Uluslararası Öğrenci Gazetesi
Mayıs 2017 / Sayı: 01
Kurtuluş Savaşı ve Bangladeşli Müslümanlar Ölümden Ölüme Kaçış
S.4
Bir zamanlar Suriye’nin Ayn el- Arap şehrinde iki kişilik bir aile vardı. Sonra bu iki kişilik aileye küçük bir üye daha katılmıştı. Aylan… Adeta evin neşesi ve şenliğiydi. İşine çok düşkün olan baba bu melek dünyaya geldikten sonra işinden evine dönmek için sabırsızlanıyordu. Eve her gelmesinde o küçücük bedenden daha büyük hediyeler getiriyordu ona. Günbegün Aylan’ın büyümesiyle hem oyuncaklar hem de ailesinin kalbinde sevgi artıyordu. Ta ki Aylan 3 yaşına gelene kadar…
Bosna Hersek ve Boşnakların İlginç Özellikleri
S.4
Bosna Hersek Doğu ve Batı medeniyetlerinin yol ağzında bir ülkedir. Müslümanlar, Ortodokslar, Katolikler, Yahudiler burada birlikte yaşarlar. Bu ülkede hem Kilise hem de Cami olmayan bir şehir bulmak zordur. Bu gösterir ki Bosna Hersek gerçekten Doğu ve Batı medeniyetlerinin ortasında bir ülkedir.
B
angladeş, Güney Asya’da Hindistan tarafından çevrili küçük ama kalabalık bir ülkedir. 1204 yılında Orta Asya’dan gelen Türk komutan İhtiyar Uddin Muhammad Bin Bahtiyar Kholji tarafından Bengal bölgesinde Müslüman hükümeti kurulduktan sonra, 23 Haziran 1757’ye kadar farklı Müslüman krallar Bangal bölgesini yönetmiştir. 23 Haziran 1757 den 1947’ye kadar Bengal bölgesi İngiliz sömürgesi altında ‘Bengal vilâyeti’ olarak kalmıştır. 14 Ağustos 1947’de Doğu Bengal (şuan ki Bangladeş) Pakistan’ın Doğu vilâyeti (Doğu Pakistan) olarak verilmiştir. Ancak Doğu ve Batı Pakistan arasındaki siyasi anlaşmazlıktan dolayı başlayan savaş sonucu, 16 Aralık 1971 yılında ‘Doğu Pakistan’ Bangladeş adıyla bağımsızlığını kazanmıştır. Türkiye ve Bangladeş arasında kardeşlik ilişkilerinin temelinde, II. Sultan Abdülhamid tarafından başlatılan “Pan-İslamizm” propagandası önemli bir yer almıştır. İngiliz sömürgesi altında kalan Hint alt kıtasındaki (şuan ki Hindistan, Pakistan ve Bangladeş) Müslümanları, “Pan-İslamizm” propagandası çok etkilemiştir (Sufia Ahmed,
Khilafat Movement). Ayrıca İngilizlerin işkencesi altında kalan bölge Müslümanları, Osmanlı hilafetini İslam birliğinin bir sembolü olarak görmüştür. O yüzden Başka ülke ya da güçlerle Osmanlı arasında bir savaş çıktığında oradaki Müslümanlar, Osmanlı için camilerde dua ve tesbihat düzenliyorlardı. 1877 yılında Rusya-Osmanlı savaşı sırasında Bengal vilâyetinin merkezi olan Kalküta’nın camilerinde tesbihat ve dua düzenlenerek, Türk ordusu için yardım toplatılmıştır (M. Ali. Chaudhri, The Emergence of Pakistan, Lahore:
University of Punjab, 1988). 1912 yılında Balkan Birliği ile Osmanlı arasındaki savaş sırasında Hint Müslümanları Türkiye’ye doktorlar ekibi göndermiştir (Rubab Hasan, Pakistan-Turkey Relations, Ph.D. Thesis, University of Karachi, 2001). I. Dünya Savaşında Osmanlı’nın yenilmesiyle, Avrupalı güçlerin Osmanlı’yı parçalamaya kalktığı dönemde Bengal bölgesi dâhil, Hint alt kıtasındaki Müslümanlar İngiliz hükümetine karşı yoğun protestolar düzenleyerek, Osmanlı’yı ve Halife’yi
korumak için “Hilâfet Hareketi”ni başlatmıştır (Salim Al-Din Quraishi & S.M. Burke, The British Raj in India: An Historical Review, Oxford University Press, 1995). İlk olarak 30 Aralık 1918 yılında Delhi’de düzenlenen “Tüm Hindistan Müslüman Ligi”nin 11. oturumunda ilk defa “Hilâfet Hareketi” konusu konuşulmuştur. Oturumun başkanlık konuşmasında Bengal bölgesinden gelen Abul Kasem Fazlul Hoq, Avrupalı güçlerin Osmanlı’yı parçalama girişimi hakkında büyük endişesini ortaya koymuştur. Sonraki yıl... Sayfa 11’de
‘Türkiye ile ilgili tüm hayallerim gerçekleşti’ U Eski Mısır’ın Şaşırtıcı 7 Eseri
S.3
Eski Mısır, Taş Çağı'na kadar uzanan tarihi ile Dünya'da en çok eser bırakan uygarlıklardan biridir. Devlet olarak üzerinden 5000 yıl geçen Mısır tarihi halen hayranlık uyandırıyor. İnşaatta kullanılan basit ve ilkel araçlara rağmen, yüzyıllar boyunca yıkılmayan, hatta yıpranmayan bu mimari harikaları Mısırlıların planlama, mühendislik ve iş teşkilatı gücünü ispat etmiştir. Hatta bu topraklara en çok yaşayabilecek şeyleri, çeşitli binaları yaparak isimlerini tarihe ''altın ve taş harflerle'' yazdırdılar.
luslararası öğrenci değişim programıyla Türkiye’ye okumaya gelen Malezyalı öğrenci Faten Nurul Asyikin ile Türkiye’de yaşam, eğitim ve beklentileri ile ilgili düşünceleri sorduk. Selçuk üniversitesine okumaya gelen Faten yaşadıklarını bize anlattı. Merhaba Faten Nurul Asyikin. Size Türkiye’de öğrenci olmakla ilgili birkaç soru sormak istiyorum. İlk olarak, ne zamandır Türkiye’de siniz? Merhaba, Türkiye’ye ilk kez 17 Eylül 2016’da ayakbastım. İki gün İstanbul’da kaldım sonra 19 Eylül’de de Konya’ya geldim. Şuan Mevlana Değişim Progra-
başka bir yere gitmek, yeni havadan nefes almak istedim ve bu programa başvurmaya karar verdim, elhamdulillah kazandım da. Aslında, iki seçeneğim vardı; biri Karabük Üniversitesi, diğeri de Selçuk Üniversitesi’ydi. Malezya’da okuyan bir Türk arkadaşım bana Selçuk Üniversitesi’ni önerdi, ben de ona göre tercihimi yaptım.
mı’na katıldım ve Selçuk Üniversitesi’nde bir dönemlik eğitim alıyorum. Malezya’ya 10 Şubat 2017’de dönmeyi planlıyorum. Değişim programıyla Kon-
ya’da, yani, Selçuk Üniversitesi’nde eğitim almaya nasıl karar verdiniz? Mevlana değişim programı hakkındaki bilgileri önceden biliyordum. Kendi başıma
Buraya gelmeden önce Türkiye’yle ilgili herhangi bir stereotip, önyargılarınız var mıydı? Hayır, stereotip, önyargılarım yoktu. Ben Türkiye’yi çok seviyordum. Malezya’da üniversitedeyken derste Türk alfabesi, dili, kültürü vb. hakkında... Sayfa 9’de
Mayıs 2017
/2
Uluslararası Öğrenci Buluşmaları 10 yaşında Fatih Cihat Büyükmatür
D
eğerli okuyucular, uluslararası öğrenci buluşmaları neyi hedeflemektedir, kısaca bahsetmek istiyorum. Ülkemizde 203 ülkeden 114 bini aşkın misafir öğrenci bulunmaktadır. Konya’mızda ise Yüksek Öğrenim ve Ortaöğretimde olmak üzere 90 ülkeden, ortalama bir sayı ile 4 bin beş yüz uluslararası öğrenci eğitim öğretim görmektir. Afrika’dan Asya’ya, Ortadoğu’dan Balkanlar’a kadar geniş bir coğrafyadan ülkemizi ve şehrimizi eğitim öğretim faaliyetleri açısından bir imkân ve fırsat olarak görmüş ve tercih etmiş olan bu öğrenci kardeşlerimizin varlığı konusunda farkındalık oluşturmak birinci hedefimizdir. Biz inanıyoruz ki, bu farkındalık pek çok iyiliği beraberinde getirecektir. Buluşmalar sürecinde Uluslararası öğrencilerimizle bir araya gelen Türk halkı, onların ülkelerini ve kültürlerini yakinen tanıma fırsatı bulacak ve Anadolu irfanının kalbi Yunus’un “Gelin tanış olalım” çağrısını fiilen yerine getirecektir.
bir Dili, rengi, kültürü, birbirinden farklı ama “biz bir milletiz” düşüncesini benimseyen gençlerle, dünyanın yarınlarıyla buluşulacaktır. Geçtiğimiz yıllardan edindiğimiz tecrübeler ışığında şunu açıkça söyleyebiliriz ki, bu buluşmalar, diğer kültürleri tanıma anlamında
fırsat olduğu gibi, kendi kültürümüzü, kardeşlik bilincimizi diğer milletlere aktarmamız anlamında da büyük bir imkândır. Uluslararası öğrencilerimizin, bu faaliyetin hazırlık aşamasından icra edildiği günlere değin göstermiş oldukları katılım,
kardeşlerimizin organizasyon kabiliyetlerine artı bir değer olarak yazılmaktadır. 60 farklı ülkeden genç insanın “Rengimiz Türkiye, Hazırız Geleceğe” temalı buluşmamızdaki uyumlu çalışmaları geleceğe dair büyük umutlar beslememizde haksız olmadığımızın en büyük kanıtı olmaktadır. Unutulmamalıdır ki, her uluslararası öğrenci, Türkiye ve kendi ülkesi arasındaki yıkılmaz bir köprü, koparılamaz bir bağ durumundadır. Özetle söz ettiğimiz bu düşüncelerden hareketle, 2007 yılında ilki gerçekleştirilen Uluslararası öğrenci buluşmaları, bu yıl, 10 yaşında. Misafir öğrenci kardeşlerimiz, mezunlar ve programları ziyaret eden, sayıları milyonları aşmış olan Türk halkının teveccühüyle 2017 yılında, Uluslararası öğrenci dernekleri Federasyonu (UDEF) üyesi kuruluşların 20 ülke ve 55 şehirde gerçekleştirmekte olduğu Öğrenci buluşmalarının Türkiye’ye ve dünyanın yarınlarına artı değer olarak katkı sağlayacağına inanıyor, sevgi ve muhabbetle selamlıyoruz…
AZERBAYCAN’I NE KADAR TANIYORUZ? Hamid Khalilov Azerbaycan
A
zerbaycan doğuyla batının kesiştiği Güney Kafkasya’da yer alan bir ülkedir. Doğuda Hazar Denizi, batıda Ermenistan, kuzeyde Rusya, kuzey doğuda Gürcistan, güneyde İran’la sınırı var. Azerbaycan’a bağlı Nahcivan Özerk Cumhuriyeti’nin ise doğuda ve kuzeyde Ermenistan, batıda ve güneyde İran’la ve Türkiye ile 17 km sınırı var. Ülke zengin yeraltı kaynaklarına sahip, özellikle petrol, altın ve diğer yeraltı servetleri ve önemli coğrafi konumu iki büyük komşusunu bu ülkeye sahip olmak için savaşa itmiştir. 19’cu yüzyılın başlarında başlayan ilk Rus-İran savaşı,12 Ekim 1813 yılında “Gülistan” antlaşmasıyla sona ermiş ve Azerbaycan topraklarının iki devlet arasında bölünmesinin temelleri atılmıştır. Kendisinin olmayan toprakları ikiye bölen bu iki devlet, daha fazla toprak için, ikinci kez savaşmış ve son olarak 10 Şubat 1828 yılında “Türkmençay” antlaşmasını imzalayarak, Azerbaycan topraklarını bölme sürecini tamamlamışlar. Aras nehri sınır olmakla, Güney Azerbaycan toprakları İran, Kuzey Azerbaycan topraklar ise Rusya hegemonyasına geçmiştir. Bu antlaşmadan tam 90 yıl sonra 28 Mayıs 1918 yılında “Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti” Mehmet Emin Resulzade önderliğinde kurulmuş ve Türk tarihine ilk parlamenter cumhuriyet olarak geçmiştir. Osmanlı devleti
Azerbaycan Cumhuriyetini tanıyan ilk devlet olmuş ve kendisi savaşta Bağımsızlığın ilk yıllarında Azerbaycan birçok problemle karşılaştı. Ermenistan’ın Dağlık Karabağ ve etrafındaki illeri işgal etmesi ve bu işgal girişiminde yerli Türk halkını katletmesi ve Karabağ’dan sürgün etmesi ülkenin karşılaştığı en büyük sorun idi. 26 Şubat 1992 gecesi Azerbaycan’ın Hocalı kasabasında Ermeniler tarihin en büyük katliamlarından birini yaptılar. Bu soykırım sonucunda 63’ü çocuk, 106’sı kadın, 70’i yaşlı olmakla 613 Hocalı insanı katledildi. Ne yazık ki, üzerinden 25 yıl geçmesine rağmen, hala bu soykırımı yapanlar cezasını bulmamıştır.
olmasına rağmen, yardım isteyen kardeş Azerbaycan’a Nuru paşa komutanlığında ordu göndermiştir. “Kafkas İslam Ordusu” adını almış bu ordu 15 Eylül 1918 yılında Bakü’yü “Kızıl Ordu’” ve ermeni işgalinden kurtardı. Sadece 23 ay ömrü olan bu cumhuriyet doğuda kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanıyan ilk devlet olarak tarihe adını yazdı. Hatta bu kararla birçok
Avrupa ülkesinden önce kadınlara bu hakları tanımış oldu. 27 Nisan 1920 yılında “Kızıl Ordu” Bakü’yü işgal ederek Azerbaycan Demokratik Cumhuriyetinin varlığına son koydu. Böylelikle 70 yıl süren Sovyet esareti başladı. 1980’lerin sonlarıyla beraber Ermenistan tarihi Azerbaycan topraklarında Azerbaycan Türklerine karşı soykırımlar yapmaya başladı ve bu Azerbaycan halkının sabrını taşırdı ve herkes meydanlara çıkmaya ve özgürlük talep etmeye başladı. Halk harekâtının karşısını almak isteyen Sovyet birlikleri 20 Ocak 1990’da Bakü sokaklarındaki silahsız insanları katletti. Ancak ne yapsalar da Azerbaycan halkının özgürlük aşkını öldüremediler ve 18 Ekim 1991’de Azerbaycan bağımsız oldu. Şimdilerde ise, Azerbaycan gerek ekonomik, gerek askeri, gerekse de politikalarında kazandığı başarılarla Güney Kafkasya’nın lider devleti olmaya devam ediyor.
