Mimar ve Mühendis Kasım - Aralık 2013 Sayı: 74
Sayı: 74 Kasım - Aralık 2013
74
TÜRKİYE’DE AR-GE VE İNOVASYON YÖNETİMİ
Türkiye’de AR-GE VE İNOVASYON YÖNETİMİ
İNSANIN YAŞADIĞI ŞEHRİ SEVMESİ BİR ŞUUR HÂLİDİR GÖKDELENLER VE GETTOLAR İNANCIMIZIN NERESİNDE? İRAN’IN ÇATISI: DEMAVEND II
EDitörden…
Yayın Kurulu Mahmut Çelik, Osman Şahbaz, Ali Reyhan Esen, Ali Osman Öncel, Yavuz Sarı, Mehmet Kürşat Çapar, Atilla Yeğin Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar Mesut Uğur, Avni Çebi, Ahmet Erkoç Yayın Danışma Kurulu Avni Çebi, Prof. Dr. Nazif Gürdoğan, Prof. Dr. İlhan Kocaarslan Prof. Dr. Nizamettin Aydın, Prof. Dr. Zeki Çizmecioğlu, Yrd. Doç. Dr. Ömer Faruk Kültür, Mehmet Osmanlıoğlu Yrd. Doç. Dr. Yalçın Boztoprak, Fatih Dönmez, Yrd. Doc. Dr. İbrahim Güneş, Yakup Güler İletİşİm Adresİ Kuştepe Biracılar Sok. No: 7 Mecidiyeköy/İstanbul Tel: 212 217 51 00 Fax: 212 217 22 63 Web: www.mmg.org.tr E-posta: mmg@mmg.org.tr
ABEMEDYA
Yayın Koordİnatörü İsmail Şaşmaz ismail.sasmaz@abemedya.com Edİtör Fatih Göksu Görsel Yönetmen Ersan Topuz Renk Ayrımı Muhammet Dilsiz Reklam Gizem Tokgöz gizem.tokgoz@abemedya.com Eski Osmanlı Sok. Cansun Apt. 5/7 Mecidiyeköy/İstanbul Tel: 212 273 27 50 Fax: 212 273 27 51 Web: www.abemedya.com Basım Bilnet Matbaacılık 444 44 03 Yayın Türü İki ayda bir yayınlanır. Yerel Süreli Yayın Ücretsizdir Yazı ve reklamların içerik sorumluluğu sahiplerine aittir. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.
Dergimiz içerisinde yer alan dosya bölümümüz için bu sayıda “Ar-Ge ve İnovasyon” konusunda karar kıldığımızda yayın kurulunda bulunan herkesin aklına şu soru geldi; “acaba bu kadar geniş ve gerekli bir konuya nasıl başlanır, bu konu nasıl anlatılır ne nasıl bitirilir”.
Araştırma geliştirme ve inovasyon yatırımları bir ülkenin gelişmişlik düzeyini önemli ölçüde etkilediği gibi, işletmelerinde büyümesini ve gelişmesini etkiler, rekabet düzeyini arttırır. Rekabet üstünlüğüne sahip dünya işletmelerine baktığımızda, bunun temel nedeninin Ar-Ge yatırımlarına ayırdıkları yüksek paylar olduğunu
Gerçekten de Ar-Ge ve inovasyon konusunun önemi özellikle mimar ve mühendis odaklı bir dergi çıkardığımız için çok fazladır. Araştırma ve deneysel geliştirme (Ar-Ge), insan, kültür ve toplumun bilgisinden oluşan bilgi dağarcığının artırılması ve bu dağarcığın yeni uygulamalar tasarlamak üzere kullanılması için sistematik bir temelde yürütülen yaratıcı çalışmalardır. Tanımdan da anlaşılacağı üzere Ar-Ge ve inovasyon konusunda ana kelime ‘bilgi’dir. Bilgi çağı olarak adlandırılan son yıllarda, üretimin belirleyicisi emek ya da sermaye değil bilgi olmuştur. Günümüz bilgi toplumunda da bilgi üretmenin temelinde araştırma geliştirme
görebiliriz. Biz de buradan yola çıkarak bu konuyla ilgili olarak ülkemizin önde gelen iş adamlarından, yöneticilerinden, üniversitedeki hocalarımızdan maksimum düzeyde faydalanarak kimi zaman onlardan yazılar aldık kimi zamansa onlarla söyleşiler yapma şansı yakaladık. Tabi ki dergimizde her sayımızda olduğu gibi kültür sanat bölümümüzü oluşturan sinema, kitaplık ve gezi sayfalarıyla eğlenceli hale getirirken şehirlerimiz üzerine değerli yazılar koymayı da ihmal etmedik. Hayırlı bir yıl geçirmeniz dileğiyle…
Ar-Ge’nin “araştırma”sı, bilinmeyeni bilmeye, öğrenmeye yönelik yapılan bilimsel, teknolojik faaliyetlerken, ”geliştirme” ise, mevcut bilgiyi ya da teknolojiyi yeni düzenlemelerle daha iyiye doğru götürme faaliyetidir. Mimar ve Mühendis Kasım - Aralık 2013 Sayı: 74
Sorumlu Yazı İşlerİ Müdürü Yunus Emre Tozal yunusemre@mmg.org.tr
faaliyetleri yer almaktadır. Ar-Ge’nin “araştırma”sı, bilinmeyeni bilmeye, öğrenmeye yönelik yapılan bilimsel, teknolojik faaliyetlerken, ”geliştirme” ise, mevcut bilgiyi ya da teknolojiyi yeni düzenlemelerle daha iyiye doğru götürme faaliyetidir.
Sayı: 74 Kasım - Aralık 2013
74
Türkiye’de Ar-Ge Ve iNOVASyON yÖNeTiMi TÜRKİYE’DE AR-GE VE İNOVASYON YÖNETİMİ
İmtiyaz Sahibi Mimar ve Mühendisler Grubu adına Genel Başkan Murat Özdemir
Ar-Ge ve İnovasyon başlığı altında hazırladığımız ve 2013 yılının son sayısı olan Mimar ve Mühendis Dergisi ile sizlerle tekrar birlikteyiz. Kasım ve Aralık aylarını kapsayan bu sayımızda da beklentileri karşılayan bir içerik ile sizleri buluşturuyoruz.
"Dergimizin 75. Ocak-Şubat ayları sayısı, dosya konusu "Enerjisini Arayan Türkiye" olarak hazırlanmaya başlanmıştır. Dergimize yazı yazarak, konu başlığı veya yazar önererek, reklam bularak veya vererek katkı sağlamak isteyen okurlarımız dernek sekreteryası ile irtibata geçebilirler. 2014 yılı itibariyle dergimizi e-dergi şeklinde de yayınlamayı planlamaktayız.
iNSANIN yAŞAdIĞI ŞeHri SeVMeSi Bir ŞUUr HÂLidir GÖkdeLeNLer Ve GeTTOLAr iNANCIMIZIN NereSiNde? irAN’IN ÇATISI: deMAVeNd II
Yeni yılda ayrıca dergimizin bayi satışı ile daha geniş kitlelere ulaşmasını da hedeflemekteyiz. Yaklaşık 3.000 adet basarak dağtımını ücretsiz yaptığımız dergimiz, 75. sayımız ile birlikte aidatını düzenli ödeyen üyelerimiz, ilgili kamu, özel ve sivil toplum kuruluşları, üniversite ve basından oluşan bir dağıtım listesine gönderilecektir."
Mimar ve Mühendis
22 KAPAK
ARGE VE İNOVASYON Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler, uluslararası düzeyde rekabet edebilmek için, araştırma temelinin güçlendirilmesi ve yapılandırılması yolunda yeni mekanizmalar geliştirirken, oluşturulacak bir bilim ve teknoloji politikası çerçevesinde teknoloji üretme olanaklarını geliştirmelidir. Her şeyden önce gsyih’den ar-ge’ye ayrılan pay çıkartılmalı ve ayrılan bütçenin katma değeri yüksek, dünya ölçeğinde rekabet edebilir ürün ve teknolojilerin geliştirilmesi gibi doğru kaynaklara aktarılması sağlanmalıdır.
74 ETKİNLİKLER 12 OSMAN ŞAHBAZ, ATV AVRUPA'YA KONUK OLDU 5 KITADAN UZMANLAR, 'YAŞANABİLİR ŞEHİRLER'İ ANLATTI MMG’DEN ASKON ‘A ZİYARET Diyarbakır Şubesi’nden Saadet Partisi’ne Ziyaret
MAKALE 82 Araştirma Üniversitelerinin 16
78
MİMARLIK
SÖYLEŞİ
Gökdelenler ve Gettolar İnancımızın Neresinde?
İnsanın Yaşadığı Şehri Sevmesi Bir Şuur Halidir
Temel Özellikleri Abdullah Atalar
MAKALE 87 Hayal Et, Yenilik Bul MAHMUT ÇELİK
88
KİTAPLIK ÇİZGİ YORUM
DEMAVEND II
"İki günü bir olan ziyandadır"
M
imar ve Mühendis dergimizin 74. sayısında ülkemiz için çok önemli olan bir konuyu dosya konusu olarak işliyoruz. “AR-GE ve İNOVASYON”.
Ar-Ge kavramı, Araştırma ve Geliştirme olan açılımı ile meramını, hepimizin anlayabileceği şekilde, anlatabilirken yaygın olarak kullanılan “inovasyon” kelimesi için aynı şeyi söylemek pek mümkün olmamaktadır. Oysa inovasyon kelimesinin karşılığı olarak dilimizde var olan “yenilik” veya Türk Dil Kurumu’nun, “innovation”ın kök anlamını direkt olarak daha iyi yansıttığını düşünerek önerdiği, “yenileşim” kelimesini de pekala kullanabiliriz. Gerçi bizde de gerek dosya konusu başlığında gerekse makalelerde alışıla geldiği gibi inovasyon kelimesi kullanıldı ise de, belki bu konuya da “inovatif” bir yaklaşım getirerek artık bundan sonra bizden olan bir kelimeyi “yeniliği” kullanmak daha doğru olacaktır.
Evet, ülkemiz bugün içinde bulunduğu gelişmişlik seviyesini hak etmemektedir. Ülkemizi gelişmekte olan ülkeler statüsünden gelişmiş ülkeler statüsüne sokmak için, geçmiş zamanları telafi etmek adına, bir nevi seferberlik havası içinde çalışmalı ve üretmeliyiz.
Evet, ülkemiz bugün içinde bulunduğu gelişmişlik seviyesini hak etmemektedir. Ülkemizi gelişmekte olan ülkeler statüsünden gelişmiş ülkeler statüsüne sokmak için, geçmiş zamanları telafi etmek adına, bir nevi seferberlik havası içinde çalışmalı ve üretmeliyiz. Ülkemiz adına gerçek bir gelişmeden bahsedebilmek için bilim, sanayi, teknolojideki yerimizden ve bu alanlarda ürettiklerimizden bahsetmemiz gerekmektedir. Özellikle de katma değeri yüksek, insanların hayatlarını kolaylaştıran üretimlerimizden. Bugün artık üretimin kıymeti eskilerin deyimiyle “yükte hafif pahada ağır” olmasıyla değerlendirilmektedir. Bugün birçok imalatın içerisinde bulunan, bir yapı malzemesi olarak da kullanılan çeliğin kilosu 1,5 TL’dir. 1 kg paslanmaz çelik 8,5 TL, 1kg beton 4 kuruş iken, 1.800TL olan 112 gr ağırlığındaki bir akıllı telefonun kilosu ise 20.000.-TL’ye gelmektedir. İleri teknolojiler ürettikleri yüksek katma değerler ile toplumlarının kalkınmışlıklarına büyük katkı sağlamaktadır. Bu teknolojiye ulaşmak elbette ki kısa vadede ve kolaylıkla olacak bir şey değildir. Ancak gerek kamu olarak gerekse özel sektör olarak hedefimizi her alanda bu yöne çevirmeli ve yenilikçi üretimlere öncelik vermeliyiz. Yenilikçi ürünleri bulmak ve geliştirmek için de bu konuda arayış içinde olmak ve araştırma geliştirme faaliyetlerine önem vermek gerekmektedir. Burada da öncelikle üretim ve çalışma algımızı mevcut kabullerimizi de gözden geçirmemiz gerekecektir. Bizim yetiştirilme tarzımızda, son zamanlarda değişiklik göstermekle birlikte, yenilikçi fikirler ve bu yönde araştırma yapılması maalesef pek teşvik edilmediği gibi bir miktar önü alınmaya da çalışılmıştır. Mesela “eski köye yeni adet getirmek” hoş karşılanmamış ve yeni bir fikir veya uygulamayla gelenler “icat çıkarmakla” suçlanmıştır! Oysa Ar-Ge ve yenilikçilik (inovasyon) de işte tam böyle bir şeydir. Eski köye yeni adet getirmek ve icat çıkarmak amacıyla araştırma ve geliştirme yapmak. Yeni bir ürün geliştirmek, mevcut ürünün kalite ve standardını yükseltmek, maliyetini düşürmek ve verimliliği arttıracak yeni üretim teknolojileri geliştirmek için yapılan araştırma geliştirme faaliyetlerinin sonucu orta ve uzun vadede ortaya çıkmaktadır. Ancak, artık bilgi çağını yaşadığımız bu zaman diliminde uluslararası alanda rekabet edebilmek için öncelikle bilgiye, yani araştırma geliştirme faaliyetlerine yatırım yapmak gerekmektedir. Bu noktada akıllara yumurta mı tavuktan çıkar yoksa tavuk mu yumurtadan çıkar sorusu gibi Ar-Ge yapan şirketler mi büyür, yoksa büyük şirketler mi Ar-Ge yapar sorusu akla gelebilir. Ar-Ge harcamaları ile ülkelerin gelişmeleri arasında görülen doğrusal ilişki, Ar-Ge harcamalarının ekonomik büyüme ve kalkınmanın itici gücü olduğunu göstermektedir. İsrail ve İrlanda gibi ülkelerin Ar-Ge sayesinde refah seviyelerini 3-4 kat arttırdıkları bilinmektedir. Ar-Ge çalışmaları, başlangıçta neyin nasıl yapılacağının bilinmemesinden ve bu alanda yapılan harcamaların kısa vadede ve her zaman da kar olarak geri dönemeyebileceğinden, bir risk olarak görülebilir ancak Beyazıd-ı Bistami hazretlerinin dediği gibi aramakla bulunmaz ama bulanlar arayanlardı. Yenilikçilik (inovasyon) de sadece yeni bir ürün tasarlanması olarak değerlendirilmemelidir. Öyle ki, yenilikçi, insanların hayatlarını kolaylaştıracak ve katma değer üretecek yaklaşımlara eğitimden yönetime, pazarlamadan müşteri ilişkilerine, ticaretten hizmet sektörüne kadar hayatın her alanında ihtiyaç duyulmaktadır. Onun için yenilikçi yaklaşımlar sadece şirketlerin ticari rekabet gücünü arttırma aracı değil, bir yaşam şekli olarak görülmeli ve bu sayede toplumsal faydanın sürdürülebilirliği sağlanmalıdır. Bunu sağlayacak olan da şüphesiz insan kaynağımız olacaktır. Dolayısıyla, mevcut kalıpların dışında sorgulayıcı ve üretken, yeniliklere ve dünya ile rekabete açık, hayal gücü gözlem yeteneği ile beslenen araştırmacı bireyler yetiştirmeli ve bu özellikteki girişimciler desteklemelidir. Gelişme yolunda ivme kazanan ülkemizin hız kesmeden yoluna devam edebilmesi için tüm faaliyetlerinin temelinde araştırma, geliştirme, yenilikçilik ve katma değer bulunmalıdır. Ama bütün bunlar netice itibariyle insanların hayatının kolaylaşmasına, onları daha fazla maddiyat ve tüketim bağımlısı yapmadan insani ilişkilerini geliştirmelerine ve toplumsal huzura hizmet etmelidir. “İki günü bir olan ziyandadır” anlayışıyla her yeni günümüzü bir öncekinden daha verimli ve üretken geçirmenin yollarını ararken bu dünyada bulunmamızın esas gayesini hiçbir zaman hatırımızdan çıkarmamız duasıyla… Murat ÖZDEMİR MMG Genel Başkanı
ETKİNLİK
MMG KAHVALTILI ÇALIŞMA TOPLANTISI
Üsküdar Beld. Başkanı Mustafa Kara: "Şehirlerimizi merhametli şehirlere dönüştürmek zorundayız" Üsküdar Belediye Başkanı Mustafa Kara, Mimar ve Mühendisler Grubu’nun düzenlediği kahvaltılı çalışma toplantısında işadamları, akademisyen ve siyasetçilerle bir araya geldi. “Yerel Yönetimlerde Tecrübe Paylaşımı ve Tavsiyeler” başlıklı bir sunum yapan Mustafa Kara, Kültürel ve medeniyet formlarımızı geleceğe taşıyabilmemiz için, sürdürülebilir şehirler inşa etmemiz gerektiğini, yerel yönetimleri güçlendirerek oligarşik bürokrasiden kurtarmamız gerektiğini söyledi. Toplantıya Maltepe Belediyesi AK Parti Başkan Aday Adayı Kadem Ekşi, Kartal Belediyesi AK Parti Aday Adayı Mehmet Osmanlıoğlu, Eyüp Belediyesi AK Parti Başkan Adayı Abdullah Çelik ve yine Maltepe Belediyesi AK Parti Başkan Aday Adayı Atilla Üstündağ da katıldı. MMG Başkanı Murat Özdemir: "Mimar Sinan mevcut dokuya ve kendine olan saygısından dolayı Bursa’da eser inşa etmedi." Mimar ve Mühendisler Grubu’nun düzenlediği, sponsorluğunu Filizler Köftecisi’nin yaptığı Kahvaltılı Çalışma Toplantısı, Barcelo Eresin Topkapı Hotel’de yapıldı. Açılışını Mimar ve Mühendisler Grubu Genel Başkan Yard. Mahmut Çelik’in yaptığı 6
Mimar ve Mühendis
toplantıda konuşan MMG Başkanı Murat Özdemir, MMG’nin kanun koyucu ve uygulayıcılara yol gösterme sorumluluğunu yerine getirdiğini belirtti. 2013-2014 Dönemiyle birlikte MMG’de aylık düzenlenen panelleri sempozyuma dönüştürdüklerini ifade eden Murat Özdemir, MMG’nin aylık dergi dosyalarını ve sempozyum konularına değinerek MMG’nin yeni döneminde yapacağı çalışmaları anlattı. Mustafa Kara’nın isminin altındaki beledi-
ye başkanlığı ünvanından değil, ünvanının üstündeki isminden ötürü MMG için önemli olduğuna ve bir vefa gereği olarak kendisine teşekkür etmek istediklerini belirten Murat Özdemir, 2 sene önce Üsküdar Belediyesi ile birlikte düzenledikleri "Şehirlerimizin Geleceği Tehditler Fırsatlar" Sempozyumda şehirciliğin ana hatlarını ortaya koyduklarını belirtti. Şehirlerimizin nereye doğru gittiği konusu, herkesin gündeminde olması gerektiğini
söyleyen Murat Özdemir Murat Özdemir, "Yerel yönetimlerin görevi sadece çöp toplamak ve teknik belediyecilik hizmetlerini vermenin çok ötesinde şehir yapılanmasını ve kültürünü oluşturması açısından büyük önem taşımaktadır" diyerek yerel yönetimlerin önemini anlattı. Gündemde çok tartışılan Çamlıca Camii tartışmalarına da değinen Murat Özdemir, şehirciliğin bir uzmanlık işi olduğunu belirterek, MMG’nin Çamlıca Camii’ne karşı olmadığını ama usul, tartışma ve süreçle ilgili ciddi sıkıntılar olduğu için açıklama yapmak zorunda kaldığını belirtti. Çokluklarla övünen bir millet olmadığımızın altını çizen Murat Özdemir, bir STK olarak Mimar ve Mühendisler Grubu’nun üzerine düşen kanun koyucu ve uygulayıcılara karşı ortada olan yanlışların düzeltilmesi amacıyla uyarmak zorunda olduğunu belirtti. Mimar Sinan'ın mevcut dokuya ve kendine olan saygısından dolayı Bursa’da eser inşa etmediğini, Mimar Sinan’ın
Üsküdar Beld. Başkan Yardımcısı Hilmi Türkmen: “İstanbul’u bir finans merkezi yapalım ama bu kadar yabancı yatırımcı alarak uluslararası şirketlerle ne kadar doğru projeler yapıyoruz bunu ciddi bir şekilde tartışmalıyız.” “Bu gidişatın direksiyonu bizde ama gazı freni kimde bilinmiyor.” Kültürel ve medeniyet formlarımızı geleceğe taşıyabilmemiz için, sürdürülebilir şehirler inşa etmemiz gerekiyor. Yerel yönetimlerin güçlenerek oligarşik bürokrasiden kurtulmamız lazım. inanç ve geleneğinden beslenen bizim arkadaş, abi ve büyüklerimizin döneminde, Ulu Caminin arkasına hoyratça gökdelenlerin dikildiğini söyleyen Murat Özdemir, zamanı geldiğinde bu ve benzer binaları yıkmanın, bir övünç kaynağı ve hizmet olacağını ifade etti. Oda seçimlerinin yaklaştığını belirten MMG Başkanı Murat Özdemir, tüm mimar ve mühendislerin oda seçimlerini ciddiye almalarını, belediyelere mühendis alımı yapılırken oda seçimi kaydının aslında bir zorunluluk olması gerektiğini söyledi.
Üsküdar Belediye Başkan Yardımcısı Hilmi Türkmen: “Üsküdar’a Hizmet Edeceğiz.” Selamlama konuşması yapan Üsküdar Beld. Başkan Aday Adayı Hilmi Türkmen, Üsküdar Belediye Başkanı Mustafa Kara’nın geldiğinde ezberleri bozduğu gibi, aday olmama kararıyla da ezberleri bozduğunu söyledi. Üsküdar Belediye Başkanı Mustafa Kara’nın yaptığı ve şu an devam eden projeleri ve hizmetleri devam ettirerek, daha güçlü, STK’larla birlikte daha organize ve bizzat uygulama aşamasında
Kasım - Aralık 2013
7
ETKİNLİK
da uygulayarak güzel faaliyetler yapacaklarını ifade etti. Üsküdar Belediye Başkanı Mustafa Kara: "Bürokrasinin kendisi de bürokrasiden şikayetçi…" Konuşmasına Üsküdar’ın zenginliklerini anlatarak başlayan Mustafa Kara, 1352’den itibaren İslam’la şereflenen, 101 yıldır fethi gören bir ilçe olduğunu ifade etti. Üsküdar’dan ilham alan birçok sanatçının olduğunu söyleyen Mustafa Kara, Üsküdar’ın ancak “İslam Şehri” kavramıyla anlaşılabileceğini, aynı zamanda Anadolu’nun bittiği son sancak noktası olduğunu belirtti. Üsküdar’ın tarihinin Battal Gazi efsanesiyle başladığını, 1352 yılında Kız Kulesi dahil fethedildiği günden bu yana önemli bir konumda olduğunu söyledi. “İstanbul’u bir finans merkezi yapalım ama bu kadar yabancı yatırımcı alarak uluslararası şirketlerle ne kadar doğru projeler yapıyoruz bunu ciddi bir şekilde tartışmalıyız.” Diyen Mustafa Kara, “Bu gidişatın direksiyonu bizde ama gazı freni kimde bilinmiyor.” Diyerek, gelecek planlarımızı hakikaten gözden geçirmemiz gerektiğini söyledi. İktidarın işinin çok zor olduğunu, bir yandan bağımsızlık mücadelesi verdiğimizi, diğer yandan yabancı sermayeye kapı açarak ekonomik olarak dik durmaya çalışmanın ciddi bir zorluk yarattığını söyleyen Mustafa Kara, ileride şehirlerimizi terk etmemek için, çok katlı yapılarda hayatı kendimize zehir etmememiz için bugünden geleceğimizi inşa
8
Mimar ve Mühendis
etmenin önemini anlattı. Kültürel ve medeniyet formlarımızı geleceğe taşıyabilmemiz için, sürdürülebilir şehirler inşa etmemiz gerektiğinin altını çizen Mustafa Kara, yerel yönetimlerin güçlenerek oligarşik bürokrasiden kurtulmamız
gerektiğini söyledi. Bürokrasinin kendisi de bürorasiden şikayetçi olduğunu söyleyen Mustafa Kara, “Bürokrasiyi ne kadar aşıyorsanız o kadar başarılı oluyorsunuz” dedi. Şu anda 657 nolu devlet kanununun da revize edilmesi gerektiğini belirten Mustafa Kara, siyasetin çıkmazlarına bakıp da taşın altına elimizi koymaktan çekinmememizi, dışarıdan gazel okumakla siyasetin yapılmayacağını, bu yüzden aday adayı olmanın ciddi bir adım olduğunu ifade etti. “Eskinin Dergahları ve tekkeleri, bugünlerin Vakıf ve STK’ları olmalıdır.” Sistemi ve devleti daha iyi tanıyabilmek ve daha iyi hizmet edebilmek için siyasetin çok önemli olduğunu ama siyasetin içinde de kaybolmamamız gerektiğini söyleyen Mustafa Kara, “çocuklarımız üzerinde çalışmalarımızı arttırmalıyız” dedi. Bu yüzden İstanbul Medeniyet Üniversitesi ile işbirliği yaparak Üsküdar Çocuk Üniversitesi’nin kurduklarını söyledi. Gençlerin eğitiminin, şehirlerimize verdiğimiz önem kadar Dergahların ve tekkelerin bugünlerin STK’ları olduğunu söyleyen Mustafa Kara, o günün şartlarında sanatın, tarihin ve bilimin merkezleri olan bu yerlerin boşluklarını, bugünlerde STK’ların doldurması gerektiğini söyledi. MMG’nin bu anlamda eğitimin gelişimiyle birlikte ciddi projeler üretmesi gerektiğini söyleyen Mustafa Kara, yeni dönemde ülke olarak eğitimi uluslararası standartlara taşımak zorunda olduğumuzun altını çizdi.
Kas覺m - Aral覺k 2013
9
ETKİNLİK
TÜRKİYE KONUT SEKTÖRÜNÜN GELECEĞİ KONUT KONFERANSI’NDA MASAYA YATIRILDI Konut Konferansı 2013”te ödüllü ve konusunun uzmanı uluslararası konuşmacılar “konut”u, sektörün günümüzde yaşadığı değişimler ile birlikte mercek altına aldı. “Yeni Yollar” temasıyla düzenlenen konferansta, değişen kentlerin farklılaşan barınma ihtiyaçları çerçevesinde, ülke ekonomisi ve Türk yapı sektörünün lokomotifi olan “konut” sektörünün önümüzdeki dönemde yaşayacağı dönüşüm ele alındı.
Y
apı sektörünün bilgi merkezi YapıEndüstri Merkezi tarafından bu yıl dördüncü kez düzenlenen Konut Konferansı, sektör profesyonelleri ile birlikte dünyaca ünlü uzmanları ağırladı. Çuhadaroğlu, Kale Kilit Dış Ticaret, Optimum Proje & Danışmanlık ve Siemens Ev Aletleri ana sponsorluğunda; Vorne sponsorluğunda ve Ulus Yapı alt sponsorluğunda düzenlenen konferansa, YEM Etkinlik Salonu ev sahipliği yaptı. “Konut Konferansı 2013”ün temasını, değişen kentlerin farklılaşan barınma ihtiyaçları çerçevesinde “Yeni Yollar” oluşturdu. Konferansın moderatörü olan, Cushman & Wakefield’in Yönetim Kurulu Başkanı, Emlak Konut GYO Yönetim Kurulu Üyesi ve ULI Türkiye Başkanı Haluk Sur, konferansta yaptığı konuşmada, 7 milyarlık dünya nüfusunun yüzde 50’si yani 3.5 milyarı kentlerde yaşarken, 3.5 milyar insanın da kırsalda yaşadığını hatırlattı ve şunları söyledi: “Kentlerdeki 1,2 milyar insan gecekondularda, son derece sağlıksız koşullarda, teneke evlerde yaşıyor, 100 milyon kişi ise evsiz. Nüfus artışına paralel olarak tabii kaynaklara, enerjiye olan talep giderek artıyor. Yapılan araştırmalar, 2050 senesine geldiğimizde 2,8 tane gezegene ihtiyacımız olacağını gösteriyor. Dolayısıyla süratle bir şeyleri değiştirmemiz, dönüştürmemiz, sürdürülebilir yaşam alanlarının oluşturmamız gerekiyor. BM Habitat’ın raporuna göre 2050’ye kadar 600 milyon konutun yapımı öngörülüyor. Bunun yalnızca 200 milyonu Çin’de. Enerji tüketiminin ve çevre kirliliğinin önemli bir kısmının konuttan kaynaklandığını göz önüne alırsak konut meselesine ‘Yeni Yollar’ başlığı altında farklı bir perspektiften bakmamız gerekiyor” dedi. “Türkiye’de Konut Sektörünün Geleceği ve Yeni Yollar” panelinde Haluk Sur’a eşlik eden, DKY İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı ve KONUTDER Başkan Yardımcısı Ali Dumankaya da, konut sektöründe aşılması gereken ana meseleler, nerede sıkıntı yaşandığı ve sektörün gelecek açısından sunduğu fırsatlar üzerine şöyle konuştu:
10 Mimar ve Mühendis
“1999 depremi konut sektörü için bir milat oldu. 17 Ağustos’tan sonra uyandık, kentsel dönüşümle başlayan süreç devam ediyor. Biz firmalar olarak kentsel dönüşüme odaklanmak zorundayız. Bu lokomotifin doğru yöne gitmesi adına öncü olmak zorundayız. 2012’de bakanlıklar kuruldu, enerji verimliliği, yeşil binalar gibi farklı şeyler konuşmaya başladık. Mütekabiliyet yasası çıktı, tüketici kanunu yenilendi, KDV yasası değişti, kentsel dönüşümle ilgili 6306 sayılı afetle ilgili bir yasa çıktı, yönetmelikler değişti. Bu yeni yasalarla birlikte artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bir yol ayrımındayız. Geçmişte yaptığımız gibi iş yapamayacağımızı artık hepimiz öngörebiliyoruz. 300 bin farklı kişi ve kuruluşun iş yaptığı, istihdama yüzde 6 civarında katkı yapan bir sektörden bahsediyoruz. İnşaat sektörünün yüzde 75’ini de konut oluşturuyor. Sektör yavaşladığı zaman ülke ekonomisinin de frene bastığını ve bir küçülme gerçekleştiğini görüyoruz” dedi. “Türkiye’de Konut Sektörünün Geleceği ve Yeni Yollar” panelinde konuşan bir diğer
isim olan Ege Yapı Group Yönetim Kurulu Başkanı ve İSGİD Yönetim Kurulu Başkanı İnanç Kabadayı ise, gayrimenkul sektörünün son 10 yılda çok büyük gelişme kat ettiğini belirtti ve kentsel dönüşümle beraber önümüzdeki 20 yıl içerisinde daha da ileriye gideceğini, sadece Türkiye sınırları içinde kalmayacağını, bölge ülkelerde de etkin olacağını öngördüğünü dile getirdi. Kabadayı şunları söyledi: “Yaklaşık bir yıldır Türkiye’de konut alanında çok farkı imkânlar doğmaya başladı; imar kanunu, 2B kanunu, kentsel dönüşüm, mütekabiliyet kanunu gibi kanunlarla oyun değişik bir alana giriyor. Çarpık yapı stoğunun bir an önce dönüştürülmesi lazım. Ekonomimiz büyüyor; bu büyüyen ekonomiye yakışır, bu ekonomiye uygun altyapının da çok hızlı bir şekilde dönüşmesi ve geliştirilmesi lazım. Konut sektörünü etkileyen önemli dinamiklerden biri de genç nüfusumuz; şehirleşme oranımız giderek artıyor. Bu nedenle temel barınma ihtiyacı olan konutun bir an önce iyileştirilmesi ve geliştirilmesi lazım. Bunların nasıl yapılacağını tartışmak, arz talep dengesini bozmamak,
bir ev alamayınca uzağa taşınmak zorunda kalıyor. Konut krizinin temelinde de insanların kentlerden uzaklaşması var. Konut alanında orta gelirlilere ulaşmak, onları ev sahibi yapmak lazım. “
finansal çözümler üretmek lazım. Bu yeni modele sektördeki herkesin kendini hazırlaması, ayak uydurması gerekiyor. Orta Direği Ev Sahibi Yapmak Mümkün mü? Konut Konferansı 2013, dünyaca ünlü mimarlık ve geliştirme ofislerinden uzmanlar ağırladı. Orta ve düşük gelir grubuna kaliteli sosyal konut geliştiricisi Pocket’ın CEO’su Marc Vlessing, İngiltere’de devlet desteğiyle ilk kez konut sahibi olacaklar için gerçekleştirilen yeni bir konut programını masaya yatırdı. Vlessing bu programla, büyüyen genç neslin konut gereksinimlerinin karşılanması için kamu ve özel sektörlerin birlikte nasıl çalışması gerektiğine dikkat çekerek talep edilen
ekonomik, yenilikçi ve sürdürülebilir tasarımlarla genç profesyonellere yönelik kozmopolit konutları tanımladı. Vlessing konuşmasında, doğru konut tasarımının, dünyanın nasıl değiştiğini anlamakla mümkün olabileceğini vurgularken konut yapımında sürdürülebilirliğin de önemine dikkat çekti. İngiltere deneyimi ışığında Türkiye’deki durumu değerlendiren Vlessing, şu konulara değindi: “Dünya değişirken konut politikaları değişmiyor. Oysa artık daha az mekana, ısınmaya ve otoparka ihtiyaç var. Bu nedenle derli toplu, tek odalı evler daha çevreci bir kimlik kazanıyor. İngiltere’de ve Türkiye’de problem, artık en küçük daireyi bile alamamanız. Bu durum, konut politikasının çöktüğü anlamına gelir. İnsanlar tek odalı
Mutluluğu Yeniden Düşünmek Tasarım araştırma atölyesi Cibic Workshop’ta sürdürülebilirlik, sosyal konut, ekoloji, şehircilik ve malzeme üzerine deneysel çalışmalar yürüten Aldo Cibic, Konut Konferansı 2013’ün bir diğer anahtar konuşmacısıydı. Aldo Cibic, konuşmasında 12. Venedik Mimarlık Bienali’nde okuyucuyla buluşan “Mutluluğu Yeniden Düşünmek” adlı kitabından hareketle, konut olgusunu yeni olası topluluklar ve tasarım yöntemleri üzerinden yorumladı. "İstanbul'daki dönüşümü nasıl değerlendiriyorsunuz" sorusu üzerine Cibic şunları söyledi: "Sonuçta ben bir yabancıyım ve İstanbul’a dışarıdan bir gözle bakıyorum. Ama bazen kendimi bir gecekonduda daha iyi hissettiğimi söyleyebilirim. Bombay ve Şangay gibi metropoller de aynı sorunla karşı karşıya. Orada da yerinden edilen gecekondulular var. Sonuçta insan her koşulda mekânı insanileştirme yeteneğine sahip. Eğer her şeyi en baştan düşünürseniz mekân kalitesi de artar. Yaratıcılık binadan çok, süreçten geçiyor. İstanbul’a gelen turistlerin kentle ilgili algısı hep aynıdır. Biz İtalya’da bu değerlerin bir kısmını yok ettik. Sizin de geçmişi yok etmenizden korkuyorum. Umarım siz de değerlerinizi aptal ticari alanlar yaratmak için yok etmezsiniz. Çünkü bu kentin kimliği o değil." Son derece keyifli ve faydalı geçen konferans verilen ödüllerin ardından son buldu.
Kasım - Aralık 2013 11
KISA... KISA...
OSMAN ŞAHBAZ, ATV AVRUPA'YA KONUK OLDU
T
ürk-Macar dostluğunun önemli isimlerinden, Macaristan'ın Kayseri ili Fahri Başkonsolosu ve aynı zamanda Mimar ve Mühendisler Grubu Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Osman ŞAHBAZ, ATV Avrupa kanalında yayınlanan Türk Şövalyeleri programına konuk oldu. Genel olarak Türkiye-Macaristan ilişkilerinden bahseden Osman Şahbaz, şu ana kadar yapılmış güzel şeylerin bulunduğunu ama yeterli olmadığını dile getirirken Macaristan’ın Türkiye’nin diğer şehirlerini de tanımasının önemine vurgu yaptı. Programın ilerleyen dakikalarında kendi hayat hikayesinden de bahseden Sayın Şahbaz Macaristan macerasının nasıl başladığına dair keyifli anılar anlattı.
MMG’DEN ASKON ‘A ZİYARET
M
imar ve Mühendisler Grubu yeni Yönetim Kurulu tarafından Kurum ve Kuruluşlara yönelik gerçekleştirilen ziyaretler kapsamında Yönetim Kurulu Başkanı Murat Özdemir öncülüğünde ASKON ziyareti gerçekleştirildi. Ziyaretten duyduğu memnuniyeti dile getiren ASKON Genel Başkanı Mustafa Koca MMG’nin bir meslek STK’sı olarak önemli bir vizyonu olduğunu ve bu vizyonu en iyi şekilde taşıdığını dile getirerek kurumsal milliyetçilik yapan bir yapıyı tasvip etmediklerini ama ümmetçilik yolunda olan her türlü yapıya destek vermeye hazır olduklarını belirtti. Karşılıklı sinerjilerle millet için MMG ile en iyi hizmeti verebileceklerine inandığını ifade eden Mehmet Koca, ülkemiz için önemli değere sahip mimar ve mühendis öğrencilerin yetiştirilmesi aşamasında üzerimize düşen ne varsa yapmaya hazırız dedi.
12 Mimar ve Mühendis
5 KITADAN UZMANLAR, 'YAŞANABİLİR ŞEHİRLER'İ ANLATTI 5 farklı kıtadan, 15 uzman konuşmacının katıldığı, toplu taşıma odaklı gelişim, yol güvenliği, kamusal alan kullanımı, kamu sağlığı ve güvenliği konularını kapsayan Yaşanabilir Şehirler Sempozyumu, The Marmara Otel’de gerçekleşti.
S
empozyuma kalkınma ajansları uzmanları, yerel yönetimler ve kamu kuruluşlarından temsilciler, sivil toplum kuruluşları temsilcileri ve çok sayıda kalkınma konusunda uzman isimler katıldı. Sempozyumun ‘Yaşanabilir Şehirler Yönetimi’ oturumunda söz alan Başakşehir Belediye Başkanı Mevlüt Uysal, ilçede yapılan kentsel değişim uygulamaları ve projelerini anlattı. Uysal, "İstanbul’un en yeşil ilçelerinden biri olan Başakşehir’de göreve talip olduğumuz ilk günlerden bu yana gayret ve samimiyeti rehber alarak, temel
belediyecilik hizmetlerinin ötesine geçerek Başakşehir’e birçok alanda ilkler ve enleri kazandırmaya çalıştık." dedi. Yaşanabilir şehirler oluşturmak amacıyla ilçede hayata geçirilen Akıllı Çöp Toplama Sistemi’yle de ilgili bilgiler aktaran Uysal, "Türkiye’de bir ilki gerçekleştirerek Başakşehir’i Akıllı Çöp Toplama Sistemi’yle tanıştırdık. Başakşehir Belediyesi mühendisleri tarafından tasarlanan ve yoğun bir ArGe çalışmasının ürünü olan yeni yer altı çöp toplama sistemi, mevcut konteynerlerden kaynaklanan tüm olumsuz şartları ortadan kaldırdı." diye konuştu.
Diyarbakır Şubesi’nden Saadet Partisi’ne Ziyaret
M
imar ve Mühendisler Grubu Diyarbakır Şube Başkanı Mesut Işık ve yönetim kurulu üyeleri, Saadet Partisi (SP) Diyarbakır İl Başkanı Fesih Bozan’ı ziyaret etti. Ziyaret esnasında Mesut Işık, Mimarlar ve Mühendisler Grubu’nun faaliyetleri hakkında Bozan’a bilgi verdi. Bozan ise, ziyaretten duyduğu memnuniyeti dile getirerek, “Seçim sürecinde parti çalışmalarımız hızla devam ediyor. Milli görüşün farkını ve Diyarbakır’da belediyenin elimizde olduğu 1994-1999 dönemindeki yaptığımız çalışmalar herkes tarafından biliniyor. Belediyelerin
yapılanmada sağlıklı planlar yapması için mimar ve mühendislerden danışmanlık hizmetini alması gerekir” dedi.
MMG YÖNETİMİNDEN İETT ZİYARETİ
M
imar ve Mühendisler Grubu Yönetim Kurulu, İETT Genel Müdürü Hayri Baraçlı’yı makamında ziyaret etti. İETT Genel Müdürü Hayri Baraçlı ziyaretten duyduğu memnuniyeti dile getirerek MMG üyesi olarak yapılan etkinlikleri ve faaliyetleri yakından takip ettiğini, bir STK olarak mesleki alanda yaptığı açıklamaları takdirle karşıladığını söyledi. İstanbul’un göç alan çok büyük bir kent olduğunu belirten Hayri Baraçlı, her geçen gün büyüyen İstanbul’un sorunlarının da büyüdüğünü ve bu sorunların başında da ulaşımın yer aldığını ifade etti. Ulaşım sorununu çözmek için çaba sarf ettiklerini ancak her geçen gün nüfusu artan ve boyuna genişleyen İstanbul’da ulaşım sorununu bitirmenin mümkün olamayacağını söyleyen Hayri Baraçlı, ulaşım sorunun çözümü için yerin altına yapılan Metro hatlarının yanı sıra, Havaray hatlarının da hayata geçirileceğini belirterek İstanbul'un büyümeye devam ettiği sürece ulaşım sorununu bitirmenin imkansız olduğunu ifade etti.
MMG'den Sakarya Atatürk Stadı'na Şehir Parkı Teklifi
M
imar ve Mühendisler Grubu Sakarya Şube Başkanı Erol Demiralay, TOKİ’ye devredilen Sakarya Atatürk Stadı arazisine AVM yerine ‘Şehirpark’ yapılması önerisinde bulundu. Sakarya Atatürk Stadyumu’nun bulunduğu arazinin TOKİ’ye devredildiğini ve TOKİ’nin alana, yüksek katlı binalar ve AVM yapacağı söylentilerinin ayyuka çıktığını kaydeden Demiralay şunları söyledi: “Stadyumun yıkılarak yerine yapılması düşünülen şehrimizin yapılanma ruhuna aykırı bina, bünyesinde iskan
edeceği yüzlerce kişiye, alışveriş için gelecek binlerce kişi ilave edildiğinde, oluşacak yoğunluk ve trafik çilesini düşünmek dahi istemiyoruz. Bir sokakta bir araçtan, her evde bir araç sürecine geçildi, şimdi neredeyse ehliyeti olan herkesin aracı olduğu döneme gelindi. Ancak yolların genişleme şansı yok. Şehrimize ve gelecek nesillerimize bu kötülük yapılmasın” dedi. Demiralay, sözlerini “İnsanlar kentleri oluşturur, kentler insanları dönüştürür” sözüyle tamamladı.
MMG HEYETİ’NDEN GİRİŞİMCİ İŞ ADAMLARINA ZİYARET M
imar ve Mühendisler Grubu tarafından gerçekleştirilen ziyaretler GİV (Girişimci İş Adamları Vakfı) ile devam etti. MMG Genel Başkanı Murat Özdemir, Başkan Yardımcısı Osman Şahbaz, Yönetim Kurulu Üyesi ve Genç MMG Başkanı Yavuz Sarı, Komisyon Başkanları Mehmet Kürşat Çapar, Harun Urul ve Genel Sekreter Murat Alpay’ın katılımı ile gerçekleştirilen ziyarette GİV Başkanı Mehmet Koç hazır bulundu. GİV’in Bahariye Mevlevihanesi’ndeki merkezinde gerçekleştirilen ziyarette konuşan MMG Genel Başkanı Murat Özdemir, geleceğe güvenle bakabilmek için mekanizmaları doğru çalıştırmamız gerekir, gençlerimizi iyi yetiştirerek geleceğimizi hazırlamamız lazım dedi. STK’ların bir arada, ahlaki değerlere sahip çıkarak ortak paydada hareket etmesi gerektiğini söyleyen Murat Özdemir, oda seçimlerinin önemine değinerek GİV’inde çalışmalarda yer almasını istedi.
Kasım - Aralık 2013 13
KISA... KISA...
MİMAR SİNAN GÜZEL SANATLAR ÜNİVERSİTESİ’NE ZİYARET GERÇEKLEŞTİRİLDİ
M
imar ve Mühendisler Grubu tarafından gerçekleştirilen üniversite ziyaretleri kapsamında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne gidildi. MSGSÜ Rektörü Prof. Yalçın Karayağız ziyaretten duyduğu memnuniyeti dile getirerek MMG’nin toplumsal hayatta önemli bir yere sahip olduğunu ve kendisinin de yapılan çalışmaları takdirle karşıladığını söyledi. Üniversite olarak MMG ile daha öncede ortak ve faydalı çalışmalar yaptıklarını hatırlatan Prof. Yalçın Karayağız, özellikle mimarlık bölümü öğrencilerinin iş hayatına atılmaları aşamalarında MMG’nin büyük yararlılık gösterdiğini ifade etti.
MMG 9. GENEL İDARE KURULU TOPLANTISI İZMİR’DE YAPILDI
M
imar ve Mühendisler Grubu’nun 9. Genel İdare Kurulu toplantısı İzmir Orman Bölge Müdürlüğü Sosyal Tesislerinde gerçekleştirildi. Oldukça verimli geçen toplantıda MMG'nin yeni dönemde yapacağı faaliyet ve etkinlikler değerlendirildi. Toplantıda söz alan MMG Genel Başkanı Murat Özdemir MMG’nin kurumsallaşması yönünde çalışmaların devam ettiği, etkinliğinin ve bilinirliğinin arttırılması için faaliyetlere önem verdiklerini söyleyerek, özellikle önceki dönemlerde yönetim organlarında görev
almış bulunan üyeler ile irtibatın arttırılması ve kendilerinin MMG etkinliklerine katılımlarının sağlanması yönünde çalışmalara ağırlık verdiklerini belirtti. Üye kayıtlarının güncellenmesi amacı ile üyelerle görüşmelere önem verdiklerini ifade eden Başkan Murat Özdemir, üyeler arası iletişim ve ilişkinin arttırılmasının faydalarını belirtti. Toplantıda bir de sunum gerçekleştiren Başkan, MMG’ye gelir getirici faaliyetlerin neler olabileceği hususunda çalışmalar yaptıklarını ifade etti.
