“Aynen Çağlayan Dağları Gibi” Gary Snyder’ın Dünyaya Açılan Penceresi1 John Felstiner çeviri: İnan Mayıs Aru “On bir on iki yaşlarındayken Seattle sanat müzesinin Çin salonuna girip de Çin manzara resimlerini gördüğümde aklım başımdan uçmuştu. Aşinalıktan ileri gelen gayet yalın bir hayret: ‘Aynen Çağlayan Dağları2 gibi!’ Şelaleler, çamlar, sis ve bulutlar Birleşik Devletler'in kuzeybatısına çok benziyordu. Çinlilerin dünyaya baktığı pencere benim gördüğüm hakikatle birdi.” Doğa ve şiirle örülü patikaları nereye uzanırsa uzansın Washington’ın Kuzey Çağlayan dağları Gary Snyder’ın (1930) gözünün önünden asla silinmedi: bir denizci olarak çalışmaya gittiği Güney Amerika ve Basra Körfezi'nde, San Fransisko’da Beat Hareketi içerisinde, kuzeybatıda orman işçileriyle tomruk çekerken, yol açarken, yangın gözcülüğü yaparken, Zen çalışmak ve dağlara tırmanmak için gittiği Japonya’da, Kızılderili Antropolojisi ve Doğu Asya Dilleri çalıştığı Reed College ve Berkeley’de ve 1970’lerden beri hayatını sürdürdüğü Kaliforniya’nın Sierra Nevada dağlarında. “Ekşihamur Dağı Gözlemevinde Ağustos Ortası”, şairin “gördüğü hakikatin” özlü bir ifadesi olarak, ilk kitabı Riprap’in açılış şiiridir: Vadiden aşağı bir duman sis Üç gün sıcak, beş gün yağmurun üstüne Köknar kozalarında parlıyor karasakız Kayalar ve çayırlar boyu Yeni sinek oğulları Aklıma gelmiyor bir vakit okuduklarım Birkaç ahbap, hepsi şehirlerde. Soğuk kar suyu içiyorum maşrapadan Millerce aşağıyı izliyorum Duru yüksek bir iklimde. Mevcut olandan başka bir şeye işaret etmeyen bu (Oppen’in dizeleriyle) “imanla Uluyan/küçük isimler” önlerine gereksiz sıfatlar almamış ve tek bir fiil yakın plandan, muazzam bir manzaraya ışık tutuyor: “parlıyor karasakız”. “Vadiden aşağı” ifadesi ve karasakızın parıltısı bir gözlemciye imada bulunsa da buraya dek “Ben” yok - benlik olmaksızın manzara kâfi.
1
Bu makalenin ilk hali 2007’de Jacket Magazine’de basılmış. Bu çeviri için ise makalenin 2009'da Yale University tarafından “Can Poetry Save The Earth” kitabında epeyce bir değişiklikle basılmış hali esas alındı. 2 [Ç.N.]: Snyder’ın şiirlerinde ve düzyazılarında geçen coğrafi isimleri, okuyucuya hiçbir şey ifade etmeyecek soyut birer yer adı olarak bırakmaktansa, şairin toprağı şiirine dâhil edişinin bir parçası olarak gördüğüm için mümkün olduğu yerlerde Türkçeleştirdim. Meraklısı için metnin sonundaki notta bu coğrafi isimlerin İngilizceleri de bulunmakta.
