Bir Osmanlı Şehri Olarak Üsküp Abdüsselam İslam Bana Bizi Yaşatan Gece; Ruhuma Dokunan Bir Şehit Kanının Hatırası Merdan Hanıyev
Doğu Türkistanlı Öğrenci Olmak Oğuzhan Uygur
Türkiye’nin Somali Politikası: 15 Temmuz’dan Öncesi ve Sonrası Abdulkarim Yusuf Abdulle
Dirilişin Birlikle İçselleştiği Gece: 15 Temmuz İmam Hissein Alio
Abdulkarim Yusuf Abdulle Somali Abdüselam İslam Makedonya Adam Abubakar Nijerya Alizhon Shaymardonov Tacikistan Amet Dervishev Makedonya Anwarul Azim Bangladeş Aquitulane Ancha Amisse Mozambik Bahadır Musametov Özbekistan Barış Osman Makedonya Bülent Özdaman Türkiye Cabir İhtiyar Batı Trakya Efkan Özdemir Türkiye Ekrem Destanov Makedonya Emir Kasami Makedonya Farman Turkmenov Kırgızistan Fayzullakhon Otakhonov Özbekistan Gulam Yasin Doğu Türkistan Hilmi Hurşit Suriye Husaifah Kueloh Tayland İmam Hissein Alio Çad İslam Şükürov Azerbaycan İsmail Kahraman Bulgarıstan Mamurjon Akhmatjonov Özbekistan Mehmet Gündüz Türkiye Merdan Hanıyev Türkmenistan Minhazul Abedin Bangladeş Muharrem Shtavica Kosova Mümin Ali Makedonya Oğuzhan Uygur Doğu Türkistan P. Yusmar Yusuf Endonezya Selim İlyazi Makedonya Sidy Amadou Diallo Senegal Tural Yusifzada Azerbaycan Yusuf Kemal Yaman Türkiye
Editörden Bizi yaratan, yoktan var eden, içimize iman nimetini koyan yüce Rabbimize hamd-ü Sena, alemlere rahmet olarak gönderilen sevgili peygamberimiz Hazreti Muhammed (s.a.v) selam olsun. Mihmandar Uluslararası Öğrenci Derneği Adına İmtiyaz Sahibi Efkan ÖZDEMİR Genel Yayın Yönetmeni Barış OSMAN Yazı İşleri Müdürü Reşat BOYACA Kültür Sanat Danışmanı Bülent ÖZDAMAN Yayın Kurulu Mehmet Ali BOLAT Mehmet EVRAN Yusuf Kemal YAMAN Hüseyin ÖNAL Uğur ÖZÇELİK Yusuf MUGOYA Yayın Editörleri Mamurjon AKHMATJONOV Mustafa Yasir KURT Talha BAŞIBÜYÜK Hukuk Danışmanı Mehmet Samet SÖNMEZ Son Okuma Ali SATILMIŞ Bilal AY İbrahim KALKAN Dizgi ve Tasarım P. Yusmar YUSUF Yazışma Adresi Selami Ali Mahallesi Gazi Caddesi No:10 Daire:4 Üsküdar, İstanbul t: (0216) 532 56 83 e: mihmanderdergi@gmail.com w: www.mihmander.org /MihmandarUluslararasiKulturVeDusunceDergisi /birmilletiz
Değerli okuyucularımız, Mihmandar Uluslararası Kültür ve Düşünce dergisinin ikinci sayısını sizlere takdim etmekten mutluluk duyarım. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki; heyecanla ve büyük bir özveri ile hazırladığımız ve ekibimizin yoğun çalışmaları sonucu sizlere takdim ettiğimiz dergimizin ikinci sayısında sürç-I lisan ettiysek af ola. Dergimizin ilk sayısında olduğu gibi dünyanın dört bir yanından gelen çok değerli öğrenci kardeşlerimizin, kendi ülkeleri ile ilgili kaleme aldıkları yazıları üzerinden, siz değerli okuyucularımızın bilgi edinmesini arzu etmekteyiz. Bu doğrultuda, Türkiye’ye geldikleri ilk günden itibaren yaşadıkları olayları ve kendi ülkelerinde var olan sorunları, siz değerli okuyucularımız ile paylaşmak istedik. Özellikle 15 Temmuz gecesi yaşanan hain darbe girişimi üzerine uluslararası öğrencilerin düşüncelerine de dergimizde yer vermek istedik. Günümüzde, Müslüman coğrafyalarda cereyan eden olaylar karşısında, Müslümanların belirli bir tavır ortaya koyması gerektiği elzemdir. Nitekim, Müslümanların yaşadığı ülkelerde özellikle yanı başımızda Irak ve Suriye’de zulme uğrayan ve sahipsiz kalan Müslüman kardeşlerimizin hak ve hukuklarının korunmasını, Hocalı ’da katledilen, Karabağ’da göçe zorlanan, Myanmar’da yalnızca Müslüman olduğu için evleri ve camileri ateşe verilerek göçe zorlanan, öldürülen ve kimlikleri inkâr edilen din kardeşlerimizin acılarının bitmesini temenni ediyorum. Filistin’deki kardeşlerimizin en kısa zamanda rahata ve huzura kavuşmalarını yüce rabbimizden niyaz ediyorum. Avrupa’nın göbeğinde 11 Temmuz 1995’te Sırplar tarafından soykırıma uğrayan Müslüman kardeşlerimizin acısı hala yüreklerimizde taze. Batı ülkelerinin, İslam coğrafyasındaki bu zulümleri görmezden gelmesi de insanlık adına utanç vericidir. Bununla birlikte, Afrika’da yaşanan insanlık dramlarının da bir an önce son bulmasını Cenab-I Allah’tan diliyorum. Bu minvalde, uluslararası öğrenciler olarak, söz konusu ülkeleri daha yakından tanıtmak adına, tarihi olayları, siyasi konular, güncel meseleleri bir dergi üzerinden siz değerli okuyucularımız ile paylaşmanın ne kadar isabetli olduğunu dergimizin ilk sayısında gördük. Gazetelerde, sosyal medyada ve televizyonlarda çıkan haberler dışında, belirli olayların daha detaylı ve doğru bir şekilde aktarılmasını hedeflemekteyiz. Bu doğrultuda, ilk sayıda olduğu gibi zengin bir içeriği olan ikinci sayımızla sizleri buluşturmaktan mutluluk duyuyoruz. Bu sayıda, “15 Temmuz Hain darbe girişimi”, “Tarih”, “Siyaset”, “Güncel Konular”, “Spor”, “Kültür”, “Çizim”,” Sinema”,” Deneme”,” Fotoğraf” gibi konular yer almakta, bunların yanında birbirinden güzel şiirler ve Türkiye’de okuyan misafir öğrencilerin Türkiye de gerçekleştirdikleri geziler üzerine paylaştıkları yazılar da yer almaktadır. Siz değerli okuyucularımızın istek ve önerilerinizi de bekler, bir sonraki sayımızda görüşene kadar sevgi ve muhabbetle kalmanızı dilerim. Bu yolda bizlere desteklerini esirgemeyen Mihmandar Uluslararası Öğrenci Derneği’nin değerli yönetim kuruluna da teşekkürü bir borç biliriz. Saygılarımla. Barış OSMAN
IÇINDEKILER
2
03
MİHMANDAR Olabilmek... Efkan Özdemir
32
04
Bana Bizi Yaşatan Gece; Ruhuma Dokunan Bir Şehit Kanının Hatırası Merdan Hanıyev
Bulgaristan’da Müslümanlara Uygulanan Asimilasyon İsmail Kahraman
33
Kur’an-ı Kerim’de Hz. İsa’nın Mucizeleri Selim İlyazi
06
Türkiye’nin Somali Politikası: 15 Temmuz’dan Öncesi ve Sonrası Abdulkarim Yusuf Abdulle
37
Yaşamaya Dair! Mehmet Gündüz
08
38
10
Dirilişin Birlikle İçselleştiği Gece: 15 Temmuz İmam Hissein Alio 15 Temmuz Darbe Girişimi Farman Turkmenov
40
Who Believe “Non-Violence is the Absolute Religion in Buddhism”: My Journey with Rohingya Minhazul Abedin Salata Güzali Ekrem Destanov
12
Karanlık Gece Fayzullakhon Otakhonov
42
Peygamberim Aquitulane Ancha Amisse
13
Tarihi Gece 15 Temmuz Hilmi Hurşit
43
15 Temmuz Gecesi Adam Abubakar
14
Mazlumun Umudu Türkiye Alizhon Shaymardonov
44
Ey Müslüman Adam Abubakar
16
15 Temmuz Tarihi Gece ve Türkiye Mamurjon Akhmatjonov
45
Selam Mümin Ali
18
Bir Osmanlı Şehri Olarak Üsküp Abdüsselam İslam
46
Muhteşem Geçen Dört Gün Husaifah Kueloh
20
Benim Güzel Batı Trakyam! Cabir İhtiyar
48
Özgürlük Tural Yusifzada
21
Nevruz Kutlamaları İslam Şükürov
49
Yollar ve Filmler Bülent Özdaman
24
Makedonya Müslümanları ve BESA Amet Dervishev
52
Doğu Türkistanlı Öğrenci Olmak Oğuzhan Uygur
26
Kosova’da Meşhed-i Hüdavendigâr Muharrem Shtavica
54
Yükümüz İyilik Yolumuz Balkanlar Yusuf Kemal Yaman
28
Paşa Camii (Alaca Camii) Emir Kasami
56
Uluslararası Sporlar
30
XVIII. Yüzyıl Orta Asya Düşünürlerinden Muhammed Şerîf El-Buhârî Bahadır Musametov
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
MİHMANDAR Olabilmek… “Biz Bir Milletiz” sloganıyla yola çıkan Mihmandar ailesi olarak bizler Misafir öğrencilerimize mihmandarlık yapmanın gurur, sevinç ve mutluluğunu derinden hissediyor ve yaşıyoruz. Uluslararası öğrenciler, dünyanın dört bir yanında eğitimini sürdürmek üzere yollara düşmüş ve şanslı diyebileceğimiz bir kısmı ise Türkiye’yi tercih etmişlerdir. Güzel ülkemizin güzel insanları misafir öğrencilerimizi bağrına basarak hasretlerine bir nebze olsun su serpmişlerdir. Yeri geldiğinde evini açmış, yeri geldiğinde ise ekmeğini paylaşmıştır. Ümmetin bir parçası olarak görüp ‘bizden biri’ diyerek kardeşlerine ensar olmuştur. Milletimizin gönül coğrafyasının ufku ve genişliği adeta sınırlarının dışına taşmıştır. Mihmandar, bu gönül coğrafyasının dünyaya açılan bir kapısı olmuştur. Misafir öğrencilerimizi kendi evlerinde ve sevdikleriyle birlikte olma hissiyatlarını burada yaşatma duygusuyla hareket etmektedir. Mihmandarımız aynı zamanda öğrencilerimizin istidatını ortaya koyacak kültürel, sosyal, edebi ve sportif faaliyetlerle onlara maddi ve manevi katkı da sunmaktadır. Bu katkı çerçevesinde yapmış olduğumuz şiir geceleri, makale yarışması, dergi vs. faaliyetlerle hem ortam hazırlama hem de organizasyon tecrübesi kazandırma hedeflenmiştir. İşte ikinci sayısını çıkaracağımız “Mihmandar Uluslararası Kültür ve Düşünce Dergisi” öğrencilerimizin değerli kalemleriyle süslenerek bu hedefin tezahürü olarak kendini göstermiştir. Milletimizin iliklerine kadar hissetmiş olduğu 15 Temmuz hain darbe girişimi misafir öğrencilerimizin de duygularını ifade etmek üzere satırlara dökülmüştür. Aynı zamanda farklı kültür ve coğrafyadan da yazılarla zengin bir içeriğe sahip olmuştur. Ümmetin geleceğine Mihmandar olma yolunda bir parça olsun katkımız varsa ne mutlu Mihmandar ailesine ve destekçilerine… Biz biliyor ve inanıyoruz ki gayret bizden, başarı Rabbimizdendir. Efkan ÖZDEMİR Mihmandar Yönetim Kurulu Başkanı
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
3
Bana Bizi Yaşatan Gece; Ruhuma Dokunan Bir Şehit Kanının Hatırası* İnsan kendini bildi bileli varlığın sırrını merak eder. Nereden geldik nereye gidiyoruz sorusu ise her zaman bu merakın tazeliğini ve mahremliğini hatırlatır bize. Apaçık bir sır gibi… Hayat ise bu gerçeği su yüzüne çıkarmak yerine hep maskeli yüzlerin arkasında saklar. Allah’ın kaderi ve eceli sakladığı gibi…
Merdan Hanıyev Türkmenistan İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Bölümü Yüksek Lisans
Daha çocuk iken tanışmışlığım vardı “Türk” ve “Türkmen” kelimesiyle. Bu kelime “iman eden” anlamına geliyordu. Tarihe baktığımda ise önce Göktürkler, Hunlar ve daha sonra Türk soyunun başlangıcı olan Oğuzlar geldi aklıma. Bilindiği üzere Oğuz Han’a kadar İslam dini henüz Türk topluluklarında yayılmamıştı. Bu sebeple düşüncelerimi biraz daha Oğuzhan ve sonrasına yoğunlaştırıyorum. Ortaokul 6. sınıftayken “Türkmen Tarihi” adında bir dersimiz vardı. Hiç abartmadan itiraf edebilirim ki, ortaokul yıllarımda en sevdiğim derslerden biriydi Türkmen Tarihi. Bir gün öğretmenimiz bize “Türk(men)ler nasıl ortaya çıkmış bilir misiniz?” diye soru sormuştu. Tabi ki bu sorunun cevabı bizler için oldukça kolaydı. Herkes el kaldırmış ve cevap vermek için büyük bir çaba göstermişti. Hoca bizden cevabı söylememizi isteyince, “Oğuz Han’dan başlıyor” diye yüksek bir ses ile cevap vermiştik. Ama asıl soru öğretmenimizin sorduğu diğer soru idi. Öğretmenimiz Oğuz Hanı herkesten ve özellikle anne babasından ayıran ve bu gün bizim en büyük atamız olmasına sebep olan özelliği ne idi? diye sordu. Bu sefer herkes suskundu. Hoca lafı uzatmadan hemen şunları anlattı: Oğuz Han’ın babası kendisini Karahanoğlu Hanedanlığı’nın önde gelen adamlarından birinin kızı ile evlendirmek istemiş. Oğuz
Han kendisine eş olacak hanımefendi ile evlenmeden önce görüşmek istediğini ve bazı şartlarını kabul etmesi durumunda evlenebileceğini söylemiş. Babası Oğuz Han’a izin vermiş. Bir çadırda buluşmuşlar ve Oğuz Han kendisine gösterilen hanımefendiye: “Müslüman olmayı kabul edersen ben de seninle eş olmaya kabul ederim” demiş. Bir inanca (Göktanrı inancı) sahip olan bu hanımefendi ise ; “ben töreme yakışmayan bir dini kabul etmem” demiş. Oğuz Han bu nikahın olamayacağını babasına söylemiş. Bunun üzerine çok vakit geçmeden babası başka bir eş adayı ile görüşmesini istemiş. Bu eş adayına da aynı soruyu sormuş ve aynı cevabı almış. En son kendi istediği bir hanımefendi ile görüşmeyi babasına teklif etmiş ve bu isteği babası Karahan kabul etmiş. Bu hanımefendiye de aynı şartı söylemiş. Hanımefendi; “Beyim, dinin dinimdir, namusun namusumdur, sırrın sırrımdır” diye cevap vermiş. Böylece Oğuz Han daha toplumunda kimse Müslüman olmamışken ilk Müslüman aileyi kurmuş. Tıpkı Hz. Adem, tıpkı Hz. İbrahim peygamber, tıpkı Hz. Ali gibi Müslümanlığın (İslam dinin) ilki, ve İslam’a muhalif olan putperestliğin karşısında yer almışlardır, dedikten sonra öğretmen bize bakmıştı. Sözünün sonunda bize demişti ki, “tarihini doğru bilmeyen ve ona sahip çıkmayan, geleceğini inşa edemez, tarih sadece bir vakıa değil, aynı zamanda terbiye ve güçlü bir gelecektir”. Bu hikayeyi dinlediğimde daha 13 yaşımdaydım. Aradan yıllar geçti. Şimdi 27 yaşımdayım ve 600 sene Müslümanların halifeliğini ellerinde namus bilip taşımış Osmanlı topraklarındayım. Yedi seneyi aşkın bir süredir bu topraklarda nerden gelip nereye gittiğimizi sorguluyorum. Bu topraklarda hiç yabancılık hissetmedim
*Uluslararası Öğrenciler Gözünden 15 Temmuz Şehitlerimiz Makale Yarışmasında birinciliği kazanan makaledir.
4
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
ama garip bir his vardı içimde. Eksik olan bir şeyler var ve bunun ne olduğunu bilemiyordum. Lisede öğretmenimin benim kim olduğumu nerden gelip nereye doğru gittiğimi anlattığı anı uzun uzadıya derin bir şekilde düşünmeye koyulmuştum. İçimdeki garip hissin aslında tarihimizi doğru anlamadığımızdan, yeterince sahip çıkamadığımızdan/çıkmadığımızdan kaynaklandığını düşünmeye başladım. Sene 2016 ve 15 Temmuz gecesi. İstanbul’un en eski semtlerinden biri olan Kadıköy Hasanpaşa’da bir öğrenci yurdunda kalıyordum. Kosovalı arkadaşım ve Yalova’da yaşayan bir Kürt arkadaşımla beraberdim. Uzun zamandır içimi yiyip kemiren derdimi onlar ile paylaşmak istemiştim. Tarihimiz ile bugünümüzü bağlayan ve onu bir birinden ayıran vakıaların ne olduğu hakkında, arkadaşlarıma ne düşündüklerini sordum. Her ikisi de soruya cevap vermeye hazırlardı, ama dışarıdan gelen bazı sesler dikkatimizi çekti. Pencereden dışarıya baktık ve insanların arasında bir hareketlilik olduğunu gördük. Düşündük ne olabilir diye ve çok vakit geçmeden dışarıya çıkıp etrafa bakmaya karar verdik. Saat 23:10 civarıydı ve eve döneceğimiz saatin sabah 07:10 olacağı aklımızın ucundan bile geçmemişti… Bu zamana kadar yaşadığım en uzun gece idi. Hasanpaşa’dan Boğaziçi Köprüsü’ne (15 Temmuz Şehitler Köprüsü) doğru akın eden cemaatin içindeydik. “Ya Allah, Bismillah, Allahu ekber” lafızları yolların başını döndürecek kadar nefes kesici bir şekilde sıcak yaz gecesinde yerden semalara doğru yükseliyordu. Çok uzun bir gece idi, her şeye canlı canlı şahit olduk. İlk defa o gece, yıllardır kafamı kurcalayan sorulara, yani bizim kim olduğumuz sorusuna cevap bulmuştum aslında. “Biz buyuz, dinimizi ve namusumuzu her şey pahasına koruruz, biz Müslüman’ız.” Bizde yüce olan Allah’tır, her işe onun adıyla başlarız… Gergin bir şekilde çıktığımız evden sabah mutlu bir şekilde, sanki yıllar süren savaşa katıldık ve zaferlerle geri dönmüş gibi heyecanlıydık. Ama unutamadığımız bir acı bizi rahatsız ediyordu. Hainlik ve hainlerin eliyle gözümüzün önünde Hakk’a yürümüş şehitler… Belki biz de onların yerinde olabilirdik. Hemen bir iki adım önümüzden geçen mermiler bize de isabet edebilirdi… O gece, çok uzun süren ve bitmek bilmeyen gece! O günün sabahı benim ve arkadaşımın elbisesinin şehit kanına bulanmış olduğunu farkettik. O kadar ilginçti ki, olması gereken onu yıkamak ve temizlemek iken, hiç öyle bir şey hissetmedik. Sanki o bize insanın masumluğunu anlatıyordu. Bizi bize anlatıyordu. Bizi ve dünyayı şerre karşı korumak için savunan şehit kardeşimizin kanı, gülümseyerek şöyle bir seslendi sanki; “Ölmek var, ölmek var, can bizim değil, bizi Yaratanın. Eğer onun
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
için verilecekse, onun bu kainattaki düzeninin bozulmaması için verilecekse, akıl düşünme faaliyetini kurban keser”… Evet. Anladım ki, ne kadar aciziz. Ne kadar da basit düşünüyoruz. Can birini, birilerini ya da bir toprağı korumak için verilmez. Can onu Yaratanın kainattaki düzenini korumak için verilir… Tekrar sordum kendime. Ben kimim? Nerden geldim ve nereye gidiyorum? Biliyorum ki kıyamet günü şehitler üzerindeki kanlarıyla dirilecekler ve Allah onlar için şahitlik yapacak. Yani şu üzerimdeki kan kıyamet günü Allah’ın şahit olacağı kan… Bana benim kim olduğumu biraz anlatıyor sanki. İsmin, soyismin ya da ırkın bir önemi yok, insan burada Hakk’ın kainattaki kurduğu düzeni inşa ve ihya etmek için vardır ve görevlidir. Daha doğrusu sorumludur. Sorumluluğunu yerine getiren kendi şahsiyetini inşa etmiş olur. Dahası Yaratanın kainattaki düzenini koruduğu için Allah ona kıyamet günü şahit olur. Peki bu ismini bilmediğim kendisini hiç tanımadığım adam, şimdi bana niye bu kadar yakın? Bu insan ne yaptı da üzerime bıraktığı bir avuç kan lekesi önünde bana kendi varlığının yüceliğini gösterdi. Bu nasıl bir şahitlik ki ben hiç tanımadığım insanın önünde büyük bir saygı ile eğilir hale geldim. Sonun da şunu anladım; Hani şu ortaokul yıllarımda öğretmenimin anlattığı tarihi hatırladım. Bir insan Allah’a kul olduğunda (İslam’ı kabul ettiğinde) aynı zamanda insanlık için bir sorumluluk abidesi olduğunu da kabul etmiş olmaktadır. Çünkü Oğuz Han’ın eşine koştuğu şart kendi ile eşi arasında olan şart değil idi, eşi ile Allah arasındaki barıştı ki İslam kelime anlamı olarak ‘barış’ demekti… Dertli olmanın ne olduğunu insanlara anlatmak abes gibi geliyor bazen bana. Çünkü herkesin bir derdinin olduğunu düşünmekteyim. Geçmişime dair bir derdim var çünkü hep geleceğin ne olacağını ne olması gerektiğini merak ediyorum. Zaten bu gün ne yapıyor isek geleceğimiz için yapmıyor muyuz? Evet! Peki o vakit o lise yıllarında öğretmenimin bana söylediğini tekrar hatırlayalım; “tarihini doğru bilmeyen ve ona sahip çıkmayan, geleceğini inşa edemez, tarih sadece bir vakıa değil, aynı zamanda terbiye ve güçlü bir gelecektir”. Bizim bu gün yaptıklarımıza nesillerimiz şahit olacak. Daha da ötesi Hak yolunda, Allah’ın kurduğu düzeni korumak için canlarını kurban edenlere Allah şahit olacak. Gelecek bizim elimizde inşa oluyor. Bu kainatın düzenin korumak için, sorumluluğu (teklifi) kabul edersek bir mana kazanır. Aksi halde o masum şehidin kanının bana bakıp gülümsediği gibi, zalim ve çekici dünya hayatı da bize öyle bakıp gülümser…
5
Türkiye’nin Somali Politikası: 15 Temmuz’dan Öncesi ve Sonrası Özet
Abdulkarim Yusuf Abdulle Somali Gebze Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Strateji Bilimi, YL
Türkiye ile Somali arasındaki ilişkiler Osmanlı İmparatorluğu’na kadar uzanmaktadır. Bu makale, Osmanlı İmparatorluğu’ndan günümüze kadar uzanan bu ilişkiyi inceleyecek ve analiz edecektir. Bu ilişki, 1990 yıllarda Somali hükümetinin çöküşüyle kesintiye uğraşmış olsa da 1998 “Afrika Eylem Planı” kararıyla tekrar başlamıştır ve son olarak Recep Tayyip Erdoğan’ın Mogadişu’yu ziyaret ettiği 2011 yılından beri hızlı bir şekilde değişmiştir. Türk iş adamları ve firmalar Somali’nin tüm iş sektörlerine yatırım yapmaya başladı. Bu arada, iki hükümet arasındaki ilişkiler, Türk ordusunun Mogadişu’da bir üs kurduğu seviyeye kadar geldi. Türkiye küresel siyasette güçlü bir aktör haline gelmek için Somali’nin stratejik konumuna son derece önem vermektedir. Bu makale, ancak sadece ikincil verileri analiz etmiştir ve 15 Temmuz’dan önce ve sonrası Türkiye’nin Somali dış̧ politikasındaki değişikliklere değinmiştiŗ. Somali’yi Tanıma Doğu Afrika’da yer alan ülkelerden biri olan Somali’nin kuzeybatısında Cibuti, güneybatısında Kenya, kuzeyinde Aden Körfezi ve Yemen ile doğusunda Hint Okyanusu, batısında ise Etiyopya bulunmaktadır. 14,3 milyon nüfuslu olan Somali, 637.657 km2 yüzölçümüne sahiptir. Başkenti Mogadişu ve Somali’ce olarak tanınan kendi dili vardır. İngilizler ve İtalyanlar tarafından sömürgeleştirilmiş̧ olan Somali 1960’ta bağımsızlığına kavuştu. 9 yıllık sivil ve demokratik hükümetten sonra 1969’ta askerler bir darbe ile iktidara geldiler. Askerlere karşı çıkmak için halk silahlı devrim yapmış̧ ve sonunda basarmıştır fakat ülkeyi yönetmeyi başaramayınca iç savaş̧ tekrar başlamıştır. Somali, 20 yıllık iç savaşın ardından istikrara kavuşmaya yeni başlamaktadır.
6
Daha önce dünyanın en tehlikeli toprak parçalarından biri olarak kabul ediliyordu. Hükümetin kontrol sağlayamadığı bölgelerin neredeyse dörtte üçü isyancı grupların hâkimiyeti altındaydı. Ülkedeki uranyum, doğalgaz, demir, bakır, boksit ve kalay yataklarının çoğu henüz islenmemiş̧ durumda. Somali petrol açısından da zengin bir ülkedir. 2011’den sonra Türkiye çok ilgi gösterip yardım faaliyetlerinde bulundu ve karşılığında da Türk şirketleri Somali pazarına girme fırsatı yakaladı. Sonunda ilişkiler uzun vadeli stratejik işbirliği yapacak noktaya gelmiştir. Somali-Türkiye İlişkileri Somali ve Türkiye arasındaki ikili ilişkidir. İki ülke yakın iş birliği içinde bir süredir ortak çalışıyorlar. Somali’nin Ankara’da bir büyükelçiliği bulunmaktadır. Türkiye ise Mogadişu’da yurtdışındaki en büyük büyükelçiliğini açtı. İki ülke arasındaki ilişkiler ortaçağa kadar uzanmaktadır. Adal Sultanlığı ile Osmanlı İmparatorluğu dönemine kadar uzanan bir geçmişe sahiptir. Osmanlı Dönemlerinde Osmanlı İmparatorluğu’nun kutsal yerleri ve Kızıldeniz ticari yollarını savunması için doğu Afrika önemli ve stratejik bir yerdi. Tarihsel olarak, Eritre, Cibuti, Somali, Sudan ve Etiyopya kısmen veya tamamen Osmanlı Devleti’nin hakimiyeti altındaydı. Osmanlı döneminde başlayan bu ilişkiler, 1923’te laik Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra zayıfladı. Laik Türkiye, Doğu Afrika ile tarihsel ilişkileri derinleştirmek ve genişletmek yerine başta yerli konular üzerine odaklamıştır. Berbera şehri ve limanı, Aden Körfezi’nde ve Kızıldeniz’in Afrika sahillerinde yer alır. Bulunduğu konum itibariyle oldukça stratejik bir noktadadır. Ardından liman Osmanlıların idaresine girmiştir. XIX. yüzyıla
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
kadar Osmanlı’nın kontrolünde kalan bölge daha sonra Mısır’a verilmiş̧ ve ardından İngilizler kontrolü ellerine almışlardır. Tüm bu el değiştirmeler yaşanırken hem Berbera’nın hem Aden Körfezi’nin hem de Kızıldeniz’in önemi ve değeri artmıştır. Sonuçta bölgede yaşanan nüfuz mücadelesi sırasında Osmanlı Devleti bölge üzerindeki hukukunu korumaya çalışmış̧ ancak bu hiç de kolay olmamıştır. Sömürgeciliğin en yoğun olarak yaşandığı XIX. yüzyılda bu çekişmelerden en fazla zarar görenler ise Somali ve Somali’nin Berbera gibi liman şehirlerinde yasayanlar olmuştur. İngiliz ve İtalyanlar 1900’lerde Somali’ye gelince, Mohamed Abdulle Hassan’in liderliğinde halk silahlı bir kurtuluş̧ savaşı başlattı. Somali tarihçisi Aw Jama Ömer Isse’ye göre, Hasan yardım için Yemen’deki Lehaj’daki Osmanlı komutanına başvurdu ve Hasan elçisi tarafından imzalanmış̧ olan anlaşmaya göre takipçileri Osmanlı İmparatorluğu’ndan korunma hakkı kazanmışlardı4. Daha sonra Osmanlı İmparatorluğu ve Hassan çok yakın işbirliği kurmuşlar ve Osmanlı Devleti yardımlarını sürdürmüştür. Cumhuriyet döneminde Cumhuriyet döneminde, Türkiye Somali’de herhangi bir faaliyet göstermedi ve diplomatik işbirliğinde bulunmadı. Yeni kurulan Cumhuriyetin, Osmanlı İmparatorluğu’yla yakın ilişkisi olan ülkelerle ilişki kurmak istememesi bunda etkili olmuştur. Somali’de 1979 yılında açılan, ancak yaşanan iç savaş̧ sebebiyle 1991 yılında kapatılan Türkiye Mogadişu Büyükelçiliği 2011’de yeniden açılmıştır. Büyükelçiliği 1991’de kapatılmış̧ olmasına rağmen Türkiye Somali’de yaşananlara kayıtsız kalmamış̧, imkanlar dâhilinde Somali’de barış̧ ve istikrarın sağlanmasına katkıda bulunmaya çalışmıştır5. 1984’te Türkiye, Doğu Afrika’daki ülkeler için bu bölgede yaşanan şiddetli kuraklıklara karşı çıkmak için İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) aracılığıyla 10 milyon dolar bağışta bulundu6. Daha sonra, 19931994 yılları arasında da Somali Birleşmiş̧ Milletler Barış̧ Gücü’ne katılmakla birlikte Çevik Bir, komutanlık görevinde bulunmuştur. 2011 ve sonrası 2011’de Somali’de yaşanan büyük kuraklık felaketine uluslararası toplumun dikkatini çekmek ve Somali halkı ile dayanışmayı göstermek amacıyla Başbakan Erdoğan’ın, 19 Ağustos 2011 tarihinde gerçekleştirdiği ziyaret ülkenin uluslararası izolasyondan kurtulmasına vesile olmuştur. Ziyaretin ardından TİKA, Kızılay ve sivil toplum kuruluşlarının katkılarıyla büyük bir hareketlilik başlamış̧ ve o tarihten bu yana insani yardım ve kalkınma alanında Somali’ye yaklaşık 400 milyon ABD Doları yardım yapmıştır. Somali, Türkiye’nin Afrika dış̧ politikasında büyük ve önemli bir yer almaktadır. Eğitim, sağlık, insani yardımı, askeri/güvenlik, altyapı ve devlet kurumlarını güçleştirmek gibi alanlarda Türkiye’nin yardımları devam etmektedir. Ayrıca Somali ile ikili ticaret hacmi gittikçe artmakta ve Türk şirketleri Somali’de faaliyetlerini artırmaya başladı. Örnek olarak Mogadişu Uluslararası Havalimanı’nı işletmesi 2013 tarihinde Favori LLC firması, Mogadişu Limanı’nı işletmesi ise 2014 tarihi itibariyle Albayrak AŞ tarafından devralınmıştır.
