28 minute read

Gönenç Atakan: DQ = (IQ + EQ

DQ = (IQ + EQ)

Gönenç Atakan, Stratejik medya ilişkileri danışmanı

Advertisement

Formülü baştan yazmak önemli. Buna ister tümden gelim deyin, isterseniz ipucu fakat varacağınız noktada ya formülü çözmüş olmanız ya anlamanız ya da daha farklı bir formül ortaya koymanız gerekiyor. Bu yüzden dijital zekanın (DQ) neden artık günümüzde IQ’dan ve EQ’dan daha kıymetli, aslında onların toplamına eşit olduğunu ve hatta…. (Burası yazının sonunda ortaya çıkacak)

Zeka küpü Etrafımız zeka küpü şirketlerle çevrili. Hele ki salgın sonrası dijitalleşme öyle popüler hala geldi ki (öncesinde sadece kavramları kullanmayı sevdiğimiz için kim daha önce dijitalleşecek yarışından öteye gidilemiyordu) tüm bu şirketler dijitalleşmeyi bir anda ajandalarında birinci gündem maddesi yaptılar. Sonra da herkes bunun nasıl olacağını birbirine sormaya

başladı. Halbuki cevap basitti: Garip ama dijitalleşme teknolojiyle veya teknolojiden değil, insandan başlıyor-du.

Geçmişin tuğla ve harcıyla geleceği biçimlendirmek Yakın zamanda açıklanan (yabancı) Forbes raporu, dijital dönüşümlerin gelirde, müşteri deneyiminde ve ekiplerin moralinde önemli artışlara yol açtığını gösterdi. Fakat bununla birlikte, keşfedilmemiş ve uzun süredir ertelenmiş dijital alana girmenin daha az bilinen ve gerçek semptomlarından bazıları olan kaygı, korku ve kafa karışıklığı; pek çok durumda dijital sıçramayı yapmakla görevli liderler, çalışanlar ve müşteriler için geçmişin tuğla ve harç teslimatının sanal bir ortamda nasıl başarılı bir şekilde var

olabileceğini anlamalarını da imkansız hale getiriyordu.

Geçmişin blokları bugünün kayaları Dijital dönüşümdeki birçok tarihsel girişim başarısız oldu ve bugün insan odaklı düşünceden yoksun atılan her teknolojik adım ve dijitalleşme çabası, geçmişin tökezleyen bloklarını aşılmaz kayalara dönüştürdü. Yine de insan merkezli düşünce gelişiyor. En azından 21. Yüzyılda ortaya çıkan bu salgın herkesin şapkasını çıkarıp önüne koymasına sebep oldu.

Pek çok durumda dijital sıçramayı yapmakla görevli liderler, çalışanlar ve müşteriler, geçmişin tuğla ve harç teslimatının sanal bir ortamda nasıl başarılı bir şekilde var olabileceğini anlayamıyorlardı.

Empatinin yol gösterici ilkelerden biri olduğu hatırlandı. Zeka küpü kurumların, insanları kılavuz ışığı olarak kullanıp belirsiz ortamlarda ilerleyebilmelerini sağladı. İnsanları kılavuz yapan şirketler de önce kendi kültürlerinden sıyrıldı, ardından da içinde bulundukları toplumun kültürünü anlamaya başladı. Evet bunların hepsi daha yeni yeni oluyor çünkü salgın öncesinde herkes ve her şey -mış gibiden öteye gitmeyen birer illüzyon ve gerçeklikle aramızda duran bir sis perdesi gibiydi. Çünkü toplumsalı anlamada zorunluluk olan kültür, ancak ve ancak insan odağa alındığı zaman önce anlamaya, sonra anlamlandırmaya, sonra da dönüşüme açık hale gelir. Bundan sonrasına ister teknoloji ister dijitalleşme isterseniz de uzay bilimi deyin ama zeka küpü şirketlere tavsiyem, herhangi bir zekadan bahis açmadan önce insan zekasını anlamaya ve onu yok saymamaya çalışın.

Sonuç Ne demiştik, bu yüzden dijital zekanın (DQ) neden artık günümüzde IQ’dan ve EQ’dan daha kıymetli, aslında onların toplamına eşit olduğunu ve hatta… dijital zekanın aslında insan odaklı bir düşüncenin ürünü olduğunu anlayabilen zeka küpleri için yeni formül gelecekte kazanmanın anahtarı olacak: DQ > (IQ + EQ)

Pazarlama için 2021 sadakat yılı olacak

Forrester'a göre B2C işinde sadakat ve müşteri tutma çalışmaları pazarlama harcamalarında %15 artışa sebep olacak.

Şirketin tahminlerine göre, müşterileri elde tutmaya odaklanma, tüketicilerin özellikle e-posta ve mobil mesajlaşma gibi doğrudan kanallar aracılığıyla aldığı pazarlama mesajlarında %40 artacak. Pazarlamacılar, pazarlama kampanyalarını optimize etme amacıoyla veri analiz süresini kısaltmaya çalışırken, otomasyona yönelik harcamalarını %3 artıracaklar.

Sponsorluk bütçeleri kısılacak Forrester’a göre, markalar ayrıca profesyonel spor stadyumları ve giyim için olanlar da dahil olmak üzere, geleneksel kurumsal sponsorluklar için bütçeleri kısacaklar, çünkü ölçümle ilgili zorlukların ayyuka çıktığı dijital devrimin ortasında, buralara ödenen fiyatları gerekçelendiremeyecekler.

Yerelleştirme, otomasyon ve elde tutmanın önemi artacak Pandemi, pazarlama stratejilerini etkilemeye devam ettikçe, tüketici markaları gelecek yıl yerelleştirilmiş, otomatikleştirilmiş ve elde tutmaya dayalı pazarlamaya doğru bir geçiş görecek. Burada yaşanacak zorlukların başında ise tüketicileri izlemenin güçleşmesi, azalan bütçeler ve personel daralmalarına sebep olan daha zayıf ekonomiler gelecek.

Olumsuz etkiler 2021 boyunca devam edecek Salgının neden olduğu birçok kesinti dolayısıyla 2020 zorlu geçse de, pazarlamacılar bu etkilerin çoğunun 2021’de de devam etmesini bekleyebilirler. Bu koşullar altında, B2C alanında çalışan pazarlamacılar, yeni müşteriler edinmeye yatırım yapmak yerine, mevcut müşterilerin sadakatini sürdürmeye ve bu tüketicilere yeniden satış yapmak için onları teşvik etmeye muhtemelen daha fazla

dikkat edeceklerdir. Forrester, sadakat programlarının daha fazla ilgi gördüğünü; birçok ürün kategorisinde yıkıcı etkileri olan doğrudan markaların (DTC) ise müşteriyi elde tutma ve tekrar satın alma gibi kavramları yeniden sahiplenmeye başladıklarını belirtiyor.

