Ahlat gazetesi 154

Page 1

YIL : 20 SAYI : 154 EYLÜL : 2013 AYLIK GAZETE

ISSN 1306-4908

AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI YAYIN ORGANIDIR

YAYIN NO. 4201

BÜYÜK ZAFER KUTLANIRKEN AHLAT ADI GÜNDEMDE YOKTU

KARARGAH AHLAT’TI AMA KUTLAMALARDA ADI ANILMADI…

B

ir zafer düşünün, dünyanın dengesini

değiştiriyor. Bir çağı kapatıyor, yeni bir çağı başlatıyor. Bu büyük zafer’in Komutanı Alparslan, savaş planlarını ve stratejisini Ahlat’ta belirliyor, bir Cuma günü buradan yola çıkıyor, yolda Cuma namazını kılıyor, atının kuyruğunu bağlıyor, etkileyici konuşmasını yapıp “Ya Allah” diyerek tarihin seyrini değiştirme mücadelesine girişiyor. Devletimiz her yıl bu büyük zaferi şanına uygun bir biçimde kutluyor. Minnettarız. Ancak, bu kutlamalarda zaferin karargahı olan Ahlat, gündemdeki yerini bir türlü alamıyor? 1990 yılında Vakfımız tarafından başlatılan Ahlat Kültür Haftası’nı bilinçli olarak 25 Ağustos tarihinde başlattık ki bu handikap böylelikle aşılabilsin diye düşündük. Ancak son yıllarda bu organizasyonun düzenleyicileri böyle bir kaygıyı dikkate almadıklarından olsa gerek, amaca ulaşmak mümkün olmadı.

DURUM Değerli Okuyucularımız, Ahlat, Selçuklu rönesansı ile kültür ve sanatta doruklara çıkmış ve bunun en güzel örneklerini biz ve bizden sonraki kuşaklara bırakmıştır. Sanatın, estetik ve güzelliğin üstün nitelikli örneklerini özümsememiz ve atacağımız her adımda bu güzelliklerin değerine saygılı davranmamız gerekmektedir. Bu tarihi hazinelerin benzerlerini yapmaya kalkıştığımızda ortaya koyduğumuz ucubelerle bunlara ne kadar zarar verdiğimizi göz ardı edemeyiz. Sanat, bir üst kimlik ürünüdür, Ahlat’ın kültür hazinelerini taklit edeceğiz diye ortaya konulan ürünleri sanat eseri olarak göremez ve gösteremeyiz. Bir kitap bile olsa, atalarımızın yaptıkları yanında çok sakil, estetikten yoksun, acemi çırakların ellerinden çıkmış imajı vermemeye özen göstermeliyiz. Yoksa o ustaların ruhlarını incitiriz. Saygılarımızla…

Son dönemlerde Hükümetlerin bu büyük Zaferle ilgili hassasiyetlerine karşın Ahlat’ın bu pastadan payına düşeni almaktan yoksun kalmasına üzülerek tanık oluyoruz. Biz, Ahlat Kültür Haftası’nı başlatan ve başarılı bir biçimde yıllarca gerçekleştiren bir kadro ve ekip olarak bu kültürel aktivitenin konseptini ve adını değiştirme gereksinimi duyan iradenin bu zaferin ilke ve felsefesini yeteri gibi değerlendiremediği görülmektedir. Ahlat bu zaferin kazanılmasında üstlenmiş olduğu görevle hak ettiği yeri alacaktır. Aksi olursa tarih bunu affetmeyecek, bu uğurda sarfedilen emeklerin heba edilmesine duyarsız kalmayacaktır. EVLĠYALAR DĠYARI BĠTLĠS Sehrap SOYSAL 2 KADIN MUHTARLAR’IN VAN’DA BULUġTU 2 ÜNĠVERSĠTEMĠZDEN HABERLER 3 ENVER PAġA’NIN ATI Hüseyin MÜMTAZ 4 BAZEN AġK GĠDER… Cezmi ERSÖZ 5 MEZAR TAġI SÖZLERĠ Nazan SEZGĠN 6 MEġHURDUR ASLINDA KAPIÖNÜ Seyyide Fatime Sevinç El TOĞMANĠ 7 GÖKTÜRK ÇAĞINA YOLCULUK IĢık KANSU 8 50’SĠNDEN SONRA 9 SAYIN MUZAFFER SAYIN 10 OTLU PEYNĠR Erol DAĞLI 12 BAYRAMLAR Mısra Selin MORGÜL 13 RABITA’TÜL ADEVĠYYE Selahattin ÖZKAN 14 ON YIL ÖNCE AHLAT GAZETESĠ AHLAT KÜLTÜR HAFTASI 15 TRAFĠKTE ġĠDDET Prof.Dr. Ġbrahim BALCIOĞLU 19


AHLAT GAZETESĠ

2

KÜLTÜR

EVLĠYALAR DĠYARI BĠTLĠS Sehrap SOYSAL

V

Bir Ģey istediğinizde “BaĢım gözüm üstüne” deyip koĢturan güler yüzlü, misafirperver insanları, Ahlat taĢıyla yapılmıĢ muhteĢem evleri, boz renkli kalesi, camileri, külliye ve imarethaneleriyle öne çıkan Bitlis’e yaptığım ziyaret, tadı damağımda kalan bir seyahat oldu.

an ve Bitlis valiliklerinin ortaklaşa

organize ettiği su sporları şenliğine davet edildiğimde aklım fikrim büryan yemekteydi. Ama bir de meşhur Muş ve Bitlis ballarının tadına bakacaktım. Kanal D için yaptığımız ramazan programlarının çekimleri nedeniyle ancak 1,5 gün kalabildiğim Bitlis’te adet olduğu üzere sabah erkenden kahvaltı yapmadan büryancı Muhittin Usta’ya gittik. Etler tandırdan çıkarılıp servis yapılmak üzere çengelleriyle askıya sıralanıyordu. Güler yüzlü, işini tutkuyla yapan Vahit Bey gece 02.00’de dükkana gelip tekeleri (oğlakları) yıkadıktan sonra tuzlamış ve tandırdaki köz ateşin üzerine asarak pişirmeye bırakmış. Bu arada şunu da belirtmek lazım; biz gittiğimizde saat sabahın 09.00’uydu ve masalar dolup dolup boşalıyordu. AFġOR ÇORBASI’NIN LEZZETĠ

Etsiz gün geçimeyen, hatta “Et yemezsek hasta oluruz.” Diyen Bitlisli Vahit Bey, dükkanını kasım ayında kapatıyor, çünkü tuzla özel olarak beslenen tekelerin eti kışın sertleştiği için büryan yapılamıyor. Vahit Bey bana önce meşhur afşor çorbasından ikram etti. Tandırdaki et saatlerce süren pişme işlemi sırasında suyunu tandırın dibine yerleştirilen bakır kazanlara bırakıyor. İşte bu suyla yapılan afşor çorbası, hafif sebzeli sosuyla lezzeti tarif edilemez bir hal alıyor. Katıldığımız organizasyonun programı o kadar yoğundu ki Vali Muavini Adanalı Alperen Bey’le Tatvan’a vardiğimizda Van Gölü’ndeki tekne gezisi bitmişti. Neyse ki önceki yıllarda Van’a gittiğimde ada turu yapar gibi, uzun bir tekne turu yapmış ve Ahtamar Adası’na gitmiştim de aklım tekne turunda kalmadı. Geleceğe umutla, heyecanla bakan Bitlisliler, memleketlerinin doğal güzelliklerini, muhteşem tarihini,, barış kokan havasını herkesle

paylaşmak için çok hevesliler. “Hep Batı’ya gitmeyin, biraz da Doğu’ya gelip bizleri tanıyın, evlerimize konuk olun.” diyorlar. Ve ekliyorlar: “Hem coğrafi, hem ekonomik engeller nedeniyle biz gelemiyoruz ama fırsat bulursanız sizi mutlaka bekliyoruz.”

KADIN MUHTARLAR VAN’DA BULUġTU Türkiye’nin çeşitli illerinde görev yapan 50 kadın muhtar, Van Belediyesi’nin davetlisi olarak geçtiğimiz günlerde Van’da bir araya geldi. Van Belediyesi Başkan Vekili Sayın AyĢan Harmancı, başlatılan barış süreci çerçevesinde Doğu ve Batı arasındaki önyargıyı yok etmek amacıyla yerelde görev yapan kadınların barışa olan desteklerini bir kez daha kamuoyunun dikkatine sunmak amacıyla böyle bir buluşmayı gerçekleştirdiklerini söyledi. Değişik illerden gelen kadın muhtarların, Van’ın ünlü kahvaltı mekanlarından birinde onurlarına verilen kahvaltıda bir konuşma yapan Türkiye Kadın Muhtarlar Derneği BaĢkanı Sayın Serpil Erenoğlu, Batı ile Doğu arasında herhangi bir ayrımcılığın söz konusu olmadığını ve gönüllerin bir olduğunu belirterek şunları söyledi: “YaĢam Ģekillerimiz ve bakıĢ açılarımız farklı olabilir ama tek vücut gibiyiz. Bu vatanı düĢman iĢgalinden kurtarırken nasıl bir tablo ile dünya kamuoyunun önüne çıkmıĢsak bugün de aynı tabloyu sergilemekteyiz. Buraya sevgiyi paylaĢmak üzere geldik. Biz kadın muhtarlar olarak yaĢanan acılı süreçten kaynaklı Van’a hiç gelmemiĢtik. Hepimiz aynı yüreği taĢıyan insanlar olarak barıĢı destekliyoruz. Hem Van depreminin acısını paylaĢmak hem de Doğu insanı ile buluĢmak üzere buraya gelmiĢ bulunmaktayız. Biz buraya insanlarımızın yüreğine dokunmaya, dertlerimizi, sıkıntılarımızı paylaĢmak üzere geldik. Burada gördüğümüz sıcak ilgi bizi oldukça mutlandırdı. Gördüğümüz bu yakın ve sıcak ilgiden dolayı bu organizasyonu gerçekleĢtiren ilgilileri yürekten kutluyoruz.” Biz de bu uğurda emek sarfeden herkesi yürekten kutluyoruz…

2


BĠLĠM DÜNYASI

AHLAT GAZETESĠ

3

ÜNĠVERSĠTEMĠZDEN HABERLER BĠTLĠS EREN ÜNĠVERSĠTESĠ 2013-2014 EĞĠTĠM ÖĞRETĠM YILI AKADEMĠK TAKVĠMĠ Tek Ders Sınavı 29.01.2014 29.01.201 GÜZ YARIYILI 4 AKADEMĠK BAġLAM BĠTĠġ Tek Ders Sınavı Not FAALĠYET A TARĠHĠ TARĠHĠ 30.01.2014 Girişi İçin Son Gün Yeni Öğrenci Katkı 24.08.2013 06.09.201 Payı/Öğrenim Ücreti BAHAR YARIYILI 3 Ödeme AKADEMĠK BAġLAM BĠTĠġ Yeni Öğrenci Kayıtları FAALĠYET A TARĠHĠ TARĠHĠ 02.09.2013 06.09.201 Katkı Payı/Öğrenim 17.02.2014 26.02.201 3 Ücreti Ödeme (Bütün 4 Baraj Sınavı / Genel 09.09.2013 10.09.201 Öğrenciler) Not Ortalaması 3 Kayıt Yenileme ve Ders 17.02.2014 26.02.201 Yükseltme Sınavı Kayıtları (Öğrenciler) 4 Katkı Payı/Öğrenim 11.09.2013 15.09.201 Ücreti Ödeme (Kayıtlı Kayıt Yenileme ve Ders 10.02.2014 28.02.201 3 Öğrenciler) Kayıtları (Danışman 4 Onayı) Kayıt Yenileme ve Ders 11.09.2013 15.09.201 Kayıtları (Bütün Genel Not Ortalaması 17.02.2014 18.02.201 3 Öğrenciler) Yükseltme Sınavı 4 Kayıt Yenileme ve Ders 11.09.2013 17.09.201 Ders Ekle/Sil 24.02.2014 28.02.201 Kayıtları (Danışman 3 (Danışman Onayı İle) 4 Onayı) Bahar Yarıyılı 24.02.2014 06.06.201 Ders Ekle/Sil 17.09.2013 19.09.201 4 (Danışman Onayı İle 3 Mazeretli 03.03.2014 07.03.201 Birlikte) Öğrenciler(Katkı 4 Güz Yarıyılı 16.09.2013 31.12.201 Payı/Öğrenim Ücreti 3 Ödeme) Mazeretli Öğrenciler 30.09.2013 04.10.201 Mazeretli Öğrenciler 03.03.2014 09.03.201 (Katkı Payı/Öğrenim 3 (Kayıt yenileme ve Ders 4 Ücreti Ödeme) Kayıtları) Mazeretli Öğrenciler 30.09.2013 06.10.201 Ara Sınavlar 14.04.2014 20.04.201 (Kayıt yenileme ve Ders 3 4 Kayıtları) Ara Sınav Not Girişi 27.04.2014 Ara Sınavlar 11.11.2013 17.11.201 İçin Son Gün 3 Mazeret Sınavı (Ara 12.05.2014 14.05.201 Ara Sınav Not Girişi 24.11.2013 Sınav Mazereti) 4 İçin Son Gün Mazeret Sınavı Not 16.05.2014 Mazeret Sınavı (Ara 09.12.2013 11.12.201 Girişi İçin Son Gün Sınav Mazereti) 3 Final Sınavı 09.06.2014 18.06.201 Mazeret Sınavı Not 13.12.2013 4 Girişi İçin Son Gün Final Not Girişi İçin 21.06.2014 Final Sınavı 02.01.2014 12.01.201 Son Gün 4 Bütünleme Sınavı 23.06.2014 27.06.201 Final Not Girişi İçin 17.01.2014 4 Son Gün Bütünleme Not Girişi 28.06.2014 Bütünleme Sınavı 20.01.2014 24.01.201 İçin Son Gün 4 Tek Ders Sınavı 30.06.2014 30.06.201 Bütünleme Not Girişi 26.01.2014 4 İçin Son Gün