MMG’ YÖNETİM KURULU'NDAN MÜSİAD ZİYARETİ
M
imar ve Mühendisler Grubu Yönetim Kurulu yeni dönem ziyaretlerine MÜSİAD ile başladı. Samimi bir havada gerçekleşen ziyaretten duyduğu memnuniyeti dile getiren MÜSİAD Genel Başkanı Nail Olpak eski MMG yöneticisi olarak yapılan çalışmaları yakından takip ettiğini ve takdirle karşıladığını söyledi. MMG Genel Başkanı Murat Özdemir’de MÜSİAD’ın Türkiye’nin en önemli STK’larının başında geldiğini ve birlikte
14 Mimar ve Mühendis
önemli çalışmalar yapmak istediklerini ifade etti. MMG’nin gerçekleştireceği Panel ve Seminerlerde MÜSİAD’ında katılımcı olarak yer almasını talep eden Özdemir, gerçekleştirmeyi düşündükleri Konferansta MÜSİAD’ında katılımcı olarak bulunmasını istedi. Gelecek sene gerçekleştirilecek Oda Seçimlerinde MÜSİAD’ında oluşturulacak oda komisyonlarında yer almasını ve destekte bulunmalarını arzu ettiklerini belirtti.
MMG’DEN İTÜ ZİYARETİ M
MMG’DEN TÜMSİAD’A ZİYARET M
imar ve Mühendisler Grubu ziyaretleri çerçevesinde TÜMSİAD İstanbul Şubesine ziyarette bulunan Yönetim Kurulu Başkanı Murat Özdemir’e Yönetim Kurulu Üyesi ve Genç MMG Başkanı Yavuz Sarı, Komisyon Başkanları Mehmet Kürşat Çapar, Mustafa Yalçınkaya ile Genel Sekreter Murat Alpay eşlik etti. TÜMSİAD İstanbul Şube Başkanı Eyüp Topal ziyaretten duyduğu memnuniyeti dile getirerek MMG’nin topluma yön veren bir STK olduğunu belirterek yaptığınız çalışmaları ilgi ve takdirle izliyoruz dedi.
TÜMSİAD olarak yurtiçi ve yurtdışındaki 40 şube ile ülke problemlerine çare aradıklarını söyleyen Topal, STK’lar olarak ortak akılın oluşturduğu bir çalışma grubu kurarak ülkeye faydalı olacak çalışmalar yapmak istediklerini söyledi. MMG’nin desteği ile verimli çalışmalara imza atabileceklerine inandıklarını söyleyen Eyüp Topal, ülkenin çevre ve enerji verimliliği konusunda çok büyük bir açık bulunduğunu söyleyerek STK’ların dinamik yapılar oluşturarak geleceğimizin gençlerini yetiştirmesi gerektiğini ifade etti.
imar ve Mühendisler grubu tarafından üniversitelere gerçekleştirilen ziyaretler çerçevesinde MMG Genel Başkanı Murat Özdemir önderliğinde bir heyet İTÜ Rektörü Prof Dr. Mehmet Karaca’yı makamında ziyaret etti. Murat Özdemir İTÜ’de gerçekleştirilen olumlu değişimleri dile getirerek dünya üniversiteleri arasında önemli bir yere sahip olan İstanbul Teknik Üniversitesi ile MMG olarak ortak projelere imza atmak istediklerini söyledi. MMG olarak üniversite bünyesinde öğrenci kulübü açmak istediklerini dile getiren Murat Özdemir, çıkarmayı düşündükleri hakemli dergi için üniversite öğretim üyelerinin desteği aşamasında yardım talebinde bulundu. İTÜ Rektörü Prof Dr. Mehmet Karaca dile getirilen taleplerin kendileri içinde uygun olduğunu ve MMG ile yapılacak her etkinliğe destek olmaya hazır olduklarını dile getirerek, öğrencilerin gelişimleri konusunda birlikte çalışmalar yapmak istediklerini ve yakın zamanda açılışını yapacakları Teknopark ile Ar-Ge ve inovasyon konusunda MMG’nin de katkıları ile etkin çalışmalar yapabileceklerini ifade etti.
Kasım - Aralık 2013 15
MİMARLIK
GÖKDELENLER VE GETTOLAR İNANCIMIZIN NERESİNDE? Siz her yüksek yere koca bir bina kurup, boş şeyle mi uğraşırsınız? Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı edinirsiniz? (Şuarâ ,128-129) Binâlarınızı yükseltmeyiniz. Zirâ günlerinizin en kötüsü binâlarınızı yükselttiğiniz gündür. Hz.Ömer (r.a.)
>
YAZI: MEHMET OSMANLIOĞLU / MİMAR
GÖKDELENLER ÇAĞIN UTANÇ DUVARLARI MI? Günümüzdeki şehirlerde insanlar aralarındaki ilişkilerin azalarak hızla zayıfladığı, sanallaştığı, olanca kalabalıklığına rağmen giderek yalnızlaştığı ve yekdiğerinden kopmakta olduğu bir dünyada yaşamaktadırlar. İnsan fert olarak hem kendine ve hem de çevresindekilere yabancılaşırken modern hayat tarzının dayattığı kurallar insanın yalnızlığını ve yabancılaşmasını her geçen gün arttırmaktadır. Yükseklik yarışına giren gökdelenlerin, “utanç duvarları” gibi birbirlerinden kopardığı mahalleler ve fertler birbirlerine yabancılaşmakta, böylesi bir hayat tarzında akrabalık, dostluk, arkadaşlık ve komşuluk ilişkileri de giderek anlamını yitirmektedir. Oysa İslam öğretileri ana-baba ve akrabadan sonra yetim, yoksul ve komşu haklarını gözetmeyi emretmekte olduğu sayısız ayet ve 16 Mimar ve Mühendis
hadislerde görülmektedir. Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerîmde “Yalnızca Allah’a kulluk edin ve ondan başka hiçbir şeye ilahlık yakıştırmayın. Ana babaya yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşulara, uzak komşulara, yanınızdaki arkadaşa, yolda Pekalmışa ve elinizin altındaki (hizmetçi ve işçi)lere iyilik yapınız ve iyi davranınız.” (Nisa 4/36) buyurmaktadır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)“Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse komşusunu rahatsız etmesin. Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse misafirine ikram etsin. Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse ya hayır söylesin veya sussun!” Hâfız, el-Fetih’te, bir Sahabînin ,”Ey Allah’ın Rasûlü! Komşunun komşu üzerindeki hakkı nedir?” sualine Allah Rasûlü (sa.v.)’nin: “Evi hava alamayacak şekilde bitişiğinde ondan izin almadan evinden yüksek bina yapamazsın.”
buyurduğunu belirtmektedir. Yine bir başka hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz;" Kıyamet alametlerinden biri de, yalın ayak, çıplak, yoksul koyun-keçi çobanlarının binaları yükseltmekte birbirleriyle yarış ettiklerini ve böbürlendiklerini görmendir.” buyurmaktadır. Kurtubi der ki: “Bundan maksat, çölde yaşayan göçebelerin ortalığı istila etmeleri ve zorla ülkeye sahip olmaları sonucu durumun değişeceğine dair haber vermektir. Böylelikle bunların malları çoğalacak ve bunların bütün gayretleri yüksek binalar yapmaya ve bunlarla övünmeye doğru yönelecektir. Biz bu dönemlerde bunlara tanık olduk.” Ancak, yeri gelmişken; son zamanlarda gündeme gelen ‘şehir siluetini bozacak derecede yükseltilen’ çok katlı binaların/gökdelenlerin, hangi yönden olursa olsun, nice kırklarca binada yaşayan “komşuların” görüş alanını
kapattığı ve onların manzarasını bozduğu da bir hakikattir. Hele söz konusu çok katlı binalar, halkın ortak mekânlarını, tarihi ve kutsal yapılarını perdeliyorsa, Peygamberimizin (s.a.v) “on(lar)dan izin almadan ev(ler)inden yüksek bina yapmazsın!” ihtarı üzerinde bir kez daha düşünmek gerekmektedir. GÖKDELENLER YANLIŞ ŞEHİRLEŞME MODELİNİN SONUCU OLABİLİR Mİ? Kimileri gökdelenlerin şehirler için gerekli ve faydalı olduğunu belirtmekte, İstanbul gibi büyük şehirlerde ise neredeyse zorunlu olduğunu savunmaktadırlar. Gerçekten bu yapılar çağın kaçınılmaz ihtiyacı mı? İnsanların bu denli yoğunlaşan şehirlere mahkum olması kaçınılmaz bir kader mi?Yoğun nüfusun yaşadığı bölgelerin tek çözümü bunlar olabilir mi? Kimilerince de ömür törpüsü heyulalar bu gökdelenler. Ülkemizde kapitalizmin iktisa-
di enstrümanlarını kullanarak sürüklediği rant kaynaklı şehirleşme modelinde yüksek yapılara(gökdelenlere) rağbetin ekonomik sistem gereği oluşturulduğu görülmektedir. Çünkü sistemin işleyişi bu tür yapılaşmayı öngörmekte, önermektedir. Yüksek katlı yapıların yapımına ilişkin rağbete karşı oluşan reaksiyonların bir kısmı kişilerin ya da grupların değer sistemlerine göre değişen "sübjektif sakıncalar", bir kısmı da bilimsel ve teknik gereklere dayanan "objektif sakıncalar" olarak tebarüz etmektedir. Sübjektif sakıncalar; şehirlerin tarihi karakteri ve siluetin bozulduğu, gökdelenlerin insanlar üzerinde psikolojik baskı yarattığı ve hatta davranış bozukluklarını ortaya çıkardığı gibi eleştirilerden oluşmaktadır. Bu eleştiriler taraflar arasında tartışma konusu olsa da genel anlamda bir mutabakata varılması kolay değildir.
Objektif sakıncalar ise; genellikle ulaşım sorunları, mevcut altyapıyı zorlamaları, yakın çevresindeki binaların güneş ve manzaradan yararlanmasının ve hava sirkülasyonunun engellenmesi, rüzgârın rahatsız edici hatta zarar verici etkilerinin oluşması, yangın ve deprem gibi olaylarla çevre için daha büyük risklerin doğması olarak özetlenebilir. Yüksek katlı konut literatürde olmayan bir kavram olup, belki az gelişmiş ülkelerde insanları istiflercesine yerleştirildiği mahrumiyet bölgesi yapıları olarak karşımıza çıkmaktadır. Konut dışı olmak kaydıyla istisnai durumlarda bu tür yapıların yapılması zaruri ise yerel yöneticilerin, yatırımcıların ve mimarların yüksek yapıların yer seçimi konusunda şehrin siluet ve tarihi dokusunun korunması gibi kriterleri dikkate almaları gerekir. Yüksek yapıların olduğu bölgelerde nüfus yoğunluğu artmakta bu yüzden de, ulaşım, enerji, içme suyu ve atık su Kasım - Aralık 2013 17
MİMARLIK
sistemlerinin kapasiteleri zorlanmakta veya yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle yer seçimi yapılırken mevcut yerleşimlerin dışında ve uzağında yerleri düşünülmelidir. Gökdelenler şehrin tarihi kimliğine, ruhuna zarar vermekte bu tür yapılar çoğaldıkça şehrin bu değerleri yok olmaktadır. Bu tür yapılar aynı zamanda şehrin topoğrafyasını örseleyerek, tabiatın siluetini bozmakta ve birbirine ne kadar uzak olursa olsun şehrin insicamını alt üst etmektedir. Şehirde tebarüz etmiş eski nirengi noktalarını, imaj oluşturan yapıları yüksek yapıların inşaasıyla kaybolup gitmekte, şehrin tarihî mekanların özelliği yitirilmekte, mahalleler, meydanlar sokaklar, eski ağaçlar yok edilerek hatıralar kaybedilmekte, kısaca yaşayanların şehre ait değerleri ve aidiyeti yok edilmektedir.. Aynı zamanda bu yapılar yapılırken evlerin yakınındaki özel yeşil alanlar, bahçeler yok edilerek Türk şehirciliğinin tabiat ile bütünleşen tabii çevre ilkeleri yok edilmekte, eski evlerin iç mekan-dış mekan bütünleşmesi yitirilirken, manzaraya yönelme ve komşu yapılara olan saygıdan bahsetmek imkansız hale gelmektedir. YÜKSEK KATLI BİNALARIN SOSYOLOJİK YAPIYA VE İNSAN SAĞLIĞINA ETKİLERİ Yüksek katlı binaların sosyolojik açıdan oluşturduğu sakıncalara gelince, insanlar kendine özel 18 Mimar ve Mühendis
özgürlük alanlarını kaybederek aşırı ölçüde birbirine yaklaştırıldığından aralarındaki ilişkiler zedelenmekte ve kavgalara dönüşmektedir. 1992 de şehir ve kasabalarda yurt çapında yapılan bir ankete göre insanların %92 si 1-2-3 katlı evlerde oturmak istiyor. Buna benzer İstanbul ölçeğinde 2012’de yapılan bir ankette de yine aynı nispette insanın az katlı konutlarda oturmak istediği teyid edilmektedir. Bu durumda toplumun yüksek katlı bina talebi olmadığına göre halen yapılmakta olanlar toplumun taleplerine ters düşmektedir. Bu karşı duruşun ortaya koyduğu veriler ve farklı taleplere rağmen yüksek katlı konutlar yapılmasından elde edilenin ne olduğunu irdelemek gerekir. Yaygın olan görüşe göre düşük maliyetlerle elde edilen arsalardan yüksek rant sağladığından yatırımcılar ve onların idareye tesir eden çevreleri öncelikle bu suni talebi oluşturmakta, ardından oluşturulan taleple yatırımcı bir yandan arsa üzerinden kazanırken, öte yandan yüksek katlı bina yaparak binadan da büyük kârlar elde edebilmekte olduğu belirtilmektedir. Yüksek katlı bina yapımı yaygınlaştıkça bu tür yapıları yapabilecek büyük ölçekli şirketlerin işleri artarken, küçük ve orta ölçekli inşaat firmaları giderek azalmaktadır. Bu tür uygulamalar sermayeyi bir kesimde yoğunlaştırarak toplumdaki orta gelir grubunu ortadan kaldırmakta, toplumda birbirinden kalın çizgilerle ayrılmış yüksek gelir düzeyli elit kesim ile düşük gelir grubundan oluşan kaotik
bir sosyal doku teşekkül ettirmektedir. Firmalara sağladığı prestijin yanında, çalışanlara sağladıkları konfor, kaynakların ekonomik kullanımı ve daha fazla insanı bir arada çalıştırma imkânı gibi nedenlerden dolayı tercih edilen yüksek katlı binalarla ilgili görüşlerini belirten nöroloji uzmanı Doç. Dr. Serdar Dağ, suni iklimlendirmeden kaynaklanan enfeksiyonları ve üst solunum yolu sorunlarının yanında bu tür binalarda çalışanların en çok yakındıkları sağlık sorunlarının başında gerilim tipi baş ağrıları ve migren gelmekte olduğu belirtilmektedir. ŞEHİRCİLİK VE İMAR AÇISINDAN DEĞERLENDİRME Hayatın gerçeğinden uzak masa başında hazırlanan imar planlarıyla, kanun ve yönetmeliklerin getirmiş olduğu anlamsız kural ve sınırlamalara göre uygulama yapıldığından olumsuz sonuçları kaçınılmaz olmaktadır. Yüksek yapılarda alttaki katlar üsttekileri taşımak zorunda kaldığından abartılı temeller, ileri teknoloji maliyeti, asansörler, yüksek deprem riski ve yangın güvenliği açısından gelen ilave maliyetler, arsadan elde edilen tasarrufu(!) gidermekte, daha yüksek maliyetli binalar haline gelmektedir. Gökdelenlerin şehre önemli olumsuz etkilerinden biri de şehir içindeki hava sirkülasyonun azaltması ve azalan sirkülasyon dolayısıyla şehir içindeki havanın sıcaklık ve kirliliğin doğal
Modern ideolojiler ve özellikle liberalizm / kapitalizmin bağlılarının, yani gettolaştırmanın fikir ve eylem ortaklarının bu kıyameti yaratmış olmaktan dolayı bir sıkıntı içinde olması beklenmez. Ancak tevhid dini olan İslam’ın bağlılarının, özellikle Türkiye’de bu kıyamet ideolojisine olan katkıları düşünülünce, kıyameti çok daha soğuk bir yüzle karşımızda görüyoruz.
klima sistemi bozulduğundan dışarıya tahliye edilmemesine sebep olmaktadır. Buna karşılık Belgrad Ormanı istikametinden esen sert rüzgârlar gökdelenler arasındaki boşluklardan çıkarken hava şartlarında ani değişimler teşekkül etmektedir. Arsanın çok kıymetli olduğundan bahsederek yüksek katlı bina yapmanın zaruri olduğunu bahsedenlere verilecek cevap şöyle özetlenebilir :1,50 emsalli bir yerde emsali değiştirmeden 0,25 taban alanını 0,50 ‘ye çıkarırsanız aynı imarla altı katlı bina yapmak yerine üçer katlı sıra evler yapılabilmekte ve aynı yerde, aynı imar yoğunluğu ile daha insanî, tabiatla barışık çözümler elde edilebilmektedir. Bu binalarda insanların kendine ait küçük birer bahçe ayırılarak toprakla temas sürdürülebilmekte, yaşlı, çocuk ve engellilerin ve herkesin toprağa, yere daha yakın olmakla daha mutlu oldukları görülmektedir. Bu tür çözümler üretilebilecek iken yukarıda belirtilen rant kaynaklı sebepler ve çözüm üretimindeki akıl tutulmasından(akıl kıtlığı da denilebilir) dolayı bu tür çözümlemeler üzerinde pek durulmamaktadır. İnsanlar ortak ama kendisine ait olamayan geniş pasif yeşil alanlardan çok, küçük ama kendine ait aktif kullanacağı bahçeleri talep etmektedir. Bu tür az katlı yapılar, yüksek katlı binadan gelecek büyük temel masrafları, asansör, kule vinç, büyük deprem ve yangın riski maliyetlerine katlanmayı gerektirmemekte, büyük inşaat şirketlerine ihtiyaç
duymaksızın hemen yakınındaki küçük ya da orta ölçekli firma ya da kalfayla binalarını yapabilmektedir. Böylece aracılık ve tanıtımreklâm hizmeti vererek konut maliyetine suni olarak artıran parametrelerden kaçınılarak daha ucuza ev sahibi olunulacaktır. Ayrıca bu tür az katlı yapıların betonarme yapım zorunluluğu bulunmamakta ahşap, çelik, kâgir ve hatta kerpiçten dahi yapılabilmektedir. GETTOLAŞMA KIYAMET HABERCİSİ(Mİ?).. Bir şehrin herhangi bir azınlıkça yerleşilen bölümüne genel olarak “ Getto ya da geto” denilmektedir. İbranice kökenli bu sözcük 20.yüzyıl ortalarında Almanya ve Doğu Avrupa şehirlerinde eskiden Yahudilere ayrılan sonra da Yahudi semtlerine verilen bir ad olup ,genelde kötü hayat şartlarının hakim olduğu yerleşim bölgeleri için kullanılmaktaydı. Günümüzde ise belli gelir ya da düşünce paralelliği taşıyan grupların, kendilerini toplumun diğer kesimlerinden ayrıştırarak, hisarlar ve tel örgüler arasına alarak daha güvenli ve steril bir ortamda yaşamayı oluşturan, genellikle yüksek katlı lüks konutlardan oluşan siteler anlaşılmaktadır. Bu tür yapılaşmaların kapitalist ekonomik sistemin uzantısı ve sonucu olduğunu belirten Enver Gülşen, “Bir Kıyamet Habercisi Olarak Gettolaşma” adlı makalesinde; “Modernite ve onun ekonomik hayatla toplumsal hayat
arasındaki ilişkileri düzenleyen “araçlarından” en güçlüsü olan kapitalizmin sürdürülebilir olması toplumsal alanın gettolaş(tırıl)masıyla yakından ilintilidir. Gettolaşma, bir yandan çeşitli toplumsal kesimlerden gelen insanlar arasındaki bağları koparırken, öte yandan insanı salt bir dünya yaratığı hâline döndürecek bütün yolları sonuna kadar açar.” Modern toplumlardaki gettolaşma, üç aşamada gerçekleşir. İlki, mezarlıkların gettolaştırılmasıdır. Mezarlıklar şehrin en uzak köşelerine, “faal insanın” göremeyeceği kadar uzağa atılır ki, günlük hayatta “yükümlülüklerini” yerine getiren insan, ölümle hiçbir şekilde karşı karşıya kalmasın. Zira ölümle yüzleşmek, insanın, hayatın hakîkî anlamı üzerine her an tefekkür içinde olması demektir. (…) Özellikle kapitalizmin yoğun bir toplumsal travma yarattığı ve insanların hayat standartları arasında derin uçurumlar oluşturduğu yerlerde gettolaşmanın ikinci adımı gerçekleşir. Üretim ve tüketim döngüsünün içindeki herhangi bir konumda yer alamayan toplumun yoksul kesimleri mezarlıklara yapılan türden bir gettolaştırma işlemine maruz kalırlar. (…) Ve gettolaştırmayı bütün unsurlarıyla gerçekleştirenler, bu şiddetin farkındadır. Bu yüzden üçüncü tipten gettolaştırma başlar. Ancak bu defaki gettolaşma, ilk ikisinden nicelik ve nitelik olarak temel bazı farklar barındırır. Bir kere bu son gettolaşma, bir şekliyle toplumun ve devletin yönetici elitinin, kendilerini “sıradan” halktan izole ederek korunaklı kılmasıdır. Askerler, milletvekilleri, hâkim savcılar, bürokratlar vs. topluca yaşadıkları yerlerde, kendi korunaklı duvarları ardında ilk iki gettolaşmanın sonucu gerçekleşebilecek potansiyel şiddetten uzaklaştırırlar kendilerini. Bu korunaklı yerler, adeta mini devletçik gibidirler. İçerdekilerin dışarının dertlerinden haberi yoktur. Ki zaten haberleri olmasın diye inşa edilmiş olan bu Kasım - Aralık 2013 19
MİMARLIK ahlak ve dindarlıklarını, nesillerin eğitimini olumsuz etkileyecekse İslam toplumunda onların aykırı fiilleri için özel mekanlar ihdas edilmek gibi tedbirlere başvurulur.”
Müslümanlar dâhil insanlığın kahir ekseriyetinin güç, iktidar, para, mal mülk, kariyer putlarına tapar hâle gelmesi “sizin taptıklarınız benim ayağımın altındadır” diyen İbn Arabî’yi yeniden aklımıza getirmeli. Ayaklar altına almamız gereken her şeyi, sırça köşklerimizde baştacımız yaptık. “Bir lokma, bir hırka” boğaz manzaralı ultra-lüks rezidanslarımızın şark köşesine astığımız altın çerçeveli tabloda yazılı bir hatıra olarak kaldı. fildişi kulelerde yaşarlar. Modern ideolojiler ve özellikle liberalizm / kapitalizmin bağlılarının, yani gettolaştırmanın fikir ve eylem ortaklarının bu kıyameti yaratmış olmaktan dolayı bir sıkıntı içinde olması beklenmez. Ancak tevhid dini olan İslam’ın bağlılarının, özellikle Türkiye’de bu kıyamet ideolojisine olan katkıları düşünülünce, kıyameti çok daha soğuk bir yüzle karşımızda görüyoruz. Bugün Müslüman elitlerin, gettolaştırmanın bu üç türlüsüne, ama özellikle zengin rezidansların hayatımızın içine bir çirkin kale olarak girmesine olan “katkıları” yadsınamaz.. “Allah’ın karşısında kral da, dilenci de aynıdır; onları ayıran sadece takvalarıdır” inancına sahip olanların, kendi “ayrıcalıklarını” Babil kuleleri içinde sergilemek için birbirleriyle yarışmaları oldukça manidar. Modern korkuların Müslümanların önce hayatlarını, sonra da imanlarını dönüştürdüğünün en büyük kanıtı bunlar. Tanrıyı mı attık hayatımızdan; soytarı tanrıcıklar bütün görüş alanımızı işgal eder ve bizi köleleri hâline dönüştürürler. Müslümanlar dâhil insanlığın kahir ekseriyetinin güç, iktidar, para, mal mülk, kariyer putlarına tapar 20 Mimar ve Mühendis
hâle gelmesi “sizin taptıklarınız benim ayağımın altındadır” diyen İbn Arabî’yi yeniden aklımıza getirmeli. Ayaklar altına almamız gereken her şeyi, sırça köşklerimizde baştacımız yaptık. “Bir lokma, bir hırka” boğaz manzaralı ultra-lüks rezidanslarımızın şark köşesine astığımız altın çerçeveli tabloda yazılı bir hatıra olarak kaldı. Babil kulesi neden tamamlanamamıştı ve neden Allah, Babil kulesini yapanların dillerini değiştirmişti de birbirlerini anlamaz olmuşlardı? Allah’a şirk koşmanın bir şekli olan salt dünya varlığı hâline gelmiş olmamız olmasın bunun sebebi? Babil kulesini yapanların başına gelen şey, tekrar tekrar başımıza gelmiyor mu? Dillerimiz, artık birbirimizi anlayamayacak kadar karışmadı mı, aynı “dili” konuşsak bile? Parçalana parçalana nereye kadar? Kıyametin hemen eşiğinde duruyoruz. Korunaklı, konforlu ve güvenli duvarlarımız bir gece ansızın tepemize büyük bir gürültüyle çöktüğünde her şey için çok geç olabilir. Gidilen yol yol değildir.” Konuya başka açıdan bakan Hayrettin Karaman ise şöyle diyor: “İslam'a inanmayanlar kendi inançlarını serbestçe uygulayabilirler ama bu uygulama Müslümanların hayat,
NETİCE Kentsel dönüşüm' sağanağı altında projelendirilen çok katlı, çok yoğun siteler, toplumu merkezi ve mahalli bir otorite tarafından dayatılan bir ayrışmaya sürüklemektedir. İnsanların nerede, hangi büyüklükte bir evde oturacağına, komşularının kimler olacağı ve kimlerle temas edeceğine, sakinlerin dışında bir üst irade karar vermektedir. Dünyada toplumdaki bu ayrışmanın önüne geçecek bazı tedbirler alınmakta, çözüm yolları aranmaktadır. Buna örnek olarak; Kanada`da bazı eyaletler toplu konutların site girişlerini güvenlikler ve kilitli kapılarla kentin yol bağlantılarına kapatmasını yasaklamaktadırlar. Amerika`daki bazı eyaletlerde, Avrupa’da Amsterdam gibi şehirlerde yeni geliştirilen toplu konut projelerinde alt ve orta gelir grubuna yönelik belli bir konut stokunun da üretim, emlak geliştiricilere şart koşularak farklı gelir gruplarının bir arada yaşaması hedeflenmekte ve gettolaşmanın önüne geçilmeye çalışılmaktadır. Mekanları tasarlayan, inşaa eden, karar verenler, ona kendi inanç ve kültürel kodlarını yansıtmakta ve bu mekânlar derin manalar yüklü ve veluddur. İnşaa edilen mekanlarda insan ve cemiyetin kültürel kodlarının ete kemiğe bürünmüş hali gizlenmiş gibidir. Dışa kapalı, özel, güvenlikli, muhafazalı alanlar ister istemez bir ayrışmayı tevlid edecektir. Siteleşme ile ayrışma birbirlerini takip eden tabii silsile gibidirler..Bu fiziki ayrışma zihinsel ayrışmaya dönüşürse insanları ötekileştirdiklerinden dolayı aklen ve kalben ayrı yaşamaya ve düşünmeye götürme tehlikesini mündemiçtir. Bu ise cemiyet hayatının tamamını tehdit edecek içtimai bir mesele haline dönüştürebilir. Kaldı ki bu minvaldeki mevcut sitelerde yaşayanların pervasızlıkları, gösteriş ve tüketim hastalıkları, yaşamakta oldukları hayatın lüksü onları yekdiğerini düşünmeyen ve giderek dünyevileşen nesne haline getirmektedir. Mutlak huzur ve mutluluk bu dünyada mümkün mü? Ebu Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resülullah(s.a.v.) şöyle buyurdu:"Canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız!"
Kas覺m - Aral覺k 2013 21
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON GİRİŞ • MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
TÜRKİYE'DE AR-GE VE İNOVASYON YÖNETİMİ Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler, uluslararası düzeyde rekabet edebilmek için, araştırma temelinin güçlendirilmesi ve yapılandırılması yolunda yeni mekanizmalar geliştirirken, oluşturulacak bir bilim ve teknoloji politikası çerçevesinde teknoloji üretme olanaklarını geliştirmelidir. Her şeyden önce gsyih’den Ar-Ge’ye ayrılan pay çıkartılmalı ve ayrılan bütçenin katma değeri yüksek, dünya ölçeğinde rekabet edebilir ürün ve teknolojilerin geliştirilmesi gibi doğru kaynaklara aktarılması sağlanmalıdır.
22 Mimar ve Mühendis
Kas覺m - Aral覺k 2013 23
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON GİRİŞ • MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
AR-GE VE İNOVASYON’UN NERESİNDEYİZ? Günümüzde kuruluşların rekabet gücünü belirleyen en önemli unsur Ar-Ge ve inovasyon yetenekleridir. Bazı inovasyonlar her hangi bir Ar-Ge faaliyetine gerek olmaksızın, bazıları ise teknolojik Ar-Ge faaliyetlerinin sonucunu kullanarak yapılmaktadır. Peki, ülkemizde Ar-Ge inovasyon konusunda durum nedir, neler yapılmakta ve neler yapılmalıdır, açıklamaya çalışalım. İnovasyon ve Ar-Ge konusunun firmalar, hatta ülkeler için rekabette farklılaştırıcı unsur olduğunun bilinmesine rağmen, Türkiye’de aslında tam anlamıyla inovasyon ve Ar-Ge uygulamalarının nasıl olacağı herkes tarafından net bir şekilde bilinmemektedir. Kimileri konuya sadece finansal olarak bakmakta ve TÜBİTAK veya KOSGEB’in verdiği Ar-Ge teşviklerinden yararlanmayı inovasyon ve Ar-Ge yapmak olarak görmektedir. Kimileri, firma içinde fikir geliştirme veya motivasyon çalışmaları yapınca inovasyon yaptıklarını düşünmektedir. Kimileri piyasaya yeni bir ürün çıkartınca kendini “inovatif” bir firma olarak tanımlamaktadır. Bu ve bunun gibi sayılacak birçok şey inovasyon ve Ar-Ge’nin bir parçası olabilecekken gerçekte önemli olan, yapılan çalışmaların nasıl yapıldığı, firmanın satışlarını ne kadar arttırdığı ve elbette işin sonunda rekabet gücünün ne kadar yükseldiğidir. Türkiye’de yapılan çalışmalara bu gözle bakıldığında ve dünyadaki uygulamalar ile karşılaştırıldığında gerçek anlamda inovasyon ve Ar-Ge metodolojilerinin çok fazla bilinmediği ortaya çıkmaktadır. Ülkemizde Ar-Ge ve inovasyon eksikliğinin nedenleri arasında, alınan eğitimin yetersizliği, yeni konularda derslerin açılamaması; akademisyenlerin araştırma yapamamaları, maddi sorunlar, altyapı yetersizliği (araştırma laboratuvarı ve enstitüsü), araştırma heyecanı, sevgisi, metodolojisinin verilememesi, birlikte çalışılamaması, araştırmalarda çalışan doktoralı eleman eksikliği, proje başvurularının kişisel ya da tek kurumlu olması, ulusal konsorsiyumun kurulamaması, uluslararası organizasyonlara katılım eksikliği ve doktora sürelerinin çok uzun olması gibi unsurları sayabiliriz. 24 Mimar ve Mühendis
Bu koşullarda yeni teknolojiyi üretmenin hatta takip etmenin imkansız hale gelmesi kaçınılmazdır. Tabii sanayinin ilgisizliğini de saymadan geçemeyiz. Yukarıdaki eksiklikleri de göz önünde bulundurarak, Türkiye’de Ar-Ge ve inovasyon kapasitesini artırmak için yapılması gereken çok sayıda iş bulunduğunu söyleyebiliriz. Rekabetçi güç odaklı, Ar-Ge ve inovasyon temelli yeni bir stratejik dönüşüm şart gibi görünmektedir. Türkiye'nin inovasyon kapasitesini arttırmadan ve bu kapasiteyi üretime dönüştürmeden istenilen düzeyde bir refaha ulaşmamızın imkânı bulunmuyor. Türkiye Küresel Rekabetçilik Endeksi'nde 59, İnovasyon Kapasitesi'nde 69, İş Yapma Kolaylığı Endeksi'nde 71, Metametik
ve Fen Bilimleri Endeksi'nde 103 ve Dünya Refah Ligi'nde 75'inci sırada bulunuyor. Bir yandan araştırmacı sayısı ve bilimsel makale üretimi artarken, aynı gelişmeler patent sayılarına ve üretime yansımıyor. Öte yandan ihracatımız, düşük ve orta teknolojilere dayalı bir sanayi yapısına sahip. İhracatımızın sadece % 2’si yüksek teknolojili mallardan oluşuyor. Oysaki küresel endekslerde üst sıralarda yer alan ve dünyanın önde gelen ekonomilerinde bu oran % 20-50 arasında değişiyor. Araştırma geliştirme faaliyetleri ve inovasyonlar tüm dünyada, büyümenin, verimliliğin ve rekabet avantajının önemli bir dinamosu olarak hız kazanmaktadır. Ar-Ge’nin hedeflerine ulaşabilmesi için, kamu-özel sektör arasında sorumlulukların paylaşılması,
bilişim teknolojileri ve insan kaynakları ile ilişkilerinin irdelenmesi, teşvik ve finansman boyutlarının dikkate alınması ve harcamaların doğru ve dönüşü olan alanlara kanalize edilmesi gerekmektedir. Ar-Ge’nin salt ‘ürün geliştirmeye yönelik harcama’ olarak görülmemesi ve ekonomik büyümeye olan etkisini gerçekleştirilmesi için teknolojik gelişme ve iktisadi büyüme arasındaki iletim mekanizmasının doğru anlaşılması ve teknolojiye ‘hazır olma’ ve teknolojik ‘kullanımın’ artırılmasına yönelik bir planlama çerçevesinde yol alınması gerekmektedir. Not: Bu yazıda MÜSİAD’ın Ar-Ge ve İnovasyon raporlarından faydalanılmıştır. Kasım - Aralık 2013 25
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Mesut UĞUR MMG Yönetim Kurulu Üyesi
AR-GE NEDİR İNOVASYON NEDİR?
K
MMG Dergisinin bu sayısının teması AraştırmaGeliştirme kısaca AR-GE ve İnovasyon. Bu sayıda konu uzmanları tarafından detaylı şekilde anlatılacak. AR-GE ve İnovasyon gerekliliği, tecrübeler, uygulamalar, metotları,
ticarileşmesi, desteklenmesi konusunda bilgilerimizi artıracağız. Mühendis ve mimarlar olarak zaten sürekli duyduğumuz, kısmen veya tamamen içinde olduğumuz bu konuyu daha da içselleştirmiş olacağız.
işisel gözlemlerimi paylaşmak isterim. 1985 de mühendis diplomamı alınca Ar-Ge mühendisi olarak tekstil makinesi üreten bir şirkette iş hayatına atıldım. 3 yıl dokumaya hazırlık makineleri kontrol sistemleri geliştirdim. İkinci şirketimdeki görevde sentetik iplik makineleri proses kontrol sistemleri geliştirdim. Böylelikle İsviçre’de 9 yıl Ar-Ge çalışma tecrübem oldu. Yaklaşık 18 senedir Türkiye’de bu konuda faaliyette bulundum, Ar-Ge yapan, teknoloji üreten kişilerle, kurumlarla temasım devam etmektedir. Tüm bu 27 yıllık deneyimi mukayeseli olarak sizlerle paylaşmak istiyorum. İsviçre’de çalıştığım şirketlerde Ar-Ge yapmanın iki önemli motivasyonu vardı. 1) Müşteri, mevcut makine ve sisteme ek fonksiyonlar, özellikler talep ediyordu. Bu taleplerin en iyi şekilde, müşterinin istediğinden daha fazlasıyla yerine getirilmesi için yapılan Ar-Ge çalışmaları. 2) Pazarda kalmayı sürdürebilmek için, rekabetçi olmak için ve rakip firmaların yaptığından daha işlevsel, daha verimli, üretken sitemler için Ar-Ge çalışması yapmak. Bu yaklaşıma Ar-Ge ve inovasyonun motoru diyebiliriz. Bu bir dürtü kültürü, yarış hatta varoluş kültürü. Bir şirket kurulup bir ürünle başladığı zaman adeta sonsuz bir yarışa çıkmıştır. Bu yarışta önde
olmak en büyük motivasyondur. Beraber yarışa katılanların aynı motivasyonu olduğunu unutmamak gerekir. Bu iki sebepten görüleceği üzere şirketler gelirlerinin bir kısmını Ar-Ge’ye ayırmak zorundadır. Cirodan Ar-Ge’ye ayrılan kaynaklar sektörden sektöre değişmektedir. Gelişmiş ülkelerde GSMH %3 kadar kaynak Ar-Ge’ye ayrılmaktadır. Bu kaynağın %1 kamu kaynaklarından, %2 si ise özel sektör kaynaklarından olması idealdir. Ülkemizin 2023 hedefleri bu şekildedir. TUİK ve TÜBİTAK verilerine göre 2000 li yılların başında GSMH’dan Ar-Ge için % 0,45 kaynak kullanılırken bu rakam günümüzde %1’e yaklaşmıştır. Bu kaynağın hemen hemen hepsi kamu tarafından sağlanmaktadır. Milletimizi görgüsü, kültürü hep devletten bir şey beklemektir. İşadamı dernekleri adeta devlet teşvikleri peşinde koşmaktadır. Devletin Ar-Ge teşvikleri adı altında fon ayırması işadamlarının iştahını çok kabartmaktadır. Yukarıda İsviçre’de çalıştığım şirketlerin 2 önemli Ar-Ge motivasyonunu yazdım. Çalıştığım 9 yıllık Ar-Ge mühendisi süresince İsviçre Devletinin Ar-Ge teşvik fonu olduğunu duymadım, hiç projede yazmadık. Çalıştığımız konularda gerçekten ileri teknoloji olan konulardı. Devletin şirketimize verdiği destek sanırım geliştirdiğimiz sistem ve makinelerin dünya pazarlarına satılabilmesi için ihracat riziko garantisiydi.
26 Mimar ve Mühendis
Türkiye’de sanayicinin ve iş adamlarının hem yatırım için hem Ar-Ge için devlet desteği istemesi bu nedenle çok garibime gitmektedir. Bu sanırım hem devlet hem özel sektör tarafından bilinen, bir suistimal meselesi. Bakan danışmanlığına başladıktan sonra bazı şikâyetlerle karşılaşıyorum. KOSGEB, TÜBİTAK “şu firmaya destek vermiş, üretim için yeni makine almışlar, bize niye vermiyorlar veya bize de verseler ne olur, bize niye haksızlık yapılıyor” denilmektedir. Bunları yadsıyorum. Bir kurum, kişi kendi tasarrufunu müteşebbis olarak kullanmadan nasıl devlet kaynağı ile müteşebbis olur anlamıyorum. Bu sürdürülebilir bir durum değildir. Verimli olmamaktadır. Aynı zamanda adaletsiz bir durumdur. Çünkü devletin sınırsız gelir kaynakları yoktur, sınırsız dağıtacağı kaynakları yoktur. Türkiye gibi gelişmekte olan ve ciddi büyük pazar boyutu olan ülkelerde çeşitli sebeplere dayandırılan geri kalmışlığı aşabilmek için, kendi ihtiyaçlarımızı karşılayabilmek için kamu destekli Ar-Ge’ye ihtiyaç vardır. Fakat bu desteklerin titizlikle, mantıklı şekilde yapılması gerekir. Ülkenin sürekli ihtiyacı olan malların yurtdışından ithali ciddi cari açıklara neden olmaktadır. İthal ikamesi için geliştirilecek ürünlere ve sistemlere kamu destek vermelidir. Bazı konularda tersine mühendisliği teşvik edip desteklemelidir. Örneğin son 10 yılda ülkeye ciddi şekilde ulaşım altyapısı gerçekleşti. Bu altyapı projelerinde kullanılan makine parkının çoğunluğu ithal edildi. Yapılan altyapıların bakımlarının yapılabilmesi için ve ayakta tutulabilmesi için ciddi makine parkına ihtiyaç vardır. Tam anlaşılması için örnek verecek olursak: Duble yolların asfaltlarının kazınarak tekrar asfaltlanması için kazıma makineleri, serme makineleri ve sıkıştırma makinelerine ihtiyaç vardır. Bu makinelerde tamamen dışa bağımlıyız. İç tüketimimiz o kadar büyük ki bu tür makineleri tersine mühendislikle kendimiz geliştirmeliyiz, geliştirebiliriz. Yaşam beklentisi kavramı tüm
Türkiye gibi gelişmekte olan ve ciddi büyük pazar boyutu olan ülkelerde çeşitli sebeplerden dayandırılan geri kalmışlığı aşabilmek için, kendi ihtiyaçlarımızı karşılayabilmek için kamu destekli Ar-Ge’ye ihtiyaç vardır. sistemler için çok önemlidir. Her ürünün, sistemin yaşam beklentisi vardır, belirli süre kullanılır, eskir ve yenisiyle değiştirilmesi gerekir. Bu döngüyü çok iyi kavrayıp hangi sistemlerin ne sıklıkta değiştirileceğini, bunların yeniden yapılmasının ekonomik boyutlarının ne olduğunu ve bu işler yapılırken ne kadar ek istihdam oluşacağını çok iyi şekilde hesaplayıp planlamamız gerekmektedir. Hep eğitimli genç nüfusumuzla övünmekteyiz. Bu geçlerimize yeni istihdam olanakları yaratılmadığı zaman ülke birçok sosyal sorunlarla karşılaşacaktır. Tersine mühendislikle geliştirilecek ürün ve sistemler hem Ar-Ge personeli istihdamı sağlayacak hem de üretimde çalışacaklara istihdam sağlayacaktır. Türkiye için tersine mühendislikle Ar-Ge yapılacak başlıca konuları; tıbbi cihazlar, ulaşım araçları, iş makineleri, takım tezgahları, elektronik ve haberleşme sistemleri, enerji üretiminde kullanılan teçhizat ve sistemler, yenilenebilir enerji üretim sistemleri, ileri üretim –otomasyon teknolojileri, enerji tasarrufuna yönelik başta cam olmak üzere inşaat ve yalıtım malzemeleri olarak sıralayabiliriz. Ar-Ge çok boyutlu multidispliner bir çalışma gerektirir. Çünkü günümüz sistemleri karmaşıktır. Bazı araştırma merkezleri, üniversiteler sadece temel dallarda araştırma yapsalar dahi tüm branşların desteğine ihtiyaçları vardır. Ürüne yönelik Ar-Ge ise tamamen çok disiplinin beraber çalışması anlamına gelir. Bir tıbbi cihazı ele aldığımızda anatomi ve fizyoloji bilgisi, fizik, kimya ve biyoloji bilgisi, Kasım - Aralık 2013 27
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Pazarı iyi takip eden ülkeler global şirketler Ar-Ge çekmek için politikalar geliştirmektedirler. Bu politikalarda global şirketlerin getireceği yöneticilerin, Ar-Ge personelinin güven içinde yüksek hayat standardında yaşamalarının sağlanmasıdır.
malzeme bilgisi, mekanik tasarım bilgisi, elektronik tasarım bilgisi ve yazılım bilgisi gerektirmektedir. Tüm bu yeteneklerin tek bir firmada oluşması çoğu zaman imkansızdır. Sistem yapacak firmanın bu yeteneklerden bazılarına sahip olması yanında diğer tedarikçilerin bilinmesini gerektirir.
Yeni yapılan teknoparklara global şirketler davet edilmektedir. Teknoparklar yerli ve yabancı Ar-Ge personeli için cazibe merkezi olmaya çalışmaktadırlar.
İnkremental Ar-Ge Hiçbir kurum bir şeyi son noktaya kadar geliştirip bitiremez. Geliştirme sürekli devam eden bir süreçtir. Bu süreç adım adım olur. Buna inkremental Ar-Ge diyebiliriz. Her sistemin tekamül etmeye ihtiyacı vardır. Elimize aldığınız cep telefonunuza bakınız 15 yılda nereden nereye geldi. İlk başta sadece konuşma yaparken günümüzde adeta mobil ofis gibi kullanıyoruz, özel yaşamımızda yaptığımız kitap okumayı, eğlenmeyi, televizyon seyretmeyi dahi günümüz mobil cihazlarıyla yapabiliyoruz. Bu durumu yaşantımıza giren taşıtlarda, üretim hatlarında da gözlemleyebiliriz. Global Şirketlerin Ar-Ge Merkezi Açmalarının Teşvik Edilmesi Günümüzde global şirketlerin girmediği ülke kalmamıştır. Her ülke bunlara pazar olmaktadır. Bazıları ise üretim lokasyonu olmaktadır. Bu şirketlerin ciddi Ar-Ge harcamaları olmaktadır. Şirketlerin asıl doğduğu ve büyüdüğü ülkelerde insan kaynakları yetersizliği vardır. Bu yetersizliğin başlıca nedeni yaşlanan nüfus, doğum oranlarının düşmesiyle azalan nüfus, dışarıdan getirilen göçmenlere karşı olan kitleler, iş ikliminin verimli olması nedeniyle çok sayıda şirketin ben28 Mimar ve Mühendis
zer İK ihtiyacıdır. Pazarı iyi takip eden ülkeler, global şirketler Ar-Ge çekmek için politikalar geliştirmektedirler. Bu politikalarda global şirketlerin getireceği yöneticilerin, Ar-Ge personelinin güven içinde yüksek hayat standardında yaşamalarının sağlanmasıdır. Geçen yıl yaptığım Singapur ziyaretinde bunu gözlemledim. BIOPOLIS Biyoteknoloji tekno parkına dünyadaki global ilaç ve biyoteknoloji şirketlerini çekmişler. Burada hem Singapur’lu hem yabancı Ar-Ge personeli istihdam ediliyor. Şimdiye kadar Singapur’da global şirketlerin sadece ilaç paketle fabrikaları varken gelecekte Singapur’da geliştirilmiş, katma değeri çok daha yüksek ilaç molekülleri üretilecek. Geçenlerde ülkemizde global şirketlerin kurduğu Yabancı Sermaye Yatırımcıları Derneği YASED’in Ar-Ge çalıştayına katılmıştım. Dernek üyesi global şirketlerin dünya genelindeki Ar-Ge bütçeleri 200 milyar ABD doları imiş. Dernek yönetim kuruluna göre iyi bir strateji ile çok kısa sürede 10 milyar ABD dolar payı Türkiye’ye getirilebilirmiş. Böyle bir payın gelmesi demek on binlerce nitelikli insanımızın istihdamı demek. Ülkemiz bu konuda yeni yeni bilinçlenmeye başlamıştır. Yeni yapılan teknoparklara global şirketler davet edilmektedir. Teknoparklar yerli ve yabancı Ar-Ge personeli için cazibe merkezi olmaya çalışmaktadırlar. Bir global şirketin veya yabancı Ar-Ge personelinin bir cazibe merkezine çekilmesi için yapılacaklar dahi başlı başına bir Ar-Ge’dir. Singapur, Honkong, Birleşik Arap Emirlikleri, bazı Avrupa ülkeleri bu işi en etkin şekilde yapan ülkelerdir. Sadece teknoparklar değil üniversitelerde Ar-Ge personeli için cazibe merkezi olmalıdır.
