ÇİZGİLİ DEFTER Çizgi ile Köprü Kuruyoruz
Sayı 2/2018
Genel Yayın Yönetmeni Dr. Adem DEMİRSOY Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Fatma Betül AYDIN VAROL Tasarım Koordinatörü Yasemin Gülşen YILMAZ
çizgili defter
Çizgi ile Köprü Kuruyoruz
Nisan 2018 - Sayı: 2 Genel Yayın Yönetmeni Dr. Adem DEMİRSOY Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Fatma Betül AYDIN VAROL Tasarım Koordinatörü Yasemin Gülşen YILMAZ Editör Labib Faisal Tasarım Mehmet Ali Ekinci Labib Faisal Medya Sorumlusu Mevsim GÜNÜZ Şengül BÜYÜKTÜRKMEN Ebru YAVUZ Yayın Danışmanı Aysun YILMAZ Assane DİOP Esra KILIÇ Dilan ASLAN Gülizar YAPICI Hatice KAYNAK Şükrü BIYIKLI Yusuf Eyyüp SARI
İletişim godhulialo25@gmail.com cizgilidefterdergisi@gmail.com cizgili_defter_dergisi
Önsöz
İnsanlık tarihi, yazıyla başlar. Yazı, insan bilincinde etki uyandırabilecek bir teknoloji ve aynı zamanda bir güçtür. Durum böyle olunca, yazı ile birlikte matbaayı da değerlendirmeliyiz. Yazının desteğiyle, matbaanın insan hayatına girmesi, insan hayatında önemli bir rol oynamıştır. Matbaa bazı olay ve olguların yaygınlaştırılmasında önemli bir araçtır. Kısacası yazının olduğu yerde matbaayı ayrı değerlendiremeyiz. Üniversitemizin İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü öğrencilerinin
çıkartmış olduğu Çizgili Defter Dergisi, öğrencilerin yazılarından oluşmuş olup, genç arkadaşlarımıza örnek olabilecek niteliktedir. Öğrenciler dergi sayesinde yazının ve matbaanın gücüne güç katıp, derslerde öğrendiklerini bizzat uygulayacaklardır. Okumak farklıdır. Okur-yazar olmak daha başkadır. Okur-Yazar olan gençlerin ortak buluşma noktası olan Çizgili Defter Dergisi’nin devamlılık kazanması ve yeni ufuklar açması temennisiyle…
Dr. Hacı Ahmet ŞiMŞEK Selçuk Üniversitesi Kurumsal İletişim Koordinatörü
Önsöz
Çizgili defter ilk olarak Selçuk Üniversitesi Gazetecilik bölümü 2. Sınıf öğrencilerinin kendi çabaları ile ortaya çıkardığı bir dergiydi. Bu öğrenci arkadaşların kaleme aldığı naçizane edebi metinlerin olduğu bu Çizgili Defter, editör ve derginin kurucusu Labib Faisal tarafından Türkiye genelinde okuyan tüm üniversite öğrencilerine açıldı.
Hakkında yapılan haberlerle de basında kendine geniş bir yer buldu. Yoğun bir ilgiyle karşılaştı. Üniversite okuyan bu arkadaşların duygu ve düşüncelerini sadece kaleme almakla kalmayıp, onları yayınlatabildiği Çizgili Defter ile onların bu amatörlüklerini atlatmalarında bir basamak olmasını temenni ediyorum...
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Fatma Betül AYDIN VAROL
İçerik
34
19 20
Çığlık 8
Yiğit Mehmedim 8 Yine Yeniden 9
Ütopyaları Süsleyen Sinema Tutkusuo 9 Tam 103 Yıl 9
25 Unutulmuş Şehir Cholula 26 Var Oluşumuz İnsan
27 Yaralarım Sizlamaya Başladi 28 Memleketim
30 Sıradan Olmamak
Lost My Time 10
32 Var Et Kendini
Kızıl Sarmaşik 11
34 Zor Bu Hayat
Küllerinden doğan ülke Polonya 11 Onun İsmi Kırşehir 12
“Bir Adam Düştü Galata Kulesi’nden... 16
Düşüş 17
“İzmir Kadar Güzel Olsun Gününüz” 18 Nur 19 Endam-I- Sihir 20 Kitap Okuma Beğenileri 24 Ortasındayım Hayatım 24
38
33 Çalıntı Zaman 36 Sustum
37 Buhran-ı-Hasret
38 Modern Çağda Mankurtlaşma Tehlikesi 40 Hoca Ahmet Yesev’yi Tanıtan Kimdir? 41 Cennetten Bir Köşe ‘Datça’ 41 Eksik Yanım
41 Avare
41 Yeni Umutlar 41 “Gönüllülük Deince Aklıma Gelen ilk Sorumluluktur
çizgili defter 6
Yiğit Mehmedim Yunus KILBAŞ Selçuk Üniversitesi
15 Temmuz Gecesi Minarelerde salâ sesi Ansızın bir ses duyuldu Vatan tehlikede... O gece vatanı uğruna kimler şehit olacak Kimler gazi, kimileri ise leş leş... Bu vatan uğruna can vermekse eğer Hainlerin hepsi birer leş leş... Duyuldu hain kurşunların sesi Ömer vatanı uğruna otuz kurşun yedi Ömer'in dilinde şehadet kelimesi Ömer için duyuldu Minarelerde salâ sesi Ey şehit Ömer duy sesimi Vatan uğruna şehit düşenlere selam söyle Ezdirtmedim ezdirtmem bu vatanı Kim vatan uğruna isterse şehadet Rabbim ona gösterir merhamet Kim bu vatan için isterse zulüm Rabbim ona verir acılı bir ölüm...
7 çizgili defter
Yine Yeniden Meryem YILMAZ
Selçuk Üniversitesi
H
ava hafif esintiliydi... Güneşin ağır ağır doğuşu gökyüzünü turunculaştırmıştı. Bu gün etraf çok sessizdi, dünün hüznüydü bu sessizlik belki de; ama bu gün de yarının dünü değil miydi? Yani etraf hep sessiz olacaktı bu saatlerde… Genç adam denize doğru yürüyordu; bu gün bir sonu bitiriyor ve bir başlangıcı doğuruyordu onun için. Nihayet sahile varmıştı, deniz ile karayı ayıran demir parmaklıkların karşısındaki banka oturdu. Denizin hırçın dalgaları adeta hırsını alır gibi vuruyordu kayalara. Onun da hırsını almak için vurmak istediği insanlar vardı fakat o dalgalar gibi yapmıyordu, zarar vermiyordu kimseye kendinden başka; tıpkı sevdiği kadın gibi… Tam bir yıl önce bu gün sevdiği kadın atmıştı parmaklıkların ardındaki masmavi denize kendini. Karşılıksız aşktı bu intiharın nedeni. Bir adam için canına kıymıştı ama bilmiyordu ki ona nefesi kadar yakın bir adam da ona aşıktı; hem de karşılıksız. Bacakları titreye titreye kalktı, saatine baktı; evet vakit yaklaşmıştı. Demirleri tuttu ve üzerine çıktı, gökyüzünü izlemeye koyuldu; yavaş yavaş etrafını kala-
balık sarmaya başlamıştı. İnsanlar aralarında fısıldaşıyor bazıları da Yapma daha çok gençsin! Diyordu. Bu sözlerin hiçbiri umurunda değildi birden gözlerini kıstı, denize baktı ve kendini hırçın dalgaların arasına attı. Kaybolmuştu denizde genç adam insanlar denize bakıyor, suyun üzerinde baloncuklar beliriyordu. Etraf sessizleşmişti; baloncuklar çıkmaya devam ediyor, kalabalığın meraklı bakışları denizde yoğunlaşıyordu. Aniden bir çırpınış belirdi, genç adam sapasağlam çıkmıştı denizden elinde kanadı kırık bir güvercinle… Denize kendini atacakken görmüştü güvercini, gökyüzünden düşmüştü mavi sulara. Kırık kanadı daha fazla taşıyamamıştı onu ve bir tesadüf ile bir insanın hayatını kurtarmıştı minik bedeni. Denizden çıkmıştı genç adam kalabalığın arasından sıyrıldı ve avucundaki güvercine baktı tebessüm ile. Elindeki güvercini sıkı sıkı tuttu ve arkasını dönüp gitti; birbirlerinin hayatlarını kurtarmışlardı aslında. Vazgeçti ölümden; bu dalgalar hayatından birini almıştı zaten bir ikincisi fazla gelirdi…
çizgili defter
7
çizgili defter 8
Ütopyaları Süsleyen Sinema Tutkusu Si̇nan ŞAŞMAZ Akdeniz Üniversitesi
S
inemanın teması, kokusu, dokusu başkadır. Her zaman da öyle olmuştur. Sinema tutkusu elle tutulur, gözle görülür bir durum değildir. Ondandır ütopyaların prensi ya da prensesi olması. Hayalleri aşıp ütopyalara karışan maceraperest karakteri vardır sinemanın. Öyle durumlara sebebiyet verir ki bu olgu, adına aşk koyup hayatını adayanların sayısı azımsanamayacak kadar fazladır. Biz sadece bu isimlerin bir kaçını tanırız. Onlar aradan sıyrılıp ütopyalarını güzel bir kadının belini kavrar gibi kavrayıp, kendine çekebilenlerdir. Tanrı’nın şanslı çocukları da diyebiliriz onlara. Peki, ya adını bilmediklerimiz? Türk sinemasının gelmiş geçmiş bütün filmlerine hakim, bedenleri ağırlaşmış fakat Türk Sineması’na hala şahitlik eden, tepeden tırnağa bütün jönleri ezbere bilen hatta wikipedia gibi isim isim hangi filmlerde rol aldıklarını, filmin konusunu bir solukta bize anlatıveren, sinema tutkunlarını nasıl göz ardı edebiliriz. İşte sinemanın gerçek tutkunları bu insanlardır. Sinemanın asıl mimarları. Aslında onların sinema aşkı, tutkusu Eros’u bile kıskandırır.
Her şarkıya bir sinema filminin çekildiği, açık hava sinemalarında tahta sandalyelerin üzerinde dudaklarının arasındaki sigarayı tutkuyla çektikleri yıllar; Türk Sinemasının inanılmaz sinerjisini tüm benliğinde hissettikleri yılların çocukları, gençleri, delikanlıları. Onları asla perdede görmedik, göremeyeceğiz de. Çoğunun ismini bile bilmiyoruz, bilmeyeceğiz. Fakat onların hayalleri ve ardından ütopyaları, kendilerini sinema perdesinde görmelerine yetiyor. Büyük yapımlar, mükemmel derecede teknik ekip ve oyuncular onları ilgilendirmiyor. Onlar, sinemanın ruhuyla ilgileniyor, sinemayı karşılık beklemeden seviyorlar. Kim bilir, ben Kadir İnanır’dan daha sert bakar, rol keserim diye kırık bir aynanın karşısında defalarca Kadir İnanır bakışı provası yaptı o keşfedilemeyen jönler. Kaç güzel kız saçlarını, Hülya Koçyiğit gibi tarayıp Türkan Şoray edasıyla yürüdü. Bana göre ütopyalar gerçeğe en yakın kavramdır. Zaten sinema da cansız fotoğraf karelerinin ardı ardına geçmesiyle oluşmadı mı? Sinemanın büyüsü ancak ütopik düşünmeyle mümkündür.
Tam 103 Yıl 9 çizgili defter
Şükrü BIYIKLI
Ç
Selçuk Üniversitesi
anakkale’ye karşı olan ilgim, 10 yaşımda başladı. Nasıl diye soracak olursanız, bir kitapla tanıdım Çanakkale’yi. Sonrasında hep hayaller kurdum, Çanakkale hakkında. Tanımaya gayret gösterdim Çanakkale’yi, Gelibolu’yu ve 1915 senesini. Sonra defalarca okudum kitabı ve her defasında gurur duydum tarihimle. Sadece o kitapla da yetinmedim. Kitaplığımdaki birçok yeri Çanakkale kitapları aldı belki de. Aradan 2 yıl geçti ve yaşım 12 oldu. Bu süre içerisindeyse artık görmek istiyordum boğazın dalgalı sularını, Çanakkale’yi, Gelibolu’yu, Şehitliği, Conk Bayırı’nı ve daha birçok yerini. Derken okul bir gezi düzenledi, hayallerimde yer edinmiş olan Çanakkale’ye. Adım adım ilerliyordum Çanakkale yolunda. Artık ilk başından beri görmek istediğim Gelibolu’daydım. Okuduklarım birer birer geçiyordu gözümün önünden. Seyit Onbaşıyı, Müstecib Onbaşıyı, Cideli Mehmet Çavuşu, Lâpsekili Ali’yi, Libyalı Mevsuf ’u, Pütürgeli Bilal’i, Yozgatlı Kınalı Hasan’ı, Ezineli Yahya Çavuş’u, Konyalı Mıstık’ı ve iki yüz elli üç bin vatan evladını hayal ediyordum gezdiğim yerlerde. Aslında Çanakkale’yi, cepheyi, Gelibolu’yu, Çanakkale Savaşı’nı anlatmaya ne kelimeler yeter, ne de cümleler. Fakat yine de orası hakkında bildiklerimi kısa cümlelerle aktarmaya çalışacak olursam şunları söyleyebilirim: Çanakkale Cephesi, 1.Dünya Savaşı içinde savaştığımız 9 cepheden en önemli olanıdır. Yaklaşık metrekareye 6 bin kurşunun düştüğü tarihin en kanlı savaşlarının yapıldığı yerdir. Türk Milleti’nin her kesimden öğrencisi, öğretmeni, çiftçisi, marangozu, doktoru ve yüzbinlerce vatan
evladının bin bir zorluklarla verdiği haklı mücadelesidir. Türk analarının doğurduğu, bir kulağına ezan bir kulağına kamet okuyup, “Oğlum ya şehit ol, ya gazi!” diyerek askere yolladığı kahraman Türk evlatlarının destan yazdığı savaştır. Çanakkale Destanı, vatanın her karış toprağını kutsal bilip “Vatan Namusumdur” diyen Türk’ü, Kürt’ü, Alevi’si, Sünni’si, Arap’ı, Laz’ı, Çerkez’i ile omuz omuza verilen bir savaştır. Çanakkale’de yaşananlar, sadece kuru bir “savaş” kelimesiyle açıklanamaz. Orada yaşananlara ancak bir milletin “şahlanışı” denilebilirdi. Mehmetçikler, hala günümüzde de olduğu gibi, yüreklerindeki iman gücüyle, dünyanın “Süper Güçler”ine meydan okumuşlardı Çanakkale’de. Hz. Ali’nin, Hayber Kalesi’nin kapısını sökerken şahlanışı gibi şahlanmıştı Seyit Onbaşı… O şahlanışla 276 kiloyu sırtlamıştı. Uhud’ta oku hiç ıskalamayan Sad’ın şahlanışı gibi şahlanmıştı Müstecib Onbaşı… O şahlanışın tesiriyle bir denizaltıyı, top atışıyla yakalamıştı. Çanakkale’de mektepliler de vardı. ”İstanbul elden giderse aldığımız eğitimin ne önemi var” diyerek cepheye koşmuşlardı; pek çoğu da geri dönememişti. Elleri kalem ve kitap tutmaya alışmış binlerce delikanlı, kan ve ateş içinde şehadet şerbetini içmişti. Şimdi siz, ey boğazın hülyalı suları! Hürriyetin neşesiyle yeşil tepelerin eteklerine köpüklü dalgacıklarınızı, ilmek ilmek işliyorsunuz. Sizleri çiğnemeye gelen o çelik devlere karşı kükreyemez miydiniz? Bir millet, bir ümmet, bir medeniyet kaderini sizlere emanet etmişti. Yüzyıllardan beri canları pahasına sizleri koruyana sadakatinizi esirgememeniz için Cideli Mehmet Çavuşun, Lâpsekili Ali’nin, Libyalı Mevsuf ’un, kurban olmalarımı lazımdı! Siz, Ey Kanlısırt, Kocaçimen, Kabatepe, Alçıtepe! Baharın şu günlerinde üzerinize bir gelinlik gibi düşen güneşin pırıltıları altında uyuyorsunuz. Pütürgeli Bilal, Yozgatlı Kınalı Hasan, Ezineli Yahya Çavuş, Konyalı Mıstık ve iki yüz elli üç bin vatan evladı kemiklerini sizlere siper etmeseydi, haliniz nice olurdu! Ve siz ey hayatlarının baharında şehadet mertebesine erenler! Kanlarınızla yoğurduğunuz tepelerde rüzgâr ebediyete kadar cenginizi terennüm edecek; mahzun vadilerde sütun sütun Fatihalarla yükselen mezar taşlarınızı, gökler selamlayacak. Ruhunuz Şad olsun...Lupta dit mo millaboriam, cum quunt.