İkinci bir okuma akla başka şeyler getiriyor. Herşey dingin görünüyor ama şair tetikte, yüksek basınçlı bir yaz gününde yangın gözcülüğü yapıyor. Şiir dumanla başlıyor, belki yıldırım çarpmış ölü bir ağacın gövdesi tütüyor. Haber verdiği böyle bir yangını söndürmek için yangın ekiplerinin gelmesi on sekiz saat sürmüş. Karasakız parladığına göre, aşağısı sisli olsa da, görüş açık olmalı. Sonra bizzat şairin sesini duyuyoruz, “Aklıma gelmiyor...”. Münzevi Zen izdeşi “içiyor... izliyor”ken usulca gözden kayboluyor ve süregiden fiiller, alabildiğine yalın uyaklarla imlenen son derece canlı bir manzarayı veznediyor. Bu şiirin rehberi tutumluluk. “Tıpkı sırt çantası hazırlamak gibi. Gereksiz hiçbir şeye yer yok.” Çantasında battaniyesi ve peynir ekmeğiyle Yosemite’de dolanıp duran John Muir’i düşünün. Snyder, “şehirlerde”n sonra nokta koymadan da devam edebilirmiş şiirine ama soğuk kar suyu içen şehirlerdeki arkadaşları değil ne de olsa. Şiir, San Fransisko’nun çok uzağında, sükût ve berraklıkla sona eriyor ya da daha doğrusu duru yüksek bir iklimden millerce aşağıyı süzerken sona falan ermiyor. Bu “yalın şiirler,” der Snyder, “görünmezlik tehlikesini göze alır.” Bu şiirler “dünyayı dil prizması olmaksızın görme ve sonra o gördüğünü dile getirme işi”ni üstlenir. Sözcüklerle dünya arasındaki bağ, gerili bir yay gibidir. Yukarının duru göğünde her şey mutlu mesut bir kayıtsızlıktan ibaret değil elbette. 1952 yazında, Snyder 2500 metre yükseklikteki Krater Dağı Gözlemevi’nde tuttuğu günlükte şöyle diyor: “Üç gündür hava cidden berbat - rüzgâr, dolu, sulusepken ve kar... kafamı lambaya çarptım, kepenkler yere düştü, telsiz çalışmıyor... Dışarıda rüzgâr esiyor, görüş sıfır.” Bir hafta sonra hava açar ve bir milyon hektar orman arazisi gözler önüne serilir. 28 Temmuz’da “en acil ihtiyaç, algı mekanizmasının içini açıp gerekli ayarlamaları yapmak”tır. Aynı gün şair, “rüzgârın savurup gözlemevine çarptığı ölü atmaca”yı görür. İnsanoğlunun dünyayı gözlemekle yetinmesi bile zarar verici olabiliyor demek ki. “Doğa şiiri yazmak” der daha sonra Snyder, yani “gördüğünü telaffuz etmek”, iki şey arasında yaşanan bir çatışma demektir: (insanı yok sayabilirsin; peki ya insansız bir zemine karşı insani olguların zalimane ve trajik gerilimini? Jeffers’a ne demeli?) Krater gözlemevindeki atmaca ve kayalar şairin aklına “bir atmacaya kıymaktansa, cezası şöyle dursun, bir insan öldürürüm daha iyi” diyen Robinson Jeffers’ı getirir. Lise yıllarından beri Kaliforniyalı şairin hayranı olan Snyder “doğaya dair Jeffers kadar sağlam bir duruşa sahip olabilmek için insanlardan bunca yabancılaşmış olmak şart mı” diye düşünmeye koyulur. 28 Temmuz tarihinde günlüğe düşülen son not: “Şeytan Deresi kanyonu üzerinde bir çift kartal süzülüyor.” Rahvançalım Şelaleleri'nde Milton’ın Aden’ini düşünen Keats gibi Snyder da sırtında bir şair bohçasıyla dolaşır. Gözlemevine bir çuval esmer pirinç, bir galon soya sosu, Japon yeşil çayı ve Çin hüsnühat fırçalarıyla beraber Zen Budizm notlarını da taşıyarak saçları ağarmış yangın gözcülerinin eğlencesi olur. Skagit Nehri üstündeki Ekşihamur Dağı gözlemevinde tuttuğu günlük eski bir Çin parşömen resmi havasındadır: “tepeyi aşırtarak yahut da karlık alanların üstüne üstüne sisler üfüren rüzgâr... grinin gitgide koyulaşan tonlarında ağaç kümeleri.” Sobasında “çıralı, eğri büğrü, Alp köknarı dalları” yakarken Ağustos ortasında Wiliam Blake’in bir sözü düşer aklına: “Algının kapıları arıtılsaydı her şey insana olduğu gibi görünürdü; sınırsızca.”