Ülkemizde bulunan 170 üniversiteden çoğunluğu eğitim amaçlı faaliyet göstermektedir. Oysa üniversitelerin temel gayelerinin en önemli kısmı bilimsel araştırma yapmaktır. Ülkemizde yüksek öğretime yön veren YÖK daha çok öğrenci kontenjanlarıyla ilgilenmektedir. Hâlbuki ülkenin kalkınması, rekabetçi olması ve refah için araştırma üniversitelerine ihtiyaç vardır. AR-GE için Üniversitelerin Rolü Ülkemizde bulunan 170 üniversiteden çoğunluğu eğitim amaçlı faaliyet göstermektedir. Oysa üniversitelerin temel gayelerinin en önemli kısmı bilimsel araştırma yapmaktır. Ülkemizde yüksek öğretime yön veren YÖK daha çok öğrenci kontenjanlarıyla ilgilenmektedir. Hâlbuki ülkenin kalkınması, rekabetçi olması ve refah için araştırma üniversitelerine ihtiyaç vardır. Üniversitelerin her konuda araştırma yapması imkansızdır. Bu nedenle bazı üniversitelerimiz tematik araştırma konularına yönelmelidirler. Mesela, nükleer enerji, nano teknoloji, biyoteknoloji, kompozit malzemeler, ileri üretim teknolojileri, tıbbi cihazlar ve malzemeler, ulaşım teknolojileri vs. Tematik araştırma üniversitesi olarak ayrılan üniversiteler kendi konularında gıptayla bakılacak mükemmeliyet merkezleri olmalıdır. İnovasyon –Yenilikçilik İnovasyon günümüzün en moda kelimelerinden biridir. Bu konuda konferanslar düzenlenmektedir. Politikacılar, akademisyenler, bürokratlar ülkeyi refaha inovasyonun götüreceğini söylemektedirler. Çoğu zaman bunu söylerken daha önce hiç olmayan ürünleri, sistemleri (buluşları) kastetmektedirler. Benim anladığım inovasyon üründe, serviste, süreçte, teknolojide, metotta veya fikirde fayda sağlayan, üretkenlik artışı sağlayan pazar ve toplum tarafından kabul gören bir olgudur. İş yapmadan, iş üzerinden olmadan inovasyon yapamayız. İnovasyon ilerlemeden ayrıdır. İlerleme bir şeyi daha iyi yapma durumuyken inovasyon bir şeyi farklı şekilde daha fazla fayda sağlayarak yapmadır. İnsan her çalıştığı konuda ürünlerini, sistemlerini daha verimli, daha faydalı duruma getirirse ve yaptığı ticari karşılık bulursa ve toplum tarafından kabul görürse inovasyon yapmış olur. İnovasyon dinamik bir süreçtir. Bu süreçte fayda sağlayan fikirlerin ortaya çıkması ve bu fikirlerin emek ve yatırımla ticarileşmesi safhaları vardır. İnovasyon yapılacak ürün ve hizmet ortamları uygun ÖKO sistem gerektirir. Bu politikalar ülkeler için hükümetlerce, şirketler için yönetim kurullarınca belirlenir ve sağlanır. Bu durumda inovasyon sisteminden ve ikliminden bahsedebiliriz. Ülkemizde böyle bir iklim oluşması için başta ekonomi bakanlığımız olmak üzere farklı bakanlıklarımız, ticaret ve sanayi odalarımız, ihracat birliklerimiz etkinlikler düzenlemekte, inovasyon kavramını anlatmaya ve öğretmeye çalışmaktadırlar. 28-29-30 Kasım 2013 de Türkiye İnovasyon Haftası konferansı düzenlenmektedir. Yapılan etkinliklere baktığımızda İnovasyon öğrenilebilir ve dolayısıyla öğretilebilir bir kavramdır. İnovasyon ölçümleri ve sıralamaları yapılabilmektedir. Bu sıramalar
farklılıklar gösterse de ülkeler sıralamasında başı çeken 3 ülke İsviçre-İsveç ve Singapur olmaktadır. İsviçre ve İsveç’te bu kültür çok eskiye dayanmaktadır. Bu kültürde insanlar öncelikle kendileri ve halkları için faydalı ürünler ve hizmetler üretirler ve sürekli mükemmeliyete yönelmişlerdir. Bu bir birikim sürecidir. Singapur model ise bize bu işin sonradan da planla, istekle yapılabileceğini göstermiştir. Singapur 1965 de bağımsız olmuş, 434 km2 yüz ölçümü olan bir ülkeydi. Singapur’u bağımsızlığına kavuşturan liderler sistemi öyle bir kurguladılar ki Singapur’u 50 yılda dünyanın en müreffeh ülkelerinden biri yaptılar. Ülke olarak kurdukları mükemmeliyet merkezleri gelecekte tüm insanlığa fayda sağlayacak en yenilikçi sistemleri içermektedir. Ülkeler yenilikçilik sıralamasında üst sıralarında olanlar yenilikçiliğin gelişmesini sağlayacak iklimi oluşturan ülkeler olduğu görülecektir. Bu konuyla ilgilenenler Global Innovatin Index, Innovations Indikator, Innovation Union Scoreboard, EIU Innovation Ranking, BCG International Innovation Index, Global Competitiveness Report, World Competitiveness Scoreboard, ITIF Index gibi sıralamalara bakabilirler. Hiçbir yenilik, Ar-Ge neticesi tesadüfü değildir. Arkasında çok çalışma, düşünce, alın teri vardır. Kızılderili atasözü “Tesadüfler hazırlıklı olana gelir” dermiş. Biz Ar-Ge ve inovasyon iklimini oluşturursak, istersek bu işler olur. Çalışmazsak, düşünmezsek ancak başkalarının yaptıklarını konuşuruz, daha öteye geçemeyiz. işler olur. Çalışmazsak, düşünmezsek ancak başkalarının yaptıklarını konuşuruz, daha öteye geçemeyiz. Kasım - Aralık 2013 29
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Avni ÇEBİ Elektrik-Elektronik Mühendisi
EZBER BOZAN İNOVASYON İKLİMİ
Y
Gelin ezberlerimizi bozalım, gelin yeni bir algı ve anlayışla hepimize yetecek yeni bir dünyayı birlikte evlerimizde, işyerlerimizde ve şehirlerimizde kuralım. Korkmadan anlayarak, susturmadan konuşarak, ayrılmadan buluşarak… göreceğiz ve anlayacağız ki eksik olan bizmişiz, aradığımız sizde imiş. O zaman
daha diri, daha büyük, daha anlamlı, daha yeni olanı birlikte bulacağız bu kaybetmeler, bu kopmalar niye? Niye bu kadar geniş olan âlemde sıkılıyoruz, daralıyoruz? Dar olan içimiz mi yoksa yeryüzü mü? Gelin yeni bir inovasyon yapalım, bir birimizi fark edelim ve değerli bulalım.
eni bir düşünce, yeni bir işlem, yeni bir süreç, yeni bir organizasyon şekli, yeni bir tasarım veya yeni bir üretim şekli her ne olursa olsun alışılmış kalıpları, algıları ve iş yapma modellerini ürün veya hizmet işlerinde değiştirmek, "inovasyon" olarak görülür. İnovasyon biz ve çevremizdeki olaylar ve olgular arasında sürekli açık bir algı ve sürekli iyileştirmeyi kendisine rehber edinen kişi ve organizasyonların bir yaşam felsefesi, bir yaşam şeklidir. Alışılmış paradigmaların değiştirilmesi, dönüştürülmesi ve hatta bazen yıkılması inanç, bilgi, cesaret, sabır ve gayret gerektirir. Yaratılıştan gelen, tabiatımızda olan çevremizi algılama ve anlamlandırma çabası zaman zaman uyumlu, zaman zaman çatışarak hayatı ger gün yeniden inşa etme isteği; içimizdeki hayret, merak duygularının sürekli canlı ve üretken olarak kalması, toplumsal kültür ve kurum kültürünün bunu besleyecek bir ortama ve iklime sahip olmasına bağlıdır. Değişimi ve dönüşümü sürekli tetikleyen ve öncü olanlar; kendisi olan, söyleyecek sözü, yapacak işi ve mücadele edecek fikri olanlardır. Bu kişiler ve mücadeleleri hayatı sürekli daha iyiye, daha güzele, daha insani olana doğru dönüştürürler. Ezber bozucu olanlar, yarının dünyasının sorunlarına cevap üretenler olacaktır. Bireyin geliştiği ve kendini ifade edebildiği, demokratik, katılımcı ve çoğulcu ortamlar inovasyon için sağlıklı ve sürdürülebilir bir kültür ortamı oluşturur. Bunu başaran kurumlar, firmalar, üniversiteler ve STK lar insanlığın güncel sorunlarına cevap üretirken, yaşamın bütünlüğü içerisinde varlık düzeni içerisindeki diğerlerinin hakkını da gözetirler. İnovasyon bizi bizle buluşturur, bizimle diğerleri arasında üretken, proaktif bir iletişim ve yönetişim alanı oluşturur. İnovasyon ortamı durağan sonunu bekleyen organizmalar olmaktan bizi çıkararak daha canlı ve üretken yapılara bizleri dönüştürür. İnovasyon ortamı ve kültürü bizleri sürekli kendini yenileyen, hayatla barışık ve etkileşimli birey ve organizasyonlara evirir. Heyecanımız ve umutlarımızla beraber bizleri korur ve geliştirir.
Cansuyu ve hayat iksiri İnovasyon bir kültür olarak, çocuk eğitiminden erişkin eğitimine, iş hayatından sosyal kurumlara, sanayiden çeşitli organizasyonlara kadar bir birini besleyen ve destekleyen sosyal, kültürel ve siyasal bir iklimin var olduğu mekânlar ve ülkelerde “insanın yapıcı ve inşa edici damarını” besler. Kurumlar ve ülkeler bu anlayıştan kendilerini geleceğe taşıyacak “hayat iksirini” alırlar. Sürekli kendini yenileyerek olayların ve zamanın yıkıcı tesirinden kendini koruyacak ve geliştirecek zamanın ruhu ile barışık bir eylemsellik gücüne sahip olur. Bu ortamda “yeni ve inşa edici idrak” serpilerek ve gelişerek yaşamı sürekli canlı tutacak “cansuyu ve hayat suyu” olur. Oluşan bu ekosistem içersinde inançlar, fikirler, birey ve organizasyonlar kendilerine yer bularak yaşamda tek ve özne olmanın verdiği özgüven ile birbirlerini besleyerek var olurlar.
30 Mimar ve Mühendis
İki günü eşit olan ziyandadır İnovasyonun yapıcı, onarıcı, geliştirici ve dönüştürücü ikliminde yeni fikirler, eylemler ve organizasyonlar hayatı sürekli yeni kılar. Hz. Peygamber (s.a.v.) “İki günü eşit olan ziyandadır” hadisinde sürekli iyileşme ve iyi olma haline bizleri çağırır. Yunus Emre’nin “her dem yeniden diriliriz, bizden kimler usana” deyişinde kendine hayat bulur. Mevlana’nın “Dün dün ile birlikte geçti cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım” söyleminde başka bir şekilde yer alır. Bütün bu bilgelerin sözlerinde kendini ifade eden her gün yeniden var olma, taze olma, dirilme idrak ve arayışına bugün dünden daha fazla ihtiyacımız var. Korkmadan, çekinmeden, yargılamadan, susturmadan içimizde bizi biz yapan yaratılıştan gelen hayat iksirini işlerimize ve organizasyonlarımıza akıtmalıyız. Bu inovasyon, yenilenme, keşfetme, inşa etme algısını, kültürünü ve iş yapma biçim ve organizasyonlarını hayatın her alanına uygulamamız gerekir. Her yeni doğan gün, her yeni doğan çocuk, her yeni tanıdığımız kişi, her yeni kurulan organizasyon yeni bir dirilişin ve var oluşun, yeni bir umudun dili olmalıdır.
Mekânlar bizi sınırlıyor, mekânlar bizi donduruyor, mekânlar bizi ayırıyor, makamlar da, mevkiler de. Bizi yaklaştıracak olan yolculuk ve yoldur. Bu ilim, irfan, hakikat, bilgi, anlama ve tanıma yolculuğudur. Hem kendimizi hem de diğerimizi, hem çevremizi hem de âlemi anlamak için içimizde ve dışımızda yolculuğa devam etmeliyiz, durmadan, duraksamadan, usanmadan, yılmadan, yıpranmadan… Seferde olmak Çıkmamış candan ümit kesilmez diyerek yaşayan, soluyan diri olan her kese ümit ile bakmalıyız. Var olmanın ve var etmenin yolunu ve yöntemini aramalıyız. Bu bizi anlama, sevme, katılma ve mücadele etme keyfine ulaştırarak, her dem canlı ve sevecen olmanın yollarını gösterecek ve bulduracaktır. İbn-i Arabi’nin dediği gibi “arayanlar bulamadılar ama bulanlar arayanlardı” ifadesinde kendini bulan sürekli umutla, sevgiyle, bilgiyle aramaya çağıracak ben varsam ve diğerleri de varsa bu kavga ve kargaşa niye? Sen ben demeden biz olmamak niye? Büyük farkındalığına bizleri yükseltecek olan bu arayış yolculuğu ne güzel. Her birimiz kendi içimizde ve dışımızda bir seferdeyiz bitmek tükenmek bilmeyen bir yolculuk, yolcu olmak ne iyi, her gün bir yerde, her gün bir iş de, her gün buluşmada, her gün bir birimizden öğrenmekteyiz. Voltran'ı oluşturmak Mekânlar bizi sınırlıyor, mekânlar bizi donduruyor, mekânlar bizi ayırıyor, makamlar da, mevkiler de. Bizi yaklaştıracak olan yolculuk ve yoldur. Bu ilim, irfan, hakikat, bilgi, anlama ve tanıma yolculuğudur. Hem kendimizi hem de değerimizi, hem çevremizi hem de âlemi anlamak için içimizde ve dışımızda yolculuğa devam etmeliyiz, durmadan, duraksamadan, usanmada, yılmadan, yıpranmadan… Yol bizi buldurur ve buluşturur bir ve beraber olmanın diriliğine ve dirliğine ulaştırır, usanmadan var olmanın heyecanıyla her gün taze bir başlangıç yapmanın güzelliğine ereriz. Her geçtiğimiz mekânda, her tanıştığımız insanda kaybettiğimiz yitiğimizi buluruz, adeta her birimiz buluşarak ve tanışarak eksiğimizi tamamlar “voltran” oluruz. Artık sayıların dili farklılaşır bir artı bir 2 etmez 11 olur, ihlas ve samimiyet ile kemiyete yeni keyfiyetler katarız.
Olduğundan daha büyük, göründüğünden daha anlamlı Böylece yeni ve yapıcı bir kültür ortamında her şey yeniden adeta var olur. Her şey yeniden anlamlanır, sayıların dilinde keyfiyetlerin diline ulaşırız. Yeni iş yapma modelleri organizasyonların her türlüsüne yayılır, cemaatlerden şirketlere, bireyden toplumlara, ticaretten sanayiye kadar inovasyon kültürü yayılır. Artık yalnız ürün üreten bir organizasyon olmaktan çıkar değer üreten bir organizmaya dönüşürüz. Daha canlı, daha interaktif bir yapıya organizasyonlarımız dönüşür. Bu kültür ikliminde bireysel katılımlarla her kes yeni bir âlem olduğunu keşfeder. Her kesin kendisini fark ettiği ve katıldığı bu evren yeni galaksiler gibi varlık düzeninde yer bulur. Olduğundan daha büyük, göründüğünden daha anlamlı olmanın erdemliliğine ve bilgeliğine ulaşılır. Kimse diğerinin rakibi değil tamamlayıcısıdır. “Sen bensin ben senim bu ikilik niye” söyleminde kendini bulan bütünlüğe ve tevhide erişiriz. Sanatın, kültürün, bilimin ve teknolojinin her aşamasında; laboratuardan keşfe, tasarımdan ürüne, üretimden dağıtıma, sunumdan pazarlamaya kadar her alanda daha diri ve canlı bir sosyal, kültürel ve endüstriyel iklimi her yerde ve zamanda sağlayarak, geleceğe daha umutla bakan bireylerin yaşadığı bir ülke inşa etmiş olabiliriz. Gelin ezberlerimizi bozalım, gelin yeni bir algı ve anlayışla hepimize yetecek yeni bir dünyayı birlikte evlerimizde, işyerlerimizde ve şehirlerimizde kuralım. Korkmadan anlayarak, susturmadan konuşarak, ayrılmadan buluşarak… Göreceğiz ve anlayacağız ki eksik olan bizmişiz, aradığımız sizde imiş. O zaman daha diri, daha büyük, daha anlamlı, daha yeni olanı birlikte bulacağız bu kaybetmeler, bu kopmalar niye? Niye bu kadar geniş olan âlemde sıkılıyoruz, daralıyoruz? Dar olan içimiz mi yoksa yeryüzü mü? Gelin yeni bir inovasyon yapalım, bir birimizi fark edelim ve değerli bulalım. Kasım - Aralık 2013 31
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Osman ŞAHBAZ Macaristan Kayseri Fahri Konsolosu DEİK - DTİK Avrupa Başkan Yardımcısı
GELİŞEN DÜNYADA AR - GE VE İNOVASYONUN BİZE DAYATTIĞI Hiç bir araştırma, geliştirme, yenilik ve çalışma laboratuarda, steril ortamda durması için denenmez ve geliştirilmez. Hayatımızın içindeki en kıymetli ve değerli
Ç
alışmalarda başarı yakalandığında, yatırımcı ile karşı karşıya kalacaktır yenilikçi düşünce. Bu da doğal bir sonuçtur. Resmi Gazetede yayınlanan, “2023 Türkiye İhracat Stratejisi ve Eylem Planı” ülkeyi geliştirmek için hazırlanmıştır. Bu konuya bir çok defa dikkat çeken Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan Türkiye İhracatçılar Meclisini ( TİM ) ziyaretinde; ekonomik ve ticari boyutu ile 2023 hedefinin içeriği ve kalkınma planları ile gerçekleştirilebileceğine vurgu yaparken, Ar-Ge ve inovasyona destek verilmesi, stratejik ofis ve proje ekiplerinin kurulmasına değinmiştir. Ekonomik ve ticari boyutu ile konuya yaklaştığımızda; Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılı olan 2023'te ihracatını 500 milyar dolar hedef olarak koymuş durumda. Dünya ekonomilerinin ilk 10'un içerisinde olması takdir edilecektir tabii. Bu hedef analitik olarak değerlendirildiğinde, yakalanamaz bir hedef hiç değil. Plan, program, disiplin ve diyalog içerisindeki kurumlar bu hedefe koşacaktırlar. Ancak; Türkiye'nin global markalarına baktığımızda çok sığ bir konumdayız. Klasik ürettiğimiz ürünlerimizle birlikte marka, teknoloji ve katma değeri yüksek yelpazemizi çeşitlilik
32 Mimar ve Mühendis
yerde kendisine yer bulmak, insanın hayatını kolaylaştırmak ve daha fazla kazanmak düşüncesi içindir hep bu gayretlerin neticeleri. Hiç değişmeyecek şey de değişimin kendisidir. Yeniliğe, fırsatlara, kontrollü değişime hazırlıklı olmalıyız. Hz. Mevlânâ Celâleddîn-î Belhî Rûmî 13. yy. da bizlere ışık tutacak, inovatif bakış açısı ve Ar-Ge'nin ne kadar gerekliliğini hissettiren, önem veren sözü söylemiş; '' Dün dün ile geçti gitti cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım.'' varlığı ile harmanlayarak, girişimci sayımızı artırarak 2023 yılındaki hedefimize ulaşabiliriz. İşte bu noktada bir kaç yoldan ilki yurt dışındaki yürütülemeyen, sürdürülemeyen markaları satın almak. Henüz bu konuya devletin desteği yok. Devlet desteğinin olması gereken konulardan birisidir. Diğer yandan ise; Türkiye'de oluşturulacak global markaların arkasında güçlü bir Ar- Ge ve inovasyon görmeliyiz. Hiç değişmeyecek şey de değişimin kendisidir. Yeniliğe, fırsatlara, kontrollü değişime hazırlıklı olmalıyız. Hz. Mevlânâ Celâleddîn-î Belhî Rûmî 13. yy. da bizlere ışık tutacak,
Endüstriyel gelişmemiz ile ilgili, 1901'de Radyo'yu Guglielmo Marconi, 1932'de C vitaminini Albert Szent Györgyi, 1928'de helikopter'i Oszkar Asboth, 1947'de Hologramı Denes Gabor, 1950'de kalp pilini John Hopps, 1964'de bilgisayar faresini Dr. Douglas C. Engelbart, 1976'da Rubik Küpü'nü Ernö Rubik, BMW'nin disel motorunu Ferenc Anısıts 1983 yılında icat etmiştir. O günden bu yana hayatımızdaki değişimi bir göz önünden film gibi geçirsek, hele 1980'li yıllardan sonraki değişimi artık takip dahi etmekte zorlandığımız bir süreç yaşıyoruz. Gelişim, dönüşüm ve yeniliğe açık olacağız.
inovatif bakış açısı ve Ar-Ge'nin ne kadar gerekliliğini hissettiren, önem veren sözü söylemiş; '' Dün dün ile geçti gitti cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım.'' ''Yeşilliklerden, çiçeklerden meydana gelen bahçe geçici, fakat akıldan meydana gelen gül bahçesi hep yeşil ve güzeldir.'' Ülkemizin iktisadi olarak gelişmesi, refah seviyesinin gelişerek yükselmesi yolunda yeniliklerin öncüsü olmakla ilerleyecektir. Kök hücrenin, insan organının üretildiği bir dünyada artık geri dönüş mümkün değil. Ancak klasik yöntemlerle birlikte modern yaşamı da bir arada hayatımıza adapte etmek durumundayız. Bugünü anlamanın yolu değişimi kabul etmekten geçecektir. Değişimi inkar etmek mümkün değildir. Değişimi kabul ederek geleceğimizi inşa etmek durumundayız. Ne iyi ki Kasım ayında Türkiye'de inovasyon haftası kutlanılıyor. Endüstriyel gelişmemiz ile ilgili, 1901'de Radyo'yu Guglielmo Marconi, 1932'de C vitaminini Albert Szent Györgyi, 1928'de helikopter'i Oszkar Asboth, 1947'de Hologramı Denes Gabor, 1950'de kalp pilini John Hopps, 1964'de bilgisayar faresini Dr. Douglas C. Engelbart, 1976'da Rubik Küpü'nü Ernö Rubik, BMW'nin disel motorunu Ferenc Anısıts 1983 yılında icat etmiştir. O günden bu yana hayatımızdaki değişimi bir göz önünden
Bugünü anlamanın yolu değişimi kabul etmekten geçecektir. Değişimi inkar etmek mümkün değildir. Değişimi kabul ederek geleceğimizi inşa etmek durumundayız film gibi geçirsek, hele 1980'li yıllardan sonraki değişimi artık takip dahi etmekte zorlandığımız bir süreç yaşıyoruz. Gelişim, dönüşüm ve yeniliğe açık olacağız. Yoksa üçüncü dünya ülkeleri arasında kalacağız. Tabii bu gelişmeleri bizden önce yola çıkarak, zirveye ulaşmış dünya ülkeleri var. Bizim bu yarışta olmamız ve hatta ileri teknolojide öne çıkmamız için; elimizdeki ana temel değerlerimizi de ön plana çıkarmamız gerekmektedir. Bu kadim değerlerimiz; hak, hukuk, vicdan, adalet, merhamet, huzur, sevgi, aşk, şefkat, fedakarlık, hoşgörü, sabır ve cömertlikle öne çıkacağımızı da aklımızdan çıkartmamalıyız. AR-Ge ve inovasyon çalışmalarımızı hayata geçirirken işin odağına en mükemmel yaratılan '' insanı '' koymalıyız. Resûl-i Ekrem Efendimizin insanlığın gönlüne nakşettiği merhameti, şefkati, inceliği ve nezaketi biz hakkıyla taşırsak Ar-Ge ve inovasyonu da yukarılara taşımış olacağız. Kasım - Aralık 2013 33
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Ahmet ERKOÇ Elektrik Yüksek Mühendisi
AR-GE, İNOVASYON VE SONUÇLARI
İ
Bilindiği üzere araştırma ve geliştirme kavramlarının kısaltılmışı olan Ar-Ge ve diğer bir kavram inovasyon gün geçtikçe daha çok
dillendirilen, önemi konusunda neredeyse herkesin fikir birliğinde olduğu bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.
novasyon’un en kabul gören tanımlarından biri: İnovasyon yeni veya önemli ölçüde değiştirilmiş ürün (mal ya da hizmet), veya sürecin; yeni bir pazarlama yönteminin; ya da iş uygulamalarında, işyeri organizasyonunda veya dış ilişkilerde yeni bir organizasyonel yöntemin uygulanmasıdır” şeklindedir. Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçilmesi sanayi devrimi ile kıta Avrupa’sında başlamıştır. Sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçiş ise 1980’lerde başlayarak küreselleşme kavramıyla paralel olarak yayılmıştır. Toplumları bilgi çağına ulaştırmıştır. Küreselleşme ile birlikte değişen iş yapış biçimi uluslararası ticarette bilgiyi ve inovasyonu en değerli meta haline getirmiştir.
mektir. Kim üretir sorusunun cevabı; ilk aşamada elbette bu işi ilk başaran firma veya onun dünyadaki birkaç araştırma ve / veya üretim merkezinin olduğu yerler olacaktır. Sonrasında ise en etkin ve verimli şekilde üretebilecek ülkelerdeki fabrikalar olacaktır. Kime satarın cevabı; elbette ihtiyacı olan, parasını ödeyen diye verilebilir. Ancak bu da yetmez alıcının yasaklı olmaması lazımdır. Özellikle ileri teknoloji de içeren savunma sanayi, uzay, ileri teknoloji gibi konularda ise. Şimdi biraz daha somuta indirgeyelim; en kıymetli meta olan bilgi, Google, IBM, Microsoft, Intel gibi bilgi teknolojisi üreten daha doğrusu tasarlayan şirketlerin ürünleridir, hizmetleridir. Bu şirketlerin ciroları dünyanın en önde gelen otomotiv üreticilerinde General Motors (GM)’in cirosunu ve karını geçmiştir. Kim üretir? Microsoft’un ürünleri ABD, İngiltere ve Çin’de bulunan üç araştırma merkezinde geliştirilir ve üretilir. Asıl konu geliştirilmesidir. Bir Microsoft yazılımı aldığınızda artık CD ile bir ürün genellikle gelmiyor. Aldığınız kutuda
Nedir bu en kıymetli meta olan bilgi? Kim üretir? Kime satar? Ne işe yarar? En kıymetli meta olan bilgi; yeni ve kolayca taklit edilemeyen ürün, hizmet ve iş süreçlerinin nasıl yapılacağını bil-
34 Mimar ve Mühendis
Türkiye’nin 2012 yılı ihracatının ortalama olarak bir kilogramlık bir ürün 1,5 ABD dolarıdır. Almanya’nın ihracatında bu değer 4,5 ABD dolarıdır. Almanya bizden 3 kat daha fazla değerli mallar üretmektedir.
internet üzerinden indirdiğiniz yazılımın sadece şifresi olan uzun bir kod çıkıyor. Kime satar? Ürün çok yüksek bir teknoloji içermiyorsa parasını veren alır. Yüksek teknolojili bir savunma sistemi alıyorsanız aldığınız o ürünü üreten ülkenin devletinden ayrıca izin alınması gerekir. Ne işe yarar? Bilgisayar ve iletişim sistemleri olmadan günümüzde neredeyse hiçbir şey yapmak, yaptırmak mümkün değil. Bankaya gidiyorsunuz, bilgi sistemi ya da ana bilgisayarlarla iletişim sisteminde arıza varsa hiçbir işlem yapılamıyor. Hastaneye gitmek istiyorsunuz, randevu kayıt sistemi çalışmıyorsa gidemezsiniz. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Kısaca bilgisayar ya da iletişim (ağ) sisteminin çalışmadığı bir ortam hiçbir fonksiyonun sağlıklı işlemediği bir ortam demek. İşte bütün bu işleri başaran insanlar, şirketler, ülkeler araştırma geliştirme yapanlar, inovasyon yapanlar. Üstelik araştırma geliştirme ve inovasyonu sürekli yapanlar. İnovasyon ve girişimcilik konusundaki ölçeklerden biri de dünyanın en büyük borsalarından biri olan ABD Nasdaq borsasında ülke olarak işlem gören kaç adet şirketiniz olduğu. Nasdaq’ta 2009 yılı itibariyle işlem gören, ABD’li olmayan en çok şirket 63 şirket ile İsrail teknoloji şirketleridir. Bu sayı Japon, İrlanda, Britanya, Singapur, Hindistan, Kore, Fransa ve Alman şirketlerinin toplamının iki katından daha fazladır. İsrail’in teknolojik başarısı önemli ölçüde küçük start-up şirketlerinin inovasyonlarıyla gerçekleşmiştir. Günümüzde inovasyon birbirinden tümüyle farklı disiplinlerin işbirliği ile sağlanmaktadır. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri kapsül endeskopi (pillcam) adı verilen cihazdır. Son nesil
kapsüller saatler boyunca saniyede onsekiz fotoğraf aktarabilmektedir. Bu fotoğraflar o mekandaki veya network üzerinden bağlanılarak dünyanın uzak bir bölgesindeki doktorlar tarafından izlenebilmektedir. Konu bir insanın yutabileceği büyüklükteki bir hapa kamera, telsiz görüntü aktarıcı, ışık ve enerji kaynağının (pil) yerleştirilebilmesidir. Yurdumuzda sektörel bazda bakıldığında otomotiv, tekstil, gemicilik, inşaat, müteahhitlik, iletişim, finans gibi sektörlerin başı çektiğini görüyoruz. Bu sektörlerdeki faaliyetlere bakarsak üretim, montaj, bakım, servis, pazarlama gibi konular en yaygın olarak gerçekleştirilen faaliyetler. Araştırma geliştirme ve inovasyon en az ihtiyaç duyulan konular. Araştırma , geliştirme , inovasyon işin en zor , en zahmetli, en uzun sürede sonuç alınabilecek bölümü. Diğer bir bakış açısı ile işin en stratejik, en çok değer üreten, en değerli kısmı. Dünyada herhangi bir ülkenin (özellikle Çin ve diğer Uzakdoğu ülkelerinin) yaptığı işi yaparak, malı, hizmeti üreterek para kazanmak kolay değil. Hatta mümkün değil. Yurdumuzdaki girdi (ücret, hammadde, enerji, altyapı, vergi vs.) maliyetleri ile Uzakdoğu ülkeleri ile rekabet edebilmek pek mümkün görülmüyor? Rekabet üstünlüğünün üretim girdilerinde olması sürdürebilir bir üstünlük değildir. Daha yüksek bir milli gelir nasıl sağlanabilir?
Birincisi sektörlerdeki değerli işleri yapmalıyız, yapabilecek duruma gelmeliyiz. İkincisi doğru sektörlerde çalışmalıyız. Sektördeki değerli işler araştırma, geliştirme , inovasyon sonucu Kasım - Aralık 2013 35
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Dünyada ileri teknoloji, inovasyon konusundaki iki başarılı örnek İsrail ve İrlanda’nın uyguladığı destek modelinin başarısı kanıtlanmıştır. çalışmanın ürüne, hizmete dönüştürülerek uluslararası değerde bir marka haline getirilmesidir. Yani araştırma geliştirme ve inovasyon ile kolay taklit edilemeyen, müşteriye değer üreten ürün ve hizmetleri yapma bilgisine ulaşmaktır. Bunu başarabilen şirketler ne üretirlerse üretsinler çok yüksek düzeyde katma değer sağlayabiliyorlar. Üretimin yapıldığı yerin pek bir önemi kalmıyor. İkinci önemli konu olan doğru olan sektörlerde çalışmalıyız cümlesini nasıl anlamalıyız? Aslında doğru sektör demek yapılan işteki bütün faaliyetlerin değerli olduğu çalışma konuları, alanları demek. Yüksek teknoloji gerektiren alanlar demek. Örneğin havacılık, savunma sanayi, haberleşme ve bilişim teknolojileri, ilaç, biyo teknoloji gibi alanlar bir çırpıda sayılabilen alanlar. Bu alanlardaki üretimlerin katma değeri yüksektir. Türkiye’nin 2012 yılı ihracatının ortalama olarak bir kilogramlık bir ürün 1,5 ABD dolarıdır. Almanya’nın ihracatında bu değer 4,5 ABD dolarıdır. Almanya bizden 3 kat daha fazla değerli mallar üretmektedir. Bu rakamların ihracat rakamları olmadığını hemen belirtmek gerekir. Toplam ihracat rakamı karşılaştırmasında ise Türkiye’nin ihracatı 152 milyar ABD dolarıyken; Almanya’nın ki yaklaşık olarak bizim 10 katımız olmuştur (1,496 trilyon dolar). Arada uçurum vardır. Eğer siz havacılık sektöründe üretici iseniz araştırma, geliştirmeden, üretime, bakımdan pazarlamaya iş kolundaki bütün etkinlikler değerlidir. Yüksek seviyede bir katma değer üretir. Dolayısıyla bu konudaki çalışmaları (örneğin üretimi) iş gücünün ucuz olduğu ülkelere kaydırmak gibi bir ihtiyaç olmayacaktır. Yüksek katma değerli mal ve hizmet üretenlerin bu üretimden pay alacakları tabidir. Her işletme ekonomik davranmak zorundadır. Daha ucuza yapılabilecek bir işin daha fazla bir maliyetle yapılması o şirketin rekabet gücünü kötü yönde etkileyecektir. Bu da nihayetinde işin sürdürülememesi ile sonuçlanır. Haberleşme alanındaki kuzey Avrupa ülkelerinden çıkan NOKIA 36 Mimar ve Mühendis
kendi ülkesi içinde en yüksek GSMH ‘yı (Gayrisfi Milli Hasıla) oluşturan şirketlerdendir. NOKIA şirketinin 2008 net satışı 70 milyar Amerikan dolarıdır. 2012 yılı itibariyle Nokia’nın satışları 40 milyar Amerikan dolara düşmüştür. Son dört yılda oluşan bu düşüşte özellikle cep telefonundaki pazar payını kaybetmesiyle oluşmuştur. Nihayetinde bu süreç Nokia’nın 7,2 milyar dolara Microsoft’a satılmasıyla sonuçlanmıştır. Birkaç yıl öncenin yıldız şirketi Nokia akıllı telefon pazarında rakipleriyle yarışamayınca; yenilik inovasyon yapamayınca ticari olarak sonunu hazırlamıştır. Ar-Ge ve inovasyon yapabilecek kapasiteye ulaşmak işin başlangıcıdır. Fakat yetmez, ticari başarıya çevrilmelidir. Bu konuda yurdumuzda TÜBİTAK, KOSGEB, SANTEZ destekleri mevcut ancak yetersizdir. Dünyada ileri teknoloji, inovasyon konusundaki iki başarılı örnek İsrail ve İrlanda’nın uyguladığı destek modelinin başarısı kanıtlanmıştır. İsrail’de 1980 sonrasında başlatılan ‘’Yozma’’ adı verilen programla önemli bir başarı elde edilmiştir. Devlet; İsrailli risk yatırımcısı, yabancı risk yatırımcısı ve İsrailli bankadan oluşan üçlü yapının yaptığı 1,5 birimlik sermayeye 1 birimlik destek vermektedir. Bu proje ile devlet bir katalizör olarak kullanılarak yabancı ve yerli yatırımcıyı çekmiş, inovasyon kabiliyeti olan yeni (start-up) teknoloji şirketlerini desteklemiştir. İsrail’in Nasdaq’ta işlem gören 63 teknoloji şirketinin arkasında böyle bir yapı mevcuttur. Ama şunu asla unutmamak lazımdır ki, inovasyon, Ar-Ge yapma potansiyeliniz varsa devlet destekleri ve katalizörlüğü ile geliştirilebilir. Aksi takdirde verilen destekler israf edilmiş kamu ve özel sektör kaynaklarına dönüşür. Sonuç: Araştırma geliştirme, inovasyon günümüz dünyasında başarılı bir ekonomi olmanın anahtarıdır. Yenilik ve inovasyonun sürekli olması başarı için zorunludur. Bunu sağlamak için çok iyi yetişmiş insan gücü, devlet politikaları ve inovasyonu , araştırma geliştirmeyi destekleyen bir yapı gereklidir.
Kas覺m - Aral覺k 2013 37
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
YTÜ REKTÖRÜ PROF. DR. İsmail Yüksek:
YTÜ Teknoparkımız üniversite-sanayi işbirliğinde önemli bir köprü ve cazibe merkezi olmaya devam ediyor. Türkiye’nin alanında en köklü eğitim kurumlarından olan Yıldız Teknik Üniversitesi, teknik yapısına uygun olarak hem araştırma çalışmalarına yoğunlaşıyor, hem de Türkiye’nin akademisyen ihtiyacına çözüm bulmak adına lisansüstü ve doktora öğrencilerine ağırlık vermeye hazırlanıyor. Bünyesinde barındırdığı Teknoloji Transfer Ofisi, Teknoparkı, 3 bini aşkın akademisyeni ve 32 bini bulan öğrenci sayısı ile Türkiye’nin en çok tercih edilen eğitim kurumlarından olan Yıldız Teknik Üniversitesi’ni (YTÜ) Rektör Prof.Dr. İsmail Yüksek ile Ar-Ge ve İnovasyonun geleceğini ve YTÜ Teknoparkta yapılan projeleri konuştuk.
T
arihi 1950'lere dayanan 'Teknopark'lar önceleri kuzeyde (İskandinavya ve Amerika) uygulanmaya başlamıştır. 1960'lardan itibaren teknoloji ve bilim parkları konusunda yenilikçi yönetim sistemleri geliştirmeye başlayan İskandinav ülkeleri bu alanda öncü olarak değerlendirilebilir. Ancak yeni fikir üretmenin ötesinde bu fikirleri işleyen sistemler olarak uygulamaya geçirmek başarının gerçek anahtarıdır. İlk örneklerinden bugüne, kronolojik açıdan doğrusal bir çizgi üzerinde ilerlemeyen Teknoparkların gelişme yaklaşımları ve işlev dağılımları 57 farklı çeşit ama genel olarak 3 temel yaklaşım/model üzerinden değerlendirilmektedir. "Teknokent", "teknopark", "bilim parkı", "araştırma parkı" da denilen bilim üretme mekanlarının hepsinin amacı ortak. Yasalara baktığımızda, “Teknoloji Geliştirme Bölgesi” olarak geçiyor. Teknokent; teknoloji alanında rekabeti dengeleyen, araştırma-geliştirme faaliyetlerini destekleyen ve artıran, bilginin ve teknolojinin üniversite-şirketler-pazar arasında dolaşımını kolaylaştıran, teknolojiye yönelmek isteyen şirketlerin kurulmasını ve desteklenmesini sağlayan bir organizasyon… Dünyaya baktığımızda teknokentlerin atası sayılan ABD kökenli Silikon Vadisi, birçok global büyük şirketin çıkış yeri 38 Mimar ve Mühendis
ya da merkezi olmuş, en başarılı model olarak öne çıkmış. ABD, İngiltere, Fransa, Japonya, Çin, Kore, Hindistan, İsrail, Finlandiya gibi birçok ülkede üretim ve hizmet sektörleri ürettikleri katma değerin önemli bölümü teknoparklar bünyesinde yürütülen ar-ge çalışmalarına borçlu. Teknokentler, firma için arazi sağlamanın yanında ona her türlü olanağı (kesintisiz elektrik, telekomünikasyon santralleri, resepsiyon ve güvenlik hizmetleri, idare ofisleri, lokantalar, banka şubeleri, toplantı merkezi, otopark, toplu ulaşım araçları, eğlence ve spor tesisleri) sağlıyor. Hizmet masrafları paylaşılacağından, teknokentler kiralık mekanlardan daha avantajlı oluyor. YTÜ Rektörü Prof. Dr. İsmail Yüksek ile YTÜ Teknopark'ını ve bilime kattıkları değerleri konuştuk... Türkiye’de teknopark çalışmalarının 1980’li yıllarda ve Ar-Ge desteklerinin yasal olarak 2000 yılından sonra başladı. YTÜ Teknopark'ın açılış sürecini anlatır mısınız... Sanayi ile işbirliği içinde ülkenin Ar-Ge faaliyetlerine katkıda bulunan 21. yüzyılın girişimci üniversite modeli doğrultusunda Teknopark kurulması çalışmalarına baş-
lamış ve 4691 sayılı Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu'nun 4. maddesine göre Başkanlar Kurulu’nun 22/3/2003 tarih ve 5390 sayılı kararı ile Yıldız Teknik Üniversitesi Teknoloji Geliştirme Bölgesi kurulmuştur. Yıldız Teknik Üniversitesi Teknopark Projesi, toplam alan 1.300.000 m² olan Davutpaşa Yerleşkesi içinde YTÜTP için ayrılan yaklaşık 104.000 m² alan üzerinde tesis edilmektedir. 2008 yılına kadar önemli bir çalışma yapılmayan Teknoparkımız o günlerde sadece boş bir araziyken günümüzde, 60.000m²’lik 8 binada, 162 Ar-Ge şirketi ve 2.937 Ar-Ge elemanı çalıştıran büyük bir ar-ge kampüsü olmuştur. Yüksek teknolojik Ar-Ge çalışmalarının yürütülebileceği özel laboratuvarlar, prototip proje uygulama atölyeleri, yüksek teknolojik donanımlı konferans ve toplantı salonları, kapalı ve açık spor tesisleri, teknoloji transfer merkezi, eğitim merkezi, tiyatro, konferans, konser alanları ve çağdaş mimari ile bütünleşik rekreasyon alanları ile Teknoparkımız üniversitesanayi işbirliğinde önemli bir köprü ve cazibe merkezi olmaya devam etmektedir. Ülkemizin en hızlı büyüyen ve yüksek gelişim kapasitesiyle ön plana çıkan Teknoparkımız büyük sanayi şirketlerinin ilgi odağı olmaktadır.
Teknokent bünyesinde şuan kaç firma bulunuyor ve hangi alanlarda neler üretiliyor? YTÜ Teknopark bünyesinde 168 firma Ar-Ge faaliyetlerini sürdürmektedir. Genelde yazılım alanında faaliyet gösteren firmalara ek olarak ilaç, finans, havacılık, iletişim, kimya, otomotiv, maki ne, sağlık ve telekomunikasyon alanlarında proje çalışmaları yapan firmalar da bulunmaktadır. Teknopark bünyesinde yazılım sistemleri, araç takip ve kontrol sistemleri, güvenli ve akıllı kimlik sistemi, Fatih projesi, mobil uygulamalar, bankacılık ve finans sistemleri, su altında yüzen boru sistemleri, hukuk takip sistemi, ilaç firmaları için elektronik ağ yönetimi, mekatronik teknolojileri, ilaç, biyoteknolojik ilaç geliştirme, nükleer tıpta görüntüleme amaçlı kullanılan radyofarmasötik ilaçların geliştirilmesi ve üretimi, insansız hava aracı gibi ciddi projeler üzerinde Ar-Ge çalışmaları yapılmaktadır. Ülkemizin bilgiyi değere dönüştürme sürecindeki en temel problemi nedir? Bilimsel araştırmaların toplumsal faydaya dönüştürülmesi için bilginin ürüne dönüştürme süreçlerinin yeniden yapılandırılması gerekmektedir. Buna ilaveten, üniversitelerdeki Ar-Ge süreçlerinin değer oluşturmaya dönüştürülmesi ve sanayi ve üniversitenin birlikte çalışma gerekliliğini teşvik eden platformların oluşturulması sağlanmalıdır. Devletimiz özel sektör, kamu ve üniversitelerin ortak Ar-Ge faaaliyetleri yürütebilmeleri ve ürettikleri teknolojileri değere dönüştürebilmeleri için çok önemli bütçeler ayırarak teşvikler vermektedir. Bu teşvik ve desteklerin doğru alanlara yönlendirilmesi ve kontrol mekanizmalarının oluşturulması değer oluşturma sürecine katkıda bulunacaktır. Ülke olarak temel problemimiz üretilen değerleri ulusal ya da uluslararası markalaştırma sürecindeki eksikliklerimizdir. İnovasyon aktörleri kimlerdir ve bu aktörlerin bir araya getirilmesinde kamunun rolü nedir? Teknolojik ve ekonomik bir rekabet gücü elde etme yolculuğunda üniversiteler, kamu araştırma kurumları ve özel sektör en
önemli ve vazgeçilmez inovasyon aktörleridir. Kamu ürettiği stratejilerle bu aktörleri biraraya getirmeye çalışan lokomotif aktördür. Kamu; Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ve Tübitak aracılığıyla sağladığı Ar-Ge ve proje destek ve teşvikleriyle, Ar-Ge merkezleri, teknoparklar ve teknoloji transfer merkezleriyle özel sektör, üniversite ve sanayi işbirliğine katkıda bulunmaya ve doğru paydaşları doğru projelerde buluşturmaya çalışmaktadır. Ulusal ölçekte başarılı bir inovasyon stratejisi belirlemek için nasıl hareket etmek gerekir? Değişim ve yeniliklere hızla uyum sağlamanın artık bir zorunluluk olduğu bilgi çağında ülkelerin kalkınmalarını sürdürebilmeleri için inovasyon yönetimi uygulamalarına ihtiyaçları vardır. İnovasyon kurum, sektör ve ülkeler için çıkış yolu olarak görülmekte ve uzun dönemli verimlilik, kalite ve esnekliğin ön koşulu olarak değerlendirilmektedir. Bu tanımlar göz önünde bulundurularak inovasyon en genel haliyle bilginin ekonomik ve toplumsal faydaya dönüştürülmesi olarak tanımlanabilmektedir. Ulusların kendi geleceklerine ilişkin öngörüleri; sosyoekonomik hedefleri vardır. Öngörülen hedeflere ulaşabilmek için kullanılan en etkin araç, ulusun bilim, teknoloji ve inovasyondaki yetkinliğidir. Ulusal bilim, teknoloji ve inovasyon stratejileri/politikaları bu yetkinliği kazanmanın ve sürdürebilmenin yol ve yordamını gösterir. Günümüz rekabet ortamında yirmi birinci yüzyılın iktisadi
dinamiklerine baktığımızda inovasyonun herkes için bir zorunluluk olduğu görülmektedir. Kuşkusuz ki, ekonomik büyümeye ivme kazandıran bu zorunluluk karşısında hükümetler de kayıtsız kalmamaktadır. Bu bağlamda hükümetlerce ulusal düzeyde inovasyon sistemleri geliştirilmektedir. Ulusal inovasyon sistemleri ile yeni bilim ve teknolojilerin geliştirilmesi, ulusal inovasyon politikalarının belirlenmesi, korunması ve finanse edilmesi amaçlanmaktadır. Ayrıca inovasyon performansını etkileyen firmalar, kamu ve özel sektör kurumları, üniversiteler gibi aktörlerin ilişkilerinin de hükümetlerce düzlenmesi sağlanmaktadır. Bu çerçevede ülkelerin pek çok alanda gelişmesinde stratejik önem taşıyan inovasyon performansları incelendiğinde ise hükümetlerin bütçelerinden inovasyon için ayırmış oldukları payların önemi anlaşılmaktadır. Bu nedenle hükümetler istenilen refah düzeyine, kalite ve verimliliğe ulaşmak için ulusal inovasyon politikalarına önem vermelidir. Siz aynı zamanda TÜBİTAK Bilim Kurulu ve TÜBİTAK MAM Yönetim Kurulu üyesisiniz. Bundan sonraki süreçte TÜBİTAK’ın Ar-Ge destekleri ve çağrıları neler olacaktır bunula ilgili de bize bilgi verir misiniz. Tübitak desteklerini beş ana çerçeveye oturtmaktadır. Bu beş ana çerçeve sanayi Ar-Ge proje destekleri, akademik ar-ge destekleri, bilim ve toplum proje destekleri, AB çerçeve programları destekleri ve ikili ve çoklu destekler başlıklarından oluşmaktadır. Kasım - Aralık 2013 39
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Yrd.Doç.Dr. Bahar AKSEL ENŞİCİ Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Merkezleri Birimi Müdür Yardımcısı
Yaşam ve Üretim Mekanı Olarak Teknopark İstanbul Bu yıl 20. kuruluş yıldönümünü kutlayan Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin 28-30 Kasım tarihleri arasında İstanbul Kongre
Merkezi’nde düzenlediği Türkiye İnovasyon Haftası etkinlikleri kapsamında katılımcılar inovasyonun bilgi dolu dünyasını keşfe çıktı.