karaasllansenoll Şenol KARAASLAN Canon EOS 5D Mark IV f1.4~f2.8 • Director and Photographer Since 1999 • Story || Doğa || Haber || Macro || Şehir || Portre || Reklam Fotoğrafları ||
çizgili defter 12
Aishe MUSTAFAİEVA Selçuk Üniversitesi
Z
Lost My Time My Life Is Going On
aman... Su gibi akan ve hiçbir şey için yeterli olmayan bir süreçtir. Günde 24 saat, haftada 7 gün, yılda 365 gün olmasına rağmen her defasında keşke biraz daha zamanım olsaydı deriz. Sürekli bir yere yetişmeye çalışıyoruz. Sürekli, bir işi zamanında bitirmek için kendimizden geçiyoruz. Peki neden? Neden hayatımızda günden güne zaman azalıyor? Hiç bu konu hakkında kafa yordunuz mu? Bazen oturup düşünür, cevabı bulmaya çalışırım. Fakat gerekli anahtarı bulamadım. Bir süre sonra yine “Neden zaman çabuk geçiyor?” sorusuna dönerim. Belki çok değerli olan zamanı boşa harcadığımız için. Ya da onun değerini bilmediğimiz için. “Hayat” ile aynı değeri taşıyan “Zaman’ı” artık sıradan bir eylem yerine saydığımız için zaman azalıyor. Oysa bizi yaşatan şeylerden birisidir. Bizim hayatta sahip olmak istediğimiz yere götüren şeylerden birisidir Zaman. Farz edelim ki her gün hesabınıza 86 bin 400 dolar yatıran bir banka var. Bu parayı istediğiniz gibi harcayabilirsiniz, fakat bir şartla, kalan para saat 00.00’da hesabınızdan silinir. Ama sabah uyandığınızda hesabınızda yine aynı parayı bulursunuz. Bu para ile ne yapardınız, onu ne için harcardınız? Bir düşünün. Büyük ihtimalle paranın tamamını harcardınız. Sakın benim deli olduğumu düşünmeyin. Birazdan ne demek çalıştığımı anlarsınız. Gerçekten dünyada böyle bir banka var, ismi de Zaman’dır. Her gün size 86 bin 400 saniyelik bir kredi veriliyor. Gün sonunda bu kredi sıfırlanıyor. Hiç bir borcunuz olmadan ertesi gün size yeniden kredi verilir. Şimdi kendinize bir soru
sorun. “Bana verilen, o kadar değerli olan zamanı verimli kullanıyor muyum?”. Çoğunuz muhtemelen “Hayır” cevabını verir. Çünkü “Ya zaman çok çabuk geçiyor, havanın nasıl karardığını fark edemiyoruz bile.” dersiniz. Zamanın değerini hâlâ anlamadıysanız bunları yapmanızı tavsiye ederim. Bir yılın değerini anlamak için sınıf tekrarına kalan öğrenciyle konuşun. Bir ayın değerini öğrenmek için erken doğum yapan anneyle sohbet edin. Bir saatin değerini öğrenmek için ilk buluşmayı bekleyen iki sevgiliyle konuşun. Bir dakikanın bedelini öğrenmek için treni kaçıran adamla konuşun. Bir saniyenin değerini öğrenmek için kazadan kurtulan insanla konuşun. Saniye kesrinin değerini anlamak için yarışmayı kaybeden yarışmacıyla konuşun. Hayat her şeye rağmen devam eder. Bir randevuya geç kaldınız ya da çalışmanızı zamanında teslim edemediniz diye hayatı durdurup zamanı geriye alamazsınız. Zamanın değerini bilin. Çünkü ister fakir ol ister dünyanın en zengin insanı ol, zamanı hiçbir parayla satın alamazsınız. Bu yüzden hiçbir şeyi yarına ertelemeyin. Sevdiklerinize “Seni seviyorum” demekten çekinmeyin. Her gün annenize, babanıza onları ne kadar sevdiğinizi söyleyin. Çünkü onlar gittiğinde bazı sebeplerden dolayı konuşamadığınız milyonca söz kalır. Kimseyi umursamayıp yaşamak istediğiniz hayatı yaşayın. Gizlice sevdiğiniz ama bir türlü açılamadığınız biri varsa hemen gidip duygularınızı anlatın ona. Çünkü sonra geç olabilir. Çok geç...
Küllerinden doğan ülke Polonya 13 çizgili defter
O
rta Avrupa’da bulunan küçük bir ülkedir Polonya. II. Dünya Savaşı’nda Almanların ve SSCB’nin istilası ile birçok şehri zarar görmüş ve ülkede yaşayan çok sayıda Yahudi toplama kamplarına götürülüp soykırıma uğramıştır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra bağımsızlığını ilan edip adeta yeniden doğmuştur. Kısa zamanda yapılan büyük değişiklikler sonucunda Avrupa’nın önemli ülkelerinden biri haline gelmiştir. Ülkenin eğitim kalitesinin yüksek oluşu, diğer Avrupa ülkelerine yakınlığı ve yaşam giderlerinin daha ucuz olması nedeniyle Polonya, her yıl binlerce öğrencinin uğrak noktası olmuştur. Ben de Erasmus programı için Polonya’yı tercih edenlerdenim. Özellikle başkent Varşova ile Wroclaw, Krakow, Gdansk ve Poznan öğrenciler tarafından en çok tercih edilen şehirler arasındadır. Yan yana dizilmiş renkli binaları, tarihi kiliseleri, Odra Nehri’nin muhteşem
Sırmanur ÖZDEMIR Opole Üniversitesi/ Polonya
manzarası, tarihe yolculuk yaptıran müzeleri, insanı dehşete sokan toplama kampları (en önemlisi Auschwitz toplama kampı) ile görülmeye değer bir ülke. Polonya’nın şehirleri küçük olduğu için gezmek de çok kolaydır. Her şehir için ortalama 1-2 gününüzü ayırabilirsiniz. Yemek kültürümüz biraz farklı olsa da yöresel yemeği Pierogiyi denemeden geri dönmemenizi tavsiye ederim. Polonya’nın buram buram tarih kokan sokaklarında yürürken bir çok yapının eski oluşundan, binaların üzerindeki göz alıcı motiflerden ve modern yapıların kısa süre önce inşa edilmesinden, bu ülkenin geçmişin izlerini tam olarak silemediğini görebilirsiniz. Bu ülkede beni en çok etkileyen şeylerin başında, 7’den 70’e kadar herkesin ülkedeki kurallara uyması, insanların daha medeni, daha saygılı oluşu ve gece geç saatte sokakta olsanız bile kimsenin size zarar vermemesi geliyor. Bunun yanı sıra Lehlerin sıcakkanlı bir millet olduğunu söyleyemeyeceğim maalesef. Havası gibi insanları da soğuk bu ülkenin. Bunun nedeninin geçmişte yaşadıkları akıl almaz zulümlerden kaynaklandığını düşünüyorum. Genellikle küçük şehirlerdeki yaşlı nüfusun fazla olması ve farklı milletlerden insanların az olması nedeniyle yolda yürürken garip bakışlara maruz kalabilirsiniz. Korkmayın sadece kocaman bir gülümsemeyle karşılık verin. Aynı içten gülümsemeyle karşılık alacağınıza eminim. Her millet ülkesine gelen yabancı insanlara kendi dilinden ve kültüründen bir şeyler katmaktan mutluluk duyar. Eğer bir gün yolunuz Polonya’ya düşerse sizde Dzień dobry! demeyi unutmayın…
çizgili defter 14
Kızıl Sarmaşık
Fatma YILMAZ Selçuk Üniversitesi
İç içe girmişti kızıl sarmaşık, Sarmalamıştı dağ çiçeğini, Kalbim sürgün yedi aklım karmaşık, Sen kızıl sarmaşık sar ellerimi. Bulutlara kaçsam yakalar beni, Derinlere gider sonsuz ellerin, Aşkım tarih oldu sevdamdır yeni, Sevdama şahittir kara gözlerin. Şimdi neredesin kızıl sarmaşık, Hangi dağ gülünü sarmada kolun, Aşkın ki geceye oluyor ışık, Aşkın ki düşünü süsler bu kulun. Çıkıyorum yine bir kavi dağa, Güneş aya küsmüş batmaya yakın, Kalbimden uzaklar çıkar tuzağa, Tuzaksa aşktadır unutma sakın. Varlığın dermanım kızıl sarmaşık, Narin bir edayla etrafı dolan, Sen çiçeklere ben sana aşık, Sar yeni bir çiçeği ve hep beni an. Beynim hece hece isminle kaynar, Geceye en yakın saattir bu an, Adın ki aklımda oyunlar oynar, Adın kulağımda çınlıyor her an. Kızıl sarmaşık hoşça kal şimdi, Başka gözyaşları seni büyütsün, Düşün ki baharın sebebi kimdi. Bahara zemheri artık kin gütsün, Kızıl sarmaşık hoşça kal şimdi.
Onun İsmi Kırşehir
15 çizgili defter Hacer KAYNAK Ahi Evran Üniversitesi
K
ırşehir, Kırşehir ilinin merkezidir. 1941 yılında Ankara’da toplanan l. Coğrafya Kongresi'nde bu bölgeye ve bölgenin Orta Kızılırmak Bölümü'ne alınmıştı. Kırşehir kavak ve meyve ağaçlarının bol bulunduğu, ahilik tarikatının merkezi olan bir şehir. Şimdi gezilecek yerlerine değinelim. Kırşehir’e gittiğimizde Kent Park şehir merkezinde olduğundan bulunması zor değil. Bu bizim için büyük bir avantaj. Kırşehir Kent Park’a girdiğinizde Kızılırmak parkın ortasından geçtiği için yemyeşil bir alan sizi karşılıyor. Kızılırmak eşliğinde parkın ortasına gittiğimiz zaman kitap severler için düşünülmüş renkli bir kütüphane görüyor ve içerisine giriyoruz. Bu kütüphanede saatlerce ders çalışsanız bile sıkılmayacağınız bir atmosfere sahip. Kütüphaneden çıktığımızda, burada yapılmış kafelerden birinde oturup çayımızı kahvemizi yudumluyoruz ve Kent Park’ın seyrine dalıyoruz. Sevdiklerinizle gidebileceğiniz ve hoşça vakit geçirebileceğiniz bir yer. Çuğun Baraj Gölüne gelirsek taşkın önleme ve sulama amacıyla 1970 yılında işletmeye açılmış olduğunu öğreniyoruz. Çuğun Barajı, toprak kaya dolgu tipindedir. Su sporları
arasında özellikle rüzgar sörfü için şartları oldukça elverişli bir baraj. Su sporu tutkunları için gidip görülecek bir yer olduğunu söyleyebiliriz. Balık avı için de elverişli olan gölde sazan, aynalı sazan ve tatlı su kefali gibi bazı balık türleri olan bu gölde, oltalarımızı atıp beklemeye başlıyoruz. Çuğun Baraj Gölü, piknik ve mesire alanlarıyla bizi kendine çağırıyor bizde bu fırsatı değerlendiriyoruz tuttuğumuz balıklarla ve mangal közünde çayımızı yudumlayarak gezimizi sonlandırıyoruz. Kırşehir’in en beğendiğim yerlerinden birde Seyfe Gölüdür. Dünyada nesilleri azalan flamingo kuşlarının konakladığı bir yer. 600 binden fazla çeşitli türden kuşların bulunduğu bu alanın Milli Park haline gelmesi dikkatimizi çekiyor. Seyfe Gölü’ne vardığımızda sanki kuş cennetinde gibi hissediyoruz kendimizi. Bu manzaranın eşsiz güzelliğini bir de gün batımında izlemek için bekliyoruz. Nihayet gün batmaya başladığında kuşların ve gölün kızılımsı görüntüsü bizleri büyülüyor. Ayrıca 50 ayrı kuş türünün kuluçkaya yattığı, 182 kuş türünün barındığı “Kuş Cenneti” de gün batımında eşsiz bir manzara sunarak fotoğrafçılara ilham kaynağı oluyor.