Murat Arslan İki Doğu İki Batı Uluslararası Öğrenci Derneği Başkanı
Bismillah 2010 yılından beri ‘’Yabancı Değil, Misafir’’ diyerek yol aldığımız Uluslararası öğrenci çalışmamızda yeni bir projeyle sizlerle olmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Tamamen Misafir öğrencilerimizin emeğinin ürünü olan gazetemizin, Ülkeler hakkında bilgileri ve gelişmeleri uluslararası medya baronların kurgusundan geçmeden ilk ağızdan öğrenme, öğrenci kardeşlerimize bir okul olma gayesi var. Gazetemiz ayrımcılığın adaletsizliklerin değil, Kardeşliğin birlikteliğin sesi olacak inşallah. Tüm coğrafyalarda, haksızlıkların, zulmün, adaletsizliğin, fitnenin, açlığın, yokluğun kol gezdiği günümüzde bir araya gelemeyişimizin en büyük sebebi bir birimizi tanımamaktır. Sekiz yıllık tecrübe bize gösterdi ki tanıdıkça ortak noktalarımızı bulup, birbirimizi anlayıp kardeş oluyoruz. Önyargılarımızı yıkıyor aslımızın şuuruna varıyoruz. Millet-i İbrahim olduğumuzu hatırlayıp, BİZ BİR MİLLETİZ diye haykırıyoruz. Unutturulan geçmişimizi yeniden hatırlayıp, bir zamanlar bir ve beraber olduğumuzu hatırlıyoruz. Kendimizin farkına varıp, neler yapabileceğimizi anlıyor ve özgüven kazanıyoruz. Kardeş olmadan, bir ve beraber olmadan kıyama kalkamayacağımızın şuuruna varıyoruz. Adil bir dünyanın birliğimizle, beraberliğimizle, kardeş olmamızla ve her alanda kendimizi geliştirmemizle mümkün olduğunu idrak ediyoruz. Sadece kendini düşünen değil, Ümmetin ve İnsanlığın ihyasını düşünen, fedakâr, cefakâr, aklıselim düşünen, kendini geliştirmiş, tuzakların farkında bir gençlik Âlemin kurtuluşu olacaktır. Rabbim bizleri kurtuluşa erenlerden eylesin. Türkiye’nin, Balkanların, Afrika’nın, Ortadoğu’nun, Kafkasya’nın, Orta Asya’nın, Uzak Doğunun sesi olacak, Kamil bir medeniyetin harcını kardeşlikle, sevgiyle, muhabbetle yoğuracağız. - Oyunda piyon değil, Hak yolunun eğilmez yolcusu olmaya gayret edeceğiz. - Tuzak kuran değil, Ümmete kurulmuş tuzakları bozan olacağız. - Sözde kardeş değil, özde kardeş olacağız, - Hakk üzere, Hakk yolunda olacağız, - İyiliğe ve güzelliğe motor, şerre ve bozgunculuğa fren olacağız - Bir olacağız - Beraber olacağız - Bir Millet olacağız…
Mayıs 2017
Eski Mısır'ın mimarisi ve sırları ile en şaşırtıcı 7 eseri
/3
Editör’den..
Zahraa Behzad Mısır
Eski Mısır, Taş Çağı’na kadar uzanan tarihi ile Dünya’da en çok eser bırakan uygarlıklardan biridir. Devlet olarak üzerinden 5000 yıl geçen Mısır tarihi halen hayranlık uyandırıyor. İnşaatta kullanılan basit ve ilkel araçlara rağmen, yüzyıllar boyunca yıkılmayan, hatta yıpranmayan bu mimari harikaları Mısırlıların planlama, mühendislik ve iş teşkilatı gücünü ispat etmiştir. Hatta bu topraklara en çok yaşayabilecek şeyleri, çeşitli binaları yaparak isimlerini tarihe ‘’altın ve taş harflerle’’ yazdırdılar.
Delwar Hosen
Uluslararası Öğrencilerin aynası
G
Şimdi gelin bu içeriğimizde sizlere o tarihin ve mimarinin yansımalarını gösterelim. Büyük Piramit Mısır'daki 118 piramidinin en ünlüsü ve Dünya’nın yedi harikasından ayakta kalan tek binadır. Bu piramidi yaptıran kişi, günümüze sadece 7,5 cm'lik heykeli kalan Kral Keops'tu. Kuzeyi tam gösteren yönü ve geometrik-matematiksel başarısı halen takdir edilir. İçinde iki tane mezar odası vardır. 4x4 araba kütlesindeki milyonlarca taşlarından oluşan yapıdır ve 20 yıl içinde inşa edilmiştir.
Sfenks Toprağın kazılarak, yukarıdan aşağıya doğru yapıldığı iddia edilir. Neyi sakladığı bilinmese de altında tam arkasındaki piramide doğru giden bir tünel olduğu kesindir. 21 Mart ve 23 Eylül tarihlerinde Güneş ışığı bu yapının tam solundan geçerek ardındaki piramidin çizgisinden geçecek şekilde yapıldı.
Fiyala Tapınağı Unesco Dünya Mirası listesine de alınan çok özel bir yapı. Bir adaya inşa edilen Fiyala, Nübye Anıtları olarak da bilinir. Asvan Barajı'nın yapılması için tüm tapınak 20. yüzyılın başında başka bir adaya taşındı. Kuyruklu yıldıza keşif yapmak için giden uzay aracına ismini veren tapınak budur ayrıca.
azete toplumun aynasıdır. İki Doğu İki Batı gazetesi de Türkiye’de okuyan Uluslararası öğrencilerin aynasıdır. Dünyanın farklı çoğrafyalarından Türkiye’ye gelen öğrencilerin düşüncelerini, yaşadıklarını ve edindiği tecrübeleri paylaşmalarının bir aracıdir. Aynı zamanda iletişim alanında okuyan Uluslararası Öğrenciler için katkı sağlayacak bir projedir. Tamamen uluslararası öğrencilerin yazdıkları makale, röportaj, haber, köşe yazı, şiir, duygu ve düşüncelerden oluşan bu gazete hem dil olarak Türkçe’yi daha iyi kullanma hem de geliştirme noktasında önemli bir rol oynayacaktır. Türkiye’de yayınlanan diğer herhangi bir gazeteden İki Doğu İki Batı gazetesi çok farklıdır. Burada Türkiye’yi ve dahi dünyayı Türk yazarlardan değil, Anadolu’yu tanımış, yaşamış burada okuyan misafir öğrencilerin yazılarından tanıma fırsatı bulacaksınız.
Ertelediklerimiz Hanife MUSTAFA Hatşepsut - Deir el-Bahri Hatşepsut Antik Mısır Tarihi'nin ilk ve en güçlü kadındır firavunuydu. Sürekli birbiri ardına devam eden sütunlu bir mezar yaptırdı. En az 22 yıl hüküm süren kadın firavunun bu tapınakta erkek gibi gösterilerek heykelleri yapıldı. Hatşepsut Tapınağı, piramit geleneğini yıktı. Kadın firavunun mezar odası binanın çok gerisinde, dağın içerisinde bulundu.
Karnak Tapınağı Dünya'nın en büyük tapınağıdır. Sekiz kapı sahibi 12 m. kalınlığında ve 550 X 480 m'lik ebadında dikdörtgen bir sur ile çevrilirmiştir. Akhenaton isimli tek tanrı inancını benimseyen bir firavun tarafından bir süreliğine kapatıldı. 2000 yılda bitirildi ve hala keşfedilmeyi bekleyen hazinelerle dolu. Tapınak içinde dünyanın en eski kutsal gül yer alır. Dikilitaş Güneş Tanrısı Ra için yapılan taşlardı. Granitten tek parça oluşur ve çok düzgün kesilmesi gerekirdi. Çünkü Ra'dan gelen ışık, insanı temsil eden toprağa çok düzgün yayılmalıydı. Dikili taştaki küçücük bir hata bile ışığın toprağa yansımasını engelleyebilir ve insan ruhunu karanlıklar ele geçirebilirdi. Firavunlar döneminden günümüze 33 Dikilitaş geldi. Bunlardan 18 tane İtalya'da, 4 Fransa'da, 1 New York'ta, 1 Londra’da, 1 İstanbul’da ve sadece 8 tane Mısır'dadır. En uzun Dikiltaş 47m. kadar uzanır. En uzun Dikilitaş 47m'ye kadar yükselmiştir.
Tutankhamon'un Mezarı - KV 62 Krallar Vadisi'ndeki önemli bir mezardır. Hızlı bir şekilde gömülen firavunun mezar kapısı kumlarla kapalıydı. H. Carter onun eşek ile gezerken tesadüf ile bulunan 20. yüzyılın en önemli keşiflerinden kabul edilir. İçerisinde eşi benzeri görülmeyen süslerin bulunduğu yapı, bir tepenin içine açılarak yapıldı. Mezar içindeki bulunan eserler 6750 kg’dan fazla Saf altın mevcuttur.
Yunanistan
Ertelediklerimiz vardır bizim, Hayatta hiç unutmadığımız veya umut bağlamadığımız Her zaman aklımızda olan fakat olamayan ertelediklerimiz… Kimimiz erteler yemeyi doyurmak için, Kimimiz erteler uyumayı uyanmak için, Kimimiz ise sevgiyi erteler sevgili için… Çoğu zaman erteleriz ahreti buralar için Sılada erteleriz vuslatı… Artık ertelediklerimizin kıymetini bilme vakti Çünkü zaman denilen bir rüzgâr var O rüzgâr, kurumuş son yaprağı düşürmeden dalından Tutunmalıyız ağaca sıkıca Hatırlayabilmeliyiz ertelenenleri Hayat avucumuzun arasından kaymadan Ve son iş musalla taşına kalmadan Yanmalıyız şimdi, Ve anmalıyız ertelenenleri, ertelenmeden.
Mayıs 2017
/4
Bosna Hersek ve Boşnakların İlginç Özellikleri Fahir Ahmetović Bosna Hersek
B
osna-Hersek Balkanlar'da 51.197 km²'lik yüz ölçümü ve 2013 sayımına göre 3,531,159 nüfusa sahip ülkedir. Boşnaklar ülkenin %50,11'ini Sırplar %30,78'ini, Hırvatlar ise %15,43'ünü oluşturur. Ülke bir bütünü oluşturan Boşnaklar, Sırplar ve Hırvatlar olmak üzere üç etnik gruba ev sahipliği yapmaktadır. İngilizcede ve daha birçok dilde etnik kimlik göz önünde tutulmadan tüm Bosna-Hersek halkına Bosnalı denir. Ancak Türkçede tarihten gelen yakınlıktan dolayı Bosnalı denildiğinde Boşnaklar yani Bosnalı Müslümanlar kastedilir. Ülke yönetim açısından iki enstiteye yani devletçiğe bölünmüş durumdadır. Bunlar, Bosna-Hersek Federasyonu ve Sırp Cumhuriyeti'dir. Kuzey, batı ve güneyden Hırvatistan; doğudan Sırbistan; yine güneyden Karadağ ile çevrili olup Adriyatik Denizi'ne Neum şehrinin bulunduğu yerde yalnızca 20 km'lik (limanı olmayan) bir kıyısı bulunmaktadır. Ülkenin coğrafyası merkez ve güneyde dağlık, kuzeybatıda tepelik, kuzeydoğuda düzlük bir karakter sergiler. Devletin başkenti ve en büyük şehri Saraybosna, birçok
yüksek dağla çevrelenmiştir. Bu coğrafi özelliğinden dolayı şehir kış turizmine elverişlidir ve 1984 Kış Olimpiyatları'na ev sahipliği yapmıştır. Ülkenin çoğunluğunu kaplayan Bosna bölgesinde karasal iklim görülür, bu bölgede yazları sıcak, kışları kar yağışlı ve soğuktur. Ülkenin güney kıyılarındaki daha küçük Hersek bölgesinde ise tipik Akdeniz iklimi görülür. Eski Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti'nin altı federe cumhuriyetinden biri olan Bosna-Hersek, bağımsızlığını 1990'lı yıllardaki Yugoslavya'nın çözüldüğü yıllarda kazanmıştır. 1992 yılında Yugoslavya'dan ayrılan Slovenya ve Hırvatistan'ın bağımsızlığını tanıyan AB ve BM, Makedonya ve Bosna-Hersek'in bağımsızlığını referandum şartına bağlamıştı. Bu nedenle 1992 yılında Bosna-Hersek'te yapılan referandumda halk bağımsızlıktan yana oy kullanınca yeni devlet kuruldu. Ancak bu devleti, ülkedeki Sırplar tanımadı ve Boşnaklar ve Hırvatlara karşı savaş açtı. 1995 yılına kadar süren Bosna Savaşı'ndan sonra Dayton Antlaşması imzalandı. Buna göre ülkede barışı uygulayacak Barışı Uygulama Konseyi adı altında uluslararası bir konsey kuruldu. Bu konsey Bosna-Hersek Yüksek Temsilciliği'ni kurdu. Sonuçta ülkede bulunan bu yüksek temsilcilik şu anda cumhurbaşka-
nını görevden alma dahil birçok yetkiyle donatılmıştır. Ayrıca bu anlaşmaya göre Üçlü Cumhurbaşkanlığı Konseyi'yle de ülkedeki üç etnik grup temsil edilecektir. Bosna Hersek Doğu ve Batı medeniyetlerinin yol ağzında bir ülkedir. Müslümanlar, Ortodokslar, Katolikler, Yahudiler burada birlikte yaşarlar. Bu ülkede hem Kilise hem de Cami olmayan bir şehir bulmak zordur. Bu gösterir ki Bosna Hersek gerçekten Doğu ve Batı medeniyetlerinin ortasında bir ülkedir. Orta Çağ Bosna Kilisesi çağdaş Bosna Hersek’i anlamada iyi bir başlangıç noktasıdır.
Boşnakların İlginç Özellikleri • Boşnaklar böreksiz yaşayamazlar. • Boşnaklar genellikle akraba evliliği yapmazlar. • Boşnaklar kesinlikle hainlik yapamazlar. • Boşnaklar kahveyi lokumla içer. • Hep bir gün Bosna Hersek'e gitme hayalini kurarlar ve oranın özlemini hep içlerinde hissederler. • Boşnaklar, Boşnak oldukla-
rını gururla söylerler. • Boşnaklar büyüklerine saygılıdırlar, bayramlarda en büyüğün evinde toplanırlar. • Sabahları kahvaltıdan önce kahve içmeyi çok severler. • İnandığı, sevdiği, güvendiği bir insanı ölümleri pahasına savunurlar. • Boşnaklar aldatmaz! Sevdi mi bir kere sever, sevmedi mi arkasını dönüp giderler.
Öykü: Ölümden Ölüme Kaçış Ragda İSMAİL Suriye
Ayn el- Arap /Suriye 2015 Bir zamanlar Suriye’nin Ayn elArap şehrinde iki kişilik bir aile vardı. Sonra bu iki kişilik aileye küçük bir üye daha katılmıştı. Aylan… Adeta evin neşesi ve şenliğiydi. İşine çok düşkün olan baba bu melek dünyaya geldikten sonra işinden evine dönmek için sabırsızlanıyordu. Eve her gelmesinde o küçücük bedenden daha büyük hediyeler getiriyordu ona. Günbegün Aylan’ın büyümesiyle hem oyuncaklar hem de ailesinin kalbinde sevgi artıyordu. Ta ki Aylan 3 yaşına gelene kadar… Aniden Ayn el- Arap’ye bir savaş fırtınası esmişti. Baba artık işe gidemiyordu ve Aylan’a oyuncak alamıyordu. O mutlu aile yuvası sarsılmaya başlamıştı. Yuvanın içine güven yerine korku, oyuncak yerine silah, yemek yerine zehir girmişti. Ve Suriye’de ölüm konuşuluyordu artık dudaklarda… Kimi kaçtı, kimi kırıldı, kimi eksildi kimi eksikti. Ayn el- Arap’ye ”Ölüm Şehri” adı verildi. Savaş insanları bitiriyordu günbegün,
katliam bomba derken hayat bitti. Açlık, susuzluk, sefalet baş gösterdi. Aylan’ın babası (Abdullah) çaresiz kaldı, ne yapacağını bilemedi, ailesinin mutluluğu yarım kaldı. Ve içinde ki umut kırıldı… Oğluna daha neler yapacaktı o, kocaman oyuncaklar alacaktı ona. Abdullah düşüncelere dalmış çıkmaz bir sokağa girmişti. Ama bir karar vermek zorundaydı.