3


4

AHLAT GAZETESĠ

TARĠH

ENVER PAġA’NIN ATI Hüseyin MÜMTAZ 4 Temmuz 2012 günü bu köşede, sahibinin ġimdi bütün yollar kapalıdır ve 1908’de cenazesinin yanından yemeden içmeden iki gün Makedonya dağlarında baĢlayan serüven artık ayrılmayarak onun başında ölen “MİRALAY Himalaya dağlarının kuzey silsilelerini teĢkil eden REŞAT BEY’İN ATI”nı anlatan bir yazı yazmıştık.. Pamir eteklerinde, yiğitçe sona erecektir. Olay olmuştu.. Öyle de olur. Çegan tepesinde ve Kulikov AT; haysiyetli, duygusal, kadirbilir ve vefalı (Melkumov da olabilir tartıĢmalı) kumandasında bir hayvandır. ateĢ saçan mitralyözlerin üzerine, yalın kılıçlarla Asil hayvandır. hücum eden bu 25 kadar süvarinin akıl almaz Bu sefer bir başka attan, Enver Paşa’nın saldırısı, karĢı tarafta, hatta ĢaĢkınlık da yaratır. atından bahsedeceğiz. Bu kılıçların altında yaralananlar, teslim olanlar Enver Paşa yakın Türk tarihinin bile olur. Öndeki mitralyöz susturulmuĢtur bile, masal/destan kahramanlarından birisidir. ama ateĢ kesilmez ki. Daha arkadaki ikinci Gene bir Ağustos ayıdır, gene bir bayram mitralyöz, ateĢini, huzmesini, en önde sabahıdır. ilerleyenlerin üzerinde yoğunlaĢtırır. Bunların en Acı bir bayram sabahıdır. önünde de, Enver PaĢa vardır. Böylece, çağdaĢ Tam 91 yıl önce, 4 Ağustos 1922 günü mitralyöz, ortaçağın ünlü silahı olan kılıcı yener. Kurban Bayramı’nın ilk günüdür... Enver PaĢa vurulur. Atından düĢer. Onunla sahneyi gözler önünde canlandırabilmek gerekir. beraber diğerleri de yerlere serilirler”. Ve perde inerken, son perdenin son “Enver PaĢa, maiyetinde kalanların evin sahnesinde sahneye Enver Paşa’nın atı Derviş çıkar, önünde toplanmasını ve onların bayramını sahne artık Derviş’indir. kutlayacağını söyler. …. “PaĢa’nın kır atı DerviĢ, bütün bu tür Hülasa herkes bu hüzünlü kurban sahnelerde olduğu gibi, efendisinin baĢucundadır. bayramının havası içindedir. Çünkü bilinir ki bu Ama mitralyözün Ģeritleri ateĢlerini kusmaya günler, artık son beraberlik günleridir. Arkadan devam ederler. DerviĢ de önce ön iki ayağı ve çevreden ise düĢman ilerler. Doğudaki üzerine çöker. Sonra yana devrilir. O da son nefesini vermiĢtir”.(“ENVER PAŞA”. Şevket Pamirler yol vermez karlı dağlardır. Kesilen Süreyya Aydemir. Cilt 3.Sayfa 685) kurbanların toprağa akan kanları, hala tazedir. At haysiyetli, duygusal, kadirbilir ve vefalı ĠĢte tam bu tören sırasındadır ki doğuda, bir hayvandır. vadinin Dere-i Hakiyan kısmı ile Çegan tepesi At asil hayvandır. Sahibini bırakıp kaçmaz.. istikametinden silah sesleri gelir. Bu bir Başında durur.. baskındır ve tören yerindeki kalabalık, O da ölür.. 6 Ağustos 2013 baskıncıların makineli tüfek ateĢleri altında eriyebilir. ĠĢte o anda Enver PaĢa, hemen atına atlar. Dört beĢi Osmanlı Türklerinden olmak üzere 25 kadar atlı, hemen onu takip ederler. Bitlis Belediye Başkanlığı’nın öncülüğünde, Doğru Çegan Tepesi’ne yönelinir. Çegan, Abı Bitlis Katı Atık Bertaraf Tesisleri Yapma ve İşletme derya suyunun kuzey sırtlarına düĢer. Altta, Birliği (Bİ-KA) tarafından Bitlis deresinde başlatılan Dere-i Hakiyan vadisi uzanır. Belcivan’a (yahut temizlik çalışması devam ediyor. Belh-i Cevan) 15 kilometre kadar doğudadır. Yaklaşık olarak bir buçuk aydan bu yana Tepede mevzilenmiĢ ve makineli tüfekleri Bitlis kent merkezinde bulunan dere içerisi 30 bulunan bir düĢman müfrezesine karĢı aĢağıdan, personel ve iş makinelerinin desteği ile temizleniyor. vadiden ve ancak atlar üstünde çekilmiĢ Dere sonrası sahil temizliği yapan ekipler sahilleri kılıçlarla, azlık bir nevi fedai süvari grubunun temizledikten sonra yeniden Bitlis deresinde saldırıya geçiĢinin sonu bellidir. Ama Enver PaĢa çalışmaya başladı. Temizlik ekibi, çalışmalarını en öndedir. Atını yıldırım gibi sürer. Kılıcıyla sabah saatlerinde çarşı merkezinde sürdürürken daha havayı yararak koĢar. Yanındakiler de ondan sonra Yükseliş Mahallesi Mermutlu Sokakta geri kalmazlar... geçtiğimiz günlerde açılışı yapılan Mevlüt Demiröz Bir kumandanın, bir baĢkumandanın, bir parkı civarında temizlik çalışması yaptı. baskın müfrezesine karĢı en önde ve atla, kılıçla Bitlis Deresi, yılların ihmaliyle büyük bir karĢı çıkıĢı, askeri savaĢ usullerine sığmaz. Ama sorun haline gelmişken Belediye’nin konuya el burada artık askerlik değil, yolun sonu, son atması sonucu, kısa sürede Bitlis halkını mutlu hamle ve beklenen sonu arayıĢ konuĢacaktır. Bu edecek bir duruma ulaşmasını diliyoruz. son ise, ölüm ve Ģahadettir...

BĠTLĠS DERESĠ TEMĠZLENĠYOR…

4


GÜNCEL

AHLAT GAZETESĠ

5

BAZEN AġK GĠDER… Cezmi ERSÖZ Bazen aşk gider… Günler geçer ardından ve bir başka sevda oturuyordur. Yıllardır evinde aylar. Bazen de yıllar… Bebekler büyür, insanlar ağırladığın masalarına konuk olduğun, hayatını yaşlanır, insanlar ölür, eşyalar eskir, evler yıkılır, paylaştığın dostlarının kahkahaları arasında bir kurur ağaçlar. Sokakların adı değişir, acılar belleğin başka ses karışıyordur artık. Senin gölgene alışkın acımasızlığına teslim olur. Sevilen unutur, seven duvarlar bile çoktan kabullenmiştir yokluğunu. Her yanar… gece uyuduğun yastığa bir başka sevda bırakıyordur Bazen aşk gider… Ve hayat’ta gider onun kokusunu. O öpmeye kıyamadığın dudaklarda bir peşinden. Terk edildiğin yerde öylece kala kalırsın. başka sevdanın adı. Aşkının o tek cennet bildiğin Bir sabah uyanırsın ki, gözünü açtığın ömür senin uykularında bir başka sevdanın rüyaları… ömrün değildir. Aynada tek parça görünen bedenin, Bazen aşk gider ve anılar da gider peşinden. aslında lime limedir. Nefes diye içine çektiğin, Siz, hiç o yüreğinize sığdıramadığınız aşkınızı bir ciğerlerinde parçalanmış aşkının cam kırıklarıdır. başka sevda için ağlarken gördünüz mü? Ben Her sabah ölmeyip, neden uyandığına lanet edersin. gördüm! Kör oldu gözlerim onunla sevdasına Bazen aşk gider. Önünde bir kadeh rakı, küllükte bir ağlamaktan. Bir alev topu gibi onun için çığlık çığlık ölüm dolusu izmarit öylece bakakalırsın arkasından. yanarken, siz hiç aşkınızın önünde diz çöküp “bu Kulağın hiç çalmayacak olan telefondadır. Zaman kadar çok seviyorsan bırakma onu, sana dursun, saatler hiç geçmesin istersin… “Tanrım ne kıyamam ne olur git” diye yalvardığınız mı? Onu olur gerçek olmasın, ne olur güneş doğmadan geri bir başkasının kollarında düşünürken, siz geceler dönsün, teninde bir başka tenin kokusunu getirse bile boyu aklınızı kaçırmamak için kendi kendinize dönsün yeter ki, hiçbir şey sormam ona, bu geceyi bağırdınız mı; “unut onu, unut onu, unut onu ya yaşanmamış sayarım, unuturum yeter ki aşık da ÖL!...” olmasın…” İçimde durmaksızın çığlık atar dualar. İçinizdeki o durmak bilmeyen yangının Ama bazen aşk gider ve çaresizce yalvardığın Tanrı acısını dindirsin diye kanatıncaya kadar bileklerinizi bile gider peşinden. Sonra sabah olur, güneş doğar. ısırdınız mı? Göz yaşları içinde yastığınıza gömülüp, Aşkın gelmez bir türlü. Bir gecede değişir ömrün. O, her sabah Tanrıya sığınmak istediğinizde, artık bir türlü inanmak istemediğin kader, seninle alay başka bir yüreğe sevdalı olan aşkınızı ondan geri eder gibidir. Ömrünü adadığın, yıllarını önüne istemekten utanıp, dua etmekten vazgeçtiğiniz oldu serdiğin aşkın bir gecede başka bir hayata karışmıştır mu hiç? Siz hiç yana yana sevdiğiniz bir sevgilinin işte… Bir gecede bir başkasının aşkı olmuştur. yoluna gençliğinizi serip güle güle başka bir aşka İnanamazsın… uğurladınız mı? Bazen aşk gider. Ve sen yıllardın içinde Bazen aşk gider… Ama ölüm gelmez bir yaşadığın yürekten valizler dolusu anılarla kendi türlü, Ne yapsanız öfke duyamazsınız, giderken bir yalnızlığına taşınırsın. Eyin varmaya varmaya kibrit aleviyle ateşe verdiği ömrünün alevleri içinde boşaltirsin dolapları. eriyip giden yüzünüze, silinip giden kokunuza, kül Çekmeceden çıkan her giysi parçası onunla olan yüreğinize dönüp bir kez bil bakmayan o geçirdiğin anıların tarihiyle ağırlaştıkça ağırlaşır. sevdanıza… Anlarsınız aşktır bu, öfkeyi bir türlü Onun kollarında geceler boyu cennet uykularına yurduna kabul etmeyen…. Vefasız bir unutuşa karıştığın yatak sen giderken utancından bakmaz kurban olsa da solup yitmeyen… Hayattan soğutup yüzüne. Doğmamış bebeğin yerine koyup size ölümü özleten… Ölü bir bedende canlı büyüttüğün cam önündeki o küçük mor menekşe, kalmakta direnen… yapraklarına kondurduğun veda öpücüğüyle büker Anlarsınız aştır bu… boynunu. Ama bazen aşk gider… Aslında bilirsiniz Valizlerini kapının önüne yığıp, yüzün nereye gittiğini, Onu çağıran, o eski yaralı ve hep sırılsıklam, son bir sigara için yığılsın koltuğa. kanayan çocukluğudur. Onu çağıran, hani o Gidiyorsundur işte. Aşkını kendi ellerinle bir başka gözlerinde görüp de en çok bu yüzden vurulduğunuz aşka teslim edip… Ömrünü onun ömrüne, ertelenmiş çocukluğunun o mavi bahçesidir. Dönüp hayallerini onun hayallerine, sevdanı onun sevdasına dönüp yeniden baktığı o gizemli bahçede onu eksik ekleyip… severek yaralamış annesinin sesini duyar gibi Bazen aşk gider… Ve adresi değişir evinin. olmuştur belki de… Yanıldığını anladığında da Sesinin tonu değişir, yüzünün rengi… Yastığının ürkekçe o bahçenin köşesine sığınıp, gözyaşlarına sıcaklığı, yediğin yemeğin tadı, uykuların değişir. boğulmuştur. Belki onu bu yüzden affedersiniz. Ve rüyaların her akşam açıp girdiğin kapıdan başka Belki de başka bir sevda için karşınızda gözyaşlarına bir sevda giriyordur artık Her gün oturduğun boğulduğunda onunla beraber ağlayıp, “git ve koltukta o bakmaya doyamadığın gözlerin ışığında aramaya devam et, unut beni” dersiniz. devamı 12’de

