H indistan ve İra n ’dan sık sık ziy a re t için K a le n d e rî züm relerinin gidip geldiğinden söz etmek­ tedir 148. M en â k ıb n âm e dikkatle incelenirse, Sultan Ş u câu ’d -D în ’in y a l­ nız K a le n d e rî züm releri içinde değil, yüksek rütbeli O sm anlı gazi­ leri arasın da d a hatırı sayılır bir m evki sahibi olduğu anlaşılır. M cl4t Şükrü, Seyyid B attal G azi, İstanbul 1334, »s. 8-9, 10-12. l4* Velâyetnâme-i S Ş ., vv. 2a, 5a; kr*f. O . Köprülü, a.g.m., ss. 19-20. 144 A .g.e.,

v.

13b.

Velâyetnâme-i O B ., v v . 113 b , ıı 6 a - b . 144 Bk. Divandı Şeyh M uh y i'd-D in Çelebi, İÜ . Kütüphanesi,

ıw K ü ç ü k

A b d a l,

lar, nr. 9495, v. 28b. 147 Velâyetnâme-i Sf}., muhtelif sayfalar. ,4* A .g .e., vv. 7a-8a, 19a.

Türkçe Yazma­


M A R J İN A L

S Û F lL İ K :

K A L K N D K R ÎL liR

99

sclâ T im u rta ş Paşa vc oğlu A li Beğ gibi, bu gazilerden pek çok mü­ ridinin bu lu nd uğu , zam an zaman onlarla bizzat Rum eli gazaları­ na katıldığını m üşahede e d iy o ru z140. Bu durum, onun aynı zam an­ da bir d e rv iş-g a zi olduğunu göstermektedir. K ısaca belirtm ek gerekirse, Sultan Şucâu’d-D fn’in X V . yüz­ yılda O sm anlı toprakları içinde yaşayan Kalenderi şeyhleri içinde olduğu kadar, d ah a sonraki devirlerde de nüfuzlu bir şahsiyet ol­ duğu söylenebilir. N itekim o bugün de Anadolu A lcvîlcri arasında büyük bir hürm et vc tâzimle takdis edilen bir velî hüviyetini ko­ rum aktadır 150. 4. Otman Baba

( Hilsam Şah) :

XV. y ü zyıld a yaşam ış Kalenderi şeyhleri arasında hakkında en sağlam ve teferruatlı bilgiye sahip bulunduğum uz hemen tek şahsiyet, O tm an B ab a veya asıl adıyla Hüsam Ş alı’ tır diyebiliriz. K en disiyle bütün hayatı boyunca beraber dolaşan halifesi K ü çü k A b d a l’ın kalem e aldığı menâkıbnâmcsi, yarı belgesel dencBıIecek kadar sağlam bir eser olarak Otm an Baba’yı iyi tanım a imkânım bize sağlam aktadır. M cn âkıbn âm cd c belirtildiğine göre Otm an Baba, 780/1378-79 tarihinde d ü n yaya gelm iştir151. Rivayete nazaran daha çok genç­ ken, yan i T im u r’ un A n ad olu ’yu istilâsı sırasında buraya ayak bas­ mış, G crm iyan , Saruhan vc havâlisinde uzun müddet dolaşmış ve hattâ II. M eh m cd ’in şehzadeliğindeki Manisa valiliği sırasında burada b u lu n m u ştu r152. Velâyetnâme-i Hacım Sultan'da da Germiy a n ’da bir O sm an B aba’dan söz ediliyor ki, bunun büyük bir ihti­ m alle bizim O tm an B aba olduğu düşünülebilir. Burada anlatıldı­ ğına göre, O sm an B aba, H acı Bcktaş-ı V elînin halifelerinden H a­ cım S u ltan ’ın ncfes_ evlâdı olup, büyüdüğünde onun tarafından 1111 A .g.e., v. ga-b. 1110 Bugün, zâviyesinin

bulunduğu Aslanbeyji

(eski Şucâ Baba)

köyünde,

Timurtaş Paşa’ mn türbesiyle yanyana inşâ edilmiş kesme taştan türbede yatan •Sultan Şucâu’d-Dîn veya Şucâ’ Baba, her yıl belli günlerde, özellikle Hıdrel­ lez gününde yoğun ziyaretlere sahne

olmaktadır.

Türbe

kapısı

üzerindeki

tâ-

mir kitabesine bakılırsa, bugünkü halini Yavuz Sultan Selim zamanında almış olduğu söylenebilir. 181 Velâyetnâme-i O B ., v. 1B2 A .g.e., v. 20b.

123b.


IOO

O S M A N L I ÎM P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

G erm iyan ilinde zâviye açm akla görevlendirilir183. Kronoloji iti­ bariyle H acı Bcktaş’m halifesi Hacım Sultan’la çağdaş olması müm­ kün değildir; yahutta H acım Sultan, Bektaşî geleneğinde Hacı Bektaş’ın halifesi gösterilmesine rağmen, gerçekte ondan sonra yaşa­ mış am a, yine H acı Bektaş geleneğine bağlı bir başka Kalenderî şeyhi’dir, _Jci doğrusunun bu olduğunu, menâkıbnâmesinin tahli­ li ortaya koyuyor. Bu bakım dan belki ya gerçekten Osman Baba H acım Sultan ’ la ilişki içindedir, veya Bektaşî geleneği onun böyle takdim etmektedir. O tm an B aba’mn kendi menâkıbnâmesindeki pasajlar, onun derin ve engin bir mistik cezbe sahibi bulunduğunu gösteriyor. Yaza y la n boyunca kendine tâbi bir kaç yüz abdal ile birlikte, bilhassa B alkanlar’da dolaşmakta, m uhtelif şehir, kasaba ve köyleri gezmek­ te, meselâ G elib olu ’dan D obruca’ya, Edirne’den Sırbistan’a kadar yayılan geniş alan içinde Tırnova, Yanbolu, Zağra, Semendire, V id in , Filibe, V ard ar, Serez ve Selânik gibi yerlerden kurban top­ lam aktadır. G ittiği yerlerde, kazınmış saç, sâkal~kaş ve bıyıkları, belden yukarısı hayvan postuyla örtülmeye çalışılmış çıplak vücut­ ları, boyunlarında keşkülleri, ellerinde asaları ile onu ve müridlerini görenler, kaçgun veya deli zannederler154. Bu sebeple sık sık halk yah u t yöneticilerle kavga ederler; şehir ve kasabalardan içeri_ sokulm ak istenmezler. Velâyetnâme-i Otman Baba, O tman Baba ve abdallarının yöne­ tim çevreleriyle_ çok j ı k problemleri olduğunu göstermekle beraber, özellikle_II. M ehm ed F atih’le yakın _dostluk kurduğunu anlatan m enkabeler de ihtiva etm ektedir165. Bu yakınlık gerçekte de müm­ kün olmuş olabilir. Bununla beraber, gerek şer’î kaidelere uym a­ m a, gerekse hulûl ve tenâsüh inancına bağlı olmaları sebebiyle O t­ m an B aba ve m üridlerinin ara sıra mahkeme huzuruna çıkarılıp yargıland ıkları, özellikle de medrese çevrelerinde dışlandıkları eser­ de sık görülen v ak ’alard an d ır168. M üridlerin Kalenderî kelimesin­ den ziyade Rum Abdalı terimi ile ifade edilm eleri187, bu terimin ar­ 143 Tschudi, D as

Vilâjet-nûme, metin kısmı, ss. 87-90.

144 Velâyetnâme-i O B ., vv.

100b,

106a,

117b,

187a vs.

1M A .g.e., vv. ıgb-22b. 1M A.g.e., v. 74a-b. 147 Msl. bk. a.g.e., v. 100b: “ Ol kân-ı Velâyet bir ol aradan kalkub yola revân oldı kadem ber-kadem Rum Abdalları kadimince ve tarîki mûcibince ol d iy a r d a ....” .


M A R JİN A L

S Û F ÎL İK :

K A LE N D ER ÎLE R

,o ı

tık X I V . yüzyıldan beri Kalenderi dervişlerini niteleme bakımın­ dan iyice ağırlık kazandığını gösteriyor. Otm an Baba ve abdallarının sık sık Balkanlar’daki fetih hare­ ketlerine katıldıkları, Osmanlı gazileriyle beraber bizzat savaş­ tıkları vc hattâ Otman Baba’nın bu yakınlık sebebiyle onlardan pek çok dostu ve müridi bulunduğu anlaşılıyor158. Onların bu şe­ kilde gazâlara katılmaları, hem uc mıntakalarındaki şehir ve kasa­ balarda dolaşmaları, hem de bir yerde geçimlerini sağlamaları açı­ sından âdetâ bir zaruret halini almış görünüyor. Yazları devamlı olarak Ahmed Baba (Vize), M ü’min Derviş (Zağra), Bayezid Baba (Vardar), Mecnun Derviş (Sercz) vc Nasuh Baba (Karasu Yenicesi) gibi dönemin ünlü Kalenderi zâviyelerini de dolaşan Otm an Baba’nın, kış aylarını bazan Edirne’deki zâviyesinde, bazan da V arn a’daki -daha sonra yerine geçecek olan Akyazılı’mn adıyla anılacak olan- zâviyesinde geçirdiği anlaşılıyor. Döneminde özellikle Balkanlar’da büyük bir şöhret sahibi olmuş bulunan bu tipik Kalenderi şeyhinin 883/1478-79 tarihinde, yüz yaşlan dolaylarında vefat ettiği, tıpkı doğum_ tarihi jşibi_kesin bir şekilde menâkıbnâmesmHe belirtilmektedir159. M ezarı V arna’daki zâviyesinde bulunmakta olup, bugün mevcut türbe binası, 1506 yılında yapılm ıştırlfl0. Otm an Baba’nın, Osmanlı dönemi Kalenderîlik tarihi için­ de büyük bir yeri vardır. Yukarda da belirtildiği üzere, X V . yüzyılda_ özellikle Balkanlar’da Kalenderîliğe damgasını vurmuş büyük bir şahsiyet olarak tesirieri çok sonraki dönemlerde de sürüp git­ miştir. Şeyh M uhyi’d-Dîn Çelebi, Hızırnâme diye de anılan Dîvan’ ında onu gelmiş geçmiş en büyük evliyâ arasında sayar161. Bek­ taşilik’te de ona büyük bir önem verilir. Otman Baba’nm derviş­ leri de X V I. yüzyıl kaynaklarında kendilerinden sık sık bahsetti­ rirler. Nitekim, Menâkıb-ı Sultan Bayezid. Han, II. Bayezid’e A m a158 A.g.e., w . 35a, 78a. 15# A.g.e., v. i22b-i23b. 1,0 M. KicI, “ Sarı Saltık vc erken Bektaşîlik üzerine notlar” , T D A ,

9. Aralık 1980, s. 31. 181 Bk. Dîvan, v. 27a: Geldi Emîr Ahmed Seydî Seydî Işık Menteş bile Osman Baba geldi bile Bir gine görsem yüzlerin

sayı:


ıo a

O S M A N L I İM P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

v u tlu k ’ ta yapılan bir sûikast teşebbüsünden Otm an Baba derviş­ lerini sorumlu tuttuğu g ib i162, sûfî şâir V a hidî de eserinde O tman B aba dervişlerini zik red er163. * * * Buraya kadar özet halinde biyografilerini vermeğe çalıştığı­ m ız X V . yü zyılda yaşamış önemli K alenderi şeyhleri toplu bir de­ ğerlendirm eye tâbi tutulacak olursa, bunların söz konusu yüzyıl­ da O sm anlı İm paratorluğu’nda yaşayan bütün K alenderîler’in en ileri gelen simaları olduğu söylenebilir. Dolayısıyla bu dönem K a len d erîliği A n ad olu ’da Seyyid G azi Zâviyesi’nde Sultan Şucâu’ d -D în , Elm alı A bd al M usa Zâviyesi’nde K a y g usuz A bd al ; Bal­ kan lar’da ise, Dim etoka Zâviyesi’nde Seyyid A li Sultan (K ızıl D e­ li) ve V a rn a Zâviyesi’nde O tm an Baba tarafından temsil edilmek­ teydi. Bu büyük şahsiyetler ve onların başında bulunduğu büyük zâviyelerin dışında elbette daha başka şeyhler ve onların zâviye­ leri vardı. Nitekim meselâ X V . yüzyıl başlarında Sem erkand’a T im u r nezdine elçi olarak giden Clavijo, Erzurum havâlisindeki K a len d erîler’den bahsediyor164. A ncak bunların hiç biri, adları geçen bu dört büyük şahsiyet kadar önemli tesirler uyandırmamışlardır. Biz gerek O tm an B aba’nın menâkıbnâmesinde, gerekse Şeyh M u h y i’d-D în Ç eleb i’nin Dîvan"ında o dönemdeki belli ölçüde ün yapm ış Sâm it A b d al, H ızır A b d al, Baba Bayezid, A rap Işık, K ı­ lıç A b d al, A b d al A ta vb. pek çok K alenderi şeyhinin adına rast­ lıyoruz 165. A m a bunların, isimlerinin dışında, haklarında hiç bir 182 H. Joachim Kissling, Sultan B ajezid’s II. Beziehungen zu M arkgraf Fran­ cisco I I. ton Gonzago, (München 1 9 6 5 ) ^ yayınlanan, Anonim Menâkıb-ı Sultan Bâyezîd H an’dan alınma metin, v. 36b. ıs3 Vâhidî, v. 22b. 144 Klaviyo, Timur Devrinde Semerkand’a Seyahat, çev. Ö .R . Doğrul, İstanbul 1975, 2. bs., s. 79. Clavjo’nun anlattığına göre, Erzurum yakınlarında Deliler K ö­ yü denilen köyde Kalenderîler ve bunların bir zâviyesi vardı. Clavio’nun Derviş­ ler dediği bu insanların saçları, kaşları, bıyık ve sakalları kazınmış olup yarı çıp­ lak dolaşarak İlâhiler söyleyip raksediyorlardı. Civar ahali ise, bunları ermiş ve­ lîler olarak tekâkkj etmekte, hastalarını iyileştirmek için yanlarına götürmekte ve kendilerine adaklar, kurbanlar sunmaktaydılar. Clavio’ya göre Timur da Ana­ dolu seferinden dönerken bu Kalenderîler’in zâviyesinde misafir olmuştu. IW Bk. Şeyh M uhyi’d-Dîn, Divan, w . 2Öb-28b: Geldi Sâmit Abdal ile Hazır Hızır Abdal bile


M A R JİN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

103

mâlumata sahip değiliz. Eğer bunların tesirleri sayılan bu dört bü­ yük şahsiyet kadar kuvvetli olsaydı, bugün onlar hakkında da bil­ gi sahibi olacaktık. I V - X V I .- X V I I . Y Ü Z Y IL L A R D A K A L E N D E R L E R V E M U H T E L İF K A L E N D E R Î Z Ü M R E L E R İ A)

B u d e v ir d e is im le r :

K a le n d e r î

z ü m r e le r in i

b e lir le y e n

Osmanlı İm paratorluğu’nda Kalenderîler’e ait malumatın en bol olduğu devir, bu yüzyılları içine alan devirdir. Zira Kalenderîler’den bahseden kaynaklar, vekâyinâmeler, menâkıbnâmeler, ar­ şiv belgeleri, dîvanlar vs. gibi, tür itibariyle zenginleştiği gibi, bun­ ların ihtiva ettiği bilgiler de zenginleşmekte, üstelik Avrupalı sey­ yahların kayıtları ve eserlerine koydukları gravürler bu zengin­ liği daha da artırmaktadır. İşte bütün kaynaklarda artık K alen­ derîler birbirinden az çok farklılaşmış, değişik terimlerle nitelenen zümreler olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Günümüzdeki çoğu araş­ tırmalarda bu terimlerin ne anlama geldikleri ve niteledikleri züm­ relerin mahiyetleri üzerinde düşünülmeye gerek görülmeden, hattâ bunların K alenderî zümreleri olduğunun dahi farkına varılmadan tuhaf yanlışlıklar yapılmaktadır. A nadolu Selçukluları devrinde rastladığımız Kalenderî, Hay­ darı ve Cavlak î terimlerinin, X I V . yüzyılda da devam ettiğini, buna ilâveten A bdal veya daha ziyade Rum Abdalı terimlerinin yaygın­ laşarak ötekilerini kendi içinde topladığım görmüştük. Ayrıca, X I V . yüzyılda Rum Abdalı teriminin yanında, Işık ve Torlak (j^l gibi iki yeni terimin daha ortaya çıktığını da biliyoruz 166. X V I . yüzyılda sûfî şâir V âhid î’nin Menâkıb-ı Hâce-i Cihan’ 1 sayesinde, bu devir Kalenderî zümreleri hakkında oldukça sağlam malum at edinebiliyoruz. Vahidî Kalenderî zümrelerim, Rum A bÇeltek Dede’m geldi bile Bir gine görsem yüzlerin Hacı Dede’m Basrî Dede’m Geldi Habib Hoca bile İzzî Işık geldi bile Bir gine görsem yüzlerin 186 Bk.

aşağıda ss.

107-110


104

O S M A N L I îM P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

dallan, Kalenderîler, Camiler ve Şemsîler olmak üzere tam beş grup­ ta topluyor ve bunların tasavvuFî telâkkileri ve kılık kıyafetleri hak­ kında oldukça tafsilatlı bilgiler veriyo r167. Yine aynı devirde bir başka sûfi şâir F akiri ise, Risâle-i Târifat adıyla bilinen küçük ese­ rinde K alen d erîler’i Işık, Abdal, Kalenderi, Haydarî ve Câmî olmak üzere yine beş züm reye ayırmakta, sekizer, onar beyitlik ifadeler­ le bunları tasvir etm ektedir168. A ynı devirde yaşamış bulunan, K oca Nişancı C elalzâde M ustafa ise, TabakâtÜ'l-Memâlik isimli ün­ lü eserinde, K anu n i Sultan Süleym an’ın 1542’de Budin seferin­ den dönüşü esnasında Edirne’de karşılanışını anlatırken, muhtelif tarikat erbabı arasmda Haydariyan, Cavlakîler, T âyife-i K alenderân, Gürûh-ı Nimetullahîler ve Camiler olmak üzere, yine tam beş K alen ­ deri zümresinF^zikrediyor. A yrıca hüviyetini teşhis edemediğimiz bir F ırka-i Baba Yûsufîler,\ de ismen anıyor ki, muhtemelen bunun da bir K alen deri zümresi olduğu düşünülebilir169. X V I. yüzyılda A vrupalı seyyahlar da özellikle İstanbul’da gördükleri derviş züm releri arasmda Kalenderîler’i bir takım isim­ lerle zikrederler. M eselâ Salomon Schweiger bunları Dervişler, Camiler, Kalenderler ve T orlakîler adı altında dört grupta sıralıyor170. Theodore Spandouyn Cantacasin yalnızca Câmîler, Kalenderler ve T orlakîler’i zikrederken171, Antonio M enavino, Câmîler, Kalender­ ler, Dervişler ve Torlakîler tasnifiyle S. Schvveiger’le birleşiyor172. N icolas de N icolay da aynı sınıflandırmayı y ap ıy o r173. 117 Vâhidî, w . 2ia-33a: Abdâlân-ı Rûm; w . 340-35b, 3ga-b: Kalenderîler-, w . 47a-4gb: Haydar iler \ w . 5gb-66a: Câmîler; w . 74b-76a: Şemsîler. *** Fakiri, Risâle-i Târifat, İÜ . Kütüphanesi, Türkçe Yazmalar nr. 3051, v. 13a: Işık; v. 13b: Abdal; v. 13b: Kalender; Haydarî ve Câmî. m Celâlzâde, TabakâtÜ’ l-Memâlik ve Derecâtü’ l-M esâlik, \Viesbaden 1981, v. 348b:

nşr. Petra Kappert,

“ Sâdât ve Ahfiyâsı, ulemâ ve küberâsı, ubbâd ve sulehâsı, ebrâr ve ahyân, sığâr ve kibân, âmme-i enâm ve berâyâsı, kâffe-i ahâlî ve eâlîsi ve BektâşîUr’ i, Fırka-i Baba Yûsufîler'ı ve Haydariyân ve Cavlakîler’ i Z üm~ re-i Edhemîler ve reyyâsî dervişler, müttekîler ve Tâyife-i Kalenderiyân, Hacı Bayrâmîler, Gürûh-ı Nimelullûhîler ve Câmîler, tuğlar ve alemler kaldırub....” . 170 Schvveiger, s. 195. 171 Cantacasin, ss. 219-229. ln Menavino, ss. 54-60. 17* De Nicolay, ss. 182-89. Biz burada, Chalcocondyle’in Histoire des Turcs adıyla Fransızcaya çevrilmiş eserinin II. cildinde (Paris 1650) 21-25. sayfalar ara­ sında aynen nakledilen metni kııllandık.


M A R JİN A L

S Û F ÎL İK :

K A LE N D ER ÎLE R

'05

İşte X V I. yüzyıl Osmanlı kaynaklan ile Avrupalı seyyahların verdikleri bu isimlere topluca bakıldığında, Kalenderîler ve Câmîler’’ in hepsinde yer aldığı derhal dikkati çeker. Osmanlı kaynakla­ rında zikredilen Ijık, Abdal ve Haydarî terimlerinin yerine Avrupa kaynaklarında Derviş ve Torlak î terimlerini görürüz. X V II . yüzyılda, Osmanlı kaynaklarının Kalenderi zümrele­ re dair ihtiva ettikleri malumattan çok daha zengin bir muhteva ile karşımıza çıkan Avrupa kaynaklan, hâlâ X V I. yüzyıldaki gibi Câmîler, Dervişler, Kalenderler ve Torlakîler'den bahsetmek sûretiyle, bu zümrelerin varlıklarını sürdürdüklerini gösteriyorlar. Bunlar arasında en başta M ichel Baudier ile 174, Paul R icaut’yu sayma­ mız gerekir175. Bütün bunlardan sonra, her iki yüzyılda da hem Osmanlı hem de Avrupa kaynaklarının kullandıklan terimler sıralanacak olursa, X V I.-X V I I. yüzyıllarda Osmanlı împaratorluğu’nda yaşamakta olan K alenderüer’in Işıklar, Rum Abdalları, Torlaklar, Kalenderîler, Haydarîler, Nîmetullâhîler, Câmîler ve nihayet Şemsîler ve Dervişler gibi bir takım isimlerle anıldıklannı görürüz. O halde bütün bu sırala­ nan terimler ayn ayn Kalenderî zümrelerini mi ifade etmekte, veya, bunlardan bazılan genel, bazdan özel mâhiyet mi taşımaktadır? Yahut bunlardan bir kaçı yalnız bir zümrenin değişik adlanm mı temsil ediyor? K aynaklara bakıldığında, kullanılan ifadelerin bazan bu te­ rimler arasında hiç bir fark gözetilmeden birbiri yerine kullanıldı­ ğı görülmekte, bazan da aralarında az da olsa belli farklar bulunan değişik zümrelerden söz edildiği müşahede olunmaktadır. Bilhassa Osmanlı kaynaklannda, bu arada vekâyinâmelerde birbiri yerine kullanıldığını söyleyebileceğimiz terimler olarak daha ziyade Rum Abdalı (veya sadece Abdal), Jşık ve Kalender (veya Kalenderî), zaman zaman da Torlak (veya Torlakî) kelimeleri göze çarpıyor. Bununla beraber, bazan da bu son terimin belli bir zümrenin adı olduğu anlaşılmaktadır. Burada dikkat çeken bir başka husus, Kalender veya Kalenderî kelimesiyle ilgilidir. Aslında bu kelime, daha önce de görüldüğü üzere, hangi ismi taşırlarsa taşısınlar, hangi züm re­ ye mensup olurlarsa olsunlar, Kalenderîler’in bütün devirlerde ve 174 Bk. Baudier, ss. 183-200. 1,6 Ricaut, ss. 449-51, 465-68.


ıo 6

O S M A N L I İ M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

m em leketlerde genel ismidir. O ysa gerek Osmanlı gerekse A vrupa k a y n a k la n bu ismi bazan K alen d erîler içinde ayrı bir zümrenin adı olarak kullanıyorlar, ki bunun örneklerine aşağıda temas edi­ lecektir. Şim di, sözünü ettiğim iz bu terimlerin nasıl birbiri yerine k u llan ıld ık lan n ı görelim . X V I. yüzyılın tanınm ış K alen d eri şâirlerinden H ayalî Beğ bize bunun tipik örneklerini bizzat kendi dîvanında veriyor. M e­ selâ M a ’nîde nazm kişverinün tâcdâriyem Sûretde gerçi başı açuk bir Kalenderem176 Ben H a y â lî baş açuk bir Rumeli Abdalı'yam Tekye-i hayretde M ecnûn ihtiyarum dur b en im 177 E y H a y â lî aşk bir yalın Işık m ahbûbudur Böyle görmüş bir kişi âyine-i id rak d e 178 H a y â lî Hayderî’diir tavk-ı zülfün hakkıdur ânun Begüm , teslim kıl, boynunda neyler bir gedâ h a k k ı179 A y n ı şekilde onunla çağdaş bir başka ünlü K alen d eri şâir H ayretî de : H a y retî benzer kazak bir Rumeli Abdalı1sm K im düşürm ezsin elinden dâyim â bir ter te b e r180 N a ’ llerle şol kadar zeyn eyledüm , cismim gören B ir Kalender’dür ki eğnine fenâ giymiş sa n u r181 beyitlerin de Kalender, Rum{t\ı) Abdalı, Işık, Haydarî terimlerini bir­ birleri yerine kullanm ışlardır. Bu türden kullanışlara vekâyînâm elerde de sık sık rastlanır. M eselâ 1494 yılın daki A rn a vu tlu k seferi esnasında II. B ayezid’e b ir K a len d eri dervişi tarafından yapılan sûikast teşebbüsünden bahseden vekâyînâm eler, olayın fâili hakkında bazan Haydarî, bazan 17' Msl. bk. H ayali Beğ Divanı, nşr. A. Nihat Tarlan, İstanbul 1945, s. 281. 177 A .g .e., s. 294. 178 A .g .e., s. 351. 179 A .g .e., s. 437. 1M Hayretî, Divan, nşr.

M . Çavuşoğlu-A. Tanyeri, İstanbul 1981,

s. 196.


M A R J İN A L

SÛ F ÎL ÎK :

K A L E N D E R ÎL E R

,07

Kalender v ey a Kalenderî, bazan da Torlak terimlerini kullanırlar182. Ğöylece bu terimlerin hepsinin Kalcnderiler’i nitelediği bir kere daha ortaya çıkıyor. Nitekim F. Köprülü dc, eskiden herhangi bir sebeple hüviyetlerini gizlemek maksadıyla saç, sakal, bıyık vc kaş­ larını kazıtarak serseri derviş kıyafetine girenler hakkında İran me­ tinlerinde “ Kalender kıyafetine girdi ” denildiği halde T ürk metinle­ rinde “ Işık fya h u t Abdal) kıyafetine girdi” denildiğini belirterek bu gerçeği vu rg u lu yo r183. Işık teriminin Rum Abdalı ile eş anlamlı ol­ duğunu V â h id î’nin bir ifadesinden de anlam aktayız184. Birbirinin yerine kullanılmakta olduğunu böylecc örnekleriy­ le gördüğüm üz bu terimler içinde en eskisi ve en yaygını olan Ka­ lender yahut Kalenderî teriminin, İran’dan sonra Osmanlı sâhasında da X V I. yüzyıldan itibaren eskiye nisbetle daha sık kullanılır oldu­ ğu dikkati çekiyor. Bu herhalde İran’la olan ilişkiler sebebiyle ol­ sa gerektir. Çünkü Kalenderî zümrelerinin birbirine komşu olan bu iki ülke arasında çok sık ve yoğun bir trafik içinde olduklarını biliyoruz. Burada bir de asıl, X I V . yüzyılda meydana çıkmakla bera­ ber X V I . yüzyılda da çok kullanılan Işık vc Torlak terimleri üzerin­ de durm ak gerekiyor. Sohbetnâme yazan Sun’ ullah G a y b î’nin bil­ dirdiğine göre, türkçede “ aydınlık” anlamına gelen_Işık (jil) kelimesinden başka bir şey olmayan Işık teriminin, ilk defa H acı Bektaş-ı V e lî tarafindan “ iç dünyası aydınlık velî” anlamına kulla­ nıldığı belirtilmesine rağm en 185, şimdilik X V . yüzyıldan daha es­ ki metinlerde rastlandığını söylemek mümkün değildir. X I V . yü z­ yılda yaşamış R u m A bdalları’ndan bazılarının X V . yüzyılda y a ­ zılmış menâkıbnâmelerinde ancak bu terimi görebiliyoruz. M eselâ A bd al M usa’mn Menâkıb-ı Baba Kaygusuz’ da. bu terimle zikredildiğine daha önce temas olunduğu g ib i186, H acım Sultan’ın da bu 182 M sl. bk. O r u ç Beğ, s. 138; Solakzâde, s. 304: 183 K ö p rü lü ,

Kalenderi-, “ A b d a l” ,

Haydarî;

H oca Sâd ü ’d -D în ,

Cantacasin, s. 2125:

II,

71: Kalender\

Torlak.

THEA.

184 V a h id î, v . 21 a. V a h id î burada

R um

A b d alları’nı tasvir ederken onlar

“Ve

Işık tâbirini kullanmaktadır. Sohbetnâme, Süleym aniye (Hacı M ahdu d) K tp ., nr. 3 13 7, v. 34a: d a h î Işık tâbirin evvel H acı Bekta$-ı V e lî v a z ’eylem iş. H a k îk a t-

den

haberdar

hakkında bir kere de 185 Ğ a y b î,

olm ayanlar zulm etde

H a k k ’la aydm lıkda ve 184 Bk.

yu karda

s. 93,

Işıklık'du

dipnot: 119.

ve özünden

âgâh

olm ak m ünâsebetiyle.” .

olanlar

nur-ı


O S .\L \X L I İ M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

ıo8

sıfatla nitelendirildiğini b iliy o ru z187. F. K ö p rü lü ’nün, H u rû fililiğin çıkışından önce m evcut olması sebebiyle Işık terim inin y a l­ nız “ H u r û ff ’ anlam ım değil, daha genel olarak “ bâtın î heterodoxe” anlam ını taşıdığım bildirm esine ka rşılık108, A . G ölp ın arlı bu teri­ m in ‘ ‘H u ru fi” demek olduğunda ısrar e d e r 189. A n ca k F. K öprü lü tarafından da nakledilen. F a k irı’nin üç beyi tük izahatı, bu terim in Kalenderi ile aym anlam a geldiğine şüphe b ıra k m ıy o r190. N itekim X V I . y ü zyıl vekâyinâm eleri ve diğer kayn aklarda Işık terim inin kesin bir biçim de K a len d erîler’ i ifade ettiği gözleniyor. M eselâ X V I . yü zyıl başlarında yazılm ış anonim Menâkıb-ı Sultan Bayezid Han'da. K a lend eriler’in “ ehl-i bid'at bî-mezheb ışıklar” tarzın da tavsif edil­ diğim gördüğüm üz g ib i 191, Nişancı M ehm ed P aşa’nın tarihinde de on lan n “ ferik-i zindik ışık tâyifesi” ve “ Kalender-i mülevves ışık-ı hod-harab” gibi sözlerle anıldıklarım m üşahede e d iy o r u z 192. A yn ı şekilde Lûtfi Paşa Tarihi'ndt Y a v u z Sultan S elim ’in 15 14 ’te T e b ­ riz ’de “ bir alay postlu ışık” tarafından karşılandığım , bu n ların K a ­ lenderi d e n işle ri olduğunu o k u ru z 193. X V I . y ü z y ıl m üelliflerinden M evlânâ Isa da Câmiu'l-Meknûnat'mda. K a len d erîler’i Işık terim iy­ le y a d e d e rıw. Bunlardan başka arşiv belgelerinde de K a len d erî­ ler’in sürekli Işık terim iyle zikredildiklerini b iliy o r u z 195. işte bütün bu örnekler, X I V . yü zyıld a orta ya çıkan, am a y azıh kayn aklara X V . yü zyıld an itib aren yansıyan Işık terim inin X V I . Dos Vildjet-nâme, m etin kısmı, ss. 41 v e 43. ilk Mulaşam flar, s. 95, d ip n o t: 45. M sl. bk. G ölpın arlı, Hurufîlik Metinleri Katalogu, A n k a ra 19 73, s. 32. F a k irî, Risâle-i Târifat, w . i3 a -b ; krş. K ö p rü lü , a.g.e., a yn ı yerd e: Işık oldur k 'o la m a z h ep de hâriç

137 T s ch u d i,

1S8 K ö p rü lü , la* **•

K am û

L u tî v ü

b en gî vü

H a v â ric

A lî a ş k ın a y a n u b şöyle pişmiş C ih a n d a on sekiz kez do n değişm iş Y a n ın d a Sanasın 1.1 K issling.

m etin,

1.1 N iş a n a

25a,

y a n cık la n d ır

kancıklarıdır

36b.

, ss. 237-38.

L û t fi Paşa, M e v lâ n â

w .

cü r’ a dân K e rb e lâ

Tetârîh-i Âl-i Osman, Cârmu'l-MeknCmat,

îsa,

s. 235. İÜ .

K ü tü p h an esi,

İE M K İ

yazm aları,

nr. 3263, v . 50a. m j.

3 Numaralı Mühimme Defleri, s. 9 5 ; Numaralı Mühimme Defteri, s. 120; aynı defler,

M sl. bk. B aşbakanlık O sm an lı A rşivi,

ajm defter, i.

15 5 ;

169 ve d a h a

aym defler, başkaları.

s. 172 ; 5


M A R J İN A L

SÛ F ÎL ÎK :

K A L E N D E R ÎL E R

io9

yüzyılda yalnız K alen d eri zümrelerinden birini değil, hepsini ni­ teleyen, am a kendilerinin pek~kullanmadığı bir terim olarak iyice vavgınlık k azan dığım ortaya koyuyor. Torlak ( J V j » terimine gelince, buna daha önce Se>yid Ali Sultan dolayısıyla kısaca temas olunmuştu196. Ettore Rossi’ve gö­ re türkçe “ tor” (acem i, tecrübesiz, vahşi) kelimesinden küçültme eki “ /aA” ile türetilm iş bulunan bu terim e1*7, ilk defa, Çelebi I. M ehm ed za m anında patlak veren meşhur Şeyh Bedru’d-Din is­ yanından bahseden vekayinâm elerde ve Velâyetnâme-i Seyyid Ali Sultan’da rastlıyoruz. A yrıca Şeyh Bedru’d -D în in torunu Halil b. İsm ail’in, dedesi hakkında yazdığı Menâkıb-ı Şeyh Bedru'd-Din'dt de Torlaklardan bahsedilm ektedir198. Nitekim Şeyhin en yakın m üridlerinden biri olup isyanın başım çeken zat, bizzat Torlak K e ­ mal d iy e a n ılıy o rd u 199. X V I . yüzyılda lbn K emal de tarihînin ikinci cildin de, O rh an G azi devrinde Bursa havâlisinde bulunan K a len d eriler’den bahsederken onları Torlak kelimesiyle n iteler100. B una rağm en Torlak teriminin Osmanlı resmi arşiv belgele­ rine, Işık k ad ar yansım adığı da görülüyor. Hattâ bu terimin X V I . yü zyılda iyice seyrek kullanıldığı dikkati çekiyor. Nitekim Işık te­ rimini an latan F ak iri, Torlak'tan hiç söz etmez. V âhid i de bu teri­ me hiç yer verm ez. O ysa her ikisi de kendi devirlerindeki K alen ­ derî züm relerini anlatırlar. H attâ X V I . yüzyılın iki Kalenderî şâiri H ayâlî B eğ ile H a y reti de divanlarında bu kelimeyi kullanmazlar. Bu itib arla bu durum un, belki, kelimenin küçültücü bir anlam ta­ şıması yü zü n d en K alen d erîler’in bizzat kendileri tarafından kul194 Bk.

y u k a rd a

s.

TDAT,

197 E . R ossi. “ T o r la k ” , sinde kelim enin

Ankara 1955,

ss. 9-10. Y a za r bu m akale­

etim olojisini de teferruauyla anlatırken,

Torlak’m

az çok telâf­

fuz değişiklikleriyle Sırp , H ırva t ve R um en dillerine de geçtiğini bildirmektedir. 1,8

H a lil b. İsm ail,

lı, İstan b u l

1967,

Menâkıb-ı Şeyh Bedreddin,

ss. 93-94: N â g e h â n bir karye içre geldiler B ir

Torlağı

a la y

anda

buldular

S ö zi şeyhun bulara iy hoş edeb İtd i

te’sîr bulara k’ey aceb

D e st-i tevbe eylediler ol gice B u lıca k ehlin tarîkun iy hâce lw O r u ç 800 lb n

B eğ, ss. 44, K e m a l,

II,

111.

90.

nşr.

1. Sungurbey-A . G olpınar-


I IO

O S M A N L I ÎM P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

lanılm am ası ile bir dereceye kadar ilgili bulunduğu düşünülebi­ lir. F akat onların dışındakilerce seyrek kullanılmasının başka bir sebebi olm alıdır. B ununla beraber, daha önce de belirtildiği gibi, Torlaklar A v ­ rupa kayn aklarında sürekli olarak ayrı bir Kalenderî zümresi tar­ zın da X V I I . yü zyıl sonlarına kadar hep yer almışlardır. İşte X V I .- X V I I . yü zyıl boyunca kaynaklarda geçen sözü edi­ len bütün bu terim lerin, yalnız ve yalnızca K alenderî zümrelerini ifade ettiklerini hatırdan çıkarm am ak, bunları K alen d eriliğin dı­ şındaki değişik tarikatlarm ış gibi düşünmemek gerektiğini _bir kere d aha belirtelim . B) X V I .- X V I I .

y ü z y ılla r d a k i

K a le n d e r î

z ü m r e le r i:

Şim di, Osm anlı ve A vru p a kaynaklarından yararlanarak yukardaki terim lerin belirlediği m uhtelif K alen derî zümrelerini m ev­ cut verilerin müsaadesi nisbetinde birer birer ele alabiliriz. Böylece bunların, değişik isimlerine ve teferruatla ilgili konulardaki fark­ lılıklara rağm en, gerek kılık kıyafeti, gerekse temel mistik felsefe açısından K alen d eriliğin şemsiyesi altında m ütâlâa edilmesi gere­ ken züm reler oldukları daha iyi anlaşılacaktır. i. Kalenderler ( J j x l i ) veya Kalenderîler (jL jx ls) : D a h a önce de belirtildiği üzere, bu terim aslında söz konusu tasavv u f akım ının ilk ve genel adı olmasına rağm en, hem Osm an­ lı, hem de A v ru p a k ayn aklan K alen d erî zümreleri içinde biz­ za t bu adı taşıyan a y n bir züm reden bahsediyorlar. Zam an zaman bazı O sm anlı k ayn ak lan n ın bu terimi öteki terim lerle karışık kulla n m a la n n a rağm en F a k îrî ve V â h id î gibi K alen d erî zümrelerini çok iyi tan ıyan y a za rla n n Kalenderî adım_ taşıyan bir züm reyi öteki züm relerden a y n telâkki etm eleri boşuna değildir. Y a lm z bu kay­ naklard a ve zam an zam an ötekilerde yer alan kayıtlara dikkat edil­ diğind e özellikle Kalenderî adı altında zikredilen züm relerin Osmanh to p ra k lan n d a yaşayan T ü rk menşe’li K alen d erîler olm aktan zi­ y âde, İra n ’dan O sm anlı ülkesine gelenler olduğu kanaati uyanı­ yor. Bilhassa V â h id î’nin ifadeleri bu kanaati kuvvetlendiriyor. V â h id î’nin eserinin kahram anı olan H âce-i C ihan, başı kazınmış, kıl­ dan örm e külâhlar giyen bu y a n çıplak dervişlerin reisi Baba Siy ah î-i E m ru d î’ye nerden geldiklerini sorduğunda aldığı


M A R JİN AL

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

“ Biz Diyar-ı A cem ’denüz, Şehrimüz Hemedan’dır. Hem Hemedânîlerüz ve Kalenderi Tâyifesindenüz” cevab ı201, bunu gösteriyor. Bunlar Hâce-i Cihan’ın tekkesinde kendilerine mahsus âyinler yaparak semâ ederler 202. Hâce-i Cihan’a göre bu Kalenderîler, “ işden kaçub ışık olarak bu sûret-i kabâhatle esîr-i nefs-i emmâre olan” kişilerdir203. Fakîrî de onları pek sev­ mediğini gösteren ifadeler kullanır. O na göre Kalenderîler esrar çekip Sedd-i İskender gibi tembel tembel y atarlar. Bunlar, boğaz­ larındaki Tavk-ı Lânet ile her türlü dünyevî bağlardan kurtulduk­ larını iddia eden a b dallardır204. A vrupa kaynakları Kalenderîler zümresine dair daha fazla tafsilat veriyorlar. A ncak onların kullandıkları terimlerle bu terim­ ler altında anlattıkları zümreleri bazan karıştırdıkları görülmekte­ dir. D aha önce de görüldüğü üzere, hemen bütün A vru p a kaynak­ larında Kalenderler, Dervişler, Torlakîler ve Câmîler olmak üzere dört zümreden bahsedildiği halde Osmanlı kaynaklarında yer alan Haydarîler'in adı geçmez. Buna karşılık onlarda da Dervişler diye bir zümre yoktur. Böylece, A vrupa kaynaklannda bir yanılgının m ev­ cudiyeti ortaya çıkıyor. işte A vrupa kaynaklarındaki Kalender (Calender) terimiyle anlatılmak istenenlerin, aslında, o kaynaklarda adı geçmeyen Haydarîler olduğunu, Dervişler diye anlatılan zümrenin ise gerçekte Ka­ lenderîler olduğunu, ancak bu başlıklar altında verilen mâlumatı inceledikten sonra görüyoruz. Bir başka deyişle, Kalenderler diye anlatı­ lanlar Haydarîler, Dervişler diye anlatılanlar ise Kalenderîler'dir. Çünkü Kalenderîler’den bahsedilirken aslında H aydarîler’ in özellikleri, D er­ vişlerden bahsedilirken de K alenderîler’in özellikleri sıralanmaktadır. Bu yanılgıya işaret ettikten sonra, A vrupa kaynaklarının D er­ vişler dediği K alen d erîler’e dair bu kaynaklarda sunulan bilgilerin 201 202 203 204

Vâhidî, v. 35b. A.g.e., v. 34b. A.g.e., v. 30a. Fakîrî, v. 13b: Nedir bildin mi kimlerdir Kalender Yata bengî olub Sedd-i İskender Boğazına geçüb bir “ Tavk-ı lâ’net” Alâyıkdan ser â ser ide uzlet Sivâ vü mâ-sivâdan fâriğu’l-bâl Ola bu tekye-i mihnetde Abdâl


ıi2

O S M A N L I İ M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

incelenm esine geçeb iliriz. K ayn a kla rın tasvirine göre K a len d erî­ ler, m ahrem yerleri hariç hem en tam am iyle çıplak gezm ekte olup, sırtların da güneşte kurutulm uş bir koyun veya keçi postu taşırlar. Bu onların yaz-kış k ıy afe tle rid ir205. Ellerinde ucu topuzlu bir asa, bellerin de, çeşitli işlerde kullanm ak üzere bir nacak taşırlar, ki bu çeşitli işler a rasında firsat buldukça yolcuları soym ak ta v a r d ır 206. Y iy e ce k le rin i genellikle “ Şah-ı Merdan aşkına V' diyerek dilenirler. H em en h er tarafta tekkeleri olmasına rağm en, pirleri olduğuna in an d ık la rı B attal G a zi’nin türbesinin bulunduğu Seyyid G azi Zâv iyesi’ni çok üstün tu tarlar ve her C um a günü burada toplanarak â yin y a p a rla r 207. Bu âyinlerin tafsilatım anlatan A ntonio M en a­ v in o , K a len d eriler’in â yin sırasında esrar içerek kendilerini yarara la d ık la n m y a z a r 208. X V II. y ü zyıld a ise, yin e Dervişler başlığı altında M ich el Bau dier ve P a u l R ic a u t’nun verdiği m âlum at h ayli ilgi çekici bir durum arzetm ektedir. B un lardan ilki özellikle -ile rd e tafsilatlı olarak ele a la c a ğ ım ız - K a len d eri âyinlerini yerinde takip etmiş ve gördükle­ rini y a z m ıştır209. İkincisi ise, ı66o’lı yıllard a hem İstanbul hem de K a h ir e ’deki K a len d erîler’i görüp incelemiştir. R icau t, esrar k u llan an K a len d erîler’in jd u ru m la n y la ilgilenm iştir. Söylediğine göre, belli do zlarda ağızda çiğnem ek v ey a tütüne karıştırıp dum an h alin de, teneffüs edilerek ahnan esrar, dervişleri vecde getirmek için y a r d ım a olm akta, ancak, y ersiz _bir şekilde kahkahalarla gül­ m ek, v ey a durup dururken hıçkırıklarla ağlam ak gibi tu h a f belir­ tilere yol açm akta, yah u tta delice hareketlere sebep o lm ak tad ır210. P. R ic a u t K a le n d e rîle r’in zâviyeleri hakkında da ilgiye de­ ğer bilg iler verm ektedir. O n a göre bu zâviyeler im paratorluğun en seçkin y erlerin d e bu lu nm akta, çok u zak yerlerden gelen K alen d eri deryi|leri_nin bu luşm a m ekânları hizm etini görm ektedir. Bu der­ vişler, İslâm iyet’i y a y m a bahanesiyle İra n ’dan M oğolistan’a, hattâ Ç in ’e k a d ar seyahat ederek aslında casusluk yapm aktadırlar. Unla r D oğu dünyasının en m ükem m el casuslarıdırlar211. M sl. **

bk.

A .g*.,

'un A .g * .,

De

N ic o la y ,

ayn ı

yerde.

A-g-t; **• 57-58. **• B audier, n# R ic a u t, *u A .g * .,

s.

56.

a yn ı yerd e; M e n a v in o , s. 57.

ss.

186-188.

s. 448. ss. 4 5 0 -5 1.


M A R JİN A L

S Û F lL lK :

K A L E N D E R ÎL E R

P. R icau t, bu hizm etlerine rağmen devletin onlara pek de iyi gözle bakm adığım , bazı zaviyelerin gayri ahlâkî olaylara sahne olm alan sebebiyle K öprülü M ehmet Paşa tarafından yıktm ldığım da yazm aktadır 212. P. R icau t’ya göre K alenderîler maddî zevk ve sefahete çok düşkün olup günlerini gün etmeğe bakmaktadırlar. Bunun için yap­ m ayacakları şey yoktur. Zenginlerin sofralarına dâvet edilebilmek için onlara dalkavukluk yaparlar. N azarlarında câmi ile meyhânenin hiç bir farkı yoktur. İnançlarına göre, başkaları nasıl ibadet ederek A lla h ’a yaklaştıklarına inamyorlarsa, kendileri de bu sefahet_Jİem leriyle ona yaklaşm akta olduklarına inanm aktadırlar213. G örüldüğü gibi P. R ica u t’nun Kalenderîler hakkındaki müşa­ hedelerinin O sm anlı kaynaklarırunkinden pek farkı yoktur. O da tıpkı Osm anlı yazarları gibi bu derviş züm relerini aşağılayarak onların görüşlerine katılm ak sûretiyle K alenderîler hakkında menfî bir tablo çizmektedir. 2. Haydar îler

:

Fakîrî X V I . yüzyılda H a ydarîler’i, esrar içmekten sarhoş bir şekilde, durm adan şiirler okuyarak şehir şehir, kasaba kasaba, pa­ zar pazar dolaşan serseri dervişler olarak tasvir eder^14. O nun bu tasviri, H aydarîler’in K a lenderîler’den pek de farklı olmadıkları intibaını doğuruyor. V â h id î’nin de Tâife-i Haydariyan dediği bu zümre mensupla­ rının, saç sakal ve kaşları kazınmış olup y almz bıyıkları ve tepele­ rinde bir tutam saçları vardır. K alenderîler gibi y a n çıplak dolaş­ maktadırlar. Y a lm z bu n lan n boyunlarında ve kulaklannda dem ir­ den halkalar v a rd ır215. H attâ bekâret sembolü olarak erkeklik or­ 212 A.g.e., s. 451. 213 A .g.e., ss. 465-68. 214 F akîrî,

v.

13b:

Nedir Haydarî bildin mi yârân Olub terkîb-i esrâr ile hayrân İderler seyr-i şehr ü geşt-i bâzâr Okıyub dâim ebyât ile eş’âr Cihânın tekyesinden fâriğu’l-bâl Kimisi dünbegî kimisi Abdâl 218 Vâhidî, v. 47a.

"

'— F. 8


ıi4

O SM AN LI İM P A R A T O R L U Ö U ’NTM

ganlarına da bu halkalardan takan Haydarîlcr’in, bunu iffetlerini korumak için taktıkları, şeyhleri Baba Hüscyn-i Irakî’nin ağzın­ dan dile getirilir210. Yanlarında zincirler vc küçük çanlar {zeng) asılı olup raks ettikçe tuhaf sesler çıkarmaktadırlar. Sırtlarında aba veya nemed (yün yclck)’ler, başlarında keçe külahlar vard ır117. V ûhidî, Haydarı'lcr’in şer’ î kurallara vc ibadet esaslarına uyma­ dıklarım, ibadet yerine semâ vc raksı tercih ettiklerini belirtiyor218. A vrupa kaynaklarının X V I. ve X V II . yüzyıllarda Kalender­ ler başlığı altında verdikleri malumat ise, daha öncc işaret olundu­ ğu gibi, aslında H aydariler’i anlatmaktadır. Bu malumata göre, H aydarîlcr yarı çıplak vc yalın ayak dolaşmakta olup sırtlarında, aynı zam anda yatak vazifesi dc gören bir koyun postu taşırlar219. Bazı kaynaklar bunların uzun saçlı vc sakallı olduklarını yazar­ k e n ,220 bazılarına göre saç vc sakalları kazınm ıştır221. Salomon Schvvcigcr ise bir kısmının uzun saçlı, bir kısmının saçı kazınmış olduğunu bildirir 222, ki kanaatimizce bu ifadeler, Kalcndcrîler’le H a ydarîlcr’in kılık kıyafet itibariyle birbirlerine yakın olmaların­ dan doğan bir yanılm adan ileri gelmektedir. Nitekim bunlar bazan başları açık, bazan külahlı dolaşm aktadırlar223. A vrupalı seyyahların ifadelerine göre Haydarı'ler, tarikatları­ nın temci prensibi uyarınca bekâret vc iffete kendilerini adamış olmakla birlikte, çoğu buna uym az; hattâ aralarında homoseksü­ eller de bulu n u r224, iffetlerine riayet edenler ise, tıpkı V â h id î’nin anlattığı üzere, erkeklik organlarına pirinçten, gümüş veya demir­ den halkalar takmışlardır 225, özellikle seyyahların bu konuda ver­ dikleri bu bilgiler, onların Kalenderler diye anjattığı bu zümrenin gerçekte Haydarı'ler olduğunun en açık delilidir. Hemen hemen bütün seyyahlar, H aydariler’in şehirlerin dı­ şındaki mahallerde veya köylerde yaşadıklarını, sık sık seyahate çıktıklarını, bu esnada yollarında rastladıkları zengin ^yolcuları " • A .g * ., v. 48b. *” A .g * ., v. 47a. 2W A .g * ., v. 49b. Dc

*’• Msl. bk. Schvveiger, ss. 195-96; Nicolay, s. 182. **° Cantacasin, s. 221.

Menavino, s. 56; Cantacasin, s. 222;

m Menavino, as. 55-56; Dr Nicolay, aynı yerde. *** Schvveiger, s. 195. *** A.g.eserUr, aynı yerlerde.


M A R JİN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

'5

soyduklarını, hattâ bazan öldürdüklerini kaydediyorlar2**. Sey­ yahların bu kayıtlarının gerçrği yansıttığını, ayrıca arşiv belerle­ rinden dc anlıyoruz 227. S. Schvveiger, H aydarîlcr’in esrara düşkün olduklarını mas­ lak tabir ettikleri bu maddeyi sık kullandıklarını yazıyor22t. Bun­ ların çeşitli âyinler sırasında vücutlarının muhtelif yerlerini bıçak­ la yaraladıklarını ve bunu bir ibadet olarak telakki ettiklerini dc öğreniyoruz2Z9. 3. Rum Abdalları

:

Rum Abdalları adlı Kalenderî zümresi, Vâhidî tarafından Ka­ lenderîler vc Haydarîler'den ayrı bir zümre olarak anlatılıyor. O ese­ rinin en uzun faslını bunlara ayırmıştır. Ona göre Rum Abdalları, “ yalın ayak, başı kabak vc tenleri çıplak” , yalmz birer tennûre giy­ miş oldukları halde dolaşmaktadırlar. Zaman zaman ellerindeki dâyire ve kudüm?leri çalıp boynuz'lar öttürerek gruplar halinde do­ laşmaktadırlar. Bir omuzlarında Ebûmüslîmî nacak tabir edilen bir balta, ayrıca, Şucâî çomak dedikleri uzun ve bir ucu kıvrık asâ taşımaktadırlar. Birer yanlarında, birinin içinde esrar, diğerinin içinde ateş yakm ak üzere kav vc çakmak koydukları iki cür'adan; diğer yanlarında, kuşaklarına asılı birer keşkül bulundurmaktadır­ la r irU). Saç, sakal, bıyık vc kaşları tamamiyle kazınmıştır. Vücut­ larında yer yer, âyinlerde açtıkları yanık vc yara izleri bulunmak­ tadır. Bedenlerinde ise kiminin Zülfikar, kiminin Hz. A li’nin adı, kiminin ise yılan resmi bulunm aktadır231. V âhid î Rum A bd alları’nın Otman Baba’yı takdis ettiklerini, Seyyid Battal G a zi’yi pîr tanıdıklarım belirttikten sonra232, Hz. 224 224 226 227

Schvveiger, aynı yerde; Menavino, s. 55. Msl. bk. Schvvciger, aynı yerde; Menavino, s. 56. Msl. bk. Schvveiger, aynı yerde; Dc Nicolay, s. 182. Msl. bk. aşağıda 312 nolu notta gösterilen belge.

228 Schvveiger, s. 197. 22t A.g.e., s. 196; Menavino, s. 56. 230 Vâhidî, v. 2ia-b. Bütün bu terimler için ileriki bölümde açıklamalara bk. 231 A.g.e., v. 21b. 232 A.g.e., vv. 22b-23a: “ Ey hâce, biz Diyâr-ı Rûm’dan gelirüz. Seyyid Gazi Hak katında ge­ çer nâzı ânın ocağmdanuz. Şüdde ve seccâde ve kudüm ve çerâğıle Rum Abdalları yuz. Cism-i pür-dâğıle Otman Baba Köçekleri'yüz. Bir Şucâi fomağ’ile Seydl Gazi Yetimleri’yüz” .


O S M A N L I İM P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

A li ve_ O niki îm a m ’ı da benimsediklerini kaydediyor 233. O n a göre b u n lar n am az ve oruç gibi ibadetlere hiç yanaşm adıkları gibi, şehir şehir, kasaba kasaba, köy köy dolaşıp cahil insanları kandırarak p a ra karşılığında onlara kehanetlere savurm aktadırlar. Bu sebeple h iç bir m illete, hiç bir dine mensup sayılm am aları gerekir 235. V â h id i’nin R u m A bd alları hakkındaki bu m enfi kanaatlerine karşılık, on lardan biri olan şâir H ayretî, dîvanında onları “ ehl-i tev h id ” ve “ akidesi pâk ” , faziletli insjmlar jDİarak _tavsif etmekte­ d i r 236. 4. Câmîler

:

Bu züm re X V I . yü zyılda hem Osmanlı hem de A vrup a kay­ n a k la n tarafından tasvir ediliyor. M uhtemelen X I I . yüzyıldan son­ ra İ ra n ’d a Şeyh A hm ed-i C âm i-i N âm ıkî’nin adına K alen d erî­ liğin bir şûbesi olarak kurulm uş bulunan C âm îliğin X V I . yüzyıl­ d a O sm anlı topraklarındaki temsilcilerinden b aşka bir ş e y olmayan C â m ile r’i F a k iri, ellerinden içki kadehi eksik yılm ayan, halkı ken­ di sapık inanç ve fikirlerine sokm aya çabalayan bir zümre olarak tasvir e d iy o r237. V â h id i’nin f ikri de bundan farklı değildir. O na göre C â m ile r’in öteki züm reler gibi şeri’atla aralan yoktur. M û­ sik iy e d üşkün olan ve şarap içm eyi âdet halim^ geüren__bu zümre, y aln ızca sakal ve bıyık la n n ı tıraş etmekte, saçlarını ise tamamiyle u zatm aktadırlar. B aşlan açık ve yalın ayak dolaşırlar. Sağ kulakla n n d a birer küpe, bellerinde~Hemir kemerler taşım aktadırlar. Bu *** A .g.e., w .

26b-27a.

™ A .g .e., w .

3ob-3ia:

“ B ize namaz ve rûze ne gerek. Biz ölmeden ölmüşüzdür. Teklîfâtdan berıyüz. Hemân et ve kan ve deri olmuşuzdur, ölm üş olan kimesne namazı neyler ve niyâzı niceder” . A .g .e., v. 32b. **• Hayretî, Divan, ss. 92-93. 07 Fakiri, v.

13b: Nedir bildin mi Câmi Elinden komaya bir lâhza câmi Giyüb kıldan başına tâc-ı ilhâd Cihan kavmin ider ıdlâl ü ifsâd Dilersen ger erenler himmetini Kom a elden Resûl’ün sünnetini


M A R JİN AL

S Û F lL ÎK :

KA LE N D E R ÎLE R

ıi7

kemerlerde zerıg demlen küçük ziller asılı olup hareket etlikçe ses çıkarırlar258. V â h id î’ nin bu tasvirleri, Avrupa kaynaklarıyla uyuşmakta­ dır. Cantacasin, Câm îler {Dynamit)'in uzun saç vc sakalları oldu­ ğunu, çıplak vücutlarım bir koyun postuyla örttüklerini, kulakla­ rında küpeler, boyun ve el bileklerinde demir halkalar taşıdıkla­ rım yazar 239. M cnavino’nun verdiği bilgiler ise daha tafsilatlıdır. Ona göre Câm îler, genellikle genç, uzun boylu, mütenasip endamlı kişilerdir. Upuzun, bukle saçları vardır. Yüzleri sakalsızdır. Yarı çıplak vücutlarının yalnızca mahrem yerlerini örterler. Sırtlarına aslan, kaplan, leopar veya panter postu alırlar. Bunların da kemer­ lerine küçük çanlar takılıdır. Kulaklarında altın küpeler, kolların­ da bilezikler vardır 240. Tıpkı V âh id î gibi Menavino da CâmUcr’in mûsikîye düşkün olduklarını, bu sebeple yolculukları esnasında başıboş gençleri cczbedig_ yanlarına aldıklarım yazıyor. Ona bakılırsa, okumaya vc yazm aya düşkün olan Câm îler, seyahate de düşkündürler. Bu yüz­ den pekçok memlekete gidip gelmişlerdir241. Menavino, hayran­ lıkla sözünü ettiği Câm iler’in, Avrupalı kadınların çok hoşlarına gidecek tip ^ r olduğunu belirtmekten dc geri kalmıyor 242. Câm îler hakkında X V II . yüzyılda M. Baudier’nin eserinde de oldukça geniş bilgiye rastlanmaktadır. O da, Geomailer (veya Imailer) adıyla zikrettiği bu zümreye hayranlık beslemektedir. K u ­ zey Afrika’dan Hindistan’ a kadar çok geniş bir alanda rastlanabi­ len bu insanların, aslında dinle pek alâkalan bulunmadığım, son derece temiz ve zevkli giyinen, nazik ve kibar gençlerden müteşek­ kil bulunduğunu söylüyor. Kılık kıyafetleri hakkında M enavino’ nunkine benzer, fakat daha geniş bilgiler veriyor243. M. Baudier, ayrıca C âm îler’in fırsat buldukları zaman genç kadınlarla ilişkiye girdiklerini, bununla beraber genç erkekleri tercih ettiklerini haber veriyor. Z ira onların inançlarına göre, Tanrı’nın nûru güzel yüzlü delikanlılarda tecellî etmektedir244. 238 Vâhidî, vv. 5gb-6ıb. 239 Cantacasin, s. 220. 240 Menavino, s. 54. 211 A.g.e., ss. 54-55. A.g.e., s. 55. JU Baudier, s. 184. 244 A.g.e., s. 185.


O S M A N L I İM P A R A T O R L U Ğ U ’NDA

118

5. Torlaklar (jü 'jjji,) :

A vrup a kaynaklarının hemen tamamının zikrettikleri, ama V â h id î ve F a k irî’nin sözünü etmedikleri^ bir Kalenderî zümresi olan T orlaklar, bilhassa Cantacasin ve M enavino’da benzer çizgi­ lerle tasvir olunmuşlardır. Onların anlattıklarına göre, Torlaklar ( Torlaques, Torlaguis) saç, sakal, kaş ve bıyıklarını kazıtmakta, baş­ larım beyaz keçeden bir külahla örtmektedirler. Yarı çıplak vücut­ la ve yalın ayak gezmektedirler. M ahrem yerlerini koyun veya keçi postuyla örtüp kışın sırtlarını ayı postu ile soğuktan korumak­ ta d ır la r245. H er iki seyyahın da Torlaklar hakkındaki intıbâları m enfidir. C antacasin’e göre bunlar çok kötü insanlar olup yeryü­ zü nde bunlardan daha fenasına rastlamak kabil değildir. Çünkü soygunculuk yaparlar ve aralannda homoseksüellik (sodomye) çok y a y g ın d ır248. M enavino bunların sürdüğü hayatın ancak hayvan­ lara mahsus olabileceğini belirttikten sonra, hepsinin okuma yazma bilm eyen ca hil ve kaba insanlardan ibaret olduklarını İleri"lürer"247. T orlaklar o nispette de kurnaz v e hîlekârdırlar. Gittikleri yerlerde cahil ve saf kadınları kandırıp el fallarına bakarak para sızdırdık­ larım seyyah kaydediyor. Bazan köylüleri, başlarına büyük bir fe­ lâket geleceğini haber vererek korkutmakta, sonra aldıkları para veya yiyecek karşılığı bu felâketi kendilerinden uzaklaştırdıklarını söylem ektedirler248. M enavino bütün bunları anlattıktan sonra, tıpkı D ervişler (Kalenderîler) gibi T o rlaklar’m da esrar kullandıkl a n n a dikkati çekiyor 249. " X V II. yüzyılda M . Baudier de, T orlaklar’m tıpkı postların taşıdıkları hayvanlar gibi pis ve kaba olduklarını ^belirttikten sonra, onların kılık kıyafetlerine dair hayli geniş tasvirlerde bulunur 250. D ah a sonra, T orlaklar’m yollarda rastladıkları zengin yolcuları soyduklarım , kadınların bazı zaaflarını kullandıklarım söyler251. M . Baudier ayrıca bunların devlete karşı bazı isyanlarda da fiilen görev aldıklarına dair uzun uzun m âlum at verir 252. 244 **• 217 îv>

Cantacasin, s. 224; Menavino, s. 59. Cantacasin, ss. 224-25. Menavino, s. 59. A .g.e., ss. 59-60. J“ A.g.e., s. 60. Ji0 Baudier, s. 196. A .g.e., s. 197. M A .g.e., »s. 199-200.


M ARJİN AL

S Û F ÎL İK :

^ L E N D E R ÎL E R

'•9

6. Şemsîler (jL-r) : Bu zümreye yalnızca Vâhidi’nin eserinde rastlanmaktadır. Onun ifadelerinden, tıpkı öteki K alenderi zümreleri gibi, saç, sa­ kal, bıyık ve ^kaşları kazınmış olan bu dervişlerin de Kalenderi o l­ dukları gayet açık bir şekilde anlaşılıyor. Bunlar siyah ve beyaz nemed giymekte, yalın ayak ve başlarında bir külahla dolaşmakta­ dırlar253. V âhid î, Şemsîler’in şaraba düşkün olduklarını vc çoğu zaman sarhoş gezdiklerini yazıyor254. Ona göre Şemsîler kendi­ lerini Şems-i T eb rîzî’ye nisbet etmektedirler 255. Ama o Şems-i T ebrîzî’nin kesinlikle onlar gibi olmadığını bilhassa vurgulamakta, bu yüzden_de Şemsîler’i kınamaktadır 256. Şemsîliğin hangi tarihlerde ve ne suretle teşekkül ettiğini ke­ sin olarak belirleyebilmek ve Osmanlı klâsik dönemi boyunca tarih­ çesini ortaya koyabilmek şimdilik mümkün görünmemektedir. Bu­ nunla beraber, ilerde ele alınacağı üzere, bu zümrenin gerek Şems-i T ebrîzî gibi yüksek seviyede bir Kalenderi şeyhinin tesiriyle, ge­ rekse A nadolu’da mevcut Kalenderîliğin Mevlevîliğin bir kesimi üstünde zam an içinde hasıl ettiği etkilerle doğup gelişmiş, Kalen­ deri niteliği ağır basan bir zümre olarak düşünülmesi yanlış olma­ yacaktır257. 7. Nîmetullâhîler

;) :

Nîm etullâhîliğin X V . yüzyılda İran’da Şah Nimetullah-ı V eli tarafından Ş îî e&ilimli bir Kalenderîlik şubesi Jıüviyetinde kurul­ duğuna daha önce temas edilmiş ve bu tarikatın X V . yüzyılda Ana­ dolu’ya nüfuz ettiği belirtilmişti258. Bununla birlikte, X V I. yüz­ yılda yalnızca K o ca Nişancı Celalzâde Mustafa’nın eserinde adına 253 254 255 258

Vâhidî, v. 74b. A.g.e., w . 74b, 77b. A.g.e., v. 76a. A.g.e., w . 77b-78a: “ Kutb-ı âlemüz ve güzîde-i benî Adem’üz dersiz, önünizi ol azîze, yâni Şems-i Tebriz’e rahmetullâhi aleyh nisbet idersiz ve kendünüze rif’at gösterirsiz. Ammâ öyle değilsiz. Ol kande siz kande bu sûret-i nâ-meşrû’ile ve bu sîret-i nâ-matbû’ile âna nisbet k a n d e ....” . 257 G ö lp ın a r lı, 100 Somda Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatler, İs ta n b u l 1969. s. 290.