Kaçmayı son çare olarak gördü. Çaresizlik çareydi onun için… Eşi ile evde kalan ne varsa topladılar: Bütün hatıralarını, vatanını, akrabalarının cesetlerini, mahallenin sessizliğini, karanlığa boğulan evlerini arkada bırakmışlardı. Bir de en önemlisi Aylan’ın oyuncaklarını ve çocukluğunu o yetim evde ağlayarak bıraktılar. Kanada’ya gitmeyi hedef almışlardı. İn-
san kaçakçılığı yapan adama para vererek o küçük eski insan avcısı ile yola çıkmışlardı. Yalnız o küçücük bedenleri bile denizde misafir olmaya ikna olmamıştı. Deniz hırçındı; vurdu, sıyırdı, esti, gürledi ve bir kaşık suda boğmayı tercih etti. Bindikleri adeta bir ölüm aracıydı. O küçücük beden o kadar ağır bir yük olmuştu ki üstünde bir fazlalık gibi kovdu onları
üzerinden. Anne ve baba çığlıklar içinde “oğluuuum” diye bağırdılar. “Aylan neredesin oğlum?” Ki o çığlıklar boşaydı çünkü Aylan da anne baba deyip çırpınıyordu ama bu sessiz bir çığlıktı… Anne ve baba çaresiz boynu büküktü. Canından cananlarından olmuşlardı. Bir tek kendi canları kalmıştı. Suçlu kimdi? Suç kimdeydi? Denizin dalgaları adeta bir yaprak gibi dalgalandırıp bu küçük melek yüzlü Aylanı uzun bir yolculuktan sonra kimseye dokunmadan dokundurmadan denizin kumlarına bırakmıştı… Kumlar ona toprak, deniz ise ona çiçek olmuştu… Deniz ona ağlıyordu hıçkıra hıçkıra, gökyüzü haykırıyordu adeta: Aylan… Aylan… Aylan… Yankılar her yana savruluyordu. Hayatta olan anne baba ağıtlarla ağlıyordu ölüme gülümseyen Aylana... Aylansız yaşamak aslında ölümdü onlara, canlı cenazeden farkları yoktu, yürekleri kor ateş, gözleri sel, elleri bomboş, kucakları ölüm kokuyordu… Aylan sımsıkı sarılmıştı kumlara, annesinin göğsüne yatar gibi onun kokusunu içine çeker gibi…
Mayıs 2017
/5
Gayrimüslim Terörü Senan Yavuzalp Azerbaycan
İ
slami terör”, “Terörist İslami grup” ve s. gibi isimler herhalde herkesin bilinçaltına işlemiş kelimelerdir. Bu sözlerin kullanılması da İslam’dan olmayan, Batı laboratuvarlarında üretilen, terör örgütlerinin, efendilerinden aldıkları emirle yaptıkları terör eylemleri sebebiyledir. Gerçekte İslam’ın onlarla, onlarında İslam’la yakından uzaktan bir ilişkisi yoktur. Dinimiz her ne şartta olursa olsun terörün her türlüsüne karşı olan bir dindir. Savaşta esirlerinin ellerinin bile bağlanmasını istemeyen, kendi yediğinin, kendi giydiğinin aynısından ona da yedirilmesini, giydirilmesini emreden bir dinle, esirlerin “La İlahe İllallah” dediği halde kafası kesilen, üzerine benzin dökülüp diri-diri yakılan bir din arasındaki farkı ayırt etmek güç değil sanırım. Bu “İslami” örgütlerin nerelerde ve kimlere karşı savaştıklarına bakalım. Dünyanın hiçbir yerinde bu “İslami” örgütler gayrimüslimlere karşı savaşmıyor. Eğer hakikaten “İslami” örgütsen gidip gayrimüslimlere karşı savaşırsın değil mi? Ama hayır onların işi hep Müslüman ile. Bütün kâfirler sanki sadece Müslüman ülkeler-
de. Bu bile terörist grupların arkasında gerçekte kimlerin olduğunu göstermiyor mu? Gelelim bu terörist gruplardan faydalanan gayrimüslimlere. Bu gruplar Müslümanlara karşı terör eylemi gerçekleştirmekle batının ekmeğine yağ sürüyor. Bunu kullanan Sovyetler Afganistan’a, Sırplar Bosna’ya, Amerika Irak ve Afganistan’a girdi. Bunu kullanan Çin hala Doğu Türkistan Müslümanlarına zülüm ediyor. Madem İslam’dan olmayan birkaç grubun yaptığından dolayı İslam dini “İslami terör” oluyorsa o zaman biz bir grubun değil devletlerin yaptıklarını kendi dinlerinin isimleriyle isimlendirelim. Ermenilerin Karabağ’da, Sırpların Bosna ve Kosova’da, Rusların Çeçenistan’da, Amerikalıların Irak ve Afganistan’da yaptıklarını “Hıristiyan terörü”, İsrail’in Filistin yaptıklarını “Yahudi terörü”, Çinin Doğu Türkistan’da, Myanmar’ın da Arakanda yaptıklarını “Budist terörü” olarak isimlendirmemiz lazım. Üstelik bunları yapanlar örgüt falan da değil ha, bunları, terör eylemlerini Müslümanlara karşı yapanların hepsi “Gayrimüslim Devletler”. Daha ben son 25 yıldan bahsettim. Tarihte Hıristiyanların dini lideri Papanın emriyle Haçlı
seferleri düzenleyip kendilerinden olmayanları 7’den 70’e akıl almaz canilikle katleden Hıristiyanların yaptıkları vahşetlerden bahsetmiyorum bile. Fransızların Cezayir’de, İtalyanların Etiyopya’da, İngilizlerin Hindistan’da, Rumların Kıbrıs’ta, Sovyetlerin Müslüman devletlerde yaptıklarını da katarsak bu liste uzayıp gider.
Türkiye İle Afganistan Arasındaki Dostluk Bağı Fatma SULTANI Afganistan
T
ürkiye ile Afganistan arasında yüzyıllar öncesine dayanan tarihi dostluk ilişkileri bulunmaktadır. Türk halkının Afgan halkına sevgi beslediği gibi Afgan halkı da Türklere hep sevgi ve muhabbet beslemiştir. Afganistan'daki Türk büyükelçilik binası, Kabil şehrinde bulunmaktadır. Büyükelçiliğin arazisi Amanullah Han, döneminde Türkiye Cumhuriyeti'ne hediye edilmiştir. Savaş döneminde
Kabil'deki yabancılara ait bütün binalar yağmalanmış olmasına rağmen Türk büyükelçiliği zarar görmemiş olan tek büyükelçilik binası olmuştur. Türkiye tarafından Kabil'de yaptırılan ve savaş dönemi boyunca açık kaldığı gibi adı da değiştirilmeyen Atatürk çocuk hastanesi, bu durum, Afganistanlıların Türklere vermiş olduğu değer ve özeni ortaya koyması açısından oldukça önemlidir. Afgwanistan ile Türkiye arasında ilk defa 1 Mart 1921 tarihinde Türk-Afgan ittifak antlaşması
Malezya Ahmad Aslam AMRAN Malezya
M
imzalanmıştır. Türkiye, bu bağlamda özellikle eğitim, sağlık, tarım, ulaşım gibi alanlarda aktif bir tutum benimsemiştir. Türkiye Afganistan'da yaşanan gelişmeler sonrası, bu ülke ile mevcut ilişkilerinin. "Karşılıklı dostluk, sevgi ve saygı ile sorunların barışçı yollarla çözümü" ilkeleri çerçevesinde geliştirilmesi için her alanda katkıda bulunmayı sürdürmektedir. Geçmişte olduğu gibi gelecekte de kardeş iki milletin aydınlık yarınlara işbirliği içinde yürüyeceklerine olan inancımız tamdır.
alezya ya da resmi adıyla Malezya devleti. Güneydoğu Asya'da yer alan. Doğu ve batı olarak iki kara parçasına ayrılmış. Nüfusuyla 30 Milyon. Malezya’da çeşitli ırklar vardır. Mesela Malay, Çinli ve Hint. Bizim ana dilimiz Malayca ve ikinci dilimiz İngilizce. Ülkemizde resmi din İslam'dır ve Müslüman olan halkın çoğu Malay kökene sahip. Malezya federal anayasal monarşiye dayalı parlamenter demokrasi sistimeyle yönetilmektedir. Malezya’nın başkenti adı Kuala Lumpur. Kuala Lumpur çok güzel ve gelişmiştir. Para biçimin adı Ringgit. Malaysiya (RM).Ulusal çiçeğimiz amberçiçeği ve ulusal hayvanımız Malay Kaplanı’dır. Malezya’nın Özellikleri Orası birçok gerçek Asya kültürü, Siyasi istikrar, ırksal uyum ve gerçekten sıcak insanlar, dünyanın en iyi dalış merkezi, Tüm yıl boyunca yumuşak ve tropikal hava ve tarihi modern binalar yan yana.
Terörün dini, dili, ırkı yoktur. Eğer kendisini İslam’a nispet edip İslam’dan uzak olan grupların yaptıklarından dolayı İslam dini “İslami terör” oluyorsa, o zaman grup değil bu Gayrimüslim Devletlerin yaptıklarından dolayı da “Hıristiyan Terörü”, “Yahudi terörü”, “Budist terörü” olsun. Bütün bunlara rağmen “İslami terörü” diyenlerin elini vicdanına koyup birazcık düşünmesi gerekmez mi? Elbette o vicdanları temizse.
Konya’da Afrika Öğrenciler Birliği
Male AİCHA Kamerun
S
DKM Malazgirt Salonu’nda 10 Aralık Cumartesi akşamı gerçekleşen Afrokonya’nın yapılan 3.olacağan başkanlık seçimini Oumar Balla kazandı. Mogham Njikam Mohammed Nourdine adıyla eski başkan görevde bir dönem sonra bıraktı ve bu dernek tüzüğünde belirtildiği üzere, yeni bir başkana yol vermek için seçimler yapıldı. Başkanlık görevi için 2 aday tarafından yarışıldı bunlar Oumar Balla ve Hamidou Sow ‘idi. Oumar Balla Hukuk fakültesinde, doktora yapan Nijerli öğrencidir. İki aday arasında sıkı bir yarış sonrasında Oumar Balla toplam 54 oyla galip
çıktı. Karar açıklandıktan sonra, yaptığı konuşmada şöyle söyledi, “ Bu yol sizlerle yürüyebilmemiz için bana başkanınız olarak oy verildiğiniz için teşekkür ederim ve bundan sonra daha yerli hizmetler ve güzel bir performansla bu işleri be ve yeni kuracağımız komisyonla bu işleri ben ve yeni kuracağımız komisyonla sizlere daha ileri yerler taşıyacağımızdan şimdiden söz veriyorum”. En önemli hedefi Konya’da bulunana Afrikalı öğrenciler arasında birliği sağlamak olan Afrokonya 2013’ te kuruldu. Ancak bir yıl varlığından sonra öğrenciler arasında halkça tutulma kazanmıştır. Toplantı Ballanın konuşmasından sonra bir aile fotoğrafla sona erdi.
Mayıs 2017
/6
Vatanın delisi Sadik Kedir Etiyopya
S
ize dağların tepesinden, kıtasının boyunuzdan, insanlığın başlangıcından nehirlerin akışından sesleniyorum... Ben vatanımın delisiyim... Haykırıp, ağlıyorum... Niye diyorum? 0 geldiğim ülke var ya... tarih derki o ülkede 2.5 milyon yıl önce Lucy diye bir ilk insanın kemiği varmış. Bizi seçmiş toprağımızı alışmış yuvasını kurmuş e....s...k...i bir yaradılış. Ama şimdi o kutsal yerden ülkesini sevip te vedalaşıyor kendini kazanmaya göç eder yaşatılmaya yeni fırsat yeni hayat belki de daha sevimlisine gider... ama bulamıyor o yemyeşil ağaçlardan gelen tertemiz havasını özler... bir de kendine daha iyisine vermeye giden en iyisi zaten toprağında olduğunu fark eder, o zaman ben de niye diyor haykırıyorum... ey canım vatanım niye bırakıyorsun... niye gitme oğulum diyemiyorsun? Niye O geldiğim toprak var ya... ne veriyorsan katını çıkaran ne dikersen büyüden... ne yerleşiyorsan rahatlığına kavuşturan bir topraktır... bir sır veriyim size... o ülkede 400den fazla çeşit ağaç sadece ve sadece o toprakta büyüyormuş... o toprakta yaşayan hayvanlar da oradan çıkmaz... ama ne yazık ki oğullar ve yiğitlerin gözleri bam başka yerlerde... yahu diyorum bende yahuuu canım vatanım bunları niye durduramıyorsun? Niye? Ha hala bilemedim diyorsunuz yani... o ülkeyi anlatamadım galiba... Hani Mısırın medeniyeti, roman, Bizans, daha genişinde de... Osmanlı devletlerine yada medeniyetini bilirsiniz ya... İşte tıpkı bunların gibi Axsum medeniyetine sizi tanıştırayım... o toprakta Afrika’nın boyunuzu dahil Yemen’e kadar elinin altına alan bir medeniyet vardı... tektaştan
yapılan heykelleri hala duruyor, hata ve hatta ne kadar büyük olduklarından bahseder... baktığınızda öyle bir hayranlık gözünüze girer ki aklınıza kocaman bir soru kalır. Bu nasıl bir hikmet? Ben de o zaman aklımdan çıkar haykırıyorum... niye? Nereye? O medeniyetin nerede? Kime sattın... ey canım anam vatanım... Şimdi beni iyi dinleyin... bu ülkeyi hala tanımıyorsanız... şimdi bir daha hatırlatayım size... hani bir kıral vardı ya Adil bir kral... Peygamber efendimiz adil krallığına şahitlik veren o kral var ya... işte onun vatanı Habeşistan Etiyopya... “Habeşistan’a gidin” dedi o güzel insan (s.a.v) güzel sözüyle ... “Habeşistan’a gidin orada kimseye zülüm etmeyen kral vardır!” dedi ben de dedim işte bu topraktan insan niye göç eder... niye!? Hatta Bilal habeşte vardı... onun ezanı semalarda bekleniyordu... o azan söylemediğinde... gecenin karanlığı çıkmazdı... İşte o vatanın adı habaşistan... o toprağın adı Etiyopya... Doğusundan insanların sevgilerine ve medeniyetine kavuşursun, kuzeye çıksan hürriyet ve birliği bulursun güneye gitsen yemyeşil doğayla karşılaşırsın bir doğusuna git nehirler kavuşur Nil’i görürsün... kuzeyden çıkar taaa Mısır’a varır... İşte akılımda bunlar döner ya.. o zaman haykırıyorum niye? Niye? Diyorum... Yemyeşillikle açlık, medeniyetle gerilik, sevgiyle kavga... Tepede aşağılık olur mu? İşte artık dünyanın dengesi bozulmuş... neymiş medeniyet insanlıkta değilmiş neymiş medeniyet dindarlıkta değilmiş... yau canım vatanım... sen benim en zenginimsin... Ha neymiş medeniyet akıllı telefondaymış... neymiş festeymiş... yau canım vatanım sana senin o ötlerden yapılan evlerine doğal mağaralarına hayranımm...!! Tamam öğrenirim yetişirim ama
şu materyalist alem senin renkli kültürlerden hiç olduğunu ispat ederim!! İspat ederim ki... alem duysun! vatanını seven ve göç eden duysun! Bilirim ki tüm vatanların kendi güzelliği vardır vatanın deliside...
Şimdi tüm vatanına hayran kalan... kendi kültürüne dinine kimliğine ayırmayan vatanın delisine sesleniyorum... la tahzen diyorum... evet! şimdi görüyuroz ki herkes bir dunya septeye bol bol
akıyormuş o septede kendinden vazgeçmene istiyormuş... kültür regi kabul etmiyormuş o dediğin medeniyetten başka medeniyet yokmuş... Bende deli gibi haykırıyorum... var tabi ki var... !!!!
Güneydoğu Asya’nın taşıma aracı: Rikşas Labib Faisal Bangladeş
R
ikşas’ın en çok kullanıldığı ülke Bangladeş. Bu nedenle Bangladeş’teki Başkent Dakka’ya “Rikşas Başkenti” de deniyor. 2015 yılındaki “Guinness Rekorlar Kitabı’na” göre her gün Dakka’da yaklaşık yarım milyon insan Rikşas (Çekçek) ile ulaşım sağlamaktadır. Bu sayı şehirdeki insanların yüzde kırkının bu aracı kullanması anlamına
geliyor. Rikşas, Bangladeş’e ilk 1930 yılında Hindistan’ın Kalküta şehrinden geldi. O günden bugüne bu araç kullanılmaktadır. Rikşas’ın yapısı ülkelere göre farklılık gösterir. İlk kez Japonya’da kullanılan Rikşaslar iki tekerlekliydi. Ama şimdiki kullanılan Rikşaslar üç tekerlekli. İnsan gücüyle çalışan Rikşaslarda şoför ön tarafta oturuyor ve arka tarafta iki kişilik yolcu oturma yeri bulunuyor. Çekçeğin hızı motorlu
araçlar kadar olmasa da her yere gidebildiği için bu araçlara günümüzde hala ihtiyaç duyuluyor. Bu aracının diğer özelliklerinden birisi ise rengidir. Her Rikşas (Çekçek) için farklı renkler kullanılmaktadır. Bazen rengin yerinde filmdeki oyuncuların fotoğrafları da kullanılıyor. İnsan gücüyle çalıştığı için Rikşas’ın “İnsanlık dışı” olduğu söylense de Rikşas, Bangladeş’in yaklaşık 300 yıllık geleneksel aracı olarak kullanılmaya devam etmektedir.
