VAHĐYDEN KÜLTÜRE Celaleddin Vatandaş Tasavvuf Büyüklerinin Küfür Akideleri
TASAVVUF BÜYÜKLERİNİN KENDİ ESERLERİNDEN KÜFÜR AKİDELERİ
Yunus Emre ve Mevlana Celaleddin şeriati aşağılama tavırları (S.71-72) Şeriat alimleri (fakihleri)eskiler olarak niteleyip, eskinin modasının geçtiğini ve rağbet’in yeniye (kendilerine) olduğunu söyleyen Celâleddin Rûmî şeriatı ve onun yanı sıra tek hakikat kabul ettiği bâtını ifade eden sözleriyle konuyu ortaya koyar: Şeriat muma benzer, yol gösterir. Fakat mumu ele almakla yol aşılmış olmaz. Yola düzeldin mi o gidişin tarikattır, maksadına ulaştın mı o da hakikat. Bunun için “Hakikatlar meydana çıksaydı şeriatlar, yollar bâtıl olurdu” denmiştir. Nitekim bakır, altın olur, yahut da aslında altındır; artık onun için kimya bilgisine ne hacet var, kendisini kimyaya sürüştürmeye ne ihtiyaç var? Kimya bilgisi şeriattır, kimyaya sürtünmek de tarikat. Nitekim “Ulaşılacak şeye ulaştıktan sonra delil aramak da kötüdür, ulaşma-
dan delil bırakmak da kötü” demişlerdir. Hasılı şeriat hocadan yahut kitaptan kimya bilgisini öğrenmeye benzer. Tarikat, kimya eczasını kullanmak, bakırı kimyaya sürtmek, onunla karmaktır. Hakikatsa bakırın altın olmasıdır. Kimya bilenler, biz bu bilgiye sahibiz diye sevinirler. Hakikati bulanlar biz altın olduk, bilgiden de kurtulduk, işlemeden de, biz Tanrı hürleriyiz diye sevinirler.”(Mesnevi, 5/1) Yunus Emre ise yazmış olduğu bir çok güzel şiirlerinin yanı sıra, sayıları az da olsa şeriatı aşağılayan bir tavır ve düşünceyle de bazı şiirler yazmış (Mutasavvıflar, 312-313) batınî yönünü bu şiirlerinde açığa vurmuştur. Örneğin: Hakiykat bir denizdir, şeriattır gemisi Çoklar gemiden çıkıp denize dalmadılar. Aşk imandır bize, gönül cemaat Kıblemiz dost yüzü, daimdir salât Dost
yüzün göricek şirk yağmalandı Anınçin kapı kaldı Şeriat.(Yunus Emre, 222, 224) Celaleddin Rumî ve Yunus Emre gibi Bâtın Ehli kişilerde açığa çıkan Şeriata karşı menfî olan tavrın, şeriatın mensuplarına karşı da olmasını beklemek normal olacaktır. Bunlar Yunus Emre’nin yukarıdaki şiirinde de olduğu gibi Đslâm’ın kavramlarının muhtevalarını değiştirip değişik bir inanç sergilemişlerdir. Ayrıntılarını Tasavvuf bölümüne bıraktığımız bu konuya, ismi geçen sûfîlerin şeriat temsilcilerini aşağılayan sözleriyle devam edecek olursak: Aşk ile gelen erenler içer ağuyu nûş ider Topuğa çıkmayan sular, deniz ile savaş eder.(Yunus Emre, 376 ) Şiiriyle ve benzeriyle, fakihleri topuğa çıkmayan sulara kendilerini de denizlere benzetip konuyu kendi bakış açısıyla değerlendiren Yunus Emre’nin bu düşüncelerini daha değişik biçimlerde Celaleddin
Rumî’de de bulabilmekteyiz. Fakihlere karşı tavır onda hakaret niteliği kazanır: Eblehan ta’zim-i mescid mîkünend Der cefâ-i ehl-i dil cidd mikunend An mecazest, in hakikat, ey haran! Niş mescid cüz derjun-i serverân. (Camiye hürmet eden aptallar, durmadan gönül ehlini incitiyorlar! Ey Eşekler, o mecaz, bu hakikattir! Büyüklerin ve gönül ehlinin derunundan başka mescid mi var?) Mâ zi Kur’an bergüzidem magzrâ Post ra piş-i seghan endahtim (Biz Kur’an’ın özünü, ruhunu, içini ve cevherini aldık. Postunu köpeklerin önüne 141, 204) attık.)(Uludağ, Vahiyden Kültüre – Celaleddin Vatandaş, Pınar yayınları, Đst-1991 – Yunus Emre ve Celaleddin şeriati aşağılama tavırları (S.71-72) Hallacı Mansur’un küfür ve şirk sözleri (S.160-161)