Giriş Sanayi toplumundan Bilgi toplumuna geçiş üretim süreçlerinde, iş yaşamında, sosyal ilişkiler ve mekansal kullanımlar üzerinde önemli değişikliklere neden olmuştur. Hammadde, ulaşım, lojistik, coğrafi konum gibi faktörlerin şekillendirdiği bir üretim sürecinden eğitim, iletişim ve ağlar (networks) üzerinde odaklanan bir sürece geçilmiştir. Bu noktada değişen sadece üretim süreci değil, bağlantılı olarak onun mekanları, çalışan profili ve çalışanların ihtiyaçlarıdır. Eskinin sanayi üretimi coğrafi bölgeler ya da ülkeler ile özdeşleşmişken bilgi ve hizmet üreten merkezler olarak kentler ön plana çıkmıştır. Artık küresel dünya kentler tarafından örülmüş bir ağ haline gelmiştir. Kentlerin kendi içindeki mekansal kullanımlar, işlevsel dağılım ve bağlantılar da yeni ihtiyaçlara göre dönüşüm geçirmektedir. Kent merkezinde kalan eski sanayi alanları kimi zaman yıkılarak yeni ihtiyaçlara yer açılmakta kimi zaman da kültür mirası olarak değerlendirilerek yeni işlevler ile (kültür, ticaret, turizm gibi) yaşamına devam
etmektedir. Diğer yandan kent merkezinde yer alan ofis blokları fikirsel üretimlere ve servis sektörüne ev sahipliği yapmakta, uzmanlaşan sanayi kolları merkez çeperinde yer alan sanayi sitelerinde küçük/orta ölçekli üretimlere devam etmektedir. Bu yeni dönemin en önemli üretim merkezlerinden biri de Teknoloji ve Bilim Parkları, kısaca Teknoparklardır. Üretim, Savunma ve Hizmet sektörlerinde kullanılacak yeni teknolojileri geliştirmek üzere kurulan bu merkezler Ar-Ge faaliyetlerinin yoğunlaştığı, uygulamaya dönük yeni fikirlerin üretilmesinin ve pazarlanmasının desteklendiği alanlardır. Tarihi 1950'lere dayanan Teknopark'lar önceleri kuzeyde (İskandinavya ve Amerika) uygulanmaya başlamıştır. 1960'lardan itibaren teknoloji ve bilim parkları konusunda yenilikçi yönetim sistemleri geliştirmeye başlayan İskandinav ülkeleri bu alanda öncü olarak değerlendirilebilir. Ancak yeni fikir üretmenin ötesinde bu fikirleri işleyen sistemler olarak uygulamaya geçirmek başarının gerçek anahtarıdır. İlk örneklerinden bugüne, kronolojik açıdan
40 Mimar ve Mühendis
doğrusal bir çizgi üzerinde ilerlemeyen Teknoparkların gelişme yaklaşımları ve işlev dağılımları 57 farklı çeşit ama genel olarak 3 temel yaklaşım/model üzerinden değerlendirilmektedir (Annerstedt, 2011): 1.Jeneraston teknoparklar, Üniversite ya da diğer Ar-Ge kuruluşlarının sanayinin ihtiyaçlarına cevap verecek iş fikirlerine duydukları ilgi ile yeniden organize olduğu, bu iş geliştirme ortamında güçlenebilmek için üniversitelerin yüksek teknoloji üretimine destek vermesi ile Akademisyenlerin girişimci rolü üstlendiği, akademik araştırmaların sonuçlarının hızla iş dünyası ve üretim sistemi içinde ürünleştirildiği bir modeldir. 2.Jenerasyon teknoparklar, Üniversite, araştırma kuruluşu ve iş çevreleri arasında genişleyen iş birliklerinin arttığı, araştırmacılar ve diğer uzmanların endüstri içinde kendilerine daha fazla yer bulduğu, Pazarın ihtiyaçlarının takip edilerek araştırma ve deneyim geliştirmelerin boşluk alanlara odaklandığı modeldir. 3.Jenerasyon teknoparklar, dinamik kentsel alanlar ile daha yoğun ilişkilerin kurulduğu, yapılı çevre içinde 'mekan' kavramının öneminin tanındığı, kalite yaratma nosyonun her ölçekte tartışıldığı, yenilikçi aktiviteler ile daha gelişmiş düzeyde hizmetlerin sağlandığı bir modeldir. İnsan odaklı bir model olduğundan yaratıcılığın desteklendiği mekansal, yönetsel ve sosyal süreçlerin tümünü içerir. Farklı kentler kültürel yapıları ve güçlü oldukları alanları göz önüne alarak kendi yaratıcı ortamlarını yaratmak üzere tasarım ve yönetim yaklaşımları geliştirmektedirler. Üretilen her türlü teknoloji ve ürünün dünyaya hızla yayıldığı günümüzde fark yaratabilmek yenilikçi yaklaşımlarla katma değeri yüksek ürünler/teknolojiler/hizmetler geliştirebilmek ile olabilmektedir. İnsan odaklı bu yeni üretim süreci sayılabilen, rakamlar üzerinden değerlendirilebilen başarı kriterlerinin büyük oranda terk edilmesi ile kişisel değerler, süreç ve yaratıcılık gibi daha soyut
Günümüzde yeni fikirlerin üretilmesi temel konu olarak benimsenmekte; 'yaratıcılık' ve 'yetenek' kavramları ile birlikte ele alınmaktadır. Yaratıcı çözümler, uygulamalar ve yeni fikirlerin geliştirilmesi ülkeleri / kentleri / firmaları güçlü hale getiren ve farklılaştıran en önemli etmen haline gelmiştir. Bu nedenle 'yetenek' sahibi kişilerin eğitimi, 'yetenek'in geliştirilmesi ve 'yaratıcılık' ile sonuçlanması için desteklenmesi birincil mesele olarak ele alınmaktadır. kavramlara odaklanmaktadır. Yaratıcı ve verimli çalışma ortamlarının sınırları da iyi tasarlanmış ofis mekanları, iyi derecede lojistik hizmetler ve güçlü bağlantıların ötesine geçerek kent ile kurulan ilişki, açık kamusal alanların kalitesi, kimlikli açık/kapalı mekanlar, sunulan iş dışı imkanlar / hizmetler ve teknopark alanlarının yönetim politikalarına kadar genişlemiştir. Öğrenme ve yaratma süreci sadece ofis saatleri ve ortamı ile sınırlı değildir. Yaratıcılık gündelik hayatın bir parçasıdır, dolayısı ile yaratıcılık beklentisi olan çalışma alanlarının bir 'çalışma' ortamı olarak değil kaliteli bir yaşam alanı olarak tasarlanması önem kazanmıştır. Üretim'in Mekansal Politikaları Günümüzde yeni fikirlerin üretilmesi temel konu olarak benimsenmekte; 'yaratıcılık' ve 'yetenek' kavramları ile birlikte ele alınmaktadır. Yaratıcı çözümler, uygulamalar ve yeni fikirlerin geliştirilmesi ülkeleri / kentleri / firmaları güçlü hale getiren ve farklılaştıran en önemli etmen haline gelmiştir. Bu nedenle 'yetenek' sahibi kişilerin eğitimi, 'yetenek'in geliştirilmesi ve 'yaratıcılık' ile sonuçlanması için desteklenmesi birincil mesele olarak ele alınmaktadır. Teknoparklarda temel amaç artı değer üretecek fikirleri ortaya Kasım - Aralık 2013 41
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
İnsan'ı merkeze koyan, İnsan odaklı 3.Jenerasyon Teknopark yaklaşımları 'yaratıcılık'ın desteklenmesi ve yaratıcı sınıfın zihinsel ve fiziksel ihtiyaçlarını karşılayacak mekanlar tasarlanmasını üretimin artması için bir ön koşul olarak değerlendirmektedir.
çıkarmaktır. Bu katma değeri yaratacak kişi ve kurumların bu ortamlarda bir araya gelerek, birliktelikten ortaya çıkan sinerji ile verimli üretim süreçleri yürütmesi hedeflenmektedir. Kendi varlığı, tasarımı, mimari dili ve yönetim yaklaşımları açısından kendi varoluşundan artı değer üretmeyen ya da bu iddiayı taşımayan parkların bu alanda gelişmeye yol açması oldukça zor olarak değerlendirilmekte, teknoloji temalı gayri menkul yatırımları olarak nitelenmektedirler. İnsan'ı merkeze koyan, İnsan odaklı 3.Jenerasyon Teknopark yaklaşımları 'yaratıcılık'ın desteklenmesi ve yaratıcı sınıfın zihinsel ve fiziksel ihtiyaçlarını karşılayacak mekanlar tasarlanmasını üretimin artması için bir ön koşul olarak değerlendirmektedir. 'Yaratıcı Süreçler' her aşamada bir alt metin olarak varlığını sürdürür. Bunun sonucu olarak da yönetim ve mekan kurgusu politikalarında bu kavramları destekleyecek çözümler üretmektedir. Kakko ve Inkinen (2009) Yaratıcılığın artması için iletişimin önemini vurgulamakta ve artan bağlantıların hem sosyal hem de iş ortaklıkları anlamında verimi arttırdığını belirtmektedirler. Birbirleri ile sosyal açıdan ilişki içinde olan çalışanlar birbirlerinin çalışma alanları hakkında fikir sahibi olacağı için ihtiyaç duydukları ya da çözüm üretmeleri gerektiği durumlarda ilgili kaynaklara daha kolay ulaşır, rahat iletişim kurar, ihtiyacı olan bilgiye daha kolay ulaşır; en önemlisi sosyal karşılaşmalar rastlantısal fikir üretimlerinin doğması için verimli ortamlar oluşturur. İnovasyon ve üretim alanında planlanmamış, tesadüfi karşılaşmaların verimli ve olumlu sonuçlar doğurduğu, yaratıcı fikirlerin ortaya çıkışını desteklediği gözlemlenmiştir, bu noktada anahtar kavram olarak 'rastlantısallık' (serendipity) öne çıkmaktadır (Roberts, 1989 ve Eyre, 1999). Bu kavramın bir yaklaşıma dönüşmüş hali literatürde 'Rastlantısallık Yönetimi' (Serendipity Management) olarak tanımlanmaktadır. Bilim ve teknoloji tarihine bakıldığında fark yaratan ve insanlık için bir sıçrama noktası olan pek çok gelişmenin bambaşka konular için yapılan araştırma ve çalışmalar sırasında keşfedildiği görülmektedir: Arşimed kanunu, Kolomb'un Amerika'yı keşfi, Newton'un yer çekimini bulması, atom çekirdeğinin parçalanması, sentetik kau42 Mimar ve Mühendis
çuk, röntgen ışını, yapay şeker, Teflon, Aspirin, Kinin, Naylon vb. Kolaylaştırıcı ve güvene dayalı ortamlar yaratarak beklenmedik, bilinmeyen, yenilikçi fikirleri ortaya çıkarabilecek meraklı yeteneklerin başta teknoparklar olmak üzere fikirsel üretim yapan alanlara çekilmesi gelişme için başlıca adım olarak görülmektedir. Inovasyon ve teknoloji geliştirme açısından başı çeken Teknoparkların yeni yönetim ve tasarım politikaları ile şekillenerek yaratıcı süreçleri tetiklemesi, farklı fikirler geliştirme potansiyeline sahip kişileri kendine çekmesi esas sorun haline gelmiştir. Rastlantsal gelişmelerin olabilmesi, kullanıcıların çağrışımlardan yararlanabilmesi ve kendilerini rahat hissederek kendi konularına odaklanabilmesi için bu durumları destekleyen mekansal düzenlemeler yapılmalıdır. Bu noktada iç ve dış ortak alanlar, kamusal alanlar ve toplanma alanları ile sunulan sosyal hizmetler önem kazanmaktadır. Yukarından aşağıya tanımlanan bir iş süreci, katı ve rolleri tanımlı bir yönetim hiyerarşisi, kesin şekilde belirlenmiş iş tanımlarının yenilikçi fikir üretme süreçlerini kötü etkilediği bilinmektedir. Yeni dönemde bireylerin yaratıcılıklarının desteklenmesi ve esnek süreçler toplam fayda için başlıca değerler olarak tanımlanmaktadır. Diğer yandan, yeni fikir üretme süreci yoğun problem çözme aşamalarından geçmekte, dolayısı ile derecesi sektörlere göre farklılaşmakla birlikte stres düzeyi yükselmektedir. Bu tip durumlar için çalışma ortamlarının bu stresi uzaklaştırmaya dönük hizmetler içermesi uzun soluklu çalışmaların devamlılığı için kritik önem taşımaktadır. İş yönetiminin yanı sıra, yenilikçi fikir üretme süreçlerinde kullanılan kimi kavramların fiziksel mekanların tasarlanmasında da kullanılması, mekanın şekillenmesinde yaratıcı bir ortamın oluşturulmasına dikkat edilmesi gerekmektedir. Mekansal Öneriler Teknopark İstanbul gerek kuruluş amaçları ve yönetim yapısı gerekse yer seçimi kararları açısından önemli potansiyellere sahip bir projedir. Potansiyellerinin farkında olan bir proje konu-
sunda iddiasını da ortaya koymaktadır. Günümüzde yeni kurulan teknoparkla rekabette fark yaratabilmek amacıyla çoğunlukla 3.Jenerasyon modelini benimsemektedir. İstanbul gibi bölgesi içinde uluslararası bir merkez konumunda olan bir kentin fark yaratacak atılımları desteklemesi ve rekabet kapasitesini arttırması önemlidir. Teknopark İstanbul'un hedefleri içinde tanımlandığı gibi teknoloji ve bilgi üretimi konusunda sahip olunan kültür, altyapı, birikim ve mekansal potansiyeller doğru yönetildiğinde başarılı sonuçlara ulaşılacağı açıktır. Çağdaşı teknoparklar arasında Teknopark İstanbul'un yaratıcılık ve üretim kapasitesi ile farklılaşarak öne çıkması İstanbul'un potansiyelleri de göz önüne alındığında hiç zor değildir. Devlet politikaları ile desteklenen bir yapılanma olmasının yanı sıra kuruluş amaçları ve Temel genel yapılanma kriterleri içinde yer alan kavramlar yeniliklere açık bir yapı anımsatmaktadır. Teknopark İstanbul'un yapılanma hedefleri içinde tanımlanan 'Temel Genel Yapılanma Kriterleri' 3.jenerasyon teknopark gelişim modeli yaklaşımları ile paralellikler göstermekte, aynı zamanda mekansal kurgu açısından da ipuçları vermektedir (url-1). Kriterler arasında yer alan Kurumsal tutuculuktan uzak durulması ve Girişimciliğin, yenilikçiliğin, yenileşimin desteklenmesi maddeleri yönetim modelinde 'yaratıcılık' konusuna verilen önemi; Çevre ve yeşil bilinci ve Çok yüksek standartlarda iş ve çalışma ortamı maddeleri ise mekansal kalite konusundaki özeni göstermektedir. Tasarlanan Teknopark alanının iç ve dış mekanlarının tümü ile, her ölçekte yaratıcılık ve yeni fikirlerin oluşmasını destekleyecek nitelikte olması gerekmektedir. İç mekanların konfor koşullarının sağlanmasının yanında ortak mekanlar olan açık kamusal alanlar ve geçiş mekanlarının da rastlantısal buluşmalara ortam sağlaması, esnek kullanımlara izin vermesi, kullanıcılar arasında etkileşim/ iletişimin gelişmesini desteklemesi, iletişim ve sosyal bağlantıları arttıracak nitelikte olmasına önem verilmelidir.
Teknoloji yoğun yapılaşmış çevrenin alternatifi olarak doğal alanların güçlü doğal kimlikler ile tasarlanması, sadece görsel bir peyzaj ögesi, manzara olmaktan öte içinde dolaşılan, vakit geçirilen, dinlenilen ve hatta istenildiğinde çalışılabilen alanlar olarak ele alınması alternatif kullanımların desteklenmesi adına bir gerekliliktir. Doğal alanlar 'topraklanmak' için benzersiz ortamlardır. Çalışma ve dinlenme alanları arasında sınırlayıcı olmayan davetkar geçişler tasarlanması çalışanların açık alanları daha fazla kullanmasını sağlayacaktır. Aktif olarak kullanılan açık kamusal alanlar farklı konularda çalışan kişileri bir araya getirerek birbirlerinden beslenmelerini sağlar, yeni girişimlerin oluşmasına olanak tanır. Yönetim yaklaşımında kullanılan iletişim kavramı, mekansal ölçekte bağlantılar olarak karşılık bulmaktadır. Bölgeler arası sirkülasyonun desteklenmesi, ana yaya akslarının yanı sıra bu aksları birbirine ve yeşil alanlara bağlayan yolların oluşturulması teknopark birimleri arasındaki bağlantıyı güçlendireceği gibi firmalar, kişiler arası hareketliliği geliştirecek, açık / kapalı alanların kullanımı arttıracaktır. Dolayısı ile iletişimin gerçekleşebileceği alanlar ortaya çıkaracak, farklı kullanıcıları bu iletişim ortamlarına yönlendirecektir. Farklı ölçeklerde, kimlikli ana buluşma meydanı ve alt toplanma alanlarının tanımlanarak bir açık alan kullanım sisteminin yaratılması, bu açık alanların peyzaj ve gölet gibi doğal alanlar ile bağlandırılması açık alanların kullanımını özendirebilir. Yüksek düzeyde dolaşım olanakları ve farklı tipte açık alan eylemleri kullanıcıları dış mekanlara çekmekte önemli rol oynar. Etkinlik çeşitliliği yüksek, kullanıcının farklı isteklerine yanıt verebilecek esnek mekanlar olarak tasarlanan açık alanlar farklı kullanıcıları çekerek etkileşim ortamı yaratır. Doğal kimlikli ve sert zeminli, fiziksel olarak tanımlı açık kamusal alanlar arasında kalan serbest geçişler, kullanılan malzemeler ve tasarım dili açısından da sınırlayıcı değil birleştirici nitelikte, şeffaf ve geçirgenliği yüksek şekilde tasarlanmalıdır. Böylece, canlılığı tüm alana yayılan ve aktif kullanılan açık alanlar ortaya çıkacaktır. Kasım - Aralık 2013 43
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Doç. Dr. Cevahir UZKURT Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Bilim ve Teknoloji Genel Müdürü
TEKNOLOJİ GELİŞTİRME BÖLGELERİ (TEKNOPARKLAR) VE YENİLİĞE (İNOVASYONA) KATKILARI Sanayileşmiş ülkelerde bilginin süratle ticarileştirilmesinde kullanılan en önemli mekanizmalardan birisi teknopark veya bilim teknoloji parkları olarak adlandırılan
yapılardır. Bu yapılar kamu-üniversitesanayi işbirliğinin gerçek anlamda sağlandığı en önemli arayüzler olarak bilinmektedir.
1. Dünya'da Teknoparklar Bilgiden ürüne giden süreçlerin ve inovasyon faaliyetlerinin başarı ile gerçekleştirildiği teknoparkların önemi anlaşıldıkça bütün dünyada yaygınlaşmaya başlamış, sanayileşmiş ve sanayileşmekte olan ülkelerde geniş bir uygulama alanı bulmuştur. Hatta son zamanlarda teknopolis veya technocity gibi adlarla çok daha geniş alanlarda, Ar-Ge ve yeniliğin yanında küresel bilgi ekonomisinin tüm fonksiyonlarının bulunduğu ve işlediği çok daha kapsamlı düzenlemelere gidilmektedir. Dünyada teknopark faaliyetleri 1951 yılında Silikon VadisiStanford Araştırma Parkı ile başlamıştır. Silikon Vadisinin başarısı ve yükselişi, Amerika ve Avrupa’da 1970’li yıllarda teknopark faaliyetlerinin yayılmasına ve artmasına yol açmış, 70’lerin sonuna doğru bu hareketlilik Japonya’ya ulaşmıştır. Bugün dünyada 900’e yakın teknopark bulunmaktadır. Bu sayı inkübasyon merkezleriyle birlikte 4000’e ulaşmaktadır. Teknoparklar, üniversiteler, araştırma kurumları ve sanayi kuruluşlarının aynı ortam içerisinde araştırma, geliştirme ve inovasyon çalışmalarını sürdürdükleri; birbirleri arasında bilgi ve teknoloji transferi gerçekleştirdikleri; akademik, ekonomik ve sosyal yapının bütünleştiği organize araştırma ve iş merkezleridir. Teknoparkların temel hedefleri arasında; üniversite ve araştırma merkezlerindeki akademik bilgi ve araştırma potansiyelinin teknolojik ürünlere dönüştürülüp ticarileştirilmesi ve teknoloji transferi için uygun ortam yaratmak, küresel rekabet için gerekli, teknoloji odaklı firmaların oluşmasını ve gelişme-
sini teşvik etmek, firmalar ve kurumlar arası sinerji ve işbirliği fırsatlarını arttırmak, nitelikli kişilere iş ve girişimcilik imkanları yaratarak beyin göçünü önlemek sayılabilir.
44 Mimar ve Mühendis
2. Türkiye’de Teknoparklar ve Yenilikçilik Gelişmiş ülkelerde uzun yıllardan beri önemli bir kalkınma aracı olarak kullanılan teknoparklar ülkemizde 90’lı yılların ortalarında gündeme gelmiştir. Teknoparklar konusundaki yasal düzenleme 06.07.2001 tarihinde yürürlüğe giren 4691 sayılı “Teknoloji Geliştirme Bölgeleri (TGB) Yasası” ve 19.06.2002 tarihinde yürürlüğe giren “Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Uygulama Yönetmeliği” ile sağlanmış ve bu bölgelere yönelik teşvikler verilmeye başlanmıştır. Bu yasalar, TGB’leri yöneten şirkete ve çalışanlarına, bölgede Ar-Ge faaliyeti yapanlara, Ar-Ge şirketlerine, akademisyenlere önemli destekler getirmiştir. Bunun yanında ülkemizdeki yenilik ve yenilikçilik faaliyetlerine, Ar-Ge kapasitesine, proje yapma eğilimine ve nitelikli istihdama önemli etkileri ve katkıları olmuştur. Yenilik, fikri uygulamaya dönüştürmek, yenilikçilik ise bilgi ve fikirleri faydalı sonuçlar ve ticari uygulamalar yaratacak şekilde kullanmaktır. Yenilik, ekonomileri için rekabet üstünlüğü elde etmenin temel kaynağını oluşturmaktadır. Küresel ekonominin kuralları, bir işletmenin rekabetçi pazar koşullarında ayakta kalabilmesi için ya yenilikleri yakından takip ederek yararlanması ya da yeniliklerin bizzat kendileri tarafından geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda,
bir işletmenin yenilik odaklı stratejilere sahip olması, hem rekabet gücünü artırmasında hem de varlığını koruma ve sürdürülebilirliğini sağlaması bakımından önemlidir. Yenilikçiliğin en önemli aracı ise Ar-Ge çalışmalarıdır. Yenilik faaliyetleri gerek ülkeler arası, gerekse işletmeler arası rekabette bir ürünü müşteri isteklerine göre üretme ve sunma, bu üretimi ve sunuşu ekonomik bir şekilde gerçekleştirmektir. Günümüzde rekabetçi üstünlük elde edebilmek için işletmelerin kendilerini tamamen farklı bir biçimde yeniden tanımlaması, temel stratejilerini yeniden
belirlemesi, içinde bulunduğu sektörü yeniden keşfetmesi yani rakiplerinden farklı olabilmesi, ürün ve hizmetlerinde fark oluşturabilme yeteneğine sahip olması gerekir. İşletmeler açısından yenilik faaliyetleri, verimliliği ve kârlılığı artırdığı, yeni pazarlar ile mevcut pazarların genişlemesini sağladığı ve rekabet için önemli avantajlar getirdiği için çok gereklidir. Bu manada, faaliyetlerine yenilikçiliği ekleyen, bunu önemseyen, işletmelerinde buna yönelik birimler kuran ve araştırmacı personel çalıştıran girişimciler yenilikçi girişimcilerdir.
3. Türkiye’nin Temel Ar-Ge Göstergeleri Ar-Ge Göstergeleri
2001 Ar-Ge harcamalarının GSYİH içindeki payı (%) 0,54 GSYİ Ar-Ge Harcaması (Milyon TL) 1.281 Yükseköğretim Payı (%) 58,9 Özel Sektör Payı (%) 33,7 Kamu Payı (%) 7,4 TZE Cinsinden Toplam Ar-Ge Personeli Sayısı 27.697 Yükseköğretim Payı (%) 60,7 Özel Sektör Payı (%) 20,2 Kamu Payı (%) 19,1 TZE Cinsinden 10 Bin Kişiye Düşen Ar-Ge Personeli 12,9
2007 0,72 6.091 48,2 41,3 10,6 63.377 46,6 38,3 15,1 30,6
YILLAR 2008 2009 0,73 0,85 6.893 8.087 43,8 47,4 44,2 40,0 11,9 12,6 67.244 73.521 44,5 42,2 40,8 42,8 14,7 15,0 31,7 34,6
2010 2011 0,84 0,86 9.268 11.154 46,0 45,5 42,5 43,2 11,4 11,3 81.792 92.801 40,2 38,4 45,9 48,9 13,9 12,7 36,2 38,5
Türkiye’deki temel Ar-Ge verileri incelendiğinde, son yıllarda hemen tüm verilerde olumlu yönde gelişmelerin olduğu görülmektedir. Ancak başta OECD üyesi ülkeler olmak üzere dünya ile mukayese ettiğimizde henüz olmamız gereken yerden oldukça uzakta olduğumuz ve bu alanda daha çok gayret göstermemiz gerektiği anlaşılmaktadır. Bu sebeple son yıllarda ülkemizde Ar-Ge altyapısını, kamu-üniversite-sanayi-işbirliğini, yenilikçi girişimciliği geliştirmek amacıyla son derece önemli çalışmalar yürütülmektedir. Yenilikçi girişimciliğe yönelik olarak Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı (BSTB), Kalkınma Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, KOSGEB, TÜBİTAK ve Kalkınma
Ajansları gibi kurumlar tarafından çeşitli destekler verilmektedir. Teknoloji Geliştirme Bölgelerinin kurulmasıyla bu faaliyetler daha da artarak gelişmiş ve kurumsal bir yapıya da kavuşmuştur. Yenilik ve yenilikçilik ekosisteminin bütün bileşenleriyle kurulmasına çalışılmaktadır.
YILLAR 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 TGB Sayısı 22 28 31 37 39 43 45 52 Toplam İşletme Sayısı 604 802 1.154 1.254 1.515 1.800 2.174 2.247 Yabancı İşletme Sayısı 25 25 32 53 64 66 71 71 Yürütülen Ar-Ge Projesi Sayısı 1.939 2.513 3.069 3.403 4.102 4.979 5.703 5.768 Biten Ar-Ge Proje Sayısı - - 4.221 5.874 7.179 8.052 10.661 10.835 Ar-Ge Çalışanı Sayısı 8.843 9.770 11.093 11.021 13.397 15.822 19.498 19.786 Alınan patent sayısı 322 İhracat (Milyon $) 897 TGB’lerle ilgili bilgiler(birikimli)
Tabloda da görüldüğü gibi, sanayileşmiş ülkelere göre çok kısa bir geçmişi olan TGB uygulamamız oldukça başarılı olmuştur. Özellikle nitelikli personel istihdamı (19.786 adet), yürütülen Ar-Ge proje sayısı (5.768 adet), biten Ar-Ge proje sayısı (10.835 adet), teknoloji tabanlı işletme sayısı (2.247 adet) bakımından önemli sayılacak gelişmeler kaydedilmiştir. Bu verilerdeki düzenli artış, ülkemizde son yıllarda TGB’lerden kaynaklanan yenilik ve yenilikçi girişimciliğin giderek gelişmekte olduğunu göstermektedir. 2013 yılındaki gerek patent sayıları, gerekse ihracattaki gelişmeler uygulamanın
başarıyla sürdüğünün işaretleridir. Ülkemizde son yıllarda yaşanan gelişmeler üretim gücümüzü ve ekonomimizi daha rekabetçi bir yapıya kavuşturabilmek için bilgiyi, yeniliği ve girişimciliği harekete geçirmekte olduğumuzu göstermektedir. Bu konuda Bakanlığımız bağlı ve ilgili kuruluşlarıyla birlikte gerekli yapısal ve mevzuata yönelik düzenlemeler yanında operasyonel destek programlarını da hayata geçirmektedir. Bu gayretlerin hedefi 2023 yılı olarak belirlenmiş olsa da, çok daha uzak hedefler için çalışmalar yürütmemiz gerekmektedir. Kasım - Aralık 2013 45
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Dr. Suat GENÇ Başkan, Ar-Ge Mühendisleri ve Yöneticileri Derneği
KÜRESEL REKABET İÇİN TEKNOLOJİ TRANSFERİ
T
Ülkemizi 2023 hedeflerine taşımada önemli hamlelerden biri olarak görülen bilgi ekonomisine geçişi hızlandırıp destekleyecek üniversite
tabanlı teknoloji transferi konusu, gerek akademi çevresinde gerekse endüstri çevresinde öncelikli gündemlerden biri olmaya devam etmektedir.
eknoloji Transferi” akademik ortamlar ile Ar-Ge merkezlerinde geliştirilen ve ticari değeri olan “teknoloji”nin veya daha geniş tarifi ile “bilgi”nin satışı veya lisanslanması yöntemi ile müşteri tarafa devredilmesi ile gerçekleşir. Müşteri taraf ise bu bilgi veya teknolojiyi gerçekleştireceği ek geliştirme veya ticarileştirme çalışmaları ile nihai ürün veya hizmet olarak pazara sunar. Teknolojiyi transfer eden taraf, söz konusu teknolojiyi yeni ve bu amaç için özgülediği girişimci bir şirket kurarak değere dönüştürebileceği gibi mevcut şirketi bünyesindeki altyapı ve faaliyetler vasıtası ile de değerlendirebilir. Teknoloji transferi, bu anlamda, Ar-Ge merkezinin “yenilik yapma” kabiliyet ve kapasitesi ile endüstrinin “üretim yapma” kabiliyet ve kapasitesini birleştirerek fikirden-pazara olan süreci daha verimli ve etkin hale getirmiş olmaktadır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, endüstride rol alan şirketlerin “yenilik yapma” amacına ve inovasyon odaklı yeni şirket politikalarına yönelik Ar-Ge birimi oluşturmaları ve bu kapsamda proje çalışmaları hayata geçirmeleri oldukça sınırlı olarak gerçekleşebilmektedir. Buna kalifiye personelin tedarikinde yaşanan sıkıntılar, istihdam politikalarının cazip olamayışı, altyapı sıkıntıları, kurumsallaşmamış şirket modelleri sebep olabilmektedir. Bu anlamda, ülkemizdeki şirketlerin üniversitelerimizde veya Ar-Ge merkezlerimizde hâlihazırda geliştirilmiş teknolojileri transfer ederek ticarileşme çalışması yapmaları avantajlı bir iş modeli olarak görünmektedir. Böylece hem geliştirilen teknoloji Ar-Ge birimlerinin raflarında “teorik bilgi” olarak kalmamış olacak, hem de şirketlerimiz yurtdışına bağımlılıktan kurtularak milli merkezleri çözüm paydaşı olarak görecektir.
Transfer sürecinin etkin bir şekilde yürütülebilmesi için endüstriyel şirketlerin üniversite veya Ar-Ge merkezleri kaynaklarına yöneltilmesi ve ihtiyaçlarına cevap verecek çözümlerin orada üretilmesi gerekmektedir. Bu, şirketlerin pazara sunduğu ürünlerde ve hizmetlerde kullanabileceği rekabetçi ve olgun teknolojilerin araştırmacılar tarafından geliştirilmesi anlamına gelmektedir. Bununla birlikte transfer sürecinin başarı ile tamamlanması için, geliştirilen ve ticari potansiyeli olan teknolojilerin doğru zamanda, doğru müşteriye, doğru bir yöntemle sunulması gerekmektedir. Ticari bilginin/teknolojinin tespiti ile başlayan ve teknolojinin bir müşteriye devredilmesi ile biten bu süreçteki tüm çalışmaların üniversitelerde veya Ar-Ge merkezlerinde veya onların adına kurulmuş Teknoloji Transfer Ofisleri (TTO) vasıtası ile yürütülmesi gerektiği değerlendirilmekte ve bu kapsamda ülke çapında konu ile ilgili kültür, bilgi, beceri ve yetkinlik artırmaya yönelik faaliyetler tüm hızı ile devam etmektedir. Bu çalışmalara ivme kazandırmak amacına yönelik olarak TÜBİTAK, Teknoloji Transfer Ofisleri Destekleme Programı (1513) çağrıları kapsamında üniversitelerin Teknoloji Transfer Ofisi (TTO) kurmalarını teşvik edici bir destek programı başlatmış ve söz konusu programa başvuran 10 üniversiteyi çağrı kapsamında hâlihazırda destekleme kararı almıştır. Ülkemizde kurulmuş veya kurulacak TTO’lar, verimli ve etkin çalışmalar vasıtası ile beklentileri karşılayabilmek için kendilerine uygun “TTO Yönetim Modeli” arayışını oldukça yoğun bir şekilde devam ettirmektedir. Bu anlamda, hem yabancı uzmanlar ülkemize davet edilmekte hem de çalışmaları yerinde görmek üzere TTO yetkilileri ve çalışanları başarı
46 Mimar ve Mühendis
hikâyesi olan TTO’ları yerinde ziyaret etmektedir. Ancak süregelen bu bilgi ve deneyim paylaşım faaliyetleri göstermektedir ki, başka bir ülke veya bölgede başarı ile çalışan TTO modelleri bizim ülkemiz veya üniversitelerimiz için verimli olmayabilecektir. Bunun başlıca sebepleri arasında; konu hakkında yeterli farkındalık sağlanılamamış olması, bilgi, deneyim ve beceri eksikliği, mevcut kurum kültürlerinin elverişli olmayışı, kurumlar arası işbirliği platformu eksikliği, destek mekanizmalarının etkin kullanılamayışı ile teşvik edici ve uygun yasal mevzuatın henüz uygulamaya konulmamış olması gösterilebilir. Buradan hareketle, yurtdışındaki mevcut modellerin doğrudan uygulanması yerine, ülkemiz koşulları dikkate alınarak oluşturulmuş ulusal modellerin daha faydalı olabileceği görüşü her geçen gün daha fazla ağırlık kazanmaktadır. Bu ihtiyaç esas alınarak ülkemiz koşullarına uygun olduğu düşünülen ve “iFour” adı ile anılan bir TTO Yönetim Modeli geliştirilmiştir Model, TTO’nun “mucit”-“yatırımcı” arasında kalan alışılmış fonksiyonunu genişleterek resmin bütününe hitap etmekte, kritik ve klasik modellerde eksik kalmış iki yeni paydaşı daha TTO yönetimi altına almaktadır. Teknoloji transferinin önündeki en belirgin bariyerlerden birisi mucidin kendi tercihi veya eksik becerisi yüzünden girişimci olma yönünden isteksiz olmasıdır. Buna karşılık yatırımcılar, yatırım yapmak istemelerine rağmen yatırım yapmaya değer güvenilir ve becerikli girişimci (yönetici) ile karşılaşamadıklarından söz etmektedirler. Böylece var olan “fikir” ile var olan “yatırım” bir araya getirilemediğinden, atıl bir şekilde beklemek durumunda kalmaktadır. “iFour” modelinin TTO yönetimi kapsamına aldığı ilk paydaş, fikri ticarileştirecek olan ve (bu çalışma vasıtası ile) teknoloji transferi terminolojisine “Industrializer” terimi ile kazandırılmış olan “endüstrileştirici”dir. Yapacağı işbirliği veya eşleştirme çalışmaları ile TTO yönetimi kapsamında olması önerilen diğer paydaş
Teknoloji transferinin önündeki en belirgin bariyerlerden birisi mucidin kendi tercihi veya eksik becerisi yüzünden girişimci olma yönünden isteksiz olmasıdır. Buna karşılık yatırımcılar, yatırım yapmak istemelerine rağmen yatırım yapmaya değer güvenilir ve becerikli girişimci (yönetici) ile karşılaşamadıklarından söz etmektedirler. ise, endüstrileşmeye ortam ve altyapı sağlayan “kuluçka” merkezi veya “incubator”dür. Burada TTO yönetimi kapsamına alınan ve “inventor”, “investor”, “industrializer” ve “incubator” olarak adlandırılan dört (Four) paydaşın her birinin “i” harfi ile başlaması modelin, “iFour Modeli” olarak adlandırılmasına dayanak oluşturmuştur. TTO camiasına “İyileştirilmiş ve Hızlandırılmış TTO Yönetim Modeli” olarak sunulan “iFour” modelinde; endüstrileştiricinin TTO tarafından tedarik edilmesi süreci “iyileştirme - enhanced”, gerekli tüm paydaşların TTO tarafından yönetiliyor ve koordine ediliyor olması da süreci “hızlandırma - accelerated” anlamına gelmektedir. Bu çalışmalar kapsamında, iFour modelinin uygulanma performansını takip etmek amacı ile ayrıca “iFour Watch” performans takip sistemi geliştirilmiş ve kullanıma hazır durumdadır. Bu takip sistemi ile TTO’lar her bir kategoride yürütmüş oldukları işlerin hem “kalite” seviyesini hem de “kapasite” seviyesini görerek iyileşme hız ve yönlerini izleme ve bu doğrultuda TTO’ları yönetme imkânı bulabilecektir. Bu modelin geliştirilip ilgili taraflar ile öneri niteliğinde paylaşılmasının, üniversitelerimize uygun TTO yönetim modelini geliştirme kültürünü başlatma boyutu ile ülkemizdeki teknoloji transfer çalışmalarına ayrı bir değer kattığı düşünülmektedir. Kasım - Aralık 2013 47
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
TÜRKİYE’DE Ar-Ge ve YENİLEŞİMİN YOLCULUĞU Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı
L
1980’lerden sonra küreselleşmenin etkisiyle Ar-Ge ve yenileşim kavramları daha önce hiç olmadığı kadar önem kazandı. Günümüzde ulusların zenginliğinin kaynağı
olarak bilgi, Ar-Ge ve yenilik yapabilme kabiliyeti ön plana çıkmakta. Elbette etkin bilgi üretiminin bazı olmazsa olmazları ve ön koşulları var.
iteratürde Ulusal Yenileşim Sistemi ismi ile açıklanan yakla-
Deri ve Kundura Fabrikası'dır. 1927 yılında gerçekleştirilen bir
şıma göre; ülkelerin eğitim seviyeleri, öğrenme kabiliyetleri,
envanter çalışmasına göre, Türkiye’de 322 adet sanayi firma-
kurumsal yapıları, üniversite-sanayi işbirliğini gerçekleştirme
sı bulunmaktadır. Bunların sadece % 30’u 30 ve daha fazla
düzeyleri gibi birçok etken ve bunların arasındaki etkileşim ve
çalışana sahip işletmelerden oluşmakta ve çoğu azınlıkların
eşgüdüm, ulusal yenileşim sistemlerinin verimli çalışıp çalış-
işletmeleridir. Firmalar daha çok tekstil ve giyim sanayinde
mayacağını etkilemekte. Bu yaklaşıma paralel olarak ülkelerin
yer almaktadır. 322 firmanın toplam çalışan sayısı 17 bin
geçmişleri ve tarihleri de mevcut kabiliyetlerinin belirlenme-
civarındadır. (Yücel, 1997) Ülkede okuma-yazma oranı yakla-
sinde merkezi bir rol oynuyor. Türkiye’de Ar-Ge ve yenileşim
şık % 2’dir. Endüstriden ziyade insanlar esnaflık ve zanaatkar-
kavramlarının 90’lı yıllarda gündeme geldiği düşünüldüğünde,
lık ile uğraşmaktadırlar.
bu kavramlar hakkında geçmişi araştırmanın aslında ülkenin
1923’te kurulan Cumhuriyet’in özünü ise uluslaşma oluştur-
sanayileşme ve ekonomik tarihi ile koşut olduğu sonucuna
maktadır. Aydınlanma, akılcılık vb. gibi kavramların yanında,
ulaşabiliriz. Türkiye’nin Ar-Ge ve yenileşim yolculuğunu araş-
Avrupa örneklerinin de gösterdiği gibi uluslaşmanın özü
tırmak aslen ülkenin endüstrileşme tarihçesine bir göz atmayı
endüstrileşmedir. Cumhuriyet’in ilk dönemi aslında bir sanayi
gerektiriyor.
altyapısı kurmak ile geçmiştir. 1930’a kadar uygulanma-
Osmanlı İmparatorluğu zamanında özellikle Ortaçağ ve deva-
ya çalışılan liberal dönemden, sermaye, girişim ve insan
mında daha endüstrileşme gibi bir kavramdan söz edilemiyor-
gücü yoksunluğu nedeniyle istediği büyüme rakamlarını elde
ken kurduğu sistemle büyük bir imparatorluk haline gelmiş, bu
edemeyen genç Cumhuriyet, 1930’larda planlı bir iktisadi
durum aydınlanma, reform ve endüstri devrimi gibi kavramlar
kalkınma politikası izlemiş ve devlet yatırımlarına ve iştirak-
ortaya çıkıncaya kadar devam etmiştir. Arrighi’nin “Uzun 20.
lerine ağırlık vermiştir. 1933 senesinde kurulan Sümerbank
Yüzyıl” adlı eserinde belirttiği gibi, bu dönemde ülkeler için
Türkiye’de imalat sektörünün doğuşu olarak sayılabilir. Özel-
hegamonya kavramı toprak sahibi olmak yerine artık ser-
likle tekstil, demir-çelik, çimento ve seramik gibi endüstriler
maye ve sanayi sahibi olmaya doğru kaymıştır. Osmanlı’nın
ülkemizde Sümerbank ile başlamıştır. Sümerbank fabrikaların-
endüstrileşmek için yaptığı yatırımların en önemlisi bir orga-
da dönemin en ileri teknolojiye sahip makinelerini kullanmış,
nize sanayi bölgesi mantığı ile 1810 yılında kurulan Beykoz
Türkiye’de teknoloji transferi uygulamalarının ilk örneklerini
48 Mimar ve Mühendis
“Türkiye’de ilk sanayileşme tekstille başlamıştır. İnsanları dışarı gönderip eğitince piyasaya çıkan yeni işverenler de Sümerbank’tan çalışan alıyordu. Müdürler hep oralara geçmekteydiler...”