çizgili defter 16
“Bi̇r adam düştü Galata Kulesi’nden bu adam benim oğlumdu” Furkan UZUN Selçuk Üniversitesi
Ü
mit Yaşar Oğuzcan.... Onu, Türk Edebiyatında bıraktığı büyük izler sayesinde tandık. Gerçi ne kadar tanıdığımız meçhul. Ama en azından kendisinin büyük bir şair olduğunu ve ‘’evlat acısı’’ denilen, o tarifsiz büyüklüğe sahip acıyı yaşadığını biliyoruz. Son zamanlarda ismini sıkça duyduğumuz Ümit Yaşar Oğuzcan’ın bilinmeyenlerini sizler için derledik. Ümit Yaşar Oğuzcan, 22 Ağustos 1926 Tarihinde, Mersin’in Tarsus ilçesinde Faruk Nafız Çamlıbel hayranı olan Güzide Oğuzcan ile şair Yaşar Oğuzcan’ın oğlu olarak ‘’şiir sever’’ bir ailede dünyaya geldi. GüzideYaşar Oğuzcan çifti o gün anne-baba olma sevinci yaşarken dünyaya gelen oğullarının ilerleyen yıllarda ‘’evlat acısı’’ denilen o eşi benzeri olmayan acıyı yaşayacağını ve büyük bir şair olacağını elbette tahmin edemezdi. Akdeniz’in o kızgın sıcaklığında ‘’şiir sever ‘’ ailenin ‘’şiir sever’’ çocuğu olarak büyümüştü Ümit Yaşar Oğuzcan. Belki de Akdeniz’in iklimi yüzünden bu kadar sıcakkanlıydı. Ümit Yaşar, hayatı bir “çile” olarak görerek hayattan çok ölümü sevdi. Kendisine göre o yaşayan bir ölüydü. Onun bu düşüncesinde yaşadığı olayların etkisi büyüktü. Yaramaz ve sakar bir çocuk olarak çocukluğu kazalarla geçmişti. 3 yaşına girdiğinde ayağını kırmıştı. O gün kendisi için bir eziyet süreci başlamıştı. Fakat kimse bunun farkında değildi. 5 yaşında 20 basamaklı bir merdivenden yuvarlandığında da kimse bu eziyet sürecinin farkında değildi, 7
yaşında kafasına sandık kapağı düştüğünde de kimse farkında değildi ve 20 yaşına geldiğinde geçirdiği ateşli kızamık sonucu kekeme olduğunda da yine kimse bu durumun farkında değildi. Ailesi, bu olayları ‘’Kader’’ olarak yorumlamıştı. Fakat bir başka şair Sezai Karakoç’un da dediği gibi; ‘’Sakın kader deme, kaderin üstünde bir kader vardır Ne yapsalar boş. Göklerden gelen bir karar vardır’. Ümit Yaşar, acı çekmeye programlanmış gibiydi. 14 yaşında apandisit, 19 yaşında böbrek, 30 yaşında ise bademciklerinden ameliyat olacak kadar acı çekmeye programlanmış gibiydi... Babasının memur olması nedeniyle şehir şehir gezip, farklı illerdeki okullarda eğitim gören Ümit Yaşar, 20’li yaşların başına geldiğinde babası gibi memur olacağını nerden bilebilirdi ki? 1937’de Eskişehir İlkokulu’ndan, 1940’da Konya Askeri Ortaokulu’ndan ve 1946’da Eskişehir Ticaret Lisesi’nden mezun olan Ümit Yaşar, babasının izinden giderek onun gibi ‘’bankacı’’ olur. Öğrencilik yıllarında babasının işi yüzünden farklı illerde, farklı okullarda eğitim göre Ümit Yaşar, iş hayatında da farklı illerde çalışır, fakat bu sefer bunu kendi isteğiyle yapar. Babası gibi bankacı olan Ümit Yaşar, babası gibi şehir şehir gezmek ister. Tabiri caizse o ‘’seyyah bir şair’’dir... 1948-1960 yılları arasında Adana, Ankara ve İstanbul gibi birbirinden büyük ve güzel üç ilde çalışan Ümit Yaşar, memur olarak mütevazi bir şekilde yaşamını sürdürürken başarılı bir şair olarak ün kazanır. Takvim yaprakları 1977 yılını gösterdiğinde Türkiye İş
17 çizgili defter
Bankasının müdür yardımcılığı görevinde bulunurken, meslekte 30. yılını doldurduğu için kendi isteğiyle Haziran ayında emekli olup köşesine çekilir. Ümit Yaşar Oğuzcan’ın başarılarla geçen iş hayatının yanı sıra şiir hayatı ise 1940 yılında, 14 yaşına girdiği sırada ‘’Yedigün’’ dergisi sayesinde başlar. Bu tarihten sadece yedi yıl sonra ilk şiir kitabını (İnsanoğlu) çıkaran bankacı Ümit Yaşar, 1975 yılına gelindiğinde edebiyat dünyasında 50 kitap kazandıracak kadar başarılı olur. Şiirlerinden bazıları İngilizce, Fransızca, Rusça, Yunanca, Almanca ve İtalyanca dillerine çevrilir. İş ve sanat dünyasında son derece başarılı olan Ümit Yaşar, buralarda başarılı olur olmasına ama üzerindeki o yalnızlığı bir türlü atamaz. O, kendi yazdığı mektubu kendi adresine postalayacak ve bir süre sonra posta kutusuna gelen mektubu uzaklardaki sevdiceğinin yazdığına inanacak ve bunun için sevinecek kadar yalnız bir adamdır. Aynı zamanda 24 kez intihara teşebbüs edecek kadar ölümü seven ama 24 intihar teşebbüsüne rağmen yaşamaya devam edecek kadar da beceriksiz bir adamdır. Bilindiği üzere oğlu, Vedat Oğuzcan 6 Haziran 1973 tarihinde bir fincan kahve ile bir fincan konyak içtikten sonra Galata Kulesi’ne çıkar. Henüz 18 yaşında olan Vedat Oğuzcan elinde tutmuş olduğu ‘’İntihar öyle edilmez. Böyle edilir baba...’’ notuyla buradan aşağıya atlar. Babası 24 intihar teşebbüsünün hepsinde başarısız olurken Vedat, bir kez intihara teşebbüs eder ve onda da başarılı olur. Ümit Yaşar ise oğlunun yazmış olduğu o nota ‘’Galata Kulesi’’ şiiriyle
cevap verir ; ‘’6 Haziran 1973 Pırıl pırıl bir yaz günüydü Aydınlıktı, güzeldi dünya Bir adam düştü o gün Galata Kulesi’nden Kendini bir anda bıraktı boşluğa Ömrünün baharında Bütün umutlarıyla birlikte Paramparça oldu Bir adam benim oğlumdu... 6 Haziran 1973 Galata Kulesi’nden bir adam attı kendini Bu nankör insanlara Bu kalleş dünyaya inat Şimdi yine bir ninni söylüyorum ona ‘’Uyan oğlum, uyan Vedat’’... Faruk Nafız Çamlıbel’e olan sevgi ve hayranlığı nedeniyle şiirlerinde aşk, ayrılık ve özlem temalarını işleyen Ümit Yaşar, oğlunun intiharı sonrası yaşadığı büyük acı nedeniyle hayatın boşluğu, ölüm ve acı gibi konuları işler. Oğlunun intiharı sonrası yaşamaktan çok ölümü seven bu büyük şair, hasretle beklediği ölüme 4 Kasım 1984 tarihinde 58 Yaşında kavuşur. Oğlu intihar ederek onu cezalandırmıştı, belki o da yaşayarak kendini cezalandırmak istedi... Ümit Yaşar, normal bir hayat yaşasaydı bu kadar çok sevilmeyecek, bu kadar çok bilinmeyecekti. Şair olmasaydı klasik bir memur olarak hayatına devam edecekti ama onun içinde tutamadığı cümleler kıyıya vurdu. Böylece Ümit Yaşar, Türk Edebiyatı tarihine geçecek kadar önemli bir şair ve “acılı” bir baba oldu....
çizgili defter 18
Düşüş
H
ızlı hızlı nefes alıyordum. Korktuğum bir şeyler vardı kaçarken bunu biliyordum, her hücremde bunu hissediyordum. Attığım her adımda sanki koca bir kara delik beni kendine çekiyordu. Karşı koyulamayacak kadar derin bir çekişti bu... Bir saniye bile dursam tuzla buz olacaktım o deliğin içinde. Ayaklarım sanki yere değmiyordu... Öyle bir kaçıştı ki bu, kafamı her çevirdiğimde yüzümden parça parça eksilen gülüşlerim o kapkara deliğe gidiyordu. Ne tuhaf diye düşündüm... Katiline güle oynaya giden gülüşlerim vardı. Birden durdum sanki önümde görünmeyen bir engel vardı ve ona çarpmıştım. Çarptığımda yere düşmedim, süzüldüm, süzüldüm, süzüldüm... Koşmaktan ayakları kan içinde kalan birisi vardı. Nasıl böyle süzülüyordum? Nefesimi bir bıraksam yere düşecektim. Bırakmadan alabilir miydim? Eskiyi bırakmadan yeniyi nasıl alırdım? Bin biri ardına gelen düşünceler içinde nasıl olur da hala bu şekilde süzüldüğünü çözemiyordum, kendimi kontrol etmek istiyordum, ayaklarımdan damlayan kanları durdurmak istiyordum. O kara delik bu izleri takip ederek beni tekrar bulabilirdi. Ama benden bir şeyler almıştı. Artık kendimi kontrol etsem ne fayda. Gülüşlerimi aldı! Artık ne zaman gülsem beni bu şekilde bile bulabilirdi gerizekalı neyden bahsediyorsun sen. Uyanmam gerek. Uyanmam gerek. Uyan. Uyan!
Fatma Vuslat CIRITBEYI Selçuk Üniversitesi
19 çizgili defter
‘‘İzmir kadar güzel olsun gününüz’’ Şeyma KÖKSAL
Selçuk Üniversitesi
3. Büyükşehir olan İzmir ne İstanbul kadar kalabalık ne de Ankara kadar katı bürokrat şehridir. Zamanın akışına ayak uydurabilenlerin şehirdir. NATO Karargahını bulunduran İzmir birçok festivalleri içinde barındırır. Makedonya’dan, Bulgaristan’dan, Bosna’dan güzel ve sakin esintilere yer verir sokaklarında... Her anlamda çok yönlü olan İzmir, birçok kamu halkına hitap eden toplu taşıt zenginliğine sahiptir; tramvay, vapur, metro, otobüs, minibüs, taksi, faytonlar ve benzeri araçlarla İzmir’in birbirinden eşsiz tüm ilçelerini gezmek için olanak sağlanıyor. İzmir yöreselliğini her alanda gösterdiği gibi herkesin tadını damağında bıraktığı kendine has yiyecekleriyle de göz önündedir. Boyozuyla, pişisiyle, lokmasıyla, şevketi bostanıyla kumrusuyla... Anlayacağınız o ki İzmir’e geliyorsanız tatmanız gereken başlıca yiyecekler vardır. Bu arada küçük bir bilgi vermem gerekirse, İzmir’e özgü olan kumru denildiğinde aklınıza ilk kuş türü gelmemeli. Simit hamuruna benzeyen, az tuzlu bir ha-
murdan yoğurulup, üzerine susam serpilerek fırınlanan, şeklini kuş türü kumrunun türünün gövdesinden esinlenerek yapılan, el yapımı lezzetli bir yiyecektir. Doğu’nun et yemeklerinden, İç Anadolu’nun ağır yemeklerinden sıkıldıysanız, İzmir’de hafif ve lezzetli yiyeceklerin sırrına parmak basabilirsiniz.
İzmir kadar güzel olan havasından bahsedecek olursak; yaz mevsimi başka, kış mevsimine başka aşık olur İzmir insanları. Yazın tadını denizde çıkarır, kışları insanları kadar sakin geçirirsiniz. Yazın sıcağına, kışın soğuğuna aldırış etmeden, bıkmadan İzmir’in en güzel, en candan yerinde, Kordon’da çimlerde gitarlar çalan, bir yanında şarkılar söyleyen insanların keyfine varamazsınız. Bir de üzerine İmbat Rüzgarının ılık ama mutluluk veren esintisiyle İzmir’in tadına doyamazsınız. Uğruna şarkıların, şiirlerin, Atatürk gibi düşünenlerin, aklı hür, Fikri hür insanların şehrine düşerse yolunuz; İzmirlilerin söylediği gibi ‘‘İzmir kadar güzel olsun gününüz.’’
19
Sali̇h TİRYAKİ
çizgili defter 20
21 รงizgili defter
çizgili defter 22
Ki̇tap Okuma Beğenileri Busra TSKN Selçuk Üniversitesi
S
osyal Medyada kitap ile kahvenin fotoğrafını çekip paylaşan insanlar genellikle kendini göstermeye çalışan insanlardır. Bir o kadar da internetten kitap okuyanlar, kitap okumanın zevkini çıkaramaz. Bir kitabı eline alıp kokusunu hissettiğin zaman kitap okumuş olabilirsin. Kitap kurdu olmak için tek yapmanız gereken bir şey var o da hayatınızdan kitabı eksik etmemenizdir. Bunu yaparken de başkalarını inandırmak için yapmayalım, kendinize ait olan her zaman yaptığınız bir hareket olsun. Her gün kitap okuyan insanların hayal güçleri daha güçlüdür ve kelime hazineleri çok daha fazla gelişmiştir. Bunun içinde sosyal medya paylaşımları da aynı derecede farklıdır. İlgi çekicidir, farklıdır, herkesin beğendiği şeyleri beğenmezler ve bu kişilerin çok fazla sosyal medyayı kullanmadıkları görülür. Sosyal medyada bunun fotoğrafını çekip paylaşan insanlar da; pirim yapmak için, en çok beğeni alan kitapların fotoğraflarını çekip paylaşırlar. Verdikleri mesaj ise, “Ben
okuma yazma biliyorum. Ben çalışkan değilim sadece bunu inandırmaya çalışıyorum. Ben aslında kitap kurdu değilim. “Kitap okumayı sevmiyorum” gibi mesajlarla sizin beğeninize katkı sağlamanızı istiyor. Peki, neden bu kadar beğeni alıyor? Hiç düşündünüz mü? Çünkü siz de onlar gibisiniz. Verdikleri mesajın aksine “Çok kitap okuyor. Seçtikleri kitaplar ne kadar da anlamlı. Çok beğeniyorum. Helal olsun!” diyorsanız, bu yalana dur demek için yapmamız gereken tek şey beğenmemek, yorum yaparak doğru olmadığını söylemeniz gerek. Bunu dalga geçerek değil, ya da karşınızdakini kıracak şekilde değil. Gerçek bir kitap kurdu olarak başarabilirsiniz. İnsanlara bir şey anlatmak istiyorsanız, çok okumanız gerekmektedir. Kendinize hep yakışanı yapın ve kendiniz olun. Çünkü kendisi olan insanlar kazanmaya bir adım daha yakındırlar. Bir başkası olmaya çalışmayın. Her zaman kendiniz olun ve sosyal medya yalancılığına dur diyelim…
23 çizgili defter
Unutulmuş Şehir Cholula Adem SEYREK Selçuk Üniversitesi
D
ünyanın en büyük piramitine ev sahipliği yapan Cholula kenti 2500 yıllık bir tarihe sahiptir. 111.03 km²’lik alana kurulmuş şehirde 118 bin insan yaşamakta, bu sayı kırsalda yaşayan insanlarla birlikte 190 bini aşmaktadır. Asırlarca süren tarihinde pek çok inanışa ve kültüre ev sahipliği yapan Cholula yılın neredeyse tamamını şehri koruduğuna inandıkları azizlerin günlerini ve çeşitli festivaller kutlayarak geçirir. Bu günlerden geriye takvimde boş yer neredeyse kalmamasına rağmen şehrin sokakları temiz ve bir o kadarda ihtişamlı. Rengarenk sokaklara sahip Cholula bize gösterilen Meksika'dan çok farklı duran şirin bir kent. Aslında iki farklı belediye tarafından yönetiliyor. Şehir, kenti çevreleyen birkaç küçük topluluğu da içeren San Pedro Cholula ve San Andrés Cholula adlı iki belediyeye ayrılmıştır. Şehrin ana meydanı San Pedro Cholula belediyesinde yer alır, ancak sadece birkaç blok ötede bulunan Büyük Piramit, San Andrés Cholula'da yer almaktadır. Bir bütün olarak şehre resmen Distrito Cholula de Rivadavia denir. İspanyollar tarafından kolonileştirilmiş kentte İspanyol kaynaklara göre 365 kilise vardır. Fakat günümüze sadece 37 kilise ulaşmıştır. Bu kiliselerin mimari tarzları, 19. yüzyıla ve hatta Gotik'ten Rönesans'a kadar dayanır... Günümüzde Cholula, Meksika'nın Puebla eyaletine bağlıdır. Puebla, 2017’de deprem yaşayınca diğer tarihi eserler ve yapıtlar ile birlikte
bu 37 kilise de zarar görmüştür. Çok eski bir tarihi olan bu kentin elbette ki başlıca geçim kaynağı yine turizm ile sağlanır. Şehrin en önemli turistik cazibesi, Büyük Piramit ve üstündeki Nuestra Señora de los Remedios kutsal alanıdır. İlk bakışta tepeyi andıran piramit daha sonra bu hale gelmiştir. Sürekli yağış ile piramit yeşile bürünmüştür. Büyük Piramit'i bir bütün haline sanki tepe oyulup da piramit haline getirilmek için güney kısmı kazılıp içeriye bir ağ sistemi bağlanmıştır. Bu sayede piramitin tamamı gezilebilir bir hale getirilmiş. Bu iki yapı bir yılda 220 bin turist çekmekte. Şehrin etrafında bulunan La Malinche yanardağı uzaktan bakıldığında bir hayli ürkütücü görünse de günümüzde artık aktif değildir. Son 3 bin yıldır uyuduğu düşünülen yanardağ, şehir ilk kez yerleşim yeri olarak kullanılmaya başlandığında 500 yıllık uykusunu devam ettiriyormuş. Sönmüş bu volkanla birlikte şehrin etrafı Atoyac Nehri olmak üzere , bir dizi küçük nehir, akarsu ve kuru vadinin geçtiği geniş bir ovadır. Bir zamanlar İspanya sömürgesi altında olan şehir, 1531 den 1714 e kadar sömürge olarak kaldıktan sonra 1715 yılında yerel halkın başvurusu ile Hindistan Cumhuriyeti’nin bir parçası olarak kalmıştır. Meksika'nın 1810 yılındaki bağımsızlık ilanından tam 50 yıl sonra 1860 yılında Meksika devletine bağlanmıştır.