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
Ancak, Somali’nin en önemli destekçilerinden biri haline gelmek ile birlikte Şubat 2016’a kadar 15 ikili anlaşma imzaladı. Özellikle inşaat, ulaştırma, sağlık, eğitim, sivil havacılık, adalet ve hizmet sektörlerinde Somali önemli bir ticaret ortağı haline gelmiştir. 15 Temmuz’dan sonrası Türkiye’deki başarısız darbeden yaklaşık 12 saat sonra Somali kabinesi, Fethullah Gülen’e bağlı olan iki okul ve bir hastanenin kapatılmak üzere Ankara’dan gelen taleple ilgilenmek için bir araya geldi. Kabine FETÖ’ye bağlı kurumları ülkeden çıkarmaya karar verdi. Daha sonra bütün bu kurumların faaliyetleri, Türkiye büyükelçiliği tarafından devam ettirilmiştir. 2015’te Türkiye tarafından sadece 78 öğrenciye burs verilmiş̧ iken 2016’da ben başta olmak üzere, 118 Somalili öğrenciye burs verilmiştir. 15 Temmuz’dan sonra Türkiye Somali’deki askeri ve güvenlik sorunları çözmeye odaklamıştır. Önce Somali siyasetinde tarafsız kalan Türkiye, darbeden sonra daha da yakından ilgilenmiştir. 15 Temmuz’dan önce sadece Somali savunma bakanlığa lojistik ve eğitim verir iken darbeden sonra ülkeye bir askeri üs açacak kadar ilgili olmuştur. 2011’den itibaren Türkiye ile Somali arasındaki ikili ticari ilişkiler hızla artmaktadır. Özellikle 15 Temmuz’dan sonra daha da ileri bir seviyeye gelmiştir. İkili ticari hacmi 2015’te 72,5 milyon dolarlık iken 2016’da 119 milyon dolara ulaştı. Sonuç Türkiye ile Somali arasındaki ilişkiler uzun bir zaman önce başlamış̧, sık sık siyasi durumlara göre zayıflamış veya güçlenmiştir. Osmanlı döneminde başlayan bu ilişkiler cumhuriyet döneminde kesintiye uğramış, daha sonra yeniden ileri bir seviyeye gelmiştir. Türkiye, 2011’de Somali’ye yardım etmek amacıyla gelmiş̧, daha sonra ikili ilişkiler ticari ilişkiler ticari anlaşmaların imzalanmasıyla güçlenmiştir. 15 Temmuz’dan sonra bu ilişkileri ileri seviyeyi getirmek isteyen Türkiye ülkede askeri üs açarak bölgedeki nüfuzunu artırmıştır. Başarısız darbe girişiminden sonra ikili ilişkiler ticaret, insani ve eğitim yardımı alanları başta olmak üzere yoğun bir gelişim sürecine girmiştir. Kaynakça 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12.
Aljazeera Türk http://www.aljazeera.com.tr/ulke-profili/ulke-profili-somali Aljazeera Türk. http://www.aljazeera.com.tr/ulke-profili/ulke-profili-somali Turkish-Somali Relations: Changing state identity and foreign policy: Dr. Abdurrahim Siradag, King Fahd University of Petroleum and Minerals. 2016 Somali’de Berbera limanı ve Osmanlı Devleti’nin bölge üzerindek iddiaları (1839- 1894), Durmuş AKALIN: Tarih İncelemeleri Dergisi, XXIX / 1, 2014, 1-35 British and Somali Views of Muhammad Abdullah Hassan’s Jihad, 1899–1920, John P. Slight: Bildhaan Journal vol. 10. http://www.mfa.gov.tr/turkiye-somali-siyasi-iliskileri.tr.mfa Erol, M.S. and Altin, A. S. (2012). Turk Dis Politikasinda Afrika: Osmanli Mirasi Uzerine Ortak Gelecek (I), 15 April 2015, http://www.usgam.com/tr/index.php?l=844&cid=646&konu=0&bolge=12 Dr. Abdurrahim Siradag, Turkish-Somali Relations: Changing state identity and foreign policy:, King Fahd University of Petroleum and Minerals. 2016 http://www.mfa.gov.tr/turkiye-somali-siyasi-iliskileri.tr.mfa Mahad Wasuge, Turkish Assistance Model in Somalia: Achieving Much with Little. Heritage Institute for Policy Studies. Mogadishu 2016 Reuters https://www.reuters.com/article/us-turkey-security-gulen-education/turkeys- anti-gulen-crackdown-ripples-far-and-wide-idUSKCN10A0AM Turkish Consulate in Hargeisa Official Twitter Account.
7
Dirilişin Birlikle İçselleştiği Gece: 15 Temmuz
İmam Hissein ALİO Çad İstanbul Şehir Üniversitesi İslami İlimler 4. Sınıf
15 Temmuz gecesi, Türkiye’de geçirdiğim en sıra dışı geceydi. Darbelerin artık gündelik hayatın bir parçası haline geldiği, hatta bu ayıbın sıklığına işaret etmek için” Afrika’da kim erken uyanırsa yönetime el koyar” sözünün çok kullanıldığı bir Afrika ülkesinden geliyorum. Kâbus gibi Afrika’nın siyasi kaderinin üzerinde duran, beraberinde hüzün ve kederi getiren bu darbelerin ne kadar korkunç ne kadar vahşi bir ihanet olduğunu büyüklerimiz bize sık sık anlatırdı ama bazı şeylerin sadece tecrübe edilerek anlaşılabileceğini 15 Temmuz gecesinde öğrendim. Saatler 22.40’ı gösteriyordu, bir grup arkadaşımla yurtta muhabbet ederken bir arkadaşımızın Türkiye’de darbe olduğunu, Boğaziçi Köprüsünün bir grup asker tarafından geçişe kapatıldığını söyledi. Başta böyle bir şeyin Türkiye’de olabileceğine kendimi inandıramadım ama zaman geçtikçe bu hadisenin ne yazık ki gerçek olduğunu anladım. Ne yapacağımızı bilemez bir halde yurttan koşarak çıktık ve Kısıklı caddesine geldik, yolun ortasında birikmekte olan kalabalığa karıştık ancak kalabalığın ne yapmaya çalıştığını öğrenmeye çalışırken o anda gelen bir haber ile kalabalık, Boğaziçi Köprüsüne doğru yol almaya başladı. Askerlerin Cumhurbaşkanımızın Kısıklı’daki evini vurmaya geleceği, dolaysıyla onları önlemek için bir grubun köprüye doğru yol alması gerektiği söyleniyordu. O hareketli ama huzur ve emniyet salan o sokakların nasıl da bir gecede ölüm kokan bir meydan muharebesine dönüşeceğini görmüştüm o gün. Şehrin trafik akışını sağlamada adeta şah damar işlevi gören, şehre hareketlik sağlayan- eski ismiyle- Boğaziçi köprüsü tıkandığında, şehir adeta nefes almakta zorlanıyordu, geçen her dakika sanki verilen son nefes gibiydi, geçen her an başka bir kabusu ifade ediyordu bu aziz şehir için. Darbecileri engellemek için yolların ortasına park edilen araçlar, yaralıları hastanelere kaldırarak dur durak bilmeyen ambulanslar, göğü kaplayan dumanlar, silah seslerine meydan okuyan tekbirler, nidalar, şehrin siluetini resmeden minarelerden yükselen salalar ve niceleri. Ama en önemlisi o gecede, asker kılığına girmiş, gözlerini kin ve nefret bürüyen bir avuç hainin karşısına cesaretle dikilen, çelik gibi bir irade, iman abidesi bir millet vardı. Tarihin belki de hiç şahit olmadığı bir coşku, emsalsiz bir cesaret örneği sergileniyordu o gece. Yaşlılar, gençler, kadınlar ve çocuklar.. İmanı ve yüreği sağlam insanlar tarihe not düşüyordu sanki: millet, iradesine el uzatanların adeta elini kesmişti, ayan beyan şerden hayır, zahmetten rahmet çıkartarak istiklaline ve istikbaline sahip çıkmıştır. “Gerekirse zahmet çekeriz, çileye katlanırız, ama Türkiyenin siyasi istikrarı için üzerimize düşeni yaparız” dercesine ölüm kusan silahların üzerine yürüyenlerin birer birer şehit düştüğü bir Cuma gecesiydi 15 temmuz. Bu darbenin püskürtülmesinde, milletin iradesinin yanında Türkiye’nin uzun soluklu siyasi geçmişinden edindiği tecrübelerin o gecede oynadığı rol göz ardı edilmemeli elbet; Türkiye’nin çok partili siyasi hayata geçtiği 1946 yılından bu yana İnsanların yaşam koşullarını zorlaştıran, özgürlükleri kısıtlayan birçok darbe yaşanmıştı. Geriye bakıldığında bu darbelerin, siyasi ve ekonomik istikrarın sağlanmaya başladığı, demokrasinin yerleşmeye başladığı bir döneme denk geldiklerini görmek mümkündür. Bu süreçte hem demokrasi adına hem de siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal açıdan büyük bir kayba uğramıştı tüm Türkiye. Böylece 27 Mayıs 1960 darbesinden 28 Şubat sürecine kadar gerçekleşen farklı siyasi hadiseler her ne kadar yıkıcı sonuçlar doğurmuşsa da, aslında bu olayların her biri bir açıdan Türkiye’nin 15 Temmuz’da darbecileri mağlup edecek cesareti ve özgüveni sağlamıştı.
8
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
Geçmişteki mücadelelerin aksine bu girişimde, başta cumhurbaşkanı olmak üzere diğer hükümet ve muhalefet partilerinin desteğiyle Türk milleti bu teşebbüse yeltenenlere haddini bildirmiş, darbelerin öyle eskisi gibi kolayca yapılamayacağını tüm dünyaya ilan etmiştir. O uzun gecede yaşanan bu milli birlik ve beraberlik, 15 Temmuz darbe girişimine tarihi darbeler içinde ayrı bir yer kazandırmıştı. Mezhebi, meşrebi, fikri düşüncesi farklı olan insanların hiç düşünmeden sokaklara inip bu girişimi canlarıyla ödemeleri bu iradenin bir yansıması olsa gerek. Genciyle, yaşlısıyla yerlisiyle, hatta yabancısıyla birçok farklı insanın ortak bir mücadele uğrunda birleşmiş olması, aslında bu davanın hakikatine, hakikatin da bir olduğuna işaret idi. Böylece 15 Temmuz vakası, sadece Türkiye’ye değil; gerek meydanda verdiği mücadele ile gerekse hayır dualarıyla Türk halkına dualarıyla manevi el uzatan tüm dünya Müslümanlarına sunulmuş bir zaferdir. Bu milli birliğin bir diğer halkasını, halkın kendisine emanet ettiği vazifeyi, daha önemlisi inancını ve vatanını korumak gayesiyle hayatını feda eden kahraman Türk askerlerinin de oluşturduğunu unutmamak gerek, Mesela, Ömer Halisdemir’in darbecilerin Özel Kuvvetler Komutanlığını ele geçirmesini canıyla önlemesi, darbe girişiminin bir başka kırılma noktasını oluşturmuştu. Bununla birlikte, bugün dönüp baktığımızda, daha önce Türkiye’de gerçekleştirilen tarihi darbelerin tamamen asker destekli olduklarını, diğer taraftan da milletin bu tür girişimlere karşı o gecedeki kadar direniş göstermediğini görmek mümkündür. Bu da gösteriyor ki, o gecede yaşananlar milli birliğin bir göstergesiydi. Bununla birlikte, Türkiye’nin demokratikleşmesi adına bugüne kadar kat edilen mesafenin azımsanmayacak derecede önemli olduğu, artık bu tür askeri kalkışmaların Türkiye’nin kaderi olmadığını, milletin mutlaka ve mutlaka hesaba katılması gerektiği gerçeğini de gösteriyor. Kaynakça: Türkiye Cümhuriyeti Başkanlığı: https://www.tccb.gov.tr/faaliyetler/15temmuz/ Aljazira: http://www.aljazeera.net/encyclopedia/events/2016/7/16/فيك-تأدب-ةلواحملا-ةيبالقنالا-ايكرتب-فيكو-تهتنا
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
9
15 Temmuz Darbe Girişimi
Farman Turkmenov Kırgızistan Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam Hatip lisesi
Geçmişten günümüze kadar hakla batıl savaşmıştır. Başta cahiliyetten İslamiyet’e geçerken ilk Müslümanlarla müşrikler Bedir Savaşı dediğimiz harpte savaşmışlardır. Bedir savaşında müşriklerin sayısı Müslümanlardan üç kat daha fazlaydı. Bedir Savaşı’nda Müslümanların zaferle dönmeleri İslamiyet’in yayılmasında önemli etkendir. İslam camiası açısından temellerin sağlam olmasına yardımcı olmuştur. Burada Hz. Peygamber’imizin (sav.) savaşta secdeye kapılarak Allah’tan “Ey Allah’ım şu küçücük ordu eriyip giderse yeryüzünde ibadet edecek kimse kalmayacak.” dediği aklımıza gelir. Uhud ve Hendek Savaşları da İslam’ın yayılmasına, huzurun, barışın, adaletin sağlanmasına vesile olmuştur. Çok geçmeden Mekke şehri fethedilerek dünya Müslümanların kıblesi olmuş, Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail’in (as.) beraber inşa ettikleri Kâbe putlardan temizlenmiştir. Böylece İslam’a girenlerin sayısı giderek artmış, İslam beldeleri kurulmuştur. Artık büyük harpler yapılıyor, devletler gelişip kendi bölgelerinde hâkimiyet sağlamışlardır. 11. yüzyılın en büyük savaşlarından birisi Malazgirt zaferidir. Burada Türkler, tarihi kanlarıyla yazıp Malazgirt’e yürüdüler. Başlarında Sultan Alparslan vardı. Sultan kefenini giyip askerleriyle beraber Bizans’a karşı savaşa girdi. Doğu tarafından gelen Alparslan’ın gücünden korktular. Bu savaşta Bizans ordusu en iyi askerlerini hazırladı. Sultan Alparslan ve kahraman askerleri, 3000 bin kişilik Bizans ordusunu yenilgiye uğratarak Türklere Anadolu’nun kapılarını açmıştır. Malazgirt unutulmaya yüz tutmuş bir ecdadın öyküsüdür. O ecdat ki namı baştanbaşa cihanı sarmış. O ecdat ki tarihi kanıyla yazmış. Türklerin başta Anadolu’ya girmeleri Avrupa devletlerini
10
rahatsız etmiştir. Bunun sebebi Bizans’ın işgal tehlikesinde olmak demek Türklerin önünün açılması dolayısıyla Avrupa’ya akınlar düzenlemeleri demek olmuştur. Buna karşı onlarda Kudüs’ü ele geçirmek diğer yandan da Müslümanları Orta Doğu’dan kovmak istemişlerdir. Avrupa’nın Katolik Hristiyanların ve Papa’nın talebi, uydurma vaatleri üzerine Müslümanların elindeki kutsal topraklar üzerinde siyasi ve askeri kontrol kurmak için seferler düzenlenmiştir. Tarih boyunca medeniyetin beşiği olarak kabul edilen Avrupalıların yaptıkları katliamlar ve sebep oldukları felaketler unutturulmaya çalışılmaktadır. Örneğin bundan tam 83 yıl önce Hristiyan Avrupa’sının sebep olduğu dünyanın en büyük çocuk katliamı olan çocuk haçlı seferi bugün hala Avrupalıların üstünü örtmeye çalıştığı çokça bahsedilmeyen olaylardan biridir. Türklerde eskiden beri süre gelen Kızıl Elma ideali vardır. Bu bir hedef, yeni fetihler yapmak için kullanılmıştır. 15. yüzyılda artık Osmanlı Devleti en parlak dönemini yaşıyordu. O zaman da Kızıl Elma Bizans surlarını aşıp oraları fethetmek olmuştur. Hz. Peygamberimiz hadisi şerifinde buyuruyor ya “Latüftehanne’l Konstantıniyyete ve le ni’mel emru zalike’l emr ve le ni’mel ceyşu zalike’l ceyş” yani “Konstantiniyya bir gün fetholunacaktır. Onu fetheden asker ne güzel asker, onu fetheden komutan ne güzel komutan.” Aralarında halife Ömer ve Abbasi halifesi olmak üzere toplamda 29 kere kuşatılan Bizans surları Fatih’in gücü karşısında dayanamamıştır. Orta Çağ’ı kapatıp Yeni Çağ’ı açan Sultan Fatih’in güzel sözü var. “İmkânın sınırını görmek için imkânsızı denemen lazım.” diye… İşte kendisi de o güne kadar kimsenin alamadığı İstanbul’u devasa toplar döktürerek gemileri karadan yürüterek
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
fethetmiştir. İstanbul fetholunduktan sonra halka özgürlük ve eşitlik verilmiştir. Şehir yağmalanmadan huzur sağlanmıştır. Tabi bundan rahatsız olanlar da vardır. Bundan sonra Başta Hicaz, Mısır birçok Arap devletleri Osmanlı’nın himayesi altına girmiştir. Sonrasında hükümdarlara taç giydiren, Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, Akdeniz’in, Karadeniz’in, Rumeli’nin, Sivas’ın, Bedulkadir vilayetinin, Diyarbakır’ın, Azerbaycan’ın, Şam’ın, Halep’in, Mısır’ın, Medine’nin, Kudüs’ün, bütün Arap diyarının, Yemen’in kahredici kuvvetleriyle birlikte, büyüklüğün sığınağı olan zatının ateş saçan ve zafer nakşeyleyen kılıcıyla nice memleketleri fetheylemiştir. Özellikle ticaret yollarını İpek yollarını denetim altına alan Osmanlı Devleti daha da gelişmiştir. Bunun karşısında Batı Avrupa yeni sömürge arayışlarına düşmüştür. Avrupa coğrafî keşifleri ve sömürge rekabetini Orta Doğu’ya kaydırmıştır. Batı dünyası buhar gücünü keşfetmiş, sömürge rekabetinden kazandıklarıyla kalkınmaya başlamıştır. Teknolojik yönden geride kalan Osmanlı Devleti kendi meseleleriyle uğraşmak zorunda kalmış. Bu ve bu gibi olaylardan dolayı Osmanlı Devleti işgale açık savunmasız hale gelmiştir. Bu gelişen teknoloji ve birçok sebepten dolayı 1. Dünya Savaşı patlak vermiştir. Bu savaşta Osmanlı Devleti önceden kaybettiği yerleri almak için savaşa girmiştir. Osmanlı Devleti birçok cephede savaşa girmiş yüz binlerce şehit vermiştir. Hele hele Çanakkale Savaşı’nda bir devlet dünyayla savaşmıştır. “Bir Türk anasız kalır ama vatansız kalamaz.” diyen kahraman kadınlar da cepheye yardım taşımışlar. Gencecik 15-16 yaştaki delikanlılar cephede düşmana karşı canları pahasına savaşmıştır. Rakiplerinin savaşı kaybetmesiyle Osmanlı Devleti Kurtuluş Savaşı’na girmiştir. Böylelikle dünyaya 600 yıl hükmeden kocaman bir imparatorluk çeşitli o kumpaslarla paralanmıştır. Sonrasında çeşitli anlaşmalar imzalanarak Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Günümüze dek çeşitli darbeler, siyasi kumpaslar yapılmış sürekli birilerine bağlı kalınmıştır. Yeni yeni gelişmeye başlayan, kendi ayakları üstünde durarak büyüyen Türkiye tehdit edilmiştir. Türkiye hem coğrafî konumu hem de durumu bakımından çok önemli bir yerdedir. Bu nedenle çok eski zamanlardan beri yabancıların emelleri bu topraklar üzerinde olmuştur. İç tehditler irtica, terör, anarşi uyuşturucu madde kaçaklığı ve ticarettir. Bu unsurlar Türkiye’yi bölmeye ve yıkmaya amaçlamıştır. Dış güçler özellikle anarşi ve terör olaylarıyla demokrasinin sağladığı özgürlükleri kötüye kullanmayı, ülke içinde karışıklık yaratmaya çalışmıştır. Türkiye’yi doğrudan saldırılara ele geçiremeyeceklerini anlayan dış güçler kendi amaçları doğrultusunda ortaya çıkan yıkıcı ve bölücü unsurlara yardım ederken, onlardan Türkiye’nin sırlarını casusluk yoluyla öğrenmek istemişlerdir. Bu tür olumsuz durumlara dik duran Türkiye, artık kendi üreten, satan dünden daha güçlü bir devlet haline gelmiştir. Mazlumlara yoldaş olan dünya beşten büyüktür diyen, emperyalizme Siyonistlere “wan minüt” diyen Türkiye haline gelmiştir. Bu durumda anladılar ki çeşitli oyunların işe yaramayacağını ve devleti içinde hain “1 dolar”a ruhunu, geçmiş ve geleceğini satacak kadar alçak namussuz insanları ayarlayarak bu güzelim Müslümanların umudu olan Türkiye’ye darbe girişiminde bulundular. Ellerinde bulunan silahlarını tanklarını uçaklarını halkın üzerine sürdüler.
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
Burada hesaba katmadıkları devletine bağlı olan millet vardı. Bu millet ki Çanakkale’de kanının son damlasına kadar savaşmış ve düşmanını kovmuş elbet bunları da yerle bir edecekti. Onlar eski kafayla gece iki tankla sokağa çıkarsa sabaha yönetime el koyacaklarını sanmışlardı. “Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.” Rahmetli Erbakan Hoca’nın dediği gibi “Bir milletin asıl gücü topu tüfeği değil, imanlı inançlı gençliğidir.” O gece de öyle oldu. Bu milletin karakteri gerçekten erdemlerle donatılmıştır yoksa kim tankın önüne yatar. Yurdun genelinde millet sokağa çıkarak Müslümanların umudu olan mazlumların imdadına koşan, İslam Birliği’nin kurulmasına sebep olacak olan bu ülkeyi gözü dönmüş, casuslara karşı dimdik durmaya çıkmıştır. Namlulara göğüs geren bir millet görülmedi bu güne kadar. Türk’ü, Kürt’ü, Arap’ı Laz’ı, Abaza’sı hepsi yekvücut olup darbeye hayır dediler. Onlar o gece sesleri, renkleri, inançları, görüşleri ne olursa olsun “Biz biriz!” demek için yükselmişlerdi. Rüzgâra karşı yürüdükleri o gecede yüzlerce insan şehadet şerbetini içmiştir. Pusuya yatmış bekliyordu çakallar. İşgalciler, “Ya canını ya toprağını!” diyordu. Verilmezdi ki tek karış toprağı bile. Bir oyuncak uğruna yapılan çocukluk kavgası değildi bu, konu vatandı. O gece de demokrasiyi asla hainlere bırakmadılar. Milletin refahını ve huzurunu darbeyle başa geçmeyi isteyenlere terk etmezlerdi. İman gücünün, millet olmanın verdiği güvenle sokakları darbecilere dar ederek Türk milletinin gücünü tüm dünyaya gösterdiler. Eğer ki bir daha 15 Temmuz Darbe Girişimi gibi bir şey olursa biz de ölmeye hazırız. Biz de canımızı bu vatan için seve seve veririz. 15 Temmuz Demokrasi Şehitleri’ni saygıyla anıyoruz, mekânları cennet olsun. Allah bir daha bu millete 15 Temmuz gibi kara bir geceyi yaşatmasın. “Sultan Fatih’i efsane yapan, Bizans kralına söylediği iddia edilen müthiş sözü ise bin yıl geçse de torunlarına yön verecek cinsten “Bir gece ansızın gelir, krallığınızı imparatorluğuma katarım.” Şimdi ey karanlık dehlizlerde kirli planlar yapan karanlık yüzler! Böyle bir adamın torunlarını mı tehdit ediyorsunuz? Bir gidin işinize…
11
Karanlık Gece
Fayzullakhon Otakhonov Özbekistan İstanbul Medeniyet Üniversitesi Tarih Bölümü
15 Temmuz darbe gecesi Antalya’da ailemle birlikteydim. İstanbul ve Ankara’da askeri hareketliliğin başladığını akşam 9 sularında arkadaşlarımdan öğrendim ve hemen televizyonu açtım. Boğaziçi Köprüsü’ndeki tankları gördüm ve Başbakan Binalı Yıldırım, bazı askeri grupların milletin silahlarına ve tanklarına el koyarak bir kalkışmada bulunduklarını, niyetlerinin henüz açık olmadığını ifade ediyordu. Darbe olduğu sonradan ortaya çıktı. Vakit ilerledikçe darbecilerin asıl niyetleri gün yüzüne çıkmaya başladı. Bizleri görmek ve Türkiye’yi gezmek için memleketten gelen kayınpeder ve kaynanam da bu olaylara şahit oldular. Televizyonu açtığımızda içimizi kemiren o korku gitgide büyümeye başladı. Cumhurbaşkanımız sayın Recep Tayyip Erdoğan, halkı meydanlara ve havalimanlarına davet edip demokrasiye sahip çıkmalarını istedi. Sonra ben de kayınpederime dedim ki: ‘’şimdi göreceksiniz bu sokaklar insanlarla dolacak, çünkü halk kendi Cumhurbaşkanını ve devletini seviyor ve birazdan insanlar sokaklara dökülecek.’’ Gerçekten de 15-20 dakika sonra halk, havalimanlarına, Boğaziçi köprüsüne, Taksim’e, Kızılay’a ve birçok yere akın etmeye başladı. Kayınpederim çok şaşırdı ve şunu söyledi: ‘’insanlar hiç tereddüt etmeden ve korkmadan canlarını ortaya koyarak adeta darbecilerle savaşmaya gidiyorlar, böyle bir sevgiyi hayatımda hiç görmedim’’ dedi. Bunun üzerine ben de: ‘’içinizi ferah tutun, halk meydanlara çıktı, artık hiçbir şey yapamazlar’’ dedim. Çünkü 16 Temmuz sabahı Antalya’dan İstanbul’a otobüs biletimiz vardı. Hepimizin içinde sabah İstanbul’a nasıl gideceğimize dair bir endişe vardı. Halkın direnişini gördüğümüzde içimizdeki sıkıntı da geçti, sabah olmadan halkın kontrolü ele alacağını ve darbecilerin yenileceğini ve sabah olduğunda İstanbul’a rahat gidebileceğimizi düşündük. Birlikte namaz kılıp, sonrasında darbecilerin mağlup olması için dua ettik. Sonrasında herkes uyudu, ben ise sabaha kadar uyuyamadım, televizyon ve internetten gidişatı takip ettim. Darbecilerin başarısız olacaklarına ve ellerinden hiçbir şeyin gelemeyeceğine yürekten inanıyordum. Sabaha doğru vakit ilerledikçe temenni ettiğim şeye olan inancım iyice arttı ve bunun için defalarca Allah’a şükrettim. Sabah vakti iyice yaklaştığında ailemi uyandırdım ve halkı direnişi ve cesareti sonucunda darbecilerin mağlup olduğunu ve her şeyin yolunda olduğunu söyledim. Hazırlığımızı yaptık ve İstanbul’a doğru yola çıktık. Otobüsteki bütün yolcular dün gece meydana gelen talihsiz olaylar hakkında konuşuyorlardı. Yolculuk boyunca camdan dışarıyı seyrederek, her şeyin yoluna girdiğini düşündüm. İstanbul’a vardığımızda. da, halk dışarıda eskisi gibi yürüyor, normal hayatlarına devam ediyordu. Biz İstanbul’dan ayrıldığımızda nasılsa şimdi de aynı. Halbuki ben, önceki darbelerde olduğu gibi korkuya kapılıp sokağa çıkamayacaklarını düşünmüştüm. Hayatın çok kısa sürede normale dönmesi, halkın ve devletin gücünü gösteriyordu. Darbeyi planlayanlara ve yapanlara iyi bir mesajdı bu. O günden itibaren televizyondaki haberleri takip ettim. Günler geçtikçe başarısız darbe girişiminin detayları ortaya çıkmaya başladı. Böyle planlı bir darbenin ayrıntılarını iyice öğrenince halkın darbe gecesindeki cesaretini ve kahramanlığını daha iyi anladım. O gece sokağa çıkıp, canları pahasına ülkenin bekasını savundular, onlar milletin hakiki kahraman evlatlarıdır. Darbe başarılı olsaydı neler olacağını tahmin etmek hiç de zor değil. Belki de bu darbe sonrasında, ülke büyük değişimler yaşayacak ve bütün bunların yanında biz uluslararası öğrenciler de bundan etkilenecektik, muhtemelen eğitimimiz yarı kalacak ve hepimiz birçok hayal kırıklığıyla memleketlerimize dönecektik. Şükürler olsun ki, o kötü günleri görmedik. 15 Temmuz gecesinde Türk halkı, büyük bir cesaret örneği göstererek artık eski Türkiye’nin geride kaldığını bu güzel ülkeye tuzak kuranlara en güzel cevabı verdi. Allah bir daha böyle kötü günleri hiçbirimize yaşatmasın.