Çağlayan Dağları gözlemevinin manzarasını fazlasıyla andıran, 18. yüzyıldan kalma bir Çin parşömeni şairin çocukluğundan beri Seattle Asya Sanat Müzesi’nde sergilenmektedir. Snyder’ın Mountains and Rivers Without End kitabındaki yatay manzaranın aksine bu düşey düzlemli manzara dağların, çamların ve şelalelerin arasından yukarıya, bulutların ve sisin içine doğru uzanır. Snyder, ilkgençliğinde aşinalıktan ileri gelen hayretine pekâlâ bu manzaranın neden olmuş olabileceğini düşünür ve “yer yüzeyini su, bulut, kaya ve bitki gelişimlerinin birbiri içerisinde bir seyelan halinde ilerlediği canlı bir organizma olarak tahayyül ettikleri” için Çinli manzara ressamlarına teşekkür eder. Bu bir metre uzunluğundaki parşömenin alt kısmına doğru büyükçe bir otağın önünde oturmuş güç bela seçilen iki figür tıpkı Yeats’in “Lapis Lazuli”sindeki gibi hiç şüphesiz çay içip felsefe konuşmaktadır. Çıplak gözle güç bela görülen bu iki figür, insanın vahşi doğa içerisindeki yeri sorunun ispatı gibidir. Buradayız tamam, her ne kadar romantiklerin birinci tekil şahsından bambaşka bir biçimde olsa da — “Bir bulut gibi dolandım bir başıma.” (Pilates 20, 21) Snyder’ın algısını açan şey kayıtsızlık değil tetikte, dikkatli, karmaşadan ve kaygıdan azade bir Zen boşluğudur: parlayan köknar kozaları, yeni sinek oğulları, maşrapada soğuk su. Buna farkındalık da diyebilirsiniz; etrafımızdaki yaban bizim içimizde, kendi yaban zihnimizin kadehinde soydaş bir ekosistem bulana dek onun içine batmak. “Dünyayla beraber idrak edemeyecek miyim?” diyor Thoreau, Snyder’ın 1953’te başucu kitaplarından biri olan Walden’da. Aldo Leopold’un 1949 tarihli toprak etiği A Sand County Almanac’ında yer alan “Dağ Gibi Düşünmek”ini henüz okumamış olsa da Snyder 14 Ağustos tarihli günlüğüne şöyle not düşer: “Dağcı değil dağ ol.” O sonbahar Snyder kendisinden bir kuşak önce doğmuş ve klasik Çin ve Japon şairleri ve Kaliforniya'nın dağ eteklerine hazırlığını çoktan yapmış olan Kenneth Rexroth’la tanışır. Evinde düzenli olarak toplantılar düzenleyen Rexroth gelecek vaat eden şairi hemen fark etmiştir. Bir gelenek içerisinde kendi yolunu izleyen Snyder, Berkeley’de Doğu Asya Dilleri çalışmaya başlar ve kendisinin Çinli “alter ego”su sayılabilecek, yedinci yüzyıl T’ang Hanedanlığı döneminde yaşamış bir münzevi olan ve bambu dallarına, ağaçlara, taşlara, sarp kayalıklara, evlerin duvarlarına yazdığı şiirlerle Kızılderililerin efsanevi madrabazı Koyote’yi andıran Han Shan’ın Soğuk Dağ şiirlerini çevirir. Soğuk Dağ’ın sırlı mucizesi pek çok Korku dolar çıkanların yüreği Ay parladı mı arı duru ışıldar su Rüzgâr esti mi hışırdar otlar Kar çiçekleri kuru erik dalında Pustan yapraklar ölü kütükte Diriliverir hepsi yağmur değince Derenin sığını geçemezsin yanlış mevsimde. Başta iğneleyici bir gözdağı ve ardından canlı ve dolambaçsız bir zaman-mekân algısı 20. yüzyıl Amerikan şiirine olup biteni bu şekilde görüp dile getirme fikrini kazandırır. Çok geçmeden anlaşılır: Snyder Zen Budizm yolunu izlemek için Japonya’ya gitmelidir. 1956 ve 1968 yılları arasında öyle de yapar. Riprap'te yer alan “Kyoto: Mart,”ın tınısı “serin ve yeğin”dir: Birkaç yumuşak kar tanesi Düşer solgun güneş altında;