çizgili defter 24
Var Oluşumuz İnsan Raziye SARI
Selçuk Üniversitesi İnsanız Bu sebeptendir içimizin dışımıza sığmayışı Yüreğimizin depreşmesi bundandır anılarda Kırılınca kanadımızı sarmayı denemeyişimiz bundandır İnsanız Hatalar yapıp da görmezden, gelişimiz Görünmezi görmek isteyip, görünmezle yetinmeyişimiz Sevda çıkmazından her halde çıkmak istemeyip Çıkar yolları bulunca Kendi ellerimizle En güçlü şekilde birer birer kilitleyişimiz Bundandır. Hastalanmalarımız, yakınmalarımız, dövünmelerimiz Hatta kahkahalarımız bile bundandır bilinmezde İnsanız Güçlü görünmek isteyip de Gücümüzü kendi ellerimizle hunharca sömürmemiz bundandır Dünyaya baktığımız açıyı kendi ellerimizle dar edişimiz Umudumuzu kırışımıza kendi kendimize seyirci kalışımız Bundandır Derinliklerimizde olup bitenlerin Onları alıp baş tacı edişimiz Yüreğimizin en narin köşesini yıkışımız bundandır Verdiğimi değeri alamayınca bütün değerlerimizi alt üst edişimiz Cahilliğimiz Kendini bilmezliğimiz de bundandır Neticede insanız Yolumuzun çıkmaz olduğunu bile bile O yola zorla girip Çıkmak da istemeyişimiz bundandır Aydınlık düşüncelerimiz bir bir tırmanır karanlığa Hani insanız ya Aydınlığı karanlık edişimiz Bundandır.
25 çizgili defter
Mazlum ÖNALAN Fırat Üniversitesi
Yağmur değil, sen geleceksin birazdan. Ah! Seni burada görmek ne müthiş bir intihar çeşidi. Yaran nasıl, tuza koşuyor mu hala? Adın geliyor kulağıma, Sonra büyük bir sessizlik, Sessizlik ve yine sessizlik. Savaş stratejisi olduğu anlaşılıyor Veya bir aldatma Ne güzel bir kokun var. Adı ne? Bence bir adı olmalı bunun Mesela, Tümör ya da kardelen. İlk gelişin değil bu, kokun kalmış koridorlarda. Seni görünce Rio'da esnaf olası gelir insanın. Ya da Bingöl'de bir şair, Belki kahveci.
Yaralarım Sızlamaya Başladı
Pardon sizi bir yaradan tanıyor olabilir miyim? Burada çok sıkıldım da Dengemi gördünüz mü? Sahi bu kaçıncı yaranız? Benim saçım üç numara kesildiğinden beri, Buralardayım. Ama sizin kokunuz bitmiş gibi Yoksa sizin de mi kokulu silginizi parçaladılar? Sahi onu yapanlara ne demeli? Bence istilacı diyelim. Ya da barbar. Hiç olmadı insan deriz, İnsan deriz çünkü onlar acımasızdırlar. Acımasızdırlar tıpkı bir şiir kadar. Eğer kahveci olursam, Ellerini de tutacağım tıpkı yüreğin gibi, sıcak... Şairler çay içiyor. Kahveciler şiirden anlamıyor demesin kimse. Sen diyorum Yusuf'u kuyuya bırakıyorlar. Yara demeye kalmadan batı düşüyor. Ölüm diyorum, Tarancı son dizesini bitirmek istemiyor. Biz diyorum savaş bitiyor. Ortadoğu turizme açılıyor. Sokak başında semaverler doluyor Ve Arif’in son mektubu Leyla’sına ulaşıyor. Gözlerin demeye kalmadan, Beşiktaş şampiyon oluyor bir mahalle kahvesinde. Sonra devrim oluyor Rio'da Ve en iyi kahveci ben oluyorum şehirde.
çizgili defter 26
Memleketim... Şermin HIŞIROĞLU Selçuk Üni̇versi̇tesi
A
ziz Kastamonu.. Ilgaz’ıyla, Hz piriyle, Şerife Bacısıyla, etli ekmeğiyle, bandumasıyla.. Karadeniz’in cennet köşesi olan memleketim.. Bir çay akar ortasından. Henüz binaların tam olarak esir alamadığı küçük şirin bir şehirdir. Yemyeşildir, oksijen deposudur. Her ne kadar deniz kenarında olsa da deniz falan göremezsiniz çünkü merkeze uzak :) Kalesi vardır, tepede çıkıp bakınca bütün Kastamonu görünür. Bir rivayete göre ismini bu kalede geçen bir olaydan almıştır. Anlatayım hemen... Osmanlı beylerinden biri Kastamonu Kalesi’ni
kuşatmış. Surların etrafında dolaşırken, kalenin burçlarında kalenin prensesini görüyor ve aşık oluyorlar birbirlerine. Bunu öğrenen gaddar baba bir Türk Beyi’ne nasıl aşık olursun deyip, onu burçlardan aşağı atıyor. Olayla yıkılan ama aynı zamanda hınçla dolan beyimiz de kaleyi o sabaha kalmadan ele geçiriyor. Prensesin babasını karşısına alıp (bre gaddar, bre mendebur) "kastın neydi moni'ye" deyip onu da atıyor surlardan aşağı. İşte bu “kastın neydi moniye”, zamanla Kastamoniye, Kastamonu şeklinde değişime uğruyor...
Sıradan Olmamak Hakan YILDIZ
Selçuk Üniversitesi
H
ayatın nerde başlayacağını bilemezsiniz yaşadığınızı zannettiğiniz zamanlar olur. Ama bazen öyle bir an gelir ki “ben yaşamış mıyım acaba” dersiniz... İşte ben de onlardan biriyim. O an gelmişti. Bazen yanlış kararlar verebiliriz ama umurumda değildi kararın doğru veya yanlış olduğu. Sadece sürüklesin istersiniz tatlı bir ezgi sizi peşinizden. Sadece var olmak istersiniz. Onun yanında olmak ya da olmamak. İşte kararınız doğru veya yanlış mı olur onu bilemezsiniz ama bir de karşınızdakinin alacağı kararlar vardır. İyi düşünüp bir defada karar vermeniz gerekebilir. Zaman bazen hayal kırıklığı getirebilir ancak nefes almaya devam ettiğiniz sürece asla pes etmeyin ben pes etmedim, pişman değilim. Yine olsa yine yaparım
dediğimiz şeyler vardır hayatta işte yine olsa yine yaparım dediğim şeyin peşindeyim. Nefes alıyorsunuz ve aldığınız nefesin karşılığını vermek için ne yapıyorsunuz? Hayat sadece yemek yemek, su içmek, gezmek, eğlenmek, üzülmek veya her neyse işte bunlardan ibaret değildir. Siz her zaman farklı olun. İşte hayat bana öyle bir şans tanıdı ki sadece yaşamak değil aşk değil de aşkın doruklarında olmak gibi. Yağmurun ıslattığı toprağın kokusunu bilmem. Çünkü ben toprak oldum, o yağmur oldu, o üstüme yağdıkça ben büyüledim tüm canlıları. İşte hayat nerde ne zaman nasıl başlar bilemezsiniz siz sadece yaşadığınızı düşünürsünüz oysa ki hayat iki kişi olunca başlar.
Var Et Kendi̇ni Sinan GÜZELYÜZ Gazi̇ Üni̇versi̇tesi
27 çizgili defter
Çalıntı Zaman
Di̇lan URNEK
Düşünebiliyor musun?
Erzi̇ncan Üni̇versi̇tesi
Bir savaşçı yatağa mahkum kalmış. Bir ben sessizliğe alışmış. Bir ben düşünemiyorum...
Saat. Biri bana saatin kaç olduğunu söylesin lütfen. Ya da durun, söylemeyin! Öldürdünüz değil mi? Öldürdünüz zamanı biliyordum. Kulelere hapsettiniz kendinizi. Bahçesiz evler, çiçeksiz pencereler, mutsuz yüzler... Öldürdünüz ruhunuzu katiller!
Aklım ve kalbim... Bu ne tanımlanamaz bir savaş. Var edemiyor aklım seni. Ve yok edemiyor kalbim. Yakıştı ama Yoo yoo yakışmadı Bu şiir gibi hayallere Bu son hiç yakışmadı...
Tel örgülerle çevirdiniz bahçelerinizi Birbirinizin güneşine perde çektiniz İçinizdeki sevgiyi paylaşmayıp boğdunuz. Öldürdünüz ruhunuzu benciller!
Zor Bu Hayat Resul ÇANKAYA
Selçuk Üniversitesi Ne denli zor bir hayat bu. Yorulmak yok durmak asla, Neresi zor olmasın Allah aşkına, Kendimizden bile geçemiyoruz mesela, Ölümüne ağlamakla susmak arasında, Öyle masum kala kalınca, Susuyoruz ölümüne bir damla gözyaşı, Birkaç haykırış vermemek pahasına. Geçmiş diyoruz daha dün gibi hatırladığımız yıllara, Kime anlatsak anlamaz dinlemez sanıyoruz, Etrafımızı sarmış onca hatıra, Biz hala geçmiş demenin davasını güdüyoruz, Kanıyor elimiz ayağımız tutunuyoruz yine de, Yine de pes etmek aklımızdan geçmiyor, Dökülen kanlarımızı gözyaşlarımız siliyor, Zor bu hayat sen ne dersen de.
çizgili defter 28
Havva KOSTAK Selçuk Üniversitesi
Sustum
Sustum, Kayboldu hep gülüşlerim, Dudağımda ince bir tebessüm, Bir vefalı gözler kaldı, Nice yaşananları anlatan. Kursağımda heveslerim, Saçlarımda aklar, Kışımda yazım kaldı, Yazımda bahar. Sustum, Nelere tanık olmadı ki, Bu buğulu hayatlar. İşlendi nakış nakış acılar, Sessizleşti yine duvarlar, İniltileri kaldı kalbin. Sustum, Umutlarım güneş ardında, Yarınlarım dünde kaldı. Günahlar vicdanlarda, Merhametler sözde , Can çekişler bu bedende kaldı . Yüreğim sustu, Dilim sustu, Çaresizce beklemeye daldı.
Buhran-ı-Hasret 29 çizgili defter
İstek GÜNÜZ Selçuk Üniversitesi
M
uş'ta doğup büyüdüm. Büyüdükçe öğrendim, gördüm bütün güzelliklerini. İçimi ısıttı bu güzellikler. Birbirinden güzel içten, samimi gelenek ve görenekler. Katı geldi başta kurallar, ama yumuşatmasını da bildim. İnsanın elinde hiçbir şey olmasın, sevgi olsun. Sevgi ile her şeyi başarır insan. Memleketimin bana kattığı en büyük güzelliklerden biridir sevgi... Memleketime olan özlemim bu satırları yazarken daha da artıyor. Nasıl da özlemişim tarihi güzelliklerini; birbirinden güzel sebze yemeklerinden et yemeklerine, salata çeşitlerinden tatlılara... Ova'sında yürümeyi özledim. Birbirinden güzel laleleri koklamaya, tarihi Murat Köprüsünden akan suya dalmayı, 6 ay sürse de kışını bile özledim. Yaz gelir gelmez harafaneye
gitmeyi, o yokuşlu yollarını yürüyüp türkü söylemeyi, zılgıt çalmayı, yayla yayla dolaşmayı, velhasıl kelam beni ben yapan memleketimi özledim... Muş'un trajik kaderidir bu; hava da bulut yok, yerde kar. Sonbahar da havaya çöker duman. Üstüne dökülen keder, bin yıl beklendi ama gelmedi bahar... Alparslan'ın armağanı, Doğu'nun incisidir Muş. Benim güzel memleketim, şirin yurdum Muş. Uzun zaman görmedim seni, hasretim yüzüne... Gördüğümde tanıyamadım doğrusu, inanamadım gözlerime... Gençleşmişsin, güzelleşmişsin. Yolun yokuştur diyorlar ya, şimdi düz olmuş. Üstüne gün doğmuş, içine ümit doğmuş, ovan altın, yüzün ışıl ışıl...