12
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
Tarihi Gece 15 Temmuz
Hilmi Hurşit Suriye Mersin Üniversitesi Tarih Bölümü
Tarih 15 Temmuz 2016, akşam saatlerinde Türkiye sokaklarında garip bir hareketlilik vardı. Asker şehre inmiş barikatlar kurmuştu. İnsanlar endişeliydi. Neler olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Ortalıkta dedikodular dolaşıyordu. Sosyal medya türlü haberlerle çalkalanıyordu. Sonunda FETÖ, bir kanalın canlı yayınında ülke yönetimine el koyduğunu açıkladı. İşte o an birdenbire her yerde derin bir sessizlik hakim oldu. Sanki semayı kara bulutlar kaplamışçasına her yer karanlıktı. İnsanlar suskun, gergin, sanki prangalar vurulmuş kelimelere, boğazlar düğümlenmişti. Saatler ilerledikçe gerginlik artıyordu ve yer yer çatışma sesleri yükselmeye başlıyordu. Hain örgüt çirkin emeline ulaşmak için her yola başvuruyordu. Kendi kardeşlerine, mesai arkadaşlarına ve halkına kurşun sıkacak kadar gözleri ve kalpleri kararmıştı. Bir yandan şehirlerin ana yollarını, köprülerini kapatıyorlar bir yandan da ulusal kanalları ele geçirmeye çalışıyorlardı. Aynı zamanda devletin tüm kurumlarında hâkimiyet sağlamaya ve bu işgali gerçekleştirmek için ellerinden gelen tüm çirkinliği ve ihaneti yapmaktan çekinmiyorlardı. Uçaklar ve tanklar şehirleri bombalıyor, üniformalı teröristler halkın üzerine ateş açıyordu. Ülkenin liderinden hiç bir haber alınamıyordu. Türkiye halkı bu durumdan çok tedirgin ama bir o kadar da korkusuz bir ordunun komutanından hücum emri bekliyormuş gibi hazırlıklıydı. Nihayet Cumhurbaşkanı ülkenin başkomutanı ekranlara çıkarak bu işgali durdurmak için tüm halkı meydanlara, havalimanlarına ve kritik bölgelere davet ediyordu. Türkiye halkı ise bu çağrıyı daha önce bekliyormuş gibi meydanlara ve sokaklara akın ediyordu. Terör örgütünün tüm engelleme çabalarına rağmen halk mermilere göğüs gererek tankların altına yatarak tam bir iman göstererek ve şehadet arzusuyla hain örgütün işgal girişimine karşı direniyordu. Öte yandan ülkenin gerçek askeri ve polisi harekete geçerek işgalci güçlere karşı yiğitçe çarpışmaktan geri durmuyorlardı. Bu durum gece boyu sürdü ve nihayet güneş doğuyordu. Yalnız bu defa güneş bambaşka doğuyordu. Bir milletin istiklal ve istikbalini haykırıyormuş gibi, bir ümmetin zaferini tüm cihana ilan ediyormuş gibi. Artık darbeciler bir milletin direnişi, askerinin şecaati ve liderinin dik duruşu neticesinde derdest edilip tutuklandılar. Nihayet kâbus gibi bir gece bitti. Gazzeli yetim çocukların gözyaşları yerini sevince bıraktı. Suriyeli mücahitlerin endişeli bekleyişi yerini tekbir seslerine bıraktı. Mekkeli yaşlı amcanın duası kabul oldu. Türkiye 15 Temmuz’da eşine az rastlanır bir başarı sağladı ve dünya halklarına örnek teşkil edecek bir direnişe imza attı. Böylece ümmetin şanlı tarihine yeni bir destan daha eklendi. Şüphesiz ki tarih ne bu kahramanlık destanını ne de bu ihaneti unutmayacak. Unutmamalıdır da gelecek nesillere bu direnişi ve dirilişi aşılamak mecburiyetindeyiz. Zira geçen asra şöyle bir göz attığımız zaman, bu ümmet ne zaman ayağa kakmaya çalışsa, ne zaman birileri bir şeyler yapmaya gayret etse, hep karanlık eller devreye giriyor içerde ki kuklalarını harekete geçiriyor darbeyle ve baskıyla dirilişin önüne geçmeye çalışıyordu. Lakin her ne yaparlarsa yapsınlar, istedikleri oyunu kursunlar, ümmetin ne Seyit Onbaşıları ne Şeyh Şamilleri ne de Ömer Halis Demirleri tükenmez çünkü bu ümmetin mayası şehadet aşkıdır vesselâm.
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
13
Mazlumun Umudu Türkiye*
Alizhon Shaymardonov Tacikistan Gaziantep Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema TV Bölümü
O yaz okullar tatil edildiğinde ülkeme gidemeyecektim. Bu yüzden Tatilimi İstanbul’da geçirmeye karar vermiştim. Bir gün akşamüstü arkadaşımla Beşiktaş sahilinde sohbet ediyordum. Birden savaş uçakları alçaktan uçmaya başladı. Ne olduğunu anlayamadan yurda döndük. Ne kadar inanmak istemesem de yurda döndüğümde darbe yapıldığını duyduk. Bilgisayarı açıp haber kanalında darbe yapıldığını öğrenince elim ayağım titredi, şok olmuştum. Hepimizin son kale olarak gördüğü, gül gibi büyüyen Türkiye şimdi havlu mu atacaktı? O an tüm İslam alemini düşündüm. Tüm mazlumları düşündüm. Benim ülkemde ve birçok ülkede her zaman hikâyelerini dinlediğimiz, umuttan koca bir çınar olarak gördüğümüz Türkiye, hainlerin pençeleri arasındaydı. Panikle televizyon kanallarını değiştiriyordum. Devlet büyüklerinden bizi umutlandıracak, şevkimizi artıracak bir şeyler duymayı bekliyordum. Tam o sırada bir haber kanalında sayın cumhurbaşkanının açıklamasına denk geldim. Duymak istediğim şeyleri söylüyordu. Meydanlara çağırıyordu beni, çık, ekmeğini yediğin, suyunu içtiğin toprağı koru diyordu. Beni ve ülkedeki herkesi. Onun çağrısı üzerine Kenyalı arkadaşım Ahmet ve iki arkadaşımla Beşiktaş meydanına doğru yürümeye başladık. Hayatımda hiç bu kadar büyük bir paniğin tanığı olmamıştım. Herkes bir yerlere koşuşturuyordu. Marketler, bakkallar hınca hınç doluydu. Bankalarda ve atmlerde uzunca sıralar vardı. Ben korkuyordum fakat bu insanlardaki korku farklıydı. Alışılmış bir korkuyu görüyordum gözlerinde. Bundan sonra halimiz nasıl olacak düşünmeden edemiyordum. Beşiktaş Meydanına geldiğimizde kimseye rastlayamadık. İnsanlar Taksim Meydanı’na gitmişlerdi. Biz de oraya doğru yol aldık. Taksim’e geldiğimizde devasa bir kalabalık gördüm. İnsanlar vatanlarını korumak için buradaydılar işte. O an içimde duyduğum gurur ve umut beni daha da azimlendirmişti. Gördüğümüz askerlerin üzerindeki üniformalar bu ülkenin bayrağı değil miydi? Ya içindeki bedenler onlar bu vatanın evlatları değil miydi? Ne olmuştu da kendi kandaşlarına mermi, bomba yağdıracak kadar gözleri dönmüştü zalimliğe. Hiç korkmuyorduk kalabalığın içine karışıp büyük Türk bayrağını büyük bir gururla açtık. Açılan kendi bayrakları, vurdukları kendi insanları değilmiş gibi ateş *Uluslararası Öğrenciler Gözünden 15 Temmuz Şehitlerimiz Makale Yarışmasında ikinciliği kazanan makaledir.
14
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
açtılar üzerimize, acımasızca. Birileri vuruluyordu gözümün önünde ambulanslar vurulanlara yetişemiyordu. İnsanların orayı terk edeceklerinden korktum. Ama tam tersi oldu. İnsanlar korkmadan yürüyorlardı hainin üstüne. Onların korkusuzluğu korkutuyordu zalimleri. Gözümün önünde ölen insanları gördükçe dünyanın durduğunu hissettim. O an hissettiğim acıyla karışık gurur hissini tarif edemem. Ben de bu ülkenin evladıydım. Ben de ülkemi savunuyordum. Bu asıl insanlardan gördüğüm bir şey vardı. Onlar haksızlığa karşı bana dimdik durmayı öğretmişlerdi. Korkmadan yılmadan tekbirler getirmeye devam ettik. Allah büyüktür, Allah büyüktür. Duyuyor musunuz bir kez daha, bin defa daha Allah büyüktür. Hain fetöcülerin işgal ettiği tankları kovaladık. Korkuyorlardı. Onları besleyen, seven dualarında eksik etmeyen bu halk, şimdi zalimlere hadlerini bildiriyordu. Bir taraftan haberlere bakıp diğer şehirlerdeki ve meydanlardaki gelişmeleri takip etmeye çalışıyordum. Ve düşmanı bu kez kare bir ekranın içinde gördüm. Darbeyi açıkça yanlış saptırılmış bir bicimde veriyorlardı. Bunların yalanlarını dinlemeden ülkemizdeki yakınlarımıza gerçek olanları yazdık ve onlardan Türkiye için dua istedik. Mücadelemiz gece boyunca devam etti. Yaşadığım en uzun geceydi. Duygularım karma karışık, gurur ve acı hissi bir aradaydı. Gece boyunca verdiğimiz o şanlı mücadele sonucu hain darbecileri püskürtmeyi başardık. Sabaha doğru tüm hainleri teslim almıştık. Alçaktan uçan F16’lar ses bombası atmıştı. Hayatımda ilk defa bu kadar şiddetli bir sese şahit olmuştum. Kulaklarım sesin yüksekliğiyle ağrıyordu. Bu kadar şiddetli bombanın sesi bile bizi susturmaya yetmedi. Anladık ki ne yapsalar ne etseler biz vazgeçmeyecektik. Artık Taksim tamamen polislerin kontrolü altındaydı. Ben o gece canlarını vatanları uğruna feda eden insanları gördüm. Elleri dualara sürülmüş, gece gündüz Allah’tan medet uman insanları da. Hepsi sıradandı. Bankalarda milyonları yoktu yahut sıra sıra evleri ya da son model arabaları da yoktu. Sadece vatanları vardı. Ve onu kimseye vermeyecek kadar seviyorlardı. Allah onlardan razı olsun. İyi ki eğitim için Türkiye’ye gelmişim. İyi ki bu asil insanları tanımışım. Bir kez daha anladım sadece benim değil tüm mazlumların umududur Türkiye...
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
15
15 Temmuz Tarihi Gece ve Türkiye*
Mamurjon Akhmatjonov Özbekistan İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler
Türkiye Cumhuriyeti’nin en karanlık gecelerinden biridir 15 Temmuz. Dünyanın her yanından şaşkınlıkla izlendiği ve acaba darbe başarılı olabilecek mi endişesiyle annelerin dualar ederek geçirdiği gecedir o. Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratikleşme döneminden beri sık sık yaşanan, demokrasinin özüne ters olan darbe ve darbe girişimlerini, milletin iradesini hiçe sayarak kendi devletine, kendi milletine ve kendi vatanına gerçekleştirmeyi planlayan bir kesim hep olmuştur Türkiye’de. 15 Temmuz 2016’de yaşanan darbe girişimi, sebepleri ve sonuçlarını analiz edebilmek adına Türkiye’nin yakın tarihinde yaşanan darbeleri yakından bilmek ve aralarındaki bağlantıyı kurabilmenin çok önemli olduğuna inanıyorum. 1960, 1971 ve 1980 darbeleriyle 15 Temmuz darbe girişimi arasında nasıl bir fark vardı da askeri darbelerin başarıya ulaştığı bir kültüre sahip Türkiye siyaseti 15 Temmuz’da darbeyi önleyebildi? Türk milleti bu darbeye nasıl ve niye bu kadar direnç gösterdi? Peygamber ocağı olarak adlandırılan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin mensupları ne oldu da kendi milletine ateş açtı? Dünyanın çeşitli bölgelerindeki insanlar neden darbe karşısındaki Türk halkına destek veriyordu? Darbeye karşı durmak için Boğaziçi Köprüsü’ne giden ve orada şehit düşen insanlar dünya siyaseti açısından ne ifade ediyordu? Bu soruların cevabı sadece “demokrasi için” miydi yoksa ötesi mi vardı? Bu soruların cevabı demokrasi anlayışının ve darbeleri açıklamaya çalışan siyasi teorilerin şaşırtan bir dönüm noktasıydı. 1960’de Türkiye Cumhuriyeti’nin devamlılığını sağlama iddiasıyla Türk Silahlı Kuvvetleri Demokrat Partiyi darbe yoluyla iktidardan uzaklaştırarak Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk askeri darbesine imza atmış oldular. O dönemde halkın bilinçsiz olması nedeniyle bu durum karşısında ne darbe yanlısı ne de darbe karşıtı bir tepki vermiştir. Mevcut ekonomik kriz ve siyasi istikrarsızlık sebebiyle İstanbul ve Ankara’daki aydınlar bu darbeye destek vermişlerdir. Çok kısa aradan sonra 1971 Askeri Muhtırası olarak bilinen ikinci askeri darbe gerçekleşmiştir. Bu iki darbe arasındaki zaman zarfında hiç olmadığı kadar demokratik gelişmeler gerçekleştirilmiştir. Bunun sebebi de darbe sonrası hazırlanan 1961 anayasasının daha özgürlükçü olmasıydı. Bu özgürlükçü ortamda siyasi örgütlenmeler serbestçe yapılmakta halkın hemen hemen bütün kesimleri mecliste temsil hakkına sahip olmaktaydı. 12 Eylül 1980 Türk Silahlı Küvetlerinin gerçekleştirmiş olduğu üçüncü müdahalesiydi. Bu darbe 1971 darbesinden farklı olarak 1971’de değiştirilmiş 1961 Anayasasını rafa kaldırarak Türkiye Büyük Millet Meclisini lağvetmiştir. Siyasi partiler lağvedildi, parti liderleri tutuklanmış ardından da yargılanmıştır. Bu darbe yeni gelişmekte olan Türkiye demokratik hayatına balta vurmuştur. 28 Şubat 1997’deyse Türk siyasi literatüründe post-modern darbe olarak bilinen Türk Silahlı Kuvvetleri’nin siyasete müdahalesi söz konusudur. Son olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik, siyasi ve toplumsal ıslahatlar yaparak istikrarı sağlayabilecek duruma geldiği dönemde Türk Silahlı Kuvvetleri içinde örgütlenmiş bir güruh örgüt mensupları 15 Temmuz 2016 yılında darbe girişiminde bulunmuşlardır. Bu darbe daha önce gerçekleştirilen darbelerden farklı olarak iktidar tarafından değil halk tarafından püskürtülmüştür. Aslına bakıldığında, Askerin Türkiye Cumhuriyeti siyasetinde etkin rol alması İstiklal harbinde düşmana karşı savaşarak vatanını düşman istilasından kurtarmış askerler sebebiyle ve aynı zamanda Cumhuriyet’in kurucu lideri Mustafa Kemalin askeri geçmişe sahip olmasıyla ilişkilidir. Hükümetin meşru hakkı olan eğitim reformlarını gerçekleştirmek amacıyla Türkiye’de bulunan dershanelerin kapatılma ya da özel okula çevirme kararı 1970’lardan beri Türkiye’de kök salan Fethullah Gülen Örgütü’nün (15 Temmuz 2016 itibarıyla terör örgütü
*Uluslararası Öğrenciler Gözünden 15 Temmuz Şehitlerimiz Makale Yarışmasında üçüncülüğü kazanan makaledir.
16
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
olarak bilinen FETO) karşı çıkmasına ve hükümet karşıtı propaganda yoluna gitmesine sebep olmuştur. Ardından yaşanan 17-25 Aralık 2013 olayları FETO örgütünü paralel devlet olarak bilinmesine sebep olan güce sahip olduğunun göstergesidir. 15 Temmuz istatistiklerine bakıldığında bu örgütün paralel devlet olduğu aşikardır. Darbe suçlusu olarak gözaltına alınan insan sayısı: 111.253, tutuklananlar sayısı: 44.708, tutuklanan asker sayısı: 6.541 (general 168), tutuklanan polis: 8.225, tutuklanan hâkim/ savcı: 2.433, adli kontrol ise 35.495 tır. Darbe sonrası el konulan örgüte bağlı mülkler şunlardır: 35 hastane, 1006 öğretim kurumu, 823 yurt, 223 kurs/etüt merkezi, 123 vakıf, 1125 dernek, 15 üniversite, 19 sendika, 16 basın kuruluşu, 23 radyo, 45 gazete, 29 yayınevi-dağıtım kanalı ve 799 TMSF’ye devredilen şirket. Bu sayılar, kendi asker polisinden eğitim kurumu ve medyasına sahip olan devleti örümcek gibi sarmış bir örgütün Türkiye Cumhuriyeti geleceği ve kaderi açısından ne kadar tehlikeli olduğunu göstermektedir. FETO örgüt başı Amerika Birleşik Devletleri’nde olması ve örgüt mensuplarının Türkiye Cumhuriyeti’nin her kurumuna sizmiş olması başlı başına bir tehlikedir. 15 Temmuz Destanı olarak bilinen o tarihi gecenin unutulmaması ve gelecek nesillere aktarılması açısından önemli olan bu geceyi konu alan yazıları kâğıda dökülmesinde darbe girişiminden ziyade bu hain darbe karşısında durmak için hayatını kaybeden ve kendi vatanı, milleti, devleti, bayrağı ve bu topraklarda yaşayan milyonlarca Müslümanların geleceği için şehit olanlar hakkında yazıların yazılması daha makul olacağı kanaatindeyim. Çünkü 62 polis, 6 asker ve 180 sivil olmak üzere toplam 248 şehit ve 2.193 gazilerin bu millet üzerinde hakkının olduğu hiç unutulmamalıdır. Siyasi literatürdeki darbeleri açıklayan teorileri alt üst eden, bütün dünya Müslümanlarının duasını alan, darbelerin başarılı olduğu bir siyasi kültüre sahip Türkiye Cumhuriyeti’nde tek söz sahibinin halk olduğunu ispat eden ve canını ve malını ortaya koyarak darbe karşısında durarak şehit olan 248 evladı yetiş-
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
tiren bu millet tarihte sonsuza dek kalacaktır. Mühendisinden doktoruna, gazetecisinden akademisyenine kadar bütün meslek, ideoloji, ırk, din, millet ve mezhep mensupları bu hain darbe karşısında birleşerek Türkiye içerisinde ne kadar farklı ve çeşitli insanların yaşamasına rağmen konu vatan olunca milletin tek vücut olacağını ispat etmiş oldu. Orta Asya’dan Türkiye’ye eğitim amaçlı gelen misafir öğrenci olarak bu hain darbe girişiminden haberdar olduğumda, Türkiye’de askeri darbelerin hep başarılı olduğunu ve FETO terör örgütünü ne kadar siyasi ve ekonomik güce sahip olduğunu bildiğim halde bu darbenin başarılı olamayacağına inancım tam olduğunu söyleyebilirim. Bunun sebebi de darbe gecesinde görülmemiş bir şekilde insanların kendi vatanların sahip çıkmak için sokaklara dökülmesi, tekbirlerle orduya sızan hain darbeciler önüne dizilerek şehit ve gazi olan insanların bu vatan topraklarında döküldüğü kanları, dünyanın dört bir yanında darbe karşıtı gösteriler yaparak Türk milletine destek veren insanlar ve annelerin duaları boşa gitmeyeceğinden emin olmamdı. Bu tarihi gecede vatan ve millet için kanı dökülen şehit ve gazilerin sadece bu millet üzerinde değil, Türkiye’nin Müslümanların umudu olması sebebiyle bütün İslam ümmetinin üzerinde hakkı olduğu bir gerçektir. Sözlerimi Türkiye Cumhuriyeti baki olması umuduyla milletim adına 15 Temmuz ve tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet gazilerimize minnet ve şükranlarımı sunarak bitirmek istiyorum. Kaynakça: Abdulvahap, AKINCI. Türkiye’nin Darbe Geleneği: 1960 ve 1971 Müdahaleleri. Eskişehir Osmangazi üniversitesi İİBF Dergisi, Nisan 2014, 9(1), 55-72. SUAVİ, AYDIN.1960’tan Günümüze Türkiye Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2014. https://15temmuzdosyasi.com/istatistikler/
17
Bir Osmanlı Şehri Olarak Üsküp Üsküp ki Yıldırım Bayezid Han diyarıdır, Evlad-ı Fatihan’a onun yadigarıdır.1
Abdüsselam İslam Makedonya İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Tarih Bölümü
Tarihçesi: Üsküp şehri Balkanlar yarım adasının ortasında ve Vardar nehrinin her iki yakasında yer alıp tarih bakımından iki bin yıl kadar geriye gitmektedir. Üsküp şehrinin ismi tarihte birçok kez değişmiştir. İlk olarak bir İlirya kabilesinin yerleşmesi sonucu Scupi adını almıştır.2 Bu şehir daha sonra Romalılar tarafından alınmış ve kontrol edilmiştir, aynı zamanda bu dönemlerde Roma hakimiyeti altında gelişmiştir. Uzun bir süre Roma hâkimiyetinde kalan şehir, daha sonra 696’da Güney Slavlar’ın eline geçmiş ve ismi Skoplje’ye dönüştürülmüştür. Güney slavlar hakimiyetinde şehir önemli bir ticaret merkezi haline gelmiş ve Samuil iktidarının sonlarına doğru Bizans imparatoru II. Basileios’un (976-1025) şehri alması sonucu Bizans hakimiyetine girmiştir. Daha sonra şehir müstakil bir devlet kuran Sırpların hedefi olarak, II. Milutin (1282-1321) döneminde ele geçirilip Sırp devletinin başkenti ve devlet merkezi haline getirilmiş, böylelikle 110 yıl Sırp hakimiyeti altında kalmıştır. Sırp Çarı Stefan Duşan, 16 Nisan 1346’da imparator ünvanını alıp Üsküp’te taç giymiştir. Stefan Duşan’ın ölümünün ardından çıkan karışıklıklar sonucu şehir eski önemini kaybetmiştir. 1390 yılında Yıldırım Bayezid döneminde önemli üç beyleri olan Timurtaş Paşa, Evrenos Paşa ve Paşa Yiğit’in Sırbistan fethi için gönderilmiş ve sonuç olarak 1392 yılında Paşa yiğit tarafından Üsküp şehri fethedilip Osmanlı hakimiyetine girmiştir. Üsküp yaklaşık 520 yıl Osmanlı hakimiyeti altında kalmıştır; Osmanlı idaresine giren şehir kısa süre içerisinde canlanmış, eyalet merkezi ve önemli bir ticaret şehri olmuştur. Osmanlı tahrir kayıtlarında
Üsküp’te 1455 yıllarında %65 Müslüman Türk nüfusunun bulunduğu ve aynı şekilde 1544 yılında ise bu sayının büyüyerek %79,5’ini oluşturduğu geçmektedir. Üsküp Osmanlı hakimiyeti altına girmesinin ardından şehirde pek çok vakıf eseri, cami, han, hamam, çeşme ve imaret yapılmıştır. Şehir Osmanlı hakimiyetinden 1913 yılında Balkan savaşları sırasında çıkmış ve Sırbistan topraklarına katılmıştır. I. Dünya Savaşı’nın başlaması ile şehirdeki hâkim devlet Bulgarlar olmuştur. 1939 yılına kadar da Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı’nın hakimiyetinde kalan şehir, 7 Nisan 1941 tarihinde yeniden Bulgar kontrölüne geçmiştir. 1944 yılında Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin yönetimi altındaki Özerk Makedonya Cumhuiyeti’nin başkenti olmuştur. 1991 yılında Makedonya Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan etmiştir. Üsküp şehri de Makedonya Cumhuriyeti’nin başkenti olmuştur.3 Bir Osmanlı şehri olarak Üsküp: Üsküp’ün bir Osmanlı şehri olarak anılması Balkanlar’da günümüze kadar Osmanlı yapısını ihtiva eden birkaç şehirden birisi olması hasebiyle olmuştur, az önce de Tarihçesinde değindimiz gibi Üsküp 520 yıl Osmanlı hakimiyetinde kalmış ve bu süre içerisinde çeşitli yapılar inşa edilmiştir. Osmanlı döneminde sahip olduğu ekonomik, askeri, ticari, kültürel ve sosyal önemine paralel olarak yoğun bir imar faaliyetine sahne olmuştur; cami, mescit, türbe, han, bedesten, hamam, köprü, tekke, zaviye, kütüphane, medrese, mektep, imaret, çeşme, su kemeri ve darphane gibi hemen her türde anıtsal yapılar inşa edilmiştir. Bu yapılar yıllar geçtikçe çeşitli nedenlerden ötürü hasar görmüş veyahut komple yıkılmıştır. Üsküp şehrinde tespit edildiği kadar toplam 350 eser inşa edilmiştir. Binaların büyük bir bölümünün yok olmasındaki ana faktörler arasında;
1 Yahya Kemal, “Kendi Gökkubbemiz”, İstanbul Fetih Cemiyetı Yayınları, İstanbul, 2000, s.77. 2 Mustafa Özer, “Üsküp’te Türk Mimarisi (XIV.-XIX. Yüzyıl)”, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2006, s.12-13 3 Mehmet İnbaşı, “Üsküp”, Dia maddesi, İstanbul, 2012, s. 377-378
18
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
Üsküp’te vuku bulan savaş, yangın, salgın hastalık, deprem gibi nedenler olmuştur. Örnek olarak tarihe baktığımızda Şehre en büyük zararı 1963 yılında yaşanan ve şehrin %80’nın yıkılmasına sebep olan büyük bir deprem vermiş ve bu depremde birçok Osmanlı yapısı yıkılmış, bazı eserler ciddi hasarlar görmüştür, bunların bir kısmı sonraki yıllarda tamir edilmiştir. Günümüzde halen ayakta kalan birçok yapı mevcuttur, camiler arasında: II. Murad camii Üsküp’in en büyük camisidir 1436 yılında II. Murad tarafından yapılmıştır, İshak Bey camii en eski camilerdendir 1438 yılında Paşa Yiğit oğlu İshak Bey tarafından yaptırılmıştır, halk arasında Alaca camii olarak ta bilinmektedir. İsa Bey camii 1475 yılında inşa edilmiş, Yahya Paşa camii 1503 yılında, Mustafa Paşa camii, Murad Paşa camii ve şu anda yıkık olan fakat yeri bilinen önemli bir eser olan Burmalı cami vd. bilinmektedir. Diğer yapılardan bazıları ise şunlardır: Üsküp’te Vardar nehri üzerinde şehrin iki yakasını birleştiren ve halk arasında Taş Köprü olarak ta bilinen Fatih Sultan Mehmet köprüsü, Mustafa Paşa tarafından yapılan su kemeri, Kurşunlu Han, Sulu Han, Kapan Han, Davut Paşa Hamamı.4
dür. Üsküp şehrine İslami bir siluet katan Osmanlılardan kalma eski Çarşı, halk dilinde Türk Çarşısı olarak bilinir olmuştur. Çarşı şehrin bütün yollarının kesiştiği şehrin en işlek yerinde kurulmuştur. Günümüzde de mevcut olan Çarşı, turistlerin uğrak noktası, görülmesi gerekenler listesinde ilk sırada, Üsküp şehrinin vazgeçilmez ve insanların kaynaştığı önemli bir yapıdır.5 Kaynakça: 1.
Mehmet İnbaşı, “Üsküp” dia maddesi. İstanbul, 2012.
2. Lidiya Kumbaracı, “Üsküp’te Osmanlı Mimari Eserleri”, İstanbul, 2008. 3. Mustafa Özer, “Üsküp’te Türk Mimarisi ( XIV. – XIX. Yüzyıl)” Ankara, 2006. 4. Mehmet Z.İbrahimgil – Ömer Turan, “Balkanlardaki Türk Mimari Eserlerinden Örnekler”, Ankara, 2004. 5.
Altan Araslı, “Avrupa’da Türk İzleri”, Ankara, 2001.
Üsküp tarihte olduğu gibi günümüzde de Balkanlarda önemli bir merkezdir, onu önemli kılan bir faktör ise şüphesiz Osmanlı döneminden kalan tarihi eserlerdir. Son dönemlerde Osmanlının yıkılmasıyla birlikte şehir Osmanlı ve İslami kimliğinden soyutlanmaya çalışılmışsa da başarılı olunamamış ve kendi öz kimliğinden hiçbir şey kaybetmemiştir, zira eski ve tarihi Üsküp’ün neresine giderseniz gidin kendinizi bir 17.yy. Osmanlı şehrinde hayal etmeniz ve o dönemlerden esintiler görmeniz mümkün4 Ömer Turan, ve Mehmet Z.İbrahimgil, “Balkanlardaki Türk Mimari Eserlerinden Örnekler”, TBMM Yayınları, Ankara, 2004 s.332-361 5 Lidiya Kumbaracı – Bogoyeviç, “Üsküp’te Osmanlı Mimari Eserleri”, İstanbul, 2008, s.252-253
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
19
Benim Güzel Batı Trakyam! Bir yer düşünün, halkının Ahmet, Mehmet, Ayşe, Fatma gibi isimleri taşıdığı. Bir yer düşünün, Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş aşığı insanların yaşadığı. Bir yer düşünün, Türkiye sınırları içinde olmamasına rağmen halkının Türkçe konuştuğu, Bir yer düşünün, gönülleri bir olmasına rağmen sınırlarla bağları koparılmış insanların olduğu ...
Cabir İhtiyar Batı Trakya - Yunanistan İstanbul Şehir Üniversitesi İslâmi İlimler Bölümü
Azınlık olarak yaşama kavramını ve bunun sonuşlarını yeni yeni farkediyordum bu hayat yolculuğumda. Aklını tek kurcalayacak şeyin sabahtan akşama kadar oynayacağı oyunlar olan bir çocuğa nasıl açıklayabilirdiniz ki azınlık olmayı? Bende herşeyden habersiz mutlu ve huzurlu bir çocukluk geçirdim o cennet topraklarda. Fakat büyüdükçe farketmeye başladım azınlık olmanın o ağır sonuçlarını. Azınlık olmak cennet huzurunu taşıyan bir savaşın ortasında yaşamaya tutunmaya çalışmaktı. Azınlık olmak, kendini hiçbir yere ait hissedememekti. Azınlık olmak her yerden dışlanmaktı... İlk defa Türkiye’ye seyahat ettiğimde fark etmiştim bu acı gerçeği. Yıllarca vatanım diye savunduğum yerde yabancı muamelesi görmem dağlamıştı yüreğimi. O günden sonra farketmiştim ne kadar çok çalışmam gerektiğini. Doğup büyüdüğüm yerde soğuk bir savaş yaşanıyordu. Asimilasyon çalışmaları, kültürü yok etme, halkı bilinçsizleştirme yönünde inanılmaz oyunlar oynanıyordu bölgemizde. Nitekim hedeflerine ulaşıyorlardı da... Evlad-ı fatihan olduğu gerçeğini unutarak Avrupa toplumunu benimsemiş ‘’ modern! ’’ bir nesil yetişiyordu. Yüzyıllardır binbir zorluk ve mücadeleyle koruduğumuz kimliğimizi yavaş fakat etkili bir şekilde kaybediyorduk. Bu gerçekleri gören ve dava bilinciyle büyüyen çok az insan yetiştirebiliyorduk artık... Kendimi geliştirmeli ve halkı bilinçlendirmeliyim diye düşündüm kendi kendime. Çıktığım bu yol kolay olmayacaktı biliyordum. Çünkü azınlık olmak kağıt üstünde tüm haklarını yaşarken gerçek hayatta tüm hakları elinden alınan bir toplum olarak yaşamaktı. Hiçbir iş imkanı tanınmayan bir bölgede davası uğruna meçhule doğru yol almaktı. Fakat bunu yapmaktan başka bir çarem yoktu biliyorum. Bu sadece milliyet meselesi değildi. İlk hedef dilimiz sonraki hedef ise dinimizdi. Yıllardır süren bir savaştı bu... Ve şimdi ben, tüm bu sorumlulukların bilincinde olarak geliştirmeye çalışıyorum kendimi. Geliştikçe bilinçlenmeye, bilinçlendikçe de bilinçlendirmeye çalışıyorum halkımı. Haklarımızın sadece kağıt üzerinde yaşanmadığı günleri görme arzusuyla alevlenerek dur durak bilmeksizin çalışıyorum şimdi…
20
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
Nevruz Kutlamaları
İslam Şükürov Azerbaycan İbn Haldun Üniversitesi Felsefe Bölümü
NEVRUZ
NEVRUZ NEDİR?