258 Bk. yukarda ss. 47-48.


120

O SM AN LI ÎM P A R A T O R L U Ğ U ’NDA

rastladığımız bu zümre hakkında259, bildiğimiz kadarıyla Osman­ lı kaynaklarında hemen hiç bir bilgiye rastlanmamış olması düşün­ dürücüdür. Bu durum tarikatın fazla yayılma imkânı bulamamış olmasıyla olduğu kadar, dış görünüşteki benzerlik ve meşrep itiba­ riyle diğer Kalenderî zümreleriyle aynı kabul edilmiş olabileceği ile de yorum lanabilir. Biz bu zümre hakkında malumata, X V II. yüzyılda P. Ricaut’ mm eserinde de rastlamaktayız. Ricaut N îm etullahüiğin Osmanlı İ m paratorluğu’na N îm etullah adını taşıyan büyü k bir velî_tarafınd an I. Ç elebi Mehmed zamanında sokulduğunu kaydediyor k P 60, onun bu bilgiyi Jstanbul’da derlemiş olduğuna şüphe yoktur. Ricau t’nun övgüyle bahsettiği ve bir takım sözlerini eserin koyduğu bu N îm etullah, Şah Nîm etullah-ı V elî olmayıp, X V III. yüzyılda Bursalı İsmail Belîğ’in eserinde zikrettiği, Yıldırım Bayezid zama­ nında Em ir Sultan’la birlikte Buhara’dan gelen Şeyh Nîmetullah olm alıdır 261. Ricaut, N im etullahî dervişlerinin her pazartesi gecesi zikir meclisi düzenlediklerini, âyinler yapıp İlâhîler söylediklerini haber veriyor ve âyinlerini tasvir ediyor 262. * * *

Buraya kadar, X I V .- X V I I . yüzyıllarda Osmanlı İmparator­ luğum da mevcut m uhtelif Kalenderî zümreleri yalm zca kaynak­ lara dayanılarak tasvire çalışıldı. X V II . yüzyıldan sonra ise, artık ne O smanlı ne de jVvrupa kaynaklarında Kalenderî zümrelerinden bahsedildiğine rastlanmıyacaktır. Bunun sebebi, X V . yüzyılda K a ­ lenderîlik içinde_iyice belirginleşerek teşekküle başlayan, giderek gelişip yaygınlaşan ve özellikle Osmanlı merkezî yönetiminin des­ teğini arkasına alarak resmî korum aya da m azhar olan Bektaşî­ liktir. Bu_ devirde artık Bektaşîlik, devlet tarafından kovuşturulan öteki_J)ütün K alenderî zümreleri için emin bir sığmak teşkil etmekt e d ir .B u konuya ilerde tekrar dönülecek vTTcâJenderîÛkTe'Bekt^ ü ik Jlişkisi daha geniş boyutlarda ele alınacaktır. **• CeJâlzâde, v. 348 b. **• Ricaut, s. 455. 2,1 B e lîğ , s. 222. *•* Ricaut, ss. 457-58.


M ARJİNAL

SÛ F ÎL İK :

KALEN D ERÎLER

V - K A L E N D E R ÎL E R V E O SM AN LI (X IV -X V II. yüzyıllar) :

121

Y Ö N E T İM t

Anadolu’daki Kalenderi şeyh ve dervişlerinin Osmanlı Beyliği’nin teşekkül döneminde yönetim mekanizması ile ilişkilerinin, daha ziyade siyasî bir yaklaşım içinde ve müsbet başladığım söyle­ mek gerekir. Henüz oluşmakta bulunan bu genç devletin arazisi­ nin, Rum Abdalları denilen Babaî hareketi menşe’li Kalenderi şeyh­ lerini hem Moğol otoritelerinden kaçmak hem de rahat faaliyet gösterebilmek açısından cezbettiğine daha önce temas edilmişti, ibn Kemal X V I. yüzyılda bunu şöyle ifade ediyor: Mezkûr şehr-i meşhûra (Bursa) nîmet-i bî-minnet carî olıcak..... dervişler yaralarına merhem-i merhametten çâ­ re isteyü mâmûre-i mezbûreye geldiler.... bed-sîret ve mec’ ûl ve mahzûller şûrîde-hal ve âşüfte-misal abdallar sûretine girüb nâr-ı şöhrete iştiâl ve şerâr-ı îtibare intişar virüb her biri bir nahiyede iştihar buldı” 283. işte bu Kalenderi dervişlerinin Osman, Orhan ve Murad G azi’ler gibi ilk beğlerin maiyyetinde fetih hareketlerine katıldıklannı7T>eğlerin de bunların bu hizmetlerine karşılık zâviye açmalarına müsaade ettiklerini, hattâ bununla da kalmayarak bu zâviyeleri zengin vakıflarla güçlendirdiklerini biliyoruz. Bütün bunlar, ilk Osmanlı beğleri ile bu şeyhler arasında zımnî bir siyasî akit söz konusu olduğunu gösteriyor. Fuad Köprülü bu meseleden bahse­ derken, beğlerin bunlara yaklaşmalarım, ıslâmî inançların ve me­ selelerin inceliklerini kavrayamayacak kadar basit ve ümmî Türk­ men reislerinden ibaret bulunduklarıyla izah ediyor 284. Fakat ka­ naatimizce, ilk beğlerin, özellikle de Orhan ve M urad Beğler’in ger­ çekten bu derece basit şahsiyetler olduklarını kabul etmek zor ol­ makla beraber, öyle olsa bile bu, olayın yalnız bir yanı gibi görü­ nüyor. Asıl bundan ziyade, henüz kuvvetle yerleşmemiş bir siyasî otoritenin doğuracağı sakıncaları, bir ölçüde manevî ve dinî oto­ rite sahibi bulunan bu tür şahsiyetlerden yararlanarak ortadan kaldırmak; ayrıca da, her zaman için yapılan sebebiyle sosyal bir rahatsızlık unsuru olmaya elverişli bu zümreleri fetihlere yönlen­ direrek hazır güç olarak kullanmak ve nihayet böylece onlan yö283 İbn K e m a l, I I, 88-89. 264 K ö p rü lü , “ Anadolu’da İslâmiyet'', s. 403.


122

O S M A N L I İ M P A R A T O R L U C U ’N D A

netim yan ın d a^ tu tarak kontrol altında bulundurm ak gayesini göz önüne alm ak düşüncesiyle hareket edildiğini hesaba katmak daha doğru gibi görünm ektedir. A slın a bakılırsa, zaten ilk O sm anlı beğlerinin bu şeyhleri büs­ bütün kendi hallerine bırakm adıklarım da biliyoruz. M eselâ O r­ han G a z i’nin zam an zam an K a len d erîler’i teftiş ettirdiğine, her­ hangi bir karışıklık veya Ehl-i Sünnet dışı inanç ve tavırları halk arasm da yay m a gib i bir durum tesbit olunduğunda derhal beylik arazisinin dışına çıkarıldıklarına dair bazı kayıtlara rastlanmakt a d ır 265. H a ttâ kanaatim izce A b d al M usa’nın Bursa’daki zaviyesi­ ni terkedip önce D en izli, oradan da Elm alı yakınlarına gidip yer­ leşm esi, m uhtem elen böyle bir sımr dışı edilme olayı ile ilgili olm a­ lıd ır 266. K ısaca, O sm anlı D evleti’nin bu kuruluş döneminde yönetim çevrelerinin K a le n d eriler’e karşı tavrını, bir yandan bazı im tiyaz­ la rla o n la n devlet yan ın da ve yararına kullanm ak, bir yandan da m evcut toglum düzenini bo zm alan n a engel olm ak şeklinde özet­ leyeb iliriz. Bu siyasetin II. M ehm ed Fatih devrine kadar bu genel çizgiyi takip ettiğini söylem ek müm kündür. İstan bul kuşatması başladığı zam an, diğer tarikat m ensuplan a rasında K a le n d eri zü m relerinin d e, tıpkı kuruluş devrindeki gibi, ülkenin _ dört_bir y an ın dan kuşatm aya katılm ak üzere buraya gel­ diklerini O ru ç B eğ’den öğreniyoru z 2C7. F etihten hemen sonra, ş i m d i k i Sehzâdebaşı sem tindeki A kataleptos M an astm ’nın biz­ za t sultan ta ra fından z â v iy e olarak K a len d erlerce tahsis edildiği g ö rü lü r 258. Böylece, daha sonraki yıllarda sayılan artacak olan İstan bu l Kalenderhâne'lirinin ilki kurulm uş oluyordu. K laus K reiser’ in bir m akalesi, İstan bu l’ un fethine katılan K a len deri şeyhle­ *** M s l. bk.

A n o n im

Tevârih-i  l-i Osman, İ Ü . K ü tü p h a n e s i,

T ü rkçe Y a z ­

m a la r, n r. 2438. v . 42 b ; İb n K e m a l, I I , 90; a m c a bk. U z u n ç a rşılı, Osmanlı Ta­

rihi, I, 53 0 -3 1. A b d a l M u s a ’ nın

E lm a lı yöresin e yerleşm esin e k a d a r tak ip

ta fs ila tın a d a ir b k . K ö p r ü lü , “ A b d a l M u s a ” , T K , sa y ı:

ettiğ i yolu n

124, ss. 198-207.

2,7 O r u ç B eğ, s. 65. *•* M s l. b k . H â fız H ü se y in A y v a n s a r â y î, Hadtkatü'l-Cevâmi’ ,

İsta n b u l 1281,

I, 16 6; H a m m e r, I , 34, 11 0 ; O . N u ri E rg in , Türk Şehirlerinde İmaret Sistemi, İstan ­ b u l 1939, ss. 26-27. ®u K a le n d e r île r ’ e tahsis edilen ve Kalenderhâne ad ın ı alan b i­ n a n ın son rak i d u ru m u ko n u su n d a b k . N e ja t G ö y ü n ç , “ K a le n d e rh â n e C â m ii” , T D , 34 '1 9 8 3 - 1 9 8 4 ,, is, 485-94.


M A R J İN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

»23

rine yaln ız İstanbul içinde değil, taşrada da bazı zaviyeler tahsis edildiğini gösteriyor 269. Bununla beraber, bu olaylar imparatorluk arazisinde bizzat devlet eliyle K a le nderîler için açıları ilk ve belki son zaviyeler ol­ m aları bak ım ından ayrı bir önem taşırlar. Zira artık bundan sonra, bilebildiğim iz kadarıyla, m uhtelif semtlerde açılan Kalenderi za­ viyelerinin hiç biri m erkezî yönetim tarafından açılmış olmayıp, şu veya bu şekilde birer v ak ıf olarak kurulan ve yalnızca meşrui­ yetleri devletçe tasdik olunan Kalenderhâne'lerdi. Hattâ aşağıda gö­ rüleceği üzere, bilhassa_ IL _Bayezid ve K anuni Sultan Süleyman devirlerinde yeni_ Kalenderı_ zâviyeleri açmak bir yana, mevcut olanların d ahi ya kapatılm ası veya ıslâhı yoluna gidilecektir. O. N uri E rgin ’e göre II. M ehmed Fatih’in Kalenderiler’e böy­ le bir bina tahsis etmiş olması, onlara kıymet vermesinden değil, sayılarının çokluğu dolayısıyla “ hikmet-i Jıükûm et icabı” kendi­ lerine y er göstermek ihtiyacı y üzündendi 27°. Bu_doğru olmakla bcraber, hüküm eti n, her fırsatta toplum düzenini bozm aya eğilimli bu züm releri belli bir yerde denetim altında tutma endişesini de herhalde^ h esaba katm alıdır. II. M ehm ed F atih devrinde Osmanlı merkezî yönetimi ile K a len d erîler arasındaki ilişkilerin daha iyi anlaşılmasını sağlaya­ cak önem li kaynağım ız, Velâyetnâme-i Otman Baba'dır. Bu eser bize, bizzat K a len d erıler’in bakış açılarını yansıtması itibariyle, Osman­ lı resmî kaynaklarım da kontrol etme imkânını sağlamaktadır. B urada, O tm an B aba’ya tâbj zümrelerin yönetim çevreleriy­ le ilişkileri, eserin y a z a n olan K ü çü k A b d al’ın görgüye dayanan şehadetleriyle Jpize aktarılm aktadır. Eserde Otm an Baba ve abdalla n n ın V e ziriâzam M ahm ud Paşa ve bizzat II. Mehmed Fatih’le ilişkileri de naklediliyor. Esere bakılırsa, M ahmud Paşa ile pek_anlaşam ayan O tm an B aba ve dervişlerinin, sultanla giderek sıkı bir dostluk tesis ettikleri intıbâı u yan ıyor271. Ö yle ki, Otm an^Baba ®*® K . K re is e r, “ D e n iz A b d a l-E in

D erw isch un ter D rei

S u lt a n e n ’ , II

.\î

(Festschrift Andreas Tietze), 76 (1986), ss. 199-207. B u ra d a ad ı geçen D en iz A b d a l d a İ sta n b u l’u n feth in e k atılm ış önem li bir K a le n d e ri je y h i olm alıd ır ki. fetihten son ra - h e r h a ld e a y n ı d u ru m d a olan ötek i K a le n d e rî şeyh lerin e o ld u ğ u g ib i- k en ­ disine b ir z â v iy e a çılm ıştır (a.g.m., s. 201). 270 E rg in , a.g.e., a y n ı yerd e. 271 K ü ç ü k A b d a l, Velâyetnâme-i OB., w .

126 a vd.


124

OSM AN LI

İM I’ A R A T O R L U Ö U ’N D A

sultanın m anevî babalığını üstlenerek oıııı her liirlü kötülü k ve has­ talıktan him aye eden üstün bir şahsiyet du ru m u na yükselm ektedir. T ab iik i bu m eııakıbnâm enin versiyonudur. Buna rağmen, bazı sancak b eğleıi, uygunsuz d a vran dıkları, tenâsüh ve luılul inancım savundukları, ibadet yap m a d ık la rı şek­ lindeki ihbarlar üzerine sık sık gerek O tm an B aba, gerekse derviş­ leri aleyhinde dâvalar açm aktan geri kalm azlar. M eııâk ıb n â ye gö­ re, yine bu şekil bir ih bar üzerine E d irn e kadısı O tm a n B ah a ’ nın bazı miiridlerini tutııklattırm ıştır. Ö y le gö rü n ü yor ki, meselenin ciddiyeti üzerine olsa gerek, bizzat şultanın da bir ferm an gönde­ rerek O tm an B aba’yı dalvi tutuklattın]) İstan b u l’a yollanm asını em rettiği müşahede olunuyor. Bir öküz arabasına bin d irilerek Edir­ ne’den başkente yollanan O tm an Baba, rivayete göre sultanın rü­ yasına girerek kendisini korkutur ve hatâsını yüzün e vuru r. Bu riiyâ üzerine, ülem ânın şiddetli itirazlarına rağm en O tm a n B aba vc dervişleri serbest b ıra k ılıra72. Söz konusu eserde bulunan daha pek çok parça, O tm a n Baba ve abdallarının gittikleri şehir ve kasabalarda, m ah a llî yönetim çevreleri taralından hiç te hoş karşılanm adıklarını, sık sık takibata m âruz kaldıklarını gösterdiği gibi, yiııc dc fazla bir baskıya tâbi tutulm adıklarım , çünkü bu tâkibatın ülem ânın baskısıyla icrâ edil­ mekte olup genellikle ciddî sonuçlara yol açm adığım d a gösterm ek­ tedir. H er hâlü kârda, II. M ehm ed F atih devrinde K a le n d e rîle r’e m üm kün olabildiğince müsait davram lm akta olduğun u , bu sûretle onların yönetim le ilişkilerinin sertleşmeden sürdürülm esine çalı­ şıldığım söyleyebiliriz. Böylece, I. M ehm ed Ç elebi zam anında (14 13 -14 2 1) Ş eyh Bcdru’d-D în vc T o rla k K em al isyanları dolayısıyla u ğratıld ıkları baskı vc takibat istisıuı edilirse, O sm anlı yönetim inin hiç olm azsa II. Ba­ yezid devri başlarına kadar K a len d erîler’e karşı genellikle ılımlı bir siyaset uyguladığını kabullenm ek gerekiyor. II. B ayezid devri ise bu ılım lı siyasetin tersine döndüğü bir dönem i belirler. Görünüşe göre bu değişime II. B ayezid ’e karşı düzenlenen bir ^u i kas t olayı sebep olmuş gibidir. Bu olay, sultanın 1492 yılın ­ daki A rnavutluk seferi esnasında vukû bulm uş olup, o devri anlatan wa A.g.e., vv. 14a b-169 tıyla anlatılmaktadır.

b. Burada olay çok u/un bir şekilde bütün tafsilâ­


M A R JİN A L

S Û I'ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

^ lay

bütün vekâyinfııneler bundan bahsederler. Rivayete göre, ulaşmayan bu suikast teşebbüsü, bir Kalenderî (veya Hay­ dar!, Torlak) taralından gerçekleştirilmek istenmiştir 873. Bu teşeb­ büsün doğurduğu tedhiş hâleti rûhiyesi içinde sultan olayı tahkik ettirmiş, ve sonunda Otm an Baba dervişleri suçlu bulunarak idam olunmuştur. Ancak bununla yetinmeyen sultan, muhtemelen etralindakilerin de telkinleriyle Rumeli topraklarındaki bütün K alen­ derî dervişlerinin bir cez;\ olarak Anadolu’ya sürülmelerini emret­ miştir a7J. Böylece Rum eli’de gerçek anlamda bir “ Kalenderî A vı” başlamış ve ele geçirilenler Anadolu’ya sürgün edilmiştir. lu m e n

h ed efin e

II. Bayezid’in Osmanlı topraklarında Rum eli yakasında gi­ riştiği bu harekâtın bir benzerini dc aynı devirde İran’da Akkoyun­ lu hükümdarı U zun Hasan’ın gerçekleştirdiğini, bizzat II. Bayezid’e yolladığı bir mektubundan anlıyoruz. U zun Hasaıı bu mek­ tubunda, İran’daki Kalenderî vc Haydarî dervişlerini te’dip etti­ ğini, işledikleri bazı kötülük vc hareketlere son vermek sûrctiyle memleketini onların şerrinden kurtardığını bildiriyordu 274. X V I . yüzyıl başlarından itibaren Osmanlı merkezî yönetim i­ nin K alenderîler’e karşı sertleşmesinin belki daha önemli bir başka sebebi ise, kanaatimizce Anadolu’da bu sıralarda baş gösteren ŞîîSalevî propaganda olmuştur. Bu propagandanın başlangıç tarihi, bilindiği üzere 1500’lü yıllar dolaylarıdır. Şah İsmail’in İran’da bu tarihlerde resmen Safevî D cvlcti’ni kurmasını müteakip, A na­ dolu’ya yolladığı halifeleri aracılığıyla başlattığı propaganda ile, Osmanlı merkezî yönetiminin Kalcndcrîler’c karşı giriştiği sert a,s Bu konu aşağıda

geniş olarak clc alın acak v c ilgili referanslar d a

vcrilcccktir. 274 Şim dilik bk. K issling, ledilen

ayrıca

orad a

s. 13’tcki Menâkıb-ı Sultan Bâyezid Han'dan n a k ­

m etin, v v. 35B-36b: “ V e taraf-ı p âdişâh îden em ir vârid oldı ki R u m ili’ nde ne k ad ar b id ’ at Abdal v c Işık vc nâ-hak-gû zin d fk la r v ar ise teftîş o lu n u b se r'ile K ü fü r söyleyenlerin hakların dan geline d eyü E d irn e kadısı İsa F a k ih n a m k ad ıya hitâben hüküm sâdır olub M ev lâ n â İsa F ak ih d a h î h ü k m -i h ü ­ m âyû n m ûceb ince teftîş id ü b Osman Dede Dervişleri'nden bir k a ç ın ı g c türü b E dim eV le ber-dâr ildiler. B âk î derviş tâyifesiıı A n a d o lu ’ y a s ü r­ d ü le r” . bk. S ola k zâd c, s.

304.

a,& Bk. Tâcizâde Sa'dt Çelebi Münşeâtt,

ıışr. N e cati L u g a l-A .

S a d ık E m , İs­

tan bul 1956, s. a8 ; K rş. O . T u ra n , Doğu Anadolu Türk DevletUri Tarihi, s. 3 27.


O SM A N L I İM P A R A T O R L U Ğ U M D A

politikanın aynı zam ana rastlaması bizcc bir rastlantı olmamalı­ dır. X V . yüzyılın ikinci yarısından itibaren Anadolu’da yoğun bir faaliyet gösteren vc kısa zam anda Rum eli’ye sıçrayan Hurûfîlik cereyanı ile temasa geçen Kalenderî zümrelerin, zaten resmî ide­ olojiye, yani O sm anlı Sünnîliğine m uhalif olmaları, hiç şüphe yokki, Ş îî-S afcvî propaganda için çok uygun bir zemin oluşturuyor­ du. Ü stelik II. B ayczid’in sıkı takip siyaseti dolayısıyla artık mer­ kezî yönetim in resmen kendi aleyhlerine döndüğünü anlamış bulu­ nan K a len d erîler’in, kendilerine yeni bir siyasî dayanak aram a­ ları kadar tabii bir şey olam azdı. Bu da onları Safcvî yandaşlığına itmiş olm alıdır 270. Bu sebeple, II. Bayczid’in K alen dcrîlcr’i 1492’ dc A n ad olu ’ya sürdürmesinin, hiç te isabetli olmadığı, bir on yıl sonra ortaya çıkıyordu. Z ira böylece Safcvî propagandası Anado­ lu ’da kendisiyle işbirliği yapm ağa hazır, küçümsencmiyecek sayıda bir kitle bulmuş oluyor, ayrıca buradaki K alenderî zâviycleri~de hazır propaganda üsleri haline geliyordu. G erçekten de artık X V I . yüzyıldan itibaren Osm anlı vekâyînâm e ve belgelerinde, K alen d erîler’in ŞîîHk vc Safevîler’lc ilişki­ lerini vurgulam akta olup, daha öncelcri rastlanmayan ifade ve de­ yim lere sık sık tesadüf edilmektedir. “ Ehl-i bid’at bî-mezheb Işıklar” , “ Ehl-i Ra/z” , “ Ehl-i Ilhad” , “ Tâyife-i Kalenderân-ı Râfıziyan” ve “ Tây ife-i Râfızıyye” benzeri ifadeler bunun açık örnekleridir 277. H at­ tâ bazı gayrı resmî kaynaklarda bile, K alen d erîler’in Safevî taraf­ ta n olduklarını açıkça belirtm ekten çekinmedikleri dile getirilmek­ tedir. M eselâ A ziz M ahm ud H ü d â y î’nin Tezâkir-i Hüdâyî başlığı altın da toplanm ış eserinde m evcut “ Işık tâyifesi vc anlarun habâseti vasfolunmaz. H er dâyim K ızılb a ş’ın zuhûr ve intişarın temennî iderler idi. E l­ h am d ü lillah aksi oldu ve hâlâ H akk ancalar olm az. Y i­ ne fursat Ş â h ’undur dirler.” cüm lesi, bunun iyi bir örneğini teşkil eder 278. H iç şüphesiz, O sm anlı m erkezî yönetim inin, K alen d erî züm ­ relerinin bu tavırlarını m üsam aha ile karşılaması, hele İran ’la sü­ rekli m ücadelelerin kısa aralıklarla sürüp gittiği X V I . yüzyılda m

K r ş . K ö p r ü lü , “ A b d a l” , T H E A ., s. 36.

877M s l. bk. N işa n cı, ss. 2 3 3 -3 8 ; 15 6 7

ta rih li 878 B k.

b elge

ve d a h a

A h m c d R e fik ,

“ R ûfıztlik" , s. 40 -taki 975/

b aşka la rı.

Tezâkir-i Ilüdâyi, S ü le y m a n iy e (F a tih ) K t p ., nr. 25 7a, v. 89 a.


M A R J İN A L

S Û F iL İ K :

K A L E N D E R ÎL E R

buna göz yum m ası elbette düşünülem ezdi. Bu yüzdend ir ki, K a ııû ııi Sultan S üleym an ve d a h a sonraki hüküm darların dönem leri, bu y ü zyıl bo yun ca K a len d erîler üzerindeki sıkı kontrol vc baskı siyasetinin dah a da fazlalaştığı, onlar açısından ise, O sm anlı D evleti’ nin kuruld uğu gü nlerden beri yaşadıkları en talihsiz bir süreç olarak dikkati çeker. Söz konusu dönem in kayn akları bu tesbiti ga yet açık bir şe­ kilde yan sıtm akta, özellikle arşiv belgeleri bu konuda bir hayli il­ ginç m alzem e ih tiva etm ektedir. Bunlara bakıldığı zam an, O sm anlı m erkezî yönetim inin, im paratorluk dahilindeki hemen bütün K alen d erî zaviyelerin e karşı göz açtırm ayan bir denetlem e vc bas­ kı kam panyası başlattığım , bu ralarda yaşayan K a len d erî zü m re­ lerini iyice sıkıştırdığını görm em ek kabil değildir. Bu belgelerden anlaşıldığı k adarıyla, en çok R u m eli’de V a rn a ve Selânik sancak­ larında, Rodos adasında; A n ad o lu ’da da D enizli, A fyon ve özel­ likle Sultanönü (Eskişehir) sancaklarında yoğunlaştığını m üşahe­ de ettiğim iz bu baskı ve takip siyasetinin temel sebebi, K a le n d e rî­ ler’in, O sm anlı yönetim inin ana ideolojisi olan Ehl-i Sünnet ve Ce­ mâat m ezhebine aykırı inanç vc hareketleri olm aktadır. M eselâ bel­ gelerde “ Şer'i Şerif'e ve D în-i İslâm'a muğâyir bâzı kelimât itmek” 27B, “ Ehl-i Sünnet ve Cemâat mezhebi üzre olmayub hilâf-ı şer' vaz’ üzre ol­ m ak"290 veya “ Rafz u ilhâd üzre olmak"291 gibi suçlam aların yan ın ­ da, “ Şarap imal idüp satmak ve içmek"192, “ Şeyhlerinij^eygamber ilân itmek"-, “ Müslüman mezarlıklarına Yezîdler makberesi d i m e k “ M üs­ lümanların namaz kılmalarına engel olmak" ve “ Câhil halkı dalâlete sevk itmek” gibi 283 fiilî bir takım suçların da yer alm ası bunu gösteri­ yor. Y a p ıla n tahkikat sonunda bunların gerçekten işlendiği an la­ şılırsa, K a len d erîler’in hemen cezâlandınlm ası yolu n a gidilm ediği, bir daha rafz u ilhâd'a dönm eyip “ evkat-ı hamseye müdâvemet” şartıy­ 279 M sl. bk. A h m e d R e fik , a.g.m., ss. 34-35’ teki J559 tarih li b elg e m etni. 280 M sl. b k . a.g.m., ss. 35-3 6’d a k i

10 S a fc r

ge m etn i. 281 M sl. bk. a.g.m., ss. 5 0 - 5 i’deki 15 S afer

12 M u h a r re m 9 6 7 /14 E k im

96 7/11 K a s ım

1559 ta rih li b e l­

9 8 0 / 2 8 M a y ıs

1572 ta rih li b e l­

g e m etni. 282 M sl. bk. a.g.m., s. 3 7 ’deki R e b îu le v v e l 9 6 7 /K a sım ni.

1560 ta rih li b e lg e m e t­

283 M sl. bk. a.g.m., ss. 38-39’d a k i 15 S a fc r 975 / 2 1 A ğ u sto s ge m etni.

156 7

t a r ih li b e l­


128

O S M A N L I İM P A R A T O R L U Ğ U M D A

la yerlerin de bırakılm aların a izin verildiği gözlenm ektedir 284. Bu­ n u n la birlikte, bu şa rtlan kabule yanaşm ayanlar veya kabul ettik­ leri halde u yg u la m a y an la r olursa sürgün ve hapis cezasına çarptın ld ık ları, yin e belgelerden anlaşılm aktadır285. N işan cı M eh m ed Paşa da tarihinde, K a n û n î Sultan Süleym an’ ın K a le n d e rî zâ viyelerin i teftişe tâbi tutturduğunu, bunun sonunda “ferîk -i zindîk Işık tâyifesi” n d tn pek çok mülhid’’ in zâviyelerden sü­ rü lü p çıkarıldığım ve m u h telif kalelerde hapsedildiğini bildirmek sû retiyle belgeleri d o ğru la m a k tad ır286. K a le n d e r î zaviyelerin de X V I . yüzyılın ortalarından itibaren girişilen bu tem izlik hareketinden nasibini fazlasıyla alan, Sultan­ önü sa n ca ğın d aki S eyyid G a zi Zâviyesi olmuştur. D önem in kayn a k la n n d a n  şık Ç e le b i’nin tezkiresine göre, “ bir dâr-ı fısk u dalâl olup her yerden anası atası azarlamış battallar ve işden kaçub Işık olmuş pösteki ( .............. ) abdallar” m toplandığı bu büyük zâviye 287, K a ­ le n d e rîle r’in A n ad o lu ve R u m eli topraklarındaki en baş m erkeziy­ di. Bu^ sebeple^ bu rasım K a lend erîler’den kesin olarak tem izlem eye k a ra r veren m erkezî yön etim in , bu kararı Seyyidgazi kadısı M us­ ta fa b. H aşan vasıtasıyla u yg u la m a ya koyduğu müşahede ediliyor. S o n u n d a 1580 yılın d a, Tarîk-i_Ehl-i Sünnet jve_Cemâat'ı takibe razı o la n la n n dışında k a lan lar tutuklan arak K ü ta h y a kalesine Jıapsedilm iş ve zâ v iy e b ir m edrese haline getirilerek bir “ Dârü’ t-Tâlîm-i ilm -i dîn” 288 olm uştu. B öylece, A n ad olu S elçu klu lan zam anından beri yak laşık ü çyü z yıldan_ fazla bir süredir K a len d erîler’in en bü­ y ü k m e rk ezi rolün ü üstlenen S eyyid G a zi Z âviyesi 289, yeni bir kim ­ lik le m e v cu d iy e tin i sürdürm eye çalışacaktı. 284 M s l. b e lg e

bk.

a.g.m ., s. 3 i ’d 3 k i 23

R a m a z a n 966/29

H a z ir a n

1559

tarih li

m e tn i.

285 M s l.

b k . B a ş b a k a n lık

O s m a n lı A r ş iv i, 5 Numaralı

Mühimme Defteri, ss.

4 79 -4 8 0 . B u r a d a , y a k a la n a n Işıklar’m R o d o s k a lesin e sü rg ü n e d ild ik le ri b ild iriliy o r. 284 N iş a n c ı, “ M in

ss.

2 3 7 -3 8 :

b a ’d

d iy â r - ı

O s m a n iy e ’ d e k a r a r

itm e s ü n le r

d e y ü b u y u ru lm a -

ğ ın z â v iy e le r d e v e h â n ik a h la r d a b u lu n a n mülhidler’ı sü rd ü le r ç ık a r d ıla r ” . 287 Â ş ık v.

Ç e le b i,

Meşâiru’ş-Şuarâ,

17 5 a. 288 M s l. b k . y u k a r d a 2 7 9 n o lu

Şakayık, İ s t a n b u l

12 68 ,

fak s. nşr. M e re d ith -O v v e n s , L o n d o n

19 7 1,

n o tta g ö s te rile n b e lg e ; a y r ıc a b k . A t â y î, Z ^ ~ *

I, 56.

289 S e y y id G a z i Z â v iy e s i’ n e d a ir şim d ilik F a r o q h i, Der Beklaschi-Orden in Anatolien, W ie n

b k . H a s lu c k , Christianity, II, 7 0 4 -11 ; 19 8 1, ss. 8 0 -91. B u

z â v iy e ilerik i

b ö lü m d e g e n iş o la r a k e le a lın a c a k v e asıl re fe ra n sla r o r a d a v e rile c e k tir.


M A R JİN A L

S Û F ÎL ÎK :

K A L E N D E R ÎL E R

ıa g

B u n u n la b irlik te, b a zı arşiv belgeleri, sürgünden kurtulup ge­ len Işık la r’ın za m a n za m a n za viy e y i ele geçirerek burasım yeniden eski h a lin e getirm e y e çalıştıkların ı gösteriyor. Bunlar v ak ıf m alları­ nı k en d ilerin e h a rc a y ıp câm iin harap olmasına ve medresenin iş­ lem ez h a le gelm esine seb eb iyet verm işler, hattâ eskiden olduğu gi­ bi serkeşliğe b aşlam ışlardır 290. A n ca k bu gibi durum lar fazla sür­ m emiş, çok geçm eden burası bir B ektaşî zâ viyesi olm ak süreriyle yenid en d e v let kon trolü n e girm iştir. K ıs a c a d iy e b iliriz ki, X V I . yü zyıl boyunca O sm anlı m erkezî yön etim in in K a le n d e r î zü m relerin e uyguladığı siyasetin hareket nok­ tası, za ten başın d a n beri E hl-i Sünnet inançları dışında bulunm aları y ü zü n d en za m a n za m a n yönetim eTcarşı çıkm a eğilim ini saklam ayan bu m u h a lif ve m a rjin al zü m relerin , Ş îî-Safevî propagandasına pa­ ralel o la ra k siyasî tercihle rini O sm anlı yönetim ine karşı kullanması ve sık sık to p lu m jd ü z e n in i bozma_ eğilim ine girm esidir. Bu durum ­ da m erk ezî y ön etim in bahis k onusu y üzyılda K a len d erîler’e karşı bütün ta v ır la rın ı, genelde S afev î propagandasına u yguladığı sön­ dürm e p olitikasın ın b ir parçası şeklinde değerlendirm ek belki daha doğru o la c a ktır. Bu sebeple y u k a rd a bahsi geçen tedbirlerin aslın­ da b ir sünnîleştirme siyasetinden ib aret bulunduğunu unutm am alı­ dır. Y u k a r ıy a a ld ığ ım ız, arşiv belgelerinde sı_k tekrarlanan “ Rafz u ilhâdı terkettirip E hl-i Sünnet ve Cemâat mezhebine döndürme” ve bunun göstergesi olan “ Evkat-ı hamseye müdâvemet” i sağlam anın am acı bun­ dan _ibaretti. Son uç olarak , X I V . - X V I I . y ü zyıllar boyunca K alen d erîler’le O sm anlı m erk ezî yön etim i arasındaki ilişkileri,_ dah a başından beri ana h a tla rı belirlen m iş b ir siyasetin kesin tavrı değil, devletin gelişme süreci ile değişen siyasî şartların gereğine göre değişkenlik göste­ ren bir p o litik a o lara k düşünm ek gerektiğini söylem eliyiz. VI -

K A L E N D E R ÎL E R , H A L K A N A R Ş İK O L A Y L A R :

H AREKETLERİ

VE

D a h a önce giriş bölüm ünde de özellikle v urgulan m aya ç alı­ şıldığı ü zere, K a le n d e rîlik d aha teşekkül ederken ortodoks tasavvufa_ve top lum n izam ın a karşı bir m uhalefet, bir tepki tem elinden 290 S a fe r 98 1/21

B a ş b a k a n lık O s m a n l ı A rşiv i, 22 Numaralı H a z ir a n

157 3 ta rih li b e lg e m etn i.

Mühimme D efleri, s. g o ’ d a k i 20


130

O S M A N L I î M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

y o la çıktığı için, yapısı da buna^göre m arjinal bir nitelik kazanmış­ tır. işte K a le n d e rîliğ in bu karakteri, kendi tarihî gelişme süreci b o y u n ca sık ^ ık bir takım halk hareketlerinde yönetime_Jcarşı rol a lm ak süreriyle kendini göstermiştir. G erçekten de, dah a A n ad olu Selçukluları devrinden itibaren A n a d o lu ’d a m eydan a gelen bazı siyasî, sosyal ve İktisadî kargaşa dön em lerind e K a le n d e rî züm relerinin bir takım ayaklanm alara v e h areketlere k atıldıkların ı görürüz. 1240 yılındaki B abaî isyanı, b u gü n k ü b ilgilerim ize göre A n ad o lu ’da K alen d erî zümrelerinin k a tıld ık la rı ve hattâ teşkilatlanm asına önayak oldukları_ilk ayak­ la n m a hareketidir. Kalenderîler^in bu olaydaki rollerine dikkati ilk ç e ken, F. ^ K öprülü o lm u ştu r29^. " ’ O rh a n G a zi zam an ın d a sebebiyet verdikleri bazı ufak tefek hâdiseler istisnâ edilirse 292, X V . yüzyılın ilk çeyreğine kadar K a ­ l en d e rîler’in k atıldıkları _başka bir hareket bilm iyoruz. A m a 1416 (ya h u t 1420) yılın d a vukû bulan ünlü jîe y h Bedru’d-D în isyanı, B a b a île r isyan ından sonra K a len d erî züm relerinin (bu defa Tor­ laklar) d ü zen leyip yönettikleri ikinci büyük ayaklanm a hareketi­ dir^93. B iz b u ra d a olayın yaln ızca bu yönüyle meşgul olacak, is­ y a n ın tarihçesini, sebeplerini ve safhalarını araştırm ayacağız. 291 K ö p r ü lü ,

“ Anadolu'da İslâmiyet” , s. 302.

292 B k . y u k a r d a s. 122. 293 B ilin d iğ i ü z e re Ş e y h B e d r u ’d -D în ve isyan ı h a k k ın d a b u g ü n e k a d ar ol­ d u k ç a fa z la s a y ıd a - a m a t ö r v e p ro fe s y o n e l- ara ştırm a y a p ılm ış b u lu n m ak tad ır. T ü r k i y e ’d e

19 60 ’h v e

19 70 ’li y ılla r d a y a y ın la n a n am a tö r ve id e o lo jik m aksatlı

M . Ş erefed d in (Y a lt k a y a ) ’n ın Sımavne Kadtsıoğlu Şeyh Bedreddin (İ s ta n b u l 13 4 0 -19 2 4 )’in d e n , A . G ö lp ın a r lı’n ın a y n ı ad ı taşıya n (İs­ t a n b u l 19 6 6 , Sunama Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin)'in e k a d a r v e on d a n son ra b a z ı araş­ sa th î

y a y ın la r istisn â

ed ilirse,

t ır m a la r y a y ın la n m ış tır . T ü r k iy e d ış ın d a ise, b a z ı eserlerde m eseleye sık sık tem as o lu n m a k la b irlik te , m ü s ta k il ç a lış m a la r a ra sm d a ö zellik le F ra n z B a b in g e r’in “ Sc-

hejh Bedr ed-din, der Sohn des Richters von Simav" (D er İslam , X I (1 9 2 1), ss. 1-106) a d lı h a c im li m a k a le s iy le , E rn st Y V ern er’in “ Haresie, Klassenkampf und religieuse To-

Uranz in eitıer Islamich-christlichen Kontaktzione: Bedr ed-din und Börklüze Mustafa” , £6', (1 9 6 4 ), ss. 2 2 5 -76 ) is im li ara ştırm a sın ı v e bilh assa N e d im F ilip o v iç ’ in Princ Musa i Şeyh Bedreddin (S a r a je v o 1 9 7 1) a d lı h a c im li k ita b ım m u tla k a zik retm ek g e­

X II/ı

rekir.

Şeyh

B e d r u ’d - D în

v e fik ir le r i, d a h a so n rak i d e v irle rd e O sm a n lı düşünce

Osmanlı İmparatorluğu'nda Resmî İdeoloji ve Buna Muhalefet Meselesi ( X V .- X frII. Yüzyıllar) is m iy le y a y ın la m a k n iy e tin d e o ld u ğ u m u z m on o­ h a y a t ın d a k i e tk ile r i,

g r a fid e

g e n iş

o la r a k

e le

a lın m a y a

ç a lış ıla c a k tır.


M A R JİN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

«3 i

O laydan bahseden kaynaklara baktığımızda, hem A ydm ’da Börklüce M ustafa ve M anisa’da Torlak Kem al tarafından yöne­ tilen ayaklanm aların, hem de bizzat Şeyh Bedru’d-D în’in Dobruca’da teşkilatlayıp fiiliyat sâhasına intikal ettirdiği isyanın geniş çapta K alenderîler’le alâkalı bulunduklarını görürüz. Şeyh Bed­ ru’d-D în’in T orlaklar’la ilk teması, İznik’ teki ikameti esnasında olmuştu. Kendisi o sıralarda I. Çelebi Mehmed tarafından burada ikamete mecbur tutulmuştu. Torunu Halil b. İsm ail’in yazdığına göre, muhtemelen, -sonradan halifesi de olacak o lan - Torlak K e ­ mal’in başında bulunduğu bir Torlak zümresi Şeyh Bedru’d-D în’ le burada ilişki kurmuştu 294. Osmanlı kaynaklarının belirttiğine göre ayaklanm ayı ilk baş­ latan Börklüce M ustafa olmuştu. Kendisi A y d ın ’da K araburun mıntakasında ayaklandı 295. O ruç Beğ’e bakılırsa, Börklüce M us­ tafa kendini mehdî ilân etmişti. O laylara çağdaş Bizans tarihçisi Dukas’m onun müridlerine dair bize verdiği bilgiler, bunların “ya­ lın ayak başı kabak''’ K alenderî dervişleri olduğunda şüphe bırakm ı­ y o r 296. M üslüm anlarla H ıristiyanlar’ın eşit olduğunu, m ülkiye­ tin ortak olması gerektiğini savunan Börklüce M ustafa (Dede Sul­ tan) Z97, Şehzâde M urad idaresindeki Osmanlı kuvvetleri tarafın­ dan kıstırılarak öldürüldü 298. Hemen bütün kaynaklar, bunu du­ yan Şeyh Bedru’d-D în ’in, tzn ik’i aniden terkederek îsfendiyaroğulları’nın topraklarına sığındığını, oradan K aradeniz’i geçip Erdel üzerinden D ob ru ca’ya gittiğini y a z a rla r2" . İşte tam bu sırada Manisa yakınlarında da T orlak K e m al ve müridleri isyan etmiş­ lerdir. Aslen bir Y ah u d i mühtedîsi olduğu rivayet edilen bu zatın iki bine yakın torlağı yönettiği söylenir300. Fakat bu isyan da ba­ şarıya ulaşamamış, m üridleriyle birlikte yakalanan T orlak K em al, idam olunmuştur. 294 Bk. yu k a rd a d ip n o t: 198; b u kon u d a a y rıca bk. C o lin Im b c r, “ T h e w a n dering dervishes” , Proceedings o f the Easlem Mediterranean Seminar, U n iv e rs ity o f M a n c hester 19 77-19 78 , M an ch e ster 1980, s. 45. 295 O ru ç B eğ, s. 4 3 ; Â şıkp a şa zâd e, s. 9 1 ; N eşrî, I, 146. -D® D u kas, Bizans Tarihi, çev. V I . 297 A.g.e., s. 17.

M irm iro ğ lu , İstan bu l

1956, s. 68.

298 O r u ç B eğ, s. 44; Â şıkp a şa zâd e, ay n ı y e rd e ; N e şrî, I, 14 6 ; I m b e r, s. 46. 299 O ru ç B eğ, ss. 44-45; Â şıkp a şa zâd e, s. 92 ; N eşrî, a y n ı y e rd e. 300 O ru ç B eğ. s. 44.


132

O S M A N L I Î M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

O esnâda D o b ru ca ’da bulunan Şeyh Bedru’d -D în ’in doğruca m eşh u r S a n S a ltık Z â viy e si’ne gittiği biliniyor. Onun, başlatacağı isya n için burasım üs olarak seçmesi kanaatim izce bir tesadüf değil­ di. Z ir a zâ v iy e u zun zam and an beri D ob ru ca’daki K alen d erîler’in, y a ni Işıkla r ’ın m erkezi i d i 301. Şeyhin kendine taraftar toplam ak iç in y a p tığ ı p ro p ag an d a lard a geniş ölçüde bu Işıklar’dan yarar­ la n d ığ ım , en hararetli taraftarlarının da onlar olduğunu biliyoruz. X V I . y ü z y ıla geldiğim izde, yine K alen d erîler’in kalabalık sa y ıd a k a td d ık la n m gördüğüm üz üç büyük isyan hareketi daha ö n ü m ü ze çık ıyor: B un lardan ilki, II. Bayezid devrinde vukû bulan Ş ah k u lu (veya Şeytankulu) isyanı, İkincisi Bozuklu C elal ayaklan­ m ası, üçüncüsü ise K a n û n î Sultan Süleym an devrindeki Şah_ K a ­ le n d e r hareketidir. B ilin d iği üzere, O sm anlı İm p aratorluğu ’nun A n ad olu top­ ra k la rın d a S a fev î propagan dası başladığı zam an, Şah İsm a il’in ha­ lifele ri özellik le y a n göçebe ve köylü^ reâyâ arasında faaliyet gös­ teriy o rla rd ı. B un lardan biri olan, Şahkulu Baba Tekeli^ lâkabıyla ü n lü, T e k e li aşiretine m ensup ~bır~T ürkm en babası, 1 5 1 1 yılında o ld u k ç a geniş çap lı bir isyan çıkardı ve bu isyan kısa zam anda ya­ y ılm a istid ad ı gösterdi. B izi burada ilgilendiren husus, isyam n ne­ d en v e ne sûretle çıkıp geliştiği meselesinden çok 302, olayda T o r­ la k la r ’m ro lüdür. Bu kon uda O sm anlı kaynaklarında rastlam adı­ ğ ım ız b ilg ile ri bize M . B audier veriyor. O , eserinin T o rla k la r’a a yrılm ış bö lü m ü n d e Ş ah kulu isyanından uzun u zad ıya söz etmek­ te, ö zellik le T o rla k la r’ın bu isyandaki faaliyetlerinden bahiste bu­ lu n m a k ta d ır. O n a göre Ş ahkulu, A lla h ’ın gökten kendisine semavî b ir k ılıç in d ird iğ in i, bu n un la İlâhî iradeyi gerçekleştireceğini, Osm a n lı su lta n ı B a y e z id ’in son günlerini yaşam akta olduğunu hali­ fele ri v âsıtasıy la p ro p ag an d a ediyordu. H er kim kendine karşı ge­ lirse se m a v î k ılıc ıy la h a y atın a son verecekti. O n un bu sözleri hem 301 A h m e d

R e f ik , ss. 23-24.

*°* B u is y a n h a k k ın d a b k . H o c a S â d ü ’d -D în , III,

4 3 6 -3 8 ; A h m e d

III, 1 6 2 -1 8 1 ;

M ü n e c c im b a ş ı,

R e f ik , ss. 25 -2 6 ; Ş e h a b e d d in T e k in d a ğ , “ Ş a h K ulu B ab a

T e k e l i İ s y a n ı” , B T T D , s a y ı: 3-4, A r a lık 19 6 7 -O c a k 1968, ss. 34-39, 54 -5 9 ; H an n a S o h r w e id e , “ D e r S ie g d e r S a fa v id e n in P e rs ie n ...” , Der İslam, X L

(19 6 5 ), ss.

1 4 5 -5 8 ; F a r u k S ü m e r , Safevî Devleti’nin Kuruluş ve Gelişmesinde Anadolu Tiirkleri'nin

Rolü, Ankara 19 7 6 , ss. 3 2 -3 4 ; J e a n -L o u is B a c q u d -G ra m m o n t, Les Ottomans, Les Safavides et Leur Voisins, İ s ta n b u l 19 87, ss. 26-29.


M A R J İN A L

SÛ F ÎL ÎK :

K A L E N D E R ÎL E R

133

K ızılb aş T ü rk m en ler’i hem de geniş çapta Torlaklar’ı etkilemişti. Bu yüzden onun emrine girdiler ve ayaklanm aya katıldılar303. Sonuçta O sm anlı kuvvetleri uzun mücadeleden sonra, kendileri­ nin de ağır k ayıp lar vermesi pahasına Şahkulu’nu yenerek İran’a kaçırm ışlardı. T o rla klar yakalanm ış ve II. Bayezid’in hışmından kurtu lam ıyarak cezalarını hayatlarıyla ödemişlerdi 304. O sm anlı kayn aklarında geçmeyen, M. Baudier’nin verdiği, bizim açım ızdan önem li olan bu teferruatın hangi kaynaklardan alınarak olaydan yaklaşık yüz yıl sonra kaydedildiği bizce meçhul olm akla beraber, bize iyi bir malzeme sunduğunu itiraf etmeliyiz. Bozoklu C elal isyanına gelince, lâkabından da anlaşılacağı gibi, Bozok m ıntakasında yaşam akta olan bir K alenderî şeyhinden başka biri olm ayan bu zat, Şah V e lî lâkabıyla isyan ettiği için Osm anlı kayn aklarınd a her iki şekilde de anılır. Kendisi isyana karar verdiği zam an B ozok’tan kalkıp T okat taraflarına gitmiş, burada bir m ağarada u zun ca bir m üddet inzivâya çekildikten sonra, ken­ disini “ halife-i zam an ve m ehdî-i devran” ilân ederek etrafına pek çok kişi toplam ıştı. M u h te lif rivayetlere göre 20.000 civarında bir m iktara b âliğ olan taraftarlarıyla faaliyete geçince, hareketi bas­ tırm ak için R u m eli Beğlerbeği Ferhat Paşa görevlendirilmiş, Dulkadırlı Şehsuvaroğlu A li B eğ’den de yardım cı olması istenmişti. A n cak 1519 yılın da çıkan bu isyanı bastırmak, Şehsuvaroğlu Ali Beğ’e kısmet olmuştu 305. O sm anlı k a yn a k lan Bozoklu C elal’in bir K alenderî şeyhi ol­ duğunu im a ederler. Y aln ız bazıları onu “ mecânîn abdal kisvetine girmiş biri” olarak nitelerken 306, yalnız M üneccimbaşı onun hakkında açıkça “ Kalender” demektedir 307. K aynaklarda etrafına toplananların ne tür kişiler olduğuna dair herhangi bir tafsilat mev­ 303 B a u d ie r, ss.

199-200.

304 A .g.e., s. 200. 305 B o z o k lu

C e lâ l

(Ş ah V e li)

isyan ı h ak k ın d a bk.

H o c a S â d ü ’d -D în ,

II,

384-85; M ü n e c c im b a ş ı, I I I , 4 7 1 ; S o la k zâd e, ss. 4 1 4 -15 ; A h m ed R e fik , s. 2 7 ; S ela h a ttin T a n s e l, Yavuz Sultan Selim, A n k a ra 1969, ss. 95-98; S üm er, 72 -74 ; B acq u d -G ra m m o n t, “ N o tes et docu m en ts sur la r^volte de Ş ah V e li b. Ş eyh C e la l” , AO, V II

(19 8 2 ), ss. 6-69;

304 M sl.

b k.

H oca

S â d ü ’d -D în ,

II,

307 Msl. bk. Müneccimbaşı, III, 471.

384.


O S M A N L I İM P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

•34

cu t değilse de, en başta bizzat şeyhin müridleri olan Kalenderî dervişlerinin bulunduğunu tahmin etmek zor olmamalıdır. K a n û n î Sultan Süleym an ’ın ilk saltanat yıllarında, 1527’de vu k û a gelen Ş a h K alender isyanının ise, en az Şahkulu’nunki ka­ d a r geniş çaplı ve önemli bir ayaklanm a olduğunu söylemek gere­ kir 308. K a y n a k la r, bu isyanı sahneleyen Şah Kalender (veya K a ­ lend er Ç e le b i)’nin, Balım Sultan’ın torunu olduğunun söylendi­ ğin i belirtirler. K endisi o tarihlerde_Hacı Bektaş Zâviyesi’nin şey­ hi idi ve lâkabının da gösterdiği gibi bir K alenderî olup etrafındaki m üridleri K a len d erîler’den, yanı Işıklar’dan ve A bd allar’dan oluşu­ yord u 309. Ş ah K a len d er önce üstüne gelen Osm anlı kuvvetlerini yen­ m eyi başardı. Fakat sonunda V eziriazam İbrahim Paşa tarafından yen ilgiye u ğratıld ı; kendisi de yakalanıp idam olundu. Osmanlı kayn ak ları, onunla birlikte savaş alanında kanının son damlasına k a d ar savaşm akta diretenlerin bizzat kendi müridleri. yani Işıkla r ve A b d a llar olduğunu y a z a rla r310. B u raya kadar zikredilen örneklerin yalnızca kaynaklara yansıyabilen ler olduğunu söylem ek herhalde fazladandır. D ah a ben­ zeri pek çok olayda K a len d erîler’in hisseleri bulunduğu tahmin edilebilir. Ö zellik le X V I I . y ü zyıl başlarındaki C elâlî isyanları içind e de^ onların payını hesaba katm ak fazla hayalcilik olmasa gerek­ tir; zira bu züm reler isyan liderleri için, zaten m erkezî yönetimle Başı dertten k u rtu lm ayan hazır bir kaynak oluşturuyordu. K a le n d e r î züm relerinin, soygunlar, suikastler vb. anarşik olay­ la rd a k i rollerin e gelince, kaynaklarım ız bu konuda da oldukça zen* * Şah

K a le n d e r

isya n ı

k o n u su n d a

şu n la ra

b a k ıl m a l ıd ır :

C e la lz â d e ,

vv.

1 6 5 3 - 1 7 0 b ; M e v lâ n â İsa , v v . 4 g b -5 o b ; S o la k z â d e , ss. 444-46; M ü n ec c im b a şı, I I I , 4 8 3 -8 4 ; P e ç e v î,

Tarih-i Peçevî, İsta n b u l 1283, I, 120-22; a y rıc a bk. A h m e d R e ­

fik , ss. 29 -3 0 ; B a c q u £ -G r a m m o n t, “ U n ra p p o rt in dd it sur la rev o lte an a tolien n e de

1 5 2 7 ” , S I, L X 1I (1 9 8 5 ), ss. 309 P e ç e v î, I , 12 0 :

1 5 5 - 1 7 1 ; Im b e r, s. 47.

“ N e k a d a r Işık ve Abdal n â m ın a a k id esi n â-p â k b ed -m ezh eb v a r ise y a n ın a c e m ’öT m ağla y iğ irm i o tu z bin cşk ıyâ id ü ğ ü tâ h k îk a irm işd ir” . krş. M e v lâ n â Isa , v. 5 0 a : V a r a lu m

b ile h â n a rû b c-rû gel

Işıklar c e m ’o lu r b ir h a y li leşker V a r id i b ile b ir n ice Işıklar 310 M s l.

bk.

C e lâ lz â d c ,

16 8 b ; P e ç e v î,

I,

122.


M A R J İN A L

S Û F lL İ K :

K A L E N D E R lL E R

' 35

gin m alzem eler sunm aktadır. M eselâ II. B ayczid’i 1492 yılında M anastır yakın ların daki Pirlcpe yolunda bir K alen deri (Torlak yahut H a y d arî) dervişi tarafından yapılan suikastten daha önce bahsedilm işti. K endisinin m ehdî olduğunu söyleyerek elindeki han­ çerle sultana saldıran bu dervişi, o sırada yanında bulunan İsken­ der Paşa engellem iş ve kılıcıyla parçalam ıştı3H. Buna benzer bir suikast teşebbüsü de Sokullu M chm ed Paşa’ya karşı yine bir K alen d eri dervişi tarafından 1579 yılında gerçek­ leştirilmiş, am a bu defaki başarıya ulaşmıştı. A ğır yaralanan ihti­ yar vezir ölüm den kurtulam am ış, suikastçı de hapsedilm işti3IZ. Bu suikastın siyasî bir kom plo olması kuvvetle muhtemeldir. Bu ihtim ali düşündürecek şeylerin başında, suikastçi dervişin üstü aranm adan rah atça toplantı yerine girebilmesi ve üstelik veziri­ azam a yaklaşabilm esi geliyor. Herhalde Sokullu M ehm ed Paşa’nın rakipleri, basit ve m eczup bir K alenderi d ervişini bu iş için ayarlam ak sûretiyle kendilerini gizlem eyi ümit etmiş olabilirler. X V I. yü zyıla ait arşiv kayıtları, bu yüzyılda O sm anlı İm pa­ ra to rlu ğ u n u n pek çok yerinde m eydana gelen soygun, eşkıyâlık ve katil gibi, bir bakım a anarşi unsuru sayılabilecek olaylara K a len d erîler’in sık sık karıştıklarını gösteriyor. Bu kayıtlara bakılırsa, bu konuda başı çeken K alen d eri zümrelerinden biri, Seyyid G azi Zâviyesi İşıklaradır. Eskişehir yöresinde pek çok olaya sebep olduklarından, bunlardan bir kısmının K ü tah ya kalesine hapsedilm ek sûretiyle cezalandırıldıkları anlaşılıyor313. A ynı şe­ kilde D o b ru ca ’daki Sarı Saltık Zâviyesi Işıkları da sık sık “ cem'iyyet üzre olub dalâlet ile fesâd ve şenâatden hâlî” kalm adıklarından V a r­ na kadısı bunları oradan kovm ak zorunda kalm ıştı3l4. Ham id San­ c a ğ ın d a k i K alen d erîler ise halkı sık sık rahatsız etmekte, “ hilâf-ı Şer’-i şerif evzâ've^etvarlarının nihayeti olmadığı” gibi, “ feng ü çiğâne ile” gezerek sağa sola sarkıntılık yap ıyo rlard ı318. Ilgın’daki Kalende311

B u k o n u d a y u k a rd a d ip n o t: 2 73 ’ te

zik redilen k a yn a k la rd an

başka bk.

O r u ç B eğ, s. 138; H o c a S â d ü ’d -D în , I I, 7 1 ; C an taca sin , s. 22 5; Im b cr, s. 46. 3,2 M sl. bk. S o la k z â d e , s. 6 0 1; kr.ş. I. H âm i D an işm en d, İzahlı Osmanlı T a ­ rihi Kronolojisi, İsta n b u l 19 7 1, 2. bs., I I I , 48-49. 313 A h m e d R e fik , s. 3 1 ’deki 23 R a m a z a n 966/29 H azira n ge m etni.

1559

tarih li b e l­

3U A.g.m ., ss. 3 5-3 6 ’d a ki 10 S afer 967 / 11 K asım 1559 tarih li belge m etn i. 316 B a şb a k a n lık O sm a n lı A rşivi, .7 Numaralı Mühimme Defteri, s. 428 ’d c k i 28 R a m a z a n 968 / 12 H a z ira n 1561 tarihli belge.


136

OSMANLI İMPARATORLUĞUMDA

r île r d e y o ld a n y o r la r d ı 3ıe.

g e ç e n le r i s o y u y o r la r , k ıs a c a e ş k ıy â lık la m e ş g u l o lu ­

S e l â n ik

S a n c a ğ ı’ n d a k i

A h y o lu

Iş ık la r ı,

Sünnî

h a lk ın

ib a d e t y a p m a s ın a e n g e l o ld u k la r ı g ib i, y o lla r d a a y n ı ş e k ild e s o y g u n ­ c u lu k

ta

y a p ı y o r l a r d ı 317.

Y u k a r ıy a

a lm a n

D e f t e r le r i’ n d e le n in

a n la ş ılm a s ın a

reken

te m e l

soru

to r lu ğ u ’ n d a

ö r n e k le rin

m evcu t

ye te c e ğ i

h e r h a ld e

ö z e llik le

çok

o lm a k la

de

s a y ıd a

b ir lik te ,

m u h a k k a k tır .

şu

o lm a lıd ır :

X VL

b e n z e r le r i

bu

M ü h im m e

z ik r e d ile n le r in B u rad a

N e d en

O s m a n lı

y ü z y ı ld a J C a je n d e r î

m ese­

s o r u lm a sı

ge­

Im p a ra -

z ü m r e le r i b ö y le

m a r jin a l b ir m is tik ç e v re o lu ş tu r u y o r la r d ı? N e d e n t o p l u m a v e m e r­ kezî

y ö n e t im e

bu

K a n a a t im i z c e a ç ı k l a y a b ilm e k

kadar bu

k arşı id ile r ?

s o ru n u n

z o r d u r.

c e v a b ın ı

Y a ln ız

te k

b ir

sebebe

şurası m u h a k k a k t ır

k i,

d ayanarak

b ir

d e fa

ge­

n e ld e K a le n d e r îl iğ i n m is tik v e so syal te m e lin d e k i t o p lu m u v e in a n ç ­ l a r ın ı d ış la m a v e o n u n

k u r a lla r ın a ters b ir ş e k ild e y a ş a m a

g e le n e ­

ğ i n in ö n e m li ölçüde^ b u v â k ı a d a ro lü o lm a lıd ır . B u n u n d ış ın d a , b u z ü m r e le r i

o lu ş tu r a n

m e n ş e ’ le r i

de

baren

d e r v iş le r in

e k le m e k

A n a d o lu ’d a

g e ld ik le r i

g e r e k ir ;

K a le n d e r i

z ir a ,

ve

b u lu n d u k ları

y a k la şık

z ü m r e le r in d e

X IV .

a r tık

sosyal

y ü z y ı ld a n

gerçek

it i­

a n la m d a

t a s a v v u f^ te fe k k ü r ü s o n a erm iş, z a m a n la

b o z u la n İ ç t im a î v e İk tisa d î

ş a r tla r ın

n ite lik s iz

tesiriy le ,

y o z la şm ış ,

bayağı ve

t e lâ k k i v e

d ü şü n ­

c e le r , k a b a v e s e fil b ir h a y a t ta r z ı baş gö s te r m iş tir. S u ç iş le d iğ i için id a m k ın ı

e d ilm e k te n v e y a h a p se d ü şm e k te n k o r k a n s u ç lu la r ; e v in i baf^ te r k e d ip

kaçan

d e lik a n lıla r ;

le r in in

a ğ ır

iş le r in d e n ,

e şk ıy â ,

K a l e n d e r îliğ e in tis a p

işsiz

güçsüz

a n g a r y a la r ın d a n

b ık a n

e tm e k sü re riyle

s e fih le r

veya

fir a r î

k ö le le r,

bu

z ü m r e le r

e fe n d i­ h a ttâ

a r a s ın d a

t e b d i l- i k ıy a fe t e d e re k k e n d ile r in e b ir s ığ ın a k b u lu y o r la r d ı. N ite k im k a y n a k la r ım ı z d a z a m a n z a m a n b u tü r o la y la r a r a s t la m a k m ü m k ü n o lm a k t a d ır .

D o l a y ıs ıy l a in s a n

le m li ,

o lm a la r ı

c a h il

ta r z ı ile

b u lu n m a y a n

gerçek

dü şü n ce

prob­ h ayat çoğu b u lu r

e şk ıy â lık ,

zü m relerd en ^

ve ve

o lu ş a n

s o y g u n c u lu k ,

k o z m o p o lit

tü r u y u m s u z

ta sa vvu fî

K a l e n d e r î l e r ’ in a n a rş ik fa a liy e tle r e e ğilim H o lm a la r ı, fır s a tın ı b u lm a z

ilg is i

m a lz e m e s i b u

s e b e b iy le

h a y d u t lu k

y a p m a la r ı

t a b ii

J ıa le

319 Aynı arşiv, 36 Numaralı Mühimme Defteri, s. 117’dcki 8 Muharrem 987 / 7 M art 1579 tarihli bdgc. 317 Ahmed Refik, ss. 38-39’daki 15 Safcr 9 75 /2 3 Ağustos 1567 tarihli bel­ ge metni.


M A R JİN A L

S Û F ÎL ÎK :

K A L E N D E R ÎL E R

»37

geliyordu. Onların toplumu dışlayan hareketleri, uyumsuz yaşayış­ ları ve serkeşlikleri dolayısıyla toplum da onları dışlıyor, kaynak­ larda görüldüğü üzere, gittikleri yerlerden kovuluyor, hapse a t ı l ı ­ yorlardı. Toplum dan gördükleri bu itici tavırla yeniden topluma karşı^ hale geliyorlardı. Bu durum giderek bir “ fasit daire” hali ne dönüşerek sürüp gidiyordu. İşte onların söz konusu durum ları­ nı genel olarak bu şekilde açıklamak mümkün olabilir.


D O K T R İ N , ER KÂN, ÂY İ N VE İBADETLER, TEŞKİLAT


Î K Î N C Î

B Ö L Ü M

D O K T R İN , E R K Â N , Â Y İN V E İB A D E T L E R , T E Ş K İL A T I — D O K T R İN : Giriş bö lüm ün d e K a len d erîliği doğuran sosyal ve mistik tem el­ leri

incelerken

de

geniş

olarak

görüldüğü

üzere,

K a len d eriliğin ,

esas olarak t e p k ic e m u h alefet ru huna_dayalı bir mistik y a p ılan m a ge­ liştirdiği, trn ya p ılan m an ın , eski H in d -lr a n mistisizmi ile, bunun İs­ lâm î d ön em ind e ta sa vvu fla sentezinden doğan M elâ m e tiye akım ına d aya n d ığı gerçeğin i bu ra d a bir kere dah a h atırlam ak yerinde olacak ­ tır. Z ira, K a le n d e r iliğ in doktrin yapısını an layabilm ek b u n a bağlıdır. K a le n d e r îlik

söz

tarihî akış için d e

konusu

İslâ m

m istik

d ünyasının

tem elini

ve

sosyal

niteliğini

m u h telif yerlerinde ve değişik

zam an larda yen i unsurlarla zenginleştirerek geliştirmiş ve hep m u h a ­ lif bir çevre o larak süregelm iştir. O n u n bu m u h a lif ya p ısın a k atkıd a bu lun an yen i unsurlar arasında, özellikle A n a d o lu sâh asm d a X I I I . yü zy ıld a. V a h d e t-i V ü c u d telâkkisinin bü yük p a y ı olmuştur. Ç ü n k ü K a len d erîlik an lam ıyla

bu

bu

başlarından

tarih ten

itibaren

telâk k in in

itib are n

bü tü n

inanç

ve

fikirlerin i

şemsiyesi altına sokmuştur.

de,

İra n ’ d an

kogu lan

XV.