“Senin ruhum benim ruhuma şarabın saf su ile katışması gibi karışmıştır. Sana herhangi birşey dokunduğunda bana da dokunur, Ey Allah’ım, her durumda sen, benimsin. Ben sevdiğim O’yum ve sevdiğim O benim, Biz bir vücudda sakin iki ruhuz Eğer sen beni görürsen O’nu görmüş olursun,, Ve eğer sen O’nu görürsen ikimizi birliktegörmüş olursun. O yücelikte “Ben, “Biz”, veya “Sen” yoktur, ” Ben”, “Biz”, “Sen” ve “O” hep biziz. ” Vahiyden Kültüre – Celaleddin Vatandaş, Pınar yayınları, Đst-1991 – Hallacı Mansur’un küfür ve şirk sözleri (S.160-161) Muhyiddin Arabi’nin küfür ve şirk sözleri (S.181-183)
“Varlıkta ancak Allah vardır“, veya “Varlıkta ancak bir vardır: Suyun rengi kabının rengidir.“diyen Đbn Arabî, bu sözleriyle inancını ifade ederken Kur’an ayetlerini de hiç bir kural tanımaz tavırla yorumlamaktan çekinmez. O, Alî Đmran suresinin 191. ayeti olan “Rabbimiz sen bunu boşuna yaratmadın, sen münezzehsin” gibi bir ayeti bile şöyle yorumlar: “Kendisinden başka birşey yaratmamıştır, eğer Hakkın gayrı birşey yaratmışsa o bâtıldır. Belki onları senin isimlerin ve sıfatların ile ortaya koymuştur. Senden gayrı olanları tenzih ederiz.’ Đbn Arabî Vahdet-i Vücud inancını ma’nzum ve nesir türü yazılarında ayrıntılı bir şekilde anlatıp, bu inancı sistemli bir inanç haline getirmeye çalışır. Konuya örnek olması açısından bir şiirinde şöyle der: Ey varlığı yaratan nefsinde!
Sen bütün yaratıklarını cemediyorsun, Yaratıyorsun, oluşu sona erenleri sende Dar da sensin, geniş de. Đbn Arabi’nin öğretisinin ikinci özelliği dinlerin birliği inancı ile ilgilidir. Ona göre farklı dinlerin oluşu sadece isimlerin ve şekillerin farklılığındandır. Bundan, bütün dinlerin temelinin vahiy olduğu ancak sonradan ayrılıp değiştikleri gibi islâm’ın bir esası anlaşılmamılıdır. Çünkü O’nun dinlerin birliği ile kasdettiği Vahdet-i Vücud inancı ile ilgilidir: O’na göre Tanrı ve Kainat bir olduğuna göre(!) Firavun bile Allah’a ibadet etmiştir. Bu nedenle de o bile kamil bir mü’mindir. Zira taptığı şey de varlığın bir parçası (Bir’in bir unsuru) değil midir?! Bu nedenle puta tapan bir kişi bile aslında (haşa)Allah’a ibadet etmektedir. Zira o putta Bir’in bir parçası-
dır.O bu düşüncelerini manzum ifadelerle de dile getirir: Her biçimi kuşatır kalbim: Ceylanlar için otlak ve Hıristiyan rahipler için bir manastırdır o, Ve, putlara tapınak, hacıların kâbesi, Tevrat’ın levhaları ve Kur’an’ın sayfalarıdır aynı zamanda, Ben aşk dinine uyarım hangi yolu tutarsa Aşk’ın develeri, işte budur benim dinim ve inancım . Vahiyden Kültüre – Celaleddin Vatandaş, Pınar yayınları, Đst-1991 – Muhyiddin Arabi’nin küfür ve şirk sözleri (S.181-183) Yunus Emre ve Şebusteri’nin küfür ve şirk sözleri (S.188-189) Bir örnek olarak Yunus Emre’nin şiirini hatırlayabiliriz: Cümle yaradılmışa bir gözle bakmayan Şer’in evliyasıysa, hakikatta asidir
O bu ve benzeri şiirleriyle inanç ayrımının, Đman-küfür ayrımının anlamsızlığını ilan eder. Şebûsterî ise, aynı inanç ve düşünceyi daha açık ifadelerle değişik bir şekilde dile getirir: Ey akıllı kişi! iyi düşün… Put, varlık bakımından bâtıl değildir ki, Bil ki putu yaratan da Ulu Tanrı… Đyinin yaptığı her şey iyidir. Vahiyden Kültüre – Celaleddin Vatandaş, Pınar yayınları, Đst-1991 – Yunus Emre ve Şebusteri’nin küfür ve şirk sözleri (S.188-189) Mevlana’nın ve diğer mutasavvıfların küfür ve şirk sözleri (S.192-198) Kendi kitabını vahiy ürünü gibi olduğu iddiasıyla Kur’an’la özdeştirip, Kur’an’ın özellik ve sıfatlarını kitabı içinde kullanan Celâleddin Rûmîşunları yazar: “Bu kitap, Mesnevi kitabıdır. Mesnevi, hakikata ulaşma ve yakîn sırlarını açma hususunda din asıllarının asıllarının asıllarıdır. Tanrı’nın en büyük