Kültür bir milleti millet yapan değerler bütünüdür. Kültürlerin önemli unsuru ise içinde binlerce yıllık bir geçmişi barındıran gelenek ve görenektir. Eski kavimlerden olan Türklerin de tarihi derinliklerinden gelen gelenek ve görenekleri vardır. Nevruz, Türklerin tarihin bilinen yıllarından bu yana kullanılan milli bayramlarından biridir. Nevruzu eskiden takvimin olmadığı dönemlerde insanlar hayatlarını temel uğraşıları üzerine düzenlerler. Bu uğraşılar ekin ekme, hasat, koç takvimi, baharın gelmesi ve başka uğraşlardır. Bir yıl içerisinde ki değişiklikler bir yıl boyunca büyük törenle kutlanılmıştır. Bütün milletlerde nevruz şenlikleri yaşam biçimlerine coğrafi konumlarına, ekonomi ve inanç yapılarına uygun olarak uygun zamanlarda çeşitli adlarla kullanılıyor. Mesela günle gecenin birbirine eşit olduğu ve kışın bitip baharın başladığı 21 Mart insanların hayatında önemli bir gündür. İklimin de değişmesi sebebiyle insanların da hayatlarındaki uğraş değişiklerinin başlangıcı 21 Mart, birçok halklarda yılbaşı olarak kabul edilerek bayram gibi kutlama yapılmıştır. 20 Mart günü soğuk, kötü ve meşakkatli olarak görülen kışın bitip, sıcak, iyi ve şefkatli olarak kabul edilen yazın başlangıcı olan yazın başladığı ve tabiatın uyandığı ve dolayısıyla üremenin ve üretmenin başlangıcı olarak görülür . Bahar bayramlarına çeşitli halkalarda ve bölgelerde görmek mümkündür. Bazı halklarda ve bölgelerde yine böyle kutlamalara dini bir içerik katılarak yeniden güncelleştirilmiş ve yeniden isimlendirilerek kurtlandırılmıştır. Örnek verilecek olursak Yahudi inancında Musa Peygamberin Yahudileri Firavun’un baskısından kurtararak Sina yarımadasına götürmesi günü şerefine “Pesah” bayramı, Hristiyanlıkta ise İsa’nın yeniden doğuşunun kutlanışı olarak “Paskalya” kutlanıyor.
Farsçada “yeni gün” anlamına gelen Nevruz 21 Mart’ta Orta Asya’dan Ortadoğu’ya ve Balkanlara kadar geniş coğrafyada yaşayan halklar tarafından kutlanmaktadır. Nevruz, Farsça bir kelime olup nev; yeni, rûz; gün yani yeni gün demektir. Yılbaşı’nın ilk gününe nevruz ismi verilmiştir. Nevruz insanların baharla buluştuğu gündür. Nevruz Türk ve İran’ın ortak kültürü olarak toprağın dirilişi bayramı olarak kutlanılır. Nevruzun tarihinin XI. yy’a tekabül ettiği söylense de aslında nevruzun tarihinin insanlık tarihi kadar eski olduğu ve tarihi M.Ö. III. yy kadar dayanmaktadır. Nevruz tüm Türk boylarından dilden dolayı farklı telaffuz olunsa da, kutlama şekilleri az çok aynıdır. Genel olarak Türk dünyasında bahar bayramının adı Nevruzdur. Türk dünyasında Nevruz; Navruz, Novruz, Sultan-ı Nevruz, Sulatan-ı Navruz, Nevrez, Nevris, Naours, Novroz, Navrıs, Naorus ağız farklılıklarıyla ifade edilmektedir.
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
Türk devlet ve topluluklarında Nevruz; Ulustın Ulu, Ulusun Ulu Günü, Ulu Gün, Yengi Kün Yeni Yıl, Mart Dokuzu, Mereke, Meyram, Natukan, Nartavan, Isıakh, Bayramı, Altay Ködürgeni, Bahar Bayramı, Yörük Bayramı, Mevris gibi isimler kullanılır. NEVRUZ KUTLAMALARININ TARİHİ Nevruz Kutlamaları ile ilgili Çin kaynaklarında, milattan yüz yıllarca önce Türklerin 21 Martta hazır yemekleriyle bahar şenlikleri için kıra çıkar ve baharın gelişini yeniden dirilişi inancıyla kutladıklarını yazar. Türklerde 21 Mart baharın başlangıcı günü olarak bu günü “yeni gün” olarak isimlendirirler. Nevruz kutlamaları İslam kaynaklarına bakıldığında XI. yy olarak görülür. İran kaynaklarında Firdevsî’nin Şehnamesinde ve önceki kaynaklarda da nevruz kutlamaları geçmektedir. Nevruz Türk destanlarında Ergenekon olarak geçer. Bu yüzden nevruz bayramının bir di-
21
ğer adı da Ergenekon Bayramı’dır. Ergenekon ismi hala bazı Türk boylarında aynı olarak geçer. Ergenekon Türk destanlarından bu tarafa gelen birlik ve beraberlik günü olarak Türk soylarının birbirlerine olan güven bağını güçlendiriyor. Çin kaynaklarından Kutatgu Bigilige, Kaşgarlı Mahmut’tan Biruni’ye, Nizamülmülk’ün Siyasetnamesinden Melik Şah’ın takvimine, Uzun Hasan’ın kanunlarına kadar gelen Nevruzla ilgili kayıtlar bulunmaktadır.
Selçuklularda da Nevruz şenlikler yapılarak kutlanmıştır. Nevruz Bayramında şenlikler yapılarak yemekler pişirilmiş, birbirileriyle hediyeleşmişlerdir. Selçuklular güneşin koç burcuna girdiği yılbaşı gününü Nevruz günü olarak kabul etmişlerdir. Selçuklu Döneminde Sultan Melikşah tarafından hazırlanan Takvim-i Celali’de 21 Mart yılbaşı olarak devletin mali ve diğer işlerinin düzenlemeleri yapılmıştır. Uzun Hasan tarafından koyulan kanunlarda da 21 Mart ilk vergi toplama dönemi olarak kabul edilmiştir. KAZAKİSTAN’DA NEVRUZ Sovyetler Birliği 1930’a kadar Kazaklara Nevruz bayramı kutlamalarını yasak etmiştir. Bu yıla kadar Ulustın Ulu Künü (Ulusun Ulu Günü) adlandırılmıştır.
OSMANLI’DA NEVRUZ M.Ö. III. yy’dan bu tarafa kutlanagelen Yeni Gün olarak isimlendirilen Nevruz Osmanlılarda yeni gün olarak kutlanan bir bayramdır. 21 Martta kayı boyundan gelen Türkler Ertuğrul Gazinin türbesi etrafında birtakım törenler yapmış ve buna da “Yörük Bayramı” adını vermişlerdir. Osmanlıda Nevruz tarih boyu her yıl kutlanan bir bayramdır. Nevruz Osmanlıda 20 Martta Nevruz-i Sultani veya Nevruz olarak adlandırılmıştır. Osmanlıda nevruz hem devlet erkanı ve hem de halk tarafından kutlanılarak birbirleriyle hediyeleşmiş ve ikramlarda bulunmuşlardır. Osmanlıda verginin ilk alındığı takvim olarak nevruz seçilmiştir. 16 ve 17. yy dan itibaren resmi Nevruziye adıyla ayrı bir vergi anılmıştır. Ayrıca savaş için asker toplanılması ve vergi toplanılması ve vazifelerin başlangıcı olarak nevruz seçilmiştir. Osmanlının son dönemlerine kadar kullanılmıştır. Osmanlı kaynaklarında nevruz törenleriyle ilgili olarak sultan II. Abdülhamit’in kızı Ayşe Osmanoğlu bu bilgiyi bize vermektedir. “Nevruz baharın ilk günü olduğundan bir gün önceden eczane-yi hümayunda hazırlanmış olan ve nevruz macunu denilen üzerine altın tozu dökülmüş kırmızı renkte nevruz şekeri hazırlanır. Tüllerle bağlı güzel kaseler içinde Hanedan azasına, vükelaya mevki sahiplerine bendegane dağıtılırdı” diye bahsetmektedir. Nevruz ve Nevruziye adetleri II. Meşrutiyetten sonra terk edilerek yerini halk arasında yayılan Hıdırellez şenliklerine bırakmıştır. Eczacıdan gelen Nevruziye ve yedi sin yani Arapçada sin harfiyle başlayan süt, simit, sukker, salep, sirke, soğan, semek (balık) bir tepsiye koyularak evin efendisi önüne getirilir, evdekiler de tepsi etrafında diz üstü otururlardı. Evin efendisi tepsideki malzemelerden herkese birer tabak dağıtarak gün dönümünde herkese buyurun diyerek önce macundan sonrada diğerlerinden de yemeye başlarlardı. Yemek bitiminde evin efendisi uzun bir dua yapar, sonrasında ise elleri öpülerek kutlama sona erer.
22
1921’e kadar Kazaklar 21 Mart’ı yılbaşı olarak kutlamışlardır. Kazaklar bayramlarını ister dinin ister mahalli geleneklerden kaynaklanarak 4 gün süreyle kutlarlar. Nevruz bayramına günler kala evler temizlenir yeni elbiseler giyilir. Yemekler yapılarak ziyafetler verilir. Meydanlarda yakılan ateşler üzerinden atlanılır. Bu günde birbirlerine iyi dileklerde bulunur küsler barıştırılır ve topluma birlik ve beraberlik hakim olur. Kazak Türkleri 1991’de Kazakistan Cumhuriyeti bağımsız olduktan sonra da tekrar bu günü ulusun ulu günü olarak ilan etmiştir. Günümüzde Kazakistan’ın sekiz milli bayramından en önemlisi olan Nevruza 1 hafta öncesinden hazırlıklar başlar. Her taraf bayraklarla, güzel sözler içeren pankartlarla süslenir. Varlıklı kimseler tarafından büyük otağlar kurulur. Dışarda pişirilen kavurma, pilav, beşparmak, nevuz koji, kopkoje, külşe ibi geleneksel yemekler davetlilere ikram edilir. Nevruz günü kurban kesilir, mevlit okunur. Kazak Türkleri 21 Mart gününü Hz. Muhammed’in doğum günü, 21 Mart gecesini ise “Kızır Tüni” (Hızır Gecesi) olduğuna inanırlar. KIRGIZİSTAN’DA NEVRUZ Kırgızistan Türkleri yeni yıla nevruz şenlikleriyle başlarlar. Kırgız Türklerinde 21 Mart günü yeni yılın “Basay” denilen ışık ayının birinci günüdür. Nevruzda Kırgız Türkleri yeni güne yedi gün önceden hazırlıklara başlarlar, insanlar yıkanıp en güzel elbiselerini giyerler. Nevruz akşamı avlu yakınında ateş yakılır, bütün insanlar yaşlı genç demeden ateşin üzerinden atlarlar. Ateşten atlarken yılın kötülüklerini ateşe atma dileği tutularak atlanılır. Bu düşünce de yeni yıla tüm yılın ağırlıklarından kötülüklerinden aranılarak girme düşüncesi veriyor. Kırgızlar Nevruz geleneği olarak su ve ateş kültüne çok önem verirler. Nevruz ayinlerinden olan “Ardıç ağacı” ile tütsüleme veya alazlama onların ağaç kültüne bağlılıklarını gösteriler. Bununla beraber Çam ağacının dalını kopartıp yakarak ondan çıkan dumanı evlerde dolaştırırlar. Ateşten atlama geleneği Kırgızlarda da vardır. Ateşin üzerinden atlayarak tüm kötülüklerden, hastalıklardan arındıklarına inanırlar. ÖZBEKİSTAN DA NEVRUZ Özbekistan’da Nevruz özel yıllardan özel yerlerde vadilerde kutlanılır. İnsanları nevruz kutlanan yerlere zurna çalarak musikiyle davet ederler. Nevruz şenliğinde aşıklar Özbek Türklerine özel güzel destanlarını söylerler. Şenlikte halay, halka ait oyunları
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
oynanır. pehlivanlar güreş tutarlar. Büyük kazanlarda özenle pişirildikleri yemeği gelen misafirlere ikram ederler bu şenliğe tüm halk katılır ve bir hafta sürer. Nevruz resmi olarak Özbekistan’da 1991 de bağımsız olduktan sonra Cumhurbaşkanı olan İslam Kerimov’un hazırladığı özel kararname ile 21 Mart, Nevruz Bayramı ilan edilmiştir. Bayram günü bayram kutlanılan yerde çocuklara hediye veren yeşil elbiseli aksakallı dede; bilge tecrübe, cömertlik, inanç sembolü olarak bulunur. Onun ismi Baba Dehgandır (Çiftçi Baba). Aksakallıdan sonra şenliğe cesurluk, mertlik, güç ve kuvvet sembolü olarak delikanlı kıyafetinde Nevruz ile güzellik, saflık ve masumluk sembolü olan Bahar Kız katılır. Nevruzda köpkari, güreş, at yarışları ve horoz dövüşleri gibi spor gösterileri düzenlenir ve tiyatro eserleri gösterilir. Bayramın ilk günü insanlar çadırdan çadıra giderek birinci bayramlarını kutlayarak gelen misafirlere Özbek Pilavı ve çay ikram ederler. Nevruzda nevruzun özel yemeği olan Sümelek hazırlanır. Ev ve iş yerlerinin görünen yerlerine semeni koyulur. Özbeklerde Nevruz sofrası ortasına büyük ekmek ve etrafına boyanmış yumurta ve içinde yeşil yaprakların bulunduğu su kabı koyarlar. Ayrıca Nevruz sofrasına “s” harfiyle başlayan yedi çeşit yemek ve baharat koyarlar.
TÜRKMENİSTAN’DA NEVRUZ Nevruz, Türkmenistan halkı arasında Oğuz Bayramı olarak adlandırılır. Nevruz gecesi Oğuz gecesi olarak isimlendiriliyor. Nevruz günü Türkmenistan’da büyük sofralar hazırlanır. Milli oyunlar oynanır ve Türkmen kızları gençleri türkü söyler, Nevruz için Türkmen çöreği Nevruz petiri külçe yağlı börek şekşeke ve Türkmen pilavı hazırlanır. Nevruzun en özel yemeği ise Semeni’dir. Birkaç aile toplanarak özüne un şeker ve su katarak semeni yaparlar. Türkmenistan’da Nevruz resmi olarak kutlanılan bayramdır. Türkmen ilim adamlarına göre Nevruz Türkmenler arasında 5 bin yılda beri kullanılan bayramdır. Türkmenlerde uzun süre kutlanılan Çarva Nevruz (Göçebe Nevruz) olarak kabul edilen Nevruz Bayramı, 21 Mart’ta kutlanan yeni yıl bayramıdır. Türkmenler nevruz için Türkmen çöreği, Türkmen Petiri, Çektirme Gatlam, Külce, Yağlı Börek, Bavursak, Türkmen Pilovu gibi çeşitli yemekler hazırlarlar. Ne kadar çok yiyecek hazırlanırsa yeni yılında bir o kadar bereketli ve iyi geçeceğine inanırlar. TÜRKİYE’DE NEVRUZ Türkiye’nin tüm bölgelerinde Nevruzun kutlandığını söyler. Türkiye’nin Güneydoğu illerinde Gaziantep ve çevresinde 22 Mart gününe “Sultan Nevruz” adı verilir. Diyarbakır’da insanlar eskiden Nevruz günü halkın şenlik yaptığı yerlere giderek kutlarlardı. Şimdi ise siyasi ve ideolojik amaçlarla kutlanmaktadır. Kars ve çevresinde Nevruzda kapı dinlemeler, baca-baca gibi adetler yapılır. Ev sakinleri evde bulunan meyvelerden baca baca gezenlere verilir, bir evde toplanan geç kızlar ve erkekler bir çocuğa su alamaya gönderirlerdi. Çocuk suyu konuşmadan, arkasına bakmadan bir kova su getirir ve orada bulunan gençler kovanın içine renkli iplik ve iğneler atılır. Birbiriyle birleşen iğne ve ipliklerin sahiplerinin, birbirleriyle evleneceklerine inanırlardı.
AZERBAYCAN’DA NEVRUZ Nevruz bayramı her yıl mart ayının yirmi birinde kutlanmaya başlar fakat Azerbaycan Türkleri bu bayrama bir ay öncesinden hazırlanırlar. Asıl bayram kutlamaları ise üç gün sürer. “Asıl Ergenekon/ Novruz bayramı Azerbaycan Türkleri arasında üç gün sürmektedir. Her yıl Mart ayının 21–23’ü (eski Mart’ın 8-10) günleri bayram büyük törenlerle kutlanır. Azerbaycan’da halk Nevruza birkaç hafta kala her çarşamba şenlikler düzenler, ateşler yakılır evler bahçeler temizlenir, insanlar bayramlık elbiselerini giyerler. Nevruzda mumlar yakılır nevruz şekerleri hazırlanır, gelen misafirlere gül suyu ikram edilir. Geceleri ateş oyunları oynanır insanlar ateş üzerinden atlarlar. Azerbaycan’da nevruz kutlamalarında Han bezeme oyunu oynarlar. Han bezeme oyununda beceriklilik, zekalı, tedbirli olma ve iş bilirlik gibi vasıflara sahip bir kişi hükümdar seçilir. Geleneğe göre Nevruz süresince küsler barıştırılır, toplumda birlik ve beraberlik sağlanmaya çalışılır. Nevruz Kutlamaları meydanlarda olur. Nevruz Şenliği Kosa (kış), Keçel (yaz) ve Bahar kızı (yaz) geldikten sonra başlar. Nevruz ve semeniyle ilgili şiirler ve şarkılar söylenilir. Akşam olunca gençler şapkalarını alarak mahalledeki evlere şapka atılır ve ev sahipleri de şapkalara pişirilen tatlılardan koyarak evin kapısının önüne koyar.
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
Tunceli ve çevresinde Nevruz kutlanır ve Nevruz günü erkekler alınlarına kara sürerek su kaynaklarına giderek yüzlerini yıkayarak karaları temizleyerek dua ve niyetlerde bulunurlar. Mersin-Silifke bölgesinde de nevruz kutlanır ve birtakım adetleri vardır. Bu bölgede yaşayan Toros Türkmenlerinde, güneşten etkilenmesi için ağaca bez bağlanarak yapılan Mart İpliği adeti vardır. Nevruzda yaylalara çıkılır, yaylalardaki evlerde yaşayanlar gelen misafirleri evlerinde ağırlarlardı. Gelen misafirler yaylada silah atarak geldiklerini bildirir, yayladakilerin başkanı da buna karşılık el silahı atarak cevap verir. Daha sonrada karşılıklı silah atılarak birbirlerine Nevruzunuz kutlu, dölünüz hayırlı ve bereketli olsun derlerdi. Tekirdağ’da Nevruz soğukların sonu, baharın başlangıcı olarak kabul edilerek Nevruz şenlikleri düzenlenerek kutlanır. Nevruz İzmir, Uşak, Sivas şehirlerinde de şenliklerle kutlanır. Iğdır ve çevresinde de nevruz kutlanır. 19 Mart’ı 20 Mart’a bağlayan gece kız ve erkekler Tanrı’dan dilek dileyerek akarsuda yıkanarak en az üç defa suya dalıp çıkarlar. Sabah erken kalkılınca taze su içilir hayvanlara da taze su içirirler. Halk yeni elbiseler giyer ve bayram namazından sonra pişmiş yumurta tokuştururlar. Evden yeni cenaze çıkanlar dahi bayrama katılmak zorundadırlar çünkü o gün yas tutmak günah sayılır.
23
Makedonya Müslümanları ve BESA Makedonya Müslümanları denildiğinde üç etnik grubu kastetmiş oluyoruz. Bunlar Arnavutlar, Türkler ve Boşnaklardır. Bu üç etnik grup beş asır boyunca Osmanlı Devleti içerisinde birlik ve beraberliklerini zedelemeden kardeşçe yaşadılar.
Amet Dervishev Makedonya Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Doktora
Balkan Savaşlarıyla birlikte Osmanlı, Balkanları terk edince bu birlik zedelenmiş oldu. Çünkü her kesim kendi derdini düşünmek zorunda kaldı. Durum böyle olunca bu üç Müslüman etnik unsur bugüne kadar birbirleriyle doğru düzgün bir araya gelemediler. Bu birlikteliğin bozulmasının faturasını Makedonyalı Müslümanlar ağır bir şekilde ödediler ve ödemekteler. Bu birlikteliğin bozulması neticesinde birçok Müslüman aile Makedonya’dan göç etmek zorunda kaldı. Aynı şekilde Osmanlı mirası tehlikeye uğradı ve birçok Osmanlı eseri yıkıldı ve yok edildi. Bugün ise gelinen noktada Makedonyalı Müslümanlar hala bölük pörçük durumda. Hiçbir umut yok mu, derseniz evet var. Fakat bunun için çok çalışılması ve mücadele edilmesi gerekiyor. Bu itibarla büyük bir gelişme olarak 2016 yılının Mayıs ayında BESA Siyasi Hareketi’nin önderliğinde 30.000 kişinin katılımıyla Üsküp’te, Makedonya’da yaşananlara “DUR” yürüyüşü gerçekleşince tüm gözler bu partiye döndü. Bir yandan tarihe Makedonya bağımsızlığından bugüne en büyük Arnavut protestosu olarak geçti diğer yandan Makedonyalı Müslümanlar, özellikle genç Arnavut Müslümanlar çok heyecanlandılar. Çünkü bu gençlerin içlerinde yıllarca biriken bir özlem vardı. Türk gençler de BESA diye bir partinin kurulmasına sevindiler. Bu parti 2014 yılının Kasım ayında tanıtımını yapmış oldu. Bu siyasi hareket slogan olarak da “Biz sözümüzün eriyiz” dediler. Böyle bir sloganın seçilmesi büyük ihtimalle Arnavutça Besa “söz” anlamına geldiğinden seçilmiştir. Fakat ben bunu öğrendiğimde kime neyin sözünü verdiklerini merak ettim. Hala da merak ediyorum. Fakat şunu da gözden kaçırmamak gerekir diye düşünüyorum. Günümüzde Müslümanların düştüğü bir hata var. İslam’la ilgili bir gelişme olunca sebep sonuç ilişkisini düşünmeden hemen galeyana geliyorlar. Müslümanlarda siyasette yer alırsak İslam’a daha fazla hizmet ederiz, algısı var. Kanaatimce yanılıyorlar. Çünkü Müslümanca bir siyaset yürütmek çok zor. Daha da önemlisi İslami bir siyaset var mı ve olmalı mı? Bu gelişimlerle birlikte Makedonya medyası bu siyasi hareket ilk ortaya çıktığında yapmış olduğu algı operasyonlarında hemen UÇK’nın siyasi versiyonu ve Ak Parti destekli kurulmuş bir siyasi hareket, diye değerlendirmede bulundu. Ak Parti destekli olup olmadığına dair pek bir şey söyleyemeyeceğim. Her ne kadar BESA buna itiraz etse dahi Makedonya’da ve Türkiye’de bununla ilgili genel bir algı var. Doğru da olabilir. BESA’nın itiraz etmesi de doğal çünkü açıktan Ak Parti destek veriyor denilemez. UÇK ile ilgili bağlantısının olup olmadığına da değinecek olursak bu siyasi hareket ilk tanıtımında “Gençlere, ülkelerinden göç etmemeleri için imkânlar yaratacaklarını ifade ederken UÇK üyelerinin siyasi amaçları için kullanılmasına izin vermeyeceklerini, onlara imkân tanıyacaklarını” açıkladı. 11 Aralık 2016 seçimlerinde 5 milletvekili çıkarmış olan BESA gerçekten başarılı mı oldu?
24
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
123 sandalyeli bir meclisten yalnızca 5 milletvekili. Aslında hangi açıdan baktığınıza bağlı. Çünkü bu hareket kısa bir sürede tüm Makedonya Müslümanları tarafından tanındı ve kabul gördü. İlk seçimlerde 5 milletvekili çıkarmış olması belki de Makedonya parlamentosu için azımsanmayacak bir rakamdır. Yeterli mi, hayır yetersiz. Çünkü sadece Arnavutlardan oy almış oldu, o da diğer iki Arnavut partilerinin oylarını. Bu seçimlerin yapılmasından uzun bir süre geçmiş olmasına rağmen SDSM partisine iki milletvekili üstünlüğüyle seçimleri kazanan VMRO-DPMNE hükümeti kuramamıştı. Nihayet geçici hükümet ülkeyi yaklaşık bir sene idare ettikten sonra Cumhurbaşkanı Gyorge İvanov’un VMRO-DPMNE partisine hükümeti kurma görevinin süresi dolunca bu parti hala hükümeti kurmuş değildi. Bunun akabinde Cumhurbaşkanı Gyorge İvanov’un SDSM partisine hükümeti kurma görevini vermesi halinde hem BESA hem de diğer Arnavut partileri bu partiyle hükümette yer alacakları imajını verdiler. Bunun farkında olan Cumhurbaşkanı Gyorge İvanov, hükümeti kurma görevini uzun süre SDSM lideri Zoran Zaev’e vermeme konusunda direndi. Çünkü Zoran Zaev’le birlikte hükümet kurulması halinde ise 1974 Anayasası’nda olduğu gibi Makedon, Arnavut ve Türkler’in kurucu unsur olacağı endişesi hâkim olmaya başladı. En sonunda cumhurbaşkanı direncinden vazgeçerek hükümeti kurma görevini Zoran Zaev’e vermiş oldu. Hükümet kısa süre kuruldu. Hükümet kuruldu kurulmasına da BESA devre dışı bırakıldı. SDSM diğer Arnavut partisiyle hükümeti kurdu ama BESA’yı yanına almadı. Ama tartışmasız bir şekilde BESA’nın başarısı takdirle karşılanıyordu. Bu başarısı onu ayakta tutmaya yetiyordu. Fakat çok geçmeden yapılan yerel seçimlerde bu başarısını sürdüremedi. Bu başarısızlığın faturası da yerel seçimlerde sorumluluk almadı diye BESA Hareketi Genel Başkanı Bilal Kasami’ye kesildi. Ardından 6 Ocak 2018 tarihinde BESA Merkez Meclis Kurulu tarafından Bilal Kasami genel başkanlık görevinden alındı. Bunu hazmedemeyen Kasami, 8 Ocak 2018 tarihinde BESA Partisinin Üsküp’teki Genel Merkez’ine bir grupla baskın yaptı. Bu olay BESA’yı derinden sarstı. Makedonyalı Müslümanlar bu olay karşısında derinden üzüntü duydular.
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
21 Şubat 2018 tarihinde BESA partisi yeniden genel başkanını seçmek için olağanüstü kongreye gidecek. Umudumuz o ki en kısa sürede iç ve dış mihraklardan arınıp kendini toparlayıp tekrardan ayağa kalkmasıdır. Bu tarihe kadar da partinin geçici genel başkanlığını Necbedin Karamani yönetecek. Bu toparlanmadan sonra BESA bir dahaki seçimlere girdiğinde sadece Arnavutlara hitap etmeyip tüm Müslüman kesimlere yani hem Türklere hem de Boşnaklara hitap ederse daha başarılı olacağı kanaatindeyim. 100 hanenin biraz üzerinde tamamen Türklerden olan bir Türk köyünden hiçbir siyasi kampanyada bulunmayıp %10’luk bir oy alabilen DUİ (BDİ) aslında ne yapılması gerektiğini söylüyor. Eğer BESA gerçekten siyasetle Makedonya’daki Müslümanlara faydalı olmak ve onların yararına bir şeyler yapmak istiyorsa kendi içerisinde tüm Müslüman kesimi barındırmalı. Bunun BESA olmasına da gerek. Aslında yapılması gereken en iyi yöntem Osmanlı’nın tarihi ve kültürel mirasını esas alan ve ortak tarih bilincini hem ismiyle hem de faaliyetleriyle canlandıran bir parti olursa büyük başarılar elde edeceğine inanıyorum. Her Müslüman tarafından kabul edilen bir siyasi parti olması lazım. Hem ismi hem de cismiyle. Türkiye ise gerçekten Makedonya siyasi arenasında varlığını sürdürmek istiyorsa, ki istiyor, yapması gereken sadece Türk azınlığı yahut da BESA ile Arnavut azınlığa destek vermek değil bu azınlıkları ayrıştırmayıp birleştirmesi gerekiyor. Aksi takdirde bir yere varılamaz. Arnavut’uyla, Türk’üyle, Boşnak’ıyla aynı çatı altında birlikte hareket etmeleri için destek vermeli. Ama orada bir nevi Ak Parti tarzı bir siyaset de yapılmamalı. Bunun böyle olması halinde kötü sonuçlar doğabilir. Makedonya’daki Müslümanları aynı çatı altında tutacak olan tek özellik İslam’dır. Bu gözden kaçırılmamalı. Türkiye’nin hem hükümetiyle hem de ana muhalefetiyle gözü her zaman Balkanlarda ve Makedonya’da olması lazım. Her ne kadar Türkiye Makedonya’ya desteklerini sürdürüyor olsa dahi oradan tam karşılığını alamamakta. Bu nedenle bu üç Müslüman kesim aynı çatı altında olmaları için bilinçlendirilirse Türkiye’nin Makedonya’ya yapmış olduğu desteklerin karşılığını kısa bir zamanda alacağına inanıyorum.