E-posta ve mobil içeriklerin baştan düzenlenmesi gerek Tüketicilerin gelen kutuları markalardan daha fazla teklif ve promosyonla dolup taşırken, pazarlamacılar için önemli bir zorluk öne çıkacak. Forrester’a göre pazarlamacıların, müşteri ihtiyaçlarını daha iyi tahmin ederek bağlamsal olarak daha alakalı içerikleri kullanmak için e-posta pazarlaması ve mobil mesajlaşma kampanyalarını yeniden düzenlemeleri gerekecek. Bu çalışmalarda da kestirimci analitik ve “ana dayalı mesajlaşma” optimizasyon yöntemleri arasında yer alacak.

Yerel pazarlama vurgusu Kentsel alanlardan kırsal bölgelere taşınan tüketici sayısının artması da, pazarlamada yerelleşmenin daha belirgin hale geleceğini işaret ediyor.

PERAKENDE YENİDEN DOĞDU

Korona salgını tüm dünyada iş süreçlerini felç ederken, dijital dönüşümün bir tercihten öte zorunluluk olduğunu kanıtladı. Bu musibetten bin nasihat çıkaran perakende sektörü, 2020’de kabuk değiştirmeye gitti. Başını Bill Gates’in çektiği birçok fütüristin dilinde tüy bitmesine rağmen, dünya büyük salgına hazırlıksız yakalandı. Hayatın sosyal ve ekonomik alanlarını alt üst eden salgın, tüketicilerin davranışlarında dramatik değişimlere sebep olurken, sektörlerin ise geleceğe daha farklı ve görece karamsar bir bakış açısıyla hazırlanmasını mecbur kıldı.

2020’nin küresel perakende akımları

Salgının ekonomik etkilerinin sürekli daha da vahim bir hal alması, dünya liderlerinin küresel ekonominin gereklilikleri doğrultusunda hamleler yapmasına sebep oldu. Bunların başında gelen kısıtlamaların gevşetilmesi, sürpriz olmayan bir şekilde salgının yeniden artmasının önünü açtı. Şimdi sırada neyin beklediğini kestirmek mümkün olmasa da salgının etkilerinin umulduğu kadar hızlı geçmeyeceği gün gibi ortada. Peki, perakende daha da kötüleşmesi olası salgın şartlarında, evlerinden adım atmaya korkan ve yalnızca işe gitmek için dışarıya çıkan müşterilere nasıl daha fazla satış yapacak? Kimi dünya liderleri salgının ehemmiyetini kulak arkası etse de COVID-19’un beraberinde yeni bir gerçeklik getirdiği yadsınamaz. Sektörün yöneticilerinin, işlerini gelecek salgın ve çekingen müşterilerine karşı hazır hale getirmek için odaklanmaları gereken başlıca perakende akımları, sektörün bir süredir üzerinde çalıştığı ve profesyonellerin aşina oldukları trendler oldu. Geçtiğimiz son aylar perakende sektörüne benzeri görülmemiş bir belirsizlik, karmaşa ve değişim rüzgârı getirdi. İlk salgın dalgasının ardından, kimi perakendeciler krizi fırsata çevirirken, kimileri ise sert esen bu rüzgârdan harap halde çıkacak. İlginçtir ki, sektör COVID-19 karşısında Amerika’yı yeniden keşfetmek yerine halihazırda sektör dinamikleri üzerinde etkili olan trendlere sarıldı. Bu trendleri sırasıyla iş modeli değerlendirmesi, anlamlı/insanî değer önerileri, maliyetleri düşürme odağı ve artan tüketici gücü ana başlıkları altında inceleyeceğiz.

1. İş modelleri değişiyor Fiziksel mağazalar için Lale Devri, COVID-19 salgınından çok önce geride kalmıştı. Asırlık zanaat mirasları üzerine kurumsallaşan ve dijital dönüşüm konusunda

çekimser kalan organizasyonlar bile isteyerek ya da istemeyerek, e-ticaret gibi olmazsa olmaz trendlerin dönüşümüne kapılmıştı. Fiziksel mağazalar hâlâ çok önemli satış kanalları ve dijital kanallar onun alametifarikası olan müşteri deneyimi konusunda tam anlamıyla ona yetişebilmiş değil. Bu nedenle, yakın gelecekte fiziksel mağazalarda gelir artışının imkânsız olduğunu söylemek doğru değil ancak yalnızca bu mağazalar üzerinden şirketlerin büyüme sağlayamayacağı gün gibi ortada. Koronavirüs salgını, geçtiğimiz yüzyılın dünya savaşı gibi

felaketlerinden farklı olarak perakende sektörüne müşterilerin var olduğu ancak asla dışarı çıkamadıkları bir distopyanın mümkün olduğunu kanıtladı. Bu nedenle en büyük ciroyu fiziksel mağazalarından elde eden firmalar bile bu alanda kaydettikleri büyümenin gelecekte geçersiz hale gelebileceğinin farkında. Bundandır ki, birçok dev salgın öncesi ihtiyaçlarını karşılayan ve çağı tam olarak yakalayamayan basit e-ticaret çözümleri yerine, daha kompleks ve bütüncül çözümler sunan, markalara yeni kabiliyetler kazandırma önerisinde bulunan platform

firmalarının kapısını çalmaya başladılar.

2. İnsan Hayatı > Kâr İlk bakışta, birkaç şaşırtıcı istisna dışında devletlerin ve dev firmalarının çoğunun salgın döneminde insan hayatını kâr amacının üzerinde konumlandırmayı planladığını görmek umut vadeden bir gelişmeydi. COVID-19, halihazırda daha insanî fikir ve yaklaşımların sektörü etkisi altına almasını sağlayan bu trendin daha da hızlanmasına katkı sağladı. Bu akım, son 5 yıllık süreçte küresel çapta tartışma konusuna dönüşen sosyal ve politik konuların tüketici davranışlarında etkisini artırmasıyla filizlenmişti. 2018 yılının sonunda Edelman tarafından gerçekleştirilen bir araştırmada, dünyanın dört bir yanından ankete katılan müşterilerin 3’te 2’si, bir markayı yalnızca sosyal ve politik konulara karşı aldığı tavır üzerinden ürün/hizmet satın alarak destekleyebileceğini ya da boykot edebileceğini söylemişti. Tüketici, önündeki kalabalık sağlayıcılar arasından tercih yaparken, kendisiyle tinsel düzeyde bağdaşan firmalara öncelik verme lüksünü hiç olmadığı kadar kullanıyor. COVID-19 döneminde sadece çalışanların arasında yayılan çalışma koşulları ve çalışan sağlığı konuları bile, etkili bir kulaktan kulağa pazarlama aracı olarak öne çıktı.

Müşterilerin 3’te 2’si, bir markayı yalnızca sosyal ve politik konulara karşı takındığı tutum üzerinden desteklemeye ya da boykot etmeye karar verebiliyor.