H u rû fîlik

tam

yü zyılın

A n a d o lu ’ y a

girm e fırsatını b u lu n ca, kendisine en em in sığınak olarak K a le n d e r i züm relerini seçti. X V . y ü zy ılın son yılla rıyla X V I . y ü zy ıh n b a şla n ise, S afevî p ro p a g an dası k a n a lıy la O sm an lı sâhası K a le n d e r i züm re lerini d erinden etk ileyecek çok önem li ve gü çlü bir unsurun d a h a devreye girm esiyle n eticelen di, ki b u O n ik i İm a m Ş îîliğ i’ nden başkası d eğild i. İşte ken

O s m a n lı devri

b ü tü n

bu

K a le n d e r îliğ i’ nin dok trin

aşam aları

A) T a s a v v u fî

birer

birer

d ik k ate

ya p ısın ı in c e le r­

a lm a k

gerek ecektir.

U n s u r la r :

I X . y ü z y ıld a İr a n v e M â v e râ ü n n e h ir sa h a la rın d a M e lâ m e tîlik akım ın ın eski H in d ve İr a n m istik telâk k ileriyle k arışm ası so n u c u , gerçek a n la m d a bir ta s a v v u f ak ım ı o lara k o lu şm a y a b a ş la y a n v e X . y ü z y ıld a belirgin leşen K a le n d e r îlik , b u iki ç evr ed e n a ld ığ ı ik i ö n e m li


OSM AN LI

142

İM P A R A T O R L U Ğ U M D A

telâkki üzerine dayanıyordu. Bu iki telâkki, K alen d erîliğin ana karak­ terini teşkil eden fakr ve tecerrüd'den ibaretti. i . Fakr ve tecerrüd: Gezginci Budist ve M aniheist râhiplerde, hayatı asgarî se­ viyede sürdürmeye yarayacak şeylerin dışında hiç bir dünyevî varlığa itibar etmemek (fakr) ve bekâr ve m ünzevî bir hayat geçirmek (iecerriid) şeklinde ortaya çıkan bu te lâ k k iler1, İslâmî dünya görü­ şüne ve sûfîlik anlayışına uyarlanm ak sûretiyle K alen d erîlik’te cn had safhada algılanm ışa benzemektedir. X I . yü zyıld a ünlü İran’lı m utasavvıf H âce A bd ullah-ı Ensârî, Risâle-i Kalendernâme'sinde, medresede öğrenci iken günün birinde bir K a len d erî dervişinin, yanına gelerek kendisine bu dünyanın işiyle uğraşm anın gereksiz­ liğini anlattığını, dünyayı ve üstündeki her şeyi bırakıp yalnız Al­ la h ’a yönelm ek gerektiğini söylediğini belirtir. O , bu ufak am a önemli eserinde, o günden sonra, tıpkı X I I I . y ü zyıld a Şems-i T eb rîzî ile karşılaşmasından sonra M ev lâ n â ’nın yap tığı gib i, ilim ve irfanla, kitap larla alâkasını keserek H ak ve hakikat yolu n a yöneldiğini ve böylece tasavvufa sülük ettiğini anlatırken, çağdaşı Baba Tâhir-i U ry â n ’ın fikirlerine benzer şekild e2, K alen d erîliğin fakr ve tecerrüd esaslarını dile getirir 3. D olayısıyla bir bakım a, hem B aba T âh ir’in d îv an ı hem de H âce A b d u lla h ’ın bu risâlesi, bir anlam d a Kalenderî­ liğin doktrinini bize açıklayan ilk m etinler kabul edilebilir. X I V . yüzyılın başlarında kalem e alınm ış olan S eyyid Hüseyn î’nin Kalendernâme'si ile, ayn ı yüzyıh n o rta la n n d a yazılm ış Hatîb-i F â risî’nin Menâkıb-ı Cemâli?d-Din-i SâvVsi, K alen d erîliğin X IIIX I V . yü zyıllardaki doktrin yapısını sergilem ek itib ariyle aynı derece­ d e önem e h âiz m etinlerdir. Seyyid H üseynî de ayn ı şekilde fakr ve te­ cerrüd esaslarını kısa ve öz olarak m anzum bir biçim de terennüm eder. O n a göre, K a len d erilik âlem halkının h a yrın d a şerrinde olmamak, C en n et ve C ehennem korkusu taşım am ak, h a lk arasına kanşmamak, m ü cerred olarak cihanı dolaşm aktır, in san terk ü tecrîd gib i değerli b ir n akd e ve teslim , rızâ, tevhîd ve sabır servetine m âlik olduktan sonra, p a ray ı, altın ve güm üşü, m alı ve m ülkü hiç bir zam an özle1 B k . R u b e n , s. 4 5 ; B a re a u , s. 6 9 ; Y V iden grcn . s. 84. * Bk.

T he Rubaiyat, çeşitli sa y fa la r.

3 B k . R isâle-i Kalendemâme, v v . 12 8 a -13 2 b .


M ARJİN AL

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R İL E R

•43

mcyecektir 4. İnsanın gerçek dostu Fakr'dır. Bundan utanmadıktan sonra insanın başka şeylerle işi nc olabilir 6. Hatîb-i Fârisî ise, kitabının giriş kısmından hemen sonraki bölümünü “ Fakirliğin fazileti” ne ayırmak sûretiyle meseleye ne ölçüda önem verildiğini göstermiştir. Hz. Muhammed’e atfedilen ünlü “ Fakirlik benim övüncümdür” >ü)l) hadîsinin bahis konusu edildiği bu bölümde 6, fakr, insanı en olgun ve yüksek mânevi mer­ tebelere eriştiren bir telâkki olarak takdim edilir. Zira insanı bu dünyanın bütün kaygularından kurtararak her iki cihanda aziz cdccek olan fakr'&vc. Fakr insanı sultan yapar. Tecerrüd, yani bütün insanlardan, dolayısıyla beşerî zaaflardan ve eksikliklerden soyut­ lanmak ta böyledir7. Fakirler A llah’ın has kullarıdırlar; felekler onlar sayesinde durur. Peygamber Mahşer Günü onlarla iftihar edecektir; çünkü onlar A llah ’tan başka hiç bir şeye meyletmemişlerdir 8. îşte bu telâkkiler daha IX . ve özellikle X . ve X I . yüzyıldan itibaren tıpkı gezginci Budist, Zerdüştî ve M aniheist râhipler gibi, yaşanan hayat tarzım ve dış görünüşü büyük ölçüde etkilemiş ve ilk Kalenderler, Baba T âh ir misalinde olduğu üzere, dağ ve tepe 4 Bk. Kalendemâme, v v. 182b :

oiji

‘—

\J>lij jlf* - ^ L —

^ y j 5 A.g.e.,

w . 183 b, 184 a :

* Hatîb-i Farisî, ss. 6-8. 7 A.g.e., s. 7;


OSMANLI IM PARATORLUĞU’NDA

144

b aşların d aki m ağa ra lard a insanlardan uzak, y a ln ız başların a ve yarı ç ıp lak b ir kılıkla, asgarî yiyeceklerle yetin erek yaşaya n bekâr ve m ü n zevî b ir h a y at sürer olm uşlardır. X V . y ü z y ıld a A kkoyunlu h ü k ü m d arı U z u n H aşan nezdine elçi giden V e n ed ik elçisi B arb aro’-. nun M a rd in ’de C ih a n gir Beğ îm â re ti’nde rastlad ığı b ir K alen d erî dervişi ile ya p tığ ı sohbet bu açıdan çok ilgi çekicidir. D erviş ona kim olduğun u sorduğunda bir y ab an cı olduğu cevab ın ı alınca, d e n iş in bu n a karşılığı aynen şöyle olm uştur: “ Ben de bu d ü n yâya yaban cıyım . D ü n y a yı nasıl yarıçıplak b ir halde dolaştığım ı görüyorsun. Pek çok y e r gezd im , ama hoşum a gidecek, peşinde koşacak bir şey görm edim . Bu sebeple, bende d ü n yâyı terkettim ” 9. İşte fakr ve tecerrüd’den ibaret olan bu iki tem el telâkki, H atîb-i F ârisi tarafından C em âlü ’d -D în-i S â v î’nin ağzın dan Kalender (jxlî) kelim esinin harfleriyle sem bolize ediliyor. Şeyhe göre b u kelime, K a len d erliğin şiarını teşkil eden kanâat lû tf nedamet diyanet (cJbi) ve riyâzat ( ^ L j ) kelim elerinin baş harflerinden oluşm uştu rlö. Kanâat, yan i, insanın hayatın ı sürdürebileceği k a d a r dünya­ lıkla yetinm esi, kendini başka şeylerden alıkoyabilm esi, gerçek zen­ gin liğin ta kendisidir. Z aten H z. A li de “ k a n â atin tükenm eyen b ir hazin e olduğun u ” söylemiştir. ÂctJÜI). K a n â a t insanı gü çlü yap ar. M u tlu lu k ve selâm et dolu b ir h azin e o lan kanâatin K ıy â m e t’e kadar tükenm esi v ey a yokolm ası söz konusu değildir. H e r kim k an âat sahibi olursa, izzet v e şerefi saat saat artar. K a n â a t d o ğru yolu n yolcularının niteliğid ir; gönlü k a p k ara olan tam a’kârla n n d e ğ il11. H a tîb -i F ârisî’ye göre, fakirlik iddiasın da bu lu n an ların bu id d iala rım kabul edebilm ek, onların lû tf sah ibi olu p olm adıkları­ n a bağlıd ır. H z. M uh am m ed lûtfu, “ A lla h ’ın em rine tâ zim , mahlû katın a şefkat gösterm ek” olarak tâ rif etm iştir. O halde A lla h ’ın bir m ahlûku olduğu için yılan a bile şefkat gösterm elidir. L û t f ancak » Bk. Barbaro, Travels to Tana and Persia, London 1873, s. 48; krş. Turan, Doğu Anadolu, s. 227. 10 Hatîb-i Farisî, s. 62 11 A.g.e., ss. 62-63.


MARJİNAL SÛ FÎL lK : KALENDERÎLER

>45

gerçek velîlerin kârıdır. L û tf sahibi olm ayan fakir, aslâ gerçek fakir d eğild ir12. Nedâmet, yani, kişinin bütün hatâlarından, günahlarından ve yersiz işlerinden pişmanlık duyması, Kalenderlik yolunun sâliklcrinin her zam an yapm aları gereken bir şeydir. Nedâm et sâliklcri diri tutar. Bunun için insanın sık sık yaptıklarından nedâm et duyması gerekir13. Diyânet, yan i dindar olmak ise, Islâm’ın emir ve nehiylerine harfiyyen uym aktır. Bu aslında her müslümanın vazifesi olm akla be­ raber, K alen d erîler buna özellikle riâyet etmek zorundadırlar. Bu itibarla diyânet em niyyet ve emanm mayasıdır; cihanda selâmet o sayede olur. K alenderin diyâneti terketmesi de hem dünyada halk arasında ayıplanarak fâsık telâkki edilmesine, hem de âhirette peri­ şanlığına sebep o lu r 14. Riyâzat’a gelince, H atîb-i Fârisî, Kalender olm ak isteyen­ lerin bilhassa riyâzat yapm aları gerektiğini vurguluyor. Çünkü ona göre, insanın nefsânî arzularını terbiye etmesi sebebiyle bizzat H z. M uham m ed tarafından tavsiye olunmuştur. Bu sebeple bütün şeyhler riyâzat yaparlar. Eğer buna uyulmazsa, kişi H akk’a ve hakikate eremez. Z ira bu yolda nefis ona en büyük engeldir. Hz. îsa da riyâ­ zat sayesinde göğe çıkm ıştır15. işte H atîb-i F ârisî’ye göre Kalenderîliğin esası olan mistik prensipler bunlardan ibarettir. Görüldüğü gibi bunlar, yalnızca K alen d erîliğin değil, genel olarak Islâm dünyasında bütün sûfî çevrelerin kabul ettikleri esaslardır. Hiç şüphesiz H atîb-i Fârisî K alen d erîliğin temel felsefesi olan fakr ve tecerrüd'ü bu esaslar dahilinde-üstelik âyet ve hadîslerden de yararlanarak- yorumlarken, kısmen Kalender kelimesinin harflerine uygun kavramları seçmek sûretiyle, bir fantezi ortaya koymakla beraber, kısmen de o zam ana kadar Sün n î tasavvuf çevrelerinin tepkilerine mâruz kalmış K alenderîliğe biraz daha yumuşak bir bakış sağlamak amacını gütmüş olabilir. B ununla beraber, Baba Tâhir-i Üryan ve Hâce Abdullah-ı Ensârî gib i ilk devir Kalenderîliğini temsil eden büyük sûfîlerle, 12 A.g.e., ss. 63-64 13 A.g.e., ss. 64-65. M A.g.e., s. 65. 16 A.g.e, ss. 66-67. F . ,0


OSMANLI İMPARATORLUGU’NDA

146

K u tb u ’d -D h ı

H aydar,

Z e k c r iy y â - y ı

M u ltâ n î,

Şem s-i

T e b r îz î

vc

G e m â lü ’ d -D in -i S â v î’ nin şa h ısla rın d a , fa k r ve tecerrüd esasın a d a y a n a n K a le n d e r i d o k trin in in g e rç e k te n in ce v e yüksek sev iy ed e b ir ta sa v v u f a n la y ışı h a lin e

g e ld iğ in i k a b u l e tm ek lâ z ım

g e liy o r.

A n a d o lu ’ d a Şem s-i T e b r îz î, E v h a d ü ’d -D în -i K ir m a n ı ve Fahru ’d -D în -i I r â k i b e n ze ri b ü y ü k K a le n d e r i şe y h leriy le b irlik te kendin i gö steren b u d o k trin in , X I I I . y ü z y ılın so n ların a d o ğ ru K a le n d e r i zü m ­ re le rin in g id e re k y o z la ş m a la rın a p a ra le l o la ra k ta m a n la m ıy la çığ ırın ­ d a n ç ık tığ ın ı sö ylem ek m ü m k ü n d ü r. D a h a X I V . y ü z y ıld a , erken O s­ m a n lı d e v rin d e fa k r ve tecerrüd’ ün tam a n la m ıy la d ü n y ev ileşm iş ve iç i bo şalm ış k a v ra m la ra d ö n ü ştü ğ ü n ü , bu d e v irle r K a le n d e r i zü m re­ le rin i ta svir eden y e rli y a b a n c ı k a y n a k la r a ra c ılığ ıy la y e te rin ce gör­ m üş b u lu n u y o ru z. 2 M elâm et: K a le n d e r îlik ’ te Melâmet esasının p a y ın a d a h a ön ce de işaret olu n m u ş v e b u n u n ilk za m a n la rd a iy ilik ve fa zile tle ri g iz le y ip halka y a ln ız c a kötü işleri ve k u su rları gösterm e e ğ ilim i b iç im in d e ortaya çık tığ ın a d ik k a t çek ilm işti, i l k b ü y ü k K a le n d e r i şe y h lerin d e tam bir m istik felsefe o la ra k te za h ü r eden M elâmet'in, tıp kı fa k r ve tecerrüd g ib i, b e lirtile n y ü z y ılla r d a y o z la ş m a y a y ü z tu ttu ğ u gö rü lü r. O sm an lı d e v rin d e çoğu K a le n d e r i zü m relerin d e asıl a n la m ın ı ve m uhtevasın ı gen iş ö lçü d e yitirm iş b u lu n m a k la b era b er, yin e de teren n ü m ed ili­ y o r d u . X V . y ü z y ılın b a şların d a K a y g u s u z A b d a l Işk u n la fâş old u m Y o lu n d a tırâş old u m Melâmet d ü m b ece ğ in K a k ıv ir d ü m d ü m b ed ek m ıs râ la r ıy la M e lâ m e t m eşrebinde o ld u ğ u n u dile g e tir iy o r d u 10. V a s i ile y â r o lm azu z h e crü n ku lu k u rb â n ıy u z B iz Melâmet e h liy ü z n â-k â m lık d a d u r k â m ım ız 17 A şık u z d erv âze-i şehr-i Melâmet beklerü z Z â h id -â sâ san m a kim kû y-i selâm et b e k le r ü z 18

18 B k . G ü z e l , Kaygusuz A bdal, s. 2 1 3 . 17 B k . H ayâli Beğ Divanı, nşr A . N ih a t T a r la n , İ s ta n b u l 19 4 5, s. 200. 18 A . g. e., a y n ı y e r d e .


MARJİNAL SOFÎLİK :

KALENDERÎLER

'47

O ld u m H a y a lî yin e h arâb ât-ı aşkda Ü sliin c c ü r ’a la r d ö kilü r bir M elâm etî18 m ısrâlarıyla M e lâ m c t m eşrebinde K a len d eri şâir H a y â lı B cğ’ i,

olduğun u

ku vvetle

v u rg u la y a n

N c Alelâmet gib i bir künc-i selâm et bu lu nu r N e n ed am et gib i eğlen m eye âlet b u lu n u r20 B iz sâkin ân -ı kûşc-i fülk-i felâketüz Biz

âşin ây-i

lücce-i

bahr-i

M elâmctüz21

beyitleriyle, yin e kendisi gib i b ir K a le n d e ri olan çağd aşı ve hem şehri­ si H a yreti takip ed iyord u . Bu iki şâirin terennüm ettikleri m elâm ct, artık, I X . y ü z y ıld a H o rasa n ’ d a H am dû n -i K assar, Ebû H afs-i H a d d a d vb. b ü yü k sû fîlcrin a n la y ıp u y g u la d ık la rı M clâ m e t m eşrebi d eğild ir. Y u k a rd a tasvire çalışılan m u h te lif K a le n d e ri zü m relerin d e a çıkça görüldüğü şekliyle, top lum değerlerine, din i v c a h lâ k î kaidelere boş veren b ir sefahet h a yatın ın adı olm uş görü nm ekted ir. 3.

Vahdet-i Vücûd:

B ilin d iği üzere ta sa v v u f tarihinde ilk defa, B âyezîd -i B istâm î, C ün eyd-i B a ğ d a d î ve bilhassa H a llâc-ı M ansfır gib i, I X . v c X . y ü z ­ yılların bü y ü k m u ta sa vv ıfla rın d a kendini belli etm eğe b aşlayan V a h ­ det-i V ü c û d telâkkisi, asıl X I I I . y ü z y ıld a M u h y i’d -D în b. e l-A ra b î ile m uhteşem bir m e ta fizik sistem haline gelm iş bu lu n u yord u. Bu yüzyıld an itib aren , A n a d o lu ’ dakiler başta olm ak üzere b ir çok tasav­ v u f m ektebi bu sistem den kendi yap ısın a göre etkilendi ve yeni y o ru m ­ lara ulaştı. İşte K a le n d e ri züm releri de a yn ı şeyi y ap tılar. A n ad olu S elçu k lu la rı zam anın daki K a len d eri züm releri, V a h d e t-i V ü cû d ’u, gerçek a n lam d a bir sûfiyâne telakki biçim in den ka b a bir panteizm ta rzın a v a rın c a y a kadar, değişik ta rzla rd a y oru m lad ılar. Şems-i T e b r îz î’ de in ce ve estetik b ir telâkî olan V a h d e t-i V ü c û d , onun k a n a lıy la M e v lâ n â C e lâ lü ’ d -D în -i R û m î’yi kendine cezb ed erken, B u zağu B ab a ve benzeri T ü rk m en şeyhlerinde, F uad K ö p r ü lü ’ nün deyim iyle, “ h a k îk î m ân ad a m ü lâh azat ve tccarib -i sû fiyâ n ey e kabiliyetsiz old u k la rı sebebiyle iy i hazm edilem em iş bir b iç im d e ” 18 A. g. e., s. 416. 20 H ayreti, Divan, s. 204. 21 A. g. e., s. 212.


i 48

OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA

m e y d a n a ç ı k t ı 2Z. B iraz aşağıd a d a h a can lı örnekleriyle görü leceği gibi, bu h a zm e d ile m e y işin o rta y a çık ard ığı devir, tenâsüh ve hulûl gib i inanç­ la r, X I I I . y ü z y ıld a n X V I I . y ü z y ıla k a d ar Selçuklu ve O sm anlı devri p o p ü le r K a le n d e r îliğ in in d oktrinin e hâkim telakkiler haline geldi. B u g ü n iç in , A b d u r ra h m a n G ü z e l’in K a y g u su z A b d a l ve eserleri ü ze r in e y a p tığ ı ça lışm a la r v e y a y ın la d ığ ı m etin ler sâyesinde X I V .- X V . y ü z y ılla r O s m a n lı K a le n d e r île r i’nin d oktrin yapısı hakkın da birinci e ld e n k a y n a k la r d a n fik ir sah ibi olm am ız m ü m kün b u lu n u y o r23. A . G ü z e l, a slın d a şim dilik en eskisi X V I . y ü zyıld a n d a h a geriye g itm e y e n ta rih lerd e -ü ste lik , B ektaşî ve H a lv e tî çevrelerin de istinsah ed ilm iş o lm a la rı se b eb iy le kısm en değişikliklere u ğram ası m uhtem el b u lu n a n - bu m e tin le rin m u h tev â ten kitleriyle u ğraşm am ıştır. Bu­ n u n la b e ra b e r, ö n ü m ü ze çok ön em li bir m a lzem e koleksiyonu ser­ m e k te d ir. Budalânâme, Kitab-ı Miğlâta, Vücûdnâme, Risâle-i Kaygusuz A bdal v e Saraynâme24, ve n ih a y e t Dil-güşâ g ib i eserler, K a y gu su z A b d a l ’ın iy i b ir tahsil g ö rd ü ğ ü n ü ve iy i b ir ta sa v v u f kü ltü rü ald ı­ ğ ın ı gö steriy o r. Z a m a n za m a n h u lû le kaçan ifadelerle de olsa, V a h d et-i V ü c û d te lâ k k isin in ta m a m iy le h â k im b u lu n d u ğ u b u eserler, gerek K a y g u s u z A b d a l, gerekse şeyh i A b d a l M u sa ve bu ikisi çevresindeki K a le n d e r i (R u m A b d a lı) zü m re le rin d e bu telâkkin in h âkim iyetin i kesin b ir şek ild e is p a t e tm ekted ir. Sî B k . K ö p r ü lü , “ Anadolu'da

İslâm iyet” , ss. 2 9 9-3 0 0 ; a y n ı y a z a r , Türkiye Tarihi,

İ s t a n b u l 1 9 2 7 , ss. 1 9 8 -9 9 ; a y n ı y a z a r , Kuruluş, s. 16 7 . 13 A b d u r r a h m a n

G ü z e l ’in K a y g u s u z

A b d a l ü z e r in e y a y ın la d ığ ı m o n o g r a fi­

d e n d a h a ö n c e s ö z e d ilm iş ti. B u m o n o g r a f i, ş e y h in b ir R u m A b d a lı , y a n i K a le n ­ d e r i o l d u ğ u n u , d o l a y ıs ıy la b u ç e r ç e v e iç in d e d e ğ e r le n d ir ilm e s i g e r e k tiğ in i g ö z a rd ı e tm e k le e s e r le r in e

b erab er,

te m e l k a y n a k la r d a n b a z ıla r ın a v e ö z e llik le K a y g u s u z A b d a l’ın

d a y a n m a s ı it ib a r iy le

ö n e m li b ir ç a lış m a d ır .

İ le r i s ü rü le n m ü t â lâ a v e

y o r u m la r ı n , h ü k ü m l e r in b ir k ısm ın a k a t ılm a k m ü m k ü n o lm a m a k la b e r a b e r eser, K a y g u s u z A b d a l ’ı ç o k d a h a s a ğ la m t a n ı m a m ız a y a r d ım c ı o lm a k t a , b ilh a ss a R u m A b d a l l a r ı ’n ın in a n ç e s a s la r ın ı b e lir le m e m iz i s a ğ la y a c a k m ü h im

v e r ile r ih t iv a et­

m e k te d ir. A . G ü z e l ’in b u g ü n e k a d a r y a y ın la d ığ ı Kaygusuz A b d a l'ın M ensur Eserleri (A n k a r a 1 9 8 3 ) , D ilg ü şâ ( A n k a r a 1 9 8 7 ) v e Saraynâme ( A n k a r a 19 89) is im le r in i t a ş ıy a n m etin n e ş ir le r i is e , s ö z k o n u s u

m e t in le r in

m u h t e v a b a k ım ın d a n

a n a li z v e te n k itle rin in

m a a l e s e f y a p ı lm a m ı ş o l m a s ın a r a ğ m e n , b iz e ç o k ö n e m li m a lz e m e le r v e rm e k te d ir.

24 b u lu n m a k t a

Bu

e s e r le r , A . G ü z e l ’in

o lu p ,

m evcut

n ü s h a la r

Kaygusuz A b d a l’ ın M en sur Eserleri is im li k ita b ın a r a s ın d a n

s e ç ile r e k

y a y ın la n m ış t ır .

A ncak

y a y ı n l a n a n b u m e t in l e r in , h a n g i n ü s h a la r o ld u ğ u , ö t e k ile r i a r a s ın d a n n e g ib i ö l­ ç ü l e r g ö z ö n ü n e a l ı n a r a k s e ç ild iğ i v e is tin s a h t a r ih le r i n e y a z ık k ı b e lir tilm e m iş tir.


M A R J İN A L

S Û F ÎL ÎK :

K A L E N D E R ÎL E R

•49

Z am an zam an sakalı kırkık (kazınmış) bir K alen d eri şeyhi oldu ­ ğunu belirtm ekten sakınm ayan Kaygusuz A b d a l25, bazan açık ve coşkun ifadelere V a h d et-i V ü cû d telâkkisini dile getiriyor; bazan de semboller ku llan ıyor : “ Z ira bu vücûd bir dükkândır. Sana kiraya verilm işdir. İçinde oturub reneberlik idesin ve ol dükkân içinde gizlü hazîn e vard ur. İm di dükkân elde iken kazub ol hazînevi b u l” 26 ' derken, hiç şüphesiz A lla h ’ı, onun insanda gizli olduğunu kastet­ mektedir. “ Pes im di tahkik bil kim H ak T e â lâ ’ nın evveli ve âhiri ve üsti altı ve sağı ve solu ve öni ve ardı yoktur. Ibtid â ve intihâsı yokdur. Bir bahr-i bî-kenardur ki cüm le âlem i kaplayub du r. Y â n i cüm le m evcûdatın vücûd un da H ak m evcudd u r” 27 ifadesinde ise, bu in an cı çok açık bir şekilde dile getirm ektedir. H a k ’a m innet cân um külli nûr oldı İçü m taşum nûr ile m a’ mûr oldı U y a n d ı devletüm ga flet hâbından B ir ile varlığ ım kü lli bir oldı H a k ’ a m innet ki H ak cüm lede m evcûd K a m û şeyde görinen uûr-i M a ’b û d 28 m ısrâlan ise, ayn ı şekilde V a h d e t-i V ü c û d telâkkisini açık ve seçkin olarak b elirtiyor. B iz Dilgüşâ’ da d a bu tarz açık ifadelere rastlıyoruz. M eselâ B akan her y â n a S u lta n ’ı görür pes D a h î hiç g a y n yok k ’ âm görür pes

beyitleri,

D a h î h iç g a y n görünm ez cih an d a H e m â n H a k ’du r görin en her m e k â n d a 29 veya

25 M s l. b k . G ü z e l, M ensur Eserler, s. 8 5 ;

a y n ı y a z a r , Kaygusuz A b d a l, s. 1 1 5 .

28 B k . G ü z e l, Mensur Eserler (Budalânâme) , s. 53. 27 A .g.e., s. 65. 28 A .g .e.,

( K itab -ı M iğ lâ ta ), s. 9 1 .

29 B k . D ilgüşâ, s. 28.


O S M A N L I Î M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

*5°

K am û eşyâ içinde doludur Hak Eğer görmek dilersen gözin aç bak N eye baksan görinen ol K a d îm ’dür D ah î kim var hem ân H a y yü ’l-A lîm ’dür 30 m ısraları ile nihayet, K a m û H ak ile vuslat oldı Irüşdi birlik ikilik m at oldı Ş eyâtîn kalm adı gitti aradan Y a radılm ışda bulundı Y a r a d a n 31 ifadeleri bunun tipik örnekleridir. Dilgiişâ'1daki mensur kısım lar da bu telâkkileri y a n s ıtır:32 “ Bu çölde neyi kaybettin neyin peşindesin? Eğer A lla h ’ı bu lm ak istiyorsan, O senin bütün vücûd un u k a p la m ış tır .. . . Senin dışında hiç bir şey yokdur, ne varsa şendedir” 33 “ Pes ışk eri oldur ki aklı m îzan ide, ışkı delîl ide, nefsi zelîl ide. Ö zin i bile, â r if ola, H akk’ı kendi v ü cû d u n d a b u la 34. A n c a k biz K a y g u s u z A b d a l’d a V a h d et-i V ü c û d ’ un hulûl inancını a n d ıra c a k son derece coşkun ifadelerine de rastlıyoruz : K a m û şeyde m enem ayn-ı hakikat S ıfâ t-ı Z â t-ı M u tla k bahr-i hikm et M u h it-i ze v ra k m enem H ak m enem dür H a k m enem T a m û vü u çm a ğ m enem cüm le m ekân bendedir E v v e l ü  h ir m enem Ğ a n î vü F a k ır m enem Z â k ir ü m e zk û r m enem küfr ü îm an ben dedü r C ü m le y e m a ’ bû d m enem K â ’ be m enem p u t m enem  d e m ’e m ak sû d m en em işde fu lâ n b e n d e d ir35 b e y itle ri b u n u n en ç a rp ıc ı örn eklerin d en d ir. B una ben zer kuvvette o lm a s a

bile,

Kitab-ı M iğlâta’d a d a C ü m le â lem e su lta n ben o ld u m Saâdet

g e v h e rin e

kân

89 A . g * . , s. 32. 31 A .g .e ., ss. 38-3o v£*« A .g .e ., ss. 62-63­ 33 A .g .e .,

ss. 62-63.

34 A .g .e ., s. 73. ÎS Bk. M en su r E terler ( B u d a lû m m e) , s. 74.

ben

old u m


M ARJİNAL

SÛFİLİK :

•5»

KALEN DERÎLER

B en ol b a h r -i m u h itim her gö n ü ld e V e lî diyen

K aygu su z

bu

sîıret-i insan

ben o ld u m 3"

A b d a l,

B cn em

F crd

B e n cm

c ü m lc

ü V â h id

Bcnem

B â tın

B cnem

m e lâ h

F â il-i

gö n ü ld e olan

cü m le

b cn e m

M u tla k

sırr-ı

m u a lla k

zah ird e

M u h it-i z e v r a k 37

m ısrâ larıy la V a h d e t -i V ü c u d ’ u k u v v e tli bir ta rz d a teren n ü m ed iyo r. V a h d e t -i A b d a l’d a

V ücûd

b azan

telâ k k isin in

devir

in a n c ın ı

bu

coşkun

h atırlatıy o r.

b iç im i,

M e s e lâ

K aygu su z

B u d a lâ n â m e'd c

yer a la n şu sa tırla r â d e tâ bu in a n c ı a çık lıy o r: “ H â lik ’ un ü z e rin e

em ri

koyub

G âh

k erre

b a lç ığ ı

d ö n d ü rd i

d ü r lü

g ib i

(....)

hayvan

e y le d i. G â h

n e b a t, g â h

y a p r a k , g â h to p ra k e y le d i. G â h

( ..........) N ic c bin

k û z c -g c r g ib i

d e v r â n ın G âh

ça rh ı

ben i

k û ze

G â h sa ra y la r a k erp iç e y led i ( ......... ) G â h insan

d iz d i ( . . . . ) e y le d i, g â h

beni d o la b

b in

kerre isim ler v c

sû re tler d en

m a ’ d en

P îr , g â h c ü v a n

e y le d i. e y le d i

lâ k a b la r u r u n d u m . N ic e

g ö r ü n d ü m . . . ” 38

Bu cüm lelcr kanaatim izce, K alenderîliğin ilk doğuşu sırasında vukû bulan eski H ind tesislerinin bir neticcsi olarak yü zyıllar için ­ den süregelen unsurların bir yâd ıgân d ır, ki R u m A bd alları vasıta­ sıyla aynen B ektaşilik’ te de devam edecektir39. Biz, K a y gu su z A b d a l’da nisbeten olgun ifadelerle dile getiri­ len V a h d et-i V ü cû d telâkkisinin, artık tam anlam ıyla tehâsüh vc hulûl şekline dönüşmüş biçimini O tm an B aba’da buluyoruz. Velâ­ yetnâme-i Otman Baba bu konuda gerçekten çarpıcı örnekler sunuyor. B urada m evcu t pasajlard a, gerek O tm an B ah a’ nın gerekse a b d a l­ larının tenâsüh v c hulûl inan cına kail oldukları çok açık bir surette görülm ektedir. H a ttâ bu pasajlardan birinde, bu in an çları sebebiyle onların P ra v a d i’dc y argı huzû ru na çıkarıldıkları nakledilir. Rivayete, göre, bu a b d a lla r gittikleri her yerde şeyhleri O tm a n B aba’ nın Sırr-ı Yezdan, yan i A lla h ’ın insan sûretine girm iş şekli old u ğu n u , bu se­ beple de kendilerinin “ görünmeyen Tanrı'ya değil, görünen Tanrıya taptıklarını” a çık lam aktan çekin m em işlerd ir10. 3* A .g .e., (K ila b -ı M iğ lâ la ), s. 90. 37 A.g.e., s. 124. w A .g.e. ( Budalânâme) , ss. 59-60. *' Bu konuda bk. O cak , B ektaşi MenâkıbnâmeUri, 40 Bk. Velâyetnâme-i O B ., vv. 64a-66a.

m

. 145-14 6.


O S M A N L I İM P A R A T O R L U Ö U ’N D A

'52

G erçekten de O tm an B ah a’nın A lla h ’ ın yeryüzündeki mazharı olduğu meselesi, sık sık O tm an B aba’nııı “ Elest âleminde ruhlara hitâb eden Strr-t Hakîkat ve £ât-ı bî-misâl olduğu” 41; “ Her şeyin kudreti ve kuvveti ve rûhu ve ef'âli ve tasavvur u hayâlinin onun (O tm an B aba’nın) elinde bulunduğu” 42 ve benzeri ifadelerle dile getirilm ektedir. Bizzat velâyetnâm en in yazarı K ü çü k A b d al da mensur metnin arasına serpiştirdiği m anzum kısım larda O tm an B aba’nın Mazhar-ı Hak olduğu,  d e m ’in O ’nıın em riyle yaratıldığı, hem velâyet hem nübüv­ v et sahibi bulunduğu ve n übüvvetin onun velayeti yanında âciz k a ld ığ ı tarzın da ifadeler k u lla n ır43. T en asü h inan cı d a bizzat O tm an B aba’mn ağzından kuvvetli bir şekilde ifad e edilir. M eselâ O tm an Baba bir yerde, kendisinin bu â lem e bin lerce yıld an beri gelip gitm ekte olduğunu belirtirken 44, b ir yerde de H z. M u h a m m e d ’in kendisi olduğunu, âlem lere rahm et iç in g e ld iğ in i sö y le m e k te 45, zam an zam an da kendinden önce yaşa41 A .g .e ., v. 38b. 43 A .g .e., v. 72b. 43 M sl. bk. a.g.e., vv. 11b, 13a: Z ih î sâhib-i velâyet hem nübüvvet K i mîras oldı sana uş nübüvvet H a kk ’m sen mazharısın her dü âlem Senin emrinle oldı rûh-ı Âdem Felekler encüm-i seyyâre mehtâb M u tî u bendin oldı ra’d-i .......... V e lî vü ger N e b î’nün sırrı oldun Ç ü m ülk-i âlem e seyr ide geldün V elâyet

zâhir

itsen

iy

güzel

hân

N ü b ü v vet m u ’cez olur ol bil iy cân Z ih î d a ’vâ ki kıldın iy K ad îm Şâh Z ih î m a ’nâ eyâ lû tf ıssı âgâh Sen E v v e l’sin sen  h ir’sin hakîkat Z îr â aynun-durur şerh-i tarîkat 44 M sl. bk. a .g .e., v. 73a-b : “ B aka bre çirkin gebe karınlu şehirlüsi, yüz kez yüz bin yıldır ki ben bu m ilke gelürem bir taşı bir taş üzerine kom adım . . . 46 M sl. bk. a .g .e ., v. 3 7 a: “ H a zinhâr be-zinhâr şunu şöyle bilün ki ben ol istedüğiniz sırr-ı M u h a m m e d ’im ki ben size bu âlem e rahm et eylemeğe geldim. Beni gören gözler var olsun ve nûr olsun ve görmeyen gözler kör olsun .


M A R J İN A L

mış b a z ı

S Û F ÎL İK :

e v liy a n ın

K A L E N D E R ÎL E R

da

aslın d a

yine

kendisi

old u ğu n u

b ild irm ek ­

tedir 40. K ü ç ü k A b d a l’ ın, O tm a n B a h a ’daki bu hulûl ve tenâsüh inancım /am a n za m a n H a llâ c -ı M a n sû r m isali V a lıd e t-i V ü cftd telâkkisiyle te’ vil

etm e

ç a b a la r ın a

r a ğ m e n 47,

k a n a atim izce

verilen

örn ekler

O tm a n B a b a v c d e rv işlerin in in an çların ı belirgin bir biçim d e o rta y a k o y m a k ta d ır. O t m a n B ab a ve dervişlerind e V a lıd e t-i V iic û d inancı çok a ç ık b ir h u lû l v c ten âsüh şeklini alm ıştır. Ş ü p h e s iz b u in a n ç la rın o d evirlerd e da h a başka K a le n d e ri zü m ­ relerin d e d c y a y g ın o ld u ğ u tahm in ed ileb ilir. A n ca k bütün O sm an lı dö n em i b o y u n c a V a h d e t-i V ü c û d telâkkisinin hep bu şekle dönüş­ tü ğü n ü sö y le y e b ile c e k d u ru m d a değiliz. Z ira bu telâkkinin algıla n m a biçim i b ü y ü k ö lçü d e söz konusu zü m relerin ön em li ilim ve kü ltür m e rk e zle riy le sosyal ve

tem a sla rın a ,

ç e v re le rin

h a ttâ

o ld u k ç a

n ite liğ in e

H a y r e t î’de ih tiy a tlı

X V I.

ifad e le rle

ken d ilerin i ba ğlıd ır.

teşkil

N itekim

y ü z y ıld a V a h d e t-i teren nü m

edenlerin biz,

V ü cû d

olduğun u

geldikleri

H a y â li

B cğ ’dc

telâkkisinin

g ö rü rü z. M eselâ

bu te lâ k k i H a y a lî B e ğ ’ in m ısrâların d a, Ş â h u m H a y â lî’yem ki cihân lâ-m ekân iken B en b ir m ek ân -ı hâsda m ihm ân idim sana E y H a y a lî on sekiz bin âlem ün biz zıllıy ü z  le m istersen b izi seyrcyle kim â le m le r ü z 48 b içim in i a lırk e n , H a y r e tî a yn ı telâkiyi V a r lığ ı n ak d in v irü b yoklu k m etâın a lm ay a n S û d ı y o k sev d â d a d ır b ilm ez n edür bâ zâ r-ı ışk B aş çek ü b serdâr-ı iklîm -i E n e ’l-H a k olm ad ı B aş v irü b m e y d a n d a H a llâ c olm ad ın ber-dâr-ı ışk N û r-ı v a h d e td ir gö n ü l gö zin e cân â n âr-ı ğa m A y n -ı râ h a td ır belâ-keş câ n ım a â zâr-ı ış k 49 4® M sl. bk. a.g .e., v. 47b, 52b : “ Uş Sarı Saltık didikleri benem ve bu yatan ziyâret benim ziyâretim dir ki uş Sarı Saltık didikleri benem, Şimdi Sarı Saltık olub geld im . . . ” . 47 M sl. bk. a .g.e., w . 78a-b, 83a-b. 48 Bk. H a y û lî B eğ D ivan ı, ss. 104, 197. 49 H ayretî, D ivan , ss. 16, 17.


O S M A N L I İ M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

m ıs râ la n y la ifade etm ektedir. O n a göre bu telâkkinin sırrına ermek, a n c a k H a llâ c ı M an sû r gib i baş verm ekle olacaktır. İşte X V . y ü zy ıl b aşların a ka d ar Fakr, tecerrüd ve nihayet çe­ şitli yo ru m vc b o y u tlarıy la Vahdet-i Vücûd prensipleri O sm anlı dönem i K a le n d e r liğ in in doktrin tem ellerini oluştururken, bu tarihten iti­ b a ren yeni b ir unsur d a h a bu doktrine nüfûz etti ki bu, H u rû fîlik ’ tir. B) H u r û f î

te s ir le r :

X IV . y ü z y ılın ikin ci yarısın da m u h telif d în î kayn aşm alar n u cu A z e r b a y c a n ’d a d o ğu p y a y ılm a y a başlayan H u r û fîlik 50, kururu cu su F a z lu lla h -ı E ste râ b â d î’nin id a m ın d a n sonra T im u r D evleti ta ra fın d a n ta k ib a ta u ğ ra y ın c a , A n a d o lu ’y a da nüfuz ederek X V . y ü z y ılın ik in ci yarısın a do ğru R u m e li’ye geçti. H a ttâ ka yn a k­ la ra b a k ıla ca k olursa F a tih S u lta n M eh m ed zam an ın d a saraya b ile sızab ilen H u rû fîlik , a n cak V e z îriâ z a m M a h m u d P aşa’ nın ve M o lla F e n â r î’nin g a y re tle riy le e n g e lle n e b ild i51. B aşlatılan takibatın n eticesin d e p ek ço k H u r û fî’n in K a le n d e rîle r arasın a sızdığı anlaşı­ lıy o r. B iz K a le n d e r îlik ’tek i H u rû fî tesirlere m u htem elen ilk olarak K a y g u s u z A b d a l’d a ra stlıy o ru z. O Vücudnâme'sin&t bu n un b ir işare­ tin i b iz e su n m a k ta d ır. O n a gö re m eselâ “ Â d e m ’ü n başı arşd u r ve n okta-i bâ'd u r ve iki kaşı biri f a 'd u r v e biri k o f’d u r v e iki gö zleri biri ayrüd u r ve biri ğayrCdur ve ik i k u la ğ ı biri dâl ve biri zâ V d ü r ...........” 52. K a y g u s u z A b d a l bu sû retle b aştan b a şlay ıp a y a k la ra v a rın c a y a k a ­ dar

vücûdun

b ü tü n

â z â la rın ı

b irer h a rfle ifad e

etm ek sûretiyle,

H u r û fî te la k k ile rin ile rd e B e k ta ş ilik ’ te de y a y g m b ir b içim d e orta y a ç ık a c a k b ir ö rn e ğ in i v erir. H e le X V I . Y ü z y ıld a H u rû fîlik K a le n d e r îli k ’Ie o k a d a r iç iç e girm işti ki, b u d e v ird e yaşam ış m eselâ V îr â n î g ib i p e k ç o k K a le n d e r i şâ irin d e H u r û fî tesirler çok k u vv etle belirir. V î r â n î ’n in , B iz U r u m A b d a lla ı ı ’y ız su ltâ n ım ızd ır M u r ta z â Terk ü tecrîd’iz b u g ü n S ü b h â n ’ım ız d ır M u r ta z â

50 B u k on u d a bk. A . Bausani, “ H u rû fîy a ” , E l 2; A . G ölpm arh, “ F adl Allah H u r û fî” , E l 2 ; a yn ı yazar, H u r û fîlik M e tin leri K ataloğu, A n kara 51 Bk. M e c d î, ss. 82-83. 52 G ü z e l, M e n su r E serler, ss.

141-142 .

1973, ss. 16-31.


M A R JİN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

Fazl-ı H akk’ ın sırrını Y ezdan ’ımızda lehmedül) Fâ vü Dâd'a Fazl-ı Hakk Y ezd ân ’ım ızdır M u rta zâ 63 mısralarında bunu görm em ek mümkün değildir. Son beyitteki Fazl-ı H akk’ın Fazlullah-ı Esterâbâdî olduğu, fâ ve dâd harflerinin ise onun adına delâlet ettiği, her türlü açıklam ayı gereksiz bırakacak kadar açıktır. A yn ı sem bolik ifadeyi H ayretî’ nin İçdiler Fazl-ı İlâhî çeşmesinden  b-ı Hızr İtdiler kesb-i hayât-ı Gâvidân A b d a lla r54 beytinde de görm ekteyiz. Burada da Fazl-ı İlâhî yine Fazlullah-ı Esterâbâdî’ye, Câvidan ise onun ünlü kitabı Câvidannâme'yc telmihte bulunm aktadır. Z aten H a y re tî’nin, divanında, meşhur H u rû fî şairi N esîm î’nin bir gazelini tahmis ettiğini de b iliy o ru z55. F azlullah-ı H u rû fî’ııin en tanınmış vc en ileri gelen halifesi olup bir ara A n a d o lu ’ya da gelmiş bulunan vc ulûhiyet iddia ettiği ge­ rekçesiyle 1418 yılın d a H a lep ’ te diri diri derisi yüzülerek öldürülm üş bulunan N e sîm î’n in 56, lıemen hem en bütün K a len d eri züm relerin­ de takdis edild iğim , divanının el kitabı niteliğini taşıdığım ve hattâ içindeki bazı parçaların İlâhî tarzında K alen d eri âyinlerinde oku n ­ duğunu, X V I . ve X V I I . yü zyıllard aki A vrup alı seyyah ve gözlem ­ cilerin eserlerinden a n lıy o ru z57. C) Ş î î

te s is le r :

A n a d o lu ’d a ve R u m e li’de K a len d eri züm reler arasında aşağı y u ­ karı H u rû fîlik ’ ten aşağı yukarı yirm ibeş otuz yıl sonra kendini göster53 Kem al Samancıgil, Alevî Şiirleri Antolojisi, İstanbul

1946, ss. 262-263.

54 Hayretî, Divan, s. 19; krş. Samancıgil, s. 92. 55 Hayretî, ss. 81-83: H ayretîyem kim boyun virdüm belâ şemşîrine Cânum ı itdüm hedef câna melâmet tîrine Âşıkun ölmekden aıtuk pes dahî tedbîri nc C âm n virdi Nesîmî çün saçun zencîrine N içün ânın meskenin zencîr ü zindân eyledi 56 Nesîm î’ye dair şuralarda geniş bir inceleme ve bibliyografya vardır: K . E d ip Kürkçüoğlu, Nesîm î Divanından Seçmeler, İstanbul 19 7 3 , önsöz, ss. I - X X X I I . hangir K ahram an Ofundur-H am id İlimler Akademisi, Bakü

19 7 3 ,

Araslı, İmâdeddin Nesimi-Eserleri,

3 cild

(Bibliyografya ve inceleme

Nesimi Divanı, nşr. Hüseyin Ayan, Ankara

1991

(Burada

da bir

C i­

A zerbaycan 1. cild d e d ir); bibliyografya

ve Nesimi’ye dair geniş bir inceleme yer almaktadır). 57 Msl. bk. M enavino, s. 56; Cantacasin, ss. 223-24; Baudicr, s. 194; ayrıca bk. Imber, ss. 42-43.


156

OSMANLI ÎMPARATORLUGU’NDA

m e y e b a ş la y a n Ş i î te s irle rin , İ r a n v e H in d is ta n K a le n d e r île r i a r a ­ s ın d a

çok

b era b er,

daha Ş îî

e d ilm e k te d ir .

önced en

m evcu t

o ld u ğ u

ç e v r e le r in

o n la r ı

I r a n lı

m ü e llifle r ,

Ş îî

g e rç e k

Ş îî

b ilin m e k t e d ir .

B u n u n la

s a y m a d ık la r ı m ü ş a h e d e

K a le n d e r île r ’ in

Ş î î g e ç in m e le ­

r in e , O n ik i İ m a m ’ ı ta k d is e tm e le r in e , h a t t â ş e y h le r in i M ü ş t a k A li, M aksud

A li v e

M asum

A li

g ib i is im le rle

ç a ğ ır m a la r ın a

ra ğm en ,

o n la r ın a s lın d a Ş î îl i k ’ le ilg ili b u lu n m a d ık la r ın ı y a z a r la r . Z ir a o n la r a g ö re , K a le n d e r i z ü m r e le r d e tenâsüh, hulûl v e ulûhiyet id d ia s ı g ib i Ş iîliğ e a y k ın

in a n ç la r

b u lu n m a k ta d ır .

D o la y ıs ıy la ,

k im i

u lû h iy e t ,

k im i

n ü b ü v v e t id d ia e d e n b u k im s e le r i g e r ç e k Ş î î s a y m a k m ü m k ü n d e ­ ğ i l d i r 58. XV.

y ü z y ıl d a A n a d o lu ’ d a K a le n d e r i z ü m r e le r a r a s ın d a b e li

g in Ş î î te sirle r o la r a k n ite le n d ir e b ile c e ğ im iz y a y g ın b ir H z . A l i k ü ltü ­ n e, H z . H ü s e y in v e K e r b e l â ile ilg ili m a te m g e le n e k le r in e v e b u n a b a ğ lı o îâ ra lT H z. H ü s e y in k ü ltü n e r a s tla n a b ilm e k te d ir . A n c a k

bu­

r a d a g ö z d e n k a ç ır ılm a m a s ı g e re k e n , lâ k in ç o ğ u z a m a n d ik k a te a lın ­ m ayan

ö n e m li b ir

d o k tr in in e

e k le n e n

n o k ta y a bu

Ş îî

iş a re t e tm e k te sirle r

lâ z ım d ır :

Ş i îlik ’ te ki

K a le n d e r iliğ in

m â h iy e tle r iy le

d e ğ il,

K a le n d e r i l i ğ in m is tik y a p ıs ın a u y a r la n m ış b ir b iç im d e o r t a y a ç ık ­ m a k ta d ır . B u it ib a r la tıp k ı İ r a n v e H in d is ta n ’ d a k i K a le n d e r i z ü m ­ re le ri

g ib i,

O s m a n lı

dön em i

K a le n d e r île r ’ in i

de

ge rçe k

a n la m d a

Ş îî s a y m a k y a n lış o lu r. B iz im , ş im d ilik b ile b ild iğ im iz k a d a r ıy la X V . y ü z y ılın ilk y a r ı­ sı iç in d e K a y g u s u z A b d a l ’ın b a z ı e se rle rin d e o ld u k ç a h â k im b ir H z . A l i k ü ltü ile k a rş ıla ş ıy o ru z . B ilh a ss a K itab-ı M iğ lâ ta v e R isâle-i Kay­ gusuz Abdal'da, b u

k ü lt b e lir g in o la r a k g ö r ü lü y o r .

îlk in d e

b e lir til­

d iğ in e g ö r e , b u c ih a n m e v c u t d e ğ ilk e n A lla h ö n c e H z . M u h a m m e d ’ in n û r u n u y a r a tm ış , o n d a n d a H z . A l i ’ n in n û r u n u v e r û h u n u h a îk e tm iş tir . S o n r a b u ik i n û ru b ir k a n d ile k o y m u ş , b u n la r A r ş -ı A ’ lâ ’ d a b ir z a m a n a sılı d u r m u ş la r d ır . D a h a so n ra b u n u r la r ın y a n m a s ıy la S8 M sl. bk. M â s û m -i Ş îra z î, I, 447, 453 -54:

j l O j j*

'ü z y .

........

j

j j l A iit a j İ p

ıjLLA

( ........ ) JLO

Cj y j

4-JI

O Liol J l

^Ua>-

^5*^ *£


MARJİNAL

SÛFÎLİK :

KALENDERÎLER

157

bü tü n â le m le r v ü c û d a g e lm iş tir 59. A y n ı in a n ç ikin ci eserde d e b e n ze r bir şek ild e ifa d e le n d irilm iştir. M eselâ b u ra d a y a z ıld ığ ın a gö re, H z. M u ­ h a m m ed ile H z . A li, Â d e m ’den on d ö rt bin y ıl ön ce y a r a tılm ış la r d ır: “ Z î r a k i H a z r e t- i A li R a d ıy a llâ h ü anh H a zre t-i R e s û l’ ün sâ h ib -i sırrı id i ve sırr-ı İlâh îye m ah rem id i” 60 d en ilerek b u n û r u n ik i p a r ç a y a b ö lü n d ü ğü , b irin d e n H z . M u h a m m ed’in , d iğ e r in d e n H z . A l i ’nin y a ra tıld ığ ı dile ge tirilm e k te d ir, k a y ­ gusuz A b d a l ’ a g ö re H z . M u h a m m e d “ akıl b a z a n n ın su lta n ı” , H z. A li ise “ ışk b a z a n n ın su lta m ” dır. O , Şâh-ı Evliya1d ır ; b ü tü n p e y ­ g a m b erlerin sû re tle rin d e bu d ü n y a y a gelen odur. Y ü z y irm i d ö rtb in p e y g a m b e r, c e m îi e n b iy â v e e v liy â H z. A li’ye tah sîn e d e r le r 61. G ö r ü ld ü ğ ü

g ib i, eserlerin de H z. A li ’ye çok ö zel v e ü stü n b ir

m evki ta n ıy a n K a y g u s u z A b d a l’d a mehdî in ancı d a d ile g e tiriliy o r. Sü n n î İ s lâ m ’ d a n ço k Ş îîliğ e m ahsus olan bu in an ç, Risâle-i Kaygusuz Abdal'da. H z . M u h a m m e d ’in a ğ zın d a n old u k ça k u v v e tli bir^ ta rz d a ifad e e d iliy o r . B u n a gö re M e h d î, âh ir za m a n d a “ H o ra s a n c â n ib in den” z u h û r e d e ce k v e Isa sıfatlı olacaktır. O n a tâ b i o la n la r k u r tu ­ luşa e re ce k le rd ir 62. K a y g u s u z A b d a l ’d a n isb eten m û ted il b ir şekilde k e n d in i gö s­ teren Ş îî

tesirler,

birleşm iş o la r a k

O tm an

a ç ığ a

B a b a ’d a h u lû l ve ten âsüh in a n ç la r ıy la

çık m a k ta d ır.

Velâyetnâme-i Otman B aba'd a n ,

O tm a n B a b a ’ n ın za m a n za m a n kendisin in M u h a m m e d -A li o ld u ğ u n u sö yleyerek d o la ş tığ ın ı a n lıy o r u z 63. O b ir gü n de T ır n o v a şeh rin d e a b d a lla rıy la d o laşırk e n , o ra d a k i h a lka , “ T i z b u şeh rin h a râ b m a evler y a p u n v e h isa rın b e rk id in k im b u şehr H a şa n v e H ü sey in şehridir v e ol Hüseyin didik­ leri benem k i k a n u m d a ’v â itm eğe g e ld ü m ” 64 69

Bk. G üzel, Kaygusuz A bdal,

s. 134. Bu kandil tasavvuru aynen Bektaşîliğe

de girecek ve Bektaşî inançları arasında önemli bir yer işgal edecekdir (bk. M . T e v fik 60

O y ta n , B ektaşîliğin İçyüzü, İstanbul 1979, 7. bs., I,

80-81.).

Bk. G üzel, M ensur Eserler, s. 166.

81 A .g .e .,

ss.

62 A .g .e ., s. 93 Bk.

88-89. 156.

Velâyetnâme-i O B ., v. 38b: “ O l şehr (Filibe) de ol zam an bir evliyâ var idi ve ismine H aşan B a b a dirler idi. N â gâ h gördi kim ol K â n -ı velâyet (O tm an B aba) ol M er iç suyına girüb oturur ( . . . . ) O l şehr halkına nida eyledi ve e yitd i kim eyâ m ahlûk-ı cihan bilün ve âgâh olun kim

M u h a m m ed -A li d e y ü b

istedüğünüz kimesne uş M eriç’de suya girüb oturur. G e lü n gö rü n ” . 84 A .g .e ., v. 19a.


•58

OSMANLI İMPARATORLUĞUMDA

d e r. O b u su re tle te n â s ü h in a n c ın ın Ş îî m o tifle b irle şm iş b ir ö r n e ğ i­ ni

de

se rg ile m iş

X V I.

y ü z y ıl

la r ı sa y e sin d e ,

o lm a k ta d ır . ise,

S a f e v île r ’ in

O s m a n lı

sistem li v c

İ m p a r a t o r lu ğ u n d a k i

yoğun K ız ılb a ş

p ro p ag an d a­ T ü r k le r ve

B e k ta ş île r g ib i b ü tü n g a y r i s ü n n î ç e v re le rd e Ş îî p ro p a g a n d a n ın en fa a l o ld u ğ u b ir d ö n e m i te m sil e d e r 06. K a le n d e r i

z ü m re le rin in

O s­

m a n lı m e rk e z î y ö n e tim i ile iliş k ile r in d e n b a h s e d e rk e n d e g ö rü ld ü ğ ü ü zere,

K a le n d e r île r

m u şla rd ı.

Şah

bu

îs m a il- i

p r o p a g a n d a n ın H a t â y î ’n in

en

iy i m ü şte r ile r in d e n

d iv a n ın d a

yer

a lm ış

o l­

b u lu n a n

tk i â le m d e su lta n d ır K a le n d e r K a d î m î k ü fr ü îm a n d ır K a le n d e r K a le n d e r M u s ta fa v ü M u r t a z â ’d ır Z ih î cism ile c â n d ır K a le n d e r C ih a n iç in d e ser tâ p â b ü re h n e Ş e h ’ in

a şk ın a

k u r b a n d ır

K a le n d e r

V e lâ y e t k a ’ besin a ç d ı H a t â y î Ğ u lâ m -ı

Ş â h -ı

M e r d a n ’ d ır

K a l e n d e r 66

b e y itle ri, b u p r o p a g a n d a n ın a n a h e d e fle r in d e n b ir in in d e K a le n d e r i z ü m re le ri o ld u ğ u n u gö sterm esi itib a r iy le iy i b ir b e lg e n ite liğ in i arze d e rle r. X V I . y ü z y ılın ilk ü ç ç e y r e ğ i b o y u n c a S a fe v î p r o p a g a n d a s ı d a ­ h a d a y a y g ın v e b e lir g in b ir şekild e H z . A li v e O n ik i İ m a m k ü ltü n ü , M u h a rr e m m â te m in i, tevellâ v e teberrâ p re n sib in i v e b ilh a ssa H a k - M u h a m m e d - A li şe k lin d e , z a h ird e ü ç lü b ir g ö rü n ü m a rz e d e n , a m a g e r­ ç e k te y a ln ız H z . A l i ’ n in te m e l o lu ş tu r d u ğ u , eski h u lû l in a n ç la r ı iç ine ç o k râ K a t~ b ir b iç im d e y e rle şe n u lû h iy e t te lâ k k isin i K a le n d e r île r ’in d o k tr in in e e k led i. A r t ık n â m ın ı

K a le n d e r i z ü m re le ri, “ E r e n le r se rve ri A li

b a şla rın a tâ c ^ e y le m iş le r d i” 67.

A v r u p a lı s e y y a h la r v e g ö z ­

le m c ile r , K a le n d e r île r ’in g e z ip d o la ş tık la rı h e r y e rd e , “ Şâh-ı Merdan aşkına!”

d iy e r e k y iy e c e k d ile n d ik le rin i y a z ıy o r la r 68.

65 B u kon u d a msl. bk. H a n n a Sohrvveide, s i e n . . . . ’ \ D e r İsla m , 41

“ D er Sieg der Safeviden in per-

(1965), ss. 1 3 1 -2 0 1 .

48 Bk. H a tâ y î D iv a n ı, nşr. S. N ü zh e t E rgun , İstanbul 1961, s. 164. 87 N ergisî, N ih a listâ n -ı İrem, Bulak

1255, s- 1 1 4 ­

88 M sl. bk. M en a vin o , s. 5 7 ; Baudicr, s. 186; ayrıca bk. Im ber, ss. 40, 45.


M A R J İN A L

S Û F İL İK :

K A L E N D E R İL E R

•59

X V I . yüzyıld a yaşamış şâir K alenderilcr’ in şiirlerine bakıl­ dığında, yukard a sayılan bütün Ş îî unsurların, kuvvetli bir tenasüh ve hulûl zem in in e o tu r tu la r a k terennüm edildiklerini görmemek kabil değildir. B unların en başında, ulûhiyet telâkkisi ile içiçe kuv­ vetli bir H z. A li kültü gelir. K alender A b d al’ın, Bir kimesnede olmasa ol aşk-ı A lî’den Pes nice ânâ kâfir-i H aydar dimcsinler H er can ki Şeh’i bilmese bu kişver içinde Ş ah kulı değil, çâker-i K anber dem esinler09 tarzında sürüp giden şiiri, bunun iyi bir örneğidir. Bu aşırı telâk­ kiye karşılık, E y H a y â li çün gedâ oldum A lî’nin aşkına G â fil olm a, gördüğün merdâneler m eydanıdır T a rik ın d a n ererse m enzil-i maksûde her âşık H a k îk a t râhın ı gözler bizüm bir Ş âh ’ ım ız vardır diyen H a y â li, da h a m ûtedil bir üslûpla H z. A li m ahabbetini terennüm e d iy o r70. A y n ı ılım lı üslûp içinde H ayreti de şunları sö yler: E y vâkıf-ı h akîkat-i esrâr-ı kâyinât V e y ârif-i m eânî-i K u r ’ ân y â A lî H iç âlem -i v elâ y et içinde n azîrüni G örm ed i d a h î d îd e-i devran y â A lî H a llâ l-i m üşkilât-ı cihansın aceb m idür O ls a y an ın d a m üşkilim âsân y a A lî H e r ged â b ir padişaha bende olm uşdur v e lî B iz de R u m A b d a lı’y u z b izüm A lî’d ü r Ş â h ’ım ız 71 O n ik i İm a m kü ltü de, H z. A li’n inki ka d ar olm asa b ile, y in e de önem li b ir y e r tu tar. M eselâ H a y re ti d iv an ın d a “ D e r b e y â n -ı seyr ü sülûk-i A b d a l-i H u d â ” başlığı a ltın d a R u m A b d a lla rı’ m ta svir e d e r­ ken, birer birer im a m la rı d a a n a r 72. A y rıc a d iv an ın b ir b ö lü m ü n ü 89 Sam ancıgil, s. 104. 70 H a yâ li Beğ D ivanı, ss. 130, 147. 71 H ayretî, s. 7, 223. 72 A .g .e., ss.

19-21.


ı6 o

O S M A N L I İM P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

de, “ Der beyân-ı ahvâl-i hod ve menâkıb-ı Eimme-i İsnâ Aşer” başlığıyla O n ik i îm a m ’ın m edhine a yırm ıştır73. E y pâdişah-ı züm re-i m erdân yâ Hüseyin V e y server-i gürûh-i şehîdân yâ Hüseyin H a k ’dan sana vü ceddine çok selâm O lsu n Y e z îd ’e la ’net-i Y e zd â n yâ H ü sey in 74 şeklinde d evam eden bir m anzûm esinde H z. H üseyin’i medheder. M u h arre m m âtem i de, ilerde görüleceği üzere, ayrı bir âyinle K a le n d e r i zaviyelerin d e icrâ olunduğu gibi, K a len d eri şâirleri de bu ­ nu sık sık terennüm etm işlerdir. M uh arrem m âtem i hakkında H a yâlı B eğ hislerin i G am -ı d ü n yâ bizi bilm ez, v elî M u h arrem ’de Ş eh îd -i K e rb e lâ içü n bir âh u vâh ım ız v a r d ır 76 b e y tiy le dile getirir. H a y re ti ise, M â h -ı M u h arrem irdi yak u b dâğ-ı ğam gönül K a n ak ıd u r bu d îd e-i giry ân y â H üseyin K e r b e lâ ’d an can revân iden ler içü n teşne-leb Itd ile r g ö z yaşların âb-ı revân A b d a lla r H e m tu tu b h er dem H ü seyn ib n i A l î ’nün m âtem in A ğ la şu b gö zd e n dökerler b u n d a kan A b d a lla r 76 b e y id e riy le , K a le n d e r île r ’in h er yıl m u n tazam a n K e rb e lâ m âtem ini y a d e ttik le rin i b elgelem ekted ir. B u r a d a Ş îî tesirlerin teza h ü rlerin d en olan tevallâ ve p re n sib in in tere n n ü m ü n e örn ek o la ra k H a y â lî B eğ ’in, A tla s -ı g e rd û n ı e tm ez rah şın a şal T â k i o lm u şd u r H a y â lî b en de-i  l-i A b â 77 b e y ti ile , H a y r e t î’n in M u s ta fâ ’n u n ü m m e tiy iz M u r ta z â ’m n bendesi Ç â k e r-i  l- i A b â ’y u z H a y r e tî zin d e y ü z

73 A.g.e., ss. 12-14. 74 A.g.e., ss. 9-11. 75 Hayâli Beğ Divanı, s. 147. 78 Hayretî, ss. 10, 20. 77 Hayâlî Beğ Divanı, s. 107.

teberrâ


MARJİNAL

SÛFÎLÎK:

m ısrâ lan n ı

D ü ş m a n la rın d a n E hl-i B eyt-i A h m e d ’ ün o lu b bcrf O ld ıla r ca n d a n m u hibb-i H ân edân A b d a lla r 78 zik re d e b iliriz.