25
Kosova’da Meşhed-i Hüdavendigâr Kosova’nın başkenti Priştine’nin eteklerindeki bir alanda, I. Sultan Murad (Meşhed-i Hüdavendigâr) mezarlığı yer alıyor. Türbeyi çevreleyen alan, 1389 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun padişah tarafından yönetilen askeri güçlerin Balkanlar’da yaşayan, Sırplar, Hırvatlar, Karadağlılar, Macarlar vs. Sırp Prens Lazar’ın komutasından yönetilen Hıristiyanlardan oluşan müttefik bir ordu ile bir araya geldiği Kosova Savaşı’nın gerçekleştiği bölgedir. Sekiz saatlik zorlu bir savaşın ardından Osmanlılar zafer kazanmış olsa da zafer Sultan’ın ölümüyle gölgelendi. Zafer sonrasında katliamı araştırmak için savaş alanını gezerken Sultan Murad, savaşta yaralanmış fakat hala hayatta olan Sırp askeri Milos Obilic tarafından aniden öldürüldü. Muharrem Shtavica Kosova Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler / Yüksek Lisans
Ölüm anında yanında olan Murad’ın oğlu Yıldırım Bayezid, babasının halefi olarak anılacaktı. Padişahın cesedi mumyalanmış halde gömülmek üzere oradan Bursa’ya götürülecekken iç organlar Kosova’da kaldı ve mezar padişahı savaş alanında anmak amacıyla inşa edildi. Savaşın sonucu olan Murad, yenilgisiz bir çizgide dördüncü oldu; hem Balkanlar’da Osmanlı varlığının başlangıcı, hem de imparatorluğun bölgedeki eleştirmenleriyle uzun ve acı bir mücadele oldu. Kosova’nın en eski Osmanlı binası olan mezar, bu yeni çağın simgelerinden birisidir. Priştine’yi Mitrovica kasabasıyla bağlayan karayolu kısa bir yürüyüş mesafesinde yer alan mezarın sitesi biraz göze çarpmamakla birlikte, Türbeyi çevreleyen küçük ama bakımlı alanlarda bir mezarlık, mezarın kapıcısı için ise küçük bir ev ve müzeye dönüştürülmüş büyük bir yapı bulunmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı ile TİKA iş birliği içinde 2005 yılında hem mezar hem de müze kapsamlı bir yenileme sürecine girdi. Türkiye ile tarihi bağları paylaşan ve çoğu zaman köklü Türk kökenli ve Türkçe konuşanlara ev sahipliği yapan ülkelerle ilişkileri geliştirmek amacıyla kurulmuş olan TIKA, dünyanın birçok ülkesinde olmakla birlikte, bölgedeki projeleri Türkiye dış ilişkiler politikası çapında sürdürüyor. Müze, ziyaretçilere savaşın tarihi geçmişini kazandırmayı amaçlıyor ve ayrıca I. Murad dönemine ait bir dizi eser içeriyor. Sağlanan bilgiler üç dildedir: Arnavutça, Türkçe ve İngilizce. 1896 yılında II Sultan Abdülhamit Han tarafından inşa edilen bina daha önce yolcular için bir konaklama yeri olarak hizmet vermiştir. Mezarın hemen dışındaki bahçede, nesiller boyunca yüzyıllarca süren bir meslek olan eski mezar görevlilerinin (türbedar) mezarları vardır. Bu işlev günümüzde hala devam emektedir. Kosova, 2008’de binlerce kişinin hayatını kaybeden Sırbistan’dan ayrılmak için uzun süren bir kampanyanın ardından kendisini bağımsız bir devlet ilan etti. 1990’ların sonlarında Sırp kuvvetleri Kosova’daki sivil ve masum halka karşı ciddi bir şekilde soykırım ve katliam hamleleri yaptıktan sonra, NATO müdahalesi şiddeti bir nebze bastırdı. Harikulade bir şekilde me-
26
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
zar, 1990’lı yıllarda çevredeki bölgelerin büyük bölümünü yıkan bombalar ve savaşlar sonucu hasardan korunmuştur. Mezar, çeşitli Türk siyasiler ve toplumun her kesimi tarafından defalarca ziyaret edilmiştir. Türbeyi çevreleyen mezar taşları ve çeşmeler arasında ziyaretçilerin dikkatini çekmek için çarpıcı bir manzara vardır. Karanlık gövdenin ortasına tamamen bölünmüş, arkasında bulunan duvarlarla desteklenen, muazzam, heybetli bir dut ağacıdır. Bu ağacın 300-400 yıllık olduğu düşünüldüğünde büyüdükçe ve ağırlaştığında artık kendi ağırlığını taşıyamadığından ikiye bölünmüştür. Ağacı kurtarma ve içeriden çürümesini önlemek adına var olan çatlak bölgeleri gri renkli bir macunla kapatılmış, aynı zamanda eğilmemesi ve hayatta kalmasına yardımcı olmak adına büyük özen gösterilmektedir. Hâlâ ayakta kalmasına rağmen zayıflamış halde görünen bu görkemli ağaç, en yüksek sayıdaki figürlerin bile kesilebileceğini ve bazen de ölümcül bir zayıflık olduğunun kanıtı olabilir. ……………………………… Sultan Murad’ın duası:
“Yâ Rabbî! Bu fırtına, şu âciz Murad kulunun günahları sebebiyle çıktıysa, onun yüzünden mâsum askerlerimi cezâlandırma!.. Allâh’ım! Onlar ki buraya kadar sâdece Sen’in adını yüceltmek ve İslâm’ı teblîğ etmek için geldiler! İlâhî! Bunca kere beni zaferden mahrûm etmedin. Dâimâ duâmı kabul buyurdun. Yine Sana ilticâ ediyorum, duâmı kabûl eyle! Bir yağmur nasîb eyle! Bu toz bulutu kalksın. Kâfirin askerini âşikâr görüp, yüz yüze cenk edelim! Yâ İlâhî! Mülk de, bu kul da Sen’indir. Ben âciz bir kulum. Benim niyetimi ve esrârımı en iyi Sen bilirsin. Mal ve mülk maksadım değildir. Yalnız Sen’in rızânı isterim. Yâ İlâhî! Bu mü’min askerleri küffâr elinde mağlûb edip helâk eyleme! Onlara öyle bir zafer lutfet ki, bütün müslümanlar bayram eylesin! Dilersen o bayram gününün kurbânı da şu Murad kulun olsun! Yâ İlâhî! Bunca Müslüman askerin helâkine beni sebep kılma! Bunlara yardım eyle ve zafer bahşeyle! Bunlar için ben canımı kurban ederim; yeter ki sen beni şehitler zümresine kabûl eyle!.. İslâm askerleri için ruhumu teslîme râzıyım... Beni gâzî kıldın. Sonunda lutfen ve keremen şehîdlik de nasîb eyle!.. Âmîn!”
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
27
Paşa Camii (Alaca Camii)
Emir Kasami Makedonya İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi İslam ve Din Bilimleri
Bu kompleks, içinde yüksek minaresiyle bir camii, türbe ve mezarlar üstündeki nişanesi ve etrafında Türk sanat inceliğini oluşturan iki kapılı taşlı duvarla örülmüş bir yapıdır. Bu kompleks Kalkandelen Osmanlı hamamının hemen karşısında inşa edilmiştir. Bu eserin kendine has tarihi ve kültürel bir değeri vardır. XV yüzyılda 1495 yılında inşa edilmiş ve 1833-34 yılının ilk yarısında Abdurrahman Paşa tarafından tadilata tabi tutulmuştur. Bu yüzdendir ki bu cami halk arasında Paşa Cami, Renkli Cami ve Alaca Cami olarak da bilinmektedir. Bu cami çok önemli sanatsal ve mimari bir değere sahiptir. Caminin günümüz şeklini alması XVII yüzyılda Kalkandelen’in maruz kaldığı büyük ve kapsamlı bir yangından sonra şekillenmiştir. Caminin giriş kısmındaki türbe taşlarının kitabelerine dayanarak bu cami Kalkandelen Paşasının kızı (Hüsniye) tarafından inşa edildiği ortaya çıkmaktadır. Aynı zamanda, caminin yanında kendi mezarı da inşa edilmiştir (1975). Caminin tümü yerel Müslümanlar tarafından bahçesiyle beraber büyük bir itina ile bakıma tabi tutulmaktadır. Koruma ve bakımı yine yerel Müslümanlar tarafından üstlenilmiştir. Caminin kuzey batısında XVI yüzyılda inşa edilen Hürşite Hatun türbesi bulunmaktadır. Caminin iç süslemelerine baktığımızda bu bölgede ve hatta Balkanlarda başka bir eşi benzeri bulunmadığını görmekteyiz. Bu caminin sanatsal ve mimari güzelliği ancak ve ancak titizlikle incelendiği taktirde anlaşılabilir ve hissedilebilir. 15. yüzyılın sonlarına doğru inşa edilen Paşa Cami, mimari özellikleri yanısıra iç ve dış süslemeleri ile de Makedonya Cumhuriyeti’nde, Osmanlı dönemini yansıtan görkemli örneklerden birini teşkil etmektedir. İnşaatından günümüze kadar ibadetlerin icrası yanısıra, eğitim amacıyla da faaliyet gösteren cami dini, kültürel ve eğitim faaliyetleri ile değerini devam ettirmektedir. Pena nehrinin sağ yakasında, köprünün yanı başında, eski hamamın yakınında bulunan bu görkemli cami, Kalkandelen şehrinin bir bakıma sembolü halindedir. Minare, türbe, çeşme ve mezar taşlarını da avlusunda barındıran cami, bir külliye teşkil etmektedir.
28
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
Camiye girişler iki ayrı ana kapıdan sağlanmaktadır, aynı zamanda dört bir tarafı da duvar ve ahşap parmaklıklarla sarılıdır. Caminin mimari özellikleri ile iç ve dış dekorasyonu 19 yy. ilk yarısına, daha doğrusu (1833/34) yıllarına aittir. Paşa Cami, 17 yy. sonlarında Kalkandelen’de meydana gelen yangın sonucunda büyük hasar görmüş, 1833 yılında, tanınmış mutasarrıfı Abdürrahman Paşa tarafınca onarılıştır. Camiyi diğer camilerden farklı kılan özelliği, sadece iç duvarları değil, dış duvarları da bir karış boşluk bırakılmadan solmayan renklerle nakış nakış işlenmiş olmasıdır. Caminin son cemaat yeri kuzey cephesinde bulunmaktadır. Camini kubbeleri ise Türk usulü kiremitlerle örtülüdür. Caminin dış cepheleri dörtgen şeklinde renkli kalem işi ile süslenmiş, iç mekânda ise yıldız ve çember motifli canlı renklerin hâkim olduğu desenler göze çarpmaktadır. Kalem işlerinde fresko tekniği kullanılmış, iki sırada yerleştirilen işlemeli demir rezvenli pencereler de caminin süslemesini bir kat daha zenginleştirmektedir. İç mekandaki süslemeler arasında narin sanatsal özelliklerin hakimiyeti, stilize edilmiş geometri, floral ve arabesk süslemeler de ilgi çekicidir. Mihrap ve minber, beyaz mermerden süslemeli olup, harimin doğu cephesinde yerleştirilmiştir. Mahfil, birbirinden ayrı olduğu görünümünü sağlayan, üç yarım çember şeklinde sarılmış balkonlarla yapılmıştır. İç dekorasyonda Balkanlar’da benzeri rastlanmayan, Mekke manzaralarının çizilmiş olması dikkat çekicidir. Paşa caminin iç ve dış dekorasyonu, Makedonya’nın Debre ve yöresinden tanınmış ustalarca yapılmıştır. 16. yy’de inşa edilen ve caminin avlusunda mevcut olan türbe, mimari özellikleriyle Osmanlı dönemini yansıtan seçkin örneklerden biridir. Paşa cami, kırmızının hâkim olduğu renkli süslemeleri, ince işleyişiyle ve meşhur türbesiyle insanları kendine hayran kılarak çevreye de ayrı bir özellik ve güzellik kazandırmaktadır. Günümüzde Makedonya ve Balkanların tüm kesimleri tarafından ziyaret edilen bu cami, Türkiye’den gelen misafirler tarafından da ziyaret edilmektedir.
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
29
XVIII. Yüzyıl Orta Asya Düşünürlerinden Muhammed Şerîf El-Buhârî Orta Asya İslam düşünce tarihinin XVI. yüzyıldan sonraki dönemi yeterli derecede incelenmeyen sayfalardan biridir. Umarız, bu dönemde bölgenin entelektüel hayatın devam etmesinde katkıda bulunan düşünürlerden birinin biyografisine değinmek bu boşluğu biraz olsa da doldurur. Muhammed Şerîf b. Muhammed el-Huseynî el-Alevî el-Buhârî (ö. 1697), el-Mevlevî lakabıyla tanınan âlim XVII. yüzyıl Mâveraünnehir düşünürlerinin önde gelen temsilcilerinden biridir.
Bahadır Musametov Özbekistan İstanbul Medeniyet Üniversitesi Felsefe Bölümü Doktora Öğrencisi
İslam tarihi, felsefe, şiir, fıkıh ve dil bilimine dair eserleri onun ilmi mirasını oluşturur. 20’den fazla eseri günümüze ulaşmıştır. “Er-Risâle ed-Devriyye” adlı eseri Buhârâ’da yazılmış olup, tarihi belli değildir. Eserin birkaç nüshası mevcut olup “Risâle İstilzâm Devr min Teselsül” şunlardan biridir. “Tekemmül et-Tetimme” Yûsuf Karabâğî’nin “Tetimmetü’l-Hevâşi fî İzâleti’l-Hevâşi” adlı eseri üzerine yazılan bir şerhtir. “Hâşiye ‘alâ Şerhi Akâid-i Adûdiyye” eseri Adudiddin el-İci’nin çok bilinen eseri şerhidir. “Hâşiye-i Mevlevi-yi Şerîf bar Şerhi Tehzîb” eseri mantık ve kelam ilimlerine dair olup yaklaşık tüm kaynaklarda kısaca “Tehzîb” şeklinde zikredilir. Mezkûr risalenin yazarı Sa’duddin Teftezânî olup eser tüm İslam dünyasında bilinmiş ve alimler XIX. yüzyıla kadar ona şerhler yazmışlardır. “Fevâid-i Hâkâniyye” yazarın sosyal ve ahlaki görüşlerini yansıtan eser olup sosyal hayat ve ahlakî problemler ele alınmıştır. 1053/1643’te Buhârâ’da yazılmış olan bu eser XVIII. yüzyılın sonuna kadar tekrar tekrar istinsâh edilmiştir. Onun bir nüshası “Risâle-i Meşkûriyye” adını taşır. “Fevâid-i Hâkâniyye”, yazarın kendi dönemine has olan önemli bilgileri içermiş olup 25 bölüm, örneğin, “padişahlık üzerine”, “av yapmak”, “suç ve hırsızlık” “dökülen kan için hun almak”, “yolun kenarına yapılan evler üzerine” vs. ve 32 fasıldan oluşur. Risâlede Muhammed Şerîf Buhârî’nin yaşadığı zamana özgü olan hayati parçalar, şer’î yasalar, ahlak mevzusuyla ilişkin ve okuyucunun ilgisini çekebilecek diğer değerli bilgleri ihitva etmektedir. Risâleyi okuyan insan bir lahza olsa da kendisini Muhammed Şerîf Buhârî’nin çağdaşı gibi hisseder. Siyaset ve ahlak ilmlerini içeren bu risâlede anlatılan pasajların çoğu günümüz için de yararlı olduğunu itiraf etmemiz gerektir. Düşünürümüzün şiir divanı da mevcut olup yazarın edebi mirasını muhteva eder. Mezkûr divan çeşitli katipler tarafından XX. yüzyıla kadar istinsâh edilmiştir. Bu durum Mâveraünnenir’in büyük şehirlerinde Buhârî’nin şiiriyetine ilgiyle bakıldığına delalet eder. Divanı ayrıntılı bir şekilde incelemek bir yandan alimin dünya görüşünü, öte yandan bu dönem Orta Asya edebiyatı tarihini öğrenmemizi sağlar. Muhammed Buharî’nin Arap dil bilimine dair eseri “Hâşiye-i Mevlevi-yi Şerîf bar Fevâid-i Ziyâiyye” olup İbn el-Hâcib’in “el-Kâfiye” adlı gramer eserin şerhi üzerine yazılmıştır. Şerhin yazarı ise ünlü şair ve alim Ebdurrahmân Câmî’dir. Câmî bu şerhi 1491’de kendi oğlu Ziyâüddin Yûsuf için yazmış olup o dönem medreselerinde ders kitabı olarak
30
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
kullanılmıştır. Eser halk arasında “Şerhi Molla” adıyla nam kazanmıştır. Böylelikle Muhammed Şerîf Buhârî geçmişte yaşayan ünlü simalarımızdan biridir. Âlimin eserlerinde şeriat ve tasavvufun önemli tarafları beyan edilmiştir. Muhammed Şerîf Buhârî’nin ilmi mirasını araştırmak XVII. yüzyıl Orta Asya düşünce tarihini öğrenmede önemli yer tutar.
“Fevâid-i Hâkâniyye” “Kamu Yolunun Üzerine Kurulmuş Şeyler Hakkında” Mes’eleler “Eğer bir kişi kamu yoluna burç, dükkân yapmışsa her bir insanın onu men’ etmeye hakkı vardır. Ama onu bina etmek İslam ehlini zarara sokmuyorsa onu inşa eden kişiye bu yapısından istifada etmek mümkündür. Bu anlamda günahkâr olmaz. Ama zarar ediyorsa, günahkâr olur ve ona direnç göstermek mümkündür”. “Eğer biri dükkân sahibinin izniyle dükkânın avlusuna su serperse ve bir Müslüman kayarak düşüp ölürse dükkânın sahibi tazminat öder”. “Eğer biri kamu yolunda bir çukur kazarsa ya da taş koyarsa ve bu nedenle insan veya hayvan helak olursa, çukuru kazıyan ya da taşı koyan tazminat öder. Eğer başka bir kişi bu taşı kamunun yolundan alıp kamu yolu olmayan başka bir yere koyarsa ve sonra bu taş nedeniyle insan veya hayvan ölürse, taşı ilk joyan değil, o ikinci kişi tazminat öder”.
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
31
Bulgaristan’da Müslümanlara Uygulanan Asimilasyon Yıl 1984 Bulgar Hükümeti bir karar alır. Bulgaristan’daki Müslümanların isimleri değişecek diye. Ne mi olacaktır? “Bulgar” ismi vermek için her türlü zorluk çırartılarak işkence ve zulümlerle başlanır karar uygulanmaya. Zaiyat az değildir. 1985 Martına kadar katledilen Müslüman sayısı 1500 civarınındaydı.
İsmail Kahraman Bulgarıstan Marmara Üniversitesi Ilahıyat Fakültesı
Bir o kadar da yaralı...Direnenler bugün de asimilasyonun karanlık çukuru olarak ayakta duran Belene kampına götürülüp çeşitli işkencelere maruz kaldıktan sonra öldürülmüştür. O kampa götürülen köyümüzden bir amcanın yaşadıkları da bundan farklı değildi. Önce dövmüşler sonra da aç bırakmışlar. Bir gün verilen güzel yemeği ise içinde zehir var endişesiyle yemeyip hayatta kalabilmiş. Sonra ise sınır dışı edilerek Türkiye’ ye göçe zorlanmış. Peki direnemeyenler direnmeye güç bulamayanlara ne mi olmuş? Eline gücü alınca deliren zalimler karşısında boyun eğip içleri acıya acıya isimlerini değiştirmek zorunda kalmışlar. Yakınlarımdan hatırladığım bazı isimler, dedemin adı “İsmail” iken, olmuş “Ifko” onun babası “Şaban” iken, olmuş “Ivan” annem ve teyzem “Fatma ve Fevziye” ama yeni! isimleri “Maya ve Naya”... Bu kadarla kalsa iyi müslümanların dinini yaşaması yasaklanmış.Türkçe konuşmak suç sayılmış. Annemin köydeki Türk öğretmeni olaylardan sonra ilk derste ağlayarak ben size “Bulgar” ismiyle hitab edemem bundan sonra sen! sen! diye hitab edeceğim demiş.Peki Müslümanlara bunlar yapılırken Bulgar halkı ne mi yapıyordu? Annemin anlattığına göre hemen yan komşumuz isim değişimi için köye polislerin girdiğini görünce çıkıp sokağa oynamaya başlamış.Bir diğer komşumuz ise polisleri uyarıyormuş zor kullanmasınlar diye “Ben kaç senedir onlarla birlikte yaşıyorum hiç bir kötülük görmedim” diyormuş. Evet insanın içinde zalimlik varsa onu gizleyebilir vakti geldiğinde de açığa çıkarır ama iyilik var ise hep iyi kalır.Ancak o yıllarda güç zalimlerin elindeydi ve hırsları o kadar artmıştı ki mezar taşlarında yazan isimleri bile silip mezar taşlarını kırıp parçalamışlar. Çocukların sünnet olmasını dahi yasaklamışlar.O yüzden ki insanlar çocuklarını ormanlarda ya da evde geceleri mum ışığında sünnet ettirmek zorunda kalmış bu yüzden o dönem doktor kayıtlarında doguştan! sünnetli çocukların sayısı artmış. Bunlar yaşanırken 1989 yılına gelindiğinde Türkiye kardeşlerine kapılarını açmış ve yaklaşık 300.000 insan evini, bağını, akrabalarını,geçmişini arkasında bırakarak göçe zorlanmış ya da canını kurtarmak için kardeşlerinin yanına sığınmış.Bütün bunlar neden mi yaşanmış? Hırsını alacak çünkü zalimler kolay değil beş yüz yılın birikmiş intikam ateşi var öfkesi var...Vel hasıl-ı kelam aradan bir kaç yıl geçince karar çıkmış isteyenler isimlerini eski haline çevirebilir diye. Ve dünya sahnesinde Müslümanların karşılaştığı iki güzel! deyim daha yerini almış “İSMİNİ GERİ ALMA” ve “İSMİNİ GERİ VERME” Uyuma ey müslüman uyuma düşman uyusa bile sen uyuma! Uyuma ki ! sönmesin Selahaddin’in yaktığı “KUDÜS” ateşi Uyuma ki ! yıkılmasın Yıldırımın Nigbolu’ daki kurduğu kalesi.
32
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
Kur’an-ı Kerim’de Hz. İsa’nın Mucizeleri
İslâm inancında mucize konusu başta itikat olmak üzere sair birçok boyutuyla birlikte esaslı yer edinmiştir. İslam geleneğinde mucize mefhumu günümüze kadar, varlığı ve hakikatiyle genel olarak kabul görmüştür. Ancak Avrupa’da doğarak tüm dünyaya sirayet eden materyalist/pozitivist bilgi ve varlık anlayışı neticesinde, çağdaş İslam düşüncesindeki mucize mefhumu da hakiki gerçeklik zemininden sembolik anlam zeminine doğru everilmiştir. Bu keskin kırılmadan en çok nasibini alan ilim dallarından birisi de tefsir olmuştur.