3. Maliyetleri gözden geçirme zamanı Çoğu perakendeci artık geleneksel maliyet kısma yöntemlerinin kâr marjını artırmak ve firmalarını yeniden yapılandırmak için yeterli olmadığını biliyor. COVID-19 salgınının hemen ardından gerçekleştirilen aşırı maliyet sabitleme stratejilerine rağmen, perakende sektörü işlerini gelecek yıllarda da kârlı tutabilmek için bundan daha fazlasına ihtiyaç duyduklarının acı bilincine vardı. Önümüzdeki dönemde, mevcut varlıkların değerini artırmaya yönelik

yatırımların sektöre damga vurması bekleniyor. Growth Hacking gibi tekniklerse artık yenilikçi ve teknolojiyle iç içe olan markalara özel bir enstrüman olmaktan çıkmak üzere. Yıllardır düşük bütçeler ve iş gücüyle büyük işler başarmak isteyen girişimlerin yer yer sihirli bir değnek misali bu yöntemle dramatik başarılar kazandığını biliyoruz. Şimdi perakendenin de büyümek için geleneklerinden farklı yeni yollara sapmaları gerekecek ve girişimciliğin kullandığı teknikler, bu alanda karşımıza çıkacak. 4. Tüketici tercihleri mercek altında Müşteriler, günümüz tüketim alışkanlıklarında, seçeneklerin çeşitliliğinden ziyade ulaşılabilirliğine odaklanıyor. Bu durum, tüm başarılarını çeşit odaklı yaklaşımlarına borçlu olan birçok perakendecinin iş yapma şeklini değiştirebilir. Ülkeler birer birer izolasyona girerken ve zaruri olmayan perakende dükkanları kapalı kalırken, marketlerin raflarındaki her bir ürün kendine alıcı buldu; müşterilerini daha iyi bilen perakendeciler bu süreçte diğerlerine kıyasla daha avantajlıydı.

Metro Türkiye’den yepyeni bir dijital alışveriş teknolojisi

Metro Türkiye, müşterileri için güvenilir ve doğru alışverişin adresi olma amacıyla sürdürdüğü çalışmalar kapsamında Metro Fast dijital çözümünü hayata geçirdi. Makine öğrenimi teknolojisi ile alışverişin hızlı bir şekilde tamamlanmasını sağlayan ve Türkiye’de bu yönü ile bir ilk olan Metro Fast ile müşteriler, ürünlerini mobil uygulama üzerinden barkod okutarak alışveriş arabalarına ekleyebiliyor ve alışverişin sonunda saniyeler içinde sepetin doğrulamasını yaparak ödemelerini gerçekleştirebiliyor. 30 yıldır müşterilerine güvenilir bir alışveriş deneyimi sunma amacıyla çalışmalarına hız kesmeden devam eden Metro Türkiye, dijitalleşme yolunda sunduğu çözümlere bir yenisini daha ekledi. Bu kapsamda Metro Türkiye, özellikle pandemi ile birlikte tüketiciler için önemi artan temassız ve hızlı alışveriş beklentisine uygun olarak mağaza içerisinde Metro Fast çözümünü hayata geçirdi.

Temassız ve hızlı alışveriş deneyimi sunuyor Bu yeni çözüm ile müşteriler, Metro Fast mobil uygulamasını telefonlarına indiriyor ve alışveriş sırasında satın alacakları ürünlerin barkodlarını bu uygulama ile okutarak alışveriş arabalarına ekliyor. Tüm ürünler alındıktan sonra alışveriş arabaları elektronik kontrol noktası adı verilen bölüme yerleştiriliyor, ürünlerin doğrulamasını makine öğrenmesi sayesinde saniyeler içinde sağlanıyor ve ürünler kasadan geçirilmeden ödeme noktasına ulaşılıyor. Ödeme işlemini de yapan müşteriler, alışverişlerini temassız ve hızlı bir şekilde tamamlayabiliyor. Müşteriler ayrıca Metro Fast uygulaması sayesinde alışveriş toplam tutarını kasaya gelmeden görüp kontrol edebilecekleri gibi kendilerine sunulan özel fiyatları alışverişleri boyunca takip edebiliyor.

Her 3 müşteriden ikisi tekrar kullanıyor Hızlı, temassız ve makine öğrenimi ile kontrol edilebilen ve Türkiye’de sektörde bu yönü ile bir ilk olan Metro Fast, kasada beklemeden ödeme yapılmasını mümkün hale getiriyor ve kasada geçirilen süreyi dakikalardan saniyelere indiriyor. Şu ana kadar 25 bin müşterinin kullandığı çözüm, büyük beğeni topluyor. Ocak ayında Metro Fast ile yapılan alışveriş sayısı, Temmuz ayında iki kat artış gösterirken Metro Fast’i kullanan her üç müşteriden ikisinin bu çözümü tekrar kullanması da müşterilerin memnuniyetini kanıtlıyor.

“Fiziksel ortamda dijital alışveriş deneyimi sunuyoruz” Hayata geçirdikleri Metro Fast uygulamasıyla ilgili açıklamada bulunan Metro Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı Sinem Türüng “Modern tüketici, zamandan tasarruf edeceği ve en verimli şekilde hizmet alabileceği bir yöntem arayışında. Müşteri deneyimini en iyi hale getirebilmek için öncelikle onlara çoklu seçme hakkının olduğu bir alışveriş deneyimi sunmamız gerekiyor. Biz de mobil aplikasyondan mağaza içinde sıra beklemeden temassız ve hızlı alışverişe kadar müşterilerin geri bildirimleriyle her an geliştirilebilecek dijital çözümler üzerinde çalışıyoruz. Dijital deneyimin tasarlanması kadar fiziksel deneyimin dijital öğeler ile desteklenmesini de odağımıza alarak müşterilerimize yepyeni bir deneyim yaşatacak Metro Fast projesinin 10 ay süren pilot uygulamasını 2019 sonunda hayata geçirdik. Şu ana kadar 25 bin müşterimiz bu çözümü kullandı. Son 1 ay içerisinde Metro Fast’i bir kere kullanıp ikinci kez kullananların oranının yüzde 60’ın üzerinde olması ise müşterilerimizin memnuniyetini kanıtlıyor.” dedi. Metro Türkiye olarak 34 ülkede faaliyet gösteren bir iş ağına sahip olmanın sağladığı bilgi birikimi ve deneyim avantajı ile tüm müşteriler için daha iyi bir alışveriş deneyimi sunmaya odaklandıklarını belirten Türüng, “Türk mutfağı ve değerlerini koruma ve gelecek nesillere aktarma amacıyla çalışmalarımıza hız kesmeden devam ederken, ülkemizde öncü projelere imza atmaya büyük önem veriyoruz. Ayrıca çok yeni, çok hızlı, kişiye özel ve sürekli gelişen bir dijital çözüm

sunma çağındayız. Türkiye bu çözümlerin esnek ve olumlu bir şekilde uygulanabilmesi açısından öncelikli bir konumda yer alıyor. Bu sebeple Metro Fast uygulaması Metro’nun faaliyet gösterdiği ülkeler içinde faaliyete sunulan ikinci ülke. Bu, bir anlamda Metro’nun Türkiye’ye verdiği önemin de büyük bir göstergesi. Müşterilerimizin kasada bekleme dönemini bitirecek ve alışveriş için toplamda harcanan süreyi dakikalara düşüren böylesi önemli bir uygulamayı hayata geçirdiğimiz ve müşterilerimizin pandemi döneminde artan hızlı ve temassız ödeme ihtiyacını tam olarak karşılamaktan için büyük bir mutluluk duyuyoruz. Amacımız mağazalarımızdan alışveriş yapan her 3 müşterimizden birinin Metro Fast kullanmasını sağlamak.” şeklinde konuştu.