Rikşas (Çekçek) özellikle Güneydoğu Asya ülkelerde kullanılan geleneksel bir taşıma aracı. İnsan gücüyle çalışan bu araç, 1869’da Amerikalı bir misyoner olan “Joathan Scobie” tarafından Japonya’da icat edildi.
Mayıs 2017
/7
Yakın Dönem
Sudan-Türkiye ilişkileri
Maslam ABOSİN SUDAN
T
ürkiye, Sudan’ın 1956 yılında bağımsızlığını kazanmasının ardından Hartum’da büyükelçilik açan ilk devletlerden biri oldu. Sudan da 1970 yılında Ankara’da bir büyükelçilik açarak bu duruma karşılık verdi. Diplomatik ilişkilerin kurulmasıyla birlikte, karşılıklı işbirliği, ortak çıkarlara ve diğerinin bağımsızlığına saygıyı temel alan bir dönem başladı. 1970–1980 yılları arasında, iki ülke arasında orta ölçekli bir mal ticareti gerçekleştirildi. Fakat ilişkiler geleneksel ekonomik kalıpların ötesine geçemedi. Dönüşen yakınlaşması, Arap dünyasında tartışmalara neden oldu. Bununla birlikte 1980’lerin başında Batı’nın ekonomik ve siyasi baskısının ve içteki gelişmelerin de etkisiyle, Türkiye Afrika ve Arap ülkelerine açılmaya başladı. 1982’de Sudan Devlet Başkanı Cafer Muhammad Numeyri, Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in daveti üzerine Türkiye’yi ziyaret etti. Bu ziyaret sırasında siyasi ve ekonomik konular tartışıldı ve sonuç olarak çeşitli ekonomik, teknik,
1980’de Türkiye ile Sudan arasındaki ilişkiler, mal değişimi ile ilgili ilk ticaret protokolünün imzalanmasıyla gelişmeye başladı
kültürel ve bilimsel anlaşmalar imzalandı. 1990-2001 yılları ikili ilişkilerde gelişmelere sahne oldu. Yaklaşık 25 anlaşma ve protokol imzalandı. Bunların 10 tanesi akademik alanda oldu. Ekonominin çeşitli sektörlerinin ihtiyaçlarını karşıla-
mak için işbirliği yaygınlaştırıldı (Örneğin; hava taşımacılığı, petrol ve maden araştırmaları kalite kontrolleri vb.). İşbirliği ayrıca eğitim, tıp ve sanatsal alanları da kapsadı ve bu çerçevede çeşitli anlaşmalar imzalandı. Örneğin eğitim ala-
nında Sudan ve Türk üniversiteleri arasında imzalana sekiz ayrı protokol bulunmaktadır. Hartum Üniversitesi’nde Türk çalışmaları için bir birimin geliştirilmesi düşünüldüyse de henüz fazla ilerleme sağlanamadı. Sudanlılar yol yapımı, barajlar,
limanlar, iletişim, ulaştırma, Petro-kimya ve petrol ihracatı, enerji, tarım endüstrisi, sözleşme ve inşaat faaliyetleri için Türk yatırımlarını çekmek arzusundadırlar. Türkiye–Sudan ilişkilerindeki bu genel seyir dâhilinde, 2014 yılının önemli bir dönüm noktası olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Zira Türkiye, tarihinde “ilk” defa devlet ve özel sektör işbirliği ile Sudan’dan 99 yıllığına tarım arazisi kiralamıştır. Yapılan anlaşma kapsamında Sudan’da bulunan 780 bin dönümlük arazide yetişecek ananas, mango, avakado, pepino jambu, kanola, pamuk ve yağlı tohum gibi ürünlerin artık Türkiye’ye daha ucuza girmesi hedeflenmektedir. Bununla birlikte, Afrika’da Türk eliyle yetiştirilen ürünlerin, Avrupa’nın dışında Orta Doğu ve Afrika pazarında da satılması planlanmaktadır Sudan-Türkiye işbirliği konusunda yeni bir dönemi başlatıldı. İki devletin de ulusal amaçlarını gerçekleştirme konusundaki işbirliği yapma niyetleri, gerçekten de aydınlık bir geleceğin anahtarı olacaktır.
UGANDA ETNİK GRUPLARI VE YAŞAYAN DİLLER Farouk MUGABİ UGANDA
U
gandalılar çeşitli geniş dil gruplara ayrılabilir, Bantu konuşanlar, bunlar ülkenin Orta, Güney ve Batı kesimlerinde yaşamaktadırlar ve Nilotik-konuşanlar, bunlar ülkenin doğu, kuzey ve kuzeybatını kesimlerinde yaşamaktadırlar. Birinci kategori, büyük ve tarihsel açıdan oldukça merkezileştirilmiş. Buganda krallığını, Bunyoro, Nkore ve Tooro’nun daha küçük batı Ugandalı krallıkları ve Uganda’nın doğusunda bulunan Busoga krallığı kapsıyor. Birinci kategorideki insanlar, Baganda, Banyoro, Banyakole, Batooro. ve Basogo toplulukları kapsar. İkinci kategorideki insanlar ise Kuzeyde İteso, Langi, Acholi, Alur, Karamojong, Jie, Madi ve Lugbara’yı ve ülkenin doğu kesimlerindeki diğer küçük toplulukları içerir. Bantu-konuşanlar, muhtemelen birinci milenyumun sonunda Gü-
ney yönünden Uganda’ya girdiler ve 15. yüzyıl boyunca merkezi krallıkları geliştirdiler. Bunların dilleri ikiye ayrılır; Doğu Gölü Bantu ve Batı Gölü Bantu. Doğu Gölü Bantu; Buganda, Busoga, ve Bugisu krallıkları kapsar. Buganda, Ugandanın en büyük etnik grubunu oluşturuyor ancak nüfusunun yalnızca yüzde 16,7’sini temsil ediyor. Buganda sınıralrı, Güneyde Victoria Gölü, doğuda Nil Nehri ve Kuzeyde Kyoga Gölü ile işaretlenmiştir. Busoga, nüfusunun yüzde 8’ini oluşturuyor. Busogadaki insanlar(Basoga), Avrupalıların gelişinden önce, sığır, koyun ve keçi de bukunduran geçimlik çiftçilerdi. Bugisu ise nüfusunun yüzde 5’ini oluşturuyor. Bunlar geçimi için mısır, muz ve ihracat ürünü olarak kahve yetiştirirler. Doğu Gölü Bantu, Bunyoro, Butooro, ve Bunyankole krallıkları kapsar. Bunyoro, Batı Uganda’nın platosunda bulunur ve nüfusunun yaklaşık yüzde 3’ünü oluşturur. Butooro, 19. Yüzyıldan önce belirlenmemiş bir zamanda ayrılan Bunyoro’nun ayrı bir bölümünden çıktı. Batooro ve Banyoro yakın ilişkili dilleri konuşuyor, bunlar; Lutooro ve Lunyoro’dur. Batooro, Albert Gölünün güneyinde Uganda’nın Batı sınırında
yaşıyor ve nüfusun yaklaşık yüzde 3,2’sini oluşturur. Nilotik-konuşanlar, ülkeye Kuzey yönünden girdiler. Bölgedeki ilk sığırcılar bunlardı ancak hayvan yetiştirciliğin geçim kaynağı olarak tamamlamak için ekin
ekimine dayanıyorlardı. Bugünkü Uganda’daki en büyük Nilot toplulukları, Doğu Nilotik dillerini konuşan İteso ve Karamojong etnik gruplardır; Acholi, Langi ve Alur ise Batı Nilotik dillerini konuşmaktadırlar. Doğu Nilotik toplulukların torunları da Kenya,
Sudan ve Uganda’da yaşıyor ve burada en büyük gruplar Karomojong’dur. Bunlar Karamojong’un yanı sıra Jie, Dodoth ve Nul nüfusunun yüzde 12’sini oluşturur. İteso nüfusunun yaklaşık yüzde 8,1’ini oluşturan bu halkı, ülkenin ikinci en büyük etnik grubudur,
Mayıs 2017
/8
GÜNDELİK HAYAT SOSYOLOJİSİ KATILIMCI GÖZLEM YAKLAŞIMI ÜZERİNE Max Toussaint Mondesir
İ
lk önce, katılımcı gözlem nedir? Kimin yoluyla ortaya çıktı? Sosyal bilimler sözlüğüne göre (Ömer Demir ve Mustafa Acar): gözlemcinin, hakkında bilgi edinmek istediği bir sosyal gruba, o grubun üyesiymiş gibi katılarak yaptığı grup içi gözlemdir. Katılımcı gözlem metodu sosyal bilimlerde önemli bir yer alır. Alain Touraine’nin söylediği gibi ortak şartı paylaşarak başkalarını gözlemlenerek tanımlanabilen anlayışıdır. 20. yüzyıldaki etnolojik ve sosyolojik incelemeler Bronislaw Malinowski ve John Layard tarafından başlatılmıştır. Ayrıca, katılımcı gözlem batılı görüş ile kültürleri betimlemek yerine öteki kültürlerin anlayışını tanımaya imkan sağlar. Bu yöntem önyargı ve basmakalıplardan uzaklaşarak gerçekleştirilmektedir. Fakat grup üyelerinin davranışlarını etkilememeye özen göstermek bir zorunluluktur. Bundan başka, dolaysız gözlem ve deneysel gözlem vardır. a)-SOSYAL BAĞLAM : ‘‘you are a Muslim?’’ (Müslüman mısınız?) Katılımcı gözlem üzerine genel bir yaklaşım sunduktan sonra, şimdi asıl konumuza gelelim. Dokuz aydır Türkiye'de yaşıyoruz. Çevreler ve kültürler bize göre çok farklılık gösteriyor. Yaşam tarzı, düşünceler, kız ve erkek ilişkisi, alışkanlıklar, dinler, dünya görüşü bambaşka bir portre çiziyor. Bunların arasında din farklılıkları daha üstündür. Din ile ilgili yapılan araştırmalara göre toplumdaki kültür ve dünya görüşünün dine bağlıdır. Yani, pozitivist bir perspektif sunulmaktadır. İlk tanışmada, dinsel kimlik üzerine sorular sorulur. Dinsel kimlik, ileride nasıl bir ilişki veya arkadaşlık kurulacağını belirtecektir. Örneğin, Türkiye'ye geldiğim gün, havaalanından çıkar çıkmaz siyah olarak (zenci) iki kişi bize yaklaştı. Nasılsınız demeyip ‘‘you are a Muslim?’’ diye sordu. Korkarak anlamamış gibi yaptık. Sormaya devam ederken Haç işaretini kullandı. Hala cevapsız kaldık. Kısa zaman içerisinde, yurda kayıt yaptırmak için, yurt müdürünün ofisine gittik. Fakat aynı sorular tekrar karşımıza çıktı: ‘‘you are a muslim or a Christian?’’diye sordu. İngilizceyi hiç bilmemiş gibi yaptık. Peki, müdür metodu değiştirip Google translate kullanarak aynı soruyu yine sordu. Bu defa da oradan çıkmak gerektiğimi söyledim ve ‘‘onu zaten söylediniz,’’ ifadesini kullandım. Bu durum hâkim Pilat’ın karşısında bana İsa’nın davasını hatırlattı. Sorgulamadan sonra, müdür bize ikramlar sundu. Böylece dinsel sorgulamamızı bitirdi ve biz aramızdaki iyi bir arkadaşlığı kurdu.
b)-Bilimsel (Linguistik) yaklaşımı için/üzerine: İnşallah. Dilbilim ne demektir? Sosyal bilimler sözlüğüne göre dilin sembollerini, ilişkilerini ve yapısını inceleyen bilim dalıdır. Cenevreli dil bilimci Ferdinand de Saussure(1857-1913) dilbilimi babası olarak kabul edilir. Saussure’nin eseri, Genel Linguistik Dersleri kitabında; lisan, dil ve söz arasında farkları kurmuştur. Ona göre lisan, insanların özel yetenekli bir iletişimin amacı olarak kullanılır. Lisan doğuştandır. Ayrıca,dil bir dil topluluğuna ait konuşmacının kafasında mevcut olan teorik, anlaşmalı bir sistemdir. O halde, dil toplumun ürünüdür. Üstelik söz ise özel zamanlarda konuşmacılar tarafından güncellenmiş dildir. Demek ki, söz konuşmacılara verilen bir özettir. Bu kavramlara paralel olarak bir sosyolengüistik analiz yapacağız. Saussure' in söylediğine göre, dilsel ögeler her kullanım durumuna göre farklı bir anlam kazanabilir. Her toplum kendi özel kelimelerine sahiptir. Mesela, eğer bir bölgede deniz yok ise, o halde deniz kelimesi de yoktur. Bu şeklide, Haitinin geleneksel dini Vodudur. Türkçede vodu için özel bir kelime yoktur. Vodu yerine Büyüyü Kullanırlar. Demek ki Vodu ve büyü aynı hâlbuki Vodu ve büyü büyük arası farklılık vardır. Türkiye de Vodu yu uygulanan kişi olmadığından dolayı kelime yoktur. Mademki yaşadığımız toplumda 99% Müslümanlık hâkim ise, birçok Arapça kelime selamlarda kullanılabilir. Örneğin; Allah, inşallah, Maşallah, Selamünaleyküm, Aleykümselam, Elhamdülillah vb. Bu kelimeler kim tarafından kullanılabilir? Aynı şekilde Latince, Katolik resmi dili olarak kullanılır. Arapça ise İslamiyet’in resmi dilidir. Dolayısıyla, herhangi bir yerde Müslüman varsa selamlarda Arapça kelimeler kullanılabilir. Bu yüzden, bu toplumda yaşayan bir birey, sosyolengüistik görüş çerçevesinde, bunları kullanabilir. Bu görüşü örneklemek ve betimlemek için İnşallah ve Allah kelimelerini ele alalım. İnşallah tam anlamıyla ne demektir? İnşallah, Türkçe olarak ‘‘eğer Allah İsterse’’ anlamına gelir. Herhangi bir inanan kişi dilden dile aynı ifadeyi kullanabilir. Mesela, Haiti'de sık sık hatta Hristiyan olmayanlar tarafından bile ‘‘si Dye vle; si Dieu Le veux’’ kullanılır. Dinsel bir modelden başka Türkçede ve Kreyolcada İnşallah, bir şartı temsil eder. Buna ek olarak, Allah kavramı, İngilizce olarak ‘‘God’’, Fransızca olarak ise ‘‘Dieu’’ demektir. Türkçe ’de Allah ve Tanrı ‘‘yüce varlık’’ kavramı için kullanılmıştır. Bu nedenle Yüce Varlık ile ilgili konuşurken monoteistler, Türk-
çede ve Arapçada Allah kavramını kullanabilirler. Örneğin, dünya çapında tüm Katolikler Rab kelimesi yerine Yunanca bir kelime olan ‘‘Kyrie’’ ele alınmaktadır. Diğerler de dilbilimsel unsurlar. Eğer bir Katolik ayini Arapça olarak yapılırsa, pederin ilk söylediği söz ‘‘Selamünaleyküm’ ’dür. Katılanlar ‘‘Aleykümselam’’ diye cevap verir (İncil- Yumana 20, Ayet 19). Öz Türkçede, Google Translate’e göre ‘‘Selamünaleyküm’’ tam anlamıyla ‘‘size esenlik olsun’’ demektir. Sözün kısası; bir bireyin, Allah, Selamünaleyküm veya İnşallah sözcüklerini kullanması sadece Müslüman olmasına bağlı olmayıp sosyolengüistik koşullara da bağlı olabilir. Çünkü dil çevreye, geçmişte yaşamış olanlara ve az da olsa şu anda yaşayanlara bağlıdır. Bunlarla birlikte aynı söz konuşmacıdan konuşmacıya, durumdan duruma farklı anlamlar kazanabilir. Selamünaleyküm dinsel bir sebepten ötürü kullanılabilir. Aynı şekilde, günlük lisan kullanımı ve geleneksel sebepler dolayısıyla da kullanılıyor olabilir. c)- Müslüman mı Aşçıbaşı mı? Bir gün tesadüfen kafamıza bir şapka(Müslüman şapkası gibi) geldi. Kafamızda onu kalmaya karar verdik. Karar verdiğim dakikada hiç bir niyetim yoktur. Hatta onunla çok geziyorduk. Üstelik fotoğrafı çekip arkadaşlarımla paylaştık. Paylaştıkça farklı yorumlar ortaya çıktı. Geze geze çeşitli tespitler yapıldı. Nitekim yorumlarda iki tür vardır. Birinci, türde, sosyal ve komik ile ilgili olan yorumdur. İkinci, Dinsel yorumlardır. İlk kategoride, bazı insanlar: siz çok komiksiniz, bir
aşçıbaşı gibisin yaaa. Diye ifade etti. Bunlar birlikte diğer kişi bize dedi ki: komedyen misin? Tiyatro oynamaktan çıktığımızı tahmin ettiler. Başka tarafta yapan yorumlar, bazı insanlar bizi gördüğümüzde çok mutlu demek ki Müslüman olduk, You are muslum? Müslüman olduk mu? Diye sordu. Adam çok mutlu olunca Türkçeyi unutmuş oldu. Bu yüzden İngilizce olarak bize sordu. Bu olayda Müslüman nerede? Aşçıbaşı nerede? Katılımcı gözlem nerede? Bu soruların cevabı vereceğimiz için şapka sembol ve kültür olarak ele alacağız. d)-Şapka sembol ve Kültür arası Şapka nedir? Vikipediaya göre: ‘’başa giyilen veya takılan, pek çok farklı türü olan aksesuar. Başı sıcaktan, soğuktan veya yağıştan korumak amacıyla, dinî bir gereklilik olarak ya da sadece dekoratif kaygılarla giyilir’’. Aynı şekilde, artist ve gösteriş yapan kişiler kullanılır. Erkekler şapkaları çeşit çeşittir. Kadın şapkaları ise, modaya göre yıldan yıla değişiklikler gösterir. İnsanlar, tarihin ilk çağlarından itibaren çeşitli şapkalar giymişlerdir. İhtiyaçlara göre, durumdan duruma, kişiden kişiye, insanlar tarafından şapka kullanılır. Şapkayı kullanan alanlar Koruma amacı, artistik, din sebebidir. Örneğin, Katolik’te epikosposlar, papa, dinsel sebep için şapkayı kullanılır. İslam’da imamlık yapanlar ve voduda(Haitinin geleneksel dini) dinsel gereklilik için Şapkayı kullanan var. Şapka simge olarak konuştuk. d)-Kültürdeki şapkanın ne anlamı getirebilir?