vermiştir. Ayrıca, finansal olarak da ilginç bir modeldir. Halktan topladığı birikimleri yine halk için yatırım yaparak kullanmakta ve bu yatırımlar sayesinde hem dışa bağımlılığı azaltmakta, hem de halkımızın daha uygun fiyata daha kaliteli ürünlere erişimini sağlamaktadır. Tekstil Sanayi’nin duayen isimlerinden ve TTGV Yönetim Kurulu Üyesi Sn. Mehmet Şuhubi’nin bir ropörtajında bu konuda söyledikleri ilginçtir: “Türkiye’de ilk sanayileşme tekstille başlamıştır. İnsanları dışarı gönderip eğitince piyasaya çıkan yeni işverenler de Sümerbank’tan çalışan alıyordu. Müdürler hep oralara geçmekteydiler...” Sümerbank ileriki yılların hem bilgi birikiminin hem de girişimcilik ekosisteminin temellerini atmıştır. Etibank, Paşabahçe vb. gibi birçok kamu iktisadi teşekkülü Türkiye’de özel sektör için gerekli ekosistemi kurmaya yardımcı olmuşlar, o dönem için ekonominin dışa bağımlılığını azaltmışlar. II. Dünya Savaşı’nın etkileri bu gelişme hızını yavaşlatsa da, 1950'li yıllarda özel sektörün önü açılmaya başlanmış. Tarım artık daha endüstriyel metodlarla yapılmaya başlanmış, hem de tarımsal sermaye yavaş yavaş endüstriye kaymıştır. 1950’li yıllar Türkiye’de özel sektörün gelişmeye başladığı yıllar olarak anılabilir. Devlet ise bu yıllardan itibaren yatırımlarını yavaş yavaş altyapıya doğru kaydırmaya başlamıştır. Bu dönemde henüz Ar-Ge’den söz edemesek de gelecek yıllarda yapılacak çalışmaların temelleri bu dönemdeki politika uygulamaları ile başlatılmıştır. Türkiye, 1960 yılından sonra dünya konjonktürünün de etkisiyle planlı kalkınma stratejisini benimsemiş-
tir. Bu strateji çerçevesinde Devlet Planlama Teşkilatı’nın kurulması önemli bir dönüm noktasıdır. Hazırlanan Beş Yıllık Kalkınma Planları ile ülkenin ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınma politikaları belirlenmiştir. İlgili planların odak noktası ülkede pazar ekonomisini kurarken dışa bağımlılığı azaltmak ve sanayileşmeyi artırmak olmuştur. Dönemin ruhuna uygun olarak ithal ikameci politikalar da ağırlık kazanmıştır. 1963 senesinde TÜBİTAK’ın kuruluşu, teknolojinin ulusal kalkınmadaki rolünün anlaşılması bakımından ilk örnektir. TÜBİTAK 1990’lara kadar daha çok temel araştırmaları desteklemiştir. Bu dönemde henüz sanayi Ar-Ge’si ve yenileşim gibi kavramlar gündemde değildir. İthal ikameci politkaların da etkisiyle daha çok teknoloji transferine gidilmiş, gelişmekte olan özel sektör iç pazar odaklı olarak çalışmıştır. İlk Ar-Ge laboratuarı ise, yine devlet önderliğinde kurulmuş ve devlet geliştirdiği modellerle sanayinin örnek alacağı prototipler geliştirmeye devam etmiştir. Bu kapsamda, Elektronik Sanayi’nin duayen ismi ve TTGV'nin de kuruluşundan 2012 yılına kadar Yönetim Kurulu Başkanlığını yürütümüş olan Dr. T. Fikret YÜCEL’in önderliğinde 1965 yılında kurulan PTT ARLA (PTT Araştırma Laboratuarı) ilk örnektir. Tekstil sanayi gelişirken özellikle Marmara Bölgesi’nde TOFAŞ ve Renault’nun kurulması otomotiv sanayinin gelişmesini ve yan sanayinin oluşumunu da beraberinde getirmiştir. Yan sanayi 90’lı yıllara kadar fason imalatla yabancı ortaklı otomotiv firmalarımızı parça üretimi ile desteklemiştir. Kıbrıs Barış Harekatı sırasında uygulanan ambargolar ise Türkiye’de savunma sanayinin gelişiminin
Cumhuriyet’in ilk dönemi aslında bir sanayi altyapısı kurmak ile geçmiştir. 1930’a kadar uygulanmaya çalışılan liberal dönemden, sermaye, girişim ve insan gücü yoksunluğu nedeniyle istediği büyüme rakamlarını elde edemeyen genç Cumhuriyet, 1930’larda planlı bir iktisadi kalkınma politikası izlemiş ve devlet yatırımlarına ve iştiraklerine ağırlık vermiştir. Kasım - Aralık 2013 49
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
TTGV ve KOSGEB'in kurulması ile ülkemizde ilk defa özel sektörün Ar-Ge projelerine finansal destek sağlanmaya başlanmıştır. İleride ulusal yenileşim sisteminde sunulacak destekler ve gündeme gelecek konularla ilgili olarak öncü modeller üretilmiştir.
ilk tohumlarını atmıştır. Dönemin ruhunu ithal ikameci politikalar, teknoloji transferi ve lisans altında üretim belirlemiştir. İmalat altyapısının bu dönemde dışarıdan alınan hazır makinelerle geliştiği söylenebilir. İthal ikameci politikalar küresel rekabetten uzak olmanın verdiği dezavantajla firmaların yenilik yapma kabiliyetlerini geliştiremese de, verdiği güvence ile imalat altyapısının gelişmesini sağlamıştır. Ar-Ge kavramı ilk defa gündeme gelmiş; DPT ve TÜBİTAK’ın kurulması ile Ulusal Yenileşim Sistemi’nin temeli atılmıştır. 1978’de gelişmiş ülkeler tarafından sağlanan Washington Uzlaşması, gelişmekte olan bilgi ve iletişim teknolojileri, ulaşım imkanlarının kolaylaşması gibi nedenlerden beslenen küreselleşme kavramının ortaya çıkması ile birlikte 1980’li yıllarda dünyada ciddi bir dönüşüm yaşanmaya başlamıştır. Türkiye ise, bu değişime adapte olmaya çalışmıştır. Kamu İktisadi Teşekkülleri özelleştirilerek daha verimli çalışmaları yönünde bir adım atılmıştır. Türkiye ilk bilim ve teknoloji politikasını 1983 yılında yapmış; yine aynı sene Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu kurulmuştur. Türkiye’de o dönemde GSMH içindeki Ar-Ge payı oranı % 0,37 gibi çok düşük bir düzeydedir. BTYK ise, 6 ayda bir toplanması planlanmasına rağmen, bu dönem içinde sadece dört kere toplanabilmiştir. Dönemin en büyük özelliği ise, artık yurt sathında değil tüm dünyada ürün satmaya çalışan özel sektörün daha fazla rekabetçilik için yeni kavramlarla tanışma çabalarıdır. Kalite kavramı rekabetin çok güçlü olduğu küresel piyasalarda bir ön koşul olarak ortaya çıkarken, firmaların sadece mevcut teknolojiyi teknoloji transferi ile edinmesi değil; bu teknolojileri geliştirerek ve ürünlerini farklılaştırarak küresel piyasalarda yer alması gerekmektedir. Bunun farkındalığına varan özel sektörde Ar-Ge ve yenileşim çabaları kendini göstermiş, Ar-Ge birimleri kurulmaya başlanmış; verimlilik ve süreç geliştirme ön plana çıkmıştır. Elbette, sermaye birikimi görece az olan ülkemizde bu süreçlerin finansmanı da 50 Mimar ve Mühendis
önem kazanmıştır. Bu kapsamda gerçekleştirilen ilk çaba ise, 1990 yılında Türkiye'deki küçük ve orta ölçekli işletmelerin ekonomideki rolünü ve etkinliğini artırmak, rekabet güçlerini artırmak ve sanayide entegrasyonu ekonomik gelişmelere uygun biçimde gerçekleştirmek amacıyla KOSGEB'in kuruluşu ve ardından 1991 yılında T.C Hükümeti ile Dünya Bankası arasında imzalanan anlaşma gereğince Hazine Müsteşarlığı aracılığıyla gerçekleştirilen bir Dünya Bankası projesi olan Teknoloji Geliştirme Projesinin uygulanmasıdır. Bu aşamada Hazine Müsteşarlığı ve TÜBİTAK öncülüğünde kamu ve özel sektör işbirliği ile TTGV kurulmuştur. TTGV ve KOSGEB'in kurulması ile ülkemizde ilk defa özel sektörün Ar-Ge projelerine finansal destek sağlanmaya başlanmıştır. İleride ulusal yenileşim sisteminde sunulacak destekler ve gündeme gelecek konularla ilgili olarak öncü modeller üretilmiştir. 1993 yılında Türkiye Bilim ve Teknoloji Politikası yenilenmiştir. 1995 yılında TÜBİTAK TİDEB’i (bugünkü adıyla TEYDEB) kurarak proje bazında sağlanan destek uygulamasına hibe destekli ek bir model geliştirmiştir. 1980-1993 arasında ekonomi politikaları ithal ikamecilikten ihracat odaklılığa doğru dönüşmüştür. İhracat yapabilmenin ise olmazsa olmazı Ar-Ge ve yenileşim olarak ön plana çıkmış, 1995 yılında İhracatın Teşviki Kanununa dayalı olarak çıkarılan İhracata Yönelik Devlet Yardımları Kararı çerçevesinde, ürün geliştirme projelerine sermaye desteği TÜBİTAK ve TTGV aracılığıyla sağlanmaya başlanmıştır. Türkiye yavaş yavaş teknoloji transferi ile üretim geleneğinden “Kendi teknolojimi nasıl geliştirebilirim?” sorusunu sorar hale gelmeye başlamıştır. Özellikle 2000’li yılların başına kadar geçen dönem Türk özel sektöründe kalite ve verimlilik kavramlarının içselleştirilmesi, Ar-Ge ve proje kültürüne adapte olunması süreçlerini kapsamıştır. Devletin sağladığı kaynaklarla desteklenen özel sektörün proje sayısı gitgide
2002’den sonra düşen enflasyon ve sağlanan makroekonomik stabilite ile teknolojiye ve sanayiye daha çok yatırım yapılmasını sağlamıştır. İstikrar özel sektörün ihracat performansına da olumlu yansımıştır.
artarken firmalarda Ar-Ge ve yenileşim kültürü oluşmaya başlamıştır. Firmalar artık “Neden Ar-Ge ve yenileşime yatırım yapmalıyım?” sorusuna cevap verebilir hale gelmiş; verilen teşviklerle de bu teşebbüslerini fonlama imkanı bulmaya başlamışlardır. Vizyon 2023 ve bilim stratejisi dökümanları ile Türkiye’nin en kapsamlı bilim ve teknoloji politikaları yapılmıştır. 2000’li yılların başından itibaren hem destek sağlayan kuruluşlar artmaya başlamış hem de gitgide daha çok kaynak TÜBİTAK, KOSGEB ve TTGV gibi kuruluşlar aracılığı ile uygulanmıştır. Sonraki yıllarda da uluslararası rekabetçilik konusunda Dış Ticaret Müsteşarlığı ve sonrasında Ekonomi Bakanlığı; Ar-Ge, teknoloji ve girişimcilik konusunda ise Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı çatısı altında farklı model ve programlarla özel sektöre ve girişimcilere yönelik destekler sağlanır olmuştur. Bu çabalar ve oluşumlar sonucunda; 1991 senesinde özel sektörün Ar-Ge harcaması içindeki payı yüzde 19’lar seviyesindeyken günümüzde bu rakam yüzde 44’e kadar yükselmiştir. Ayrıca uygulanan vergi teşvikleri, çıkarılan teknoparklar yasası ve kurulan teknoparklar, üniversite sayılarının artması gibi birçok gelişme Ulusal Yenileşim Sistemi’nin kurulumunun tamamlanmasını sağlamıştır. Kurumlar arası eşgüdüm tüm sistemlerde olduğu gibi sorgulanabilir fakat kurumsal sisteme bakıldığında Türkiye’de Ulusal Yenileşim Sistemi’nin olması gereken elemanlarının varolduğu söylenebilir. 2002’den sonra düşen enflasyon ve sağlanan makro-ekonomik stabilite ile teknolojiye ve sanayiye daha çok yatırım yapılmasını sağlamıştır. İstikrar özel sektörün ihracat performansına da olumlu yansımıştır. Tekstil ve otomotiv gibi sektörlerde Türkiye, verimli ve kaliteli üretim yapan önemli bir merkez haline gelmiştir. Sanayimiz gitgide dışarıyla olan etkileşimini ve işbirliklerini artırmıştır. Türkiye Dünya Bankası’nın rekabetçilik endeksinde 60’lı sıralarda yer alsa da Türkiye’nin Ar-Ge ve yenileşim konusunda başladığı noktaya göre
ciddi mesafe kaydettiği söylenebilir. Sonuç olarak, yenilik sistemimizin Türkiye’yi, Cumhuriyetin 100'üncü yılına taşıyacak şekilde geliştirilmesi sürecinde mevcut mevzuat sistemimiz içerisinde birtakım yeniliklere ihtiyaç var. Bu anlamda yapılabilir olanın değil, uluslararası şartların gerektirdiğinin gerekirse mevzuat düzenlemesi ile yapılması temel hedefimiz olmalıdır. Bugün farklı kamu kurumlarında Ar-Ge ve yenileşim politika tasarım ve yönetim yetkinliği hızla gelişmektedir. Bu sayede, sektör ve bölgelere yönelik somut hedeflerin tanımlandığı ve bileşenlerinin farklı kurumlar tarafından koordinasyon içerisinde uygulanabileceği karmaşık program tasarımları öngören politika ve programlar gündeme gelmektedir. Bu süreçte kamu desteğinin yaygın etkisi kadar, sağlanan desteğin azami katma değer oluşturacak şekilde etkin işletilmesi de gündeme gelecektir. Yeni nesil politikalar, yenileşim sisteminde tüm sektörlerdeki paydaşların daha etkin ve koordineli faaliyetlerini gerektirecektir. Bununla birlikte tüm gelişmeleri analiz edecek olursak; yakın geçmişte yaşanan kriz, yeni verimlilik sınırlarını zorlamaya ve somut katma değer yaratamaya odaklı bir dönemin habercisi. Son 50 yıllık dönemi bilişim girişimi dönemi, gelecek 20 yıl ise somutluklar dönemi olacak. Bu dönemde bütün bu 50 yıllık bilişim girişimi birikiminin gerçek hayat alanlarına taşınmasını yaşayacağız, yenileşim ve teknoloji gerçek yaşamın içine gömülecek, yeni verimlilik ve kolaylık katmanları oluşturulacak. Bu dönemde gerçek hayatın içindeki alanlarda bilişimi, dijital ve mobil teknolojileri, biraraya getiren uygulamalarla dijital sınırlar zorlanacak, bu katmanlar kişiselleştirme tabanının üzerine oturacak. Eskiden sistemlerin arz tarafı olduğu dönemlerde neredeyse boşlukta mucize yaratmaya çalışılıyordu, bu dönemde ise ülkelerin uluslararası rekabet gücünü, çoklu alan takım oyunu, bilimsel ve yenileşimci işbirliği, yaratıcı yüksek katma değeri talebin merkezine gömme becerileri belirleyecek. Kasım - Aralık 2013 51
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Tülay ALPAY Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Türk Dili Okutmanı
KÜLTÜREL İNOVASYONUN ÖNÜNDEKİ ENGELLER
İ
Her insan grubunun kendine özgü bir kültürü vardır. Bunlardan bir bölümü kendi kültürümüzden çok farklıdır ve bizim alışkın olduğumuz kavramsal çerçeveye başvurularak anlaşılmaları olanak dışıdır. Buradan çıkarılacak sonuç, başka kültürleri kendi ölçütlerimize göre yargılamamak
gerektiğidir. Kültürel görecelik adı verilen ilkeyi sürekli olarak aklımızda tutmak zorundayız. Bu ilkeye göre herhangi bir kültürdeki insan davranışı yalnızca o kültürün temel sayıltıları ve değerler dizgesi çerçevesinden anlaşılabilir ya da tartışılabilir.
nsanlar belirli düşünme, duyma ve muamele etme modelleri nedeniyle bir "zihni programa" sahiptir. Zihni programın kaynakları, bireyin yetiştiği toplumsal çevre ve elde edilen yaşam deneyimlerinden oluşmaktadır. Kültür, bir grubun ya da insan kategorisinin üyelerini birbirinden ayıran kolektif zihni bir yazılımdır ve insanların dünyayı nasıl algılayacaklarını, nasıl davranacaklarını gösteren "seçici bir perde" gibi çalışır. Her kültürün, üyelerinden beklediği davranış kalıpları vardır. Ancak, bu bireylerden beklenen davranış kalıpları kültürden kültüre değişmektedir. Örneğin Türk kültürü gibi kollektif bir kültürde anne ve babanın çocuğundan beklediği "evlat" rolüne ilişkin davranışlarla, Amerikan kültürü gibi bireyci bir kültürde aynı rolden beklenilen davranışlar aynı değildir. Kültürlerarası iletişimi etkileyen faktörlerden biri olarak etnomerkezcilik, bireyin kendi kültürünü dünyanın merkezine yerleştirerek, diğerlerinin hareket ve davranışlarını kendi kültürel değerlerine ve normlarına göre değerlendirmesi anlamına gelir. Bu bağlamda bireyin kendi kültüründe yaptığı her şey doğru, diğerlerinin yaptığı her şey yanlış olarak kabul edilir. Hiçbir iletişim sürecinin, tarafların birbirleri hakkında önbilgiye, izlenime ya da düşünceye sahip olmadan, sıfır noktasından başlaması ve devam etmesi mümkün değildir. Yani iletişim sürecine katılan taraflar, birbirleri hakkında rastlantısal ya da deneyime dayalı olarak elde ettikleri bilgilerin ve izlenimlerin etkisi altında etkileşime girer. Bu izlenimler, karşı tarafa nasıl yaklaşılacağını, davranışların yönünü ve beklentilerini etkileyerek iletişim sürecini olumlu ya da olumsuz şekilde etkilemektedir. Kalıp düşünceler ve önyargılar, grupların etkileşime girmek istemedikleri durumlarda birbirleri hakkındaki bilgi boşluğunu doldururken, grup üyelerinin
bireysel farklılıklarının göz ardı edilmesine ve iletişim sürecinde çeşitli problemler yaşanmasına neden olur. Önyargı çoğunlukla din, cinsiyet, milliyet gibi sosyal gruplara yönelik olarak geliştirilen tutumdur. Önyargılı düşüncenin sonuçları, günlük hayatta kişilerarası çatışmalardan, cinsiyet ve etnik ayrımcılığa ve hatta katliamlara kadar uzanabilir. Önyargılar zamanla insanın gündelik yaşamının bir parçası haline gelir. Çok masum bir şekilde sarf edilen cümleler, zihinlere yerleşen önyargılı düşüncenin uzantısı olabilir. Örneğin bazı atasözleri önyargılı düşünceyi yansıtır. Bunlar küçük yaşta ailede, sonra okulda ve hayat boyu çeşitli kitle iletişim araçlarıyla pekiştirilir, zihinlere yerleşir ve doğal bir hale gelir. Belli bir etnik gruba yönelik önyargı da benzer şekilde zihinlere yerleşir. İnsanlar sosyal dünyayı algılarken birtakım kategoriler oluşturur. Genellikle de “biz” ve “onlar” şeklinde bir ayrıma giderek sosyal kategorizasyonda bulunurlar. Sosyal kategorizasyon çok boyutludur ve önyargılı düşüncenin ilk basamağını oluşturur.Kategorizasyon yoluyla zihinde birtakım şemalar belirginleşir ve şemalardan yola çıkarak yargılara varılır ki buna kalıpyargı (stereotype) denir. Kalıpyargıya da dayanarak önyargılı düşünce oluşur. Kültür, bir toplumun değerlerini, inançlarını, normlarını rol ve tutumlarını biçimlendirirken, o toplumun üyelerinin neyi, nasıl algılayacağını belirleyerek kendi dünyalarını biçimlendirmelerini de sağlar. Her kültür birbirinden farklı özelliklere sahip olduğu için bireyin sosyalleşme sürecinde öğrendiği kategoriler de birbirinden farklıdır. Aynı kültürün içinde yetişen bireylerin kategorileri benzer olacağı için, bir davranış ya da olaya verecekleri anlam ve beklentileri benzer olurken; farklı kültürde yetişen bireylerin anlamlandırmaları ve beklentileri de farklı olacaktır.
52 Mimar ve Mühendis
Her bireyin sosyo – ekonomik, kültürel özellikleri, deneyimleri farklı olduğundan zihinsel şemaları da biribirinden ayrıdır. Eğer bireylerin zihninde göstergeleri içine yerleştirecek bir şema yoksa, o işaret algılanmaz ya da anlaşılmaz. Bireyin kendi deneyimlerini ve çevreden aldığı bilgileri sınıflandırması sonucunda oluşturduğu şemalar, kişilere, durumlara ve olaylara karşı beklentiler oluşturur. İnsanlar, genellikle şemalarını değiştirmek yerine, yeni enformasyonu şemalarına uydurma yolunu tercih eder. Böylece yaşayacakları çelişkiyi ve çelişkiden doğacak gerilimi azaltmaya çalışırlar. Dolayısıyla iletişim sürecine katılan tarafların zihninde varolan farklı şemalar; farklı algılamayı, anlamayı ve yorumlamayı da beraberinde getirir ve tarafların iletişim sürecinden beklentilerini, buna bağlı olarak da karşı tarafa nasıl davranacaklarını belirler. Kalıp düşünce ya da stereotip, sosyal bilimlerde, "bir toplumsal gruba ilişkin inançlar; insanları birtakım türlere, tiplere bölmeyi ifade eden zihinsel yapılar; çevreyi anlama sürecinde karar vermeyi kolaylaştırma işlevine sahip merkezi, kemikleşmiş, şematik, büyük ölçüde yanlış bilişsel formlar" olarak tarif edilir. "Kafamızın içindeki resimler" olarak tarif edilen kalıp düşüncelerin temeli gerçek dünyadan alınan bilgilerle oluşmaz. Çünkü, gerçek dünya çok büyük ve çok karmaşıktır. Bu nedenle insanlar, kendileri ve kültürleri tarafından biçimlendirilmiş resimler yapar ve bu resimler aracılığıyla hareket eder. Dünyayı temsil etmenin kısmi ve yetersiz bir yolu olan stereotipler, bireyin kendi konumunu meşrulaştıran savunmalar olmalarının yanısıra, objektif ve dengeli muhakemeyi engelleyen kör noktalar olarak da kabul edilir . Kalıp düşünceler, özellikle bilgileri ve yeni durumları hızla sınıflandırmaya yarayan basitleştirme ve genellemeler olduğu için; bir konu, durum, olay ya da kişi hakkında yanlış sonuçlara varmaya neden olabilir. Kalıp düşünceler peşin hükümlerdir ve bu hükümler tecrübe ve bilgilerden ilham almaksızın, belli kişi veya eşyaya karşı takınılan olumlu ya da olumsuz tutumlardır. Sosyal psikolojin en eski konularından biri olan kalıp düşünceler, özellikle toplumsal barış ve çatışma ile yakından ilişkili olduğu için önemli bir inceleme alanı olmuş ve çeşitli araştırmalar yapılmıştır. İlk defa ABD’de başlayan bu çalışmaların yapılmasının nedeni, ABD’nin farklı kültürlerin birarada bulunduğu ve kaynaştığı bir alan olarak görülmesidir. Bu araştırmalarda, farklı grupların birbirlerine ilişkin görüşleri belirlenerek olumsuz görüşlerin değiştirilmesi hedeflenmiştir. Günlük yaşantımızda sıkça kullandığımız önyargı terimi, bir gruba karşı yöneltilen negatif duygu ve tutumlardır. Herhangi bir gruptan bir kişiye, sadece o gruba ait olması nedeniyle gösterilen muhalif ya da düşmanca tutumlar olarak tanımlanan önyargılar, kategorik düşünmenin ve stereotiplerin yani, aşırı genellemelerin sonucudur. Önyargılar, yan tutma ve acelecilikten kaynaklanır; içinde peşin hükümler barındırır. Önyargı (veya hoşgörüsüzlük), hissedilebilir ve açığa vurulabilir bir şeydir. Bir grubun tamamına veya bir şahsın doğrudan kendisine yöneltilebilir. Çünkü o şahıs, artık bir grubun üyesi olarak algılanmaktadır.Önyargıda diğer insanları grup aidiyetlerine göre değerlendirici bir tutum söz konusudur. Belirli bir dış grup hakkındaki olumsuz dogmatik kanaatleri içerdikleri için, önyargılarda muhakeme etmeden bir konum alış söz konusudur. Eğer önyargılar davranışa dönüşür ise artık bunun adı dışlama (discrimination)dır. Önyargı bir tutum, dışlama ise bir davranıştır. Önyargı akıl öncesi, rasyonel bir teste tabi tutmadan yaptığımız bir tercih olduğundan, sezgiler ve içgüdüler ile belirlenir. Aslında kişinin
Kalıp düşünce ya da stereotip, sosyal bilimlerde, "bir toplumsal gruba ilişkin inançlar; insanları bir takım türlere, tiplere bölmeyi ifade eden zihinsel yapılar; çevreyi anlama sürecinde karar vermeyi kolaylaştırma işlevine sahip merkezi, kemikleşmiş, şematik, büyük ölçüde yanlış bilişsel formlar " olarak tarif edilir. "Kafamızın içindeki resimler" olarak tarif edilen kalıp düşüncelerin temeli gerçek dünyadan alınan bilgilerle oluşmaz. önyargılı tutumu, kendinin de farkında olmadığı bir gereksinmeyi karşılamaktadır. Bu gereksinme, yıpranmış olan egosunutamir etmek ve yükseltmektir. Önyargılı kişiler, diğer insanlara hazır klişeler,katı ve kapalı kanaatlerle bakar. Bir değerlendirme olarak yargılar ve önyargılar birbirinden farklıdır. Yargı gerçeğe dayanır. Oysa önyargı, gerçek belli olmadan ortaya çıkar. Önyargılar sempati ve antipati olarak ortaya çıkan tutumlardır. Bu yüzden bazı toplumbilimciler stereotipi, "tutum ile önyargının birleşimi" olarak görmektedir. Örneğin, tüm kapitalistler sömürücüdür stereotipinde bir sınıfa karşı antipatinin neden olduğu tutum, yine aynı sınıfa karşı olan önyargı ile birleşmektedir. İsmi önyargı ile birlikte anılan bir başka kavram da diskiriminasyon (discrimination: dışlama, ayrı muamele etme) terimidir. Diskriminasyon ise önyargının davranışta ifade edilmesi olarak tanımlanan önemli bir kavramdır Bir grubun üyelerine karşı, başka bir grubun üyelerine kıyasla daha farklı davranmayı içeren özel bir davranıştır. Sırf belli bir gruba üyeliklerinden dolayı diğer insanları kabul ediş veya reddediş anlamına gelen bir davranıştır. Yalnızca diğer insanların grup üyeliği hakkında temellenen haksız yargılardan ibaret olan diskriminasyon, genellikle önyargı (ırk, soy veya diğer gruplarla ilgili) ile ilişkilidir. Önyargı bir tutum (belirli bir grup karşısında lehte veya aleyhte davranma eğilimi); diskriminasyon (ayrı muamele etme/ayrımcılık) ise bir davranıştır. Diskriminasyon, bir dışgrubun içguruba yaklaşmasını Kasım - Aralık 2013 53
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Kalıp düşünce ve önyargılar, kategorik düşüncenin ve şemaların sonucu olarak ortaya çıktığı için tamamen ortadan kalkması mümkün değildir. Bu nedenle mantık, önyargıları azaltmada başarısız olur. Ancak etkisini en aza indirmek toplumsal gerginliği azaltır, insanların etkin bir iletişim sürecine girmesini, birbirlerini tanımasını ve toplumsal hoşgörüyü sağlayabilir. imkansız kılacak şekilde mesafeli tutulması ve bunun az çok formel olarak kurumsallaştırılmasıdır. Bir grubun üyeleri farklı grupları, farklı sosyal mesafelere yerleştirebilir. Bazı gruplar "evlilikle yakın akrabalığa" kabul edilir. Bazıları ise "yakın arkadaşlar" ya da "komşular" olarak dahi kabul edilmez ve "ülkemde çalışma"nın içerdiği mesafede tutulur. Bazıları ise daha da uzak görülür ülkeye dahi kabul edilmez. Bunun en önemli örneklerinden biri, ABD'de 1930'larda zencilerin ve Çinlilerin lokantalara alınmayışıdır. Bu farklı muamelerin nedeni Uzak Doğululara karşı ırkçı ve ayırımcı önyargıdır. Bu örnek bir yana, 1990'lı yılların başında bütün insanlık, Bosna'da ayrımcılık ve önyargının nasıl bir soykırıma dönüştüğünü izlemiştir. Bu nedenle önyargı ve diskriminasyon insan hakları ihlalleri ve soykırıma varabilecek tehlikeli bir süreci içermektedir. Ortaya koydukları program ve telkin ettikleri öğretiyle bazı kitle hareketleri, aşırılığı, gayreti, parlak umutları ve hoşgörüsüzlüğü körükleyebilmektedir. Nitekim bugün dünyanın büyük bir bölümünde gruplararası çatışma ve düşmanlık vardır. Mesela; Amerika Birleşik Devletleri’nde siyah-beyaz, Irak’ta ve diğer Arap ülkelerinde Sünnî ve Şiî Müslümanların çatışmaları bunun örnekleridir. Bütün bu çatışmaların oluşmasında tarihi, sosyo-ekonomik, kültürel, siyasî duruma ait etmenler, psikolojik faktörler ve insan zihninin şematik yapısı rol oynamaktadır. Kalıp düşünce ve önyargılar, kategorik düşüncenin ve şemaların sonucu olarak ortaya çıktığı için tamamen ortadan kalkması mümkün değildir. Bu nedenle mantık, önyargıları azaltmada başarısız olur. Ancak etkisini en aza indirmek toplumsal gerginliği azaltır, insanların etkin bir iletişim sürecine girmesini, birbirlerini tanımasını ve toplumsal hoşgörüyü sağlayabilir. Kalıp düşüncelerin değişmesini sağlayacak üç model vardır. Bunlardan 54 Mimar ve Mühendis
biri ‘defter tutma’ modelidir. Bu modele göre kalıp düşünceyle çelişen bilgiler birikerek, kalıp düşünceyi yavaş yavaş değiştirir. İkinci model, kalıp düşünceyle çelişen önemli ve çarpıcı bir örneğin, kalıp düşünceyi değiştireceğinin ifade edildiği ‘değişme modeli’dir. ‘Alt kategori oluşturma modeli’, kalıp düşüncelerin nasıl değişeceğini açıklayan üçüncü modeldir ve kalıp düşünceyle çelişen bilgilerin alt kategoriler oluşturacağını ve kalıp düşüncenin değişebileceğini ifade eder. Kalıp düşünceyle çelişen bir bilgi, bireyin düşünceleri hakkında şüpheye düşmesine neden olur. Böylece tutum ve düşünceleri hakkında şüpheye düşen birey, yeni bilgileri değerlendirmeye alarak tutumlarını değiştirebilir. Kalıp düşüncelerin değişmesinde etkili olacak faktörlerden biri de gruplararası temastır. Temas hipotezi, hasım grupların birbirleri hakkında gerçekçi olmayan şekilde olumsuz beklentiler oluşturdukları ve birbirleriyle temastan kaçındıkları; eğer birbirleriyle temas kurarlarsa, aralarındaki ilişkinin iyileşeceği şeklindeki hipoteze dayanır. Ancak temasın olumlu etki yapması için bazı şartlar gerekmektedir. Temas, etkileşimden ziyade işbirliği gerektiren birliktelikleri ve gündelik etkinlikleri içermelidir. Bütünleşme, resmi ve kurumsal destek çerçevesi içinde olmalıdır. Temasta bulunan kişiler, gruplar eşit statüde olmalıdır. Eşit olmayan statülerin stereotipleri doğrulaması ve önyargıları güçlendirmesi söz konusudur. Gruplararasındaki sürtüşmenin ve kalıp düşüncelerin etkilerinin azaltılmasında gruplararası temas etkilidir ancak; bu temasın tek başına çatışmayı azaltıcı etkisi olmadığıda tespit edilmiştir. Sürtüşme içindeki gruplar, bir grubun tek başına ulaşamayacağı üst amaçları içeren koşullarda temasa geçerlerse, bu amaç için işbirliği yapacakları ve bu durumun gerginliği azaltacağı hipotezi de test edilmiştir. Kalıp düşünceleri ve önyargıları değiştirmenin etkili yollarından biri de hakkında olumsuz düşünce ve duygu geliştirilen kişilerin bulunduğu ortamlarda belirli bir zaman geçirerek, onları ve bulundukları ortamı tanımaktır. Gruplar arasındaki düşmanca duygular, bir çıkar çatışmasından çok, kişi ve grupların birbirleri hakkındaki yanlış inançlarına bağlıdır ve bu inançların nedeni birbirlerini yeterince tanımamalarıdır. Bu nedenle, yanlış bilgilenmeye ve boş inançlara dayanan önyargılı tutumlar geliştirmiş bulunan kişi, grup ve ulusların, açık bir diyalog ortamında, karşılıklı konuşarak anlaşmazlıkları gidermeleri ve birbirlerini tanımaları, olumlu düşüncelerin gelişmesini sağlayabilir.
KAYNAKlar Allport, Gordon Willard(1954). The Nature of Prejudice, New York: Addison Wesley. Wells, Calvin (1984). İnsan ve Dünyası, çev. Bozkurt Güvenç, İstanbul: Remzi Kitabevi. Kartarı, Asker (2001). Farklılıklarla Yaşamak, Ankara: Ürün Yayınları. Harlak, Hacer (2000). Önyargılar, Ankara: Sistem Yayıncılık. Hinton Perry (2000). Stereotypes, Cognition and Culture, Piledephia: Pshology Pres. Hortaçsu, Nuran (1998). Grup İçi ve Gruplararası Süreçler, Ankara: İmge Kitabevi. Bilgin, Nuri ( 1996). İnsan İlişkileri ve Kimlik, Sistem Yay., İstanbul. Gürses, İbrahim ( 2005). Önyargının Nedenleri, U. Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. 14, sy., 1.Coşgun, Şengül (2004 ). Kültürlerarası İletişim Sürecinde Kalıp Düşüncelerin ve Önyargıların Rolü: "Antalya'da Yaşayan Güneydoğulular ile Antalya Yerlileri Arasındaki Kalıp Düşünceler ve Önyargılar", Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Radyo Televizyon Sinema Anabilim Dalı, Ankara. Gürel, NilKişilik Psikolojisi(2011).Önyargının Psikolojisive Kamuoyu: Gordon Allportve WalterLippmann'ınGörüşleri Çeçevesinde Bir Değerlendirme,Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Ankara.
Kas覺m - Aral覺k 2013 55
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Dilşad ERKEK Güney Ege Kalkınma Ajansı
TÜRKİYE’DE AR-GE ve İNOVASYON
2
Türkiye; modern sanayi, ticaret ve geleneksel tarım sektörlerinin karışımından oluşan dinamik bir ekonomiye sahiptir. En
büyük endüstriyel sektör tekstil ve giyimdir. Bu sektörler endüstriyel istihdamın üçte birini kapsamaktadır.
006 yılında Türkiye gayri safi millî harcamalarının yüzde 0.76’sını Ar-Ge üzerine yapmıştır. 2006 yılında hükümetin Ar-Ge harcamalarının yüzde 37 artış göstermesine rağmen şirketlerin Ar-Ge çalışmaları GSMH’nin sadece yüzde 0.28’ini oluşturmaktadır. Türkiye’nin ilk ve orta öğretim performansı diğer ülkelerle karşılaştırıldığında ortalamanın altında kalmasına rağmen bilim ve mühendislik eğitimine sahip küçük fakat yüksek kaliteli bir nüfus bulunmaktadır. Bu küçük grup genellikle yüksek eğitim sektöründe çalışmaktadır. 1999 yılında 58 bin olan araştırmacı sayısı 2006 yılında 90 bine kadar yükselmiştir. Fakat halen AB ortalamasının altında kalmaktadır. Türk hükümetinin “9. Kalkınma Plan”ı Ar-Ge ve inovasyon harcamalarını; araştırma için sanayi ve bilim işbirliğinin geliştirilmesini; Ar-Ge ve inovasyon odaklı kümelenmelerin oluşturulmasını desteklemektedir. ‘Ulusal Bilim, Teknoloji ve İnovasyon Stratejisi 2013’ için iki ana hedef belirlenmiştir:
Araştırma yoğunluğunu yüzde 2’ye çıkarmak ve araştırmacı sayısını 150 bine yükseltmek. ‘Bilim ve Teknoloji Stratejisi Eylem Planı (2005-10)’ ulusal bilim, teknoloji ve inovasyon sisteminin asıl hedef ve planlarını hayata geçirmeyi başarmıştır. ‘KOBİ Strateji ve Eylem Planı (2007-09)’ KOBİ’lerin bilgi ve bilime küresel kaynaklardan erişim kapasitesi ve bu bilgileri Türk üniversiteleri ile işbirliği içinde gerçekleştirmesini izlemek için belirlenen performans ölçütlerini içermektedir. Şekil 13’te görüldüğü üzere Türkiye OECD ülkelerinin ortalamalarına göre bilim ve teknoloji göstergeleri açısından geri kalmıştır. Özellikle Ar-Ge harcamaları, bilimsel makale sayısı, araştırmacı sayısı, üçlü patent sayısı gibi göstergeler Türkiye’nin bilim ve teknoloji açığının kanıtıdır. Bunun yanı sıra Türkiye fen ve mühendislik alanlarındaki mezun sayısı ile özel sektörün Ar-Ge yatırımları ile göz doldurmaktadır.
Türkiye Ortalama
Toplam istihdamda üniversite mezunu
Ar-Ge harcamaların GSY Harcamaları içindeki payı Şirketlerin Ar-Ge harcamalarının GSYH içindeki sayı (%)
Tüm yeni mezunlar içinde Fen ve Mühendislik mezunları yüzdesi
Sanayi finanseli GSY harcamalarının GSYH içindeki payı (%)
Toplam istihdamda her bin kişi başına düşen araştırmacı sayısı
Her 1 milyon nüfus başına düşen üçlü patent sayısı
Yurk dışında sağlanan GSY harcamaları (%)
Her 1 milyon nüfus başına düşen bilimsel makale sayısı
Yabancı ortakla alınan patent sayısı
Patentlerin Ortalama Yıllık Büyüme Oranı (1995-2005)
Özel sektörün üniversite ve hükümet ortaklığında Ar-Ge yatırımları
Şekil 13. Türkiye'nin 2008 yılına ait bilim ve teknoloji profili, OECD, (11) 56 Mimar ve Mühendis
Türkiye’de Ar-Ge’nin büyük bir kısmının üniversiteler tarafından gerçekleştirildiği görülmektedir. Bu oran diğer ülkelerle karşılaştırıldığında da yüksek kalmaktadır. Diğer ülkelerde özel teşebbüslerin Ar-Ge çalışmaları başı çekmektedir. Bunun dışında kâr amacı
%
Özel Teşebbüs Yüksek Öğrenim Kar Amacı Gütmeyen
Hükümet
gütmeyen kurumların Ar-Ge çalışmaları da büyük katkı yaratırken Türkiye’de kâr amacı gütmeyen kuruluşların herhangi bir Ar-Ge çalışması olmadığı görülmektedir.
Yunanistan’daki firmaların %20’si yeni ürün inovasyonu yapmaktadır. Türkiye’de ise firmaların yaklaşık % 18’i yeni ürün inovasyonu ile pazardaki rekabetçiliğini sürdürmeye çalışmaktadır.
100 90 80 70 60 50
% 25
40 30
20
20 10
15
0
Turkey
EU27
OECD
StatLink http://dx.doi.org/10.1787/454085566486
Şekil 14. Sektör performanslarına göre Ar-Ge, 2006, (11)
10 5
Gr
ee Ire ce Ge land rm an Tu y N r Cz eth key ec erl M h a ex Re nd ico pu s (2 bli 00 c 6Po 07) rtu ga l Ita ly
0
Şekil 15. Yeni ürün inovasyonu yapan şirketlerin ülkelerdeki yüzdesi, 2004-06, OECD, (11) 2009 yılında TÜİK tarafından yayınlanan Ar-Ge Faaliyetleri Araştırması’na göre kamu kuruluşları, vakıf üniversiteleri ve ticari sektördeki anket sonuçları ile devlet üniversitelerinin bütçe ve personel dökümlerine dayalı olarak Türkiye’de gayri safi millî Ar-Ge Harcaması 2009 yılında bir önceki yıla göre yüzde 17,3 artarak 8,087 milyon TL olarak hesaplanmıştır. Türkiye’de Gayri Safi Millî Ar-Ge harcamasının GSYH içindeki payı yüzde 8,5’tir. Bu oran 2008 yılında yüzde 7,3’tür. Ar-Ge harcamaları, finanse eden kesimler itibarıyla incelendiğinde; harcamaların yüzde 41,0’ı ticari kesim, yüzde 34,0’ı kamu kesimi, yüzde 20,3’ü yükseköğretim kesimi, yüzde 3,7’si millî
diğer kaynaklar ve yüzde 1,1’i yurtdışı kaynaklar tarafından karşılanmıştır. 2009 yılında Tam Zaman Eşdeğeri (TZE) cinsinden toplam 73 bin 521 kişi Ar-Ge personeli olarak çalışmıştır. Bir önceki yıla göre TZE cinsinden Ar-Ge personel sayısındaki artış yüzde 9,3’tür. Sektörler itibarı ile dağılıma bakıldığında, TZE cinsinden toplam Ar-Ge personelinin 2009 yılında yüzde 42,8’i ticari kesimde, yüzde 42,2’si yükseköğretim kesiminde ve yüzde 15,0’ı kamu kesiminde bulunmaktadır (16). Şekil 16’da görüldüğü üzere 2009 yılında gerçekleşen Ar-Ge harcamalarının yaklaşık yüzde 45,4’ü yükseköğrenim kurumları tarafından gerçekleştirilmiştir. En az kamu kurumlarının Ar-Ge harcaması yaptığı görülmektedir. Kasım - Aralık 2013 57
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ 2009 verilerine göre yapılan Ar- Ge harcamalarının en büyük payı personel istihdamı için harcanmaktadır. Bunu diğer cari harcamalar izlerken payı bulunan diğer iki kalem ise makine teçhizat ile sabit tesistir.
% 40.0
% 47.4
% 12.6 % 11,4
Ticari
Personel
% 3,9
Diğer cari Makine teçhizat
Yüksek öğretim
Kamu
% 49,5
Şekil 16. Sektörlere göre GSY Ar-Ge harcama dağılımı, 2009, TÜİK, (16)
Sabit tesis
% 49,5
Şekil 17. Harcama gruplarına göre GSY Ar-Ge harcama dağılımı, 2009,TÜİK, (16)
1995-1997 Teknolojik yenilik yapan işyerleri
Şirket Büyüklüğü (İşçi Sayısı)
Toplam 10-19 20-49 50-99 100-249 250-499 500-999 1000+
100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0
24,6 17,2 21,0 29,0 32,9 39,3 39,9 59,6
1998-2000
Teknolojik yenilik yapmayan işyerleri
75,4 82,8 79,0 71,0 67,1 60,7 60,1 40,4
Teknolojik yenilik yapan işyerleri
29,4 21,5 28,4 34,0 34,5 40,0 38,2 58,7
Teknolojik yenilik yapmayan işyerleri
70,6 78,5 71,6 66,0 65,5 60,0 61,8 41,3
Tablo 1. 1995-1997 ve 1998-2000 yılları arasında şirket büyüklüğüne göre teknolojik yenilik yapan ve yapmayan şirketlerin oranı (%), TÜİK
Tablo 1’e göre 1995 ve 2000 yılları arasında teknolojik yenilik yapan şirketlerin sayısında artış olduğu gözlenmektedir. 1998-2000 yılları arasında Türkiye’de ve dünyada yaşanan ekonomik ve siyasi krizlere 58 Mimar ve Mühendis
rağmen inovasyonun artan bir ivme çizmesi dikkat çekmektedir. Bu tabloda dikkat çeken ikinci bir husus ise şirket büyüklüğü arttıkça firmaların inovasyon yapma oranının artmasıdır.
Sektör
2002-2004 Teknolojik yenilik yapan
Madencilik ve Taş 34,58 Ocakçılığı İmalat Sanayi
34,80
Elektrik Gaz ve Su 24,53
2004-2006
2006-2008
Teknolojik yenilik yapmayan
Teknolojik yenilik yapan
Teknolojik yenilik yapmayan
Teknolojik yenilik yapan
Teknolojik yenilik yapmayan
65,42
25,1
74,9
22,7
77,3
65,20
35,7
64,3
34,7
65,3
75,47
27,5
72,5
17,8
82,2
Tablo 2. 2002-2004, 2004-2006 ve 2006-2008 yılları arasında sanayi dallarına göre teknolojik yenilik yapan ve yapmayan şirketlerin oranı (%), TÜİK
Türkiye Ar-Ge çalışmalarında birçok dünya ülkesini geriden takip etmektedir. Fakat son yıllarda gerçekleştirilen vergi indirimleri, teşvikler, 9. Kalkınma Planı doğrultusunda gerçekleştirilen eylemlerle küresel gidişatı yakalamaya ve rekabet edebilirliğini korumaya çalışmaktadır. Buna bağlı olarak üniversite ve sanayi işbirlikleri geliştirilmektedir. 2000 yılından sonra ise sanayi dallarında inovasyonun sürekli bir düşüş gösterdiği gözlenmektedir. İmalat sanayinde inovasyondaki azalış çok fark edilmese de Türkiye’de inovasyonun durumunu gözler önüne sermektedir. Türkiye Ar-Ge çalışmalarında birçok dünya ülkesini geriden takip etmektedir. Fakat son yıllarda gerçekleştirilen vergi indirimleri, teşvikler, 9. Kalkınma Planı doğrultusunda gerçekleştirilen eylemlerle küresel gidişatı yakalamaya ve rekabet edebilirliğini korumaya çalışmaktadır. Buna bağlı olarak üniversite ve sanayi işbirlikleri geliştirilmektedir. GENEL DEĞERLENDİRME ve ÖNERİLER 1) Ülke ekonomilerinde yapısal değişiklikler üretimin ve bilgi kullanımının her geçen gün daha da artan önemini ön plana çıkarmaktadır. 2) Ülkeler de bilgi üretmek, diğer ülkelerden üretilen bilgileri nakletmek için artan bir ivmeyle daha fazla kaynak kullanmış ve kullanmaktadır. 3) Hükümetleri gayri safi millî harcamalarından en büyük payı Ar-Ge ve inovasyona ayıran ülkeler günümüzde bilim ve teknolojide büyük fark yaratan ve rekabette önde olan ülkelerdir. 4) Hükümet yatırımları, kamu kuruluşlarının çalışmaları olmasına karşın Ar-Ge ve inovasyonda en büyük yatırımlar özel teşebbüslerindir. Bu yatırımlar sivil halkın ihtiyaçlarına göre yönlendirilmektedir. 5) Bilgi ve bilimin büyüyen rolü network ve işbirliğinin gelişmesini sağlamıştır. Kurumlar arası, ülkeler arası işbirlikleri ve networkler bilginin üretilmesi, paylaşılması ve geliştirilmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Bununla beraber yabancı ortaklıklar, yabancı yatırımlar ile birlikte üniversite-sanayi işbirlikleri ülkelerin bilim teknoloji alanında gelişmesini sağlamıştır. 6) Hükümetlerin özel teşebbüsleri Ar-Ge ve inovasyon konusunda cesaretlendirme çabası politikalara yansımış ve uzun dönemli tedbirler ve kararlar almaya itmiştir. Bununla beraber özel teşvikler oluşturulmuş, Ar-Ge ve inovasyon alanında yapılacak yatırımlar için kolaylıklar sağlanmıştır.