Selim İlyazi Makedonya İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Tefsir Yüksek Lisans
Mucize, İslâm inancının önemli ve kapsamlı bir kavramıdır. Kur’an-ı Kerim’de bu konuyla ilgili birçok ayet vardır. Biz burada sadece Hz. İsa’nın Kur’an’da geçen mucizelerini ele aldık. Kur’an’da Hz. İsa’nın mucizelerine ağırlıklı olarak Âl-i İmrân (3/46-49) ve Mâide (5/110-115) surelerinde yer verilmektedir. Bu ayetlerde genel olarak mucizeye iman etme ve Hz. İsa’nın sadece Allah tarafından bir elçi olarak gönderildiği hususları vurgulanmaktadır. Biz bu yazımızda müfessirlerin bu mucizelere yaklaşımlarını ortaya koymaya çalıştık. Genellikle Hz. İsa’nın mucizelerinin inceleneceği bu makalede, mucize teriminin sözlük ve terim anlamı, Kur’an’da mucize anlamında kullanılan kelimler hakkında bilgi verilecektir. Bu arka planın ele alınmasının ardından, Hz. İsa’nın mucizeleri çeşitli tefsirlere müracaat edilmek suretiyle ayrıntılı olarak işlenmiştir. Arap dilinin etimolojik sözlüklerinden olan İbn Fâris’in (ö.395/1004) Mu’cemu mekâyisi’l- luga adlı eserinde verdiği bilgilere göre “acz” ( ) جعزkelimesi ve türevleri sahih bir kök olup içerdiği anlamlar iki hususta yoğunlaşmaktadır.1 Bunların ilki “Bir şeyi yapmaya güç yetirememek, geri kalmak ve kudreti olmamak” şeklindedir. Bu mana daha ziyade psikolojik ve manevi durumları ifade eder. Bu husus ile alakalı Kur’an’da inkârcıların Allah’ın azabından kurtulamayacağı belirtilirken şöyle denilir: ون َ “ َو َال َ ْي َس َ َّب َّ ِال َين َكف َُرو ْا �سَ َب ُقو ْا �نَّ ُ ْم َال يُ ْعجِ ُزİnkâr edenler, asla yakayı kurtardıklarını إ zannetmesinler. Çünkü Onlar (sizi) aciz bırakamazlar.”2 Kelimenin ikinci kök anlamı ise, bir şeyin sonu ve arkası (muahharü’ş-şey) demektir. Bu manası ile acz kelimesi maddi ve hissedilebilir bir şeyi anlatmak için kullanılır. Acz kökünden gelen; adamın sırtı, arkası, beytin ikinci mısrası, son erkek evlat, gecenin son anları, yaşlı ve güçsüz kadın vs. gibi anlamlar da maddi ve hissedilebilir şeyleri anlatır. Mucize kelimesinin terim anlamına gelince Kelâm ve akaid kitaplarında mucize kelimesinin ne zaman kullanılmaya başlandığı kesin şekilde bilinmemektedir. Bu terim Ali b. Rabben et-Taberi (ö.247/861) gibi erken devir âlimlerinin eserlerinde yer almamaktadır. İmam Eş’ari (ö.324/936) ve İmam Matüridi’nin (ö.333/944) mucize kelimesini dolaylı da olsa kullandıkları görülmektedir. Mucize kavramının tarifini ilk olarak kelâm âlimleri yapmıştır. Onların mucize tariflerinde bazı farklılıklar göze çarpar. Böylece İmam Matüridi mucizeyi, “Peygamberin elinde ortaya çıkan ve benzeri öğrenim yoluyla meyİbn Fâris Ebu’l-Hüseyn Ahmed b. Fâris, Mu’cemu mekâyîsi’l-luga, (nşr. Abdusselâm Muhammed Harun), Beyrut: Daru’l-Cil,1991,”acz” md. 2 El-Enfâl 8/59. 1
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
33
dana getirilemeyen olay” diye tanımlar3. Kadi Abdülcebbar’a (ö.415/1025) göre ise “Allah tarafından yaratılan, nübüvvet iddiasında bulunan kişinin doğruluğunu göstermeyi amaçlayan ve nitelikleri bakımından insanları benzerini getirmekten aciz bırakan olağanüstü hadisedir”.4 Ebü’l-Muîn en-Nesefi (ö.508/1114) ise mucizenin meydan okuma (tehaddi) ile birlikte dünyada vuku bulan harikulade bir vaka olması özelliğine dikkat çeker.5 Salih Sabri Yavuz mucizeyi dar anlamıyla, “Peygamberin elinde meydana gelen harikulade iş veya fiil” olarak tarif eder. Bu halde mucize, “nübüvvet iddiasında bulunan zatın, sözlerinin doğruluğuna delil olmak üzere, peygamberliğini ilan ettiği sırada, beşer kudretinin üstünde ve tabiat kanunlarına aykırı olarak meydana getirdiği olaylar” diye tanımlanabilir. Kur’an-ı Kerim’de mucize ve i’câz terimleri geçmemekle beraber, burada Kur’an-ı Kerim’de mucize anlamında kullanılan kelimeleri zikredeceğim. Ayet: Sözlükteki asıl anlamı “bir şeyin ve bir amacın mevcudiyetini gösteren alâmet”tir. Buna bağlı olarak “açık alâmet, delil, ibret, işaret” gibi anlamlarda da kullanılmıştır. Kur’an’da tekil ve çoğul şeklinde 382 yerde geçmektedir. Beyyine: Beyyine “ayrılmak, uzaklaşmak ve ayırmak, uzaklaştırmak” mânasındaki beyn veya “açık seçik olmak, açık seçik hale getirmek” anlamındaki beyân kökünden sıfat olup “apaçık delil, hüccet, kesin belge” demektir. Burhan: Arapça’da “berraklaştırmak, açıklığa kavuşturmak; delil getirmek” anlamındaki “b-r-h” ( )برهkökünden türediği kabul edilir. Kur’an-ı Kerim’de “hak ile batılı birbirinden ayıran kesin delil” karşılığında kullanılır. Sultan: Sözlükte “kandili tutuşturmak için kullanılan zeytinyağı” anlamındaki selit kelimesinden veya “karşı konulamayacak bir güce sahip olmak, mutlak üstünlük sağlamak” manasına gelen selâta masdarından türeyen sultan kelimesi “hüccet, delil, kahr, kudret satvet ve bu sayılanlara sahip olan kimse” demektir. Ve sultan kelimesi Kur’an’da otuz yedi yerde geçer. Hz. İsa Kur’an-ı Kerim’de İsa, İbn Meryem ve Mesih şeklinde zikredilen; babasız dünyaya geldiği, İsrailoğullarına peygamber olarak gönderildiği, kendisine İncil’in verildiği ve Hz. Muhammed’i müjdelediği bildirilen, “Allah’tan bir ruh ve kelime” olarak nitelenen ancak kul olduğu vurgulanan peygamberdir. Kur’an-ı Kerim onun bir kul olduğunu, onun kul olmanın ötesinde bir sıfatla anılmasını veya insanüstü bir varlık olarak düşünülmesini reddeder ve Hz. İsa’nın da gözde meleklerin de Allah’a kul olmaktan asla çekinmeyeceklerini belirtir. İslâm inancında, birer insan olan peygamberlere tapılamaz, onlara ilâh muamelesi yapılamaz. Çünkü onlardan hiç biri kendisini Allah’ın kulu olarak hissetmekten ve bunu her fırsatta ifade etmekten utanç duymamışlar, aksine bundan gurur duymuşlar, haz almışlardır. Sonuç olarak Kuran’da Hz. İsa’nın Allah’ın peygamberi ve kulu
olduğu şüphe edilmeyen bir konu olarak sunulmaktadır. Hz. İsa birtakım mucizeler göstermiş ancak kavminin bir kısmı bunları kabul etmiş bir kısmı ise inkâr etmiştir. Gösterdiği mucizelere Yahudilerin bir kısmı inanırken, diğer bir kısmı ise Hz. İsa’ya karşı cephe almışlardı. Cephe alanların kin ve düşmanlıkları zamanla artıyordu. Hz. İsa’nın elçilik görevini yerine getirmemesi için çeşitli yollara başvuruyorlardı. Yüce Allah’ın Hz. İsa’ya verdiği mucizeler, Kuran’da ağırlıklı olarak iki surede geçer. Bunlardan biri Al-i İmrân suresinin 46-49 ayetleridir: الل ُ ّ َش قَا َل َك َذ ِ ِل ٌ َ ون ِل َو َ ٌل َول َ ْم ي َ ْم َس� ْس ِن ب َّ َويُ َ ِكّ ُم النَّ َاس ِف الْ َمهْ ِد َو َكهْ ًال َو ِم َن ُ قَال َ ْت َر ِ ّب أ� َّن يَ ُك.الصا ِل ِح َني ْ ُ َ ّ َ َو َر ُسو ًال �ل.َاب َوالْ ِح ْكَ َة َوالتَّ ْو َرا َة َوا جنِيل ُ ِ ِ ُ َ َ َون ويُ َعل ُم ُه الكت ُ َ ْيلُ ُق َما ي َشَ اء � َذا قَ َض أ�مْرا فَ�نَّما ي َ ُقول ُل كن فيك ِ أ ّ إ جِ ُ ً آ ٍإ َ ِ ُ ْ أ ّ أ ُ َ َ ُ َِ ِّ َ ِ َّ ْ َ أ ُ ِ ِ َ لِإ ِون َط ْ ًيا ِب ْذ ِن إ ّالل ُ ُ سائي َل � ِن قَدْ ْئ ُتك ِب�يَة ّمن َّربِّك � ِن � ْخل ُق لك ّم َن الطنيِ كهَ ْيئَة الط ِي ف�نفخُ فيه فيَك َ ْ � ب َ ِن ِإ ِ ّ َو أ� ْبر إِئُ الأ ْكَ َه وا َأل ْب َر َص َو أ� ْح ِي الْ َم ْو َت ِب ْذ ِن ون ِف بُ ُيو ِت ُ ْك � َّن ِف َذ ِ َل لآي َ ًة ل َّ ُ ْك َ ون َو َما تَ َّد ِخ ُر َ الل َو أ�ن َ ِب ّئ ُُك ِب َما تَ�أ ُ ُك إ ِإ �ن ُك ُنت مُّؤْ ِم ِن َني. إ “O, beşikte de, yetişkin çağında da insanlarla konuşacak, salihlerden olacaktır.” (Meryem), “Ey Rabbim! Bana bir beşer dokunmamışken benim nasıl çocuğum olur?” dedi. Allah, “Öyle ama Allah dilediğini yaratır. O bir şeyin olmasını dilediğinde ona sadece “ol” der, o da hemen oluverir” dedi. Ve Allah ona kitabı, hikmeti, Tevrat ve İncil’i öğretecek. “Allah onu İsrailoğullarına bir Peygamber olarak gönderecek (ve o da onlara şöyle diyecek): “Şüphesiz ben size Rabbinizden bir mucize getirdim. Ben çamurdan kuş şeklinde bir şey yapar, ona üflerim. O da Allah’ın izniyle hemen kuş oluverir. Körü ve alacalıyı iyileştiririm ve Allah’ın izniyle ölüleri diriltirim. Evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer mü’minler iseniz bunda sizin için elbette bir ibret vardır”.6 Diğeri ise el-Mâide süresinin 110-115. ayetleridir: الل َي ِعيىس ا ْب َن َم ْر َ َي ْاذ ُك ْر ِن ْع َم ِت عَلَ ْي َك َوعَ َل َو ِ َال ِت َك � ْذ أ�يَّدت َُّك ب ُِروحِ الْ ُقدُ ِس تُ َ ِكّ ُم النَّ َاس ِف الْ َمهْ ِد ُ ّ � ْذ قَا َل ْ َ ُ ِإ إ ْ َ ْ َّ ِ ُ ْ ِ ِ ْ ِ َ ِ َ َ َّ ْ ّ َ َ ُ ْ ك ه َ ِ ف َ ت ي جن ال م ل ع ف َ ك ال ون ك ت ا هي ف ف ن ن ذ ب ي الط ة ئ الط ن م ق ل ت ذ � و ل ِي ا و ة ا ر و ت و ة ك ح ل ا و اب ت ك ت ُ ْ َ َو َكهْ ًال َو� ْذ ُ َ َ َُ ُ َ نيِ ْ َ ِ ِ َ خ َ َ ْ َّ َ َ َ َ ِإ لِإ َط ْ ًيا ِب ْذ إ ِن وت ُْبِئُ َأال ْكَ َه وا َألبر َص ِب ْذ ِن و� ْذ ُ ْتر ُِج الْم َ إ ِ ََنك � ْذ جِ ئْتَ ُ ْم ِبلْ َب ِي ّن َ سائِي َل ع ات َ ْ � وت ِب ْذ ِن َو� ْذ َك َف ْف ُت ب َ ِن َ ِإ َ َ ْ َ ِإ إ إ َ ِإ ْ َو� ْذ أ� ْو َح ْي ُت � َل الْ إ َح َوارِي ّ َِني أ� ْن � آ ِمنُو ْا ِب َوب َِر ُس ِول قَالُ َو ْا � آ َمنَّا َو ْاشهَد.فَ َقا َل َّ ِال َين َكف َُرو ْا ِمنْ ُ ْم � ْن ه ََذا �الَّ ِس ٌْر ُّم إب ٌِني إ إ إ إ الس َماء قَا َل ات َّ ُقو ْا َ ُّ � ْذ قَا َل الْ َح َوارِي.ون َ ِب�أنَّنَا مُس ِلم َّ ون َي ِع َيس ا ْب َن َم ْر َ َي َهلْ يَ� ْس َت ِطي ُع َرب ُّ َك أ�ن يُ َ ِّن َل عَلَ ْينَا َم�آئِدَ ًة ِ ّم َن ْ ُُ ِإ أ ُ ُ َ ُ ِ ِ ْ ْ ُ ْ ِ ُ َ أ أ َ ق َْد ْن ت ب ُيد م َد قَا َل.ون عَلَيْ َا ِم َن الشَّ ا ِه ِد َين ك ن و ا ن ص ق ن � ل ع ن و ا ن و ل ق ئ م َط ت و ا م ك �َّ ن ن � ر ن ا و ل ا ق . ني ن م ُِ َّ َ ْالل �ن ك ُنت ُّؤ َ ْ َ َ َ ُ َّ َ َ َ َ ََ ََ َ إ َ ُ ِ ِ ْ آ َ ون لَنَا ِعيد ًا ِ ّ َأل َّو ِلنَا َو� آ ِخ ِرنَ َو�آي َ ًة ِ ّم أ ل ع ي ب ً َد نك َو ْار ُز ْقنَا َو أ� َنت خ ْ َُي ك ت اء م الس ن م ة ئ � م ا ن ِل ز ن � ا ن ر م ه ُ ُ َ َ َّ َ ّ َ َ ْ َ َ َّ َ َّ َّ ِع َيس ا ْب ُن َم ْر َ َي الل ْ ُ الل � ِ ّن ُم َ ِّنلُهَا عَلَ ْي ُ ْك فَ َمن يَ ْك ُف ْر ب َ ْعدُ ِم نك فَ� ِ ّن أ�عَ ِّذبُ ُه عَ َذ ًاب الَّ أ�عَ ِّذبُ ُه أ� َحدً ا ِ ّم َن الْ َعالَ ِم َني ُ ّ قَا َل.الرازِ ِق َني. َّ إ إ O gün Allah şöyle diyecek: “Ey Meryem oğlu İsa! Senin üzerindeki ve annen üzerindeki nimetimi düşün. Hani, seni Ruhu’l-Kudüs (Cebrail) ile desteklemiştim. Beşikte iken de, yetişkin iken de insanlara konuşuyordun. Hani, sana kitabı, hikmeti, Tevrat’ı, İncil’i de öğretmiştim. Hani iznimle çamurdan kuş şekline benzer bir şey yapıyordun da içine üflüyordun, benim iznimle hemen bir kuş oluyordu. Yine benim iznimle doğuştan körü ve alacalıyı iyileştiriyordun. Hani benim iznimle ölüleri de (hayata) çıkarıyordun. Hani sen, İsrailoğullarına açık mucizeler getirdiğin zaman ben seni onlardan kurtarmıştım da onlardan inkâr edenler, “Bu ancak açık bir büyüdür” demişlerdi. Hani bir de, “Bana ve
Matüridî, Kitâbü’t-Tevhid, Bekir Topaloğlu, Muhammed Aruçi, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi 2003, s.47-49. Kadî Abdülcebbar, el-Mugni fî ebvabi’t-tevhid ve’l-adl, Kahire: ed-Darü’l-Mısriyye, 1965, XV, 199. 5 Ebü’l-Muîn Meymun b. Muhammed en-Nesefî, et-Temhîd fî usûli’d-din, thk. Muhammed Enver Hamid İsa. Kahire: el-Mektebetü’l-Ezheriyye li’t-Türas, 2011, I, 475; Halil İbrahim Bulut, “Mucize“, DİA, Ankara: TDV, 2005. XXX, 350. 6 Âl-i İmrân 3/46-49. 3 4
34
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
Peygamberime iman edin” diye havarilere ilham etmiştim. Onlar da “İman ettik. Bizim müslüman olduğumuza sen de şahit ol” demişlerdi. Hani havariler de, “Ey Meryem oğlu İsa! Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?” demişlerdi. İsa da, “Eğer mü’minler iseniz Allah’a karşı gelmekten sakının” demişti. Onlar, “İstiyoruz ki ondan yiyelim, kalplerimiz yatışsın. Senin bize doğru söylediğini bilelim ve ona, (gözü ile) görmüş şahitlerden olalım” demişlerdi. Meryem oğlu İsa, “Ey Allahım! Ey Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir ki; önce gelenlerimize (zamanımızdaki dindaşlarımıza) ve sonradan geleceklerimize bir bayram ve senden (gelen) bir mucize olsun. Bizi rızıklandır. Sen rızıklandıranların en hayırlısısın” dedi. Allah da, “Ben onu size indireceğim. Ama ondan sonra sizden her kim inkâr ederse artık ben ona kâinatta hiçbir kimseye etmeyeceğim azabı ederim” demişti.7
dirip ortaya koyuyordun anlamına gelir. Hz. İsa planlayıp şekillendiriyordu, yaratmak ise gerçekte Allah’tandı, çünkü yaratma mahlukata değil sadece Allah’a mahsustur.12
Yukarda zikrettiğimiz ayet-i kerimelerden yola çıkarak Hz. İsa’ya verilen mucizeleri maddeler halinde ve belli tefsir kitaplarına müracaatla ele aldık.
Rivayet olunduğuna göre “ekmeh” kelimesi gözleri sonradan kapanmış manasına da gelmektedir. Çoğu zaman İsa’nın başında elli bin hasta gelip birikirmiş. Bunlar İsa’ya gelme gücü olanlarmış. Ona gelmeye güç yetiremeyenlere ise İsa gidermiş. Hz. İsa’nın tedavi yöntemi sadece dua etmek suretiyle oluyordu. Ayette yer alan “ “ بإذن هللاAllah’ın izniyle ibaresinin tekrar edilme��si, İsa’nın insanüstü ilahi bir varlık olması gibi bir özelliğinin olmadığını, kimsenin onun hakkında böyle bir vehme kapılmamasını istediğinden, bu ibare tekrar edilmiştir.14
Beşikte ve Yetişkin Halinde İnsanlarla Konuşması Klasik dönem müfessirlerinden olan İmam Matüridi (ö.333/944) bu mucize hakkında şu görüşü beyan etmektedir:
“O hem beşikte hem de yetişkin halinde insanlarla konuşacak” 8 mealindeki ayet bir ilâhi beyandır. Onun yetişkinlik çağına kadar yaşayacağını müjdelemektedir. Ayetin işaret ettiği başka bir şey daha var, o da beşikte konuşmasının seçilmiş bir söz olduğunu beyan etmesidir. Bu Hz. İsa’nın “Ben Allah’ın kuluyum”9 sözünü yetişkinlik çağında söylediği bir söz olduğu bilinsin diyedir.10 Fahreddin er-Razi (606/1209) Hz. İsa’nın hem bebeklik hem de kemal çağında konuşmasını şöyle değerlendirmektedir: “Beşikte iken de, yetişkin iken de sen insanlarla konuşuyordun” ayetinin ifade ettiği nimet. Hz. İsa’nın konuşmasını da tefsir etmekte olduğumuz ayet anlatmaktadır. Buna göre bu ifadenin mânası, Hz. İsa, onlara bu iki vakitte de sözünü değiştirmeksizin, hem bebek iken hem de yetişkin bir insan iken konuştu şeklindedir. İşte bu Hz. İsa’ya has olan şerefli bir özelliktir. Ne ondan önce, ne de ondan sonra hiçbir peygambere bu nasip olmamıştır.11 Sonuç olarak Hz. İsa’nın ayette geçen bu mucizesi müfessirlerce kabul görmüştür. Klasik veya çağdaş müfessirler bu konuda bazı farklı yorumlar getirmişlerdir. Bunun mucize dışında bir harikulâde olduğunu savunanlar vardır Çamurdan Yaptığı Kuş Şekline Üfleyip Canlandırması İmam Matüridi Te’vilatü’l Kur’ân adlı eserinde bu mucize hakkında şu görüşü beyan etmektedir: “Benim iznimle çamurdan kuş biçiminde bir şey yapıyordun”. Buradaki çamurdan kuş yapıyordun meâlindeki beyân, çamurdan kuş gibi bir heykel şekillen-
Fahreddin er-Razi burada “halk” (yaratma) kelimesini ben onu takdir eder, ölçüp biçer, şekil verir ve meydana getiririm manasında kullanıldığını söylemektedir.13 Körü ve Alacalıyı İyileştirmesi Hak Teâlâ Hz. İsa’nın bu mucizesi hakkında ayette meâlen şöyle buyurmaktadır:
“Allah’ın izni ile körü ve alacalıyı iyileştirir”. Meşhur dilbilimci ve müfessir Zemahşeri bu iki mucize hakkında şu iki rivayeti aktarır:
Kur’an Yolu tefsirinde ise abraş ile ilgili şu açıklamalara yer verilmektedir: “Cüzzamlı” şeklinde tercüme ettiğimiz “abras” kelimesi, bir tür cilt hastalığını ifade eder. Yaygın sözlük anlamı esas alınarak bu kelimeyi “alacalı, alaca hastalığına tutulmuş” şeklinde çevirmek mümkündür. Fakat bazı sözlüklerde bilgiler ve tarihi veriler burada cüzzam veya cüzzam başlangıcı bir hastalığın kastedildiği görüşünü destekleyici niteliktedir.15 Allah’ın İzniyle Ölüleri Diriltmesi Hz. İsa’ın Allah’ın izni ile ölüleri diriltmesi mucizesi hakkında müfessirler çeşitli yorumlar yapmışlardır. Kurtubi’nin izahına göre Hz. İsa dört kişiyi dirilmiştir. Bunlardan biri arkadaşı olan el-Azir, diğerleri ise kocakarının oğlu, vergi memurunun kızı ile Hz. Nuh’un oğlu Sam’ı diriltmiştir. Doğrusunu bilen Allah’tır. Ayetin başında zikredilen Allah’ın izniyle kelimesi bu mucizelerin Hz. İsa tarafından gelmediği Allah’ın yardımı, iradesi ve dilemesiyle meydana geldiğini göstermektedir.16 İbn Kesir Allah’ın izniyle ölüleri diriltmesi mucizesini âlimlerden nakiller yaparak şöyle açıklamaktadır. Allah her peygamberi döneminde var olana uygun bir mucize ile göndermiştir. Mesela, Hz. Musa zamanında büyü ve büyücüleri yüceltme yaygındı ve Allah Musa’yı insanların gözlerini faltaşı gibi açacak ve büyücü-
El-Mâide 5/110-115. Bilgi için bkz: Âl-i İmrân 3/46. 9 Meryem 19/30. 10 Matüridî, Te’vilatü’l-Kur’ân tercümesi, çev. Kemal Sandıkçı, ed. Şevki Yavuz, İstanbul: Ensar Neşriyat, 2016, II, 338. 11 Fahreddin er-Razî, a.g.e. IX, 279. 12 Matüridî, a.g.e, IV, 374. 13 Fahreddin er-Razî, a.g.e, VI, 326. 14 Zemahşerî, a.g.e, II, 81. 15 Hayrettin Karaman ve dğr, a.g.e, I, 424. 16 Kurtubî, a.g.e. , IV, 217. 7
8
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
35
leri hayrete düşürecek bir mucize ile gönderdi. Yüce Allah Hz. İsa’yı da doktorların ve tabii bilimlerdeki bilim adamlarının çok olduğu bir devirde gönderdi. Hz. İsa da kimsenin yapamayacağı mucizelerle geldi.17 Sonuç olarak yüce Allah, öldükten sonra insanları dirilteceğini söylüyor, fakat bu diriltmenin mümkün olduğunu dirilmeyi inkâr edenlerin idrakine sunmak için de bu dünyada örneklendiriyordu. Bu diriltmenin sadece Allah’ın izniyle olduğunu müfessirler tarafından beyan edilmiştir. Hz. İsa’nın bu fiilleri hakkında, Allah’ın izninin zikredilmesi, fiillerin aslının Allah’a izafe edilmesi manasına te’vil etmek daha uygundur. Gökten Sofra İnmesi Gökten sofra inmesi hadisesi el- Mâide suresinin 111-115. ayetlerinde geçmektedir. Müfessirler bu konuda çeşitli yorumlar getirmişlerdir. Şimdi bu hadiseyi bazı önemli müfessirlerden alıntılayarak açıklığa kavuşturmaya çalışacağız. İmam Matüridi bu ayetin yorumlanmasında farklı görüşler ileri sürüldüğünü söylemiştir. Birincisi, Havarilerin dışındaki bazı insanlar Havarilerden şunu talep etmişlerdi. Hz. İsa’ya gidip söylesinler, o da Rabbinden kendilerine bir gök sofrası indirmesini talep etsin. İkincisi, Hz. İsa onlara, Allah katında büyük değer ve makama sahip olduklarını haber vermiş olabilir, onlar da Allah katındaki değerlerini ve konumlarını anlamak istemişlerdir. Üçüncüsü, Havariler bunu, Hz. İsa’nın Allah katındaki yerini ve konumunu anlamak için istemiş olabilirler. En doğrusunu Allah bilir.18 Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır (ö.1361/1942) bu sofranın inip inmediği konusu hakkında görüşlerini şöyle sıralar: a) Çoğunluğun rivayetine göre iki bulut arasında kırmızı bir sofra indi. İnerken bakıyorlardı. Geldi ta önlerine düştü. Bunun üzerine İsa ağladı, “Allahım beni şükredenlerden kıl, Allah’ım, bunu bir rahmet kıl, bir işkence ve ceza kılma” diye dua etti. Kalktı abdest alıp namaz kıldı, yine ağladı. Sonra örtüsünü açtı ve “Rızık verenlerin en hayırlısı olan Allah’ın adıyla başlarım” dedi. b) Diğer bir rivayete göre sofra kırk gün, gün aşırı iniyordu, fakirler, zenginler, zayıflar, küçük, büyük toplanıp yiyorlardı. Zeval gölgesi dönünce uçar giderdi ve arkasından gölgesine bakarlardı, bundan hangi bir fakir yediyse ömür boyunca zengin olmuş ve hangi bir hasta yediyse şifa bulmuş ve bir daha hastalanmamıştı. c) Bir de denilmiştir ki, Allah sofrayı indirmeyi o şart ile vadedince istiğfar ettiler, “Böylece bir tehlikeyi arzu etmeyiz” dediler, bundan dolayı inmedi. Allah Teâlâ bunun inzâli kolay olduğunu ve lâkin akıbeti muhataralı ve korkunç bulunduğunu anlatmıştır. Zira salike makamından daha yüksek bir makam münkeşif olduğu zaman ona tahammül edememesi ve binaenaleyh isitkrar bulamayıp bu yüzden dalâli beide düşmesi ihitmali pek melhuzdur.19
niteliği hakkında ayrıntıların, Müslümanlarla ilişkide bulunan Hıristiyanlardan alındığı anlaşılmaktadır. Bu sofranın inip inmediği hususunda müfessirlerin değişik görüşlerinin olmasına rağmen bu sofranın indiği yönündeki görüş daha yaygındır. Gaybdan Haber Vermesi Hz. İsa’nın gaybdan haber vermesi konusu ayette geçen “Evlerinizde ne yiyor, ne biriktiriyorsunuz, onları size haber veririm” sözünden anlaşılmaktadır. Kurtubi bu mucizenin hakkında Hz. İsa ölüleri diriltince, ondan bir başka mucize göstermesini isteyip şöyle dediler: Haydi evlerimizde neler yediğimizi ve yarına neler saklayacağımız haber ver. Hz. İsa onlara haber vererek derdi ki: Ey filân sen şunu yedin, sen de şunu yedin ve şunu sakladın. İşte ayette geçen “haber vereceğim” ifadesi ile kastedilen budur.20 Sonuç itibarıyla Hz. İsa’nın gayblardan haber vermesi, gökten sofra indiği zaman zuhur etmiştir görüşü mevcuttur. Bu böyledir, çünkü İsrailoğulları, bu sofradan geriye bir şey bırakıp biriktirmekten nehyedilmişlerdi. Sonuç Sonuç olarak ise Hz. İsa’ya verilen mucize veya harikulâdelerinden ilki, Âl-i İmrân suresinin 46. ayetinde yer verilen beşikte ve yetişkin halinde insanlarla konuşmasıdır. Klâsik dönemde bu ayet genellikle şöyle yorumlanmıştır: Hz. İsa’nın beşikte konuşması bir mucizedir. Mucize ise devamlı değildir. Nitekim bir ayet-i kerimede “O ceza gününde dilleri, elleri ve ayakları, yapıp ettikleri hususlarda aleyhlerine tanıklık edecektir” buyurulmaktadır. Bu ise ancak bir defa olacak bir şeydir, el ve ayaklar sürekli konuşacak ve şâhitlik edecek değildir. İkinci mucize, Âl-i İmrân 49. ve Mâide 110. Ayetlerde geçen Çamurdan yaptığı kuş şekline üfleyip onu canlandırmasıdır. Buradaki “çamurdan kuş yapıyordun” mealindeki beyân, “çamurdan kuş gibi bir heykel şekillendirip ortaya koyuyordun” olarak anlaşılmıştır. Üçüncüsü anadan doğma körü ve alacalıyı iyileştirmesidir. Hz. İsa’nın devrinde tıp çok gelişmişti ve içlerinde uzman doktorlar vardı. Doktorlar bu iki hastalığı tedavi edemedikleri için, Hz. İsa’dan bu iki hastalığın şifasını istemişlerdi. Dördüncüsü “Allah’ın izniyle ölüleri diriltmesidir”. Ayette geçen “Allah’ın izniyle” ifadesi bütün bunların onun tarafından birer mucize olarak gerçekleştirildiklerini vurgulamaya, dayanaklarının yüce Allah olduğuna ve Hz. İsa’nın kendinden kaynaklanan bir husus olmadığına işarettir. Beşincisi Mâide suresinin 111-115. ayetlerinde yer alan gökten sofra inmesidir. Bu sofranın inip inmediği hususunda müfessirlerin değişik görüşlerinin olmasına rağmen bu sofranın indiği tercihe şayan olan görüştür.
Süleyman Ateş bu rivayetlerin hepsinin uydurma olduğunu belirterek Hz. İsa’ya gökten sofra indiği kesin değildir görüşünü savunmaktadır. Gerçi müfessirlerin çoğuna göre böyle bir sofra inmiştir ama sofranın içeriğini Allah bilir. Tefsirlerde sofranın İbn Kesir, a.g.e, II, 416. Matüridî, a.g.e. IV, 376-377. 19 Hamdi Yazır, a.g.e. III, 367-369. 20 Kurtubî, a.g.e. IV, 218. 17
18
36
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
Yaşamaya Dair! Herkes için yazan politikacıdır. Bir kişi için yazan dosttur. Kendini terbiye etmek için yazan derviştir. Yalnızca yazan ise, yazardır. Yazmak, yanmak olsa gerek. Ne yazmamı bekliyorsunuz şimdi benden? İyi bir yazı mı? İçli bir hikaye mi? İyi bir şey mi? İyiliği mi istiyorsun, kötülüğü mü? Aslında hiçbir şey istemiyorsun. Dünya dönsün, güzel devrimler olsun, kimse yalanlar söylemesin, intihar eden insanlar geriye kırgın mektuplar bırakmasın, bir köy düğünü olsun biz de gidelim, hatta kalkıp halaya duralım, bindallı giysin genç kızlar, kalbimiz değil de akıllı telefonlarımız kırılsın. Oysa herkesin kalbi kırık değil mi? Mehmet Gündüz Newport Üniversitesi Psikoloji Bölümü
Şimdi gel benimle birlikte, seni kırık bir kapıya götüreyim. Sanırım kırılmıştım. Neye kırıldığımı da hatırlamıyorum. Hani, annenize, sevgilinize, eşinize, çocukluğunuza kırılırsınız ya; onun üzerine bir dar ağacı koyup boynunuz kırılmış gibi bir daha kırılın; hah tam da öyle kırılmıştım. Geldin değil mi? Tam da oraya; ırmağın kırıldığı, dalın kırıldığı, insanın kırıldığı yere geldin işte. Günde kırk vakit o kapının önüne gelip adını söylemiyorsun kapıya. Ey kırılmalar kapısı! Ey kırılmış kapı! Ey kırık kapı! Herkesin mi kapısı kırık? Her kapıdan içeriye hüzün mü sızıyor? Her kapıya ümitle gelen çocuklar neden ferahlayarak dönmüyorlar. Varıp kırk yıl durduğun kapının önünde, adını söylemekten korktuğun kapının önündesin ve bir adım atıp kırılan yerlerini görmek istemiyorsun; kapıyı da terk etmiyorsun. Hay aksi! Sigara da bitti. Ne diyordum ki ben, ne anlatıyordum. Heh, yaşamaktan bahsediyordum. Bak arkadaşım; Sevdiğine bir kez olsun ‘seni seviyorum’ demiyorsan, Bir kez olsun ‘Kahrolsun İsrail!’ diyemiyorsan, Kırdığın bir kalpten bir özrü esirgiyorsan, Öpüp başına koyduğun kitabı arada bir de olsa açmıyorsan, Arada bir iyi bir insanı arayıp ‘nasılsın’ diye sormuyorsan, Kavganın şehvetine kapılmışsan ve başını bir kez göklere kaldırmıyorsan, Kötülükleri unutmuyor iyilikleri her dem hatırlatıyorsan, Zulmü görmüyor, duymuyor, lanetlemiyorsan Dostunu bilmekle düşmanını sevmekle günlerini geçiriyorsan; Yalandır yaşadığın kardeşim, yalan! Size yaşama heyacanı veren, içine dert sinmemiş kelimelerim olsun isterdim. Olmadı. Başka bir ülkede de olsaydım varıp hüzne yaslardım kelimelerimi.
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
37
Who Believe “Non-Violence is the Absolute Religion in Buddhism”: My Journey with Rohingya “Where we can buy the different dresses from this EID & How can we amaze others?” “By which latest version & model of android make us different?” “Which school should we prefer for our children?” “Whether should we buy a flat in the home country or abroad?”
Minhazul Abedin Bangladesh Marmara University Masters Student of Islamic History
When the large number of Muslims of the west bank of ‘Naf River’ between the border of Bangladesh and Myanmar are dying; at that time some unconscious Muslim community around the world are engaged to think and find out the answer on above questions. Though the Muslims in the east bank of that river are thinking that “is there any way to save my sister from being raped by Buddhist terrorists and Myanmar Armies?” “Will we be able to save our home from the Myanmar terrorism soldiers who are burning their homes?” “Can’t we save our nurslings from being killed?” “Won’t we get any food in this week?” “Wouldn’t we consume any facilities gifted by Allah (Niamah) anymore?” “How the Extremist buddhists may kill me; by butchering or by burning?” On oppression in Rakhine by Burmese militarily, ‘Kofi Anan Commission’ has presented their recommendations including to provide citizen rights for Arakanese Muslims on 24th august 2017; the next day was started an epic of torturing on Rohingya Muslims in Rakhine again by Burmese Army (Locally known as Tatmadaw) and racists Buddhist monks. Who believe “Non-violence is the absolute religion of Buddhism”. State counsellor Aung San Suu Kyi is the ideological and beyond supporter of this genocide. On the other hand, just 7 days later; Muslim World was going to get Eid-ul-Adha; at such kind of moments they have selected for organizing this operation. The nearest safe zone for Arakanese Muslims is the Cox’s Bazar district of Bangladesh where they can escape from Burmese Armies preferred and it is getting a new shelter for Rohingya people. The first flow of Rohingya refugees arrived Bangladesh just two days ago of Eid-ul-Adha in 2017. When they were coming to Bangladesh, they joined Rohingya who were already in the country, having fled earlier purges in 1977,1978, 1991, 2001 and most recently in 2012. The local Bengali community of Cox’s Bazar welcomed them cordially and passed Eid-ul-Adha with newcomers. After two days of Eid, I was feeling guilty for doing nothing for them. At that moment, we some friends have taken a step. We collected some clothes and cash money and went Cox’s Bazar. After reaching Cox’s Bazar, we saw ourselves in the mirror of oppressed Rohingya. Mostly, people who came here they had to cross hilly path, swim river or pay high fare for boat, walk a long muddy way caused by raining. They needed 4-5 days to reach here. There wasn’t any way for passing by vehicle. we saw who were coming their hands was loaded a lot of sacks. they had to carry nurslings even a man or women had to carry two children. Some people carried out their oldaged and sick parents. Among the newcomers the number of young man was badly low. Because when the Burmese Army get a young Muslim they instant killed him and burned him. Masjid, Imam and religious leader were main target of Burmese army. Recently Some mass graves have been found by two CNN journalists field level reports.
38
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
We distributed our collected money among the newcomers for paying rent of vehicles to go to Camp. Some of our volunteers also distributed snacks. After getting cooperation from us, they were periodic happy; though they were crying loudly and their tears were rolling down. And it was very simple that how they could stop crying where there some members of their family couldn’t still come, they lost them and didn’t find their lost children or parents; this is why they had been looking at other bank of Naf river and at the sky but they didn’t see anything except fumes flying from their burned houses. A mentionable number of Newcomers of Rohingyas were Children and they were affected by fever, cough and cold caused by rainy season then we structured a medical team for them. Besides children old-aged peoples were dithering by cold caused by their wet dresses. At first, we couldn’t manage enough dresses for them but we tried our better to supply some necessary dresses. We provided medicine to the sick people where lot of women were pregnant with babies. By asking them we knew that, to save themselves from being raped “they prefer being pregnant”. One day, we went Myanmar’s border to observe the riverside and waiting Rohingyas who can’t pass river for the lack of rents. For this reason, we had to pass a dangerous muddy way. One and a half hours later we reached there. We welcomed them and helped them a little. At the time of coming back we played company with some families who were passing that muddy way. their legs were going under the mud frequently and they had to struggle a lot for passing that way. How many times women had fallen on the path, we even couldn’t count. When We tried to help them by carrying some sacks then we realized that how much pains they had been forbearing. We were astonished by watching an about 70 years old man who had been carrying out 30-35 Kgs load by his shoulders. To help this man, we just carried this load for 10-15 minutes and by this time I already fallen for three times. Even it is simple that a man had to carry a child as well as a heavy-laden sack. Many of them carried out solar panel also. By asking them, we knew that it is the latest and expensive technology for them. Because the Burmese government didn’t provide electricity in Arakan. Suddenly we have listened that at the last point of Palongkhali Camp is still out of succor because their camp is so far. We also organized a different team and went there to distribute cash money. Although I saw them happy after getting us though we Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
don’t want this happiness. We want to see them happy in their own resident home with their citizen rights. In spite of being in a refugee camp, some families were tried their best to treat us. Then we realized that we are Muslims, we are relatives, geographical border can’t differentiate us. After the six months of this incidents; still now, we are seeing those kinds of news that a woman came with her baby in Bangladesh but after arriving in the border; she saw that her baby is no more and now she is speechless even so many children came but they lost their parents in Myanmar either they have been killed by Burmese Army or they were burned. Still now, we couldn’t forget that night when we were returning from camp to our home after kindling coils and they (Rohingya Muslims) were telling each other to indicate us that, “See they are going away….” Thus, more than 650,000 new Rohingya refugees have arrived Bangladesh since late August and September. The International Organization for Migration (IOM) estimates that there are now over 1,000,000 Rohingya refugees in Bangladesh. This is a
large amount of Rohingya to ensure humanity help for such small country. Despite of a small country Bangladesh has introduced herself as humanitarian country in the World caused by positive attitude of Government institute, Non-government agencies and general people. We See ourselves in their injured, wounded and hurt face. We may reduce their hunger but we can’t point their relative’s graves. Finally, I want to say that Myanmar is an absolute failed and rogue state. Rohingya isn’t suddenly descended nation. There was an Independent state called ‘Arakan’. They were living in Rakhine since 8th century of the history. But there is not even a decade while Rohingya hadn’t fled from genocide. Until the Buddhism believes that, “Non-violence is the absolute religion”. The Rohingya must be allowed to return home, all Rohingya who have fled over the last forty years. Indeed, all the Internally Displaced Peoples (IDPs) and refugees in and from Burma must be allowed to go home with their basic human rights. The greatest task of the government must ensure to provide the potable water, food and medical care for these people to come home. Everything else includes commercial and resource development with comparison is meaningless. The international community should raise their voice again this genocide, ethnic cleansing, inhumanity and violence.