II -

KALENDERÎLER

161

ERKÂN :

Erkân te rim iy le , K a le n d e r îliğ in doktrinini teşkil eden b ir takım n a za rî in a n ç , te lâ k k i v e prensiplerin, K a le n d e ri zü m relerin in dış gö rü n ü şlerin d en d a vran ışların a , ib â d et ve âyin lerd en , kılık k ıy a ­ fetlerine v a r ın c a y a k a d a r, tarikatların ın bir gereği o lara k u y u lm a ­ sı gerek en esasların k a stedildiğin i b u rada b elirtm elidir. M u h te lif K a le n d e r i zü m re le rin d e u y u la n erkânın başında ön ce kılık kıyafet ko ­ nusu

g elir. A) K ı lı k

Çünkü

bu

o n la n n

felsefelerinin m a d d î

tezah ü rü d ü r.

k ıy a fe t:

B irin ci b ö lü m d e m u h te lif K a len d er! zü m relerin d en bahseder­ ken, y e ri g e ld ik ç e b u n ların kılık ve kıyafetlerine de kısaca tem as olunm uştu. A ra la r ın d a k i teferruata a it bazı fark lılaşm alara rağm en , gerek k a y n a k la rd a k i y a z ılı tasvirlerin, gerekse X V I . - X V I I . y ü z y ıl­ la rd a n in tik a l eden m in y a tü r ve gravürlerin de gösterdiği ü zere, hem en hep sinin y a rı çıp la k denilebilecek bir ta rzd a g iy in d iğ i ve üstlerinde b a z ı aksesu arlar taşıdıkları, bu suretle d iğ er ta rik a tla rın m en su p ların d an hem en farkedildikleri m üşahede o lu n m a k ta d ır. İslâ m d ü n y asın ın neresinde olursa olsun, K a le n d e r i zü m re le ­ rinin b u y a r ı ç ıp la k k ıyafetleri, fa k r ve tecerrüd esasım n b ir g e re ğ i­ dir. Bu ta rz k ıyafetin , b aşlan gıçta, K a le n d e rîliğ in m istik tem elini derin d en e tk ile y en B udist ve Ş am an ist çevrelerle b ir ilgisi b u lu n d u ­ ğu n a m u h a k k a k n a za rıy la ba kıla b ilir. B iz, ilk K a le n d e rle r olan B a b a T âh ir-i Ü r y a n v e D erviş-i  h u -pû ş örnekleriudeki gib i, y a n ç ıp lak old u k la rım v e b a za n sırtlarım h a y va n p ostlarıyla örttü klerin i b ili­ yoruz. B u n u n la berab er, K a le n d e rîle r’ in kıyafetleri kon u su n d a ilk tafsilatlı tasvire Menâkıb-ı Cemâlü’d-Dîn-i S â v î’de ra stlam ak tay ız. B u ­ rada C e lâ l-i D e r g e z în î’den bahsolunurken, v ü c u d u n u n “ baştan ayağa çıplak olup ancak mahrem yerlerinin birkaç parça otla kapalı bulunduğu” an la tılır ve bu kıyafetin ayn en C e m â lü ’d -D în -i S â v î ta ra fın d a n k a b u l ed ilip d iğ er m ü rid lere de u yg u la n d ığ ı b e lir tilir 79. A n c a k o bu çıp lak v ü c u d u cavlak den ilen k ıld a n dokun m u ş b ir çeşit y e lek le d e ö rt78

H ayretî, ss. 14, 20.

7# Bk. H a tîb -i Farisî, s. 31. F. , t


OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA

ı6 a

m ü ştü r k i, b u n d a n sonra c a v la k g iy m e k , ta rik a ta giriş e rk â n ın d a n sa­ y ılm a y a b a ş la y a c a k tır 80. M enâkıb ile aşağı y u k a rı a y n ı d ö n em e a it A r a p

v ek a y in â m e -

İcrin d e, d a h a ö n ce k en d isin d en söz e d ile n B a ra k B a b a vesilesiyle, X I I I . y ü z y ıl so n la rıy la X I V . y ü z y ıl b a şla rın d a k i K a le n d e r i d erviş­ le rin in k ılık k ıy a fe tle rin e d a ir o ld u k ç a can lı ta sv irlere ra stlan m a kta d ır.

M e s e lâ

şiird e

B a ra k

Rum

Tarihu A 'yâni’ l-Asr’ da h a lk B a b a ve

a ra p ç a sıy la y a z ılm ış bir

m ü rid lcrin in k ıy afe tle ri şöyle a n la tılıy o r:

D iy a r ı’ n d a n gelen ve fik irle ri şaşkına d ö n d ü re n b u in ­

sa n la r, ö k ü zle r g ib i ik i y a n la rın d a b o y n u zla r b u lu n a n b a şlık la r g iy i­ y o r la r d ı. Y ü z le r i tıraşlı o lu p aşağı sarkık g ü r b ıy ık la rı v a rd ı. B el­ le rin d e v e b o y u n la rın d a k ü çü k ça n la r ve b o y a lı aşık k e m ik le ri a sılıy­ d ı.

E lle r in d e ,

b irer u çla rı k ıv rık u zu n so p a la r ta şıy o rla rd ı. B elle­

rin d e d e ta h ta d a n yap ılm ış k ılıç la r ta k ılıy d ı. B o y u n la rın a asılı d a ­ v u lla r ı ç a la r a k r a k s e d iy o r la r d ı81. iş te

A ra p

k a y n a k la r ın ın

bu

ta sv irleri,

v a k tiy le

Fuad

K öp-

r ü lü ’y e h a k lı o la ra k eski T ü r k ve M o ğ o l şa m a n la rın ı h a tırlatm ış, bir m a k a le s in d e , B a ra k B a b a ve m ü rid le riy le b u eski şa m a n ların k ıy afet­ le rin i k a rşıla ştıra ra k K a le n d e r îlik ’ le b u n la r a rasın d a b ir ilişki a ra ­ m ıştı 8Z. G e rçe k te n de A b d ü lk a d ir İn a n ve M ir c e a E lia d e ’ın şam anla r a d a ir in ce le m e v e a ra ştırm a la rı, bu ilişk iy e h a k v erd ire c ek n ite­ lik te d ir . ö z e llik le M . E lia d e ’ın B u ry a t şa m a n la rın a a it tasvirleri, B a r a k B a b a v e d erv işlerin in k ıy a fe tle riy le hem en h em en a yn ı den i­ le b ilir 83. K a le n d e r i

zü m re le rin in

k ıy afetleri

y a ln ız

d eğişik

zü m reler

a r a s ın d a b ir ta k ım fa rk la r a rze tm e k le ka lm ıy o r, za m a n v e zem in iç in d e d e b a z ı fa rk lıla ş m a la r gö steriyord u . T a b ii ik lim şartlarının d a b u fa rk lıla ş m a d a etkisini h esab a k a tm a k gerekir. O sm a n lı devri K a le n d e r i z ü m re le rin in kılık kıyafetleri kou u su n d a elim izd e ol­ d u k ç a b o l m a lz e m e m e v cu ttu r. Bu m alzem e, X V I . - X V I I . *° A .g .e ., ss. 7 6 -77.

y ü z y ıl­

Bu sebeple C em â lü ’d -D în -i S â v î’nin müridlerine Cavlaki

den ild iğin den giriş bölüm ünde bahsedilmişti. 81 es-Safedî vv . 42b*43b. 82 Bk. “ In flu e n c e ", ss. 17-19 . Giriş bölüm ünde K alenderiliğin

O rta A sya ’da

yayılışın d an bahsederken tarafım ızdan da temas olunmuştu. M A b d ü lk a d ir in a n ,

Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara 1972,

2. bs., s. 92;

E lia d e, L e Chamanism e et les Techniques Arclıaiques de l'E xta se, Paris 1974, 2. bs., ss.

13 1~3 2-


M A R JİN A L

S Ü F ÎL ÎK :

163

K A L E N D E R ÎL E R

lara ait olu p , A v r u p a lı seyyahların eserlerinde yer alan gravü r­ lerle, ayn ı d ö n em e a it O sm anlı albüm lerinde bulunan bir takım m in yatü rlerd en oluşm aktad ır. A yn ı dönem lere ait yazılı tasvirlerin yan ın da, K a le n d e r i, H a y d a rî, T o rla k vb. m u htelif züm relere m en­ sup dervişleri resm eden bu m alzem e, bizim için cidden belgesel bir nitelik arzetm esi b ak ım ın d an d a hayli ilgi çckicidir (bk. sondaki resim ler kısm ı). B u ra d a , K a le n d e r i dervişlerinin taşıdıkları bazı aksesuarlar­ dan d a bah setm ek y e rin d e olacaktır. Bu aksesuarların başında, ucu kıvrık çomak d e n ile n u zu n bir asâ gelir ki, seyahatlerde hem dayan ı­ lacak hem de k en d in i savu n acak bir âlet görevini y ap ar. M uh te­ m elen ilk d efa S u lta n Ş u c â u ’d -D în tarafından ku llan ılan bir tür olduğu iç in olsa gerek , Şucâî denilen cinsinden V â h îd î bahsedi­ yor 84. E n a z ın d a n ço m a k k a d ar m ü him olan bir diğ er eşya da, yine V â h id î’ nin Ebû M üslim î Nacak tâ b ir e ttiğ i85, bir b a lta olup, b u ­ na teber d e n m e k te d ir. B u d a yolcu lu k la rd a hem ateş y akm ak üzere odun k ırm a ğ a , h e m de sa v u n m a silâhı olarak k u llan ılm ağa yarar. B un un ö n e m in i H a y r e tî şöyle v u rg u la m a k ta d ır: K a n d a gitsen bile al y an ın ca ey dilber teber K im

y irin d e san a çok yold aşlık eyler teber

H a y r e tî b e n ze r k a za k b ir R u m ili A b d a lı’sm K im G e le n e k ,

d ü şü rm ezsin elin d en d â yim â b ir ter te b e r 86

K a le n d e r île r ’deki

bu

b a lta

taşım a

erkânın ı

V III.

y ü z y ıld a ya şa m ış m eşh u r E b û M ü slim -i H o râ sâ n î’ye k a d ar gö tü r­ m e k te d ir 87, ki,

V â h i d î ’ n in Ebû M üslim î Nacak terim i de zaten

bu­

n un h a tıra s ın ı ta şım a k ta d ır. G r a v ü r v e m in y a tü r le r d e de sık sık gö rü len Boynuz v e y a N eftr 't g elin ce, b u n la r ö k ü z v e y a m a n d a b o y n u zu n d a n yap ılm ış o lup g ru p la r h a lin d e

y o lc u lu k

e d en

K a le n d e r île r ’in,

u laşm ak

istedikleri

y e re

84 Bk. V â h id î, v. 21a.

85 A.g.e., 89 pınarlı, 87 98-99.

a yn ı yerde.

Divan, s. 196. T eb e r hakkında kısa bir bilgi için bk. A . G Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, İstanbul 1977, ss. 328-29. Ir£ne M ölikoff. Abu Müslim, Le Porte-hache du Khorassan, Paris 1962, ss. Bk. H a y re tî,


OSM AN LI

164

I M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

yaklaştıkları zam an , gelm ekte oldukların ı haber verm ek m aksadıyla k u lla n ılm a k ta y d ı88. B ayram lard a ise bir musiki âleti gibi çalm ıyordu. K a le n d e r îliğ in erkânının vazgeçilm ez aksesuarlarından ikisi de, keşkül ve cür'adârCdır, bu n lardan biraz d aha aşağıda bahsedilecek­ tir. B) Ç i h a r

(Ç âr)

D arb :

F arsça “ d ö rt” anlam ın a çihar ile, arap ça “ rükün” anlam ına darb kelim elerin in birleşm esiyle teşekkül eden ve baştaki saçın, kaşın, sa k a lın v e bıyığ ın u stu rayla kazınm ası anlam ına gelen Çihar (veya Çâr) Darb ( ^ t e r i m i n i n ilk defa nerede ve ne zam an kullan ıl­ d ığ ı bilin m em ek le b e r a b e r 80, O sm anlı dönem inde yaygın olduğu g ö zle n m ek ted ir. Çihar-darb, bütün K a len d eri züm relerinde her za ­ m a n d ö rt rü k n ü yle u yg u la n m ay ıp züm reden züm reye değişmekle b irlik te , K a le n d e r îliğ in a yırıcı v asıfların dan biridir. S a ç , sakal, b ıy ık ve kaşı tıraş etme erkânının, kılık kıyafet ko­ n u su n d a o ld u ğ u gib i, yin e Budist tesirlerle ilgisi bu lu nd uğu n a şüphe o lm a m a k la b era b er, K a le n d e rîliğ in kendi iç geleneğinde bu erkân C e m â lü ’d -D în -i S â v î’ye b ağlam r. ib n B attu ta ’nın naklettiği bir menk a b e y e göre, şeyh h en ü z d elikanlı iken, m em leketi S âv e ’de kendisine b ü y ü k b ir aşk la b a ğ la n a n zen gin bir kad ın d an ku rtulm ak için saçını, sa k a lın ı, b ıy ığ ın ı ve kaşını u stu rayla kazır. O n u bu h aliyle gören k a d ın ın k en d isin i çok çirkin bulm ası ile belâsından ku rtu lan Cem âl ü ’d -D în - i S â v î, k u rd u ğ u ta rik a tın erkânı olarak bu âdeti u yg u la ­ m a y a k a ra r v e r i r 90. H iç şü p h esiz i b n B a ttu ta ’nın D im y a t’taki zâviyed e dinleyip k a y d e ttiğ i b u m e n k a b e, so n rad an çihar-darb erkânını iza h için u yd u ru l­ m u ş o lm a lıd ır. M enâkıb-ı Cemâlü’ d-D în-i ^ y f ’deki pasaj ise bize göre g e rç e ğ e d a h a y a k ın g ö rü n m ek ted ir. B u ra d a ki rivâyete göre, baştaki tü y le r i k a z ıtm a e rk â n ı, D ım a şk ’ta bu lu n d u ğu sırada C e m âlü ’d -D în ta r a fın d a n ilk d e fa ta tb ik e kon u lm u ştu r. C e m â lü ’d -D în D ım aşk’ a g e ld iğ i z a m a n , m e z a rlık ta in z iv â d a olan C e lâ l-i D e rg e z în î’yi görm üş v e o n a h a y r a n o lm u ştu r. B u za t, m en âkıb n â m en in ifadesiyle, dü n yevî, v e u h r e v î h e r tü rlü a lâ k a d a n tam a n la m ıy la “ m ü cerred ” , y arı çıplak, 88 M sl. bk. V a h id î, v. 2 1a. N e fir için bk. Gölpınarlı, a.g.e., s. 253. *• Ç ih ar D a rb terimine dair bk. a .g .e., ss. 75-76. 90 H ik âyen in tafsilatı konusunda bk. Voyages d 'lb n Baloutah, ss. 61-63.


M A R J İN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R !L E R

'6 5

saçı, sakalı, bıyığı ve kaşı kazınmış bir derviştir91. İşte onun bu haline hayran kalan C em âlü’d-Dîn de onu taklit ederek tüylerini kazım ıştır92. Böylece şeyh o günden sonra bu am cliycyi hem ken­ dine hem de m üridlerine sürekli olarak uygulam aya başlamış ve çihar-darb erkânı bu sûretle teessüs etm iştir93. Bu m enkabeden anlaşıldığına göre, sonradan Cem âlü’d-Dîn-i Sâvî’nin dört büyük halifesinden biri olacak olan Cclâl-i D ergezinî’nin, tıpkı B aba T âh ir-i Ü ryan gibi şurada burada tek başına inzivâ hayatı sürdüren Kalenderlerden biri olduğuna hükmetmek doğru görünm ektedir. M uhtem eldir ki Cem âlü’d-Dîn, hakikaten bu mün­ zevî K a len d er’i görerek çihar-darbi bir erkân olarak benimsemiş olsun. Y u k a rd a çihar-darbin Kalenderi zümrelerinde farklı şekil­ lerde u ygulan dığın a işaret olunmuştu. Nitekim Barak Baba ve der­ vişlerinin uzun ve sarkık bıyıklan olduğundan A rap kaynaklarının bahsettiğine daha önce temas etmiştik. Buna bakılarak onlann H a y ­ darı olduklarım söyleyebiliriz; Zira Haydarîler'in bıyıklarına dokun­ m adıkları ve tepelerinde de bir tutum saç bıraktıkları bilinm ekte­ d ir 94. Câmîler ise yalnızca saçlarını uzatıyor, geri kalanları kazı­ tıy o rla rd ı95. Elde m evcut gravürlere göre, Torlaklar'ın da Câmîler kadar uzun olm am akla birlikte, bir miktar saç bıraktıkları anlaşı­ lıyor. 98 B unların dışında öteki bütün K alenderi züm relerinin çihardarbi hem en tem am iyle uyguladıkları söylenebilir. 01 Bk. Hatîb-i Farisî, s. 32:

y Jii J . U pI

aA j

92 A .g .e., aynı yerde :

J .U y

jjjl

y>- liJlL. »* - — ^

JJ

C__5

jj j j j \ Jülc

^

^

ü

jJL. j j f <_ro

*

jX İi

08 Msl. bk. a.g.e., ss. 38, 43-45 vs. 04 Vâhidî, v. 47a. 05 A .g.e., vv. 5gb-6ıb. 0# Msl. bk. Chalcocondyle, Histoire des Turcs, s. 25’ teki gravür (bk. bu kitabın sonundaki resimler kısmı.


O S M A N L I IM P A R A T O R L U Ğ U ’ N D A

.66

H ayâli Beğ’in Aşk içinde ser verenler vardı bu serverlik yolun Bu tıraşı çekm eyen bilm ez K alen d erîlik y o lu n 97 m ısraları, çağdaşı H elâk î’nin Başa vü kaşa bürûd ü rîşe vurub çâr darb N içe sûretden görinen halka merd-i H ak D e d e 98 beytiyle dile getirdikleri çihar-darb, K alen d erîlik’te terk ü tecrîd’’ in b ir sem bolü olarak kabul ediliyordu. Nişancı M ehm ed Paşa bunu tarihinde K a len d erîler’in ağzından “ Â y în -i K alen d eri ve tezyîn-i H aydarî üzre kirpik ve kaş pâktırâş olub ( ......... ) hemân cihân-ı fânîde bir post ve bir dost bes, bâkî hevâ vü heves” cüm lesiyle veciz bir şekilde ifad elen d iriyo r99. M enâkıbnâm esinden anlaşıldığı kadarıyla K aygu su z A b d a l’ında bu â yîn -i kalen derîyi yerine getiren “ sakalı kırkık başı tıraşlı üryan derviş” olduğun u g ö rü y o ru z.100 Velâyetnâme-i Otman Baba?da. da O tm a n B a b a ’m n sık sık saç, sakal, kaş ve bıyıklarım kazıttığına dair p ek çok k a yıtlara ra stlan m a k ta d ır101. Sultan Şu câu ’d -D în ’in de “ kaşı kibrüği yülük” bir kişi olduğunu yine onun m enâkıbnâm esinden a n lıy o r u z 102. B ütün bu m isaller çih ar-d arb’ın vazgeçilm ez erkân­ d a n old u ğ u n u ispatlam aktadır. K a le n d e r île r ’in bu erkânının, çoğu m uhafazakâr çevrelerde k u v v e tli b ir tep kiyle karşılık gördüğü, şeriattan çıkm akla eşdeğer tu­ tu ld u ğ u m ü şahede edilm ektedir. İslâm î telâkkiler, H z. M u h am m ed ’in sü n n e tin e a yk ırı olm ası sebebiyle, özellikle sakal ve bıyık tıraşını hoş k a rşıla m a d ığ ın d a n , K a len d erîler Islâm dünyasının hem en her ta ra fın d a bu seb ep le ehl-i bid’at sayılm ışlardır. B arak B aba ve der­ v işle rin in s ırf bu y ü zd en M ısır’a sokulm adıklarını b iliy o r u z 103. X V . y ü z y ılın son çeyreğin d e kalem e alınan m eşhur Saltıknâme'de de 97 H a y a lî B eğ D ivan ı, s. 305. 98 H elâkî, D ivan , nşr. M . Çavuşoğlu, İstanbul 1982, s. 171. 99 Bk. Nişancı, T a rih-i N işancı, ss. 235-36. 100 M en â kıb-ı B K . , s. 49. 101 M sl. bk. Velâyetnâme-i O B ., vv. 35b, 64a vb. 102 Velâyetnâme-i SŞ., v. 23b : Siz şeriat ehlisüz müttekî O l bir kaşı kibrüği yülük kişi 103 Bk. Y u ka rd a s. 72.


MARJİNAL SÛFÎLlK : ayn ı te p k ile r d ile

KALENDERÎLER

167

g e t ir ilir 104. V a h id î de Menâkıb’ında

K a le n d e r île r ’ i şid d e tle ta k b ih eder ve onlara

bu sebeple

tenkitler y ö n e ltir105.

H er h â lü k â rd a y a r ı çıp la k ve h ayvan postlarıyla örtülü vücutları­ nın y a n ın d a ç ih a r d a rb d a gerek halk arasında, gerekse diğer tarikat çevrelerin d e

K a le n d e r île r ’ e

soğuk

bakılm asına

yol

açmıştır.

C) R i y â z a t : in sa n ın nefsini h er türlü d ü n yev î zevkten olabildiğince alıkoya­ rak

ancak

h a y a tın ı

sü rd üreb ilecek asgarî şeylerle yetinm eye alış­

tırm ası d e m e k o la n riy â za t, K alen d eriliğin doktrin esaslarından olduğu k a d a r, terk ü tecrîd prensibini yansıtan bir erkândır da. D i­ ğer ta rik a tla rd a d a esas olan riyâ za t erkânı, H atîb-i Fârisî tarafın­ dan u zu n u z u n a n la tılm ış o l u p 106, K alen d erîliğe giren her müridin yerin e getirm esi gerek en

bir çeşit çile çekm ekten ib a re ttir107.

K a le n d e r iliğ in ilk za m a n la rın d a bu gibi erkâna sıkı sıkıya ria yet o lu n d u ğ u h a ld e , O sm a n lı dönem inde bu durum un gevşediğini, gerek O s m a n lı, gerekse B atı kayn aklarınd an anlıyoruz. Bu kaynak­ lara gö re ,, K a le n d e r i zü m releri artık tasavvufî niteliklerinden ta­ m am en u zak la şm ış, ze v k ve sefahet âlem lerine düşmüş insan toplulu lu k la rın d a n o lu ş m a k ta d ır108. B ununla beraber zam an zam an K a y g u s u z A b d a l ve O tm a n B aba gib i büyük K alen d eri şeyhlerinin riy â za t e rk â n ın a u y m a y ı sürdürdükleri söylenebilir109. 104 E b u ’l-H a yr-i

R ûm î,

Saltıknâme, w .

367^3683.

Burada Sarı

Saltık’ın,

Kalenderi şeyhi Seyyid C e m a l’e şöyle dediği yazılıdır : “ Bilm ez misin kim ehl-i bid'at, ehl-i reddürür. Hazret hakkında husûsâ kim kaş kirpük âdem oğlanlarına rahmet virilmişdür. Hakk Teâlâ’nun rahm eti nişanıdur ki cemî-i a ’zâ âdem oğlanlarınım günahına şehâdet ideler

( .............) V e hem Şeytan dergâh’dan dûr olıcak Şeytan’un

kaş ve kirpüği dökildi rahmetden mahrum olduğîçün alâmet-i R ah­ m et gitd i.” . 105 V â h id î, v. 3ga-b. 106 H a tîb -i Fârisî, ss. 66-67. 107 A .g .e ., s. 48 : jj~ "

jJ J İ

j l i <^1

J jy

jJ

j\ y > -

O ----- - i

Lf

j j j

.U ii j l

d yr

J+ ç

j'

ojjj

j'

C— j j j

108 Bk. yukarda Kalenderi zümrelerine ait bölüm, ss. n o -1 1 9 109 M sl. bk. Velâyetnâme-i O B .. w . 80b, 85a.


OSMANLI ÎMPARATORLUĞU’NDA

ı68

D) S e y a h a t : B elk i d e r îliğ in

en

eski

d e v irle rd e n

en ç o k u y u la n

en son

z a m a n la r ın a k a d a r

esas e rk â n ın d a n

b iri se y a h a ttir .

K a le n ­ G e le n e k

d iğ e r k o n u la r d a o ld u ğ u g ib i b u n u d a C e m â lü ’ d - D în - i S â v î ’y e b a ğ ­ la m a k la

b e r a b e r 110,

a slın d a m eselen in y in e eski

h e ist e tk ile r v e ge le n e k le rle F â r is î’y e ic a p

gö re ,

eden

b ir

se y a h a t

K a le n d e r îliğ in

e rk â n ıd ır;

B u d ist v e M a n i-

a lâk a sı o ld u ğ u m u h a k k a k t ır 111. H a tîb - i z ir a

m u tla k a

se y a h a t

in sa n ın

y e rin e iç in i

g e tirilm e si

o lg u n la ştırır.

M â n a e h li b u n u n la y ü c e lir ; y u m u ş a k h u y lu o lm a n ın m a y a s ı s e y a h a t­ tir 112. G e r ç e k te n

a şa ğı y u k a r ı b ü tü n

İslâ m

d ü n y a s ın d a

hem en

her

d e v ir d e K a le n d e r i d e rv işleri, eski B u d ist v e m a n ih e ist r a h ip le r g i­ b i, g e n e llik le b ü tü n y a z b o y u n c a , ü ç beş k işilik g r u p la r h a lin d e sü ­ re k li s e y a h a t e d iy o r la r d ı. E rk â n ic a b ı y a p ıla n b u s e y a h a tle r s e b e b iy ­ le , K a le n d e r i d e n iş le r i F a s ’ ta n H in d is ta n ’ a k a d a r b ü tü n İslâ m â le ­ m i iç in d e ç o k gen iş b ir a la n d a sü rekli d o laşım h a lin d e id ile r . B u se­ b e p le h e r h a n g i b ir y e rd e k i b ir K a le n d e r i z â v iy e sin d e d e ğ işik m ille t v e m e m le k e tle re m e n su p K a le n d e r i d e rv işlerin e r a s tla n a b iliy o r d u . B u sü re k li d o la ş ım b u z ü m re le r a ra s ın d a o ld u k ç a sa ğ la m b ir d a y a n ış ­ m a y a y o l a ç tığ ı g ib i, b ir b ir le r in d e n a şın b ir şekild e fa rk lıla ş m a la rın a da

e n g e l o lu y o r d u .

d o lu ’ d a k i

b ir

H in d is ta n ’ d a k i b ir K a le n d e r i d erv işin in A n a ­

m e slek ta şın d a n

d ü şü n ce

ve

in a n ç

itib a r iy le

olsu n,

k ılık k ıy a fe t itib a r iy le o lsu n tem ele in en b ir a y r ılığ ı y o k tu . X V I . y ü z y ıl d a ya şa m ış ü n lü b ir K a le n d e r i şâiri o la n Y e tim A li Ç e le b i, m e sle k ta ş la rın ın T erk -i R e sm

n asıl se y a h a t e ttik le rin i şöyle a n la tıy o r : â d e tle ü

y in e

â y în - i

k e n d im ize

c ih a n ı

n ice

bend

p â -b e n d

e d e lim id e lim

A z m - i Ş ir a z ü B u h â râ v ü S e m e rk a n d id e lim G e l K a le n d e r o la lım terk-i d iy a r e y le y e lim E m r-i H a k erd i çü n sefer e y le d i P ir C e m a l 110 H a tîb -i

Fârisî, seyâhat erkânının ilk defa

C e m â lü ’d -D în ’i S â v î tarafın­

d an o rtaya atıldığın ı belirterek onun ağzın dan bu erkânın faziletini ve sâliklere neler kazan dıracağın ı uzun uzun anlatır. Ü stelik bir takım âyet ve hadîslerden deliller getirerek seyahatin farz olduğunu vurgulam ak ister (bk. M e n â kıb-ı C S ., ss. 15 -1 7 , 26-29). 111 Bk. giriş bölüm ü, s. 8. 111 H a tîb -i Fârisî, ss. 15-16.


M A R J İN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

ı6 g

R u m ’d a sana karar oldı Y ctîm emr-i m uhal A r a b ’ a A c e m ’e eyleyelim istical G el K a len d er olalım terk-i diyar e y ley e lim 113 K a y gu su z A b d a l ve O tm an B aba’nın m enâkıbnâm elerinde de seyahat erkânı önem li b ir yer tutm aktadır. M eselâ K aygu su z A b ­ dal, Elm alı zâviyesin de A b d al M usa’ya intisap edip hilâfet m aka­ mına yükseldikten sonra, bilindiği gibi M ısır’a giderek D im y a t’ taki - temeli C e m â lü ’d-dîn -i S âv î tarafından atılan - K a len d eri zâ v i­ yesinde kalm ış, orad an K a sru ’l-A y n ’ a gelerek kendi zâviyesini kur­ muş, daha sonra d a a b d a lla rıy la beraber H icaz’a gitm iştir. O rad a n sırayla Şam , y an i D ım aşk, B ağdad, K ü fe, Necef, K e rb e lâ ve Nuseybin’i dolaşarak tekrar A n a d o lu ’ya dönmüş ve Elm alı zâviyesinde karar k ılm ıştırı u . K a y g u su z A b d a l’ın bu seyahati rastgele bir yolcu luk olmayıp, K a le n d e riliğ in erkânı icabı, sâliki olgunlaştırm aya, başka diyarlardaki m eşrepdaşlarıyla tam ştırm aya yön elik b ir seyahattir. O, dolaştığı b ü tü n bu yerlerde hep K a len d eri zâviyelerin de kalm ıştır. Bu tü r seyahatin dışında, K a len d erîler’in bir de y ıllık seyahat­ leri v ard ır ki, şeyhlerinin başkanlığında, sadece y a z m evsim i bo­ yunca y ap ılan , kışın h a rc a y a c a k la n erzakın, özellikle kurban denilen davar ve sığırların toplanm asına yön elik bulunm aktadır. O tm a n Baha’nın hem en bü tü n m enâkıbnâm esini dolduran ve bü tü n B al­ kanları için e a la n y ıllık seyahatleri işte bu tür se y a h a tle rd ir115. E) T e s e ’ ü l

( d ile n m e )

veya

cerr:

Tese'ül v e y a cerr de kökü Budist tesirlere kad ar u zan an erkân ­ dan biridir. G e zic i Budist rahipler de y a z a yların d a, tek tek v e y a bir kaç kişilik g ru p la r h alin de seyahat ederek ve bu esnâda u ğra d ık ­ ları şehir ve k a sa b a la rd a dilenerek günlerini g e ç iriy o rla rd ı116. Budistler’deki bu ritüel dilenm e, aynen K a le n d e rîlik ’te de kendini k a ­ bul ettirm iş ve K a le n d e r i dervişleri de fakr ve tecerrüd esasının b ir gereği olarak, n efislerini aşağılam ak, böylece on un hâkim iyetin d en ku rtulm ak iç in dilen m eyi erkând an kabu l etm işlerdir. T ese’ü l erkân ın a d a ir Menâkıb-ı Cemâlü'd-Dîn-i SâvVde h e r­ hangi b ir iz a h a ta rastlan m am ası dikkat çekicidir. B u n u n la b e ra b e r, 113 S. N üzhet Ergun, B ektaşî Şâirleri ve Nefesleri, İstanbul 1955, ss. 1 1 1 - 1 1 2. 114 Bk. M en âkıb-ı B K ., m uhtelif sayfalar. 115 Bk. Velâyetnâme-i O B ., m uhtelif sayfalar. 119 Bk. giriş kısmı, s. 10.


OSMANLI İMPARATORLUĞUMDA

17o

d iğ e r k a y n a k la r ım ız bu k o n u d a b o l m a lz e m e ih tiv a e d e rle r. B ö y le c e K a le n d e r île r ’ in bu ritü e l d ile n m e v a s ıta s ıy la y iy e c e k le r in i s a ğ la d ık ­ la rın ı

da

a n la tm ış

o lm a k ta d ırla r.

A s lın d a

O s m a n lı

İ m p a r a t o r lu ­

ğ u n d a h cm e ıı h em en b ü tü n K a le n d e r i tekke v e z a v iy e le r i d e d iğ e r ­ leri g ib i v a k ıf sistem in e d a h il b u lu n d u k la rı h a ld e , y a n i m a d d î ih ti­ y a ç la r ı b u çerçe v e d e sa ğ la n d ığ ı h a ld e , K a le n d e r île r tese’ ü l e rk â n ın ı u y g u la m a k su re tiy le k e n d ile rin e b ir ek g e ç im k a y n a ğ ı sa ğ la m ış o lu ­ y o r la r d ı. A v r u p a lı se y y a h la r v c g ö z le m c ile r , çeşitli K a le n d e r i z ü m ­ re le rin i a n la tırk e n o n la rın bu tese’ ül â d e tle rin d e n d e

b a h s e d e rle r.

O n la r ın a n la ttık la rın a gö re, K a le n d e r île r ilg i ç e k ic i b iç im le rd e d ile n m e k te d ir le r . B a za n g r u p la r h a lin d e şeh ir şeh ir, k a s a b a k a sa b a , h a ttâ k ö y k ö y İlâ h iler sö y le y erek d o la ş m a k ta , ö n le rin e ç ık a n a keşArtf/’ le rin i u z a ta ra k v e rile n p a ra v e y a y iy e c e k le r i t o p la m a k t a d ır la r 117. Keşkül,

h in d ista n

c e v izi

kabuğundan

veya

o

b iç im e

u y d u r u la r a k

m â d e n d e n y a p ıla n , b o y u n a a sılm a k ü ze re ik i y a n ın d a n b ir zin c ir le tu ttu r u la n , Geçgül

içi ç u k u r v e gen işçe k a b ın

şe k lin d e

de

y a z ılıp

a d ıd ır. B a z a n Keçgül v e y a

sö y le n e b ilm ek ted ir.

B azan

da,

z e n g in

e v le rin in v e k o n a k la rın ın ön ü n e g e le re k iç erd e o tu r a n la rı m e d h e d e n m â n ile r sö y le y en K a le n d e r i d erv işleri, b u sâ yed e d e e p e y c e y ü k lü p a ra v e y a sa d a k a to p la rla rd ı. B u u su llerd en b a şka , y o ld a , çarşıd a , p azarda

k a rşıla ş tık la rı in sa n la rın

fa lın a

b a k ıp

o n la ra c â z ip

kehâ­

n e tle r i sö y le y e re k y in e y ü k lü c e p a ra la r sızd ıra n g ö z ü a ç ık K a le n d e r i d e rv işle r i d e

v a r d ı 118. T a b iik i a rtık bu tü r d ile n m e le rin ritü e l

an­

la m d a tese'ül e rk â n ıy la a lâ k a sı ço k ta n k a yb o lm u ş, ta m a m iy le b a sit b ir d ile n c ilik h a lin e d ö n üşm üşlerdi. F) M ü c e r r e d l i k : B e k â r b ir h a y a t sü rm en in , K a le n d e r îlik g ib i g e z g in c i b ir n ite ­ liğ e sa h ip b u lu n a n v e terk ü tecrîd’ ı esas pren sip ed in m iş b ir ta sa v ­ v u f î te şe k k ü ld e en g e re k li e rk â n d a n b iri olm ası ço k ta b iid ir. T e m e ld e İ s lâ m î e sa sla ra a y k ır ı o la n b ö y le b ir erk â n ın ben im sen m esi, m u h a k ­ k a k ki y in e eski B u d ist v e M a n ih e is t tesirlerle ilg ili g ö rü lm e lid ir. Ç ü n k ü k a y n a k la r ım ız B u d ist ve M a n ih e ist ra h ip le rin de m ü ce rred 117 M sl. bk. Schvveiger,

s. 196; M cn avin o,

s. 59; Baudier, ss. 184, 196. H a ­

y â li B eğ d iva n ın d a keşkülle dilenm eyi bir m o tif olarak şöyle kullanır : Â şiyân -ı bülbülü deryûzeye keçkûl idüb C err içün dergâhına geldi kalender-vâr gül 1,8 M sl. bk. M en a vin o , aynı yerde; Baudier, s.

197.


M A R JİN A L

SÛ F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

' 7*

bir hayat sürdüklerini gösteriyor, ki bundan daha önce bahsedil­ mişti- Ö zellik le Budist mistik kültürünün bir gereği olan bekâr y a ­ şantı, kesinlikle vazgeçilm ezdi. Bu hemen bütün K alen d eri züm re­ lerinde de böyle olm uştur. N itekim K alen d eriliğin tarihinde isim yapmış ünlü şeyhlerin bü yük bir çoğunluğunun da bekâr yaşadık­ ları bilinm ektedir 119. B ununla beraber, kaynakların verdiği bilgiler, evlilik şeklinde olm asa dahi, K alen d eri dervişlerinin zam an zam an kadınlarla ilişki kurduklarını gösteriyor120. Bilhassa O sm anlı dö­ neminde bunun pek çok örneğine rastlanm aktadır. H a ttâ K ö p rü lü M ehm ed Paşa’ nın, Edirne yakınlarındaki bir K a len d eri zâviyesini, sırf k ocalarına ih an et eden kadınların girip çıktıkları bir yer haline geldiği gerekçesiyle kap attığın ı b iliy o ru z121. B azan d a k ad ın larla teması tercih etm eyen K a len d erîler’in, aşağıda görü leceği üzere, genç erkeklerle ilgilendikleri ve bunları kendi araların a a lm aya çalıştıkları müşahede o lu n m a k ta d ır122. Bu sûrede, bir za m a n la r K a len d erîlik ’te A lla h ’ın cem alin i güzel deli­ kanlıların yü zü n d e tem aşa etme düşüncesinden kayn aklan an Mahbubperestlik (ya h u t Cemâlperestlik) erkânı, sık sık sapık ilişkiler şekline dönüşebilm iştir. G) M a h b u p p e r e s t l i k ( C e m â lp e r e s t li k ) : M ah bu p p erestlik, ku vvetli bir ihtim alle eski Iran kültürü k a n a ­ lıyla K a le n d e rîliğ e girm iş olm alıdır. Z ira bunun Budist m istik te­ lâkkileriyle b ir ilgisi henüz görülem em iştir. K a y n a k la r özellikle, İran ve d a h a sonra d a A n ad o lu sâhalarm da m evcu t K a le n d e ri zü m ­ relerinde, gen ç ve gü zel yü zlü , m ütenasip endam lı d elikan lılard an mahbub v e y a maşuk edinm ekle ilgili pek çok m alzem e ih d v a etm ek­ tedirler. İra n ’d a bu geleneğin, K a len d erîlik dışında d a çok eskiden beri m evcu t b u lu n d u ğu anlaşılıyor. Ü n lü edip S a d î ve şâir H â fız ’ın 119 X V I . Y üzyılda H ayretî bu hususu şöyle vurguluyor : T erk ü tecrîd ehliyüz hânümandan fâriğüz îk i âlemden birîyüz în ü ân’dan fâriğüz V arım ız m ahbûb ile meydür kalandan fâriğüz Biz de bir kaç lâübâliyüz cihandan fâriğüz 120 Msl. bk. Baudier, s. 185. 121 Bk. R icaut, s. 451. 122 Msl. bk. Baudier, s. 184.


172

İm

osm an li

paratorluğum da

e se rle rin d e b u n u n izle rin e ra stla n ıy o r . S â d î, Gülistan v e Bustan a d ­ lı b ü tü n d ü n y a c a ta n ın m ış k ita p la r ın d a m a h b u p p e re stlik te n b a h se t­ m e k te , h a tt â g e n çliğ in d e k e n d isin in d e d ilb e r b ir ge n ce âşık o ld u ­ ğ u n u a n la tm a k ta v e b u n u n , in sa n ı k ö tü y o la sü rü k le y e b ile c e ğ i seb e­ b iy le , iy i b ir şey o lm a d ığ ım b e lirtm e k te d ir. O n a gö re g ü z e l y ü z lü d e lik a n lıla r a

d u y u la n

ilg i

z a m a n la r K a le n d e r île r ’ le

h iç

b ir

d ü şü p

za m a n

k a lk a n

m â su m

H â fız

da,

o l a m a z 123 B ir O s m a n lı

d ev ri

K a le n d e r île r i’ n in e lin d e n d ü şm ey e n m eşh u r d iv a n ın d a , “ H â fız âşık v e rin dse, g ü ze lle re h a y ra n sa ne ç ık a r k i? B ir ç o k tu h a f h a lle r v a r d ır ki, g e n ç lik ç a ğ ın ın ic a p la r ın d a n d ır 1245 ’ d e m e k sû re tiy le m a h b u p p e re stliğ in g e n ç liğ in n o rm a l tu tk u la r ın d a n o ld u ğ u n u ifa d e e d e re k , S â d î’y e ters b ir ta v ır o r ta y a k o y u y o r. Kökü

b u şekild e ç o k eskilere k a d a r g id e n

m a h b u p p e re stliğ in ,

İ r a n ’ d a K a le n d e r îlik g ib i esası m ü ce rre d liğ e d a y a n a n b ir ta rik a tta k o la y c a re v a ç b u lm a sın a şa şm am ak lâ z ım d ır . V a h d e t - i V ü c û d te lâ k ­ k is in in d e ğ iş ik b ir y o r u m u o la ra k “ A lla h ’ın g ü ze l y ü z lü g e n ç e rkek­ le r in s im a la r ın d a te c e llî e ttiğ i” t a s a v v u f î z e m in

b u la n

gerek çesiy le k e n d in e u y g u n b ir de

m u h b u p p e re stlik h a k k ın d a k a y n a k la r d a il­

g iy e d e ğ e r m â lu m a t v a rd ır. X I I I . y ü z y ıh n ü n lü K a le n d e r i şe y h le ­ r in d e n

F a h r u ’ d - D în - i

d e r île r

a ra s ın d a

K a le n d e r îliğ e

I r a k î’ n in ,

g ö rd ü ğ ü

v a k tiy le

şeh irlerin e

ge le n

in tis a p e ttiğ in d e n d a h a ön ce b a h so lu n m u ştu .

E v h a d ü ’ d - D în - i

K a le n ­

g ü z e l b ir d e lik a n lıy a ilg i d u y d u ğ u

için

H a ttâ

K ir m â n i ’n in de Şem s-i T e b r îz î ta ra fın d a n ten kid e

u ğ r a d ığ ım d a b i l i y o r u z 125. X V I . y ü z y ıl I ra n lı m ü e llifle rin d e n S â m î M ir z â d a , M e v lâ n â A b d a l a d lı b ir K a le n d e r i şâ irin in b u n a b en zer b ir

h ik â y e s in i

ta fs ila tlı

Ne

m a h b u p p e re s tliğ in ,

v ark i

le ri so sy a l v e

o la r a k

a n la t ır 126. K a le n d e r i

d erv işlerin in g e ld ik ­

k ü ltü r e l ç e v re le re gö re sık sık a m a c ın ı değiştirerek

s a p ık iliş k ile r şe k lin e d ö n ü ş tü ğ ü n e d a ir k a y n a k la r d a b ilg i b u lu n m a k ­ ta d ır .

M e s e lâ

X III.

y ü z y ıld a

I b n ü ’ l- H a tîb

Cavlakîler'i an la tırken ,

o n la r a r a s ın d a liv â ta (h om oseksü ellik) ille tin in çok y a y g ın b u lu n d u ğ u 123 M sl. bk. G ülistan, çev.

H ikm et ilay d ın , İstanbul 1963,

2. bs., ss. 185,

2 7 5 -2 7 7 , 278. 124 Bk. H â fız D iv a n ı, Ç e v . A . G ölpınarlı, İstanbul 1968, 2. bs., s. 24. 125 Y u k a rd a birinci bölüm , s. 8 1. 12* Sâm i M ir zâ , T u h fe -i S û m i, Süleym an iye w .

(Ayasofya)

K tp ., nr. 4248/4,

221 a-222a. Burada, vaktiyle çok zengin bir tüccar olan M evlân â A b d a lın ,

d ü k kan ın a gelen çok güzel bir d elikanlıya âşık olup uğruna bütün servetini terkederek nasıl K a le n d eri olduğu hikâye edilir.


M A R JİN A L

S Û F Î L lK :

K A L E N D E R ÎL E R

173

nu, m ecbur k alm ad ık ça kadınlara ilgi duym adıklarım k a yd e d iy o r127. Ahm ed E flâ k î de M e v lâ n â ’nın, oğlu Sultan V e le d ’i Şems-i T c b r îz î’ye mürid verirken onun, çirkin livâta hastalığından uzak bulunduğu konusunda tem in at verm e gereğini duyduğunu y a z m a k ta d ır128. Onun bu ka yd ı da, M ev lâ n â zam anında A nadolu K alen d crîleri’ ndc bu işin iyi bilin d iğin i ortaya koyar. M ah bu p p erestlik türlü şekilleriyle Osm anlı dönem ine de in­ tikal etmiştir. X V I . y ü zyıld a H ayretî aşağıdaki m ısrâlarıyla, m ahbup, ların, veya başka bir deyim le, şâhid'lerin A lla h ’ın m azharı olduğunu anlatıyor: N û r-i A h m e d ’dür yü zi zıll-i H ü dâ’dır perçem i R â ’y-ı rahm etdir kaşı m îm ’i M uham m ed’dür femi A n a bu veçh ile kim dür diyebile âdem î Pertev-i H a k kudret-i H ak m azhar-ı A lla h ’dur O k u m a d u n H a y re tî gerçi Mutavvel Muhtasar Z ü lfi a ğzı hadîsinden bize vir bir haber Şol g ü zeller şâhinun kim ana dir ehl-i n azar P ertev-i H a k kudret-i H ak m azhar-ı A lla h ’d u r 129 T a m a m ı beş k ıt’ adan ibaret olup yukarıya y aln ızca i k i s i n i ald ı­ ğımız bu m an zû m e, H a y re tî’nin A li adındaki bir m ahb ub u, y a h u t şahidi için söylenm iş olup, görüldüğü gib i A lla h ’ın cem alin in on da zuhur ettiğini belirtm ektedir. H a yre tî M ah m u d adın daki başka bir m ahbubu için de şunları terennüm ediyor: G e h gö zi fik ri ile v â lih ü hayrân olalum Z ü lfi sevdası ile g â h î perîşan olalım K u lın a kul olıben âlem e sultan olalu m K a n i b ir şuh gü zel dünyede M ah m u d g i b i 130 H a y âlî B eğ de a ym şekilde genç ve gü zel bir ışığa olan aşkını şu b e y ­ ti ile dile ge tiriy o r: Ç ih resin de görü ben lem ’ a-i nûr-i n eb evi B ir y a lın y ü z li ışık şevkine old u m a le v î131 127 Îbn u’l-H atîb, Fustât, v. 51b. 128 E flâkî,

II,

633.

129 Bk. H ayretî, Divan, s. 101. 130 A .g .e ., s. i i i . 131 H ayâlî B eğ D ivanı, s. 447.


O S M A N L I Î M P A R A T O R L U Ğ U ’N D a

'7 4

A yn ı H a yalî Beğ, m ahbupperestliğin K a len d erîler arasında nasıl livâta şekline dönüştüğüne dair de m u htelif ifadeler su n m a k ta d ır^ K a len d erîler arasında yaygın olduğu bu örnekleriyle iyice görülen bu tür ilişkiler, X V I . ve X V I I . yü zyıllard a A vru p a lı seyyah­ ların da dikkatlerini çekmiş olm ah ki, eserlerinde bu meseleden bah­ sederken m ahbupperestliği çok garip bir âdet olarak vasıllandır­ m ak tadırlar 133. I II -

 Y ÎN V E İB A D E T L E R

A) K a le n d e r îliğ e

m ahsus

â y in le r :

H er tarikat zümresi gibi K a len d erîler’in de kendilerine mahsus b azı âyinleri olduğu m uhakkaktır. A n ca k O sm anlı ka yn a k lan , özel­ likle resm î nitelikli arşiv belgeleri ve vekayinam eler, bu konuda bizi ayd ın latabilecek nitelikte değildirler. Z aten resm î yönetimin bu züm releri ehl-i bid’ at telâkki etm esiyle gayri meşru sayıldıkla­ rın dan , kayn akların onların âyin ve ibadetleri konusunda bilgi ihti­ v a etm eleri de beklenem ezdi. Bu sebeple bu m eseleye d air m alzem e a n ca k resm î nitelik arzetm eyen k a yn a k lard a — o d a kısa bilgiler h a lin d e - bulunabilm ektedir. M eselâ V â h id î çeşitli K a len d eri zü m relerin i sayarken, onlan n za m a n zam an def, düm belek ve benzeri m usiki âletleriyle İlâhiler sö yleyerek 11usûl-i kadîmelerince raks ve semâ’ itdiklerini” k a y d e d iy o r134. A m a bu usûl-i k a d îm e ’nin ne olduğun u, raks ve sem âm nasıl yap ıl­ d ığ ım açık lam ıyor. B u n u n la beraber, Velâyetnâme-i Otman Baba bu kon u d a bir öl­ ç ü d e a y d ın la tıcı d u ru m d adır. B urada m evcu t b a zı ka yıtlar, K a le n ­ d e r i â y in le ri kon u su nd a gerçekten belgesel n itelik taşım akta olup, şim d ilik ben zerleri de yoktur. Bu k a yıtlar, O tm a n B a b a ve derviş­ le rin in g ittik le ri yerlerde yap tık ları “ ateş â yin le ri” ni anlatm akta­ d ırla r. D o la ştık la n şehir ve k a sa b a la n n dışın daki u y g u n yerlerde, k o r u lu k la rd a k i ku ru a ğ a ç la rı keserek gece o rta y a y ığ ıp , n orm al bü yü k­ lü k te k i ateşlerd en ço k d a h a cesim öb ekler teşkil ederek “ Tanrı’ya temâşâ göstermek”

ü zere sem â ’ v e raks etm ek, a n la şıld ığı k a d a n y la

132 A .g.e., ay n ı yerd e. B u rad a H a y â lı Beğ S e yd î ve A li B â lî ad lı m ahbupların nasıl liv â ta fiilin e â let o ld ukların ı anlatır.

133 M s l. b k . C a n t a c a s i n , s. 225. 134 V â h id î, vv. 22a-b, 34b, 75a

vb.


M A R J İN A L bu

â y in le r in

B a h a ’ n ın e ttiğ i

S Û F ÎL İK : e s a s ın ı

bazan

a n la ş ılıy o r

bu ki

K A L E N D E R ÎL E R

o l u ş t u r m a k t a d ı r 135.

175

D aha

a te ş â y in le r i n i h a s ta lık bu

b iz e

şam an

da

ö n e m lis i,

O tm a n

te d a v isi m a k s a d ıy la ic r â

â y in le r in i

h a t ı r l a t m a k t a d ı r 188.

Bu ateş âyinlerinin muhtem elen X I I I . yüzyıldaki göçlerle O rta Asya’dan A n ad o lu ’ya intikal eden K alenderi züm releri aracılığıyla girdiği tahm in edilebilir. Ü stelik bu âyinlerin, biraz aşağıda anla­ tılacak olan, Seyyid G azi Z â viyesi’nde icrâ edilen yıllık büyük top­ lantılar esnasında da tekrarlandığına bakılırsa, herhalde O sm anlı İm p aratorlu ğu n d aki bütün K alen d eri zümrelerinde ortak olduğunu ileri sürmek m üm kündür. Seyyid G azi Z â viyesi’nde, H a cıla r B ayram ı da denilen K u r­ ban Bayram ı sırasında yap ılan yıllık büyük âyinler hakkında bugün için ilk k ayıtlara, H acı Bektaş-ı V e lî, H acım Sultan ve O tm an Baba velâyetnâm elerinde rastlanm aktadır. Bunlardan birincisi, söz konusu zaviyede yap ılan ilk âyinlerin H acı Bektaş tarafından tesis olun­ duğunu haber verdiği gibi, M uharrem M atem i âyininin dc H acı Bektaş Z â v iyesi’nde icrâ edildiğini b e lirtir137. İkinci eser ise, H acım Sultan’ın, her yıl K u rb a n B ayram ı’nda Susuz’daki zâviyesinden kalkarak öteki K a len d eri züm releriyle beraber b ü yük âyine katıl­ mak üzere S eyyid G azi Z âviyesi’ne gittiğini b ild irir138. Ü çü n cü esere gelince, o d a lîp k ı İkincisi gibi, O tm an B aba’ nın her yü K u rb a n B ayram ı’nda “ H acc-ı E kb er” denilen büyük âyine katılm ak için m üridleriyle ayn ı zâviyeye geldiğini ve bu âyinin çok önem li olduğunu kayd etm ek ted ir13B. H er üç eserin _verdiği bu m âlum at, S eyyid G azi Z â viy esi’ndeki b ü yük âyinin en azından H a cı Bektaş zam an ın ­ dan beri bir kaç yü z yıld ır d evam etmekte olduğunu gösterm ektedir. H acı Bektaş Z â viyesi’nde icrâ edilen M u h arrem M âtem i â yin ­ lerinin nasıl yap ıld ığın a dair her hangi bir bilgiye rastlam am akla be­ raber, S eyyid G a zi Z â viyesi’ndekinin nasıl yap ıld ığın ı A v ru p a lı g ö z­ lem ciler sayesinde öğrenebiliyoruz. Bu âyin lerin yapılış tarzım , biıas M sl. bk. Velâyetnâme-i O B., w . 79b, 80b, 107b vb. 134 A.g.e., v. 107b. Burada O tm an B ab a’nın, hasta yatm akta olan F atih Sultan M eh m ed ’i iyileştirm ek am acıyla, İstanbul’d a çok büyük cesâm ette" b îF ateş yaktırarak b unun başında padişahın iyileşmesi için d u a ettiği an latılm ak tad ır. (Ateş âyinleri konusunda bk. O cak , Bektaşî MenâktbnâmeUri, ss. 185-195). 137 Bk. Menâkıb-ı H B V . s. 84. 138 Tschu d i, Das Vilâyet-nâme, ss. 78-82. 139 Bk. Velâyetnpame-i O B., v. 116b.


OSM ANLI I M P A R A T O R L U Ğ U ’NDA

176

ri A n to n io M cn a v in o o lm ak ü zere X V I . y ü z y ıld a n iki s e y y a h ” , di­ ğeri de X V I I . y ü z y ıld a M ic h c l B au d ie r’ in eserlerin den ta k ip e d e b ili­ y oru z. K u rb a n

B a y ra m ı’ n dak i

bu

b ü yü k

â yin lerin

ic râ

y eri

olarak

S ey y id G a zi Z â v iy c si’ nin seçilişi, türbesinin b u ra d a b u lu n d u ğ u n a in a ­ n ılan E m evi d evrin in ü nlü m ü cah id i S eyyid B attal G a z i’ n in, A n a ­ d o lu ’ nun fatihi o lara k

daha

X III.

y ü z y ıld a

A n a d o lu

K a le n d e ri-

le ri’ nin p iri sayılm asın d an ileri gelm ektedir. T a rih ç e sin i d a h a aşa­ ğ ıd a ele alacağ ım ız bu zâ v iy e n in şeyhi, bu n iteliğin d en d o la y ı, Osm anh

İm p arato rlu ğu ’ nda

m evcu t

b ü tü n

K a len d eri

şeyhlerinin

üstünde b u lu nu yord u. B u sebeple kendisine b ü y ü k h ü rm et gösterilen bu

şeyhe

Âzam Baba

( A ’zam Baba) d en iyordu 14°.

İşte söz konusu â yin ler bu  z a m

B aba

ta ra fın d a n

y ö n e tili­

y o rd u . B irkaç gün süren âyin lere yaklaşık sekiz bin kişi ka tılm a kta o l u p 141, bu n lar im p arato rlu ğu n her y an ın d a n kendi şeyhlerinin b a şk a n lığın d a gru p la r halin de geliyorlard ı. Ü stlerin e b e y a z elbiseler g iy e re k âyin e katılan şeyhlerin her biri, top lan tın ın son un cu günü o la n C u m a gü n ün e kadar, orad aki dervişlere b ir y ıl b o y u n c a seya h a t­ leri sırasın da görd ükleri m em leketleri, â d e tleri, o la y la rı sohbetleri esn asın da n a k le d iy o rla rd ı142 Sonuncu gün, zâ viy e n in yan ın d a k i y e şillik sah ad a sofralar kurulu yor, kesilen ku rb a n ların etleri türlü çeşit yiy e ce k lerle dervişlere sunuluyordu. Â z a m B a b a ’n ın du asıyla so n a eren ziyafetin arkasından, köçek denilen iki gen ç derviş, derviş­ lere maslak tâ b ir olun an afyondan yapılm ış esrar su n uyordu . O günün a k şa m ı o rta yere çok bü y ü k cesam ette ateş y a k ılıy o r d u 143. İşte esas b ü y ü k â yin o zam an başlıyordu. iç tik le r i esrarm etkisiyle kendilerinden geçerek tam b ir vecd iç in e g iren d e n iş le r , yavaş yavaş coşarak, d e fler ve ku d ü m ler eşli­ ğ in d e İlâ h ile r söyleyerek ateşin etrafın da raksa k o y u lu y o rlard ı. B u­ n a samah (sem â’ ) denm ektedir. R aksederek iy ice coşan dervişler, a r a d a sıra d a “ falan ın aşkına! filam n aşkın a!” diyerek b ıça k larıyla v ü c u tla r ın ın m u h te lif yerlerin e y arala r a çıyorlardı. Bu y ü zd en pek ç o k d erv işin v ü c u d u bu y arala rın izlerin i taşım aktaydı. T e k tek 14* M sl. bk. M e n a vin o , s. 5 7 ; Kanuni Devrinde İstanbul, s. 8 7; Baudier, s. 186. 141 Kanuni Devrinde İstanbul, aynı yerde. 14î A . g aynı yerd e; M en avin o , aynı yerde; Baudier, aynı yerd e; ayrıca bk. Im b e r, 1. 40. 10 Kanuni Devrinde İstanbul, s. 88; M enavino, s. 58; Baudier, s. 187.


M A R JİN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

«77

yapılan bu rakslardan sonra, bu defa da ateşin etrafında daire çe­ virerek topluca raksa geçiliyordu. Mahya denilen bu â y in 1M, der­ vişler tam anlam ıyla kendilerini kaybedip yorgu n luktan otların üstüne serilinccye kadar sürüp gediyordu. Ertesi sabah bütün der­ vişler  zam B aba’dan izin alarak yine gruplar halinde, geldikleri gibi memleketlerine d ö n erlerd i143. T ab ii yazın dışarda yapılan bu âyinler, kışın ve soğuk havalarda zaviyenin semâhanesindc icrâ edilirdi. Başka tarikatlarda pek görülm eyen vc bir çeşit genel kong­ re niteliğini taşıyan bu büyük âyinde, iki husus dikkati çekm ektedir. Bunlardan biri raks, diğeri ise esrar içmedir. B) R a k s

ve

esrar:

D ikkatle bakıldığı zam an, başka tarikatlarda d a değişik b i­ çimleri görülen raksın, vecd haline girebilm ek için bir m etot, y a l­ nızca K a len d erıler’de veya o meşrepteki bazı tarikat züm relerinde rastlanan esrann ise, bir araç olarak kullanıldığı m üşahede edilir. Kalenderi rakslarıyla ilgili ilk bilgilere Barak B aba dolayısıyla b a ­ zı A rap kayn akların d a rastlam aktayız. Bunlarda Barak B ab a ’ nın Dımaşk’a geldiğinde, dervişlerinin çaldığı davu llar ve ziller eşli­ ğinde çılgın hareketlerle raks ederek vecd haline girdiği anlatılır. Hattâ bu kayn ak lard an bazıları, B arak B aba raks ederken ü zerin deki çan ve zillerin , m âdeni h alk a lan n ürpertici seslerinin, şeyhin nârala n n a karıştığını ve seyredenleri dehşete sevkettiğini y a z a r la r 146. X V I. y ü zyıld a da V â h id î, çeşitli K alen d eri züm relerinin d avu l, dümbelek ve boru lar çalarak bunların eşliğinde semâ ve raks ede ede kendilerinden geçip yerlere serildiğini a n la tır 147. Fuad K ö p rü lü bu raksların eski O rta A sya T ü rk ve M o ğ o l şam anlannın rakslarına çok benzediğini, d ah a doğrusu bu rakslard a şamanik unsurların b ü yü k katkısı bulunduğunu söyleyen ilk b ilim ad am ı

144 Mahya ad ı altınd a yapılan bu âyinden yine bu isimle Velâyetnâme-i O B . v. n 6 b ’de ve 15 Safer 980/27 H aziran 1572 tarihli bir m ühim m e kayd ın d a (A . R e fik , Rafızîlik, s. 50) d a söz edilm ektedir. 145 Y u k a rd a 143 nolu notta gösterilen eserler, aynı yerlerde. 144 M sl. bk. es-Safedî, v. 42a-b. 147 Bk. yukard a 121 nolu dipnot.


OSM AN LI İM P A R A T O R L U Ğ U M D A

178

o l d u 140. D a h a so n ra Ş e refed d in Y a lt k a y a d a a y n ı fik r i ile ri s ü r d ü 140. G e r ç e k te n d e ı g s o ’ li y ılla r d a v e d a h a so n ra ları M ir c e a E lia d e v e b e n ­ ze ri â lim le rin a ra ş tırm a la rı Ş a m a n la r ve Ş a m a n â y in le r i k o n u su n d a d a h a g ü v e n ilir ve bol m a lze m e o r ta y a k o y d u k la rın d a , bu fik r in ne k a d a r isab e tli o ld u ğ u m e y d a n a çıkm ıştır. e şliğ in d e

y a p ıla n

v a s ıta o ld u ğ u n u

raksın ,

şa m a n ları

b e lirtm e k te d ir 15°.

E lia d e , d a v u lla r v e z ille r

vccde

g e tirm e k

için

A n c a k bu v a s ıta y ı

en etkili

d a h a etkili

b ir h a le g e tiren in de esrar o ld u ğ u g ö zle n m e k te d ir. V ecde eski H in d

g ire b ilm e k

iç in

â y in le rd e

esrar

k u lla n m a

m istik ç ev re le rin d e y a y g ı b u lu n d u ğ u

g e le n e ğ in in

te zin e karşı çık a n

G e o W id e n g re n , bu n esn en in aslı o la n H in d k e n e v irin in fa rs ç a adı o la n

beng'in , san sk ritçed ek i bangha k elim esin d en gelm esin e ra ğ m e n ,

B u d is t gâtha

(a ziz

m en kabesi)

la rın d a

buna

ra stla n m a d ığ ın ı ileri

s ü rm e k te d ir. O n a göre esrar tam aksine Avesla’d a beng şeklin d e m e v cu t o lu p n ite k im

Z e rd ü ş t te v ecd e gire b ilm e k için b iz z a t beng k u lla n ­

m a k ta y d ı m .

G . V V idengren’ in bu fik rin i

M . E lia d e de

d estekle­

m e k te v e g e rç e k te n de I r a n lıla r ’ın b e n gi çok eski za m a n la rd a n beri k u lla n m a k ta

o ld u k la rın ı

ve

m u h tem elen

v ec d e

gire b ilm e k

için

e s r a r d a n y a r a r la n m a n ın , I ra n lıla r k a n a lıy la A sy a k a v im lc rin e , d o ­ la y ıs ıy la ş a m a n la r a

geçm iş o la b ilec eğ in i

b ild ir m e k te d ir 162.

B u iki

b ilim a d a m ın ın v a r d ığ ı o rta k so n uca b a k a ra k , esrarın v e c d iç in bir a r a ç o la r a k k u lla n ılm a sı o la y ın ın ilk defa eski İ r a n ’d a o r ta y a ç ık ­ t ığ ın a ş im d ilik m u h a k k a k n a z a rıy la b a k m a m ız g erek iyo r. B iz ,

K a le n d e r île r a rasın d a haşhaş yem e ve esrar iç m e k le il­

g ili ilk h a b e r le r e şim d ilik E b û M ü slim -i H o ra sâ n î d e stan ın d a ra stla ­ m a k ta y ız . B u d e s ta n d a b a his konusu y a p ıla n “ esrar içen baltalı derviş­ ler” in % _ yani A h m e d -i Z e m c î ve a rk ad aşların ın , K a le n d e r île r o ld u ğ u n u ta h m i n e d i y o r u z 153. D e sta n m etn in i fran si7xaya ç e v irip y a y ın la y a n Ir£ n e M ^ lik o ff d a y a z d ığ ı giriş k ısm ın da ayn ı k a n a ati ileri sü rm ekte, 14* K ö p r ü l ü , “ Anaeolu'da İslâmiyet” , s. 2 9 7 , d ip n o t : »s.

1 ; a y n ı y a z a r , “ Influence” ,

1 6 -1 7 . ,4* B k . “ E s k i T ü r k

a n ’ a n e lc r in in

b a z ı d î n î m ü esse selere te s iri” , İkinci Türk

Tarih Kongresi Z a t l a r ı , A n k a r a 19 4 3 , ss. 69 1 v d . ,<0 B k . Le Chamanisme, s. 3 1 3 . is v e ç li â lim H .S .

N y c b c r g ’ in a r a ş t ır m a la r ın a

d a y a n a r a k M . E li a d e b u r a d a , b iz z a t Z e r d ü ş t ’ ün d c b e n z e r n ite lik le r s e r g ile d iğ in i, y a n i ş a m a n ö z e l lik l e r i g ö s t e r e n b ir m e c z u p (e x ta tiq u o ) o ld u ğ u n u y a z a r .