7) Yapılan bu yatırımlar makine, teçhizat ve sistemden ibaret olmadığı gibi bu yatırımların en pahalı ve en önemli kısmını yeni fikirleri üretebilecek beyinler olan insan kaynakları oluşturmaktadır. Ülkeler bilimsel makale sayılarının artırılması, bin kişiye düşen araştırmacı sayısı ile bilim ve mühendislik mezunu gençlerin sayısının artırılması konusunda önemli çalışmalar yapmışlar ve politikalarına bunu yansıtmışlardır. 8) Ar-Ge ve inovasyon alanında başarılı olan ABD, Kanada, Japonya, Almanya, Kore vb. ülkeler küresel piyasada farklı konuma gelmiş ve rekabette öne çıkmış ülkeler olmuşlardır. 9) Türkiye bu yarışta geride kalan ülkeler arasında yer almakta, yapılan yatırımlar ve teşvikler yetersiz kalmaktadır. Üniversite ve sanayiyi bir araya getiren platformların etkin hale getirilmesi ve yaygınlaşması gerekmektedir. 10) Özel teşebbüslerde Ar-Ge ve inovasyon hakkında farkındalık oluşturulması özellikle KOBİler arasında bilgilendirmelerin gerçekleştirilmesi gerekmektedir. 11) Ülkedeki Ar-Ge ve inovasyonun ivme kazanması isteniyorsa öncelikle gençlerin bilim ve teknolojiye yönlendirilmesi gerekmektedir. Daha sonra bu gençlerin uygulama yapabilecekleri alanların oluşturulması gelmektedir. 12) Türkiye’de Ar-Ge ve inovasyonun geri kalmasının bir nedeni de kısa vadeli beklentilerin yüksek olması ve özellikle KOBİ’ler tarafından yüksek bütçeli yatırımların gereksiz görülmesidir. Fakat unutulmamalıdır ki; Ar-Ge ve inovasyon orta ve uzun vadede, kriz dönemlerinde dâhi getirisi azalmayan bir faaliyet alanıdır. 13) KOBİ’lerin daha fazla katılımını teşvik için, hükümetler giriş bariyerlerinin aşağı çekilmesi yolunda bazı adımlar atabilir (Örneğin, sanayi derneklerinin katılımına izin vermek gibi). Ayrıca KOBİ’lerin önemli rol oynadığı alanlarda ortaklıklar oluşturulmasını da teşvik edebilirler. Beceri ve teknikler açısından önemli birer kaynak olabilecekleri halde birçok ülkede sayısız kısıtlamalar ile karşılaşan yabancı firmaların katılımı üzerinde de politikanın etkisi olabilir.
Kasım - Aralık 2013 59
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON HABER • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Ar-Ge Kanunu & Teşvikler Türkiye’de araştırma ve geliştirme (ArGe) faaliyetleriyle bu faaliyetlere yönelik teşvikler, 5746 sayılı Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun ve bu kanuna dayanılarak
A
yayımlanan Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesine İlişkin Uygulama ve Denetim Yönetmeliğinde düzenlenmiştir. Bu yazımda konu ile ilgili detaylı bilgi vermeyi amaçlamaktayım.
Söz konusu kanun ve yönetmelikteki bazı önemli tanımlar aşağıda sunulmuştur: raştırma ve Geliştirme Faaliyeti: Araştırma ve geliştirme; kültür, insan ve toplumun bilgisinden oluşan bilgi dağarcığının artırılması ve bunun yeni süreç, sistem ve uygulamalar tasarlamak üzere kullanılması için sistematik bir temelde yürütülen özgün çalışmaları, çevre uyumlu ürün tasarımı veya yazılım faaliyetleri ile alanında bilimsel ve teknolojik gelişme sağlayan, bilimsel ve teknolojik bir belirsizliğe odaklanan, çıktıları özgün, deneysel, bilimsel ve teknik içerik taşıyan faaliyetleri ifade etmektedir. Yenilik: Sosyal ve ekonomik ihtiyaçlara cevap verebilen, mevcut pazarlara başarıyla sunulabilecek ya da yeni pazarlar oluşturabilecek; yeni bir ürün, hizmet, uygulama, yöntem veya iş modeli fikri ile oluşturulan süreçleri ve süreçlerin neticelerini ifade etmektedir. Ar-Ge Merkezi: Dar mükellef kurumların (Merkezi Türkiye’de olmayan ve Türkiye’de sadece burada elde ettikleri kazançlar vergilendirilen kurumlar) Türkiye’deki işyerleri dâhil, kanuni veya iş merkezi Türkiye’de bulunan sermaye şirketlerinin; organizasyon yapısı içinde ayrı bir birim şeklinde örgütlenmiş, tamamen yurtiçinde araştırma ve geliştirme faaliyetlerinde bulunan ve en az elli tam zaman eşdeğer Ar-Ge personeli çalıştıran, yeterli Ar-Ge birikimi ve yeteneği olan birimlerini ifade etmektedir.
60 Mimar ve Mühendis
Ar-Ge Projesi: Amacı, kapsamı, genel ve teknik tanımı, süresi, bütçesi, özel şartları, diğer kurum, kuruluş, gerçek ve tüzel kişilerce sağlanacak aynî ve/veya nakdî destek tutarları, sonuçta doğacak fikri mülkiyet haklarının paylaşım esasları tespit edilmiş ve Ar-Ge faaliyetlerinin her safhasını belirleyecek mahiyette ve bilimsel esaslar çerçevesinde hazırlanan projedir. Rekabet öncesi işbirliği projeleri: Birden fazla kuruluşun; ölçek ekonomisinden yararlanmak suretiyle yeni süreç, sistem ve uygulamalar tasarlayarak verimliliği artırmak ve mevcut duruma göre daha yüksek katma değer sağlamak üzere, rekabet öncesinde ortak parça veya sistem geliştirmek ya da platform kurabilmek amacıyla yürütecekleri, Ar-Ge faaliyetlerine yönelik olarak yapılan ve fizibiliteye dayanan işbirliği anlaşması kapsamında, bilimsel ve teknolojik niteliği olan projelerdir. Ar-Ge Personeli: Ar-Ge faaliyetlerinde doğrudan görevli araştırmacı ve teknisyenleri kapsamaktadır. Bu kapsamda sağlanan AR-GE destek ve teşvikleri aşağıda açıklanacaktır. Ancak burada bir hususun vurgulanmasında yarar vardır. Kanun ve Yönetmeliğe göre Ar-Ge desteklerinden yararlanmak iki farklı şekilde olmaktadır. Bunlardan ilki Ar-Ge merkezleri yoluyla desteklerden yararlanmaktır.
Ar-Ge ve yenilik faaliyetlerine ilişkin olarak kamu kurum ve kuruluşları, kanunla kurulan vakıflar ile uluslararası fonlardan alınan destekler özel bir fon hesabında tutulur.
Ancak yukarıdaki tanımdan da görüleceği gibi, herhangi bir işletme biriminin Ar-Ge merkezi sayılabilmesi için en az elli tam zamanlı Ar-Ge personelini istihdam etmesi gerekmektedir. Bu kapsamda birçok KOBİ, bünyesinde bu miktarda personeli istihdam eden Ar-Ge merkezi kuramayabilir. Kanun Ar-Ge merkezlerine yönelik destekler yanında, kamu kurum ve kuruluşlarınca, kanunla kurulan vakıflarca veya uluslararası fonlarca desteklenen Ar-Ge ve yenilik projelerinin ve yukarıda tanımlanan rekabet öncesi işbirliği projelerinin de desteklenmesini öngörmektedir. Bünyesinde Ar-Ge merkezi oluşturamayan KOBİ’ler bu yola giderek proje bazında Ar-Ge desteklerinden yararlanabilir. Ancak bunun için projenin ulusal veya uluslararası bir fon tarafından desteklenmesi veya birden fazla KOBİ’nin bir araya gelerek rekabet öncesi işbirliği projesi hazırlaması gerekmektedir. Bu kapsamdaki destek ve teşvikler aşağıda sıralanmıştır: Ar-Ge indirimi: Ar-Ge ve yenilik harcamalarının tamamı vergi matrahının tespitinde kurum kazancından indirilebilir. Ancak, yapılan bir harcamanın Ar-Ge indirimine konu edilebilmesi için bu harcamanın Ar-Ge ve yenilik faaliyeti kapsamında yapılmış olması gerekir. İlgili dönemde kazancın yetersizliği nedeniyle indirim konusu yapılamayan Ar-Ge indirimi tutarı sonraki hesap dönemlerine devredilir. Gelir vergisi stopajı teşviki: Kamu personeli hariç olmak üzere Ar-Ge ve yenilik projeleri ile rekabet öncesi işbirliği projelerinde çalışan Ar-Ge ve destek personelinin; bu çalışmaları karşılığında elde ettikleri ücretlerinin doktoralı olanlar için yüzde 90'ı, diğerleri için yüzde 80'i gelir vergisinden müstesnadır. Sigorta primi desteği: Kamu personeli hariç olmak üzere Ar-Ge ve yenilik projeleri ile rekabet öncesi işbirliği projelerinde çalışan Ar-Ge ve destek personelinin bu çalışmaları karşılığında elde ettikleri ücretleri üzerinden hesaplanan sigorta primi işveren payının yarısı, her bir çalışan için beş yıl süreyle Maliye Bakanlığı bütçesine konulacak ödenekten karşılanır. Damga vergisi istisnası: Kanun kapsamındaki her türlü Ar-Ge
ve yenilik faaliyetleri ile ilgili olarak düzenlenen kâğıtlardan damga vergisi alınmaz. Ar-Ge ve yenilik faaliyetlerine ilişkin olarak kamu kurum ve kuruluşları, kanunla kurulan vakıflar ile uluslararası fonlardan alınan destekler özel bir fon hesabında tutulur. Bu fonda yer alan tutarlar, Gelir Vergisi Kanunu ve Kurumlar Vergisi Kanununa göre vergiye tabi kazancın tespitinde gelir, Ar-Ge indirimi tutarının tespitinde Ar-Ge harcaması olarak dikkate alınmaz. Bu şekilde sağlanan karşılıksız fonlardan yapılan harcamalar, yapıldığı yere göre doğrudan gider ya da amortismana tabi maddi duran varlık olarak muhasebeleştirilir. Proje esaslı Ar-Ge indiriminden yararlanacak olanlardan teknik kuruluşlarca düzenlenmiş olan "Ar-Ge ve Yenilik Projesi Değerlendirme Raporu" veya "Rekabet Öncesi İşbirliği Projesi Değerlendirme ve Denetim Komisyonu Kararı" veya proje sözleşmesi istenir. Teknogirişim sermayesi: Örgün öğrenim veren üniversitelerin herhangi bir lisans programından bir yıl içinde mezun olabilecek durumdaki öğrenci, yüksek lisans veya doktora öğrencisi ya da lisans, yüksek lisans veya doktora derecelerinden birini ön başvuru tarihinden en çok 5 yıl önce almış kişilerin, teknoloji ve yenilik odaklı iş fikirlerini, desteği veren merkezi yönetim kapsamındaki kamu idareleri tarafından desteklenmesi uygun bulunan bir iş planı çerçevesinde, katma değer ve nitelikli istihdam yaratma potansiyeli yüksek teşebbüslere dönüştürebilmelerini teşvik etmek için yapılan sermaye desteğini ifade etmektedir. Bu sermaye desteği bir defaya mahsus olmak üzere teminat alınmaksızın 100 bin TL'ye kadar olup hibe şek-
Proje esaslı Ar-Ge indiriminden yararlanacak olanlardan teknik kuruluşlarca düzenlenmiş olan "Ar-Ge ve Yenilik Projesi Değerlendirme Raporu" veya "Rekabet Öncesi İşbirliği Projesi Değerlendirme ve Denetim Komisyonu Kararı" veya proje sözleşmesi istenir. Kasım - Aralık 2013 61
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON
HABER • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
linde verilir. Teknogirişim sermaye desteklerinden yararlanan işletmeler de yukarıda sıralanan diğer teşviklerden yararlanabilir. Ancak bu teşviklerden yararlanabilmek için teknogirişim sermayesinden yararlanan işletmelerin desteği veren merkezî yönetim kapsamındaki kamu idaresince onaylanmış bulunan proje sözleşmesi ve eki iş planını ibraz etmeleri gerekir. TUBİTAK da teknogirişim sermayesi veren kurumlardandır. TUBİTAK, girişimcilerin firmalarını kurmalarının ardından, personel, malzeme, alet/teçhizat/yazılım, seyahat, danışmanlık, hizmet alımı, ofis kira gideri ve ofise ait su, elektrik, ısıtma ve iletişim giderlerini yüzde 75 oranında, en fazla 100 bin TL ve bir yıl süre ile desteklemektedir. Ar-Ge ve yenilik projeleri, Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı (KOSGEB) Destekleri Yönetmeliği hükümleri çerçevesinde inceleme ve değerlendirmeye tabi tutularak desteklenmesi uygun bulunan işletmeler de yukarıda sıralanan destek ve teşvik uygulamalarından, Ar-Ge ve yenilik projesinin onaylandığı tarihten itibaren ve proje süresince yararlanır. Bunun için işletmelerin projeleri ile beraber KOSGEB Teknoloji Merkezlerine başvurması gerekir. KOSGEB teknoloji merkezi işletmelerinde yürütülen projelerin herhangi bir sebeple sona ermesi veya projeye verilen desteğin son bulması hâllerinde, Ar-Ge ve yenilik faaliyeti bitmiş sayılır ve bu tarihten itibaren kanunla sağlanan destek ve teşvik unsurlarından yararlanılamaz. KOSGEB'İN / Ar-Ge Destekleri KOSGEB KOBİ'lerin, rekabet güçlerini ve teknolojik düzeylerini yükseltmek, ekonomiye katkılarını ve etkinliklerini artırmak, bilgiye erişim imkanları sağlamak, finansman güçlüklerine çözümler getirmek, yeni müteşebbisleri desteklemek amacıyla kurulmuştur. KOSGEB kredilerinden ''sanayi işletmelerinin'' yararlanacağına ilişkin ifade ''işletmeler'' şeklinde değiştirilerek kapsamı genişletildi. 62 Mimar ve Mühendis
Ülkemiz ekonomisinin yaklaşık %99 oluşturan Kobilerin en büyük sorunu finansman sıkıntısı! KOSGEB, yeni dönemde hazırladığı desteklerle Kobilere yaklaşık 300 MİLYON TL dağıtarak bu soruna çözüm sunuyor. Ülkemiz ekonomisinin yaklaşık yüzde 99 oluşturan KOBİ'lerin en büyük sorunu finansman sıkıntısı! KOSGEB, yeni dönemde hazırladığı desteklerle KOBİ'lere yaklaşık 300 milyon TL dağıtarak bu soruna çözüm sunuyor. Bu desteklerden yararlanmak için hızlı davranın ve payınızı tükenmeden alın! Bu kapsamda tüm dosya hazırlığı, raporlama ve sunum faaliyetleri ile başvuru yürütme işlemleri Senteztek tarafından verilmektedir. KOSGEB'in yeni dönem destekleri aşağıdaki programlardan oluşmaktadır; 1.Kobi Proje Destek Programı 150.000 TL geri ödemesiz 2.Tematik Proje Destek Programı Meslek Kuruluşu Proje Destek Programı için 150.000 TL geri ödemesiz 3.İşbirliği - Güçbirliği Destek Programı 250.000 TL geri ödemesiz, 500.000 TL geri ödemeli 4.Ar-Ge, İnovasyon Ve Endüstriyel Uygulama Destek Programı Ar-Ge ve İnovasyon için 312.000 TL geri ödemesiz, 200.000 TL geri ödemeli Endüstriyel Uygulama için 268.000 TL geri ödemesiz, 200.000 TL geri ödemeli 5.Girişimcilik Destek Programı 27.000 TL geri ödemesiz, 70.000 TL geri ödemeli 6.Genel Destek Programı 210.000 TL geri ödemesiz
ANKET • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Kasım - Aralık 2013 63
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON
HABER • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
TÜBİTAK PROJE ve KOSGEB DESTEKLERİ Ulusal fon mekanizmalarının ana kaynağı TÜBİTAK destekleridir. TÜBİTAK destekleri hemen hemen her kesimden
sektöre ve kurumlara hitap eden desteklerdir. Bu destekleri 4 ana grupta özetleyebilmekteyiz.
(1) Sanayi Ar-Ge Proje Destekleri (2) Akademik Ar-Ge Destekleri (3) Kamu Kurumları Araştırma ve Geliştirme Projelerini Destekleri (4) Bilim ve Toplum Proje Destekleri.
1509- Uluslar arası Sanayi Ar-Ge Projeleri Destekleme Programı Bir özel sektör kuruluşu, TÜBİTAK’tan Ar-Ge projeleri için finansal destek alabilir; enstitülerimizle işbirliği içinde tüm test, analiz, sistem kurma ve geliştirme çalışmalarını yürütebilir; danışmanlık ve eğitim hizmetleri alabilir; uluslararası işbirlikleri geliştirebilir; bilim ve teknoloji dünyasıyla ilgili veri tabanlarından yararlanabilir. Ayrıca, 1001 - Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Projelerini Destekleme Programı 1007 - Kamu Kurumları Araştırma ve Geliştirme Projeleri Destekleme Programı Araştırma Destek Programları Başkanlığı (ARDEB) tarafından yürütülen ve üniversiteler ve kamu kurumlarının yanında sanayi kuruluşlarını da araştırma projesi yapmaya yönelten programlardır.
(1) Sanayi Ar-Ge Proje Destekleri Sanayi Ar-Ge Proje Destekleri Programları kapsamında TÜBİTAK, ülkemiz sanayi kuruluşlarının Ar-Ge’ye daha fazla kaynak ayırmasını özendirmek, sanayi kuruluşlarının kendi aralarında ve üniversitelerle daha yakın işbirlikleri ve ortaklıklar sağlamasını teşvik etmek amacıyla Teknoloji ve Yenilik Destek Programları Başkanlığı (TEYDEB) tarafından destek programları yürütmektedir. TEYDEB, teknolojinin toplumsal faydaya dönüşme sürecini hızlandırmak amacıyla, ülkemiz sanayi kuruluşlarının araştırma-teknoloji geliştirme ve yenilik faaliyetlerini desteklemek amacıyla kurulmuştur. Böylelikle, ülkemiz kuruluşlarının araştırma-teknoloji geliştirme yeteneğinin, yenilikçilik kültürünün ve rekabet gücünün arttırılması hedeflenmektedir. TEYDEB, bahsedilen hedefler doğrultusunda, destek programları tasarlamakta ve yürütmektedir. TEYDEB Bünyesindeki Sanayiye Yönelik Destek Programları 1501 - Sanayi Ar-Ge Projeleri Destekleme Programı Elektronik Başvuru (YENİ) 1503- Proje Pazarları Destekleme Programı 1507 - KOBİ Ar-Ge Başlangıç Destek Programı 1508- Teknoloji ve Yenilik Odaklı Girişimleri Destekleme Programı (TEKNOGİRİŞİM) 64 Mimar ve Mühendis
ENSTİTÜ HİZMETLERİ Ülkemizin çeşitli şehirlerindeki TÜBİTAK’a bağlı enstitülerimizin temel görevi, kamu ve özel sektör kuruluşları için pozitif bilimler alanında, temel ve uygulamalı araştırma, test ve analizler yapmak, yeni sistemler ve projeler geliştirmektir. Özellikle; Kocaeli- Gebze’de bulunan Marmara Araştırma Merkezi'ndeki (MAM) enstitülerimiz Türk sanayine üstün kaliteli hizmet vererek sanayimizin önünü açmaktadır. Aynı yerleşkede bulunan TEKSEB ve TEKNOPARK Ar-Ge çalışmaları yapan özel sektör firmalarına ortam ve olanak sağlamaktadır.
1501-SANAYİ AR-GE PROJELERİ DESTEKLEME PROGRAMI Programın amacı nedir? Programın amacı, sanayi kuruluşlarının Ar-Ge projelerine yüzde 60’a varan oranlarda hibe (geri ödemesiz) şeklinde destek sağlamaktır. Sanayi Ar-Ge Projeleri Destekleme Programı, 1995 yılından beri TÜBİTAK ile Dış Ticaret Müsteşarlığı (DTM) işbirliği içinde yürütülmektedir. Programı, firma düzeyinde katma değer yaratan kuruluşların Ar-Ge çalışmalarını teşvik etmek ve bu yolla Türk sanayisinin Ar-Ge yeteneğinin yükseltilmesine katkıda bulunmak üzere oluşturulmuştur. Desteğin türü ve miktarı: Bu programda proje sahiplerinin Ar-Ge niteliği taşıyan projeleri desteklenmektedir. Bu kapsamda hazırlanan projeler, proje bütçesinde herhangi bir sınır olmaksızın en az yüzde 50, en fazla yüzde 60 oranında hibe şeklinde desteklenir. Kimler başvurabilir? Ar-Ge desteğine, sektör ve büyüklüğüne bakılmaksızın kuruluş düzeyinde katma değer yaratan, Türkiye’de yerleşik bütün işletmeler. Desteklenen Ar-Ge aşamaları: a) Kavram geliştirme, b) Teknolojik/teknik ve ekonomik yapılabilirlik etüdü, c) Geliştirilen kavramdan tasarıma geçiş sürecinde yer alan laboratuar ve benzeri çalışmalar, ç) Tasarım, tasarım uygulama ve tasarım doğrulama çalışmaları, d) Prototip üretimi, e) Pilot tesisin kurulması, f) Deneme üretimi ve tip testlerinin yapılması, g) Satış sonrasında ürün tasarımından kaynaklanan sorunların çözümü faaliyetleri tüm firmalar başvurabilir. Desteklenen kalemler a) Personel giderleri, b) Proje personeline ait seyahat giderleri (şehirlerarası ve uluslararası uçak, tren, otobüs, gemi ile yapılan ulaşım, konaklama giderleri), c) Alet, teçhizat, yazılım ve yayın alım giderleri, d)Malzeme ve sarf giderleri, ç) Yurt içi ve yurt dışı danışmanlık hizmeti ve diğer hizmet alım giderleri, d) Türkiye’deki üniversiteler, TÜBİTAK’a bağlı Ar-Ge birimleri, özel sektör Ar-Ge kuruluşları ve benzeri Ar-Ge kurum ve kuruluşlarına yaptırılan Ar-Ge hizmet giderleri, e) Türk Patent Enstitüsü’nden alınacak ulusal patent tescili, faydalı model tescili ve endüstriyel tasarım tescili ile ilgili giderler. 1507-TÜBİTAK KOBİAR-GE BAŞLANGIÇ DESTEK PROGRAMI TÜBİTAK, KOBİ’leri Araştırma-Teknoloji Geliştirme ve yenilik odaklı proje yapmaya özendirmek amacıyla “KOBİ’ler için Ar-Ge Başlangıç Destek Programı” adı altında, yeni bir destek programı başlatmıştır. KOBİ’ler için Ar-Ge Başlangıç Destek Programı, TÜBİTAK Sanayi Ar-Ge desteklerinden daha önce hiç faydalanmamış ya da en fazla bir projesi desteklenmiş KOBİ’leri hedefleyen bir destek programıdır. Projelere, program kapsamında sağlanacak desteklerle KOBİ'lerin,
Bir özel sektör kuruluşu, TÜBİTAK’tan Ar-Ge projeleri için finansal destek alabilir; enstitülerimizle işbirliği içinde tüm test, analiz, sistem kurma ve geliştirme çalışmalarını yürütebilir; danışmanlık ve eğitim hizmetleri alabilir; uluslararası işbirlikleri geliştirebilir; bilim ve teknoloji dünyasıyla ilgili veri tabanlarından yararlanabilir. teknoloji ve yenilik kapasitelerinin geliştirilerek daha rekabetçi olmaları, sistematik proje yapabilmeleri, katma değeri yüksek ürün geliştirebilmeleri, kurumsal araştırma teknoloji geliştirme kültürüne sahip olmaları, ulusal ve uluslararası destek programlarında daha etkin yer almaları amaçlanmaktadır. Destekler: Desteklenmesine karar verilen Ar-Ge projeleri giderlerine uygulanan destek oranı yüzde 75 hibe şeklindedir Projelerin bütçesi en fazla 400.000 TL olabilir. Destek Süresi: Destekleme süresi proje bazında en çok 18 aydır. Kimler Yararlanabilir?: Programa başvuran firmalar 18.11.2005 Tarih ve 25997 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmelerin Tanımı, Nitelikleri ve Sınıflandırılması Hakkında Yönetmelik” teki KOBİ şartlarını taşıması gerekmektedir. Ayrıca firmanın daha önceden TÜBİTAK Sanayi Ar-Ge desteklerinden hiç faydalanmamış ya da en fazla bir projesinin destek almış olması gerekmektedir. Firmanın bu programa başvurmadan önce TÜBİTAK tarafından bir projesi desteklenmiş ise, bu programda en fazla bir projesi desteklenebilmektedir. Nasıl Başvurulur?: www.tubitak.gov.tr adresinden temin edilebilecek “KOBİ Ar-Ge Başlangıç Destek Programı Proje Öneri Bilgileri Hazırlama Kılavuzu” doğrultusunda “KOBİ Ar-Ge Başlangıç Destek Kasım - Aralık 2013 65
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON HABER • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Projelere, program kapsamında sağlanacak desteklerle KOBİ'lerin, teknoloji ve yenilik kapasitelerinin geliştirilerek daha rekabetçi olmaları, sistematik proje yapabilmeleri, katma değeri yüksek ürün geliştirebilmeleri, kurumsal araştırma teknoloji geliştirme kültürüne sahip olmaları, ulusal ve uluslararası destek programlarında daha etkin yer almaları amaçlanmaktadır.
Programı Proje Öneri Bilgileri Formu” doldurularak, TÜBİTAK’a başvurulması gerekmektedir. Programa ne zaman başvurulabilir?: Programa başvuru zamanı için bir sınırlama yoktur. Fiilen başlatılmış bir proje için de başvuru yapılabilir. (1508) TÜBİTAK - TEKNOLOJİVE YENİLİK ODAKLI GİRİŞİMLERİ DESTEKLEME PROGRAMI (TEKNOGİRİŞİM) TÜBİTAK, lisans, yüksek lisans veya doktora düzeyinde eğitimli girişimcilerin, teknoloji ve yenilik odaklı iş fikirlerini, katma değer ve nitelikli istihdam oluşturma potansiyeli yüksek teşebbüslere dönüştürebilmeleri için çekirdek sermaye sağlayarak desteklemeyi öngören “Teknoloji ve Yenilik Odaklı Girişimleri Destekleme Programı (TEKNOGİRİŞİM)”adı altında yeni bir destek programı başlatmıştır. Destek Miktarı ve Koşulları: Program kapsamında, girişimcilerin firmalarını kurmalarının ardından, personel, malzeme, alet/ teçhizat/yazılım, seyahat, danışmanlık, hizmet alımı, ofis kira gideri ve ofise ait su, elektrik, ısıtma ve iletişim giderlerinin TÜBİTAK tarafından yüzde75 oranında, en fazla 100.000 TL ve bir yıl süre ile desteklenmesi öngörülmektedir. Destek Süresi: Destekleme süresi 12 ay olup, desteklenmesine karar verilen iş fikirlerinin giderlerine uygulanan destek oranı yüzde 75’dir. Kimler Yararlanabilir?: Programa üniversitelerin örgün öğrenim veren, herhangi bir lisans programından bir yıl içinde mezun olabilecek durumdaki öğrenci, yüksek lisans veya doktora öğrencisi ya da lisans, yüksek lisans veya doktora derecelerinden birini ön başvuru tarihinden en çok 5 yıl önce almış gerçek kişiler başvurabilmektedir. Nasıl Başvurulur?: www.tubitak.gov.tr adresinden temin edilebilecek “Girişim önerisi ve girişim planı hazırlama kılavuzu” doğrultusunda doldurulacak “Girişim Önerisi Formu” ve “Girişim Planı Formu” ile TÜBİTAK’a başvurulması gerekmektedir. Programa ne zaman başvurulabilir?: Programa başvuru zamanı için bir sınırlama yoktur. 66 Mimar ve Mühendis
(1509) TÜBİTAK ULUSLARARASI SANAYİ AR-GE PROJELERİ DESTEKLEME PROGRAMI TÜBİTAK, Türkiye’nin katıldığı EUREKA, EUROSTARS ve Avrupa Birliği Çerçeve Programları ve benzeri uluslararası programlara sunulan, uluslararası ortaklı araştırma geliştirme projelerinin desteklenmesi için “Uluslararası Sanayi Ar-Ge Projeleri Destekleme Programı” adı altında yeni bir destek programı başlatmıştır. Uygulanacak destek programı ile, Ülkemizdeki teknik yeterliliğin ve bilgi birikiminin artırılması, Kuruluşların uluslararası teknoloji birikimine erişiminin ve teknoloji transferinin sağlanması Edinilen teknolojik bilgi ve deneyimin kuruluş bünyesinde içselleştirilerek, özgün teknolojilerin geliştirilmesinde ivme kazandırıcı ve yönlendirici bir etken olması Kuruluşların uluslararası pazarlarda yer almasına katkı sağlanması amaçlanmaktadır. Destekler: Destek almaya hak kazanan büyük ölçekli firmaların Ar-Ge projelerinin, uygun bulunan proje harcamalarına en fazla yüzde 60 oranında, Destek almaya hak kazanan KOBİ projelerinin, uygun bulunan proje harcamalarına yüzde 75 oranında hibe destek sağlanması öngörülmektedir. Destek Süresi ve Bütçesi: Programa başvuruda bulunacak projelerin destek süresinde ve proje bütçelerinde herhangi bir kısıtlama bulunmamaktadır. Kimler Yararlanabilir?: Türkiye’nin katıldığı EUREKA, EUROSTARS ve Avrupa Birliği Çerçeve Programları ve benzeri uluslararası programlara katılan, Türkiye’de yerleşik, firma düzeyinde katma değer oluşturan tüm kuruluşlar bu programdan yararlanabilmektedir. Nasıl Başvurulur? Bu program kapsamında desteklenecek uluslararası programlara sunulan projeler için “Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu Teknoloji ve Yenilik Destek Programlarına İlişkin Yönetmelik" ve “Uluslararası Sanayi Ar-Ge Projeleri Destekleme Programı Uygulama Esasları” geçerli olacaktır. Programa ne zaman başvurulabilir? Programa başvuru zamanı için bir sınırlama yoktur. Destekle ilgili detaylı bilgi ve doküman için: http://www.tubitak. gov.tr/home.do?ot=1&sid=487&pid=478 adresi ziyaret edilebilir.
KOSGEB DESTEKLERİ AR-GE, İnovasyon ve Endüstriyel Uygulama Destek Programı PROGRAMIN AMACI VE GEREKÇESİ Bilim ve teknolojiye dayalı yeni fikir ve buluşlara sahip KOBİ ve girişimcilerin geliştirilmesi, Teknolojik fikirlere sahip tekno-girişimcilerin desteklenmesi, KOBİ’lerde Ar-Ge bilincinin yaygınlaştırılması ve Ar-Ge kapasitesinin artırılması, Mevcut Ar-Ge desteklerinin geliştirilmesi, İnovatif faaliyetlerin desteklenmesi, Ar-Ge ve İnovasyon proje sonuçlarının ticarileştirilmesi ve
endüstriyel uygulamasına yönelik destek mekanizmalarına ihtiyaç duyulması. PROJE SÜRESİ Ar-Ge ve İnovasyon Programı için en az 12 (on iki), en çok 24 (yirmi dört) ay, Endüstriyel Uygulama Programı için en çok 18 (on sekiz) ay, Her iki program için de Kurul kararı ile 12 (on iki) aya kadar ek süre verilebilir.
AR-GE, İNOVASYON VE ENDÜSTRİYEL UYGULAMA DESTEK PROGRAMI
Destek Üst Limiti(TL)
DESTEK ORANI (%)
Ar-Ge ve İnovasyon Programı İşlik Desteği Kira Desteği Makine-Teçhizat, Donanım, Hammadde, Yazılım ve Hizmet Alımı Giderleri Desteği Makine-Teçhizat, Donanım, Hammadde, Yazılım ve Hizmet Alımı Giderleri Desteği (Geri Ödemeli) Personel Gideri Desteği Başlangıç Sermayesi Desteği Proje Danışmanlık Desteği Eğitim Desteği Proje Sınai ve Fikri Mülkiyet Hakları Desteği Geliştirme Proje Tanıtım Desteği Desteği Yurtdışı Kongre/Konferans/Fuar Ziyareti/Teknolojik İşbirliği Ziyareti Desteği Test, Analiz, Belgelendirme Desteği Endüstriyel Uygulama Programı Kira Desteği Personel Gideri Desteği Makine-Teçhizat, Donanım, Sarf Malzemesi, Yazılım ve Tasarım Gid. Desteği Makine-Teçhizat, Donanım, Sarf Malzemesi, Yazılım ve Tasarım Giderleri Desteği (Geri Ödemeli)
İşliklerden bedel alınmaz 12.000 75 100.000 75 200.000 75 100.000 75 20.000 100 25.000 5.000 25.000 75 5.000 15.000 25.000 18.000 75 100.000 75 150.000 75 200.000 75 Kasım - Aralık 2013 67
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON HABER • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
BAKANLIKLARIN AR-GE DESTEKLERİ 5488 sayılı Tarım Kanunu'na bağlı olarak çıkartılan Araştırma ve Geliştirme Projelerinin Desteklenmesinde Uygulanacak Usul ve Esaslara İlişkin Tebliğ kapsamında, tarım sek-
törünün ihtiyacı olan konularda üniversiteler, sivil toplum örgütleri, meslek kuruluşları, çiftçi örgütleri ve özel sektör tarafından yürütülen Ar-Ge projeleri desteklenmektedir.
GIDA TARIM VE HAYVANCILIK BAKANLIĞI Tarımsal Ar-Ge Proje Destekleri Bakanlık, tarım sektörünün ihtiyaç duyduğu öncelikli konularda bilgi ve teknolojilerin geliştirilmesi, çiftçiler, tarımsal sanayiciler ile ihracatçılara aktarılması ve tarım sektöründeki örgütlerin Ar-Ge kapasitelerinin geliştirilmesi amacıyla Ar-Ge projelerine geri ödemesiz doğrudan destekleme ödemesi vermektedir. 5488 sayılı tarım kanuna bağlı olarak çıkartılan Araştırma ve Geliştirme Projelerinin Desteklenmesinde Uygulanacak Usul ve Esaslara İlişkin Tebliğ kapsamında, tarım sektörünün ihtiyacı olan konularda üniversiteler, sivil toplum örgütleri, meslek kuruluşları, çiftçi örgütleri ve özel sektör tarafından yürütülen Ar-Ge projeleri desteklenmektedir. Bakanlık Ar-Ge proje desteklerine 2007 yılından itibaren başlanmış olup, proje başvurusu, projelerin değerlendirilmesi ve kabul edilen projelerin izlenmesi ile ilgili olarak sekretarya görevi Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü (TAGEM) tarafından yürütülmektedir. Her yıl Bakanlığımız ve TAGEM web sayfasında ilana çıkılmaktadır. Ar-Ge desteğinden yararlanmak isteyen kurum ve kuruluşlar belirtilen süre içerisinde proje tekliflerini sunmaktadır. Tebliğ kapsamında oluşturulan sekretarya ve değerlendirme kurulu tarafından uygun görülenler proje sahipleri ile sözleşme imzalanarak projeler yürürlüğe girmektedir.
önemini kavramış kendi teknolojisini üreten ve satan, rekabet gücü ve refah seviyesi yüksek bir Türkiye" vizyonuna önemli bir katkı sağlamaktır.
BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANLIĞI DESTEKLERİ 1) Sanayi Tezleri Programı (SAN-TEZ) Programın Amacı: Sanayicilerimizin Ar-Ge’ye dayalı ihtiyaçlarının, üniversite-sanayi işbirliği ile üniversite bilimselliği kapsamında çözüme kavuşturulması, "İnovasyon ve Ar-Ge’nin 68 Mimar ve Mühendis
San-Tez Programının Hedefleri Nelerdir? · Üniversite-Sanayi-Kamu işbirliğini kurumsallaştırmak, · Katma değeri yüksek, teknoloji tabanlı ürün ve üretim yöntemleri geliştirilmesi desteklenerek ülkemizin dünya pazarında rekabet gücünün yükseltilmesine yardımcı olmak, · KOBİ’lerin teknoloji ve Ar-Ge kültürü edinmelerini sağlamak, · Özellikle, sanayimizin yüzde 98’ini oluşturan ve halen geleneksel üretim yöntemi ile çalışmaya devam eden KOBİ’lerimizi teknolojik ürün ve üretim yöntemlerini kullanmaya cesaretlendirmek, · Bu işletmelerin kendi öz varlıklarıyla gerçekleştiremeyecekleri Ar-Ge, teknoloji ve innovasyona yönelik çalışmaların hem üniversite hem de devlet desteği ile gerçekleştirilmesini sağlamak, · Üniversitede yapılan akademik bilginin ticarileşmesini sağlamak, · Akademisyenler ve üniversite mezunu gençler arasında şirketleşme kültürünü yaygınlaştırarak yenilikçi yeni şirketler doğmasını sağlamak, · Üniversitelerde doktora veya yüksek lisans programlarında öğrenim gören öğrencilerin tez konularının KOBİ’ler tarafından talep edilen, imalat sanayine yönelik yeni teknolojilere dayalı ürün, üretim yöntemi ve Ar-Ge tabanlı ihtiyaçlara yönelik olarak belirlenmesini sağlamak, · Bu projelerde daha fazla sayıda yüksek lisans ve doktora öğrencisinin desteklenmesini sağlayarak nitelikli eleman sayısının artırılmasına yardımcı olmak, Bu projelerde çalışan tez öğrencilerinin ileride bu firmalarda Ar-Ge personeli olarak istihdam edilmesinin önünü açmaktır.
Bakanlıkların Ar-Ge teşviklerine göre Türkiye dağılımı
Projelere Sağlanacak Destek Oranı Nedir? Desteklenmesine karar verilen San-Tez projelerine Bakanlık tarafından uygulanan en yüksek destek oranı yüzde75 olup toplam proje bedelinin yüzde 25’inin kuruluş tarafından nakdi olarak karşılanması gerekmektedir. San-Tez Programından Kimler Yararlanabilir? Sektör ve büyüklüğüne bakılmaksızın firma düzeyinde katma değer oluşturan, ülkemizde yerleşik işletmeler ve üniversitelerin işbirliği ile hazırlanacak projeler bu programdan yaralanabilir. 2) Teknogirişim Sermayesi Desteği Programın Amacı: 5746 Sayılı Kanun kapsamında sağlanan Teknogirişim Sermaye Desteği ile yeni ve yenilikçi iş fikirleri olan genç girişimcilerin, bu iş fikirlerini katma değer ve nitelikli istihdam oluşturma potansiyeli yüksek teşebbüslere dönüştürebilmeleri için çekirdek sermaye sağlanarak desteklenmesi amaçlanmaktadır. Destek başvuru koşulları ve yararlanacaklar Programa üniversitelerin örgün öğrenim veren, herhangi bir lisans programından bir yıl içinde mezun olabilecek durumdaki öğrenci, yüksek lisans veya doktora öğrencisi ya da lisans, yüksek lisans veya doktora derecelerinden birini ön başvuru tarihinden en çok 5 yıl önce almış gerçek kişiler başvurabilmektedir. "Bir yıl içinde mezun olabilme" şartı, ilgili üniversitenin yetkili birimlerince Teknogirişim sermayesi desteği için talepte bulunulan merkezî yönetim kapsamındaki kamu idaresi adına düzenlenen bir yazıyla, "ön başvuru tarihinden en çok beş yıl önce alma" şartı ise ilgili üniversitelerce verilen çıkış belgesiyle veya diplomayla tevsik edilecektir. Destekten, merkezî yönetim kapsamındaki kamu idaresi tarafından kabul edilmiş iş planına uygun biçimde ve destek başvurusundan
sonra ihdas edilmiş ve girişimcinin tek başına temsil ve ilzama yetkili olduğu işletme yararlanabilecektir. Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı ELEKTRONİK HABERLEŞMEYLE İLGİLİ KONULAR a) Genel konular 1. Sayısal yayın şebeke ve terminal alıcı veya verici sistemlerinin geliştirilmesi, 2. Bulut bilişime yönelik yazılım, donanım ve sistem geliştirme, 3. Afet ve acil durumlar başta olmak üzere ulaştırma sistemlerinde iletişim, simülasyon vb. yazılım, donanım ve sistem geliştirme, 4. Elektronik imza uygulamalarına ilişkin yazılım, donanım ve sistem geliştirme, 5. IP tabanlı haberleşmeye yönelik yazılım ve donanım geliştirme, 6. Video konferans, etkileşimli video ve televizyon uygulamaları, internet üzerinde oyunlar, dosya paylaşım uygulamaları, ağ tabanlı yedekleme vb. konularda yazılım ve donanım geliştirme, 7. Uzaktan kontrol sistemlerine ilişkin yazılım, donanım veya sistem geliştirme, 8. E-devlet uygulamalarına ilişkin sistem geliştirme, b) Mobil haberleşme 1. Yeni nesil mobil şebekeler dahil mobil haberleşme şebekelerinde kullanılan verici, alıcı, anten ve benzeri donanım ile bunlara ilişkin yazılımlar, 2. Sağlık, enerji, ulaşım gibi alanlarda M2M (makineden makineye iletişim) konusunda yazılım, donanım veya sistem geliştirme, 3. Radyolink (R/L) sistemlerine ilişkin alıcı, verici ve anten tasarımı ve geliştirilmesi, 4. Tablet bilgisayar, akıllı telefon ve benzeri mobil terminal cihazlarına ilişkin dananım, yazılım veya sistem geliştirme, Kasım - Aralık 2013 69
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON
HABER • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
c) Siber güvenlik 1. Siber güvenlikle ilgili yazılım, donanım veya sistem geliştirme, 2. Kamu kurum ve kuruluşlarının verilerinin şifreli kaydedilmesine ve veritabanlarının siber saldırılara karşı korunmasına ilişkin yazılım, donanım ve sistem geliştirme, 3. Su, elektrik, gaz, telekomünikasyon, finans vb. kritik altyapılarının siber saldırılara karşı korunmasına yönelik yazılım, donanım ve sistem geliştirme, ç) Genişbant internet 1. Daha hızlı ve kaliteli veri transferi veya sağlayan yazılım, donanım ve sistem geliştirme, 2. Optik haberleşmeye ilişkin yazılım, donanım veya sitem geliştirme, 3. İletim sistemlerinde veri sıkıştırma sistemleri, d) Uydu haberleşmesi 1. Uydu haberleşmesi terminal cihazlarına ilişkin donanım, yazılım veya sistem geliştirme, 2. Konum belirleme ve izlemeye ilişkin sistemler, Avrupa Birliği tarafından Ar-Ge'ye 86 milyar Avro bütçe tahsis ediliyor. Ülkemizin de üye olduğu "Araştırma için Yedinci Çerçeve Programı"nın devamı niteliğinde olan ve 2014 - 2020 döneminde uygulanacak "Horizon 2020" Programına ait karar taslağı, Avrupa Birliği tarafından yayınlanmış bulunmaktadır. Daha önce duyurulmuş olduğu üzere, Ocak 2014'te yürürlüğe girecek yeni nesil AB araştırma ve yenilik fonlama programlarının ismi "Horizon 2020" olarak belirlenmişti. Taslak Programın: 1. "Excellent science"; 2. "Industrial leadership"; 3. "Societal challenges"; 4. "Non-nuclear direct actions of the Joint Research Centre (JRC)". alt programlarından oluşması ve toplamda 86 milyar Avro bütçe ile uygulanması planlanmaktadır. 2007-2013 yılları arasında gerçekleşmekte olan 7. Çerçeve Programı'nın bütçesine göre (yaklaşık 54 milyar Avro), Ar-Ge ve yeniliğe ayrılan kaynakta yüzde 60 civarında bir artış olduğu gözlenmektedir. 70 Mimar ve Mühendis
MİLLİ SAVUNMA BAKANLIĞI ULUSLARARASI AR-GE FAALİYETLERİ NATO RTO Panel Faaliyetlerine Nasıl Katılım Sağlanır? Katılım için NATO ve Millî Savunma Bakanlığından herhangi bir maddi destek sağlanmamaktadır. Katılım masrafları ilgili personelin mensubu bulunduğu kurum/kuruluş ve/veya bizzat kendisi tarafından karşılanır. Katılım sağlanacak RTG ve ET faaliyetleri sürelidir. Faaliyet devam ettiği sürece düzenlenecek toplantılara (yılda en az iki toplantı) iştirak etme zorunluluğu bulunmaktadır. Söz konusu çalışmalara katılacak personelin belirlenmesinde devamı sağlayabilecek ve değişiklik ihtiyacı hasıl olmayacak (işten ayrılma halleri gibi zaruri haller hariç) personel isimlerinin bildirilmesi önemlidir. Yukarıda belirtilen hususlar çerçevesinde anılan faaliyetlere katılım planlanması durumunda; -RTG ve ET faaliyetlerine katılmak için; http://www.tekbim.msb. gov.tr/rto adresinde yayımlanan Personel Bilgi Formu ile Personel Görevlendirme ve Taahhüt Formu, Yetkili amire/birime onaylatılmasını müteakip Öz Geçmiş (CV) belgeleri ile birlikte Ar-Ge ve Teknoloji Dairesi Başkanlığı'na gönderilir. Ayrıca söz konusu formlar ile Öz Geçmiş Belgesinin bir kopyası elektronik ortamda elektronik posta adresine iletilir. - RSM, RSY, RLS, RWS ve RTC faaliyetlerine katılmak isteyen kurum/kuruluş temsilcilerinin ise İnternet ortamında http://www. rta.nato.int adresindeki "Enrol For" ve "Call for Papers" bölümlerinde yer alan duyuruları takip ederek duyurunun yayımlanmasını müteakip, elektronik ortamda kayıt yaptırmaları gerekmektedir. - RTG/ET ve/veya gizlilik derecesi ihtiva eden faaliyetlere katılım planlanması durumunda; NATO Güvenlik Kleransı zorunlu olduğundan, kleransı bulunmayan kişiler, NATO Güvenlik Kleransı almak için Dışişleri Bakanlığı NATO Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı Merkez Kurulu Başkanlığına (Tel.Nu.:0 312 2921683 veya 0 312 2921684) müracaat ederler. Alınan "NATO GİZLİ (NATO SECRET)" gizlilik derecesine haiz klerans (verilme süreci yaklaşık 5 ay sürmektedir) uygun vasıta ile RTA'ya bildirilir. - RTG/ET faaliyetlerine atanan personelin faaliyetlere katılımında SK birimleri, savunma sanayi kuruluşları veya araştırma kurum ve kuruluşları tarafından destek projesi hazırlanır. RTO Millî Delegeliği (Ar-Ge ve Teknj.D.Bşk.lığı)'ne gönderilerek onay alınır. Projeye destek vermesi beklenen ülkenin ilgili panel üyesi ile desteklenecek ülke panel üyesi tarafından koordine kurulur. Panel üyeleri arasında gerçekleştirilecek koordinasyon, panel toplantısında ikili görüşme şeklinde yapılabileceği gibi herhangi bir iletişim (telefon, e-posta vb.) aracı ile de yapılabilir. Her iki ülke tarafından uygun bulunan proje öneri formu, projeyi teklif eden kurum tarafından destekleyen ülke ile beraber tanzim edilerek bir kopyası panel yöneticisine verilmek üzere ülke panel üyesine iletilir. Formda proje yöneticisi mutlaka belirtilmelidir. İki ülkenin ortak imzası ile tanzim edilen proje teklif formu desteklenen ülke panel temsilcisi tarafından panele sunulur. Panel tarafından uygun bulunduğu takdirde proje önerisi Araştırma ve Teknoloji Ajansına ilgili panel tarafından gönderilir.