Fatma Vuslat CIRITBEYI
รงizgili defter 30
31 รงizgili defter
çizgili defter 32
Modern Çağda Mankurtlaşma Tehlikesi
Osman Gülebak Selçuk Üniversitesi
M
ankurtlaşma olayı her ne kadar geçmişte yaşanan bir vaka olsa da ne mankurtlaştırmayı gaye edinenler ne de mankurtlaştırılanlar bitmiş değildir. Allah’ın eşrefül mahlûkat olan insanı kendilerine köle etmek isteyen tiranlar, her dönemde bu gayelerini gerçekleştirmek için bir çaba içerisine girmişlerdir. Mankurtlaştırma olayı da böyle bir gayenin sonucudur. Mankurtlaşma hikâyesini hemen hemen bilmeyenimiz yoktur. Cengiz Aymatov’un kitabında yer alan ünlü bir hikâyedir… Mankurtlaşma tabirinin kökeni Manas Destanı’na kadar uzanır. Destanda, çocuk Manas’tan korkan Kalmaklar, onu mankurt etmekten bahseder. Mankurt kavramını Manas Destanı’ndan alıp hafızalara kazıyan isim Cengiz Aytmatov’dur. Cengiz Aytmatov, Gün Olur Asra Bedel romanında geçen ‘’Nayman Ana destanında’’ bir mankurtlaştırma hikâyesi anlatır. Hikâye özet olarak şudur: Türk boyları ile düşman kabile Juan-Juanlar arasında yapılan savaşta, Juan Juanlar, esir düşenlere özel bir işkence yöntemiyle geçmişini unutturup, deve çobanı yapıyorlar. İşkence yöntemi ise şöyle: Esirlerin elleri kolları bağlanıp, saçları usturayla kazınıyor. Kesilen devenin boyun derisi çıkarılıyor ve bu deriyi saçı kazınmış esirlerin kafasına geçiriyorlar. Başları sağa-sola oynamasın diye boyunlarına da tahta kalıp geçirip, doğru çöle salıyorlar. Çığlıkları duyulmasın diye de elleri-ayakları bağlanıyor. Kızgın güneş altında büzülen deri başı mengene gibi öyle sıkıştırıyor ki, esirin çıkmaya başlayan saçları dönüp yeniden başa batıyor. Beyin, bu basınç altında değişime uğruyor. Kızgın çölde aç-susuz birkaç gün geçiren bu esirlerden birçoğu dayanamayıp ölüyor ve orada gömülüyor. Sağ
kalıp belleğini yitirerek mankurt olanlarsa günlerce beslenip güçlendiriliyor ve yeterince güçlendikten sonra köle pazarına götürülüp satılıyor. “Mankurt” kim olduğunu, soyunun-sopunun nereden geldiğini, adını, çocukluğunu, anasını-babasını bilmiyor. Kısacası insan olduğunun bile farkında olmuyor. Benlik bilincini yitirdiği için efendisine iktisadi açıdan büyük avantajlar sağlıyor… Herhangi bir köle sahibi için en büyük tehlike, kölesinin başkaldırmasıdır. Her köle fırsat bulunca isyan eder; oysa mankurt köleler arasında kaçmayı, karşı koymayı, başkaldırmayı düşünmeyen, alışılmışın dışında tek varlıktır. Köpeklerin sahiplerini dinlemeleri gibi mankurt da efendisinin sözünden dışarı çıkmaz.’’ (Gün Olur Asra Bedel, sf. 151) Tanımlarsak; mankurt, geçmişine dair ne varsa unutan, sadece bedensel fonksiyonları çalışan, efendisinin sözünden dışarı çıkmayan robotlaşmış insan. Peki, mankurtlaşma olayı sadece geçmişe has bir hikâye mi? Elbette hayır! Mankurtlaştırma değişik versiyonlarla her dönemde var olmuştur. Geçmişte insanlar, kafalarının üzerine çekilen derilerle somut bir şekilde mankurtlaştırılırken; günümüzde bu gelişen teknoloji ile daha modern ve soyut yapılıyor. Yani fark edilemeyen yöntemlerle yapılıyor. Özellikle kitle iletişim araçları üzerinden yürütülen mankurtlaşma operasyonları ile günümüz insanını zihni işgale uğratılarak aslından uzaklaştırılıp adeta köle haline getiriliyor. Ve işin en vahim tarafı ise mankurtlaşan bu insanların kendilerini özgür bireyler! olarak görmeleridir. Bu açıdan günümüz gençliği öncelikle kendi tarihini çok iyi bilmelidir. Çünkü tarih bir milletin hafızasıdır. Tarihini bilmeyen bugünkü konumunu anlamadığı gibi yarına dair bir hedefi de olamaz. Kısacası, bizler hiç vakit kaybetmeden kendi inancımıza ve kültürel tarihi mirasımıza sahip çıkarak bize ait olan bir hayat yaşamalıyız.
33 çizgili defter
Prof. Dr. Dosay KENJETAY
Nazgul KENZHETAY Akdeniz Üniversitesi
A
Hoca Ahmet Yesevi’yi Tanıtan Kimdir?
hmet Yesevi- İslam ve dünya tarihinde bilinen ilk büyük Türk mutasavvıfı ve şairidir. Yesevilik adı verilen tasavvufi akımının önderidir. Ahmet Yesevi, 1093 yılında günümüzdeki Kazakistan’ın güneyinde yer alan Türkistan şehri Sayram kasabasında doğmuştur. Hikmetlerinde ve şiirlerinde en çok işlediği konular Allah ve peygamber sevgisi, fakir ve yetimleri korumak, dini kurallara riayet, güzel ahlak, zikir, nefs ile mücadele, kendini eleştirmek, ölümü düşünmek, manevi mertebeler ve bu mertebeleri aşmadan şeyhlik iddiasında bulunmanın kötülüğü gibi mevzulardı. Rivayete göre de Ahmet Yesevi altmış üç yaşına geldiğinde dergahında yerin altına küçük bir oda şeklinde çilehane yaptırdı. Ömrünün kalan kısmını çoğunlukla orada ibadet ve tefekkürle geçirmiş, gelmiş geçmiş en büyük filozoftur. XIV. yüzyılın sonunda saltanatı parlayan Emir Timur, Türkistan dalasında şöhreti iyice yayılan alim Ahmet Yesevi’nin kabrinin üstüne bir cami yapılmasını emretmiş, birkaç yıl içinde türbe, cami ve dergahıyla birlikte bir külliye oluşturmuştur. Bugün bu kesene, Avrasya’nın en önemli ziyaret yerlerinden biridir. Sovyetlerin hükmünden sonra kurulan bağımsız
Türk Cumhuriyetleri Ahmet Yesevi gibi manevi şahsiyetleri yeni nesle aktarmaktadır. Dillere destan olan alim Ahmet Yesevi’yi bizlere tanıtmada büyük katkı sağlayan Prof. Dr. Dosay Kenjetay’a da değinmeden geçemeyiz. Ahmet Yesevi’nin Hikmetlerini Kazakçaya çevirerek ve türbesinin restore edilmesine katkı sağlayarak Prof. Dr. Dosay Kenjetay, ‘Yeseviliğin’ dünyaya tanınmasında büyük çaba sarf etmiştir. ‘Yesevilik’ yolunda onun yazdığı eserlerinin bir kısmı şunlardır; ‘Hoca Ahmet Yesevi Moral Felsefesi’, ‘Hoca Ahmet Yesevi ve Onun Düşünce Tarzı’, ‘Hoca Ahmet Yesevi’nin Dünya Tanımı ve İnsan Monografisi’. Bununla beraber, bu sene 50. yıl dönümünü kutlamakta olan Dosay Kenjetay 4 tane yeni yayınlanmış parlak eserlerini bize tanıttı. Bütün akademik hayatını Yesevi’yi araştırmaya, tanımaya adayan Profesör Kenjetay, ‘terörle mücadele ve yeni nesle dinin en sağlıklı şekilde iletilmesi’ gibi büyük mücadelelere de imzasını atmıştır. Kalemiyle kaliteyi ortaya koyan Dosay Kenjetay gibi bilim insanları var oldukça geleceğimizin parlak olacağına inanıyor, bilimde yeni zirveleri keşfetmesini diliyoruz.
çizgili defter 34
Cennetten Bir Köşe
Büşra EROZAN Fırat Üniversitesi
C
an Yücel’in de dediği gibi ne harika yermiş burası… Bu kadar güzel bir yeri gördükten sonra acaba göremediğim daha ne çok güzellik var diye kendime yanıyorum. Yemyeşil doğası, tertemiz havası, sıcakkanlı ve yardımsever insanları, oraya aşık olmama sebep olmuştu. Bir yanımda kırmızılı pembeli morlu çiçekler, diğer yanımda sonsuz maviliğiyle deniz vardı. Hangi yana dönsem huzuru buluyordum. Ne rutubet ne de nem var burada. Mesela sabah 6’da dinç olarak kalkıp kendimi buz gibi denizin suyuna bırakıyorum. İlçe merkezinde rahatlıkla denize girebiliyorsunuz. Merkezinde hala kumsal var. Sabah uyanıp yataktan kalkar kalmaz denize girme lüksü… Denize karşı oturup kahvaltınızı yaparsınız. Çok lüks bir kahvaltı olmasına da gerek yok. Bir simit bir çay bile size yetebilir. Çünkü ruhunuz doyuyor orda zaten. Ha bir de Datça akşamları var tabi. Birbiri ardına kurulan merdiven banklarda otururken bir sokak sanatçısının muhteşem gitar eşliğinde şarkılarını dinleyebilirsiniz ve buna eşlik edebilirsiniz. Denizde oluşan yakamozları izleyerek, gökyüzüne doğru uçup giden dilek fenerlerine bakarak hayaller kurabilirsiniz. Mesela sabah yüzüp güneşlendiğiniz sahilin tümü akşam olunca restoran oluyor. Sahil boyu yemek masaları kuruluyor, renkli ışıklandırmalarla aydınlanıyor her taraf ve harika bir akşam yemeği sunuluyor burada size. İlerde, yürüyüş yollarında yürüyor insanlar. Datça akşamları cıvıl cıvıl oluyor. Burada yaşayan insanda stres falan
kalmaz yahu. Tam da şairlerin şiirlerine layık bir yer. Bir de Eski Datça var ki taş evlerle dolu. Arnavut kaldırımlı sokaklarında yürürken hemen sol tarafınızda kalan otantik mekanlara bakmadan duramazsınız mesela. Farklı kıyafetler, çantalar, aksesuarlar, duvarlarına astıkları farklı desenli tablolar, magnetler vs vs. hepsi sizi kendine çekiyor adeta. Acaba bir diğer mekanda ne ile karşılaşacağım diye merakla birinden çıkıp diğerine giriyorsun. Datça’nın sanatla kuşatılmış mekanları bitmiyor ve yolun sonunda seni bekleyen küçük sürprizden habersiz yoluna devam ediyorsun. Yolun sonunda ne mi var? Küçük bir pazar yeri. El emeği göz nuru yaptıkları eşyaları küçük tezgahlarda satıyor buradaki yaşlı teyzeler. Oyalı yazmalar, kapı süsleri, şallar, kolyeler, hepsi özenle dizilmiş birbirinden güzel boncuklu bileklikler, onlarca çeşit el yapımı eşyalar… Küçük bir yer onlara ayrılmış ve birden fazla tezgah var. Fakat aralarında ne bir rekabet ne de hırs. İnsanları bile güzel buranın. Ee Datça’ya gitmişken ünlü şair Can Yücel’in evini görmeden dönmek olmazdı. Birkaç merdiven indik önce sağ ve sol yanında rengarenk çiçekler bitmiş bir merdiven. Az sonra da şairin evine varmıştık. Tam da bir şaire göre ev. Şatafatlı değil, gösterişten uzak. Bahçe kapısı yerden birkaç metre yüksekte tahta bir kapı. Kapının üstünde Can Yücel’in şiirleri yazılmış, asılmış. Evin etrafı çitlerle ve tel örgülerle çevrelenmiş. Tel örgülerin arasından küçük çiçekler filizlenmiş. Küçük ve yemyeşil bir bahçesi var evin. Müstakil, küçük, tatlı mütevazi bir ev. Eşi hala o evde yaşadığı için içeri girmemize izin verilmemişti. Ama dışının huzuru içeriye de yansımış olsa gerek. İnsan böyle bir yerde yaşarsa ilham kaynağına da ihtiyacı olmaz herhalde. Datça’nın havası da suyu da ilham verir insana. Büyük bir ressamın kaleminden çıkan en güzel manzara resmi gibi bir yer. Güzel Datça günlerinden sonra Can Yücel’in burayı neden bu kadar çok sevdiğini daha iyi anladım. -Ne harika yer burası! nereden buldun bu Datça’yı? -Elimle koymuş gibi buldum.
35 รงizgili defter
çizgili defter 36
Eksik Yanım Meryem KOCA Selçuk Üniversitesi
Ç
oğu insan babasının askerlik anılarını dinlerken sıkılır, ama bilmezler ki bazıları sadece hatıra defterlerinden babalarının anılarını öğrenir. Sıkılan insanları anlayamaz. Dinlerken sıkılmaları saçma gelir bazı insanlara. Bilmiyorlar ki, bazı insanlar sadece defterde yazıldığı kadar bilirler babalarını. Sadece orada gördükleri kadar hatırlarlar. Hatta hatırlamazlar bile, sadece okurlar, öğrenirler anılarını. Suçlayamayız o insanları. Ben de sadece bu defterde okuduğum kadar tanıyorum. Ben de orda okuduğum kadar biliyorum askerlik anılarını. Çok çok isterdim askerlik anılarını dinlemeyi, yüzünü görmeyi, hatırlamayı... Ama “nasip değilmiş” demekle yetiniriz. Keşke, keşke görebilseydim. Ama sadece fotoğraflarda bildiğin kadar hatırlarsın. Bazen de dua edersiniz, ama geri gelmez. Bir çoğumuz bayramda babası namazdan gelsin de elini öpeyim der. Yemekler yenir. Biz de öyle değildir bayramlar. Bakarsın, beklersin, ama gelen giden olmaz. Nasıl anlarsın, nasıl anlatılır bilmem. Çok garip bir eksik yanımız varken hiçbir zaman tam olmazsınız, hiçbir zaman anlamazsınız. Bu kadar mutlu olan insanlar bazen de yanınızda var olduğunda bile yoktur, o daha kötü. Belki de sen hatırlamıyorsun. Hatırlamadığınız için sıkıntı olmaz, ama yanındayken bile daha çok can yakıcı olabilir. Hiç kimsenin hiçbir yanı da eksik olmaz. İnşallah eksik yanımız tamamlanmaz. Çünkü hep eksik kalırız, kız istemede olsun, gelin evden çıkarken olsun, eksiğizdir. Elbet bir gün tamamlanır eksik yanınız da. İçinizde bir yerlerde keşke dersin, keşke mutlu günümde yanımda olsaydın...
36
çizgili defter
37 รงizgili defter
Labib Faisal
รงizgili defter 38
39 รงizgili defter
çizgili defter 40
Beni Biz Yapan
Futbol!