Akıllı telefonunuza ücretsiz indirebilirsiniz Uygulama, iOS ve Android mobil uygulama mağazalarında Metro Fast ismi ile aratılarak ücretsiz indirilebiliyor. Şu an İstanbul’da Kozyatağı, Güneşli, Kâğıthane, Ankara’da Etlik, Bursa’da Nilüfer ve İzmir’de Gaziemir mağazalarında aktif olarak kullanılan Metro Fast dijital çözümü, 2021 yılında diğer Metro mağazalarında da kullanıma açılacak.

METRO FAST NASIL ÇALIŞIYOR?

Fiziksel ortamda hızlı ve temassız dijital alışveriş deneyimi yaşamak için:

• iOS veya Android akıllı telefonunuz için uygulama mağazalarından Metro Fast uygulamasını indirin. • Alışveriş arabasında yer alan QR kodu okutun. • Metro kartınızda yer alan barkodu okutun. • Aldığınız her ürünün barkodunu okutarak arabaya yerleştirin. • Kasa alanına geldiğinizde alışveriş arabasını Metro Fast elektronik kontrol noktasına yerleştirin ve doğrulamayı tamamlamak için QR kodu okutun. • Ödeme noktasında ödemenizi yaparak alışverişinizi tamamlayın.

Metro Fast’i indirmek için: http://onelink.to/mfjwsu

Balans ve manevra

Amazon gibi dijital menşeli perakendecileri bir kenara bırakırsak, sektörün geleneksel kökenli oyuncularının dijital dönüşüm performansını eleştirirken yönettikleri operasyonun gerçeklerini göz önünde bulundurmak gerekiyor. Sektörün imza attığı en iyi uygulamaları incelediğimizde, bunların fiziksel mağazaların işlevlerini dijitale aktarırken, aynı zamanda fiziksel olarak da müşterilere daha yakın olma amacı güttüğünü görebiliyoruz. Perakende sektörünün günümüzde en yoğun olarak eğildiği yaklaşımları şu şekilde sıralayabiliriz: Kişiselleştirme, küçülen mağazalar, düşük karbon ayak izi, sağduyulu teknolojiler ve daha da temassız ödeme sistemleri.

Tedarik yönetimini tüketici tercihleri şekillendiriyor Müşterilerin zevk ve tercihleriyle aşırı özelleştirilmiş perakende yaklaşımı hiper kişiselleştirilmiş ticaret henüz emekleme aşamalarında bir akım. Perakendeciler hem çevrimiçi hem de fiziksel mağazalarında tüketici tercihlerine gerçek zamanlı yanıt vermeye başlıyor. Önümüzdeki 3 yıllık dönemde perakende sektörünün kişiselleştirme için ortalama yüzde 18, sektörün zirvesindeki oyuncuların ise ortalama yüzde 30 daha fazla yatırım yapması bekleniyor (Folk & Lightspeed, 2020). Tüketicilerin yüzde 62’si markaların kendilerine çevrimiçi ve çevrimdışı satın alma geçmişleri ışığında özelleştirilmiş indirimler, teklifler ve önerilerde bulunmalarını bekliyor. Bu beklentilere karşılık, perakendeciler tedarik yönetimi ve pazarlama stratejilerini spesifik tüketici zevkleri doğrultusunda, çoklu kanal sadakat programları ve müşteri ilişkileri yönetim programları kullanarak yeniden şekillendiriyor. Los Angeles Melrose Bulvarı’nda bulunan ve yüksek satın alma gücüne sahip yerel müşterilere hizmet sunan Nike mağazası, kişiselleştirme konusunda başarılı bir fiziksel mağaza örneği olarak öne çıkıyor. Markanın en özel ve sınırlı sayıda üretilen ürünlerine erişimi olan konsept mağaza, NikePlus sadakat programına

kayıtlı yerel müşterilerinin tercihleri doğrultusunda her iki haftada bir stoklarını yeniliyor. Kişiselleştirme konusunda özel üretim alt başlığı da dikkate değer gelişmelere ev sahipliği yapıyor. 3B baskı, sensör, robotik ve gelişmiş ürün simülasyonu teknolojilerini bir araya getiren bu alanda, doğrudan son kullanıcıya satış yapan üreticiler ellerindeki yeni teknolojileri doğrudan müşterilerine sunuyor. Bunun en iyi örneklerinden birisini iplik üreticisi Joann ortaya koyuyor. Şirket, MyFabric adını verdiği çevrimiçi araçla müşterilerinin kendi ipliklerini oluşturmasına, WeaveUp ve Glowforge dijital tekstil teknolojileriyle de bunları özel kumaşlara dönüştürmesine olanak tanıyor.

Devler köşe başlarına sığabilmek için küçülüyor Birleşmiş Milletler, 2050 yılında toplam dünya nüfusunun üçte ikisinin şehirlerde yaşayacağını öngörüyor. Müşterileri daha yoğun yaşam alanlarına kayan büyük perakendeciler, genelde şehirlerin dışında konumlanan yüzbinlerce metrekarelik devasa alanlarda hizmet vermekle yetinmeyip, kent merkezlerinde açtığı daha ufak mağazalarla müşterilerini takip ediyor. Daha küçük alan, makul kiralar, düşük iş gücü maliyetleri ve yönetilmesi gereken daha az envanter gibi avantajlar, bu ufak mağazaları kullanan Ikea gibi perakende devlerinin küçük

Amazon, 2030 yılında sevkiyatlarının yalnızca yarısını karbon nötr hale getirebilecek.

ölçekte müşterilerine daha yakın olmalarını sağlıyor. İsveçli şirket ABD ve Avrupa’daki şehir merkezlerinde birçok küçük mağaza açmış durumda. Ikea ufak mağazalarını özel konseptlerle oluşturmayı tercih ediyor. Kimi perakendeciler şehir merkezlerine taşınırken, kimileriyse şehirli müşterilerine mini ulaştırma merkezleri aracılığıyla yaklaşıyor. Küçük depolar, çevrimiçi perakendecilerin yerel siparişleri daha düşük maliyetle ve çok daha hızlı karşılamasını sağlıyor. Bu durum, yerel topluluklara hizmet veren yerel işletmeler için kötü bir haber değeri taşıyor. Ancak ufak ve orta ölçekli yerel işletmeler uzmanlıkları,

özelleştirilmiş envanterleri ve müşterileriyle kurdukları ilişkiler sayesinde çevrimiçi rakiplerine karşı hâlâ güçlü bir pozisyondalar.

Geç olsun, karbonlu olmasın Genel kanıya göre, küçük ve orta ölçekli şirketler perakende devleriyle rekabet edemezler. Bu her senaryoda doğru değil. Örneğin küresel bir ikona dönüşen çevre aktivisti Greta Thunberg insanları havayolları yolculuklarını azaltarak iklim değişikliğine karşı mücadeleye katkı sağlamaya çağırdığında, sektör lideri Amazon’un eli kolu bağlı kaldı. Perakende devi ancak 2030 yılında sevkiyatlarının yalnızca yarısını karbon

nötr hale getirebilecek. Öte yandan KOBİ’ler bulut bilişimin verimliliğinden faydalanarak dev rakiplerinin olumsuz çevresel etkilerinden kaçınabilir.