Coğrafya yerlerine göre şapkanın anlamını değiştirebilir. Resimlemek için, bir küçük şapkayı giyen adam Haiti’ye giderken Voduyizan olduguna ve artist yaptığına ima edebilir. Buna karşı, aynı adam Roma’ya giderken episkopos olduğuna ima eden kamuyo olabilir. Aynı şekilde, Arabistan veya Türkiye’ye Şapkalı adam, Müslüman olduğunu tahmin eden bakış mümkündür. Bu adam eğer Los Angeles’e giderse, komedyen veya aktör olduğuna ima eden kişi olabilir. Bu bakımdan, Şapka bir kültürel ve sembolik olarak kullanabilir. Toplumda ne kadar simge gücünü temsil ettiğini biliriz. Tepsilere göre şapka sadece şapkayı kalmayabilir. Düşünmeksizin, o sosyal dışlama getirebilir. Hatta bir şapkayı giydiği için iyi bir karşılamayı bulanabilir. Bu yüzden Müslüman şapkasını giydiğim gün, ilk bakışta karşılaştığım dinciler benimle çok iyi gülüyorlar. Sonra, tarz sebebi için onlara söyledikten sonra davranışlarını değiştirdi. Nitekim profan yapan ve dinsel kutsallara saygısız olan kişi dönebiliriz. e)- Önce İnsan sonra Müslüman, Hristiyan veya Yahudi Kısacası, Yaptığımız katılımcı gözlemler sayesinde, günlük yaşamımızda iki kategori kişi ile karşılaştırabiliriz. Bazı kişiler sadece yüzeysel ile ilgili olan şeyler veya olaylara dikkate Çıkarırlar. Bundan başka, derin, kalptan gelenler ile ilgilenirler. Bunlar insanlar her hangi bir durumda, ilk görüşte yargılamadan derin derin ve titizlikle karar verirler. Kültürel farklılıklara, din farklarına üstüne gelirler. Doğuştan insanız! Oysaki Din, kültür edinilmiştir. İnsanlık kalıcıdır! İnsanlığınızı eğer kaybettirsek din, Kültüre sahip olmak mümkün değil. “Ben insanım sonra Müslüman’ım. Ben insanım sonra Hıristiyan’ım. Ben insanım sonra Yahudi’yim demeliyiz. Jean-Marc Balhan, ifadesi Kullandı” .
Mayıs 2017
/9
‘Türkiye ile İlgili Tüm Hayallerim Gerçeleşti’ Azınlık Olmak
Gülayım Abdukarimova Kırgızistan
Chanife Moustafa Yunanistan
Merhaba Faten Nurul Asyikin. Size Türkiye’de öğrenci olmakla ilgili birkaç soru sormakistiyorum. İlk olarak, ne zamandır Türkiye’de siniz? Merhaba, Türkiye’ye ilk kez 17 Eylül 2016’da ayakbastım. İki gün İstanbul’da kaldım sonra 19 Eylül’de de Konya’ya geldim. Şuan Mevlana Değişim Programı’na katıldım ve Selçuk Üniversitesi’nde bir dönemlik eğitim alıyorum. Malezya’ya 10 Şubat 2017 dönmeyi planlıyorum. Değişim programıyla Konya’da, yani, Selçuk Üniversitesi’nde eğitim almaya nasıl karar verdiniz? Mevlana değişim programı hakkındaki bilgileri önceden biliyordum. Kendi başıma başka bir yere gitmek, yeni havadan nefes almak istedim ve bu programa başvurmaya karar verdim, elhamdulillah kazandım da. Aslında, iki seçeneğim vardı: biri Karabük Üniversitesi, diğeri de Selçuk Üniversitesi’ydi. Malezya’da okuyan bir Türk arkadaşım bana Selçuk Üniversitesi’ni önerdi, ben de ona göre tercihimi yaptım. Buraya gelmeden önce Türkiye’yle ilgili herhangi bir stereotip, önyargılarınız var mıydı? Hayır, stereotip, önyargılarım yoktu. Ben Türkiye’yi çok seviyordum. Malezya’da üniversitedeyken derste Türk alfabesi, dili, kültürü vb. hakkında araştırma yapıp birkaç sunum yapmıştım. Biliyor musunuz, buraya geldiğimde Türkiye’yle ilgili tüm hayallerim gerçekleşti diyebilirim. Peki, herşeyi kendi gözlerinizle gördükten sonra herhangi bir düşünceniz değişti mi? Hayal kırıklığına uğradığınız anlar hiç
oldu mu? Pek sayılmaz. Çünkü önceden az çok bilgiye sahip olduğum için, buraya geldiğimde sadece “evet, bu Türkiye, işte’’ dedim. Yani, çok yüksek beklentim yoktu. Herşey düşündüğüm gibiydi. Ama bazı insanlar özellikle, devlet sektöründe çalışanlar ve ayrıca yönetim görevlileri öğrencilere pek yardımcı olmuyorlar, bazen, görmezden geliyorlar. Özellikle, Selçuk Üniversitesi çalışanlarının İngilizce bilmemesi benim için sıkıntı yaratıyor. Akademik meselelerle ilgili onlarla görüşeceksem, her zaman Türk veya Türkçe konuşabilen Malezya’lı arkadaşlarımı da götürmek zorunda kalıyorum. Dil sıkıntısından başka hangi konularda zorluk çektiniz? Ya
da çekiyorsunuz? Sadece dil ve bir de, iletişimsizlik konusu problem oluşturuyor. Bazı insanlar, İngilizce konuşabiliyorlarsa bile, konuşmak pek mümkün olmuyor. Çünkü onlarda iletişimsizlik sorunu var. Şunu demek istiyorum: mesela, ben ‘’ a, b,c ‘’ desem, onlar sadece ‘’c’’ derler. Bu konularda çok sıkıntı çekiyorum. Konyalı’lar yabancı öğrencilere nasıl davranıyorlar? Buraya geleli beri fark ettiğim şey Konyalılar yabancılara bakmayı seviyor. Otobüste olsun, tramvayda olsun vb. yerde olsun sana bakıyorlar. En çok sorulan sorulardan biri de ‘’nerelisin?’’ ve ‘’hangi bölümde okuyorsun?’’oluyor. Ama başka şehirlerle veya Malezya’yla karşılaştırıldığın-
da, Konya’nın harika olduğunu düşünüyorum. Çünkü Konyalı’lar gerçekten öğrencilere ilgi gösteriyorlar. Mesela pazar, çarşılarda öğrencilere indirim yapıyorlar. Türkiye’nin başka hangi şehirlerini gezdiniz? İstanbul’a üç kere gitme fırsatım oldu. Kapadokya’ya, Nevşehir’e de gittim. Geçen hafta sonunu da Antalya’da geçirdim. Gördüğüm şehirlerin hepsi çok güzeldi. Şehirlerin manzaralarına bayıldım. Türk mutfağını nasıl buldunuz? En sevdiğiniz yemek ve tatlı hangisi? En sevdiğim Türk tatlıları baklava, pişmaniye ve tabi ki Türk lokumu. Yemeklerden ise en çok hoşuma giden fırın kebabı, adana kebabı, çiğ köfte vb. çok fazla ama adını şuan hatırlayamadığım yemekler de var. Türkiye’nin eğitim sistemi hakkında ne düşünüyorsunuz? Üniversite ortamını nasıl buldunuz? Nasıl desem, Malezya’da benim üniversitemde eğitimde öğrencilere yönelik ağır bir baskı var. Bizde sınavlar, testler vb. çok yapılır. Çok stresli. Ama buranın üniversite eğitim sistemi tıpkı benim lisedeki eğitim sistemine benziyor. Malezya’ya göre on kere kolay diyebilirim. Üniversite ortamını da sevdim, huzurlu bir ortam. Ancak, burada bazı öğretmenlerim derste İngilizce konuşmayı reddediyor. Öğrenciler anlamaz diye konuşmak istemiyorlar. Ama öğrenciler İngilizce’sini geliştirmelidirler. Bu açıdan ben biraz hayal kırıklığına uğradım.
Milli değerlere sahip çıkmak, ilk günkü gibi Unutmamak geçmişte olanları, dimdik ayakta durmak Belki biraz hüzünlü, kırgın, yıpranmış olan bitene Ama her daim umut taşımak o minik yüreklerde Azınlık olmak, geçerken huduttan Mehmetçiği bir selamla şaşırtmak… Bizde varız buralardayız demektir. Azınlık… Minaresi yarı belinden kırılmış Bir caminin bahçesinde ezanı bekleyen dedemdir. Azınlık… Koyarken ekmeği taş fırına Ninemden o güzel Rumeli türkülerini dinlemektir. Azınlık… Mahalleden geçerken çocukların Fenerbahçe, Galatasaray formalarıyla futbol oynamalarıdır. Azınlık… Kınası olurken gelinlerin, Ağlamaları için söylenen türkülerdir… Azınlık… Kaybedilmiş toprakların kültür tohumlarıyla tekrar gün yüzüne çıkıp, filiz vermesidir… Zordur Azınlık olmak hissetmek ve yaşamak, Hiç bozulmadan... Türklerden arkadaş edindiniz mi? Evet, sınıftan İnanç, Gamze, Meryem, Fetma, Melis en yakın arkadaşlarım. Çok yardımseverler. Programın karşıladığı burs ücreti yeterli mi sizce? Yani, yetiyor mu? Yeterli değil (gülerek). Burs aylık olarak 660 TL, ama onun yaklaşık 300’ü yurt ücretine gidiyor. Kalan yarısı bir ay için hiçbir zaman yeterli olmuyor. Yurtdışında okumak isteyen ülkenizdeki başka öğrencilere Selçuk Üniversitesini ve Mevlana Değişim Programı’ndan yararlanmayı tavsiye eder miydiniz? Tabi ki, kesinlikle tavsiye ederim, ama şunu bilmelidirler ki, onlar için burada dil en büyük engel. Hatta İngilizce bölümlerinde bile öğretmenler İngilizce konuşmak istemiyorlar. Diğer bölümlerde derslerin tümünün Türkçe olma ihtimali yüksek. Değerli zamanınızı ayırdığınız için ve keyifli sohbet için çok teşekkür ederim. Başarılar dilerim.
Mayıs 2017
/10
Osmanlı yadigarı Ahıska Nailya Rustamova Gürcistan
G
üneybatı Kafkasya'da, Gürcistan sınırları içinde yer alan, Türkiye Kuzeydoğusunda, Ardahan iliyle sınır teşkil eden, bir bölgenin merkezidir. Bu şehrin çevresinde Abastuban, Adıgön, Aspinza, Ahılkelek, Azgur ve Hırtız gibi önemli kasabalar bulunmaktadır. Bir zamanlar bu kasabalara bağlı iki yüzden fazla köyde Müslüman Türk ahali yaşamaktaydı. Ahıska'nın etrafı dağlar ve tepelerde çevrilidir. Bunların en önemlisi olan Suram ve Persat Dağları, Ahıska'nın Önce doğusunda güney-kuzey ekseninde, Sonrada kuzey doğu ekseninde uzanan ormanlık tepelerden ibarettir. Azgur kasabası doğusunda, Kür ırmağı ve demir yolunun geçtiği Taşkapı Geçidi, tarihi ve tabi sınırı teşkil etmektedir. Eskiden bu geçidin doğrusu Gürcistan, batısı Türkiye sayılırdı. Ahıska bölgesinin önemli akarsuyu Ardahan Suyu'dur (Kür Nehri). Bu ırmak, Posof, Koblıyan, Paravan ve Uravel Çaylara gibi yörenin irili ufaklı derilerini de alarak Hazar Denizine gider. Bölgenin tarihi merkezi olan Ahıska şehri, Türkiye sınırına 15 km mesafededir. Şehir, karayoluyla Tiflis, Batum ve Türkiye'ye bağlıdır. Ayrıca Tiflis'ten gelen demiryolu hattı, Ahıskadan geçerek Türkiye sınırındaki Vale kasabasına uzanır. Bakü-Tiflis-Ceyhan enerji hatları da buradan geçer. Türk edebiyatının bir numaraları tarihi eseri olan Dede Korkut kitabında Ahıska adının geçiyor olması, buranın çok eski bir Türklük bölgesi olduğunu göstermektedir. 16. yüzyılın başlarında Ahıska Atabekleri Hükümeti'nin sınırları, Ahıska şehri doğusundaki Taşkapıdan Kars, Artvin ve Erzurum'a kadar uzanıyordu. Bugünkü halk kültüründen anlaşılıyor ki, Ahıska Türkleri ile Posof, Ardahan, Artvin, Şavşat, Yusufeli, Tortum, Narman ve Oltu halkı aynı köktendir.
Ahıska ve çevresi, 250 sene Osmanlı Devleti yönetiminde kalmıştır. 1828 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında imzalanan Edirne Antlaşması'yla Türkiye'den ayrı düşmüş ve Çarlık Rusya'nın eline geçmiştir. Bu savaşta Ahıska halkı, yediden 70'e savaşa iştirak etmiş, Rus askeri kaynaklarında bile hayretle anlatılan kahramanlıklar göstermiştir. Stratejik bakımdan çok önemli bir mevkiye sahip olan Ahıska’nın düşüşü, destan ve ağıtlara konu olmuştur.