5


AHLAT GAZETESĠ

6

TARĠH

MEZAR TAġI SÖZLERĠ Nazan SEZGĠN öğrenmiştim. Meraklılarına bu kitabı okumalarını tavsiye ederim. Aslında İslamiyet ölüye eziyet ilimizde ev bark sahibi olmak gibi bir anlamında bu geleneği reddeder. Gelelim mezar taşlarındaki söze. Mezar ifade olduğu herkesçe malum; evin ne olduğu bilinir taşlarında yazı İslamiyetle birlikte görülmeye de, .arkın ne demeye geldiği biraz belirsizdir. başlamış. Selçuklular deyince yazılar daha çok İslam öncesi tarihimizde bark, mezar üzeri Arapça ve Farsça, yazı da Küfi ağırlıklıdır. Beylikler yapıları tarif etmek için kullanılmıştı. Balbal da ölü dönemiyle birlikte Türkça daha ağırlık kazanmış ve adına dikilen insan şekilli heykeldi. İslamiyete Osmanlı mezar taşlarında adeta bir ölüm edebiyatı geçtikten sonra ne bark ne de balbal geleneği aslında doğmuştur. Kimi tarihçilerimiz bu edebiyatı kaybolmuştur. Balbalların Orta Asya’dan başka eski basılmamış bir divan olarak nitelemektedir. Mezar adı DeĢti Kıpçak olan Ukrayna ve Güney taşları yalnızca Türk yazı ve soyut heykel sanatının Rusya’daki bozkırlarda halen mevcut olduğunu, şahaserleri ve ölüm edebiyatı olmakla kalmayıp Rusların onlara TaĢbaĢlar ve TaĢnineler dediklerini muhteşem bir arşiv de teşkil etmektedir. Ve arşiv biliyoruz. Türkmenistanda adları “yadigerlik” imiş. değerinin anlaşılacağı günü sabırla beklemektedir. İslami dönemde Osmanlı şahideleri bunların estetik Aceleye ne lüzum, kürekleri aheste çekelim. bakımdan zirveleridir. Anadolu’da bazı Alevi Mezar taşlarındaki arşivin ilk farkına varan, Köylerinde rastlanan yazısız veya Latin harfleriyle son dönem Osmanlı bürokratlarından Mehmed yazılmış insan yüzlü mezar taşları, halk bilimci ve Süreyya Bey’dir. Bu zatın geceleri fenerle mezar sanat tarihçilerinin da artık dikkatini çekmektedir. taşlarını okuduğu söylenir. Notlarını Sicill-i Osmani Bunlara Anadolu balbalları denebilir. Barkların ise adlı kitaba dökmüştür. Kitap son yıllarda Toplumsal İslamiyetle türbeye döndüğü söylenir. Türkolog Tarih Vakfı tarafından basılmıştır. M.Süreyya Bey, dostumuz Jan Pol Ru, İslam’ın ölüleri vakit mezarlıklarımızı acımasızca yok edeceğimizi geçirmeden, çölde bir taş altına gömülmesini herhalde tahmin etmiş olmalı ki hazinenin bir emrettiğini,Türklerinse buna aldırış etmeyip kısmını hiç değilse bu şekilde kurtarmayı düşünmüş gösterişli cenaze törenleri düzenlediklerini, bu olsa gerek. Onu ölümünden sonra mezarlıktaki yüzden cenaze ve gömüt sanatının en güzel arşive Arif hikmet Koyunoğlu ve İ.Hakkı örneklerinin Türk hakimiyetindeki topraklarda Baltacıoğlu gibi sanatkar ve aydın insanlar da görüldüğünü yazmıştır. dikkati çekmiş, daha sonra Cumhuriyet döneminde 1922 yazında Ankara’ya gelen Sovyet Halk Everinin mahalli folklor araştırmalarında taşlar ressamı Yevgeni Lansere, Trabzon mezarlıklarının incelenmiş ve Halkevi dergilerinde yayınlanmış. Trabzon’un en heyecan verici yeri olduğunu yazmış Bunları halkbilimci Dr.Şeref Boyraz’ın Mezar taşı ama Boztepe dağının eteğindeki Rum mezarlığını Sözleri adlı kitabından öğreniyoruz ve seçtiğimiz bundan muaf tutmuş. Rum mezar taşlarını bazı anlamlı örnekleri yazımıza ekliyoruz, yapanların atalarının her türlü sanat duygusunu okuyucularımızı da bilgilendirmek bakımından. ebediyen kaybettiklerini ve onların aptalca iddiası “Kadın dırıltısından ölen Halil Ağa, zalim karşısında Müslüman mezar taşlarının ciddiyet ve avrat yüzünden mevt olan Hacı Mehmet” veya zarafetini yazdığı gibi, ayrıca da resmetmiş. İnsan “Sermaye-yi ömrü tükedip kalmadı pazara” gibi her olanın Türk mezarı- taşındaki sanat karşısında tarihi mezarlıkta rastlanabilecek mizahi örnekler. duygulanmaması mümkün mü? Bazen de genç yaşta ölen zevcelere ve kerimelere Türbelerden bahsedip de mumyaları ağıt tarzı şiirlerden kısaltılmış üç örnek. anmamak olmaz. Türbelerin mumyalık kısmı Prof.Dr.Necmi Ülker’in İzmir’de Türk Mührü Türklerde mumyalama sanatının olduğunun da kitabından ve İzmir Emir Sultan haziresindeki işaretidir. Çoğunda mumyalar telef olmuş olsa da. taşlardan; Selçuklulardan sonra, Beylikler döneminde de tahnit “Bu cihan fani cihandır sanki bir zıll-i hayal işlemlerinin olduğu tarihi kayıtlarda var. Osmanlı Görmedim hiç alem içre kimse zeval... padişahlarının bazılarının cesetlerinin Hacı Ahmet Efendi zevcesi Hadice hanım mumyalandığını, hatta Mustafa Kemal Atatürk’ün ruhuna Fatiha.” Anitkabir’e nakli sırasında sandukası açıldığında, bir “Nazeninim gitdi cennet bağına uzman doktorlar heyeti nezdinde, mumyalanmış ve Firakı düşdü valideynin canına. hiç bozulmamış olduğunun tespit edildiğini Amasya Cezayirli İsmail bey kerimesi.” müzesi uzmanlarından sanat tarihçisi Muzaffer “Layik-ı mağfireti Hazreti Gaffar olsun Doğanbaş’ın değerli araştırma kitabı Mumyalama Devleti na-mütenahiye seza var olsun Sanatı ve Anadolu Mumyaları adlı kitabından Hilatı fahiresi demeni avfı settar

D

6


TARĠH

AHLAT GAZETESĠ

Ruhi pakine gıda lezzet-i didar olsun.” Bu şiir de bir zevceye yazılmış. Nasıl basılmamış. Divan ve ölüm edebiyatı diyenler haksız mı? Böyle binlerce taşı elbirliği ile yok ettiler. Kimler mi? İzmir’in İttihatçı valisi, Evrenesoğlu Rahmi (ışıklar içinde yatsın) Sadece bir örnek. Zaten bu, ayrı bir yazının konusudur. Yine Şeref Boyraz’dan bir şaşırtıcı mezar taşı, bir Ermeni kızına Ermeni harfli Türkçe ağıt, uzun aslında, ama biz kısaltarak; “Atalarım koydular ismim Nevrik Zalim ecel yakdı manendi harik Yirmiüçe kadem basmıştı yaşım Hayıf ki selamet bulmadı başım Çekildi ilikten damardan kanım Teslim ettim Hakk’a tatlı canım Kim nazar kılarsa mezar taşıma Okuyalar bir Fatiha başıma. Kemani Hacı Serkis kızı Nevrik 1893” Bazı Ermeni kümelerinin hiç Ermenice bilmediği biliniyor. Hayklaşan Kıpçaklar tarihin az bilinen bir gerçeği. Taşın hangi müzede olduğunu yazmıyorum. Başka Türkçe yazılı Ermeni mezar taşlarının olduğu da biliniyor. Ayrıca Balıklı Rum mezarlığında Fatiha isteyen Karamanlıca mezartaşları H.Peter Lacquer ve Semavi Eyice tarafından yayınlanmış. Cumhuriyet devrinde yazılmış bir mezartaşı, Kahramanmaraş Şeyh Adil Mezarlığından; 1946’da ölen Davulcubaşı Abdal Halil Ağa için neler yazılmış? Öğrenelim: “28 Ekim’de Hırlakyan cağırdı, dostum işte sana 10 madeni lira, yarın Fransızları karşılayacağız. Ağam bu din bahsidir. Davulumu altınla doldursan yine gelemem. Din kardeşlerimin bağrına çomak vuramam.” Türk Tarih kurumu’na buradan duyurulur. Duyurulur da ne olur? Türk Tarih Kurumu taşa kazılı arşivimizi önemsememiştir. Kanaatimce, zaten o kurum Hititleri kazmak için kurulmuştur. İnşallah bundan sonra yeni Başkanı Prof.Dr.Ali Birinci, taştaki arşive sahip çıkar. Önce Yesevi Dergisi’nin Kasım sayısında kapak yaptığı “Ahlat Mezarlıkları”nın içler acısı haline, sonra Osmanlı döneminden hatıra mezarlıklarımızın derdine derman olur. Taşralarda tarihi mezarlıklarımızı yakılan mumlar ve şahidelere bağlanan çaputlar korumaktadır. Sayın okuyucularımız, lütfen siz de gördüğünüz mezartaşlarına bir çaput bağlayınız. Ve yeryüzünde hiçbir millete atalarının böyle bir arşiv ve böyle açık hava müzeleri miras bırakmadığını hiç unutmayınız. “Ġstemem ben Fatiha, tek çalmasınlar taĢımı” demiş Şair Eşref. Çalıyorlar üstad, çalıyorlar ve götürüp Sotheby’s de satıyorlar. Hiç değilse kıymetini biliyorlar.

7

MEġHURDUR ASLINDA KAPI ÖNÜ. GĠDER AYAK HEP GÜZEL VE ÖZET KONUġURUZ. ÖYLEYSE;

N

için, tek meclisin parlamentonun yetersiz

olduğunu bize daima ikinci kontrol gerektiğini yani niçin senatonun varolmasının hepimiz için hayr olduğunu kabul etmiyoruz. Düzgün bir Cumhuriyet Senatosunun bizim ciddi bir ihtiyacımızdır. En azından sürekli mükerrer Resmi Gazete çıkarmamızı önler. İki yılda bir 3/1 yenilenme seçimleri; erken seçimi gündemden kaldırır. İktidara ve muhalefete motor güç katar… Yeni Anayasada “1960 Anayasası” hazır ve mükemmel yaşanmışlıkların süzmesinde örnek alınmalı. Şu bir gerçek ki büyük bir imparatorluğun ecdadı olan bizler parlementer sistemle memnun değiliz. Başkanlık sistemi ama kenarından köşesinden kırpılmamış halen Amerika Birleşik Devletlerinde uygulanan başkanlık sistemi bize biçilmiş kaftan. Meclisiyle, senatosuyla, anayasa mahkemesiyle. Anayasa değişikliğini geciktirdiğimiz takdirde yarı başkanlık sistemi 2014 Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle fiilen gerçekleştirilmiş olacak. Hatırlayalım. Bu kadar ahkam yeter adı Bayramdı geldi geçti. Sevinçler, hüzünler harmanlandı aile olmanın bilinci perçinlendi. Ne mutlu! Çoluklu çocuklu torunlu sofraları paylaşabilme şansı olan büyüklerimize. Sıradan anların değerini bilmeyen toplumlarda; gelenekler ananeler hatırlatıyor anın kıymetini. 2013 Ağustos hem mübarek Ramazan Bayramımızı idrak ettirdi hem de ümmetten millet olma basamağımız 30 Ağustosu yaşatacak. Dileriz bu özel günler bizi kenetler güçlendirir. Selam, sevgi, saygı merhaba! Seyide Fatima El TOĞMANÎ Ağustos 10, 2013 ANKARA

7


8

AHLAT GAZETESĠ

GEZGĠN

GÖKTÜRK ÇAĞINA YOLCULUK IĢık KANSU Simsiyah kara bulutları, karşıdaki boz anıtların üzerine pisliyor, bunlar yağmur yağdığında dağlardan üstümüze üstümüze geliyor. Güneş, asit olup, yazıtları yıpratıyormuş. milyonlarca yıllık alışkanlığıyla, güneyde asılı Tonyukuk Anıtı’nı geride bırakıp, kalmakta kararlı. balbalların güneydoğusundaki beyaz noktalara doğru Moğolistan’ın Başkent’i Ulan Bator’a enerji ilerliyoruz. İki kıl çadır bizi bekliyor. Bir Moğol üreten termik santralin kara dumanları geride kaldı. çoban ailesine konuk olacağız. Moğollar, geleneksel Minibüs hoplaya zıplaya ilerliyor. Toprak yol, giysileri içinde bizi karşılıyorlar. Çadırların altında engebelerle dolu. Uçsuz bucaksız step, dağlara doğru birbirine koşut iki tahta direğin arasına ip gerilmiş. uzuyor. Bildik çiçekler gözümüze ilişiyor. Taç Bu ipe de, uzun yeleli atlar bağlı. Başımızı eğip, yaprakları mavi olanlarını, çocukluğumuzda “yıldız çadırdan içeri giriyoruz. Çadırın içi, taze peynir ve çiçeği” diye öğrenmiştik. Gökyüzündeki karaltıyı tezek kokuyor. Çadır, yarıdan kesilmiş bir geniş önce tanımlayamıyoruz. Süzüldü, süzüldü; geniş daire biçiminde. Kıl çadır, veya benzer tahtalar kanatları ile alımlı bir dönüş yaptı. Kartaldı. üzerine oturuyor. Tepesinden de bir sopa borusu “Hıh”dedik, “Kendini beğenmiş.” Gücün, ancak çıkıyor. Henüz kış gelmediği için, borunun kaçacak delik bulamayan tarla fareleri ile miyop bulunduğu tepeden ışık sızıyor içeriye. Ortada gözlerimize yeter… kuzinaya benze soba, hemen yanında tezek kovası, Yol bitti. Minibüs, oldu sana Lunapark’taki kazana benzer bakraç var. İçi, ağzına kadar at sütü bugi bugi. Bir aşağı bir yukarı. Başımızı arabanın dolu. Çoban ailesi, at sütü ve taze peynir itram üstüne vurmak işten bile değil. Bomboş otlakta ediyorlar. Gözlerimiz, günümüzü çağrıştıracak eşya gidiyoruz. Ağıl çitine benzer parmaklıkla çevrilmiş, arıyor. Camı düşmüş çalar saat, eski, hantal içinde uzunca iki taşın dikili olduğu alanın yanında transistörlü radyo, bir de solmuş siyah beyaz durduk. Göktürk veziri Tonyukuk’un diktiği fotoğraflar. Aile efradı, başlarını birbirine anıtlardayız. Anadolu’dan yaklaşık 10 bin kilometre yaklaştırıp, gayet ciddi poz vermişler. Geriye kalan uzakta; ilkokul, ortaokul tarih kitaplarında bütün veriler, ilkel bir kapalı aile ekonomisinin okuduğumuz o ünlü Orhun Yazıtları’ndan biri ile sürmekte olduğunun kanıtı. Sanki zaman makinasına tanışıyoruz. Bundan tam 1300 yıl önce dikmişler. girip, yüzyıllar öncesine gittik. Arkeolog Prof.Dr. Yanımızdaki Moğol yetkililerinden biri, dönüp Oluş Arık, kulağımıza fısıldıyor. “Okuyabilir misiniz?” dile soruyor. Şimdi orada, “Moğol ailesinin üstündeki giysileri neredeyse 60-70 kuşaktan Anadolu Türkleri’nin görüyorsun ya, önce Tonyukuk Anıtı’ndaki dedesi olduğu söylenen Göktürkler’in alfabesini heykellerdekilerin aynısı.” bilmemizin olanaksızlığını uzun uzun anlatmaktan Moğol ailesinin yaşam sürgitinde, at ile bizi bir Türkolog kurtarıyor. Yazıtı okumaya sığırların eti ve sütü yine başat. 3 yaşındaki bebeler, koyuluyor. “Türk” sözcüğünün geçtiği harfleri değme biniciye taş çıkartıyorlar. Genellikle atın gösteriyor. Yazıt, Göktürkleri’in Çinlilerle, diğer eyerine oturma da yok. Üzenginin üstüne basıp, Türk kavimleri, örneğin Oğuzlarla yaptıkları dümdüz bir heykel gibi yol alıyorlar at üstünde. Bu savaşları anlatıyor. Burası ziyaret yeri. Anıtların da, bir gelenek. Savaş ya da çobanlık sırasında, ardında, daha çok Çin etkisinde olduğu sanılan ve şu hareket özgürlüğü tanıyormuş at ustasına. anda yıkılmış bir binanın kalıntıları bulunuyor. Minik Moğol kızların yüzünde güneş ve Çevrede, başları koparılmış heykeller duruyor. soğuğun kavrukluğu göze çarpıyor. Yayla Binanın önünden doğuya, güneye doğru uzanan rüzgarlarına inat, örgülü saçlarını ille de pembe “ihtiram yolu”nun taşları belirgin. Yolun sonunda, kurdelelerle süslüyorlar. mezar taşını andıran aralıklarla toprağa gömülü Geçmişe yolculuğumuz, ertesi gün de kayalar, yosun tutmuş. Bunların adı “balbal”. sürüyor. Uygarlığın dev böceği helikopterle, Orhun Balballar ile ilgili iki söylenti var. Birincisine göre, Vadisi’ne uçuyoruz. Altımızda, tümü 1,5 milyon buraya ziyarete gelen, dönüşte bir balbal dikmiş. kilometre olan oğolistan toprakları. Tepeler çıplak Diğer söylentiyse, her bir balbalın, Göktürklerin ve ıssız. Tek tük çam ormanları. Gölgeli vadilerde, öldürdüğü kişilerin ruhunu korumak amacıyla oraya buraya nokta gibi yerleşmiş kıl çadırlar. ttaprağa çakıldığına ilişkin. Helikopterin tattakasından korkan hayvan sürüleri, Tonyukuk Anıtları’nın durumuna gelince… çılgınlar gibi öteye beriye kaçışıyorlar. Uzun Biz, bilim adamlarının yalancısıyız, artık dış ırmaklar, dağların arasına derin yaralar açmış. 2 etkenlere dayanamayacaklarmış. Çevredeki inekler, saatlik uçuş süresince gözümüze büyük bir kent ya atlar, taşları kaşağı gibi kullanıyormuş. Yakın da kasaba, sanayi tesisi ya da geniş tarım arazileri çevrede bir tek ağaç omadığı için hayvanlar, çarpmıyor. Bir yol görüyoruz, ülkenin batısına kaşıntılarını tarihsel taşlar ile giediyorlarmış. Kuşlar giden. Bomboş, Rusya ile Çin arasına sıkışmış, 1921’de sosyalist sistemi benimsemiş Moğolistan’da