Kuşlar soğukta şakır, Duvarın dibinde bir çalıbülbülü. Serin ve Yeğin erik sürgünleri çiçek açar yakında. Ay giriyor ilk Dördüne, solgun bir dilim batıda Akşamüzeri. Jüpiter yolu yarılamış Gecenin sonunda Meditasyon. Güvercinin avazı Yay gibi tınlar. Gün ağarırken toz beyaz Hiei Dağı’nın Zirvesi; açık havada Şehri çevreleyen, derelerle yarılmış tüm Yeşil tepelerin katmanları belirgin, Sızlar nefesin. Yumuşak kar taneleri, solgun güneş, erik sürgünleri — Ne olmuş yani? Tüm bunların ne anlamı var? — yeni ay, güvercin avazı, gündoğumunda tepeleri kaplayan kar, derelerle yarılmış yeşillikleri belirgin kılan açık hava. Belki de anlam bunların ta kendisi: Nefes ve meditasyonla imlenmiş saf isimler, diri fiiller, başlangıçlar. Pek çok şey — Snyder üniversitedeyken Williams’ın okumalarını dinlemiştir — görüp söylemeye dayanır. Düşünceler sadece olup biten şeyler dâhilindedir. Riprap Kyoto’da basılmıştı; Japon tarzı katlanıp dikilmiş kaliteli kâğıda basılı 500 nüsha. Snyder kitaba adını veren şiirin başlığı hakkında şu açıklamayı yapar: “dağlarda atların yürüyebileceği yollar yapmak üzere sarp ve kaygan zeminlerin üzerine yapılan taş döşeme”3. Şiir şöyle başlar: Döşeyiver şu sözcükleri Taşlar gibi zihnine. sıkıca yerleştirilmiş, el ile Yoklayıp bularak yerini, oturtulmuş Zihnin gövdesine uzay ve zaman içre: Ağaç kabuğu, yaprak ya da duvarın berkliği kayrağı her bir şeyin... Frost bir balta sapının “damarlı yapısına özgü” hatlarında duyumun sesini hisseder, Bishop bir tabloda “mini mini inekler, /her biri bir fırça darbesi” seçer, Celan “itiraz edilemez tanığını” bulur “Derininde /zaman-çatlağının /bal peteği buzda açılan”, Hughes şiirin sonuna dek “kara kar” boyunca bir tilkinin izini sürer. Riprap’te de “her sözcük bir kaya / derede yıkanmış bir taş” olarak dağ yollarını döşer. Snyder’ın ekonomisinde ve ekolojisinde şiir sarp arazide yerel malzemeleri, uygun sözcükleri kullanarak ilerler. “Döşeyiver şu sözcükleri taşlar gibi,” der ya aslında onu bunu demeye iten şey benzerlikten öte bir şeydir. Hepimiz gibi bedenen doğanın bir parçası olan Snyder, şiirlerinde de o şiirlerin telaffuz ettiği dünyada gördüğü enerji kaynağı ve tasarımın aynını görmek ister. 3
[ Ç.N.]: Atlı ulaşımın artık neredeyse köylerde bile geçerliliğini yitirdiği bugünün Türkçesinde bu terimi tam olarak ifade eden bir kelime bulmak haliyle güç. Ancak bizim bugün dış cephe malzemesi ya da peyzaj öğesi olarak kullandığımız kayrak taşını, doğal olarak bolca bulunduğu Muğla çevresindeki Yörükler eskiden aynı amaçla, atların ayaklarının kaymasını önlemek için, dağ yollarında da kullanırmış. Kayrak, ses yapısı ve fonetik çağrışımıyla da şiirin ses örgüsüne ve anlam bütününe uygun gibi...
Snyder 1967 yılında, yeni ayda, bir Japon adasındaki bir volkanın yanıbaşında “fıkır fıkır küçük bir gölcükteki eriyik kızıl lavları” seyrederken Masa Uehara’yla evlendi ve oğulları dünyaya geldiğinde Birleşik Devletler’e yerleştiler. Orada hayatının ve eserlerinin tüm parçaları bir bütün oluşturuyordu: taşra delikanlısı, cevval yürüyüşçü-dağcı, redneck (kendi ifadesi) tomrukçu, denizci, yangın gözcüsü, Kızılderili antropologu, Zen ustası, erotik şarkı sözü yazarı, öğretmen, gezgin, çevirmen, Jack Kerouac’ın Zen Kaçıkları’ndaki Beatster, toplumsal muhalif, çevre gurusu ve aktivisti, deneme yazarı, konuşmacı, röportajlar veren biri, Hopkins’in, Whitman’ın, Thoreau’nun, Yeats’in, Eliot’un, Pound’un, Williams’un, Lawrence’ın Kuşlar, Hayvanlar ve Çiçekler’inin varisi, Jeffers ve Rexroth’tan sonra Batı Amerika’nın önde gelen 20. yüzyıl şairi. Ne var ki Gary Snyder anayurdunu “Amerika” ve bizim yapma “Birleşik Devletler”imizle özdeşleştirmez. Onun anayurduyla özdeşleşen isim “Kaplumbağa Adası — bu topraklarda binlerce yıldır yaşayan halkların pek çok yaradılış efsanesine göre bu kıtanın eski/yeni adı”dır; bu efsaneler dev bir kaplumbağanın sırtında taşıdığı bir yeryüzünden bahseder. 