Ijes Religvms de Viran , ss. 9 0 -9 1 . E li a d e , a.g.e., ss. 3 1 3 - 1 4 . ,M M ^ lik o ff , A b u M üslim , ss. 12 5 , 130.

m

142 B k .


M A R JİN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

H ind k e n e v irin in H in d ista n ’ dan

«79

getirilip İra n ’da esrar çıkarm akta

ku llan ıld ığ ın ı k a y d e tm e k te d ir 164. Böylecc esrarın aşağı yukarı X I I . y ü zyılla X I I I . y ü z y ıl arasın d a İra n ’ daki K alen d eri züm releri arasın­ da y a y g ın

b ir b iç im d e tüketilm ekte olduğu az çok belirm ektedir.

Fustâtu’ l-Adâle v c

Menâkıbu'l-Ârifîn, X I I I .

yü zyıld a A n ad olu ’-

d a k i_ K a le n d e r île r’ de y a y g ın bir şekilde haşhaş yem e ve esrar içme âdetinin m e v c u d iy e tin i h a b e r verm ektedirler. İbn ü ’ l-H atîb , livâta ve şarap içm e k a d a r sebzek (afyon) yem enin de K alen d crîlcrin “ hiç u tan m a d a n ” y a p tık la r ı işlerden olduğunu b elirtirken 166, E flâkî dc dolaylı o la ra k b u işin y a y g ın lığ ın ı belgelen dirm ekted ir166. XV.

y ü z y ıl b a şla rın d a ise K a y g u su z A b d al, R u m A b d alla rı ara­

sında esrarın

sık ça

k u llan ıld ığ ın ı

gösteren m anzum eler yazm ıştır.

M eselâ b ir şa th iy esin d e k i K aygusuz

A bdal

yarad an

Gel içegör şu cür'adan K a ld ı r

p e rd e y i

G e z e lim m ısraları b u n u n

b ilc c e

°

a ra d a n T a n r ı 157

b ir ifadesi o ld u ğ u gibi,

E sra rı g ö rd ü m b u g ü n binm iş gider bir ata Ş ö y le k im d erviş olm uş hergiz söylem ez hatâ S û file r G azel

bunu

y e re r

o lm a d a n

b ittiği yeri sorar

d erer hissesi var kuvvete

S û fî y e m e z h a ra m

der gizlice de görem der

G e le n y ıl ç o k d erem der ister birazın sata G e l iy m isk in K a y g u s u z esrardan al öğütün B u â şık la r o tu d u r y em ez verm e her T a t ’ a 168 151 A .g .e ., in tro d u e tio n , ss. 34, 63.

16s t b n u ’l- H a t îb , F uslât, v. 5 1 b :

s-s* OUiol j

L

j *"3

. ,M E flâ k î,

^3 J j j j l j ü

I I , 633.

157 G ü z e l, Kaygusuz Abdal, s. 164; 188 G ö lp ın a r lı, A lev î-B e k ta şt N efesleri, s. 2 14 ; Im b cr, ss. 41-42.

t


O S M A N L I I M P A R A T O R L U Ğ U ’NDA

ı8o

şeklindeki medhiyesinde de esrar kullandığını açıkça belirtir. Daha yukardaki kıt’ada geçen cür’adan kelimesi, K alenderîler’in içine es­ rar koydukları kabın adı olup “ yudum luk” anlamına g e lir159. X V I. yüzyılda H ayretî divanında “ Der keyfiyyet-i beng ve hâ let-i esrâr” başlığı altında esrarla ilgili yedi kıt’alık bir şiir yazmıştır. Silelüm gel berû âyîne-i kalbün tozmı Açalum kühl-i ğubâr ile yine can gözini K u lağ a koym ayalum hâce fakîhin sözini Cür’adân’ı getür A bdal yine hayrân olalum K alm ayub gülşen-i dilde eser-i hâr-ı melâl Yeridür açıla yer yer gül-i gülzâr-ı hayâl M üftî-i ışk çü fetvâ virûben didi helâl C ü r’adân’ı getür A bdal yine hayrân o lalu m 100 tarzında devam eden bu şiiri bize, ülemânın esrarı haram saymasının K alen d erîler tarafından kaale almma.dığım gösterir. Y in e bir K alenderi şâir olan H ayâlî Beğ ise, cür’ adân, esrar ve afyon kelimelerini çok san’atkârâne bir biçimde sembol olarak kul­ lanıyor : Bana âlem nice hayrân olmasun kim aşk-ı yâr Cür’adân-1 sînem içre gizlü esrar’ım kalm az D âne-i hâlüni çihrende H ayâlî göreli H ab b a düşdi güzelüm eyledi terk-i afyon Esrar-ı kâinata ezel cür’ adân iken Ben hânikah-ı ışkda hayrân idüm sa n a 161 B öylece K ajenderî_ züm relerinin hemen hepsinde_ vazgeçilm ez bir erkân halin i alan esrar kullanm a âdetinin yerleşmesinde, öyle sa­ n ıy o ru z ki onun k ey if verici niteliğinin de büyük bir payı olsa gerektir. C) Ş e r ’î

ib a d e tle r :

Islâm dü n yasında çok eskilerden beri K a len d erîler’e yönelik eleştirilerin başında, onların şer’ î ibadetlere ilgisiz oldukları gelir. G erçekten de, d ah a önceki bölüm de bazı örneklerini gördüğüm üz “ • A y n ı yazar, Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler, s. 74. 140 Bk. H ayretî, Divan, ss. 94-95. 1,1 Hayâli Beğ Divanı, ss. 103, 203, 318.


M A R JİN AL

SÛ F ÎL İK :

181

K A L E N D E R ÎL E R

arşiv belgeleri ve vekâyinâme kayıtlarına bakılacak olursa, bu kı­ nama ve suçlam aların pek de yersiz olmadığı anlaşılır. Ancak bu durumun her zam an geçerli olmadığım gösteren bazı istisnalara da rastlanmaktadır. M eselâ Barak Baba’dan bahseden bazı A rap kay­ nakları, onun nam az konusunda çok titiz olduğunu, yanındaki muhtesibi vasıtasıyla müridlerinin namaz kılıp kılmadıklarını kontrol ettirdiğini, kılm ayanları sopa ile cezalandırdığını kaydediyorlar162. Cemâlü’d-D în-i S âvî’nin menâkıbında da, Dımaşk’ta onun ve ha­ lifesi Celâl-i D ergezîn î’nin vakit namazlarını birlikte edâ ettikleri yazılıdır163. Kaygusuz A b d a l’ın ise şer’ î ibadetlere aynı şekilde müsbet yaklaştığı görülmektedir. Saraynâme''sinde A llah’ın insanları ibadet etsinler diye yarattığını, insanla hayvan arasındaki asıl farkın iba­ det olduğunu belirten K aygusuz A b d a l164, Dilgüşâ’da. abdest, na­ maz ve orucun insanı A lla h ’a yaklaştırması sebebiyle temiz olarak yapılması gerektiğini ifade e d er165. Kitab-ı Miğlâta'sında ise, İs­ laman _bes_ şartı beş budakh bir ağaca b en zetilir168. K aygusuz A bdal’ın menâkıb-nâm esinde de onun M ısır’da iken C um a nam az­ larına devam ettiğini gösteren bir kayıt bulunm aktadır167. O tm an B aba’nın da, muntazam olmam akla beraber, arada sırada nam az kıldığını, menâkıbındaki bazı kayıtlar gösteriyor. M e­ selâ bir keresinde O tm an B aba’yı görenler, kılık kıyafetine bakarak onun nam az kılm adığından şüphelenerek kendisini denemek isterler. Fakat nam az vakti geldiğinde nam aza kalktığını görünce, yanıldık­ larını a n la rla r168. Bundan başka onun arada sırada bizzat im am olarak m üridlerine nam az kıldırdığını da g ö rü yoru z169. Bütün_bu kayıtlara rağm en K alenderi züm relerinin genel j)la rak şer’ î ibadetlere hiç de iyi gözle b akmadıkları, büyük bir çoğun162 Msl. bk. es-Safedî, v. 42a. 163 H atîb-i Fârisî, s. 33 :

jÇsr Jt>j 161 165 166 107 188 109

,

^

-

L

Güzel, Kaygusuz Abdal, s. 239. Dilgüşâ, s. 75. G üzel, Kaygusuz Abdal, s. 240. Bk. Menâkıb-ı B K ., v. Bk. Velâyetnâme-i OB., v. 15b. A.g.e., vv. 50b, 54a-b.

o

«

j

î

jU


O S M A N L I İ M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

ı8 a

luğunun, özellikle aşağı tabakalardan gelenlerinin bu konuda ilgisiz oldukları gerçeği ortadan kalkmış değildir. IV -

T E Ş K İL A T V E Y A P I :

O sm anlı Im paratorluğu’nda başlangıçtan X V I I . yüzyılın sonla­ rına kadar K alen deri züm relerinin teşkilât ve yapılarım tam anla­ m ıyla ortaya çıkarm aya yarayacak m alzem eye m aalesef pek sahip değiliz. Bu konuda ne vekâyinâm eler, ne arşiv belgeleri ve hattâ ne de bizzat K alen d erîler’in kendi kaynakları yeterlidir. A n cak yine de bunların sundukları bölük pörçük ipuçların dan hareketle Osm anlı dönem i K alen d eri züm relerinin teşkilât ve yapıları hakkında b azı şeyler söylenebilir. T a b ii hemen şunu da belirtm elidir ki, bu k on u da onların öteki tarikat züm relerinden genelde pek farklı ol­ m adıkları da bir gerçektir. A) M ü r id le r

ve

ş e y h le r :

K a len d eri züm relerinde m üridler, öteki tarikat müridlerinden farklı bir karekter sergilerler. D iğer tarikat çevrelerine dahil olabilm ek için taliplerde belli nitelikler arandığı, her isteyenin her tarik ata kolayca m ürid olm ıyacağı bilinm ekle beraber, K alen d erîler için böyle birtakım şartların bulunm adığı görülm ektedir. K a y n a k ­ la rd a k i bilgilerden anlaşıldığı kadarıyla, gen ç ve bekar olm ak bu zü m reler arasına girebilm ek için yeterli özelliklerdir. Bu k olaylık bir balam a K alen d eriliğin kendi yapısından gel­ m ektedir. K ış la n hariç, seyahate elverişli bütün zam an lard a dur­ m a d a n jdolasan^ bu insanlar, yaşadıkları serbest h a y at tarzı, tasavvuf i esaslara u ym akta k endilerini hiç de bağım lı hissetmem eleri, şeri­ a t ve to p lu m kurallanna^ ve ahlak prensiplerine fâzla aldırm am aları itib a riy le , yaşad ığı çevre ile uyuşam ıyan pek çok gence câzip g e liy o rd u . Ö ze llik le işten güçten ve efendisinin baskısından yılmış k ö le le r; k a ç a k r n a h k û m la r ; ailesi ile uyu şam ıyan d e lik a n lıla r; şer’ î k a id e lerle, ib â d e t ve ah lâ k esaslarıyla başı hoş olm ayan kim seler; h a ttâ siyasi sebeplerle başı d ard a yüksejc seviyede^ d evlet adam ları, şe h zâ d e le r v b . kişiler için K a le n d e ri zü m releri arasına girebilm ek bü ^ ük b ir ku rtu lu ş yolu olm aktayd ı. S açım , sakalını, b ıyığını ve ka şın ı k a z ıta ra k çıp la n ıp -k a y n a k la rd a k i d e y im iy le - “ Abdal kıyafetine girmek” , b u lu n m a z b ir saklanm a yolu yd u . B u k o n u y u yan sıtan pek çok m isale

k a yn a k lard a

rastlam ak

m ü m k ü n o lm a k ta d ır. Velâyetnâme-i Otman Baba, O tm an B a b a ’ nm sık


M A R JİN A L

S Û F ÎL ÎK :

K A L E N D E R ÎL E R

183

sık^kaçak köle sanılarak takibata uğradığını anlatan pasajlarla dolu ­ d u r170. H attâ zam an zam an yakalanarak köle diye satılm ak Ü7.crc pazara götürüldüğü de olm uştur171. Hüseyin Baykara’nın vefatını müteakip Şah İsm ail onun memleketini ele geçirmek istediği zam an, buna karşı k oyam ayan oğlu Bedîu’z-Zam an, Şah İsm ail’in eline esir düşm em ek için K alen d erîler arasına sığınmıştı. Y a vu z Sultan Selim T e b riz’e girdiği gün, onu karşılayan K alen d eri dervişleri arasında onun da bulunduğunu b iliy o ru z172. Buna benzer bir başka olayı da N ergisi zikrediyor. O nun anlattığına göre, P îripaşazâde, adının karıştığı bir yolsuzluk dolayısıyla takibattan kurtulabilm ek için K a lenderi kılığın a girmiş ve Sakız adasına gidip oradaki K alen derîler’le birlikte yaşam ağa başlam ıştıl73. Bazan da iflâs eden tüccarların, alacakların ın _elinden kurtulmak için bu yola başvur­ duklarına d air m isallere rastlam aktayız174. H er hâlü k ârd a, bütün K alen deri züm relerine dahil, genel­ likle abdal terim iyle ifade edilen müridlerin tam am ının aynı türden kimseler olduğu iddia edilemezse de, bir yerde kalm a m ecburiyeti olmaksızın kimsenin tam yam ayacağı kılıklarda dolaşm ak pek çok uyumsuz inşam K a len d eri olm ağa itmiş olmalıdır. O sm anlı kayn ak­ ları bu sebeple “ anası atası azarlamış battallar, işden kaçub ışık olmuş abdallar” gib i ifadelerle bu durum u dile getirdikleri g ib i175, A v ru ­ pa kaynakları d a K a len d erîler’in özellikle bu neviden genç ve tec­ rübesiz insanları araların a alm ağa özel bir çaba gösterdiklerini y a ­ zarlar 176. Ö y le anlaşılıyor ki, O sm anlı devri K alen d erîleri’nin bü yük bir çoğunluğu, artık pek tasavvufî gayeler peşinde koşan kimseler de­ ğillerdi. İ m p aratorlu ğu n bilhassa X V . ve X V I. y ü z y ıllarda sergile­ diği bir takım sosyal ra h atsızlıklar, gerçek tasavvufî am açlardan yoksun kişileri K alenderi züm relerinde topladığından, bu n lar her türlü anarşik faaliyetlere kolayca girişebilm ekteydiler. 170 171 172 173 174 176

A.g.e., v. 18a. A.g.e., v. 18b. L û tfi Paşa, Tevarîh  l-i Osman, ss. 235-36. N ergisî, ss. 113-114 . Sâm i M irzâ, w . 22ia-b. M sl. bk.  şık Çelebi, Mejâiru’ş-Şuarâ,

! 97 i> v. i 75a-b 178 M sl. bk. M enavino, s. 54.

nşr. M eredith - Ovvens,

London


O S M A N L I Î M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

184

Yaşadıkları bütün serbest hayata rağmen, K alen d eri derviş­ leri dc, öteki tarikat dervişleri gibi, belli birer zaviye veya tekke­ de birer şeyhin yönetim inde bulunuyorlardı. K en d ilerine £a£a_denilen bu şeyhler, öteki meslekdaşları gibi, zam anla belli aşam alardan geç­ mek sûretiyle m üridler arasından bu m akam a yükseliyorlardı. K alen ­ deri babaları, kendi başlarına hareket etme yetkisine sahip bulun­ dukları, hattâ, her K alen d eri zümresi ötekinden bağım sız olduğu halde, Seyyid G azi Zâviyesi’ndeki yıllık âyinlerden bahsederken de görüldüğü ü ze re 177, yine de bu zâviyenin şeyhi olan zatın, Âzam Baba sıfatıyla im paratorluktaki bütün şeyhlerin üstünde yer aldığı kesindir. Bununla beraber, Â zam B aba’nın ne H acı Bektaş-ı V e lî Z â viy e si’nin başındakj_ZWtf Baba, ne de K o n y a M evlânâ D ergâhı’ ndaki Çelebi Efendi'nin sahip bujunduğu m erkezî otoriteye hâiz ol­ du ğu nu söyleyem eyiz. Ö zellik le K alen d eri kaynaklarında, K alen d eri züm relerinin birbirinden bağım sızlığı sebebiyle aralarında sık sık uzlaşm az reka­ betlerin ortaya çıktığı görülm ektedir. K aygusu z A b d a l’ın Budalânâmesi, onun öteki K a len d eri şeyhleri hakkında hiç de iyi düşünm edi­ ğin i, on ları dolaylı olarak riyâkârlıkla suçladığını göstermekte­ d ir 178. O tm an B aba da öteki K alen d eri şeyhleriyle sürekli rakabet ve h a ttâ çatışm a h a lin d e d ir179. Bunlar arasında bilhassa Bulga­ rista n ’d a Z a ğ ra ’daki Etyemez Kalenderîleri'nin şeyhi M ü ’m in Derviş O tm a n B a b a ’nın tam anlam ıyla en bü yük hasmı gibidir. Zaten v elâ y etn â m en in önem li bir kısmı, O tm an B aba ile M ü ’m in D erviş’in çatışm aların ı yan sıtm a k ta d ır1S0. Bu çatışm aların sebepleri ara­ sınd a d a h a çok m add î çıkarların rol oynadığı seziliyor. İşte K a len ­ d e ri zü m releri jırasın daki_ bu tür çatışm aların, ^bazen_ m erkezî yön etim ta ra fından^ ku llan ıld ığ ı,_meselâ^ bir züm renin öteki aleyhine kışkırtıld ıgı g ö rü lm ü ştü r181. B) Z â v i y e

ve

te k k e le r :

K a le n d e r iliğ in , d a h a doğrusu onun en eski şûbelerinden bu­ lu n a n Cavlakîlik ve Haydarîlik'in X I I I . y ü zyıl ortaların a doğru A n a ­ 177 Bk. yu k a rd a s. 174-177. 178 G ü ze l, Mensur Eserler, (Budalânâm e), ss. 68-69. 179 Bk. Velâyetnûme-i O B ., vv. 23a-b, 28a. 180 A .g .e ., v v. 63b, 6.5b-66b vb. 181 M sl. bk. a.g.e., w . 65b-66b. B urad a yer alan kısım da O sm anlı m e r k e z î y ö n e t i m i n i n , M ü ’m in D erviş’e bağlı Etyemez Kalender ileri' n i O tm an B aba aleyhine a ç ıla n u lû h iy e t iddiası dâvasın d a şahit olarak kullandığı görülüyor.


M A R J İN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

.85

dolu’ya gird iği kesin olduğun a göre, ilk zaviyelerin de bu yüzyılda vücut bu ldu ğu m uhakkaktır. Nitekim Ahm ed Eflâkî, C em âlü’dD în-i S â v î’nin halifelerinden Ebûbekr-i_ Niksârî ile, K u tb u ’d-Dîn H a y d ar’ın halifelerin d en H acı M übarek’in K o n ya’da birer zâviyesi bulunduğunu h a b er v erm ek ted ir182. Bunlardan başka diğer kay­ naklardaki ip u çla rın d a n da, aynı yüzyılda Erzurum, Erzincan, M ardin, D iy a r b a k ır ve havalisinde ve daha başka yerlerde dc bir takım K a le n d e r i zâ viy eleri bulunduğu istidal edebilm ektedir183. Bun­ ların tarih çeleri hakkın da ne yazıkki bugün hiç bir bilgiye sahip değiliz. B una karşılık, yijıe aynı yü zyılda A n adolu’da açılan ilk K alenderi zâ v iy c le rin d e n _ birisinin, Baba Ilyas-ı H orasânî’nin halifelerinden o lm ak la birlik te, aynı zam anda bir K alen d eri niteliğini taşıdığım k u v v e tle tahm in ettiğim iz H acı Bektaş-ı V e lî’n in 184 Sujucak a ra öyü k’ teki zâviyesin in tarihçesini oldukça bilebiliyoruz. 1. Hacı Bektaş-ı

Velî Zaviyesi :

B ugü n Hacı Bektaş Dergâhı veya Pîrevi adıyla m evcut binanın, h a lih azırd a k i b içim in i II. B ayezid devrinde (14 8 1-15 12) aldığı m u­ hakkak o lm a k la birlikte, H a cı Bektaş velâyetnâm esinin de gösterdi­ ği ü z e r e 185, d a h a önce bu binanın yerinde bulunması gereken ilk zâ v iy e y i_ b iz z a t H a cı Bektaş kendisi tesis etmiştir. 1240 yılındaki B ab a î İsy a n ı ü zerin e, Selçuklu yönetim i tarafından başlatılan sıkı takibat se b eb iy le on un b ir m üddet izini kaybettirm eye m uvaffak olduğun u , d a h a sonra, m uhtem elen 1246 daki M oğol tahakkümü devrinde b u g ü n k ü H a c ıbektaş kasabasının yerinde Ç epni Türkm en boyun un k ışlağı olan S u lu cakaraöyük m evkiinde ortaya çıktığım b ilm e k te y iz 186. Son araştırm a larım ız, H acı Bektas’ın ku vv etli bir ihtim alle bir K a le n d e r i şeyhi o ld u ğ u kanaatini uyandırdığından, onun burada ku rdu ğu za v iy e n in d e, d a h a ilk kuruluşundan jtib a r e n bir K alen d eri zâviyesi h ü v iy e tin i taşıd ığın a aynı şekilde kuvvetli bir ihtim al olarak 182 Bk. E flâ k î, I, 2 15 ; II , 596. 183 Bk. y u k a rd a s. 184 M en âkıbn âm esin d eki bazı ip uçları, H acı Bektaş-ı V e lî’nin aslında bir H ayd ari kalen d erîsi old uğunu gösterm ektedir, ki bu konu ilerde gelecek bölüm de ele alın acaktır. 185 Bk. Menâkıb-ı H B V ., ss. 36-38. ıs® B u k o n u d a bk. a.g.e., s. 26 vd.


l86

O S M A N L I Î M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

bakm ak gerektiği düşüncesindeyiz. M uh tem elen 1250’li y ılla rd a faaliyete geçen bu zaviye, B eylikler devrinde, yan i H a cı B ektaş’ın v efa ­ tından sonra da aynı hü viyetin i sürdürm üş olm alıdır, ilk O sm an lı devrinde O rhan G azi zam anında, bu zâviyed en y o la çık ara k m aiyyedndeki abdallarıyla beraber O sm anlı B eyliği arazisine gelip y e r­ leşeni ^.bdal M usa, bu zâviyen in -d o la y ısıy la ilerde B ek ta şîliğ in tarihindeki en ünlü ve aynı zam and a bize göre en önem li K a le n d eri şe y h id ir187. O nun ayrılm asından sonra da burası, en âzın d an T l . B ayezid devrinde Bahm S ultan ’ın gelm esine kad ar belirtilen h ü vi­ yetin i korum uş olm ahdır. 1501 tarihinde Bahm S u ltan ’ın D im etoka’daki K ız ıl D e li Z âviyesi’nden gelip burada B ektaşîliği teşkilâtlanmasıyla berab er H a ­ cı Bektaş Zâviyesi resmen ve_fiilen birJBektaşi zâ viyesine d önüşm üş olm asına rağm en , J v a le n d e rîle r’le ilgisini J^amamiyle k a yb etm ediği, onların _imparatorluğun pek çok yerin de bu devirde kendilerine artık Bektaşî diyen m eşreptaşlarıyla içiçe olm aları sebebiyle, yine K a le n d e rîle r’i barındırdığı bilinm ektedir. B un un ispatı, 1526-27’deki Ş ah _ K alender İsyam ’dır. O sırada zâviyed e b izza t şeyhlik m akam ını işgal eden Şah K alen d er, hem K a len d erî, hem B ektaşî olup, m üridleri ışık d iye anılıyordu 188. B öylece, H acı Bektaş Z â viye si’nin dah a X I V . y ü z yıld a n iti­ baren hem K alen d eriliğin , hem B ektaşîliğin tarih ind e çok ön em li bir m evk î işgal ettiğine şüphe olm am alıdır 189. Bu zâ viy e n in çok önem li d iğ er bir fonksiyonu da, Bektaşîliğin teessüsü ile ilg ili olarak, H a cı B ektaş’ın 1271 tarihinde ölüm ünü takiben gid erek ku vvetlen en ve kökleşen k ü ltü nün, buradan ayrılan A b dal M usa g ib i b ü y ü k şeyhler v e h alifeler a racılığıyla, bütün X I V . ve X V . y ü z y ılla r bo yu n ca A n a d o lu sath ın a yayılm asın a kayn aklık etmiş olm asıdır. 2 . Seyyid Gazi Zâviyesi ve yöresindeki diğer zâviyeler (Üryan Baba ve Sultan Şucâu’ d-Dîn zâviyeleri) : S u ltan ön ü (Eskişehir) S an ca ğı’ nın S eyitg azi_nâhiyesi (bu­ gü n kü ka zası)n d a bu lu nan Seyyid G a zi Zâviyesi, b ü tün S elçuklu ve O sm a n lı devirleri boyun ca, m evcut K a le n d e rî zâ viyelerin in en 187 Bk. birinci bölüm , s. 92. 188 Bk. yu ka rd a s. 134. 189 H acı Bektaş Z â viyesi’nin sosyo-ekonomik gelişme sürecine d air bk. Suraiya F aroqh i, “ T h e tekke o f H acı Bektaş : Social position and econom ic activities” , I J M E S , V I I (1976), ss. 183-208.


M A RJİN AL

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

.87

önemlilerinin de başında geliyordu. Bu önem yalnızca onun merkez zaviye olm asından değil, aynı zamanda, yakın çevresinde bulunan Üryan Baba, Sultan Şucâ ’ (Şucâu’d-Dîn) vb. diğer Kalenderi za­ viyeleriyle çevrili bulunm asından da doğuyordu190. Bu zaviyeye adını vermiş olan Battal G azi’nin, V I I I . yüzyıl­ da A nadolu’da Bizanslılar’la yaptığı mücadelelerle şöhret kazanmış bulunup, tarih î şahsiyeti efsânevî şahsiyeti tarafından yutulmuş bir müslüman A ra p m ücahidi olduğu malumdur. O , O rta Asya’dan tâ Endülüs’ e kadar yaygın bir şöhretin sah ibiydi191. T ürkler A n ad o lu ’y a geldikleri zaman, onun kahramanlık menkabeleriyle karşılaştılar ve kendisine büyük bir hayranlık duydular. Bu sebeple _onun bir E m evî komutanı ve bir A rap gazisi olduğunu unutarak m enkabelerini yeni bir yorumla ele aldılar ve Battalnâme denilen bü y ü k destânî rom anı meydana getird ile r192. Bu sûretle Anadolu’yu fethetm iş müslüman bir Türk kahram anına dönüşen Battal G a z i’ye, m uhtem elen X I I I. yahut X I V . yüzyılda bir de seyyidlik p âyesi_ uygu n görülerek Peygamber soyuna b a ğ la n d ım . Böylece d aha X I I I . yü zyıld a gerek halk, gerekse Bizans sınırındaki gaziler arasında bir gazi-evliyâ olarak takdis edilmeye başlanan Sey­ yid Battal G a z i’n i n 194, aynı devirde, başta K alenderîler olm ak üzere çeşitli ga yri sü n n î züm reler arasında yaygın bir külte konu 190 Başta Seyyid B attal Zâviyesi olmak üzere, Eskişehir yöresine dağılmış bulunan bu K a len d eri zaviyeleri hakkında gerek tahrir, gerekse evkaf defterlerin­ deki kayıtlar tem el alınm ak şartıyla sâhadan derlenmiş bilgilerle zenginleştirilmiş birer m onoğrafi hazırlam ak çok yerinde olacaktır. 191 Battal G a z i’nin tarih î ve efsânevî şahsiyeti üzerine yüzyılın başından beri bir hayli önemli çalışm alar yapılmış olup, bunların belli başlıları için İA. da Pertev Naili Boratav, E l 2 de M . C anard ve I. Mdlikoff tarafından yazılan “ al-Battal” maddelerine bakm ak yeterlidir. 192 Battalnâme’ye dair yukardaki referanslardan başka bk. Haşan K oksal, Battalnâmalerde Tip ve M o tif Yapısı, Ankara 19 8 4 ; ayrıca bk. Ocak, “ Battalnâm e” , T D VIA. 193 B attal G a z i’yi H z. A li soyuna bağlayan bir siyâdetnâmc vaktiyle zâviy c şeyhleri tarafından m uh afaza edilmekteydi. Bunun arapça metni, zaviyenin son şeyhi Şükrü E fendi’nin d ah a önce de bahsi geçen Seyyid Battal Gazi (İstanbul 1334) isimli küçük kitab ın da s. 32’de yayınlanm ış bulunm aktadır. Şu var ki, b öyle bir şecerenin tarihen ispatı ve geçerliliği kesinlikle mümkün değildir. 184

M ic h e l B a u d ie r ,

S e y y id B a tta l G a z i’ nin savaşa g id e c e k

o la n g a z ile r a r a ­

sında X V I I . y ü z y ı ld a b ile h â lâ ço k takdis ed ild iğ in i, m u h a re b e le rd e k e n d is in d e n istim dad iç in d u a v e n iy a z d a b u lu n u ld u ğ u n u y a z a r ( Histoire, ss. 20 7-208 ).


OSM AN LI

188

İM P A R A T O R L U Ğ U M D A

teşkil ettiği görüldü. A n ca k bu m ühim hâdisenin nasıl ve hangi b a ğlan tılarla m eydan a g e ld iğ i; A n a d o lu K a le n d e r île r i’ nin ne gibi sebepler yüzün den onu Pîr-i Abdâlân kabul ettikleri h en ü z iza h a m uhtaç bir konu olarak du ru yor. Bugün,

S eyitgazi kasabasının

batısın da

Ü ç le r T ep e si denilen

yüksek bir tepe üzerinde bütün haşm etiyle yükselen ve A n a d o lu ’ nun bu gü ne kadar sapa sağlam a yakta kalab ilen bu en b ü y ü k zaviyesin in ilk teşekkül tarihi, rivâyetlerle bakılırsa, A n a d o lu S elç u k lu la rı dev­ rine k ad ar inm ektedir. İlk yazılı halin e X V I I . y ü z y ıld a rastlanan ve gü n üm ü ze kadar ulaşan m ah a llî riv ayetler, S elçu klu su ltan ı I. A lâ ü d -D în K e y ku bad ( i 220-1237) tarafın dan , ann esin in Seyyid B a ttal G a zı nın b u rada göm ülü olduğun u rü y asın d a görm esi ile, keşfedilen m ezar üzerine bir türbe ve y a n m a b ir cam i yap tırıld ığın ı a n la tır la r 19s. Bu rivayetler, zaviye h akkın d a in ce le m e ler y ay ın ­ lam ış bulunan T h . M en zel ve F. W . H a slu ck ’a k a d ar b ü tü n b a tılı ve yerli araştırıcılar ve ilim adam ları tarafın d an d a tekrarlan m ıştır. Z â v iy e n in son şeyhi olup, tarihçesine dair y a z d ığ ı k ü çü k kitabın da a yn ı rivâyetleri aktaran ve d a h a başka b ilg iler veren Ş ü k rü E fen d i’ye göre de, zâviyen in tem eli, S elçuklu lar za m a n ın d a , yan ıb aşın d aki eski bir Bizans m anastırım da içine a lacak bir şekilde y a p ıla n binalar to p lulu ğu ile atılm ış b u lu n u y o rd u 196. B u zâ viy e yü zyılım ızın başından beri, o rad ak i B izan s m anas­ tırıy la d a ilg ili bulunm ası sebebiyle, b atılı a raştırıcıla rın dikkat­ lerin i çekegelm iştir. K a r i VVulzinger’in 19 13 ’te y a y ın la n a n eserinden s o n r a 197, yu k a rd a adı geçen T h . M en zel burası h a k k ın d a oldukça ö n em li b ir m akale yayın lam ıştır. T ü rb e , câm i ve tekke bin alarının k ita b e le ri de ilk defa olarak bu m akaled e y a y ın la n m ış tır198. D ah a sonra ise F.YV. H aslu ck oldukça geniş b ir şekilde bu rasın ı ele al-

1,5 M sl. bk. K â tib Ç elebi, Kitab-ı Cihannümâ, İstanbul 114 5, s. 642. A yrıca bk. î. H ak kı K o n y a lı, Âbideleri ve Kitâbeleri ile Niğde, Aksaray Tarihi., İstanbul 1974, II . 2251-2255. 1M Şükrü, a.g.e., ss. 7, 19, 22; krş. M uh id d in A rslan b a y, Seyyid Battal Gazi'nin Hayatı ve Bazı Menkıbeleri, Eskişehir 1953, ss. 95-100, 104, n o . 1,7 K . VVulzinger, Drei Bektashi-Klöster Phrigiens, Berlin 1913. 1M T h e o d o r M en zel, “ D as Bektaşi-Klöster Sejjid-i G h â z i” , M S O S , X X V I I I ; 2 (192 5), ss. 92-125. Bu kitabeler aslında d ah a önce Şükrü E fen d i’nin eserinde de yayın lan m ıştır.


M A R JİN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

189

m ıştı199- O n a gö re, S e y y id B attal G a z i’ nin m ezarının bulunduğu, üzerinde B izan s m an astırın ın yer aldığı bu tepe, N akolcia adını taşıyordu 200. S e lç u k lu la r zam an ın d a türbe ve cam i yapılırken eski m anastır d a d eğerlen d irilm iş, hattâ A lâ ü ’d-D în K e y k u b a d ’ın annesi buraya d e fn e d ilm işti201. Z a v iy e y i m e y d a n a getiren yap ıların bugünkü durum unda, es­ ki m anastırın d a çok iy i korun du ğu dikkati çekiyor. F akat Selçuklular devrinde inşâ ed ild iğ i b elirtilen türbe ve cam i epeyce değişikliğe uğramış gö rü n m ek ted ir. C â m iin iç kapısı üstünde, II. Bayezid devrin­ de konm uş b u lu n a n k ita b e , gerek türbe, gerekse câm iin inşâ tarihi ko­ nusundaki r iv â y e ti yan sıtıyor. K itab ed e câm iin K eyhu srev b. K ılıçarslan z a m a m n d a y a p ıld ığ ı belirtiliyor, ki, bu I. G ıyâsü ’d-D în K eyhusrev’den başkası o lm a y ıp I. A lâ ü d -D în K e y k u b a d ’ın babasıdır. S ey y id B a tta l G a z i’ nin türbesi, üzerindeki kitabeden anla­ şıldığı k a d a r ıy la 1464 y ılın d a kesme taştan yeniden yapılm ış, câmi ise 15 11 y ılın d a M ih a lo ğ u lla rı’n dan A hm ed ve M ehm ed Beğler tara­ fından ta m ir e ttir ilm iş tir202. A sıl zaviye binasının da aynı tarih­ lerde inşa e d ild iğ i, y in e üzerind eki kitabeden kesin olarak anlaşı­ lıy o r 203. A n c a k bu kita b ed e, câm i kitabesinde olduğu gib i, daha önce m e v cu t h e rh a n g i b ir zâ viyed en söz edilm ediğine bakılırsa, S elçuklu lar d e v rin d e b u ra d a a yrıca bir zâviye binasının inşa olun­ m adığı, B izan s m an astırın ın zâ viy e olarak kullanıldığı m uhakkak gibi g ö rü n ü y o r. Z ir a H a cı Bektaş velâyetnâm esindeki kayıtlar da, en a zın d a n H a c ı B ektaş za m a n ın d a burada bir zâviye bulunm ası gerektiğini g ö sterm ek ted ir 204. B u ra d a asıl a m a c ım ız S eyyid G azi Z âviyesi’nin tam bir ta­ rihçesini y a p m a k o lm ad ığın d a n , yaln ızca zâviyenin O sm anlı dönemi K a le n d e r liğ in in m erk ezi olm ası itib ariyle üzerinde durulacaktır. Bu n o k tad a n b a k ıld ığ ı za m a n , zâviyen in tarihinin en iyi bilindiği 199 F . W . H aslu ck, B ektaşilik Tedkikleri, çev. R . H ulûsi, İstanbul 1928, ss. 13, 64 v d .; ayn ı y a za r, Christianıty and İslam under the Sultans, Oxford 1929, II, 705-710. 200 H aslu ck,

Christianity,

II,

705.

201 A .g .e., I I , 707.

202 Söz konusu tam irleri yansıtan kitabeler halen çok iyi durum da olup m etinleri i ç i n bk. Şü k rü ss. 17, 22.; A rslanbay, ss. 115 -118 (bu sonuncu eserde bir takım yan lış o k u m ala r yüzün d en h a y â lî bir takım yorum lar ve spekülasyonlar yapılm ıştır). 203 K ita b e n in m etn i için bk. A rslanbay, s. 124. 2W Bk. M en â k ıb-ı H B V ., s. 36 vd.


,90

OSM AN LI

I M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

dönem in de bu devir olduğu anlaşılıyor. Ö zellikle X V I . yüzyıl bu bakım dan şanslıdır; zira gerek arşiv belgelerinin gerekse öteki kay­ naklardaki m âlum aün en bol olduğu devredir. Bu m alzem e incelen­ diğinde, birinci bölüm de de görüldüğü üzere, O sm anlı yönetim inin Seyyid G azi Zâviyesi’nde yaşayan K a len d erîler’e hiç_de_ iyi bir gözle bakm adığı anlaşılır. Ç ünkü bu zâviye X V I- y ü zyıld a , bilhassa K a n u n î Sultan Süleym an devrinde m erkezî yönetim e en çok prob­ lem çıkaran K alen d erî zâviyesidir. Bu konuda, Âşık Ç eleb i’nin, Seyitg azi kadısı M ustafa İşretî’den bahsederken yazdığı şu satırlar, zâviyed ek i K a len d erîler’in durum larım ortaya koym ak bakım ından son derece ilgi çekicidir : “ V ilâ y e t-i A n ad o h ’da Şeydi G azi T ekiyyesi ki bir dâr-ı fisk u dalâl olub her yerden atası_ anası azarlam ış battal­ lar işden kaçub ışık olmuş pösteki boklar abdallar sâz-ı m elâh i gib i dem-sâz çihreleri hilye-i îm an olan lihyeden â ri v e ahn larında olan kara yazıları ebrûlarının tırâşıyla ( ......... ) idi. N am azım ız kılınmış ve kefenim iz dikilmiş ahnm ışdır deyû b ilkü lliyye beş vakte çâr te k b îr idüb nam aza y u m a zlar ve m üezzine kulak kabartm ayub im am a uy­ m a zla r idi. Pâdişahlarm _sadakatin jvc eshâb-ı hasenâtın hayrâtın yirler bir kaç gâv-ı şikem -perver h arlar Jd iler. Sulta nönü sancağın a başka sancak çeküb etrafa akın salarlar. T u ğ ile nekkare ile beğler alayların görse y u f borusun ya la r­ la r idi. K u d ü m lerin d en köy ve kend h alkı m ütennebih olsa­ la r D eccal gib i araların a u yarlar. B uldukları d ilberleri so­ y a r la r kendi lisanlarına koyarlardı. D ânişm end müderrisi­ ni incitse sipahi ağasına küsünse yalın yü zlü le r babaları­ n a kakışa kandesin Şeydi G a zi ocağı deyû vanrlar_ soyunurla r k a z a n k ayn ad ırlar. Işıklar a n la n sem â ve safâ deyû ken dü e zg ile rine o y n ad ırlar. N ice yıl yevm en lilla h rüz­ g â r g e ç ü rü b dîn e ve m üslim îne a d ü v v ve ilm e ve ülem âya k ın e-cû id iler. E hl-i Ş er’a hod ad âvet itm eyin ce zu ’mlerince H a k k ’ile H a k o l m a z l a r . . . ” 205. İşte .Âşık Ç e le b i’nin Jbu satırla rla tasvir ettiği j e y y i d G a zi Z â vi­ yesi K a le n d e r ıle r i’ni şâir kadı

M ustafa

İşretî ıslâh a çalışm ış,

bir

ö lç ü d e d e b u n u başarm ıştı. M ustafa işretî, -b u g ü n zâ viyen in kuze­ 205 B k . Â $ ık Ç e le b i, w .

i7 5 a - b .


M A R JİN A L

SÛ F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

i9>

yinde yer alan ve doğudan derviş odalanna bitişen- bir medrese binası yaptırarak bu raya öğrenciler almış ve K alen derîler’i bir dereceye kadar yola sokm aya m uvaffak olmuştu. Yaşantısını Ehl-i Sünnet ve Cemâat m ezhebine göre dü zenlem eyi kabul "etmeyenler ihraç^edilmişti 206. G erçekten de bazı belgeler M ustafa Işaretî’nin bu ıslâ­ hatının bir ölçüde başarılı olduğunu teyid etmekte, zâviyede kalm ak isteyen K a le n d e rîler’in Ehl-i Sünnet mezhebine girerek evlenip normal bir h a y at sürm eye başladıkları anlaşılm aktadır207. Bununla beraber, bu durum un fazla sürmediği, M ustafa îşretî’nin 1566’da ölü m ü nü m üteakip, zâviyenin yine yavaş ya vaş sür­ günden dönen dervişlerle dolm ağa başladığı görülüyor. H attâ bu defa, medresedeki talebelerle de birleşip vakıf gelirlerini zimm etlerine geçirdikleri ve eski yaşayışlarına yeniden döndükleri müşa­ hede olunm aktadır. N itekim bu sebepten zâviyenin yeniden ıslâhına çalışıldığı a n la şılıy o r208, ki bundan daha önce bahsolunmuştu. Bu çab aların ne ölçüde hedefine ulaştığı m âlum değildir. A ncak X V I I . y ü z y ıld a artık Seyyid G azi Zâviyesi’nin dervişlerinden söz açılırken K alen d erîle r’in değil, Bektaşî dervişlerinin adı geçiyor. Kâtip Ç eleb i ile E v liy â Ç eleb i zâviyeyi tasvir ederken, burasının, türbe, cam i, medrese, derviş hücreleri ve misafir od ala n vb. y ap ılar­ dan ibaret “ bü y ü k b ir B ektaşî_tekkesi” olduğunu y a z a r la r 209. Bu demektir ki, X V I I . y ü zyılın başlarında burası tam an lam ıyla bir Bektaşî zâviyesi n iteliğine bü rü n m üştü r210. F.W . H asluck burasının daha X V I . yüzyılda Bektaşî hü viyetin ­ den bahsederse de, 211 elim izdeki arşiv belgeleri en azından bu y ü z­ 204 A.g.e., v. 175b ; krş. A tâ y î, I, 56: “ K a d ı iken taht-ı hükm ünde vâkî Battal G azi Zâviyesi’ni K alenderân-ı batâlet-endîşeden tahliye ve cevâhir-i zevâhır-i iLm ü salâhla tahliye o l u n m a s ı içün medrese olmasına arzeyledikde, mes’ûlü kabûle karın ve d ârü ’t-tâlîm -i ilm -i d în oldı” . Medrese hakkında bk. K o n yalı, II, 2257-2258. 207 M sl. bk. A hm ed R efik , “ Râfızilik” , s. 3 1’deki 23 R am azan 966/29 H aziran 1559 tarihli belge. 208 A.g.m., ss. 50, 5 i ’deki 15 Safer 980/27 H aziran 1572 tarihli belge. 209 Bk. K â tip Ç eleb i, s. 642; E vliyâ Çelebi, Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, İstanbul 1314, II I, 13-15. B urada, türbe ve zâviyenin uzun bir tasviri yer alır. 210 Seyyid G a z i Z âviyesi’nin X V I .- X V I I . yüzyıllardaki sosyo-ekonomik durumu konusunda bk. Faroqhi, “ Seyyid G azi Revisited: T h e foundaüon as seen through sixteenth and seventeenth-century docum ents” , Turcıca, X I I I (19 8 1), ss. 90-122; ayrıca bk. aynı yazar, Der Bektaschi-Orden, m uh telif sayfalar. 211 H asluck, Bektaşîlik Tedkikleri, s. 13.


O SM AN LI İM P A R A T O R L U Ğ U M D A y ılın so n ların d a b ile b u ra d a K a le n d e r île r ’ in y a ş a d ığ ın ı k a b u le bizi zo rla m ak tad ır. G azi

Çünkü

I ş ık la n ” nın

bu

adı

b e lg e le rd e

B e k ta ş île r’ in

d e ğ il,

“ S eyy id

g e ç m e k te d ir.

Bu değişim in nasıl b ir sü reç

içinde^ d e h a n g i ş a r tla r d a

ger-

çekleştiğT”sorusunun c e v a b ı ise, ü ç ü n c ü b ö lü m d e K a le n d e r îlik -B e k taşîlik ilişkisi ele alın ırk en v e rilm e y e ç a lış ıla c a k tır. Ş im d ilik, b u değişim in_ yalnız bu z a v iy e d e d e ğ il, so n u cu X V I I . y ü z y ıld a tarn^ olarak m e y d a n a ç ık m ak la b e ra b e r, X V I . y ü z y ıl b o y u n c a d e v a m

e d en bir

sürecin n eticesi o lara k , b ü tü n K a le n d e r î z a v iy e le r in i iç in e aldığın ı belirtm ekle yetin elim . B u h ü v iy e t d e ğ iş ik liğ in in , K a le n d e r îlik içinde oluşan b ir değişim s ü r e c in in jo n u c u o ld u ğ u n u fa rk e tm e m iş olm asın ­ d a n d ır ki, “ g a sp ”

H a slu ck b u

S e y y id on a si,

h â d ise y i B ek ta şîlik ta ra fın d a n y a p ılm ış bir

şeklin de d e ğe rle n d irir Z12. G azi

Z â v iy e si’n in

y a k ın

çev re sin d e

b a ğ lı diğ er K a le n d e r î za v iy e le rin e b irin ci b ö lü m d e

ü n lü şeyhi ilçesin in

h a y a tın d a n

g e lin ce ,

b a h se d ile n ,

II.

S u lta n Ş u c â u ’ d - D în ’in z â v iy e s id ir 213.

7 km . b a tısın d a y e r

a la n

A rs la n b e ğ li

b u lu n m a k ta b u n la r ın

olup

b irin ci­

M u rad

d evrinin

B ugün

S ey itg azi

(eski

Ş ucâ

Baba)

k ö y ü n d e k i bu za v iy e , ü ç b ü y ü k ü n ited en ib a r e t (m u tfa k , m eydan , tü rb e), kesm e taştan ve k u b b e li tip ik b ir O s m a n lı y a p ıs ıd ır. H a li­ h a zır d a h iç b ir k ita b e ih tiv a etm eyen b u z â v iy e n in , S u lta n Ş u c â u ’dD în v elâ y e tn â m e sindeki k a y ıtla rd a n a n la şıld ığ ı k a d a n y la I I . M u rad d e v rin d e yap ılm ış olm ası lâ z ım g elm ekted ir. Z â v iy e n in g ü n e y tara­ fın d ak i ca m iin ise d a h a son ra in şâ o lu n d u ğ u n u Ş ü k rü E fe n d i bild i­ riy o r 214. Z â v iy e n in y a k ın ın d a b u lu n m ası g e re k e n d erviş v e m isafir o d a la rın d a n ise b u g ü n e h iç b ir şey k a lm a m ıştır. S u lta n Ş u c â u ’dD în ’in tü rb esin in h em en y a n ın d a d a , m u h tem ele n z â v iy e y i y ap tı­ ra n T im u rta ş P a şa ’ m n türbesi y e r a lm a k ta d ır. S u lta n ö n ü S a n c a ğ ı’ n a a it ta h rir d e fte rle rin d e k i k a y ıtla r d a n başka h a k k ın d a fa z la b ir b ilg i b u lu n m a y a n b u z â v iy e ’ n i n 215, X V . y ü z­ y ıld a K a le n d e r île r a rasın d a ön em li b ir m e v k ie sa h ip bulundu-

111 A .g.e., s. 64. 213 B k . y u k a r d a s. 9 7 -9 9 .

214 216

Ş ü k r ü , s.

10.

M sl. bk.

defteri, s. 4 1.

B aşbakanlık O sm an lı A rşivi, Sultanönü

Sancağı 112 nolu tahr


M A R JİN A L

S Û F Î L lK :

ğunu, Sultan yoruz 216.

K A L E N D E R ÎL E R

Şucâu’ d-D în ’in

velâyetnâmesinden

193

istidal

edebili­

Seyitgazi’nin 7 km. kuzey-doğusunda, bugünkü adıyla Yazıdere (eski Ü ryan Baba) köyünde yer alan Ü ryan Baba Zâviyesi, yine kesme taştan inşâ edilmiş kubbeli bir meydan evinden ve bi­ tişiğindeki Ü ryan B aba’nm türbesinden ibarettir. Diğer müştemilâtı bugün m evcut değildir. Ü ryan B aba’mn kim olduğu bilinmediği gibi, zâviyenin ya­ pılış tarihi de belli değildir. Şükrü Efendi, hâlen zâviyeye bitişik kârgir ve üstü kubbeli türbede yatan zatın, Sultan Şucâu’d-D în’in halifesi olması gerektiğini kaydediyor217. Asıl türbeye girişi temin eden kapının üzerindeki kitabede adı Ahm ed Ü ryan Baba şeklinde geçen bu zatın, gerçekten de Şükrü Efendi’nin dediği gibi olması çok m ümkündür. H er hâlü kârda, adının da gösterdiği üzere, y a n çıplak bir K alen d eri şeyhi olan Ü ryan Baba’nm, türbe ve zâviyesine bakılırsa, devrinde oldukça önemli bir şahsiyet olduğu söylenebilir. 3. X IV. yüzyılda Bursa havalisinde kurulmuş Rum Abdallarına ait Zaviyeler: Birinci bölüm de R um A b d alla n ’ndan bahsederken isimleri zikrolunan hem en hemen bütün şahsiyetlerin, Bursa içinde veya civa­ rında, ilk O sm anlı hüküm darları tarafından yaptırılm ış zâviyeleri olduğundan da söz açılmıştı. Osm anlı kaynaklarının naklettiklerine göre, bu zâviyelerin bir kısmı, Bursa fethinden sonra bizzat şehrin yakınlarında U lu d ağ eteklerinin m u htelif yerlerinde inşâ edilmişlerdir. Bir kısmı X I X . yü z­ yıla kadar Bektaşî zâviyesi olarak hâlâ ayakta duran _bu^ binaların belli başlıları arasında Abdal Musa ^âviyesi’ni ilk elde zikretm ek gerddrT O rhan G azi tarafından A bd al M usa için yaptırılan bu zâviye, X V 7 ve~XVI. yü zyılla rda Aşıkpaşazâde ve G elibolu M ustafa  lî tara­ fından m üphem bir tarzda zikrolunm akta218, fakat herhangi bir m alum at verilm em ektedir. A n cak J. de H a m m e r_ X IX . yü zyıld a 216 Sultan Şucâu’d-D în Zâviyesi’nin bulunduğu Arslanbeyli köyünde, h â­ len onun soyundan gelen bir dede bulunm akta olup, yılın belirli zam anlarında civardan gelen A le v î köylülerin de iştirakiyle zâviyede semah törenleri yapılm akta ve SultarTŞucâu’d-D în için kesilen kurbanlar birlikte yenmektedir. 217 Şükrü s. 13. 218 Aşıkpaşazâde, s. 200;  lî, V . 62.


O SM AN LI İM P A R A T O R L U Ğ U N D A

»94

B u rsa ’ nın b a tısın d a ve k a p lıc a la r a y a k ın b ir m e v k id e b u lu n a n bu z â v iy e y i gö rm ü ş o ld u ğ u n u b e lir tiy o r k i 219, b u , z â v iy e n in o sıralard a h e n ü z işlem ek te o ld u ğ u n u gö sterir. A b d a l M u s a ’ nın B u rsa ’ d a n a y r ıld ık ta n so n ra M a n is a v e Ber­ g a m a h a v â lisin d e de b ir m ü d d e t yaşadığı_ a rşiv b e lg e le rin d e n anlaşıl­ m a k ta o lu p 220, on u n b u ra d a d a b ir z â v iy e si b u lu n d u ğ u n u F aroq h i

tesb it e tm iş tir 221. A n c a k

S u raiya

b u g ü n m e v c u t o lm a y a n

bu zâ-

v iy e y e d a ir d e, X V I . y ü z y ı l d ^ B ek taşî h ü v iy e tin i ta şıd ığ ın d a n başka, h iç b ir b ilg ^ b u lu n a m a m a k ta d ır . Abdal

M u s a ’ n ın

A n ta ly a -E lm a lı

y a k ın la rın d a k i

m e v c u t zâ v iy e sin e g e lin ce , h a le n y a ln ız c a

a v lu su

ve

T e k k e k ö y ’de tü rb e

kısmı

a y a k ta k a la n b u b in a n ın , A b d a l M u s a ’ n ın a çtığ ı son z â v iy e olduğu v e ö lü m ü n d e n son ra b ir m ü d d et K a y g u s u z A b d a l’ ın n e z a retin d e faa liy e tin e

d e v am ^ettiği b ilin m ek ted ir.

b ir h a y li ze n g in ve

a ra z id e n

v a k ıfla r a sa h ip

elcUT e ttik le ri ge lirle rle

rin e ( i 5 7 4 -15 9 5 ^ a it yo r^ 22. Z â v iy e

X V II.

X V I . y ü z y ıld a b u zâviyenin

o ld u ğ u , d e rv işle rin in g e niş çiftlik y a ş a d ık la rı,

T e k e _S a n c a ğ ı_ta h r ir

y ü z y ıld a

E v liy â

Ç e le b i

III.

M u r a d _ dev-

d e fte rin d e n ta ra fın d a n

anlaşılı­ geniş

bir

şe k ild e ta sv ir e d ilm e k te d ir. O n u n a n la ttığ ın a gö re , b ir d a ğ ın eteğin­ d e k u ru lm u ş o lu p , gen iş a v lu su n d a A b d a l M u s a ’ n ın tü rb esin i de barın­ d ır a n b u m u h teşe m “ â sitâ n e-i k a d îm ” in v a k ıf la r ı a ra s ın d a b ir sürü e y , b in d e n fa z la k o y u n , b ir o k a d a r m a n d a , on k a ta r Jcatır, yin e bind en z iy a d e sığ ır ile y e d iyüz_ kısrak, y e d i d e ğ irm e n v e b ir sürü bağ, b a h ç e v e ta r la y e r a lm a k ta d ır 223. E v liy â ^ e l e b i ’ n in z a m a n ın d a artık h iç şü p h e siz b ir B ek ta şî tekkesi, h e m d e B ek ta şî te k k e leri arasında en b ü y ü k v e s a y g ıla rın d a n k a b u l ed ilen b ir tek k e o la n b u zâ v iy e , Abd a l M u s a ta ra fın d a n b u r a d a in şâ o lu n d u ğ u z a m a n , b ö lg e d e k i göçebe Y ö rü k

ve

T ü r k m e n le r

a ra s ın d a ilk

ye rle şm e

m e rk e zle rin d e n biri

o lu v e rm işti. D a h a y a p ıld ık ta n kısa b ir za m a n so n ra eklen en ilâve**• H am m er, I, 155. A y rıca bk. Faroqhi, Der Bektaschi-Orden, s. 19, 26. 120 İbrah im

G ökçen,

Manisa

Tarihinde

Vakıflar ve Hayırlar, İstanbul

I95°>

II, 27. *** Faroqhi, a.g.e., s. 85. 122

M ustafa U ğu rlu ,

“ A b d a l M usa Z âviyesi’ nin vakıfları” , G E F D , I

ss. 299 vd. *** E v liy â Ç eleb i, I X , 273-76.

(19C5)


M A R J İN A L

S Û F ÎL ÎK :

K A L E N D E R ÎL E R

>95

lerle hem b ü yü m ü ş hem de etrafında bugün T ekkeköy adını taşıyan köy oluşm uştu 224. Y in e B ursa’d a R u m A b d a lla rı’na ait bir başka zâviye de, Geyik­ li Baba £ âviyesi’ d ir. N eşrî ve Âşıkpaşazâde, abdallarıyla gelip İne­ gö l’le K e şışd a ğı (U lu d a ğ ) arasında bir yere yerleşen G eyildi Baba için O rh an G a z i ’ nin b ir zâ v iy e ve bitişiğine bir de cam i yaptırdığını y a ­ zarlar. G e y ik li B a b a ’ nın vefatın dan sonra bir de türbe yapılm ıştır 225.  şıkp aşazâde bu zâ viyen in G eyiklü Baba Tekiyyesi diye anıldığını ve o am an h â lâ _ jçin d e O rh a n G a z i’nin ruhuna dua eden dervişlerin yaşad ığın ı h a b er v erir 226, ki X V I . yüzyıldaki bu dervişler m uhak­ kak ki Geyiklü Cemâati K alen d erîleri idi. X V I I . yüzyılda Evliyâ Ç eleb i’ nin de zik re ttiği bu zâviye 227, X I X . yüzyılda J. de Ham m er tarafın dan d a ziy â re t edilm işti 228. Bursa y a k ın la rın d a k i bir diğer zâviye, Abdal Murad Tekkesi ’ dır. E vliyâ Ç e le b i, yin e O rh a n G azi tarafından y a p tırılmış olan bu zavi­ yeyi X V I I . y ü z y ıld a b ir “ âsitâne-i  l-i A b â ” , yan i Bektaşî zâviyesi olarak n itelem ek te ve her zam an olduğu gibi medhetmelctecRr2Z9. Burasının 1900’lere k a d ar faaliyette olduğunu F. K öp rü lü belirtir 230. Son o lara k , I. M u ra d tarafından Yenişehir’de Postînpûş Baba için y a p tırıla n , gü n ü m ü zd e hâlâ sapasağlam bir şekilde ayakta dur­ m a k ta 'o la n Postînpûş Baba Zâviyesı ’ni zikretm eliyiz. Bu zatın türbesi de b u r a d a d ır 231. 221 İlhan Akçav, “ Abdal Musa Tekkesi” , VII. Türk Tarih Kongresi Bildi­ rileri. Ankara 1972, I, 361. Merhum Şehabeddin Tekindağ da bir makalesinde bu tekkeden oldukça uzun bahseder ve günümüzdeki durumunu dile getirir, (bk. “ Teke-eli ve Tek e-oğullan ” , T E D , 7-8 (1976-77), ss. 73-75; ayrıca bk. Uğurlu,

a.g.m. A bdal

M usa

Tekkesi’nin

bugünkü durumu hakkında geniş

bilgiiçin

bk.

Musa Seyirci-Y. H ayati Tungar, Abdal Muoa Sultan, Antalya 1988. 225 Neşrî, I, 48; Âşıkpaşazâde, s. 47; Ibn Kemal, II, 95. 228 Âşıkpaşazâde, aynı yerde.

Geyikli Baba’nm Bursa’mn Gürsu

bucağında

bulunan türbesi için bk. Hikmet Tanyu, Ankara ve Çevresinde Adak ve Adak Terlen, Ankara 1967, ss. 187-88. 227 Evliyâ Çelebi, II, 46. 228 Hammer, I, 155; Faroqhi, a.g.e., s. 17; Vakıflar Genel Müdürlüğü, Tü r­

kiye'de Vakıf Âbideler ve Eski Eserler, Ankara 1986, IV , 26-28. 229 E vliyâ Çelebi, II, 17. 230 K öprülü, “ Abdal M urad” ,

T H E A , s. 60; Tekkenin günümüzdekiduru­

muna dair bk. İlhan Yardımcı, Bursa Evliyâlan, İstanbul 1976, s. 153; 231 Neşrî, II, 13 1; M ecdî, s. 45; ayrıca geniş bilgi için bk. Faroqhi, ss. 49-50. Postinpûş Baba Zâviyesi’ne dair geniş bir bibliyografya için bk. Türkiye'de Vakıf

Âbideler, IV , 603-604.


O S M A N L I I M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

196

4.

X V . yüzyıla ait Anadolu ve Rumeli'deki öteki belli başlı zâviyeler :

B uraya kadar kısaca zikred ilen K a le n d e r i za v iy e le rin d e n baş­ ka, X V . y ü zyıld a A n ad olu ve R u m e li’de fa a liy et gösteren d a h a başka m ühim bazı R u m A b d a lla rı zâviyeleri de v ard ı. B u n ların sa y ıla n o zam an lar bir Hayli fazla olm akla beraber, hepsi k a y n a k la r a yan sıya­ bilm iş değildir. Biz bu rada, tesbit ed e b ild ik lerim izd en b ir kısmım ism en de olsa zikretm ekle yetin eceğiz. B un lardan A n ad olu to p ra k lan için d e tesis edilm iş olan lard an m eselâ B anaz (U şak )’da H acım S u ltan Z â v iy e si 232; S e y itg a zi ya ­ kın ın d ak i, dah a önce isim leri geçen S u ltan Ş u c â v e Ü r y a n Baba Z â v iy e le r ii33;

Şeyhlü

(K ü ta h y a ) ’d a B eğce (ya h u t Y e n ic e )

Sultan

Z â viyesi 234; A n k arad a H üseyin G a zi Z â v iy e si 235 v e n ih a y e t O s­ mancık^ (Ç o ru m )’da K o y u n B ab a Z â viy esi 236 en b e lli b a şh K a le n ­ d e ri z â v iy elerinden o lara k d ik k a ji çeker. A y n ı y ü z y ıl için d e R u m e li’de ise, D im e to k a ’d a S e y y u i A li S ul­ tan Z â viyesi 237; B aba

E d irn e ’de

Z â v iy e le r i238;

S a n S altık,

Z a ğ r a ’da

M ü ’m in

O tm a n B a b a v e B alaban D e rviş

n a ’d a O tm a n B ab a (dah a sonra A k y a z ılı) San

S altık

Z â v iy e s i241,

P ra v a d i’de

Z â v iy e s i 339;

V a r­

Z â v iy e si 240; K a lig r a ’ da

M e ç ü k lü

B aba

zâ viy e si 242;

K ız ıla ğ a ç Y e n ice si’nde E tyem ezler Z â viy e si ile T u r a h a n B a b a Z â ­ v iy e s i243; K a ra su Y e n ice si’n de N asu h B a b a Z â v iy e si 244; F ilib e ’de H a şa n

B aba

Z â viy esi 245;

V a rd a r’da

B a y e zid

B aba

Z â v iy e s i246;

S e r e z ’de M ec n u n D erviş Z â viy e si 247 V iz e ’ de A h m e d B a b a ile K a r a ­ *** Tschudi, Dos Vilâjet-name, s. 56 vd. 232 Şükrü ss. 9, 13. 224 Tschudi, a.g.e., ss. 59-62. 228 Bk.

E vliyâ Çelebi, II, 425-26.

*** Bk.

Vilâyetnâme-i OB., v. 12b.

07 Bk.

Vilâyetnâme-i S AS., ss.

36-41.

238 Bk.

Vilâyetnâme-i OB., w .

12b,70b.

**• A.g.e., w . 29b, 35b. 240 A .g * . , v. 48b ve pek çok yerde. 241 A.g.e., w .

46b, 52b.

242 A .g * .,

6o b-6ıa.

w.

242 A .g * . , v. 43a. b. 244 A .g * .,

v. 32b.

244 A.g.e., v. 38b. 244 A .g * .,

v.

29b.

247 A .g * ., v. 3 1a.


M A R JİN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

«97

kucak B aba Z a v iy e le ri248 ve Y an b olu ’da Etyem ezler Z â viy e siî4#, ilk elde sayılm ası gereken zaviyelerdir. X V . yüzyılda tam am iylc K alenderî h ü viyetin i taşıyan bu zaviyeler, kısmen X V I ., kısmen de X V II . y ü zyıllard a Bektaşî zaviyelerine dönüştüler ki, aralarında özellikle D im etoka’ daki Seyyid A li Sultan (K ızıl D eli) Zâviyesi ile, V arn a’daki O tm an B aba, sonraki adıyla A kyazılı Zâviyesi, tıpkı Abdal M usa Zâviyesi gibi, öteki Bektâşî zaviyeleri arasında önemli bir nüfuz kazan arak öne çıkacaklardır.


K A L E N D E R ÎL İK . V E D İĞ E R T A R İ K A T L A R , H ALK VE KÜLTÜ R


ÜÇÜNCÜ K ALEN D ER ÎLİK H ALK

VE VE

BÖLÜ M

DİĞER

TARİKATLAR,

KÜLTÜR

K alen d erîlik gibi, doğuştan itibaren İslam dünyasının hemen lıcr taralına y ay ıla ra k zam an içinde bir takım kollara ayrılan vc hepsinden önem lisi, syncrötique bir doktrin yapısına sahip olan bir sosyal mistik akım ın, yayıld ığı yerlerdeki başka mistik teşekkülleri etkilememesi şaşırtıcı olurdu. Nitekim K alenderîlik, bütün kolla­ rıyla, H indistan ve O r ta A sy a ’dan Balkanlar’a kadar uzanan geniş l)ir coğrafyad a çok çeşitli sûfî akımları, tarikatları vc hattâ bazı lıetcrodoks m ezhepleri etkilemiştir. Hindistan vc İra n ’da N urbahşîlik; İran’da H âksârîlik, Ehl-i H ak m ezhebi; A n ad o lu ’da M ev le vî­ lik, Bektaşîlik vc hattâ H alvctîlik, K alenderî eğilim lerin belli ölçüde ortaya çıktığı tasavvufî vc m ezlıebî teşekküllerdir. T-

E H L -1 DERÎ

H A K L A R ’D A

V E H Â K S Â R Î L İ K ’T E

KALEN­

B AZI E T K İL E R :

Ehl-i H a k v ey a öteki adıyla, A li-llâ h îlik , hâlen günüm üzde özellikle İ ra n ’ın batısın da varlığım koruyan, mistik m âhiyette vc aşırı Ş îî eğilim li b ir m ezhebin, d aha doğru bir ifadeyle bir dînin a d ıd ır1. Bu d în in tem eli, ulûhiyetin sürekli olarak yedi beden için ­ de tecellî ettiğ i in an cın a dayanm aktadır. İlk öncclcri b ir inci için ­ de gizli olan Hâvendigâr, yan i yaratıcı ulûhiyet cevheri, ondan son­ ra IIz. Â li’de cisim lenm iştir. H er tecellî zinciri b ir bü yük m elekle başlar. İşte Isrâ fîl ile başlayan zincirde altıncı v c yedinci beden­ ler, Abdal Beg v c Hân Abdal adlarım taşır. D ah a ilgi çekici olan ı, A zrâil ile başlayan zin cirin üçüncü halkasında, X .- X I . yü zyılın ünlü K alen d erî şeyhi B ab a T âh irri U ry â n ’ın bizzat yer almış bulunm asıdır. Ehl-i H a k la r’ın in an cın a göre, bu dördüncü zincirin üçüncü h a lk a ­ sında A lla h , B ab a T â h ir ’in vücud un da ortaya çıkm ıştır*. İşte kısaca temas edilen bu tezahürler, K alen d crîliğin Ehl-i H ak in an çların a ne derece k u vv etli bir dam ga vurduğunu gösteriyor. 1

Ehl-i I-Iaklar’a dair genel bilgi ve bibliyografya için bk. C 16m cnt Huart,

"Ali llfthî”

El

i ; V . Minorsky, “ Ahl*i Hakk” , E l 2.