Araştırmalar, tüketicilerin de karbon ayak izi konusunda daha fazla sorumluluk bilinci kazandıklarına işaret ediyor. Günümüzde göz ardı edilemeyecek büyük bir tüketici kitlesi düşük karbon ayak izi için daha uzun teslimat sürelerini kabul ediyor. Gerçekleştirilen bir araştırmada, Meksikalı müşterilerin yüzde 52’sinin online alışverişlerinin son aşamasında bir ağacı kurtaracaklarını öğrendiklerinde daha yavaş

teslimat seçeneğini kabul ettikleri görüldü. Lojistik devi UPS ise teslimat araçlarının günlük kat ettikleri mesafeyi azaltacak, dolayısıyla maliyet ve zaman tasarrufu yaparken aynı zamanda karbon ayak izini düşürecek bir algoritma üzerinde çalışıyor.

Ruhsuz otomasyonlar müşteri deneyimini baltalıyor Bundan çok da uzak olmayan bir geçmişte, mağazalarda kullanılacak akıllı aynaların ve artırılmış gerçekliğin perakendenin geleceğine damga vuracağı düşünülüyordu. Günümüzde ise müşterilerin büyük bir bölümü yalnızca e-ticaret üzerinden alışveriş yapıyor ve bankalarla fiziksel etkileşimleri yalnızca ATM makineleriyle sınırlı. Her iki örnekte de insan etkileşimi tamamen ortadan kalkmış durumda. Ancak tüketiciler gitgide ruhsuz otomasyon teknolojileri yetersiz ve sığ bulmaya başlıyor. Perakende sektörüyse sıcak ve yerel imajını güçlendirmek için ürün ve hizmetlerini insan etkileşimiyle sunarken, teknolojiyi ise çok daha sağduyulu şekilde bir tamamlayıcı araç olarak kullanıyor. ABD’de bulunan müşterilerin yalnızca yüzde 3’ü tüm deneyimin mümkün olduğunca otomasyona bağlanması taraftarı olduklarını belirtirken, yüzde 82’si ise daha fazla insan etkileşimi tercih ediyor (Folk & Lightspeed, 2020). E-ticaret ve sohbet botları tarafından domine edilen modern perakende sektöründe insan etkileşimi bağımsız işletmeler ile performans takıntılı devler arasında başlıca farkı müşterilere yansıtıyor. KOBİ’ler perakende sektöründe başarılı olmak istiyorlarsa hem görünür insan dokunuşunu hem de tüm süreci birbirine bağlayan sağduyulu teknolojileri bir araya getiren stratejiler geliştirerek, benzersiz mağaza deneyimleri sunmak zorundalar.

Z kuşağı elini cebine atmak istemiyor Tüccarlar mobil ödemelere daha yeni alışırken, parmak izi ya da yüz gibi herhangi bir biyolojik imzayı kullanan biyometrik ödemelerin zamanı yaklaşıyor. Folk ve Lightspeed tarafından bu yılın şubat ayında gerçekleştirilen bir araştırmaya katılan Z kuşağından tüketiciler,

önümüzdeki 5 yıl içerisinde biyometrik ödeme sistemlerinin deneyimlerinin bir parçası olmasını beklediklerini belirtti. Whole Foods süpermarketler zinciri Amazon teknolojileri sayesinde yakında ödeme yapmak isteyen müşterilerinden yalnızca el sallamalarını isteyecek ve 300 milisaniye gibi bir sürede biyometrik parmak izlerini okuyarak ödemeyi tamamlayacak. Bu alanda SnapPay isimli şirketin

geliştirdiği yüz tanıma odaklı ödeme teknolojisinin Kuzey Amerika’da dikkat çekici bir çıkış yaptığını belirtmek gerek. Bu teknoloji, yanında cüzdanı ya da telefonu olmayan müşterilerin yüzlerini okutarak ödeme yapmalarını mümkün kılıyor. Ancak Pew Research Center’ın verileri Amerikalı tüketicilerin yalnızca 3’te 1’inin biyometrik verilerini teknoloji şirketlerine vermeye gönüllü olduklarına işaret ediyor.

FİJİTAL: İKİ DÜNYANIN İDEAL BİRLEŞİMİ

E-ticaretin fiziksel mağaza iş modelini artık geçersiz kılacağına dair genel kanının gerçek olmadığı anlaşıldı. Ancak fiziksel perakendenin kan kaybetmekte olduğu da bir gerçek. Çözüm, ironik şekilde tehdidin ta kendisi: Dijital devrim. Fiziksel ve dijital perakendeyi ideal şekilde bir araya getirmenin en büyük zorluğu müşteri beklentilerini daha iyi anlamak ancak aynı zamanda teknolojik cihazlara olan bağımlılıktan kaçınmak. Bu zorlu denklem hem bir hayli karmaşık hem de acil çözüm arıyor. Bu denkleme fijital deniyor. Bu iki dünyanın buluşması çoklu kanal

stratejilerinin uygulanmasını, dijital kanalların daha insancıl hale getirilirken, fiziksel alanların ise dijitalleştirilmesini gerektiriyor. Tüketiciler artık sürekli çevrimiçi, bilinçli ve dolayısıyla talepkâr. Deneyimlerine katma değer kazandırmak için gerçek inovasyonlara ihtiyaç var.

Sağduyulu teknolojiler Tüketiciler araştırma süreçlerinin sonunda herhangi bir satış kanalından ilerlemek istediğinde, en iyi satıcıyla mümkün olan en verimli görüşmeyi yapmak istiyor. Ipsos tarafından gerçekleştirilen bir araştırma, tüketicilerinin yüzde 74’ünün mağazadaki deneyimleri doğrudan satıcının performansına bağladığını gösteriyor. Çevrimiçi mağazalar en iyi satışçıyı 7/24 nasıl dijitale aktarabilecekleri sorusu üzerine harekete geçerek fijitalleşirken, fiziksel mağazalar ise satış sürecini çağa uyduracak sağduyulu teknolojileri benimsiyor. E-ticaretin perakendeyi fethettiği bir gerçek, ancak yalnızca fiziksel mağazacılık değil, müşteriler de bu dönüşüme direnç gösteriyor. Zira hâlâ fiziksel perakendenin alametifarikaları tam anlamıyla dijital dünyaya taşınabilmiş değil. İnsan etkileşimi, etkili dinleme, uzmanlık, kişiselleştirilmiş öneriler, markanın dünyasında vakit geçirebilme şansı ve tabii ki söz konusu ürüne dokunabilmek ve deneyebilmek, müşteriler tarafından hâlâ kıymetli bulunan özellikler. Bu özelliklerin dijital dünyaya tam olarak aktarılamaması, ROPO (Research Online Purchase Oflline / Çevrimiçi Araştır Çevrimdışı Satın Al) fenomeninin doğmasına sebep oldu. Mappy / BVA Web-to-Store Barometresine göre, Avrupalı her 10 müşteriden 9’u fiziksel mağazalardan alışveriş öncesinde ürünleri internetten araştırıyor. Ancak online alışveriş yapacak kişilerin sadece yüzde 48’i söz konusu ürünü fiziksel mağazalarda inceliyor. Öyle ki, söz konusu tanınmış markalara ait pahalı ürünler olduğunda bu oran yüzde 60’a kadar çıkıyor. COVID-19 salgını perakende sektörünü olağanüstü şekilde sarstı. Perakendeciler, işlerinin çevrimiçi ya da çevrimdışı olmasına, ürünlerinin zaruri ya da ikinci derece olmasına ve büyük ya da küçük markalar yönetmelerine göre salgının şokunu farklı şiddetlerde hissettiler.