8


GEZGĠN

AHLAT GAZETESĠ

insanların neden hala bu denli feodal bir yaşam sürdükleri, aklımıza takılıyor. Bu denli bakir bir ülkeye, küreselleşmeyle birlikte, dünya imparatorluğuna soyunanların çok büyük ilgi gösterdiklerine ilişkin bilgileri anımsıyoruz. Orhun Vadisi’ndeyiz. Ayağımızı yere bastığımızda, kekikler ve kır çiçekleri, ağırlığa dayanamayıp, kokularını salıveriyorlar. Oksijen başımızı döndürüyor. Kültigin Anıtı’na doğru yürümeye başlıyoruz. “Turancı” olarak tanınan bir yazar, çevresine bilgi veriyor: “Burası eskiden cennet gibiymiş. Şelaleler varmış.” Şelale olabilmesi için suyun, yüksek tepelerden akması gerekiyor. Etrafımıza bakıyoruz. Yüksek tepeler, ancak ufukta seçilebiliyor. Sonradan yatak değiştirmiş Orhun Nehri, çok ırakta. Yanımızdaki bir öğretim üyesine, “Ben şelale oluşturacak bir yükselti göremiyorum” diyoruz. Yanıtı çok kısa oluyor: “Ne yapacaksın öyle? Öyle inanmış.” Kultigin Anıtı da, Tonyukuk Anıtı’na benziyor. Yalnız, burada anıtın kaidesi olan kaplumbağanın parçalanmış gövdesi de dikkatimizi çekiyor. Kaplumbağa çok yaşadığı için, anıtı diken Göktürkler, kültürlerinin sonsuzluğa değin korunacağına inanmışlar. Burada da; Tonyukuk’taki gibi bir ziyaretgah kalıntısına rastlıyorsunuz. Ancak, etrafındaki kötü ruhların bina içine girmesini engelleyen su çukuru ve tesisatı defineciler, kazı yapanlar tarafından tümüyle parçalanmış. Son durak, Bilge Kağan Anıtı. Bu anıt, diğerleri gibi gri granitten. Üstündeki Göktürk Hanedanlığı’nın arması olan dağ keçisi ile yazıtı taçlandıran ejderli tepelik ise, ayrı bir parça olarak yazıttanileride yatıyor. Anıtın kaidesi olan kaplumbağa, kış uykusunda. Çünkü tümüyle toprağın altında. Az ileride, kafası kopmuş, ancak sağdan sola kapanan giysisi ve özenli bir işçiliğe sahip kemeri bululan heykel duruyor. Bu heykelin büyük olasılıkla Bilgi kağan’a ait olduğu düşünülüyor. Bilge Kağan ile fotoğraf çektiriyoruz. Yine Kültigin Anıtı’nın ardındaki sunağın yanından geçiyoruz. Sunağın 100 metre gerisinde Moğol atlılar bizi izliyor. Gülüşüp, kıkırdıyorlar. Yanlarına yaklaşıyoruz. Altın dişli olanı, “Turko, Turko?” diye soruyor. El, kol işareti ile fotoğrafını çekmemizi istiyor. “Yav yüzyıllar önce siz Selçukluları kılıçtan geçirmediniz mi?” diye sitem edecek değiliz a. Başımızı sallıyoruz. Anlaştık. Başındaki fötre aldırmadan, Cengiz Han edası takınıyor. Omuzlarını kasıyor, heybetli görünecek. Yakışıklı bir fotoğraf oluyor hani. Elimizi başımıza götürüp selamlıyoruz. Aynısını yapıyor. Bir büyük kanatlı çekirge, önümüzde uçarak uğurluyor bizi. Dönüş zamanı geldi. Orta Asya stepleri arkada kaldı. Uygarlık ananın beşiği Anadolu bizi bekliyor.

9

50’SĠNDEN SONRA…

I

nsan

50

yaşından

sonra

arkadaş

yapamıyor kendine. Koca yapıyor, karı yapıyor, çocuk yapıyor, arkadaş yapamıyor. Yapsa da eskiler gibi olmuyor. Halbuke uykuya dalar gibi arkadaş olurduk okuldayken. Arkadaş olmak için yaratılmış gibiydik. Bir hafta içinde böbrek verecek hale gelirdik. Neden olmuyor bu işler 50’sinden sonra? Neden oyamıyor? Oysa o ne güzel bir iştah, o ne güzel bir açlıktı… Herkes herkese açtı. Seçer, bulur buluştururduk “ruh ikizlerimizi”. Ne de çok ruhtaşımız vardı. Hiç açıkta kaldığımı hatırlamıyorum. Ruhumuzun güzel bir ikizi kutlaka olurdu yanı başımda. Ölümüne sevdiğim, uğrunda her şeyi göze alabileceğim, her şeyiyle güzel, her şeyiyle doğru, her şeyiyle kabul ettiğim… Basbayağı bir aşkla bağlı olduğum… Şimdi ne zor. Herkes kapalı kutu. Herkes kapanmış, kaplumbağa olmuş. Bir kahve içimi zorlu randevulara bakıyor. Yatıya kalmak bir tabu. Evler de gönüller de sımsıkı kapalı. Gençliğin en çok bu yanını özlüyorum. Ne güzelliğini, ne diriliğini, ne başıboşluğunu. Aynı yazarı, aynı şairi seviyoruz diye kuruluveren dostlukları özlüyorum. Birbirimize yazdığımız o uzun, o ayrıntılı mektupları özlüyorum. Birbirimizin dedikodusunu yapmayışımızı özlüyorum. Sevgili olarak kimseleri yakıştıramayışımızı özlüyorum. Arkadaşımı koruyacağım diye annemle yaptığım tartışmaları özlüyorum. Kavgayı değilse de kavganın altındaki ruhu özlüyorum. Dünyaya karşı arkadaşımın koruyucu meleği olmayı özlüyorum. Veya öyle olduğumu sanmayı… Bıraktım oğlumun arkadaşlarını, eve istedikleri gibi girip çıksınlar. Bıraktım oğlumun arkadaşlarını, istedikleri gibi buzdolabını talan etsinler. Bırakacaktım oğlumun arkadaşlarını, istedikleri gibi sevsinler birbirlerini. Tek bir laf etmedim. Oğlumun arkadaşı oğlum oldu. 50’sinden sonra arkadaş yapılamıyor. Kötülükten değil. Başka bir şey. O halde eski arkadaşlıkların, dostlukların kıymetini bilmeliyiz. Bazen en değerli arkadaşlar da hata yapar, onları affedebilme erdemini gösterebilmeliyiz ki mevcutları da kaybetmeyelim. Ama neden çözemiyorum…

9


10

AHLAT GAZETESĠ

ANI

SAYIN MUZAFFER SAYIN 60’lı yılların ikinci yarısı, Ankara’da yüksek öğrenim gören Ahlatlı öğrencilerin sayısı bir elin parmak sayısını geçmiyor. Olabildiğince zor koşullarda eğitimlerini tamamlamaya çalışıyorlar. Ne başlarında bir büyükleri, ne zor durumda kaldıklarında danışacakları biri, ne de paraları bittiğinde, borç olarak vermek üzere elini cebine atacak bir yakınları var. Kendi yağları ile kavrulup gidiyorlar. O dönemde ne öğrenci yurtları ihtiyacı karşılayabilecek kapasitede, ne de bir iş bulup çalışma olanağı yeterli. Allahtan Van Öğrenci Yurdu var Kızılay Ataç Sokak 52 numarada. Bizi ortalarda kalmaktan kurtarıyor. Yurt ücreti 50 lira, ayda dört adet de hamam fişi veriyorlar. Cebeci’deki KurtuluĢ Hamamı’na gidip güzelce yıkanıyoruz haftada bir gün. Genellikle yurdun mutfağında pişirdiğimiz “Menemen”le karnımızı doyuruyoruz. Okulumuz Cebeci’de, cebimizdeki 25 kuruşla ya otobüse binip okula gitmek, ya da yarım ekmek alıp yürüyerek ve de ekmeği yolda yiyerek açlığımızı giermek gibi iki seçenek var önümüzde. Doğal olarak ikinci seçeneği tercih ediyoruz. Yolun üzerindeki fırından aldığımız yarım ekmek, sıcak sıcak yendiğinde baklava gibi geliyor aç midelere. O ne lezzetti ya Rabbim… Devamlı araştırıyoruz, acaba nerede bir Ahlatlı hemşehrimiz var diye. Bir milletvekilimiz vardı, evine ziyarete gitmiş, sıcak bir çaylarını içmiştik. Bir de zengin olduğu söylenen bir hemşehrimiz vardı, onu da ziyarete gitmiştik, çok yararlı nasihatlerini almıştık. Sonra duyduk ki Ulus Şehir Çarşısındaki Dodanlı Yerli Mallar Mağazası’nda bir hemşehrimiz varmış, adı Muzaffer Sayın. Yıllar evvel Ahlat’tan ayrılmış, çeşitli görevlerde bulunmuş, son olarak ODTÜ’nün Yurt Müdürlüğü görevinde bulunmuş. Oradan ayrılınca Dodanlı Mağazasında “Mağaza Müdürü” olarak görev yapmaya başlamış. Mağazanın sahibi Bitlisli Dodanlı Ailesi imiş. Ancak onlar İstanbul’da oturuyorlarmış. Yaşar Dodanlı, yaklaşık ayda bir gelip mağazanın durumunu inceleyip gidiyormuş. Bir gün Ulus’a yolumuz düşmüştü, buraya gelmişken Dodanlı Mağazası’na uğrayıp buradaki hemşehrimizi ziyaret etmek istedik. Hiç görmediğiniz için nasıl bir muamele ile karşılaşacağımızı bilmediğimiz için çekingen ve tedirgin bir vaziyette, arı kovanı gibi çalışan mağazanın kapısından içeri girdik. Tezgahtarlardan birine Muzaffer Sayın Bey’i görmek istediğimizi söyledik. Tezgahtar, eli ile mağazanın dip taraflarında bir köşeyi işaret etmişti. Çekinerek gösterilen istikamete doğru ilerledik, dar bir kapıdan bir odaya giriliyordu. Odada orta yaşlarda, orta boyda, iyi giyimli, güler yüzlü, gözlüklü, biraz

topluca bir bey vardı. Kendimizi tanıtınca beklemediğimiz bir ilgiyle ve gülümseyerek yerinden kalkıp elimizi sıktı, çalışma masasının hemen önündeki koltuğu göstererek oturmamızı istedi. Yerine oturmadan kapıya yöneldi, çalışanlardan birine çay getirmesini söyledikten sonra masasına dönüp yerine oturdu. Yüzündeki ifade ve Ahlat adı geçtiğinde gözlerinde beliren coşku, yüreğimizi ısıtıyordu. Bize cesaret veriyor, ufuk açıyor, derin sorunlarımızın üstesinden nasıl geleceğimize dair çözümler gösteriyordu. Biz onu çok sevmiştik, onun da bizi sevdiğine inancımız tamdı. Artık Ulus Şehir Çarşısı’ndaki Dodanlı Yerli Mallar Mağazası, uğrak yerimiz olmuştu. Belki de çoğu kez ölçüyü kaçırdığımız da olmuştu. Ama hiçbir gün onun yüzündeki gülümsemenin yerini terk ettiğine tanık olmadık. Yıllarca sürmüştü bu dostluk, yıllarca bize gösterdiği ağabeylik derin izler bırakmıştı geride. Kaderde Ankara’dan ayrılıp İstanbul’a yerleşmek varmış. Doğal olarak dostluk ve arkadaşlığımızın arasına mesafe konmuştu. Zaman zaman telefonla görüşüyor, yolumuz İstanbul’a düştüğünde onu ziyaret etmeyi bir görev olarak görüyor ve ziyaret etmeden dönmüyorduk. Aradan yıllar geçmişti, Ahlat Kültür Vakfı’nın kurulma aşamasına gelmiştik. Tereddütsüz Vakıf Kurucuları arasında yer alması gerekiyordu. Tereddütsüz kabul buyurdular. Artık her yıl Ağustos ayının son çeyreğini birlikte Ahlat’ta geçiriyorduk. “Ahlat Kültür Haftası”nın her aşamasında ve gerçekleşmesinde büyük destek ve yardımını esirgemiyordu bizden ve Ahlat’tan. Oysa, büyük bir talihsizlikle Vakfın kurucuları arasına hak etmeden aldığımız kimileri lütfedip Ahlat’a bile gelmeye tenezzül etmiyorlardı. Yavaş yavaş bizim gösterdiğimiz performanstan rahatsızlık duymaya başladıklarını sergilemeye başlıyorlardı. Bu durum bizim de canımızı sıkmaya başlamıştı. “7. Ahlat Kültür Haftası”nı gerçekleştirdiğimiz Selçuklu Oteli’ndeki Sempozyum açılış konuşmasını kendisinin yapmasını istediğimde beni kırmamış, güzel bir konuşma yaparak dinleyicilerin büyük alkışını almıştı. Kurucu diye aldığım insanların ihanetleri yüzünden “Ahlat Kültür Haftası” etkinliklerini artık bırakmıştık. Bıraktığımız için de zaten amacından uzaklaştı, yozlaştı ve son dönemlerde de adı bile değiştirilerek, başka mecralara yöneldi. Bu Vakıfla, bu kadroyla, bu kafayla bir şey yapamayacağımızı anlayınca da “Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı” kurmayı kararlaştırdık. Araya gene mesafeler girmiş, Muzaffer Sayın Ağabey de İstanbul yerine İzmir’de yaşamayı yeğlemişti.