“ Bk. a.g.m ., aynı yerde.


O S M A N L I Î M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

202

Hâksârîliğe gelince, belki bir bakım a bir K a le n d e riy y e şûbesi bile sayılabilecek olup, X V I . yüzyıl Ira n ’d ad a kurulm uş bulunan bu tarikatta K alenderi tesirler çok kuvvetlidir. Z ir a H â ksâ rî derviş­ lerinin yaşayışları ile K a len d erîler’inki arasında önem li paralellik­ ler bulunduğu dikkati çekiyor. R ich ard G ram lich , gerek d în î kural­ lar karşısındaki vurdum duym azlık, gerekse harâbât den ilen m eyha­ nelerde toplanarak birlikte içki ve esrar içm ek vb. b ir takım husus­ lara dayanarak bunları eski K a len d erîler’in vârisleri olarak değer­ len d irir3. O na göre, H âksârîler de tıpkı K a le n d e rîle r gib i zaman zam an dilenmeye çalışm akta, hattâ bu iş için ku ru lan çad ıra Ka­ lender çadırı denmektedir. T a sav vu fî eğitim ayn en K a le n d e rîle r’de olduğu g ib id ir4. T arik ata giriş m erasim leri de on ların kin e benze­ mektedir. M eselâ bu giriş m erasim inde u yg u la n an erkând an biri, baştan, kaş, bıyık ve sakaldan birer m iktar lal k e sm e k tir5, ki K a ­ lenderîliğin çihar darb erkânından başka b ir şey değild ir. II -

M E V L E V ÎL İK E T K İL E R :

VE

H A L V E T ÎL lK ’T E

KALENDERÎ

Kısm en belki Şems-i T e b r îzî, kısm en de M e v lâ n â ’nm şahsî meyli dolayısıyla, daha X I I I . yü zyıld an itib aren M e v le v î m uhitlerin­ de K alen d erîliğe sem pati ile bakıldığım görm üştük. N itekim Mesnev î’de ve Dîvan-ı Kebîr'de M e v lâ n â ’nın sık sık K a le n d e rîler’i dile ge­ tirdiği, onların d ü n yaya karşı lâ k ayd tavırlarım öv d ü ğü hem en her kısım da göze çarpacak kadar açıktır. M eselâ o b ir yerd e “ m übâhî bir K a len d er’in (muhtem elen Şems-i T e b r îzî) kendisinin güvenci, dayan cı ve şifâsı olduğunu belirtirken 6, b ir başka yerd e K a le n d e r’in tam bir inanç içinde o ld u ğ u n u 7, bir d iğer yerd e ise, K a le n d e r’in 3 R. Gramlich, D ie Schiitischen Derıvischorden Persiens, Wiesbaden 1965, ss. 74, 76. ayrıca bk., J.M .S . Baljon, “ Khâksâr” , E l 2. 4 A .g .e., aynı yerde. * A .g.e., aynı yerde. • Bk. msl. D ivan-ı Kebir, V , 370: M übâhî bir Kalender çıkageldi-, karşıla onu ey sâkî! Sabaha dek de böylece boyuna sun ona. A benim güvencim, dayancım, 7 A .g .e.,

V.

a

benim

şifam!

432: O yn ayıp varını yoğunu elden çıkarmanın yolu tam varlık içinde varlıktır a gönül! Kalender hiç şüphesiz tam bir inanç jçin d edir a gö n ü l!


M A R J İN A L

SÛ F ÎL ÎK :

K A L E N D E R ÎL E R

203

insan cinsinden olm ayacak kadar yüce gönüllü olduğunu ifade eden mısrâlar terennüm etm ektedir 8. A . G ölp ın arlı, M e v lâ n â ’nın kendisine intisap edenleri, tıpkı K alen d erîler’de olduğu gib i çihar darb yaptığını, ancak bunu saç, sakal, bıyık ve kaştan bir kaç kıl kesmek şeklinde yerine getirdiğini E flâ k î’ye d a yan a ra k k a yd etm ekted ir9. B ununla beraber, M ev le vîlik ’ te asıl K alen d eri etkilerin, M evlânâ’nın S u lta n V e le d ’den torunu olan U lu  r if Ç eleb i ile ortaya çıktığını ve S ü n n î tem ellere dayanan asıl M evlevîliğe bir m uhalefet akımı biçim inde geliştiğini söylemek m ümkündür. Babası Sultan V e le d in yerine postnişîn olan U lu  rif Çelebi ve ona bağlı olanlar, şer’ î ku rallara u ym aya n ve şaraba düşkün kalender-m eşrep sûfîlerdi_9a. Bu yeni tavrın Şems-i T e b rîz î’yi hatırlattığı m uhakkak o l­ makla beraber, ilerde X V I . yüzyılda tam bir K a len d eriy ye şubesi niteliğini gösteren Şemsîler'le de bir alâkasının b u lu nd uğu n a katî nazarla b a k ıla b ilir. M e v le v îlik ’teki bu K a len derâne tavır, X I V . yüzyılda U lu  r if Ç e le b i’den sonra K o n ya dergâhına postnişîn olan D îvâne M eh m ed Ç eleb i ile daha açık bir şekilde ortaya çıktı. X V I . yüzyıldaki Şemsîler'in belki ilk prototipi diyebileceğim iz D îvâ n e M ehm ed Ç e leb i’nin, daha^ gençliğinde K alen d erliğe olan eğilim i m eydana çıkmış, d ağlard a,_ tepelerde sırtında bir tek tennure ve K alen d eri abasıyla d o laştığı gözlenm iştir. B azan saçlarını sere serpe uzatıyor, bazan d a K elen d erîler gibi tam çihar darb oluyordu 10. Bir h a y li cezb eli ve coşkun bir m izaca sahip olan D îvâ n e M e h ­ med Ç elebi, zaten lâkab ım da bu yüzden almış olup, postinşîn o l­ duğunda bile b u yaşayışını değiştirmemişti. G ölpm arlı’ya göre, Ş em ­ s-i T e b r îz î’nin giyd iği tâca benzer bir tâc giyen D îvâ n e M eh m ed Çelebi, kendi zam an ın da tarikata girm ek isteyenlere çihar darb er­ kânım u ygu lu yord u 11. H a ttâ açıkça şarap ve esrar içm ekten çekinmediği d e riv ay e t o lu n m a k ta d ır12. A . G ölp ın arlı, onun bir ara İran ’a giderek M eşhed’de K a lenderîler tarafın dan b ü yük bir saygı ile karşılandığını belirtir. N i8 A .g.e., IV , 351. 8 Bk. Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra M evlevîlik, İstanbul 1953, s. 187. 9a A .g.e.,

s.

77.

10 A .g.e., s. 109. 11 A .g .e., s. 114. 12 A .g.e., s. 106.


204

O S M A N L I İ M P A R A T O R L U Ğ U ’NDA

tekim kendisine bu esnada İmam Ali R ızâ ’mn türbesindeki iki bay­ rakla, imâretteki kaplardan bir kısmı da hediye ed ilm iştir13. Gölpınarh bu suretle onun zam am nda M evlevilik’le K alenderîliğin birbirine karıştığını ileri sürm ekted ir14, ki doğru görünüyor. Şem siler’in ne za man M evleviler’den a yn larak tam anla­ mıyla bir Kalenderîlik şûbesi kimliğini kazandığı malum değilse de, bunun D îvâne M ehm ed Çelebi ile başladığını söylemek yanlış olmaz. İşte K alenderîliğin M evlevîlik’le bu derece yakından içli dışlı olması, X I X . yüzyılda bile H arirîzâde K em âlü ’d-D in Efendi’ye K alen d erî­ liğin M evleviliğin bir kolu olduğunu düşündürmüştür 15. A dı geçen zât, Tibyânü V’esâili’ l-Hakayık isimli tarikatlar ansiklopedisinde, Kalenderîliği Sûfîliğin en aşağı mertebesi olarak telâkki ettiğini de bildirm ektedir 16. H alvetilik’le K alenderîliğin ilişkisine gelince, bu ilişki M ev­ le vilik tek i kadar açık seçik ve geniş boyutlu değilse de, özellikle Dede Ö m er Rûşenî (1486) tarafından kurulan Rûşenilik kolunda K a ­ lenderi etkilerin belli ölçüde m evcudiyetini tesbit etmek im kân dâhilindedir 17. Bir kere, K alen d eri dervişi anlam ına geldiği kesin olan u A .g.e., s. 110. 14 A .g ^ ., s. 117. Gölpınarlı burada, Divâne Mehmed Çelebi’nin

İmam Rı-

za’nın türbesinde söylediği bir gazelin türkçe çevirisini de nakleder ki, onun K a­ lenderliğe olan sempatisini belirtmesi itibariyle dikkate değerdir. Kendisinin Şîî eğilimlerini göstermesi bakımındanda son derece alâka çekici olan bu gazelin çe­ virisini aynen buraya naklediyoruz : “ Biz o adâlet sahibi olan yüce padişahın alıcı doğanları Kalenderler'iz. Biz Peygamber evlâdı için Kalender olduk. Kalender Şahı'nın izini izleyen Kalenderleriz. Ağyara ait suretleri

gönlümüzden

silip

çıkarmışız.

Ali, Tanrı için dünyaya boşamıştı. Onun için biz de saflar yaran Haydar’ın yolunda Kalender olduk. Rum Abdalları gibi. Peygamber evlâdınm firakıyla her yerde baş açık yalın ayak Kalenderler’iz

biz. Sekiz

ve Dört için gönlümüzü dağladık; iki altı tertemiz imam için

Kalender

olduk__ Bu gazelde Divâne Mehmed Çelebi’nin M evlânâ’dan ve M evlevîlik’ten hiç bahsetmeyişi hemen göze çarptığı gibi, kendisinin daha ziyâde Kalenderîliği be­ nimsediği de görülmektedir. Metinde geçen Kalender flîAı’ndan kasıt Hz. A li’dir. Sekiz ve Dört ise Oniki İmam’ı belirtmektedir. u Bk. Harirîzâde, Tibyân, III, 174a. M A . g aynı yerde. 17 Dede Ömer Rûşenî ve Ruşenîlik için Mezhepler

bk. Gölpınarlı, 100 SorudaTürkiye'de

ve Tarikatlar, s. 206; Rahmi Serin, İslâm Tasavvufunda HalvetUik ve Hal­

ettiler, İstanbul

1984, ss. 86-87.


M A R JİN A L

S Ü F ÎL ÎK :

K A L E N D E R İL E R

205

abdal terimine burada da rastlanmakta, hattâ Dede Öm er Ruşen i d iv a ­ nında bu terimi kullanarak bizzat Kalender olduğunu açıkça ifade et­ mektedir 18. Bu suretle, Rûşenilik’ teki Kalenderi etkilerin, kurucu­ suyla beraber daha X V . yüzyılda başladığı söylenebilir. Tiran’daki bu pasajdan d a anlaşılacağı üzere, Dede ve müridleri, Kalenderiler gibi, şer’ i kurallara pek uym ayan bir tavır içinde bulunuyorlardı. Bize göre K alen d eriliğin Anadolu topraklarında bütün bu sa­ yılanlardan daha çok etkisini taşıyan bir başka tarikat daha vardır ki o da B ektaşilik’ ten başkası değildir. III -

K A L E N D E R Î L Î K V E B E K T A Ş ÎL İK :

Aslına bakılırsa K alen d erîlik’le Bektaşîliğin ilişkisi, bu so­ nuncunun bu adı taşıyan bir tarikat olarak tarih sahnesinde görün­ mesinden çok daha eskiye, X I I I . yüzyıla kadar geriye gider. Bununla X III. yüzyıldaki B abai hareketini kastediyoruz. Abdalân-ı Rum'dan sözederken de belirtildiği gibi, bir anlamda ilk Bektaşîler diyebileceğimiz bu züm renin, 1240 yılında başlayan bu hareketle sıkı sıkıya bağlantılı olduğun a bugün artık muhakkak nazarıyla bakılm aktadır. Zira X I V . y ü zyıld a A b d â lâ n-ı R ûm adım taşımakta olan bu K a lenderi züm re, B abaî isyanının hazırlayıcı_ve propagandacısı durumunda olan K a len d erîler’in (V efâîler, H aydarîler) devam ıydı. O zaman bu b ü yük hareketin lideri bulunan Baba llyas-ı Horasâni’nin iki h alifesi, B aba îshak ve H acı Bektaş da Jîirer K alen d eri id iler19. B unlardan ilkinin isyanı fiilen yönetmesine karşılık, İkin­ cisi kenarda d u rm ayı tercih etmiş, bununla beraber, olayların yatışmasına kadar da, m erkezi yönetim in başlattığı katliam dan kurtu­ labilmek için, saklanıp izini kaybettirmişti. Büyük bir ihtim alle, A nadolu Selçuklu D evleti’nin 1246’dan sonra M oeol hâkim iveti altına alınmasıyla Selçuklu merkezi yönetimi18 Gölpınarlı,

Mevlânâ'dan Sonra MevUvilik, s. 322. Gölpınarlı’nın Divan'm

l ü . Kütüphanesi, Türkçe Yazmalar nr. 624’teki nüshasından (v. goa-b) naklet­ tiği beyitler şunlardır: Abdâl-i keneb-horuz gehî biz Geh pâk-tırâş u bâde-nûşuz G eh C avlaki'yüz gehî Kalender Geh Haydarı gâh post-puşuz 18

Baba İshak’ın bir Kalenderi

‘Bektaşîliğin mense'leri'', s.

135.

şeyhi olduğu konusunda bk. Köprülüzâde,


OSM AN LI

lM P A R A T O R L U t t U ’N lM

ııin etkisini yitirmesinden sonra, yani aşağı yukarı 1250 li yıllarda bugün kendi adını taşıyan kasabanın bulunduğu y e ıd c Ç epn i T ü rk ­ men boyu içinde yeniden saluıeye çıkan H acı Bektaş’ ı bize tanıtan temel kaynak, bilindiği iizere, X V . yüzyılın son çeyreği içinde ka­ leme alınmış bulunan kendi menâkıbnâm esidir. O n u n vefatından tam iki yüzyıl sonra, ama o zam andan beıi şifahî olarak süregelen rivayetlerin kaleme alınmış biçimi olan bu eserin bize sağladığı en önemli verilerden bir kısmı, H acı Bektaş’ın bugüne kadar hemen hiç d ikkatfçekm eyen bir niteliği ile alakalıdır, ki o da, onun tipik bir Kalenderi (H ayderî) şeyhi olduğudur. Menâkıb-ı ilacı Bektaş-ı Vth\ şimdiye kadar bu açıdan hiç. bir tahlile tâ b i tutulm am ıştır. Aşıkpaşazâcle’nin verdiği bilgilerden anlaşıldığı k adarıyla kardeşi M entcş’ le birlikte A n ad olu ’ya geldikten hemen sonra S iv as (aslında A m asya)'da Baba llyas'ııı çevresine intisap ederek ayn ı zam anda böylccc Vefa i ve halta onun halifesi bile olan H acı B ektaş’ın, meşrep itibariyle zaten K alen d erilik içinde m ü tâlâa edilmesi gereken bu tarikat içinde K alen deri özelliğini koruduğu anlaşılıyor. Velâyetnâme'deki ipuçlarından ilk dikkat çekeni, ila c ı B cktaş’ın “ çırçıplak bir abdal" şeklinde tasvir olun m asıd ır20. İlk bakışta önemsiz gibi duran bu ayrıntının, kanaatim izce H acı B ektaş’ııı hüviyetini tesbit konusunda ilk elde göz öniine alınm ası gerekird i; zira bu ifa­ denin tek anlam ı, onun K alen d eri züm relerinden birine mensup olduğudur. D ah a önceki bölüm lerde gayet açık gö rü ldü ğü üzere, Kalenderi abdalları yarı çıplak dolaşırlardı. Ü stelik a yn ı kaynakta, H acı Bektaş’ııı yakın çevresindeki U lu A b dal, K iç i A b d a l, G üvene A bd al, K a ra A bd al vs. gibi şahsiyetlerin de aynı niteliğe sahip, başka bir deyişle, K alen d eri abdalları oldukları gözden k a ç m ıy o r21. N i­ tekim H acı Bektaş’ın zaviyesi, bu belirgin h ü viyeti sebebiyle sık sık H orasan’dan gelen Kalenderîler Tâyifesi tarafından ziy a re t edil­ mektedir " . Velâjdnâme'nm verdiği, H acı B ektaş’ın bu ta sa vvu fî hüviyetini yahut m ensubiyetini d oğrulayan ikinci önem li ip u cu , onun Sey10 Bk. Menâkıb-ı H B V ., ss. 10, 71. Hacı lîektaş-ı V e li’nin geniş bir biyogra­ fisi için bk. Ocak, lxt Revolte de Baba Resul, ss. 87-96. 11 A.g.e., ss. 3<), 44, 70-71, 78-80. 31 A .g.e., s. 64. Rıırada Kalenderler için aynı zamanda H orasan Erenleri tâbiri de kullanılmaktadır, ki zamaıı zaman kendisine muğlak anlamlar yüklenen bıı terimin bize gure gerçek anlamı da budur.


M ARJİNAL

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

207

yid _BîUtal Zaviyesi ile sıkı bağlantısıdır. Belirtildiğine göre, İla c ı Bektaş, H a yd arî’siyle, T orlağıyla, Işığıyla bütün K alenderi zümreleri gibi, Scyyid Battal G a z i’yi pir tanımakta ve her yıl K u rban (Hacılar) Bayramı’ nın ıniiridleriyle birlikte onun zaviyesinde ku tlam aktadır23. Bir başka önemli ipucu, H acı Bcktaş’ın çihar darb olması ve bunu bir erkân olarak bütün müridlerine u ygulam asıdır21. O n un Kalenderi züm relerinden birine mensup bulunduğunu bir kere daha kesin olarak ortaya koyan bu husus, kendisine izafe edilen bir şiirde de dile getirildiği g ib i25, X V I I . yüzyıl Bektaşî şâirlerinden ve şeyhlerinden H alil V a h d eti B aba’nın bir manzumesinde dc vur­ gulanm aktadır20. Bu erkânın Bektaşilik’ te X V I . yüzyıl sonlarına kadar uygu lam aya devam ettiğini tahminde bulunm akla birlikte, tlalıa sonra büyük bir ihtim alle Bektaşîliğin şehirleşmesi sürccinc parclel olarak tcrkedildiği düşünülebilir. Velâyetnâme'deki ip u çları bunlarla bitmiyor. Birkaç yerde H acı Bektaş’ın uzun ve gür bıyıkları bulunduğundan da bahsediliyor20a. İşte bu son fakat en az yukarıdakiler k a d a r ö n e m li ayrıntı diğer­ leriyle birlikte değerlendirildiği zam an, H acı Bektaş’ın tıpkı çağdaşı Barak Baba gibi, bir H a y d ari K alenderisi olduğu gayet açık seçile bır~şckilde ortaya çık ıy o r T K a n a a timizce bu keyfiyet, bugüne kadar Hacı Bektaş-ı V e lî üzerine yap ılan değerlendirm eleri yeni baştan gözden geçirtecek derecede önem lidir. N itekim Velâyetnâme'de Alım cd-i Yesevî ile bağlantılı olarak yer alan, H aydarîliğin kurucusu K u tbu’d-Dîn H a y d a r’ la ilgili^ m enkabeler d e 28b, işte asıl bu çerçeve içinde bir anlam kazan m aktadır. Bu m enkabeler, K u tb u ’d-D în Haydar’ı, H a y d a rîlik ’ te geniş etkisi olan Yesevîlik sebebiyle, A hm cd-i Yescvî’nin oğlu olarak takdim ederler. Böylece bütün bu tarikat çev­ 23 Bk. Menâkıb-ı H D V ., s. 72. 24 A.g.e., s. 54. 55

Önsöz, ss. X X I V - X X V : Pâ-bürelıne kazak abdal ü fenâ fahr-i mezid Fakr ile fahr idenün dâim ola fakri mezid Çihâr-darb ile baka milkine sultan geçinür Gcnc-i teoride miyân-bend ile pâllıcng kil id

•® A.g.e., aynı yerde: Çihâr-darb anındur elif ü tiğ u tıraş Ser ü rı'ş ile bürûd oldı dilâ hem dahî kaş Bk. Menâkıb-ı H D V . s. 58. ■ 4b Bk. A.g.e., ss. 9-13.


208

O SM A N L I İM P A R A T O R L U Ğ U M D A

relerinin K a le n d e rîlik ’ le yakın ve sıkı ilgisi çok a çık b ir şekilde be­ liriyor. Sonuç olarak söylem ek gerekirse, H a cı B ektaş’ı V e l î ’nin tıpkı Barak B aba gib i, yarı çıp lak, saçı

sakalı, kaşları kazın m ış, ama

uzun ve gü r bıyıkları olan b ir H a y d a rı şeyhi o ld u ğ u n u k a b u l etm e­ m iz gerekiyor ki, böyle bir portre, klâsik B ektaşî ik o n o gra fisin d e bi­ ze göre X V I I . y ü zyıld a oluşm uş, elbiseli, sakallı b ıy ık lı, başı taç­ lı H a cı Bektaş-ı V e lî tipin den çok farklıd ır, işte k a n a a tim izc e tarihî H acı Bektaş-ı V e lî de budur. Bektaşîliğin, kendine isim babası o lara k seçtiği H a c ı B ektaş’m K a len d eri züm relerle ilgisini ve sıkı bağlan tısın ı bu sû red e belir­ ledikten sonra, bir tarikat o lara k B ektaşîliğin K a le n d e r îlik le di­ ğer bağların ı da ortaya k oym ak gerekiyor. K a le n d e r iliğ in Bektaşîliğe hediye ettiği bir başka erkân da, bu gü n b ild iğ im iz asıl B ektaşîliğin gerçek kurucusu olan B alım S u ltan tara fın d a n d a m u h a fa za edilen mücenedlik erkânıdır 27. Bu vesileyle b u ra d a şu n oktayı a çık lığ a ka­ vuşturm akta fayd a v a rd ır: B ilin d iği üzere, eskiden b eri Bektaşîler arasında H a cı Bektaş’ın soyunun

sürüp sü rm ed iği hep anlaşm azlık

konusu olagelm iştir. B izim ka n a atim izce, b ir H a y d a r î-V e f â î şeyhi oldu ğu n d a şü p he b u lu n m ayan H a cı B ektaş’ın, m en su b u bu lu nd uğu tarikatın değişm ez gereği o lara k m u tlak sûrette mücerredlik erkânına uym ası, d o layısıyla h a y atın ın sonuna k a d a r b e k â r yaşam ası lâzım gelir. Esasen başta Velâyetnâme olm ak ü zere, h iç b ir eski kaynak onun evlen ip çoluk çocu k sâhibi o ld u ğ u n d a n sö zetm ez. B ü y ü k bir ih tim alle soyunun sürdüğüne d a ir ilk id d ia la r, B alım S u lta n ’dan sonraki

y ılla rd a

doğm uş

olm alıd ır.

B ir

d efa,

b irin ci

bölüm de

de gösterilm eye çalışıldığı ü zere, bü tü n b a ğ la rın tem el a racı Rum Abdalları züm residir. B ugü n A b d a l M u s a , K a y g u s u z A b d a l, Seyyid A li (K ızıl D eli), S u ltan Ş u c â u ’d -D în ve O tm a n B a b a g ib i, X I V . ve X V . y ü zyılla rın ileri gelen R u m A b d a lı y a h u t K a le n d e r i şeyhleri­ nin hem en tam am iyle en başta gelen B ektaşî e vliy â sı arasın d a sayıl­ d ığını b iliy o r u z 28. O k a d ar ki, B ektaşî e d e b iy a tı v e ge le n e ği bunları sâdcce evliy â k ab u l etm ekle kalm am ış, b ir de X V . y ü z y ılın ikinci y an sın d an itib aren , ken d ileriyle ilg ili şifâh î gelen ekleri ve rivâyetleri bir a ra y a to p lay ıp y a z ıy a geçen ve a d ın a velâyetnâme (velilik 27 Baha Said, “ Bektaşîler : Balım Sultan Erkânı” , T T , 28 (1927), ss. 330-331M Bu konuda geniş bilgi için bk. O cak , “ Kalender(ler ve B e k ta şîlik" , ss. 300-304-


M A R JİN A L

kitabı)

S Û F İL İK :

d e n ile n

K A L E N D E R ÎL E R

m e n â k ıb n â m e le rle de h atıraların ı ebedîleştirm işlir.

A n ca k b u r a d a d a b ir n o k ta d ik k a ti çek iyo r: Bu eserlerin hiç birinde Bektâşî v e y a B ektaşîlik te rim in in yer a lm ad ığı görü lür. T a m tersine, bu eserlerin

K a le n d e r i

m u h itlerin d e

yazıld ığ ı,

başka

bir deyişle,

geleneksel b ir b iç im d e k e n d i za m a n la rın a kad ar gelen bu riv a y e t­ leri to p la y ıp y a z ıy a g e ç ire n le rin K a le n d e ri m ü ellifler olduğu kesinlik kazan ıyor. B u d a , iç le r in d e

hâkim

b ir şekilde H a cı Bcktaş-ı V e lî

kültünü y a n s ıtm a la r ın a ra ğ m en , bu eserlcrin_yazıldıkları sırada Bektaşî adını ta şıy a n

b ir

z ü m re n in

h en ü z

d a h a orta lard a

ispat e d e r 29. A d ın a v e lâ y e tn a m e le r y a z ıla n bu tarih î yine B e k ta ş îliğ in

görünm ediğini

şahsiyetlerin dışında,

ta k d is e ttiğ i v e lîle r arasın da bu lu n an

bu bizzat

Kalender sıfa tın ı ta şıy a n K a le n d e r K a ra k u rt B aba, K a le n d e r K ızılK u rt B a b a v e K a le n d e r B o zk u rt B a b a gib i, ta rih î şahsiyetleri tam am iyle m e ç h u l o la n la r d a v a r d ı r 30. B un ların h a y â li kişiler olm ası ih ­ tim ali m e v c u t o ld u ğ u g ib i, gerçek şahsiyetler o lm ala rı d a m üm kün ­ dür. A m a ö n e m li o la n , h ep sin in Kalender sıfatını taşım alarıd ır. B un ­ lara ek o la ra k , y a k ın Bektaşî

zam an a

g ü lb a n k la r ın d a

da,

zik red ild iğin i b e lir te lim 31. N ih a y e t son b ir m eseleye ğin B ek ta şîlik le

k a d a r k u llan ılm a k ta b u lu n an bazı

T ü rk is ta n daha

K a le n d e rîle ri’ nin, d ik k a t çekerek,

özellikle

K a len d erîli-

sıkı ilişkisin e d a ir v erileri gözden geçirm iş olaca ­

ğız, ki bu d a B e k taşî şiirid ir. B ek taşîlik ed eb iya tın ın en zengin bo­ y u tların d an b ir in i teşkil e ttiğ in e şü phe b u lu n m aya n B ektaşî şiiri, y a ­ hut ö b ü r a d ıy la

nefesler, h â la derin lem esin e, ta h lilî ve sistematik

bir in ce le m e n in k on u su o lm am ıştır. İşte K a le n d e rîliğ in b ü yü k ve kök­ lü te za h ü rle rin i b u n la r d a gö rm e m e k k a b il d eğild ir. Bu sebeple, X V I I . y ü zyılın b a ş la rın a k a d a r , B ektaşî şiiri den ilen şeyin ayn ı zam and a K a ­ lenderi şiiri d e m e k o ld u ğ u n u ileri sürm ek b ir gerçeğin ifadesi_ ola­ caktır. Z ir a , b ir d e fa , b u g ü n B ektaşî e d eb iy a tın ın öncüleri sayılan 30 K ay n a k la rd a, m üstakil bir

tarikatı ifade eden B ektaşi terimi, yerine, bize

göre yalnızca H a cı Bektaş-ı V e lî’ye bağlı Kalenderi zümresini belirten Hacı Bektaş Abdalları vey a H a cı B ektaş Devrikleri (msl. bk. a.g.e., v. 112 b) gibi terimlerin kul­ lanılması k an n aatim izce bunun bir başka göstergesidir. 30 M urad Sertoğlu, B e kta şilik, İstanbul 1969, ss. 3 3 5 -3 3 7. Bu sayfalarda Bek­ taşîlik tarafından

takdis

edilen

bütün

evliyânın

31 ö z e l k ütüphan em izde bulunan yazm a

bir listesi bulunmaktadır.

bir Evrâd- 1 Mevleviyyt ve Beklaşiyye

nüshasının son kısm ında yer alan (ss. 60-61, 68)

üç gülbankta geçen ifade aynen

Şöyledir: “ Pirân-1 Horâsân, Abdâlân-ı Rûm , Kalenderân-ı Türkistan


OSM AN LI İM P A R A T O R L U Ğ U M D A

Abdal Musa ve Kavgusuz A b d a l’ı n 32, birer K alen d eri oldukları hatırlanacak olursa durum daha iyi anlaşılacaktır. Bektaşi şiirinin, Ş ii m otifler dışında terennüm ettiği her konu, K aygu su z A b d al tarafından daha X I V . yüzyılın sonlarıyla X V . yüzyılın başlarında nazma dökülmüştü. Biçim itibariyle de, ta Yunus E m re’dcn beri sürüp gelen ve K aygusu z A b d a l’da olgun bir biçim de ortaya çıkan tavnn rehberlik yaptığı en sathi bir karşılaştırm ada belirir. Nitekim, X V I . ve X V I I . yüzyılda yaşam ış pek çok K a len d eri veya Bektaşî şâirinin Kaygusuz A b d a l’la aynı konulan benzer tavırlarla işledik­ leri müşahede o lu n m a k ta d ır33. Bütün bunlardan sonra, şöyle bir sonuca varabileceğim izi sanıyoruz: Bektaşîlik aslında K a len d erılik ’ ten çok geniş ölçüde etki­ lenmiş bir tarikat değil, Fakat~"Hacı Bektaş kültünün bir takım se­ beplerle hâkimiyet kazanm ası sonucu K a le n d e r liğ in içinden doğmuş bir koldur. Bir^ b<yka^ deyişle B ektaşilik, kendi başına teşekkül etmiş bir tarikat değil. K a le n deriligin içinden çıkıp giderek gelişm ek sûretiyle onu da kendi _içinde eritip ortadan kaldırm ış b ir koldur. Bu fikrim izin kilit noktası ise H a cı Bektaş-ı V e lî kültüdür. Y a n i, Bek­ taşilik, Sulucakaraöyük zaviyesinde H acı Bektaş-ı V e lî kültü etrafın­ da toplanmış K alen d eri zü m relerinin, X I V . y ü zyılın başların da bura­ dan etrafa yayılarak başlattıkları bir sürecin, X V I . y ü z y ıl başların­ da tam am lanm asıyla ortaya çıkardıkları b ir tarikattır d em ek34, büyük ölçüde gerçeğin kendisidir. H acı Bektaş-ı V e li’nin 1270 do layların d a vefatıyla birlikte, S ulucakaraöyük _ zaviyesi, onun etrafında b ir takım m enkabelerle ” Bu konuda bk. Köprülü, İlk M utasavvıflar, ss. 179, 301-303. ** Bunlardan bazı örnekler ileride görüleceği gibi, malıdır: Besim Atalay, B ektaşilik re Edebiyatı, İstanbul

ayrıca şunlara da bakıl­ 1340; S.

Nüzhet

Ergin,

B ektaşi Şâirleri, İstanbul 1930; A. Gölpınarlı, Alevi-Bektaşi Nefesleri, İstanbul 1963; C ahit öztelli, Bektaşi Gülleri, İstanbul 1973. Bu antolojilerde eserleri yer alan pek çok ‘ "Bektaşî” denen şâirin “ Kalender” veya “ A b d a l” lâkabını taşıdığı görüle­ cektir. ** Kalenderiligin Bektaşîliğin

teşekkülünde rol

oynayan ana faktör olduğu

meselesi tarafımızdan ilk defa 1979 yılında yayınlanan “ Kaletıderilik ve Bektaşîler" isimli yazıda ortaya konulmaya çalışıldığı gibi, 1986 yılında Strasbourg'ta toplanan Milletlerarası Bektaşilik Kollokyum una da

bir bildiri ile sunulmuştur (“ Remar-

ques sur le röle des derviches kalenderis dans la formation de l’Ordre Bektachi ’. Table Ronde Internationale sur

COrdre

des Bektachis et les Groupes se Reclamant de Hadji

Bektach (Colloque de Strasbourg, 30 Juin-2 Jullet 1986), baskıda).


M A R J İN A L

S Û F ÎL ÎK :

K A L E N D E R ÎL E R

zenginleşen ve sağla m la şa n bir kültün m erkezi oldu. İşte bu zaviye­ den yetişen Abdal_ M u sa, bu radan ayrılarak etrafa dağılan, H acı Bektaş-ı V e lî k ü ltü n ü n taşıyıcı vc propagandacısı K alen d eri şeyh ve dervişlerine m ü k em m el b ir örnek teşkil eder. O , Sulu cakaraöyük’ teki zaviyeden kend in e b a ğlı R um A b d a lları ile ayrıldıktan sonra önce Bursa h avalisin e gelm iş, d a h a sonra B ergam a’ya, orad an da D enizli dolaylarına geçm iş ve b ü tü n bu yerlerde zaviyeler açmıştır. Son olarak E lm alı y a k ın la rın d a yerleşerek ölünceye kadar burada yaşa­ dığını b iliy o ru z. işte A b d a l M u s a ’nın takip ettiği şu yol, onun ve beraberindeki­ lerin H acı B ektaş-ı V e lî kü ltün ü ne kadar geniş bir alan a yayd ık­ larının çok iy i b ir örn eğid ir. Biz, H acı Bektaş-ı V e lî kültünün A b ­ dal M usa’ nın şah sın da ne derece kuvvetle temsil olunduğunun tipik bir m isalini Velâyetnâme-i Abdal Musa'da, b u lu yo ru z: “ O l esrar sözlü ve kelecisi tuzlu ve lâ tif gözlü vc güler yüzlü S u ltan H a cı B ektaş el-H orasânî bir gün h ayâtın da oturur iken m ü b a re k nefsinden nutka gelüb eyitdi: Y â erenler! G e n c e li’de gen e a y gib i doğam adım A b d al M usa çağırdıram did i, ben i isteyen ler a n d a gelsin bulsun didi. H ünkâr H acı B ektaş v efa t id ice k A b d a l M usa zu hu ra g e ld i35” . Ç ok a çık a n la şıld ığı ü zere b u ra d a H acı Bektaş’ın, öldükten sonra A b d a l M u sa o la ra k y e n iden dü n y a y a geleceği dile getiriliyor. Bu satırlar ten âsü h in an cın ın tip ik ve ku vvetli b ir örneği olduktan başk a36, K a le n d e r île r arasm d a A b d a l M u sa’nın H acı Bektaş’ın yeni bedeni o ld u ğ u şeklin de k a b u l edilm esi dolayısıyla bu kültün h aya­ tiyet derecesini de o rta y a k o ym aktad ır. Bu itib a r la b iz , A b d a l M u sa ’y ı B ektaşîliğin gerçek piri ola­ rak değerlen d irm en in y erin d e o lacağım düşünüyoruz. N itekim bu se­ bepledir ki o, “ K u d e m â y -ı B ektâşiyân ” dan sayılır 37. O sm anlı Imp aratorluğu ’n d a K a p ık u lu askerlerinin en gözdelerinden olan Y en içeriler’in o c a ğ ın d a

H a c ı Bektaş-ı

V elî_ an ’an esinin

kuvvetle

yer­

leşmesinde de A b d a l M u s a ’ nın baş rolü oynadığı kesin olduğu ka­ 35 Bk.

Vilâyetnâme - A M ., ss.

1-2.

36 Bk. O cak , B ekta şî Menâktbnâmeleri, ss. 133-146. Burada gerek Abdal Musa ile ilgili bu pasajın, gerekse diğer Bektaşî menâkıbnâmelerindeki benzeri inanç­ ların bir tahlili denenmiştir. 37 Bursalı M eh m ed Tah ir, Osmanlı M üellifleri, İstanbul 1333, I, 145.


2 ıa

O SM AN LI İM P A R A T O R L U Ğ U M D A

d a r 38, Bektaşîliğin erkânından bulunan “ O n iki Post” tan on bi­ rincisi “ A yakçı A bd al Musa__Sultan_ Postu” adını taşır 39. B azı Bek­ taşî nefeslerinde ve Finike yakınlarındaki K â fi B aba T ekkesi’nin kitabesinde “ Pîr-i S â n î” diye a n ılır 40. X V I . y ü zyıld an beri bir çok Bektaşî şâiri A bd al M usa’ya m edhiyeler kalem e alm ıştır 41. Bütün bunlar bir yana, tarihçi  şıkpaşazâde’nin ifadeleri onun dah a X V I . yüzyılda Bektaşî sayıldığını gösteriyor 42. N itekim F uad K ö p rü lü de, İlk Mutasavvıflar'ında onun Bektaşîliğini reddetm esine karşılık, daha sonra bu fikrinden v azg eçm iştir43. A b d al M usa K ızılb a şla r ara­ sında da büyük bir velî olarak takdis edildiği gib i, adına bir de gülbank vardır 44. İşte A bd al M usa gib i daha pek çok R u m A b d a lı, ku rdu kları zâviyelerde H acı Bektaş-ı V elî kü ltünü hâkim d u ru m a getirdiler ve bu, zam an içinde sürüp gitti._ B u sâyededir ki, X V . yüzyıla gelindiğinde, H acı_Bektaş-ı V e lî, artık X I I I . y ü zyıld ak i gerçek kimliğinden çoktan çıkmış, her tarafta ku vvetle takdis edilen büyük bir velî hüviyetini kazanm ıştı. O n u n bu h ü viyeti yalnızca K alen d eri züm reler içinde değil, belki de Y e n içe ri O c a ğ ı dolayı­ sıyla onu kabullenm ek du ru m u nda olan Sün n î O sm anlı yönetimi aracılığıyla Sünnî halk ve tarikat^ çevrelerinde de etkili oldu, işte çok m uhtem eldir ki, K ö p rülü ve G ölpın arlı gib i â lim lerin ileri sürdüklerinin tersine, Ş îîjie ğ il , Sünnî n iteliği tartışm asız bulunan ünlü Makalât kitabının -b iz e g ö re - H acı Bektaş’ a izâfeten kalem e alın­ ması hâdisesini de bu çerçeve içinde değerlendirm ek gerekir. Bu ki­ tabın X V . yüzyıldan daha eski bir nüshasının bugüne kadar ele geçmemesinin ve sözde arapça olan aslının bir türlü bulunam am ası­ nın sebebi de bizce budur 45. K a n a a tim izce, son zam an lard a H acı *® Bk. Âşıkpaşazâde, s. 205. 39 Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s. 47, not: 46. 40 Aym yazar, “ Abdal M usa” , s. 206. 41 Msl. bk. Gölpınarlı, Alevi-Bektaşi Nefesleri, ss. 56, 107, 108, 1 1 5 ;

Özetli,

Bektaşi Gülleri, ss. 118-120. 42 Âşıkâşazâde, s. 206. 43 Köprülü, “ Mısır’da Bektaşilik” , T M , IV (1939), ss. 17-18. 44 Bk. Buyruk, nşr. Sefer Aytekin, Ankara 1 9 5 6 , s. 260. 44 Bugüne kadar M akalât üzerinde yegâne İlmî çalışmayı yapmış olan Esat Coşan’ın söylediğine göre eserin en eski nüshası 1412 tarihinden eskiye gitmemekte­ dir. (bk. Coşan, M akalât. s. X L II) . Kanaatimizce bu eserin arapça aslının günün birinde ortaya çıkmalını beklemek boşuna olacaktır. Zira önemi gereğinden fazla


M ARJİN AL

S Û F Î L lK :

K A L E N D E R ÎL E R

213

Bektaş-ı V e lî’yi Makalât'a dayanarak Sünnî bir mutasavvıf gösterme çabalan faydasız ve boşunadır, bunun üstelik lüzumu da yoktur. O, X III. yü zyılda yaşamış bir Vefâî-H aydarî şeyhinden başka biri değildir ve tabiatıyla K alenderîlik içinde değerlendirilmelidir. işte muhtem elen U zu n Firdevsî tarafından X V . yüzyılın son on onbeş senesinde kalem e alınan manzum ve mensur versiyonlar ha­ lindeki m enkabelerinin yazıya geçirilmiş olmasıyla da H acı Bektaş-ı V e lî kültünün son sayfası tamamlanmış hale geldi. Buna rağ­ men ne bizzat H acı Bektaş adına düzenlenen bu menâkıbnâmcde, ne de öteki m enâkıbnâm elerde henüz Bektaşî teriminin kullanılma­ mış olması son derecede dikkat çekicidir. Bu da, yukarda belirtil­ diği üzere, X V . yüzyılın sonlarında dahi bu adı taşıyan müstakil bir zümrenin henüz ortaya çıkm adığını gösteriyor. Bununla beraber meselâ Velâyetnâme-i Otman Babcüda bir yerde Hacı Bektaş Dervişleri ifadesine rastgelinm ektedir46. Bu tarz bir isimlendirme, X V . yüz­ yılda Osm anlı İm paratorluğu sınırları içindeki m uhtelif zaviyelere bağlı olan öteki K alen d eri zümreleri için de aynen kullanılm ak­ tadır, ki ayn ı eserde bunun örnekleri son derece boldur. Meselâ, Otman Baba Abdalları, M ü ’min Derviş Abdalları gibi terim ler ilk elde sıralanabilir 47. Bunlar ise kanaatim izce ayrı ayrı tarikatların değil, fakat K alenderîliğe bağlı değişik şeyhler etrafında toplanmış muh­ telif zümrelerin adından başka bir şey olmam alıdır. Aksi halde metinlerde bunu belirgin bir şekilde görebilmek mümkün olurdu. Bektaşî terim inin ilk defa ve müstakil bir zümrenin adı sıfatıy­ la kullanılması bize göre X V I . yüzyılda vuku bulmuş olmalıdır 47a. Tarihî riveyetlere göre X V I . yüzyılın başında bizzat II. Bayezid tarafından D im etoka’daki Seyyid A li Sultan (K ızıl Deli) Z a viy e si­ nden alınarak H acı Bektaş Zâviyesi’nin başına getirilen Balım Sul­ mübâlağalandırılan bu eser, eğer gerçekten Hacı Bektaş tarafından yazılmış ol­ saydı, bugüne kadar o devirden kalmış en azından bir kaç nüshasının bulunması gerekirdi.

Oysa bilindiği

gibi türkçe manzum ve mensur

nüshalarının

sayısı

oldukça fazladır. “ Bk. yukarda dipnot: 29 47 Bk. Velâyetnâme-i O B ., pek çok yerde. 1,1 En azından ş i m d i l i k , bir tarikat adı olarak Bektâştlik yahut Bektâşi teri­ mine X V I. yüzyıl başlarından itibaren rastlanmaktadır.

(msl. bk. Âşıkpaşazâde,

s. 205). Bundan başka X V I. yüzyılda bu terimi Hayretî’nin Divan’ m da (bk. s. 321) ve Celâlzâde’nin Tabakâtu’ l-M em âlik’in d e görüyoruz ( b k . v. 348b). Bu da yukarda belirtilen ihtimalin doğru olması gerektiğini ispat eder.


O SM ANLI

Î M P A R A T O R L U G U ’NDA

tan 4H, bilindiği gibi B ektaşîliği resmen düzenlenm iştir. Böylcçç X V I . y ü zyıld a fiilen K a lcn d c rîlik ’ ten a yrılarak Bektâşîlik ad ıyla bir tarikat halinde H acı Bektaş Z â viy e si’nde orta ya çıkan bu yeni kol kısa zam and a gelişerek öteki K a len d eri za viyelerin e de hâkim ol­ m aya başlayacaktır. Bununla beraber X V I . y ü z y ıld a bu ayrılışın tam ve kesin bir hale gelm ediğini m üşahede ediyoruz. Nitekim X V I . yüzyıld a yaşamış bazı K a len d eri şâirlerinin kendilerini hem Kalenderi, hem de Bektaşî olarak n itelendirm elerinin sebebi her halde bu olm alıdır.

M eselâ

K a len d er A b d al,

K alen d er A b d a l’ım koym uşam seri Şükür kurban olub gördüm d îd arı Erenler serveri râhın rehberi H ünkâr H acı Bektaş V e lî’ yi g ö r d ü m 40 diyerek “ râhın rehberi” sıfatıyla H acı B ektaş’ı takdis ederken, bir yandan da hâlâ K alen d er A b d a l m ahlasını k u llan m aktad ır. H ayalî M , D ağ-ı sinem ehl-i derdün olalı baş ocağı Benden uyarır çorağı H acı Bektaş O c a ğ ı 50 beytiyle bu gerçeği dah a açık bir tarzda vu rg u la m a k ta d ır. H ayreti ise Şah lıakkıyçün bugün ey H a y reti lıa y râ n ü zâr H ânckah-ı ışk içinde baş açık B c k tâ ş îy e m 51 beytiyle, kendisinin aynı zam an d a bir Bektaşî olduğun u dile getiri­ yor. Bu örnekleri çoğaltm ak m üm kündür, filğer kısaca ifade etmek gerekirse, X V I . y ü zyılın , B alım S u lta n ’ın H a cı Bektaş kültü etrafın­ da K a lc n d c rîlik ’ tcn fiilen ayrılm a sürecini başlatm ış bu lu nd uğu bir dönem olm asına rağm en, bu ikisinin henüz birbirind en ayrılm adı­ ğı m_ve_ݣݣe_y aşa m ay a devam ettiklerini jşöylcm ek yerin de olacaktır. Ö y le gö rü n ü yor ki, B ektaşîliğin tam a n la m ıy la m üstakil ha­ le gelebilm esi ku vvetli b ir ih tim a lle X V I . y ü zyılın sonlarına doğru vuku bulm uş olm alıd ır. X V I I . y ü zyıl ise, B ektaşîliğin iyice gelişme­ si karşısında K a len d erîliğ in gid erek za y ıfla y ıp eriyerek Bektaşîlik '* Halıa Said, “ Bektaşîler” , T Y , 28 (1927), s. 314; 1'. Bchnan Şapolyo, M ez­ hepler ve Tarikatlar Tarihi, İstanbul 1964, s. 320. ,B Samancıgil, A levi ,')âirleri Antolojisi, s. 105. :‘° H ayâli Re% Divanı, s. 422. 41 Hayreti,

Divan, s. 321.


M A R J İN A L

S Û F lL ÎK :

K A L E N D E R ÎL E R

içinde kay b o ld u ğ u b ir süreci tem sil eder. îşte kanaatim izce bu dönem , Esat Efendi, H a slu ck ve K ö p r ü lü ’ nün, Bektaşîliğin ne kadar baba, dede ve abdal lâ k a b ın ı taşıyan tü rbe, tekke ve zaviye varsa onları g a s le t­ tiğini söyledikleri d ö n e m d ir52. B izce bu meseleye bu şekilde yaklaş­ manın, y an i B ek taşîliğin belirtilen türbe vc zaviyeleri gasp yolu yla ele geçirdiği şeklin de düşünm enin, yukardaki izahlarım ız dikkate alındığı ta k d ird e, yan lış old u ğu görülecektir. Çün kii m eydana gelen olay bir gasp o la y ı d e ğ ild ir; Bektaşîlik yaban cı bir tarikat olarak dışardan m ü d a h a le ile zik red ilen mücsscscleri ele geçirm iş olam az­ dı. Bu ta k d ird e b u n u n nasıl gerçekleştiği sorusunun cevabını vere­ bilmek h a y li zo rd u r. O y s a B ektaşîlik bu işi bizzat bir K alen d erîlik şubesi olarak ta b ii b ir gelişim süreci içinde gerçekleştirm iştir. Ösmanlı tarih in d e b ir ta rik a tın başka bir tarikatın müesscsclcrini ele geçirme hâdisesi^ y a ln ız c a 1826 yılın da bir kere devlet zoruyla vukû b u lm uştur. O d a , b ilin d iği gib i, Y en içeriliğ in ilgasıyla birlikte aynı kaderi p a yla şa n B ektaşîliğin zâviyelerinin devlet zoruyla N ak­ şibendîliğe d e v rin d e n ib a re ttir ve çok kısa süreli olm uştur. îşte X V I I . y ü z y ıl, bu ta b iî gelişim sürecinin tam am lanarak hemen bü tü n K a le n d e ri z üm relerin in Bektaşî hü viyetin i kazan dıkları bir yü zyıl olm u ştu r. X V I I I . y ü z y ıla gelindiğinde ise, artık bütün K a ­ lenderi zü m re le ri B ek taşîliğin şemsiyesi altına girm iş bulunuyordu. Bu suretle X I I I . y ü z y ıld a n beri önce A n a d o lu ’da, X I V . yüzyılın sonlarından itib a re n

de

R u m e li

topraklarınd a v arlığın ı sürdüren

K alenderîliğ in b a tı kesim i, yerin i B ektaşîliğe bırakm ış oldu. Y a h u t daha d o ğru b ir d eyişle B ek taşîlik şekline dönüştü. IV -

K A L E N D E R ÎL E R , H A L K V E K Ü L T Ü R

A) K a l e n d e r î l e r

ve

kam u

oyu:

D a h a ö n cek i k ısım lard a d a a çıkça görüldüğü üzere, K alen d criler o rta y a ç ık tık la rı tarih lerden itibaren , gerek hayat tarzları, kılık k ıyafetleri, gerekse in an çları, din î ku rallara vc ahlâk ilkele­ rine, kısaca to p lu m n iza m ına karşı tavırları itibariyle İslam dü n ya­ sının hem en h e r ta ra fın d a çoğu zam an tepki görm üşler, pek az tasvip olunm uşlardır. K e n d ile rin e tep ki gösteren çevreleri, en başta 1) yönetim m e­ kanizm ası, b) ü lem â v e ayd ın ta b a ka vc nihayet, c) halk kitleleri 55 Bk. Esad Efendi, Ü ss-i

Zaf er> İstanbul

1241,

Tedkikleri, s. 54-56; K öprülü, “ A b d a l” , T H E A , s. 33.

s. 201; Hasluck, Bektaşilik


2 J6

O SM A N L I İM P A R A T O R L U Ğ U M D A

olm ak üzere üç kesimde ele alm ak m üm kündür. D iğer bütün tari­ katların veya ta sa vvu f züm relerinin aksine, O sm an lılar da dahil olm ak üzere. İslâm dünyasında yönetim çevrelerinin K a len d erîler’e karşı tutum ları ve bunun sebepleri d aha önce ele alınd ığın dan, bu­ rada valm z ulem â ve diğer aydın kesimi ile, halk tabakasım n onlara bakış tarzları bahis konusu yap ılacaktır. i — ülemâ ve aydın tabakasının Kalenderîler e bakış tarzı : Bu konudaki ilk verileri, daha C e m â lü ’d -D in -i S â v i’ nin ya­ şadığı erken dönem lere ait kayn aklarda bu labiliyoru z. A n ca k şunu hemen belirtm elidir ki, bilhassa ülem ânın K a le n d e rîle r’e göster­ diği tepkinin m antığını anlam ak ve bunu devrin şartlarına göre tabii karşılam ak m üm kündür. Bir defa. İslâmî in an çların ve kural­ ların yorum layıcısı ve koruyucusu olm aları itib ariyle ülemânın, tasavvufun ortaya çıktığı ilk devirlerde derhal m u h a lif bir tutum içine gird iği ve m u tasavvıflara hiç de iyi gözle bakm adığı mâlumdur. D olayısıyla K a len d erîler gib i açıktan açığa din i nasslara sırt çevirm edikleri halde bile on la n zın dıklıkla ith am etmiş olan Ulemâ­ nın, dinî kuralları ve in an çları ciddiye alm ayan ve açıktan açığa bunlara m uhalefet eden K a len d eri züm relerine ses çıkarmaması gayri tabiî olurdu. Bu itib arla k ayn aklarda ülem ânın tepkisini yansıtan kayıt­ lara rastlam ak hiç de zor değildir. C e m âlü ’d -D în -i S â v î’ nin menâkıbnâm esi, bu şeyhin gittiği D ım aşk ve D im yat gib i önem li ve büyük kül­ tür m erkezlerinde ülem ânın şiddetli tepkilerine nasıl h ed ef olduğunu gösterir. O n u n bu ralard a sık sık m ahkem e hu zû ru n a çıkarılarak inanç­ ları ve kılık kıyafeti sebebiyle yargılan d ığın ı b iliy o r u z 53. Ülemânın ayn ı şekilde A n ad olu S elçuklu ları zam an ın d a da K a le n d e rîle r’i şid­ detle tenkit ettiği görü lür. Ü lem âd an Î b n ü ’ l-H a tîb ’in Cavlakîler hakkın daki fikirlerin den dah a önce bahsedilm işti. K en disi onlara karşı d u ydu ğu şiddetli tepkiyi sert bir üslûpla eserinde ortaya koy­ m akta, m u tlaka köklerinin kesilmesi gerektiğini ifade etm ektedir54. Bir din âlim i olm am asına rağm en, X I I I . yüzyılın ünlü astro­ nom i âlim i N a sîru ’d -D in -i T û sî dahi K a le n d e rîle r’ i insandan say­ m am ak ta, w M il. bk. Hatlb-i Fârisî, w. 80 vd. ** İbnıı’l-H atîb, metin kısmı, vv. 49a-50b.


M A R JL N A L

S Ü F ÎL İK :

“ B u n lar âlem in

K A L E N D E R İL E R

2t;

fazlasıdır. Z ira dünyada insanlar, beğler,

tacirler, sa n ’ a tk â rla r ve çiftçiler olm ak üzere d ö n sınıfa a y n lır la r . H a lb u k i b u n lar K alen d eriler) bu d ö n sınıftan hiç birin e m ensup d eğillerd ir.” , tarzındaki m ü tâ lâ a s ıy la " , o n la n n fından id a m ına sebep olm uştur.

M oğol hü kü m darL H ülâgu tara­

X I I I . y ü z y ıl İ r a n ’ım n ünlü ed ib i Şeyh S âdi de K a len d eriler’eiyi gözle b a k m ıy o rd u . Bostan adındaki tanınm ış eserinde, “ K a le n d e r le r’ le düşüp kalkan çocuğun babasına söyle. O n un h a y n n d a n ü m id in i kessin; geberip gitmesine acım asın. Babası­ na ben zem eyen çocuğu n , babasından önce ölmesi daha iyid ir” , sözleriyle o n la n n m a k b u l kim seler olm adıklan n ı vurgularken **, Gülistan1ın da o n la n n aç gö zlü , kaba kimseler old u klan m , insanlan söm ürdüklerini b e lir tir 57. K a le n d e rıle r’ in ü lem ân m ve aydın tabakanın tepki ve ten­ kitlerine en çok h e d e f o la n y a n larının, şeriata a y k ın inanç ve yaşayışlan old u ğu d a im a dikk ati çekiyor. M uh am m ed M âsûm -i Ş irâzî, İran’da y aşay a n K a le n d e r ile r’in kendilerini Şiî_ saym aların a, O n İki İm am ’a b a ğlılık d â va sın d a b u lu n m ala n na rağm en, gerçekte ne bu m ezheple, ne de îm a m la r ’ la alâkalan m n _ bulunm adığım , tam am iyle şeriat dışı o ld u k la n m ileri sü rm ekted ir58. O sm anlı topraklannda Rafızilik (Ş iilik ) ’le suçlan an ve bu yüzden sıkı ve sert tâkibata uğ­ rayan K a le n d e r île r’in , Ş iîliğ in vata m olan^îran’da Ş ii sayılm am alan, dikkate değer Jbir tecellîd ir. O sm anlı to p ra k la n n d a ise ülem âm n ve hattâ Sünni tasavvuf çevrelerinin K a le n d e r i züm relerin e m enfî tavır takınm alan, pek çok örnekle g ö zler önüne seriliyor. B unlardan bazılarını Velâjetnâme-i Otman Baba1âdi gö rebiliyo ru z. B urada O tm an B aba’nın zam an zaman S erîa t’ a a y k ın kılıklard a dolaşarak sapık inançlar yaydığı iddiasıyla y a rg ıla n ıp ateşte yakılarak cezalandırılm ak istendiğine, yine in a n ç la n ~ y ü zü n d e n m edreselilerle sert tartışm alara sebebiyet verdiğine d air k a y ıtla ra ra stgelin iyo r5#. 44 İbnu’l-Fuvetî, el-Havâdisu’l-Câmia, nşr. M . Cevad, Bağdad 1951, Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri, ss. 226-227. 44 Sâdî, Bostan, s. 275. 47 Aynı yazar, Gülistan, ss. 268, 278. w Bk. Tarâik, I, 442-443, 4 4 5 ; H , 354** Küçük Abdal, Vılâyetnâme-i O B., w . 30b, 74b.

la>. O .


O S M A N L I Î M P A R A T O R L U Ğ U ’NIM

O sm anlı Ulemâsından başka ayd ın larının d a K alen d erîler’i aşağıladıkların a, X V I . y ü zyıld a H üseyin K e fe v î’nin aşağıdaki sözleri çok iyi tercüm an olm aktadır : “ Bunlar bir gürûh-ı m ckrûhdıır ki cibilliyetlerin de bağy ü frsad vc tabiatların da küfr ü ilh âd bir m ertebede istîdad üzre olub aslâ helal vc haram dim ezler m übâhılcrd ür ki, haram ı bu lm adıklarında yim czler. Esrâr u bengi deng ile çalarlar, şarap içerler, dilber severler, dün yân ın kabâhatin iderler” 00. Yin e aynı yü zyıld a tczkircci L â tifi ise şunları y azar: M ezhebi İslâm ’ı yok bir kaç nefer T o rla k la r Lâneti vü b id ’ati Şeytan ile ortaklar Ç ü n libâs-ı Ş er’ u dînden ûr ü üryan dır bular T erk ü tccrîd oldı sanm an bir nice çıplaklar İliç birisinden değiller yetm iş iki m illetin Cüm leden mcrdûcl ü hâricdir bu kavm -i â k la r 01 K a len d erîler’i bu şekilde değerlendirenler, O sm an h devrinde y aln ız ülem â ve ayd ın lar değildir. Sûfı çevreler dc onları hor gör­ m ekte, gerçek tasavvuf ve sûfîliklc ilgileri olm ad ığın ı düşünmekte­ dirler. M eselâ dah a önce sık sık adı geçen sûfî şâir V âhiclî eserinde on ları sert bir tarzd a tenkit etm ekten geri kalm az. O n a göre Kalende­ rîler, “ d ü n yad a halk arasında m ezm ûm , u kbâd a H âlık rahmetinden m ah ru m ” ve “ esîr-i nefs-i em m âre olm uş” k işilerd ir02. Abdallar, yani R u m A b d a lla rı “ katle m üstahak, ihrâk-ı n âra lâyık, H u da’ya vc M u stafa’ y a âsî” lerdir. C âm île r ise, “ v ilây et vilây e t dolaşıp halka v ela y et satan âm îler v c m ân ad a h arâm ilerd ir” °3.

X V II. y ü zyıld a A z iz M ahm ucl H ü d â yî dc K a len d erîler’e karş m en fi hislerle dolud ur ve onların “ habâsctlerinin saym akla bitmeye­ c e ğ i” k a n a a tin d e d ir04. B uraya k ad ar söylenenlere d ikkat edilecek olursa, ülem â, ay­ d ın lar v c sûfî çevrelerin tepkileri genellikle K a len d crîler’in şerM ku rallara u ym am aları vc ahlâk düsturlarını hiçe saym aları etrafında *° Bk. Krfrvî, Rûznâme, v. 135b. • l 'lezkire-i IM tff, İstanbul 1 3 14 ,» .

ıın .

•* Bk. Vahidi, v. 39a.

43 A.g.e.,

v. 33a, 66a.

*4 Aziz M ahm ud IfLidAyi, 257a,

v. 8ı>a.

TezAkir~i Hüdâyt, Süleymaniyc (Fatih)

Ktp., nr.


M A R JİN A L

S Û F ÎL tK :

K A L E N D E R ÎL K R

toplanıyor. Bu nlar arasında cn çok sözü edilenler, özellikle nam az kı­ lıp oruç tutm adıkları, şarap ve esrar içmeleri ve genç erkeklerle düşüp kalkmalarıdır. 2 — Halkın Kalenderîler'e bakış tarzı : Benzer tepkilerin zam an zam an halk kesimleri tarafından da sergilendiği görülm ektedir. X I I I . yüzyılda Barak Baba ve dervişlerinin Dım aşk^ta_halkın kızgınlığm ı cclbcttiklerini, “ Ş cytan ’ııı avene­ s i n e benzetilerek şehirden kovulduklarını biliyo ru z03. A rap ülkele­ rinde bu şiddetli tepkilere sebep olan K alcn derîlcr’ iıı, A nadolu top­ raklarında pek de o kadar sert karşılanmadığını görm ek şaşırtıcıdır. Hattâ X I I I . yü zyıld a K o n y a gibi bir devlet m erkezinde, tepki göster­ mek bir yana, K o n y a halkının Ebûbekr-i Niksâri ve H acı M übarek-i Haydarı gibi K a len d eri şeyhlerine saygı duydukları müşahede edi­ liyor. M u h amm ed J). e l-H a tîb’in K a lenderiler hakkındaki bütün it­ hamlarına rağm en haîkın bu tutumu, onların evliya olarak telâkki edilm elcriyle_açıklanabilir. Bununla beraber, halktaki bu yaklaşımın her zam an ve her yerde aynı olduğunu düşünm enin doğru olm adığı da anlaşılıyor. M e­ selâ m enâkıbnâm elerdc halkın K a lcn d erîlcr’c hiç de iyi bir gözle bakmadığını gösteren oldukça fazla sayıda kayıtlar vardır. Velâyetnâme-i Hacım Sultandaki bazı pasajlar, H acım Sultan ve derviş­ lerinin gittikleri yerlerde “ bid’at ışık” diye dövülüp kovulduklarım hikâye eder. En çok d a yarı çıplak ve saçsız, sakalsız, kaşsız bıyıksız olmaları Jıalka sevimsiz gelm ekted ir66. Nitekim , K aygusuz A bdal da bu kılığı sebebiyle “ Cehennem kapısını açm ağa lâyık” görülmüş­ tü r67. Sultan Ş u câu ’d -D în ise okla vurulup öldürülm ek bile isten­ miştir6®. Bu konuda Velâyetnâme-i Otman Baha'da daha çarpıcı olayla­ ra rastlanmaktadır. Bunlardan bazıları, O tm an Baba ve dervişlerinin sık sık “ kaçgun köle” zannedilerek döğülm ek istendiklerini a n la tır69, bazıları da o n lan n narnaz kılıp kılm adıklarının kontrolü, sünnetli olup olm adıklarının tesbiti ile ilgilidir. H attâ kılık ve kıyafetleri 45 Msl. bk. es-Safedî, vv. 426 a vd. ** Derviş Burhan, Vilûyetnûme-i US., ss. 43, 51. 47 Bk. Menâktb-1 B K ., s. 49. ** Bk. Vilâyetnâme-i SŞ., v. 2a. '• Msl. bk. Küçük Abdal, w . 13a, 14a.


320

OSMANLI İMPARATORLUĞUMDA

dolayısıyla halk bazan kendilerinin müslüman olduklarından da şüphelenmektedir70. Bazan Otman Baba ve dervişleri, kenannda ko­ nakladıkları köy ve kasabalann halkı tarafından, etrafı_tahrip_ ettik­ leri gerekçesiyle dövülüp kovulurlar71. Bazan da inançları ve kılık­ ları yüzünden şikâyet oîunup mahkeme huzuruna çıkarılırlar72. Bütün bu muamelelere karşı onların da halka “ koca karınlı çirkin şehirliler” diye mukabil hakaretlerde bulundukları görülür78. Bu gibi durumlara rağmen, zaman zaman da, tıpkı Anadolu Selçukluları döneminde olduğu gibi, bir kısım şehirli ve köylü ahâli­ nin Kalenderîler’e “ meczup evliyâ” gözüyle baktıkları müşahede ed iliyor74. Nitekim Avrupah seyyahlar, bazı açıkgöz Kalenderi dervişlerinin halkın bu yaklaşımından faydalanarak kendilerini keramet ehli gösterdiklerini, saf insanlara geleceğe ve dileklerinin gerçekleşeceğine dair haberler vererek bunun karşılığında para veya eşyâ aldıklarını bildiriyorlar75, özellikle zengin kadınların onlara bu imkânı sağladıkları görülüyor. Yaz boyunca seyahat eden K a­ lenderi dervişlerinin, yollarının üstündeki kasaba ve köylere ugrayarak oralarda fal__bakmak, hastalık tedavi etmek gib ijş lerle uğraştıklannı, ahalinin bu yüzden onlara büyük saygı duyduğunu da yine bazı kayıtlardan öğrenmekteyiz76. îşte bu sebeple bazı Kalenderi şeyhlerinin veya dervişlerinin mezarları zamanla bir kült merkezi haline gelmekte, mezar üstüne inşa edilen türbe binası, bu kudsiyet hâlesinin zamanla genişlemesine vesile olmaktadır. B) K a le n d e r île r ve e v liy â k ü ltle r i : Daha Anadolu Selçukluları devrinden itibaren bir takım ta­ rikat şeyhleri ve dervişlerinin etrafında, kendileri daha hayatta iken teşekkül etmeye başlayan menkabelerin yardımıyla birer kült oluş­ tuğunu ve bunlardan pek çoğunun evliyâ kabul edilerek halk hâfızasına yerleştiğini biliyoruz77. Bunlar yakından incelendiğinde, bir 70 Msl. bk. a.g.e., w . 15b, 17a. 71 A.g.e., v. 53a. 7* A.g.e., w . 7ob-7ib. 73 A.g.e., w . 70b, 73a. 74 H. Demschwam, İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü, çev. Y . önen, An­ kara 1987, ss. 271-72, n Msl. bk. Menavino, s. 59; Cantacasin, s. 227. ’• Msl. bk. Cantacasin, aynı yerde. ” Bu konuda geniş bilgi şurada bulunmaktadır : Ocak, Türk Halk İnanç[arında ve Edebiyatında Evliyâ Menkabeleri, Ankara 1984, ss. 11-19.