fıkhı, Tanrı’nın en aydın yolu, Tanrı’nın en açık burhanıdır. Mesnevi, içinde kandil bulunan kandilliğe benzer, sabahlardan daha aydın bir surette parlar… Kalblere cennettir; pınarları var. dalları var, budakları var. O pınarlardan bir tanesine bu yol oğulları Selsebil derler. Makam ve keramet sahiplerince en hayırlı duraktır, en güzel dinlenme yeridir. Hayırlı ve iyi kişiler orada yerler, içerler… Hür kişiler ferahlanır, çalıp çağırırlar. Mesnevi Mısır’daki Nil’e benzer; Sabırlılara içilecek sudur, Firavun’un soyuna sopuna ve kafirlere hasret. Nitekim Tanrı ‘da “Hak onunla çoğunun yolunu azıtır, çoğunun da yolunu doğrultur” demiştir. Şüphe yok ki, Mesnevi gönüllere şifadır, hüzünleri giderir, Kur’an’ı apaçık bir hale koyar, rızıkların bolluğuna sebep olur, huyları güzelleştirir. Şanları yüce, özleri hayırlı katiplerin elleriyle yazılmıştır, temiz kişiden
başkasının dokunmasına müsade etmezler. Mesnevi Alemlerin Rabb’inden inmedir; Bâtıl ne önünden gelebilir, ne ardından. Tanrı onu korur gözetir; Tanrı en iyi koruyandır, merhametlilerin en merhametlisidir. Mesnevî’nin bunlardan başka lakabları da var, o lâkablan verende Tanrı’dır. Celâleddin Rûmî‘den konuyla ilgili şu örnekleri verebiliriz: Biz cenge dönmüşüz mızrabı vuran sensin; inleyiş bizden değil; Sen inliyorsun, Biz ney gibiyiz, bizdeki ses sendendir; biz dağ gibiyiz, bizdeki ses sendendir’. Bir başka şiirinde ise daha açık ve net olarak düşüncesini dile getirir: Varlık yokluk hep O’dur. Sevinç ve kederi hasıl eden hep O’dur. Alemde ne varsa O’nun dışında de-
ğildir. Altı cihette de, altı cihetin dışında da tapılacak olan hep O’dur Vahiyden Kültüre – Celaleddin Vatandaş, Pınar yayınları, Đst-1991 – Mevlana’nın ve diğer mutasavvıfların küfür ve şirk sözleri (S.192-198) Sultan Veled, Mevlana, Şems ve Kimya Hatun şirki (S.56-57) Yine Sultan Veled’den nakledilmiş tir ki: Bir gün ileri gelen sofiler babam Hudavendigâr’dan: “Abu Yezid (Tanrı rahmet etsin), Ben Tanrı’mı daha sakalı bitmemiş bir genç şeklinde gördüm, buyuruyor. Bu nasıl olur?” diye sordular. Babam: “Bunda iki hüküm vardır: ya Bayezit Tanrı’yı sakalı bitmemiş genç şeklinde görmüş, yahut Bayezid’in meylinden ötürü Tanrı onun gözüne bir genç çocuk suretinde gözükmüştür “dedi.
Yine buyurdular ki: Mevlânâ Şems-i Tebrizî‘nin Kimya adında bir karısı vardı. Bir gün Şems hazretlerine kızıp Meram bağları tarafına gitti. Mevlânâ hazretleri medresenin kadınlarına işaretle: “Haydi gidin Kimya Hatuna buraya getirin; Mevlana, Şemseddin’in gönlü ona çok bağlıdır” buyurdu. Bunun üzerine kadınlardan bir grup onu aramaya hazırlandıkları sırada Mevlânâ, Şems’in yanına girdi. Şems, şahane bir çadırda oturmuş, Kimya Hatunla konuşup oynaşıyor ve Kimya Hatun da giydiği elbiselerle orada oturuyordu. Mevlânâ bunu görünce hayrette kaldı. Onu aramağa hazırlanan dostların karılan da henüz gitmemişlerdi. Mevlânâ dışarı çıktı. Bu karı kocanın oynaşmalarına mâni olmamak için medresede aşağı yukarı dolaştı. Sonra Şems “içeri gel” diye bağırdı. Mevlânâ içeri girdiği vakit, Şems’ten başkasını görmedi. Bunun sırrını sordu ve: “Kimya nereye gitti” dedi Mevlânâ.
Şems: “Yüce Tanrı beni o kadar sever ki istediğim şekilde yanıma gelir. Şu anda da Kimya şeklinde geldi” buyurdu, işte Bayezid’in hali de böyle idi. Tanrı ona daha sakalı bitmemiş bir genç şeklinde göründü.