1974 tarihli Turtle Island kitabı “Manzanita,” adında bir bölümle başlar; kızıl-kahve, eğri büğrü, parlak, kabukları dökülen dallarıyla, yeşil yapraklarıyla, erken açan pembemsi-beyaz çiçekleriyle sinekkuşlarının gözdesi olan ve “minik-elma” meyveleri ayılar, koyoteler ve geyikler tarafından afiyetle yenen Pasifik sahillerinin sert fundalığının adı. Altmışların yerleşkesi Bolinas, Kaliforniya’da daha önce bir broşür formatında yayınlanmış olan bu bölümün açılış şiiri “Anasazi”dir — Hopilerin ataları olan, geride devasa çöl yerleşimleri ve aralarında Snyder'ın da çok sevdiği flüt çalan, kambur, bereket figürü Kokopelli ya da Kokopilau'nun da olduğu petroglifler bırakarak tarihe karışan geç Paleolitik Güneybatı Pueblo halkı: Anasazi, Anasazi, tıkılmış sarp kayalarda yarıklara mısırla fasulye yetiştirip sık tarlalarda battıkça batıyorsunuz toprağa kalçalarınıza dek Tanrıların arasına başınız silme kartal tüyü ve dizlerle dirsekler yıldırım olmuş gözünüzü bürümüş çiçek tozu yarasaların kokusu. kumtaşı tadı gıcır gıcır dilinizde. kadınlar doğuruyor karanlıkta merdiven diplerinde gizli kanyonlarda damlayan dereler inişli çıkışlı soğuk çöller altında mısır-sepeti faltaşı gözleri kızılderili bebesi kaya dudağı ev, Anasazi Sözcüklerin biçimi Anasazi yerleşimlerini, mısır tarlalarını, dinini, hayvanlarını, analarını, çocuklarını, iki nehrin havzasında kalan çöl yurtlarını süre giden bir bütün kılar. Bu arada
“yetişmek... batmak... doğurmak... damlamak” fiilleri Anasazi halkını kendi şimdilerinde tutar ya da belki de o ana hapseder - bu da bize bir meydan okumadır; onların yollarının şimdi bize de açık olmasını istiyor muyuz cidden. Bugün onlarla hiç alâkası olmayan bir halk görürüz, her biri kendi “hayat kaynağı saydığı enerji-çığırları” içinde. “Bu köklere yeniden kulak vermeli; bu kadim dayanışmamızı anlamaya ve sonra Kaplumbağa Adasında bir arada olma uğraşına.” Bir arada olmak. Snyder, Williams’ın 1950 yılındaki Reed College ziyaretinden tek bir cümle anımsıyor: “Sanat şenlikli bir şeydir.” — “Bu aklıma takıldı kaldı!” Bir arada neşe içinde yaşamak. Snyder şiirlerini okurken, derin bir sesten tenora geçtiğinde, çoklukla komik bir omuz silkme, değişik mimikler, salınımlar ve bakışların eşlik ettiği ani ifadelerle, el hareketleri ve parmak uzatmalarla okuma hızını, sesinin yüksekliğini, tonunu, şiddetini, vurgusunu değiştirdiğinde, işittiğimiz kadar görüyoruzdur da. Şiirin bizi kendi türümüzden ve başka türden halklarla bir araya iteklemesi gerekir. Altmışlarda, Rachel Carson’un uyanış çağrısı The Silent Spring yayınlanmadan kısa bir süre önce, şairin gündeminde yeni bir aciliyet söz konusuydu: “Bir şair olarak yeryüzündeki en arkaik değerlere sahibim. Bu değerler ta üst Paleolitik dönemine dek uzanıyor: toprağın bereketi, hayvanların sihri... kabilenin müşterek çalışması. Hem tarihi hem de yaban hayatı hiç aklımdan çıkarmıyorum ki şiirlerim şeylerin gerçek veznini yakalayabilsin ve çağımızın dengesizliğiyle cehaletine karşı koyabilsin.” 