10


ANI

AHLAT GAZETESĠ

Birgün Vakıfta oturmuş çalışırken kapı çalındı, açtım karşımda Bitlis’in yetiştirdiği önemli bilim insanlarından Sayın Prof.Dr .Ahmet Rumeli, lütfetmiş bizi ziyarete gelmişler. Ziyadesiyle memnun olduk, elimizden geldiğince, olanaklarımız ölçüsünde iyi bir şekilde kendilerini ağırlamak çabası içinde olduk. Bitlis’in sorunları, “Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı” ve “Bitlis Eğitim ve Tanıtma Vakfı” gibi güzide sivil toplum kuruluşlarımızın faaliyetleri, hedefleri üzerine görüş alışverişinde bulunduk. Çok yararlı bir görüşme oldu. Görüşmenin sonuna doğru Sayın Prof.Dr. Ahmet Rumeli, Sayın Muzaffer Sayın Ağabey’den sözettiler. Sayın Muzaffer Ağabey, ODTÜ’nün Yurt Müdürü iken Sayın Prof.Dr. Ahmet Rumeli’de bu Üniversiteye ilk giren akademik görevlilerden birisi imiş. İlk tanışmalarının ardından ilişkileri dostluğa dönüşmüş ve birbirlerini hiç mi hiç ihmal etmemiş, görüşmeleri günümüze dek gelmiş. Vefa dolu ilişkiler bizi de çok heyecanlandırdığı için anlatılanları can kulağıyla dinledim. Eski bir dosttan haber aldığım için mutlandım ve Sayın Rumeli Hocamızın arzusu üzerine Muzaffer Abimize gönderilmek üzere “Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı”nın yayınları arasında yer alan “Bitlisliler”, “Ahlat Halk Hekimliğinin Efsane Ġsmi Abdullah Nalbant Usta” ve “Kısa Kıssa Öyküler” kitapları ile “Bitlis Eğitim ve Tanıtma Vakfı’nın yayını olan “BETAV Dergisi 17. Sayı” ve birkaç tane de “Ahlat Gazetesi”ni gönderdik. Ahlat sevdası ile yüklü olan Sayın Muzaffer Sayın Ağabeyimizin mutlu olacağını biliyorduk. Onu mutlu kılmak, bizim son dönemlerde ihmal ettiğimiz görevlerimizden biri olduğnu bilinciyle. Nitekim kendileri bunu kanıtlamakta gecikmediler. Geçtiğimiz günlerde idrak ettiğimiz “ġeker Bayramı”nın ilk günüydü. Telefon çaldı, açtık, “Ben Muzaffer Sayın” sesini duyunca, bayram bizim için daha derin anlamlı, daha da bayram gibi bir gerçek bayram kıvamına dönüşüverdi. Sözcükler hasretimizi dile getirmeye yetmiyordu, söyleyecek çok şeyimiz vardı, zaman kafi gelmiyordu. İkinci bir telefondan Fransa’da arandığı kendisine iletildiğinde, onu sonra arayabileceğini, şimdilik konuşmasının kesilmesini istemediğini belirtiyorken, bizim gözyaşlarımıza engel olma olanağımız ortadan kalkıyordu. Tüm aile bireyleri, kulaklarını kabartmış ilgiyle konuşmanın seyrini takip ediyor, hayretle bu konuşmanın ne kadar süreceği konusundaki şaşkınlıklarını bakışlarıyla göstermeye çalışıyorlardı. Göndermiş olduğumuz kitaplardan ne kadar mutlu olduğunu anlatıyordu, “Ahlat Kültür Haftası” sırasında içinde bulunduğu heyecan fırtınasından sözediyordu. Bu faaliyetlerle Ahlat’ın tanıtımı için göstermiş olduğumuz çabadan sözediyordu. “Ahlat Halk Hekimliğinin Efsane İsmi Abdullah Nalbant Usta” kitabımızla bir evlat olarak

11

babamıza karşı ödevimizi yerine getirdiğimizi anlatıyordu. Abdullah Nalbant Usta’nın gerçek bir filozof olduğundan sözediyordu. “Ahlat Kültür Haftası” baltalayarak engelleyenlerin Ahlat’a nasıl büyük bir ihanet ettiklerinden sözediyordu. Bu engelemeler yapılırken bir karşı duruş gösterilememesinde kendisinin de ihmali olduğundan sözediyordu. “Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı’nın başarılarından nasıl mutlu olduğundan sözediyordu. İlk Vakfın Kurucu Üyesi olmasına karşın nasıl ihmal edildiğinden sözediyordu. Ahlat ile arasına mesafe konulduğundan ve artık Ahlat’a gitmekten zevk almadığından bahsediyordu. Bir Ahlat sevdalısı olmalarına karşın, sevgiliden uzakta ve ayrı kalmanın acısının dayanılmazlığından sözediyordu. Hiç kuşkusuz bizim de söyleyeceklerimiz vardı. “Bitlisliler” kitabında kendilerine de yer vermekteki ihmalkarlığımızdan ötürü ne denli üzgün olduğumuzu ve bu ayıbımızı bir an evvel gidermek için çaba sarfedeceğimizi anlatıyorduk. “Kısa Kıssa Öyküler” kitabımızda kendisi ile ilgili bir öykünün bulunmamasından dolayı duyduğumuz rahatsızlığı anlatmaya çalışıyorduk. Velhasıl sonunda ikimiz de anlamıştık, “bu böyle olmayacak” bizim bir araya gelmemiz gerek. O’na söz verdim, “sizi ziyarete geleceğim.” diye, sözümü tutacağım, ziyaretlerine gideceğim. Sayın Muzaffer Sayın, Ahlat’tan çıkmış, yol yordam bilmeyen, usul erkan tanımayan biz garibanlara, rehber olmuş, klavuzluk etmiş, yol yordam göstermiş, ufuklarımızı açmış, bugünlere gelmemize temel oluşturmuş ve çok şey öğretmiştir. Öyle anlaşılıyor ki bu hayat dersinden bir bölüm eksik kalmıştı, bu bayram telefonu ile de o eksik kalan kısmı tamamladı. Ne ve kim olursak olalım kuşkusuz bazı eksikliklerimiz kaçınılmazdır. İnsanoğlu için için bu durum doğal karşılanmalıdır. Ancak peygamberlerin eksikliklerinin olmadığı söylenir. Asıl olan eksikliklerimizi giderme çabası içinde olmamızdır. Bunu yapamıyorsak o zaman gelişmiyoruz demektir. İşte bu noktada da deneyim devreye giriyor. Sayın Muzaffer Sayın Ağabeyimizin engin deneyimi, alçakgönüllülüğü, hoşgörüsü, yaşamının her döneminde her alanda okumaya göstermiş olduğu özen, O’nu farklı kılan ögelerin başında gelmektedir. Ne mutlu bizlere ki, Tanrı O’nu bizim karşımıza çıkardı. Bu günlere gelmemizde O’nun pozitif katkılarını yadsıyamayız. Büyük olasılıkla büyük Ahlat Sevdasına da onun etkisiyle kapılmış olabiliriz. Demek ki duvarlardaki asılı diplomalar insanı insan yapmaya yetmiyor. İşte, diploma olmadan da insan olmanın mümkün olduğunun en çarpıcı örneği; Sayın Muzaffer Sayın. Hasretle, minnetle, şükranla…

11


12

AHLAT GAZETESĠ

GEZĠ/GÖZLEM

OTLU PEYNĠR Erol DAĞLI Hepimizin bildiği gibi "Van” denince akla kolaylaştırması, insan sağlığına zararlı otlu peynir gelir. mikroorganizma faaliyetlerini durdurmasıdır. Benim de otlu peynirle karşılaşmam 2011 Unutulmaması gereken, otlu peynirin yılında Van’da meydana gelen depremden dolayı yapımının, bilgi, beceri ve dikkat istemesidir. Bu Van’a sık sık yolculuk yaptığım sırada oldu. nedenle de her evin peynirinde ayrı bir tat ayrı bir Bir sabah Van’da kaldığım evden çıkıp lezzet bulunurmuş. yürüyüş yaptığım sırada tek katlı dükkanların Unutmayalım ki, “Van denince akla otlu arasında dolaşırken, otlu peynirin satıldığı yöresel peynir gelir” peynir çarşısı önüme çıktı. Çarşıya ilk girdiğimde dikkatimi çeken şey 5.sayfanın devamı keskin bir kokuydu. Standlarda sergilenen otlu Çünkü bilirsiniz ki aşk çocukluğun arka peyniri gördüğümde merak edip satıcıya denemek bahçelerinde dalıp gittiğiniz ve sonra evin yolunu bir istediğimi söyledim. Açık söylemem gerekirse türlü bulamadığınız, kurallarını kimsenin bilmediği keskin kokusundan dolayı peyniri denemekte biraz gerip bir oyundur aslında. Bir gün ansızın o oyunda tereddüt içerisindeydim. Tadına bakınca ne kadar yanıvermiş, hak etmediğiniz halde o bahçeden lezzetli olduğunu ve yanıldığımı anladım. Daha kovulmuşsunuzdur. Anlayamazsınız neden sonra dükkandan aileme götürmek için bir miktar kovulduğunuzu, nerede hata yaptığınızı, neden satın aldım. Van'ın geleneksel otlu peyniri edindiğim unutulduğunuzu. Yıllardın oynadığınız o büyülü bilgilere göre, ilkbaharda, hem sütün hem de otun oyuna dalıp, hayatı dışınızda bıraktığınız için bir gün bol olduğu dönemde, genellikle koyun sütünden aşk gider ve siz evin yolunu bir türlü bulamazsınız. üretilirmiş. Sonra zaman geçer. O karanlık bahçe 2011 yılında meydana gelen Van aydınlanır. Ve anlarsınız ki sevda denen o büyülü depreminden sonar da işsizliğin şehirde % 9 lar oyunda herkesin kuralları birbirinden farklıdır. Siz civarında seyrettiği dönemde bir çok kişinin aynı bahçede aynı oyunu oynadığınızı sanırdınız, ekonomik zorluklarla başetmek için peynir belki ama onun sevdası sizinkinden farklıdır. Kendi sektörüne yöneldiğini duydum. bahçenizle onun bahçesini, kendi oyununuzla onun Van şehrimizde her yıl yaklaşık beşbin ton oyununu, kendi kurallarınızla onun kurallarını, kendi otlu peynir satılarak yöredeki halk için önemli bir aşkınızla onun aşkını sınayamazsınız. Belki de bunu gelir kaynağı oluşturuyor. anlattığınız için, kendi bahçenizden onun bahçesini, Van yöresindeki kadınlar otlu peynirin kendi çocukluğunuzdan onun çocukluğunu, kendi içerisinde bulunan otları toplamak için yaylalara sevdanızdan onun sevdasını sevebildiğiniz için bir çıkıp temin ediyorlar ve topladıkları bu ürünü gün aşk gider ve sizin onun gerçek aşk olduğunu satmak için pazara getiriyorlar. anlayıp unutamazsınız… Özellikle bu pazarlar Mayıs ayının Belki bu yüzden bir kibrit ateşiyle yakıp gelmesiyle daha da hareketlenip taze ürünlerin gittiği ömrünün alevleri arasında sizi unutan aşkınız piyasaya sürülmesiyle canlanıyormuş. Otlu peyniri çocukluğun o karanlık bahçesinde annesinin yarım yurt içinde satmakla kalmayıp yurt dışına da ihracat bıraktığı sevgiyi aramaya gittiğinde ona öfke edildiğini duydum. Bu satış özellikle Irak, İran, duyamazsınız. Ermenistan, Fransa’ya oluyormuş. İlkbahar ve yaz Ve belki de bu yüzden, aslında yanıldığını aylarında yoğunlaşan satışlar kış aylarında azalırmış. anlayıp o bahçenin bir köşesinde ürkekçe size Ülke çapında meşhur olan otlu peynir yeniden çocuk ellerini uzattığında, ona yüreğinizi ülkemizin batı illerinde Van’ın imajına katkısı sonuna kadar açarsınız… olduğunu ve şehrin önemli bir gelir kaynağı Bazen aşk gider… Günler geçer ardından ve olduğunu söylemiştim. “Bölgedeki insanlar aylar. Bazen yıllar.. Bebekler büyür, insanlar sofralarında mutlaka otlu peynir bulundurur, otlu yaşlanır, insanlar ölür, eşyalar eskir, evler yıkılır, peynir yemeden de sofradan kalkmazlarmış.” kurur ağaçlar. Sokakların adı değişir. Acılar belleğin Bu peynire lezzet veren sır, kullanılan acımasızlığına teslim olur. otların, peynirin besin değerini arttırması, sindirimi Sevilen unutur, seven yanar… Bazen aşk gider…Ya da siz gittiğini sanırsınız…