Ferhat KIZILTAŞ Selçuk Üniversitesi
R
usya’da düzenlenecek 2018 Dünya Kupası öncesi futbolseverler oldukça heyecanlı. Kıtaları birleştiren bu tür devasa turnuvalar ülkeler için büyük fırsat içerir. Beraberinde anlamlı hikayelerin oluşmasına aracı olur. Bu sadece futbol ile mümkün mü? Evet, mümkün! Futbol, dinleri birleştirir ve ülkeler arası iletişimi güçlendirir. Bu ifade tartışılabilir ama stadyumda tanımadığınız bir taraftara sarılıp, gol sevinci yaşayabilirsiniz. O an ona adını, nereden geldiğini, inancını ve kim olduğunu söylemezsiniz. Birbirinden farklı görüşleri ve inançları sadece futbol stadyumunda bir araya getirebilirsiniz. Bunu tiyatro amfisinde yapmak güçtür. Drama sevenler, komedi içeren oyunları izlemek istemeyebilirler. Futbol ise daha başkadır. Saha dışındaki farklı anlayışlar, tribüne adım attığınız zaman geçersiz kalır. Günü gelir simidini paylaşır, kader ortaklığı yaparsın. Beni biz yapan bir olay gerçekleşir. Ortak akıl hakimdir. Futbol büyütür, Futbol eğitir, Futbol saygınlığı artırır, Neden mi? Şimdi İtalya'ya… 1990 Dünya Kupası'na gidelim... Arjantin'in hüsrana uğradığı, Kamerun'un tarih yazdığı ve Batı Almanya'nın da finali yaptığı efsanevi turnuvaya. 'Küçük bir ülke, futbol sayesinde bir anda büyüyüverdi' İtalya'da düzenlenen 1990 Dünya Kupası sonrası "France Football" dergisine açıklamalarda bulunan Kamerunlu forvet Roger Milla'ya ait bu söz. 8 kelimelik bu kısa söz Afrika tarihi açısından büyük anlam ifade ediyor. Afrika kıtasını gururla temsil eden Kamerun, 1990 Şampiyonu Batı Almanya'dan çok konuşulmuştu. Yılmaz Aslanlar lakaplı Afrika temsilcisi, Arjantin'i gruplardaki ilk maçta 80 bin taraftarın geldiği San Siro’da 1-0 mağlup etmişti. Omam Biyik’in 1,5 metre yükselişi sonrası gelen kafa golü 67. dakikada şok etkisi yaratmıştı. Milano
şaşkındı. Arjantin kalecisi Nery Pumbido turnuvaya sakatlanarak veda ediyordu. Finale kadar tek yenilgisini Kamerun karşısında alan Arjantin, grubu 3.bitirip Batı Almanya ile final oynama başarısı elde etti. Finalisti deviren bir ülke olarak dikkatleri üzerine çeken Yılmaz Aslanlar ise turnuva sonrası derin düşüncelere dalıyordu. Acaba diyorlardı... “Biz yapabilirdik” galiba. Almanları yenebilirdik. Çeyrek finalde İngiltere’ye uzatmalarda 3-2 kaybederek elenen Kamerunlular, Maradona'lı Arjantin'in yerine kendilerini Batı Almanya ile yapılan finalde hayal ediyordu. Şayet onlar finale çıksaydılar, Batı Almanya'yı devirebileceklerine inanıyorlardı. Lakin İngilizlerin uzatma dakikalarında Gary Lineker ile bulduğu penaltı golü bu hayali bir başka zamana erteliyordu. Üzülmek yoktu, Afrika çok mutluydu. Futbol onları coşkuya götürüyordu. Milla'nın deyişiyle onlar artık büyüyordu. Üstelik bunu söyleyen 38 yaşında bir futbolcuydu. O futbolu bırakmıştı ama Kamerun Devlet Başkanı Paul Biya'nın ısrarını kırmayıp, Milano ‘da ülkesini büyütüyordu. Gazeteciler şaşkın! Kamerun için güzel geçen bir turnuvanın ardından gazetecilere röportaj veren Roger Milla, Dünya Kupası'nda aklında kalan en değerli anının, Arjantin'i yendikleri maçın ardından Devlet Başkanları Paul Biya'nın diğer devletlerin başkanlarıyla el sıkıştığı anı ifade etmişti. Nedeni nedir diye sorulunca; "Mücadeleden zaferle ayrılan Afrikalı siyahi bir devlet başkanı, diğer başkanları gülümseyerek selamlıyordu" demişti. Gazeteciler bunun futbolla pek ilgisi olmadığını söyleseler de, Milla'nın cevabı onları bir hayli şaşırtmıştı: "Küçük bir ülke, futbol sayesinde bir anda büyümüştü" Sevgiyle kalın...
41 çizgili defter
“İşgal edilen Kudüs değil Âlem-i İslâm’dır”
Mehmet Doğan BATUR Selçuk Üniversitesi
K
udüs yerlerin ve göklerin iç içe geçtiği, Peygamber-i Ekber’in İsra ve Miraç mucizelerinin gerçekleştiği şehirdir. Tarih boyunca uğruna nice canların, gönüllerin, yüreklerin, fedakârlık yaptığı, canından cananından vazgeçtiği, ölüme ve şehadete sevgiliye koşar gibi koştukları, televizyonlarda izlediğiniz o küçücük çocukların uğruna İsrail tanklarının altında ezildiği, elindeki küçücük taşlarla şerefini ve izzetini korumak istedikleri yerin adıdır Kudüs. Kudüs sadece İslamiyet için değil diğer semavi dinler içinde kutsal bir mekandır. Kudüs’ün Müslümanlar için önemi, Resulü Ekrem’in İsra suresinde “Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Haram’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. O, gerçekten işitendir, görendir” ayetinin geçtiği Mescid-i Aksa’da miraca yükselmesidir. Hristiyanlar için önemi, Hz. İsa’nın çarmığa gerdikleri ve Haccın gerçekleştiği yer olarak inandıkları Kıyamet Kilisesi’nin olmasıdır. Yahudiler için önemi ise yıkılan Süleyman Mabedi’nin tek geride kaldığını düşündükleri batı duvarı Burak Duvarı’nın (Ağlama duvarı) bulunması ve daha bir çok şey sayılabilir. Kudüs’te dinlerin nasıl iç içi geçtiğini ve sadece bir dinin değil bütün semavi dinler için önemli olduğu ortadadır. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Turmp’un İsrail’in başkenti Telaviv’de bulunan ABD Konsolosluğunu Kudüs’e taşınacağını bildiren belgeyi imzalayıp burayı başkent olarak tanımasından1 ay sonra Elhamdülillah Kudüs’e gittim. Kudüs deyince yıllardır aynı hezeyan ve caydırma politikası ile kulaklarımda hep şu sözler yankılanır; “Oraya sakın gitmeyin orda savaş var! Canın hapse mi girmek istiyor?” Gittikten sonra gördüm ki, bunlar tamamen insanları korkutmak ve Kudüs’e gitmemeleri için söylenen bir takım gürültü kirliliği oluşturan ucuz söylemler. Bu gürültü kirliliğinden kurtulmamız şarttır. İsrail’in tek uluslararası havalimanı olan Ben Gurion Havalimanı’ndan indikten sonra pasaport kontrolü noktasına giderken karşınıza Siyonizmin kurucusu Thedor Herzl’ın fotoğrafları ve üzerinde
“Siyonizmin 120. yılı kutlu olsun” yazılı dev bir tablo çıkıyor. Ardından pasaport kontrol noktasından geçiyoruz. Pasaport kontrolünden geçtikten sonra sorunsuz bir şekilde Kudüs’e doğru hareket etmeye başlıyoruz. Bize anlatılanlarla oradaki gerçekler arasında dağlar kadar fark var. Artık üzerimizdeki ölü toprağı atmamız gerekiyor. Sanki birileri bunu bilerek yapıyor. Kudüs’ü, Mescid-i Aksa’yı gündemimizden düşürüp, ziyaret etmemizi istemiyor. Şunu bilmeliyiz ki Kudüs sadece Filistinlilerin meselesi değil, bütün Alem-i İslam’ın imani meselesidir. Kudüs ve Filistin davası bir sınav kağıdıdır her mümin kulun önünde. Kudüs’e, Kudüs-ü Şerif diyen atalarımızın emanetine sahip çıkalım. Buradaki eserlerin yarısından fazlası dedelerimize ait. Onların eserlerine bile sahip çıkamayan torunlarının Kudüs’ü kurtaracağız demesi komik değil midir? Kudüs’ün basın açıklamalarıyla, İsrail ve ABD’yi kınamalarla Kudüs kurtulmaz, kurtulamaz. Eğer Kudüs’ü kurtarmak gibi bir derdimiz varsa bunu yalnızca birleşerek yapabiliriz. Unutulmamalıdır ki Resulü Ekber bu konuda “Birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır” demiştir. İsrail güçlü değil, biz dağınığız. Eğer bir gün atalarımız gibi hilafet sancağı altında birleşebilirsek, Yahudi o zaman korkacak ve o zaman Müslümanların gücünü görecektir. Şu an ümmetin hâli Kudüs’ün bu hale gelmesindeki en büyük sebeptir ve biz kendi kendimizle çatışmaya devam ettikçe Yahudiler katliamlarını arttırarak devam ettirecektir. Kudüs’e ezanlar, İsrail’e salâlar okutmak istiyorsak evvela Yahudileşmiş kafalardan kurtulmalıyız ve bu bilinçle hareket etmeliyiz. İsrail’e kafa tutmak akıl işi değil yürek işidir deyip sadece duygularımızla hareket etmemeliyiz. Önce karşımızdaki kim onu bilmeliyiz. Unutulmamalıdır ki kuşatma altında olan Kudüs değil İslam alemidir. İşgalin bitmesini istiyorsak, işgale uğramış yürekleri kurtarmak gerekir ki şuan halimiz ne Mescidi Aksa’yı ne de Kudüs’ü kurtaracak düzeydedir. Kudüs’ün bana sana ihtiyacı yok bizim ona ihtiyacımız var. Yahudi’ye kızma o imanının gereğini yapıyor peki biz imanımızın gereğini yapıyor muyuz?
çizgili defter 42
Meral DOĞRU Ytb Koordi̇natörü
“Yabancı öğrenciler ilk geldiklerinde tıpkı yeni doğmuş bir bebek gibiler” Gülizar YAPICI Selçuk Üniversitesi
T
ürkiye’ye gelen yabancı uyruklu öğrencilere Türk dilini, kültürünü ve gündelik yaşamı öğreten, onların Türkiye’ye alışmalarında yardımcı olan isimlerden birisi olan Selçuk Üniversitesi Sosyal Faaliyetler ve YTB Koordinatörü Öğretim Görevlisi Meral Doğru ile dil eğitimi hakkında konuştuk. Merhaba, sayın Meral Hanım yabancı öğrencilere verdiğiniz Türkçe eğitim hususunda sorulara geçmeden önce bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz? Merhaba, tabi ki bahsederim. Adım Meral Doğru. Konya Selçuk Üniversitesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü mezunuyum. Yüksek Lisansımı Halk Edebiyatı alanında yaptım. Doktoramı da Halk Edebiyatı alanında yapmaktayım. Yaklaşık 3-4 yıl Milli Eğitim ve özel eğitim kurumlarında Türkçe Öğretmenliği yaptım. Daha sonra yabancı öğrencilere Türkçe eğitimi vermeye yöneldim. Yunus Emre Enstitüsü’nden sertifika aldıktan sonra bu işe tamamen başlamış oldum. Yaklaşık altı yıldır yabancı öğrencilere Türkçe Dil Eğitimi vermekteyim. Yabancı öğrencilere ve Türk öğrencilere Türkçeyi öğretmek sizin açınızdan aynı mı? Farklı ise ne gibi farklılıklar söz konusudur? Öncelikle yabancı öğrencilere verilen Türkçe Eğitimi ile Türk öğrencilere verilen Türkçe Eğitim tabi ki aynı değildir, belli farklılıklar vardır. Yabancı öğrenciler derse ilk geldiklerinde hiçbir şey bilmiyorlar. Bir ‘merhaba’ bile demeyi bilmeyen bir gruba Türkçe öğretmeye çalışıyoruz ve bunu yaparken de Türk öğrencilerin eğitiminde kullandığımız
yöntemler doğal olarak yeterli olmuyor. Yabancı öğrencilere bu eğitim normal dil bilgisi eğitimi gibi değil de; eğitim öğretimde kullanılabilecek bütün öğretim teknikleri (yaparak, yaşayarak, dokunarak, koklayarak vb.) kullanarak yapılıyor. Bu eğitim sırasında öğrenciler sadece dil öğrenmekle kalmayıp aynı zamanda kültür eğitimi de alıyorlar. Ve yabancı öğrencilerin burada dili öğrenmeleri (‘Türk Milleti içerisinde’ yer aldıkları için) kendi ülkelerinde bu dili öğrenmelerine göre daha kolay bir şekilde gerçekleşiyor. Öğrenciler bu eğitimi almaya başladıkları zaman biz hayatı, dersin içine alıyoruz. Yani; derslerimiz sadece sınıf içinde değil, sınıf dışında da yapılıyor. Ülkemizin kültürünü, geleneğini, etiğini, mutfağını; gezerek, görerek, tadarak öğreniyorlar. Kısaca, bu kültür ve dili her detayıyla yaparak, yaşayarak öğreniyorlar. Bu onların eğitim ve öğrenim sürecinde daha etkili oluyor. Her biri farklı dilde farklı kültürde olan bu öğrencilere kendi dilinizi kültürünüzü öğretmek ile sizinle aynı dil ve kültürde olan öğrencilere dil öğretmek arasında sizin için duygusal anlamda bir farklılık var mı? Bu eğitimi benimle aynı dil ve kültürden öğrencilere vermek ile farklı dil ve kültürden öğrencilere vermek arasında çok ayrı duygular var. Bu yabancı öğrenciler bize bu eğitim için geldiklerinde tıpkı yeni doğmuş bir bebek gibi henüz hiçbir şey bilmiyorlar. Her şeyi bizimle birlikte yaparak yaşayarak öğreniyorlar. Hani kendi çocuğumuzun adım adım gelişim ve ilerleyişine şahit oluyoruz ya. İşte tıpkı onun gibi bir his. Bir bebeğin
43 çizgili defter
çıkardığı ilk kelimeler, kurduğu ilk cümleler ne kadar mutlu ediyorsa anne-babasını işte bu öğrencilerimizin öğrendiği her kelime, kurdukları her cümlede bizi o denli mutlu ediyor. İlk geldiklerinde yaşları kaç olursa olsun bunun bizim için hiçbir önemi yok. Hepsi aynı düzeyde ve hiçbir şekilde iletişim kuramıyorlar. Ama zamanla bu öğrenciler bir şeyler öğrendikçe sanki kendi çocuğunu büyütüyor, onu bilgilendiriyor hissi uyandırıyor. Zamanla atasözleri, deyimler, espriler kullanıyorlar. Bu öğrencilerimizi böyle görmek bizi de çok mutlu ediyor, gururlandırıyor. Yani; sanki yapmak istediğin ürün çok güzel bir şekilde ortaya çıkmış. Bu da çok mutluluk ve gurur verici bir durum. Türk öğrencilerin anadili olduğu için bizden eğitim almadan önce aileden zaten birçok şeyi öğrenmiş olarak geliyorlar. Dolayısıyla, yabancı öğrencideki eğitim ve öğretim Türk öğrencideki eğitim öğretimden çok daha farklı oluyor ve bambaşka duygular yaşatıyor. Siz hem yabancı öğrencilere hem de Türk öğrencilere eğitim verdiniz. Sizin için bu alanda çalışmanın diğer alanda çalışma ile arasındaki en farklı boyut nedir? Sınıfa ilk girdiğiniz zaman farklı kültür ve kıtalardan öğrenciler bir arada ve aramızda kesinlikle hiçbir ortak nokta ya da bir benzerlik yok. Bu sınıf ortamında her şeyden önce bir kardeşliği sağlamak gerekiyor. Dil öğretiminden ziyade o ortamı öncelikli olarak oluşturmak yaşatmak gerekiyor. Yani, öğrencilerin birbirleri ile kaynaşması, uyum içerisinde olması gerekiyor. Burada öğretmenin sınıf içerisinde
eğitimcilik rolü yanında; öğrencilerin annesi, babası, ablası, kardeşi, arkadaşı gibi rolleri de bulunuyor. Bir aile ortamı gibi öncelikle öğrencilerin birbirleri ile tanışması ve uyum içerisinde olması sağlandıktan sonra dil eğitimi gerçekleşiyor. Bizim sınıfta yaptığımız bir espri bir ülkede çok komikken, diğerinde ağır, bir diğerinde sıradan karşılanabilmektedir. Yani ortak hiçbir şey yok, eğitimle birlikte en büyük ortaklık dil oluyor. Tüm cevap ve bilgilendirmeleriniz için teşekkür ederim. Son olarak bu konu hakkında eklemek veya değinmek istediğiniz bir şey var mı? Rica ederim, ben teşekkür ederim, ayrıca böyle güzel çalışmalar içerisine girdiğiniz için tebrik ederim. Bu konuyla ilgili son eklemek istediğim şey; bu alanda çalışmak isteyen öğretmenler ya da bu işi yapan öğretmenlerin her şeyden önce bu işi severek yapmaları gerekmektedir. Yani; bizim yaptığımız ‘ben bu işi yaptım oldu, bitti’ ile yapılacak bir iş değildir. Burada, severek, gönlünü vererek, kendini vererek yapılması gereken bir iş söz konusudur. En büyük amaç dil öğretimi yaparken kültürümüzü, örf-adet, gelenek-göreneğimizi bütün dünya milletlerine en iyi şekilde tanıtmak ve benimsetmektir. Aynı zamanda bunu yaparken de sınıf içerisinde huzur ve barış ortamını sağlamaktır. Eğitimci bu ortamı sağlayarak aslında tüm dünyaya bir mesaj veriyor. Bu mesajda bir dünya barışını o sınıf içerisinde sağlıyorsun ve öğrenci görüyor ki ne kadar ortak nokta olmasa da aynı ortamda sevgi, saygı ve güven içinde yaşanabiliyor. Ve farklılıkların iletişime barışa engel olmayacağını, olamayacağını anlıyor.