1970 yılında ailesiyle Sierra Nevada eteklerindeki dört yüz dönümlük bir araziye yerleşen Snyder orada hayatını bu değerlere göre şekillendirmeye başladı — Alaska’daki John Haines gibi yiyeceğini çıkarmak için tuzak kurmadan ya da avlanmadan, hemfikir komşular arasında bir ev inşa edip, kaynaklarını tüketmeyecek biçimde ormandan faydalanarak ve iyi bir yerel yönetim hizmeti lehine çalışarak. Aynı yıl açıkça şöyle diyordu: “Seçim bölgem olan yaban hayatın sözcülüğünü yapmaya niyetliyim. Ne entelektüel çevrelerde ne de hükümet çevrelerinde pek de temsil edilmeyen bir memleketin temsilcisi olmak istiyorum.” Snyder “ekolojik bir vicdan” olma niyetindedir. Derin ekolojiyi düşündüğümüzde “Yaban yaşamdan söz etmek demek bütünlükten söz etmek demektir,” Snyder için. “İnsanlar da o bütünden gelmişlerdir.” Kendileri için bunun ziyadesiyle doğru sayılabileceği kıtanın ilk halkları, o ruh hali içerisinde yaşıyordu. Snyder aynı zamanda bir şeylere adanmış mekânlar, kutsal sayılan korular ve sular adına da söz alır. Bu yerler başlangıçta “ideal yaşam alanları” olagelmiştir öyle ki pervasızca sürdürülen madencilik, hafriyat, sondaj, tomrukçuluk, baraj yapımı, drenaj ve meracılık faaliyetleri bizim “kaynak” adını verdiğimiz yaban toprakları tehlikeye atmaktadır. O giderek büyüyen tehlikenin içerisinde kendi yaşam alanlarımıza dair bir tehdit de çarpar gözümüze — ekoloji sözcüğü Eski Yunanca’daki oikos yani “ev” sözcüğünden gelir. Turtle Island’ın içinde şairin yeni evi civarlarından bir şiir de yer alır. “Frazier Deresi Çavlanlarında” şiiri, Çin parşömenlerindeki gibi giderek soluklaşan manzaraya olduğu kadar hışırtılı ayrıntılara ve artık, Ekşihamur gözlemevinden bir nesil sonra, insanın yüreklendirici varlığına da yer açar: Dikilmişim kat kat yüksek kayanın üstünde Aşağılara bakınıyorum— Dere dökülüyor uzak bir vadiye. ardında tepeler
karşı karşıya, yarı-ormanlık, kurak — berrak gök sert bir rüzgâr esiyor direngen ışıl ışıl çam iğnesi salkımları içinde — kahverengi yuvarlak ağaç bedenleri kımıltısız, dimdik; hışırdayıp titreyen dallarla sürgünler dinliyor. Bu canlı akıcı toprak Olup olacağı bu, sonsuza dek Biziz o İçimizde şarkı söylüyor — ... O nefes kesici anda “dallarla sürgünler/dinliyor”dur rüzgârı ki bu aradaki es, bize de dinlememizi söyler aynı zamanda. Biz toprağın ta kendisiyizdir ve toprak şarkısını bizim aracılığımızla söyler. Gary Snyder tüm yaşamı boyunca yaban hayatı da tarihi de aklından çıkarmayacağına kendi kendine söz vermişti. 2004 tarihli Danger on Peaks, Güney Washington’daki Aziz Helen Dağı’na tırmandığı 1945 Ağustos’una döner. Ertesi gün Hiroşima’ya atılan atom bombasının haberiyle beraber bir bilim adamının “orada artık yetmiş yıl hiçbir şey yetişmez” sözleri gelir. “O gün kendi kendime yemin ettim, şöyle bir şeylerdi: ‘Aziz Helen Dağı’nın saflığı, güzelliği ve daimiliği adına, bu zalim ve yıkıcı güçle ve onu kullanmaya kalkan kişilerle ömrüm boyunca savaşacağım.” Ruh Gölü’nün sakin bir aynaya benzeyen yüzeyi ardından, ileride atom bombasından 500 kat daha büyük bir güçle patlayacak bir dağa bakan 15 yaşındaki Snyder o gün dağın bir fotoğrafını çeker. Not: Makalede Geçen Coğrafi İsimler: Çağlayan Dağları -- Cascades Ekşihamur Dağı -- Sourdough Mountain Krater Dağı -- Mt. Crater Şeytan Deresi -- Devil’s Creek Rahvançalım Şelaleleri -- Ambleside Falls Aziz Helen Dağı -- St. Helen Mountain Ruh Gölü -- Spirit Lake