MARJİNAL

SÛFÎLÎK : KALENDERÎLER

221

kısmının Kalenderi olduğunu görürüz. Bunların en başında hiç şüphe­ siz Rum Abdalları zümresine mensup olanlar gelir. Bugün, Abdal Musa, Kaygusuz Abdal, Abdal Mehmed, Abdal Murad, Sultan Şucâu’d-Dîn vb. pek çok Kalenderi şeyhinin gerçek kimlikleri unutulmuş, türbe­ leri halkın dilek ve dualarının gerçekleşmesi için birer hacet yeri hâline gelmiştir. Hattâ bunlardan bazılarının, özellikle Bektaşî ve Kızılbaş zümrelerince takdis ve ziyâret edilmesinin, Sünnî halk tara­ fından da benimsenmemelerine engel olmadığı müşahede edilmek­ tedir78. Halk muhayyilesi onlan kendi idealindeki evliyâ tipi ile o tadar özdeşleştirmiştir ki, bu Kalenderi şeyhlerinin bir zamanlar saçları, kaşları, bıyıkları ve sakalları kazınmış, yarı çıplak vücutlu, İslâmî kurallara pek de aldırış etmeyen bir takım kimseler oldukları çoktan unutulmuş, Hacı Bektaş-ı V elî tipinde olduğu gibi, uzun ve geniş cübbeli, sarıklı, sakallı ve nûranî yüzlü şahsiyetler olarak düşü­ nülmüştür. Bir kısmı, Kalender Baba, Kalender Sultan veya Abdal Murad vb. asıl kimliklerini yansıtan isim veya lâkaplarını hâlâ muha­ faza ederken, bir kısmının adı sanı dahi unutulup gitmiş, halkın kendilerine uygun bulduğu isim ve lâkaplarla anılır olmuşlardır. Bunlardan pek çoğu da, aşağıda görüleceği üzere, bugün Anadolu’da mevcut bir çok köye adını vermiştir. C) K a le n d e r î le r ve iskân : Dervişlerin Osmanlı împaratorluğu’nun kuruluşundan beri iskân faaliyetine katkıları, bilindiği gibi, merhum Ö. Lûtfi Barkan’ın “Kolonizatör Türk Dervişleri” isimli klâsikleşmiş makalesinde ilk defa Osmanlı tarihi araştırıcılığının dikkatine sunulmuştu79. Onun bu önemli konuya hasrettiği ilk ve son, ilmiI. araştırması niteliğini taşıyan bu makalesi, _diger derviş ve şeyhlerin yanında, özellikle abdal, baba ve dede lâkabını taşıyan ve Kalenderi olmaları kuvvetle muhtemel bulunan bir çok _şahsiyetin de adını zikreder ve bunlar tarafindan^urüîmû^âviyelerin ve iskân yerlerinin belge kayıtlarım da verir. Bu kayıtlar, elbette bütün imparatorluk arazisini ve bütün 78 Bunlarla ilgili kültlere dair bilgi, kendilerinden bahsedilen kısımlardaki dipnotlarında gösterilen eserlerde mevcut olduğundan, burada ayrıca bibliyografya verilmesine gerek görülmemiştir. Yalnız şu eseri ayrıca zikretmek gerekir: Hikmet Tanvu, Ankara ve Çevresinde Adak ve Adak Terlen, Ankara 196779 Bk. Barkan, “ İstilâ Devrinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler” , VD, II (1942), ss. 279-353.


OSM AN LI

222

İM P A R A T O R L U Ğ U M D A

devirleri ih tiva etm em ekle b e ra b e r, çok ö n e m li v e_ tip ik ö rn ek le r or­ ta y a k o y a rla r80.

A n ca k Ö .L . B a rk a n ’ın y a y ın la d ığ ı b u

belgelerde

geçen köy isim lerinin hiç biri, h e rh a n g i b ir K a l en d e ri

zü m resinin

adını yansıtm az. B ununla beraber, b azı ta p u -ta h rir d e fte rle ri v e v a k ıf k a yıtlan gözden geçirildiği zam an , abdal, kalender, ışık v e torlak g ib i m ünhası­ ran K a len d erîler tarafın dan ku llan ıla n lâ k a p v e ü n v a n la r la yapılm ış isimler taşıyan köy v ey a m e zra a la ra ra stlam ak h iç de zo r

d e ğ ild ir 81.

Bu, asıl nitelikleri g e zgin cilik olan bu d erv işlerin za m a n za m a n bir yere yerleşerek açtıkları za viy e le rin in , geldiğini gösteriyor. Bu

köylerden

b ir kısm ının

adı

b ir süre so n ra bugün

köy

haline

m a a le s e f değiştirilm iş

bu lu n m ak ta d ır82. H alen eski isim lerin de kalender kelim esi y e r alan ve genellikle D oğ u ve G ü n ey D o ğ u A n a d o lu ’ d a b u lu n a n Kalender, Kalenderderesi, Kalenderân-ı Cebel vb . y ed id en fa z la k ö y b u lu n m aktad ır. Şahıs, yer yah u t cem aat adı o la ra k ism inde abdal ke lim e sin i taşıyanlar ise, otuzdan fazla olup , T ü r k iy e ’ nin h em en h er ta ra fın a dağılm ış vaziyetted ir.

A şağı

yu k a rı b ir o k a d ar d a, yin e şahıs, y e r ve cem aat

adı şeklinde ışık adını taşıyan k ö y m e v cu t o lu p T ü r k iy e sath ın a ya­ yılm ıştır. Torlak kelim esine ise, y a ln ız c a K a s ta m o n u ’ n u n Ç aycu m a kazasına bağh Gökçetorlaklar ve m aktadır 83.

Torlaklar a d lı ik i k ö y ü n d e

rastlan-

Abdal kelimesine, Abdal Bayezıt (M u ş), Abdal Haşan (K astam on u ), Can Abdal (Sivas), Koyun Abdal (K a y seri) şeklin d e şahıs ad ı olarak rastlan dığı gibi, Abdallı (Sivas), Abdallar ( T o k a t) , Köse Abdallı (An­ kara) tarzın da cem aat a d ı; y a h u t ta Abdalbodu (Ç o ru m ), Abdalmezraası fV a n ) biçim in de yer ismi o la ra k d a ra sd a n m a k ta d ır. A y n ı şekilde bazı köylerin adı doğru d an d o ğ ru y a A llı Işık (T e k ird a ğ ), Demir Işık (İçel), Gene Işık (Bursa) gib i şahıs a d la rın ı; b a zıla rın ın k i Kıran Işıklar 'B u rsa ), Sefer Işıklar (B ursa), Tekke Işıklar (B alıkesir) ve Bü­ yük Işıklar (M an isa) gib i c em a a t a d la rım ; b a zıla rın ın k i ise, Işıkeli m A.g.m., Defter-i Hâkanî K a y ıtla n , ss. 305-353. S1 Hemen her tahrir defterinde

en az üç beş adet bu tür köy veya mezraa

ismine rastlamak mümkündür. Fakat bu araştırmanın ağırlık merkezi bu olmaması bebivle burada tahrir defterlerine dayalı bir takım liste ve tablolar düzenlenmesi gerekli görülmemiştir. Aslına bakılırsa, başlı başına bir araştırma konusu teşkil edecek olan böyle bir çalışmanın gerekli vc faydalı olacağına şüphe yoktur. *' Bk. T .C . ** A

Dâhiliye V ekâleti, Köylerimiz,

. g m uhtelif sayfalar.

Ankara

1933, m uhtelif sayfalar.


M A R J İN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

223

(Çanakkale), Işıktepe (İçel) ve Işıkköy (M anisa) gibi mevki adlarını yan sıtm aktadır84. B ütü n bu çeşitli isimler arasında yalm z Işık keli­ mesinden oluşan k ö y isim lerinin, Bursa, Balıkesir, İzm ir, M anisa, K ü ­ tahya, Eskişehir, A n ta ly a ve İçel vb. Batı A nadolu m ıntıkasında yer aldığı dikkati çekiyor. Abdal ve kalender gibi kelim elerden oluşan isim ­ ler taşıyan k öylerin her tarafa yayılm ış bulunm alarına karşılık, ışık isimli köylerin y a ln ızc a B atı A n a d o lu ’ya inhisar etmiş olması, herhal­ de Işık züm relerin in bu h avalid e yaygın bulunm asının bir sonucu olsa gerektir. Bütün bu köy isim leri, söz konusu köylerin ya tek başına bir K alenderi şeyhi, y a h u tta m u h telif K alen d eri züm releri tarafından kurulduklarım gösterm ektedir. B öylece bir kısım K a len d eri züm re­ lerinin, zam an la, sürekli seyahat etmekten şu veya bu sebeple v a z ­ geçip, yah ut b iz za t O sm an lı m erkezî yönetim i tarafın dan m ecbur tutulmak sûretiyle b elli yerlere yerleştikleri anlaşılıyor ki, buna benzer d u ru m lara d iğ er İslâm ülkelerinde de rastlam p rastlanm ıyacağını bilm ek ilg i çekici olurdu. D) K a l e n d e r î l e r

ve

fo lk lo r :

T ü rk folk lo run d a K a le n d e rîle r kadar iz bırakm ış başka tasav­ vuf züm releri az bu lu nu r. B un un bir sebebi hiç şüphe yokki, durm a­ dan seyahat etm eleri ve m erkezî yönetim in denetim inden uzak kalmak istem eleri sebebiyle, öteki züm relere nisbetle daha fazla halkla temasa gelm eleri ve d ah a uzak yerlere nüfuz edebilm eleridir. Bir diğer sebebi ise, tu h a f kılık kıyafetleri ve âdetleri yüzünden hal­ kın daha fazla d ik k at ve ilgisini çekmiş olm alarıdır. N itekim bu sebeple onların bu hü viyet ve niteliklerinin za ­ manla halk arasın da teşekkül eden hikâye ve m asallara yansıdığım görmekteyiz. Pek çok m asalda rastlanan “ kapı kapı dilenen” , “ ayağında demir çarık elinde demir asâ, diyar diyar dolaşıp karşılaştıkları insanlara gelecekten haber veren” , “ çocukları olmayan karı kocaları verdikleri elmalarla çocuk sahibi yapan” , vb . derviş tipleri, hep bu K alen d eri d e n işle ri­ nin hâtıraların dan başka bir şey d e ğ ild ir85. M A .g.e., m uhtelif sayfalar. Bu isimlerde yer alan ışık kelimesinin

“ aydın­

lık” anlamına gelen aynı kelimeyle hiç bir ilgisi olmadığı, tamamiyle tftk zümre­ lerini gösterdiği daha ilk bakışta anlaşılmaktadır. w Msl. bk. T ahir ile Hikâyesi. İstanbul (tarihsiz, taşbas. mail ile Gûlizar, İstanbul

1325. s. 3.

s. 3-4; Şah İs­


OSM AN LI

224

İM P A R A T O R L U Ğ U M D A

Bundan başka, hâlen dilim izde kullan ılan bazı atasözleri vc deyim ler de bize K alen d eri dervişlerinin h âtıralarım yansıtırlar. Meselâ, günüm üzde yanlış olarak, zekâ bakım ından yetersiz kişi­ lere bazı şeylerin ilham edileceği şeklinde anlaşılan “ Abdala mâlûm olur” sözü, bunun tipik bir m isalidir. H albu ki buradaki abdal keli­ mesi, K alen d eri dervişi dem ek olup, onların geleceğe d air kehânette bulunm a durum ları ile alâkalıdır. Y in e bu du ru m a bağlı olarak, bugün “ zekâca gelişmemiş, ahm ak” anlam ın da kullan ılan aptal kelim esi86 de, pek çoğu m eczup karekterli K a len d eri abdallarının dilim ize kazandırdığı kelim edir. A yn ı anlam d a kullan ılan budala kelimesi, abdal (veya bedîl) kelim esinin çoğul şeklinden başka bir şey d e ğ ild ir87. Nitekim bu anlam ı yansıtan b azı deyim ler hâlâ di­ lim izde m evcuttur. Aptal aptal bakınmak, aptallığına doymamak, aptallık parayla pulla değil, aptallığına saymak (veya aptallığına vermek), hayran abdal, abdal hâkî vb. deyim ler, belli başlı örnekler olarak sıralan ab ilir88. Abdal (aptal) kelim esinin bu anlam ı yan ın d a, K alen d eri ab­ dallarının dilencilik vasıflarım çağrıştıran, dah a doğrusu, bu vasıf­ la n sebebiyle dilim izde k u llan ılan ikin ci bir anlam ın ın da, “ açgöz­ lü ” , “ gördüğünden p a y u m an ” dem ek olduğun u unutm am ak gere­ kir 8®. “ Aptal tabiatlı” deyim i bunu yansıtır. Bu deyim lerden başka, b ir takım atasözleri de mevcuttur. M eselâ bu gü n, şahsî ç ık a n için birine y a k ın lık gösterip çıkarım sağ­ ladıktan sonra ona sırt çeviren kişileri a n la tm ak için kullan ılan, “ Ab­ dalın dostluğu köy görününceye kadardır” ve “ Abdalın karnı doyunca gözü yoldadır (veya papucundadır) sözleri iki tip ik ö r n e k tir 90. Aslında b u sözlerin h er ikisi de K a le n d e r i a b d a lla n n ın gezicilik vasıfların­ da n doğm uştur. B unu gösteren b ir başka atasözü de, “ Abdal yürümezse dağ yürür” s ö z ü d ü r81. Bu söz a ym za m a n d a K a le n d e rile r’in kerâmet ta sla m a la n ile a la y ed ild iğin i de g ö ste rir92. *• Bk. Türkçe Sözlük, Ankara 1988, T D K Yayını, 2. bs., I, 77.

"

A .g jt., I, 224. ®* A . Gölpınarlı, Tasavvuftan

D ilim ize Geçen Deyimler ve Atasözleri,

İstanbul

1977, ss. 4-5. *• Türkçe S özlü k'te kelim m in çok yaygın olan bu ikinci anlamı yer almamaktadır. •• Bk. Gölpınarlı, a .g x .,

s. 5; Ö m er Âsim Aksoy, Atasözleri ve Deyimler Söz­

lüğü, Ankara 1984, 4. bs., s. 104. •* Gölpınarlı, ss. 5, 7. ** A .g jt ., s. 7.


M A R JİN A L

SÛ F ÎL ÎK :

K A L E N D E R İL E R

225

K a len d erîler’in kanaatkârlıklarını vurgulayan atasözleri dc vardır. “ Bir kaşıkla dokuz abdal doyar” veya “ Dokuz abdal bir kaşıkla geçinir” sözleri ile, “ Dokuz abdal bir kilimde uyur, iki padişah bir iklime sığmaz” sözü, onların toplu yaşam a m ecburiyetinde olm aları sonucu kazandıkları nefis feragatinin anlatm akta olup, bugün de bu fera­ gati gösterenler için söylenir 93. Bununla birlikte, norm al olarak az şeyle yetinm ek zorun d a olan K a len d erîler’ in, bolluğa kavuştukları za ­ man da har vuru p harm an savurduklarından kinaye olarak, “ Abdalın yağı çok olursa ya borusuna çalar ya gerisine” atasözü de vardır. Bu söz bugün de m üsrifler için k u lla n ılır94. V a rlık lıla r ve ra h a ta alışmış olanlar için sıkıntı ve endişe doğu­ racak durum ların, zaten sıkıntı içinde yaşam akta olan lar için fazla bir önem taşım ayacağım anlatm ak isteyen, “ Abdala kar yağıyor de­ mişler, titremeye hazırım (veya durmuşum)” a tasö zü 95, K a len d erîler’ in yaz kış yarı çıp lak dolaşm alarından doğmuştur. Bu atasözünün “ Ka­ lendere kış geliyor demişler, titremeye hazırım” şeklinde başka bir şekli daha vard ır k i 96, görü ldü ğü üzere, doğrudan kalender kelimesini ihtiva etmekle, y u k a rd an beri sıralanan bütün deyim ve atasözlerinin Kalenderîler tarafın dan dilim ize kazan d ın ld ıklan m ortaya koyar. Bu tür deyim lere son b ir örnek olarak, herkesin şahsiyet ve mesleğine yakışan yerde olm ası gerektiğini anlatan “ Abdal tekkede, hacı Mekke'de” sözünü zik re d e b iliriz97. B unun abdal yerine derviş kelim esiyle söylen­ diği yerler de vard ır. K a len d erîliğin d ü n y ay a boş veren felsefesi, K a len d erîler’in halk arasında, m a d d î çık arlara fazla önem verm eyen, hoş görülü, herkesle k o lay geçinen kim seler olarak algılanabilm esine de yol aç­ mıştır. Bu sebeple bu h u yla ra sahip kişiler hakkında “ Kalender adam” deyimi gü n üm ü zde h â lâ sıkça kullanılm aktadır. H attâ bu düşünceden hareketle kalender kelim esi, sahiplerinin karekterlerini belirtmek üzere bazı ticârethân elere dahi isim olarak verilm ektedir. E) K a l e n d e r î l e r ,

e d e b iy a t

ve

m ü z ik :

T a s a v v u f tarihi incelendiği zam an, N akşibendîlik istisna edi­ lirse, çoğu ta rik a d a n n âyin ve zikir usûllerinde edebiyat ve m ûsikî ** A .g.e., aynı yerde.

94 A .g.e.,

s. 6; Aksoy, s. 104.

95 Aksoy, s. 103. * A .g.e., s. 281.

97

A .g.e., s. 104; Gölpınarlı, ss. 6-7. F. ,5


226

o sm an li

ile sıkı b ir ilişki görülür.

İm p a r a t o r l u ğ u m d a

O sm anlı îm p a ıa to r lu ğ u ’n da ise, başta

M e v le v îlik olm ak üzere K a le n d e rîlik ve B ektaşilik’ teki âyinlerde e d e b iy a t v c m ûsikî bol ku llan ılan iki unsur olm uştur. Bu sebeple M ev­ le v i ve B ektaşî tekkeleri gib i K a le n d e ri tekkeleri de b ir anlam d a ede­ b iy a t ve m ûsikî ocağı oldu. B ugün bileb ild iğim iz k a d arıyla, X V . yüz­ y ıl başların d an X V I I . y ü zy ıl sonlarına kadar, K a y g u s u z A b d a l’dan iti­ baren pek çok şâir yetişm iş olup bazıların ın yazd ık la rı d iv an la r bize ka d ar gelm iştir. K a len d erîler içind e, K a y g u su z A b d a l’dan sonra, özellikle X V I. ve X V I I . y ü zyılla rd a yetişen -b u g ü n yanlış o lara k B ektaşî şâiri diye n ite len e n - şâirler arasında şunları kısaca zikred eb iliriz: Sadık Abdal: H a y a tı h akkın da hem en hiç b ir bilg i bulunm a­ yan S ad ık A b d a l’ın d ivan ın ı S. N ü zh et E rgu n incelem iş ve Bektaşî Şâirleri isim li eserine b azı pasajlar alm ıştır. B un lardan, kendisinin D im e to k a ’da bizzat S eyyid A li S u lta n ’a (K ız ıl D eli) in tisap ettiği ve do lay ısıy la onun tekkesinden yetiştiği anlaşılıyor. B un dan S adık A b ­ d a l’ın X V . y ü zyıld a y aşad ığı o rta ya ç ık ıy o r 98. Seher Abdal : H u lû l ve tenâsüh in an cı ile Ş iî m o tifleri kuvvetle yransıtan şiirler söylem iş olan Seher A b d a l, X V I . y ü z yıld a yaşamış o lu p , tezkirelerd e h a k k ın d a hiç m âlu m at y o k t u r " . M uhyi'd-Din Abdal : K a le n d e ri şâirlerin, X V I . yü zyılın son­ la rıy la X V I I . y ü z y ılın başların d a yetişm iş en ku vv etli temsilcisi sa­ yılm a sı gereken bu zâ tın h a yatı d a bizce pek bilin m em ekle beraber, şiirlerin d en kendisin in , O tm a n B ab a ’ nm halifesi A k y a z ılı’y a mensup b u lu n d u ğ u an laşılm ak tad ır. O n u n şiirleri en ileri derecede Ş iî ve H u r û fî in a n çla rı aksettiren b irer belge m âh iyetin d ed irler 10°. Koyun Abdal : Y in e X V I . y ü z y ıl K a le n d e ri şâirlerinden olan K o y u n A b d a l, K a y rseri’nin B ü n yan kazâsına tâ b i A kkışla köyündedir "

S. N ü zhet Ergun, B ek ta şî Şâirleri re Nefesleri, İstanbul 1955,

I, 207-208.

Burada nakledilen şiirlerde kuvvetli bir hulûl ve tenâsüh inancı kendini gösterir. » A . g I ,

88: G el ey m ü’min tevellâ Şâh 'a eyle T eberrâ düşmen-i E v lâd ’a eyle H u d â K u r’ân içinde dedi bile V a r im di cân ile bu medhi söyle Hüseyin ibni A li sırr-ı H u d â’dır H a b îb -i nür-i Çcşm-i M ustafâ’dır.

“ • Bk. A ta la y , B ekta şilik ve Edebiyatı,

ss. 69-73;

Şiirlerinden örnekler için buralara bakılmalıdır.

Ergun,

a.g.e.,

ss.

h i - 142-


M A R JİN A L

S Û F ÎL ÎK :

K A L E N D E R ÎL E R

227

ve türbesi b u r a d a d ır 101. H akkında tezkirelerde hiç bir bilgiye rast­ lanmamıştır. Y in e X V I . y ü z y ıld a yaşamış olup birkaç şiirinden başka bize hiç bir şey in tik a l etm em iş bulunan Kalender Abdal'ı da bu K alen d e­ ri halk şâirlerinden saym am ız g e re k ir102. B unlardan başka, divan şiiri tarzında eser vermiş ve çoğun­ luğu X V I . y ü z y ıld a yaşam ış bir hayli Kalenderi şâiri vardır. Bazı ör­ neklerini yu k a rd a verd iğim iz K alen deri halk şâirleri hakkında şuarâ tezkirelerinde hem en hem en hiç bir bilgiye rastlanmamasına rağmen, bu berikilere d a ir b azan sayfalar dolusu kayıtlar vardır. Bunların en başında, K a n u n î S u ltan Süleym an devrinde yaşamış olup, daha ön­ ceki bölüm lerde şiirlerinden sık sık alıntı yapılan H ayreti ve H ayâli Beğ gelir. Hayreti: R u m e li’nde pek çok şâirin vatanı olan V a rd a r Yen icesi’nden yetişen H a y re ti, tezkirelerin ifadelerine göre, Ş ii inançla­ rı kuvvetle terennüm eden hem K alenderi hem Bektaşî bir şâir i d i 103. Daha doğru b ir ifadeyle, Bektaşilik’le K alenderîliğin henüz birbirin­ den tam an la m ıyla a yrılm adığı dönemde yetişmişti. D ivan ı, kendisinin kudretli bir şâir old u ğu n u ortaya koyduğu gibi, X V I . yü zyıl K a len derîlerini tan ım a açısından da mükemmel bir kaynaktır. Hayâlî Beğ : H a y re tî’nin hemşehrisi olan H ayâli Beğ, aynı zamanda d iv an şiirinin de güçlü bir temsilcisidir. Asıl adı M ehm ed olan H a y â li B eğ, d a h a genç iken, memleketine uğrayan Baba A li Mest-i A c e m i a d lı b ir H a y d arî şeyhinin müridleri arasına katılarak seyahate başladı. B ir İstan bu l’a gelişinde, İstanbul kadısı S an gü rz 101 Ergun, a.g.e., I, 137. Yazar burada Koyun Abdal’ın divanından şu dik­ kate şayan şiiri naklediyor : Seni Şâh’a gider derler Gel gitme güzel Kalender Atan anan yüzün suyun Terk itme güzel Kalender Sen Hacı Bektaş oğlusun Şu âleme dopdolusun Sen de bir erin oğlusun Gel gitme güzel Kalender 102 Samancıgil, Alevi Şiirleri Antolojisi, ss. 102-103. 103 H ayretî’ye dair bk. Lâtîfî, s- *4*5 Â $,k Çe,ebi> " • 9<>a-9 ıa - Er8un> *oo; Çavuşoğlu, Divan, önsöz.


aa8

OSM AN LI

İ M P A R A T O R L U Ğ U ’NDA

N ftru’d -D în Efendi tarafından alınarak tahsil yapm ası sağlandı. Şiirdeki kabiliyeti ile kısa zam a n d a adını d u yuran H a y â lî Bcğ’in şöhreti saraya kadar ulaştı. K a n u n î Sultan S üleym an ile tanıştı ve pek çok ihsana nâil oldu. B un un la beraber son dcrecc m üsrif biri olduğundan, eline geçenleri hayatı b o yu n ca sorum suzca sarfettiğini bütün tezkireler yazm aktad ır. Eserinde H a y â lî B eğ’e ıızun sayfalar ayıran Âşık Ç e leb i’nin kaydına bakılırsa, 1556 yılın da Edir­ ne’de vefat etmiştir vc m ezarı buradaki H a y d a rîh â n e ’de bulunm ak­ ta d ır 104. Sultanın bir ışığa büyük iltifat vc ih san lard a bulunm a­ sına kızan zam anın ünlü şâirlerinden Y a h y a Beğ, bu sebeple diva­ nında H a y â lî’yi yerm ekte v c a şağılam aktad ır105. B ununla beraber H a y â lî B eğ’in sonradan K a len d crîlik ’ ten vazgeçerek inançlarını dü zelttiği de bilin m ekted ir108. Meşrebi: H a yâlî B cğ’in çağdaşı vc onun gib i ü nlü şâirlerden biri olan M eşrebî de tıpkı H a y â lî Beğ gibi B aba A li M est-i A ccm î’nin m üridlerindcn idi. T ah sili bulunm am asına rağm en, kabiliyeti sayesinde ünlü bir şâir olan M cşrcb î’nin, ayn ı zam an d a iyi bir musi­ kişinas olduğunu tezkireler yazm aktadır. II. S clim ’in henüz Manisa sancakbeği olduğu bir sırada orada vefat e tm iştir107. Bunlardan başka, Seyyid G azi Z âviyesi’ nden yetişmiş olan Y e tîm i1M, İstanbullu bir H aydarı dervişi olan H a y d a r ı100, yine İstanbullu olup, Şeyh C cm al’den sonra onun Kalcnderhânesinin başına geçen ve hattâ bir aralık Scydî A li Reis ile H indistan seferine katılan Yetim A li Ç e le b iuo, K ayseri yakınlarından olup şiirlerinde ateizm i terennüm eden T c m e n n â î111, m üfrit Ş îî inançları dile getiren Işık Ş e m sî112 vc bilhassa V ira n î i l e 113, Askerî, F âzılı, Gülşenî-i Saruhan î vc Kelâm ı' gibi daha bir çoklarını sayabiliriz. ,w Ajık Çelebi, v. 275b; Hayâlî Beğ hakkında ayrıca bk. Lâtîfi, s. 150; Kınalızâde Haşan Çelebi, Tezkiretu f-Şuarâ, nşr. İbrahim Kutluk, Ankara 1978, I» 354 ! Sehı, Tezkire, ss. 293-94. Gibb, A History o f Ottoman Poeiry, London 1904, III, 58-63; Ali N. Tarlan, Hayâli Beğ Divanı, önsöz; Ergun, I, 112-113; Th. Menzel, “ Hayali” , E l 1. 106 Bk. Yahya Beğ, Divan, nşr. M. Çavuşoğlu, İstanbul 1977, ss. 44, 59ü. *“ Bk. Ergun, I, 113. 197 Lâtifi, s. 311; Aşık Çelebi, v. 124a; Kınalızâde, II, 903; Ergun, 1. 96. ’• Msl. bk. Aşık Çelebi, v. 95b, Kınalızâde, II, 1076; Ergun, I, 122. '* Msl. bk. Aşık Çelebi, v. 90a; Kınalızâde, I, 314; Ergun, I, 73. Ajık Çelebi, w . 93a-g5a; Gibb, I. 383-388; Ergun, 1, 110. 1.1 I.âllfî, ss. 110-111; Ergıııı, I, 30. 1.1 Lâtifi, s. 209; Aşık Çelebi, v. 250a; Ergun, I, 97.


M A R JİN A L

SÛ F ÎL ÎK :

K A L E N D E R ÎL E R

aag

G örüldüğü üzere, O sm anlı Im paratorluğu’nda X V .- X V I . y ü z ­ yıllar, K a len d eri züm reler arasından çok sayıda şâirin yetiştiği bir dönem olarak göze çarpıyor. Bunların şiirlerinde işledikleri dü n yevî konular da h ayli fazla olm akla beraber, asıl kendi inançları olan Ş îîlik, Hurufilik, tenâsüh, hulûl ve hattâ ateizmle ilgili fikirleri dile getiri­ yorlar, âdet ve erkânlarından bahsediyorlardı. Buna rağm en onların, devletin en yüksek yetkilisi olan sultan tarafından bile hoşgörü ile karşılanıp ih sanlara nail olm aları, hattâ belli ölçüde dc olsa şiirleri­ nin bize kadar gelebilm iş bulunm ası son derece dikkate şayandır. K alen d eri züm relerdeki bu şiir geleneği hattâ bunların bes­ telenmiş olan ları, h alk edebiyatın da ve mûsikide Kalenderi denilen bir tarzın doğm asına yol açmıştır. Belli bir vezinle yazılan (m ef’ûlü mefâîlü m efâîlü feûlün) ve kendine mahsus bir beste ile okunan bu şi­ irlerin, gazel, m u ra b b a ’ , m uham m es vb. D ivan edebiyatına ait form­ larla yazıldığı dikkati çekiyor. K alen d eri tarzın, her mısraın sonuna mef’ûlü m efâil, veya m e f’ûlü fa’lün vezinlerinde ziyâdeler eklenmek sûretiylc m üstezâd şekline sokulanlarına ayaklı kalenderi adı verilm ek­ tedir. K a len d eri bestesinin dc Acem Kalenderîsi vb. çeşitleri olduğu­ nu b iliy o ru z114.

1,3 Ergun, I, 314; ayrıca bk. ■ 959. ss. 5.18. lu Köprülü, Edebiyat

I ıran i Divanı, nşr. M. Halid Ba\rı. İstanbul Ankara 1966. s. 3-,4: “ Kalenden”

TA.


S ONUÇ 1 a sa v v u f tarih in in İslam dünyası genelinde farklı bir cephesi olarak, aşırı zü h d ve tak va tem eline dayalı klâsik tasavvuf telâkkile­ rine bir tepki n iteliğin d e İ r a n ve O rta A sya’da mTaya çıkan K alenderîliği, ta sa v v u f tarihirıde^ sû fi çevrelerin m arjinal bir kesimi olarak değerlendirm ek do ğru olacaktır. Bu cephe kendisine temel görüş olarak b a şlan gıçta , h£r türlü d ü n yevî m uhabbet ve ilgi odaklarını reddetm ekle birlik te, cezb ed en yoksun, yalnızca zühde dayalı sûfiyâne bir h a y a t ta rzın ı da dışlayan bir yol seçmiştir. Bu seçimde, ortaya çık tığı m ın ta k a la rın İslâ m öncesi mistik kü ltüründen ve yine bu kültürden y o la çıkan M elâm etî tasavvuf m ektebinden aldığı etkilerin p a yın ın b ü y ü k lü ğ ü , reddi m üm kün olm ayan bir kesinlik kazan m aktadır. B u n u n en bâriz delili ise, K a len d erîliğin İslâm dünyasının başka h er ha n gi bir yerinde değil de, eski Budist _ve M aniheist m istik k ü ltü rü n ve geleneklerin hâkim olduğu O r ta ' Asya ve özellikle İ r a n ’ d a tarih sahnesine^ çıkmış bulunm asıdır. B aba T a h ir-i Ü ry a n , E b û S aîd -i E b u ’l-H ayr vb. K a len d eri sûfîliğin ilk m â lû m örn eklerin in X . -X I. yüzyıllard a M elâm etî m ek­ tebinin y a y g ın b u lu n d u ğ u bölgelerde yaşam ış olm aları, K a len d e­ rîliğin bu eski m istik m îrasa bir yan d an da bu m ektep aracılığıyla vâris old u ğu n u n b ir göstergesidir. İlk K a le n d erler’in herhangi bir tarikata m ensup b u lu n m aya n m ü n zevî sûfîjer olması, K alen d eri tasavvufun y a ln ız m istik açıd an değil, sosyal açıdan da bir tepki niteliği k a zan m a sın a y o l açm ış ve böylece zam anla_m uhalif bir sûfî felsefe h ü v iy e tin i bürünm esine sebebiyet vermiştir. B un un la b e ra b e r bu m arjin al sûfî akım , şerîat kuralları kar­ şısındaki serbest ta vrın ın d o ğu rduğu câzib e sâyesinde, ulaştığı her bölgede m a rjin al to p lum Jcesim lerini kazan arak yayılm ış ve bu yüzden de y e r yer, za m a n z a m an yozlaşm ış biçim ler almıştır. X I I . yüzyılın so n larıyla X I I I . yüzyılın başlarında ilk tarikat şeklinde teşkilâtlan m alarını orta ya koyan K alen d erîlik, İran ve S ûriye’de Cavlakîlik ve Haydarîlik ad ıyla belirli teşekküllere dönüşmüştür. O r ­ ta D o ğ u ’ d a Ş eyh C e m â lü ’d -D în-i Sâvi önderliğinde tarih sahne­ sine çıkan teşkilâtlı K a le n d e rîliğin ilk örneği olan C av la k ü iği, İran ’ da Ş eyh K u t b u ’ d -D în H a yd a r tarafından kurulan H a yd arîlik ta­


23*

O S M A N L I İM P A R A T O R L U Ğ U M D A

kip etti. Cavlakilik O rta D oğu’da ve bu arada A nadolu’da yayı­ lırken, bir yandan da H avdarilik hem Anadolu, hem de O rta As­ ya ve Hindistan istikametinde genişledi. Böylece Kalenderîlik, mer­ kezi olan İran’dan hareketle doğu ve batı kolu olmak üzere iki ana yönde gelişti. Kalenderîliğin Sûriyc vc özellikle İran üzerinden Anadolu’ ya giren baü kollan, burada yeni yapılanm alar kazanmış ve X III. yüzyıldan itibaren bir takım dini-sosyal hareketlerin oluşmasında temel zümre görevini yapmışlardır. Bunjara iki tipik örnek olarak biri X I I I . yüzyılda Babai hareketini, diğeri de X V . yüzyılda^ Ru­ meli'de ve A nadolu’da Şeyh Bedru'd-Din isyanını göstermek mümkündür. Babai hareketinin dayandığı ana zümre olan Kalenderi­ lik, X I V . yüzyıl başlarından itibaren Rum Abdalları ( Abdâlân-ı Rûm) adıyla O s m a n h B e ğ liğ i’nin teşekkülünde diğer tasavvufi teşekkül­ ler içinde birinci derecede yer almak sûretiyle cidden önemli ve kendi tarihi gelişimi içinde de başka Jjrneği bulunm ayan bir rol oynadı. Özellikle X I V . ve X V . yüzyıllardaki Anadolu ve Rumeli fetihlerinde K alenderiler’in -Rum Abdalı, Torlak, Işık v b .- yeni isimler altında hatırı sayılır katkıları bulunduğu da görülmektedir. Bütün bunlara rağmen, gerek o devirlerdeki kamu _oyu, ge­ rekse yönetim çevrilerinde, tuhaf kılık kıyafetleri, değişik inanç vc hayat tarzları y üzünden K alenderiler’in hep marjinal bir zümre ol­ maktan kurtulamadıkları müşahede edilmektedir. Bu^ yüzdendir ki, yukarda da işaret olunduğu üzere, gerek A n adolu Selçukluları, ge­ rekse Osm anlılar zamamnda merkezi yönetime karşı girişilen çoğu hareketlerde K alenderi zümrelerini görmek bizi şaşırtmıyor. Kalenderîliğin tasavvuf tarihi açısından da A nadolu’da önem­ li sonuçlar doğurduğu gözlenmektedir. Şems-i T eb rîzi vâsıtasıyla Melânâ’ nın tasavvuf sistemini estetik ve cezbe yönünden yeni unsurlar­ la zenginleştiren K alenderi felsefe, M evleviliğin teşekkülünden sonra da bu etkisini derinleştirmiştir. D ivâne M ehmed Çelebi ile kendisini iyice gösteren bu etki, M evlevilik’ten Şemsilik gibi tam am ivle Kalenderı hüviyete bürünen bir kolun_ türem esine önavak jîlm uştur. Fakat K alenderîliğin A n adolu’da doğurduğu en büvük ve en önemli sonuç bizce, Bektaşilik gibi, heterodoks'halk tasavvufunun en renkli ve en popüler tarikatının doluşunu hazırlamasıdır. Bugüne kadar müstakil bir tarikat olarak \ V . yüzyılda teşekkül ettiğini kabul­


M ARJİNAL

S L F Î L tK :

K A L E N D E R ÎL E R

lendiğimiz bu tarikatın, aslında Kalcnderiliğin içinden geliştiği bu ­ gün çok açık bir şekilde ortava çıkmıştır. Kısaca, yukardan beri sayılan şu sonuçlar itibariyle bir genel değerlendirme yapılacak olursa, Kalenderîliğin Türkiye tarihinde hem d in i-tasaw ufi açıdan, hem de sosyal ve"~küTtürcI, hattâ folk­ lorik açılardan^derin izler bırakan bir tasavvuf akımı vc mektebi ol­ du ğunu_swlem ek icap eder. A hm cd-i Yesevi’den başlıyarak, T ü ık halk sûfiliğinin Bektaşilik’le son bulan bütün bir tarihini Kalendcriliği anlamadan açıklam ak, anlamak ve anlatmak mümkün değildir. Bu alanda T ü rkiye’de yapılan yanlışlar, bu meselenin hesaba ka­ tılmamasından kaynaklanm aktadır.


B ÎB L ÎY O Ğ R A FY A

A) A R Ş lV B E L G E L E R İ : 1 . Yayınlanmamış belgeler : Başbakanlık O sm anlı Arşivi, 3 Numaralı Mühimme Defteri, (1558-1560) Başbakanlık O sm anlı A rşivi, j Numaralı Mühimme Defteri, (1564) Başbakanlık O sm anlı A rşivi, 22 Numaralı Mühimme Defteri, (1573) Başbakanlık O sm anlı Arşivi, 36 Numaralı Mühimme Defteri, (1578-1579) Başbakanlık O sm anlı Arşivi, 112 Numaralı Sultanönü Sancağı Tahrir Defteri, 2. Yayınlanmış belgeler: Ahmed R efik, “ O sm anlı devrinde R âfızîlik ve B ektâşîlik” , D E F M , I X ; 2 (1932), ss. 31-59. B) Y A Z M A E S E R L E R : Anonim : Tevârîh-i  l-i Osman, İÜ . K tp , ty. nr. 2438. Aynî, Bedru’d -D în : İkdü’ l-Cümân f î Târih?i E hli’z-^aman, B ayczıt G enel K tp ., V eliyü d d in Ef. nr. 2392, 20. cilt. Aziz M ahm ud H ü d â yî: Tezâkir-i Hüdâyî, Süleym aniye (Fatih) K tp ., nr. 2572. Baba T âh ir-i U ry â n : el-Fütûhâtu r-Rabbâniyye f î M ezci’l-İşârâti’lHemedâniyye, Bibi. N at. de Paris, E. Blochet, ay. nr. 1903. Baldırzâde M eh m ed: Ravza-i Evliya, Süleym aniye (H acı M ahm ud) K tp . nr. 4560 Birzâlî, A lem u ’d -D în : Tarîh, T op kap ı Sarayı M üzesi (III. M urad) K tp ., 2. cilt, nr. 2951. Cenâbî, M ustafa: el-Aylemu’z-Zâhir• Süleym aniye (Ayasofya) K tp ., nr. 3033. Ebu’l-H ayr-i R û m î: Saltıknâme, T op kap ı Sarayı M üzesi (III. Ahm ed) K tp ., nr. 1612. Enîsî, Seyyid H üseyin: Kalendemâme, Süleym aniye (Ayasofya) K tp ., 2032 num aralı m ecm ua içinde. Esîrî : Velâyetnâme-i Sultan Şucâu’ d-Dîn, O rhan K öprü lü özel K ü tü p ­ hanesi.


236

O S M A N L I Î M P A R A T O R L U C U ’NDA

Evhadü’d-Dîn-i K irm ân î: Mısbâhu’ l-Evrâh, İstanbul A tatü rk Ktp., M uallim Cevdet yazm aları, nr. K/318. Evrâd-ı Mevleviyye ve Bektâşiyye: A. Yaşar O ca k özel kütüphanesi. Fahru’d-Dîn-i Irakî: Lemeât, Süleym aniyc (Şehit A li Paşa) Ktp., nr. 2703. Fakîrî : Risâle-i Târifât, İÜ . K tp ., ty. nr. 2051. G aybî : Sohbetnâme, Süleym aniyc (Hacı M ahm ud) K tp ., nr. 3137. Hâce Abdullah-ı Ensârî: Risâle-i Kalendernâme, Süleym aniye (Şehit Ali Paşa), K tp ., nr. 1383. Harirîzâde K cm âlu’d-D în: Tibyânu Vesâiti'l-Hakayık f î Beyâni Selâsili't-Tarâik, Süleymaniye (Fatih) K tp ., nr. 430-432. III. cilt. H ulvî, Şeyh M ahm ud: Lemezât, A Ü . D il ve T arih -C o ğrafya Fak. (İsmail Saib) K tp., kısım: I, nr. 722. İbn Tağribirdî : el-Menhelu’s-Sâfî, Topkapı Sarayı M üzesi (III. Ahmed) K tp ., nr. 3118. İdrîs-i Bidlisî: Heşt Bihişt, İÜ . K tp ., fy. nr. 225, 1. cilt. K adı Ahmed N igidî: el-Veledu’j-Şefîk, Süleym aniye (Ayasofya), Ktp., nr. 4519. Kâşânî, Abdullah b. A li: Târîhu Olcaytu Sultân Hudâbende, Süleyma­ niye (Ayasofya) K tp ., nr. 3019. K üçük A bdal: Velâyetnâme-i Otman Baba, A nkara A dn an Ö tüken Halk Kütüphanesi, nr. 643. Menâkıb-ı Baba Kaygusuz: Abdurrahm an G üzel Ö zel Kütüphanesi. M evlânâ İsâ : Câmiu>l-Meknûnât, İÜ . K tp ., İbn u ’l-E m in M .K . yazm a­ ları, nr. 3263. M üneccim başı: Câmiu’d-Düvel, Nuruosm aniye K tp ., 1. cilt, nr. 3171. Safedî, İbn A ybek: Târîhu A ’y âni’l-Asr ve A ’ vâni’n-Nasr, Süleymani­ ye (Ayasofya) K tp ., 2. cilt, nr. 2970. Sâmi M irzâ : Tuhfe-i Sâmî, Süleym aniye (Ayasofya) K tp ., 4248 nu­ m aralı mecmua içinde. Şeyh M u h yi’d-D în : Dîvan-ı Şeyh Muhyi’d-Dîn Çelebi, İ Ü . K tp ., ty. 9 4 95 V â h id î : Menâkıb-ı Hâce-i Cihan ve Netîce-i Cân, Bibi. N at. de Paris, Suppl. turc. nr. 1558. Velâyetnâme-i Abdal Musa : Bedri N oyan özel K ütüphanesi. Velâyetnâme-i Seyyid A li Sultan: A nkara A dn an Ö tüken H alk Ktp-, nr. 1189.


M A R JÎN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

237

Yazıcızâde A li: Selçuknâme, T opkap ı Sarayı M üzesi (R evan ) K t p ., nr. 1390. C) B A S IL I K A Y N A K L A R : Ahmecl E flâkî : Manakib al-Ârifîn, nşr. Tahsin Y a zıcı, A n kara 1959­ 1961, II cilt.  lî, Gelibolulu M ustafa: Kunhu'l-Ahbâr, 5. cilt, İstanbul 1285. Anonim : Tevârîh-i  l-i Selçuk, nşr. ve çev. F. N â fiz U zlu k , A n k ara 1952. Âşık Çelebi : MeşâinCş-Şuarâ, faks. nşr. M ercdith-Ovvens, L ondon 1971 Âşıkpaşazâde : Âşıkpaşazâde Tarihi, nşr.  lî Beğ, İstanbul 1332. Ayvansarâyî, Hafız Hüseyin: liadîkatu'l-Cevâmi’ , İstanbul 1281, II cilt. Baba Tâhir-i U ryân : el-Kelimâtu'l-Kısâr, Armağan M ecm uası, sayı: 8, sene : 1306 hş. Barbaro : Travels to Tana and Persia, London 1873. Baudier, M ichel : Histoire Generale de la Religion des Turcs, Paris 1625. Bursalı M . T ah ir : Osmanlı Müellifleri, 1. cilt, İstanbul 1333. Buyruk : nşr. Sefer Aytekin, A n kara 1956. Gâhız : Kitabu’ l-Hayavân, nşr. H ârun, 4. cilt. K a h ire 1323, Cantacasin, T h. Spandouyn: Petit Traite de VOrigine des Turcs, nşr. Ch. Schefer, Paris 1896. Chalcocondyle: Histoire des Turcs, Paris 1650. Celâlzâde M ustafa: Tabakâtu’ l-Memâlik ve Derecâtu l-Mesâlik, faks. nşr. Petra K appert, VViesbaden 1981. Derviş Burhan: Velâyetnâme-i Hacım Sultan (Das Vilâyet-nâme des Hadschim Sultan), nşr. R u d o lf T schudi, Berlin 1914. Dcvletşah : Devletşah Tezkiresi, çev. N ecati L u g a l, İstan bul 1977. Dukas : Bizans Tarihi, çev. V I . M irm iroğlu, İstanbul 1956. Elvan Çelebi : Menâkıbu'l-Kudsiyye f î Menâsıbi'l-Ünsiyye, nşr. İsm ail E. Erünsal-A. Y aşar O cak, İstanbul 1984. Ensârî-i Herevî : Tabakdt-ı Sûfiyye, nşr. A . H a b îb î, K â b u l Esad Efendi: Üss-i Zafer, İstanbul 1241.

1962.

Evliyâ Çelebi : Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, İstanbul I 3 i4 - X . cilt. Fahru’d-Dîn-i Irakî: Külliyât-ı Şeyh Fahru’ d-Dîn İbrahim-i Hemedûnî mütehallıs be-Irâkî, nşr. Said N efîsî, T a h ra n .


238

O S M A N L I İ M P A R A T O R L U Ğ U ’N D A

A ttâ r: Tadhkiratu’l-Avuliyâ, nşr. R . A . Nicholson, London 1905, I I cilt. H âfiz : Hafız Divanı, çev. A . G ölp ın arlı, İstan bu l 1968, 2. bs. H alil b. İsm ail : Menâkıb-ı Şeyh Bedreddin, nşr. I. S u n gu rb e y -A . Gölprnarlı, İstan bu l 1967. H a tîb -i F ârisî: Menâkib-i Cemâl al-Dîn-i Sâvî, nşr. T ah sin Yazıcı, A n k ara 1972. H a y â lı Beğ : Hayâli Beğ Divanı, nşr. A li N . T a r la n , İstan bu l 1945. H a y retî : Divan, nşr. M eh m ed Ç a v u şo ğ lu -M . A li T a n y e r i, İstanbul F e r îd u ’ d - D î n - i

1981. H elâk î : Divan, nşr. M eh m ed Ç avuşoğlu, İstan b u l 1982. H idâyet, A lişîr R ıza k u lih a n : Riyâzu’ l-Arifin, T a h ra n 1305 hş. ------------ : Mecmau’l-Fusahâ, 2. cilt, T a h ra n 1339 hş. H o ca S âd u ’d-D în : Tâcu’t-Tevârîh, İstan bu l 1279, H H ocazâd e A . H ilm i : Hadikaiü’ l-Evliyâ, Silsile-i Kadiriye ve Çiştîye, İstanbul 1318. H u cv irî : Keşfu’l-Mahcûb, (H akikat B ilgisi), çev. S ü ley m a n U ludağ, İstanbul 1982. İb n Battuta : Les Voyages d ’ibn Batoutah, nşr. ve fr. çev. C . Defr£m£ryB. R . San guinetti, Paris 1874-1879, V cilt, ib n H acer el-A skalânî : ed-Dureru'l-Kâmine f i A'yânVl-MietVs-Sâmine, H a y d a ra b a d 1340, I I cilt, ib n K e m a l : Tevârîh-i  l-i Osman, nşr, Ş erafettin T u ra n , A nkara, I. cilt 19 71, 2. c ilt 1983. Ib n u ’l-F u ve tî : el-Havâdisu’ l-Câmia, nşr. M u h a m m e d C e v a d , Bağdacl 1951, 2. bs. İsm ail B elîğ : Güideste-i Riyâz-ı îrfan, B ursa 1302. K a sım Ferişteh : Tarîh-i Firişteh yâ Gülşen-i Îbrahimî, L u c k n o w 1381. K â t ip Ç eleb i : Kitab-ı Cihannümâ, İsta n b u l 114 5 . ------------ : K e ş f el-Zunûn, nşr. R . B ilge-Ş. Y a ltk a y a , İsta n b u l 1971, I I. cilt, 2. bs. K a y g u s u z A b d a l : Dilgüşâ, nşr. A b d u r ra h m a n G ü ze l, A n k a r a 1987. ------------ : Saraynâme, nşr. A . G ü ze l, A n k a r a 1989. K a z v în î, H a m d u lla h -ı M ü ste v fî : Târih-i Güzide, nşr. E .G . Browne, L eid en 1910. ------------ : JVuzhat al-Qulub, in g. çev. G u y le S tra n g e, L e id en 1919K a z v în î, Z e k e riy y â M u h a m m e d : Âsâru l-Bilâd, nşr. F . W üstenfcld, G öttin g cn 1848.


M A R JİN A L

SÛ F ÎL ÎK :

K A L E N D E R ÎL E R

239

Kınalızâde H aşan Ç eleb i : Tezkiretü’ş-Şuarâ, nşr. İbrahim K u tlu k, A n k ara 1979-1981, II. cilt. Klaviyo : Kadimden Semerkand'a Seyahat, çev. ö . R ıza D oğrul, İstan­ bul 1975. Kuşeyrî, A b d u ’l-K e r îm : Kuşeyrî Risalesi, çev. S. U lud ağ, İstanbul 1978, 1. bs. Lâmiî Ç elebi : Tercüme-i Nefehâtu'l-Üns, İstanbul 1270. Lâtîfî : Tezkire-i L â tîfî, İstanbul 1314. Lûtfî Paşa : Tevârîh-i  l-i Osman, nşr.  lî Beğ, İstanbul 1341. Makalât-ı Şems-i Tebrîzî : çev. O . N uri Gencosman, İstanbul 1974­ 1975, I I. cilt. M akrîzî : Kitâbu'l-Hıtat ve'l-Mevâız ve'l-Vtibâr, Bulak 1270, II cilt. ----------- : Kitâbu s-Sülûk li-M a’rifeti Düveli'l-Mülûk, nşr. M . Ziyâde, 1. cilt, K a h ire 1936. Mecdî : Terceme-i Şakayıku'n-Nu'mâniyye, İstanbul 1269. Menâkıb-ı Evhadü'd-Dîn-i Kirmânî : nşr. B edîuzzem an Firuzanfer, T a h ra n 1346 hş. Menavino, A n to n io : I Costumi et la Vita Turchi, F iorenza 1551. Mevlânâ C e lâ lu 5d -D în -i R û m î : Mesnevî, çev. V e le d Izbudak, İs­ tan bu l 1966, V I . cilt, 4. bs. ----------- : Divan-ı Kebir, çev. A . G ölpınarlı, İstanbul 1957-1960, V cilt. Muhammed b. e l-H a tîb : Fustâtu’ l-Adâle f î KavâidVs-Saltana, nşr. O sm an T u ra n , (Fuad Köprülü Armağanı, İstanbul 1953, ss- 553-564 arası). Muhammed M âsûm -i Ş îra z î: TarâikuH-Hakayık, nşr. M . Cafer M ahcûb, T a h ra n (tarihsiz), I I I cilt. M uînu’d -D în-i E sfirâzî : Ravzatu l-Cennât f î Evsâfı Medîneti Herât, nşr. S. M uh am m ed K â zım , T ah ran 1338 hs. M üneccimbaşı : Sahâifu'l-Ahbar, 3. cilt, İstanbul 1289. Nergisî : Nihalistân-ı İrem, Bulak 1255. Neşrî : Kitâb-ı Cihannümâ, nşr. F ranz Taeschner, L eip zig 1951-1955, I I cilt. ’ Nevâyî, A li Ş îr : Nesâyimu'l-Mahabbe, nşr. K em al Eraslan, İstanbul 1979 . Nev’ îzâde A tâ y î : £eyl-i Şakayık, İstanbul 1268, I I cilt. Nicolay, N icolas de: Navigation et P&regrination, Paris 1527. Nişancı M eh m ed Pasa : Tarîh-i Nişancı, İstanbul 1290.


OSM ANM

İ M P A R A T O K L U C U ’N D a

O lıssoıı, M ou racljca ci* ; 'iablenn (Itntral de l ’ Empire Otlaman, Paris 1787-1820, III C ilt. O r u ç Br#: Oruç Beğ Tarihi ( Tevârîh-i  l-i Osman), nşr. I’ranz Bubinger, H an n o ver 1<)25. P rç e v î İbrahim : Tarîh-i l'eçevi, İstanbul 12H3, II cilt. P cd ro : Kanûnî Devrinde İstanbul, çev. Kuad C a rım , İstanbul 1964. R ftv rn d f: Râhatu's-Sudûr ve ÂyetiCs-Siirûr, çev. A h m rd A teş, A nkara 1957, II cilt. R ic a n ı, Paul : Elal Prisenl de V Empire Otlaman, Paris 19(10. SAelî : Bostan, çev. H ikm et ila y d ın , İstanbul 1967, 2. bs. --------- — : Gülistan, Ç e v . 11. İlayd ın , İstanbul 1963, 2. bs. S e h î : Tezkire-i Sehî ( I/eft B ih işt), nşr. G ü ııa y K u t, H a rv ard Un. Press 1978. S cln ve ige r, S alo n u m : Conslantinopel, N u rııb erg 1539S ip eh sâ lâr, F e rîd û ıı b. A lıın c d : Menâkıb-ı Sipehsâlâr (M c ııâ k ıb -ı M cvlârıâ. C e lâ lu ’d -D in -i R û m î), çev. A lıın cd A v n i, İstanbul 1331. S o la k z â d c : Tarîh-i Solakzâde, İstanbul 129H. S u lta n V e le d : Ibtidânâme, çev. A . G ö lp ın a rlı, A n k a r a 1976. S ıılırc v c rd f,

Ş ih A bu ’d - D îıı:

Avârifu'l-M aârif,

(Ih yâ u

U lû m i’d-D în

kenarı), B u lak 1289, II cilt. S ü le m î: Tabakâtu's-Sûfiyye, nşr. N . Ş erîb c , K a h ire 1969, 2. bs. Ş a h İsm ail H a tA y î: II Canzoniere di Şah İsmail Ilatâyî, nşr. T ou rklıaıı G a n d jc i, N a p o li 1959. -------------: Şah İsmail llâtâyî Divanı, nşr. S. N ü zlıc t E rgu n , İstanbul 19 6 1. Ş n ’ rû n t: Tabakâtu'l-Kübrâ, K a h ir e 1365, II cilt. T â c iz â d c : Tâcizâde Sâdî Çelebi Münşeâtı, nşr. N .

L u g a l-A d n a n S.

E rzi, Jstan bu l 1956. U z u n E irclevsl : M enâkib-i Hünkâr Hacı lhktaş-ı Velî, (V ilâ y e tn â m e ), nşr.

A.

G ö lp ın a r lı,

İsta n b u l

1958.

V ir a n ! : Viranî Divanı, nşr. M . H alici B ayrı, İstan bu l 1959.

Y a h ya B eg: Divan, nşr. M . Çavuşoftlu, İstanb ul 1977. Z iy â u ’d - D în

B â rû n î:

Târth-i Eiruzşâhî, C a lc u ta

1862.

D ) K İT A P L A R : A ksoy,

Ö m er II

A rslan b ay,

 sim :

Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü,

bs. M u lıid d iıı: Seyyid Battal Gazi'nin

A n kara

19B4,

c ilt, 4.

Eskişehir 1953.

Hayatı ve Menkıbeleri,


M A R J İN A L

S Û F ÎL İK :

K A L E N D E R ÎL E R

*4

Atalay, Besim : Bektaşîlik ve Edebiyatı, İstanbul 1341. Barcau, A n d rö : Les Religions de Vlnde III: Bouddhisme, Jaînisme et Religions Archaüjues, Paris 1966. B cdîuzzcm an F iru za n fcr: Mevlânâ Celâleddin, çev. F. N â fiz U zlu k , İstan bu l 1963. B cn n in gscn -L cm crcicr-Q u clq u cjay, A .-C H .: Sûfî ve Komiser: Rus­ ya'da İslâm Tarikatları, çev. O . T ürer, İstanbul 1988. Rrovvne, E. G .: A Literary History o f Persia, London 1905, I V cilt. Coşan, Esat : Hacı Bektaş-ı Velî, Makâlât, İstanbul 1986. D ahiliye V e k â le ti: Köylerimiz, A n kara 1933. Dânişmcnd, t. H â m i: izahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, 3. cilt, İstan ­ bul 19 7 1, 2. bs. Doğrul, Ö . R ız a : İslâm Tarihinde ilk Melâmct, İstan bu l 1950. Kİ iade, M irc e a : Le Chamanisme et les Techniques ArchaUjues de l'Extase, Paris 1974., 2. bs. Ergin, O . N u ri: Türk Şehirlerinde İmâret Sistemi, İstan bu l 1939. Ergun, S. N ü z h c t: Bektaşî Şâirleri, İstanbul 1930. ----------- : Bektaşî Şâirleri ve Nefesleri, İstanbul 1955. Faroqhi, S u ra iy a : Der Bektaschi-Orden in Anatolien, YVicn G lıaffary, N .: Les Soufis de Viran, Paris (tarihsiz).

1981.

Gibb, E. J . W .: A History o f Ottoman Poetry, 3. cild, L on don 1904. G oldzihcr, I g n a z : Le Dogme et la Loi de Vİslam, fr. çev. F e lix A rin , Gökçen,

Paris 1958. İb ra h im : Manisa

!950G ölpınarlı, A b d ü lb a k i:

Tarihinde Vakıflar ve Hayırlar, İstanbul

Melâmilik ve Melâmiler, İstanbul

------------: Mevlânâ'dan Sonra Mevlevîlik,

İstanbul

1931.

1953.

------------: Mevlânâ Celâleddin, İstanbul 1959. ------------: Tunus Emre ve Tasavvuf, İstanbul 1961. ------------: Alevi-Bektaşi Nefesleri, İstanbul ------------- 100 Soruda

1963.

Türkiye'de Mezhepler ve Tarikatlar,

1969­ ------------- Hurûfilik Metinlen Kataloğu, A n kara

İstanbul

1973.

: Tasavvuftan Dilim ize Geçen Deyimler ve Atasözleri, İstanbul

,

.

,977>

.

G ıam liclı, R ic h a r d : D i e Schiitischen Denuischorden Persien, \Vicsbadcn,

F. ,6


OSM ANLI

İ M P A R A T O R U J ftU 'N D A

G renard , Fern an d: Le Turktstan et le T ib et: La limite A sie: 2, Paris 1898. G ü zel, A b d u rra h m a n : Kaygusuz Abdal, A n kara 1981. ------------ : Kaygusuz Abdal'ın Mensur Eserleri, A n kara 1983. H asluck, F. W .: Bektaşîlik Ted kikler i, çev. R agıp Hıılfisi, İstanbul 1928. ------------: Christianity and İslam Under The Sultans, O xford 1929, II cilt. ’ ' ‘ H üseyin Hüsftmcddin : Amasya Tarihi, 2. cilt, İstanbul 1329-1332. İnan A bd ü lkad ir : Tarihte ve Bugün Şamanizm, A n k a ra 1972, 2. bs. K atcsoğlu, İbrahim : Ilarezmşahlar Tarihi, A n k a ıa 1966. Kissling, H. Jochirn: Sultan Bajezid's II. Beziehungen Z" Markgraj Francesco II. von Gonzago, M ün chen 19(15. K o ııyalı, 1. H akkı: Abideleri ve Kitâbeleri ile Niğde, Aksaray Tarihi, 2. cilt, İstanbul 1974. K ö p rü lü , Fııad: Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, A n kara 196li, 2. bs. ------------: Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1980, 2. bs. ------------: Osmanlı İmparatorluğu tıun Kuruluşu, A n k ara 1972, 2. bs. ------------: Edebiyat Araştırmaları, A n kara 1966, 1. bs. K ü p rü lüzû dc M . F u ad : Influence du Chamanisme Turco-Mongol sur les Ordres Mystiques Musulmans, İstanbul 1929 K ü rk çü o ğlu , K . E d ip : Nesîmî Divanından Seçmeler, İstanbul 1973M assignon, Loııis: Essai sur le Lexique Technique de la Mystique Musulmane, Paris 1968, 2. bs. M d ik o ff, ir in e : Abu Müslim, le Porte-hache du Khorassan, Paris 1962. N akostccn, M a h d i: The Rubaiyyat o f Baba Tahir Oryan o f flamadan, B oulder, C olo rado 1967. N urbakhsh, J a v a d : Masters o f the Patlı: A History o f the Masters oj the Nimetullahi Sıtfi Order, Nevv Y o rk 1980. O c a k , A . Y a şa r: Bektaşi Menâkıbnâmelerinde Islâm Öncesi İnanç Mo­ tifleri, İstanbul 1983. ------------ : La Revolte de Baba Resul ou la Formation de V Il(tfrodoxit Musulmane en Anatolie au X I ile Siicle, A n k ara 1989. ö z t d l i , C a h it: Bektaşi Gülleri, İstanbul 1973. . Poıırjavady-YVilson, N asrollah-P ctcr L . : The History and Poctry oj Rubcn,

the Nimetullahi Sııfi Order, T a h ra n 1978. VValter: Buddhizm 'Tarihi, çev. A b id in İtil,

A n kara

I9 İ7 -


M A R JİN A L

S O F ÎL İK :

K A I.K N D K R Î1.KR

Rıııuim an, Sloven : Le Manich/isme MSdtival, Paris 1949. Samaneıgil, K em a l: Alevi Şiirleri Antolojisi, İstanbul 194li. Şapolyo, l1'.. Behnaıı: Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, İstanbul 1964. Jjiikrü: Seyyid Hattal (>azi, İstanbul 1334. Taııyıı, H ikm et: Ankara ve Çevresinde Adak ve Adak Terleri, A n kara ıç)(İ7. Togan, A. '/.eki V e lid i: Umûmi Türk Tarihine Çiriş, İstanbul 197», 2. bs. Tıim ingham , S pencer: The SuJ'i Orders in Islâm, ()x fo ıd 1971. Turan, O sm an: Doğu Anadolu Tiirk Devletleri Tarihi, İstanbul 1973. Tiirkay, C evd e t: Osmanlı İmparatorluğu'nda Oymaklar, Aşiretler ve Cemaatler, İstanbul 1979. Türkçe Sözlük, T D K , A n kara 1988, 2. bs. Uzımçarşılı, I. H akkı: Osmanlı Tarihi, 1. cilt, A nkara 1972, 3. bs. YVidnıgren, G oo: Les Religions de l'Iraıı, Paris 19<>B. YVııl/.inger, K a ri: Drei Bektaschi-Klöster Phrigiens, Berlin 1913. Türkiye'de Vakıf Abideler ve Eski Eserler, V akıflar G enci M d. Iilğü, 4. cilt, A n kara 198(5. Ymdımcı, lllıa ıı: Hursa Evliyâları, İstanbul 197O. K) M A K A L E L E R : ‘ Alııned, M uham m ed T a g i: “ W ho is a Q alan dar?” , J I H , 33 (1955). Ahmed R efik : “ O sm anlı devrinde Rafızîlik ve Bektaşîlik” , D E F M , I X ; a (1932)Akçay, Ilhan: “ A b d al M usa Tekkesi” , VII. Türk Tarih Kongresi B il­ dirileri, 2. cilt, A nkara 1972. Algar, H am id ; “ Barak Baba” , Elr. Babingcr, E ranz: “ K a len d er” , E l 1. ---------- =: “ Kalenderi" , E l 1. Hacqıu5-G ram m ont, J . - L . : “ Un rapport in^dit sur la r^voltc anatolienne de 1527” , SI, L X II (1988). Baha S a id : “ Hcktaşiler: Balım Sultan Erkânı” , T Y , 28 (1927). Barkan, Ö . L fltfî: “ İstilâ devrinin koloni/atör T ürk dervişleri vc /âviyeler” , VD, 11 (1942). Bausani, A .: “ 1luı uıfîya” , E l 2. Beldieeanıı, Ir^ııe: “ L a V ita de Seyyid Ali Sultan et la conquotc do la T h râ ee par les T u irs” , Proceedings ofthe XXVI I th International Congress o f Orientalists, (Aıın Arbor 19(17), VVicsbadcn 19 7 1 •


*44

O S M A N L I İ M P A R A T O R L U Ğ U ’NDA

D ig b y, Sim on : “ Q a lan d a rs and related groups” , İslam in Asia, nşr. Y o h a n a n F riedm ann, B ou lder-C olorad o 1984. D iriö z, A . H a y d a r: “ K u tb u ’l-A le v i’ nin Barak B aba Risâlesi şerhi” , T M , I X (1946-51). Elsin, E m el: “ Les derviş h£t£rodoxes turcs d ’Asie cen trale” , Turcica, X V I I (1985). F aroq h i. S u ra iy a: “ T h e tekke o f H acı Bektaş” , IJ M E S , V I I (1976). G ölp ın arlı, A b d ü lb a k i: “ H a y d a rîlik ” , TA . ------------ : “ K a len d eriy y e ” , T A . ------------ : “ Fadl A lla h H u rû fi” , E l 2. G ö y ü n ç, N ejat: “ K a len d erh â n e C a m ii” , T D , 34 (1983-1984). H a b ib , M uh am m ed: “ Chishti m ystic records o f the D elhi sultanat p eriod” , MIQ_, I ; 2 (1950). H artm an n . R ich a rd : “ S ü le m î’nin R isâletu ’l-M e lâ m e tiyy e ’si” , D EFM , I H ; 2 (134°)H ilm i Z iy a : “ A n ad olu tarihinde d in i ru h iyat m üşahedeleri: Geyikli B aba” , Mihrab, sayı: 13-14, sene: 1340. ------------ : “ A n ad o lu Im ber,

tarihinde d in î

rû hiyat m ü şâh edeleri: Barak

B ab a ” , Mihrab, s a p : 13-14, sene: 1340. C o lin : “ VVandering dervishes” , Proceedings o f the EasUm Mediterranean Seminar, (1977-1978), U n iv. o f Manchester, M an chester 1980.