çizgili defter 44
Prof. Dr. Ramazan Altıntaş Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı
‘Kadınlar Sizlere Allah’ın Emanetidir’
N
ecmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ramazan Altıntaş ile İslam Dininde kadına verilen değer, kadının yeri ve son zamanlar artan kadına yönelik şiddet hakkında gerçekleştirdiğimiz röportaj…
maalesef ihmal ediliyor. Bu aracı kurumlarımız da maalesef ortadan kalkmış durumda. Belki basit sebeplerle boşanmalara sebebiyet veriyor. Bu nedenle mahkemeye gitmeden önce bir sulh, barıştırma mekanizmasının acilen kurulması gerekiyor.
Son zamanlarda artan 'Kadına Yönelik Şiddet' hakkında neler söylemek istersiniz? Şiddet, dinimizde bütün yönleriyle, hangi açıdan olursa olsun haram kılınmış ve yasaklanmıştır. Şiddet her şeyden önce insanın ruhuna derin bir hasar vermektedir. Şiddet sadece fiziksel değildir. Şiddet, ekonomik şiddet, sözel şiddet, cinsel şiddet gibi çeşitleri bulunmakla birlikte bu çeşitleri arttırmak mümkündür. Türkiye’de son dönemlerde, her 10 kadından birisi şiddet görmektedir. Bu şiddetin dozajı da gittikçe artış göstermektedir. Evvela şiddetin sebeplerinin araştırılması gerekiyor. Şiddet olgusunun kaynağı nedir sorusuna; ilk olarak eğitimsizlik olduğu cevabı verilir. İkinci olarak işsizlik, ekonomik yetersizlikler neden olarak gösterilirken; üçüncü neden olarak da ailelerde, eşlerin aşırı derecede alkole, uyuşturucuya bulaşmış olmaları gösterilir. Bu konuyla ilgili geleneksel bazı anlayışların etkisi de vardır. Bütün bunları toparlarsak, ülkemizin nüfusu her ne kadar 80 milyona ulaşmış ise de biz bir kadınımıza da şiddet uygulansa bunun 80 milyona şiddet uygulanmış gibi değerlendirilmesinden yanayız. Biz sadece kadına değil, hiçbir canlıya şiddet uygulanmaması gerektiği kanaatindeyiz
İslam dini kadınlara ne gibi ayrıcalıklar getirdi? İslam öncesi döneme “Cahiliye Dönemi” deniliyor. O dönemde kadının adı yoktu, kadının ailede bir görüşü söz konusu değildi. İslam gelince, kadına bir hukuki şahsiyet olarak büyük bir değer verdi. Mirastan ona pay ayırdı. Aile işlerinde istişarede kadının da çok büyük etkisi vardı. Bunu biz, Hz. Peygamberin hayatından görüyoruz. Hz. Peygamber, kendisine ilk vahiy geldiği zaman evine dönmüştü ve başından geçen olayları eşi Hz. Hatice validemizle paylaşmıştı ve validemiz de Peygamber Efendimize moral vermişti. Ayrıca Peygamber efendimiz eşleriyle istişare etmiştir, ortaklaşa karar vermiştir. Günümüzde Müslüman kadınlar, İslam’a göre haklarını maalesef tam olarak bilmiyorlar.
Bugün evliliklerdeki anlaşmazlıklar, doğrudan mahkemeye başvuru ile sonuçlanıyor? İslam bu konuda ne tavsiye ediyor? Dinimizde evlilik özendirilmiştir. Sağlam bir aile yapısının oluşması için her türlü imkân ortaya konmuştur. Aileler arasında bir sıkıntı, bir anlaşmazlık ortaya çıktığında ki Kur’an-ı Kerim’de bir ayette şöyle geçer, ‘Karı-koca arasında bir anlaşmazlık ortaya çıktığı zaman, bir hakem kadın tarafından bir hakem de erkek tarafından olsun ve bunlar bir araya gelerek eşleri barıştırsınlar’ der. Bu konu günümüzde
İslam’ın evlilik yaşı ile ilgili getirdiği herhangi bir kural var mı? Türkiye şartlarında düşünecek olursak kadına haklarının ihlali noktasında bizim İslam hukukundan da kaynaklanan, bizim kitaplarımızda geçen bazı görüşler var. Bunlardan da yararlanılıyor. Bunlardan bazıları, Hanefi mezhebine göre bir kız, velisinin izni olmadan da evlenebilir ama şafi mezhebinde velinin izni olmadan kızın evliliği söz konusu değildir ve evlilik sayılmıyor. Evlilik dışı bir ilişki olarak değerlendiriliyor. Bizim bazı bölgelerde kadına yönelik yapılan şiddette maalesef böyle bir durum var. Bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığı’mıza, Din İşleri Yüksek Kurulu’na da görevler düşüyor ve bu konuda bir karar alınabilir. Artık geçmişteki tarım toplunun kadına dönük fetvalarıyla günümüzdeki sanayi toplumunun hatta ultra sanayi toplumunun fetvalarında da bazı değişiklikler olması lazım. Bugün artık kızlarımız üniversitelerde okuyor ve birçoğu üniversite mezunu. Şimdi aileler kalkıp da bu kızlarımızı ilkokul mezunu birisiyle ya da sırf
45 çizgili defter yakın akrabası olduğu için herhangi bir dayatmayla evlendiremez. İslam’ın da asla böyle bir anlayışı olamaz ve İslam, küçüklerin evlendirilmesine karışıdır. 1917 yılında, Osmanlı Aile Kararnamesi yayınlandı. Burada kız çocuklarının ve erkek çocuklarının evlilik yaşlarının asgari 18 yaş olarak belirlendi. Bu karara İslam ulemasının, Âlimlerin ortak içtihadıyla varıldı. Bizler görüyoruz ki bütün bunlara rağmen, İslam’ın yasaklamasına rağmen maalesef bazı bölgelerimizde bunun ihlal edildiğini görüyoruz. Zaman zaman basın yayın organlarına düşüyor böyle haberler. Devletin haberi olduğunda müdahale ediyor böyle durumlara. Bu konuda tedbirler ve yasaklar var, tüm bunlara rağmen ihlal edilmektedir. Bu da bir tür kadına dönük şiddettir. Oysa İslam, her türlü şiddeti yasaklamıştır. Şiddetin var olmadığı, ideal bir aile hayatının sürekliliği için neler yapılabilir? İnsanlar, kadınıyla erkeğiyle belli bir düzeye gelmiş durumdalar. Anlaşamadıkları noktalarda otururlar, ikili ilişkilerde konuşurlar. Bugünün en büyük soru aslında bir iletişimsizlik sorunu var. Bu iletişimin kurulması lazım. Bu konuda bir hızlandırılmış evlilik okulları açılmalıdır. Burada, eşlerin birbirlerine nasıl değer vermeleri gerektiği hakkında eğitimler verilmelidir. Aile sorumluluğu öğretilmeli, ailede ekonomik geçimler hakkında bilgiler verilmelidir. Bu tip anlaşmazlıklar ortaya çıktığında nasıl çözülmesi gerektiğiyle ilgili eğitimler verilerek bilgilendirmeler yapılabilir. Bunun dışında bir sivil dayanışma kurumlarının olması gerekiyor. Tartışma içinde olan ailelerin başvurabileceği ara kurumların ihdas edilmesi gerekir. Sorun yaşayan ailelerimizin rahatlıkla başvurabileceği, istişare edebileceği ve bir hakem heyetinin bulunduğu kurumlar olabilir. Bu Toplumun yarısını kadınlar oluşturuyor ve geriye kalan yarısını de kadınlar yetiştiriyor. Bu bağlamda kadınların önemi hakkında neler söylemek istersiniz? İfade ettiğiniz gibi nüfusumuzun yarısını kadınlar oluşturuyor. Biz kendi açımızdan olaya baktığımız zaman Türkiye’de ilahiyat fakültelerin öğrenci sayısının yüzde 70’i kız öğrencilerimiz oluşturmaktadır. Bu alanda bizler ilahiyat fakültesinde öğretim üyesi/elemanı açısından baktığımız zaman aynı sayıda değiliz. Erkek hocalarımız, kadın hocalarımıza göre daha fazla. Bunu bizler dengelenmesi için çalışıyoruz. Rektörlüğümüz de bu yönde çalışıyor. Diyanet İşleri Başkalığımız bu konuda devlete de örnek oluşturacak kadın istihdamı noktasında bir karar aldı. Diyanet İşlerinde, Başkan Yardımcısı, genel müdürlükler gibi kademelerde kadın başkanlarımız var. Fakat maalesef biz, kadın çalışanlar açısından ülkemizde nüfusa oranla aynı şeyi erkeklere oranla yakaladığımızı söyleyemeyiz. Nasıl ki dini açıdan kadın erkek sorumlulukları arasında bir fark yoksa
çalışma hayatında da bir farkın olmaması gerekiyor bu noktada. Kadınımız da aynı erkekler gibi çalışabilir. Devletimiz, kadınlar için daha kolaylaştırıcı yeni imkânlar getirdi. Biz toplumumuzun da buna aşina olmasını, hoşgörü ile bakması gerektiğine inanıyoruz. Tabi toplumda ‘kadın çalışmaz, erkekler çalışmalı’ gibi bir anlayış vardı, yavaş yavaş bu anlayış da değişime gidiyor. İslam, kadının çalışmasına nasıl bakıyor? İslam, İslami açıdan şartlar uygun olduktan sonra kadının çalışması noktasında bir sınırlama getirmiyor. Kadınlar kendilerine uygun olan işlerde çalışabilir. Hz. peygamber döneminde de kadınların çalıştıklarını görüyoruz, öğretmenlik yapan kadınlar vardı, hastanelerde çalışan kadınlar vardı, hasta bakıcılar vardı hatta pazar yerlerinde denetleyici olan bugünkü anlamda zabıtalık yapan kadınlar vardı. Bu kadınlar içerisinde eğitimci olarak camilerde vaizelik yapan kadınlar vardı. O dönemde de esas olan yasal bir çerçevede, ahlaki-etik kurallara uygun olan bir ortamda kadın da çalışabilirdi. Veda Hutbesinde 'Kadınlar size Allah'ın emanetidir' diyor. Günümüzde insanoğlu emanetine sahip çıkabiliyor mu? Emanet, korunması gereken bir değerdir. Ne olursa olsun, diyelim ki makamlar bizlere bir emanettir, çocuklarımız bize bir emanettir, çevre bir emanettir, eşlerimiz bize bir emanettir. Emanet demek, kişinin kulu kölesi olmak manasına gelmiyor. Yani korunması, üzerinde titrenmesi gereken bir değer olarak görülüyor. Hz. Peygamber’de bin 400 yıl önce 120 bin Müslüman’ın önünde okumuş olduğu veda hutbesinde, adeta insan hakları alanında temel hakları dile getiren bir manifesto değeri taşıyan hutbede Kadınlara yönelikte açıklamaları da bulunmuştur. Irkçılığa karşı açıklamalarda bulunmuştur. Kadınlarla ilgili demiştir ki; ‘Kadınlar sizlere Allah’ın bir emanetidir. Emanet nasıl ihanet edilmemesi gerekiyorsa aynı şekilde öyle muamele edin ve kadınlarınıza iyi muamele edin. Güzel davranın’ şeklinde uyarmıştır. Maalesef bu uyarı olmasına rağmen, Hz. Peygamberimizin hayatında da şiddetin olmamasına rağmen, biz onu bu konuda gerekli şekilde örnek almadığımızı görüyoruz. Buna da üzülüyoruz toplum olarak. Mademki Hz. Peygamberi seviyoruz, onun sünnetine, onun getirdiği değerler sistemine bağlı olduğumuzu iddia ediyoruz; biz Müslümanlarında kadın konusunda da Hz. Peygamberin öğretilerine ve onun talimatlarına uymamız gerekiyor. Bizlere Vakit ayırdığını için teşekkürler Ben teşekkür ederim…
Hatice KAYNAK Dilan ASLAN Esra KILIÇ
çizgili defter 46
Avare
Mağdur, masum mülteci bir aşık. Aşk’ın er korkunç yalanlarını basıyorsun yüreğinde; O; ürkek kalbini; Dayanabilir mi, mahşer köyünün soğuğuna. Çok üşümüş o parmakların, düşmesin diye resmini tutarken. Peki kimsin sen ey avare; Yerinden yurdundan edilmiş bir savaş çocuğu musun? Yeni şeyler peşinden koşarken yolunu mu kaybettin yoksa... Boşuna tüketme nefesini ben biliyorum kim olduğunu, eşini, dostunu, Yerini, yurdunu. Neyin var neyin yok feda ettin. O bilindik hikaye var ya çocuk başına gelmiş anlaşılan. Bir papatyaya ulaşmak için bahçenin ayaklar altına aldın, ezdin geçtin, Bak papatyan da solmuş, geç kaldın çocuk bahçen de yok artık... Pişman mısın peki? Yoo değilsin bilirim ben seni. Ne bahçeler feda edersin sen, ne baharları yok edersin O hiç senin olmayacak papatya için. Ez bütün bahçeleri yok et baharları ama devam et, hayal kurarak devam et. En iyisini yaparsın sen, devam et durmadan devam et. Kur o güzel hayalleri. O gökyüzü kadar sonsuz; denizler kadar mavi gözlerine Baktığını hayal et o çorak kahverengi gözlerinle hayal kur ve de ki; Sen saçlarına karışacak o kızıla çalan saçlarım...