Ahıska ağıtları söylemiş olan Posoflu Âşık Üzeyir Usta-Fakirî'nin şu dörtlüğü çok manalıdır: Ahıska gül idi gitti Bir ehl-i dîl idi gitti Söyleyin Sultan Mahmud'a İstanbul kilidi gitti. Canlı bir kültür ve ticaret merkezi olan Ahıska şehri, Rus istilasından itibaren küçük bir kasaba haline gelmiştir. Ahıska ve çevresinde yaşayan Müslüman Türk ahalinin bir kısmı Anadolu’ya göç etmiş, zamanla buralar tenhalaşmıştır. Rusya'da kurulan komünist rejim, insan hak ve hürriyetlerine kelepçe vurmuştu. Ahıskalılar, Çarlıktan sonra Bolşeviklerin eline düşmüştü. Sovyet devrinde onların dili, kültürü ve kimliği tanınmıyordu. Buralarda Müslümanların yaşadığı hesaba katılmıyordu. Mahalli yönetimler tamamen Rus, Gürcü ve Ermenilerin elindeydi. Türkler tutuklanıyor, evleri aranıyor, malları müsadere ediliyordu. Birçok Türk'ün soyadı Gürcüceye çevrilmişti: Mesela Paşaoğlu, Paşaridze; Alioğlu, Alidze; Zeyneoğlu, Zenişvili... Hala buna benzer soyadı taşıyan Ahıskalılar var! 1926 yılında yapılan nüfus sayımında, Ahıska ahalisi, Türk kimliği ile 137.921 kadardı. Okullarda tedrisat Türkçeydi. 1935-36
Endonezya depremleri Nanda Damayanti Endonezya
2009 Padang’taki Gerçekleşen Deprem Endonezya’da neden deprem çok oluyor? Bu soru bazen aklımıza geliyor. Son yıllarda bir kaç Endonezya’nın adalarında, Cava adası, Sumatera adası, Bali adası, ve iriyan adasına kadar depremler gerçekleşti. İki büyük sebeb Endonezya’da neden çok deprem gerçekleştiğini ortaya çıktı: 1.Pasifik Deprem Kuşağı Pasifik Deprem Kuşağı Bu ku-
şakta yeryüzündeki depremlerin yüzde 81’i gerçekleşir. Bu bölge Şili'den kuzeye doğru Güney Amerika kıyıları, Orta Amerika, Meksika, ABD’nin batı kıyıları ve Alaska’nın güneyinden Aleut Adaları, Japonya, Filipinler, Endonezya, Yeni Gine, Güney Pasifik adaları ve Yeni Zelanda’yı içine alır. 2 Levha Toplantısı Endonezya, yeryüzü levhaları ile çevrilidir. Endonezya'yı çevreleyen levhaları, Pasifik levhası, Avrasya Levhası ve Avustralya Levhasıdır. Şu levhaları hareket yaparken, kırarken ya da birbirlerine çarpışırken deprem olur.
yılında eğitim dili Azerbaycan Türkçesine çevrildi ve bu ahaliye Türk yerine Azeri kimliği verildi. Azeri lehçesinde önce Arap, sonra Latin ve ardından da Kiril alfabesi kullanıldı. 1940'tan itibaren okulların Gürcü dili ve alfabesi getirildi. Halka kominizim propagandası yapmak maksadıyla Azeri Türkçesi ile mahalli gazetelerde yayınlanmaya başlandı. Sovyetler Birliği'nin Gürcü kökenli diktatörü Stalin, Dünya tarihinin en zalim isimlerden birisidir. 1937 yılı, Stalin zulmünün doruğa çıktığı bir tarihtir. İkinci Dünya Savaşı yıllarına kadar Ahıska Türkleri askeri almaktaydı. Savaş başlayınca binlerce genç silâhaltına alınıp Almanlarla savaşmak üzere cepheye gönderildi. Geride kalanlar da kız, gelin ve yaşlılar dâhil, Ahıska-Borcom Demir yolu inşaatında çalıştırıldılar. Bu hat, 1944 Ekiminde tamamlandı. Stalin, başında bulunduğu Devlet Savunma Komitesi'nin 31 Temmuz 1944 tarih ve 6279 sayılı kararıyla Ahıska bölgesi Türklerini topyekûn sürgüne gönderdi. Çocuklarının cepheden trenlerle geleceği hayaliyle kazma kürekle çalışan halk, kendi yaptığı demiryolu hattıyla gelen
hayvan vagonlarıyla 15 Kasım 1944 tarihinde ölüm yolculuğuna çıkarıldı. Mal ve mülkleri, Gürcü ve Ermeniler tarafından yağmalandı. Ahıska Türklerinin ölüm yolculuğu ortalama bir ay sürdü. Yollarda açlık soğuk ve hastalıklarla mücadeleyi kaybeden binlerce insanın yollarda öldü. Cesetleri yol boyunca atılarak kurda kuşa yem edildi. Sağ kalmayı başaranlar da Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan'a ulaştı. Bu sürgünün kanuni hiçbir sebebi yoktu. Ahıskalılara herhangi bir suç da isnat edilmemiştir. İkinci Dünya Savaşı'nın galip tarafı olan Kars ve Ardahan'a da göz diken Stalin, sınırda yaşayan Türk ahaliyi, kendi yolu üzerinde engel
olarak görmüştür. Yani Ahıskalılar bir suçtan dolayı değil, sadece Türk olmalarından dolayı sürülmüşlerdir. Fakat Ahıska Türklerinin çilesi bununla bitmedi, 3-6 Haziran 1989’da “İkinci Sürgün” diye isimlendirebileceğimiz “Fergana Faciası” baş vermiş, yüzlerce evin yağmalanarak yakıldığı, resmi binaların kundaklandığı Fergana vilayetinden “13.000 Ahıskalı Türk” tahliye edilmiştir. Yaşanan sürgünlerden sonra Ahıska Türkleri şuan dünyanın 10 ülkesinde toplam 600.000'ne yakın bir nüfusla dağınık bir şekilde yasamaktadırlar. Ama bu dağınık yaşama rağmen Ahıska Türkleri özlerini korudular.
Mayıs 2017
/11
Kurtuluş Savaşı ve Bangladeşli Müslümanlar Rahmat Ullah Bangladeş
T
ürkiye ve Bangladeş arasında kardeşlik ilişkilerinin temelinde, II. Sultan Abdülhamid tarafından başlatılan “Pan-İslamizm” propagandası önemli bir yer almıştır. İngiliz sömürgesi altında kalan Hint alt kıtasındaki (şuan ki Hindistan, Pakistan ve Bangladeş) Müslümanları, “Pan-İslamizm” propagandası çok etkilemiştir (Sufia Ahmed, Khilafat Movement)
Bangladeş, Güney Asya’da Hindistan tarafından çevrili küçük ama kalabalık bir ülkedir. 1204 yılında Orta Asya’dan gelen Türk komutan İhtiyar Uddin Muhammad Bin Bahtiyar Kholji tarafından Bengal bölgesinde Müslüman hükümeti kurulduktan sonra, 23 Haziran 1757’ye kadar farklı Müslüman krallar Bangal bölgesini yönetmiştir. 23 Haziran 1757 den 1947’ye kadar Bengal bölgesi İngiliz sömürgesi altında ‘Bengal vilâyeti’ olarak kalmıştır. 14 Ağustos 1947’de Doğu Bengal (şuan ki Bangladeş) Pakistan’ın Doğu vilâyeti (Doğu Pakistan) olarak verilmiştir. Ancak Doğu ve Batı Pakistan arasındaki siyasi anlaşmazlıktan dolayı başlayan savaş sonucu, 16 Aralık 1971 yılında ‘Doğu Pakistan’ Bangladeş adıyla bağımsızlığını kazanmıştır. İngilizlerin işkencesi altında kalan bölge Müslümanları, Osmanlı hilafetini İslam birliğinin bir sembolü olarak görmüştür. O yüzden Başka ülke ya da güçlerle Osman-
lı arasında bir savaş çıktığında oradaki Müslümanlar, Osmanlı için camilerde dua ve tesbihat düzenliyorlardı. 1877 yılında Rusya-Osmanlı savaşı sırasında Bengal vilâyetinin merkezi olan Kalküta’nın camilerinde tesbihat ve dua düzenlenerek, Türk ordusu için yardım toplatılmıştır (M. Ali. Chaudhri, The Emergence of Pakistan, Lahore: University of Punjab, 1988). 1912 yılında Balkan Birliği ile Osmanlı arasındaki savaş sırasında Hint Müslümanları Türkiye’ye doktorlar ekibi göndermiştir (Rubab Hasan, Pakistan-Turkey Relations, Ph.D. Thesis, University of Karachi, 2001). I. Dünya Savaşında Osmanlı’nın yenilmesiyle, Avrupalı güçlerin Osmanlı’yı parçalamaya kalktığı dönemde Bengal bölgesi dâhil, Hint alt kıtasındaki Müslümanlar İngiliz hükümetine karşı yoğun protestolar düzenleyerek, Osmanlı’yı ve Halife’yi korumak için “Hilâfet Hareketi”ni başlatmıştır (Salim Al-Din Quraishi & S.M. Burke, The British Raj in India: An Historical Review, Oxford University Press, 1995). İlk olarak 30 Aralık 1918 yılında Delhi’de düzenlenen “Tüm Hindistan Müslüman Ligi”nin 11. oturumunda ilk defa “Hilâfet Hareketi” konusu konuşulmuştur. Oturumun başkanlık konuşmasında Bengal bölgesinden gelen Abul Kasem Fazlul Hoq, Avrupalı güçlerin Osmanlı’yı parçalama girişimi hakkında büyük endişesini ortaya koymuştur. Sonraki yıl 1919 de Hint alt kıtasındaki Müslümanlar “Hilâfet Hareketi”ne başlatılmıştır. Bu hareketine Bengal vilâyeti Müslümanları da katılmış ve büyük rol oynamıştır. 9 Şubat 1919’da Bengal bölgesinin “Hilâ-
fet Hareketi” liderleri; Mevlana Akram Khan, Abul Kashem ve Mucibur Rahman Khan Kalküta’da bir toplantı gerçekleştirmiştir. Toplantının amacı, Osmanlı İmparatorluğu’nun bütünlüğünü ve Hilâfetin devamını korumak için yapılacak olan protesto ve programlarla halkın desteğinin kazanılması idi. 17 Kasım 1919 yılında Bengal vilâyetinde ‘Hilâfet Günü’ düzenlenmişti; Müslümanlar o gün dükkânlarını kapatmış, camilerde dua yapılmış ve şehir meydanlarında gösteriler gerçekleştirilmiştir. Bengal Vilâyeti Hilâfet Komitesi ve Dakka Hilâfet Komitesi tarafından bölgenin her yerinde “Hilâfet Hareketi” başlatılmıştır. 19 Mart 1920’de ikinci ‘Hilâfet Günü’ düzenlenmiş ve vilâyetin merkezi Kalküta’da iş yerleri ve dükkânlar kapatılmış, Dakka, Çittagong ve Mymensingh (şu anki Bangladeş’in büyük şehirleri) gibi büyük illerde büyük mitingler gerçekleştirilmiştir. En büyük miting Tangail’de (şu anki Bangladeş’in bir şehri) düzenlenmiştir. Bunlarla birlikte “Bengal Hilâfet Komitesi”, Osmanlı Hilafet Ordusu için her evden yardım toplamıştır. Alınan her yardımı kanıtlamak için Hilâfet Komitesi tarafından bir makbuz verilmiştir. (Peter Symes (2014). Khilafat Movement Receipt, http://www. pjsymes.com.au/articles/Khilafat. htm#end_1) Makbuzun en üstünde Hadid Suresi’nin 11. Ayeti’nin Arapçası yazılıdır. Ayetin anlamı şudur: “Allah’a kim güzel bir ödünç takdiminde bulunursa, Allah karşılığını kat kat verir, ona cömertçe verilecek bir ecir de vardır”. Ayetin Arapçasından sonraki üç satırda Urduca anlamı yazılıdır. Sonraki satırda ‘Bir Rupee’, en son satırda
Senegal’e dair Assane DİOP Senegal
S
enegal Batı Afrika’nın bir ülkesidir. Resmi adıyla Senegal Cumhuriyeti. Ülkenin resmi dili Fransızcadır. Nüfusu 14 milyon ve nüfusun yüzde 95 i Müslümandır. Senegal Fransa işgalinden 4 Nisan 1960 tarihinde bağımsızlığını kazanmıştır. Senegal’in kuzeyinde Moritanya, güneyinde Gine Bissau, batısında Atlas okyanusu ve doğusunda ise Mali bulunmaktadır. Birçok Afrika Ülkesinde olduğu
gibi, Senegal’de farklı ırkları barındırmaktadır. Burada Fransızcanı yanında Wolof,Pulaar, Jola,Serer ve Mandinka gibi diller de konuşulmaktadır. Senegal'in başkenti Dakar’dır. Afrika kıtasının en batısında bulunan Dakar’da bulunan Gorée Adası 19. yüzyılda köle ticareti için kullanılıyordu. Günümüzde bir turizm merkezi olarak kullanılan Gorée köle ticaretinin dehşet verici izlerini taşımaktadır. Dakar Senegal'in en büyük şehridir. İki milyon üzerinde sakini vardır.
Senegal 14 bölgeye ayrılmaktadır. Her bölge kendi özerk yönetim tarafından yönetilir. Senegal önemli miktarda yerfıstığı yetiştirmektedir. Bunun yanında Senegal deri, pirinç, pamuk, şekerkamışı yetiştirir. Ekonomik bakımından turizm en önemli sektörlerden birisidir. Başkent Dakar’da bulunan Thies,ziguinchor turistlerin en çok tercih ettiği yerlerden birisidir. Gelen turistlerin çoğunluğu Avrupa’dandır.
Resim: Bengal vilâyeti hilâfet komitesi tarafından yardım verenlere verilen makbuz da “Bengal Hilâfet Komitesi” yazılıdır. Makbuzunun arka tarafında “Bengal Hilâfet Komitesi Kalküta”nin mührü bulunmaktadır. Osmanlı ordusuna, “Tüm Hindistan Hilafet Komitesi” tarafından 26 Aralık 1921 tarihinden 9 Ağustos 1923 tarihine kadar gönderilen para miktarı toplam 781.570 Türk lirasıydı. Bu miktarın büyük bir kısm ise Bengal bölgesinden toplanan yardımlar idi (http://www.timeturk.com/ tr/2014/08/24/is-bankasina-hindistana-gonderilen-paranin-mik-
tarini-timeturk-acikliyor.html). Osmanlı İmparatorluğu’nun bütünlüğünü koruma hareketinde Bengal Müslümanlarının fedakârlığı ve samimiyeti o zamanki ilişkilerin ne kadar yakın olduğunu ortaya koymaktadır. 3 Mart 1924 tarihinde Türkiye’de Hilafet kaldırıldıktan sonra da Bengal Müslümanları, Türkiye’ye aynı sempati ve sevgiyi göstermiştir. Köklü tarih ve kültürel bağlarımız gelecek dönemlerde daha da güçlencek.