KORONA GÜNLERİNDE PERAKENDE

Perakendeciler, işlerinin çevrimiçi ya da çevrimdışı olmasına, ürünlerinin zaruri ya da ikinci derece olmasına ve büyük ya da küçük markalar yönetmelerine göre salgının şokunu farklı şiddetlerde hissettiler.

Başlıca sıkıntı nakit akışı oldu Sektörün en büyük zorluk, nakit akışını sağlayabilmek oldu. Devletin Kısa Çalışma Ödeneği (KÇÖ) gibi destekleyici inisiyatifleri ve bankaların sağladığı kredi kolaylıkları bir nebze de olsa baskıyı azaltmaya yönelik atılmış doğru hamlelerdi. KÇÖ uzatılmış olsa da bankalar için artık kredi dağıtma zamanı bitti. Masanın bir tarafı bu sorunlarla uğraşırken, satışları hiç olmadığı kadar artan zaruri ürün satıcıları, yer yer iş gücü, iş güvenliği ve hijyen konularında eksiklikler yaşıyorlar. Kriz sonrası, perakende sektörünün kabul edilebilir düzeyde rekabetçi kalıp kalamayacağı ise bir muamma. Bu krizi fırsata çeviren basiretli tacirler, hiç şüphesiz, çevrimiçi satış kanallarına yönelen küçük işletmeler oldu. Sektör, birkaç istisna dışında salgından en çok etkilenen iş alanı oldu, çünkü geçtiğimiz aylarda virüsün bulaşma hızını azaltmak için devletler tarafından atılan adımların tümü perakendenin günlük işleyiş, tedarik ve arz süreçlerine doğrudan etki etti. Sektörün aldığı her darbe, doğrudan ülke ekonomilerine sirayet

Nisan ayında Avrupa’da tüketim ürünleri dışındaki tüm pazarlarda satışlar yıldan yıla yüzde 23,8 azaldı; yiyecek, içecek ve tütün ürünlerinin kolektif satışları ise yüzde 1,2 arttı.

ediyor, zira perakende, OECD ülkelerinde gayri safi yurtiçi hasılanın ortalama yüzde 5’ini oluştururken, her 12 çalışandan 1’ine istihdam sağlıyor. Öte yandan doğal kaynakların toprak altından çıkarılması için sektörün sağladığı sürekli nakit akışına ihtiyaç duyuluyor. Perakendenin evlerin tedarikçisi ve salgından ağır şekilde etkilenen turizm gibi sektörlerin de tamamlayıcısı olduğunu unutmamalı. Bunlara ek olarak, perakende emek yoğun bir sektör ve onu etkileyen sorunlar istihdamda dalgalanmalara sebep olabiliyor. Salgına yalnızca ekonomik açıdan bakmak

samimiyetsiz olacaktır. Sektör düşük ücretli, yarı zamanlı, proje bazlı çalışanların büyük bölümünü istihdam ediyor ve bu çalışanlar çoğunlukla sosyal güvenlik sistemleri tarafından tam anlamıyla korunmuyor. Dolayısıyla COVID-19 gibi krizler, sosyal açıdan da problemler doğuruyor.

Salgın perakendede heterojen bir etki yarattı Koronavirüs salgınının perakendedeki etkisi heterojen gerçekleşti ve üç ana karakteristikle şekillendi. Bunlardan ilki sosyal mesafe kuralları oldu ve sattığı mallar zaruri olarak nitelendirilmeyen perakendecileri etkiledi. Zaruri ürünler satmayan iş yerlerinin çoğu kapanırken, açık kalan zaruri ürün satıcıları ise iş süreçlerinde tedarik sorunu, iş gücü eksikliği, hijyen odaklı iş güvenliği ve aşırı talep artışı gibi zorluklarla baş etmek zorunda kaldılar. Amerikan Nüfus İdaresi verilerine göre, moda sektörü Nisan 2020’de satışlarında yıldan yıla yüzde 89,3 düşüş görürken, gıda sektörü ise yüzde 13,2’lik bir artış yaşadı. Eurostat’ın Avrupa Birliği’nden sağladığı veriler ise Amerikan Nüfus İdaresi verilerine Moda sektörü Nisan ayında satışlarında yıldan yıla yüzde 89,3 düşüş görürken, gıda sektörü ise yüzde 13,2’lik bir artış yaşadı.

Nisan 2020’de tüketim ürünleri dışındaki tüm pazarlarda satışların yıldan yıla yüzde 23,8 azaldığına; yiyecek, içecek ve tütün ürünlerinin satışlarının ise kolektif yüzde 1,2 artış gösterdiğine işaret etti. Perakendecilerin kimisinin kepenk indirdiği, kimilerinin ise benzersiz yoğunluk yaşadığı bu dönemde, ABD, Fransa ve Avusturya; işsiz ya da salgın yüzünden işsiz kalmış çalışanların zaruri ürün satan ve iş gücü eksikliği yaşayan perakendecilerle çalışmaya başlamaları için platformlar kurarak, hem yaşanan sağlık krizinin sosyoekonomik etkilerini azalttı hem de arzın sürekliliğini mümkün kıldı. Ancak sektörde salgın esnasındaki etkileri dindirmek kadar, sonrasını da planlamak önem arz ediyor. Bu noktada neler yapılacağını ise hep birlikte göreceğiz ve yaşayacağız.

İş dünyasında kartını oku-geç dönemi

İşe dönüşün hızlanmasıyla iş yerlerinin yemek alanlarında teması azaltan çözümlere ihtiyaç duyuluyor. Sensormatic Passlogic Kantin Entegrasyon çözümü, personelin ödemelerini kendi kartlarıyla temassız yapmasını sağlayan örnekler arasında dikkat çekiyor. Sistem için işletmede personelin harcama yapacağı yeme-içme alanlarına ve kredi yüklemesinin yapılacağı noktalara mobil veya sabit kart okuyucular yerleştiriliyor. Çalışanlar her ayın başında kredi kartları veya nakit olarak hesaplarına bakiye yüklemesi yapıyor. Bu bakiye de çalışanın personel kartına otomatik olarak yükleniyor. Bu noktadan sonra çalışanlar alışverişlerini kredi kartı veya nakit olarak değil personel kartlarına yükledikleri bakiyeden temassız ödemeyle gerçekleştirebiliyor. Kolayca ürün eklenebilen merkezi yazılıma web arayüzü üzerinden her yerden ulaşılabiliyor. Ayrıca iş sağlığı ve güvenliği ile harcama alışkanlıklarının takibi için otomatik olarak günlük, haftalık, aylık raporlar alınabiliyor.