BAZEN AġK GĠDER

12


GELENEK

AHLAT GAZETESĠ

13

BAYRAMLAR Mısra Selin MORGÜL de diri tutmaya çaba gösteren bir aile olma içinde olduk. aman geçmezdi sanki küçükken. Hafta Ben, belleğimde az ama öz yer tutan eski sonuna günler olurdu hep. Hele çetelesi tutulan tatil bayramlar adına şimdi yaşadıklarımdan o tadı günleri… Onca çarpı atılmasına karşın ilerlemeyen alamasam bile yıllarca bu şen bayramlara tanıklık günlere inat oracıkta öyle duruverirlerdi, sanki hani eden insanlara acı çektirmemek gerektiği hiç yaklaşılmadan. Az mı yazardık sıraların üstüne kanısındayım. tatile kalan günleri, 112, 111, 110… Bayram ziyaretleri olduğu sürece, sizi “hiç Her tatil günü bayramdı. Her bayramsa kimsenin bekleyemiyeceği kadar heyecanla “bayram”. Öyle lafla, sözle geçirtirilemeyen, öyle bekleyenler olduğu” müddetçe ve içinizde hafife alınamayan, öyle cüsseli, şöyle dolu dolu yaşattığınız bayramlan tükenmedikçe, hala bunları çıkan ağızdan “bayram”. neşeyle dinleyenler olduğu sürece, bayramları Neyse ki çok geç olmadan yaşadım, bir bayram yapan o coşku tükenmeyecektir kuşkusuz. nebze de olsa, o hatırı sayılır bayramları. Ne yazıktır Ve huzurla geçireçeğiniz bayramlar ümit ki sadece bir-iki yıl tanık olduğum o eski bayramlar, ederek gelecek bayramlarınızı kutlarım efendim… benden bir-iki yıl sonra doğanların da göremeyeceği tarihin derinliklerindeki yerini aldı. Naftalin kokan mendillerim oldu, içinde parayla, bazense şeker. Hatta koca bir aile sıraya bile girdik, rahmetli dedemizden bayramlıklarımızı almak için. Boşa Mutki Kaymakamlığı’nın resmi Veb değildi yani bayram tatillerini iple çekmek adına Sitesi’nde Kaymakamımız bölümünde aynen şöyle sıraya çizilen her çarpı işareti. Şimdiki gibi sadece yazıyor: okul olmayan bir gün değildi bizim için. Pür neşe “Sivas Akıncılar ilçe Kaymakamı iken gidilen tren yolculuklarımız olurdu, büyük masada ĠçiĢleri Bakanlığı 2011 kararnamesi ile ilçemize yenilen aile yemeklerimiz. Sonra kapıya gelen atanan Oğuzhan BULUT ilçemizdeki görevine çocuklar sadece şeker alıp gitmezlerdi. Önce eller baĢladı. Giresun Yağlıdere nüfusuna kayıtlı olan öpülür, bayram kutlanırdı. Avuçlanan şekerler için Kaymakamımız evli ve iki çocuk babasıdır.” teşekkür edilirdi. Bayram demek kapı kapı sadece Evet aynen böyle; şimdi 22 Ağustos 2013 şeker toplamak değildi. Mendiller de verirdi bazen tarihli bir gazete küpürüne bakalım; anneannem. Misafirimiz bol olurdu. Hep bir telaş “Bitlis’in Mutki ilçesinde kaymakam vardı mutfakta. Biz öylece ortalarda koşuşturur olarak görev yapan ve Ardahan vlai sonra soba kenarında inzivaya çekilirdik. yardımcılığına atanan Oğuzhan BULUT, Akşamları bol bol sohbetler olurdu. Kestane Ankara’dan otomobiliyle yeni görev yerine yenirdi sıcak, kestane yenirdi yine mis gibi huzur giderken, bir TIR’a arkadan çarptı. Ağır kokan… yaralanan BULUT, yapılan tüm müdehalelere Büyüklerimiz gitti, sanki o eski bayramlar rağmen kurtarılamadı ve yaĢamını yitirdi.” da adı gibi eski oldu. Olmadı tren yolculuklarımız. Tekrar Mutki Kaymakamlığı’nın Veb Tatile gidilmeye başlandı bayramlarda. Anlamadık sayfasına dönelim. BaĢsağlığı başlığı altında şu bile “bayram” olduğunu. Ne zaman ki okul bitti, metne yer verilmiş. bayramı bile sağdan soldan duyar olduk. Zaman oldu “Kırıkkale'de meydana gelen trafik bir tas su aktı gitti… Yenisini doldurmaktan kazasında Bitlis'in Mutki Kaymakamlığından yorulduk. Ne zaman bitti bu hafta, bu ay, bu yıl? Ardahan Vali Yardımcılığına atanan Oğuzhan Yıllar… Bulut hayatını kaybetti.” Tatiller sıkıntı günleri oldu, bayramlar eski Devletimizin büyük emeklerle yetiştirdiği, TV programları gibi reytingini düşürdü. gelecek adına Ülkemize büyük hizmekler vermek Yine de sabah geç uyansak bile, eskisi gibi üzere hazırladığı genç bir insanın bu kadar kolay bir alınan bayramlıklar, giyilen temiz ütülü giysilerin şekilde aramızdan çekilip alınması, biraz bu konuda ardından el öpmeler, sembolik de olsa yaşatılmak kafa yormayı gerektirmiyor mu? istenmesi adına bayramlıklarla bayram zevkini yine

Z

GENÇ KAYMAKAMIN ACI SONU

13


14

AHLAT GAZETESĠ

DIġ SĠYASA

RABITA’TÜL-ADEVĠYYE OLDU DARBE’TÜL ADEVĠYYE Selahattin ÖZKAN Mısır’da 30 Haziran’da başlayan cunta rejimini desteklemiştir. Darbenin baş aktörü gösterilerde şu ana kadar 3500’den fazla darbe Genelkurmay Başkanı Sisi’yi Suudilerin bir alnından karşıtı masum insan Mısır Ordusu tarafından öpmedikleri kaldı. İngilizlerin yönetimi Şerif öldürüldü. Ailesi’nden alıp Suudlara vermesinden sonra 3 Temmuz’da Mısır Devlet Başkanı Arabistan’da kök salan; keyfine, zevkine ve Muhammed Mursi’nin yetkilerine el koyan Mısır konforuna düşkün Kabe işgalcisi Suudlar, sevgi, Ordusu mezalim bir politika benimsemiş ve binlerce merhamet ve insanlık kredilerini kaybetmiştir. darbe karşıtı masumu katletmiştir. Büyük Anlosakson petrol şirketleriyle kurduğu Mursi’nin devrilmesiyle göreve geçici olarak dostluk ile ABD’den milyarlarca dolarlık silah Adli Mansur getirilmiş ve de kendisinden çok şey siparişi ile Suudi Arabistan şu anda ABD ve beklenen Muhammed El Baradey ise Cunta rejimi İngiltere’nin konforlu Arap bebeğidir. Mısır’daki tarafından Mansur’un yardımcılığına getirilmiştir. olaylar Suudi Arabistan’da olsaydı petrol ve silah Cunta rejiminin insan kıyımına daha fazla anlaşmaları tehlikeye girecek olan ABD 3. Filosunu dayanamayan ve silahlı yıldırmayı benimsemeyer Suudi Arabistan’a gönderir ve Suudi rejimine kalkan Baradey görevinden istifa etmiştir. olurdu. Sadece Suudlar da değil diğer zengin Arap İster beğenin ister beğenmeyin demokrasiyle ülkeleri de İslam aleminin sıkıntılarına kayıtsız göreve gelmiş Mursi’nin daha başkanlığının 1. Yılını kalmış ve Müslümanlara sırtını dönmüş olup ehl-i dahi doldurmadan askeri darbeyle devrilmesi ve keyif yaşamayı tercih etmişlerdir. yetkilerinin elinden alınıp Cunta rejimi tarafından Suriye sorunu, Filistin sorunu ve Mısır göz hapsinde tutulması demokrasiye atılmış sert bir sorununa bile Arap olmayan Türkiye sahip çıkmış ve kroşedir. Yolsuzlukların üzerine gidiciğini söyleyen Arap ülkelerinden daha fazla diplomatik mesai Mursi, çıkarları tehlikeye giren şahıslar tarafından ve harcamış olup daha fazla düşünce gücü kullanmıştır. de Müslüman Kardeşler Teşkilatı (İhvan)’nı siyasi Yıllık 80 milyar Dolarlık petrol geliriyle, arenadan soyutlamak ve uzaklaştırmak isteyen Süveyş Kanalı’nda ciddi miktarda elde ettiği gelirle, Siyonist ve semitist Yahudiler tarafından bereketli ve verimli toprağıyla, dağal ve tarihi koltuğundan indirilmiştir. güzellikleriyle, 80 milyonluk Mısır hem iç hem de Darbe karşıtlarının direniş sembolü olan dış mihrakların oyunlarıyla istikrarsızlık çukuruna Rabıtatü’l Adeviyye Mısır Ordusu tarafından atılmıştır. Ortadoğu’da İsrail’i daha güçlü kılan ve Darbetül Adeviyye olmuştur. Rabıtatü’l lider ülke yapmak için ortaya çıkan Arap Baharı adlı Adeviyye’de binlerce silahsız direnişçiye çapraz fesatlık hareketi bugün Mısır’da askeri darbenin ateşle mermi yağdıran Mısır ordusu bu bölgeyi kan ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Mısır’daki gölüne çevirmiştir. Mısır ordusu bu yaptığı cunta rejiminin vandalizmine çanak tutan dış dünya Vandalizm ile nasıl bir paranoya halinde olduğunu bu büyük ve kirli günahını üzerinden atamayacaktır. gözler önüne sermiştir. Dimokrasi, demokrasi değilmiş bunu Bu gelişmelere duyarsız kalan dış dünya bir mısır’da anladık. Demokrasi, dünyanın en süslü kez daha kendisini deşifre etmiştir. ABD’nin emperyalizmi bunu da anladık. Demokrasi; askeri Mısır’da olanlara sessiz kalması ve daha da önemlisi darbelere, savaşlara, katliamlara, katliamlara ve ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin Mısır’da emperyalizme dur diyemiyorsa o demokrasi sadece yaşanan bu olaylara: “Biz buna daha darbe hava gazıdır, bunun da bilinmesinde fayda var. diyemeyiz.” şeklindeki sözleri ABD’nin Darbelere, savaşlara ve emperyalizme hür yaklaşımını ortaya koymuştur. Sadece ABD değil, vicdanların sesiyle dur diyebilme temennisiyle… AB’nin de Mısır’daki darbeye “darbe” diyemeyişi, VEFAT VE BAġSAĞLIĞI BM’nin pardon “Yalanlar Cemiyeti’nin dahi Bitlisli hemĢehrimiz sınıfta kaldığı bir ortamda dış dünyanın tutarsızlığı ve darbeye kayıtsız kalması ipliklerini pazara çıkarmıştır. Hakkın rahmetine kavuĢmuĢtur. Suudlar tarafından yönetilen Suudi Merhuma rahmet, kederli Ailesine sabır Arabistan, Mısır’daki askeri darbeye sahip çıkmış ve

ĠSMET ÜLKE ve baĢsağlığı dileriz…

14


ARġĠVĠMĠZDEN

AHLAT GAZETESĠ

15

On Yıl Önce Ahlat Gazetesi NĠSAN 2003 SAYI 29

AHLAT KÜLTÜR HAFTASI

90

’lı yılların başları… 80’li yıllarla

başlayan Türkiye’de kabuk değiştirme sürecinin uzantısı olarak Ahlat için de bir şeyler yapma dürtüsü dayanılmaz boyutlara ulaşıyor. Elde avuçta hiçbir olanaktan söz etmek olası değil. Sadece 80’li yıllarla ülkeyi saran cesaret gösterme ve atak davranma içgüdüsü ile işe soyunuluyor. Bireysel yeteneklerle bazı tasarımlar kağıt üzerine dökülerek, her kesimden Ahlatlılara ulaştırılıyor. Olumlu yaklaşımlar var, olumsuzlar var, çekemeyenler var, kıskananlar, bir şeyler yapılsın istemeyenler var. Herkesin fikrine saygı duymak gerekir düşüncesiyle çalışmalara aralıksız olarak devam ediliyor. Bazı komiteler kuruluyor ve bu tasarımlar yerel yönetimlere bildiriliyor. Çoğu insan, gülerek, alay ederek hatta küçümseyerek bakıyor tüm yapılanlara. Her şeye karşın çalışmalara hiç ara verilmeden önceden belirlenmiş olan 25 Temmuz 1990 tarihine birkaç gün kala Ahlat’ın yolu tutuluyor. Ahlat’a varıldığında ilk iş bir toplantı yapmak oluyor. Toplantı, özellikle gençlerden büyük bir ilgi görüyor. Bu ilgi, 60’lı yıllarda ülkede bu tür kültürel aktivitelerden toplumun büyük kesimi haberder bile değilken, Ahlat’ta görev yapan genç, atak, gözü pek, cesur Hüseyin Avni Uzun adlı Kaymakamın, Ahlat’ın müthiş tarihi, kültürel ve doğal zenginliklerinden tüm dünyanın haberdar edilmesi gereğinden hareketle başlatmış olduğu “Ahlat ġenlikleri”nin etkisinden kaynaklandığı kuşkusuz. Birkaç yıl devam eden bu etkinlikler, Kaymakamın kentten ayrılmasının ardından, kimsenin sahiplenmemesi sonucu tam unutulmaya yüz tutmasına ramak kalmışken 90’lı yıllarda yeni bir projeyle halkın karşısına çıkmak, altyapısı olan bir toplumu, özellikle genç kesimi olabildiğince heyecanlandırıyordu. “Ahlat ġenlikleri” kutlamaları sırasında, esnaftan Demirci Hanifi, Resimci İhsan, Kemal Ayber, Yurttaş, Behçet Dayı, Berber İdris gibi kentin önde gelen isimlerinin bir araya gelerek oluşturdukları tiyatro ve sergiledikleri oyunlar o denli başarılı olmuştu ki, yıllar yılı dilden dile anlatılarak o günlere kadar gelmişti. İşte bu geçmiş birikim ve zengin altyapı, önlerine konulan projeyi ilgiyle karşılamalarına neden olmuştu. Komiteler kurulmuş, her aktivitenin sorumluları görevlerini eksiksiz yerine getirme