SİNAN GÜZELYÜZ Gazi Üniversitesi
46
çizgili defter
47 çizgili defter
Yeni Umutlar Emine Gül TÜRK Selçuk Üni̇versi̇tesi
Yapmak istediğim bir çok şeyin, bir çok hobinin olduğunu fark ettim. Bunları bana gösteren Ege'nin çocuklarıydı. İçinde umut barındıran, gerçeğe sıkıca tutunmaya çalışan küçük yürekler vardı. Bilgi açlığı sadece Doğu-Batı sınırından oluşuyordu: Doyuma ulaşmak sınır tanımıyor ve kalıplaşmış şeylere bağlı değildi. Ege'deki çocukların merakı ve arzuları sayesinde onların hayatına nasıl dokunabileceğimi ve nasıl mutlu edebileceğimi gördüm: Hikaye'nin omurga kısmı buydu. Onların hayal ettikleri gibi bir
kütüphane ve kendime sınır tanımayan hayal ve hayat verme gücüm vardı. Büyüklerin en büyük yanılgısı, küçüklerden öğrenecekleri bir şey olmadığını zannetmektir. Onlardan öğrenebilecek en büyük şey sınır tanımayan hayal gücü ve detaylarda boğulmamak. Gerçekleşen hayaller, hayalleşen gerçekler içerisinde ...
Uçsuz Bucaksiz İnsan Havva Gül YAVUZ Selçuk Üniversitesi
“Hiç bir şey insan kadar yükselemez ve onun kadar alçalamaz” diyor, ünlü şair Hölderlin. İnsan doğmuş olmak, insan olmak için yeterli midir? Değildir ne yazık ki... Görmeyen gözlere, işitmeyen kulaklara ve hissetmeyen bir kalbe sahip olmak, bizi zamanla insanlıktan uzaklaştırıyor. Hayatımızı kolaylaştıran icatları bulan da kürkü için tilkiyi öldüren de bir insanoğludur. Uçsuz bucaksız diyorum ya öyle geniş öyle geniş ki bu kelime, içine dini, dili, rengi, karakteri ne olursa olsun herkes giri-
yor. Bu geniş yelpazeli varoluş abidesi insan, özünde onur sahibidir. Ancak insanlık adına yaptığı iyi ya da kötü şeyler onun konumunu belirler. Varoluşu itibariyle aynı çatı altında toplanan insan yaşarken ve dünyaya veda ederken, yüzünde maskesi olmayan, insanlık adına güzel çalışmalar yapan, yaşadığı çevreyi kirletmeyen, iyi bir aile olmayı ve toplum üyesi yetiştirmeyi başarabilen, adının hakkını verip insan olabilmesidir tek temennim.
çizgili defter 48
Ortasındayım Hayatın Bir hayatın tam ortasında olmak Ne bir adım gerisinde, ne bir adım ilerisinde. Ortada Öylece.. Sessizce, kimsesizce. Bin ton duvar. Bi ton enkaz. Bir çok göçebe durak. Bir bilinmezlik, bir yanlışlık üzerine kurulu tonlarca hayat. Bir düşüş var.. Gözden, dilden, gönülden Yuvadan, sıladan. Bir bekleyiş var. Belki geleni, belki gideni. Ortasındayım, ortasındasın hayatın. Bir yanı yorgunluk, bir yanı umut. Ortasındayım. Hangisinin doğru olduğunu bilmediğim yolların içindeyim. Yürüyorum. Tökezliyorum. Düşüyorum. Doğruluyor ilerliyorum. Bir tuhaflık, anlamadığım bir kaygı var içimde. Sonunu nasıl getiririm bilmiyorum. Bazı şeylere geç kalmışlığın hissi var içimde. Belki de bir enkaz hüznü bilmiyorum. Bir kuş cıvıltısı arıyor gönlüm. Bir çocuk sesi istiyor kulaklarım. Bir anı canlandırıyor beynim. Kulaklarımı çınlatırcasına.. Yoruluyorum. Bu devire çok uzağım diyorum kendimce. Koskocaman aşamayacağımı düşündüğüm duvarlar var diyorum. Beynimi tırmalıyor. Susturamıyorum..
Buket BESLEN Selçuk Üniversitesi
49 çizgili defter
Çığlık
Yaşamın devraldığı Sessiz bir çığlıktır acı. Birikir yüreğinde ve akar yavaş yavaş Bir bulut misali dolmuşsundur artık Ya ağlayacaksın ya da çığlık çığlığa delirecek... Bir hayalet gibi kapındadır artık Yalnızlık denen şey Ne ileriyi görebilirsin Ne de isin içinden çıkabilirsin... Her sayfası kederle kararan Bir hüzün gününe döner günlerin. Kaçışın bile bir adımdır Ya da o kaçış bile dönüşündür kendine.
Umahan ÖZ Selçuk Üniversitesi
çizgili defter 50
“Gönüllülük deyince aklıma gelen ilk şey Sorumluluktur” Ali Cihan ÖZENSEL’
Aysun YILMAZ Selçuk Üniversitesi
K
onya Büyükşehir Belediyesi Gençlik Meclisi Başkanı Ali Cihan Özensel'le Gönüllülük ve Gençlik Meclisleri üzerine bir sohbet gerçekleştirildi. Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız? Ben Ali Cihan Özensel. Aslen Bilecikli olup Konya'da doğdum, büyüdüm. Selçuk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü son sınıf öğrencisiyim. Çeşitli sunuculuk ve gönüllülük faaliyetlerinde aktif rol alarak başlayan serüvenime, Konya Büyükşehir Belediyesi Gençlik Meclisi Başkanlığı ile devam etmekteyim. Gençlik Meclisi dediniz, peki Gençlik Meclisi nedir? Gençlerin problem ve isteklerini ifade etmelerini, çözüm oluşturmalarını ve bu süreçte kendilerinin de aktif rol alabilmelerini sağlayan bir alandır. Gençlik Meclisi kadrosunu anlatır mısınız? Gençlik Meclisleri, bir Gençlik Meclisi Başkanı, Başkan Yardımcısı, Divanlar, Komisyon Başkanları ve üyelerinden oluşur. Bizim 2 divanımız, 6 komisyon (Eğitim-Öğrenci, Sosyal Dayanışma Yardımlaşma, Kültür-Sanat, Çevre-Kent, Sağlık-Spor, Dış İlişkiler) başkanımız ve 200'ü aşkın üyemiz var. Gençlik Meclisi'ne kimler gelebilir? Gençlik Meclislerine 14 ve 30 yaş arasındaki tüm arkadaşlarımız gelebilir, gönüllülük yapabilir.
Gönüllülük size göre neyi ifade ediyor? Gönüllülük deyince benim aklıma gelen ilk şey sorumluluktur. Sorumluluk insana verilen bir görevi, bir eylemi yapma gereğidir. Bu görev çeşitli şekillerde gerçekleşebilir. Bir iş bölümünde yer almak gibi olabilir. Bizler de burada sorumluluğu öğreniyoruz. Gönüllü her arkadaşımız yaptığımız işlere, bu işleri ilgilendiren insanlara ve verilen görevlere karşı sorumludur. Gençlik Meclisleri ve Gençlik Merkezleri arasındaki ilişki nedir? Gençlik Merkezleri, her gencin kendi ilgi ve alanları doğrultusunda ücretsiz olarak çeşitli kurs eğitimleri alabildiği, sosyal hayatlarında vakit geçirebilme imkânı sağlayan bir yerdir. İçerisinde etüt salonları, kütüphane, sinema salonları, kafeler, oyun alanları gibi yerler bulunur. Böyle bir donanıma sahip bina ve kurum içerisinde Gençlik Meclisleri'nin faaliyet göstermesi; faaliyetlerini daha çok insanla tanıştırması ve daha iyi gerçekleştirmesi demektir. Bu bağlamda Gençlik Meclisleri ve Gençlik Merkezleri arasında sıkı bir ilişki vardır. Gönüllüler burada ne kazanıyor? Gençlik Meclisleri'nde fikir ve düşünce etrafında birçok proje gerçekleştiriyoruz. Gençler burada hayata geçirmek istediği fikirleri bir arkadaş grubuyla gerçekleştirme fırsatı buluyor. Yani üniversite ha-
51 çizgili defter
yatını sadece okulda değil; haricinde sosyalleşme imkânı tanıyan bir yerde buluyorlar. Bu sayede zamanımızı yönetebilmeyi, bir organizasyon sürecini ve iş bölümünü görmüş oluyoruz hem de insanlara yaptığımız işi satmayıp hediye etmenin mutluluğunu yaşıyoruz. Bu süreç elbette meslek hayatına bir ön prova olarak da düşünülebilir. Şimdiye kadar gerçekleştirdiğiniz faaliyetlerden bahsedebilir misiniz? Birçok proje gerçekleştirdik ki içlerinden en çok ses getiren ve benim de çok sevdiğim bir proje var: "Kardeşim Olur Musun?". Bu projede her gönüllünün farklı ülkelerden mülteci kardeşi var. Onların bu topluma adaptasyon süreçlerini kolaylaştırmak ve yaşadığı kötü şeyleri güzel anılarla unutturarak psikolojik durumlarına yardımcı olmak istiyoruz. İki haftada bir Ravza Vakfı'nda toplanıp birçok alanda oyunlar oynuyor, hem onlardan yeni şeyler öğreniyoruz hem de onlara yeni şeyler öğretmeye çalışıyoruz. Aynı zamanda belirli şartlar dahilinde haftada bir, her gönüllü mülteci kardeşiyle buluşabiliyor. Projeye gönüllü olmak isteyen arkadaşlar için başvuruya çıktık. O kadar talep gördük ki gönüllüleri mülakatla aldık. Öyle ki bu proje şu anda BM (Birleşmiş Milletler)'in desteğini alıyor. Bunun haricinde “İlmek İlmek Kardeşlik” projesi var. Köy okullarındaki çocuklara atkı-bere ördük, Sille-Tatköy İlkokulu'na götürdük ve onları çocuklara hediye edip, onlarla oyunlar oynadık. Sonrasında çocuklarımız bizi Gençlik Merkezimizde ziyaret ettiler, onlarla patlamış mısır eşliğinde film izledik. Bunun yanı sıra görme engelli arkadaşlarımızla yaptığımız “Gönül Gözü Engel Tanımaz”, çocukların hayal kurma becerilerine yönelik “Geleceğin İçin Dikkat”, gençlerin şu anki durumlarını gözler önüne sermek ve objektif bir bakış açısı elde edebilmek için “Gençlerle Baş Başa”, Türkiye'nin dünyadaki gündemi hakkında konuşmak için “Genç Gün-Dem”, sınav dönemlerinde çalışan öğrenci arkadaşlarımıza “Anne Eli Değmiş Gibi”, spor hakkında farkındalıkları arttırmak amacıyla “Tabana Kuvvet”, “Sağlık Üçgeni” gibi projelerimizi gerçekleştirdik. Ayrıca farklı ilçelerde çeşitli Proje Yazma Eğitimleri veriyoruz. Her şey gönüllülük üzerine. Öyleyse yaptığınız projelerin maddi desteği nedir? Belediyeye bağlı bir kurum olduğumuzu söylemiştim. Bizim finansal desteğimizi de belediyemiz karşılıyor. Biz projeler için gerekli prosedürleri (proje yazma vb.) gerçekleştiriyoruz. Bunlar belediyeye gönderiliyor, inceleniyor ve belediyelerde Kültür Daire Başkanlıkları gibi başkanlıklar var biliyorsunuz, onların da onayından geçiyor. Bu sayede projenin maddi boyutunu karşılamış oluyoruz. Bize zaman ayarladığınız için ‘çizgili defter’ aylesinden tekrar Teşekkür ediyoruz.
çizgili defter 52
Nur
Seyit Cafer Tayyar ARVAS Selçuk Üniversitesi
En çokta seni hatırladım gülerken. Gözüm farklıydı bu aralar. Derindi çukur gibiydi. Sensiz kalmış bir okyanus gibiydim. Yalnızdım ürkektim. Güneş sadece yüzüme vuruyordu, sadece dalgalarım sıcaktı. İçeride dondurucu soğuklarım vardı. Sen yoktun ben de yok oldum. En çokta seni hatırladım ağlarken. Kulaklarım keskindi bu aralar, Toprak gibiydi. Bir gülüşünü duymak istercesine. Sensiz kalmış bir orman gibiydim. Yalnızdım, ürkektim. Ay sadece ağaçlara gölgeydi, Derinliklerde ise gölgelerin serinliği. Sen kayboluyorsun ben de kayboluyorum. Sensiz kalmıştım korkuyordum. En çokta seni hatırladım susarken Dilim farklıydı bu aralar sadece sen gibiydi. Sensiz kalmış şehir gibiydim. Gece vakti, aydınlık sokaklar. Boş insanlar, Yalnızdım ve sessizdim. Sadece dilimde tek bir isim vardı. Şehir dardı. Lambalar sadece bir şey sayıklıyordu. Yıldızlar. Sadece seni yansıtıyordu. "Nur gibiydi yüzün, Nurdan yapılmış bir gökyüzü gibi Ve yıldızlardı gülüşün hiç yılmayan yılmayanlardan.
52
çizgili defter
53 çizgili defter
Endam-ı-Si̇hir Yakup RENDA
Ankara Gazi̇ Üni̇versi̇te
Cism-ü cân ile râm ol bana Gönülden firkâtin uzaktır Kân-ı aşktır sendeki mânâ Ruhun bana makber, tuzaktır Rüzigarın bana düşman mı Varlığının aslı canan mı Bütün gözler sana hayran mı Nazarı sana olan alçaktır
Râm = Boyun eğdirmek Firkâtin = Ayrılık Makber = Mezar Endam = Görünüş Dilber = Güzel kadın Cihan içre = Dünya içinde Beşer-i ender = İnsan nedir Çeşm = Göz Har = Coşkulu Nümayiş = Gösteriş Ayan = Açıkça Hûbbün = Merkezin
Endâmın sihir midir ey dilber Bu büyü daimi mukadder Cihan içre beşer-i ender Çeşm-i harın bana meraktır Enginlerde mi yalnız mercan Bir defa ayîneye baksan Asıl mercan ayn'ında ayan Neden derya kimi ıslaktır Nümayişten ıraktı hûbbün Ve bana idi, idrâk-î mümkün Aşık maşuğa mazide dün Kalbe dokunan bir bıçaktır
çizgili defter 54
İletişim godhulialo25@gmail.com cizgilidefterdergisi@gmail.com cizgili_defter_dergisi