39
Salata Güzali Bir varmış bir yokmuş. Bir zaman yaşlı bir nene varmış. Bu nene tek başına yaşarmış. Her gün bir beyin çeşmesinden su alırmış. Ama bu beyin şımarık çocuğu, her defasında yaşlı nenenin su testilerini kırarmış. Yaşlı nene çocuğa küçük olduğu için bir şeycik demezmiş. Bir gün nenenin su testilerini yine kırmış. Nene bu defa kızar ve “Salata güzeline yanasın (salatalık güzeline âşık olasın)” diyerek beddua eder.
Ekrem Destanov Makedonya İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Doktora
Bey çocuğu büyüdüğünde “Salata güzeli nedir?” diye merak etmeye başlar. Atına binip onu aramaya koyulur. Yolda ak sakallı ihtiyar bir adamla karşılaşır. Yaşlı adam ona nereye gittiğini sorar. Bey oğlu, salata güzelini aramaya gittiğini söyler. Yaşlı adam, salatalara ulaşmanın zor olduğunu fakat, onlara ulaşabilmesi için kendisine yardım edeceğini söyler. İhtiyar, salataların bulunduğu yerde yıkılmış bir porta ile bir demir kapının; bir atla bir köpeğin olduğunu anlatır. Yıkılmış olan portanın (ağaçtan yapılmış kapı) duvarını düzeltmesini, demir kapıyı geçince beygirin önündeki eti köpeğin önüne, köpeğin önündeki otu beygirin önüne koyduktan sonra salataları koparmasını ve onları su kenarında kesmesini tembihler. Bey oğlu ihtiyarın dediklerini birer birer yaparak salataların olduğu bahçeye girer ve üç tane salata koparır. Ancak, salataları koparırken kuleden onu bir kız görür ve: “Köpek, beygir, nereye bakıyorsunuz, oğlan salataları kopardı!” diyerek çığlık atar. Ama beygir otu yemeğe, köpek kemiği yalamaya koyulmuş, kızın bağırışlarını duymazlıktan gelirler. Kız portaya “Oğlanı durdur!” der ama porta, oğlan onun duvarını düzelttiği için onun geçmesine müsaade eder. Bey oğlu salataları merak eder ve bir tanesini su olmayan yerde keser. Kestiği salatadan bir kız çıkıp su, su diyerek ölür. Bu ona çok ilginç gelir. Bir tane daha keser. Ondan da bir kız çıkıp su! Su! diyerek ölür. Son salatayı ise bir su kenarında keser. Salatadan çıkan kız su der demez ona su verir ve kız dünyalar güzeli bir kız oluverir. Fakat, Bey oğlu onu çırıl çıplak eve götürmek istemez. Dünyalar güzeli kızı bir kavak ağacına bindirip evden ona elbise almaya gider. Güzel kızın yanına bir çingene kızı gelerek, ağacın üstünde ne yaptığını sorar. Güzel kız ona her şeyi anlatır. Çingene kızı, güzel kızı kıskanıp onun gerdanını çalar ve başına zehirli bir iğne batırır. Güzel kız, kuşa dönüşüp uçar. Bey oğlu geri gelir ve çingene kızını görünce, onu güzel kız sanıp “çok kararmışsın” der ve onu eve götürür. Böylece evlenirler. Bey oğlunun büyük bir bahçesi varmış. Kuşa dönüşen dünyalar güzeli kız, kuş şeklinde ağaçlara konup, “Beyim uyur mu uyur, çingene kızı uyur mu uyur, onlar uyusun büyüsün, konduğum ağaçlar kurusun” der ve konduğu ağaç hemen kuruyuverir. Bekçi bu durumu Bey oğluna anlatır. Kuşu yakalamak için bir plan yapıp ağaçlara katran sürerler. Bir sabah kuş yine gelip bir ağaca konar ve ötmeye başlar. Öttükten sonra uçmak ister ama ayakları katrana yapıştığı için uçamaz. Kuşu yakalayıp kafese koyarlar. Çingene kızı kuşun dünyalar güzeli o kızın olduğunu sezer. Hasta taklidi yaparak canının kuş eti istediğini söyler ve kocasına kuşu kestirir. Fakat, kuşun kesildiği yerde kuşun kanından hemen bir Selvi ağacı bitiverir. Çingene kızı, Selvi ağacının dünyalar güzeli kızın olduğunu anlar ve onu da kestirip çocuğuna beşik yaptırmak ister. Bey oğlu selvi ağacını kesmek istemese de eşinin ısrarı üzerine keser. Yaşlı nene bir gün yine suya gider. Selvi ağacının yongalarından bir tane alıp su testisinin ağzına koyar. Bir gün nene evde yokken dünyalar güzeli kız yongadan kendi haline
40
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
dönüşür. Nenenin ateşini yakar, yemeğini hazırlar, sonra yine yongaya dönüşür. Nene (Nine), yerlerin süpürüldüğünü, yemeklerin hazırlandığını görünce komşularının yaptığını zanneder. Fakat komşuları kendilerinin yapmadıklarını söylerler. Nene ertesi gün aynı şekilde yerlerin silinip süpürüldüğünü, yemeklerin hazırlandığını görünce çok şaşırır. Bir gün saklanıp bunu kimin yaptığını öğrenmek ister. Ama yonganın insana dönüşebileceğini aklının ucundan bile geçirmez. Dünyalar güzeli kız, yine kendi haline dönüşüp yerleri siler süpürür, yemekleri hazırlar, tam yongaya dönüşecekken neneye yakalanır. İnsan göründüğü için artık yongaya dönüşemez. Böylece tılsım bozulur. Bir gün, çingene kızının dünyalar güzeli kızdan çaldığı gerdan kopar ve boncuklarını hiç kimse dizemez. Nene gene suya gider ve Bey oğlunu görür. Ona neden canının sıkkın olduğunu sorar. Bey oğlu, eşinin gerdanının koptuğunu, boncuklarını hiç kimsenin dizemediğini, bundan dolayı canının sıkkın olduğunu söyler. Nene ona güzel kızın o boncukları dizebileceğini söyler. Nene eve gelip durumu güzel kıza anlatır. Güzel kız, boncukların bulunduğu odaya kimsenin girmemesi şartıyla onları dizeceğini bildirir. Ancak, Bey oğlu, güzel kızın boncukları nasıl dizeceğini merak eder ve boncukların bulunduğu odanın yüklüğüne gizlenir. Dünyalar güzeli kız boncuklara hiç elle dokunmadan üç kez “Dizilin boncuklarım, çingene kızına kalmayın” der ve boncuklar hemen diziliverirler. Bey oğlu yüklükten çıkıp çingene kızı kim diye sorar. Güzel kız ona her şeyi anlatır. Gerçeği öğrenen Bey oğlu dünyalar güzeli kız ile evlenir, çingene kızını ise hizmetçileri yapar. Onlara kömürler, bize uzun ömürler. Not: Bu masal, tarafımızdan Doğu Makedonya Radoviş şehrine bağlı Buçim köyünden derlenmiştir. Masalın bir varyantı Naki Tezel’in İstanbul’dan derlediği masallar içerisinde “Üç Turunçlar” adıyla yer almaktadır. Masalın içindeki bazı kelimeler de yöreye has kelimeler olduğundan değiştirilmemesi için özen gösterilmiştir. Bkz. Ferhat Aslan, Naki Tezel’in İstanbul’dan Derlediği Masallar- İncelemeMetin, İstanbul: Bilge Kültür Sanat Yay. 2013, s. 465-6.
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
41
Peygamberim Benim en büyük ve sonsuz gururum sebebi Peygamberimdir Ona benzeyebilmek için, elimden geleni yaparım O benim aynamdır. İnşallah Azrail (a.s.) gelene kadar, öyle devam edeceğim Yazmadan kitap bırakan biridir Peygamberim Cam gibi transparan mesajlarla dolu bir kitap, Çölde cahilleri eğiten, Yakından ve uzaktan Âlimleri eğitendir Peygamberim
Aquitulane Ancha Amisse Mozambik Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Grafik Tasarım
Onun sessizliği bir saygınlık göstergesidir Davranışları, kimliğiydi Peygamberim Bakışları, doğruluğunu göstergesiydi Peygamberim. Yürüyüşleriyle sükûn (iz bırakırdı) saçardı Peygamberim Ona olan aşkından, milyonlar Allah’a secde ettiler Ona olan nefretten, yoldan ayrıldılar bazıları Onu kıskandılar bazıları Bazıları da onun dinini yüceltmek için mücadele ettiler Uyuyanları uyandırandır Peygamberim Duymayanlara duyurandır Peygamberim Göründüğü gibi olan biriydi Peygamberim Kendisi adına konuşmayan biriydi Peygamberim Takipleri daima doğru yoldalar Allah’ın ona olan sevgisi geniştir Çünkü O, mükemmel bir örnektir O, Muhammed emin (s.a.s) O, benim peygamberimdir.
42
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
15 Temmuz Gecesi
Adam Abubakar Nijerya İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Uluslararası İslam ve Din Bilimleri
And içerim kalemler susmaz bu geceye Ansızın utanmaksızın girişenler darbeye Bilsinler ki tüm cihana bildiririz biz Her türlü ihaneti, haini lanetliyoruz biz Batı kuklası hainlerin başı bir haham Ne eyledi bir gece oluverdi yamyam İnsan suratına bürünmüş kurt caniler Vatana, bayrağa, millete kastedenler Vatanın her tarafını sarmış tanklar Havada durmadan uçuşuyor uçaklar Kapattılar boğaz köprüsünü evvela Binalara el konuldu başladı bin bela Az kalsın çıkıyor elden Aziz devletimiz Halka seslendi tezelden Aziz reisimiz Durmadan bir an indi sokağa vatandaş Türk, Kürt, Laz, Arap taş üstünde taş Bu ne müthiş bir yürüyüş hak seyrine Yağdırıyor hain bombaları halk üstüne Sönüyor kızıl kurşunlar pak yüzlerine Bindiler yüzlerce tankla halkın üstüne Ecdadımız gitti bizde gideriz hilal uğruna Bin canımız olsa veririz vatan toprağına Durmaz semaya uzanan bu ezan sesleri Durmaz yürekleri titreten bu tekbir sesleri Ey bu vatan inçin sokaklara düşmüş şehit Gökten inen cennet melekleri sana şahit Ne büyüksün ki bedenle siper ettin tankları İşte budur Çanakkale Arslanların torunları Bilsinler ki vatandır bizleri ayakta tutan Bilsinler ki şehitlerdir vatanı vatan yapan
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
43
Ey Müslüman Ey Müslüman aç gözlerini artık Bizler çeşit çeşit cezalara uğradık Bir zerreden küreye kadar fark Aç gözlerini artık, kendine bir bak Nerede senin yakın yârlerin? Ne zaman olacak senin yarının? Et gibi lime lime kendi vatanın Aç gözlerini artık, vatanına bir bak
Adam Abubakar Nijerya İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Uluslararası İslam ve Din Bilimleri
Günlerdir susuz yaşayana bak Aylardır ekmek bulamayana bak Yıllardır kanlar içinde kalana bak Aç gözlerini artık, bugünün haline bak Geçmişinden haberdar mısın sen? Fatih, İstanbul’u fethetmiş yirmideyken İbni Sina âlemin doktoru olmuş on beşteyken Aç gözlerini artık, geçmişine bir bak. Cehennem ateşi alev alev yanarken Müslümanlar fırka fırka ayrılırken İslam âleminin gözyaşları akarken Aç gözlerini artık, Müslümanlığa bir bak Oturup yatma kalk sen ey Müslüman Dünyayı aydınlat sen ey Müslüman Uzaya kadar uzan sen ey Müslüman Aç gözlerini artık, uzaya bir bak Ben âdemim hamt ile Müslümanım Allah’a dua etmekten vazgeçmem Ey Müslüman, sana şükrü öğütlerim Aç gözlerini artık, rahmete bir bak
44
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
Selam Aylar, yıllar, zaman geçer Rüzgâr eser, yapraklar düşer Kentler, yalnızlaşır git gide Merhaba derken her yeni güne Vefasız, iğreti, acem dost olmuş bize Keder, acı, çile sevgiye açılan bir pencere Her yeni güne başlarken Âdem arkadaş olur bize İhtiras, fütursuz, gönüller zamana ilgisiz avare, biçare
Mümin Ali Makedonya İstanbul Üniversitesi Modern Türk Edebiyatı Yüksek Lisans
Maviliğe, yeşilliğe koşmalı, selamlamalı Varlığı, merhaba kucaklamalı bütün kâinatı Ayrı, gayrı yok benim dünyamda Selam sıcak olmalı, kuşatmalı bütün mevcudatı Tohum, diken, gül ve güvercin Gurbet, vuslat, kahır ve çilekeş Lûtfa, duaya, kerem kılsa Merhaba aşka, Hakk’a yalnızların yalnızına Selam bahara, yalnızlara, yetimlere, öksüzlere Kışı yaşarım baharda Gülmemi beklemeyin benden Modern zincirlere vurulmuş köleler varken
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
45
Muhteşem Geçen Dört Gün
Husaifah Kueloh Tayland İstanbul Üniversitesi İşletme Bölümü
Selamunaleykum Ben Husaifah KUELOH yaklaşık 4 senedir bulunduğum Türkiye’de edindiğim dostluklara, gezdiğim yerlere bir yenisini daha eklemiş bulunmaktayım. Okuldan arkadaşım Musa SALAN ile beraber kamp için belirlediğimiz rotanın biraz dışında çıksak da doğayla iç içe geçirdiğimiz bir haftadan bize kalanların bir bölümünü sizlere anlatmak isterim. Rotamızı Çanakkale Bozcaada ve Assos olarak belirledikten sonra yola koyulduk. Bozcaada Feribot iskelesine vardığımızda servisi kaçırdık ve görevlinin bize 45 dakika beklememiz gerektiğini söylemesi biraz moralimizi bozdu. Fakat bu sırada insanların feribota doğru koştuğunu gördük ve sırtımızdaki yüklerle 1 kilometrelik yolu koştuktan sonra son anda feribota binmeyi başardık. 20 dakika süren yolculuğun ardından haritada kamp yapacağımız yerin 7 kilometre uzaklıkta olduğunu fark etmemiz bizi ürkütmüştü. Sırtımızda onca ağırlıkla yola koyulduk. Güneşin yavaş yavaş yükseldiği havada yürümek bizi terletmeye başlamıştı. Dinlenip dinlenip ilerlemek bayağı yormuştu bizi. Arkamızdan gelen 3 tekerlekli motosiklete otostop çekip motosikletçinin götürdüğü 1 km yol bize ilaç gibi gelmişti. Ardından gelen kum dolu traktöre çekilen otostop ve sıcakkanlı birinin bizi 2 km kadar traktör kasasında götürmesi de bizim için kat edilen mesafe olarak çok iyi gelmişti. Kamp için belirlenen yere vardığımızda alanın jandarma tarafından yasaklandığını öğrenip başka bir alana gitmek zorunda kalmamız bizi yorsa da üstesinden geldik. Yeni rotamıza doğru yürünecek 30 dakikalık mesafeyi aldıktan sonra karaya vuran geminin bulunduğu alana çadırımızı kurup doğanın sessizliğini, denizin duruluğunu görmek ve dostumla olan samimiyetimiz doğayla 1 hafta boyunca iç içe olacağının sinyalini vermekteydi. O günün gecesinde edinilen yeni dostluklar bizi mutlu etmişti. Ertesi gün toplanılan eşyalarla edinilen yeni dostlarla Assos’a doğru yola çıkıldı. Yolda çekilen otostopla alınan mesafe bizi Assos’a ulaştırmıştı. Fakat kamp kurabileceğimiz alan olmadığından dolayı kara kara düşünmek zorunda kaldık. Gecenin karanlığında gitmek mantıksız
46
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
olacağı için sahilde yatmaya karar verdik. Sahilde taşların üstünde karşımızda ayı yansıtan deniz, üzüntümüzü yatıştırmak için yeterli oldu. Ertesi günün başlamasıyla belirlenen yeni rotayla birlikte Fethiye Ölüdeniz’e gitmeye karar verdik. Çanakkale Assos’tan Balıkesir Edremit’e, oradan İzmir’e ve en son olarak da Fethiye’ye ulaşan bir güzergâh çizmiştik. Edremit’ten sonra çekilen otostop sonucunda bizi 200 kilometrelik Edremit-İzmir yolunda aracıyla götüren Tolga ağabeye teşekkürü borç biliriz. Gece bindiğimiz otobüsle yoluna düştüğümüz Fethiye‘nin çok güzel bir yer olacağını tahmin bile etmemiştik. Ve işte gelinen son durak gökyüzünde onlarca paraşüt, denizin hışırtısı ve muhteşem bir deniz manzarasına sahip olan çadır kurabileceğimiz alan işte kilometrelerce kat edilen yolun muhteşem son durağı bizi çok sevindirmişti. Sabah yaptığımız menemen ve daha sonra yeni dostlarımız ile akşam içilen çay gökyüzünün yıldızlarla dolu olduğu fotoğraf çekmelik karenin bizim için mükemmel geçecek 4 günün mesajıydı ve nitekim öyle de oldu. Dönüş anının bize tattırdığı hüzün anılarla karışınca bizim mutlu bir şekilde eve dönmemizi sağladı. “YOL AÇIK, YOLA ÇIK”
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
47
Özgürlük
Tural Yusifzada Azerbaycan Marmara Üniversitesi İktisatBölümü
Bir gün kara bulutlarla kaplı Karabağda güneş parlayacak ve uzun bir esaretin ardından Harı Bülbül özgürlüğü tadacak.
48
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
Yollar ve Filmler ‘‘Dünyadaki ruhlar adedince Allah’a giden yollar vardır! Bu yolculukta herkes yolunu bulmak için en değerli hediyesini kullanır. -Dedeciğim tek başımıza bu çölde yolumuzu nasıl bulacağız, ya kaybolursak? -İnancı olan kişi asla kaybolmaz, küçük meleğim! Yürümek yeterli, sadece yürü, davet edilenler yolu bulacaktır.’’ Bab’Aziz Filminden Bir Pasaj Teolojide dünya bir çöle benzetilir, insan bir yolcuya, dünyaya gelişse varışı olmayan bir yolculuğa. Yani; dünya bizim için tehlikeli ve ıssız bir duraktır. Peygamber’in büyük cihaddan bahsederken kast ettiği şey, bu yolculuk olmalı. Bülent Özdaman Türkiye Sinema Yazarı, Hukukçu Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Avukat
Her insan, büyük bir yolculuğa gebe. Yaşamın kendisi, müthiş bir ironi barındırıyor içinde.Sanki zorunlu bir hâldir bu. Dursak da yürüsek de yolculuk devam ediyor. Dünya durmuyor gidiyor, insan da beraber gidiyor, biz de yolcuyuz. Ruhumuzla, bedenimizle yolcuyuz. Ruh ve beden ise aykırı yolcu gibi. E, burası dünya; gölge aslına itiraz ediyor. Tam da bu noktada bir Kızılderili sözünü anımsamak gerek: Işığı önüne alda yürü, gölgen arkandan ister gelsin ister gelmesin. İnsan, huzur bilmez bir gezginden başka nedir ki? Hayyam’ın dediği gibi: Herkes gönlünce bir yol arıyor kendine. Ama bir gün, bir ses haykıracak göklerden: Herkesin yolu kendine varır, arama başka yerde, diye. Modern çağda ise yolculuk, kendisinden başka kaçacak hiçbir yeri olmayan insanın, kaçacak yer arama çabasıdır.Yollar, kendine bir yer bulamamış kişinin özlemine dönüşüverir bu çağda. Bu yüzden yerini yitiren kişi yola çıkmak zorundadır.Oysa her kaçış bir başka yakalanışa gebe.Her yola çıkış, çıkılacak yeni yolların sorumluluğunu da beraberinde getirir. Yola bir kez çıkılınca, dursa bile hep yolda kalacaktır yolcu. Özgürlük budur belki de: Sürekli bir yersizlik yurtsuzluk, sürüp giden bir yol… Yol bitmeyince; gitmek, bir süreğin ta kendisi olur. Yolculuğun kendisi bize yetmeye başlar, varış noktası unutulur. İnsanın kendine rağmen kendine yolculuk etmesi, kendini araması nasıl bir deliliktir? Bu durumu Andrey Tarkovski, Nostalji filminde Deli Domeniko’nun dilinden şöyle haykırır: ‘‘Bir zamanlar olduğumuz yere dönmeliyiz yanlış tarafa döndüğümüz noktaya. Hayatın ana temellerine geri dönmeliyiz suları kirletmeden. Deli bir adam size kendinizden utanmanızı söylüyorsa ne biçim bir dünyadır burası!’’ ‘‘Ormanda yol ikiye ayrıldı ve ben daha az kullanılanı seçtim. İşte, hayatımda ne olduysa ondan sonra oldu.’’ —Robert Frost Meseleye bir açılım getirmek adına sinema tarihinin -bana göre- müstesna yol filmlerini derledim. Belki de bu sizin için bir yol ayrımı olur ve hayatınızda ne olursa ondan sonra olur.
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
49
1) İz Sürücü | Andrey Tarkovski
6) Puslu Manzaralar | Theodor Angelopoulos
12) Bab’ Aziz | Nacer Khemir
7) Sonsuzluk ve Bir Gün | Theodor Angelopoulos
13) Pi’nin Yaşamı | Ang Lee
2) Nostalji | Andrey Trakovski
14) Kandahar | Muhsin Makhmalbaf 8) Dersu Uzala | Akira Kurosawa 3) Yaban Çilekleri | Ingmar Bergman 15) Kara Tahta | Samira Makhmalbaf 9) Dönüş | Andrey Zvyagintsev
4) Yedinci Mühür | Ingmar Bergman
16) Yarım Ay | Bahman Ghobadi 10) Kirazın Tadı | Abbas Kiarostami
17) Kutsal Direniş | Elia Suleiman 5) Yolcu | Michelangelo Antonioni 11) Tokyo Hikayesi | Yasujirō Ozu
50
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
18) Çingeneler Zamanı | Emir Kusturica
24) Thelma ve Louise | Ridley Scott
31) Kosmos | Reha Erdem
32) Masumiyet | Zeki Demirkubuz 19) Kikujiro’nun Yazı | Takeshi Kitano
25) Yol | Yılmaz Güney, Şerif Gören
33) Kader | Zeki Demirkubuz 20) Yeşil Yol | Frank Darabont
26) Yusuf Üçlemesi (Yumurta – Süt – Bal) | Semih Kaplanoğlu
27) Üç Yol | Faysal Soysal
34) Her Şey Çok Güzel Olacak | Ömer Vargı
21) Özgürlük Yolu | Sean Penn
28) Bir Zamanlar Anadolu’da | Nuri Bilge Ceylan
35) Temmuz’da | Fatih Akın
22) Son Yolculuk | Michael McGowan
29) Uzak | Nuri Bilge Ceylan
23) Motosiklet Günlüğü | Walter Salles
“Herkes gönlünce bir yol arıyor kendine. Ama bir gün, bir ses haykıracak göklerden ‘Herkesin yolu kendine varır, arama başka yerde’.” —Hayyam
30) Jîn | Reha Erdem
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
51
Doğu Türkistanlı Öğrenci Olmak Oğuzhan Uygur Doğu Türkistan
Öğrenciler daha iyi bir eğitim alabilmek için çeşitli ülkelere gidip eğitim almaktadırlar. Öğrenciler kendi ülkelerinde, maddi açıdan ve eğitim sisteminin kötü olması açısından problem yaşamaktadırlar. Uluslararası öğrenciler daha verimli bir eğitim almak veya gittikleri ülkeye olan meraklarından dolayı yurt dışında okumayı tercih ederler. Yurt dışında öğrenim gören öğrencilerin en büyük problemi, eğitim süresince ailelerinden uzak kalmaları ve kültür şoku yaşamalarıdır. Fakat Doğu Türkistanlı öğrenciler açısıdan, bu durum farklıdır. Doğu Türkistan ve Uygurlar Doğu Türkistan, Türkistan bölgesinin doğu kısmında bulunduğu için bu adı almıştır. Bu bölgede yaşayanların çoğu Uygur Türkleridir. Uygurlar Orta Asya ve Türkiye Türkleriyle aynı soydan gelmektedir. Türk kavimleri içerisinde ilk yerleşik hayata geçen Uygurlardır. Doğu Türkistan bölgesinde yaşayan Türklerin %99’u Müslümandır ve Türkistan’daki diğer Türklerle aynı yaşam tarzına sahiplerdir. Doğu Türkistan 1949’da Çin Komünistleri tarafından işgal edilmiştir. 1949’dan beri Çinli komünistler Uygurlara insanlık dışı uygulamalar yapmaktadır. Günümüzde ise Doğu Türkistan Çin işgalcileri tarafından dünyanın en büyük açık hava hapishanesine çevrilmiş durumdadır. 30 milyona yakın insan çok büyük baskılara maruz kalmaktadır. İnsanların ticari, siyasi, sosyal hakları elinden alınmış, binlerce senedir yaşadıkları topraklarda adeta mülteci konumuna düşmüşlerdir. Doğu Türkistanlı Öğrenci olmak Bu zulümlerin bir kısmı da eğitim alanında yapılmaktadır. Doğu Türkistan’da okuyan Uygur öğrenciler şiddetli bir asimilasyon politikasına maruz kalmaktadır. 2-6 yaş aralığındaki çocuklar zorla Çince anaokullara gönderilmektedir. Çocuklara, Bu okullarda küçük yaşlardan itibaren “dinsizleştirme” politikaları uygulamaktadır. Çocuklar kendi dili ve dinini öğrenmekten mahrum bırakılıp, Çince öğrenmeye zorlanıyorlar. Ayrıca, ilkokul ve ortaokullarda da öğrenciler zorla yatılı okullara gönderilmektedir. Bu okullarda ise çocuklar yanlış tarihi bilgiler öğrenmekte ve komünizm ile zehirlenmektedir. Doğu Türkistanlı yüksek öğrenim görmekte olanların durumu da çokta farklı değildir. Lisans okumak isteyen öğrencilerin, başarılı olmalarına rağmen istedikleri bölümde okumalarına izin verilememektedir. Çinlilerin istediği bölümlerde okuduklarında da eğitim süresince istihbarat ya da okul görevlileri tarafından gözetilmektedirler. Bu öğrencilerden Çin siyasetine karşı herhangi bir fikir veya dini anlayış fark edildiğinde terörist olarak yaftalanıp, hapishanelere atılırlar. Böylece, öğrencilerin rasyonel bir şekilde kendi milleti ve hakkını savunma fikirleri baskı yoluyla engellenmiş oluyor. Doğu Türkistanlı Uluslararası Öğrenci Olmak Yurtdışında okuyan öğrencilerin durumu ise daha acı vericidir. Bir Doğu Türkistanlı öğrencinin yurt dışında eğitim görebilmesi için pek çok şeyden vazgeçmesi ve büyük bir mücadele vermesi gerekmektedir. Doğu Türkistan’da pasaport almak çok zordur. Doğu Türkistanlı yurt dışında okuyan öğrenciler 2016 öncesi yurt dışına çıkanlardır. Çin Uygurlara uzun zamandan beri pasaport kısıtlaması uygulamaktaydı. Pasaport alabilen Uygurlar, tanıdıklarını kefil olarak göstererek ve binlerce dolar depozite vererek pasaportlarını almayı başarmışlardır( bu durumda da çok az sayıda insan alabilmiştir). Günümüzde yurtdışında okumakta olan Uygur öğrencilerin çoğu 2016 öncesi yurtdışı-
52
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
na çıkabilme şanslarını yakalayanlardır. Ben de 2016 öncesinde pasaport almaya başarmış olanlardan biriyim. Zaten maddi durumu iyi olmayan Uygur Türkleri eğitim için buna katlanmışlardı. 2017’de Faşist yönetici Cheng Quan Guo’nun bölgeye başkan olarak atanmasıyla, zor şartlarda alınan pasaportlar hiç alınamamaya başladı ve pasaportu almış olan kişilerden pasaportları geri alındı. Cheng Quan Guo göreve geldikten sonra Doğu Türkistanlılara yapılan zulümler daha da şiddetlenmiştir. İşgalciler milyonlarca kişiyi sadece Müslüman oldukları için sözde eğitim kampı olan hapishanelere götürdü. Bu zulümlere öğrencilerin yanında öğrencilerin aileleri de maruz kalmıştır. İnsanlar istedikleri yerde, hukuka aykırı bir davranışta bulunmadan eğitim alma hakkına sahiptir, fakat Doğu Türkistanlı öğrenciler bu haktan yoksun bırakılmışlardır. Çin hukukunda Doğu Türkistanlı bir öğrencinin yurt dışında okuması suçtur. Çin yurt dışında okuyan öğrencilerin ailelerini tutuklayıp, tehdit yoluyla öğrencilerin Çin’e geri dönmelerini sağlamaya çalışmaktadır. Ailelerinin zarar görmesinden korkup geri dönen öğrenciler, yurt dışında okuduklarından dolayı terörist olmakla suçlanıp atılmaktadır. Geri dönmeyen öğrencilerin ise aileleri rehine olarak tutuklanıp, hiçbir suç işlememelerine rağmen yıllarca hapishanelerde tutulmaktadır. Bu aileler sert koltuklara oturtulmak veya gün boyunca ayakta bekletilmek suretiyle cezalandırılıyor. Ceza süresince uyumalarına ve dinlemelerine izin verilmiyor. Hapse atılan insanların sayısının fazla olmasından dolayı, 6 kişilik hapishanelere 30-40 civarında insan yerleştiriliyor ve zor şartlardan dolayı bu insanlar hapishanelerde hayatlarını kaybediyorlar. Yurt dışındaki öğrenciler, yıllarca ailelerinden haber alamamaktadır. Öğrenciler aileleriyle hiçbir şekilde iletişime geçememektedir. Asıl acı olanı ise, bazı öğrencilerin ailesinin hapislerde şehit edilmesine rağmen, hiç haberinin olmaması ve öğrencilerin aylarca sonra haberi olmasıdır.