coşkusunu yaşıyorlardı. “Ahlat Kültür Haftası” kapsamı içinde yer alan tiyatro gösterilerini bu kez yaşlıların yerine gençler üstlenmişlerdi. Ahlat’ın tarihi ve kültürel zenginliği üzerine bilimsel çalışmalar yapmış olmaları nedeniyle bu faaliyetlere sıcak bakan bilim insanları da bu heyecanlı çekirdek kadroya destek vermek amacıyla tatillerinden özveride bulunarak Ahlat’a gelme zarafetini göstermişlerdi. Günler ilerledikçe hazırlıklar son aşamasına geliyordu. Hiçbir çıkar ya da yarar gözetmeyen her kesimden insanlar bu genç kadronun bu çabasına içtenlikle katkı vermeye başlamışlardı. Derken belirlenen tarih olan 25 Temmuz günü gelip çatmıştı. Program gereği gündüz saatlerinde “Selçuklu Otel” de Sempozyum yapılacaktı. Bu sempozyumu, Türk Silahlı Kuvvetlerimizin değerli Kurmay subaylarından biri olan Korgeneral Muzaffer Erendil Paşa yönetecekti. Değerli Paşamız, öylesine mükemmel bir performans sergilemişti ki, tüm izleyenlerin gönlünü kazanmıştı. Ahlat halkı Paşamızı paylaşamıyordu. Gerek Paşamız, gerekse ilk kez gerçekleştirilmiş olan bu sempozyum büyük bir coşkuyla karşılanmıştı. Bu mutlu tablonun hemen ardından akşam programı için Ahlat halkı Yatılı Bölge Okulu’nun sembolik müsamere salonunu tıka basa doldurmuştu. Hiçbir şekilde ihtiyaca cevap veremeyen minik salonun hınca hınç dolup taşması, gençlere verilen önemin bir göstergesiydi. Ne kadar haklı olduklarını anlamak geç olmadı. Gençler öylesine mükemmel gösteriler hazırlamışlardı ki yıllarca dillerden düşmedi. Ancak, ondan sonraki dönemlerde benzer çalışmalar yapmadılar. Belli ki hoşnut kalmadıkları bazı gelişmeler yaşanmıştı. Gençlerin bazı ifadelerinden rahatsızlık duyan bazı işgüzarlar sansür uygulamaya kalkmışlardı ki bu da onları kızdırmıştı. Gençlerimize güvenmemiz gerektiğine zor ikna etmiştik onları. İzleyenleri mest eden oyun aynı zamanda Ahlat’ın kültür altyapısının da bir göstergesiydi. Zira altyapısı olmayan bir kentten yıllarca dillerden düşmeyecek bir gösteriyi beklemek bir hayalden öteye geçemez. Günü başarıyla tamamlamış, yapılanların basına yansıyıp yansımadığı konusundaki tereddütleri gidermek için 20.00 haberlerini izlemek üzere o dönem için tek kanal olan TRT televizyonunun karşısına geçmiş, merakla beklemeye başlamıştık. Aksilik bu ya, Türkiye o günü çok yoğun olaylarla geçiriyordu. Çok önemli haberyleri TRT si-

15


16

AHLAT GAZETESĠ

pikerleri okumaktan yorgun düşmüşlerdi. Bu kadar önemli haberlerin yer aldığı bi haber bülteninde “Ahlat Kültür Haftası” ından sözedilmesi konusunda kimsenin umudu kalmamıştı. Bir buçuk saati aşan ve birbirinden sevimsiz olayların yaşandığı haberlerin sona ermesi beklenirken kameralar birden Ahlat’a yönelmişti. Onca üzücü haberin sonunda Ahlat’taki o günkü kültürel faaliyetlerin yer alması, sevilmeyen bir yemeğin üzerine yenilen bir tatlı izlenimi veriyordu. Bu, aynı zamanda yapılan yapılan işin ne denli önemli olduğunun göstergesiydi. Bu, aynı zamanda gençlerin hiçbir karşılık beklemeksizin, amatör bir ruhla profesyonelce yaptıkları bir işin ödüllendirilmesiydi. Bu, aynı zamanda mütevazı olanaklarla başlatılan “Ahlat Kültür Haftası’nın kurumsallaşmasını sağlayacak kapıların açılması demekti. Nitekim içinde bulunduğumuz yıl “Ahlat Kültür Haftası’nın 13.üncüsü gerçekleştiriliyor. Bu, 13 yıl önce başlatılan samimi ve içten bir çabanın amacına ulaşmış olmasının zaferidir. Bu zaferin gerçek sahibi ise Ahlat halkı ve gençlerdir. Bu gençler bir gün hak ettikleri yerlerde adlarının anılmasıyla ölümsüzleştirileceklerdir kuşkusuz. Çünkü, çok iyi bilinmelidir ki, memleketleri için bir çivi dahi çakanlar yaptıklarının karşılığını göreceklerdir. On üç yıl evvel yakılan bu meşale hiç sönmeden geleceğe ışık tutma çabası içinde yılmadan, usanmadan kararlı bir şekilde yoluna devam ediyor. Günün koşullarına uygun olarak daha geniş bir bakış açısıyla, her kesimden, her düşünceden kişi ve kuruluşlarla buluşulacak ortak noktaları belirleyerek yoluna devam ediyor. Tüm zorluklara, tüm güçlüklere göğüs gererek, ileri sürülen karalama kampanyalarına aldırmadan, dedikodu ve söylentileri umursamadar. Sağduyulu, objektif, bilgili ve bilinçli insanların destek ve katkılarıyla, daha ileri noktalara gelinebileceğine inanarak. Artık herkes çok iyi biliyor ki, hiçbir şey yapmadan, hiçbir şey üretmeden, sadece eleştirmek, ya da karalamak için ileri sürülen yıkıcı ve yararsız düşünce ve tavırların geçerlilik bulacağı zemin ve mekanlar tükenmiştir. O nedenle sağduyulu davranıp asgari müşterekte anlaşılabilecek konularda bir araya gelmenin, birlikte hareket etmenin hem bireylere, hem de toplumlara daha yararlı olacağının tartışılacak bir yanının kalmadığı gerçeğine kulak tıkamanın yarar sağlamayacağı anlaşılmalıdır. Tüm bu iyi niyetle girişimlere karşın uzlaşmak bir tavır takınarak kendini değerli gibi gösterme çabaları zaman kaybından başka bir şey reğildir. Laf, söz olup uçup gitmekte, sadece yapılanlar kalıcı olmaktadır. Tıpkı “Ahlat Kültür Haftası” gibi.

GÜNCEL

SĠZDEN GELENLER Çok Değerli Ġlhami Bey. Çok teşekkür ederiz. Sağolunuz. Kitap basıldığında bize bir adet gönderirseniz çok mutlu oluruz. Saygılarımızla. Fevzi BARUTÇU Ġlhami kardeĢim, Yirmi yaşına giren Ahlat gazetesi'nin 152. sayısı da her zamanki verimliliği içinde. Bölge sorunlarıyla olduğu kadar genel yurt sorunlarıyla ilgili bir çok yazı okudum. Teşekkür ediyorum. Bitlis ve yöresi üzerine ciddi çalışmalara katkı verdiğinizi görerek seviniyorum. Umarın yakın bir gelecekte; Bitlis'in toplumsal, kültürel, yöresel, fiziksel ve demografik değerlerini kapsayan "Bitlis Ansiklopedisi" ni de hazırlarsınız. Zaten hemen her sayıda bu konudaki çalışmalarınızın yanı sıra yayınladığınız kitaplar da bunun habercisi olmuştur. Ahlat gazetesine uzun ömür diliyor, ona katkı verenlere teşekkür ediyorum. Selam, sevgi ve dostlukla. Remzi ĠNANÇ Selamlar Gazete için teşekkürler. Mahiye Morgül hoca hanımın yazısının birinci bölümünü muhafaza etmemişim. Bir ara iki bölümü bir arada sizden rica ederim. Selam ve saygılar. Dr.YaĢar KALAFAT Elleriniz dert görmesin. İşde ele... Bu halk şiirini tanirem diyerem, ele ki nerden bilemedim. Erzurum olmiya.. Sevgiyle. Mahiye MORGÜL Merhaba Ġlhami Bey, Gazeteyi aldım. Gönderdiğiniz için teşekkürler. Hızlı bir şekilde okudum. Dolu doluydu. Özellikle resimler geçen aylar kayıyordu ama bu ay fark ettim ki dizayn çok güzel olmuştu. İyi çalışmalar. Saygılarımla. Erol DAĞLI Ġlhami Bey, Teşekkür ederiz. Bilmukabele. Doğan Kuban’ın yazısına yer vermişsiniz. Aslında iyi bir Osmanlı düşmanıdır. Cumhuriyet Gazetesi’nin eklerinde saygıdeğer alim(!) Celal Şengör ile bu konuda yarışır. Her nedense son zamanlarda Osmanlı mimarisi üzerine yazmaya başladı. Biraz geç oldu ama, o mimarinin ölümsüzlüğünü ancak idrak edebilmiş olmalı hayatının sonunda. selamlar. Nazan SEZGĠN En iyi bayramlar Ahlat’ın olsun. Hüseyin MÜMTAZ Ġlhami Abi, Bayramınızı kutlar, sağlık ve mutluluklar dilerim. Gazete için çok teşekkürler. Geylani KOCA

16


ġĠĠR

AHLAT GAZETESĠ

17

ġĠĠR DOSTLARI BULUġMA NOKTASI BĠLMELĠSĠNĠZ KĠ…

AĞIT

Bilmelisiniz ki… Duvarlarda asılı diplomalar İnsanı insan yapmaya yetmez. Bilmelisiniz ki… Aşk sözcüğü ne kadar çok kullanılırsa Anlam yükü o kadar azalır. Bilmelisiniz ki… Karşınızdakini kırmamak ve inançlarını Savunmak arasındaki çizginin Nereden geçtiğini bulmak zor. Bilmelisiniz ki… Gerçek arkadaşlar arasına mesafe girmez. Gerçek aşkların da. Bilmelisiniz ki… Deneyimin, kaç yaş günü partisi Yaşamanızla ilgisi yok. Ne tür deneyimler yaşadığınızla var. Bilmelisiniz ki… Aile hep insanın yanında olmuyor. Akrabanız olmayan insanlardan ilgi, sevgi Ve güven öğrenebiliyorsunuz. Aile her zaman biyolojik değil. Bilmelisiniz ki… Ne kadar yakın olursa olsunlar En iyi arkadaşlar da ara sıra üzebilir. Onları affetmek gerekir. Bilmelisiniz ki… Bazen başkalarını affetmek yetmiyor. Bazen insanın kendisini affetmesi Gerekiyor. Bilmelisiniz ki… Yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın Dünya sizin için dönmesini durdurmuyor. Bilmelisiniz ki… Koşullar ve olaylar, kim olduğunuzu Etkilemiş olabilir. Ama ne olduğunuzdan kendiniz Sorumlusunuz. Bilmelisiniz ki… İki kişi münakaşa ediyorsa bu birbirlerini Sevmedikleri anlamına gelmez. Etmemeleri de sevdikleri anlamına gelmez. Bilmelisiniz ki… Her problem kendi içinde bir fırsat saklar. Ve problem, fırsatın yanında cüce kalır. Bilmelisiniz ki… Sevgiyi çabuk kaybediyorsunuz. Pişmanlığı uzun yıllar sürüyor. Bilmelisiniz ki… Soğuk kalpten sıcak söz Çıkmaz. Bilmelisiniz ki… Elma, ağacından Uzağa düşmez…

Çiçekçi bana bir gül ver Sevgilime değil bir ölü için Çiçekçi bana bir gül ver İçine gözyaşlarımı sığdırabileyim. Yakasına böyle bir gül takmıştı. G gün bir görseydin sen onu Çiçekçi bana bir gül ver Sanki o güldendi bütün mutluluğu Sen de;- Bir arkadaşın öldü Ben diyeyim:- Kardeşim! Çiçekçi bana bir gül ver Götürüp tabutuna iliştireyim. Kaldırımlarda kömür tozları Bacalarda koyu bir duman var Kara bir gökyüzü tek özelliği bu kentin Çiçekçi bana bir gül ver Kapalı perdeleri açabilse gülüm Kapalı kapıları kırabilse Kapalı yüreklere girebilse… Çiçekçi bana bir gül ver. -Beyim gül olmaz ki bu mevsimde! Ahmet ERHAN

CANDAN BARIġALIM Biz de bu dünyaya olalı konuk; Yirmi haziranda geldi bu tanık, Ellisekiz bahar yüreği yanık. Yaşarız sevgiyle Hakk’ı bilelim, Candan barışalım candan gülelim. Hatice’dir anam, Osman’dır babam, Sunmuştur Gülizar bülbüle ilham, Dolunca Gülhanla Gökhanla yuvam. Ne verdiyse Rabb’im teslim olalım, Candan barışalım candan gülelim. Ahde vefa önce aşk ile iman, Sevgiyle barışla olunur insan, Hakk’a hakikate etmeden isyan Kul olmak gerektir yalnız Allah’a, Kim çıkar bilinmez yarın sabaha, Ressam Halil geçti bak bir yıl daha Bu mukaddes yola candan gelelim, Candan barışalım candan gülelim. Halil GÜLEL

17


AHLAT GAZETESĠ

18

SAĞLIK

SAĞLIĞINIZ ÖNEMLĠDĠR… KALP KRĠZĠ Diyelim ki, mesai saati bitti ve siz de akşam 18:30 civarında, alışılmadık derecede zorlu bir iş gününün ardından tek başınıza arabanıza binip evin yolunu tuttuyorsunuz. Çok yorgunsunuz, kafanıza takılan bazı sorular canınızı fena halde sıkkıyor. Sinirleriniz iyice gergin. Eve gidince acaba hangi sorunlarla karşılaşacağım derken, Birden göğsünüzde bir daralma, kolunuza ve çenenize doğru yayılmaya başlayan korkunç bir ağrı hissediyorsunuz. Bu da nereden çıktı darken ağrı giderek sıkıntı vermeye başlıyor. En yakın hastaneye sadece on dakikalık mesafedesiniz ama hastaneye ulaşmayı başarıp başaramayacağınızdan bile emin değilsiniz. Ne yapacaksınız? İşte bu yüzden yalnızken kalp krizi geçirme riskine karşı bazı pratik önlemleri bilmekte yarar var. Çünkü pek çok insan yalnız başınayken ve çevrede kimseler yokken kalp krizi geçiriyor. Kalp atışları düzensizleşen ve kendisini bayılacakmış gibi hisseden birinin bilincini yitirmeden once yalnızca 10 saniye kadar zamanı vardır. Bu durumda ne yapılması gerekir? Öncelikle paniğe kapalmamak, soğukkanlı ve bilinçi bir şekilde üst üste ve kuvvetlice öksürmeye başlanmalıdır. Derin bir nefes alıp şiddetle öksürmeye devam edilmelidir. Bu durum kan dolaşımını hızlandırdığından kalbe daha çok kan gelmeye başlayacak ve ciğerlerinize daha çok temiz hava ve oksijen girecektir. Bu da sizing ilk paniği atlatmanıza biraz daha zaman tanır. Bu zaman içinde hastaneye yetişebilir, çevrenizden birine ulaşabilir, sizi gören biri yardımınıza koşabilir. Aman dikkat bunları unutmayınız…