Mayıs 2017
/12
Yemen dediğimizde ilk aklımıza ne geliyor? Ali SABEL Yemen
BURASI YEMENDİR Dünyanın en eski yerleşim bölgelerinden biri olan Yemen toprakları, İslam ve insanlık tarihi açısından birçok önemli hadiseye sahne olmuş ve Kur’an’da bahsi geçen birçok kıssaya da merkezlik yapmıştır. Yemen dediğimizde ilk aklımıza ne geliyor? Veysel Karani geliyor [Yemen illerinde Veysel karani] , kahve geliyor [kahve yemenden gelir], “[Ano Yemen’dir, gülü çemendir] belki de bu türkü geliyor. Çoğu kişi yemen hakkında fazla şeyler bilmiyor, belki de yanlış yâda eksik bilgileri vardır. Yemen’i daha fazla tanıyanlar ise, toprak, kerpiç ve ayrıca bazalt taşından yapılan Yemen evlerini ve Yemen erkeklerinin bellerinde taşıdıkları kamaları hatırlardır. Şuan yemenle ilgili birkaç şeyden bahsedeyim. Yemen resmî adı ile Yemen Cumhuriyeti, Orta Doğu’da, Umman Denizi, Aden Körfezi ve Kızıldeniz kıyısında, Umman’ın batısında Suudi Arabistan’ın güneyinde yer alan bir ülkedir. Başkenti Sana’dır. Yemen’e İslâm, Resulullah (a.s.)’ın sağlığında girmiştir. Arap Yarımadası’nın ve Asya kıtasının güneybatısında yer alan Yemen, en önemli uluslararası deniz geçitlerinden biri olan Bâbu’l-Mendeb Boğazı boyunca uzanır. Bâbu’l-Mendeb’den yılda yaklaşık 3,8 milyon varil petrol ve 21 binden fazla yük gemisi (günde ortalama 57 gemi) geçiyor. Bu da şu anda tamamen Yemen’in hâkim olduğu bu boğazı dünyanın en önemli ve en kritik boğazlarından biri haline getiriyor. Eski çağlarda zenginliğiyle bilinen bir ticaret merkezi olarak öne çıkan Yemen, Arap dünyasının en önemli ülkelerinden biri konumundaydı. Afrika, Asya ve Hint Yarımadası arasındaki ticaret yollarını besleyen önemli güzergâhlardan biri olan Yemen, özellikle Afrika’nın doğu kıyılarında yetiştirilen kahvenin toplanarak buradan Anadolu ve Asya’nın içlerine ulaştırıldığı bir merkez özelliği taşıyordu. Alanı: 528.076 km² Para birimi: Yemen riyali Kıta: Asya Resmi dili: Arapça. Yemen’de nüfusun % 97.3’ü Arap’tır. Kalan nüfusu Güney Asyalılar (% 1), Somalili-
ler (%1.2), Malaylar (% 0.2) ve Yahudiler (% 0.04) oluşturmaktadır. Eski kitaplarda, Yemen el- Meymun, Arabiyetüs’saide’, l’Arabie heureuse, Arabia Felix gibi isimlerle anılarak Yemen’in mutlu ve müreffeh bir ülke olduğu vurgulanmıştır. Bunun sebebi Kızıl Deniz’in Hint Okyanusu’na bağlayan yer olması hasebiyle ticaret merkezi olmasındandır. Fakat ülkenin bugünkü durumu bu ifadelerden çok uzakta yer almaktadır. Kahve Yemenden gelir Yemen kahvenin ana vatanlarından biridir. Yemen kahvesi, kahvenin tarihçesinde önemli bir yere sahiptir. Dolayısıyla Yemenden alınacak şeyler arasında akla gelecek ilk şey de kahvedir. Yemende Arabica ve Robusta olmak üzere ikiye ayrılan kahve türlerinden Arabica türü yetiştirilir. Bu türün özelliğiyse yumuşak ve aromalı oluşudur. Yemenden alınacak bir diğer hediye ise meşhur YEMEN Balıdır, Yemenli kadınların el sanatları ürünleri, el işlemesi kumaşlar, kahve kabuğu, taze zencefil, işlemeli kılıçlar, pamuklu yöresel kumaşlar diğer alınacak alternatiflerdir. Kültürü tek bir şeyle sınırlandırırsak ya özdeşleştirmiş olursak haksızlık yapmış olacağız. İnsanların yaşayışlarını, inanışlarını, dillerini, davranışlarını kapsayacak kadar geniş bir alana sahip. Yemen balı her derde deva Yemen’in bilinmeyen hazinelerinden sayılan Sedir balı kış aylarında soğuklarla ve hastalıklarla mücadelede en önemli destekleyici, doğal ürünlerden biri olarak gösteriliyor. Özellikle grip ve soğuk algınlığına bire bir olduğu söylenen Sedir balı, kilosu 25 ile 100 dolar arasında değişen fiyatlarla satışa sunuluyor. Cenbiye, Erkeklerin süsü. ( Geleneksel giyim ) Yemenlilerin kendilerine özgü giyim tarzları ve gelenekleri vardır. Sokakta, öncelikle Yemenlilerin giysileri dikkati çekiyor. Erkeklerin giysileri ise Arap kıyafeti olmakla birlikte diğer Arap ülkelerinin kıyafetlerinden çok farklı. Başlarını Araplara özgü örtü ile örtüyorlar. Erkeklerin ezici çoğunluğu yöresel adıyla cenbiye denilen geniş ağızlı han-
TÜRKİYE-YEMEN İLİŞKİLERİ 1990 sonrası dönemde Türkiye-Yemen ilişkileri hızlı bir şekilde gelişme göstermektedir. Yemen politikasında önemli konumlar elde etmiş eski Cumhurbaşkanın yeğeni Iryani’ye göre Türkiye ile Yemen arasında kültürel düzeyden mimari konulara kadar ciddi benzerlikler bulunmaktadır. Tüm bunlara rağmen ilişkilerin yaklaşık 80 yıl boyunca ciddi bir ilerleme göstermemesini her iki ülkenin karşı karşıya kaldığı bölgesel ve küresel sorunları dikkate alarak düşünmek gerekir Nitekim 1990 sonrası uluslararası sistemde ve bölgesel güvenlik algılamalarında yaşanan değişimin de etkisiyle, Türk-Yemen ilişkileri arasındaki diplomatik ilişkiler olumlu yönde gelişmeye ve hatta ivme kazanmaya başlamıştır. Türk okullarının açılması, karşılıklı ziyaretler ve son olarak da ekonomik ilişkilerde ve ticaret hacminde de önemli işbirliği alanları yaratılmaya başlanmıştır. Tüm bu işbirliği sürecini karşılıklı saygı ve ortak çıkarların geliştirilmesi temelinde sürdürülen diyalogun bir sonucu olarak görmek gerekir. Sonuç olarak iki ülke arasındaki ilişkilerin kısa sürede daha da güçlenerek gelişeceği ileri sürülebilir. çer taşıyor. Cenbiye, şuan günlük hayatta çok kullanılmasa ad halk kültüründeki önemli yerini koruyor. Ülkenin kuzey şehirlerinde erkekler düğün, bayram gibi özel günler ve münasebetlere süslü hançerleriyle katılmaya itina gösteriyor ancak güney kesimlerde bu ilgi biraz daha bulunuyor. Yemen Taşı Genel Özellikleri Diğer İsimleri : Akik, Yemen Taşı Sertliği: 6,5 – 7 Özgül Ağırlığı: 2,57 - 2,65 Kimyasal Grubu: Silikat Yapısal Görünümü: Yarısaydam, saydam veya opak. Parlaklığı: Donuk camsı, yağımsı. Alt Türleri : Mavi Akik, Kırmızı Akik, Yosunlu
Akik, Oniks Uyumlu Olduğu Unsur: Toprak. Uyumlu Olduğu Şakra: Gırtlak, güneş sinir ağı, kök, altkarın. Uyumlu Olduğu Burç: İkizler (Kırmızı ve Yosunlu Akik), Boğa, Yengeç, Oğlak, Kova Rengi: Bir merkezden yayılan kuşaklarda farklı renkler olarak kendini gösterir. Kırmızı, gri, beyaz, mavi, kahverengi, yeşil. Sembolü Olduğu Hususlar: İletişim, duygusal, bedensel ve eterik bedenler. Çıkarıldığı Başlıca Ülkeler: Türkiye-Ankara, Çin, İtalya, Madagaskar, Meksika, Mısır, Almanya, Hindistan, Brezilya ve Uruguay. Taşların sırlı şahı, Ölümsüz Taş ve Yemen Taşı adlarıyla şan bulmuştur. Akik taşı, eski
çağlardan beri süs eşyası, mücevher bazen de olumsuz enerjilere karşı koruyucu etmen olarak kullanılır. Bir merkezin çevresinde çeşitli renklerde halkalardan oluşmuş bir görünümdedir. Serttir ve renkli kısımları ışığı geçiren bir yapıya sahiptir. İsmini Sicilya’da bulunan Achates Nehri’nden almıştır. Agat ve Akit olarak ünlenen taşlar, kırmızı, gri, beyaz, mavi, kahverengi ve yeşil karışımı renklerdedir. Peygamber Efendimiz, akik taşlı bir yüzüğü mühür olarak kullanmıştır. Akik taşına kimileri Ateş Taşı ya da Gezgin Taşı derler.
Dünyanın yedi harikasından biri:TaÇ Mahal Labib Faisal Bangladeş
T
aç Mahal 1631-1654 yıl arasında Babür İmparatorluğu’nun 5. Hükümdarı Şah Cihan tarafından inşa edildi. Şah Cihan, genç yaşta kaybettiği eşi Ercümend Banu (Mümtüz Mahal) için sevginin sembolü olarak Tac Mahal’i yaptırmış. Bu
bina aynı zamanda İslam Türbe mimarisinin en önemli eserlerinden birisi olarak da kabul edilir. Tac Mahal'in yapımında parlak, ince mavi damarları olan beyaz mermer kullanılmış. Türbenin inşaatı için mimar ve ustalardan oluşan bir heyet kuran hükümdar, Osmanlı, İranlı, Suriyeli usta ve sanatkârlarla
birlikte mahalli Hint ustalara da görev vermiş. Bağdat'tan hattat, Buhara'dan kakma ustası, İstanbul'dan kubbe ustası getirilmiş. 20 bin kişinin çalıştığı eser 32 milyon rupiye mal olmuş. Günümüzün en büyük turistik alanı olan Tac Mahal, 1983 yılından itibaren UNESCO'nun Dünya Miras Listesi'nde yer almaktadır.
Hindistan’ın Agra Şehri’nde bulunan ve sevginin simgesi olarak kabul edilen anıt mezar Tac Mahal her yıl 3 milyonun üzerinde ziyaretçiyi kendine çekiyor.
Mayıs 2017
/13
BİZ KİMİZ? Mücahit Şahin ULUDAĞ
A
llah’ın selamı üzerinize olsun. İlk insan ile başlayan yürüyüşümüz bizleri içinde yoğuran imtihanları ile devam ediyor. Başı ve sonu aslıyla belli olan dünya hayatı Âdem ve Havva’nın yürüyüşü ile anlam buldu ve günümüz dünyasında bizimle de yoluna devam edip son durağa ulaşacak. Dünyanın kendi bakış açınızla acı ve tatlı birçok yönü mutlaka vardır.
Anlam bulan, bazen de inancınızın ölçüsünde sizi isyana sürükleyen imtihanlarınız. İnsana ve dünyaya dair her okumalarımın ve düşüncelerimin sonunda vardığım nokta insan olmanın olmazsa olmazları olarak kabullendiğim, inançsal ve kültürel değerleri bir tarafa bırakıp, diğer varlıklardan bizi ayrıştıran akli özelliğimizle, sevgi ve saygıyı temel dünya görüşü kabul eden ve bu gövdenin dalları olan insanca yaşamaya ait değerlerle (yalan
Son sözümü tarihe not düşmek adına yazıyorum. Çok değil, en yakın zamanda dünyanın farklı coğrafyalarında eğitimlerine devam eden İslam ümmetinin gençleri, uluslararası öğrencileri biz kimiz sorusunun prangalarını kırıp tek bir millet olmanın şuuruyla insanlığa yepyeni bir ahlaki anlayışı sunacaklar. Adaletli ve ahlaklı olmak, hakka riayet etmek, sevgiden ve saygıdan ödün vermeden önce iyi bir insan olmanın söylememek, haksızlık yapmamak, iftira atmamak, kul hakkına riayet etmek, temiz olmak, vs.) birlikte ölüme kadar dünya hayatını selametle tamamlamak. Yaşadığımız çağ içerisinde 7 milyar insanın çeşitliğini anlatmaya gerek yok. Binlerce özelliği ile birbirinden rahatça ayrıştırabileceğimiz temelinde insan fakat milyonlarca farklı karakter, binlerce dini yapı ve kültürel farklılık. Bu kadar zengin farklılıkların yanında sırtlarında milyonlarca yıldır taşıdıkları kabil ahlakları. Doğumumuz ve ölümümüz arasındaki süreç bir ağacın gölgesinde kısa bir süreliğine soluklanma kaidesine bağlı kaldıkça çözümlenmesi kolay bir süreç.
ne demek olduğunu dünyanın yeni kuşağı genç kardeşlerimizi uluslararası öğrencilerimiz anlatacaklar ve ispat edecekleri. Bu duygu ve dualarımla Türkiye de uluslararası öğrenciler dünyasına yeni bir vizyon kazandıracak olan gazetemizin daha nice güzel çalışmalara vesile olacağına bütün kalbimle inanıyorum. Başarılar diliyorum. Biz kardeşiz. Biz bir milletiz.
Fakat bu minvaldeki bakışın dışında imtihan dünyasının girdabında kaybolan en temelde de Müslümanların sorumluluğunda olan, huzurlu ve adaletli bir dünyada yaşamanın temel koşulu, kardeş olmanın şuuruna vakıf olmaktan geçiyor. 21. yy dünyasına değinmek istemiyorum ki hepimizin gözleri önünde cereyan eden hayatımız. İçinde yaşadığımız dünya. Adil olmayan dengeleri ile güçlü zayıf ekseninde kavrulan mazlum ve mağdur insanlar. Çözüm için sayfalarca yazılar yazacağımızı ve saatlerce konuşacağımızı biliyoruz. Ama şunu da biliyoruz ki insani ve İslami hayat ikame etmemizin ilk kapısı biz
kimiz sorusunun cevabında gizli. Biz kardeşiz, kardeşim… Kardeşiz biz. Çoğul kafaların ve zihinlerin anlayamayacağı dilde ve kalpte kardeşiz biz. Evlad-ı Âdem, Milleti İbrahim, ümmeti Muhammed’iz biz. Unutkan ve dalgın beyinlerimize kimliğimizi hatırlatacak en önemli değer kardeş olduğumuzun farkında olmamız ve bu kimliğimizi daima korumamızdır. Hısmı birbirine hasım haline getiren, sınırlar çizip bölü parçalayan, ortak dillerini yontan ve ardından birbirinden ırak toplumlar meydana getirenlere inat benim kardeşlerim kimlerdir? Biz kimiz sorularına bulacağımız cevaplarda gizlidir felaha ulaşmak.
Dünyanın Eski Şehirleri Labib Faisal Bangladeş
Şam/Suriye Dünyanın en eski şehirlerden biri Suriye’nin başkenti Şam’dır. Şehrin bilinen tarihi MÖ 8 bin yılına kadar uzanmaktadır. Şam, Asya ile Afrika arasında; Doğu ile Batı kavşağında oldukça stratejik öneme sahip şehirlerinden biri. Şam, Suriye’nin kültürel ve ticari merkezlerinden biridir. Şehir eski mimarisi, dar sokakları, yeşil bahçeleri ve beyaz evleriyle, Helenistik, Roma, Bizans ve İslam Medeniyetinin özelliklerini taşınan bir kent olarak kendine tanıtır. Zengin tarihiyle dünyanın en eski şehirlerinden birisi olan Şam, Suriye iç savaşı nedeniyle tarihi eserlerini ve kendi kimliğini kaybetme tehlikesi yaşıyor. Benares/ Hindistan Benares, Hindistan’ın Uttar Pradeş eyaletinde bulunan bir şehir.
Bu şehrin tarihi MÖ 12. Yüzyıla kada gidiyor. Ganj nehrinin kenarında oluşturulduğu bu şehir hintler için kutsal bir şehir olarak değerlendirilir. Her yıl Benarese binlerce insan hac yapmak için gelirler. Bu şehir eski zamanlardan beri parfüm, heykelcilik ve el işlemleri merkezi olarak tanımlanmaktadır.
Cholula/Meksika Cholula, Meksika’nın bir şehri. Dünyanin en eski ve en güzel şehirlerden biridir. 2,500 yıllık bir tarihi taşıyan bu şehrin insanları “Nahuatl” dili kullanıyor. İlerleyen çağlarda İspanyollar tarafından işgal edilen şehir bu dönemden itibaren parlamaya başladı. 60 bin kişilik bir koloni kenti olan Cholula’da bulunan Büyük Piramid insan yapımı en büyük anıt eser olarak biliniyor.