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
53
Yükümüz İyilik Yolumuz Balkanlar İHH insani yardım vakfı 2017 yılı ramazan çalışmaları kapsamında farklı illerden 3 arkadaş balkan bölgesinin yolunu tuttuk yaklaşık birbuçuk saatlik uçuşun ardından karadağın başkenti podgorica ya vardık buradaki kısa çıkış işlemlerinden sonra burada bulunan kardeş kuruluş olan zekât vakfı başkanı sadmir ağabey tarafından “işte osmanlı geldi” sloganıyla yürekleri kabartan bir şekilde karşılandık ve yola koyulduk sadmir ağabey izmir ilahiyat mezunu podgorica da imamlık görevini ve vakıf başkanlığını yürütüyor ömrünü ümmetin derdiyle dertlenmeye adamış bir ağabeyimiz öncelikle podgoricayı geziyoruz sadmir abi bu sırada bize karadağ hakkında bilgiler veriyor Karadağ’ın Bosna Hersek ve Sırbistan arasında 625 bin nüfuslu küçük bir devlet olduğununu 4 te 1 ini Müslümanların oluşturduğunu, müslümanların ülkedeki konumu ve müslümanların çektikleri sıkıntılar… Yusuf Kemal Yaman Türkiye İstanbul Aydın Üniversitesi
Bir süre dağda yeşillikler içinden yolda seyrederken Sadmir ağabey; “haydi ikindi namazını bar da kılalım” dedi biz şaşkın şakın baka kaldık abi ne diyorsun? Hayrıdır? Derken espriyi patlattı ve “Bar” Karadağ’da bir şehir adıymış bu espriyi Türkiye’den gelen herkese yapıyormuş 1 saatlik mesafede ki Bar şehrine ulaştık Adriyatik denizine kıyısı olan, karşınızda İtalya muhteşem bir manzara sizi alıp götüren bir güzellik ama bu güzelliklerin yanında acı hayatlar ve eziyetler de mevcut namazı kıldıktan sonra kumanya dağıtımının ilk durağı 10 yıldır dağda elektrik ve su olmadan yaşayan 3 çocuklu bir aileydi ailenin yanına varınca istemsizce gözlerinizden yaşlar boşanıyor ve o yalınayak yavruları bağrınıza basıyorsunuz ayrılırken yine gelirler mi bakışını unutamıyorum kalacağımız yer tuzi kasabasında ki karadağ islam birliğine ait olan medreseye varıyoruz bir süre dinlendikten sonra akşam iftar için misafir olacağımız Sadmir ağabeyin evine geçiyoruz eşi Sağ olsun bizim için Boşnak böreği yöresel yemekler meyveler vs. hazırlamış dikkatimizi çeken şu oldu iftar vakti geldi ve sokakta iftar iftar diye bağrışan çocuk sesleri duyduk oturdukları mahallede ezanın sesli okunması yasak bu yüzden iftar vaktini çocuk seslerinden anlıyorsunuz bir an şükrediyorsunuz her sokakta cami ve ezan sesi olan ülkemiz var bu sözü ileride bahsedeceğim konular içinde söylüyorum. Teravih namazını Osmanlıdan kalan ve restorasyonu tamamlanan nizam camiinde kıldık ve bahçesini gezdik aslında bu caminin bir hikâyesi var ; “ “ Fatih Sultan Mehmet Balkan fetihleri sırasında, Karadağ’ın Podgorica şehri Tuzi Kasabasında bir cami inşa ettirir. Caminin hemen yanına da savaşlarda şehit düşen Osmanlı askerlerinin defnedildiği bir şehitlik yaptırır. Yüzyıllarca bölge halkı tarafından kullanılan Nizam Camii ile halkın gözü gibi koruduğu şehitlik, zaman içinde yıpranır. Savaşlar sırasında tahribata uğrar, depremlerden zarar görür ve 1911’den başlayarak yıkılmaya yüz tutar. Caminin onarımı için, Karadağ’ın Tuzi kasabasından İstanbul’a bir mektup yazılır. Bölge halkı, Osmanlı Sultanından caminin onarımı için yardım ister. Mektup İstanbul’a henüz ulaşmışken Balkan Savaşları başlar, Karadağ Osmanlı’dan ayrılır; mektup da unutulur gider. Ta ki yüz yıl sonrasına kadar...” Nizam Camii ile şehitlik, 2012’da Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) tarafından aslına uygun olarak restore edildi ve tekrar kullanıma açıldı. Koordinatörlük ile TİKA işbirliğinde, Balkanlardan gelen bir mektubun, bir asır sonra Türkiye Cumhuriyeti tarafından cevaplanışının hikâyesini anlatan bir de belgesel hazırlandı. Belgesel Youtube’tan izlenebiliyor. “ Sabah medresede çocuk sesleri duyduk ve aşağı indik 30 a yakın çoğu Boşnak çocuk sabah 8 de kuran-ı kerim öğrenmeye gelmiş, aralarında ilk göze çarpan küçük leyla her sabah 8 de aksatmadan medreseye gelip kuranı kerim öğreniyor ve hiç aksatmı-
54
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
yor ülkenin %80’i Hristiyan ve yönetim Müslümanlardan nefret ettiği halde leyla kuran öğrenmeyi bırakmıyor çünkü burada Müslümanlara keyif yok, piknik yok, çocukluk yok, emeklilik yok daima bu topraklarda İslam’ı yaşatmak yaymak ve yaşamak var eğer bunları yapmazsak ve buralardan silinir gidersek yarın siz (Osmanlı torunları) geldiğinizde bizi burada bulamazsa kaygısı var 70 yaşında Mirsad abimiz diyor ki “emeklilik cennette inşaallah” burada Müslümana emeklilik yok.
açıyoruz lokantada birkaç kişi var meğer kimse dışarıda iftar yapmazmış buralarda herkes evinde ailesi ile birlikte iftarını açıyor ne kadar güzel ama maalesef bizim ülkemizde unutulan bir adet. Ertesi gün yardım yapacağımız ailelere ulaşıyoruz çoğu yetim kalmış çocukların olduğu aileler allah yar ve yardımcıları olsun. Unutamadığım bir an ise şu oldu; yardım yaptığımız mekanın önünde kuyruk oluştu orada yaşayan Hristiyan roman kadınlar birden etrafımızı sardı okadar yardıma muhtaçlar ki üstlerinde giyecekleri dahi yok bir anda bana bakıp kelime-i şehadet getirdi Avdiya abiye sordum ne yapıyor abi anlamadım diye meğer banada yardım etsin diye kelime-i şehadet getiriyormuş Müslümanım bende bana da yardım et diyor yani benim gözlerimden yaş boşalıyor ama tutamıyorum kendimi bize anlatırlardı Afrika’da açlıktan ölmek üzere olan kardeşlerimiz yemek karşılığı din değiştiriyorlar diye ama anlam veremezdik ama burada şahit olduk gerçekten Allah yardımcıları olsun inşaallah ümmet bilinci ile daha çok çalışacağız ve o ablamıza da kumanya verdik yüzündeki mutluluğu anlatamam.
(Fatih Sultan Mehmed Medresesi, Karadağ)
Artık dönüş günü yaklaşıyor ve başka bir yardım kuruluşu olan meşihat yardımlaşma derneği ile kumanya ve aşevinde yemek dağıtımı yapacağız bizi yetkilisi Mirsad ağabey karşılıyor “70 yaşında bir delikanlı o” biz ona böyle diyoruz onun çok hoşuna gidiyor, gerçekten yılmadan çalışıyor her günü dolu dolu geçiyor hele teravih namazına yakın bir vakit sizi merkezden ayrı bir camiye götüreceğim diyor yola koyuluyoruz yaklaşık 2 saat yol gidiyoruz ve camiye varıyoruz cami cemaatine önceden haber vermiş meğerse biz karşılıyorlar ortalama 30 kişi çoluk çocuk gen yaşlı ağabey kardeşlerimiz yatsı ezanını bana, namazı imam bir arkadaşımıza, müezzinliği de diğer arkadaşımıza görevlendiriyor namaz sonrası buraya sadece bu kardeşlerimiz mutlu olsunlar diye gedik bu camiyi yapalı yeni oldu çok geleni yok sizi görünce mutlu olurlar diye düşündüm o yüzden getirdim diyor tabi bizim tüylerimiz diken diken oluyor çünkü mirsad ağabey dostlarının mutluluğuna daha doğrusu ümmetin mutluluğuna çalışan bir insan inşallah fırsatını bulursanız tanışırsınız
O gün Karadağ’daki diğer yardımları tamamlayıp sancak bölgesine yakın bir yerleşim olan Berane ’ye varıyoruz Berane Sırbistan sınırına yakın lim nehri kıyısında bir yerleşim nüfusun %10 luk kısmını Boşnak Müslüman kardeşlerimiz oluşturuyor şehirdeki ilk ve tek camiye varıyoruz karadağ islam birliği geçtiğimiz yıllarda zor bela bu camiyi yaptırmış ama hükümet Müslümanlara zulme dayalı bir sistemle yönetildiği için bölgenin girişindeki dağlara metalden led aydınlatmalı sokaklarda başını kaldırsan görebileceğin devasa hac işaretleri yaptırmış öncelikli nedeni yapılan bu cami ve halkın Hristiyan egemenliğinde olduğunu herdaim zihinlerinde tutmak istemesi ve aslında en acı olanı da bu güzel camide ezan içeriden okunuyor bu bölgelerde Müslümanlık zor anlayacağınız hayat mücadele ile geçiyor rabbim yardımcıları olsun inşaallah.
Eve dönüş günü mirsad ağabeyin İstanbul ve Novi Pazar hatıralarını dinliyoruz bir parkta ve o günde yardımlarımızı gerçekleştiriyoruz.Dönüşe geçmeden önce Mirsad ağabey bizi bir ayakkabıcıya götürüyor neden geldiğimizi anlamıyoruz bize beğenin ayakkabılarınızı diyor biz istemesek de bizi ikna ediyor ve birer çift ayakkabı alıyor siz buralarda ayakkabınızı eskittiniz yenisi ile dönün, diş kirası olsun size diyor işte bütün güzellik bu aslında insanın gönlüne girebilmek artık dönüş vakti bizi derneğin aracı ile Kosova’ya havaalanına bırakıyorlar biz dönüyoruz ama aklımız hala oralarda kardeşlerimizde Mirsad ağabey avdiya ağabey sadmir ağabey de (Berane Camii, Karadağ) Tekrar yola koyuluyoruz 4 saat mesafede olan rozaje’ye varıyoruz bizi orada oranın müftüsü karşılıyor biraz sohbetten sonra Pazar yerinde kumanya dağıtımı yapıyor ve oradan ayrılıyoruz artık istikamet sancak bölgesi Novi Pazar.
Geçen aylarda Mirsad ağabey istanbula geldi ve onu buralarda ağırladık sarıldık dertleştik kardeşlerimizin selamını aldık allah onlardan ve onun gibilerden razı olsun bizlerede ümmetin derdiyle dertlenmeyi daha da nasip etisn inşaallah selam ve dua ile..
Novi Pazar da halk kütüphanesi müdürü olan Avdiya ağabey karşılıyor bizi iftar vaktine denk geldiği için bir lokantada iftarımızı
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
55
Uluslararası Sporlar Sidy Amadou Diallo / Senegal İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi İslam ve Din Bilimleri
Amerikan Fotbolu Ragby
Bu sporun ‘football’ diye anılmasına neden olan kullanılan toptur. Çünkü topun uzunluğu ortalaAmerikan Futbolu, İngiliz sporu Rugby’den doğma bir foot(yaklaşık 30 cm) kadardır. Sahada 7 muştur. Önceleri ‘Amerikan Rugby’ olarak oytane hakem görev yapar. nanan futbol, 1880’li yıllarda Walter Camp adlı oyuncunun önerdiği yeni kurallara uyarlanarak bugünkü futbola çok yaklaştı. Bu önerilerinden dolayı Walter Camp, Amerikan futbolunun babası olarak kabul ediliyor. Amerikan futbolu Rugby’den farklı olduğu yönlerin başında oyuncuların maç sırasında giydiği kask, yüz koruma maskesi, bel kemeri, dişlik, omuz yastığı gibi ekipmanlar gelir. Sahada duran futbolcular, pozisyonlarına göre farklı isimlerle anılıyor. Savunma ve atak takımlarının başlama duruş pozisyonları Amerikan futbolunda oyuncular Amerikan futbolu oyununda oyuncular şu isimlerle adlandırılır; Atak Takımı(offensive team); Quarterback, full100 yard’lık saha 10’ar yardlık dilimler ebölün- back, tailback, line(center, tackle, guard), recemüş halde. Rakamlar atak takımına ‘touch- iver ve tightend down’ çizgisine kaç yardı kaldığını gösteriyor. Savunma Takımı(deffensive team): Line back, Oyun sırasında her iki takımda 11 oyuncudan line (tackle, right end, left end), corner back, oluşur. Oyun sahası, 120 yard(yaklaşık 110 met- free safety ve strong safety re) uzunluğunda ve 53 yard(yaklaşık 49 metre) genişliğindedir. Sahada 50’den 10’a doğru nu- Amerikan futbolunun genel kuralları maralanmış, enine çizgiler bulunmaktadır ve Kazanan takım oyun sonunda en fazla sayı yabu çizgiler, atak takımının puan çizgisine olan pan takımdır. Oyun süresi 15’er dakikalık 4 çeyuzaklığını ‘yard’ olarak gösterirler. rek devre sonunda toplam 60 dakikadır. Normal Sahanın her iki ucunda 10’ar yardlık gol(touch- Türk futbolundan farklı olarak topun oyunda down) bölgeleri mevcuttur. Bu bölgelere ‘end olmadığı anlarda zaman durduğu için maçlar zone’ denir. Her iki gol çizgisi üzerinde, ‘goal ortalama 2.5 saat sürer. posts’ olarak adlandırılan görüntü olarak ‘y’ bi- Her takımın sırasına göre sahaya süreceği bir çimine yakın kaleler bulunur. atak, bir savunma bir de başlangıç takımı var-
56
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
dır. Takımlardan biri atak(offense) dakımı diğe- Takımların en önemli oyuncusu ‘quarterback’ ri savunma(defense) oynar. Başlama vuruşuna denen oyun kurucu. Paslarının başasırı ya da ‘kickoff’ denir ve bunu başlangıç takımı oynar. başarısızlığıyla takımın kaderini etkiler. Takımlardan biri topa vurur ve karşı sahaya atar. Topu karşılayan takımın bir oyuncusu topu tutar ve takımın özel taktiğine uyarak ilerlemeye başlar. Rakip takım da onları mümkün olduğunca kendi gol bölgesinden uzakta durdurmaya çalışır. Topla ilerleyen oyuncu düşürüldüğünde veya topu ilk aldığında yerinde sabit kaldığında oyun durur ve karşılayan takımın atak takımının oyuna nereden başlayacağı belirlenmiş olur. ‘Kickoff’ vuruşundan sonra başlangıç takmları sahadan çıkar ve kickoff’ta topu karşılayan takımın atak takımı (offensive team), topa vuran takımın da savunma takımı (defensive team) sahaya girer. Atak takımı, topla beraber ilerlemeye çalışırken savunma takımı da bu ilerleyişe engel olmaya çalışır. Her 10 yard’ı geçmek için atak takımın 4 hakkı vardır. Bu 4 hakkında da 10 yard ilerlemeyi başaramazsa, top rakip takıma geçer. Geçmeyi başarırsa bu defa 4 hak daha kazanır. Topu ve dolayısıyla takım ilerletmenin iki yolu vardır. Bu uzun pas ya da koşu ile yapılabilir. Bir oyuncu topa sahip olduğu halde rakip defans tarafından düşürülene dek koşarak ilerleyebilir. Atak oyuncuları topla koşan arkadaşlarına rakip defans oyuncularını engelleyerek yol açmak suretiyle yardımcı olabilirler. Ya da oyun kurucu(Quarterback) pas tutacak arkadaşları uygun bir açıklık elde edene kadar, önünde kendisine koruma yapan takım arkadaşlarının(guard) arkasında kalır ve en uygun zamanda pas atarak top tutucuyu topla buluşturmaya çalışır.
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
Savunma takımı için rakibi durdurmak da atılan pası kesmek ya da tutmak (interception) şeklinde yapılabileceği gibi topla koşan oyuncuyu düşürmek ya da saha dışına itmek şeklinde de yapılır. Taşıyıcısı düşmeden yere düşen top veya atılan pas bir sırasında henüz yere değmemiş olan top aktiftir. Yani bir rakip takım oyuncusu da bu topu yakalayabilirse hücum oyuncusu gibi ilerleme hakkına sahiptir. Topun kontrolü her zaman atak takımındadır. Oyun her zaman aynı şekilde başlar; Atak takımın orta oyuncusu (center) bacaklarının arasından topu oyun kurucuya (Quarterback) verir. Buna ‘snap’ denir ve o anda oyun başlar. Her snap’tan önce ‘huddle’ adı verilen ve atak takımının kaptanının sonraki atak için taktik belirlemek üzere arkadaşlarına talimat verdiği yaklaşık 40 saniyelik kısa bir toplantı yapılır. “Huddle” bittiğinde atak takımının her oyuncusu ne zaman nereye gideceğini ve diğer arkadaşlarının da ne yapacağını bilir. Topu snap’la alan “quarter back” topu, ‘running back’ denen koşu oyuncularına elden verebilir. Koşu oyuncuları da 10 yard’ı geçmeye çalışır. Ya da “quarter back” topu uzaktaki ‘wide receiver’ denen ve çok hızlı koşabilen arkadaşlarına uzun pas olarak atıp onların ilerlemesini sağlayabilir. Amerikan futbolunda gol nasıl yapılır? Touchdown: Amerikan futbolunun gerçek golüdür. Rakip takımın son çizgisi topla beraber geçildiğinde ‘touchdown’ yapılmış olur ve değeri 6 puandır. Touchdown yapan takım ekstra puan kazanma şansı için 2 tercih hakkı da kazanır. Topla rakip takımın bitiş çizgisine tekrar girilirse 2 puan kazanılır. Ya da topa ayakla vurarak rakip takımın kalesine atılırsa 1 puan kazanılır. Genelde takımlar 1 puanlık vuruşu tercih ederler, çünkü 2 puanlık sayı denemesine göre başarı şansı daha çok daha yüksektir.
57
‘Safety’: Amerikan futbolunda hücum takımında topu elinde tutan oyuncunun kendi gol çizgisinde rakip takımın savunma oyuncusu tarafından düşürülmesinde savunma takımına iki puan yazılır, sonra da top savunma takımına geçer. Amerikan futbolun en yüksek ligi: NFL
Touchdown çizgisine ulaşan takım 6 puan ve 1 puanlık vuruş hakkı kazanıyor. Saha Golü (field goal): Topa ayakla vurarak rakip takımın kalesine sokmakla kazanılır ve değeri 3 puandır. Peki neden takımlar bazen 6 puanlık ‘Touchdown’ yerine 3 puanlık ‘field goal’u tercih eder? Genellikle aynı 10 yard diliminde ‘fourth down’ yaşanmışsa yani artık son hak kullanılıyorsa, maçın kalan süresi ‘touchdown’ için yeterli değilse, riske girmek yerine bulunan yerden ayaklı vuruşla ‘field goal’ yapılmaya çalışılır. Yine, uzatmalarda da ‘field goal’ yaparak takımlar maçı bitirebilir.
58
Değişik klasmanlarda eşleşmelere sahne olan Amerikan futbol liglerinin en itibarlısı, Ulusal Futbol Ligi(National Football League) olarak anılan NFL’dir. Ulkenin değişik şehir ve bölgelerinden 32 takım mücadele eder. “American Football Conference(AFC)” ve “National Football Conference(NFC)” adıyla iki ayrı gruba ayrılır. 16 takımlı her konferasın grubu da 4’erli alt gruplarda bulunur. Aralık ayı ortasına kadar devam eden 17 haftalık normal sezonda her takım 16 maç oynar. Daha sonra Ocak ayı başında her konferanstan 6’şar takım olmak üzere 12 takım “playoff” karşılaşmaları yapar. Tek maçlı eleme usulüyle yapılan karşılaşmaların final maçına “super bowl” denir ve kazanan NFL Şampiyonu olur.
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
Gulam Yasin
Uygur Darvazlığı
metrelik bir denge sırığı tutarlar. O yüzden darvazlık çok tehlikeli bir spordur. Darvaz herhangi bir hata yaparsa düşüp hayatını kaybedebilir. Bu denli tehlikeli olmasından ötürü doğuştan yetenekli olmayan kişiler darvazlığa alınmaz ve her darvaz sanatçı olarak kabul edilir.
Darvazlık Uygurların yöresel aktivitelerinden biridir. Kimine göre spor kimine göre ise akrobasidir. İyi bir teknik ve yüksek derecede enerji gerektirdiğinden dolayı spor olarak kabul edilir. Bu spor milattan önce Türkler tarafından ortaya çıkarılmıştır. “Darvaz” sözcüğünün en erken yazılı kaydı 1070’li yıllarda yazılan “Divânü Lügati’t Türk”te görülür. Bu kayda göre, darvazlık adıyla bilinen bu ip cambazlığının geçmişi, Uygurların bin yıl öncesine dayanır. Han Hanedanlığı’nın tarihi kaynaklarında ise, Çin’in batısındaki toplumlarda yüz çeşit gösteri ve cambazlık türü bulunduğu ifade edilmiştir. Darvazlığın da bunlardan biri olduğu düşünülüyor. Çok eski tarihlere dayanan darvazlık günümüze kadar gelebilmiştir. Bu spor Özbekistan’da da yapılmaktadır fakat Eskiden darvazlık gösterileri, halktan kişilerin Uygur bölgesinde daha yaygındır. kurduğu seyyar toplulukların bir yerden bir yere Darvazlık sporu çelik bir telin üzerinde göstegitmeleriyle yapılırdı ve darvazların amacı gösrilir. 20-30 metrelik mesafeyle yere çakılmış teri karşılığında izleyicilerden bir miktar tahıl ve olan 10 metre yüksekliğindeki iki ahşap direğin para alıp geçimlerini sağlamaktı. Darvazlık, nearasına 3-4 santimetre çapında bir tel gerilir silden nesile sözlü olarak aktarılarak, günümüve direkler eğimli iplerle yere sabitlenir. Büze kadar gelmiştir. Günümüzde darvazlık, eski yük gösterilerde telin uzunluğu değişebilir. Bu bir darvaz ailesinin altıncı varisi olan Adil Vuşur sporu yapanlara darvaz denir ve darvazlar yıllar tarafından dünyaya tanıtılmış ve yaygınlaştırılsüren bir eğitimden geçtikten sonra gösteriye mıştır. Adil Vuşur ip üzerinde 1399 metre yürüçıkarlar. Darvazlık gösterilerinde bir veya birme, 25 gün yaşama ve 600 metreyi korumasız kaç kişi aynı anda çelik telin üzerinde gösteri 16 dakikada yürüme gibi inanılmaz darvazlık yapabilir. Gösteriyi yapanların sayısının artması performanslarıyla, sadece 1997-2003 arasında gösterinin zorluğunu arttırır. Darvazların en sık beş kez Guinness Dünya Rekoru’nu kırmıştır. yaptıkları hareket yüksek telde yürümektir. BuAyrıca, 2010’da ipin üzerinde 60 gün yaşayarak nun yanında zıplama, dans etme, perende atma, kendisine ait 25 günlük rekoru da kırmıştır. bağdaş kurma, iki gözü bağlı olarak yürüme gibi hareketler de gösterime sunulur. Darvazlar Adil Vuşur gösteriler yapmakla kalmayıp, birçok telde yürürken aniden tele oturur, sanki dik- insanı yetiştirmiştir ve yetiştirmeye de devam katsizlik sonucunda düşüyormuş gibi yapar ve etmektedir. O Urümçi’de darvazlık ve diğer yöizleyicilerin korkudan bağırışları arasında gös- resel oyunların öğretildiği bir okul açmıştır. Adil terisine devam eder. Uygur darvazlığını diğer Vuşurun yetiştirdiği öğrenciler de kendisi gibi benzer gösterilerden ayıran özellik ise, sporcu- uluslararası sahnelerde etkili performanslar ların gösteri sırasında güvenliklerini sağlayacak sergilemektedir. bir şey kullanmamalarıdır. Ellerinde yalnızca altı
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
59
Kosova’da Spor Birçok spor ile uğraşan Kosova toplumu çok az spor dalında dünyaya açılabilmiştir. Futbol ülkede en çok takip edilen spor olmasına rağmen basketbol, masa tenisi ve judoda uluslararası başarılar elde etmiştir. Judoda dünya birincisi Majlinda Kelmendi, masa tenisinde ise birçok sporcu ülkede başarı kaydetmiştir. Aynı şekilde basketbolda çok iyi oyuncular yetiştirip uluslararası arenaya gönderilmişlerdir. Kosova’nın zenginliklerinden biri de dağlarıdır, Dağları kış sporlarına elverişlidir ve bilhassa kayağa özel ilgi gösterilmektedir. Yaş ortalaması olarak her yaştan bireyleri kendine kaptıran kayak; Brod, Prevalla, Boga ve Brezoviça dağlarında kurulan ve her sezon özel bakımları yapılan ve kayak
60
için elverişli duruma getirilmesi için önemli çabalar sarf edilmektedir. Bunlardan en tanınmışı Brezoviçadır. Brezoviça da tam olarak dokuz tane pist, iki tane teleferik, bir ski-lift ve bir tane de solo-teleferik (tekli teleferik) bulunmaktadır. Brezoviçanın en yüksek pisti 2680 metreye yakındır. Özellikle kış döneminde yağan yoğun kar ile beraber bölge kayak açısından oldukça elverişli hâle gelir. Kasaba merkezi ve civarının doğası da dört mevsim ayrı bir güzelliktedir. Bu bölge, Kosovalıların önemli dinlenme merkezlerindendir. Brezoviça’nın da bulunduğu bölge, Kosova’nın en dağlık, en engebeli bölgesidir. Bunun sebebi, Şar Dağları’nın eteklerinde yer almasıdır.
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
Anwarul Azim / Bangladeş İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Siyaset Bilimler ve Uluslararası İlişkiler
Cricket 16. yüzyılda ilk defa Londra’da ortaya çıkmasına rağmen şu an en çok güneydoğu asya ülkelerinde oynanan milli sporlar olmuştur. Mesela Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Sri Lanka, Afganistan, Avustralya, Yeni Zellanda ve bu ülkelerle beraber Güney Afrika, Avrupa’dan; İngiltere, İrlanda, Hollanda gibi ülkelerde bu spor yaygındır.
altı topları ters wicket’e götürür. Savunma tarafı, avucunu savunuyor.
Bu spor Amerikan beyzboluna benzer, her takım 11 kişiden oluşmaktadır. Oynamak için kriket yani ahşaptan olan sopa denilen parçayla küçük bir topa vurmak yeterlidir. Ama o küçük topu çok sert ver o topu vurup sahanın dışarıya gönderilmesi gerekir ki, ona göre puan alınır ve buna (run) veya (score) deniliyor. Bu puan yani (runı) birkaç şekilde alınabilir. Bir de topu Kriket bir yarasa ve top ile oynanır ve 11 oyunsert olduğu için oyuncu ellere, ayaklara ve başa cudan iki rakip taraf (takım) içerir. Alan, ortada koruyucu şeyler takmalıdır. Bu oyunu ancak oy22 metre (20.12 metre) genişliğinde 10 feet (3.04 nayıp ve izleyip anlayabilirsiniz. metre) genişliğinde, sahada bilinen dikdörtgen alanlı ovaldir. Sahanın her iki ucunda yeryüzünde wickets adı verilen iki set üç çubuk ayarlanır. Her caddenin üst kısmında yatay parçalar yatar. Taraflar çarpma ve bowling oynuyorlar (pitching); her dönüş bir “inning” (her zaman çoğul) olarak adlandırılır. Tarafların, maçın önceden belirlenmiş süresine bağlı olarak her biri bir veya iki vuruş yapar, en fazla sayı atan nesne. Topu düz bir kolla besleyen bowling sporcuları, topuz ile çarpışmayı (vurmak) dener; böylece Kriket. Atıcı (bowlman), topu vurucuya (batstoplar düşer. Bu, batman’ın atılmasının veya man) gönderirken. ... Kriket, 11’er kişilik iki takım atılmasının birkaç yolu vardır. Bir bowlör, bir arasında, sopa ve top yardımıyla, merkezinde avukatta altı top verir (böylece “bitti” tamam- 20 metre (22 yard) uzunluğunda dikdörtgen bir lanır), o zaman farklı bir oyuncu onun yanından saha bulunan ovalimsi bir alanda oynanan takım sporu.
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
61
Buzkashi Afganistan’ın modern çağda milli sporu olarak biliniyor. Polo oyunu gibi fakat polodan ayıran en büyük özellik top yerine cansız keçi kullanmalarıdır. Oynayan kişiler cansız keçiyi alıp, diğer oyunculara veriyorlar ve keçiyi kaleye ulaştırana kadar bu şekilde devam ediliyor. Rakip takımdaki oyuncular ise, cansız keçinin kalelerine ulaşmalarına engel olmaya çalışıyorlar. Oyunda darbeleri azaltmak için, yumuşak postlar ve sert içlikler giyilebilir. Cansız hayvanın belirlenen mesafe aşılarak işaretlenmiş alana bırakılmasıyla skor elde etmiş olunuyor. En çok skoru elde eden takım karşılaşmayı kazanmış oluyor. Göründüğü gibi kolay bir spor değildir. Oyuncular bu sporda yıllarca ciddi bir şekilde çalışıyorlar. Bazı oyuncuların yaşı kırkın üzerinde olabiliyor. Afganistan’da bu sporla alakalı festivaller düzenleniyor. Buzkashi festivalinin belirli bir tarihi yok, her sene geleneksel olarak en iyi binicilerin katılımı ile gerçekleşmektedir.
62
Mihmandar Uluslararası Kültür & Düşünce Dergisi
Morgül Emlak Çengelköy Mah. Çengelköy Cad. No:20/B Üsküdar İstanbul Tel: 0216 422 13 13 E-mail: bilgi@morgulemlak.com www.morgulemlak.com
Çengelköy Tarihi Çınaraltı Çengelköy Cad. Çınarlı Camii Sok. No:4 Üsküdar, 34680 İstanbul E-mail: iletisim@cengelkoycinaralti.com Tel: (216) 422 10 36 www.tarihicinaralti.com