J o n g , Frederick de: “ T h e takiya o f A b d A lla h a l-M ag h a w iri (Qayghusuz Sultan) in C a iro ” , Turcica, X I I I (1981). K o ca tü rk . Sâdetrin : “ K a len d eriy ye tarikatı ve H a tib i F ârisi’nin Kale n d e m âm e ’si” , tran Şehinşahltğı'nın 2500. Kuruluş Yıldö­ nümüne Armağan, İstanbul 1971. ------------ : “ İ ra n ’d a İslâm iyet’ ten sonraki fik ir akım ların a toplu b ir bakış ve K a len d eriy y e tarikatı ile ilg ili bir risâle” , A Ü D T C F D , X V I I I , 3-4 ' (19 7 1). K ö b a c h , M ar kus : “ V o m A sketen zum G luben sköm pfer : Geyiklü B a b a ” , O A ., I I I (1982). K ö p rü lü , F u a d : “ A b d a l” , T H E A . ------------ : “ A b d a l M u r a d ” , T H E A . ------------ : “ A b d a l M u sa ” , T H E A . ------------ : “ A b d a l M u sa ” , T K , sayı: 124, şubat 1973. ------------- : “ M ısır’da Bektaşilik” , T M , IV (1939)-


M A R J İN A L

S Û F lL Î K :

K A L E N D E R ÎL E R

*♦5

Köprülü, O rh a n : “ V ilâyetn âm e-i Sultan Şucâu’d-D in ” , T M , X V I I ( I 9 7 2 )K öprülüzâde M . F uad: “ A nadolu’da İslâmiyet” , D E F M , 4 (1338). ----------- : “ Bektaşîliğin menşe’leri” , T l', sayı: 7, sene: 1341. Kreiser, K la u s: “ D eniz A bdal-Ein Denvish unter Drei S ultanen” , IV ^ K M , (Festschrift Andreas Tietze), 76 (1986). Massignon, Louis: “ H a ririy a ” , E l 1,2. Menzel, T h . : “ D as bektasi-Klöster Sejjid-i G h âzi” , M SO S, X X V I I I ; 2 (1925)Minorsky, V .: “ A h l-i H akk” , E h . ----------- : “ B aba T ah ir-i Ü ryan ” , E l 1,2 . Nicholson, R .A .: “ A b û S a‘id” , E l 1,2. Ocak, A . Y a şa r: “ K a len d erîler ve Bektaşilik” , İÜ . E d ebiyat F akü lte­ si, Doğumunun 100. yılında Atatürk'e Armağan, İstanbul 1981. ----------- : “ Q u elq u es remarques sur le röle des derviches kalenderis dans les mouvements p opu laires.. OA, III . (1982). ----------- : la

“ R em arqu es sur le röle des derviches kalenderis dans form ation de l’Ordre bektachi” , Table Ronde Inter­

nationale sur rOrdre des Bektachis et les Groupes se Reclamant de Hadji Bektach, Strasbourg, 30 Juin-2 Juil. 1986, (baskıda). ----------- : “ K alen d eris dervishes and Ottom an adm inistradon from the fourteenth to the sixteenth centuries” , Saint and Sainthood in İslam, (International Conference, 3-5 A p ril 1987). B erkeley-C alifom ia, (baskıda). ------------ : “ B arak B aba” , TD V ÎA . Ritter, H elm u th : “ Şams-i T a b rizi” , E l 1. ----------- : “ D ja m i” , E l 2. Rossi, E ttore: “ T o rla k ” , T D A T (Belleten), A nkara 1965. Ruben, W a lter: “ Buddhist vakıfları hakkında” , VD, II (1942). Sohrweide, H a n n a : “ D er Sieg der Safaviden in P e r s ie n ...” , Der İslam, 41 T ekindağ,

(1965).

Ş eh ab ed din :

“ Teke-eli

ve

Teke-oğullan ” ,

TED,

7-8

( i 9 6 7- 77 )Turan, O sm a n : Selçuklu Türkiyesi din tarihine ait bir kayn ak: F u stâtu ’l-A d âle fî K a v â id i’s-Saltana” , Fuad Köprülü Ar­ mağanı, İstanbul 1953. U ğurlu, M u sta fa : “ A b d a l M usa Zaviyesi vakıfları” , G E F D , I (1988).


246

O S M A N L I İM P A R A T O R L U Ğ U M D A

Y a z ıc ı, T a h sin : “ K a lc n d c rlc r’ c dair yeni Armağanı, A n k a ra 1968. ------------ : “ K a la n d a r ” , E l 2.

bir eser” , Necati Lugal

------------ : “ K a la n d a riy y a ” , E l 2. Z iy â cd d in F a h ri: “ B ara k B ab a risâlesi” , Hayat, sayı: y ıl:

1927.


E K L E R


TABLO: I Cem âlu’d -D în-i S â v î’ den ünce yaşamış P R O T O -K A L E N D E R L E R Ebû A hm ed-i A b d al-i Çiştî

H crat

X I.

Y ü zy ıl

Baba T ah ir-i U ry â n

Hemedan

X I.

Y ü zy ıl

Ebû Saîd-i E b u ’ l-H ayr

H âveran

X I.

Y ü zy ıl

Baba Câfer

Hem edan

X I.

Y ü zy ıl

Baba Hcm şâ

H em edan

X I.

Y üzyıl

Mâşûk-ı T û sî

X I.

Y ü zy ıl

Emîr A li A bû

X I.

Y ü zy ıl

Derviş-i  hû-pûş

X II.

Y ü zy ıl

T A B L O : II. Anadolu S elçuklu ları devrinde A n ad o lu ’ da yaşam ış DERİ Ş E Y H L E R İ

KALEN­

Ebûbckr-i N iksârî

K onya

X III.

Y ü zy ıl

Hacı M üb ârck -i H a y d a rî

K onya

X III.

Y ü zyıl

K onya

X III.

Y ü zyıl

A ybek B aba

Am asya

X III.

Y ü zyıl

Barak B aba

Tokat

X III.

Y ü zy ıl

Fahru’d-D în-i Irak î

T okat

X III.

Y ü zy ıl

X III.

Y ü z y ıl

X III.

Y ü zy ıl

Şeyh B aba-yı M eren d î (Buzağu Baba)

E vhadü’d-D în -i K irm an î Şcms-i T e b rîz î

K onya


TABLO: III X I I I - X V I I . y y .d a Islâm dünyasında K a le n d e ri züm reler K a len d eriy ye (C avlak iyye)

S ûriyc, M ısır, İran , Anadolu

H a yd ariyye

İran,

H arîriyye

Irak

H indistan,

A n adolu

C âm iy y c

Iran, A n ad o lu

N îm etu llâh iyyc

Iran,

V c fâ iy y e

Irak, Suriye, A n ad olu

A n ad olu

T A B L O : IV . X I I I . yy. A n ad o lu ’sunda T ap d u k île r B arakîler İbrah im H a cı’ lılar H acı Bektaş A b d alla rı

K a len d eri cem aatleri


TABLO: V X IV -X V .

y y .d a A n ad o lu ’da K alen d eri cem aatleri

G eyüklü C em aati U ryân Ş u câîlcr Otm an B aba A b d a lla rı Hacı Bektaş A b d a lla rı

TABLO: VI X V - X V I I . yü zyılla rd a O sm . İm p.da K alen d eri züm releri H aydarîler K alenderîler Torlaklar Işıklar Câm îler Şemsîler N îm etullâhîler

K A L E N D E R L İĞ İN BATI KOLLARI


GENEL —

A —

Ahmed-i Ycsevî 23, 24, 40, 41, 207, 223 Ahmed-i Zemcî 178

Abaka Han 68, 69 Abbas I (İran şahı), 43 Abbasî İmparatorluğu Abdal Ata, 102 Abdal Bayezid 222 Abdal bodu (köy), Abdal Hâkî 98

Ahyolu 136

11

Ahyolu Işıkları 136 Akataleptos Manastırı

Akyazılı Zâviyesi

Abdal Mehmed 87, 88, 98, 221 Abdal mezreası (köy) 222 Abdal Murad 87-89, 221 Musa

65,

87-89,

122, 148, 169, 210-212, 221.

92-95,

107,

193,

208,

186,

Rûm

196,

Alâiye 94 Alâü’d-Dîn

Halcî

Alâü’d-Dîn

Keykubad

halifesi),

(Delhi

sultanı)

I XXV,

201

bk.

Rum

Ali (Hz.) Kültü 156, 158, 159

Abdalları

A li İlâhilik (Ehl-i Hak Mezhebi)

Abdallar 134, 135

Alişah-ı Abdal-ı Irakî 45

Abdallı (köy) 222

Ali Şîr Nevâyî X X IV , 40, 41 Ali

Abdullah b. M ünâzil 13 C âm î

Şîr

Rızakulihan

Hidayet

X X IV ,

14-16,

24. 49

Almalık 52 Altınay, Ahmed Refik X X V Amasya 64, 68, 73

Adana 91

Anadolu

Âdem (Hz.) 152 Afganistan X X I V ,

Anadolu Kalenderiliği 75, 97 Anadolu Selçuklu Devleti 85,

X X IX ,

12,

58

Afrika 117

pek çok

yerde 205

Anadolu Selçukluları X X V I, X X V III, 18, 67, 68, 74, 75, 85, 103, 128,

127

Ahiyân-ı Rûm 85 Ahmed Baba 101

Ankara

Ahmet Baba Zâviyesi 196

Antalya 194, 223

130, 147, 216, 220, 232

Ahmed Beğ (Mihaloğlu)

189

196, 222

Arabistan 4

Ahmed b. Hadraveyh 13 Ahmed Eflâkî 37, 63, 64, 65, 67, 71, 76-80, 173, 179, 185, 203

Arap Işık 102 Arkalı Han 54 Arnavutluk 101, 106, 124

Ahmed Üryan Baba bk. Üryan Baba

Arslan Baba

Ahmed-i

Arslan Beyli (köy) 97, 192

50,

45-47

Allnşık (köy) 222

Abdurrahman b. Ebîbekr 37

Afyon

54 188,

189

Abdâlân-ı Rûm bk. Rum Abdalları

Abdurrahman-ı

226

197

Alevîler 99 Ali (Hz.) 47, 115, 116, 144, 156-159,

Abdal Yakub 98 Abdâlân-ı

122

Akkışla (köy) 226 Akyazılı (Otman Baba

222

Abdal Mecnun 98

Abdal

İN D E K S

Câm î-i 116

Nâm ıkî

43-45,

49,

23

Askerî (Kalenderî şâiri) 228


G E N E L İN D E K S

254 Asya X X V I I , 4. 11, 61, 178 Aşık Çelebi 128, 190, 228 İ M Çelebi Tezkiresi X X X I I Aşıkpaşazâde

X X V II,

85-87,

'93? *95< a°6' 212 Âpkpaşazâde Tarifti 73 Arârifu’l-A faârif X X IV , X X V , ,4twta

Babaî isyanı 64, 65, 86, 89, 130, ^ 205 ’ Babaîlcr 68 Babinger, Franz X X X I I Bâciyân-1 Rûm 85 Bağdad 55, 64, 77, 82, 95, 169

92,

11,

14

X X V III

Avrupa X X V I I I Avrupalı seyyahlar X X I X Avrupalılar X X I X Ayakçı Abdal Musa Sultan Postu 212 Aybeği Şeyhi bk. Aybek Baba Aybek Baba 68, 69 Aydın

Aydın oğlu Gazi Umur Beğ 93

Kalender 50 Mahmud Hüdâyî

126,

(Edirne)

ıgg

Balım Sultan 134, 186, 208, 213, 215 Balkanlar 100, 101, 102, 201 Banaz 196 Barak Baba 68, 74, 162, 177, 181, 207, 219

165,

166,

Barak el-Kırımî bk. Barak Baba Baraktyyûn bk. Barakhlar Baraklılar 71, 73, 74

131

Aynu’l-Kudât-ı Hemedânî 24 Azerbaycan 47, 61, 62, 88 Aziz Aziz

Balaban Baba Zâviyesi Balıkesir 222, 223

Barbaro (Venedik elçisi) 144 Bareau, Andre 9, 10 Barkan, Ö. Lûtfi 91, 96, 222 218

Basra zühd

Azrail 201

mektebi

13

Başbakanlık Osmanlı Arşivi 223 Batı Anadolu 223 — B—

Battal Gazi bk. Seyyid Battal Gazi Battalnâme

Baba Ali Mest-i Acemî 227, 228 Baba Bayezid 102

Baudier,

Bayezid

Baba Hoşgeldi 43

101

Bayezid-i Bistamî 4, 27, 31, 33, 147

Horasanı 64-67, 85,

185,

Baba

Bayezid Baba Zâviyesi 190

Baba Hıiseyn-i Irakî 114 90,

205,

86,

206

Baysungur (Akkoyunlu hükümdarı) 51 Bedîu’z-Zeman (Hüseyin Baykara’nın oğlu)

Baba îshak 67, 205

183

Baba Kemal-i Hocendî 76

Bedîu’z-Zeman Firuzanfer 77

Baba Safa-yi Kalender 50

Bedru’d-Dîn

Baba

San

Beğce

Baba

Siyahi-i

Pulad 43 Emrûdî

el-Aynî

(Yenice)

Bektaşî dervişleri

no

Bektaşî edebiyatı 209

Süngü

Bektaşî geleneği 64,

Baba

Tahir-i

142-145,

Üryan

5,

18-

161,

23, 165,

X X I , X X I I, 52,

62,

201,

231

87,

Babaî çevreleri 86 Babaî hareketi 69, 75,

100

Bektaşî gülbankları 209 Bektaşî kaynakları 41 Bektaşî menâkıbnâmeleri 91 Bektaşî nefesleri 212

121, 205, 232

Bektaşî

şâirleri

207

69, 72

Zâviyesi

191

Baba Sultan-ı Kalenderi 43 43

X X V I I,

Sultan

Baba

X X X I,

112,

186, 189, 213

18, 20, 21

llyas-ı

105,

Bayezid II 101, 106, 123-125, 132-135,

Baba Dilenci 43 Baba Hasan-ı Türk 43

Baba

X X V III,

117, 118, 132, 133, 176

Baba Câfer 18, 20, 21

Baba Hemşâ

187 Michel

196


G E N E L İNDEKS Bektaşi Şâirleri 226 Bektaşî Şiiri

Bünyan

209,

210

Bektaşî tekkeleri

194,

Bektaşî zaviyeleri

197

Bektaş iler 86, Bektaşilik

158,

64,

154,

226

Büyük

92,

186,

93,

Ir£ne 96

194,

57

117, 26

155 104,

172, 216

232

131

Cavlakiyye bk. Cavlakilik

172, 2 17

133 C ela l

132,

133

isyanı

Cebel-i

Kaysun

Celal-i

Dergezînî

161,

133

164,

29 32,

Nev-Müselman

15-18, 151

144,

Budin 104

25-41, 51, 62, 63, 83, 87 146,

161,

164,

165,

168,

169, 216, 231

Budist çevreler 18 Budist

efsâneleri

Budist

kültür

Cemâlü’d-Dîn-i Sâvî Zâviyesi, 95

52

6,

Cengiz Han 40

52

Cevâltka bk. Cavlakilik

Budist mistik çevreleri 23 Budist

mistik

Budist

râhipleri

sem bolleri 7-12 ,

Cihangir Beğ İmâreti X X I X

52 24,

i 4 2> * 43’

168-170

Clavijo X X I X , Constantinopel

102

XXX

Cüneyd-i Bağdadî 4,

12, 47,

Budist topluluklar 9 Budizm 9, 10, 5 1, 52 17,

76

Cemâlü’d-Dîn-i Sâvî X X I I, X X X III,

12

Buhara

34-36,

134

C elalü’d-Dîn-i

148,

27-30,

165

C elalî isyanları

9

Brovvne, E. G . X X X I V Budalânâme

108

Cavlaktlik 27, 30, 32, 39, 40, 184, 231,

187

Brahmanizm

116,

118

Cavlak iler 65,

Börklüce M ustafa

Bozoklu C elal

m ,

Câmilik

Câvidannâme

Bilecik 65

Bostan X X X I ,

105,

Cantacasin, Th. Spandouyn X X X , 104,

36

H abeşî

104,

Câmiu'l-Meknânat

9

Bilâdü’ş-Şam

Bozoklu

46,

165, 218

Câmijye bk.

(râhib)

Buda

44,

Câm ilik 40, 44, 45, 116

211

52

Bizanshlar

44

117,

Biga 91

Bozok

Câm Câmller

Bcnnigsen, A lexan dre

Bilal-i

C

Câhız 7, 10

Bengal 54

Bhikşu

X X I,

120,

17, 28

Beşbalık

İmparatorluğu

Büyük Selçuklular 19 97,

192, 201, 205-215, 226,

Beldiceanu-Steinherr,

Bergama

Selçuklu

20, 22

192, 205

88,

226

Büyük Işıklar (köy) 222

227, 232

Belh 12,

255

88

Bulgaristan 184 Bursa 89, 9 1, 98, 109, 12 1, 122, I93*! 95> 2 11, 222, 223 Buryat şam anları

- ç Çanakkale 223 Çaycum a

222

Çeharbağ Zâviyesi 43 Çepni Türkmenleri 185, 206

162

Buzağu B aba 66, 67, 147

Çin

52, 53,

113

147


GEN E L İN D E K S

256

Çin Türkistanı 19 Çişt köyü 19

E —

Dcrviş-i Âhû-pûş 22, 23. 161 Devletşah X X V II, X X X I, 46-50, 82 DrvleLşah Tezkiresi 50, 76, 82

Ebû Abdirrahman cs-Sülemî 22 Ebû Abmrd-i Abdal-i Çiştî 18, ıg Ebûbckr-i Isfchânî 28. 30. 34 Ebûbekr-i Niksarî 27, 32, 63, 65, 7gt 185. 218 Ebûbekr-i Sclebâf 76, 78 Ebû Hafs-i Haddad 13, 147 Ebû lshak-ı Şâmî 19 Ebû Müslim-i Horasanı 163, 178 Ebû Nasr Ahmed bk. Ahmcd-i Câmî-i Nâmıkî Ebû Osman cl-Hîrî 13 Ebû Saîd-i Ebu’l-Hayr 18, 19, 21, 22. 24, 44, 52.. 62. 231 Ebû Türab-ı Nahşcbî 13 Ebû'l-Fazl Haşan 22 Ebû’l-Kasım el-Kuşeyrî 22 Ebû’n-Nccîb Sühreverdî 80

Devlemîlcr

Edirne 100, 101,

Çijtiyyr Tarikatı X X X IV Çoban Ata 23 Çorum 65. 196, 222 — D— Dede Dede Dede Delhi

Garkın 64 Ömer Rûşenî 204. 205 Sultan bk. Börklücc Mustafa 54, 56

Delhi Sultanlığı 54, 56 Demir Işık (köy) 222 Denizli 122, 127. 211 Derviş Sîdı Müvcllch 54

19

104, 124, 171, 196,

228 Dımaşk 26-33, 35-39.- 42> 62> 63> 70- 72, Elıl-i Hak Mezhebi 201 77. 82, 83, 95., 164., 169, 177, Ehl-i Haklar 201 181. 216 Elıl-i Sünnet 122, 129 Digby. Simon X X X IV . 54 Ehl-i Sünnet İnançları 129 Dilcnci râhiplcr 10 Ehl-i Sünnet ve Cemâat Mezhebi Dilgüşâ 149, 150, 181 Dimetoka 96. 97, t86, 196. 197, 213., 226 Dimetoka Zâviyesi 102 Dimyat 28-30. 38, 39, 95,

164, 216

Dîvane Mehmed Çelebi 203, 204, 232 Divan-ı Fahru d-Dîn-i Irakt 84 D kan -i Kebir X X X I, 79, 202 Dîzan-ı Şeyh Midiyi'd-Din Çelebi zımâme) Diyarbakır

101, 102

169,

.

Endülüs 17, 187 Erdcl 131 123

Ergun, S. Nüzhet 226 Erzincan

Doğlu Baba 89

Erzurum 91, 102, 185 222

185

.

Doğu Türkistan 52, 53

Esat Efendi 215 Esin, Emel X X X V , 52, 54

Dost Muhammed 53 Dukas (Bizam tarihçisi) 131

Esrâru' t-Tevhtd 22

ed-DüreruL-Kâmine

Esterâbâd 50

X X V II

122.

Elvan Çelebi 65, 86 Emir Ali Abû 24 Encyclopidic de Pİslam X X X II , XXXIII

Dobruca 100, 131. 132, 135 Doğu Anadolu

102,

162

194, 211

Ereğli 66 Ergin, Osman Nuri

185

Diyar-ı Accm m

(H ı-

Eliade, Mircea 162, 178 Elif Abdal 50 Elmalı (Antalya) 45, 93,

Eskişehir 127,

135 .


G EN E L İN D EKS Etyemezler Zâviyesi 196, 197 Evhadü'd-Dîn-i Kirmanî 62. 82, 146, 172 Evliyâ Çelebi

191.

194,

75. 80­

195

F — F a h ru 'd -D în -i

62, 75.

Irakî X X V , X X X I, 5,. 146,

172

Fakîrî (Şâir) 104. 108, 113, 116, 118 Faroqhi, Suraiya 194 Fas 168 Fatih Sultan Mehmed II (Fatih)

bk.

Mehmed

Fatimî halîfeleri 38 Fâzılî (Kalenden şâiri) 228 Fazlullah-ı Estcrâbadî bk. Fazlullah-ı Hurûfî F azlu llah -ı

H u r û fî

15 4 ,

15 5

F crgan a 23, 51

Ferhat Paşa (R u m eli B cğlc beği) Fcrîdü’d-Dîn-i Attar 40

133

Filibe 100, 196 Finike 212 Fust&tu'l-Adûle X X V III, 25-29, 31, 32, X X I,

Geyikli Baba Sultan Cemâati 91 Geyikli Baba Tekivycsi bk. Geyiklü Baba Zâviyesi Geyikli Baba Zâviyesi 195 Geyikli Cemâati 91, 195 Gîlan 49, 70 Gılanlılar 70 Gıyâsu’d-Dîn Keyhusrcv I 189 Goldziher, Ignaz 7 Gökçe Torlaklar (köy) 222 Gölpınarlı, Abdülbaki X X X I II, 71, 78, 86, 108, 203, 204, 212 Gramlich, Richard X X X V , 202 Grenard, Fcrnand 56-58 Gülistan X X X I , 172, 217 Gülşcnî-i Saruhânî (Kalenderi şâiri) 228 Güney Azerbaycan 43 Güney Doğu Anadolu 67, 222 Güvene Abdal 206 Güzel, Abdurrahman 148 — H —

Feyzî (Kalenderi şâiri) X X X I I Fırka-i Baba Yûsvftler r04

36, 62, 65, 179 el-Fülûhâtffr-Rabbûniyye

257

Habib, Muhammed X X X I V Hâcc Abdullah-ı Ensârî X X II ,

Hâcc-i Cihan X X V I , 110, m Hacıbektaş kasabası bk. Sulucakara­ öyük Hacı Bektaş Dergâhı bk.

21

142,

145

H aa

Bck-

Gazan Han 70 G&ziyan-ı Rûm 85

taş-ı Velî Zâviyesi Hacı Bektaş Dermişleri 213 H a a Bektaş-ı Velî 64, 65, 92, 93, 99, ioo, 107, 175, 185, 186, 189, 205-208, 211-214, 221

Gazneli Mahmud 22 Gaznelilcr 12

H a a Bektaş-ı Velî kültü 92, 209-214 Hacı Bektaş-ı Velî Zâviyesi 13 4 , 135.

— G — Gaffarı, Nusrctu’d-Dîn 78

Gelibolu 100 Gelibolulu Mustafa  lî

193

H aa

Geomailcr bk. Câmücr Gcrmiyan 91, 99 Germiyan ili 100 Gcrûbcd 26, 30, 32 Geyikli Baba 87-92 Geyikli Baba Dervişleri 91

.

175, 184-186, 213. 214 Mübarck-i Haydarı 63. 63. 79.

185, 218 Hacım Sultan 99, 100, 107. 175. 219 Hacım Sultan Zaviyesi 196 Hâfız (îran şâiri) bk. Hâfız-ı Şîrazî H âfız D (sam 45 Hâfız-ı Şirazı X X X I, 44. 45. 171, 172


258

GENEL İNDEKS

Hâksârtler X X X V , 202 HûksârÜik 201, 202 Halep 95, 155 Halil b. Bedru’d-Dîn

Heyâkil-i Esrâr 37 Hıristiyanlar 131 el-Hıtat X X V I I , el-Kürdî 67

Halil b. İsmail 109, 131 Halil Vahdeti Baba 207 Hallac-ı Mansûr 4, 12, 147,

25,

29

Hıtay (Doğu Türkistan) Hızır (Aleyhisselam) 34 Hızır Abdal 102 Hızır Dağı 20 Hızır-llyas 56

154

Halvetîlik 201, 204 Hama 95

Hızımâme bk. D în Çelebi

Hamdûn-i Kassar 13, 147

Divan-1

Şeyh

Hamid Sancağı 135 Hammer, Joseph de 193, 195 Hârezm 57, 61

Hind

dinleri

Hind

kültürü 4

Hârezmşah Atsız 23 Haririyye bk. Haririyye

Hind mistik çevreleri 6 Hind mistisizmi 6

Haririyye Harran

Hicaz 83, 95,

Tarikatı

Tarikatı 36, 39

53

Muhyi'd-

169 9

Hind sadhuları 7

67

Hind-lran kültürü 12

Haşan (Hz.) 157

Hind-lran mistik geleneği

Haşan Baba Zâviyesi 196 Hasluck, F.W. 188, 191, 215

Hind-lran mistik kültürü 12, Hind-lran mistisizmi 16, 141

17

Hindistan

8, 25,

Hatîb-i

Fârisî

X X II,

33, 142-145, Haveran 21 H ayalî Beğ

167,

(Şâir)

X X X III,

31,

X X X I,

106,

109,

H 7, 153, 159, 160, 166, 173, 174, 180, 214, 227, 228 Haydarî (Kalenderi şâiri) X X X I , 228 Haydarı dervişleri 71, Haydarî

73, 89,

Kalenderileri

bk.

X X IV ,

42, 43, 117,

168

Hindistan

12

X X IX ,

47, 51,

7,

53*57, 61, 98,

156, 168, 179, 201, 228, 23 Kalenderileri

X X X III,

X X X I V , 54, 156 Hindli râhipler 8 Histoire Gintrale de la Religion des Turcs X X V III

125 Haydarî

Horasan 5, 12, 17, 18, 21, 23, 24, 27, 41, 42, 49, 50, 52, 61, 96, 147,

dervişleri Haydariler X X I X , 42, 43, 54, 56, 62, 86, 104, 105, 111-115 , 165, Haydar ilik X X X I I I , 39-43, 46,

205 48,

157, 206 Horasan

Erenleri

Horasan

M elâm etiliği 64

88

53» 55, 61, 65, 71, 184, 207, 231,

Hoy 88

'

232

Hulefâ-i Râşidîn

3

Humus 95

Haydariyân Fukarâsı 42 Haydamâme 40

Hurûfîlik 108, 126, 141, 154, 155, 229

Hayran Emirci 71

Hülâgû 67, 217 Hüsam Şah bk. Otm an Baba Hüsâmü’d-Dîn Mahm ud (Alâiye

Hayretî (Şâir) X X X I , 153, »55. >59, l6° , 180, 214, 227 Helâkl

(Şâir)

106, i 63>

166

ıog,

147,

166, 173,

&)

94

Hüseyin (Hz.)

157,

Hellen kültürü 4

Hüseyin

kültü

Hemedan 20, 82, 111

Hüseyin Bay kara

Herat 12, 17, 19, 49, 50

Hüseyin

(Hz.) Gazi

160 156

183

Zâviyesi

196

be­


G E N E L İN D E K S Hüseyin

H ü sam edd in

Hüseyin

K e fe v î

Hüseyin

e l-M ü v e lle h

68, 69

259

İran mistik çevreleri 6

2 18

İran mistik kültürü 5 et-T ü rk m â n î

37

İran mistisizmi 6 Iranlılar

I

I

Costumi

Ilgın

et

la

İsa

Vita

T u rch i

İskender Paşa

C o lin

Irak 4, 7,

İslâm âlemi bk. İslâm dünyası

X X X III

12, 27, 35, 38, 39, 42, 50,

Şemsi

İşık

T â y ifesi

(K a le n d e ri 126,

(köy)

Işıkköy Işıklar

şâiri)

Ismailîler 54. İstanbul 104,

(köy)

134,

135

îbn

A ybek

es-Safed î

İbn

B attu ta

X X IX ,

29-31 28,

İznik

131

K âb il

12,

42,

X X V II,

37 >

Kalender Abdal

159, 214, 226

Kalender

221

109,

121

Baba

Kalender

tîb

bk.

H a c ılıla r

66

Sultan

Kalenderin

(V e ziriâza m )

Edhem

12,

13

134,

*35

63

Kalenderi dervişleri

pek

75

Kalenderi sûfiler

223

Kalenderi ^t>/*n X X X I,

X X V II,

M u ta sa v v ıfla r

86,

llyas köyü

(Ç a t)

İm am

A li

R ız a

İnan,

A b d ü lk a d ir

İnegöl İran İran

9 1,

pek

2 12

64, 65 203 162

214, Kalenderi 89,

yerde

K a len d e rd en

156

17,

yerde

18 X X X IV ,

şeyhleri 96,

19, 46, 51, 67, 88, 121

Tâyifesi

28,

111,

Kalenderi tekkeleri

170,

226

Kalenderi

160,

226, 227 102,

Kalenderi

195 çok

69

çok

Kalenderi geleneği 35

İçel

İ lk

Kalender

221

Tâyifesi

İbtidânâme

İkdu’ l-Cum ân

Şah

Kalender Kızılkurt Baba 209 Kalender

Paşa

Çelebi

Kalender Karakurt Baba 209

İbnu’I-H a tîb bk. M u h a m m e d b. el-H a-

222,

X X IX

Kalender Bozkurt Baba 209

20

İbrahim -i

Seyahat

K â fi Baba Tekkesi 212

İbn’u l-F u v etî 67

İbrahim

Semerkand'a

55,

Kahire 38, 95, 112 e l-A sk a lâ n î

İbn K e m a l

İbrahim

17

Kadiz'den

38,

38, 39 Sina

124

122

— K —

164

H acer

İbn

122,

İzmir 223

223

48

56,

76 112,

İstanbul Kalenderhâneleri 129,

18, 39, 5^

kültürü 4

—t —

İbn

11,

İslâmiyet 4, 15, 23, 52, 57, 65, 73, n 2

128

223

İbâhîlik

3, 6,

77, 166, 180, 201, 231

İslâm ülkeleri 51, 52, 61

228

223

105,

Işıktepe

dünyası

İslâm

Isfahan

Işıkeli

İslâm

57,

75

Işık

131

135

İslâm 3, 4

Imailer bk. C âm îler

61,

157

Isfendiyaroğulları

XXX

135

Imber,

178

(Hz.)

zâviyeleri

127,

296 160,

192, 196, 214 Kalenderi zümreleri pek çok yerde

185,


G E N E L İN D E K S Kalenderdir pek çok yerde Kalenderiyye bk. Kalenderdik Kalenderiyye

Tarikatı

18,

26,

28, 30,

36, 38 Kalenderler pek çok yerde Kalendemâme

Kızıl Deli Zâviyesi 186 Kızıl ağaç Yenicesi 196 Kızılbaş Türkler 158 Kızılbaş Türkmenler 133 Kızılbaş Zümreleri 221 Kızılbaşlar 206 Kiçi Abdal 206

\42

Kalendemûmeler X X II Kaligra ıg6

Kirman

47,

80

Kilab-ı Cihannümâ X X V I II Kanunî Sultan Süleyman 104, 123, Kitab-ı Miğlâta 148, 150, 156, 127, 128, 132, 134, 190, 227, 228 Kitab'ul-Hayavân 7 Kara Abdal 206 Kitab’ul-İşârât 20

Karaburun 131 Karadeniz 131 Karakucak

181

Kitab’ üs-Sülûk X X V I I

Baba

Zâviyesi

197

Karamanoğlu 97 Karasu Yenicesi 101, 196

Koca Nişancı ıo4, 119

(Celalzâde

Mustafa)

Kasım Firişteh X X V II Kasru’l-Ayn 169

Kocatürk, Sadettin X X X I II Koço (Karahoca) 52 Koka 56

Kasru’l-Ayn

Konya X X V , X X V I , 27, 32, 63, 67,

Kastamonu

Zâviyesi 95

71, 76, 77, 80, 203, 218

222

Kâşân 50 Kâtip

Çelebi

>69» 179, 181, 184, 194, 208, 210, 219, 221, 226 Kaygusuz Abdal Zâviyesi 46 Kayseri 83, 84, 222,

226, 228

26, 43

Kefersud Kelâmı

(Kalenderi

Kelimât-ı

Barak

Korkut Ata 23 Koyun Abdal 226 Koyun Abdal (köy) 222 Koyun Baba Zâviyesi

3 1, 86,

36, 37, 43. 87, 92, 93,

şâiri)

Baba

228

73

Köprülü Mehmed Köprülü,

Orhan

Köse Abdalh

Kemalü’d-Dîn Efendi (Harirîzâde) 204

Kreiser,

Kenbaze 56

Kmahzâde Kırım

169

Uludağ

Paşa

108,

121,

171

222

122

Tezkiresi

Kuzey

Afrika

Kuzey

Hindistan 53-55

X X X II

4

169

Kübrevîlik

70 Deli

107,

97

(köy)

Klaus

Küfe 95,

102

14,

61

Kübreviyye bk. Kübrevîlik Küçük

Kırşehir 65 Kızıl

47, 48> 6a> 64­

Kumral Abdal 89

Kerbelâ 95, 156, 160, Keş/u l-Mahcub 18 bk.

196

Köprülü, Fuad X X X I I , X X X IV , 23,

el-Kelimâtû’l-Kısâr X X I

Keşişdağı

185,

130, 147, 163, 177, 195, 212, 215

67

Kılıç Abdal

91,

Konya Mevlânâ Dergâhı 184

191

Kaygusuz Abdal 88, 93-95, 98, 102, 140, 148-151, 154, 156, 157, 166-

Kazvin

83, 84,

Abdal

X X III,

Künhü'l-Ahbar X X I V , bk. Seyyid

Ali Sultan

Kütahya 98,

135,

123, 88

196, 223

i 52> 253


G E N E L İN D EK S — L — La’l Şehbaz-ı Kalender bk. Şeyh Osman-ı Merendî Lârende 65 Lâtîfî 218 Lemercier-Ouelquejay, Lemeât X X V , 83, 84 Lemezât 82 I.ûtfi Paşa Tarihi 108

Ch.

57

Melâmetî felsefe 17 Melâmetî sûfîliği 88 Melâmetî şeyhleri 17, 24 Melâmetîler 14, 15, 52 Melâmetîlik X X IV , X X V ,

— M — Mâçin 53 Mahan 47

19,

Mahmud Paşa (Veziriâzam) 123, 154 Mahya (Kalenderi âyini) 177 Makalât (-1 Hacı Bektaş) 212, 213 Makalât-ı Şems-i T ebrîzî 76, 79 Makrîzî X X V II, 29, 35-39, 42 Maksud Ali 156 Malatya 91

4,

22, 23, 39, 51, bk.

11-17,

141

Melâmetîlik

Melâmetiyye akımı 141 Mdlikoff, Ir£ne 178 el-Melikü’l-Âdil Ketboğa 38 el-Melikü’n-Nâsır 70 el-Melikü’z-Zâhir Baybars 68, 69, 83 Baba

Kaygusuz

X X III,

93,

107 Menûkıb-ı

çevreler 18 kültür 6 mistik çevreler 23 rahipler 7, 8, 11, 24, 142,

143, 168, 170 Maniheizm 51 Manisa 98, 99, 131,

194,

222,

223,

228 Mardin 144, 185 Massignon, Louis 36 Mâsum Ali

Melâmetiyye

Menâkıb-ı

Manastır 135 Mani 10 Maniheist Maniheist Maniheist Maniheist

Mehmed II (Fatih) 98, 99, 100, 122. 123, 124, 154 Mehmed Beğ (Mihaloğlu) 189 Mekke 46 Melâmet 12, 14, 15, 146 Melâmel - Kalenderlik 11 Melâmet Mektebi 14, 231

Cemâlü'd-Dîn-i

X X II,

206 Menâkıb-ı Sipehsâlâr 66, 75, 77 Menâkıb-ı Sultan Bayezid Han 101, 108 Menâkıb-ı Şeyh Bedru’ d-Dîn 109 Menâkıb'ul-Ârifin X X V I , 37, 62, 66,

75> 179 Menâkıb'ul-Kudsiyye Menavino,

156

Sâvî

8, 25, 29-35, 142, 161, 164, 169 Menâkıb-ı Hâce-i Cihan X X V I , 103 Menâkıb-ı Hacı Bektaş-ı Veli X X III,

Antonio

86 XXX,

104,

117,

24. 47> 5 i» 52> 6 l > : 4 r Mayhana 22

118, 176 Menteş (Hacı Bektaş’ın kardeşi) Menzel, Theodor 188 Mesnevi X X X I , 79, 202

Mecidözü 65 Mecmau’l-Fusahâ 48

Meşhed 203 Meşrebî (Kalenderi şâiri) X X X II , 227

Mecnun Derviş 1o 1 Mecnun Derviş Zâviyesi 196

Mevâlî tabakası 3, 4, 11 Mevlânâ Abdal 50, 172 Mevlânâ Celalü’d-Dîn-i Rûmî X X V I,

Mâşuk-i Tûsî 24 Mâverâünnehir 4, 5,

12,

17,

18, 23,

Meçüklü Baba Zâviyesi 196 Mehdî 157 Mehmed I (Çelebi) 87, 97, 109, 120, 124, 131

206

X X X I, 21, 22. 32, 63, 65, 71, 75-78, 81, 83, 142, 147, 173, 202, 232


a6a

genel

İn d e k s M ü ’min Derviş Zâviyesi Müncccimbaşı 133

196

Mcvlunâ İsa 10B Mcvlânâ V elî Kalender 51 M evlevî âyinleri 71 M evlevi kaynakları 77

Müslümanlık 53

Mevlcvîler 304 Mevlevîlik X X V I ,

Müştak Ali 156 Müvellilıe bk. Kalenderîlik

23a Mezdek 3 7 Mezopotamya

Müslümanlar

119, 301-303, 226,

— N — 4,

Mısbâhu'l-Ervah

7

8a

Mısır 4, 17, 35-39, 4a, 46, 51, 61, 68, 71, 83, 94, 166, 181

Nakşibendîlik 23, 3 1 5 , 235 cn-Nâsır Ii-Dînillah X X V Nasîru’d-Dîn-i Tûsî 216 Nasuh

Minorsky, V. 21

Baba

101

Nasuh Baba

Moğol istilâsı 30, 52, 53, 61, 63 Moğol şamanları 70, 177 Moğolistan

131

Zâviyesi

196

Navigations et Peregrina'.iotıs Necef 95, 169

na

Moğollar 53, 67-73

Ncfehâtii'l-Üns X X I V ,

Molla Fenarî 154 Muhammed (Hz.)

36, 37. 43. 49. 5°. 02> 83 Nergisî 183

, 157, '66

96,

143-145,

153,

Nesûyimu'l-Mahabbe X X I V ,

156

Muhammed

Bâkır (İmam) 46

Muhammed

b.el-Hatîb

31,

65, 66,

172,

Nesîmî

X X V III, 179,

216,

26, 319

Muhammed Mâsum-i Şirazî X X V , 217 Muhammed-i Belhî 32,

Muhlis

Mâtemi

Paşa

(Baba

158,

160,

175

llyas’ın oğlu)

M ukattam

Esfirâzî

Dağı

M ultan

55, 82, 83 I

\lu rad

II 97,

Murad

III

X X V III,

65 147

X X V II

R.

89, 93,

ıs ı,

195

192

I

Mustafa b. Haşan (Seyitgazi kadısı) 138

Kirmânî

bk.

Şah

Nî-

NtmetullahÜer 104, 105, 119, 120 Nîmetullahiyye

bk.

Nîmetullahtlik Paşa X X V III ,

108,

166

Nişapur 12, 13, 17, 33, 49 Nijapur Melâmetilcri ıs

190,

JVûrbahşîlik

301

Nûru’d-Dîn Nuseybin

Efendi

322 Olcaytu

7 101,

(Sarı

Gürz)

228

169

191

Musul 38, 95

Derviş

104

Nûr Türk 54

Murad G azi bk. Murad

M utezile

X X IX ,

Nûr Aliyy-i Kalenderi bk. Nûr Türk I

M ü ’min

de 22

metullah

128,

Murad Beğ bk. Murad

M uş

A.

Nişancı Mehmed

194

lşrctî

Nicholas

Nicholson,

95

M urad

Mustafa

Neşri X V I I I , 87, 122, 195 Nicholay,

Nîm etullahtlik 40, 46-50

b. el-Arabî 80, 83,

M u în ü ’d-Dîn-i

36, 43, 82

155

Nîmetullah-ı

M uh yi’d-Dîn Abdal 3 36 M u h yi’d-Dîn

18, 32, 24,

Niğdeli K adı Ahmed 66

34

Muhammed-i Kürd 27, 33 Muharrem

14,

X X IX

184

A fü ’ min Derviş Abdalları 213

Hüdâbende

Oniki İmam 47, Oniki

O

İmam

70

116,

kültü

156,

158,

159

160, 217


genel

Oniki imam mezhebi bk. Oniki imam Şiiliği Oniki İmam Şîiliği 70, 14a Oniki post 212 Orhan Beğ bk. Orhan Gazi Orhan Gazi X X V I I I , 89, 90, 97, 98, 109, i2 i, 122, 130, 186, 193, 195 Orta Anadolu 64, 67

İn d e k s

263 — P—

Pcdro (İspanyol seyyahı) X X I X Pelit Traiti de l'Origine des Turcs X X X Pirîpaşazâdc 183 Pirlcpc 135 Postînpûş Baba 88, 92, 195 Postînpûş Baba Zâviyesi 195 Pravadi 151, 196

Orta Asya X X X V , 25, 42, 47, 51-53, 175» >77» 187, Orta Doğu X X V I I ,

201,231, 232 15, 25, 29, 32,

33, 39, 61, 231, 232 Ortodoks sûfîlik

12

Oruç Beğ X X V I I I , 87, 122, 131 Osman Baba bk. Otman Baba Osman Beğ bk. Osman Gazi Osman el-Girihî bk. Şeyh Osman-ı Girîhî Osman Gazi X X V I I I , Osmancık 196 Osmanlı Beyliği 64, 121, 186, 232

65,

85,

121, 186, 232 Osmanlı Devleti bk.

121 88, 90,

Osmanlı

92,

İmpa­

— R — Rafızîlik 217 Rûhatu's-Sudûr X X V II , 20 Ramazan-ı Kalender 54. Râvendî X X V II, 20 Ravzatu'l-Cennal X X V II Ricâl-i Ğayb 19 Ricaut, Paul X X V II I, 105, 112, 113, 120 Rihle-i İbn Battuta X X I X , 25, 28, 29 Risûle-i Kaygusuz Abdal 148, 156, 157 Risâle-i Kalendemâme X X I I , 142 Risâle-i Kuşeyriyye 18 Risâle-i Târifat 104 Rittcr, Helmuth 77 Rodos adası 127 Rossi, Ettore 109

ratorluğu Osmanlı dönemi Kalenderîligi 51 Osmanlı gazileri 98, 101 Osmanlı hükümdarları 88

Rubâiyyat (-1 Baba Tâhir) X X I, X X X I Rubâiyyat-ı Fahru'd-Din-i Ruben, VValter 10

Osmanlı İmparatorluğu pek çok yerde Osmanlı Kalenderîleri X X X I

Ruhbânu'z-Zenâdtk0 7 Runciman, Steven 10

Osmanlı Sünnîliği 126 Osmanlı vekayînâmeleri

Rum

87,

91,

X X V III, 86,

126

Osmanlılar X X V I ,

84

Abdalları X X V II I, 75, 85-95, 100, 103, 105, 107, 115, 116, 121,

15', 159, 179, 193, 195, 196, 205, 208, 211, 218, 221, 232

216, 232

Otman Baba X X I I I ,

Irakt

5, 98-102,

115,

123, 124, 151, 152, 157, 166-169, 174, 175, 181, 184, 208, 217-220,

Rumeli X X X , 96-99, 125-128, 155, 196, 215, 232 Rûşenîlik 204, 205

226

Rüknü’d-Dîn

Otman

Baba

Abdalları

bk.

Otman

Kılıçarslan

IV

154,

66

— S—

Baba dervişleri Otman Baba dervişleri 102, 125, 213 Otman Baba Zâviyesi (Edirne) 196

Sadık Abdal

Otman Baba Zâviyesi (Varna) 196, 197

Safevî propagandası bk. Şîî-Safevî pro­

Özbekistan 57

226

Safevî Devleti 48 pagandası


G E N E L İN D E K S

264 Safevîler 126, 158 Sâihûn (Gezici râhipler) 7 Saltıknâme 166 Sâmânoğulları 11 Sâmî Mirza 172 Sâmit Abdal 102

Seyyid Hüseyin Enîsî X X II,

Saraynâme 148, 181 San Saltık 69, 70 Sarı Saltık Zâviyesi 132, 135 San Saltık Zâviyesi (Edirne) 196 Sarı Saltık Zâviyesi (Kaligra) 196 San Saltık Zaviyesi Işıklan 135 Sâsânîler 10 Sâve 26, 27, 30, 164 Schvveiger, Salomon X X X ,

104,

114,

ıi5 Sebz 47 Sefer Işıklar (köy) Seher Abdal 226

222

Sultan Veled 75, 173, 203 Sultaniye şehri 70, 71 Sultanönü Sancağı 127, 186

Seydî Ali Reis 228 Seydî Gazi Tekiyyesi bk. Seyyid Gazi Zâviyesi Sultan

88,

96,

97,

Sultan’ul-Ulemâ Bahâu’d-Dîn Veled 78 Sulucakaraöyük 65, 92, 185, 210, 211 Sun’ullah Ğ aybî

Seyitgazi 186, 190, 192, 193, 196 102,

Battal

Gazi

231, 232

112,

115,

176,

187-189, 207 Seyyid Battal Zâviyesi bk. Seyyid G a­ zi Zâviyesi Seyyid

Cemalü’d-Dîn-i

CemaJü’d-Dîn-i

107

Suriye 7, 35, 36, 39, 42, 51, 61, 67,

109, 208, 221, 226 Seyyid Ali Sultan Zâviyesi 196, 197, 213 Seyyid

Kalender

Susuz

175

Sühreverdiyye Tarikatı X X V , Sünnî İslâm 33, Sünnîlik

157

90

bk.

- Ş

Sâvî

Seyyid Ebu’l-Vefâ 90

Şah Kalender

Seyyid G azi Işıkları

Şah Kalender isyanı

128,

Gazi

Zâviyesi

135, 174,

207, 228

97,

102,

112,

184, 186, 189-192,

Hızr-ı

R ûm î

-

Şah

135, 192

61

Sürhab 48

Seyyid Ebûbekr-i Tûsî-i Kalenderi 54

Seyyid

bk.

Sultan Varlığı bk. Sultan Şucâu’d-Dîn

100

Semerkand 17, 23, 47, 49, 102 Serez 100, 101, 196

Ali

Sultan Hacı Bektaş el-Horasânî Hacı Bektaş-ı V elî Sultan Sencer 23

Sultan Şucâ’ud-Dîn 88, 97-99, 102, 163, 166, 187, 192, 193, 208, 219, 221

Selim II 228

Seyyid

Sramana (Hindli gezgin râhip) 9, ı0 Sultan Balaban (Delhi sultanı) 54

Sultan Şucâ bk. Sultan Şucâu’d-Dîn Sultan Şucâ Zâviyesi 196

Sehvan 55 Selânik 100, 127, 136 Selânik Sancağı 136 Semendire

142

Seyyid Kasım bk. Şeyh Kasımu’l-Envar Seyyid Kasım-ı Tebrîzî bk. Şey^ Kasımu’l-Envar Seyyid Rüstem Gazi 96 Seyyid Şeyh Hüseyn-i Ahlâtî 46 Sırbistan 100 Siriderya 24 Sivas 91, 206, 222 Sohbetnâme 107 Sokullu Mehmed Paşa 135 Sovyet Rusya 57

54

132,

133,

186

132,

134,

Şah İsmail (Hatâyı) 125, 132, i 5^> 1 ^ Şah

Nîmetullah-ı

V elî

Şah Şucâ-ı Kirm anı

13

46-50,

i 20


G E N E L İN D E K S Şah Velî bk. Bozoklu Celal Şah-ı Sincan 40 Şahkulu (Şeytankulu) 132, 133, 134 Şahkulu isyanı 132 Şahruh 47, 49, 50 Şahver (Kutbu’d-Dîn Haydar’ın ba­ bası) 40 Şakîk-i Belhî 8, 12 Şam bk. Dımaşk Şaman âyinleri 178 Şamanist mistik çevreler 23 Şamanist rahipler 24 Şamanizm 51 Şamanlar 178 Şefküllü Beğ bk. Sultan Şucâu’d-Dîn Şehsuvaroğlu Ah Beğ 133 Şehzâde Murad bk. Murad I

2 65

Şeyh Kerâmâtî 66 Şeyh Kutbu’d-Dîn Haydar 39-43, 48, 53, 54. 62, 63, 146, 185, 207, 231 Şeyh Muhammed-i Buharâî 33 Şeyh Muhammed-i Haydarî 64, 65 Şeyh Muhyi’d-Dîn Çelebi 98, 101, 102 Şeyh Nûru’d-Dîn-i Secâsı 76 Şeyh Osman-ı Girîhî 29, 32, 63 Şeyh Osman-ı Merendî 55 Şeyh Osman-ı Rûmî 26-31 Şeyh ömer-i Girîhî 63, 65 Şeyh Rüknü’d-Dîn-i Secâsî 80, 83 Şeyh Sâdi-i Şirazî X X X I , 171, 172, 217 Şeyh Sadru’d-Dîn 55 Şeyh Sadru’d-Dîn-i Erdebilî

48

Şeyh Sadru’d-Dîn-i Konevı 83 Şeylı Sadru’d-Dîn el-Yemenî Şeyh Süleyman-ı Türkmanî-i

Şerh-i Kelimât-ı Barak Baba 73 Şems Abdal bk. Dost Muhammed

M ü-

velleh 37

Şems-i Kürd 27, 32 Şems-i Perrende bk.

Şeyh Şihabü’d-Dîn-i Kalender 38 Şems-i Tebrîzî Şeyh Şihabü’d-Dîn-i Sühreverdî bk. Şems-i Tebrîzî 5, 21, 62, 75-79, 81, Şihabü’d-Dîn-i Sühreverdî 119, 142, 146, 147, 172, 173, 202, Şeyh Tapduk (Baba Tapduk) 65, 73,

203, 232 Şemsîler

104,

Şemsîlik 232 Şemsü’d-Dîn

105,

203,

74

204

Şeyh İletmiş

(Delhi

sultanı)

Multanî

55,

82,

Şeyhlü 196

53 Şeyh Abdullah-ı Y âfiî 46 Şeyh Ahmed-i Câm î-i Nâmıkî

Şihabü’d-Dîn-i bk.

Ahmed-i Câm î-i Nâmıkî Şeyh Ali el-Haydarî

132,

bk.

Buzağu

Baba Şeyh Bedru’d-Dîn

Sühreverdî-i

Şîî-Safevî propaganda

Merendî 46,

X X IV , Maktul

XXV

Şeyh Aliyy-i K ürdî 36, 37 Baba-yı

Sühreverdî

X X V , 14, 15, 36, 55, 81-83 Şihabü’d-Dîn-i

56

Şey Aliyy-i Harîrî 36 Şeyh

Zekeriyya-yı 146

109,

131,

132

Şeyh Bedru’d-Dîn isyanı 124, 130, 232

141,

125,

126,

129,

158

Şîîlik 48, 70, 126, 156, 157, 217, 229 Şiraz 26, 33 Şucâ Baba bk.

Sultan

Şucâu’d-Dîn

Şucâu’d-Dîn Ebu’l-Bakâ Baba llvas bk. Baba llyas-ı Horasanî

Şeyh Cemal 228

Şükrü Efendi

Şeyh Edebalı 64, 65

188,

192,

193

Şeyh Fahru’d-Dîn-i Irakî 8o, 82-84 — T —

Şeyh Haşan el-Cevâlıkî 38, 39 Şeyh Hemşâ bk. Baba Hemşâ

Tabakâtü'l-Memâlik

Şeyh İbrahim H acı

T â cü ’d-Dîn

Şeyh

Kasımu’l-Envar

66 46,

48-50

104

(Selçuklu

veziri)

Tacü't-T'uarih X X V I I I , 88

63


G E N E L İN D E K S

a66

T â cü ’ül-Ârifîn Seyyid Ebu’l-Vefâ 64 Tagi Ahmed, Muhammed X X X I I , 31 Tahran 26 Tûife-i Abdâlân 33 Tâi/e-i Haydariyan 1 13 Tapduk Baba bk. Şeyh Tapduk Tapduklular 66, 74 Tarâiku' l-Hakayık X X V , 46 T araz 53 Tarih-i  l-i Selçuk (Anonim) 69 Ta rih-i FirijU h X X V I I T a rih-i

FiruzjâhS

X X V II,

T a rih-i Nişancı 162 Tarih-u A ’y â n i'l-A sr Tavk-ı

tuta Turahan Turan,

183

Baba

Zâviyesi

Osman

T ürk

Ansiklopedisi

Türk

H alk

Kalenderîler

Aşireti

132

Tü rk

M em lûk

T ü rk

Şam anları

T ü rk

şeyhleri

T ü rk

zümreleri

Işıklar

(köy)

222

Tekkeköy

(Elmalı)

93, 95,

T em en n âî

(K alenderi

şâiri)

194,

195

228

T ü rka y,

X X X III

Edebiyatı

T ürk

222

Ansiklopedisi

53,

hüküm darları 23,

24 12,

23

C e vd e t 91

Türkistan

X X IV ,

Şakayık

88

Türkistan

Kalenderîleri

TcvârÜı-i

 l- i

(Âşıkpaşazâde)

Tü rkiye

X X V III T evâ rih -i

 l- i

38

177

Terceme-i N efeh â lü 'l-Ü n s 73 Osman

86

54

Tercem e-i

73,

196

31

194

Tekke

ng ’

Sancağı

T ekirdağ

uo,

Tuğrul Beğ (Büyük Selçuklu hüküm­ darı) 20 T uhfetü'n-N uzzar bk. Rihle-i İbn Bai-

Haydarı 42

Tekeli

131 109,

Torlaklar (köy) 222 Torlakîler bk. Torlaklar Torlaçues bk. Torlaklar Torlaguis bk. Torlaklar Tuğrul (Bengal valisi) 54

162 108,

109, 105,

i65

X X V III

T ebriz 43, 48, 49, 68, 76. T ek e

Torlak Kemal Torlaklar 104,

40, 41

X X X III,

209

X X X IV ,

67,

233 Osman (K em alpaşazâde)

88 Tevârîh-i Âl-i Osman (Oruç Beğ) X X V III Tezûkir-i Hüdâyî 126 Tezkire-i Lâtifi X X X I I Tezkire-i Sehİ X X X I I Tezkiretu’l-Evliyâ 18, 22 Tezkiretu'rfmrâ X X V I I, X X X I The Preseni State of The Olloman Empire X X V I I I T ım ova ıoo, 157 T ibet 55-57 Tibyân’u Vesâiti’l-Hakayık 204 T im ur 47, 71, 99, 102 T im ur Drvleti 154 T im urtaj Paja 97, 99, 192 T im urtaj oğlu Ali Beğ 97, 99 Tokat 69, 83, 84, 133

Tü rkler

19,

23,

187

Türkm en ler 64, 67, Tü rkistan

194

57

- U

-

Ü

-

Ulu Abdal 206 U lu  rif Çelebi 71, 203 Uludağ 193, 195 Urgcnc 47 Ü ryan Baba 187, 193 Üryan Baba Zâviyesi 193, 196 üryan Şucâiler 98 Ustur (Ester) Abdal 53 Uşak 196 U ygur b a k ıla rı 52 U ygur memleketleri 52 U ygurlar 24, 51 U zak D oğu 38 Uzun

Firdcvsî

213

222,


G E N E L İN D E K S Uzun

Haşan

(Akkoyunlu

hükümdarı)

Z iya

Vücûdnâme

148,

154

YVidcngren, Gco 10, 178

>25, 144 Üçler Tepesi 188 Ülken, H.

267

YVulzinger, Kari

188

90 — Y —

— V - W —

Yahya Beğ (Şair) 228

el-V âfî bi'l-Vefeyat

25,

29,

32,

63

Yakub

Vahdet-i

22,

49,

50,

75, 80,

Yaltkaya, Şerefeddin 178

Vücftd 4,

84,

141,

Vahidî

14 7 -15 1, 153,

(şâir)

103,

107,

167, Van

X X V I, 109,

174,

172

X X V II,

no, 177,

102,

113-119,

163,

Yanbolu

100,

Yazıderc

100,

Vardar

Yeniccsi

101,

Varna

101, 127, Zâviyesi

196

Tahsin

Yetim

Baba)

102

Yesevt dervişleri 89

Ve/ât Tarikatı

90

Yesevî geleneği 41

64,

Vejâiiyye bk. taş-ı

Yesev (yye bk.

V efâîlik M ekâ kıb -ı

H acı

Bek-

Yıldırım

Yesevtlik

Bayczid 96

Yörüklcr 194

V eli Abdal

93» 211 Velâyetnâme-i H acım 99,

M u sa

X X III,

88,

Yunus Emre 73, 74, 210 Yusuf b. Hüseyin er-Râzî

Sultan

X X IV ,

91,

166,

174,

Velâyetnâme-i

182,

Seyyid

213, A li

X X III, 2 17,

Sultan

— Z —

123,

219 X X III,

Zağra Zâve

100, 101, 184, 196 40-42

Zekeriyya Muhammed-i Kazvinî 7, 8

96 Velâyetnâme-i Sultan

Ş u câ u 'd -D în X X I V ,

Zekeriyya-yı

M ultânî bk. Şeyh Zeke-

riyya-yı M ultanî

97 Velâyetnâme-i Ş â h l bk. man

Velâyetnâme-i O t­

Zerdüşt

178

Zerdüştî kültür 6

Baba

tl-Veledü' ş-Ş e fîk 66, 74

Zerdüşt! râhiplcr

Vidin

Zerdüştîlik

Viranı

13

Yusuf el-Kalcnderî 17

219

Velâyetnûmeı i Otman Baba

Vize

şâiri)

Yesevîlik 61, 64, 207

65

bk.

Velâyetnâme-i

(Kalenderi

Yesevtler 86

205

Velâyetnûme

31

Yctîm î (Kalender! şâiri) X X X II , 228

89

VefâUik 61,

26,

195

Çelebi

Vejâî dervişleri Vefâîler

20,

212

168, 228

196, 197 (O tm an

Ali

108, 183

193 X X X III,

Ocağı

Yenişehir 92,

227

50

197

(köy)

Yeniçeri

Vardar

hükümdarı)

Yavuz Sultan Selim Yazıcı,

218

222

Varna

(Akkoyunlu

100 (K alen der! 101,

196

şâiri)

154,

228

11,

143

10

Zcyneb b. Zcyne’l-Âbidîn 29 Z iyâu’d-Dîn

Bârânî

X X V II,

54


RESİMLER, HARİTALAR FOTOĞRAFLAR


T

Nakkaş Muhammed Siyahkalem tarafından tasvir edilen, XV. yüzyıl Orta Asya Kalenderînı g°steren minyatürler (Beyhan Karamağralı, Muhammed Siyahkalem ’e Atfedilen Minyrturler, Ankara 1984).




TSM K-, Albüm No: H 2166 ve albüm XVI. yüzyılda iki Câmî dervişi.

No: B 408:



ı) Kalenderi dervişi (XVI. yüzyıl) (Salomon Schvveiger, Constanlınopel, Nümberg 1539)

a) Kalenderi dervişi (XVII. yüzyıl) (Paul Ricam, Histoire d* l'Etal Preseni de l'Empin Oltoman, (Paris 1670)


Ottoman, Paris 1787-1820, 3 cilt).


Bektaşî dervişleri (D'Ohsson’dan)


Bir Kalenderi dervişi (XVI. yüzyıl) (Chalcocondyle, Histoire des Turcs, Paris 1650)


Bir Haydari drrvifi (XVI. yüzyıl) (ChaleseoodyJe’dfin)


Bir Torlak (XVI. yüzyıl) (Chalcocondyle’den)


BirCâıtıî dervişi (XVI. yüzyıl) (Chalcocondyle’den)



Cemâlü’d-Dîn-i Sâvi’nin türbe binası ve Sandukası (Fotoğraf: Bedreddin Lekesiz, 1989).


i) Seyitgazi’deki Seyyid Battal Zâviyesi’nin uzaktan görünüşü

2) Zaviyedeki medreseden bir görünüş. (Fotoğraf: A. Yaşar Ocak, 1989).


Seyyid Gazi Zâviyesi’nden iki görünüş (Meydan evi, mescid, türbe ve Kızlar Manastırı bir bölümü). (Fotoğraf: A. Yaşar Ocak, 1989).


i) Seyyid Gazi Zâviyesi’nde I. Keyhusrev tarafından yaptırılan mescidin kitabesi

2) Kızlar Manastın’nın içerisinden bir görünüş (Fotoğraf: A. Yaşar Ocak, 1989).


i) Seyyid Battal Gazi Türbesi’nin Kitabesi

2) Seyyid Battal Gazi’nin türbesinin içi, (Fotoğraf: A. Yaşar Ocak, 1989).


i) Seyitgazi-Arslanbeyli köyünde Sultan Şucâu’d*Dîn türbesi, Timurtaş Paşa türbesi ve mescidin toplu görünüşü.

2) Sultan Şucâu’d-Din türbesinin önden görünüşü. (Fotoğraf: A. Yaşar Ocak, 1989)


2) Zaviyenin mutfağının içinden bir görünüş. (Fotoğraf: A. Yaşar Ocak, 1989).


2) Zaviyenin içinden bir görünüş (Fotoğraf: A. Yaşar Ocak, 1989)


9) Türbenin içinde bir görünüş (Fotoğraf: A. Yaşar Ocak)


ı) Elmah-Antalya yakınındaki Tekkeköy’de bulunan Abdal Musa Türbesi’nin genel görünüşü

a) Türbe avlusuna giriş kapısı (Fotoğraf; A. Yaşar Ocak, 1991)


mmmâ

i) Giriş kapısının sol yanındaki tâ-

2) Türbenin arkadan görünüşü (Fotoğraf: A. Yaşar Ocak 199O


i) Abdal Musa türbesinin ön cephesi

2) Türbenin iç giriş kapısı ve Abdal Musa’nın sandukası (Fotoğraf: A. Yaşar Ocak, ıggı)




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.