Mayıs 2017
/14
Kafkas İslam Ordusu’nu Duydunuz Mu? Senan Kazımoğlu
Azerbaycan
1917 Yılındaki Bolşevik devriminin etkileri Kafkaslarda da kendisini göstermişti. Güney Kafkasya bölgesinde yaşayan Azerbaycan Türkleri, Gürcüler ve Ermeniler devrimden hemen sonra Trans Kafkasya Federatif Cumhuriyetini kurdular. Ancak bu fazla uzun sürmedi. Kısa süre sonra Cumhuriyet parçalanarak üç ayrı devlet oldu. Bu devletlerden biri de 28 Mayıs 1918’e kadar sadece bölge ismi olarak bilinen ancak bu tarihten sonra artık devlet olarak anılacak olan Azerbaycan Cumhuriyetiydi. Devleti kurulmuştu kurulmasına lakin Çar Rusya’sının bünyesindeki Müslümanları orduya almaması hasebiyle Azerbaycan Türkleri savaşmayı bilmiyordu. Üstelik
Kafkasya’da Sovyetlerin egemen olduğu tek yer Azerbaycan’ın Başkenti Bakü’ydü. Bu sebeple yeni kurulan devletin başkenti geçici olarak Gence şehrine taşımıştı. Sovyetlerin askeri desteğini alan Bakü Komiserliği, yeni kurulan devleti yok etmek için Gence’ye doğru harekete geçti. Bunu gören Azerbaycan Devleti, kardeş Osmanlı Devletinden yardım istedi. 1. Dünya Savaşının yıprattığı Osmanlı, zor durumda olmasına rağmen, kardeşten gelen bu yardım çığlığına kayıtsız kalmadı. Harbiye Nazırı Enver Paşanın emriyle Kafkaslardaki Müslümanları korumak için “Kafkas İslam Ordusu” kuruldu. Bu orduya da komutan olarak Enver Paşanın kardeşi Nuri Paşa atandı. Kafkas İslam Ordusu Azerbaycan’a ilk geldiğinde durum çok vahimdi. Çünkü azılı bir Türk düşmanı olan Şaumyan yönetimindeki sözde Bolşevik özde Ermeni caniler Azerbaycan’ın her tarafında Müslümanlara karşı soykırıma girişmişlerdi. 1918 yılının Haziran ayına gelindiğinde ise Bolşevikleri artık Bakü Gence
yolunun yarısına kadar ilerlemiş ve aldıkları yerlerde de Müslüman Türklere karşı katliam yapıyorlardı. Hal böyleyken Gence’den hareket eden Kafkas İslam Ordusu işgal edilen yerleri bir-bir alarak Bakü önlerine kadar geldi. İngiliz Rus ve Ermeni kuvvetlerinin direnişine rağmen kanlı bir savaştan sonra nihayet 15 Eylül 1918 yılında Kafkas İslam Ordusu Bakü’ye girerek şehri yeniden Azerbaycan’ın başkenti yaptı. Bu savaşlarda 1130 Osmanlı Askeri şehit oldu. Konya’nın farklı bölgelerinden Kafkas İslam Ordusunun safında savaşıp kahramanlıklar gösteren askerlerde var. İşte onlardan bazıları: 1.Konya Bozkır kazasının Kayapınar karyesinden İsmail oğlu Abdullah. 2.Konya Sille kazasının Kızılören nahiyesinin İskece karyesinin Kara Hasan oğullarından Ali oğlu Hasan. 3.Konya Seydişehir kazasının Gülbenim karyesinden Kadiroğlularından Mehmed oğlu Ali.
Moğol dönemi Hint kıtasında Müslümanlar ve Hindular arasındaki ilişki Amir Ali Pakistan
H
indistan’daki insanlık tarihi başlangıçtan günümüze coğrafi konum, iklim ve kültürel açıdan diğer kıtalardan oldukça büyük farklılıklar arz etmektedir. İslam’ın doğuşundan sonar 708 yılında Muhammed bin Kasım’ın komutasındaki İslam ordusu Karaçi’den Hindistan’a girmiş ve Multan Bölgesi’ni fethetmiştir. Bundan sonra yapılan farklı seferler ve fetihler sonucu 1857 yılına kadar Hindistan’ın büyük bir bölümünde Müslümanlar
Müslümanların hükümran olduğu dönemlerde Hindular ve Müslümanlar arasındaki ilişki son derece dostane, huzur ve barış içinde yürümüştür. Müslüman padişahlar Hinduların kültür ve inançlarına saygı göstermişler ve onların diledikleri gibi yaşamlarına yardımcı olmuşlardır. Delhi Türk Sultanlarından, Sultan Muhammed bin Tuğluk ( hükümranlık dönemi 13241351) 2500 manda ve 2000’e yakın koyun ve keçi kurban etmiş ancak Hinduları incitmemek ve inançlarına saygı göstermek için kutsal kabul edilen ineği asla kurban olarak kesmemiştir. hâkim olmuşlardır. Babürler Dönemi’nde Hindular hiçbir ayrımcılıkla karşılaşma-
mışlar, rahatlıkla devlet dairelerinde çalışabilmişlerdir. Babür padişahları, kendilerine yalınızca Müslümanların değil, aynı zamanda Hinduların da padişahı ve koruyucusu olarak görüyorlardı. Bu yüzden Müslümanlar ve Hindulara eşit davranıyorlardı. Hindistan’da doğan ilk Moğol padişahı olan Ekber Şah, bir Hindu kadın ile evlenmiş ve bu hanımın isteği üzerine sarayına bir Hindu tapınağı yaptırmıştır. Ekber Şah, Hindulara din ve vic-
dan özgürlüğü tanımasının yanı sıra onları ayin ve törenlerine de katılmaktaydı. Bazı Müslüman sufi hareketleri Hinduların mistik gruplarıyla işbirliği yapmaktan da çekinmiyorlardı. Müslüman sufiler tarafından kaleme alınmış pek çok Sih inanç sistemi kitaplarının olması da oldukça ilginçtir. Büyük Müslüman Sufi şair (1414-1518) herkesi Allah’ın bir kulu olarak tanımlar ve Hindistan’daki Hindu ve Müslümanların ayın aileden olduğunu belirtir.
Azerbaycan Halkı Kafkas İslam Ordusu ve onun komutanı Nuri Paşayı hiçbir zaman unutmadı. Çünkü Azerbaycan halkı biliyor ki eğer Kafkas İslam Ordusu olmasaydı bugün Azerbaycan olmayacaktı. Şair Bahtiyar Vahapzadenin dediği gibi:
Yolcu, arabanı bu yerde eğle. O mezar önünde sen tazim eyle. Hürmet kıl, dua et onun ruhuna, Ayak bastığın yer borçludur ona.
Bangladeş Zafer Bayramı
Labib Faisal Bangladeş
T
ürkiye’de oturan Bangladeşliler tarafından 45’inci milli günü kutlandı. 16 Aralık Cuma günü Türk Milli Kütüphane Oditoryumunda Bangladeş'in Ankara Büyükelçiliği tarafından bu seminer hazırlanmış. Bangladeş’in Ankara Büyükelçisi M. Allama Siddiki’nin ev sahipliği yaptığı resepsiyona, Kültür ve turizm bakan yardımcısı Huseyin Yayman ve diplomatik misyon temsilcilerinin yanı sıra çok sayıda davetli katıldı. Bangladeş’in milli Bayrağı Yükseltmek ile başlanmış olan bu programın İkinci aşamada Bangladeş’in kültür ve Kurtu-
luş Savaşının tanımlayan sonumu yapıldı. Sonra Bangladeş kurtuluşu savaşında ve yakın zamanlarda Türkiye'de terör saldırganlığında şehit olanları saygı gösterildiler. Türkiye’deki Kültür ve turizm bakan yardımcısı Huseyin Yayman konuşmasında “Bangladeş’in yakın zamanda önemli bir güç olacağını ümit ederek Bangladeş ve Türkiye arasında şimdiki kardeşliğine gelecekte de devam ettireceğini ve uluslararası ilişkiler daha etkinli haline getireceğini açıkladı. Bu konferansın sonunda Türkiye’de oturan Bangladeşliler tarafından hazırlanan kültürlü dans ve şarki söylenildi Bangladeşli yemek ısmarladı.
Mayıs 2017
/15
Kerkük’te Bayrak Krizi Firas Ağaoğlu Irak
K
erkük’ün nüfusu şu an da 1,7 milyon. Kentte Türkmen, Arap ve Kürt nüfus birlikte yaşıyor. Ancak Kürtler, kentin bir Kürt şehri olduğunu öne sürüyor. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı (IKBY) Mesut Barzani, Kerkük’ü, “Kürtlerin Kudüs’ü” olarak tanımlıyor.
Irak’ın Kerkük şehrinde, bölgesel Kürt Yönetimi bayrağının devlet dairelerine asılmasıyla başlayan krizin arkasında neler oluyor!!
6. KYB’de Talabani’den sonra iç çekişmelerin şiddetlenmesi, 7. Türkiye’nin Suriye’de PYD’nin yolunu kesmesi ve içeride de PKK ile başarılı bir mücadele yürütmesi, hem Kürt yönetimini hem de Kürt devletinin kurulmasını isteyen tarafları tedirgin etmiştir. Kürt kamuoyunu canlı ve zinde tutmak için bir atağa ya da birleştirici bir hikâyeye ihtiyaçları vardı. İşte bu yaygaranın koparılmasının sebebi bu olabilir.
Kerkük’ün önemi Kerkük bir petrol kenti. Amerikan Enerji Bakanlığı verilerine göre, Kerkük’ün petrol rezervleri 8,7 milyar varil. Türkiye’nin bir günlük ham petrol ihtiyacı ise, günlük 700 bin varil. Uluslararası Enerji Ajansı’na göre, Irak petrolünün mevcut üretiminin yüzde 40’ı Kerkük’te gerçekleşiyor. Ülkenin kanıtlanmış petrol rezervlerinin yüzde 6’sı da Kerkük’te. Kerkük’teki fiili durum ´2014’ün Haziran ayında IŞİD Musul’a saldırınca, Irak merkezi hükümetine bağlı ordunun 12. Tugayı savaşmadan şehri terk etti. Bu gelişme üzerine Kerkük’te güvenlik, Mesut Barzani yönetimdeki Kürdistan Demokrat Partisi ile (KDP) Celal Talabani yönetimdeki Kürdistan Yurtseverler Birliği’ne (KYB) bağlı asayiş güçleri tarafından sağlanmaya başladı. KYB, İran’a yakınlığı ile bilinirken Barzani’nin de son yıllarda Türkiye ile ilişkileri iyi. IKBY lideri Barzani de, Irak merkezi hükümetinin güvenlik güçlerinin bir daha kente geri dönmesine izin vermeyeceklerini söyledi.
ması, 4. Kürt bölgesinde KDP karşısında KYB, Goran ve İslami grupların başkaldırması ve buna mukabil Kürt Meclisi’nin çalışamaz hale gelmesi, 5. Kerkük’ün KYB’nin kontrolünde olmasına rağmen, petrolünden sadece KDP’nin yararlanması,
Kerkük’ün siyasal durumu Kerkük’ün demografik yapısının değiştirilmesinden sonra kentin valiliğine 2011 yılında KYB’li bir Kürt olan Necmeddin Kerim getirilmişti. 2005 yılında yapılan seçimlerde, yine aynı nedenle il meclisinde Kürtler çoğunluğu elde etmişti. 41 kişilik il meclisinin 26 üyesini Kürtler, 9’unu Türkmenler, 6’sını da Araplar oluşturuyor. Gruplar arasındaki anlaşmazlık nedeniyle il meclisi seçimleri 2005’ten beri yenilenemiyor. Irak anayasasına göre, Kerkük İl Meclisi, bütçenin belirlenmesinden, ilin federal bir bölgeye dönüşmesini sağlaya-
bilecek kararın ilk alınabileceği yer olmaya kadar birçok yetkiye sahip. Son bayrak kriz nasıl çıktı Kerkük Valisi Kerim, 14 Mart 2017’de, Kerkük’teki tüm devlet kurumlarına Irak bayrağının yanı sıra Bölgesel Kürt yönetimi bayrağının da asılması talimatını verdi. 28 Mart 2017’de Arap ve Türkmen üyelerinin boykot ettiği bir toplantıda, 26 Kürt üyenin oyuyla Kerkük İl Meclisi, Kerkük Valisi’nin bu kararını onayladı. Kerkük’teki bayrak krizinin arka palanı Bir hafta içerisinde bütün itiraz-
lara rağmen neden olaylar bu kadar hızlı gelişti, Kürt yönetimi neye güvenerek bu kadar kritik ve maceracı kararlar aldı? Barzani’nin zaman zaman ‘şu tarihte referandum yapacağız’ dediği çok olmuştur ama son zamanlar birkaç olumsuz gelişme üst üste gelmiştir. Aşağıdaki sebeplerin hepsi, farklı ağırlıkta olmakla birlikte, geçerlidir: 1. Kürt bölgesinde ekonominin tamamen dibe vurması, 2. DAEŞ’in bölgeden yavaş yavaş tasfiye edilmesi, 3. KDP’nin Türkiye’ye, KYB ve Goran grubunun ise İran’a yanaş-
Akla şu soru gelmelidir: Neden Kerkük’te bayrak astırma krizi ve Kerkük’te referandum düşüncesiyle Kürt Bölgesi’nin bağımsızlık referandumu ilanı aynı anda cereyan etmiştir? Kerkük, dünya petrollerinin yüzde 4’ünü ve Irak petrollerinin de yüzde 42’sini üretmektedir. Ancak şehir KYB’nin elinde olduğu halde petrol Barzani’nin hâkim olduğu arazilerden Ceyhan’a geldiği için petrolden esas nemalanan Barzani olmaktadır. Onun için bir süre önce bin 500 KYB Peşmergesi, Kerkük Petrol Şirketi’ni basarak Kerkük Petrol Bölgesi’ne el koymuştur. Yani Kerkük sadece Kürtlerle Araplar ve Türkmenler arasında ihtilaflı bir şehir olmayıp KYB ve KDP arasında da ihtilaf konusu olmaktadır.
MÜLTECİ GİBİ HİSSETTİM KENDİMİ! Çocuk T Duası Ragda İSMAİL Suriye
oplumdaki insanlar ikiye ayrılır insanlar ve diğerleri. Mülteciler diğerleri grubuna girer. Mülteci dediğimiz insan, pardon insan olarak bahsettiğimiz diğeri vatansız, kimliksiz, kişiliksiz, işsiz, statüsüz, hatırasız, yaşamaktan habersiz kişilerdir bazıları doğuştan mültecidir, bazılarına ise mülteci damgası sonradan vurulur. Mülteci kim midir? Mülteci kurbandır. Bir önyargı, toplum, düşünce, ırk, savaş, cinsiyet kurbanıdır. Mülteci bir göçebedir sırtında yırtık yamalı elbisesi yüreğinde paramparça yaraları aklını kurcalayan bin bir sorunu ve bir türlü cevap bulamadığı soruları olan kişidir. Bir mültecinin kurtarabileceği tek şey canıdır. Canından geriye kalan tüm değerli parçaları artık sadece bir mezarlıktır. Mülteci genel olarak insanların gözünde bir suçludur suçu olmamasına rağmen. Sucu nedir diye soracak olursanız mülteci vatan uğruna savaşmayı seçmemiş yerine kaçmayı seçmiştir bu da ihanettir kimine göre. Mülteci dediğimiz çaresizdir geçmişini tamamen
kaybetmiş geleceğinden de habersiz olan biçaredir. Mülteci bir alzheimer hastasıdır. Bazı insanlar diyor ki onlar (mülteciler) bizden daha iyi şartlarda yaşıyorlar, mesela kamplardaki Suriyeli mültecilere elbiseler para ve yemek yardımı yapıyorlar hiç çalışmadan iyi şartlarda yaşadığını düşünüyorlar. Önyargı öyle bir şey işte, acaba o mültecilerin kırılan hayallerini parçalanmış ailesini kaybolan vatanını o elbiseler veya acınarak verilen para ve yardımlar onları tamamlayabilecek mi? Peki soruyorum size bir kap yemek, bir parça ekmek, verilen bir avuç para karnını doyurmaya yetse bile o aç olan ruhunu nasıl doyuracak Sonuç olarak bir milletin adına mülteciler demek bu ana vatanın ve onun bayrağının sonsuza kadar kara lekesidir. Yani biz Suriyeliler olarak ister yüz tane ülkenin vatandaşlığını alsak da mülteci olarak kalacağız bu bizim artık damgamızdır: bir vatanı olmayanın mülteci damgası.
Waqar AHMAD PAKİSTAN Allama İkbal’ın Urduca bir şiirinden çevrilmiştir
Arzum, dua olarak girer dudaklarıma benim. Allah’ım! Kandil gibi olsun hayatım benim. Dünyanın karanlığı benim sayemde yok olsun. Her yer parlak ışığım sayesinde parlak olsun. Benim sayemde olsun, vatanımın güzelliği. Çiçeklerden olduğu gibi, bahçenin güzelliği. Benim hayatım pervane gibi olsun, ya Rab! Muhabbetim, ilim ışığına ait olsun, ya Rab! İşim olsun, fakirlere yardım etmek. İhtiyarları ve derdmendleri sevmek. Allah’ım! Günahlardan uzak tut beni, Sağlam olan yola yürüt beni.
Yayın Türü : Süreli; Sayı : 01 Bu gazete Türkiye’de okuyan uluslararası öğrencilerin kendi emeklerinin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Basım Tarihi : Mayıs, 2017
İki Doğu İki Batı Uluslararası Öğrenci Derneği adına
Sahibi :
Editör: Delwar Hosen
Murat Arslan Danışman:
Tasarım:
Ahmet Tarık Türkmenoğlu
Labib Faisal