RTA tarafından, taraf ülkelerin yazılı onayı alınarak, öneri sahibi ülkenin destek fonundaki katkı payının müsait olması durumunda proje başlatılır. Proje kapsamında yurt dışına geçici olarak göreve giden kişi görev dönüşü RTO Karargâhına ve RTO Millî delegeliği'ne rapor gönderir. Her bir destek projesindeki faaliyetlerin takibinden sorumlu olacak ilgili bir Panel Üyesi tefrik edilir. Projenin, Panel toplantılarındaki takdimi bu panel üyesi tarafından yapılır. Proje için verilecek destek süresi 2 yıldır. Millî Delegeliğin uygun bulması durumunda bu süre 1 yıl uzatılabilir. Projelerin dönem raporları ve nihaî raporlar Panel tarafından onaylanır. MALİYE BAKANLIĞI AR-GE İNDİRİMİ TEŞVİKİ Başvuru nereye yapılır? 193, 5520 ve 5746 sayılı kanunlarla sağlanan Ar-Ge indiriminden yararlanmak için Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığına başvuru yapılır. TÜBİTAK’a başvuru yapılmaz. Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı, mükellef tarafından başvurusu yapılmış Ar-Ge İndirimine konu projenin, Ar-Ge faaliyeti olup olmadığına ilişkin değerlendirmesini yapmak üzere TÜBİTAK’a gönderir. Ar-Ge indirimine konu proje, TÜBİTAK tarafından desteklenmiş bir proje ise TÜBİTAK tarafından desteklenmiş projeler hakkında Ar-Ge projesi olup olmadığına ilişkin ayrıca bir inceleme yapılması için Gelir İdaresi Başkanlığına müracaat edilmez. TÜBİTAK tarafından desteklenmiş projelere ilişkin, Ar-Ge indiriminden yararlanabilmek için, TÜBİTAK’tan alınan destek karar yazısının bir örneğinin YMM tasdik raporuna eklenerek ilgili vergi dairesine müracaat edilmesi yeterli olacaktır (Mevzuat: 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu Kapsamında 1 Seri No.lu Tebliğ
(10. Diğer İndirimler). Ar-Ge indirimine konu proje, TÜBİTAK’ ın desteklediği bir proje değilse Ar-Ge indiriminin uygulanmaya başlanacağı döneme ait geçici vergi beyannamesinin verileceği tarihe kadar Ar-Ge faaliyetiyle ilgili olarak, 1 seri no.lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliğinde yer alan formata uygun olarak hazırlanan “Ar-Ge Projesi Raporu” Gelir İdaresi Başkanlığı'na gönderilir. Gelir İdaresi Başkanlığı istenen formata uygun olarak hazırlanan raporun genel değerlendirmesini yaptıktan sonra, projenin bilimsel olarak incelenerek “münhasıran yeni bilgi ve teknoloji arayışına yönelik olup olmadığının” tespit edilmesi amacıyla, ilgili proje başvurusunu Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumuna (TÜBİTAK) gönderir. Eş zamanlı olarak Gelir İdaresi Başkanlığı tarafından, TÜBİTAK’ a 15.000 TL’yi aşmamak üzere proje bütçesinin yüzde 0,3’ü oranında bir tutarı ödemesi konusunda mükellefe bildirimde bulunulur. Mükellefin, söz konusu tutarı TÜBİTAK’a ödemesi ve ilgili banka dekontunu TÜBİTAK’a göndermesi sonrasında başvurunun değerlendirme süreci başlar. TÜBİTAK ilgili proje başvurusunu değerlendirmesini yapmak üzere hakemlere gönderir. Hakemler Kuruluşu yerinde yapacakları ziyaretleri sonrasında Değerlendirme Raporlarını TÜBİTAK’a gönderir. TÜBİTAK ilgili projenin, Ar-Ge nitelikli olup olmadığına ilişkin kararını, hakemler tarafından düzenlenen Değerlendirme Raporları ile birlikte Gelir İdaresi Başkanlığı'na gönderir. Gelir İdaresi Başkanlığı değerlendirme sonucunu mükellefe bildirir. Ekonomi Bakanlığı Ekonomi Bakanlığı Teşvikleri Ekonomi Bakanlığı tarafından verilen Yatırım Teşvik Belgesi, tasarrufları yatırıma yönlendirmek amacıyla katma değeri yüksek, ileri ve uygun teknolojileri kullanarak bölgeler arası dengesizlikleri Kasım - Aralık 2013 71
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON
HABER • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
gidermek, istihdam yaratmak ve uluslararası rekabet gücü sağlamak için yatırımların devlet tarafından desteklenmesi adına verilen bir belgedir. Bu kapsamda yatırımcı direk nakit destek yerine gümrük vergisi muafiyeti, katma değer vergisi istisnası, faiz desteği, sigorta primi işveren hissesi desteği, vergi indirimi ve yatırım yeri tahsisi gibi teşvik araçlarıyla desteklenir. Bölge illerimiz olan Balıkesir ve Çanakkale illeri, Düzey 2 Bölgeler sınıflandırmasına göre, 2. Bölge sınıfına dâhil edilmekte ve TR 22 bölgesi olarak adlandırılmaktadır. Bununla beraber Çanakkale'ye bağlı Bozcaada ve Gökçeada ilçelerimiz TR 22 bölgesi olarak adlandırılmakla beraber 4. Bölge sınıfına dahildirler. Teşvik Belgesi’ne Müracaat Edebilecekler 1. Gerçek kişiler 2. Adi ortaklıklar 3. Sermaye Şirketleri, kooperatifler ve iş ortaklıkları 4. Dernekler ve vakıflar 5. Kamu kurum ve kuruluşları 6. Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları 7. Yurtdışındaki yabancı şirketlerin Türkiye’deki şubeleri 8. Türk Ticaret Kanunu’na göre kurulmuş yabancı sermayeli şirketler Teşvik Belgesi’ne Müracaat Dokümanları 1. Müracaat Dilekçesi 2. Noter Tasdikli imza Sirküleri 3. Tebliğ ekindeki örneğe uygun Yatırım Bilgi Formu 4. 400TL müracaat bedelinin ödendiğine dair makbuzun ikinci nüshası ( bu bedel hiçbir şekilde iade edilmez) 5. Firmanın son durumunu gösterir Türkiye Ticaret Sicil Gazetesi aslı veya onaylı sureti 6. SSK’dan alınacak, prim borcu olmadığına dair “temiz kağıdı” 7. ÇED Yönetmeliği eki yatırımlar için “ÇED Olumlu Kararı” veya “ÇED Gerekli Değildir Kararı” 8. Yatırımın karakteristiğine bağlı olarak istenebilecek diğer belgeler (EPDK Lisans tarihi ve numarası, Maden İşletme Ruhsatı ve İşletme İzni, Turizm Yatırımı, Turizm İşletmesi ve/veya Kısmi Turizm İşletme Belgesi, Lojistik yatırımları için L2 belgesi gibi) 72 Mimar ve Mühendis
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Enerji Konulu Ar-Ge Proje Bütçesinin yüzde 80'i Bakanlık Tarafından Karşılanacak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, enerji konulu Ar-Ge projelerini desteklemek amacıyla vereceği hibe oranlarını belirledi. Buna göre Bakanlık, desteklenmesine karar verilen proje bütçelerinin yüzde 80'ini karşılayacak. Destekleme süresi ise 2 yıl olarak uygulanacak. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın Enerji Sektörü AraştırmaGeliştirme Projeleri Destekleme Programına (Enar) Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılması Hakkında Yönetmelik'i Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Yönetmelikle Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından enerji politikalarına, arz güvenliğine, yerli enerji teknolojileri ve endüstrisine hizmet edecek şekilde oluşturulacak bilimsel ve teknolojik bilgiyi ürüne, sürece, yönteme, uygulamaya veya sisteme dönüştürmesi amacıyla teknoloji geliştirme ve yenilik odaklı araştırma, geliştirme, iyileştirme içeren proje çalışmalarının desteklenerek izlenmesi, sonuçlandırılması ve sonuçların değerlendirilmesine ilişkin usul ve esasları düzenlendi. ENAR proje bütçesinin yüzde 20'si firma tarafından karşılanacak Bir önceki yönetmelikte projelere bakanlık tarafından nakdi destek sağlanacağı ifade edilirken, herhangi bir destekleme oranı verilmemişti. Yeni Yönetmelikle desteklenmesine karar verilen ENAR proje bütçesinin azami yüzde 80'inin Bakanlıkça, en az yüzde 20'sinin ise firma tarafından nakdi olarak karşılanacağı belirtildi. Projede özel şirketlerden, dernek ve sivil toplum kuruluşlarından, Avrupa Birliği çerçeve programları ve benzeri uluslararası kaynaklardan sağlanan geri ödemesiz destekler ve destek başvuruları proje başvurularında belirtilecek. Bu şekilde sağlanan hibe ve destekler desteğin alındığı gidere yönelik olan harcamalardan düşülerek desteklenmeye esas olan harcama tutarı belirlenecek. Belirlenen bu tutar üzerinden söz konusu oranlar dahilinde destekleme yapılabilecek. Proje için ön görülen bütçenin yetersiz kalması halinde enerji konulu Ar-Ge projeleri (ENAR) yönlendirme heyeti tarafından uygun görülmesi şartı ile Bakanlık tarafından projeye en fazla proje toplam bütçesinin yüzde 10'u kadar ek bütçe verilebilecek. Destekleme süresi 3 yıldan 2 yıla indirildi ENAR projeleri destekleme süresi ise 3 yıldan 2 yıla indirildi. Ancak projenin süresinde sona ermemesi halinde ve gereksinimlere uygun olarak Genel Müdürlükçe uygun görülmesi şartı ile en fazla 6'şar aylık iki dönem ek süre verilebilecek. ENAR programı kapsamında desteklenmesi uygun bulunan projeler, proje ortağı firmanın birinci dönem katkı payını yatırması ve alımların başlaması ile proje sözleşmesinde belirtilen tarih itibari ile başlamış sayılacak. Projelerin ön değerlendirilmesi, ENAR projeleri yönlendirme heyeti tarafından yapılacak ve ENAR projeleri yönlendirme heyeti tarafından değerlendirilmeye uygun görülen projeler proje değerlendirme heyeti üyelerine en geç 28 Şubata kadar gönderilecek. Kamu menşeili başka bir kaynak tarafından desteklenerek devam eden veya sonuçlandırılmış projelere destek sağlanmayacak. Yatırıma ve temel araştırmaya yönelik projeler ile eksik belge içeren projeler değerlendirmeye alınmayacak.
Kas覺m - Aral覺k 2013 73
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON HABER • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
"Türkiye İnovasyon Haftası" Etkinlikleri Yapıldı
T
Bu yıl 20'nci kuruluş yıldönümünü kutlayan Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin 28-30 Kasım tarihleri arasında İstanbul Kongre
Merkezi’nde düzenlediği Türkiye İnovasyon Haftası etkinlikleri kapsamında katılımcılar inovasyonun bilgi dolu dünyasını keşfe çıktı.
İM Başkanı Mehmet Büyükekşi, Türkiye İnovasyon Haftası ile kamu, özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarının inovasyona dayalı aktivitelerini destekleyerek Türkiye’ye moral, motivasyon ve özgüven aşıladıklarını belirtirken, Türkiye’nin gücüne ve bu ülkenin gençlerine yürekten inandıklarının altını çizdi. Stratejik sponsorluğunu Arçelik, Brisa, Türk Ekonomi Bankası (TEB) ve Türk Hava Yolları’nın üstlendiği organizasyon, yurtiçi ve yurt dışından ilham verici fikirleriyle büyük ses getiren konuşmacıları ağırladı. Dünyanın ve ihracatın geleceğinin inovasyona dayalı kalkınmaya bağlı olduğu öngörüsünden hareketle ilki 2011 yılında düzenlenen Türkiye İnovasyon Haftası bilim, teknoloji, pazarlama, tasarım, kent, iş ve sanayi dünyası, pazarlama, enerji ve tıp alanlarında inovasyonun geliştirici gücünü gözler önüne serdi. 273 Ar-Ge projesi ve 243 tasarım projesi ile farklı bakış açıları başarılı tasarımcılarla, sanayicileri buluşturarak sektörü kaliteli tasarımlarla beslemek hedefinden hare-
ketle, İhracatçı Birlikleri tarafından 2013 yılında düzenlenen 8 farklı Ar-Ge Proje Pazarı ve 17 farklı tasarım yarışmasından seçilen ödüllü 273 Ar-Ge projesi ve 243 tasarım projesi katılımcıların beğenisine sunuldu. 168 üniversiteden seçilen projeler ise karma bir sergi olarak etkinlikte yer aldı. 53 Ar-Ge Merkezi, 16 Teknopark, 8 Bilim Merkezi ile 53 üniversite stand açarak, katılımcılara inovasyona dayalı zengin bakış açısı kazandırdı.
74 Mimar ve Mühendis
“Biz Türkiye’nin inovasyon potansiyeline inanıyoruz” Bilim, teknoloji, nanoteknoloji, marka yönetimi, dijital pazarlama, tasarım, enerji, kent, iş ve sanayi dünyası alanlarında inovasyonun geliştirici gücüne dikkat çeken böyle önemli bir organizasyonu düzenledikleri için oldukça memnun olduklarını ifade eden TİM Başkanı Mehmet Büyükekşi, “57 bin ihracatçının temsilcisi Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) olarak, 2023 yılında ulaşmayı hedeflediğimiz 500 milyar dolarlık ihracata, Türkiye’ye inovasyon kültürünü,
iklimini ve eko sistemini daha fazla yerleştirerek ulaşabileceğini düşünüyoruz. Büyük bir inançla gerçekleştirdiğimiz Türkiye İnovasyon Haftası ile yeni teknoloji ve üretim süreçlerinin daha kapsamlı tanıtımını yapıyoruz, akademi ve sanayiyi daha sıkı kenetliyoruz. Kamu, özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarının inovasyona dayalı aktivitelerini destekleyerek Türkiye’ye moral, motivasyon ve özgüven aşılıyoruz. Biz Türkiye’nin inovasyon potansiyeline inanıyoruz, bu ülkenin gençlerine inanıyoruz. Dinamik gençlerimiz Türkiye’nin geleceğine yön verecek. O yüzden gençlerimize daha fazla imkân verelim, onların önünü açalım” dedi. Dünyanın ilk 10 ekonomisi arasında olabilmek ve dünya mal ihracatından daha fazla pay alabilmek için odak noktasının, her zamankinden daha fazla katma değer oluşturmaya yönelik inovasyon olduğunu belirten Büyükekşi, Türkiye’nin geleceğine yapılacak en büyük yatırımın, girişimciyi ve girişimciliği ön plana çıkararak geleceğin inovatif liderlerini yetiştirmek olduğunun altını çizdi. 20 kişiye CERN seyahati Bu yıl Türkiye İnovasyon Haftası’nda bir ilke daha imza attıklarını belirten Büyükekşi, “Türkiye İnovasyon Haftası etkinlikleri sırasında, sosyal medya takipçilerimiz, üniversite öğrencilerimiz ve basın mensuplarımız arasından belirlediğimiz 20 kişilik bir ekibi, Avrupa’da inovasyonun kalbi olan CERN’e götüreceğiz. Aynı zamanda 20'nci kuruluş yıldönümümüzü kutladığımız bu yılki etkinlikler kapsamında, Türkiye’nin inovasyon potansiyelini
açığa çıkararak 500 milyar dolarlık ihracat hedefine giden yolda ivme kazandığımızı düşünüyorum. Bu ivmenin artarak devam etmesi en büyük isteğimiz” dedi. Türkiye İnovasyon Haftası’nda yurtiçi ve yurtdışından ses getiren önemli konuşmacılar deneyimlerini ve ilham veren görüşlerini paylaştı. 2014'te Silikon Vadisi'ne Ziyaret ve Google'da Staj İmkanı! Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın teşrifleri ve Ekonomi Bakanlığı’nın destekleriyle gerçekleşen Türkiye İnovasyon Haftası, dünyada ve Türkiye’de fark oluşturan uluslararası profesyonel, sanayici, akademisyen ve üniversite öğrencilerini İstanbul’da buluştururken, inovasyon ve Ar-Ge’nin Türkiye ekonomisi ve ihracatında taşıdığı önemi bir kez daha Türkiye gündemine taşıdı. Türkiye İnovasyon Haftası Komite Başkanı Tahsin Öztiryaki Türkiye İnovasyon Haftası’nın gerçekleşmesinde emeği geçen herkese teşekkür ederek gençlere bu sene hediye ettikleri CERN seyahatini, gelecek sene Silikon Vadisi’ne ziyaret ve Google’da staj fırsatı olarak geliştireceklerini müjdeledi. Türkiye İnovasyon Haftası’nın ikinci gününde açılış konuşması yapan Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, inovasyonun ve eğitimin önemine değindi. THY, Invest on Board projesiyle ilgili bilgiler verdi. LRN Kurucu Başkanı ve CEO’su Şirketlerin işe alımlarında önemli olan davranış şekillerinin neler olduğuyla ilgili bilgi veren Dov Seidman, liderliğin ilk sırada olduğunu belirtti. Kasım - Aralık 2013 75
DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Şirketlerin ‘daha özel başka ne yapabiliriz’ sorusuna yanıt aradığını ve insana daha fazla odaklandıklarını belirten Seidman, pazarlama departmanlarının hedef kitleleriyle iyi ilişkiler içinde olmamaları gerektiğini söyledi. "Bilim merkezleri 5 yılda 81 ilde yaygınlaşacak" Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Kongre Merkezi'nde gerçekleştirilen Türkiye İnovasyon Haftası Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, Türkiye'de, hem kamuda hem de özel sektörde inovasyona büyük önem verdiklerini, bu yöndeki çalışmaları tüm imkanlarla desteklediklerini anlattı. Teknoparkları yaygınlaştırarak, üniversite-sanayi işbirliğini destekleyerek, Ar-Ge çalışmalarını, bilimsel faaliyetleri, genç girişimcileri teşvik ederek, bu çerçevede önemli mesafe kat edildiğini anlatan Erdoğan, "Geçtiğimiz 11 yılda, sadece TÜBİTAK aracılığıyla 8 bin projeye 2,5 milyar lira Ar-Ge desteği sağladık. Bu sayede kendi uydularımızı geliştirdik ve ürettik. Savunma sanayi alanında pek çok projeyi hayata geçirdik. Akıllı kimlik kartları, üstün özellikli x-ray sistemleri gibi pek çok projeyi de bu kapsamda destekledik ve sonuçlanmasını sağladık" dedi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, çocukları ve gençleri inovasyona yönlendirmek için 81 ilde bilim merkezleri kurma çalışma76 Mimar ve Mühendis
sını başlattıklarını belirterek, bugüne kadar 7 büyükşehirde bilim merkezlerinin faaliyete geçtiğini, önümüzdeki 2 ay içinde de 2 büyükşehirde daha faaliyete geçeceğini kaydetti. Büyükşehirlerden başlayarak, önümüzdeki 5 yıl içinde bilim merkezlerini 81 ile yaygınlaştırmayı amaçladıklarını vurgulayan Erdoğan, marka ve patent başvurusu konusunda da çok önemli gelişmeler yaşandığını, geçen yıl Türkiye'nin, Avrupa'da en çok marka başvurusu yapılan ülke olduğunu söyledi. KOBİ'lere verilen destek Başbakan Erdoğan, "Hükümet olarak, geçtiğimiz 11 yılda KOBİ'lere 2,2 milyar lira destek sağlayarak, bu muazzam potansiyeli destekledik, güçlendirdik, geliştirdik. Ayrıca, KOBİ'lerin kredi imkanlarını genişleterek bugüne kadar 212 bin işletmemizin 12 milyar lira kredi kullanmasını sağladık. Kredi faizi desteğimiz kapsamında, KOBİ'lerimizin kullandıkları kredilerin faizinin 1 milyarlık bölümünü hükümet olarak karşıladık" diye konuştu. İnovasyon Haftası’na gelemeyenler, bulundukları yerden izledi! Üniversiteler, liseler, Ar-Ge merkezleri, Teknoparklar başta olmak üzere inovasyonla ilgili tüm paydaşların yer aldığı haftada, www.turkiyeinovasyonhaftasi.com üzerinden akreditasyon yapan herkes etkinliğe ücretsiz olarak katılma imkânı buldu.
Yedigöller'de Sonbahar BOLU / TÜRKİYE FOTOĞRAF OBJEKTİFİN GÖZÜNDEN MÜHENDİSİN GÖRDÜĞÜ
FOTOĞRAF: OSMAN ARI Kasım - Aralık 2013 77
SÖYLEŞİ
ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. MUSTAFA KARA
İNSANIN YAŞADIĞI ŞEHRİ SEVMESİ BİR ŞUUR HÂLİDİR. PROF. DR. MUSTAFA KARA'YI TASAVVUF ÜZERİNE YAPTIĞI CİDDİ VE ETKİLİ ÇALIŞMALARDAN TANIYORUZ. BİZ DE BUNUN ÜZERİNE KENDİSİYLE TASAVVUF, ŞEHİR, ŞEHRİ OLUŞTURAN UNSURLAR VE BURSA ÜZERİNE KONUŞTUK. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ TASAVVUF TARİHİ ANABİLİM DALI ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. MUSTAFA KARA, YAKIN ZAMANDA ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU TARAFINDAN ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZI BİLİM KURULU ASIL ÜYELİĞİNE SEÇİLDİ. >
Beş Şehir’in Yeşil’i size ne anlatıyor? Öncelikle bu tür tasnifler, kişilerin iç dünyalarına göre yapılır diyelim. Ahmet Hamdi Tanpınar da Beş Şehir’i enteresan detayları da alarak ve ciddi okumalar yaparak kaleme almış. Lakin ‘Yeşil Bursa’ Tanpınar’ın baktığı yerden bakmadan da yazılabilir. Son yaptığım çalışmalardan olan Bursa’da Kırklar Meclisi’nde bunu denemek istedim. Beş Şehir’in Yeşil’i bana Bursa’yı yeniden yeni malzeme ve yorumlarla yazılmasını hatırlattı. Ama esas soru şu: Bursa’nın yeşili kaldı mı? Cevap: Evet kaldı Bursaspor’un formasında… Merhum Kazım Baykal gibi siz de Bursa’nın hafızasını diri tutuyorsunuz bir bakıma... 1946’da Eski Eserleri Sevenler Kurumu’nu kurmak ateş ve barutla oynamak gibi bir şeydi. Dolayısıyla Baykal ve arkadaşları, dönemin şartlarına rağmen çok mühim işler yaptılar. Eski eserleri ihya ettiler, korudular ve tanıttı. Yapılan hizmetler, Bursa için fevkalade önemlidir. Bendeniz daha çok tasavvuf tarihine bakıyorum. Ama 35 senedir Bursa’dayız. Haliyle bu şehrin kültürü, tarihi, bugünü bizi ilgilendiriyor. Bazen eskilerin kitaplarını 78 Mimar ve Mühendis
SÖYLEŞİ: Samet Altıntaş
yeni yazıya çevirerek bazen de kendimiz karalamalar yaparak bu hafızayı canlı tutmaya ve yarına taşımaya çalışıyoruz. Bursa’nın tasavvuf hayatına katkısı nelerdir? Bursa, 6 asırlık Osmanlı Devleti’nin kurulduğu şehir… Tasavvuf da Osmanlı kültür yapısının ana damarlarından biri olması hasebiyle bu kültürün tohumları bu şehirde atılmıştır. Yine bu kültürün büyük şahsiyetleri Bursa’da yetişti. Bu kültür, daha sonra onların yetiştirdiği kişilerin eliyle koca bir çınar haline gelip gölgesi devletin diğer şehirlerine ulaştı. Bursa, büyük bir ana kucağıdır. Hem Afrika’nın hem Asya’nın hem Avrupa’nın buluştuğu yerdir. Hem de bu bölgeden oralara gönül adamlarının sevk edildiği şehirdir. Bu açıdan çok mühim bir merkezdir, kalptir Bursa. Peki Hocam, sizi Bursa’ya gelen ya da buradan giden mutasavvıflardan en çok etkileyen şahsiyetler kimlerdir? Bu konuda birçok isim zikredilebilir. Ama şehre dışarıdan gelen en ünlü mutasavvıf Emir Sultan’dır. Seyyid’dir, adeta Medine’nin Bursa temsilcisidir. İstanbul’a gidenlerin en meşhuru ise Şeyh Vefa ile Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri’dir.
Burada tasavvufi eğitimlerini almışlar ve İstanbul’da dergâhlarını kurarak hizmet vermişlerdir. 15'inci yüzyılın İstanbul’unda tüm entelektüeller, Şeyh Vefa’nın dergâhında buluşmuştur. Bu isimler dışında Davud-ı Kayseri beni çok etkiler. Osmanlı medresesinin ilk kurucu şahsiyetidir. Medresenin kurucu rektörü, müderrisi olmasının dışında önemli bir özelliği de Muhyiddin ibni Arabî’nin Fusus ül-Hikem’ine yaptığı Arapça şerhtir. Ki bu şerh, bugün İran’da Kum medreselerinde okutulmaktadır. Molla Fenarî’nin eseri de böyledir. Keza İsmail Hakkı Bursevî de etkilendiğim diğer bir şahsiyettir. Bursevî’nin en mühim özelliği ise en çok eser veren mutasavvıf olmasıdır. Velud şahsiyetlerdendir. Bursalı mutasavvıflardan Bursa ile ilgili en çok eser veren ise Şemseddin Mısrî Efendi’dir. Malatyalı Niyazi-î Mısrî’nin Divan’ı ise tarikat ilmihalidir. Bütün tarikatların ortak Divan’ıdır, ortak dilidir. Hangi meşrepte olursa olsun herkes Niyazi-î Mısrî okur, dinler şiirlerinin bir kısmı bestelenmiştir. “Bursa, büyük bir ana kucağıdır” İsmail Hakkı’ların Niyazi-î Mısrîlerin Bursa’sından günümüze ne kaldı peki? Başta eserleri kaldı ki bu çok mühim. Divan-
ları, menkıbeleri hâlâ okunuyor. Bursevî’nin tefsiri bütün İslam dünyasında tanınıyor. Bugün de Mısrî okuyarak yolunu aydınlatanlar var. Bu şahsiyetlerin büyük olmasının nedenlerinden biri de bu. Bursevî’nin kabri burada. Maalesef Mısrî’nin kabri Limni’de, dergâhından eser yok ama gönül adamlarının yeri gönüllerde… Bursa’yı Osmanlı coğrafyasında önemli kılan sebepler nelerdi? Kurucu başkent olması sebebiyle payitaht özelliğini her dönem korudu Bursa. İlk olmanın getirdiği güzellikleri ihtiva etti, ediyor. Az önce de belirtmiştik; ilk ilim hareketlerinin burada başlamış olması, ilk altı Osmanlı Sultanının bu şehirde medfun olması Bursa’ya farklı bir atmosfer katmıştır, çınarın kökleri burada. Yıllar önce İsmail Hakkı Bursevi Sempozyumu düzenlemiştik. Endülüs’ten başlayarak İbn Arabî’nin yaşadığı bütün şehirleri gezen Müslüman bir Fransız ilim adamı şöyle demişti: “Evet, bu şehir Muhyiddin Arabî’nin vefatından sonra fethedildi. Ama ben bütün kalbimle inanıyorum ki onun ruhu bu sokaklarda dolaşıyor.” Şehirlere bu gözle bakabilmek ne güzel. Ecdat ile birlikte yaşamak ne hoş… Bu güzel duygunun ipuçları Yahya Kemal’in şiirlerinde var. Sezai Karakoç, “Bursa, benim gözümde manevi başkenttir” diyor. Bu hâl devam ediyor mu? Bursa manevi başkenttir derken İstanbul değildir anlamı çıkmamalı öncelikle. Büyük bir devletin başkenti Bursa olduğu, ilk fikir, ilim ve sanat hareketleri bu şehirde başladığı ve bunlar da medeniyetin sacayağı olduğu için o cümleyi hak ediyor. Osmanlı kültür ve medeniyetine bakan herkes ister istemez Bursa’ya inmek durumundadır. Bursa, manevi dokuyu öne çıkaran bir şehir. Söylenen sözün gözüyle bakarsanız şehre, şüphesiz bugüne bakan bir yönü de var. Ama bir başka kişi de çıkıp bu durumun tam aksini ifade edip, ‘Bursa, manevi zenginliğini kaybetti’ diyebilir, bardağın boş tarafına bakarak. Lakin biz bardağın dolu tarafına bakmayı yeğleyenlerdeniz. Ama zaman zaman şehrin mimari dokusuna zarar veren acı veren olaylarla da karşılaşıyoruz ne
yazık ki... Tam yeri gelmişken sorayım o zaman. TOKİ’nin şehrin ortasına dikerek Bursa siluetine kast ettiği binaları hakkında neler söylemek istersiniz? Oturup ağlamak lazım… Bardağın boş tarafına bakacaksak ağlanacak halimiz var. Ama biz oraya baksak bile iş işten geçmiş durumda. Kentsel dönüşüm denen tuhaf bir iş var bugünlerde. Bu toplu konut işi şehrin dışında yapılabilirdi. Şehrin orta yerine bunları dikmek izahı olmayan bir durumdur. Ulu Cami gözükmüyormuş, Emir Sultan kayboluyormuş, adamın böyle bir derdi yok ki… Çünkü öyle bir dünyası yok. Yani bugün bıraksanız Ulu Cami’nin dibinde kırk katlı bina yapar insanlar. Kesinlikle yaparlar, hem de AVM olarak, kırkıncı katında da mescid… Buna nerede ne zaman inandım? Beytullah’ın karşısında yüz katlı o rezilliği gördükten sonra. Şimdi bunu Müslüman bir zihin yapıyor. Ve Müslümanların bir kısmı da oradan devre mülk satın alıyor. Afetin büyüklüğü bu zihniyette. Peki, Bursa bugün bize ne söyler? Müspet açıdan bakarsak Ulu Cami’nin minaresi veya şadırvanı bile çok şey söy-
ler, söylüyor. Dolayısıyla bir Ulu Cami bize beş altı ay konuşabilir. Bırakın Ulu Cami’yi, tekkeyi, medreseyi, bir mezar taşı bile çok şey ifade eder. Ama TOKİ rezaleti de, köyden kente göç sonrası sanayi ile kirletilen, mahvedilen Bursa ovası da bu şehirde. Nilüfer Deresi’nin Uludağ’dan çıktıktan sonraki rengine, bir de sanayi bölgesini geçtikten sonraki rengine bakınız. Bu gözle izlerseniz kötü bir yerdeyiz ve kötü bir noktaya doğru gidiyoruz. Sanayileşme doğayı ve insanı yok ediyor. Tabiatı ve insanı kirletiyor. Bu, işin turası. Yazısı da, bu tarihi dokuyu teneffüs etmek isteyenler için birtakım menfezler hâlâ mevcut. Bursa’ya özel anlamlar yükleyebilir miyiz sizce? Yükleyebiliriz tabi. Bir şehri seven insan ona birtakım roller verecektir, bu kaçınılmaz bir şey. İnsanın yaşadığı şehri sevmesi bir şuur halidir. Ama o hale yükselmesi lazım. Bir kere o şehre kulak vereceksiniz, onunla konuşacaksınız. O şehre âşık olacaksınız ki bu başka bir âlemdir. Şehre âşık olduğunuzda onu korumaya, kollamaya çalışıyorsunuz. Biri kötü gözle bakıp Osmanlı döneminde Bursa
Kasım - Aralık 2013 79
SÖYLEŞİ Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin yaptığı çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Tarihi şehirlerde yöneticilik yapmak zordur. Belediyeler de TOKİ gökdelenleri ile gecekondu arasında savrulan insanlar gibi aslında. Ama tüm olumsuzluklara rağmen Osmangazi Belediyesi de dâhil güzel işler, onarımlar yapıyor. Tipik bir müteahhit kafasıyla yapılan çalışmalar da var. Lakin bu binaların ayağa kalkması müspet bir iştir. Ördekli Hamamı, Gökdere Medresesi, Seyyid Usul Dergâhı, Bali Bey Hanı, Haraççıoğlu Medresesi gibi yerlerin hayatın içine yeniden kazandırılması önemli işler. Ama çağın putu ‘rant’ hazretleri her şeyin belirleyicisi oluyor.
Bursa 2012
yanlış bir iş yaptı mı canınız yanıyor. Bu hali müşahhaslaştırırsak Bursa’ya âşık bir insan var: Safiyyüddin Erhan. O, bu şehre yanlış bir çivi çakılmasından bile büyük bir ıstırap duyuyor. Dikilen yanlış binalar nedeniyle son derece üzgün ve kırgın. Ama derviş edebi olduğu için fazla yüksek sesle dile getirmiyor bu halini. Elinden geldiği kadar kendi kozasını örüyor. Şehrin içine bırakırsak kendimizi, sizi en çok etkileyen yerler neresidir Bursa’da? Selâtin camilerinin hepsi… Hüdavendigar, Muradiye, Ulu Cami, Yeşil, Yıldırım Cami… 15'inci yüzyılda yapılmış küçücük bir mescit de insanın içini ışıkla doldurabilir. Bilen insanların rehberliğinde tarihi dokuyu görmek, duymak ve koklamak hayatımızın en önemli işlerinden biri olabilir. Evet, tarihi özelliği olan yerler beni daha çok etkiliyor, dinlendiriyor. Camilerden sonra uğradığım ikinci mekân ise Emir Han’dır. Ulu Cami minarelerinin gölgesinde dostlarla oturmak huzur veriyor bendenize. Şehir üzerine yaptığımız okumalar bize ne kazandırır peki? ‘Şerefül mekân bil mekin’ diye bir Arapça 80 Mimar ve Mühendis
deyiş var. Yani bir mekânın şerefi orada bulunanlardan kaynaklanır. Dolayısıyla bir şehri güzel yapan o güzel insanları tanımak, o insanların yaptıkları güzel işlere, yazdıkları güzel eserlere bakmak bizim içimize de ışık olarak aks edebilir. O şehirde yaşayan insanların güzellikleriyle biz de o şehri sevmeye başlarız. Bursa’nın bu tarz bir özelliği var. Onların mezarlarını ziyaret etmek, güzelliklerini tekrar gönlümüze taşır ve huzur duyarız. Bursa yoğun göç alan bir şehir. Bu durum gelecek zamanda şehre bir artı değer kazandırır mı, yoksa sorun mu olur? Milyonlarla ifade edilen yoğun göç sorun olur, oluyor da… Bu sadece Bursa’nın değil, Türkiye’nin son 50 yılını kapsayan büyük bir problem. Köyden kente göç denen afet, şehirlerimizi ve insanlarımızı ‘duman’ ediyor. Anormal derecede göç olunca gecekondu kentleri meydana geliyor. Ve bu hal arasında sağa sola savrulan bir toplum oluşuyor. Bu yükün altından ne Bursa ne İstanbul ne İzmir ne de Ankara kalkabilmiştir. Dolayısıyla insanlar ev-iş arası mekik dokuyor. Diğer bütün ciddi işler ikinci planda kalıyor.
İsmail Hami Danişmend, Bursalıların Bursacılığından bahseder. Bu hal, bugün de var mı sizce? Bursa için çırpınan gayret gösteren birçok insan var. Bu insanların birkısmı da Bursa doğumlu değil bendeniz gibi. Ama bu şehir için çalışan, çabalayan hafızayı diri tutmak için mücadele veren insanlar mevcut. Dolayısıyla ucuz bir Bursacılık değil bu, yaptığımız çalışmalarla Bursa’yı vurguluyor ve anlatıyoruz. Bursa kadar Buhara ve Bosna’yı, Konya kadar Kaşgar ve Kazan’ı, Merv kadar Manisa ve Marakeş’i de seviyoruz. Bugün birçok Bursa söz konusu… Hangi Bursa size daha yakın? Şehrin fotoğrafına baktığımızda birçok yer görürüz. Bendenizin Bursa’sı ruhumu dinlendiren gayet tabi tarihin yoğun olarak hissedildiği mekânlardır ve piyade olarak Uludağ gezileri, sonra bembeyaz kar, sonrasında masmavi deniz… Hocam son olarak şunu sorayım: Bursa üzerine bir vasiyetiniz var mı? Estağfurullah… O büyüklerin işidir. Biz sadece bu şehrin değerlerini ortaya çıkarmaya, okumaya, anlamaya, anlatmaya çalışıyoruz. Yaşı bendenizden küçük olanlara hatırlatmak istediğim konu şudur: Tarihî mekânlar ve şehirleri ziyaret etmek, onlar üzerinde araştırma yapmak, derin derin düşünmek, ders ve ibret almak Kur’an-ı Kerim’in tavsiyelerindendir.
Kas覺m - Aral覺k 2013 81
MAKALE
Abdullah Atalar
Abdullah Atalar Bilkent Üniversitesi Rektörü
Araştırma Üniversitelerinin Temel Özellikleri Bir araştırma üniversitesinde bulunması gereken özellikler ve üniversite yönetimi tarafından uygulanması gereken politikalar tartışılmıştır. Bu politikalar arasında özellikle üniversitenin atama ve yükseltme sisteminin önemi büyüktür. Bunun yanında üniversite içinde ve dışındaki rekabetin önemi, hocaların araştırma performansının ölçülmesi, değerlendirılmesi ve ödüllendirilmesi konusundaki yöntemler, hocaların ders yüklerinin araştırma performansına bağlı olarak ayarlanması, üniversite dışı faaliyetlerin etkileri, dış veya iç destekli projelerin araştırmalara katkısı, yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin hocalara dağılımı, kütüphanenin araştırmalara katkısı gibi konular dünyanın ileri gelen araştırma üniversitelerinin temel özellikleri arasındadır. Türkiye’deki üniversitelerdeki uygulamalarla bir karşılaştırma yapılmıştır.
D
ünyada 125 tanesi Amerika Birleşik Devletlerinde olmak üzere yaklaşık 200 tane araştırma üniversitesi olduğu düşünülmektedir. Bibliyografik araştırmalara (van Raan 2004) göre en etkin araştırmaların çoğu bu üniversitelerde yapılmakta, bu üniversitelerden çıkan araştırma makaleleri yüksek prestijli dergilerde yayınlanmakta, bu makaleler en çok atıfları almakta ve araştırma desteğinin en önemli kısmını bu üniversiteler almaktadır. Yapılan araştırmalar sonucunda insanlığın hayat kalitesini yükselten birçok buluş yapılmakta, bu buluşlar sonucunda da yeni şirketler ve bazen yeni işkolları doğmaktadır. Araştırma üniversitelerinin bulunduğu ülkeye ekonomik anlamda büyük katkıları olmaktadır. Amerika Birleşik Devletler'inde yüksek teknoloji şirketlerinin yoğun olduğu bölgelerin en üst düzeydeki araştırma üniversitelerinin hemen yanında olması herhalde bir tesadüf değildir. Bu üniversitelerin dışında kalan çok sayıda üniversitede de araştırma yapılmakta ise de araştırma performansları açısından aralarında bir kuantum fark bulunmaktadır. Araştırma üniversitesi sayısının 200 civarında bir sayı ile sınırlı olmasının sebeplerinden biri olarak dünya üzerinde “ancak 200 kadar araştırma üniversitesini besleyecek kadar insan kaynağı bulunduğu” söylenmektedir (van Raan 2010). En üstteki üniversitelerin araştırma performansları sadece birkaç dar 82 Mimar ve Mühendis
alanda değil, birçok alanda yüksektir. Bunun sebebi olarak da bu üniversitelerin prestijinin oluşturduğu çekim kuvvetinin bütün diğer alanlardaki iyi araştırıcıları kendisine toplamasından dolayı olduğu düşünülebilir. 2011 yılı itibarı ile Türkiye’deki üniversite sayısı 100'ün üstündeki rakamlarla ifade edilmektedir. Ancak bu üniversitelerin pek azına araştırma üniversitesi denilebilir. Çeşitli kurumlarca yapılan üniversite sıralamalarına (Times Higher Education, 2010; Shanghai Jiaotong University) Türkiye’den ancak birkaç üniversite girebilmektedir. Bu bildiride önce araştırma üniversitelerinin özelliklerinden bahsedilecek, araştırma üniversitesi olabilmek için yapılması gerekenler üzerinde durulacaktır. Dünyadaki araştırma üniversitelerinin çoğu Kuzey Amerika’da (Fulton, 1974) olduğundan bu bölgedeki üniversitelerin özellikleri ve politikaları anlatılacaktır. Daha sonra, Türkiye üniversitelerindeki politikalarla bir karşılaştırma yapılacaktır. ARAŞTIRMA ÜNİVERSİTELERİN ÖZELLİKLERİ Bir araştırma üniversitesinin temel özellikleri aşağıdaki gibi sıralanabilir: • Seçkin öğretim üyeleri: Araştırma üniversitelerinin en önemli özelliği çok seçkin öğretim üyelerine sahip olmalarıdır. Bu üniversitelerdeki öğretim üyelerinin büyük çoğunluğunun araştırma yaptıkları, doktora tezleri yönettikleri,
araştırma sonuçlarını en saygın bilimsel dergilerde bilim dünyasına duyurdukları görülür. Hocaların çoğu alanlarında tanınmış ve saygın kişilerdir ve dünyanın değişik ülkelerinin vatandaşlarıdır. Pasaportlarına bakılmaksızın en üst düzeyde akademik ve idari görevler alabilirler. Doktora derecelerini dünyanın önde gelen ve değişik üniversitelerden almışlardır ve/veya o üniversiteye gelmeden önce başka üniversite veya araştırma kurumlarında üstün başarılarını dünyaya kabul ettirmişlerdir. En önde gelen bazı üniversitelerde Nobel almış hocaların aynı zamanda çok iyi birer hoca oldukları ve hatta birinci sınıflara giriş dersi verdiği bilinmektedir. Öte yandan, iyi birer araştırıcı olan bu hocaların hepsinin iyi bir öğretmen oldukları iddia edilemez. Bazı hocalar tarafından derslere girmek, araştırma zamanından çalınan bir zaman olarak görüldüğünden derslere yeteri kadar zaman ayırmadıkları bilinmektedir. Çok önde gelen araştırma üniversitelerinde derslerin doktora öğrencileri tarafından verildiği de görülebilir. • Yıldız araştırmacı öğretim üyeleri: Önde gelen araştırma üniversitelerinde hemen her bölümde bir veya birkaç yıldız araştırmacı öğretim üyesi bulunur. Bunların arasında Bilimsel Akademileri üyeliklerine seçilmiş, Nobel veya benzeri yüksek prestijli ödüller kazanmış olanları
vardır. Bu öğretim üyeleri bölümlerinin araştırma çıktılarının önemli bir kısmını kendileri yapar. Yayınlarını A tipi bilimsel dergilerin en iyilerinde yaparlar1 ve birçok yayınları yüksek sayıda atıf alır. h-faktörleri2 (Hirsch, 2005) alanına bağlı olmak kaydıyla 40-50 veya bunun epeyce üstündedir. Çok sayıda (20-30) doktora öğrencileri ve post-doc araştırıcıları bulunur. Milyon dolarlarla ölçülen dış destekli (Serow, 2000) fonlara sahiptirler. • Düşük ders yükleri: Araştırma üniversitelerinde hocalar zamanlarının çoğunu kendi araştırmalarına ayırabilmek için az sayıda ders verir. Çok önde gelen üniversitelerde araştırma yapan hocalar yılda 2 veya 3 ders verirler3. Araştırma yapmayan hocalar ise daha çok sayıda dersten sorumlu tutulur. • Seçkin lisansüstü öğrenciler: Araştırma üniversitelerinde doktora öğrencilerinin çoğu kendi lisans programlarından gelen öğrenciler değil, dünyanın dört bir yanından seçilerek gelmiş öğrencilerden oluşur. Bu öğrenciler çok rekabetçi bir ortamda seçilir ve çoğuna üniversitenin kendi kaynaklarıyla veya dış destekli projelerden sağlanan kaynaklarla burslar verilir. Kendi mezunlarından doktora programına kabul edilenlerin en çok yüzde10 civarında olduğu görülebilir. • Yeterli parasal kaynak: Dünyanın en önde gelen araştırma üniversitelerini incelediğimizde bunların milyar dolarlarla ölçülen araştırma fonlarına sahip olduklarını görürüz. Bu fonların birkısmı üniversitelerin kurulduklarında kendilerine kurucuları tarafından verilen “vakfiye”4den gelse de bütçelerinin önemli birkısmının araştırma desteği olarak devletin araştırmalara fon sağlayan5 kuruluşlarından geldiğini görülür. Üniversitenin kaynaklarından bir kısmı da Üniversitenin ürettiği patentlerin lisans ücretlerinden olabilir. • Zengin kütüphane: Araştırma üniversitelerinin zengin bir kolleksiyona sahip kütüphaneleri bulunur. Bu kütüphanelerdeki milyonlarca basılı veya sayısal dökümana sadece o üniversitenin değil başka kurumların araştırıcılarına da kolayca erişim sağlanır. • Geniş fiziksel olanaklar: Dünyadaki önde gelen araştırma üniversitelerinin çok güzel mimariye sahip binalarla donatılmış güzel kampuslara sahip oldukları görülebilir. İyi öğrencileri kendilerine
Üniversitelerdeki öğretim üyelerinin büyük çoğunluğunun araştırma yaptıkları, doktora tezleri yönettikleri, araştırma sonuçlarını en saygın bilimsel dergilerde bilim dünyasına duyurdukları görülür. Hocaların çoğu alanlarında tanınmış ve saygın kişilerdir ve dünyanın değişik ülkelerinin vatandaşlarıdır. çekebilmek için bu üniversitelerde en son teknolojiye sahip binalar ve sınıflar, öğrenciler için geniş spor olanakları, modern yurtlar ve zengin sosyal mekanlar bulunmaktadır. Bazı araştırma üniversiteleri büyük şehirlerde veya büyük şehirlere yakın yerlerde olsa da çoğu metropollerden uzak ve bazen tamamen izole6 yerlerde bulunabilmektedir. ARAŞTIRMA ÜNİVERSİTELERİNDEKİ POLİTİKALAR Araştırma üniversitelerinin bulundukları yere gelmelerini ve hatta daha da yükselmelerine sebep olan üniversite politikaları aşağıda tartışılmıştır. Bu politikalardan bazıları üniversitenin can damarıdır ve idarecileri tarafından titizlikle sürdürülür. • Öğretim Üyelerini İşe Alma Yöntemi: Araştırma üniversitelerinin en hassas oldukları konulardan biri hangi öğretim üyelerine iş teklif ettikleridir. Bir kadro açıldığında konunun önde gelen dergilerinde iş ilanları verilir. Aile içi evlilik7 olmasın diye üniversitenin kendi doktora mezunları çoğu zaman öğretim üyesi adayı olarak kabul edilmez. Adayların o ülkenin vatandaşı olup olmadığına hiç bakılmaz. Adaylar detaylı özgeçmişlerinin yanında, önemli yayınlarının kopyelerini ve en az 5 tane referans mektubu sunar.