DEPRESYON Depresyon, küresel sağlığı tehdit eden önemli hastalıklar listesinin ilk sırasını işgal ediyor. Son 20-30 yılda büyük bir artış gösteren hastalığın nedeni hala tam olarak anlaşılmış değil. 1980’li yıllarda mucize ilaç olarak nitelendirilen antidepresanların hastaların ancak yarısını iyileştirdiği, diğer yarısının da ilaçlara direnç geliştirdiği yeni yeni ortaya çıkıyor. Bu sonuçlar karşısında dev ilaç şirketlerinin pek çoğu depresyon araştırmalarına son vermek durumunda kaldılar. Ancak bilim insanları hastalığın nedenlerini ortaya çıkarmak konusunda kararlı sir tavır göstermektedirler. Bu alanda geliştirdikleri yeni tedavi yöntemleri konusunda olumlu sonuçlara ulaşmayı başardılar. Hangi hastalığa yakalanırsanız yakalanın, ister soğuk algınlığı gibi sıradan bir hastalık, isterse kanser kadar ciddi bir hastalık olsun, yakınlarınız

ellerinden geleni yaparlar. Ancak depresyona yakalanmış iseniz işinizin zor olduğunu unutmayınız. Depresyon hastaları, hasta olduklarını kabullenmezler, içinde bulundukları durumu, şimarıklık, tembellik veya naz olarak algılarlar. Bu gibi durumlarda en sık duyulan tavsiye, “kardeĢim bak herĢeyin var, neden hala mutsuzsun, kendini toparla artık, kafana birĢey takma, bütün gün evvde öyle miskin miskin yatacağına kalk biraz iĢe yara.” Bu konudaki uzmanlara gore, depresyon geçirmekte olan bir insane “toparla kendini demek, ayağı kırık bir insane hadi kalk koĢ,” demekle eşdeğerdir. Dünya Sağlık Örgütü’ne gore, depresyon dünyanın en yaygın ve küresel, ekonomiye en fazla yük bindiren hastalıkların başında gelmektedir. Bu kadar yaygın ve riskli bir hastalığın, hem en yanlış bilinen, hem de en fazla inkar edilen bir hastalık olması ilginçtir. Depresyonun, gerçek bir hastalık olup olmadığı, melankoli olarak nitelendirildiği zamandan beri sorgulanmaktadır. Bilim insanları depresyon ile ilgili bugüne kadar bilinenleri bir kenara bırakıp, hastalığın sanki yeni bir sağlık sorunuymuş gibi ele alınmasına sıcak bakmaktadırlar. Bu yaklaşım depresyon altında yatan mekanizmaların daha iyi anlaşılmasını sağladığı gibi, dünyanın en büyük anlaşılmaz hastalığının kesin tedavisinin geliştirilebileceği umudunu doğurdu. Yeni araştırmalar depresyonun tek bir bozukluktan kaynaklanmadığını, tam tersine altında farklı nörolojik mekanizmaların yarattığı, çeşitli rahatsızlıklardan oluşan kompleks bir hastalık olduğunu gösteriyor. Depresyon en acımasız hastalıklardan biridir. Farklı kaynaklar farklı tahminlerde bulunmasına karşın, yaklaşık her altı kişiden birinin yaşamının bir noktasında depresyon ile tanıştığı tahmin ediliyor. Hastalığın semptomlarına katlanmak oldukça güçtür. Bunların başında uykusuzluk, umutsuzluk, yaşamdan kopuş, kronik tükenmişlik ve hatta kalp krizi gibi hastalık risklerinin artması geliyor. İnsanlara depresyona iten nedenler beyindeki kimyasal dengesizliğin bir sonucu olarak gösterilmektedir. Buna gore serotonin düzeyi artırıldığı zaman beyindeki sinyal iletimi normale döner ve dolayısıyla bozukluk ortadan kalkar. Bilim insanlarının bu konudaki yeni çalışmaları henüz emekleme aşamasındadır. SAĞLIKLI GÜNLER DĠLĠYORUZ….

18


GÖRÜġ

AHLAT GAZETESĠ

19

TRAFĠKTE ġĠDDET Prof. Dr. Ġbrahim BALCIOĞLU Trafikte kuralsızlık daha da kötüsü silah çekme… Geçmişten günümüze süregelen “Trafik kontrollerinde yakalandıklarını ve ehliyetsiz araç Psikolojisi” ile ilgili araştırmalara göre, sürücüler kullanmaktan cezaya maruz kaldıklarını tarafından trafik kurallarına uyma davranışı trafik belirtmişlerdir. polisleri olduğunda gözlemlenebilmektedir. Trafikte Fakat ehliyetsiz araç kullanmaları ehliyetli şiddet ise öfkeli sürücüler ve hem öfkeli hem silahlı kullanmaları ile karşılaştırıldığında ehliyetsiz araç sürücüler tarafından dikkate değer olmaktan çok kullanmalarının o kişiye tam eksiksiz trafik daha ileri bir noktaya getirilmiştir. Bu çalışmada kurallarına uymayı ve önceki araç kullanmalarının öfkeli sürücülerin trafikteki negatif davranışları ve da ne kadar tehlikeli ve riskli olduklarını fark sebepleri, dünya çapında yapılmış araştırmalar temel etmelerini ve araçsızda trafikte seyahat alınarak anlatılmaktadır. Öfkeli sürücülerin edebileceklerini öğrendiklerini belirtmişlerdir. davranışlarının tespitinin rutin olarak yapıldığı ve Trafikte silah çekme ise en vahim olan yapılabileceği, “Sürücü Davranış Analizi” diye durumdur. Trafikte diğer sürücülere düşmanca adlandırılan psikiyatrik muayene sürecinin duygular hissetmek ve aynı anda üstünde veya anlatılmasıyla ele alınmaktadır. arabanın torpido gözünde silah bulundurmak az da Çocuk önce görsel yeteneklerle etrafını rastlanan durum değildir. İstanbul Adli Tıp algılar, ne olup bittiğini hafızada tutamaz. Annenin Kurumunda 2002 yılında incelemeye alınan ateşli sesini duyar ve annenin varlığını hisseder. Ardından silahlarla işlenmiş suçlarla ilgili silah verilerine göre anne olmasa da anne varmış gibi hisseder. Bu özellik silah sahibi insanların silahlarını nasıl muhafaza “represantasyon oluşturma” olarak bilinir. Bu ettikleri sorulduğunda %6’sı arabada ve % 34’ü de “personele” durumdan “depersonele” duruma üzerinde silah taşıdıkları anlaşılmıştır. Ticaret amaçlı geçişler için ilk deneyimdir. Yani ortamda kural şehirle arası seyahat veya taşımacılık yapanlarda bu koyucular olmasa da kurallara uymayla ilgilidir. oran daha da yüksektir. Silah verileri bakımından Daha ileri dönemde annenin babanın koyduğu bize benzeyen Amerika’daki Arizona eyaletinde kurallar, fiziki koşullara bağlı süreçler, süperego yapılan benzer çalışmada sürücülerin %11’inde aynı gelişimi gerçekleşir. Toplum süperego gelişimi zamanda silah da vardır. Bunların %4’ü sürekli ve noktasında nerede ise o toplum o kadar ileri %7’i ise bazen arabada silah bulundurmaktadır. düzeydedir. İnsanlar birbirlerine saygılı, hukukun Bizde ise sürücülerin %2’si sürekli %4’ü bazen üstünlüğünü temel yaşam biçimi edinilmiş, silahlı seyahat etmektedirler. Günde ortalama kuralların ve yasanın hakim olduğu, huzurlu, kaliteli Türkiye’de 8 milyon araç trafiğe çıkmaktadır ve ve gelecek kaygısı olmayan toplumdur. toplamda her gün hareket halindeki 280 000 araçta Bizler bu konuda maalesef henüz sınıfını aynı zamanda silah da var demektir. geçmiş durumda değiliz. Trafik kurallarına riayet Tabi arabasında silah olan her kişi diğer trafik polisi olduğunda var. Trafik polisi sürücüye silah çekmemektedir. Bu durum öfkeli olmadığında kuralda yok. Okulda hastanede ve sürücüler için geçerlidir. Öfkeli sürücü trafikte kışlada da öğretmen, doktor veya komutan yoksa sinirlendiğinde önce açık bir şekilde el kol disiplinde yok. hareketleriyle diğer sürücüye bağırmakta küfür Trafik ortamında şoförlerin nasıl etmektedir. Eğer diğer sürücü cevap verir veya davrandıklarının tespit etmeyi amaçladığımız dalaşmaya devam ederse kullandığı araçla diğer çalışmada; trafikte bir polis aracı yakınınızdan sürücüyü çok yakın takip edip sıkıştırmaktadır. geçiyorsa, bir trafik polisi aracınızı yolun kenarına Sonrada silahı çekip diğer sürücüye doğrultmakta çekmenizi işaret ediyorsa, gizli bir noktadan trafiği veya teşhir edici davranışlara girmektedir. Bazen izleyen bir polis aracı görüyorsanız ve radarla hız ateş etmekte hatta arabanın tekerleklerine sıkmaktan takibi yapan polis aracının yanından geçerken sizi da geri kalmamaktadır. Burada en büyük risk nasıl etkiler? Sorularına tamamı hiç kızdırmaz yanıtı grupları özellikle erkek genç erişkin ve arabada silah vermişler ve ortamda polis olduğunda istenilen bulunmasıdır. Yunanistan Teknoloji Eğitim sürücü davranışını yapma eğiliminde olduklarını Enstitüsü Sosyal Hizmet departmanı tarafından genç belirtmişlerdir. erişkinlerin trafikte risk taşımaları konusunda Bakırköy Psikoteknik Değerlendirme ve yapılan araştırmada; “genç yaş”ın (özellikle 18-24) Trafik Danışmanlık Merkezi’ne 2001–2003 trafikte kural ihlalleri ve rahatsızlık yaratma ile yıllarında başvuran yaklaşık 3000 sürücünün doğru orantılı olduğu, hatta kural ihlallerinin değerlendirilmesinde; ehliyeti geçici süre alınan bu özellikle eğlence için yapıldığı yer almış ve bunun sürücülerin %92’si ehliyetsiz oldukları sürede araç sonucu olarak da trafikte kaza ve şiddete sebebiyet kullandıklarını ve bunların sadece %2’sinin trafik verdiği açıklanmıştır. devam edecek…

19


AHLAT GAZETESĠ

20 VEFAT VE BAġSAĞLIĞI Bitlisli hemĢehrimiz

TALĠA YAPAN Hakkın rahmetine kavuĢmuĢtur. Merhumeye rahmet, kederli Ailesine sabır ve baĢsağlığı dileriz… VEFAT VE BAġSAĞLIĞI Bitlisli hemĢehrimiz

AYDIN TURER Hakkın rahmetine kavuĢmuĢtur. Merhuma rahmet, kederli Ailesine sabır ve baĢsağlığı dileriz… VEFAT VE BAġSAĞLIĞI Adilcevazlı hemĢehrimiz

YADĠGAR NACAR Hakkın rahmetine kavuĢmuĢtur. Merhumeyerahmet, kederli Ailesine sabır ve baĢsağlığı dileriz…

GÜNCEL

AHLAT GAZETESĠ YIL 20 SAYI 154

EYLÜL 2013 SAHĠBĠ VE YAZI ĠġL. MÜD. : Ġlhami NALBANTOĞLU TEKNĠK DANIġMAN : Emre NASIR TEKNĠK SERVĠS : Bülent AKGÖZ ĠDARE MERKEZ Ġ VE BASILDIĞI YER Sakarya Caddesi 17/21 YeniĢehir-ANKARA YAYIN TÜRÜ Yerel Süreli Yayın BASILDIĞI TARIH 25 Ağustos 2013 AHLAT GAZETESĠ’inde yayımlanan yazılardan imza sahipleri sorumludur. Her türlü yazı ve makalenin her hakkı saklıdır. İzinsiz kısmen veya tamamen yayımlanamaz. AHLAT GAZETESĠ’nin, Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı dışında hiçbir kuruluşla doğrudan veya dolaylı herhangi bir bağlantısı yoktur. ĠLETĠġĠM Tel./Faks: 0 312 467 07 19

www.aksav.com e-mail: i_nalbantoglu@yahoo.com ahlat.vakfi@yahoo.com.tr

ISSN 1306-4908 YAYIN NO:4201 YAZIġMA ADRESĠ

PK 499 YeniĢehir-ANKARA VEFAT VE BAġSAĞLIĞI Adilcevazlı hemĢehrimiz

ġEVKET KAPLAN Hakkın rahmetine kavuĢmuĢtur. Merhuma rahmet, kederli Ailesine sabır ve baĢsağlığı dileriz… VEFAT VE BAġSAĞLIĞI Adilcevazlı hemĢehrimiz

CENNET DALKIRAN Hakkın rahmetine kavuĢmuĢtur. Merhumeye rahmet, kederli Ailesine sabır ve baĢsağlığı dileriz…

VEFAT VE BAġSAĞLIĞI Adilcevazlı hemĢehrimiz

ORHAN YILMAZ Hakkın rahmetine kavuĢmuĢtur. Merhuma rahmet, kederli Ailesine sabır ve baĢsağlığı dileriz…

VEFAT VE BAġSAĞLIĞI Adilcevazlı hemĢehrimiz

BÜLENT ALTAY Hakkın rahmetine kavuĢmuĢtur. Merhuma rahmet, kederli Ailesine sabır ve baĢsağlığı dileriz… VEFAT VE BAġSAĞLIĞI Adilcevazlı hemĢehrimiz

H.ĠBRAHĠM GÜNAY Hakkın rahmetine kavuĢmuĢtur. Merhuma rahmet, kederli Ailesine sabır ve baĢsağlığı dileriz… VEFAT VE BAġSAĞLIĞI Bitlisli hemĢehrimiz

HAYRETTĠN GÜNGÖRDÜ Hakkın rahmetine kavuĢmuĢtur. Merhuma rahmet, kederli Ailesine sabır ve baĢsağlığı dileriz… 20


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.