SEKTÖRÜ DEĞİŞTİREN 4 TÜKETİCİ DAVRANIŞI

Google'da içgörü ekibinin EMEA Direktörü Lucy Sinclair ve Google Türkiye Ads Marketing Lead İlayda Tolay, müşteri çözümleri, analitik ve içgörü ekipleriyle birlikte analiz ettikleri salgında tüketici davranışındaki değişiklikleri paylaştı.

Tüketicilerin dijitali benimsemesindeki artış, yeni zorluklarla başa çıkmak için yaratıcı çözümler ortaya çıkardı.

Ekonominin toparlanmasını ve COVID-19'un ötesindeki etkiyi görmeyi beklerken, uzun vadeli davranış trendleri de belirgin hale geldi. Dört temel davranışla karşı karşıyayız.

1. Tüketiciler işletmelere yenilik için baskı yapıyor Sanal alternatifler, uygulamalar ve QR kodları daha fazla aranıyor. Karantina kısıtlamaları ve mağaza kapatma uygulamaları nedeniyle COVID-19 döneminde tüketicilerin dijital süreçleri benimsemesinde yaşanan hızlanma, ortaya çıkan yeni zorluklarla başa çıkmak için yaratıcı çözümlerin üretilmesine neden oldu. Yeni ve acil ihtiyaçlarını karşılamak isteyen tüketiciler özel ilgi alanı kategorisindeki uygulamalara yöneldiği için birçok kategoride uygulama indirmelerinde artış gözlemledik. “Sanal deneme” aramaları da artarken QR kodlar eski popülerliğini kazanarak tekrar yaygınlaştı. Google Trendler, geçtiğimiz altı ay içinde diğer tüm aramalardan daha belirgin bir şekilde Suudi Arabistan’da genel “uygulamalar”, Belçika’da “bisiklet uygulaması” (“fiets app”) ve Güney Afrika’da “online alışveriş uygulaması” (“online

shopping app”) aramalarında ani yükselişler yaşandığını gösteriyor. Hareket olanakları kısıtlandığı için alternatif olarak dijital kanallara yönelen tüketicilerin sayısı da her geçen gün artıyor. Bu durumun Birleşik Krallık’ta “sanal deneme” (virtual try on) ve “sanal pub yarışması” (virtual pub quiz), Almanya’da “QR kod tarama” (qr code scannen) ve İtalya’da “QR kod” (codice qr) için arama ilgisinde artışa yol açtığını görüyoruz.

2. Tüketici beklentileri farklı ürün kategorilerine göre değişkenlik gösteriyor: Özel ilgi ürünü teslim ihtiyaçlarında ve promosyon kodlarında yükseliş Pandemi döneminde dijital süreçlerin benimsenmesindeki hızlanma nedeniyle, tüketicilerin dijital beklentileri de her zamankinden daha yüksek hale geldi. Bu beklentiler farklı ürün kategorilerinde de kendini göstererek, aynı hizmetin, farklı sektörlerdeki beklentiler kapsamına girdiğini ortaya koyuyor. Tüketicilerin “kompost” gibi özel ilgi alanı ürünlerinin kapıya teslim edilmesini beklemesi veya yeni “promosyon kodlarına” talep oluşması da bu kapsamda. Özel ilgi teslimatlarındaki arama ilgisi ise tüketicilerin özellikle aile ve arkadaşlarıyla bağlantıda kalma, kutlamaların benzeri görülmemiş böyle bir dönemde olabildiğince özel olmasını

sağlama veya zamanın çoğunu evde geçirmek zorunda oldukları için dış mekanlarını en iyi şekilde değerlendirme amacıyla bu tür hizmetlere yöneldiğini gösteriyor. Google Trendler, İtalya’da “huzurevine teslimat” (vivaio consegna a domicilio), Birleşik Krallık’ta “kompost teslimatı” (compost delivery), “beş çayı teslimatı” (afternoon tea delivery) ve “balon teslimatı” (balloon delivery), İsrail’de “çiçek teslimatı” ve Fransa’da “çikolata teslimatı” (livraison chocolat) aramalarında zirveye çıkıldığını gösteriyor. Türkiye’de de “promosyon kodu”, “yüzme havuzu” ve “derin dondurucu” öne çıkan aramalar arasında. Online alışveriş bu dönemden itibaren artık daha fazla ürün kategorisini kapsamaya başladı. Tüketicilerin de bu sebeple, hem daha sık hem de yeni kategorilerde promosyon kodu aramasına şaşırmamak gerek. Google Trendler’de açığa çıkan verilere göre, Birleşik Krallık’ta ev ve bahçe kategorisinde “indirim kodu” (discount code), İspanya’da perakende ve gıda teslimatı kategorisinde “indirim kodu” (código descuento) ve Fransa’da giyim ürünlerinde “promosyon kodu” (code promo) için arama ilgisinin arttığı görülüyor. 3. Tüketicilerin beklentileri canlı bilgi ihtiyacını artırdı: “Yakınımdaki” mağazalardan, “yapılması” ve “yapılmaması” gerekenlere kadar her şey Kriz sırasında hakim olan belirsizlik durumu ve yönetmeliklerde aniden yapılan değişikliklerle birlikte tüketicilerin doğru “gerçek zamanlı” bilgiye duyduğu ihtiyacın arttığı görülüyor. Bu durum, çalışma saatleri, açılış tarihleri, alışveriş sırasında yapılması ve kaçınılması gerekenler ve hatta “alışveriş yapmak için en sakin saatler” gibi yerel bilgiler arayan müşteriler nedeniyle özellikle perakende sektöründe geçerli. Yani perakendecilerin tüm dijital platformlarında bu bilgileri sürekli olarak güncel tutması hem geçtiğimiz altı aylık dönemde hem de şu an her zamankinden daha önemli. Tüketiciler ihtiyaçlarını yaşadıkları yerlerden karşılamak ve mağaza ve hizmetlerin ne zaman tekrar faaliyete geçeceğini anlamak istediği için arama ilgisi özellikle “yakınımdaki” aramalarında yükseldi. Konuyla ilgili daha özel aramalara Güney Afrika’da “yakınımdaki mağazalar” (shop near me), Birleşik Arap Emirlikleri’nde “yakınımdaki

kuaför salonları” (salon near me), Türkiye’de “nöbetçi eczane”, İspanya’da “dişçiler açık mı” (abren los dentistas), Birleşik Krallık’ta “geri dönüşüm merkezleri açılış” (recycling centres open), Almanya’da “manikür pedikür salonları açılış” (nagelstudios öffnen) ifadelerini örnek verebiliriz. Yerel etkenlerin yanı sıra, tüketicilerin “birlikte alışverişe gitmenin doğru olup olmadığı” veya açılış saatleri gibi farklı özel bilgiler edinmek istediğini görüyoruz. Google Trendler, Fransa’da “birlikte alışverişe gidilir mi” (peut on faire ses courses a deux), Birleşik Krallık’ta “alışverişe gitmek için en sakin saatler” (quietest time to go shopping), “açılış saatleri” için Polonya’da (otwarcia sklepów), Danimarka’da (åbningstider påske) ve İsveç’te “açılış tarihi” (öppettider påsk) için arama ilgisinin arttığını gösteriyor.