Üniversitenin ilgili komitesi, yapılan onlarca ve bazan yüzlerce başvuru dosyalarını inceleyip referens mektuplarını okur ve sonunda bir kısa liste yapar. Kısa listeye giren adaylar üniversiteye davet edilerek yaptığı araştırmalar üzerine bir seminer vermesi istenir. Bu seminerlere ilgili bölümün bütün öğretim üyeleri adayın konusuna çok yakın olmasalar bile katılırlar. Bu seminere bölümün öğretim üyelerinin yanında fakülte dekanı ve hatta bazen üniversitenin provostu8 da katılır. Adayın sunuşunun ardından kendisine sorular yöneltilir ve bunun sonucunda hem yaptığı araştırmalar hem de adayın öğretme performansı konusunda bir fikir sahibi olunur. Ayrıca, aday bölümün kendi konularıyla ilgili 3-4 hocasıyla birer saatlik mülakatlar yapar. Aynı hocalar tarafından bir yemeğe götürülerek adayın değişik sosyal ortamlardaki davranışları izlenir. Kısa listedeki bütün adaylar bu şekildeki mülakatlarını tamamladıktan sonra bölüm başkanı ve ilgili bölüm komitesi adayları tercih sırasına göre sıralayarak dekana ve/veya provosta yollar. Adaylar Dekan tarafından uygun bulunursa, adaylara listenin en üstünden başlayarak belli bir süre için iş teklifinde bulunulur. İş tekliflerinde maaş9 miktarının yanında, adaya verilebilecek Kasım - Aralık 2013 83
MAKALE
Abdullah Atalar
araştırma olanakları sıralanır. Vermesi beklenen yıllık ders yükü belirtilir. Tenür10 alma yolunda kabul edilen bir asistan profesöre kendisinden neler beklendiği ve ne kadar zaman sonra bu değerlendirmenin yapılacağı bildirilir. • Genç Öğretim üyelerini değerlendirme sistemi: Asistan profesörler tenürlerini alabilmek için çok çalışmak ve kendilerini araştırma alanında ispat etmek zorundadı. İşe başladıktan 4 ila 6 yıl sonra sıkı bir değerlendirmeye tabi tutulurlar. Bu değerlendirme fakültenin veya üniversitenin terfi-tayin komitesi11 tarafından yapılır. Bu değerlendirme sonucunda ya tenürlerine karar verilir ve asosiye profesörlük kadrosuna yükseltilir, ya kontratları bir veya iki yıl daha uzatılıp ikinci bir değerlendirmeye bırakılır ya da kontratının uzatılmamasına karar verilir. En rekabetçi araştırma üniversitelerinde kontratın uzatılmayıp tenürün verilmemesi çok büyük oranlarda olabilir. • Terfi Tayin Komitesi: Bu komite bir araştırma üniversitesinin en kritik işi olan tenür kararlarını veren komitedir. Komite fakülte veya üniversitenin ileri gelen tecrübeli öğretim üyelerinden oluşur. Komitenin önüne tenür kararı için gelen bir aday çok detaylı bir değerlendirmeye tabi tutulur (Boardman, 2007). Adayın detaylı bir özgeçmişinin yanında seçilmiş makaleleri ve makalelerine başkaları tarafından yapılan atıflar gibi bibloyometrik bilgiler komite üyelerinin bilgisine sunulur. Bölümler ve konular arasında önemli istatistiki farklar oldu84 Mimar ve Mühendis
Asistan profesörler tenürlerini alabilmek için çok çalışmak ve kendilerini araştırma alanında ispat etmek zorundadırlar. İşe başladıktan 4 ila 6 yıl sonra sıkı bir değerlendirmeye tabi tutulurlar. Bu değerlendirme fakültenin veya üniversitenin terfi-tayin komitesi11 tarafından yapılır. Bu değerlendirme sonucunda ya tenürlerine karar verilir ve asosiye profesörlük kadrosuna yükseltilir ğundan bibliyometrik bilgilerin karşılaştırmalı olarak verilmesi gerekmektedir. Adayın bölümünün hocalarından oluşan bir komite ile adayın bölüm başkanının aday için yazdığı rapor12 da terfi-tayin komitesine sunulur. Komitenin kararlarına en çok etki eden unsur ise aday için başka üniversitelerden veya araştırma kurumlarında adayın konusunda çalışan saygın bilim adamlarının aday hakkında yazdıkları gizli referans mektuplarıdır. Bu mektupların sayısı 10’dan fazla olabilir ve kimden referens isteneceği adayın bölüm başkanı ve/veya dekanı tarafından belirlenir. Bu mektuplarda bazı spesifik sorular sorularak onlara cevap verilmesi rica edilir. Örnek olarak şu sorular sorulabilir: Adayın bilime spesifik olarak katkısı nedir? Adayın konusunda çalışan ve adayla benzer yaştakiler arasında dünyada bir sıralama yapılsa adayın sıralaması ne olur? Bu aday sizin bölüme başvursaydı, bölümünüze alır mıydınız? Referans yazan kişilerin adayın kendi doktora hocası veya arkadaşları olmamasına dikkat edilir. Referans mektubu için her ne kadar adaya yakın olmayan kişiler seçilse
de adayın alanındaki kişiler seçildiğinden, bu mektubu yazan kişiler mektupların gizli tutulacağı belirtilse bile fikirlerini açıkca yazmaktan çekinebilirler. Bu bakımdan, bu referans mektuplarında ne yazıldığından ziyade, ne yazılmadığına bakılır ve mektuplarda satırların araları okunur. Her ne kadar referans mektubu “adayın yükseltilmesini destekliyorum” diye bitse de eğer yukarda örnek olarak verilen sorulara hiç cevap verilmediyse veya cevaplar kısaca geçiştirildiyse, bu kişinin mektubu negatif bir mektup olarak algılanmalıdır. Komite adayın araştırma performansının yanında ders verme performansına da bakar. Bu değerlendirme için adayın dersini alan öğrenciler arasında yapılan anketler ve hocanın ürettiği ders materyali kullanılabilir. Uygulamalı alanlarda adayın dış destekli proje almadaki başarısı da komite kararını etkiler. Bu komitenin karar verirken çok dikkatli ve seçici olmasını gerektiren sebeplerden biri de tenür sisteminin kendisidir. Komite üyeleri karar verirken kendi kendilerine şu soruyu sorar: “Bu kişiyle meslek hayatımın sonuna kadar aynı üniversitede çalışmaya razı mıyım?” En üstteki araştırma üniversitelerinde tenür sürecinin çok acımasız olduğu bilinmektedir.
• Öğretim üyelerini değerlendirme sistemi: Araştırma üniversitelerinde öğretim üyelerinin tenür alana kadar çok iyi çalıştıkları iyi bilinen bir gerçektir. Öğretim üyelerinin tenür sonrasında rehavete kapılmamaları için birçok üniversitede hocalar tenür sonrasında da bölümleri veya fakülteleri tarafından değerlendirilmekte ve çeşitli merit ve ödül sistemleri ile araştırma konusundaki motivasyonlarını kaybetmemeleri sağlanmaktadır (Hardre, 2009). Bu değerlendirme sırasında hocaların araştırma performanslarının yanında, ders verme performansları, bölüm ve fakülte içindeki komitelerdeki çalışmaları ve dış destekli proje bulmaktaki başarıları değerlendirilir. Bu değerlendirme genellikle bölüm başkanı veya fakülte dekanı tarafından yıllık olarak yapılır. Yıllık maaş artışları bu değerlendirme sonucunda belirlenebilir. Bu değerlendirme sonucunda araştırma performansları yeterli görülmeyen tenürlü hocalar önce uyarılır, daha sonra da ders yükleri artırılarak bir denge sağlanır. Üniversiteler arasındaki rekabet, özellikle yıldız öğretim üyelerinin başka üniversiteler tarafından sanki bir futbolcu gibi transfer edilmesi olgusunu getirebilmektedir. Yıldız öğretim üyelerine sahip üniversiteler ise bu hocalarını başka üniversitelere kaptırmamak için gerekli tedbirleri almak durumunda kalır. Bu tedbirlerin en başında yıldız hocaların maaşlarının diğerlerine göre önemli derecede farklı olması gelebilir.13 Yıldız öğretim üyelerinden bazıları, aldıkları dış fonlarla “dersleri satın alarak” ders vermezler ve zamanlarının hemen hepsini araştırmaya ve yeni fonlar bulmaya harcar. Bazı yıldız hocaların yaptığı kaprisler ve şımarıklıklar diğer hocalar arasında huzursuzluğa ve kıskançlığa sebep olsa da genelde üniversite yönetimleri bu hocaların kaprislerini tolere eder. • Dış destekli projelere özendirme: İleri araştırma üniversitelerinde hocaların araştırmaları için gerekli kaynakları üniversitenin bol miktarda kendi kaynağı olsa bile araştırma fonlarını dış kaynaklardan bulması özendirilir. Bu şekilde yapıldığında hocalar dış kaynakları temin edebilmek için diğer üniversitelerdeki meslektaşları ile bir rekabet içine girer. Kaynak alabilmek zorlu bir süreç olduğundan rekabet performansın artmasına sebep olur. Ek olarak da üniversite
Son yıllarda büyük bir ivme kazanan Türkiye’deki Yüksek Öğretim Kurumları araştırma performanslarını artırmışlar, endeksli dergilerde yayınlanan makale sayısı bakımından dünyada 42. sıradan 17. sıraya kadar yükselmişlerdir. Bu artışta, akademik yükselmelerde uluslararası bilimsel dergilerde yayın yapma şartı aranması, TUBİTAK’ın araştırma projeleri desteğini rekabetçi bir ortamda yaparak yüksek oranda artırması, Üniversiteler arasında yayın konusunda bir rekabetin ortaya çıkması, Üniversitelerin ve TÜBİTAK’ın yayın yapan araştırıcılara ödüllendirme sistemi uygulaması gibi faktörlerin payı bulunmaktadır. yöneticileri de sürecin sonucunu izleyerek kendi hocaları hakkında bir performans ölçütü elde etmiş olurlar. • Akademik yöneticilerin atama sistemi: Araştırma üniversitelerinde rektör mütevelli heyet tarafından belirsiz bir süre için üniversite içinden veya dışından atanır. Bunun için mütevelli heyet üyeleri ve bazı ileri gelen profesörlerden oluşan bir arama komitesi kurulur. Arama sonucunda kısa listeye alınan rektör adayları mütevelli heyete sunulur. Üniversite öğretim üyelerinin oyları ile seçilmeyen bu kişiler dekanları atayarak üniversitenin performansını ileri götürebilmek için icabında hocalar arasında popüler olmayan kararlar alabilir. • Yayın dili İngilizce: Araştırma üniversitelerinin hemen hepsinde hangi ülkede bulunurlarsa bulunsunlar yayın dili İngilizcedir. Özellikle internetin yaygınlaşması ile birlikte İngilizce bilim dili (Ammon 2001) haline gelmiş bulunmaktadır. Bugün yayınlanan bilimsel makalelerin çok büyük bir çoğunluğu İngilizce dilindedir. Bu durum İngilizceyi aynı zamanda dünyada en baskın dil haline getirmiştir (Crystal 2003). 20'nci yüzyılın başlarında bilimin en çok yapıldığı dil olan Almanca bu özelliğini artık yitirmiş bulunmaktadır (Ammon 1998). Almanya’daki birçok
üniversite yüksek lisans ve doktora programlarını İngilizce olarak sürdürmektedir. Anadili İngilizce olan ülkeler doğal olarak avantajlı duruma geçmişlerdir. 2010 yılı Times Higher Education tarafından yapılan üniversiteler sıralamasında ilk 100 üniversitenin 80’i anadili İngilizce olan ülkelerdedir. Yüzyılın başında Almanca, Fransızca ve İtalyanca dillerinde yayınlar yapan “Naunyn-Schmiedebergs Archives für Pharmacologie und Experimentelle Pathologie”, “Pflüger's Archiv für die gesamte Physiologie des Menschen und der Tiere”, “Archives Internationales de Pharmacodynamié et de Thérapie” gibi bazı saygın bilim dergileri 1960’lı yılların başından itibaren sadece İngilizce dilinde yayınlar kabul etmeye başlamışlar ve hatta bir süre sonra dergiler isimlerini de İngilizceye değiştirmişlerdir. Adı halen Almanca olan “Zeitschrift für Naturforschung” gibi bilimsel dergilerin bile yayın dili artık tamamen İngilizce olmuştur. Bibliometri konusunda araştırma yapanlar tarafından ortaya çıkarıldığı gibi, İngilizce dışında bir dilde yayın yapanların araştırmaları geniş bir okuyucu kitlesi bulamadığı için hak ettiği sayıda atıf alamamakta ve dezavantajlı duruma düşmektedir. İngilizce dışındaki bir dilde, örneğin, Almanca yayınlanan benzer dergilerin etki faktörü yaklaşık 10 misli kadar daha düşük çıkabilmektedir (Grupp, 2001). • Patent politikası: Üniversite hocalarınca üretilen yeni fikirler üniversitenin ilgili birimince değerlendirilerek patent alma yoluna gidilebilir. Bu durumda üniversite patent başvurusu için gerekli avukatlık ücretlerini öder ve başvuru ücretlerini karşılar. Patentler alındıktan sonra da bu patentlerin endüstride tanıtımı ve pazarlamasını yaparak lisanlama işlemlerini yürütür. Bir patent için lisans ücreti tahsil edildiğinde elde edilen fonun 1/3'ü fikri üreten araştırıcılara, 1/3'ü ilgili bölüme, geri kalan 1/3'ü de yapılan masrafları karşılayabilmek için üniversiteye kalır. Bazı araştırma üniversitelerinde patent lisanslarından elde edilen gelir, üniversite gelirlerinin kayda değer birkısmını oluşturabilir. TÜRK ÜNİVERSİTELERİ İLE KARŞILAŞTIRMA Son yıllarda büyük bir ivme kazanan Türkiye’deki yüksek öğretim kurumları araştırma performanslarını artırmışlar, endeksli dergilerde yayınlanan makale sayısı bakımından Kasım - Aralık 2013 85
MAKALE
Abdullah Atalar
dünyada 42'nci sıradan 17'nci sıraya kadar yükselmişlerdir. Bu artışta, akademik yükselmelerde uluslararası bilimsel dergilerde yayın yapma şartı aranması, TUBİTAK’ın araştırma projeleri desteğini rekabetçi bir ortamda yaparak yüksek oranda artırması, üniversiteler arasında yayın konusunda bir rekabetin ortaya çıkması, üniversitelerin ve TÜBİTAK’ın yayın yapan araştırıcılara ödüllendirme sistemi uygulaması gibi faktörlerin payı bulunmaktadır. Ancak, Türkiye çıkışlı araştırmalar, makale başına atıf sayısı bakımından son yıllarda bir ilerleme içindeyse de hala dünya ortalamasının yaklaşık yarısı kadardır (Adams, 2011). Üniversitelerimizin çoğunda hoca değerlendirmelerinde sadece yayın sayısına bakılmakta ve sayının artması özendirilmekte, bu da araştırıcıların yayınlarını fazla titiz davranmayan ve hemen kabul edip basan C tipi bilimsel dergilere yönlendirmektedir. Bu dergilerde yayınlanan makaleler fazla okunmamakta ve dolayısı ile fazla atıf da almamaktadır. Fiziksel olanaklar açısından karşılaştırıldığında birçok Türk üniversitesinin yeterli altyapıya sahip olduğu görülür. Ancak, insan kaynakları açısından epey sıkıntı bulunmaktadır. Birçok Türk üniversitesindeki akademik politikalar araştırma üniversitelerindeki politikalarla karşılaştırıldığında aşağıdaki konularda hatalı davranıldığı sonuçlarına varabiliriz: • Doçentliğe yükseltme sisteminde üniversitelerarası kurulun belirlediği minimum kriterlerle yetinmek ve fazla seçici davranmamak. • İdari mahkemelerin 5 kişilik jürilerin verdiği olumsuz kararları tek bir bilirkişinin raporuna dayanarak tersine çevirmesi. • Doçentlik ürilerinde gizliliğin olmaması.Raporların kimin yazdığının gizlenememesi. • Yükseltmelerde sadece yurtiçindeki referans mektupları ile yetinmek. Zaten kısıtlı sayıda olan araştırıcılar birbirlerini çok iyi tanımakta, ya çok iyi dost olmakta ya da birbirlerine düşman olmaktadır. Her iki durumda da, yazılan referans mektuplarının pek bir değeri olmamaktadır. • Doçentliğe yükseltilmiş bir öğretim üyesinin zamanı dolduğunda neredeyse otomatik olarak profesörlüğe yükseltilmesi, • Türk vatandaşı olmayan öğretim üyelerinin “yabancı” addedilmesi ve
86 Mimar ve Mühendis
Türklerle eşit haklara sahip olmamaları, • Serbest piyasa şartlarına bakmaksızın hocalara bütün alanlarda eşit maaş ödenmesi (Bu durumda endüstride kolayca iş bulunan alanlarda hoca bulması zorlaşmaktadır). • Değişik araştırma performanslarına sahip öğretim üyelerinin maaşlarında veya ders yüklerinde bir farklılık yaratılmaması. • Araştırmaların İngilizce dışındaki bir dilde yayınlanması. • Rektörleri hocaların oyları ile seçilmesi (Doğramacı, 2000). Bu şekilde seçilen rektörler, hocaları zorlayacak ve hoş karşılanmayacak kararları almakta zorlanmaktadır. • Kendi doktora mezunlarını öğretim üyesi olarak işe almak ve aile içi evlilik problemine sebep olmak. • Yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin çoğunun kendi mezunlarından olması.
• Araştırma projelerini TÜBİTAK, Avrupa Topluluğu FP7 gibi dış destekli projelereyönlendirmek yerine üniversitenin kendi kaynaklarıyla desteklemek. Bu durum rekabete engel olmakta, hocanın performansını bir dış grup değerlendirmediği için bazan değersiz projelere yüksek fonlar ayrılabilmektedir.
KAYNAKÇA 1. R.C. Serow, “Research and teaching at a research university” Higher Education, vol. 40, pp. 449-463 (2000) 2. P. Hardre, M. Cox, “Evaluating faculty work: expectations and standards of faculty performance in research universities” Research Papers in Education, vol. 24, pp. 383419 (2009) 3. P.C. Boardman, B.L. Ponomariov, “Reward systems and NSF university research centers: The impact of tenure on university scientists' valuation of applied and commercially relevant research” J. of Higher Education, vol. 78, p. 51 (2007)
AÇIKLAMALAR 1
Temel bilimler ve yaşam bilimlerinde yayın yapan Nature
dergisi gibi. 2
Bir öğretim üyesinin h-faktörü N ise bu öğretim üyesinin
N yayınının N veya daha fazla atıf aldığı anlaşılır. 3
Bu durum, tipik olarak bir haftada 3 saat ders saatine
karşılık gelir.
4. O. Fulton, M. Trow, “Research activity in American Higher Education” Sociology of Education, vol. 47, pp. 29-73 (1974) 5. A.F.J. van Raan “Measuring Science” Handbook of Quantitative Science and Technology Research, Eds. H.F. Moed, W. Glänzel, and U. Schmoch, pp. 19-50 (2004) 6. J.E. Hirsch, “An index to quantify an individual's scientific research output", Proc.
4
İngilizcesi: Endowment
National Academy of Sciences, vol. 102, pp. 16569–
5
ABD’de NSF, NIH, DARPA gibi kuruluşlar.
16572 (2005)
6
Örneğin, New York eyaletinın ufak bir yerleşim birimi
7. A.F.J. van Raan, URAP’10 Sempozyum, (2010)
olan 30,000 nüfuslu Ithaca’da bulunan Cornell
http://www.urapcenter.org/2010/presentation.php?q=5
Üniversitesinin 20,000 öğrencisi vardır ve en yakın şehre
8. Times Higher Education, World University Rankings
1.5 saat, New York şehrine de 5 saat uzaklıktadır.
(2010) http://www.timeshighereducation.co.uk/world-
7
Doktorasını alan kişilerin kendi üniversitelerinde kalması
university-rankings/
durumunda çoğu zaman kendi doktora hocası ile
9. Shanghai Jiaotong University, http://www.arwu.org/
çalışmaya devam etmekte, hocasının boyunduruğundan
ARWUMethodology2009.jsp
kurtulamamakta ve bölüm içerisinde “o hocanın adamları,
10. J. Adams, C. King, D. Pendlebury, D. Hook, J. Wilsdon,
bu hocanın adamları” gibi klikler oluşmaktadır. Aile içi evli-
“Global Research Report, Middle East, Arabian, Persian
lik diye adlandırılan bu durum, Türk
and Turkish Research”, February 2011, Thomson- Reuters
üniversitelerinde yaygın bir olgudur.
http://researchanalytics.thomsonreuters.com/m/pdfs/glo-
8
Akademik işlerden sorumlu ve en yetkili rektör yardımcısı
balresearchreport- aptme.pdf
9
Maaşlar serbest piyasa ekonomisinin belirlediği bir şekil-
11. Editor: U. Ammon “The dominance of English as Lan-
de konular arasında önemli farklılıklar gösterebilir.
guage of Science ” Mouton de
Örneğin, bir cerrah profesör, bir edebiyat profesörünün 4-5
Gruyter, 478 sayfa (2001)
misli maaş alabilir.
12. D. Crystal, “English as a Global Language” Cambridge
10
Öğretim üyelerin emekli olana kadar iş garantisi (yüz
University Press, (2003)
kızartıcı suçlar haricinde) verilmesi durumu
13. U. Ammon “Ist Deutsch noch internationale Wissens-
11
Appointment and promotion committee
chaftsprache? English auch für die Lehre an den deutsch-
12
Genellikle adaya yakın kişilerden gelen raporlarda adayla
sprachigen Hochschulen” Mouton de Gruyter, (1998)
arasında ya yakınlık ya da düşmanlık olacağından bu çeşit
14. H. Grupp, U. Schmoch, S. Hinze. “International align-
raporların dikkatle değerlendirilmesi gerekir.
ment and scientific regard as
13
ABD’deki özel üniversitelerin devlet üniversitelerine göre
macro-indicators for international comparisons of publica-
daha başarılı olmasının sebeplerinden biri de devletin mali
tions”. Scientometrics 51, pp. 359-380 (2001)
sınırlamalarına tabi olmadan yıldız öğretim üyelerine daha
15. İ. Doğramacı, “Günümüzce Rektör Seçimi ve Atama
çok maaş verebilmeleridir.
Krizi” (2000) http://www.dogramaci.org/kitap/r-main.html
MAHMUT ÇELİK Makina Yüksek Mühendisi / MMG Genel Başkan Yardımcısı
Hayal Et, Yenilik Bul Hayal etmek ve hayal peşinde koşmak bir yaşam tarzıdır. Tüm gelişmeler icatlar, keşifler, yenilikler ancak hayal eden, hayalle yaşayan kişi ve kurumlar tarafından gerçekleştirilir. İnsanları aynı kalıp içerisinde yetiştirmek bir toplum için sonun başlangıcıdır. Sorgulayan, bilinmeyenin peşinde koşanlar beyinlerinde sürekli yeni fikirlerin yeşermesine uygun ortamı oluşturur.
H
ayal kurmak gerçeklerden uzaklaşmak değildir. Kişi ne kadar farklı bakış açılarıyla olayları ve sorunları yorumlayabilirse o seviyede farklı çözüm önerileri meydana getirebilir. Bu şekilde de çözüme ulaşma oranı daha yüksek olur. Öğrenilmiş çaresizlik içerisine düşmediğimiz sürece her sorunun birden farklı cevabı olduğunu daha iyi anlayabiliriz. Ve bu farklılıklara ancak farklı düşünen kişiler ulaşır. İnsanlara bazen düşünceleri bazen de çevresi set vurur. İdeolojilere tutsak edilmiş pek çok düşünür dünyadaki gelişmeleri okumakta çok geç kalmışlar ve değerlerini yaşayamadan hayata gözlerini kapamışlardır. Pek çok orijinal fikirse bulan kişinin yaşadığı toplum o düzeyde olmadığı için yaşanmadan unutulmuş gitmiştir veya pek çok icat zamanın ruhuna uygun olmadığı için ticari başarıyı yakalayamamıştır. Ancak bir sonraki icatlar için bir basamak olmuşlardır. Hayal etmek başlı başına bir yetenektir. Sadece sanatçılarda bulunan bir özellik değildir, pek çok iş adamı bu sayede pek çok başarıya ulaşmıştır. Orijinal fikirleri savunabilmek çoğu zaman zordur, destek bulmaz ama unutmamak lazım ki zaman; kararlı duruşun başarıya giden yoldaki kılavuzudur. Eğitim hayatında var olan sınırlar, nesiller boyu sıkıntı doğurmuştur. Ancak günümüzde sanal alem sayesinde bilgiye ve tecrübeye hızlı yollarla ulaşabilmek, toplumsal baskının azalması
Hayal gücü körlenmiş bir toplum zaman içerisinde özgüvenini kaybeder. Karamsar bir hayata yelken açar ve çevresel etkenlerle gelişen toplumda oluşan yeni durumlara adapte olmakta ve sorunlarını çözmekte çaresiz kalır. hayal gücüne verilen değeri günümüzde artırmıştır. Hayal gücümüzü kaybettiğimizde kısır döngüler içerisinde sıkışıp kalırız, büyük başarılara ulaşmamız imkansız olur, gelecek üzerinde düşünmek imkansız hale gelir tek düze bir toplum oluşmaya başlar. Hayal gücü körlenmiş bir toplum zaman içerisinde özgüvenini kaybeder. Karamsar bir hayata yelken açar ve çevresel etkenlerle gelişen toplumda oluşan yeni durumlara adapte olmakta ve sorunlarını çözmekte çaresiz kalır. Sürekli hayata ve olaylara gerçeklik penceresinden bakmak gelişimin önünde engel ve toplumun yok olmasının başlangıcıdır. İşte yeniliklerin önünün açılması toplumun düşünen kişilerinin zihinsel özgürlüğü ile hayat bulur ve böylece kurumlar ve devletler uzun soluklu olabilir. Şirketlerde saatler süren toplantılar, bütçelere sıkıştırılmış yenilik arayışları inovatif bir hal için yetersizdir. Yöneticiler çalışanlarına cesaret vermeli ve bu cesaretlerini engelleyecek her türlü dış etkeni ortadan kaldırmalılar. Şirkette sıcak bir ortam oluşturulmalı ve karşılıklı güven ortamının oluşmasının sağlanması yeniliklerin önünü açacaktır. Sürekli kuralcı bir yapı oluşturmak yeni
fikirleri engeller, önyargıyla bakılan çalışan size yeni fikrini söylemekten belkide alay konusu olmaktan korkacaktır ve susacaktır. Her yeni fikir değerlendirmeyi hak eder, yeniliklere saygısızca eleştirmek, küçümsemek yok hükmünde saymak kişiyi demotive edecek ve yeni fikirler oluşturmasına engel olacaktır. Yeniliklerin ortaya çıkmasında ilk evre dikkatli olmak ve akabinde farkındalık oluşturmaktır. Bilgi toplumunda dikkatiniz sonucu fark ettiğiniz eksiklik hakkında geniş bir araştırma yapmanız gerekmektedir. Geçmiş tecrübelerle harmanlanmış bilgi ve dikkat yeni bir projenin ilk evresinin tamamlandığı anlamına gelir. İkinci evre gelişim evresidir. Hazırlıkları bitmiş yeni düşünce çevresel değerlerle harmanlanarak, yeni gözlemlerle zenginleştirilerek sürekli zihinde çalışan makine gibi sıcak tutulmalıdır. Son evrede ise zaman içerisinde dinlendirilen farklı metotlarla denenerek tekrar tekrar kontrol edilen yeni düşünce ihtiyacın olduğu anda hayata geçirilecek ve toplumun tüm kesimlerinde karşılık bulacaktır. İşte bu anda hazır olanlar fırsatı yakalar. Fırsat treni istasyonda beklemez sadece hazır olanlar binerler. Kasım - Aralık 2013 87
GEZİ İRAN’IN ÇATISI: DEMAVEND II
İRAN’IN ÇATISI:
DEMAVEND II >
YAZI ve FOTOĞRAF: OSMAN ARI/MAKİNE MÜHENDİSİ
Eylül ve ekim aylarını kapsayan geçen sayıda İran’ın ünlü dağı Demavend’e tırmanışımla ilgili yazımın ilk bölümü yayınlanmıştı. Bu yazının devamı olarak da şimdi ikinci bölümü sizlere sunmaktayım.
B
u duygularla rehberimize benim bundan sonra devam edecek halimin kalmadığını ve buradan geri dönmek istediğimi söyledim. Tecrübeli rehber gülerek baktı ve her halükarda zirveye birlikte çıkacağımızı söyledi. Önümüzdeki zorlu dik sırtı geçtikten sonra rotanın eğiminin düşeceğini ve daha kolay bir yürüyüşle zirveye ulaşacağımızı ekledi. Uygun bir yerde mola verip kahvaltımızı yaptıktan sonra kararımı tekrar gözden geçirmemi istedi. Karlı rotayı tamamladıktan sonra rüzgara nispeten set olan büyükçe bir kayayı siper alarak mola verdik. Mütevazı nevalelerimizle kahvaltımızı yaptık. Su içmek için pet şişenin ağzını açtığımda sırt çantamın içinde olmasına rağmen suyun donmuş olduğunu gördüm. Tevekkeli o kadar üşümem boşuna değilmiş. Onbeş yirmi dakika kahvaltı molasıyla birlikte rehberimizin teşvik edici sözleri neticesinde tırmanışa devam kararı verdim. Gerçekten de dik sırtı aştığımızda parkur 88 Mimar ve Mühendis
nispeten kolaylaşmıştı. Ancak rüzgarın şiddeti de artmıştı. Diğer bir husus da zemin sapsarı kükürde dönmüştü. Bazı yerlerden ise sülfür gazı çıkışı vardı. En fazla gaz çıkışı ise zirveden oluyordu. Rüzgar ters yönden estiğinde insanın genzini ve gözlerini yakıyordu. İşte zirve tam karşımızda, elimi uzatsam sanki dokunacağım. Buna rağmen tam üç saatlik bir tırmanıştan sonra nihayet zirveye ulaşıyoruz. Evet zirve.. Üç yıl önce Ağrı dağı zirve dönüşü çıkmaya karar verdiğim Demavend’in zirvesindeyim. Ağrı dağından daha yüksek ve (bana göre) daha zor bir parkur.Yolun yarısında bütün enerjimin tükendiği artık benden bu kadar dememe rağmen şükür ki Demaved’in zirvesine ulaştım. Demek ki hemen pes etmemek gerekiyormuş. ‘’Artık benden bu kadar’’ dediğiniz an da bile aslında potasiyel bir enerjiniz, saklı bir gücünüz varmış.. Bütün konsantrasyonunuzu zirve için yoğunlaştırdığınızda zirveye ulaşmak; önünüze koyduğunuz büyük hedefi gerçekleştirmektir.
Kas覺m - Aral覺k 2013 89
GEZİ İRAN’IN ÇATISI: DEMAVEND II
Ancak tırmanışta zirve tek hedef değildir. Aksine zirve bazen önemsiz küçük bir ayrıntıdır. İnsanın tırmanış esnasında kendisini yaşaması, kendi güç ve imkanlarının sınırlarını test etmesidir. Tabi ki bütün bunların yanında ‘’dağ’’ ile, dağın müthiş gizemiyle baş başa kalmaktır. Zirvede küçük bir düz alan var. O kadar kalabalık ki zirve fotoğrafı çekilmek için beklemek zorunda kalıyoruz. Zirvede 2 adet koyun cesedi var. Hava çok soğuk olduğunda bozulmamış. Koyunların kurtlardan kaçarak zirveye kadar geldikleri ve soğuktan donarak öldüklerine ilişkin anlatılanlar bana şehir efsanesi gibi geldi. Zirvede çok yoğun sülfür gazı çıkışı var. Bir yanda sülfür gazının dayanılmaz kokusu ve diğer yanda çok soğuk esen rüzgar nedeniyle zirvede çok fazla oyalanmıyoruz. Zirveye çıkışımız yaklaşık 6,5 saat sürdü. Rehberimizin ifadesiyle iyi bir performans. Sabah saat 04.30’da başladığımız tırmanışla saat 11.00’de zirveye ulaştık. Hızlı bir şekilde inişe geçiyoruz. Rehberimiz geniş kar bloklarının bulunduğu karlı vadiden gitmemizi öneriyor. Kalabalık grupların iniş ve çıkış yaptığı rotadan ayrılarak sağ taraftaki karlı vadiye doğru iniyoruz. Karlı bölgeye geldiğimizde arkadaşlar kayarak inmemizi öneriyor. Denemeye değer diyorum. Parkur oldukça dik ve uzun. Kayarak daha uzun mesafeyi daha az enerji harcayarak kat etmiş 90 Mimar ve Mühendis
Karlı rotayı tamamladıktan sonra rüzgara nispeten set olan büyükçe bir kayayı siper alarak mola verdik. Mütevazı nevalelerimizle kahvaltımızı yaptık. Su içmek için pet şişenin ağzını açtığımda sırt çantamın içinde olmasına rağmen suyun donmuş olduğunu gördüm. Tevekkeli o kadar üşümem boşuna değilmiş. olacağız. Fakat kayak için uygun ekipmanımız yok. Pantolonun üstünde kaymak da çok mantıklı değil. Neyse ki üzerimdeki kabanı çıkartarak üzerinde kaymayı deniyorum. Sonuç mükemmel.. Bazen çocukları taklit etmek, gerilerde kalsa da o günleri yad etmek fena bir fikir değil. Hızım arttığında topuklarımla firen yaparak epey bir mesafe katettim. Ancak pantolonumun ıslanma tehlikesi vardı. Bu şekilde daha fazla kaymam mümkün değildi. Tekrar karlı vadiyi takip ederek kamp alanına 4 saatlik bir yürüyüşten sonra ulaştım. Penahgahda çorba ve çayımı içtikten sonra çadıra geçtim. İstirahat için iki saat vaktimiz var. Akşam hava kararmadan Gosfendsera’ya dönmemiz gerekiyor. Bir müddet dinlendikten
Zirvede çok yoğun sülfür gazı çıkışı var. Bir yanda sülfür gazının dayanılmaz kokusu ve diğer yanda çok soğuk sen rüzgar nedeniyle zirvede çok fazla oyalanmıyoruz. Zirveye çıkışımız yaklaşık 6,5 saat sürdü. Rehberimizin ifadesiyle iyi bir performans.. Sabah saat 04.30’da başladığımız tırmanışla saat 11.00’de zirveye ulaştık. Hızlı bir şekilde inişe geçiyoruz. sonra arkadaşlarla çadırlarımızı ve eşyalarımızı topluyoruz. Katırlara verilecek ağır eşyalarımızı çuvallara koyup saat 17.00’de tekrar inişe geçiyoruz. Demavend’in eteğinde iki gündür olağanüstü bir tabiat olayı gerçekleşiyor. Demavend’in eteğindeki vadiyi doğudan başlayarak batıya doğru bir sis tabakası adım adım kaplıyor. Ve biz bu muhteşem anı yukarıdan an be an seyrediyoruz. Önümüzde yoğun bulut tabakasının vadiyi kaplarken akşam güneşinin kızıllığıyla oluşturduğu gerçeküstü tablo ve arkamızda eteklerinden zirvesine kadar bütün haşmetiyle Demavend.. Bu muhteşem manzaralar eşliğinde saat akşam 21:00'de hava karar-
dıktan sonra Gosfendsera’ya ulaşabildik. Akşam namazından sonra İran’ın meşhur yemeği abguşt (etli nohut) yiyoruz. Yemeğin ardından çaylarımızı da içtikten sonra bizi Pulour’a götürecek kamyoneti bekliyoruz. Uzun bir beklemeden sonra sanırım gece 11.30 civarında jeep geldi. Yoğun sisin altında bir saatlik bir yolculuktan sonra arabamızı bıraktığımız yere geldik. Üzerimizde bir zirve tırmanışını daha başarıyla tamamlamanın tatlı yorgunluğu vardı. Bundan sonra zirve hedefim neresi olabilir? Ortadoğu'nun en yüksek zirvesinden sonra belki de Afrika’nın zirvesi Kilimanjora !. Neden olmasın?..
Kasım - Aralık 2013 91
SİNEMA ÜÇ YOL
BOSNA'DAKİ KATLİAMI ANLATAN
İLK TÜRK FİLMİ BOSNA VE TÜRKİYE'DE YAŞANAN DRAMLARI BİR ARAYA GETİREN “ÜÇ YOL” FİLMİNİ ÖNEMLİ KILAN EN BÜYÜK ETKEN, BOSNA'DA YAŞANAN KATLİAM SONRASINDA KAYIPLARI VE TOPLU MEZARLARI KONU EDİNEN İLK TÜRK FİLMİ ÖZELLİĞİNİ TAŞIMASIDIR.
B
alkon Film yapımcılığında, yönetmenliğini Faysal Soysal'ın üstlendiği başrollerinde Kristina Krepela, Nik Xhelilaj, Turgay Aydın, Alma Terzic, Faketa Salihbegovic, Rıza Akın'ın yer aldığı ' Üç Yol ' filmi, 25 Ekim'de Pinema Filmcilik tarafından vizyona sunuldu.'Üç Yol' filminin çekimleri Malabadi, Batman, Hasankeyf ve
Midyat'ta başlayıp Saraybosna, Visokov, Mostar ve Poçitel'de tamamlandı. Oyuncular Türkiye, Bosna, Hırvatistan ve Arnavutluk'tan seçildi. Filmin müzikleri İran'ın önemli müzisyenlerinden Kayhan Kalhor'un eserlerinden seçildi. Ülkemizde de çok sevilen Rus müzisyen Evgeny Grinko 'Serenade' isimli çalışmasını, filmin fragman müziği için yeniden düzenledi.
BOSNA'DAKİ KATLİAMI ANLATAN İLK TÜRK FİLMİ 'Üç Yol' ayrıca Bosna'da yaşanan katliam sonrasında kayıpları ve toplu mezarları konu edinen ilk Türk filmi özelliğini taşıması ile dikkatleri çekiyor. Daha önce yerli ve yabancı festivallerde kısa filmleri ile övgüler alan, ödüllü yönetmen Faysal Soysal, ilk uzun metraj projesi olan 'Üç Yol'da Bosna savaşında ve sonrasında yaşanan dramlara ayna tutuyor. "Onun dışındaki her şey bir başkasıdır." Babasının ve sevdiği kız Zeliha'nın 92 Mimar ve Mühendis
Yusuf'a olan ilgilerinden dolayı Bünyamin'in çocukluğu hep kıskançlık duygularıyla geçmiştir. Hep birlikte oyun oynarken, Bünyamin Zeliha'nın Malabadi Köprüsü'nden düşüp boğulmasına sebep olur. Vicdan azabı yıllarca Bünyamin'in peşini bırakmaz. Ağabeyi ile hiçbir şekilde yüzleşemeyen Bünyamin çareyi uzak yerlere kaçmakta ve başkalarına iyilik yapmakta arar. Uzun süredir Bosna'da toplu mezarlardan kayıpların cesetlerini çıkarmakla
meşguldür. Kayıplar Komisyonu'nda çalıştığı süreçte kendine ve her şeye yabancılaşır. Rüyalarında kendisini ağabeyi olarak görmeye başlar. Rüyalarında Yusuf olup yüzü peçeli mavi elbiseli bir kadının peşinde kuyusunu aramaktadır. Bünyamin, Türkiye'ye dönmesine günler kala, Mostar Köprüsü'nden kendini atmaya çalışan Zrinka ile tanışır. Zrinka savaş sonrası travmalar ve intihar eğilimleri üzerine çalışan, yarı Sırp yarı Boşnak bir psikologdur. Ailesini ve
Uluslararası bir ekibin çalışması sonucu ortaya çıkan 'Üç Yol'un hikayesi, Evliya Çelebi'nin 'Seyahatname' adlı eserinde de iki kardeş köprü sayılan, Batman'daki Malabadi Köprüsü'yle acılara tanıklık etmiş Mostar Köprüsü'nü birleştiriyor.
en yakın arkadaşlarını savaşta kaybetmiştir. Bünyamin'in gizemli ve günahkar şair dünyası ilgisini çeker. Zrinka aşık olur. Bünyamin gördüğü karmaşık rüyalar ve toplu mezarlar sonucu hastalanır. Zrinka ona psikolojik destek vermeye çalışır. Bünyamin iyileştiğinde Zrinka'nın aşkını hak etmek ve Yusuf'la ve babasıyla yüzleşmek için memleketi
Hasankeyf'e döner. Zrinka, uzun süre Bünyamin'den haber alamaz. Bir gün rüyasında Bünyamin'in başına kötü bir şey geldiğini görür. Bünyamin'e yardım etmek ve aşkına cevap bulmak için Hasankeyf'e gider. Zrinka'yı orada Bünyamin'in rüyalarındaki gibi kendisini hakiki aşka kavuşturacak başka sürprizler beklemektedir. Kasım - Aralık 2013 93
KİTAPLIK
AR-GE MUCİZESİ / BAŞARI ÖYKÜLERİ TÜBİTAK Yayınları Bilim ve teknolojiyi ülke kalkınmasında motor gücü olarak başarılı şekilde kullanabilen gelişmiş ülkelerde bilimsel çalışmaların teknolojiye, teknolojinin de ürüne, dolayısıyla ekonomik değer dönüşmesinde, sanayi kesimi çok önemli rol oynuyor. Bu ülkelerde hem Ar-Ge'ye ayrılan pay yüksek, hem de bu harcamanın en üçte ikisini sanayi kesimi yapıyor. Ülkemizde ise sanayinin Ar-Ge içerisindeki payı daha on yıl kadar önce yüzde yirmiler düzeyindeydi. Ülkemizde bu bilincin oluşmaya başlaması ise oldukça yeni. 1995 yılında TÜBİTAK'ın girişimi ile başlatılan ve Dış Ticaret Müsteşarlığı işbirliği içinde yürütülen sanayiye Ar-Ge desteğinin, bu bilincin oluşmasında ve sanayimizin rekabet gücünün artmasında önemli payı var.
94 Mimar ve Mühendis
AR-GE TEŞVİKLERİ
DOĞANIN İNOVASYONU
İNOVASYON
Muhammet Bezirci BETA Yayınevi
Şafak Altun ElmaYayınevi
Şirin Elçi NOVA Yayınları
Bu çalışma, sürdürülebilir ekonominin temel taşlarından olan yatırımların devamının sağlanması, devlet tarafından sağlanan Ar-Ge teşviklerinin vergi kanunları ve TMS açısından karşılaştırmalı bir değerlendirmesini yapmak, mevcut Tek Düzen Muhasebe Uygulama Tebliğine ve TMS açısından muhasebeleştirmesini incelemek ve Ar-Ge teşviklerinin denetim sürecini denetim ve YMM raporları ile ortaya koymaktır.
Altun, titizlikle araştırdığı biotaklit kavramını hem akıcı ve eğlenceli bir dille işlemiş hem de girişimci ruhlar için pek çok ilham verici iş fikirleriyle bezemiş. Doğanın İnovasyonu bir dogma değişimini anlatıyor: "Doğayla savaşan" değil, "ondan öğrenen ve uyum sağlayan" insan kavramına geçişin hikâyesi bu. Tam da çocuklarına nasıl bir dünya bırakacağını ciddiye alanlarla, ekonominin geleceğinin nerede olacağını bilmek isteyenlere göre bir kitap. Burçak Güven / Forbes Genel Yayın Yönetmeni
33 Avrupa ülkesinde ve dünya üzerindeki 3 farklı bölgede inovasyon politika ve uygulamalarına ilişkin gelişmeleri Avrupa Komisyonu için incelerken Türkiye'nin çarpıcı dinamizm ve potansiyele sahip olduğunu görüyorum. Bu potansiyelin en üst düzeyde kullanılması ve sonuçlarının topluma ve ekonomiye yansıması, inovasyonun öneminin anlaşılması ve stratejilerinin hayata geçirilmesiyle mümkün olacak. Bu konuda önemli bir deneyim ve birikime sahip olan Şirin Elçi'nin kitabının, Türkiye'nin arzu edilen sıçramayı yapması için gereken heyecanı yaratmasını umuyorum." Alasdair Reid, AB 'Trend Chart on Innovation' Politika İzleme Ağı Yöneticisi
SMM İSTANBUL 2014
İNŞAAT MALZEMELERİ İnşaat Malzemeleri Test Teknolojileri Fuarı Sektör: Yapı-İnşaat Şehir: İstanbul, İFM Fuar Tarihleri: 16.01.2014 – 19.01.2014 Web: www.demosfuar.com
EMITT 2014 Turizm ve Tatil Fuarı Sektör: Turizm Şehir: İstanbul, TUYAP Fuar Tarihleri: 30.01.2014 – 02.02.2014 Web: www.emitistanbul.com
Gemi İnşaat, Makine ve Deniz Teknolojileri Fuarı Sektör: Denizcilik Şehir: İstanbul, Greenpark, Pendik Fuar Tarihleri: 26.02.2014 – 27.02.2014 Web: www.smm-istanbul.com
EĞİTİM FUARI Yurtdışı Yüksek Eğitim Fuarı Sektör: Eğitim Şehir: İstanbul, Ceylan Otel Fuar Tarihleri: 01.03.2014 – 01.03.2014 Web: www.tobmpa.com
FOOD SHOW Gıda, İçecek ürünleri ve Hazır Maddeler Fuarı Sektör: Gıda Şehir: İstanbul, TUYAP Fuar Tarihleri: 13.02.2014 – 16.02.2014 Web: www.foodshowistanbul.com
YAPI ve AHŞAP Yapıda Ahşap ve Ahşap Ürünleri Fuarı Sektör: Yapı-İnşaat Şehir: İstanbul, Lütfi Kırdar Fuar Tarihleri: 13.02.2014 – 16.02.2014 Web: www.kurefuar.com
Kasım - Aralık 2013 95
ÇİZGİ YORUM YAKUP GÜLER
96 Mimar ve Mühendis
BU TOPRAĞIN RENKLERİNDE BİZ VARIZ! Rize’de çayın yeşilinde Adana’da pamuğun beyazında Konya’da başağın sarısında Niğde’de elmanın kırmızısında Antalya’da portakalın turuncusunda BİZ VARIZ!
GÜBRETAŞ, bir Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri iştirakidir.
www.gubretas.com.tr T:+90 212 376 5050 F:+90 212 274 0096