4. Tüketiciler talepte yaşanan büyük değişimlere yön veriyor: Yeni kategori ve ürünlerle ilgili aramalarda artış Uygulanan kısıtlamalar, tüketicileri kişisel ihtiyaçlarını karşılamak için toplu olarak e-ticarete itmekle kalmayıp bazı kategori ve ürün gruplarının dijitale kaymasına yol açtı. Pandemi başlangıcından bu yana ev ve bahçe ile elektronik kategorilerinde yapılan aramalardaki artış, evde daha fazla zaman geçirmeye başlayan tüketicilerin kendileri ve çocuklarına eğlenme olanağı tanıyan ürünler ve yaşam konforlarını artıran ürünlerle daha fazla ilgilendiğini gösteriyor. Yine Google Trendler verilerine baktığımızda, Birleşik Krallık’ta “çocuklar için” (for kids) elektronik ürünler; İspanya’da “köpekler için” (para perros) yatak, oyuncak gibi ürünler; Fransa’da “kızlar için oyunlar” (jeux de fille) ve “ev sineması”

Pandemi başlangıcından bu yana ev ve bahçe ile elektronik kategorilerinde aramalar arttı.

(home cinéma), Almanya’da “yeni başlayanlar için” (für anfänger) yoga, Türk mutfağı ve “4K monitör” (4k monitor), Mısır’da “ekran fiyatları”, İtalya’da “robot elektrikli süpürge” (robot aspirapolvere) ve Türkiye’de “saklama kabı” ve “hd smart led tv” için arama ilgisinde artış yaşandığını gösteriyor.

Teknoser - Followino iş birliği ile sosyal mesafe kontrolü

Sosyal mesafe kontrolündeki yenilikçi çözüm Followino’nun yurtiçi ve KKTC satış ve teknik destek hizmetlerini Teknoser üstlendi. Ard Bilişim ürünü Followino, mağazalar ve marketler gibi kapalı alanlarda kişi sayımını ve mekan-kişi dengesi kurulmasını kolaylaştırarak işletmelerin işini kolaylaştırıyor. Teknoser Genel Müdürü Ozan İnan, iş birliği hakkında “COVID-19’un dünya ekonomisindeki yarattığı etkilere rağmen yatırımlarımıza ve iş birliklerimize devam edeceğiz. Followino şu an içinde bulunduğumuz durum nedeniyle ayrı bir önem taşıyor. İnsanların sağlıklı ve güvende kalmalarına yardımcı olan ve aynı zamanda işletmelerin kritik kararlar vermelerine destek olan çok değerli bir yazılım” dedi. Ard Bilişim Yönetim Kurulu Başkanı Arda Ödemiş ise “Followino’nun sadece Türkiye’de değil tüm dünyada büyük başarılar elde edeceğine inanıyoruz. Teknoser gibi Türkiye’nin her noktasına yayılmış güçlü bir firmanın Followino’un satışını ve desteğini üstlenmesi bunun en büyük göstergesi” dedi. Tüm kapalı alanlarda kullanılabiliyor. Alışveriş merkezleri, mağazalar, marketler, fabrikalar, hastaneler, spor salonları, otogarlar, havalimanları, toplu taşıma araçları gibi tüm kapalı alanlarda giriş ve çıkış noktalarına yerleştirilen çeşitli kameralar ve sensörlerle çalışan Followino, giriş ve çıkışları en hassas bir şekilde takip ediyor ve gerektiğinde uyarı veriyor” şeklinde konuştu.

SALGIN SONRASI PERAKENDE

COVID-19’u atlattıktan sonra, perakende sektöründe genel görünümün ne olacağını kestirmek zor; devletlerin destekleyici çabalarına rağmen, birçok perakendecinin tasfiyesiyle sonuçlanması muhtemel. Krizin etkileri bir hayli dengesiz, mağazaları ve küçük işletmeleri iflasın eşiğine sürüklerken, e-ticaret siteleri ile süpermarketler gibi e-perakendeciler dönemi kârlı geçiriyor ve kriz sonrası hayatta kalmaları kuvvetle muhtemel. Kriz sonrasında, salgın patlak vermeden önce de ölüm kalım mücadelesi veren birçok yerel perakendecinin faaliyetlerini sürdürememesi muhtemelken, sektörde büyük satın almaların da gerçekleşmesi olası. Salgının yarattığı olağanüstü durum, kriz yönetimi kapsamında dev rakiplerin zaruri tüketim mallarının arzı özelinde birlikte çalışmalarının yasal olarak mümkün kılındığı istisnalar

yarattı.

Devletlerin destek olma çalışmaları süreklilik kazanmalı Bu konuda yasal otoritelere salgın sonrasında sektördeki rekabeti sağlıklı seviyeye getirip, KOBİ’ler ve müşterilere olumsuz etkilere yansıtacak bir ortamın oluşmasını engellemek gibi kritik bir görev düşüyor. Salgının kısa vadeli etkileri yüzleşmesi zor cinsten olacak gibi görünse de salgın döneminde

En büyük 8 perakendeci tüm sektör cirosunun yüzde 80’ini elde ediyor.

hayata geçirilen inisiyatiflerin uzun vadede perakende sektörüne dirayet kazandırması muhtemel. Bu konuda akla ilk gelen örnek, fiziksel mağazalar üzerinden perakende satış yapanların çevrimiçi satış kanallarına yönelecek olması. Örneğin Kore’de yerel otoriteler geleneksel küçük işletmelerin çevrimiçi satış platformlarını öğrenmeleri ve işlerini buralara taşımaları için kapsamlı çalışmalar başlattılar. Japonya’da ise satış kanallarını çeşitlendiren ve geliştiren perakendecilere iş sürekliliği teşvikleri sağlanıyor. Devletlerin ve yerel otoritelerin finansal desteklerin yanı sıra düzenleyici kurumlar aracılığıyla geleneksel perakendecilerin çevrimiçi satış kanallarına yönelmesini zorlaştıran etkenleri (izin zorunluluğu, onay süreci, sıkı kurallar vb.) de azaltmaya odaklanmaları, kriz sonrası etkilerini azaltmaya yönelik doğru bir adım olacaktır. COVID-19’un gıda ve tarım sektörlerine getirdiği karmaşık sorun ve zorunlulukların da perakende sektörünü etkilediğini vurgulamakta fayda var. Sektör, gelecekte yaşanması olası krizlerde aynı zor duruma düşmemek için tedarik zincirini de gözden geçirmeli. Bu önlemler arasında tedarikçileri çeşitlendirmek, envanter yönetimini iyileştirmek ve veri analizleriyle satış ile tedarik gerekliliklerini önceden kestirebilmek sayılabilir. Son olarak, çağımızın en büyük küresel krizlerinden COVID-19 salgını, e-ticaretin perakende için ilave bir kanaldan, hayatta kalmak için bir zorunluluğa dönüştüğünü kanıtladı.

This article is from: