SEMPOZYUM “ŞEHİRLERİMİZİN GELECEĞİ, TEHDİTLER VE FIRSATLAR” Bağlarbaşı Kültür Merkezi - Üsküdar
19 Kasım 2011 Cumartesi
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
Her hakkı saklıdır. Alıntılar dışında izinsiz kopyalanamaz, çoğaltılamaz
Yayına Hazırlayanlar Mustafa Küçükkural İsmail Şaşmaz Nevzat Albayrak Erkan Baltacı Fatih Göksu Yapım AJANS PİKSEL www.ajanspiksel.com
Baskı Over Print
SEMPOZYUM “ŞEHİRLERİMİZİN GELECEĞİ, TEHDİTLER VE FIRSATLAR” Bağlarbaşı Kültür Merkezi - Üsküdar
19 Kasım 2011 Cumartesi İSTANBUL - Kasım 2011
Bildiri kitabında yayınlanan yazıların tüm sorumluluğu yazarlara aittir.
SEMPOZYUM “ŞEHİRLERİMİZİN GELECEĞİ, TEHDİTLER VE FIRSATLAR” Bağlarbaşı Kültür Merkezi - Üsküdar
19 Kasım 2011 Cumartesi
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
İÇİNDEKİLER AÇILIŞ KONUŞMALARI Avni ÇEBİ İnsanları Yapan Şehirler...........................................................................................................................................................13 Mustafa KARA Değerli Misafirler...........................................................................................................................................................................17 Prof. Dr. İsmail YÜKSEK Değerli Misafirler...........................................................................................................................................................................19 Prof. Dr. Muhammed ŞAHİN Değerli Konuklar............................................................................................................................................................................21 Kadir TOPBAŞ Değerli Misafirler...........................................................................................................................................................................25 Hüseyin Avni MUTLU Değerli Misafirler...........................................................................................................................................................................27 Erdoğan BAYRAKTAR Değerli Misafirler...........................................................................................................................................................................29 I.OTURUM Afet, Deprem ve Risk Analizleri ............................................................................................................33 Kadem EKŞİ Birlikte Başaracağız ...................................................................................................................................................................35 Mahmut BAŞ Deprem................................................................................................................................................................................................39 Prof. Dr. Mustafa ERDİK İstanbul Erken Uyarı ve Acil Müdahale Sistemi........................................................................................................47 Kazım Gökhan ELGİN İstanbul’da Sismik Riskin Azaltılması ve Acil Durum Hazırlık Projesi........................................................53 Prof. Dr. Mikdat KADIOĞLU Etkin Afet Yönetimi Politikaları Nasıl Olmalı.............................................................................................................63 Prof. Dr. M. Hasan BODUROĞLU Yüksek Binaların Performansı ve Yönetmelikler.......................................................................................................67 II.OTURUM Kentsel Dönüşüm Politikaları ............................................................................................................................73 Yrd. Doç. Dr. Ömer Faruk KÜLTÜR Kentsel Dönüşümde Türkiye’nin Yönü ve Hedefleri.................................................................................................75 Şimşek DENİZ Tarihi Yapıların Korunması, Yenilenmesi, Örnek Uygulamalar........................................................................79 Yrd. Doç. Dr. Sırma Ramazanoğulları TURGUT Geleceğin Kentlerinde Değişimi Yönetebilmek...........................................................................................................85 4
İçindekiler
İdris ATABAY Kentsel Dönüşüm Politikaları...............................................................................................................................................95 III.OTURUM Şehir, İnsan ve Toplum...........................................................................................................................101 Murat ÖZDEMİR Şehir, İnsan ve Toplum...........................................................................................................................................................103 Prof. Dr. Nazif GÜRDOĞAN Medeniyetlerin Aynası Kutlu Şehirler...........................................................................................................................107 Prof. Dr. Bedri GENCER Medineden Kente, Edepten Medeniyete.......................................................................................................................111 Mehmet İŞÇİ Medeniyetin Özeti Şehirler ve Şehirciliğimizin Geleceği...................................................................................133 İhsan AKTAŞ Sosyal Araştırmalarda İnsan ve İstanbul.....................................................................................................................151 Nuran Kara PİLEHVARİAN Kentte Hızlı Değişim ile Gelen Yabancılaşma Sorunları.....................................................................................175 DİĞER BİLDİRİLER Yrd. Doç. Dr. Ayhan NUHOĞLU Güzel İzmir Afetlere Hazır mı?..........................................................................................................................................183 Dr. Bedri NERMUTOĞLU Mahallenin Toplumsal Kültürümüzdeki Yeri...........................................................................................................191 Celal Dündar SELÇUK Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar Kayseri Projeksiyonu.........................................................199 Erol DEMİRALAY Sakarya.............................................................................................................................................................................................217 Prof. Dr. Övgün Ahmet ERCAN Van-Erciş-Edremit Depremlerinin Oluşumu, İşleyişi İle Yapı Yıkımlarının Neden...........................225 Fatma BÜYÜKBEKTAŞ Sürdürülebilir Çevre İçin Atık Yönetimi........................................................................................................................235 Süreyya SU Kentsel Dönüşümün Yakın Tarihine Eleştirel Bir Bakış.....................................................................................241 Ümit ÜNAL Kamu Yatırımlarının Mekansal Alanda Dağılımında İl Özel İdarelerinin Rolü...................................249 Zeyyat GÜMÜŞ Şehirlerimiz ve Planlama Üzerine...................................................................................................................................255
5
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
“ŞEHİRLERİMİZİN GELECEĞİ, TEHDİTLER ve FIRSATLAR” SEMPOZYUMU BİLİM VE DANIŞMA KURULU Prof. Dr. İlhami KARAYALÇIN - İ.T.Ü. Prof. Dr. Nazif GÜRDOĞAN - Maltepe Üniversitesi Prof. Dr. Nizamettin AYDIN - Y.T.Ü. Prof. Dr. Zeki ÇİZMECİOĞLU - Y.T.Ü. Prof. Dr. M. Zafer GÜL - Marmara Üniversitesi Prof. Dr. Recep Hayri EREN - Yalova Üniversitesi Prof. Dr. Amir PASIC - IRCICA Prof. Dr. Ali Osman ÖNCEL - İ.Ü. Yrd. Doç. Dr. Ömer Faruk KÜLTÜR - İ.Ü. Yrd. Doç. Dr. Hayri BARAÇLI - Y.T.Ü. Sempozyum Düzenleme Kurulu Kadem EKŞİ - MMG Genel Bşk.Yrd. - Kurumsal İletişim Murat ÖZDEMİR - MMG Yön. Kurulu Üyesi - Şehircilik Yavuz SARI - MMG Gençlikle İlişkiler Kom. Bşk. Murat SEVEN - MMG İnşaat Kom. Bşk. Hasan OMAY - MMG Mimarlık Kom. Bşk. Selami KESKİN - MMG Yerel Yönetimler Kom. Bşk. Ali Reyhan ESEN - MMG Etik Kurulu Üyesi Ömer SARAÇ - Üsküdar Belediye Bşk. Yrd Hasan EKMEN - Üsküdar Belediye Bşk. Yrd. Sempozyum Katılımcılar Avni ÇEBİ - Mimar ve Mühendisler Grubu Genel Başkanı, Mustafa KARA - Üsküdar Belediye Başkanı, Prof. Dr. İsmail YÜKSEK - Y.T.Ü. Rektörü, Prof. Dr. Muhammed ŞAHİN - İ.T.Ü. Rektörü, Dr. Mimar Kadir TOPBAŞ - İBB Başkanı, Hüseyin Avni MUTLU - İstanbul Valisi, Erdoğan BAYRAKTAR - Çevre ve Şehircilik Bakanı Mahmut BAŞ (İBB Deprem ve Zemin İnceleme Md.) Prof. Dr. Mustafa ERDİK (B.Ü. Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü) Kazım Gökhan ELGİN (İstanbul Valiliği İl Özel İdaresi İstanbul Proje Koordinasyon Birimi) Prof. Dr. Mikdat KADIOĞLU (İ.T.Ü. Afet Yönetim Merkezi Müdürü) Prof Dr. M. Hasan BODUROĞLU (İ.T.Ü. İnşaat Fakültesi) İdris GÜLLÜCE (TBMM Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyon Başkanı) Şimşek DENİZ (Mimar-KUDEP) Yrd. Doç. Dr. Sırma Ramazanoğulları Turgut (Şehir Plancısı-Y.T.Ü.) Prof. Dr. İbrahim BAZ (İMP) İdris ATABAY (İBB Kentsel Dönüşüm Müdürü) Prof. Dr. Nazif GÜRDOĞAN (İBB (Maltepe Ünv.) Prof. Dr. Bedri GENCER (Y.T.Ü.) Mehmet İŞCİ (Mimar) İhsan AKTAŞ (Araştırmacı) Prof. Dr. Nuran Kara PİLEHVARİAN (Mimar Y.T.Ü.) 6
MİMAR VE MÜHENDİSLER GRUBU MMG Yönetim Kurulu Avni ÇEBİ Genel Başkan / Elektronik Haberleşme Müh. Osman ARI Genel Başkan Yardımcısı / Makine Mühendisi Yrd. Doç. Dr. Ömer Faruk KÜLTÜR Genel Başkan Yardımcısı / İnşaat Mühendisi Osman ŞAHBAZ Genel Başkan Yardımcısı / Makine Mühendisi Kadem EKŞİ Genel Başkan Yardımcısı / Jeofizik Mühendisi Murat ÖZMEN Yönetim Kurulu Üyesi / Makine Mühendisi Murat ÖZDEMİR Yönetim Kurulu Üyesi / İnşaat Mühendisi Turan KOÇYİĞİT Yönetim Kurulu Üyesi / Makine Mühendisi Şenol ARSLAN Yönetim Kurulu Üyesi / Elektrik Mühendisi Serkan CANTÜRK Yönetim Kurulu Üyesi / Bilgisayar Mühendisi Yavuz SARI Yönetim Kurulu Üyesi / Mimar Ö. Mustafa KÜÇÜKKURAL Genel Sekreter MMG Komisyon Başkanları Prof. Dr. İlhan KOCAARSLAN Akademik Kurul Başkanı / Elektrik Mühendisi Murat SEVEN İnşaat Komisyonu Başkanı / İnşaat Mühendisi Oktay KORKMAZ Makine Komisyonu Başkanı / Makine Mühendisi Şehmus YILDIRIM Yer Bilimleri Komisyonu Başkanı / Jeofizik Mühendisi Doç Dr. İbrahim GÜNEŞ Elektrik-Enerji Komisyonu Başkanı / Elektrik Mühendisi Hasan OMAY Mimarlık Komisyonu Başkanı / Mimar Mustafa YANARTAŞ Bilişim Komisyonu Başkanı / Fizikçi Müfit TAŞKIN Harita Komisyonu Başkanı / Harita Mühendisi Selami KESKİN Yerel Yönetimler Komisyonu Başkanı / İnşaat Mühendisi Yrd. Doç. Dr. Yalçın BOZTOPRAK Proje Geliştirme Komisyonu Başkanı / Metalurji Mühendisi Sunullah DOĞMUŞ İş Sağlığı ve Güvenliği Komisyonu Başkanı / Makine Mühendisi MMG Denetleme Kurulu Ömer DOĞAN Bilgisayar Mühendisi Osman BALTA Makine Mühendisi Lütfullah ALTINKUM Elektronik Mühendisi MMG Etik Kurulu Adnan ÇELİK Elektrik Mühendisi Ali Reyhan ESEN Mimar Mesut UĞUR Mikroteknoloji Mühendisi
7
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
MMG Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Asil Üyeler Yılmaz ADA Başkan / Elektrik Mühendisi Ertuğrul KUYRUKÇU Yönetim Kurulu Üyesi / Harita Mühendisi Sedat BAKICI Yönetim Kurulu Üyesi / Harita Mühendisi Metin YILMAZ Yönetim Kurulu Üyesi / Elektrik Mühendisi Kazım ÖZGÜR Yönetim Kurulu Üyesi / Harita Mühendisi Mehmet MUNGAN Yönetim Kurulu Üyesi / Elektrik Mühendisi MMG Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Yedek Üyeler Deniz IŞILDAR Kemal KILINÇ Mustafa DOĞRU Cengiz ÇAKMAK Şahin ÇAKIR Ümit KESER Zülfü YILDIRIM MMG Ankara Şubesi Denetleme Kurulu Asil Üyeler Yunus ALUÇ Başkan / Mühendis Ahmet DEMİRTAŞ Yönetim Kurulu Üyesi / Mühendis İbrahim DEMİRHAN Yönetim Kurulu Üyesi / Mühendis MMG Ankara Şubesi Denetleme Kurulu Yedek Üyeler Ercan DOĞAN Hüseyin GÜNDÜZ Bilal GÜNEŞ MMG Sakarya Şubesi Yönetim Kurulu Asil Üyeler Erol DEMİRALAY Başkan / Elektrik-Elektronik Mühendisi Recep Kılıç Makine Mühendisi Yılmaz KURTULMUŞ Kimya Yüksek Mühendisi M. Vefa RUMELİ Elektrik Mühendisi Prof. Dr. Ahmet ALP Metalurji Yüksek Mühendisi MMG Sakarya Şubesi Yönetim Kurulu Yedek Üyeler Fatih PİSTİL İnşaat Yüksek Mühendisi Adnan BORAZANCIOĞLU Elektrik Mühendisi Necati ATALAY Makine Yüksek Mühendisi Hilmi ÇORAPSIZ Elektrik Mühendisi İdris BAŞER Makine Mühendisi
8
MMG Sakarya Şubesi Denetleme Kurulu Asil Üyeler Mahmut RUMELİ Elektrik Mühendisi Hakkı MUHÇU İnşaat Mühendisi Prof. Dr. Hatem AKBULUT Metalürji Yüksek Mühendisi MMG Sakarya Şubesi Denetleme Kurulu Yedek Üyeler Metin İLİM Makine Mühendisi Kıyasettin ÇELİK Makine Mühendisi Murat Salih BAŞER Çevre Mühendisi MMG İzmir Şubesi Yönetim Kurulu Asil Üyeler Ünal ÖZTURKUT Başkan / Makine Mühendisi Haşim AYTEN Başkan Yrd. / Elektrik Mühendisi Serkan KIRKAR Başkan Yrd. / Makine Mühendisi Ethem TATAR Başkan Yrd. / İnşaat Mühendisi Doç Dr. Musa ALCI Muhasip Üye / Elek.-ElektronikY.Mühendisi Eser PALA Üye / Makine Yüksek Mühendisi M. Siraç BATUK Üye / Orman Mühendisi MMG İzmir Şubesi Yönetim Kurulu Yedek Üyeler Selami ALDERMİ Mimar Özkan TAGA Gıda Mühendisi Yavuz TOPRAK Kimya Mühendisi Yrd. Doç Dr. Ömer MERMER Elektrik ve Elektronik Mühendisi Yrd. Doç. Dr. Ayhan NUHOĞLU İnşaat Mühendisi Nihal ÖZDEMİR Jeofizik Mühendisi Yrd. Doç. Dr. M. Necdet YILDIZ Elektronik Mühendisi MMG İzmir Şubesi Denetleme Kurulu Asil Üyeler Yrd. Doç. Dr. Mehmet ÇEVİK İnşaat Mühendisi İbrahim TATAR Mimar Yrd. Doç. Dr. Recep YİĞİT Makine Mühendisi MMG İzmir Şubesi Denetleme Kurulu Yedek Üyeler Fehmi AKTÜRK Makine Mühendisi Mehmet YEŞİL Makine Mühendisi Ender M. GÜMÜŞ Ziraat Mühendisi
9
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
MMG Kayseri Şubesi Yönetim Kurulu Asil Üyeler Oğuz MEMİŞ Başkan / İnşaat Mühendisi Oğuzhan YILDIZ Başkan Yrd. / İnşaat Mühendisi Celal Dündar SELÇUK Üye / İnşaat Mühendisi Tevfik Rıza SÜMER Üye / Elektronik Mühendisi Harun ÇELİK Üye / İnşaat Mühendisi Fatih KAYA Üye / İnşaat Mühendisi Fatih KALENDER Muhasip Üye / Makine Mühendisi MMG Kayseri Şubesi Yönetim Kurulu Yedek Üyeler Mehmet KÜTAHNECİ Mimar Mustafa YILMAZ Makine Mühendisi Osman AKYURT Makine Mühendisi Ahmet KURT Elektrik Mühendisi Yaşar ANDAÇ Makine Mühendisi Ali YAPRAK İnşaat Mühendisi Yaşar BAYRAKDAR Makine Mühendisi MMG Kayseri Şubesi Denetleme Kurulu Asil Üyeler Mehmet IŞIN Başkan / İnşaat Mühendisi Yavuz ÇAĞAN Üye / İnşaat Mühendisi Murat UĞUR Üye / İnşaat Mühendisi MMG Kayseri Şubesi Denetleme Kurulu Yedek Üyeler Mesut AKÇAKAYA İnşaat Mühendisi Suat ACAR Makine Mühendisi Nurullah BEYDİLLİ Makine Mühendisi MMG Bursa Şubesi Yönetim Kurulu Asil Üyeler Mustafa BAYRAKTAR Başkan / Harita Mühendisi Ali YILMAZ Üye / Elektrik Mühendisi Hayri ÖZTURAN Üye / Uçak Mühendisi Mustafa YILDIZ Üye / Dr. Gıda Mühendisi Talip AKCI Üye / İşletme Mühendisi MMG Bursa Şubesi Yönetim Kurulu Yedek Üyeler Fatih TERZİOĞLU Hasan AYDIN Rasim SERİM Sıddık Ebubekir ASLAN Özer BURSA
10
MMG Bursa Şubesi Denetleme Kurulu Asil Üyeler Mesut BAL Mustafa ARSLAN Mustafa ÖZTÜRK MMG Bursa Şubesi Denetleme Kurulu Yedek Üyeler Faik EREN İbrahim ASLAN Şakir EMİN MMG Samsun Şubesi Yönetim Kurulu Üyeleri Murat ALBAYRAK Başkan / Yüksek Makine Mühendisi Ali KULOĞLU Başkan Yard. / İnşaat Mühendisi Murat ARAS Muhasip Üye / Makine Mühendisi Şükrü KOLCU Üye / Makine Mühendisi Ahmet CENGİZ Üye / Elektrik Mühendisi MMG Samsun Şubesi Yönetim Kurulu Yedek Üyeleri Yılmaz KOLSAN Yedek Üye / Makine Mühendisi Taner KEFELİ Yedek Üye / Elektronik Mühendisi Serkan EROL Yedek Üye / Makine Mühendisi Mustafa PEHLİVAN Yedek Üye / Makine Mühendisi Bayram ÖZDEMİR Yedek Üye / Makine Mühendisi MMG Samsun Denetleme Kurulu Yedek Üyeler Köksal SÖNMEZ Başkan / Makine Mühendisi Ahmet ÇATAL Üye / Jeoloji Mühendisi Mustafa Hayri ÖZDEMİR Üye / Maden Mühendisi Hakan BALTAOĞLU Yedek Üye / Makine Mühendisi Yahya ÇİLİNGİR Yedek Üye / Makine Mühendisi Özge ÇÖPLÜ Yedek Üye / Harita Mühendisi
11
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
12
Açılış Konuşmaları
AVNİ ÇEBİ
Mimar ve Mühendisler Grubu Genel Başkanı
İnsanı İnşa Eden Şehirler
İ
nsanlar daha güvenli ve huzurlu yaşamak, daha çok iş bölümünün oluştuğu medeniyetin rahat ve imkânlarından faydalanmak için şehirler kurdu. Her toplum şehirlerini, kendi medeniyetinin insan, doğa ve öteki ile ilişkisi tasavvuruna göre yapılandırdı. Bizim medeniyetimiz de şehirlerini rabbani olanın ekseninde yapılandırdı. Şehirlerimiz, cami, medrese ve pazarın merkezde olduğu, mahallerin iç içe geçtiği, her ekonomik ve sosyal çevreden insanların birbirini hissederek ve görerek yaşadığı sürekli iletişimin olduğu açık uçlu yapılardı. Modernleşme, daha fazla tüketme isteği, büyük şehirlere göç, şehirlerimizin o dingin ve huzurlu yapısını bozdu. Bugün gelinen noktada özellikle büyük şehirlerimizde planlama yoksunluğunun meydana getirdiği karmaşa ve keşmekeş, zaman ve mekân yetersizliğinin meydana getirdiği stres ve gelir adaletindeki bozulma şehirlerimizdeki huzur, güvenle birlikte yaşama azmini tehdit eder duruma gelmiştir. Son 30-40 yılda büyük şehirlerimizde ve özelikle İstanbul’da yapılan binaların teknik olarak yeterli proje ve malzeme ile yapılmaması, deprem bölgesinde olan şehirlerimiz için büyük riskler taşımaktadır. Eskiyen bina stokunun tekrar yenilenmesi mal ve can güvenliği açısından önem taşımaktadır. Ayrıca İstanbul gibi Türkiye nüfusunun yüzde 20’sini ve ekonomisinin yüzde 40’ını taşıyan bir şehirde meydana gelecek büyük bir deprem yalnız İstanbul için değil ülkemiz açısından ciddi riskler taşımakta ve stratejik öneme sahip bir şehir planlanmasını öncelemektedir. Bugün gelinen noktada, şehircilik konusunu çevreyi de önemseyerek yapılandıracak bir bakanlığın oluşturulması gelecek adına umut vermektedir. Ancak Çevre ve Şehircilk Bakanlığımız, şehirlerimizi yeniden yapılandırırken bir şehirin bakanlığı gibi değil bir ülkenin ve onun bütün şehirlerinin bakanlığı gibi hareket etmelidir. Şehirlerimizin kimliğini ve doğal çevresini koruyacak bir yaklaşımla kendisini yapılandırmalıdır. Bugün bütün şehirlerimiz estetik yoksunu benzer binalarla birbirlerinin aynı hale gelmişlerdir. Farklı şehirlerde za13
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
“Modern şehir, büyük binaların, sitelerin ve AVM’lerin olduğu şehir değil, insanın huzur ve güven içerisinde yaşadığı, yeşili bol, havası temiz ve sosyal donatı imkanlarının geniş ve erişilebilir olduğu, sedirin sunduğu kaynaklardan insanların eşit ve özgürce yararlandığı şehirdir.”
14
Açılış Konuşmaları
man içerisinde gelişmiş şehircilik kültürü ve yerel olanın iklim ve malzeme bütünlüğü içerisinde kullanıldığı birikimden bugünün bilgi ve teknolojisini kullanarak yararlanma bilgeliğini yakalamalıyız. Şehirlerimiz ve binalarımızın her birinde mimarin estetik arayışları ve mühendisliğin gerektirdiği fonksiyonel yapılar bir uyum içerisinde, gözü rahatsız etmeyecek biçimde görülebilmelidir. Türkiye yeni şehircilikte dünyaya örnek olacak mimari arayış ve yapılar ortaya koyabilecek potansiyele sahiptir. Deprem riskini azaltmak ve şehirlerdeki karmaşadan çıkmak için yapılacak kentsel dönüşüm çalışmalarında yerel halkın katılımı öncelenmeli, konuyla ilgili çalışmalarda sosyal bilimcilerden daha çok faydalanılmalıdır. Şehircilik yapmak yalnız başına mimar ve mühendislerin faaliyet ettiği teknik bir iş değil, ondan daha çok sosyal bilimcilerin işidir. Şehirlerimizi kurarken insanımızın ihtiyaçlarını öne almalıyız şehirlerimizi insanlarımızı bölen değil onları buluşturan, zarif ve işlevsel mekânlara çevirmeliyiz. Şehiri planlarken mazlum ve mağdurları hesaba katmalıyız. Yaşlı, özürlü ve çocukların şehirde rahat hareket edeceği şekilde yol ve peyzaj çalışmaları, mekânlarda ve binalarda yapmalıyız. Bu konuda dünyadaki iyi örneklerden de yararlanma bilgeliğini de gösterebilmeliyiz. Modern şehir, büyük binaların, sitelerin ve AVM’lerin olduğu şehir değil, insanın huzur ve güven içerisinde yaşadığı, yeşili bol, havası temiz ve sosyal donatı imkanlarının geniş ve erişilebilir olduğu, şehirin sunduğu kaynaklardan insanların eşit ve özgürce yararlandığı şehirdir. Şehirlerimizi kurarken tarihi ve kültürel mirasa saygı göstermeliyiz ve gelecek nesillerin şehirlerden yararlanma hakkına saygı göstermeliyiz. Özellikle tarihi öneme sahip şehirlerimizin şehir siluetlerini korumaya daha fazla özen göstermeliyiz. Şehirleri kuran insanlar, yaptıkları şehirlerle aynı zamanda kendilerini de inşa etmekte olduğunu fark etmeli. Bugün yaptığımız şehirlerle yarınlarımızı belirlediğimizi aklımızdan çıkarmamalıyız.
15
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
16
Açılış Konuşmaları
MUSTAFA KARA
Üsküdar Belediye Başkanı
Değerli Misafirler,
Ş
ehirler insanlığın ortak yaşam alanları, ana merkezleridir. Bilgi ve bilişim teknolojilerinin hızla geliştiği günümüzün küresel dünyasının imkân ve ihtiyaçları dolayısıyla en çok değişen ve bu nedenle de elbette en çok tartışılan konularından birisi haline gelmiştir. Bu çerçevede hızlı kalkınan ülkeler kategorisinde ilk sıralarda bulunan ülkemizin ve dünyanın en önemli şehirlerinden birisi olarak İstanbul’un geleceğinin tartışılmasının çok önemli bir adım olacağını düşünüyorum. Bu anlamda İstanbul, binlerce yıllık tarihi boyunca hemen her dönemde sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi birçok yönüyle ön planda olmuştur. Binlerce yıllık tarihinden de anlaşılacağı gibi yaşayan bir şehir olan İstanbul, bir yandan çağın getirdiği küresel beklentilere göre şekillenip hızla değişirken, bir yandan da yavaş yavaş sahip olduğu birikimi kaybetmekte ve bu değişim sürecinden kaynaklanan sorunlarla yüz yüze kalmaktadır. Sonuç olarak bu gelişmeler ya önümüze yeni fırsatlar çıkarmakta ya da tehditler, çözülmesi gereken sorunlar ortaya koymaktadır. Bu durum da başta yerel olmak üzere tüm yönetimlere yeni politikalar üretme; şehirleri, yeniçağın imkân ve ihtiyaçlarına göre, yaşayan ve yaşanabilir bir şekilde yeniden tasarlama sorumluluğu yüklemektedir. İşte Üsküdar Belediyesi olarak biz, bu sorumluluğun farkında olarak çalıştık ve çalışmaya devam ediyoruz. “Yaşayan ve yaşanabilir” şehir algımız ve bu yöndeki dikkatlerimizle, dünya ölçeğinde model bir şehir olma yolunda hızla ilerliyoruz. Hedefimiz, hem çağın imkânlarına göre şehrimizi yeniden tasarlamak hem de Üsküdar’ı yaşayan bir “şehir” olarak muhafaza etmektir. Bu sempozyumun, başta İstanbul olmak üzere şehirlerimizin geleceğinin kültür ve medeniyet birikimine olumlu katkılar sağlamasını diliyorum. Saygılarımla 17
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
18
Açılış Konuşmaları
PROF. DR. İSMAİL YÜKSEK YTÜ Rektörü
Değerli Misafirler,
S
on 10 yıl içerisinde, dünyanın birçok bölgesinde gelişmiş, sosyo-ekonomik büyüme, istihdam, yenilikçilik, ticaret ve sosyal uyum açısından ön plana çıkan şehirler, ülkelerinin gelişiminde de önemli bir rol üstlenmişlerdir. Kültürel, teknolojik, ekonomik ve sosyal yönleri kucaklayan multidisipliner bir yaklaşımla kentsel stratejilerin oluşturulması, şehirler için birçok yeni gelişim fırsatları sunmaktadır. 21. yüzyılda, bütün önde gelen dünya şehirlerinde kültür ve üretim odaklı endüstriler, şehirlerin ekonomik kalkınma ve büyümesine önemli katkıda bulunmaktadır. Günümüzde yüksek katma değer üretmenin önemli bir bileşeni haline gelen üretim faktörü, küresel rekabette bölgesel ve toplumsal gelişmenin motorunu da oluşturmaktadır. Bu nedenle dünyada sürekli yeni cazibe merkezleri oluşmakta ve birçok şehir, yeni programlar ve projeler geliştirmektedir. Bu arzu edilen ancak kontrolsüz gelişim, aynı zamanda yeni sorunları ve cevap arayan soruları da beraberinde getirmektedir. Yaşayan şehir anlayışının temelini oluşturan sosyal, siyasi ve ekonomik gerçekler, kültürel geçmişler ve coğrafi konumlar önümüze yeni fırsatlar çıkarmakta ya da kaçınılmaz tehditleri de beraberinde getirmektedir. Bu durum, yönetimlere yeni politikalar oluşturma ve bu politika oluşturma sürecinde tüm şehir paydaşlarının katılımını sağlama sorumluluğunu getirmektedir. Bu konuya ilişkin duyarlılığının artırılması ve aktif politikaların uygulanması konusunda akademi dünyası ve sektör çalışanlarının katkıları çok önemlidir. Yenilikleri tartışmak ve sorunlara çözüm aramak amacıyla bilim dünyası ve sektör çalışanlarını bir araya getiren ve Mimar ve Mühendisler Grubu tarafından düzenlenen “Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar Sempozyumu”dan çıkacak sonuçlar ilgili katılımcılara ve kurumlara şehirlerin geleceği konusunda yeni bakış açıları kazandırma ve politika oluşturma süreçlerine de katkıda bulunacaktır. Sempozyumun tüm katılımcılar için hayırlı olması dileğiyle saygılarımı sunarım. 19
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
20
Açılış Konuşmaları
PROF. DR. MUHAMMED ŞAHİN İTÜ Rektörü
Değerli Konuklar,
İ
stanbul’da sokaklarda yürürken, evinizin ya da işyerinizin camından dışarı bakarken, tarih, gelenekler, sanat gibi birçok bileşeni hissederek bu şehrin görkemine kapılabilir ya da deprem gerçeğini düşünerek diğer yüzünü hatırlayabilirsiniz. Yıllardır, merkezî yönetimden, yerel yönetimlere, bürokratlardan meslek odalarına kadar olup bitene seyirci kalan toplumun her ferdiyle ne yazık ki düzensiz bir kentleşme yaşanmıştır. Bugün bunların nedenlerinin tartışılmasının aslında hiçbir anlamı yok. Yapılması gereken; bundan sonrasının hızlıca planlanmasıdır. Ülkemizin neresine giderseniz gidin kaçamayacağınız iki gerçek var, ‘‘deprem’’ ve bu gerçek dikkate alınarak her geçen gün geciken ‘‘kentsel dönüşüm’’. İstanbul başta olmak üzere tehlikede olan her yerde kentsel dönüşümün bir an önce hayata geçirilmesi şarttır. Kim olursa olsun depreme karşı daha güvenli, daha çağdaş konutlarda yaşama hakkına sahiptir. 1999 yılında yaşanan Marmara Depremi, büyük kayıp ve yıkımlarla birlikte ülkemizdeki afet yönetimi ve hazırlık konusunda planlamaya ihtiyacımız olduğunu ortaya koymuş, tüm eksikliklerimizi adeta gün yüzüne çıkarmıştır. Türkiye’de ‘‘Çarpık Yapılaşma’’, ‘‘Afet Yönetimi’’, ‘‘Deprem Tehlikesi’’ gibi kavramlar 1999 depremi sonrasında ciddiye alınmaya başlanmıştır. 1999’dan bu yana geçen süreçte, ülkemizde afet yönetimi ile ilgili birçok çalışma yapılmış, sadece İTÜ kanalıyla yapılan çalışmalarda 10 binlerce kişiye ulaşılmıştır. İTÜ, Amerika Acil Durum Yönetimi Kurumu (FEMA) ile 2000 yılında işbirliği yaparak 31 öğretim elemanını ‘‘Afet Eğitmeni’’ olarak FEMA tarafından sertifikalandırmıştır. Çok kısa bir süre içinde İTÜ’de ‘‘Afet Yönetim Merkezi’’ kurulmuştur. Bu merkezin çatısı altında Afet Yönetimi Yüksek Lisans Programları açılmış bu alanda uzmanlar yetiştirilmeye başlanmıştır. Yine bu merkez çatısı altında FEMA’nın kitapları Türkiye’ye uyarlanarak Türkçe diline çevrilmiştir. İçişleri Bakanlığı Strateji Geliştirme Dairesi desteğiyle 10 binin üzerinde STK yöneticisi ve Kamu yöneticisi eğitilmiştir. Şu ana kadar yapılan tüm çalışmalar daha çok afete müdahale ve iyileştirme aşamalarını 21
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
Üzerinde çokça düşünülmesi gereken kentsel dönüşüm sürecini masaya yatırdığımızda aslında bu konudaki en büyük sorumluluğun sadece siyasilerin değil, vatandaşlara ve sivil toplum kuruluşlarına ait olduğunu da görmekteyiz. Bu konu sadece İstanbul’un değil bütün ülkemizin gerçeğidir. Bu sürecin her zincirinde bilinç ve işbirliği ihtiyacı bulunmaktadır.
22
Açılış Konuşmaları
kapsamında yapılmış, afet öncesi afete hazırlama anlamında ciddi çalışmalar ne yazık ki gerçekleşememiştir. Şu andan itibaren olası bir depremde en az kaybı yaşamak için tek yapılması gereken ‘‘Kentsel Dönüşüm’’dür. Kentsel dönüşümde vizyon ve amaç bellidir. Strateji ve yöntemleri iyi belirleyerek kendi modelimizi oluşturmamız gerekmektedir. Bu sürecin etki ettiği alanın büyüklüğü düşünülürse, tüm planlama çalışmalarında mühendisler, mimarlar, sosyologlar ve ekonomistler gibi farklı disiplinlerin bir arada çalışmasının gereği anlaşılabilir. Üzerinde çokça düşünülmesi gereken kentsel dönüşüm sürecini masaya yatırdığımızda aslında bu konudaki en büyük sorumluluğun sadece siyasilerin değil, vatandaşlara ve sivil toplum kuruluşlarına ait olduğunu da görmekteyiz. Bu konu sadece İstanbul’un değil bütün ülkemizin gerçeğidir. Bu sürecin her zincirinde bilinç ve işbirliği ihtiyacı bulunmaktadır. Depreme karşı atılacak en büyük adım olan ‘‘Kentsel Dönüşüm’’ ile ilgili muhalefet iktidarla el ele vermeli, sivil toplum kuruluşları bu sürecin en sağlıklı şekilde gerçekleşmesi için her evrede bulunmalı, vatandaş bilinçle hareket etmeli, yerel yönetim, merkez yönetim ile işbirliği içinde olmalıdır. Bu işbirliği kapsamında Mimar ve Mühendisler Grubu’nun düzenlediği “Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar” adlı sempozyuma katkıda bulunan herkese teşekkür ederek, ülkemiz adına verimli çıkarımların oluşacağı bir etkinlik olmasını dilerim.
23
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
24
Açılış Konuşmaları
KADİR TOPBAŞ İBB Başkanı
Değerli Misafirler,
Ş
ehircilik adına en hassas yaklaşımın sergilenmesi gereken İstanbul’u yaşanabilir, sürdürülebilir ve ekolojik bir şehir yapmak için ortak aklın da önemine inanarak göreve geldiğimiz 2004 yılından itibaren azim ve gayretle çalışıyoruz.
Mimar belediye başkanı olarak tarihi, estetiği ve kültürel geçmişiyle dünyaya örnek bir İstanbul için ekibimle birlikte Metropoliten Planlama Merkezi’ni kurduk. Bütün dokularıyla tarihi ve çağdaş şehir anlayışını iyi harmanlayan; tarım, iklim ve çevre bağlantılarının yanında sosyal, siyasal ve ekonomik gerçekleri de hesaba katarak, herkesin huzur içinde yaşamasını hedefleyen bir şehircilik anlayışı ortaya koyduk. Bu çalışmalar doğrultusunda daha yaşanılır ve güzel bir İstanbul hayali gerçekleşiyor. Yapılan çalışmalar sırasında yaşanılır şehri oluşturma hedefinin yanında insanoğlunun müdahale edemediği doğal afet riskine karşı alınacak önlemleri de planlıyoruz. Muhtemel afet senaryolarına karşı alınacak önlemleri, katılımcı belediyecilik anlayışıyla bütün meslek ve sivil toplum örgütleriyle işbirliği içinde hayata geçiriyoruz. “Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar” başlıklı bu sempozyumun insan ihtiyaçlarına göre şekillenen, herkesin yaşamaktan mutlu olacağı yeni şehirlerin oluşumuna katkı sağlamasını diliyorum. Saygılarımla
25
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
26
Açılış Konuşmaları
HÜSEYİN AVNİ MUTLU İstanbul Valisi
Değerli Misafirler,
M
edeniyetlerin buluşma noktasında yer alan İstanbul’un doğal, tarihi ve kültürel yapısı ile yaşanabilir ve sürdürebilir bir dünya kenti olması için, İstanbul İl Özel İdaresi kaynaklarıyla maksimum faydayı üretmek ve bu açıdan ülkenin eğitim, sağlık, spor alanındaki yatırımları ile iddialı bir kurum olma çabası ile hedeflerini belirlemiş bulunmaktadır. Dünyanın sayılı metropolleri baz alındığında İstanbul, bugün artık huzur ve güven ortamında bulunmaktadır. Her ne kadar ülkemizin bu huzur ortamını bozmaya yönelik faaliyetler olsa da bu komplo ve tahriklere kapılmadan İstanbulumuza ve İstanbullulara hizmet yolunda yatırımlara ve projelere ağırlık verilmektedir. Dünya kültür mirasında barındırdığı eserleri, görkemli geçmişi ve çok sayıda uygarlığa beşiklik etmesi bakımından dünya kentleri arasında ayrıcalıklı bir yer edinmiştir. Güzel İstanbulumuzun mükemmel hale getirilmesinde tek bir proje, tek bir reçete üzerinden, tek bir ilaçla, tek bir tedavi söz konusu değildir. Bu çok yönlü bir hadise. İstanbul’u çok farklı yönlerden donatmak, kuşatmak iyileştirmek durumundasınız. Ama tabi en temel noktalardan bir tanesi imar. İmar düzenlemeleri, kaçak yapılaşma, iyi yapı stoklarıyla dönüştürülmeli ve depreme hazırlıklı bir kent haline getirilmesi gerekmektedir. Kentsel dönüşümde tabii ki bütün bir şehri dönüştürmeniz açısından da zorluğunun farkındayız. Çünkü İstanbul’un yapı stoku oldukça eski. 1999 depreminden evvel yapılmış çok sayıda yapı var. Bunların depremle ilintili olarak kentsel dönüşümünü düşünecek olursanız İstanbul’da karşınıza dev gibi bir yenileme çalışması çıkar. Depremin ne zaman bizi karşılayacağını, ne zaman karşımıza çıkacağını bilmiyoruz. Bu nedenle yapılabildiği kadar süratle yeni konutları üretilirken hem depreme dayanıklılık noktasında mükemmel bir yapılaşma ve güzel bir çevre imarı hem de mevcut bina stoklarını iyileştirerek kentsel yapılar yapılması gerekir. İstanbul’a yakışan çağdaş yaşam koşulları ve fiziki mekanların geliştirilip düzenlenmesi bakımından hükümetimizin özellikle Sayın Başbakanımızın İstanbul’un imarı ve yaşanabilir bir kent olarak geleceğe hazırlanma konusundaki hassasiyetini biliyoruz. İstanbul’a ve ülkemize ışık tutacak nitelikte olduğuna inandığım “Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar” konulu sempozyumu koordine eden ve gerçekleştiren herkese İstanbullular adına teşekkürlerimi sunuyorum. 27
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
28
Açılış Konuşmaları
ERDOĞAN BAYRAKTAR
Çevre ve Şehircilik Bakanı
Değerli Misafirler,
G
ünümüzde ülkemiz nüfusunun üçte ikisi şehirlerde ve şehir çevrelerinde yaşamaktadır. Şehirlere yönelim, kentsel alanlarda zamanla artan nüfusa sunulan hizmetlerin yetersiz kalmasına yol açmış ve yaşam kalitesini düşürmüştür. 2000’li yıllarda yaşam ve mekân kalitesi yüksek, afetlere dirençli, iklime ve çevreye duyarlı, iyi hizmet sunan, toplumun tüm kesimlerinin ihtiyaçlarına cevap veren, sürdürülebilir, planlı ve çağdaş kentlere ulaşmak gelişmiş toplumların en önemli hedefleri arasındadır. Çevre ve şehircilik alanında meydana gelen değişimlere paralel olarak Bakanlığımız yeniden yapılandırılmıştır. Bu yapılandırma yeni ve daha icracı bir nitelikle, etkin hizmet sunmayı hedeflemektedir. Bu çerçevede çevre ve şehircilik konularını daha geniş bir şekilde ele alarak, uygulama birliği sağlamaya yönelik çalışmalar başlamıştır. Bu kapsamda Bakanlığımızın temel hedefi; Şehirleri sosyal, kültürel, teknik ve ekonomik boyutlarıyla bir bütün olarak değerlendirerek planlama, konut, altyapı, ulaşım gibi sektörler bakımından daha üst standartlara çıkarmaktır. Bu bağlamda; Kentlere yönelik olarak; • Gecekondu bölgelerini ıslah etmek için kentsel dönüşüm projeleri hazırlamak, • Afete karşı dirençsiz bulunan yapı stokumuzu planlı, kapsamlı ve ekonomik şekilde kentsel dönüşüm projeleriyle iyileştirmek, • Önümüzdeki dönemde kontrollü kentleşmeyi teşvik etmek, • Kentlilik bilincini ve katılımı artırmak, • Şehirlerimizi kendi finansman dinamikleriyle yeniden inşa etmek, • Kentlerin gelişmesini ve yaşam kalitesini artırmak, • Kentsel estetiği, kaliteyi, kültürel değerleri ve çevresel duyarlılığı üst seviyeye çıkarmak öncelikli hedeflerimizdendir. 29
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
Şehirlerimizin geleceği pek çok tehdit ve fırsat içermektedir. Bakanlığımız, şehirlerimizin potansiyellerini ortaya çıkarmak ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda gelişimlerine yönelik çalışmalar yapmaktadır. Bu süreçte koruma – kullanma dengesi ana eksenlerimizden birisidir.
30
Açılış Konuşmaları
Ülkemizde kentsel yerleşmelerin mekânsal yaşam kalitelerinin artırılarak, ekonomik ve toplumsal yapının güçlendirilmesi, mekansal planlama sisteminin yeniden yapılandırılması için hazırlanan ve ulusal düzeyde bir strateji dokümanı olan Kentsel Gelişme Stratejisi ve Eylem Planı (KENTGES) hayata geçirilmiştir. Bu çerçevede kentsel gelişimi koordine etmek ve uygulanmasını izlemek, buna yönelik gerekli modelleri ortaya koymak, icradan sorumlu kurumlarla ve yerel yönetimlerle her türlü işbirliği yapmak, hedeflerimizin hayata geçirilmesine yönelik projeler geliştirmek, geliştirilen projelere destek olmak Bakanlığımızın öncelikli amaçları arasındadır. Ayrıca, Bakanlığımıza verilen görev ve yetkiler kapsamında, doğal afetlere hazırlıklı, risk azaltmaya yönelik, yaşanabilir ve sürdürülebilir kentleşmeyi hedefleyen projeler planlarımız arasındadır. Bu kapsamda öncelikle afet riskli, çarpık yapılaşmanın ve gecekondulaşmanın olduğu bölgelerde, kentsel dönüşüm projeleri ile marka kentler oluşturulmasına yönelik büyük projeler yürütülmektedir. Bu ve benzeri projelerin kentlerimizin planlı, düzenli ve modern gelişimine katkısı büyük olacaktır. Sonuç olarak şehirlerimizin geleceği pek çok tehdit ve fırsat içermektedir. Bakanlığımız, şehirlerimizin potansiyellerini ortaya çıkarmak ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda gelişimlerine yönelik çalışmalar yapmaktadır. Bu süreçte koruma-kullanma dengesi ana eksenlerimizden birisidir. Mimarlar ve Mühendisler Grubu’nun düzenlemiş olduğu ‘Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar’ konulu sempozyumda sunulacak tebliğ ve tartışmaların ufuk açarak, çevre ve şehircilik alanında yapılacak çalışmalara ışık tutması dileğimizdir.
31
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
32
Afet, Deprem ve Risk Analizleri
1. Oturum AFET, DEPREM ve RİSK ANALİZLERİ KADEM EKŞİ (MMG GENEL BAŞKAN YARDIMCISI)
33
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
34
Afet, Deprem ve Risk Analizleri
KADEM EKŞİ Jeofizik Mühendisi MMG Genel Başkan Yardımcısı
BİRLİKTE BAŞARACAĞIZ
İ
nsanlığın var oluşundan bugüne değişmeyen ihtiyacı olan barınma gerçeği, 5 bin yıl önce ne ise bugün de özünde aynı anlamı ifade ediyor. İnsan varlığının üzerinden yüzlerce medeniyet ve kültür akımı geçmesine rağmen, giyinme ve yeme refleksleri değişmediği gibi barınma refleksleri de değişmedi, değişmeyecek. Barınma konusu sosyal-kültürel anlamda farklı değişkenlerle mutlaka birlikte irdelenmesi gereken bir konu. İnsanlık bu gereksinimini yerine getirirken aile yapısını, kültürel yapısını, ekonomik konumunu, sosyal düzeyini göz önünde bulundurarak yuvasını oluşturacağı yeri seçiyor yahut yapıyor. Temelde bu kadar basit ve somut olan gerçekler, yukarıda da bahsettiğimiz gibi bin yıl öncesinde ne ise aslında bugün de aynı ilkelere dayanıyor. Şehirlerimizi tehdit eden fay hatları ve depremler, heyelan, aşırı yağışlar ve sel vb. kavramlar aslında yeryüzündeki doğal oluşumlar olup insanlar tarafından bunların değiştirilmesi, ortadan kaldırılması mümkün olmadığı gibi, bunların zaman zaman aktivitelerini gerçekleştirmeleri de oldukça doğal bir durumdur. Doğanın bu dirilişi karşısındaki yanlış ve azgın şehirleşme politikalarımız afetleri oluşturuyor. Şehirlerimiz, oluşan ekonomik büyüme imkânları ve yeni istihdam alanlarının açılması ile son yıllarda önceki 10 yıllara oranla daha fazla göç almaya başladı. Gelinen noktada bu kontrolsüz yapılaşma ve sağlıksız büyüme, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kenti yenilemek yani dönüştürmek fikrini ortaya çıkardı. Özellikle İstanbul gibi büyüme aksları tıkanmış ve zorlanmış şehirlerde, daha fazla kontrolsüz büyümenin olmaması adına bu konunun önemi açıkça ortadır. Bunun yanı sıra, konutların deprem güvensiz ve denetimsiz olarak yapılması da ileride oluşabilecek afetler için herkesi diken üstünde tutmaktadır. Kentsel dönüşümün gerekliliğini sadece birkaç konuya indirgemek elbette mümkün değildir. Günümüzde kentsel dönüşüm gerekliliği onlarca farklı sebep sonuç ilişkisiyle açıklanabilmektedir. Kısaca bahsetmek gerekirse, altyapı sorunları, otopark gereksinimi, yeşil alan 35
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
Bu süreçte; fiziki üst ve alt yapının, daha güvenli yaşam ve yerleşim alanlarının üretilmesi, hasar görebilirliğin azaltılması, toplumun ve bireylerin bilinç, eğitim ve hazırlık seviyesinin artırılması gerekir.
36
Afet, Deprem ve Risk Analizleri
azlığı, sosyal donatıların giderek azalması, deprem ve diğer afetlerin risk düzeyinin artması, insanların sosyal ihtiyaçlarının değişmesi, toplum beklentilerinin artması, ülke ekonomik düzeyinin gelişmesi gibi konular başlıca nedenler arasında sunulabilir. İstanbul; kozmopolit, hareketli, genç nüfuslu, derin ve büyük bir tarihi geçmişi olan, uyumsuz gelir seviyeleriyle sosyal açıdan karmaşık bir yapı sunuyor olsa da prestijini sadece kıtalar arasında değil aynı zamanda medeniyetler, fikirler, dinler ve insanlar arasında bir köprü oluşturmasından alan bir şehirdir. Dünya ve Türkiye için önemli bir şehir olan İstanbul’un geleceğini tehdit eden muhtemel bir depremin büyüklüğünü, muhtemel zamanı gibi tartışmaları bir yana bırakıp sosyal, ekonomik, psikolojik, hukuki ve idari yetki sınırları göz önüne alarak çözümler oluşturulması, bu konuların mühendislik, kentsel dönüşüm ve planlama ile birlikte değerlendirilmesi gerekir. Olası depremlere karşı en üst düzeyde hazırlıklı olma ve en az kayıpla atlatma hedeflerine ulaşabilmek için başarılı bir “Afet Risk Yönetimi” sürecinin uygulanması gerekmektedir. Bu süreçte; fiziki üst ve alt yapının, daha güvenli yaşam ve yerleşim alanlarının üretilmesi, hasar görebilirliğin azaltılması, toplumun ve bireylerin bilinç, eğitim ve hazırlık seviyesinin artırılması gerekir. Bu sempozyumun, ülkemizin geleceği adına başta İstanbul olmak üzere bütün şehirlerimizde daha yaşanılabilir, güvenli ve huzurlu bir yapının oluşmasında, olumlu katkılar ve büyük kazanımlar sağlamasını diliyorum.
37
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
38
Afet, Deprem ve Risk Analizleri
MAHMUT BAŞ İBB Deprem ve Zemin İnceleme Müdürü
DEPREM Bilinenler, Yapılanlar, Yapılamayanlar, Yapılamama Nedenleri ve Yapılması Gerekenler
17
Ağustos ve 12 Kasım 1999 depremlerinden sonra depremlere yönelik olarak yapılan çalışmaları iki ana grupta toplayabiliriz. Birinci grup altında yapılan çalışmaları “deprem senaryoları” veya “deprem risk analizleri” şeklinde isimlendirmek mümkündür. Bu çalışmalar, daha çok olası bir deprem sonucunda meydana gelebilecek kayıp ve hasarları belirlemeye yönelik olan çalışmalardır. İkinci grupta toplanabilecek çalışmalar ise; kentsel riskleri ortadan kaldırmak ve azaltmak yanında sosyal, ekonomik ve fiziksel hasar görebilirliliği en aza indirmek için oluşturulması gereken stratejileri ve yapılması gerekli olan yasal düzenlemeleri belirleyen çalışmalardır. Beklenen ise, bu raporların içeriğinde yer alan hususların bir an önce hayata geçirilmesidir. 1999 depremlerinden bugüne muhtemel yıkıcı bir depreme hazırlık anlamında genel bir değerlendirmeyi “Bilinenler”, “Yapılanlar”, “Yapılamayanlar”, “Yapılamama Nedenleri” ve “Yapılması Gerekenler” başlıkları altında yapabiliriz.
BİLİNENLER Yapılan bilimsel çalışmalara göre, İstanbul’da yıkıcı bir depremin olma ihtimali 30 yılda yüzde 50 civarındadır. Bu düzeyde deprem tehlikesine maruz diğer iki büyük kentin de, San Francisco ve Tokyo olduğunu bilmekteyiz. Yapılan analiz ve araştırmalarımıza göre İstanbul’da beklenen deprem bugün olursa yaklaşık; • 2 bin 500-10 bin Adet Çok Ağır Hasarlı Bina, • 13 bin-34 bin Adet Ağır Hasarlı Bina, • 85 bin-150 bin Adet Orta Hasarlı Bina, • 250 bin-350 bin Adet Hafif Hasarlı bina, • 10 bin-30 bin Kişi Can Kaybı, • 20 bin-60 bin Kişi Hastanede Tedavi, • 50 bin-140 bin Kişi Hafif Yaralı, • 530 bin Adet Acil Barınma İhtiyacı Olan Hane, 39
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
• 400 Adet Yanıcı Patlayıcı İhtiva Eden Binada Hasar, • 450 Noktada İçme Suyu Hattı Hasarı, • bin 500 Noktada Atık Su Hattı Hasarı, • 650 Noktada Doğalgaz Altyapı Şebekesi Hasarı, • 17 bin Adet Doğalgaz Kutusu Hasarı, • 26 Milyar TL Yapısal Hasar Kaynaklı Mali Kayıp, • 80 -100 Milyar TL Toplam Mali Kayıp beklemekteyiz. Buna göre, can kaybı İstanbul nüfusunun yüzde 0.1 - yüzde 0.2’sine, kullanılamayacak binalar (çok ağır, ağır, orta) ise yapıların yüzde 10 - yüzde 15’ine tekabül etmektedir. Dünyadaki deprem riski ile İstanbul’u karşılaştıracak olursak; • 1923 Büyük Kanto Depremi: 143 bin can kaybı • 1976 Tangshan Depremi: 250 bin can kaybı • 1994 Northridge Depremi: 57 can kaybı, 50 milyar dolar kayıp. • 1995 Kobe Depremi: 6 bin 400 can kaybı, 150 milyar dolar kayıp. • 1999 Kocaeli Depremi: 19 bin can kaybı, 20 milyar dolar kayıp. • 2008 Wenchuan Depremi: 88 bin can kaybı, 75 milyar doları kayıp meydana gelmiştir. Senaryo depremlerine göre ise; • Tokyo Deprem Senaryosu: 1.6 trilyon dolar kayıp. • San Francisco Deprem Senaryosu: 260 milyar dolar kayıp. • Messina Deprem Senaryosu: 17 bin can kaybı, 58 milyar dolar kayıp şeklindedir. • İstanbul Deprem Senaryosu: Max. 30 bin can kaybı, 80 - 100 milyar TL toplam mali kayıp.
YAPILANLAR 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 depremlerinden sonra doğal afetlere yönelik birçok çalışma farklı kurum ve kuruluşlar tarafından yapılmış ve muhtemel doğal afet zararlarını en aza indirmek için önemli uğraşlar verilmiştir. Bu çalışmalar tarihlerine göre aşağıda sıralanmıştır. • 1999; Deprem Araştırma Komisyonu Raporu. Türkiye Büyük Millet Meclisi(TBMM). • 2000; İzmir Deprem Senaryosu. İzmir Büyükşehir Belediyesi-Kandilli Rasathanesi. • 2002; İstanbul Metropolitan Bölgesi İçin Deprem Risk Analizi. Amerikan Kızılhaç ve Kızılay-B.Ü. Kandilli Rasathanesi. • 2002; İstanbul İli Sismik Mikro-Bölgeleme Dahil Afet Önleme-Azaltma Temel Planı Çalışması, İstanbul Büyükşehir Belediyesi-Japon(JICA). • 2003; İstanbul Deprem Master Planı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İTÜ-ODTÜ-YTÜ-BÜ) • 2003; Z.Burnu, Fatih, K.Çekmece, B.Paşa, Güngören ve B.Evler Bina İnceleme Projeleri. İstanbul Büyükşehir Belediyesi. • 2004; Türkiye İktisat Kongresi Doğal Afetler Çalışma Grubu Raporu, DPT. • 2004; Türkiye’de Doğal Afetler Konulu Ülke Strateji Raporu. Japonya (JICA) Türkiye Ofisi. • 2004; Deprem Şurası. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı. • 2004; Geçmiş Depremlerde Endüstriyel Hasarlar, Kayıplar ve Endüstriyel Risk, Kandilli Rasathanesi. • 2005; Mikrobölgeleme ve Tsunami Projeleri. İstanbul Büyükşehir Belediyesi. • 2005; Okul, Hastane Güçlendirme Çalışmaları. İSMEP, İstanbul Valiliği. • 2009; Kentleşme Şurası. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı. 40
Afet, Deprem ve Risk Analizleri
• 2009; İstanbul’un Olası Deprem Kayıpları Tahminlerinin Güncellenmesi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi. • 2010; TBMM Meclis Araştırması Komisyonu Raporu. “Deprem Riskinin Araştırılarak Deprem Yönetiminde Alınması Gereken Önlemler”. Yapılmış olan bu çalışmalardan çıkan sonucu; “Ülkemizde Deprem Sorunundan Ziyade Kentleşme Sorunu Vardır. Kentleşme Sorunlarımızı Çözersek Deprem Kaynaklı Sorunlarımızı da Çözmüş Oluruz” şeklinde özetlemek mümkündür.
YAPILAMAYANLAR ve YAPILAMAMA NEDENLERİ Yapılamayan iş ve işlemleri genel olarak dört temel başlıkta toplamak mümkündür. Bunlardan ilkini; ülke veya kent bazında yeterli olabilecek bir risk azaltma stratejisinin oluşturulamaması, ikincisini, idarelerin bu konuda kamuoyunun güvenini yeterince sağlayamaması, üçüncüsünü, 1999 depremlerinden sonra bazı kamu yapıların güçlendirilmesi dışında “dönüşüm” veya “toplu yenileme” anlamında doyurucu bir uygulamanın yapılamaması, son olarak da gerekli olan mevzuat değişikliği ve bilinçlendirmenin yeterli düzeyde gerçekleştirilememesi şeklinde verilebilir. Birleşmiş Milletler dahil birçok uluslararası kuruluş, afetler öncesi risk azaltma çabalarına öncelik vermeyi kararlaştırmış olmasına rağmen, Türkiye’de risk yönetimi odaklı ve öncelikli afet yönetimi anlayışı henüz mümkün olamamıştır. Deprem zararlarını azaltmaya yönelik olarak doyurucu ve istenilen düzeyde uygulamaların yapılamayışının nedenlerini ise kurumsal sorumlulukların neden olduğu sorunlar, planlamanın neden olduğu sorunlar ve yapılaşmış çevrenin neden olduğu sorunlar şeklinde sıralayabiliriz. Bunun dışında çok başlılık nedeniyle oluşan lider eksikliği, bazı idarelerin konuyu algılamadaki yetersizliği, deprem yatırımlarının idare açısından düşük cazibesinin olması, rant beklentisi, insanlarımızın yaşam alanı çevresinden ayrılmama kararlığı, unutma psikolojisi, siyasi istismar ve cesaretsizlik gibi unsurları diğer olumsuzluklar olarak vermek mümkündür.
YAPILMASI GEREKENLER Temel ve öncelikli amaç veya hedefin olası bir depremde enkaz altında kalmamayı başarmak ve ayrıca, geri dönüşü mümkün olmayan varlıkların (insan hayatı, tarihi ve kültürel miras) korunmasını sağlamak olmalıdır. Bu amaç veya hedefin gerçekleşebilmesi için belediyelerin de içinde olacağı ve aşağıda sıralanan çalışmaların bir an önce başlatılması gerekmektedir. a) Ülke ve kent çapında tehlike ve risklerin belirlenmesi, haritalarının hazırlanması, b) Mevcut riskin artırılmaması için deprem etkilerini göz önüne alan kent planlaması ve arazi kullanım düzenlemelerinin yapılması, c) Mevcut riskin azaltılması için deprem direnci zayıf yapıların ve alt yapının güçlendirilmesi, eğitim ve bilinçlendirme programlarının uygulanması, acil durum yönetimi plan ve programlarının hazırlanması, d) Riskin transferi için deprem sigortası ve afet bonolarının geliştirilmesi. Uluslararası deneyim, risk azaltmak üzere yapılan bir birim harcamanın, yedi birim kaybı önlediğini göstermektedir. Bu nedenle, ülke risk azaltma stratejisi mutlaka oluşturulmalıdır. Bu stratejinin uygulanabilmesi İmar Kanunu’nda yapılacak düzenlemelerle mümkündür. Öncelikle şehir, bölge ve ülke genelinde ve bir bütün olarak, zarar azaltma ve hazırlık 41
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
Türkiye yerleşmelerinde yapı güçlendirme (okul, hastane, köprü, viyadük, tarihi ve kültürel yapılar dışında) kentlerimizin niteliksiz çevrelerini konsolide edeceğinden bunun yerine, özellikle kentlerimizin yüksek riskli alanlarında, ortaklıklar yoluyla toplu yenileme ve dönüşüm çalışmaları bir an önce başlatılmalıdır. Bunun gerçekleşebilmesi için de yapılacak uygulamalardan tarafların tamamının kazanması gerekmektedir.
42
Afet, Deprem ve Risk Analizleri
gibi risk yönetimine yönelik çalışmalar yapılmalı ve kentsel risk yönetiminde; risklerin dışlanması, azaltılması ve paylaşılması temel başlıklar olarak alınmalıdır. “Dışlama” ile arazi kullanım kararları ve toplu yenilemeye birinci öncelik, “Azaltma” ile yapı güçlendirmelerine, “Paylaşma” ile de deprem sigortasına öncelik verilmelidir. DASK sistemi ‘Risk Azaltma’ hedefli işletilmeli ve yerel yönetimlerle bağlantılı kılınmalıdır. Bu sayede, katılım genişletilerek kaynak verimliliği sağlanabilir ve böylece toplumda risk azaltmaya yönelik kültürün oluşmasına katkı sağlanabilir. Bunun yanında risk azaltmaya yönelik olarak bütçeden yıllık aktarmalarla sürdürülen bir fon oluşturularak kalkınmaya da doğrudan ve dolaylı katkılar sağlanmış olur. Türkiye yerleşmelerinde yapı güçlendirme (okul, hastane, köprü, viyadük, tarihi ve kültürel yapılar dışında) kentlerimizin niteliksiz çevrelerini konsolide edeceğinden bunun yerine, özellikle kentlerimizin yüksek riskli alanlarında, ortaklıklar yoluyla toplu yenileme ve dönüşüm çalışmaları bir an önce başlatılmalıdır. Bunun gerçekleşebilmesi için de yapılacak uygulamalardan tarafların tamamının kazanması gerekmektedir.
GÖREV, YETKİ, SORUMLULUK KARMAŞASI ve İŞBİRLİĞİ YAPILABİLECEK ALANLAR 5216 Sayılı Büyükşehir Belediyeleri Kanunu’nun 7z maddesi, daha da önemlisi 5902 sayılı “Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı Kanunu” ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK ile belirlenen bazı yetki ve sorumluluklar birbiri ile çakıştığından yetki karmaşasına ve daha da önemlisi çok başlılığa neden olmaktadır. Bu nedenle adı geçen kanun maddelerinin mutlaka yeniden düzenlenmesi gerekir. Çok başlılıktan kaynaklanan liderlik eksikliğinin oluşmaması için mutlaka Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Belediyeler, afet-deprem öncesi çalışmalarda yetkilendirilmeli; Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı ise afet-deprem sırası ve sonrası için (arama, kurtarma ve müdahale v.b) yetkilendirilmelidir. KHK ve kanunlarda çakışan maddeler bu ilke çerçevesinde kanunla diğerine devredilmelidir. Ayrıca, “risk yönetimi” veya en azından “risk azaltma” konusunda belediyelerin yetkilendirilmesi gerekir. Çünkü türü ne olursa olsun, “afet” yerel bir olaydır. Büyükşehir belediyelerine deprem öncesi yapılan çalışmalar veya risk yönetimi gibi “depreme hazırlık” konusunda etkin bir sorumluluk verilmek isteniyorsa “Büyükşehir Belediyesi Deprem Hazırlık Kanunu” çalışması kanunlaşmalıdır. Afet yönetiminde çok başlılığı ortadan kaldırmayı amaçlayan 5902 sayılı “Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK, belediyeleri tamamen devre dışı bırakmıştır. Hatta belediyelerin bazı yetkilerini dahi elinden almıştır. Bu bağlamda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na, belediyecilik açısından “Türkiye Belediye Başkanlığı” demek yanlış olmaz. Önemli başka bir konu da “Türkiye Deprem Bölgeleri Haritası” hazırlanırken yerel zemin koşulları ayrıntılı olarak ele alınmadığından, nispeten sağlam zemine sahip İstanbul Anadolu yakasının büyük bir bölümü 1’inci derece deprem bölgesi olarak değerlendirilmiştir. Ancak, daha sorunlu zeminlerin bulunduğu, nüfusun ve sanayi tesislerinin daha çok yer aldığı Avrupa yakasının çok az bir bölümü 1.derece, geri kalanı 2’nci ve 3’üncü derece olarak belirlenmiştir. Bu husus yapılaşmada güvenlik katsayılarının daha düşük seçimini gerektirdiğinden acilen çözüm gerektiren bir sorun oluşturmaktadır. 43
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
New York’taki yapılaşma İstanbul’daki yapılaşmadan daha çirkin olmadığına göre, İstanbul’da bazı bölgelerde yoğunluk artışı düşünülebilir. Arazinin değerli olduğu alanlardaki bazı bölgelerdeki riskli binaların yıkılıp yeniden bir kat fazla yapılması halinde bile ek finansmana gerek kalmamaktadır.
44
Afet, Deprem ve Risk Analizleri
Birçok şehir plancısının haklı olarak karşı çıktığı ancak, bazen kaçınılmaz olarak karşımıza çıkan “Yoğunluk Artışı” uygulamalarının bazı bölgelerde yine planlı olmak kaydıyla, kabul edilmesi zorunlu bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. New York’taki yapılaşma İstanbul’daki yapılaşmadan daha çirkin olmadığına göre, İstanbul’da bazı bölgelerde yoğunluk artışı düşünülebilir. Arazinin değerli olduğu alanlardaki bazı bölgelerdeki riskli binaların yıkılıp yeniden bir kat fazla yapılması halinde bile ek finansmana gerek kalmamaktadır. Ülkemizin önde gelen dört üniversitesi tarafından hazırlanan “İstanbul Deprem Master Planı” ile eski adıyla Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından yapılan Deprem Şurası ve Kentleşme Şurası çalışmalarında belirlenen ilke ve esaslar öncelikle dikkate alınmalıdır. Yetkinlik gerektiren bir denetim sistemi, mali sorumluluk sigorta sistemi ile birlikte yeniden düzenlenmelidir. Büyük şehirlerin yanı sıra deprem üretme potansiyeli olan fayların bulunduğu kırsal alanlarda da en riskli bölgelerden başlayarak zarar azaltma projelerine başlanmalı ve ayrıca, planlı yapılanma statüsü ile bu alanlardaki yapılanmalar disiplin altına alınmalıdır. İstanbul’da çok büyük bir başarı ile yürütülen İSMEP projesi, Kandilli Rasathanesi’nin uhdesinde devam eden “İstanbul Deprem Acil Müdahale ve Erken Uyarı Projesi” geliştirilerek devam ettirilmeli ve diğer büyükşehirlere yaygınlaştırılmalıdır. Yurt düzeyinde etkin bir “Haberleşme ve İletişim Sistemi” afet anında, kesilmeyecek ve bloke olmayacak, hızlı ve etkili olacak biçimde kurulmalıdır. TRAC v.b gönüllü örgütler ile koordineli biçimde mevcut kapasite ve kapsam genişletilmelidir. Afet sonrası hasar ve kayıp tespitlerinin sağlıklı bir şekilde yapılmasını sağlayacak düzenlemeler belediyelerle birlikte gerçekleştirilmelidir. Son söz, özellikle depreme hazırlık gibi topyekûn çalışmayı gerektiren konularda sivil toplum örgütleri ile beraber ve kurumlar arası işbirliği olmadan, özellikle de halkın içinde olmadığı hiç-bir projenin başarılı olma şansı yoktur. Yetkiniz ve imkanınız ne kadar güçlü olursa olsun bu durum asla değişmez. KAYNAKLAR: 1-Erdik, M: “4. İstanbul ve Deprem Sempozyumu” B.Ü Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü, 2009. 2-Balamir, Ü: “TBMM Deprem Riskinin Araştırılarak Deprem Yönetiminde Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu İçin Hazırlanmış Rapor”, ODTÜ, 2010. 3-Sucuoğlu, H: “İstanbul Deprem Master Planı”, 2003. Sunular.
45
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
46
Afet, Deprem ve Risk Analizleri
PROF. DR. MUSTAFA ERDİK B. Ü. Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Müdürü
İSTANBUL DEPREM ERKEN UYARI ve ACİL MÜDAHALE SİSTEMİ
S
on yıllarda hızla gelişen elektronik ve bilgisayar teknolojileri, gerçek zamanda yapılan deprem yer hareketi gözlemlerinin anında (kayıt süresi içerisinde) değerlendirilmesi ile Deprem Erken Uyarı sistemlerinin geliştirilmesine olanak sağlamıştır. Hasara neden olabilecek düzeyde bir deprem oluşumunun kaynağa en yakın konumlarda belirlenerek ilgili kurumlara otomatik olarak iletilmesi ile yüksek gerilim hatlarındaki akımın kesilmesi, kritik kimyasal üretim yapan fabrika ve nükleer santral ve rafinerilerin tehlike oluşturabilecek faaliyetlerinin durdurulması, metro ve banliyö trenleri gibi toplu taşıma araçlarının durdurulması gibi çok önemli tedbirlerin alınması mümkün olmaktadır. Benzer sistemler Japonya, ABDKaliforniya, Tayvan, Meksika ve Romanya’da çalışmaktadır. Gerek UN-IDNDR-ISDR (Birleşmiş Milletler - Doğal Afet zararlarının Azaltılması On yılı – Afet Zararlarının Azaltılması Uluslararası Stratejisi) örgütü görüşleri ve gerekse ABD’de yürütülmekte olan ANSS (Gelişmiş Ulusal Deprem Sistemi) projesi kapsamında kentsel bölgelerde acil müdahale amaçlı kuvvetli yer hareketi şebekeleri kurulması öncelikli bir husus olmaktadır. Boğaziçi Üniversite’si tarafından 1998 yılında (1999 Kocaeli depreminden önce) yapılan İstanbul Deprem Acil Müdahale ve Erken Uyarı sistemi kurulması girişimleri, 1999 Kocaeli ve Düzce depremlerinden sonra, Bakanlar Kurulu’nun 5.4.2001 tarih ve 2001/2232 sayılı kararı ile gerçekleşmiştir. Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü (KRDAE) tarafından 10 Mayıs 2001 tarihinde kuruluş çalışmaları başlatılan “İstanbul Deprem Erken Uyarı ve Acil Müdahale” projesi, İstanbul Valiliği, Birinci Ordu Komutanlığı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın lojistik katkıları ile yürütülmektedir. Projenin tüm tasarımı ve teknik şartnameleri Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü tarafından hazırlanmıştır. İstanbul Deprem Erken Uyarı ve Acil Müdahale Sistemi’nin kuruluş maliyeti 1 milyon 600 bin ABD doları’dır. Sistemin çalıştırılması ve bakımı son 8 yıldır herhangi ilave bir finasmana ihtiyaç duyulmadan sürdürülmektedir. 47
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
Projenin “Erken Uyarı” kısmı ile ilgili olarak İstanbul’da hasara neden olabilecek büyük bir depreme neden olma potansiyeline sahip fay hatlarına (Ana Marmara Fayı) en yakın yerlere 10 adet kuvvetli yer hareketi istasyonu kurulmustur. Bu istasyonların yerleri istasyon emniyeti, veri nakil emniyeti ve fay hattına yakınlık gibi lojistik kriterler göz önünde bulundurularak Adalar, Tuzla, Yalova, Gebze ve Marmara Ereğlisi gibi mahallerde konumlandırılmıştır (Şekil-1). Proje kapsamında kurulmuş olan “Veri İşlem ve Değerlendirme Merkezi”ne bu istasyonlardan gerçek zamanda sayısal radyo modem veri iletişim sistemi ile sürekli olarak gelen veriler değerlendirilmekte ve hasara neden olabilecek bir depremle ilgili uyarı sinyali, deprem kaynak parametrelerine ve etkilenecek konumun koordinatlarına bağlı olarak 3s-15s öncesinde verilebilmektedir. Bu amaçla kullanılan algoritma, tüm benzer sistemlerde olduğu gibi, güvenirliğinin artması için bir “öğrenme devresi”ne tabi tutulmuş ve doğru parametreler belirlenmiştir. Elde edilen uyarı sinyalinin kullanıcılara transferinde istenilen güvenirlik sağlandığı ve kullanıcı tarafında gerekecek bilgisayar bağlantılı servo sistemler kurulabildiği zaman, erken uyarı sinyalinin kullanabilecek tüm kurum ve kuruluşlara iletilmesi mümkün olacaktır. Bu hususta İGDAŞ ile ortak çalışmalara başlanmış bulunmaktadır. Erken uyarı sinyallerinin İGDAŞ’ın kurulmakta olan SCADA merkezine iletimi ve diğer uyarı sitemleri ile telif edilerek kullanımı konusunda çalışma ve uygulamalar yapılmaktadır. Benzer şekilde, İstanbul Tüp Tünel olarak adlandırılan MARMARAY ulaşım sistemin de deprem emniyetinin sağlanmasında deprem erken uyarı sinyalinden faydalanılacaktır. İstanbul Deprem Erken Uyarı Sistemi dünya çapında çok sayıda doktora tezine ve bilimsel makalelere konu olmuş ve Avrupa Birliği 6’ıncı Çerçeve Programı kapsamında yürütümüş olan SAFER projesi tarafından tüm Avrupa için örnek alınmış ve üzerinde çalışılmıştır. Güncel uygulama ve çalışmalar halen Avrupa Birliği 7’inci Çerçeve Programı kapsamındaki NERA ve REAKT projeleri tarafından yürütülmektedir. Kentlere kurulacak yoğun deprem kuvvetli yer hareketi kaydedicileri vasıtası ile bir deprem sonrasında kuvvetli yer hareketi parametrelerinin anında belirlenmesi ve haritalanması mümkündür. Ölçülen bu yer hareketlerinin yapı envanterleri ve yapı hasar görebilirlik ilişkileri ile beraber değerlendirilmesi kent çapındaki hasar ve can kayıplarının dakikalar zarfında belirlenmesinde önemli bir araç olmaktadır. Bu ilk belirlemelerin acil yardım ve kurtarma ile görevli kurumlara anında iletilmesi ile deprem sonrasındaki Acil Müdahale ve ilk yardım faaliyetlerinin amaca uygun ve düzenli bir şekilde yapılmasına olanak sağlanmaktadır. Proje’nin “Acil Müdahale” kısmı çerçevesinde İstanbul’un yoğun yerleşim, ticaret ve sanayi bölgelerinde seçilmiş konumlara 100 adet kuvvetli yer hareketi istasyonu kurulmuştur (Şekil-2). Bu istasyonların olası bir depremle tetiklenmesinden sonra kaydedilecek deprem hareketi her bir istasyonda değerlendirilerek, elde edilecek parametrik bilgiler (alet bilgileri, enbüyük ivme, en büyük hız, depremin süresi, spektral deplasmanlar) GSM şebekesi ile KRDAE Veri Merkezine kısa mesajlar halinde gelmekte ve bu bilgiler anında değerlendirilerek meydana gelen kuvvetli yer hareketinin yerel dağılımı tesbit edilmektedir. İstanbul bina envanteri, demografik yapı, kritik tesisler ve kritik ulaşım nodları bilgileri ve bu elemanların deprem hasar görebilirlik ilişkileri kullanılarak bigisayar ortamında ilk 5 dakika içerisinde yapılan bir ilk hasar değerlendirmesi ile depremin İstanbul’da nerelerde ne kadar hasar yaptığı ve can kayıpları tahmin edilmektedir. Bilgisayar ortamındaki bu veriler 48
Afet, Deprem ve Risk Analizleri
İstanbul Deprem Erken Uyarı Sistemi dünya çapında çok sayıda doktora tezine ve bilimsel makalelere konu olmuş ve Avrupa Birliği 6’ncı Çerçeve Programı kapsamında yürütümüş olan SAFER projesi tarafından tüm Avrupa için örnek alınmış ve üzerinde çalışılmıştır.
49
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
eş-zamanlı olarak İstanbul Valiliği Afet Yönetim Merkezi, Birinci Ordu Komutanlığı Doğal Afet Kontrol Karargahı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Afet Koordinasyon Merkezi’nde kurulmuş olan bilgisayar sistemlerinde görüntülenmektedir (Şekil 3). Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü-Deprem Mühendisliği Anabilim Dalı bünyesinde kurumus bulunan Veri Merkezinde GSM ve radyo telemetri modemleri ve bir Ethernet LAN’a arayüz sağlayacak üç erişim sunucusu (access server) yer almaktadir. Ayrıca üç iş istasyonu, UPS sistemleri ve gerekli periferik birimler (veri saklama birimleri, yazıcılar, sayısallaştırıcılar) ve yayın sistemleri mevcuttur. GSM servis sağlayıcısı olarak AVEA şirketi ile işbirliği yapılmıştır. AVEA tüm teknolojik birikim ve donanımını kullanarak, sinyalin toplama noktalarından BU-KRDAE yer alan merkezdeki sunuculara iletmesi için güvenilir, etkin ve yedekli bir iletim modeli oluşturulmuştur. Bugün için 3G teknolojisi kullanılarak herhangi bir yerde notebook bilgisayar veya el bilgisayarı vasıtası ile acil müdahale amaçlı deprem hasar dağılımı haritalarının alınması mümkündür. BU sistemden elde edilen veriler ayni zamnada İstanbul Afet Acil Bilgi Sistemi’nin önemli bir ögesini oluşturmaktadır. İstanbul Deprem Erken Uyarı ve Acil Müdahale Sistemi tüm dünyada büyük ilgi ve yankı bulmuş ve Avrupa’da örnek sistem olarak değerlendirilmiştir. Sistemle ilgili gelişmeler önemli uluslararası konferanslarda değerlendirilmiş ve çok sayıda bilimsel makalenin konusunu teşkil etmiştir. 5 Ekim 2010 tarihinde yapılmış olan Deprem ve Tsunami Erken Uyarı Çalıştayı kapsamında Japonya’da ulaşılmış bulunan teknoloji ve ilgili erken uyarı uygulamaları İstanbul Deprem Erken Uyarı ve Acil Müdahale Sistemi tüm ayrıntıları ile incelenmiştir.
50
Şekil 1: Erken uyarı sisteminin mevcut durumu
Afet, Deprem ve Risk Analizleri
Şekil 2: Acil Müdahale kapsamında kurulmuş kayıt istasyonlarının mevcut durum ve konumları
Şekil 3: Veri merkezi ile iletişim hattı kurulmuş merkezler
51
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
52
Afet, Deprem ve Risk Analizleri
KAZIM GÖKHAN ELGİN İstanbul İl Özel İdaresi İstanbul Proje Koordinasyon Birimi
İSTANBUL SİSMİK RİSKİN AZALTILMASI ve ACİL DURUM HAZIRLIK PROJESİ (İSMEP) ÖZET İstanbul, Kuzey Anadolu fay hattına olan yakınlığı, artan yüksek nüfusu ve mevcut ticarisanayi faaliyetlerin yoğunluğu göz önünde bulundurulduğunda zarar görebilirliği en yüksek şehirdir. Önümüzdeki yıllarda meydana gelebilecek olası büyük bir depremin fiziksel çevre ve ekonomi sektöründe neden olacağı büyük yıkımlar ve yaşam kayıpları göz önünde bulundurulduğunda, mevcut kaderci yaklaşımların ve yara sarmaya yönelik politikalarının proaktif, zarar azaltma ve önlemeye yönelik yaklaşımlara dönüşmesine acilen ihtiyaç duyulmaktadır. Bütüncül afet yönetiminin temel esaslarını uygulamaya yönelik çalışmalar arasında önemli bir yere sahip olan İstanbul Sismik Riskin Azaltılması Projesi (ISMEP) Dünya Bankası, Avrupa Yatırım Bankası ve Avrupa Konseyi Kalkınma Bankası tarafından finanse edilmektedir. ISMEP Projesi afet yönetimi ve acil durum müdahale konularında kurumsal ve teknik kapasitenin güçlendirilmesi, öncelikli kamu binalarının depreme karşı dayanıklılığının artırılması ve imar mevzuatının daha iyi uygulanmasına yönelik destekleyici önlemler alınması vasıtasıyla İstanbul’un muhtemel bir depreme karşı hazırlılık düzeyinin artırılmasını amaçlamaktadır.
GİRİŞ Sismik açıdan dünyanın en aktif bölgelerinden biri olan ülkemizde günümüze kadar birçok büyük deprem yaşanmış, bu depremler sonucunda pek çok kişi hayatını kaybetmiş ve ülke ekonomisi büyük zarar görmüştür. Ülke olarak yüksek deprem riski olan Türkiye’de, Kuzey Anadolu Fay Hattı üzerinde bulunan İstanbul, yüksek nüfusu, ticari ve sanayi faaliyetlerinin yoğunluğundan dolayı en hassas bölgedir. 15 milyonluk bir nüfusa sahip, Türkiye’nin finans, kültür ve sanayi merkezi olan İstanbul’da 1999 Kocaeli depremiyle aynı büyüklükte bir deprem meydana gelirse, böyle bir afetin sadece can kaybı değil, bununla birlikte sosyal, ekonomik ve çevresel etkilerinin de çok daha fazla olacağı ortadadır. Bu çerçevede, İstanbul’un olası bir depreme karşı hazırlıklı hale gelmesine ve afet zararlarının en aza indirilmesine yönelik önemli adımlardan biri de “İSMEP” olmuştur. Bu proje ile afet 53
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
öncesi, afet zamanı ve afet sonrası için gerekli olan hazırlık, zarar azaltma, müdahale ve iyileştirmeye yönelik destekleyici ve önleyici uygulamalar ele alınmaktadır. “İSMEP”in finansmanı ve uygulanması için Türkiye Cumhuriyeti ile Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası arasında 18 Ekim 2005 tarihinde 4784-TU numaralı Kredi Anlaşması imzalanmış ve 3 Şubat 2006 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Proje kapsamındaki faaliyetlerin uygulaması, İstanbul İl Özel İdaresi bünyesinde oluşturulan İstanbul Proje Koordinasyon Birimi (İPKB) tarafından yürütülmektedir. Türkiye Cumhuriyeti, ISMEP projesini desteklemek amacıyla, 12 Mart 2008’de Avrupa Yatırım Bankası ile, 16 Eylül 2010 tarihinde Avrupa Konseyi Kalkınma Bankası ile ve 4 Ağustos 2011 tarihinde Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası ile ek kredi anlaşmaları imzalamıştır. Böylece ISMEP toplamda 969.800 milyon Avro’luk bütçeye ulaşmıştır. İSMEP afete hazırlık, zarar azaltma, müdahale ve iyileştirme faaliyetlerini kapsayan afet yönetimi konusundaki kurumsal, teknik ve sosyal kapasitenin geliştirilmesi, halk eğitimleriyle Kredi Veren Kuruluş
Bütçe (Euro)
Sözleşmeye Bağlanan Tutar
Harcama Tutarı (Euro)
Dünya Bankası
310.000.000
290.040.482,36
250.228.592,32
Avrupa Yatırım Bankası
300.000.000
156.128.503,11
124.575.021,41
Avr. Kon. Kalkınma Bankası
250.000.000
152.551.702,79
19.428.636,82
Dünya Bankası II
109.800.000
0,00
0,00
TOPLAM
969.800.000
598.720.688,26
394.232.250,55
kamu afet bilincinin artırılması, öncelikli kamu binalarının sismik riske karşı durumlarının incelenmesi, inceleme sonuçlarına bağlı olarak güçlendirilmesi veya yıkılıp yeniden yapılması ve imar mevzuatının daha etkin uygulanmasına yönelik destekleyici önlemler vasıtasıyla İstanbul’un muhtemel bir depreme hazır olma durumunun geliştirilmesini amaçlamaktadır. Proje aşağıdaki 3 temel bileşenden ve faaliyetlerden oluşmaktadır. A Bileşeni, “Acil Durum Hazırlık Kapasitesinin Artırılması” ana başlığı altında İstanbul’da afet yönetimi ile ilgili kurum ve kuruluşların, meydana gelebilecek afetlere, özellikle depremlerden kaynaklanan acil durumlara karşı hazırlıklı olmasını ve acil durumlara müdahale kapasitelerinin güçlendirilmesini amaçlamaktadır. B Bileşeni, “Öncelikli Kamu Binaları için Sismik Riskin Azaltılması” çerçevesinde, öncelikli kamu binaları, kültürel ve tarihi miras kapsamındaki binalara ilişkin zarar azaltma faaliyetlerini kapsamaktadır. C Bileşeni ise, “İmar ve Yapı Mevzuatının daha Etkin Uygulanması” na ilişkin ruhsat süreçlerinin iyileştirilmesine yönelik pilot belediyelerde (Bağcılar ve Pendik) teknik ve kurumsal kapasitelerin artırılması ile üç hedef grubun (yerel yöneticiler, teknik elemanlar, toplum temsilcileri) afet zararlarının azaltılmasına yönelik şehir planlama ve yapılaşma hakkında kamuoyu bilinçlendirme faaliyetlerinin gerçekleştirilmesini hedeflemektedir.
II. PROJE FAALİYETLERİ İSMEP’in A Bileşeni kapsamında, afet ve acil durum haberleşme sistemlerinin kurulması ve geliştirilmesi (A1 altbileşeni), acil durum bilgi yönetim sistemlerinin kurulması (A2 altbileşeni), İstanbul Valiliği İl Afet ve Acil Durum Müdürlüğü’nün (İstanbul AFAD) kurumsal kapasitesinin artırılması (A3 altbileşeni), afet ve acil durumlarda ilk müdahaleci ku54
Afet, Deprem ve Risk Analizleri
Bina Tipi
Tamamlanan
Devam eden
Hastaneler
7
2
Semt Poliklinkleri
-
1
Okullar
413
57
İdari Binalar
16
--
Yurtlar ve Sosyal Hizmet Binaları
14
-
TOPLAM
459
60
Tamamlanan
Devam eden
1
1
Bina Tipi
Hastaneler
Semt Poliklinkleri Okullar
İdari Binalar
Yurtlar ve Sosyal Hizmet Binaları TOPLAM
-
1
71
53
-
3
-
72
1
59
rum ve kuruluşların (İstanbu AFAD, İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü, Türk Kızılayı, Istanbul Emniyet Müdürlüğü vb.) acil durum müdahale kapasitesinin artırılması (A4 altbileşeni) ve halkın bilinçlendirilmesi/eğitimi çalışmaları (A5 altbileşeni) gerçekleştirilmektedir. A1 altbileşeni kapsamında, kamu kurumlarının mevcut analog telsiz haberleşme sistemleri altyapısı, analog saha bölge aktarıcıları, mobil röle, çok modlu sayısal telsiz, çevresel haberleşme ekipmanı, haberleşme santralleri, radyolink cihazları, mux-demux cihazları HF/SSB telsizleri, haberleşme araçları alımları ile desteklenmektedir. İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün mevcut güvenlik kamera sisteminin (MOBESE) iyileştirilmesiyle İstanbul ADM’ ye tüm İstanbul ili için kamera görüntülerinin aktarılması sağlanmıştır. A2 altbileşeni kapsamında, Afet Yönetimi Bilgi Sistemi yazılımı geliştirilmiş ve İstanbul Valiliği İl Afet Acil Durum Müdürlüğü’ne teslim edilmiştir. Söz konusu sistem tüm kamu kurumlarından acil durumlarda birlikte çalışabilmeleri ve yönetebilmeleri için gerekli olan bilgilerin toplanarak bir karar destek sistemi oluşturulması amaçlanmaktadır. Birçok BT ekipmanı (görüntü duvarı sistemleri, işletim sistemleri, sunucular, aktif cihazlar, haberleşme araçları vb.) İstanbul AFAD’ın faaliyetlerini desteklemek için satın alınmıştır. İstanbul Valiliği İl Afet ve Acil Durum Müdürlüğü bünyesindeki mevcut coğrafi bilgi sistemi (İVAYBİS) ve afet yönetim bilgi sistemlerine aktarılmak üzere İstanbul genelindeki öncelikli olarak belirlenen kamu binalarının envanteri çıkarılmıştır. İl Afet ve Acil Durum Müdürlüğü tarafından hazırlanacak il genelindeki afet planlarına girdi teşkil edecek bu çalışma idari, eğitim, sağlık, sosyal hizmet binaları ve yurt binalarını (bloklar ve ek binalar dahil) kapsamaktadır. Söz konusu envanter çalışması ile elde edilen mekansal ve mekansal olmayan veriler idare tarafından kullanılmakta olan veri tabanına aktarılmıştır. İstanbul Valiliği İl Afet Acil Durum Müdürlüğü’nün (İstanbul AFAD) kurumsal kapasitesinin arttırılmasına yönelik A3 altbileşeni kapsamında, valilik yerleşkesi içinde İstanbul AFAD için yeni bir bina İl Özel İdaresi tarfından inşa edilmiş, binanın tüm tefrişatı (mobilya, BT ve haberleşme ekipmanı, muhtelif araçları) gerçekleştirilmiştir. İstanbul Valiliği yeni Acil 55
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
Durum Komuta Kontrol Merkezleri için kullanılmak üzere Asya ve Avrupa yakasında iki yeni mevki belirlemiştir. HASDAL Komuta Kontrol Merkezi’nin inşaatı 18 Mart 2010 tarihinde başlamış olup 2011 yılı sonu itibariyle tamamlanması beklenmektedir. Asya yakasındaki merkez ise Akfırat’ta yer alan Türk Kızılayı Marmara Afet Müdahale ve Lojistik Merkezi (MAFOM)’nin yerleşkesi içerisinde yapılacaktır. İnşaatın ihale süreci tamamlanmak üzeredir. A4 altbileşeni kapsamında, aşağıda belirtilen çeşitli ekipman alımları tamamlanmış ve kamu kurumlarına teslim edilmiştir. İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü’ne alınan ekipmanlar: Izole tip konteynerler (50 adet) Çeşitli tıbbi ekipmanlar Araçlar (elektrikli ve diesel forkliftler, 4x4 sağlık kurtarma araçları, acil durum sağlık araçları, ağır hizmet tipi sağlık araçları vb.) Mobil Işık Kuleleri Soğuk Hava depoları (kan ürünleri ve her türlü aşıyı +4C de saklamak için) İstanbul AFAD’a alınan ekipmanlar: Araçlar (mobil haberleşme, mobil radyo ve televizyon yayın aracı, keşif, intikal ve operasyon araçları) Çeşitli haberleşme cihazları (analog ve sayısal el ve araç telsizleri, haberleşme santralleri, telsiz anten ve anten sistemleri vb.) İstanbul AFAD Arama ve Kurtarma Birliği’ne alınan ekipmanlar: Araçlar (arazi tipi tam ekipmanlı arama ve kurtarma araçları, suda kurtarma araçları, K-9 kurtarma aracı, NBC kurtarma aracı, mobil haberleşme, keşif ve operasyon araçları) Çeşitli haberleşme cihazları (el ve araç telsizleri, , HF/SSB telsizleri vb.) Çeşitli arama, kurtarma ve kamp ekipmanı Dalış ekipmanı BT Ekipmanı (Bilgisayarlar, notebooklar, fotoğraf makinaları, video kameralar, yazıcılar vb.) Yukarıda belirtilen ekipman alımlarıyla, ilgili kamu kurumlarının afet zamanı ve sonrasına yönelik müdahale kapasiteleri artırılmıştır. Bu kapsamdaki satın alımlar kurumlarla yakın işbirliği içinde devam etmektedir. Projenin önemli bir kısmını oluşturan B bileşeni, öncelikli kamu binalarının (okul, hastane, yurt, idari ve sosyal hizmetler binaları) güçlendirilmesi veya yeniden yapımı faaliyetlerini kapsamaktadır. Yapılan güçlendirme çalışmalarına taban oluşturan önceliklendirme ve hazırlık çalışmaları Dünya Bankası’nın MEER Projesi kapsamında yapılmış, buna göre toplam 2 bin 473 bina değerlendirilmiştir. Buna göre, öncelikli olarak yaklaşık 800 kamu binasının güçlendirilmesi ve yeniden yapımı İSMEP kapsamında yapılacaktır. Yapılan güçlendirme faaliyetlerine taban oluşturan teknik ve ekonomik açılardan yapılan fizibilite çalışmalarında finansal açıdan ekonomik olmayan güçlendirme faaliyetleri için yeniden yapım kararı alınmaktadır. Dolayısıyla, güçlendirilecek kamu binalarına yönelik belirlenen bu rakam, var olan kaynaklara bağlı olarak değişecektir. 56
Afet, Deprem ve Risk Analizleri
Güçlendirme projeleri “Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik” kapsamında incelenmektedir. Buna göre, finansal açıdan güçlendirilmeleri uygun bulunan binaların güçlendirme projeleri revize edilmektedir. Ayrıca, güçlendirme projesi olmayan ve güçlendirme maliyeti açısından güçlendirilmesi uygun bulunan binaların ise söz konusu yönetmelik esas alınarak, güçlendirme projeleri hazırlanmıştır. 22 Eylül 2011 tarihine kadar 788 öncelikli kamu binasının güçlendirme projeleri değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmeler sonucuna göre, aşağıda belirtilen binalar için güçlendirme çalışmaları tamamlanmıştır. Buna göre, 413 okulun güçlendirilmesi tamamlanmış olup 57 okulda güçlendirme çalışmaları devam etmektedir.
HASTANE ve POLİKLİNİKLERDEKİ ÇALIŞMALAR Beykoz Devlet Hastanesi, İstanbul Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi (Amatem ve Nevroz Blokları), Pendik Devlet Hastanesi, Tacirler Vakfı Sultanbeyli Devlet Hastanesi, Şile Devlet Hastanesi, Hıfzısıhha Entitüsü, Paşabahçe Devlet Hastanesi, Fatih Semt Polikliniği, Sultanahmet Dispanseri, Topçular Semt Polikliniği, Sait Çiftçi Polikliniği, Bülent Doğanlar Sağlık Ocağı, Haydarpaşa Numune Eğ. Ar. Hast. Semt Polikliniği (Yeldeğirmeni Semt Polikliniği), Merdivenköy Sağlik Ocaği, Esenyali Sağlik Ocaği, Kilyos-Kumköy Sağlik Ocaği güçlendirme çalışmaları tamamlanmıştır. Bahçelievler Siyavuşpaşa Sağlık Ocağı, Maltepe Meslek Hastalıkları Hastanesi, Bayrampaşa Devlet Hastanesi güçlendirme ve onarım inşaatı devam etmektedir. Levent Semt Polikliniği yeniden yapımı tamamlanmıştır. Küçükyalı Semt Polikliniği yeniden yapım çalışmaları devam etmektedir.
YURT ve SOSYAL HİZMET BİNALARI Atatürk Kız Yurdu, Edirnekapı Erkek Öğrenci Yurdu, Fatih Kız Yurdu, Kadırga Yurdu, Vezneciler Kız Yurdu, M.Ü. Özmen Aktar Kız Yurdu, Hürriyeti Ebediye Erkek Ögrenci Yurdu güçlendirme çalışmaları tamamlanmıştır. Kocamustafapaşa Sosyal ve Rehabilitasyon Merkezi, Küçükyalı Sevgi Evleri ve Atatürk Öğrenci Yurdu yeniden yapım çalışmaları devam etmektedir.
SOSYAL HİZMET YAPILARI Bahçelievler Kadın Konukevi, Bahçelievler Şeyh Zayed Çocuk Yuvası, Beyoğlu İstanbul Eğitim Merkezi (Kabataş), Eyüp Ağaçlı Çocuk ve Gençlik Merkezi Kartal Emrullah Turanlı Çocuk Yuvası, Sarıyer İzzet Baysal Huzurevi, Üsküdar Çamlıca Fahrettin Kerim Gökay Huzurevi güçlendirme çalışmaları tamamlanmıştır.
İDARİ BİNALAR Bağcılar İlçe Emniyet Müdürlüğü ve Polis Merkezi Amirliği, Beşiktaş Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü Hizmet Binası, Etiler Polis Meslek Yüksek Okulu, Gayrettepe Asayiş Şube Müdürlüğü Hizmet Binası, Beykoz Hükümet Konağı, B. Çekmece İlçe Emniyet Müdürlüğü, Eyüp İlçe Emniyet Müdürlüğü Hizmet Binası, Fatih Şehit Vedat Ulusoy Polis Merkez Amirliği Hizmet Binası, Küçük Çekmece İlçe Emniyet Müdürlüğü, Kadıköy İlçe Emniyet Müdürlüğü Binası, Kâğıthane İlçe Emniyet Müdürlüğü Binası, Pendik İlçe Emniyet Müdürlüğü, Baltalimanı Polis Moral ve Eğitim Merkezi, Silivri Hükümet Konağı, Şile Hükümet Konağı, 57
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
Şişli İlçe Emniyet Müdürlüğü güçlendirme çalışmaları tamamlanmıştır. Hasdal İl Afet Yönetim Merkezi inşaatı devam etmektedir. Tuzla Akfırat Afet (Kızılay) Lojistik Merkezi inşaatına ise önümüzdeki aylarda başlanması planlanmaktadır. Güçlendirme-yeniden yapım çalışmaları içerisinde, 29 hastane ve 18 semt polikliniğinin güçlendirilme fizibilite çalışmaları tamamlanmıştır. Bu kapsamda, güçlendirme tasarımlarının yapılması veya mevcut güçlendirme tasarımlarının incelenmesi ve revizyonu çalışmaları yapılmıştır. Yeniden yapım kararları güçlendirme maliyetinin finansal, ekonomik ve teknik açılardan uygun olmadığı durumlarda verilmektedir. Güçlendirme çalışmalarının yanında, 71 okulun yeniden yapımı tamamlanmış olup 53 okulun yeniden yapım çalışmaları devam etmektedir. Atatürk Öğrenci Yurdu Kampusu, yıkılıp yeniden yapım ihalesi sonuçlanmış ve inşaat çalışmaları başlamıştır. Şişli Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kartal Dr. Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi yeniden yapım projeleri tamamlanmış olup, Şubat 2012’de yeniden yapıma inşaat İhalesine çıkılması planlanmaktadır. Ayrıca “İstanbul Okul ve Hastane Binaları Deprem Güçlendirme Tasarım Rehber’in” B Bileşeni kapsamında yürütülen danışmanlık faaliyetlerinin bir parçası olarak, İSMEP seçilen okul ve hastane binalarının deprem güçlendirme tasarım esaslarını belirlemek üzere hazırlanmıştır. Ayrıca, B Bileşeni kapsamında, İstanbul’daki tarihi ve kültürel miras kapsamında Kültür ve Turizm Bakanlığı himayesi altındaki 28 taşınmaz kültür varlığına ait binaların (176 bina) envanter çalışması tamamlanmıştır. Topkapı Sarayı, 4. Avlu–Mecidiye Köşkü, Arkeoloji Müzesi Ek ve Klasik Bina, Ayasofya Müzesi Müdürlüğü Aya İrini Anıtı güçlendirme projeleri hazırlanmıştır. UNESCO — ICOMOS Ortak Misyonu, Dünya Kültür Mirasında yer alan İstanbul’daki tarihi yerleri Mayıs 2008 tarihindeki ziyareti sırasında hazırladığı raporda Dünya Bankası tarafından finanse edilen İSMEP’e değinilmiştir. Türkiye, “Dünyanın Kültürel ve Doğal Mirasının Korunması İle İlgili Anlaşma”nın üyesi konumunda bulunmakta ve İstanbul’un tarihi alanları UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesinde yer almaktadır. Misyon, İSMEP kapsamında tarihi ve kültürel yapıların risk değerlendirmelerinin, nitelikli uluslararası uzman danışmanlar tarafından yapıldığına değinilmiş ve yapılan çalışmaların Türkiye’de diğer projelere örnek olacak nitelikte pilot proje olarak tasarlandığı belirtilmiştir. Ayrıca misyon, Türkiye’nin risk azaltılması yönünde yürütmüş olduğu bu yenilikçi ve ayrıntılı çalışmaların, muhtemel depremlere karşı risk taşıyan dünya mirasındaki diğer yapılara model teşkil edeceğini ifade ederek takdirlerini ifade etmişlerdir. İSMEP’in C Bileşeni altında, yapı ruhsatı işlemleri ve planlama süreçlerinin etkin hale getirilmesine ilişkin faaliyetler, belirli kriterlere göre seçilmiş olan (deprem bölgelerine yakınlık, tehlikeli maddelerin varlığı, yüksek nüfus artışı, nüfus emme potansiyeli olan mahallelere yakınlık vb.) Bağcılar ve Pendik Belediyeleri ile imzalanan protokoller kapsamında yürütülmektedir. Yapı ruhsatı ve planlama süreçlerinin daha iyi hale getirilmesine yönelik olarak, kent bilgi sisteminin kurulmasına yönelik coğrafi tabanlı verilerin düzenlenmesi, mekansal ve mekansal olmayan verilerin entegrasyonu ve digital imar arşivi çalışmaları tamamlanmıştır. Bu kapsamda BT alımları yapılmış, uygulama yazılımları ve bilgi güvenliğine yönelik da58
Afet, Deprem ve Risk Analizleri
nışmanlık hizmetleri (ISO 27001) alınmış. Bağcılar ve Pendik Belediyeleri’nde üretilen verilerin güvenliği, saklanması ve yedeklenmesine yönelik ISO 27001 Bilgi Güvenliği ve Yönetimi Sistemleri kurulmuş ve bu belediyeler ISO 27001 sertifikası almışlardır. Pilot belediyelerin teknik ve mesleki yeterliliklerinin geliştirilmesi ve ruhsat süreçlerinin etkin hale getirilmesi amacıyla gerekli faaliyetler pilot belediyeler ve İstanbul Proje Koordinasyon Birimi arasında imzalanan protokol kapsamında yürütülmektedir. Bu kapsamda, belediyelerdeki mevcut ruhsat ve imar süreçlerinin iyileştirilerek dijital ortama aktarılması ile bu süreçlerin web ortamı, hizmet masası ve çağrı merkezi uygulamaları ile entegre edilmesine yönelik “İçerik, Doküman ve Arşiv Yönetimi, ICR ve e-form Uygulamaları Geliştirilmesi ve Donanım Temini İhalesi”ne yapılmış olup, ihaleyi kazanan firmalar belediyelerde çalışmalarına başlamıştır. C Bileşeni kapsamında yürütülen bir diğer proje ise “Kamu Arsa/Arazi Yönetimi Çalışması”dır. Çalışma, sismik risklere maruz olmaları ve şehir içinde kalmış olmaları nedenleriyle yıkılması ve veya taşınması öngörülen kamu binalarının bulundukları alanlarının kamu yararı adına daha etkin değerlendirilmesi amacıyla çeşitli modeller önermektedir. Ayrıca, bu çerçevede, yurtdışındaki ilgili mevcut gelişmeler ve yapılanmalar değerlendirilmiş, Türkiye’deki yasal mevzuat ve kurumlar, imkanlar ve kısıtlamaları ile birlikte incelenmiştir. Ayrıca, Bayındırlık İskan Bakanlığı Teknik Araştırma Uygulama Genel Müdürlüğü ile imzalanan protokol kapsamında, inşaat mühendislerinin “Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik” hakkında eğitim düzeylerinin artırılmasına yönelik Türkiye genelinde çeşitli illerde eğitim programları düzenlenmektedir. Programın eğitim materyallerinin oluşturulmasını takiben başlatılan eğitimlerde bugüne kadar toplam 2 bin 660 inşaat mühendisine eğitim verilmiştir. 2011 yılında verilecek olan eğitimler hazırlık çalışmaları başlatılmıştır.
III. İSMEP’İN PROJESİ’NİN SOSYAL BOYUTU ve İLGİLİ ÇALIŞMALAR İSMEP ve bileşenleri, yürütülmekte olan teknik ve kurumsal faaliyetlerin sosyal boyutu ile ilgili yürüttüğü çalışmalarla zarar azaltmaya yönelik kamu bilincinin artırılmasını hedeflemektedir. Projenin A Bileşeni kapsamında, afet gönüllülük sisteminin tüm İstanbul’da yaygınlaştırılması ve bu sistemin İl Afet ve Acil Durum Müdürlüğü’ne entegrasyonu için kavramsal, idari ve pratik bir model geliştirilmesi hedeflemektedir. Bu kapsamda gönüllülük sistemlerinin tartışılması amacıyla ilgili kurumların katıldığı 24 Mayıs 2007 tarihinde bir arama konferansı gerçekleştirilmiştir. İstanbul Valiliği’nin, afet gönüllülük sistemi ile doğrudan ilgili kurumların yetkilileriyle bir araya gelerek görüş alış verişinde bulunduğu konferansta, katılımcıların afet gönüllülük sisteminin geliştirilmesi kapsamında önerilen sisteme ilişkin ilgileri, konuya verdikleri önem, fikir, öneri ve değerlendirmeleri ortaya koyulmuştur. B Bileşeni kapsamında, güçlendirme çalışmaları hakkında projeden etkilenen kişi ya da gruplara bilgi vermek ve olası sorunları önceden tespit etmek amacıyla sosyal bir çalışma yürütülmektedir. Güçlendirme faaliyetlerine ilişkin farkındalığın artırılmasına yönelik olarak güçlendirilecek okulların okul müdürleri, okul aile birlik başkanları, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ile İl Milli Eğitim Müdürlüğü yetkililerinin katıldığı farklı gruplarla bilgilendirme toplantıları yapılmıştır. Güçlendirilecek okullara ilişkin bilgilendirme broşürleri hazırlanmış ve dağıtılmıştır. Ayrıca, okullarda yürütülen güçlendirme çalışmalarının sosyal etkilerinin 59
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
değerlendirilmesi ve güçlendirme yeniden yapım iş süreçlerinin ortaya koyulması için bir sosyal etki değerlendirme çalışması yürütülmüştür. Ayrıca, A ve C Bileşenleri kapsamında, afete hazırlılık süreçleri, zarar azaltmaya yönelik şehir planlama ve yapılaşma kurallarına ilişkin kamuoyu bilincinin artırılması amacıyla, farklı hedef gruplar için eğitim programları hazırlanmıştır. Eğitim katılımcıları ve eğiticiler için ayrı ayrı hazırlanmış eğitim materyalleri, posterler, broşürler, bilgi kartları, ppt sunumlar, teknik çizimler ve spot filmler İngilizce ve Türkçe olarak hazırlanmıştır. Kamuoyu bilincinin artırılmasına yönelik hazırlanan eğitim modülleri ve materyalleri aşağıdaki gibidir; • Birey ve Aile İçin Depremde İlk 72 Saat • Engelliler İçin Depremde İlk 72 Saat • Zorunlu Deprem Sigortası Bilinci • Depreme Karşı Yapısal Risklerin Azaltılması • Depreme Karşı Yapısal Güçlendirme • Depreme Karşı Yapısal Olmayan Risklerin Azaltılması • Olağandışı Durumlarda Yaşamı Sürdürme • Sağlık Kuruluşları İçin Afet Acil Yardım Planlama Rehberi • Sanayi ve İşyerleri İçin Afet Acil Yardım Planlama Rehberi • Eğitim Kurumları İçin Afet Acil Yardım Planlama Rehberi • Afetlerde Psikolojik İlkyardım • Yerel Afet Gönüllüleri İçin Afete Hazırlık • Yerel Yöneticiler İçin Afet Zararlarını Azaltmaya Yönelik Şehir Planlama ve Yapılaşma • Teknik Elemanlar İçin Afet Zararlarını Azaltmaya Yönelik Şehir Planlama ve Yapılaşma • Toplum Temsilcileri İçin Afet Zararlarını Azaltmaya Yönelik Şehir Planlama ve Yapılaşma Bunun yanı sıra, İstanbul’da kamuoyu bilinçlendirme kampanyaları düzenlenmiştir. İlk kampanya, 1999 Marmara depreminin yıldönümünde, 16-17 Ağustos 2008 tarihinde, İstanbul Valiliği tarafından İSMEP desteği ile güvenli yaşamı desteklemek amacıyla “Güvenli Yaşam İçin 1 Adım At” kampanya sloganı ile yürütmüştür. 2. kamuoyu bilinçlendirme kampanyası ise Marmara Depreminin 10’uncu yılında toplumun afetlere karşı bilinçlendirilmesi çerçevesinde 16-17 Ağustos 2009 tarihlerinde “Güvenli Yaşam İçin 1 Adım Atalım: Eğitim Alalım” teması ile başlatılmıştır. Kampanya 2 temel faaliyeti kapsamıştır. Bunlardan biri olan “Güvenli Şehir Güvenli Yaşam 2009 İstanbul Buluşması”’nda, İSMEP faaliyetleri, eğitim programları ilgili kamu kurum ve kurluşlarına aktarılmıştır. İkinci kampanya ise İSMEP faaliyetlerinin ve güvenli yaşam gönüllüleri projesinin tanıtılmasını hedefleyen stant çalışmaları yerine getirilmiştir. Kampanya boyunca proje kapsamında hazırlanan tüm materyaller kamu ile paylaşılmıştır. 3. kamuoyu bilinçlendirme kampanyası da aynı yıl düzenlenen 2. kampanyanın bir tekrarı olarak, Kasım 2009 ayının 2. haftasında sanatçıların katılımı ile gerçekleştirilmiştir.
SONUÇ İSMEP İstanbul’da depreme bağlı ortaya çıkabilecek risklerin önlenmesi ve azaltılmasına yönelik proaktif bir yaklaşım getirmiştir. İSMEP kapsamında yürütülen faaliyetlerin gelecekte meydana gelebilecek olası depremlerden kaynaklanabilecek can kayıplarının önlemesi, sosyal, ekonomik ve finansal etkilerin azaltılması açısından önemi büyüktür. Aynı za60
Afet, Deprem ve Risk Analizleri
manda, İSMEP afetlere karşı zarar azaltma faaliyetleri kapsamında diğer ulusal ve uluslararası proje ve faaliyetlerin tasarlanması ve uygulanması açısından da önemli bir model olacaktır.
61
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
62
Afet, Deprem ve Risk Analizleri
PROF. DR. MİKDAT KADIOĞLU İ.T.Ü. Afet Yönetim Merkezi Müdürü
ETKİN AFET YÖNETİMİ POLİTİKALARI NASIL OLMALI?
A
fetler günümüzde, plansız şehirlerimizin geleceğini hem tehdit ediyor hem de afet yönetim biliminin gerekleri zamanında, etkin ve doğru uygulandığı takdirde daha yaşanılabilir ve güvenli şehirler kurabilmemiz için de bize birçok önemli fırsatlar sunuyor.
Türkiye’de yerleşmelerin deprem ve sel gibi tehlikelere maruz bölgelerde hızlı ve plansız büyümesi ve yatırımların bu alanlarda yoğunluk kazanmasıyla yüksek risk yığılmalarına sebep verilmiştir. Öte yandan bugün, kentlerimizin hangi olasılık ve şiddette tehlikelerle karşı karşıya olduğuna ilişkin bilgilerimiz yetersizdir. Kentlerin, hangi tür ve mertebede riskler içerdiği, bunların hangi etkenlerden ötürü yükseldiği, hangi etkinliklerin risk azaltmada başarılı yöntemler olabileceği de belirlenmiş değildir. Afetlere karşı hangi önlemlere başvurulacağı, kararların kim tarafından alınacağı, yönetimlerin bu tür kararlar almada yetkili olup olmadıkları da hala bir sorundur. Bu nedenle, kentlerin zarar görebilirliğini azaltmak, afetlerin olumsuz etkilerini önlemek için potansiyel risklere karşı stratejiler geliştirilmeli, hukuki, siyasi ve teknik çalışmalar yapılmalıdır. Afet yönetiminde bu tür çalışmaların hepsi “Afet Riski Azaltma” çalışmaları olarak adlandırılır. Afet Riski Yönetimi, gerekli idari kararların, eylemsel becerikliliklerin, teknik çalışmaların, müdahale kapasitelerinin ve hazırlıkların afet riskinin azaltılması için yasal düzenlemelerle uygulanabilir hale getirilmesi, gerekli stratejilerin ve yöntemlerin belirlenmesi ve devamlı tatbikatlarla uygulanmasıdır. Başka bir ifade ile risk yönetimi, tehlike ve risklerin belirlenmesi ve analizi, risklerin önlenmesi ve, veya azaltılabilmesi için, imkân, kaynak ve önceliklerin belirlenmesi, politika, strateji ve eylem planlarının hazırlanması ve uygulamaya geçirilmesi süreci olarak tanımlanmaktadır. Öncelikle şehir, bölge ve ülke genelinde bir bütün olarak, olası zarar azaltma ve hazırlık gibi risk yönetimine yönelik çalışmalar yapılmazsa afet sonrası kriz yönetimi etkili ve başarılı olamaz. Afetler ortaya çıktıktan sonra ve sadece “kriz yönetimi” aşamasında uygulanacak olduğu düşünülen müdahale ile birlikte orta ve uzun vadeli iyileştirme çalışmalarının da afetler ortaya çıkmadan çok önce planlanması ve uygulanmaya başlanması gerekir. Böylece, Afet Yönetimi, İyi63
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
Deprem, seller, teknolojik kazalar ve terörizm gibi tehlikelerle karşı karşıya olan ve derin ‘risk havuzları’na dönüşen şehirlerimizin durumu, afet yönetimi biliminin gerekleri etkin bir şekilde uygulanabilirse aynı zamanda şehirlerimizi yaşanabilir, sürdürülebilir ve güvenli şehirlere dönüştürebilme fırsatını da içermektedir.
64
Afet, Deprem ve Risk Analizleri
leştirme ve Yeniden Yapılanma aşamasındaki sistematik faaliyetler kapsamında, Mekânsal Planlama, Tamir ve Güçlendirme, Kentsel Çevre Planları, Altyapı Tesisleri, Kalıcı Konutların İnşası, Sosyal Hizmet Tesisleri, Ticari Hayatın Geliştirilmesi ve Normal Yaşam Koşullarını Kurulması, vb. yönelik yapılan çalışmalar esnasında tarım alanları, su havzaları, ormanlar, kıyılar, tarihi ve kültürel varlıkların korunması temel prensiplerine uyulması ve toplumun sosyo-kültürel özelliklerine, ekonomiye, trendlere ve yeni risklere de dikkat edilmesi durumunda, kentlerde afet zarar ve risklerini azaltmak, yeşil alanlar oluşturmak, Trafiği İyileştirmek, Yaşam Kalitesini Artırmak ve Sürdürülebilir Kalkınmayı sağlamak gibi çok önemli fırsatlar da sunmaktadır. Sonuç olarak deprem, seller, teknolojik kazalar ve terörizm gibi tehlikelerle karşı karşıya olan ve derin ‘risk havuzları’na dönüşen şehirlerimizin durumu, afet yönetimi biliminin gerekleri etkin bir şekilde uygulanabilirse aynı zamanda şehirlerimizi yaşanabilir, sürdürülebilir ve güvenli şehirlere dönüştürebilme fırsatını da içermektedir.
65
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
66
Afet, Deprem ve Risk Analizleri
PROF. DR. M. HASAN BODUROĞLU
Türkiye Deprem Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı İTÜ Deprem Mühendisliği ve Afet Yönetimi Enstitüsü
YÜKSEK BİNALARIN PERFORMANSI ve YÖNETMELİKLER ÖZET Hızlı kentleşme ve büyük kentlere olan göç, yeni yapılan binaların çoğunun yüksek binalar olarak inşa edilmesine yol açmaktadır. Sağlam zeminde yüksek binalar depremde hasar görmez türünde olan yanıltıcı kavramlar, bunların analiz ve inşasında birçok sorunu da beraber getirmektedir. Ülkemizde yüksek binalar ile ilgili resmi bir yönetmelik yoktur. Çok fazla sayıda inşa edilen bu binaların sağlıklı bir denetimden geçtiğine dair şüpheler vardır. Bu sunumda yüksek binaların yapısal analizi ile ilgili yurt içi ve yurt dışı mevcut yönetmelik ve esaslar ve bu yönetmeliklerin nasıl olması gerektiği konusundaki görüşler ve önerilere yer verilmiştir.
GİRİŞ Ülkemizde hızlı kentleşme sonucu konut inşaatlarının büyük bir çoğunluğunun yüksek ve daha yüksek binalar olduğunu gözlüyoruz. Bu binaların deprem performansları günümüze kadar meydan gelen depremlerde tam bir testten geçmemiştir. Yabancı ülkelerde de benzer durumlar vardır. Örneğin 27 Şubat 2010 Şili Depreminde 9 kat ve üzerinde olan yüksek yapıların yüzde 2.8’inin hasar gördüğü belirtilmektedir (1). Yer hareketi ivmelerinin en yüksek olduğu Conception kentinde ise bir adet tam çöken ve bir de çok ağır hasar gören iki yüksek yapı vardır. Yıkılması gereken 9 kattan fazla 8 adet bina olduğu ve 9 kat ve üzeri binaların yüzde 18’inin ağır hasarlı binalar olduğu rapor edilmiştir(2). Bu hasar durumları aslında yüksek yapılar için göz önüne alınması gereken önemli bir göstergedir.
YÖNETMELİKLER Öncelikle yüksek yapı denildiği zaman bundan ne anlaşıldığının incelenmesi gerekmektedir. 1975 Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılara Ait Yönetmelikte (3) yapılara uygulanacak analiz yöntemleri için aşağıdaki hususlar içinde bir ayrım yapılmaktadır. ‘’13.3.2 - Güvenilir bir dinamik çözümleme yapılmadıkça, “taşıyıcı sistemi düzenli” olan ve temel üst kotundan ölçülen yüksekliği 75 m.’yi geçmeyen betonarme yada çelik karkas 67
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
yapılar ile her türlü yığma binaların, bacaların, kulelerin ve yüksek haznelerin depreme göre hesabı bu bölümde açıklanan yatay yükler kullanılarak yapılabilir. 13.3.3 - “Taşıyıcı sistemi düzensiz” olan veya temel üst kotundan ölçülen yüksekliği 75 m.’yi geçen tüm yapıların depreme karşı emniyetleri, usulüne uygun ve güvenilir bir dinamik hesap yolu ile saptanmalıdır. Böyle bir dinamik hesaptan zemin ve yapının dinamik özellikleri ayrıntıları ile göz önünde tutulur. Gerçek ya da idealleştirilmiş spektrumlara göre mod süper pozisyonu yöntemi ya da depreme davranışın zamana göre değişimini veren titreşim denklemlerinin integrasyonu vb. yöntemlerinden biri ya da model deneyleri kullanılabilir. Ancak, dinamik hesap sonucunda bulunacak toplam yatay yükler, bu bölümdeki hesap ilkelerine göre bulunan değerlerin yüzde 70’ inden daha küçük olamaz.’’ Bu durumda temelden yüksekliği 75 m.’yi geçen yapılar bir bakıma yüksek yapılar olarak belirlenmiştir. Yukarıdaki genel düşünceden gidilerek 1997 Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik’te (4) ise tanımlanan planda ve düşey doğrultudaki düzensizlikler ayrıntılı olarak kullanılarak benzer analiz yöntemi için bu yükseklik 1’inci ve 2’nci derece deprem bölgeleri için 60 m.’ye indirilmiştir. 2007 Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar Hakkında Yönetmelik’te (5) ise bu yükseklik 40 m.’ye indirilmiştir. Bir başka yönetmelik ise İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Yüksek Yapılar Yönetmeliği’dir (6). Bu yönetmelikte son kat döşeme kotu 30.80 m.’yi aşan veya bodrum dahil 13 katı aşan binalara yüksek yapı tanımı verilmiştir. Ancak, temel üst kotundan toplam yüksekliği 75 m.’yi geçen yapılarda dinamik hesap yapılması gerekliliği vurgulanmıştır. Ayrıca dinamik hesabın sonucu bulunan yatay yük, eşdeğer statik yük esasına göre bulunan değerin yüzde 70‘inden daha az olamayacağı şart koşulmuştur. İstanbul Yüksek Binalar Yönetmeliği Taslak Çalışması’nda (7) ise yüksek binalar için bu yükseklik bodrum kat hariç 60.00 m.’yi geçen binalar olarak tanımlanmıştır. Yabancı ülkelerin yönetmeliklerine baktığımızda bu konuda da farklı uygulamalar vardır. Örneğin Japonya’da yüksek yapılar 1981 öncesinde 45 m. olarak 1981 den sonra ise 60 m. olarak tanımlanmıştır (8). Yüksek yapıların tasarım esasları tavsiyeleri ile ilgili uluslararası bir çalışmada ise 50 m.’yi aşan binalar yüksek yapı olarak tanımlanmıştır (9). Yüksek yapıların depreme karşı tasarımı ile ilgili olarak ortaya çıkan en önemli husus bu yapıların alçak ve orta yükseklikteki yapılar için hazırlanmış olan deprem yönetmeliklerindeki uygulamalardan farklı esaslara göre yapılması düşüncesidir. Bu düşünce gerek yukarıda belirtilen çalışmada ve gerekse PEER 2010’da (10) açık olarak belirtilmiştir. Bu da Performansa Göre Tasarım uygulamasıdır. Yüksek yapılar çok sayıda insan barındırması, kısmen iş yeri ve kısmen alışveriş merkezi olmaları nedenleriyle deprem performansları normal konutlara göre çok daha önemlidir. Bu hususlar ayrıntılı olarak İstanbul Yüksek Binalar Deprem Yönetmeliği Taslağında (11) yer almıştır. Ancak bu taslak bir türlü uygulamaya konmamıştır. Performansa Göre Tasarım’da doğrusal olmayan hesap yöntemleri kullanılarak yapılan analiz esaslarında Japonya, Çin ve ABD’de aşağıdaki iki performans seviyesi günümüzün genel uygulamaları içindedir (11). 50 yılda olma olasılığı yüzde 50 olan depremlerde yüksek binada ihmal edilebilir hasar olması (Yapının elastik davranışı göz önüne alınarak yapısal olmayan hasarları [cephe kaplamaları ve dolgu duvarı hasarları] en az olmasının sağlanması ve 2500 yılda olma olasılığı yüzde 2 olan depremlerde göçmenin önlenmesi). Elastik olmayan şekil değiştirmelerin bütün yapısal elemanlar için şekil değiştirme kapasitelerinden küçük olması ile kat yer değiştirmelerinin yapısal olmayan elemanlar68
Afet, Deprem ve Risk Analizleri
Yüksek yapıların depreme karşı tasarımı ile ilgili olarak ortaya çıkan en önemli husus bu yapıların alçak ve orta yükseklikteki yapılar için hazırlanmış olan deprem yönetmeliklerindeki uygulamalardan farklı esaslara göre yapılması düşüncesidir.
69
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
daki hasarın çok büyük olmamasının sağlanması olarak tanımlanabilir. Performansa göre tasarımda yapısal ve yapısal olmayan elemanların performansı beraber değerlendirilir. Yapısal elemanlar kolonlar, perdeler, krişler, döşemeler, temeller ve kullanılırsa taban sönümleyicileri ve yapısal olmayan elemanlar ise cephe kaplamaları, bölme duvarları, asma tavanlar, asansörler ve kaçış merdivenleri vb.’dir. Unutulmamalıdır ki Performansa Göre Tasarım daha güvenlikli binalar ve etkin maliyetlerde yapısal çözümler üretebilecek bir yöntemdir. Bu hususlar ulusal bilimsel toplantılarda da dile getirilmekle birlikte (12), karar verici ve uygulayıcı yetkililerin genelde açılış konuşmalarından sonra toplantıları izlemedikleri için bu hususların tartışılarak uygulamaya geçilmesinde büyük sıkıntılar ve gecikmeler söz konusudur. 18 Ağustos 2011tarihli Resmi Gazete’de yayınlanmış olan Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı- 2023 (UDESEP 2023) Strateji B.1.1.’de planlama, çevre ve şehircilik çalışmalarında deprem tehlike ve risklerini esas alan yöntemlere önem ve öncelik verilecektir denilmektedir. Bu stratejiye ait Eylem B.1.1.1 uyarınca kalkınma ajansları, sorumluluk alanları içerisindeki deprem tehlike ve risklerini dikkate alacak ve bu riskleri arttırmayacak veya azaltacak yönde faaliyet yürüteceklerdir. Sektörel, bölgesel veya il gelişme planlarının hazırlanması aşamasında, deprem tehlike ve risklerinin belirlenerek bu riskleri önleyecek veya azaltacak önlemlerin planlama aşamasında ödünsüz olarak dikkate alınması sağlanacaktır. Bu eylem planında sorumlu kuruluş Kalkınma Bakanlığı ve ilgili kuruluşlar ise kalkınma ajansları, AFAD, büyükşehir belediyeleri ve Belediyeler, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, valilikler, il özel idareleri olarak belirlenmiştir. Bu strateji ve eylemin izlenmesi her bir bireyin en önemli vatandaşlık görevlerinden biri olmalıdır. Ayrıca, Strateji B1.5.’te Mevcut deprem yönetmeliği Eurocode’da gözetilerek güncelleştirilecek ve geliştirilecektir ve Eylem B.1.5.1’de de Deprem Yönetmeliğini güncelleştirip geliştirmek üzere kurulacak komisyonun çalışmaları sürekli kılınacaktır, denilmektedir. Bu eylem de sorumlu kuruluş Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı ve ilgili kuruluşlar Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, üniversiteler, ilgili tüm kuruluşlar ve meslek odalarıdır. Benzer husus yüksek binaların rüzgar yüküne göre tasarımı için de geçerlidir. İstanbul Yüksek Binalar Rüzgar Yönetmeliği Taslağı (13) hazırlanmıştır ancak halen uygulamaya konmamıştır. Dünyada gözlenmekte olan iklim değişiklikleri ve ülkemizde son zamanlarda meydana gelen rüzgar hasarları bizi bu konuda daha dikkatli olmaya zorlamaktadır.
ÖNERİLER Ülkemizin yüzde 95’inin deprem bölgesi olması nedeniyle yoğun kentleşme görülen bölgelerde yüksek yapılar tercih nedeni olmaktadır. 27 Şubat 2010 Şili Depremi’nde yüksek binalarda meydana gelen hasar göz önüne alındığında ülkemizde yüksek yapılar için mutlaka özel bir yönetmelik hazırlanmalıdır. Aynı zamanda bu tür yapıların bağımsız tasarım kontrol ve onay sistemi de bu yönetmeliğe dahil edilmelidir. Yüksek binaların tasarımında doğrusal olmayan analiz yöntemleri kullanılmalı ve bu binalar aynı okullar ve hastaneler gibi kesintisiz kullanım performansı hedeflenecek biçimde tasarlanması bunlarda meydan gelecek hasar sonrası geçici barınma yerleri ihtiyacının azalması hedeflenmelidir. Bu binalarda meydan gelecek göçme ve ağır hasarın binanın tüm çevresini etkileyebileceği unutulmamalıdır. Bu binalar için özel rüzgar yönetmeliği hazırlanmalıdır. 70
Afet, Deprem ve Risk Analizleri
Bu hususların gerçekleşmesi için yukarıda kısaca değinilen UDSEP-2023 strateji ve eylem planları gereken yasal altyapıyı mevcut kılmaktadır. Bir an önce eylemler ile ilgili olarak yukarıda belirtilen yönetmeliklerin ivedi olarak hazırlanması için bir engel görülmemektedir. KAYNAKLAR (1) Rojas, F., Preliminary LATBSDC Reconnaissance Briefing --Performance of Tall Buildings During the 2/27/2010 Chile Magnitude 8.8 Earthquake, Los Angeles Tall Buildings Structural Design Council Chile Reconnaissance Team. (2) Rojas, F., Performance of Tall Buildings in Concepción’’ -- Preliminary LATBSDC Reconnaissance Briefing -- Performance of Tall Buildings During the 2/27/2010 Chile Magnitude 8.8 Earthquake, Los Angeles Tall Buildings Structural Design Council Chile Reconnaissance Team. (3) Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar hakkında Yönetmelik, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, 1975. (4) Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik , Bayındırlık ve İskan Bakanlığı,1997. (5) Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar hakkında Yönetmelik, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, 2007. (6)- İzmir Büyükşehir Belediyesi Yüksek Yapı Yönetmeliği. (7)- İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yüksek Yapılar Yönetmeliği Taslağı, Revizyon IV, 2008, (8)- Otani, S., Japanese Seismic Design of High-Rise Reinforced Concrete Buildings - An Example of PerformanceBased Design Code andState of Practices - 13th World Conference on Earthquake EngineeringVancouver, B.C., Canada,August 1-6, 2004, Paper No. 5010. (9) Recommendations for the Seismic Design of High-rise Buildings:A Consensus Document CTBUH Seismic Working Group, The Council on Tall Buildings and Urban Habitat© CTBUH 2008. (10) Guidelines for Performance-Based Seismic Design of Tall Buildings. PEER Report 010/05, November 2010. Prepared by the TBI Guidelines Working Group. Berkeley, California: Pacific Earthquake Engineering Research Center, University of California. (11) Willford, M., Whittaker, A., and Klemencic, R., Recommendations for the Seismic Design of High-Rise Buildings, Draft for Comment-1, The Council on Tall Buildings and Urban Habitat©, 21 February 2008. (12) Aydınoğlu, M.N., Deprem Etkisi AltındA Yüksek BinalardaTasarım Sorunları, 7. Ulusal Deprem Mühendisliği Konferansı, 30 Mayıs-3haziran 2011. (13) İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yüksek Binalar Rüzgar Yönetmeliği, Revizyon IV, Haziran 2008
71
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
72
Kentsel Dönüşüm Politikaları
2. Oturum KENTSEL DÖNÜŞÜM POLİTİKALARI YRD. DOÇ. DR. ÖMER FARUK KÜLTÜR (MMG GENEL BAŞKAN YARDIMCISI)
73
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
74
Kentsel Dönüşüm Politikaları
YRD. DOÇ. DR. ÖMER FARUK KÜLTÜR İ.Ü. İnşaat Fakültesi Öğretim Üyesi MMG Genel Başkan Yardımcıs
ŞEHİRLERİ BEKLEYEN TEHLİKELER
Ş
ehirler insan topluluklarının evi, yuvası, yaşam alanıdır. Şehirlerin yapısı, ruhu insanları etkiler insanlara şekil verir. Şehirlerinde canlı varlıklar gibi sağlıklı gelişmeye ihtiyacı vardır. Ona ihtimamla yaklaşmalı ne az ne de aşırı büyümelidir. Şehirler bize vücudumuz gibi bir emanettir, ona zarar verici işlemler yapmamamız gerekir. Şehirler iyi tasarlanırsa içinde yaşayan insanlar mutlu ve refah içinde olurlar şayet iyi tasarlanmazsa veya iyileştirme yapılmazsa insanlar mutsuz ve bedbin olurlar.
ŞEHİRLERİ TEHDİT EDEN TEHLİKELER
• Aşırı nüfus artışı: Her şehrin kaldırabileceği bir nüfus kapasitesi vardır. Bu kapasite zorlanırsa şehir kilitlenir ve temiz su bulamama, güvenlik, aşırı pahalılık, ulaşım engeli, kaos gibi tehlikelerle yüz yüze gelinir. • Su kaynaklarının yetersizliği: Su kaynakları temini sınırlıdır. Şehrin nüfusu haddinden fazla arttığı zaman çok uzaklardan su getirme zorunluluğu olduğu gibi suyun kalitesi bozulmakta, getirilen güzergah tahrip olmaktadır. Mesela İstanbul’da su kaynakları Anadolu yakasında, yerleşim yoğunluğu Avrupa yakasında olmaktadır. Bu da boğaz geçişi gibi zor ve pahalı çözümleri doğurmaktadır. • Aşırı trafik yükü : Şehirlerin trafik yükü yaşam kalitesini olumsuz etkilediği gibi iş verimini düşürmekte, sağlık problemleri, aşırı stres, aile bağlarının zayıflaması, gaz emisyonlarının artması, yeni yollar dolayısı ile yeşil alanların azalması vs birçok problemi beraberinde getirmektedir. Rekabet ortamında aynı malı veya hizmeti daha pahalıya mal edebilmekte, bu da firmaların geleceğini tehdit etmektedir. • Şehir güvenliğinin azalması: Şehrin nüfusu aşırı şekilde arttıkça güvenlik problemleri çoğalmaktadır. Şehir aidiyeti azalmakta, koruma bilinci, sahip olma duygusu yok olmaktadır. Topluluklar arası iletişim zorlaşmaktadır. Çıkar çatışmaları husumetlere sebep olmaktadır. İstihdam edilen polis miktarı artmak zorunda kalmakta, bu da bir kısır döngüye sebep olmakta, polis sayısı arttıkça güvenlik ihtiyacı çoğalmaktadır. Evler ma75
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
Toplumların bekası kendi iç dinamiklerine dayanan sağlıklı nesillerin yetişmesine bağlıdır. Kanser hücresi gibi gayri tabii büyüyen şehirler sağlık alameti değildir. Aşırı büyük şehirler yerine orta büyüklükte, kendine yeten şehirler ortaya çıkarılmalıdır. Tedbir alınmazsa milletin bekası tehlikeye düşer. Bugün iyi iş yaptıklarını zannedenler yarın toplum vicdanında mahkûm olur.
76
Kentsel Dönüşüm Politikaları
halle yerine güvenlikli, duvarlı, tel örgülü siteler içinde gettolara dönüşmektedir. Yapılan araştırmalarda güvenlik dışı olayların failinin birçoğu “güvenlik elemanları” çıkmaktadır. • Hava kalitesinin azalması: Nüfus artışı ile birlikte artan taşıt sayısı ortama verilen zararlı gazların miktarını artırmaktadır. Bu da sağlık problemlerini beraberinde getirmektedir. Ayrıca havayı temizleyecek olan, hava akımına engel olan yüksek binalar problemi artırmaktadır. Giderek yeşil alanların yok olmasıyla toz zerreciklerini tutacak olan ağaç yapraklarının olmaması veya yüksek katların bu etkiden yoksun olması hava kalitesini etkilemektedir. • Yaşam standartlarının düşmesi: Kalabalıklaşan şehirde ihtiyaç maddelerinin fiyatlarının artması yaşam standardının düşmesine sebep olmakta, dar gelirlilerin şehirde kalmasını zorlaştırmaktadır. Bu kesimler ya şehri terk edecekler ya da eskisinden daha fazla çalışmak zorunda kalacaklardır. Bu da işsizliği tetikleyecek yine kısır döngüye sebep olmaktadır. • Şehir Kimliğinin Değişmesi: Şehrin iskan alanlarının azalması sonucu aşırı yüksek yapılara izin verilmesi, şehir siluetini bozduğu gibi sahiplik ilişkileri, gelir paylaşımı ve rant dağılımı düzenlerini bozmakta, oluşan rant şehrin faydasına düzenlenecekken belli kesimlere kaymaktadır. Hafızalar silinmekte, değer yargılarının içi boşalmakta, iyi ile kötü, doğru ile yanlış birbirine karışmaktadır. • Evcil hayvanların yok olması: Şehirdeki yeşil alanlar, sulak bölgeler, ağaç ve barınakların giderek yok olması ile insanla birlikte yaşayan kedi köpek kuş vb. hayvanlar yok olmakta veya doğal ortamı olmayan beton bloklar arasında soylarının sonu gelmektedir. • Yeşil alanların azalması: İnsanların rahatlayıp dinleneceği yeşil alanlar giderek yerlerini büyük alışveriş merkezlerine, geniş beton yollara terk etmektedir. İnsanlar kuş cıvıltısı yerine korna sesi duymakta, temiz oksijen yerine egzoz gazı teneffüs etmektedir. Ancak mali durumu yeterli olanlar şehir dışına çıkıp doğal ortamdan yaralanabilmekte, imkânı olmayanlar, şehrin beton blokları arasında ömrünü tüketmektedir. • İnsani değerlerin ve manevi duyguların zayıflaması Kalabalıklaşan şehirde insanlar yalnızlaşmakta, yardımlaşma yerine bencillik, yavaşlık, dinginlik yerine hızlılık, koşuşturma olmaktadır. Kalabalıklar içinde yapayalnız, evsiz, kendisini soranın olmadığı, sahipsiz, insanların sayısı artmaktadır. Ruhsuz, oradan oraya koşuşan fakat mutlu olmayan insan yığınları haline gelmektedir. Ezansız semtler ve cemaatsiz camiler ortaya çıkmaktadır. • İnsan kalitesinin düşmesi: Bencilleşen insanın yanında insanın yetişmesi için gerekli doğal ortamların azalması, kendini yetiştirmesi için gerekli olan zamanı ise trafikte, tıkanık yollarda, otobüs, metro vs. ulaşım araçlarında geçirmektedir. Sporun kendisini yapmak yerine yüz binler seyirci kalmakta, taraftar şiddeti, holiganizm ortalığı kasıp kavurmaktadır.
SONUÇ
Toplumların bekası kendi iç dinamiklerine dayanan sağlıklı nesillerin yetişmesine bağlıdır. Kanser hücresi gibi gayri tabii büyüyen şehirler sağlık alameti değildir. Aşırı büyük şehirler yerine orta büyüklükte, kendine yeten şehirler ortaya çıkarılmalıdır. Tedbir alınmazsa milletin bekası tehlikeye düşer. Bugün iyi iş yaptıklarını zannedenler yarın toplum vicdanında mahkûm olur.
77
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
78
Kentsel Dönüşüm Politikaları
ŞİMŞEK DENİZ (Mimar-KUDEP) Tarihi Yapıların Korunması, Yenilenmesi, Örnek Uygulamalar
Tarihi yapıların yenilenerek korunmasında örnek model çalışması:
KUDEB AHŞAP ve TAŞ EĞİTİM ATÖLYELERİ PROJESİ
D
ünya Kültür Mirası listesinde yer alan İstanbul Tarihi Yarımada’da ve İstanbul’un diğer bölgelerinde aşırı nüfusu artışı, imar faaliyetleri, rant baskısı ve tarihi eser koruma konusundaki bilinç eksikliği gibi nedenlerle kentin kimliğini oluşturan tarihi eserler yok olma süreciyle karşı karşıya gelmiştir. Bu süreçte İstanbul kent dokusunun önemli bir parçası olan sivil mimarlık örneği yapılar ile diğer anıtsal eserler zarar görmüş veya yok olmuştur. İBB KUDEB müdürlüğü, ahşap ve kâgir yapıların yok olmasında önemli etkenlerden olarak geleneksel yapım tekniklerini bilen ustaların sayıca azalması ve uygulayan ustaların bilgi eksikliğini göz önüne alarak bu konularda eğitim veren, uygulama yapan atölyeler kurmuştur. Geleneksel yapım tekniklerini bilen usta, eğitmen ve alanlarında uzman akademisyenlerin katkılarıyla teorik dersler ile saha uygulamalarını içeren eğitim programına göre çalışmalar ürütülmektedir. Konu iki aşamalı proje olarak ele alınmış, ilk aşamada Ahşap Eğitim Atölyesi, ikinci aşamada Taş Eğitim Atölyesi kurulup eğitimlere başlamıştır.
PROJENİN AMAÇLARI
Projenin temel amacı, yok olmaya yüz tutmuş, geleneksel ahşap ve taş işçiliğinin canlandırılması, bu konularda çalışacak teknik personelin eğitilmesidir. Bu bağlamda geleneksel yapım tekniklerinin öğretilmesinin yanı sıra bu sahada çalışanlara tarihi eser koruma konusunda bilinç kazandırılması hedeflenmiştir. Diğer yandan teorik eğitimini tamamlayan ustaların pratik uygulamalarını yıllardır imkânsızlık sebebiyle onarılmayan yapılarda gerçekleştirmektedir. Buna bağlı olarak: • Eğitim alan usta adaylarının istihdam edilmeleri, • Sürdürülebilir kentsel korumanın devam ettirilmesi, • UNESCO Dünya Miras Listesi alanlarından olan Süleymaniye ve Zeyrek’te yer alan sivil mimarlık • Eserlerin ve tarihi çeşmelerin onarılarak yaşatılması, • Kent sakinlerinde kültürel sahiplenme duygusunun geliştirilmesi, 79
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
• Kentin çöküntü alanları olarak algılanan bölgelerde proje ile sosyal kalkınmanın gerçekleşmesi, • Bölgenin turizm değerinin artırılması amaçlanmıştır.
PROJENİN HEDEF KİTLESİ
Proje doğrudan ve dolaylı etkilere sahiptir. Projenin ana hedef kitlesi atölyelerde eğitim verilen usta adayları ve ustalar ile eğitim çalışma uygulamalarının gerçekleşeceği imkânları, yetersiz ev sahipleri olarak düşünülmüştür. Dolaylı hedef kitlesinde kentin diğer kullanıcıları ve ziyaretçileri yer almaktadır.
UYGULAMA ESASLARI
Proje çalışmaları Ahşap ve Taş Atölyelerinde verilecek teorik eğitim ve yapılar üzerinde gerçekleşecek uygulama eğitiminden oluşmaktadır. Ahşap Eğitim Atölyesinde; ahşap malzemenin tanınması, geleneksel ahşap yapım sistemleri, ahşap dış cephe kaplamaları, fürumlar, eli böğründeler, silmeler vb. gibi ahşap yapı elemanlarının üretimi, ahşap koruma, ahşap onarımı, çatı onarımı, ahşap süsleme sanatları, ahşap işleyen el aletlerinin kullanılması, ahşap kapı, pencere doğraması onarımı, ahşap karkas sistemler ve onarımları, ahşap profillerin yapılması, eski eserdeki ahşap elemanların kopyalanarak yeniden üretilmesi gibi konularda teorik ve uygulamalı eğitimler verilmektedir. Kursiyerler Zeyrek, Süleymaniye’de gerçekleştirilen bakım ve onarımlar sayesinde sokak, mahalle ölçeğindeki ahşap yapı şantiyelerinde de uygulamalı eğitimlerini gerçekleştirmektedir. Ustaların pratik eğitimlerini gerçekleştirmek amacıyla Süleymaniye ve Zeyrek’te yer alan ahşap sivil mimarlık örneği, özgün niteliğe sahip yapılar belirlenmektedir. Bakım onarım çalışmalarıyla tamir edilebilecek, aynı zamanda maddi imkânı yetersiz vatandaşların evleri kendilerine çalışmanın hedefleri anlatılıp onayları alınarak onarılmaktadır. Bunun dışında Süleymaniye 569 ada 13 parsel’de mülkiyeti İBB iktisadi kuruluşlarından birine ait olan ahsap yapı KUDEB proje birimi tarafından projelendirilmiş, malzeme analizleri Restorasyon ve Konservasyon Laboratuarı tarafından yapılmış, ardından uygulaması Ahsap Atölyesi usta ve öğrencileri tarafından gerçekleştirilmiştir. Benzer örnek olarak 571 ada 6 parsel’de de proje çalışmaları tamamlanmış uygulamalar devam etmektedir. Bu çalışmayla geleneksel ahşap yapım tekniğiyle inşa edilmiş bir yapının özgün yapım tekniği ve malzemesiyle restorasyonu örnek proje ve uygulama olarak gerçekleştirilip ilgililerin faydalanabileceği yayınlara dönüştürülmektedir. Eğitimler, yapılan uygulamalar ile koruma ve uygulama metodolojisi oluşturulmaktadır. Elde edilen bilgi, deneyimler, seminerler ve yayınlar aracılığıyla, konuyla ilgili meslek grupları ve kuruluşlar ile paylaşılmaktadır. İstanbul Tarihi Yarımada’da başlatılan projede elde edilen deneyimler, başta İstanbul’un diğer bölgeleri olmak üzere Türkiye’deki benzer mimari örnekler için model teşkil etmektedir. Yapı kullanıcılarına tarihi ahşap evlerin yıkılmadan bakım onarımla yaşatılabileceği gösterilmektedir. Ahşap sivil mimarlık örneği olan yapılar dışındaki tarihi yapılarımızın diğer önemli bir kısmı kâgir malzemeler kullanılarak inşa edilmistir. Burada önemli yapı malzemesi taştır. Taş büyük yapıların bir duvarını teşkil ettiği gibi çeşme, sebil gibi birçok yapının tamamının inşa edildiği malzeme olarak da önem taşımaktadır. Günümüzde makineleşmeyle birlikte yapıda kullanılan taşlar fabrikalarda işlenmeye başlanmıştır. Geleneksel süreçte el işçiliğiyle üretilen yapı dalları ve özgün detayları işleyecek ustaların sayısında ve niteliğinde azalma 80
Kentsel Dönüşüm Politikaları
olmuştur. Bunun yanı sıra doğal taşların kullanıldığı yapılara ne şekilde müdahale edileceği konusunda bilgi eksikliği bulunmaktadır. Taş Eğitim Atölyesi çalışmalarıyla bu eksikliklerin giderilmesine yardımcı olunmaktadır.
FİNANSMAN KAYNAKLARI
Projenin ana finansman kaynağı İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından bu atölyelere ayrılan bütçeden karşılanmaktadır. Bunun dışında bazı boya firmaları da ücretsiz boya vererek projeye zaman zaman katkıda bulunmuşlardır. Projenin amacına uygun olarak uygulanması ve başarılı uygulama örnekleri dolayısıyla kişiler ve kurumlar düzeyinde de saygı görmeye başlamıştır. Buna bağlı olarak Taş Eğitim Atölyesi çalışmaları kapsamında çeşme onarımlarını gerçekleştirmek üzere İstanbul Ticaret Odası (İTO) ile protokol imzalanmıştır. Öte yandan Tarihi Ahşap Evlerin onarımlarının gerçekleştirilebilmesi amacıyla 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ile imzalanan protokol ile 13 adet evin onarımı gerçekleştirilmesi ve eğitim gören usta adaylarının iş sahibi olması amaçlanmıştır.
UYGULAMA SÜRECİ
İki aşamalı olarak planlanan projenin ilk aşaması, Aralık 2007 tarihinde Ahşap Atölyesi’nin kurulmasıyla başlatıldı. Ahşap Eğitim Atölyeleri Süleymaniye ve Zeyrek’te faaliyetlerini sürdürmektedir. Eğitimlerin teorik çalışmaları İstanbul’daki ilgili üniversitelerimizden akademisyenlerinin desteği, ahşap restorasyonu konusunda çalışan mimarların deneyimlerini paylaştıkları sunumlarla, ahşap yapı malzemeleri ve ahşap işleme sektörlerinin temsilcileri de kursiyerlerle zaman zaman bir araya getirilmektedir. Ahşap ustası yetiştirilmesi amacıyla, meslek liseleri, meslek yüksek okulları ve ilgili üniversitelerin mimarlık, ağaç işleri teknikerliği, restorasyon bölümü, öğrenci ve mezunlarının oluşturduğu kursiyer gruplara farklı süre ve içeriklerde eğitimler verilmektedir. Ahşap ustası adaylarına verilen bu eğitimlerin dışında ahşap işleri yaparak geçimini sağlayan kalfa ve çıraklara ahşap mimari ve restorasyon, onarım konularında doğru bilgilerin verilmesini amaçlayan iki günlük eğitimler de düzenlenmektedir. Ağustos 2008 tarihinde başlayan Taş Eğitim Atölyesi, Mart 2009 tarihinde atölye binasının inşasının tamamlanmasıyla çalışmalarına kendi binasında devam etmektedir. Atölye binası içerisinde eğitimler verilmesinin yanı sıra oluşturulan laboratuarda taş cinsleri, dayanımları, problemleri ve çözüm önerileri araştırmaları yapılmaktadır. KUDEB Taş Eğitim Atölyesi’nde düzenlenen eğitim programlarında geleneksel taş işçiliği, uygulama ve restorasyonunu gerçekleştirecek ustaların yetiştirilmesi amacıyla konusunda uzman ustalar ve taş kâgir yapılar üzerinde çalışan akademisyenler dersler vermektedir. Teorik derslerin ardından konusunda uzman ustalar taş yönü tekniklerini uygulamalı olarak göstermektedirler. Temel taş işçiliği dışında taş yapıların temizliği, restorasyonu da kursiyerlere anlatılmakta ve uygulama çalışmaları yapılmaktadır. Konusunda deneyimli meslek adamları ve akademisyenlerin katkılarıyla bir proje olarak düşünülen İBB KUDEB Ahşap ve Taş Eğitim Atölyesi çalışmaları 2007 yılından beri devam ettirilmektedir. Konunun önemi ve bu sahadaki çalışmaların yetersizliği nedeniyle atölye eğitim programlarının uzun soluklu olarak devam ettirilmesi ön görülmektedir.
KARŞILAŞILAN SORUNLAR
Projenin uygulanması sırasında karşılaşılan en önemli sorun, Türkiye genelinde bu sahada çalışmalar yürüten benzer bir çalışmanın olmayışı gösterilebilir. Küçük çaplı eğitim faa81
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
liyetleri dışında bu çalışma benzeri bir çalışmanın yokluğu, projenin yöntemi konusunda sıkıntılara neden olsa da konusunda uzman akademisyenlerin desteğiyle süreç aşıldı. Başlangıçta eğitimlere katılacak öğrenci ve ustaların bir araya getirilmesi problemi ortaya çıkmıştır. Yeni bir çalışma olması dolayısıyla öğrenci ve usta katılımı başta az olmakla birlikte ilgililere konunun doğru aktarılması ardından başarılı çalışmalar sonrası katılımlar hız kazandı. Proje çalışmaları sırasında karşılaşılan bir diğer sorun ise eğitim gören usta adayları ve ustaların pratik çalışmalarını yapabilecekleri evlerin bulunması olarak belirtilebilir. Uzun yıllardır belediye ve diğer kamu kuruluşlarından evlerinin onarımı için destek görmeyen konut sahipleri evlerinin yıkılabileceği veya ödeyemeyecekleri yüklü faturalar görme önyargılarıyla çalışmalara destek vermemiştir. Fakat mahalle muhtarları ile yapılan görüşmeler ve ardından yapılan örnek uygulamalardan sonra çalışmalar vatandaşlar tarafından da sahiplenildi. Taş atölyesi çalışmalarında ise temizlik ve onarımı yapılan çeşmelerin farklı kurum ve kuruluşların idaresinde olması sebebiyle ortaya çıkan problemler ise ilgili kurumlarla yapılan protokoller yoluyla giderildi.
UYGULAMA SONUÇLARI
Dünya Miras Alanları’ndan Süleymaniye ve Zeyrek bölgelerindeki tarihi yapıların kullanıcıları, genelde Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden göç ile son 20-30 yıl içinde bölgeye yerleşmişlerdir. Söz konusu bölgelerdeki kullanıcılar, yapıların bakım-onarımını yapmak için gerekli bilince ve maddi güce sahip değillerdir. KUDEB’in Tarihi Yarımada’da gerçekleştirmekte olduğu onarımlar ile eski kent dokusunun rehabilitasyonu, kullanıcılar yerlerinden edilmeden sağlanmakta, sosyal adalet ve toplumsal barışa katkıda bulunulmaktadır. Ayrıca, atölyelerde ve yapılar üzerinde yapılan uygulamalar ile verilen teorik bilgiler pratiğe dönüştürülmekte, İstanbul genelinde geleneksel yapım tekniğini bilen ara eleman yetiştirilmesi sağlanmaktadır. Uygulamalar, İstanbul bütünü için örnek teşkil etmektedir. Tamamlanan uygulamalar örnek oluşturmakta, sokak ve bölge bazında onarımları teşvik edici rol oynamaktadır. Böylece korumanın sürdürülebilirliğinin sağlanması için gerekli sosyal bilincin gelişmesine yardımcı olunmaktadır. Taş Eğitim Atölyesi eğitim çalışmaları kapsamında seçilen çeşme, sebil, türbe vb. anıt eserlerin bakım-onarımları danışmanlar desteğinde, konusunda uzman ustalar ve kursiyerlerle birlikte yapılmaktadır. Konuyla ilgili meslek liseleri ve meslek yüksek okullarının, restorasyon, inşaat teknolojisi ve yapı ressamlığı bölümlerinden öğrenci ve mezunların oluşturduğu gruplara, farklı süre ve içeriklerde “Geleneksel Taş İsçiliği” uygulamalı eğitimleri verilerek yeni nesil taş ustaları yetiştirilmektedir. Küçük eser olmaları sebebiyle ihmal edilen yapılar korunmaktadır. Özgün yerleşim şekli konut olan bölgelerde KUDEB onarımları sonrası terk edilmiş yapılar hayat bulmakta konut kullanıcıları artmaktadır. Eski yerleşim bölgeleri canlanmakta ailelerin artışına bağlı olarak tarihi semtler suç bölgeleri olmaktan çıkmaktadır. Her iki eğitim atölyesi çalışmaları ile kent sakinlerinin kente sahip çıkmaları, bilinçlenmeleri sağlanmış, onarım yapılan bölgelere gelen turist grupları ve fotoğrafçıların sayısında artış olmuştur.
BELİRLENEN AMAÇLARA NE ÖLÇÜDE ULAŞILABİLDİĞİ
KUDEB Ahşap Eğitim Atölyesi, eğitim faaliyetleri kapsamında 2008-2009 yılları boyunca 300 kişi geleneksel ahşap yapıların sürdürülebilirliği kapsamında verdiğimiz eğitimlere katılmıştır. İBB KUDEB Ahşap Eğitim Atölye çalışmaları Zeyrek ve Süleymaniye’de 2 atölyede devam ettirilmektedir. Atölye kapsamında 27 usta ve kalfa çalışmaktadır. 2008-2009 yılları içerisinde ahşap sivil mimari örneklerinin onarılması konusunda farklı 82
Kentsel Dönüşüm Politikaları
branşlardan 300 kişi eğitim almıştır. Eğitim alan 40 lise öğrencisinden 32 tanesi eğitimlerinin ardından bu sahada çalışan firmalarda çalışmaya başlamıştır. Ahşap Eğitim Atölyesi Eğitim Faaliyetleri kapsamında, 85 adet ahşap yapının onarımı tamamlanmış olup 5 adet yapının onarımı devam etmektedir. Taş Eğitim Atölyesi kapsamında ise 2 danışman ve 17 taş ustası, konservatör gibi farklı uzmanlıklarda personel çalışmaktadır. Taş Eğitim Atölyesi Faaliyetleri kapsamında, KUDEB Taş Eğitim Atölyesi’nde, 29 adet yapının onarımı gerçekleştirilmiş 23 adet yapının ise, eğitim ve teknik yardım kapsamında restorasyonu devam ettirilmektedir. Meslek lisesi, meslek yüksek okulu mezunlarından oluşan 60 kursiyere “Geleneksel Taş İşçiliği” uygulamalı eğitimi verilmiştir. Proje çalışması gelinen noktada hedeflerini gerçekleştirmekle birlikte yıllardır ihmal edilen bir konu olması sebebiyle uzun vadede neticelerinin görülebileceği de göz ardı edilmemelidir.
83
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
84
Kentsel Dönüşüm Politikaları
DOÇ. DR. SIRMA RAMAZANOĞULLARI TURGUT Y.T.Ü. Şehir Plancısı
GELECEĞİN KENTLERİNDE DEĞİŞİMİ YÖNET(EBİL)MEK GİRİŞ Geçtiğimiz yüzyılın özellikle son çeyreğinde yaşanan hızlı ve çarpık kentleşme sonucunda oluşan nüfus artışı, kentlere yığılan yoğunluklar ve kentlerin çeşitli nedenlerle karşı karşıya kaldıkları yüksek riskler, kentsel alanların yeniden sorgulanması, irdelenmesi, dönüşen ve değişen yapının yeni şartlara ve standartlara uygun hale getirilmesi gibi tartışma alanlarını da beraberinde getirmiştir. Yapı, çevre ve yaşam kalitesini artırmanın birincil hedef olduğu bu çalışmalarda, yaşam riski sıfırlanmış ve çevre endişesi ile üretilmiş kentsel alanlar oluşturulması, koruma ve sürdürülebilirlik kavramlarının egemen olduğu tasarım ve kullanım dengelerinin sağlanması da yine ilgili bilim alanlarında tartışılan ve değer kazanan yaklaşımlar, söylemler olarak dikkat çekmektedir. 1950’lerde başlayan göç hareketleri ile giderek tırmanan, 1980’lerde en yaygın şeklini alan kentsel yığınlaşmalar, yayılmalar, yeni alanlara sıçrayan kontrolsüz ve plansız gelişmeler bilindiği gibi, 2000’li yıllardan sonra farklı bir profil almaya başlamıştır. Kentler; merkez kesimlerini kullanabilme, yenileyebilme, köhneyen, sağlıksızlaşan, çoğunlukla kentsel suçun arttığı bu kaçak dokulardan kurtulma “KENTİ TEMİZLEME” çabası içine girmeye başlamıştır. Bu çabaya eşlik eden sektörler özellikle yapı ve inşaat alanında öne çıkan girişimler kenti daha “şık”, daha “kaliteli” ve “çağdaş” bir yapıya kavuşturma adına girişimlerde bulunmaya başlamışlardır. Köhneyen kentlerin bugün geldikleri noktada gerekli arzı sağlayamayan bu alanlar, talebin endişelerini karşılayamamıştır. Beklentileri, gerekli olan standartlar ve altyapı olanakları ile tekrar bezenmeye çalışılan kentler, “kabul görmeyen” bu alanlardan sıyrılmaya, arındırılmaya çalışılmaya başlanmıştır. Diğer bir bağlam ise “KONUT HAKKI” ve/veya “BARINMA HAKKI” kavramlarının giderek öne çıkması, önem kazanmasıdır. Dünyanın birçok kentinde barınma ve konut hakkına dair mücadeleler sürdürülmektedir. Devlet, özel küresel şirketler ve diğer ana kurumlara karşı geliştirilen mücadele kampanyaları aynı zamanda küresel dayanışma ile yol almakta, taraflar bu bağlamda adımlar atmakta ve girişimlerde bulunmaktadır. Bütün bunlar bugünün kentlerinin içinde bulunduğu çelişkiler, aç85
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
mazlar, sorunlar ve dinamikler ile doğrudan ilişkilidir. Bu ilişkilerden ve sorunsallardan kenti ve kentsel siyaseti arındırmak neredeyse mümkün değildir. Bir bakıma kentin değişmez kavramıdır. Burada yanıt üretilmesi gereken konu “Değişen Kentin Nasıl Yönetilmesi/Yönetilebilmesi” sorunudur. Bu yönetimin nasıl olacağı, vizyonunun, olmazsa olmazlarının nasıl olacağı, ilkelerinin nasıl belirleneceği kolay olmamakla birlikte üzerinde durulması gereken esas konudur. Geçmişe Dair… Hızlı nüfus artışı, giderek kentsel bölgelerde ve büyük kentlerde artan yoğunluklar, söz konusu alanların öncelikle ele alınması için öncelikli gerekçelerdendir. Bu artışa karşın etkin politikaların oluşturulamamış olması bir yandan yığınlaşmayı arttırırken bir yandan da sürecin neden olduğu sorunları da giderek ağırlaştırmıştır. Son 60 yılı aşan sürecin yansımaları olarak bugün çözüm üretmemiz gereken bu sorunlar ülkemiz kentleri ve gelecek kuşaklar için ciddi risk oluşturmaktadırlar. Bunun için pek çok defa dile getirdiğimiz ama yine de hatırlamakta fayda gördüğüm yakın geçmişimize değinmekte yarar vardır. Bugüne nasıl geldik? Başa çıkmak zorunda kaldığımız sonuçları nasıl hep birlikte ürettik? Bunları tekrar yaşamamak için öncelikle aynı hataları tekrar etmemek gerekmektedir. Kent planlama, ülkemizde Cumhuriyet ile başlayan ve 1960’lara dek uzanan dönemde yeni kurulan Cumhuriyet’in, modern bir ulus devletin geliştirilmesi ve desteklenmesi adına son derece önemli bir araç olarak görev almıştır. Başlangıçta ekonomik büyüme ve ulusal sermayenin gelişmesini hedefleyen planlama giderek kontrolü olmayan, plansız ve denetimsiz gelişen göç ve çarpık kentleşme süreci ile başa çıkmak durumunda kalmıştır. Bu zor ve henüz deneyimin olmadığı alanda “plancı” kimliğinin bir başka deyişle söz konusu meslek alanının da yeterli uzmanlıkta olmadığı, uzman meslek adamının yetkili ve yetkin bir konumda bulunmadığı da açıktır. 1950’lerde kontrolsüz göç ve çarpık kentleşme hareketleriyle sarsılmaya başlayan büyük kentlerin, özellikle 1960’lı yıllardan itibaren gelişen sosyal refah devlet sistemi ile birlikte, üretim-birikim biçimi giderek değişmiştir. Planlı dönemle başlayıp 1980’li yıllara kadar devam eden bu dönem bugünün kentlerinin dahi hala uğraşmakta olduğu sorunların da adeta kentlere kazındığı bir sürece denk gelmektedir. Giderek uygulanan politikaların kente kazandırdığı kimlik, kentsel siyasetin aldığı biçim ve rol bir yandan kenti hızla etkilerken diğer yanda planlama ve yönetim bu gelişmenin ardından yetişmeye çalıştığı kentleri kavramaya çalışmıştır. Sonuç, sürekli sistemi önceden kurgulayamayan planlama ve yönetim sorunudur. Bir yanda çarpık kentleşme sürecinin neden olduğu sorunlar diğer yanda “planlamanın meşrulaşma” krizleri kentlerin gündeminin ana maddesini oluşturmuştur. Özelliklede büyük kentlerde ortaya çıkan barınma ve gecekondulaşma sorunu ve bu sorun karşısında yetersiz kalan politikalar ve örgütsel organizasyonlar çeşitli arayışlar içine girdiyse de genellikle son derece yetersiz kalmıştır. 1980 sonrası kente göçenler artık gecekondusunu yapıp kentsel ranttan yararlanamamaktadır. Bu grup, çok düşük nitelikteki konutlara yüksek kiralar ödeyerek kente yerleşmekte, yoksullukları böylelikle daha da artarak kentsel alanda mağdur olmaktadırlar. Dolayısıyla bu dönemde gecekondu alanları artık “olgunun içerik değiştirmesiyle” gettolara ya da bir başka deyişle varoşlara dönüşmüştür. Türksoy (1996), 1980’lerde, gecekondu bölgelerinin, “örgütlü yağmacı ve vurguncuların denetimine girmiş olduğunu” söylerken, gecekon86
Kentsel Dönüşüm Politikaları
du bölgelerindeki mülkiyet dokusunun da bu dönemde çok değiştiğini ve bu değişikliğin, gecekonduyu, şehirdeki yoksul halkın barınma sorununa kendince bulduğu bir çözüm olmanın çok ötesine taşımış olduğunu ifade etmektedir. Üretim biçimi ve ilişkilerinde köklü ve esnek bir yeniden yapılanma, dönüşüm hareketini yoğun olarak yaşayan 1980’ler aynı zamanda giderek sermaye ve mali piyasaların küreselleşmesi ile de büyük ivme kazanmıştır. Özellikle yerel yönetim çerçevesinde izlenen bu dönüşüm, katı merkeziyetçi üretim anlayışından daha esnek üretim anlayışına doğru bir değişim olarak ifade edilebilir. Kentin ve kentlinin, üretim ve yönetim süreçlerinin hemen her alanına yayılan bu yaklaşımla, bürokrasi yerine uzmanlaşmanın, yetkilendirme yerine yetkisizliğin, güven yerine güvensizliğin, katılığın yerine esnekliğin geldiği izlenmiştir. 1980 sonrasında uygulanan neo-liberal politikaların belirleyici olduğu üretim ve birikim süreçleri, kent ve sermaye ilişkileri, küreselleşme sürecinde ortaya çıkan, önce “plansızlaşma” söylemleri, ardından “projeci yaklaşımlarla unutturulan planlama” giderek farklı kullanıcı sınıflarının kent mekanında yer almaya başlaması ve kenti yeni tercihlerin şekillendirmesi kentleri ve kent yöneticilerini bu kez farklı sorunlarla karşı karşıya bırakmıştır. “Yarışan kentler” olma iddiasıyla atak davranmak, bu amaçla yatırımı çeken olmak adına ya da “farklılığı oluşturmak”, “farklı olmak”, “marka” olmak adına alınan kararlar, “yönetici hezeyanları” ya da “iddiaları” da kentlerin kimliklerini inanılmaz boyutta etkilemiş, kimi olumlu gelişmelerin yanı sıra genellikle de tarifi imkansız sorunlarla baş başa bırakmıştır. “Girişimci” ve “işletmeci” belediyeciliğin ardından “yerelin öne çıkışı” da hemen her alanda izler bırakmıştır. Bu dönemde, yeni liberal politikalar sonucu yaygınlaşan özelleştirme, yap-işlet-devret modeli ve belediye şirketleri gibi etkenler, yerel yönetimlerin artan oranda piyasaya yönelmelerinin temel göstergeleri olmuş. Birçok hizmet, bu dönemde özelleştirilmiş, esnek çalışma ilişkileri, bireysel pazarlık önem kazanmıştır. Yerel yönetimlerde insan kaynakları yönetimi ve performans değerlendirmenin gelişme göstermeye başlaması farklı yaklaşımları doğurmuştur. Açık bir şekilde performansa yönelik ölçü ve standartların belirlenmesi, süreçlerden çok sonuçlara vurgu yapılması, işletmelerde olduğu gibi, kamu sektörü için de belirleyici bir faktör olmuştur. Bu durum giderek yerelin güçlenmesi, yarışması, çektiği yatırımı maksimize etmesi gibi sonuçları da beraberinde getirmiştir. Fiziki mekanda olduğu kadar, hukuksal, sosyal ve ekonomik düzen için de pek çok kavramın altüst olması anlamına gelen bu süreç, ardı ardına oluşan bir dizi hareketin, yapılanmanın sarmalında kaybolmuş, konunun “neden” mi “sonuç” mu olduğu değişmez bir tartışma alanı haline gelmiştir. Örneğin, Sönmez’e göre; 1980 sonrasında İstanbul’a ilişkin misyon, kısaca “İstanbul’u satmak” olarak sloganlaştırılmıştır. 1980 öncesine kadar iç pazara dönük sanayinin kurulup geliştirildiği, sermaye birikiminin esas olarak bu sanayi üstünden sağlandığı İstanbul’un 1980’lerde, özellikle de “duvarın yıkıldığı 1990” sonrasında, sektörel öncelikleri, buna bağlı olarak da arazi kullanımı esasları yeniden tarif edilmiştir. Sanayi, İstanbul’dan iyice desantralize edilmiş, boşalan arsalara da büyük plazalar, siteler, “rezidanslar” alışveriş merkezleri, eğlence merkezleri, turizm, kültür endüstrisi yatırımları yapılmıştır. Bu yapılanmanın ardında özellikle İstanbul küresel sermayeye gayrimenkulleri, üst düzey hizmet sunumları, turizm ve kültür endüstrisi ürünleri ile hizmet vermesi yatmıştır. Bu durumda 87
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
1980 öncesi sanayiden sağlanan birikimin, hizmet üretiminden elde edilmesi ve İstanbul’un daha da cazip hale gelerek bir rant simgesi haline gelmesi de kaçınılmaz olmuştur. Bu durumdan, özellikle rantı yüksek kesimlerde geniş arsa stokları olanlar büyük avantaj yakalamışlar, hatta 1980 öncesinin gecekondu sahipleri bile bu süreçte önemli bir birikim sağlama olanağını yakalamışlardır. Bu durumda “yasa-dışılık” kavramı bir anlamda içinden çıkılmaz bir yapı almıştır. Yüksek katlı yasadışı yapılar, bu yapılarda-ki sahiplilik oranları, yine bu birimlerdeki kiracı oranları veya yasadışı ancak kentin prestij alanları olarak görülen yapılar bu anlam kargaşasın temelinde yatan örneklerden birkaçı olmuşlardır. 1980 öncesi gecekonduya, bir barınma, ücretliyi işyerine yakın tutan konut gözüyle bakılırken, artık gecekondu, arsası için ele geçirilmesi gereken bir hedef olmaya başlamış, İstanbul’un en güzel doğal alanları, Boğaziçi kıyıları, orman arazileri, su havzaları bir anda ele geçirilip üstüne yapılar dikilecek yerler haline gelmiştir. Kenti sarmalayan yeni ve göz alıcı fonksiyonlar, farklı ve akıllı binalar, yüksek ve prestijli alanlar, giderek değişen beklentiler, akımlar, kavramlar ve kent çehresi… İşte bu profil İstanbul için hiç de abartılı olmayacak bir tanımlama ile giderek kazandığı yeni kimliği özetlemektedir. Gerek sayıları 13’ü bulan imar affı yasaları, gerek yanlış politikalar, yatırım ve arazi kullanım kararları ile gelişen kent gerekse politikasızlığın açtığı derin boşluklarla sarsılan kent giderek içinden çıkılmaz bir yapılanmaya da bürünmüştür. 1999 depremi farklı bir kırılma getirmiştir. Hatırlanan kaygılar, yaşama ilişkin endişeler bir süre etkin olduysa da çok da kalıcı, köklü, bilimsel çözümler ve önlemlerin kazanılması sonucunu doğuramamıştır. Dolayısıyla kentlerimiz bu felaketin ardından da bilimin yönlendiriciliğinde gelişme olanağını tam olarak yakalayamamış, olası riski çok da azaltamamıştır. 2000’li yıllarla birlikte, kamu yönetiminde bir yeniden yapılanma arayışı içine girilmiş, bu eksende hazırlanan tasarılar ile planlama hiyerarşisini de yakından ilgilendiren bazı kavramlar ortaya atılmıştır. Bu doğrultuda bir yandan stratejik mekansal planlama kavramı gündeme otururken, diğer taraftan ve bu gelişmeyle hemen hemen eş zamanlı bir süreç içinde, projeci yaklaşım tüm planlama hiyerarşisini alt üst ederek en tepeye yerleşmiştir. Bugün halen ülkemizde planlama sürecini yönlendiren yaklaşık 80 civarında yasa bulunmaktadır. Üstelik her geçen gün bu sayı daha da artmaktadır. İmar Kanunu dışındaki yasalar plan hiyerarşisi gözetmeden, birbiri ile örtüşmeyen, çatışan planlar ve onama kurumları tanımlamaktadır (Turgut ve Özden, 2000). Öte yandan planlama kavramını tümüyle göz ardı eden noktasal ve büyük ölçekli çok sayıda proje -ki bunlar toplu konut projeleri kentsel dönüşüm ve yenileme projeleri, karışık kullanımlı projeler ve ulaşım projeleri gibi sınıflandırılabilir- birbiri ardına hayata geçmeye başlamıştır. Bu projeleri Turgut, parçacıl, birbirinden kopuk, bağımsız ve büyük ölçekli projeler şeklinde ifade etmektedir (Turgut, 2006). Bu son dönemlerde özellikle kamu yönetiminde değişen anlayışa bağlı olarak, merkezi yönetimin projeci yaklaşım üzerinde giderek bir erk, baskı unsuru haline gelişi, süreci yönlendirme ve karar alma konusunda edindiği yeni misyon da dikkat çekicidir. Yakın dönem yasal gelişmeleri de bu eğilimi desteklemiş, başta Toplu Konut İdaresi olmak üzere, çeşitli bakanlıklar, merkezden ve yeni yasalardan aldıkları destek ve güçle noktasal projelerin bizzat uygulayıcıları olarak devreye girmişlerdir. Planlama disiplini açısından bakıldığında, • 8.03.1984 tarihli 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanunun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkındaki Kanun; 88
Kentsel Dönüşüm Politikaları
• 7.06.1986 tarihli ve 3290 sayılı 2981 sayılı Kanun’un Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesi Hakkındaki Kanun; • 26.05.1987 tarihli ve 3366 sayılı 3290 Sayılı Kanun ile 2981 sayılı Kanunun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkındaki Kanun; • 11.03.1988 tarihli ve 775 sayılı Gecekondu Kanununun Bazı Hükümlerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun ve • 247 sayılı kanun hükmünde kararname ile • Bu kanun hükmünde kararnamenin iki maddesinde değişiklik yapılmasına dair kanun ve • 250 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkındaki 3414 sayılı Kanun, bu dönemde yaşanan çözülmenin yasal çerçevesini oluşturmaktadır. Benzer bir dalga ise 2000 sonrası dönemde kentsel dönüşüm ekseninde ortaya çıkmıştır; Özellikle 2003 yılında itibaren 198 adet yeni yasal düzenleme ile birlikte (yeni yasa ve mevzuatlar, mevcut yasa ve mevzuat üzerinde değişiklikler) devlet kentsel yapılı çevre üretimini teşvik eden çok sayıda düzenleme yapmıştır. (Balaban, 2008) Özellikle kamu arazilerinin, alışveriş merkezi, toplu konut, turizm, kentsel yenileme projeleri vb. nedenlerle özel sektöre satışı veya tahsis edilmesi sıkça görülen bir uygulama olmuştur (Penpecioğlu,M 2011). Burada dikkat çekilmesi gereken özellikle büyük ölçekli kentsel dönüşüm projelerini ve kentin içinde yer alan parsel ölçeğinde ayrıcalıklı imar hakları tanınarak üretilen lokal proje alanlarının bütüncül planlama bakışını tamamen dışlayan bir bakış açısı ile konuya yaklaşımı bugün kentin kazandığı kimlikle açıkça ortadadır. Yetkilerin, kimi kez sektörde uzmanlaşmış kurumlar arasında dağıtılması ve çok başlılık bu sorunu tetiklerken kimi kez de şeffaflık ve katılımdan uzak yönetim süreçleri kontrol mekanizmalarını ortadan kaldırır hale gelmiştir. • 2002 yılında çıkarılan 4737 sayılı Endüstri Bölgeleri Kanunu, • 2003 yılında çıkarılan 4856 sayılı Çevre ve Orman Bakanlığı’nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun • 4.3.2004’te 5104 sayılı Kuzey Ankara Girişi Kentsel Dönüşüm Projesi Kanunu • 10.07.2004 tarihli 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu, • 5.5.2004 kabul tarihli 5162 sayılı Toplu Konut Kanunu’nda ve Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerin Toplu Konut İdaresi Başkanlığına Ait Bölümünde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ve • 3.7.2005 5393 sayılı Belediye Kanunu ile desteklenip beslenmiş ve • 16.6.2005 tarihli 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun • 2005 yılında çıkarılan, 5398 sayılı Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesine Dair Kanun • 2006 yılında çıkarılan 5494 sayılı Ulaştırma Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun • 04.07.2011 tarihli 644 sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri hakkında KHK ile son bulmuştur. Yukarıda bazılarından sözü edilen yasal düzenlemelerin verdiği yetkilerle noktasal kentsel yenileme projeleri son hızla uygulanmaya başlanmıştır. 89
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
BUGÜN İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ DURUM... Bugün, küresel bütünleşmeden beklentiler artarken ve geçmiş dönemden gelen sorunlar devam ederken, yeni koşullara uyum ana gündem maddesi olmuştur. Liberalleşen ekonomi, küreselleşme eğilimleri ve yeni fırsatların değerlendirilmesi çabası, yerelleşme eğilimlerini desteklerken, yerel yönetimler gündemdeki ağırlıklarını artırmışlardır. Ancak bu eğilimlerin bölgeler arası dengesizlikleri daha da körüklediği ve doğu-batı ayrımını arttırdığı söylenebilir. Öte yandan, kentlerde nüfus ve kalkınma dengesizliği ile beslenen sorunların devam etmektedir ve bu süreçte kent ve insan ilişkisi yeniden tanımlanmaktadır. Mevcut düzenleme mekanizmalarının yeterince gelişmemesi kadar, eskilerinin de etkili olamaması, bugünün planlamasında iniş çıkışların süreklilik kazandığı kaotik bir arayış sürecine itmiştir. Özellikle son yıllarda birikim-üretim ve düzenleme biçimleri yeniden değişmekte, kentleşme ve kalkınma, hem dünyada hem de Türkiye’de yeni bir döneme girmektedir. Söz konusu değişimin “yarının planlamasını” ne şekilde etkileyeceği, kentsel ve bölgesel araştırmalar yapan ve politikalar üreten bizlerin de rolünün olduğu bir süreçtir. Bu nedenle, yarının planlamasına yön verebilmek için dünün ve bugünün planlamasını da beraberinde tartışarak güçlü alternatifler geliştirmek ve bunları tanıtmak bir görev olarak önümüzde durmaktadır.
NE YAPTIK? ... GELECEĞE DAİR NASIL BİR ALTYAPI HAZIRLADIK? ... Burada bugünkü duruma gelirken ne yapmak istediğimizin üzerinde kanımca durmakta yarar yoktur. Çünkü geçmişte amaçlanan ya da arzulananın geleceğe pek faydası yoktur. Ne yazık ki tıpkı bu süreci doğuran dinamiklerin de odaklandığı gibi, bizim de odaklanmamız gereken “sonuç”tur. Sonuç tartışılırken, aslında ne istenildiğinin ya da neyin önemsendiğinin pek de faydası olmamaktadır. Özellikle bu metni hazırladığım dakikalarda ne yazık ki milletçe tanık olduğumuz Van Depremi en acı şekilde bunu gözler önüne tekrar tekrar sermiştir… Biz plancılar, her defasında “bütüncül planlama” anlayışının ihlal edilmesinin ne denli yanlış olduğunu, ne denli kabul edilemez olduğunu dile getiririz. Planlama kavramının hala meşrulaşamamış olmasından yakınırız. Şimdi bir kez daha bakalım bu süreçlerin nasıl sıkıntılar doğurduğuna… Önce politikasızlıklar, yeterli bilim adamının ve meslek yasalarının olgunlaşamaması, mesleki yeterlilikler, yetkinlikler ve bilimsel uzmanlık alanlarında yaşanan boşluklar, çevrelemiş kentleri, giderek hatalı öngörüler, popülist tavırlar, aflar, kemikleştirmiş yasal olmayanın kente verdiği zararı ve bu süreçte zarar görenin yalnız fiziksel çevre değil giderek sosyal yapının, toplumsal örüntülerin, bir diğer deyişle insanın zarar gördüğü anlaşılmış. Kimi kez gettolaşma denilmiş, kimi kez varoş olarak kabul edilmiş bu doku, bazen terörü beslemiş bazen terörden beslenmiş, bazen suçu saklamış, bazen suçu saçmış, altyapısız, susuz, ulaşımsız kalmış… Yönetimler eleştirilmiş, hizmet götürmeyen bir belediye nasıl yarışır, nasıl bir sosyal tutumdur? diye… Hizmet götürüldüğünde “hem kaçak hem hizmet veriliyor… hem yol yapılıyor hem yasadışısınız diye itham ediliyor” diye bakılmış olaya… Su havzaları dönüşmüş artık su havzası olmama yönünde… Orman alanları tükenmiş… Eski kent, tarih çöküntüye uğramış, köhnemiş… İmar afları gelmiş ardı ardına… Af kenti bitirdi demişiz … Doğru değil demişiz… Sonra yasadışı ama yıkmayın denmiş yine de…, insanları toplu konuta çıkarmayın “onlar bahçeli konutlarda yaşamak istiyor” demişiz… Yetkiler bir desantri90
Kentsel Dönüşüm Politikaları
Özellikle son yıllarda birikim-üretim ve düzenleme biçimleri yeniden değişmekte, kentleşme ve kalkınma, hem dünyada hem de Türkiye’de yeni bir döneme girmektedir. Söz konusu değişimin “yarının planlamasını” ne şekilde etkileyeceği, kentsel ve bölgesel araştırmalar yapan ve politikalar üreten bizlerin de rolünün olduğu bir süreçtir.
91
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
lize olmuş bir bakılmış ki en ağır merkeziyetçi tutumlar buna rağmen işlerliğini devam ettiriyor… Kurumlardaki çok başlılığı gidermek gerek derken, ruhsat verme süreçlerini dahi tekrar Ankara’ya alma yaklaşımının ardına sığınmışız. Şimdi burada durmak ve düşünmek gerekmektedir. Geleceğin kentine bıraktığımız nedir? Ya da ne değildir? Planlama ve planlamanın meşruiyetinin sağlanmış olması değildir. Tarihi çevrenin korunması diyebilir miyiz? Ya örgütlenme modelleri? Talep yönetimi diyebilir miyiz? Ya da planlama yönetimi? Ulaştırma Yönetimi ve Planlaması? Arazi politikaları? Konut politikası? Güçlü bir bölge planlama kabulü? Bütün bu sayılanlara içimiz rahat, ideal standart ve yaklaşımlarla örtüşen, bir evet demek gerçekten çok güç. Son 10 yılda hafızalarımızda yer eden belli başlı planlama eylemleri adına neler var? Konuya bir de böyle yaklaşmak doğru olabilir. Güçlü bir planlama söylemi özellikle siyasetin gündemine girmiştir aslında. Planın, planlı gelişmenin ve bu bakış açısı altında geliştirilen paketlerin sunulması hemen her siyasi görüşün ortak kabulü olmuştur. Ancak bunlardan pek azı gerçek bilimsel kabullerle örtüşmektedir. Uygulama aşamasına gelindiğinde ise söz konusu söylemlerin yine pek azının “sürdürülebilir planlama” anlayışı ile örtüşen ve kabul edilebilir doğruya çakıştığı izlenmektedir. Akıllarda kalan en kuvvetli araç şüphesizdir ki konut konusunda gerçekleştirilmiş uygulamalar ve kentsel dönüşüm uygulamaları olacaktır. Ancak bütüncül bakış açsından, arazi kabullerinden, coğrafi ve iklimsel koşullardan, sosyal ve ekonomik verilerden bağımsız üretilen ve salt birer fiziki mekan parçası üretmek olarak algılanan bu alanlar, birer aday dönüşüm alanı olarak kentin lekesine eklemlenmekte ve gelecekte yaşayacağı dönüşüm süreci için adeta sıraya girmektedir. Bir diğer konu başlığı ise kentsel dönüşüm alanlarıdır. Genellikle kullanıcısını dışlayan, projeci yaklaşımlarla bütünü unutan bu bölgelere gelen yepyeni soluklar kentle ne kadar tanıştır? Bunlar cevap alınamamış ve üzerinde eninde sonunda düşünmemiz gerekecek olan konulardır.
SON SÖZ OLARAK... Geleceğin kenti çok farklı şekillerde tanımlanabilir. Ütopik yaklaşımların da hızlıca gerçeğe dönüştüğünü izlemek günümüz teknoloji dünyasında çok şaşıracak süreçler değildir. Akıllı binalar, yer altı kentleri, farklı düzlemler, tasarımlar, yeni mekanlar, uçsuz bucaksız evreni zorlayan arayışlar… Bütün bunları geliştirmek, birbirinden farklı kestirimlerde ve modellemelerde bulunmak mümkündür. Ancak burada olmazsa olmaz iki faktör vardır. Bu iki faktör birbiriyle beslenen, birbiriyle büyüyen veya tam tersine çökebilen sistemlerdir. Bunlardan ilki doğa ikincisi ise insandır. Planlama disiplinin yüklenmiş olduğu en etkili uluslararası misyon “doğal dengelerin ve kaynakların optimal kullanımının sağlanması ve korunması”dır. İnsanlık çok gerçekçi bir tehditle karşı karşıyadır. “Kullanırsanız Tükenir” O zaman nasıl koruma kullanma dengeleri bulmak, nasıl sürdürülebilir kentleri, yerleşmeleri oluşturmak, nasıl ekolojik dengeye zararı en aza indirerek gelişmek mümkündür? 92
Kentsel Dönüşüm Politikaları
Bir başka noktadan ise doğa nasıl bir risk olmaz insanın yaşamında? İkinci faktör olan insan ise sürdürülebilir çevre içinde yaşamalıdır. Kötüye giden sağlık koşullarının, salgın hastalıkların, toplumsal çöküşün, ortalama yaşam değerlerinin düşmesinin istenmediği açıktır. Bu durumda bu süreç nasıl sağlanmalıdır? Nedir yaşam çevrelerinde, yaşayanı en mutlu, en sağlıklı, en huzurlu kılan? Bu bizim ilgi alanımız mıdır? Ya da insan farkında mıdır bu değerlerin? Umudu var mıdır özellikle de büyük kentlerde? Ya da gerçekten küçük yerleşmelerde yok mudur bu sorun? Yaşayan toplum, kendi geleceğinde gerçekten söz sahibi olabilmekte midir? Şeffaflık uygulanabilmekte midir? Bir sivil toplum çağı olması beklenen dönem için bu gereklilik yerine gelebilmekte midir? Kanımca geleceğin kenti bu değerleri sorgulayan, anlamaya çalışan ve uygulama adına gelişme kaydedebilen, bu uğurda samimi, sürdürülebilir, bilimsel doğrulara saygılı, tutarlı ve planlı kentler olacaktır. Bu bağlamda, geleceğin kentini yönetmedeki hassas tutumda buradadır. Yaşanılası, sağlıklı, sürdürülebilir, doğayla barışık kentleri oluştururken yaşayanını mutlu edebilmek bu dengelerin karşısında kentin gelişimini, değişim karşısındaki dinamizmini ve sürekliliğini de sağlamak. Yarışmak ama ne için ve nasıl kabullerle? Kimin belirlediği kurallarla? Adaletli, katılımcı ve bilimsel değerlerin şekillendirdiği bir yaşamı olanaklı kılacak geleceğin kenti bu soruları sorabilmeli ve tercihini yapacak sağduyulu ortak aklı üretebilecek mekanizmalara da sahip olmalıdır. KAYNAKLAR Ersoy, M., 2006. “İmar Mevzuatımızda Planlama Kademeleri ve Üst Ölçek Sorunu”, Bölgesel Kalkınma ve Yönetişim Sempozyumu. 7–8 Eylül 2006, TEPAV, 215-231, Ankara. Özden, P.,2010, Kent Hukuku Dersi, Basılmamış Ders Notları, İstanbul Özden,P.,2007, Üst Ölçekli Planlamadan Projeci Yaklaşıma Planlamanın Değişen Yüzü Penpecioğlu,M, 2011, http://metu.academia.edu/Mehmetpenpecioglu/papers/273712/ Türkiye’de Kapitalist Kentleşme Dinamiklerinin Son 10 yılı Sönmez,M.,2007, www.bagimsizsosyalbilimciler.org/Yazilar_Uye/SonmezHaz07.pdf, İstanbul’u Planlı Satarken Planlamayı Kurtarmak Turgut, A., P.P. Özden, 2000.“Deprem ve Planlamada Yasal Çerçeve”, Deprem ve Hukuk: 28-33. İstanbul Barosu Yay., İstanbul. Turgut, S., 2006. “What the New Istanbul Shaped By Capital Makes One Think”, The Sustainable City IV: Urban Regeneration and Sustainability: 189–197. WIT Pres, UK. Türksoy,C.,1996, İmar Affımı, Planlama, 96/1-4, s:14.
93
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
94
Kentsel Dönüşüm Politikaları
İDRİS ATABAY
İBB Kentsel Dönüşüm Müdürü
KENTSEL DÖNÜŞÜM POLİTİKALARI KENTSEL DÖNÜŞÜM POLİTİKALARI VE UYGULAMALARI Her yaşayan organizma için olduğu gibi uzmanlarca yaşayan organizmalar olduğu ifade edilen kentlerde de oluşumda var olan uygunsuzluklar ile zamanla oluşan bozulmalar söz konusudur. Yine her organizma için olduğu gibi kentlerin de varlığını daha iyi bir biçimde sürdürebilmesi için bu tür oluşumsal ve gelişimsel sorunların mümkün olduğunca giderilmesi ve normalleşmenin sağlanması gerekmektedir. Kentlerdeki oluşumsal ve gelişimsel sorunları; yapısal, ekonomik ve sosyal sorunlar üst başlığı altında toplayabilir, bu sorunların sebepleri arasında; plansızlık veya ihtiyaca cevap vermeyen, geleceğe dönük olmayan, gelişmeye açık olmayan planlama yaklaşımı, bilimsel alandaki eksiklikler, mevzuattaki yetersizlikler, mevcut planlara ve mevzuata uyumun denetimindeki yetersizlik, toplumun kurallara uymaya direnci, öngörülemeyen, önlenemeyen ve yönetilemeyen göç süreci, yerleşik olanla göçle gelen arasındaki çeşitli uyumsuzluklar gibi birçok husus sayılabilir. Bununla beraber, oluşumsal ve gelişimsel hiçbir sorun olmasa bile yine kentlerin yaşayan organizmalar olmaları nedeniyle zamanla yeni kentsel ihtiyaçlar söz konusu olabilmekte ve bu ihtiyaçların giderilmesi gerekmektedir. Kent ile ilgili yapısal, ekonomik ve sosyal sorunların giderilmesi veya yeni oluşan ihtiyaçların karşılanması çalışmalarının tamamına bir isim verilecek olur ise bu isim “kentsel dönüşüm” olarak ifade edilebilir ve bu anlamda denilebilir ki; “Planlama kentin koruyucu hekimliği ise kentsel dönüşüm kentin tedavi edici hekimliğidir.” Yukarıdaki ifadelerden kentsel dönüşümün unsurları olduğu anlaşılan, yapısal, ekonomik ve sosyal dönüşümü birbirinden bağımsız olarak düşünmek doğru ve de mümkün değildir. Yani bir başka ifade ile bu unsurların her biri diğerlerini de beraberinde getirmeli, oluşumu tetiklemelidir. 95
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
Bir dünya kenti olan İstanbul’un sahip olduğu tüm olumlu özelliklerinin yanı sıra kentsel dönüşümü zorunlu kılan birçok olumsuzluğu da bünyesinde barındırdığı maalesef inkâr edilemez bir gerçektir. Kentsel dönüşümü zorunlu kılan bazı sorunların çözümleri önceliklerine göre ve gerçekleştirilebilme imkânlarına göre sıralanabilir ve kısmen ertelenebilir olmakla beraber deprem gibi önlenemez bazı doğal olayların neden olacağı sorunların çözümleri ertelenebilir değildir. Bu durum, değişmez bir deprem tehdidi altında bulunan ve sınırları içindeki yapıların çok önemli bir kısmı şu veya bu sebeple depreme dayanıklı olmayan İstanbul’un kentsel dönüşüm önceliğinin deprem odaklı olmasını da kaçınılmaz kılmaktadır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından bu anlayışla; Türkiye’nin en önemli kenti, dünyanın en önemli kentlerinden biri olan İstanbul’un ihtiyaç duyduğu dönüşümü gerçekleştirebilmek için çeşitli kentsel dönüşüm politikaları geliştirilmekte ve uygulanmaktadır. Bu politikalardan bir tanesi teşvik edici imar planları yaklaşımıdır. Bu yaklaşıma göre; deprem veya diğer doğal ve kentsel risklere karşı savunmasız durumda bulunan veya çarpık yapılaşmış olan yapıların sahipleri tarafından yıkılıp yerlerine uygun parselasyon desenini sağlayacak, sağlıklı mekânsal alanlar oluşturacak, kent estetiğine uygun yapılar yapılmasını mümkün kılacak biçimde imar haklarının düzenlenmesi amacıyla; mevcut bölge planlarında revizyon yapılması, yeni bölge planı yapılması veya ada/parsel ölçeğinde plan tadilatı yapılması şeklinde gerçekleştirilmektedir. Bu yaklaşım çerçevesinde bir taraftan Kartal – alt merkez, Maltepe – Dragos – Kağıthane/ Şişli – Cendere, Kadıköy – Fikirtepe gibi bölgeler için kentsel dönüşüm planları hazırlanırken bir taraftan da deprem ve diğer doğal olayların oluşturduğu tehditlere bağlı afetlerin önlenmesine yönelik olarak ada/parsel ölçeğinde kentsel dönüşüm konusunda yapılabilecek çalışmaları yönlendirmek amacıyla İBB Meclisi’nin 23.11.2010 tarihinde yaptığı toplantıda, planın kapladığı tüm alan için geçerli olmak üzere 15.06.2009 onaylı 1/100.000 ölçekli İstanbul Çevre Düzeni Planı notlarına eklediği; “Deprem ve diğer afet risklerine karşı güvenli yapı yapılması ve yaşam kalitesi yüksek bir çevre oluşturulmasına katkı sağlamak amacıyla katılımcı bir anlayışı benimseyen ve uygun parselasyon desenini sağlayan yapı stokunun yenilenmesi ve sağlıklı mekânsal alanların oluşturulması teşvik edilecektir. Bu kapsamda depreme karşı dayanıksız, çarpık ve yıpranmış bina veya bina grupları tespit edilerek, bu alandaki mevcut yapıların tamamen yıkılması, uygun büyüklükte parsellerin oluşturulması ve kent estetiğine uygun projelendirilmesi koşuluyla alt ölçekli planlarda imar haklarını yeniden düzenleyen gerekli değişiklikler yapılacaktır,” şeklindeki plan notu ile özel mülkiyete konu alanların dönüşümünün kamu kurumlarının müdahalesi olmaksızın maliklerince gerçekleştirilmesi teşvik edilmekte ve desteklenmektedir. Bununla beraber deprem ve diğer doğal olayların oluşturduğu tehditlere bağlı afetlerin gerçekleşme olasılığı yüksek olduğu için kendiliğinden dönüşümü beklemeye tahammülü olmayan yerleşimlerin kentsel dönüşümünün kamu kurumları tarafından yapılması gerektiği de göz ardı edilemeyecek öneme sahip bir husustur. Bütün bu gerçeklere rağmen, İstanbul’un yaşanılabilir bir kent olmasından sorumlu olan ve bunu mümkün kılmaya çalışan belediyelerin kentsel dönüşüm çabaları bazen, kentin arazisinden haksız yere nemalanan ve sosyal devlet yaklaşımıyla çözüm adına kendilerine sunulan fırsatlar ile yetinmeyip kendileri ile birlikte başka insanların da hayatlarını, 96
Kentsel Dönüşüm Politikaları
Deprem veya diğer doğal ve kentsel risklere karşı savunmasız durumda bulunan veya çarpık yapılaşmış olan yapıların sahipleri tarafından yıkılıp yerlerine uygun parselasyon desenini sağlayacak, sağlıklı mekânsal alanlar oluşturacak, kent estetiğine uygun yapılar yapılmasını mümkün kılacak biçimde imar haklarının düzenlenmesi amacıyla; mevcut bölge planlarında revizyon yapılması, yeni bölge planı yapılması veya ada/parsel ölçeğinde plan tadilatı yapılması şeklinde gerçekleştirilmektedir.
97
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
ülkenin ekonomisini ve kentin yaşanılabilirliğini riske sokmak pahasına haksız kazançlarını daha da artırma peşinde olan kişi ve gurupların bazen de dönüşümün gerçekleşebilmesi için gerekli olan finansmana katılım sağlamaya yanaşmadığı gibi dönüşümün doğal getirisi olan miktardan daha fazla rant hedefleyen mülk sahiplerinin engellemelerine maruz kalmaktadır. Ayrıca, deneyimler insanların haklı/haksız çeşitli gerekçelerle ama çoğunlukla kendilerini yaşadıkları bölgelerden uzaklaştıracak dönüşüm projeleri ile binalarını boşaltıp geçici barınma yerlerine taşınmaya ve boşaltılan binaların yıkılarak yerine yenileri yapıldıktan sonra geriye dönmelerine yönelik dönüşüm projelerine destek vermediklerini göstermektedir. Dolayısıyla dönüşümden etkilenecek insanların desteğini almayan projelerin yasal yaptırımlarda bulunulmadan başarılı olmasının güçlüğü ile yasal yaptırımların neden olacağı sosyal olumsuzluklar dikkate alınarak, mümkün oldukça dönüşümden etkilenecek insanların onayını alacak projeler ile yola çıkmak, sonuca ulaşmak açısından daha isabetli olacaktır. Bu anlayışla İBB tarafından benimsenen bir diğer kentsel dönüşüm politikası ise belirlenen öncelikler doğrultusunda “katılımcı, uzlaşmaya dayalı ve yasalar ile desteklenen fiili müdahale yolu ile kentsel dönüşüm faaliyetleri” gerçekleştirmektir. Bu çerçevede; bir taraftan İBB’ye ait gecekondulaşmış arazilerin dönüşümüne yönelik çalışmalar sürdürülürken, bir taraftan da özel mülkiyete konu yapılaşmış arazilerin dönüşümünü gerçekleştirmeye yönelik olarak stratejiler belirlenmekte, modeller geliştirilmekte ve projeler hazırlanmaktadır. Özel mülkiyete konu alanların dönüşümü için yeterli yasal dayanak sağlayan 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 5998 sayılı kanun ile değişik 73. maddesi çerçevesinde sürdürülen; kentsel dönüşüm ve gelişim alanlarının tespiti, ilanı, kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin hazırlanması ve uygulanmasına yönelik çalışmalar ile birlikte, toplumumuzun sahip olduğu mülkiyeti proje üzerinden takas yapmaya kesinlikle yatkın olmadığı, bunun aksine karşılığında alacağı mülkü gördükten ve resmen elde ettikten sonra sahip olduğu mülkü terk/devir etmeyi ancak kabul ettiği deneyiminden hareketle, uzlaşmaya dayalı ve katılımcı olması nedeniyle en kolay kabul edilebilir ve uygulanabilir kentsel dönüşüm yöntemi olan, “üret-aktar-boşalt” yönteminin uygulanmasına yönelik çalışmalar da sürdürülmektedir. “Üret-aktar-boşalt” yöntemi kısaca; dönüşüme tabi tutulacak yerleşim alanına olabildiğince yakın olan, zemin yönünden yerleşime uygun kamu arazilerinin, plandaki mevcut fonksiyonuna bağlı kalmaksızın dönüşüm amacına ödünç olarak tahsis edilmesi, bu arazilerde üretilecek bina stokunun dönüşüme tabi tutulacak yerleşim alanındaki mülk sahipleri ile bina bazında uzlaşarak takas edilmesi, takas sonrası elde edilecek binaların yıkımı ile boşalacak olan arazilerden zemin yönünden yerleşime uygun olanlarda aynı sürecin tekrarlanarak devamı ve dönüşüm esnasında elde edilecek yerleşime uygun olmayan araziler ile dönüşüm sonrasında elde edilecek tüm arazilerin de kamuya iadesi olarak tarif edilebilir. Kentsel dönüşüm uygulamalarının katlanılması gerekenden daha fazla yoğunluk artışına yol açmaması için teşvik edici imar planları yaklaşımı ile bir taşınmazın imar hakları yeniden düzenleniyor ise taşınmazın üzerindeki yapı alanından yapı yaşı ile orantılı olarak kesinti yapılarak malikin dönüşümün finansmanına katkıda bulunmasının sağlanması, bununla beraber yatırım karşılığı olarak verilmesi söz konusu olan imar değeri artışının mümkün ise yoğunluk artışını minimize edecek değerli imar fonksiyonları ile sağlanması, yatırım karşılığı olarak verilmesi söz konusu olan imar değeri artışı dönüştürülecek yapı sto98
Kentsel Dönüşüm Politikaları
ku ile aynı fonksiyona sahip olacak ise de dönüşümü gerçekleştirmeye yetecek miktar ile sınırlı olması, fiili müdahale yaklaşımı uygulanıyor ise maliklerin yapı alanı haklarının belirlenmesi sırasında yapı alanından yapı yaşı ile orantılı olarak kesinti yapılarak malikin dönüşümün finansmanına katkıda bulunmasının sağlanması hususlarına dikkat edilmesi göz ardı edilemeyecek ölçüde önem arz etmektedir.
99
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
100
Şehir, İnsan ve Toplum
3. Oturum ŞEHİR, İNSAN ve TOPLUM MURAT ÖZDEMİR (MMG YÖNETİM KURULU ÜYESİ)
101
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
102
Şehir, İnsan ve Toplum
MURAT ÖZDEMİR İnşaat Yüksek Mühendisi MMG Yönetim Kurulu Üyesi
ŞEHİR, İNSAN ve TOPLUM
Ş
ehirlerimizin mevcut durumları ve gelecekleri Mimar ve Mühendisler Grubu olarak hemen her toplantımızın gündeminde bir şekilde yer almaktadır. Şehirlerimizin içinde bulunduğu başta ulaşım, çarpık yapılaşma ve yapı stokumuzun kalitesi gibi problemler ile şehirlerimizi tehdit eden deprem, sel v.s gibi olası afetler karşısındaki riskleri, şehrin sakinlerinin şehirle ve birbirleriyle olan ilişkileriyle ilgili olarak genel memnuniyetsizlikleri, şehirleşme strateji ve politikalarımızı ciddi bir şekilde masaya yatırarak tartışma mecburiyetini ortaya çıkarmıştır. Şehir, İnsan ve Toplum arasında gerçekte çok yönlü bir ilişki ve etkileşim bulunmaktadır. Bizim bugün şikâyetçi olduğumuz çarpık ve vahşi yapılaşmayla karşımıza çıkan şehircilik anlayışı aslında bir sonuçtur. Süreç insanın bozulmasıyla başlamıştır. Maalesef önce insan bozulmuş ve bozulan insanlar bugün bizim şikayet ettiğimiz şehirleşmeyi gerçekleştirmişlerdir. Bizim kendi kültürel kodlarımıza uymayan bu şehirleşme tipi de insanımızın ve nihayetinde toplumumuzun daha da bozulmasına neden olacaktır. Bu döngünün, bir noktada kırılmazsa, bir kısır döngü halinde, gelecekte faturası çok yüksek olacak olan toplumsal tahribata sebep olacağı endişesini taşımaktayız. Maalesef önce insanımız bozulmuştur. Öncelikli olarak bu gerçeği, tribünlere oynamadan, popülizm yapmadan ortaya koymamız gerekmektedir. Çünkü neredeyse toplumsal bütün meselelerimizin kaynağında bu bozulma yatmaktadır. Bu bozulmayı algılamamızı, kendimizi bizden daha da bozuk olan Batı toplumlarıyla kıyaslayarak onlardan göreceli olarak daha iyi durumda olmamız perdelememelidir. Çünkü bizim kültürel kodlarımızda insan niteliklerimizin çıtası oldukça yukarıdadır. İnsanların komşusu açken tok yatamaması, esnafın komşusu siftah yapmadan ikinci müşteriyi kabul etmemesi, imkan sahibi olanların sadakalarını sadaka taşlarına koyması ve ihtiyaç sahiplerinin buralardan sadece ihtiyaçları kadarını almaları, biri mahallede yeni bir ev yapacağı zaman komşusunun evinin konumu hesap ederek güneşini ve görüşünü kesmeyecek şekilde evini inşa etmesi gibi mefhumlar bize bugün için ne kadar hayali geliyor değil mi? Karz-ı hasen’i yani karşılıksız borç ver103
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
meyi bugün kaç kişi biliyor ve uyguluyor? Paranın “zaman değerini” bütün detayına kadar hesap eden insanlarımız için paranın “bereket değeri” bugün bir şey ifade ediyor mu? Kendi aleyhine olsa bile hakkı söylemesi emredilen insanların bugün maalesef hakkı olmayan şeylere bile sahip olabilmek için yalana, rüşvete veya “bağışa” başvurduklarını görüyoruz. İnsanımız maalesef para, makam ve karşı cinsle olan imtihanında da başarılı olamamıştır. Başkasında gördüğünde beğenmediği, eleştirdiği bir durum kendi başına geldiğinde kendisi de eleştirdiği davranışın aynısını veya bir benzerini göstermektedir. Gün geçtikçe artan boşanmalar, eşler arasında yaşanan sadakatsizlik, haksız menfaat temini gibi olumsuzluklar toplumumuzda maalesef sıradanlaşmaya başlamıştır. Bu bozulmanın neticesinde varacağımız noktanın, Batı toplumlarının bugün içinde bulundukları toplumsal yapı olmasından endişe etmekteyiz. Bugün Batı toplumları, yalnızlaşma, artan huzur evi sakinleri, az evlenme çok boşanma, eşcinsel ilişkilerde artma, nüfus artışında azalma, durma hatta nüfusta azalma, alkol ve uyuşturucu kullanımında artma, cinsellikte sınır tanımama, intiharlarda artış v.s gibi olumsuzlukları yaşamaktadır. Değer yargıları bozulmaya başlamış, dünyaya ve kurduğu bütün ilişkilere tamamen kapitalist ve materyalist bir bakış açısıyla, sadece “işadamı” gözlüğüyle bakan bizlerin kurduğu şehirlerde dolayısıyla bugün şikâyet ettiğimiz şehirler olmaktadır. Sadece, şehir arazisinden nasıl daha fazla rant elde edilebilir kaygısıyla şehirleşmeye yaklaşıldığında mahalleyi ortadan kaldıran, kendi içinde bir dünyası olan, çevresinden izole adeta gettolaşan çok katlı siteler, orta ve küçük ölçekli esnafı ortadan kaldıran dev market ve alışveriş merkezleri, formaliteden oluşturulmuş yeşil alanlar, çocuk, yaşlı ve engellilerin şehir içindeki varlıklarını önemsemeyen, doğayla ve coğrafyayla mücadele eden bir düzen ortaya çıkmaktadır. Kentsel dönüşüm adı altında, şehrin yerleşik sakinlerini şehir dışına çıkararak, şehrin içini seçkinleştirerek daha fazla rant sağlama yoluna gidilmektedir. Kalkınmanın bütün toplum katmanlarına ve ülke geneline yayılması hedeflenmeli iken genellikle büyük şehirlerde ve özellikle de İstanbul içerisinde cazibe merkezleri oluşturularak yine rant devşirilmeye çalışılmaktadır. Bugün insanımıza sanal bir konut ve site ihtiyacı propagandası yapılmakta ve sonrasında değerinin çok üzerinde fiyatlarla konutlar satılarak kişilerin gelecek 5-10 yılları kredi ile ipotek altına alınmaktadır. Şehirlerde yaşanan hızlı değişimler toplumsal hafızamızı tahrip etmekte ve aidiyet duygusu yerini yabancılaşmaya bırakmaktadır. Büyük, lüks, çok katlı yapıların oluşturduğu şehirlerle övünmek yerine içerisinde insanlarının gerçekten huzurlu olduğu şehirlerle övünmeyi önemsemeliyiz. Eskiden insanlar işlerine veya okullarına belki bir saatte yürüyerek gidiyorlardı. Bugün ise insanlar arabayla gene en az bir saatte işyerlerine veya okullarına gidiyor, eve döndükten sonra da bir saat yürüme bandında yürüyüş yapıyorlar. Sabah işe giderken çevrenizde, taşıtlarda gördüğünüz insanların neredeyse tamamına yakının yüzünde huzur, neşe ve memnuniyetten ziyade yorgunluk ve mutsuzluk görüyorsunuz. Şehirlerimiz ve bize dayatılan ihtiyaçlar bizi o kadar baskılıyor ki günün her saatinde bir şeyleri yetiştirme telaşı ve çabasında koşturuyoruz. Bizler, mimar ve mühendisler olarak ve ekseriyetle de mühendisler olarak, genelde meselelerin teknik boyutuyla ilgilenip sosyal ve insani boyutlarını gözardı ettiğimiz iddiasıyla eleştiriliriz. Bu eleştiriye kısmen haklılık payı da vererek, yukarıda sıralamaya çalıştığım nedenlerden dolayı çok önemli bulduğumuz, şehirlerimizin geleceği, önündeki tehditler ve fırsatlar konusunu, sosyal bilimcilerle beraber değerlendirmek onların görüş ve yaklaşım104
Şehir, İnsan ve Toplum
larından istifade etmek istedik. Huzurlu şehirlere ulaşana kadar bu konuyu sürekli gündemde tutmalı ve her platformda her vesile ile işlemeliyiz. Bugün yaşamakta olduğumuz ve önüne geçilmezse gelecekte daha da büyüyecek olan toplumsal birçok problemimizin çözümünde kendi kültürel kodlarımıza uygun, sağlıklı şehirleşme çok önemli bir rol oynayacaktır. Onun için konu ile ilgili olarak şehir plancılarından mimarlara, çevre mühendislerinden sosyologlara, ilahiyatçılardan psikologlara kadar bütün disiplinlerin, sivil toplum kuruluşlarının ve meslek odalarının ortaklaşa çalışmaları gerekmektedir. Bu vesile ile sivil toplum kuruluşu olmanın bir sorumluluğu olarak gördüğümüz, iyiliklerin yayılması, kötülüklerin engellenmesi için çalışmanın bir gereği olarak, önemli gördüğümüz konuları kamuoyuna gündemine getirmek ve tüm yönleriyle değerlendirmek için yaptığımız çalışmalardan biri olarak düzenlediğimiz bu sempozyumun hayırlara vesile olmasını diliyorum.
105
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
106
Şehir, İnsan ve Toplum
PROF. DR. NAZİF GÜRDOĞAN Maltepe Üniversitesi İ.İ.B.F. Dekanı
MEDENİYETLERİN RUHU KUTLU ŞEHİRLER
B
ir medeniyetin değerleri şehirlerin ekonomik, sosyal ve kültürel dokusunu oluşturur. Camiler, çarşılar, çeşmeler, dergahlar, meydanlar ve evler kültürlerin şehirlerdeki elle tutulur, gözle görülür yansımalarıdır. Medeniyetleri diri tutan, her alanda güçlü kılan, onların ruhlarıdır. İç dünyaları canlı ve zengin olmayan medeniyetlerin şehirlerinin bir şiir gibi düzen ve uyum içinde olmaları mümkün değildir. Çünkü bir medeniyetin değerleri, ahlakı, sanatı ve düşünceyi biçimlendiren, bilim ve teknolojiyi yönlendiren geniş bir çerçeveye dayanır. İslam medeniyeti, teori ve pratiğiyle bir inançlar bütünüdür. İslam medeniyetinin teorisini iman, pratiğini de İslam’ın şartları oluşturur. İmanın çerçevesinde; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, öteki dünyaya, kadere, iyiliğin ve kötülüğün O’ndan geldiğin ve ölümden sonra dirilmeye inanmadır. İslam’ın şartları olan şahadet, namaz, oruç, hac ve zekat da pratiği oluşturur. İç ve dış dünya İslam medeniyetinde iç içe, birbirini besleyen ve zenginleştiren bir bütündür. İslam Medeniyetinin ortak noktaları, imanın ve İslam’ın şartlarıdır. Onları teori ve pratik gibi, bir bütün olarak ele alıp derinliğine kavramadan Müslümanları anlamak mümkün değildir. Şehirler medeniyetin, camiler de şehirlerin ruhudur. İslam medeniyetinin özünü kavrama açısından, üç cami yeryüzündeki mabetlerin başında gelir. Onlar, diğer mabetlerden daha anlamlı oldukları gibi, erdemlilikte de hiçbir mabet onlarla boy ölçüşemez. Bu mabetler, Mekke’nin, Medine’nin ve Kudüs’ün kalbinde yer alan mescitlerdir. Mekke’de Harem, Medine’de Peygamber ve Kudüs’te Aksa Mescitleri, İslam Medeniyetinin köşe taşlarıdır. Onlar Mekke, Medine ve Kudüs’ün simgeleridir. Erdemli şehirlerin ve erdemli yönetimlerin bilgisi, İslam milletinin kalbi olan bu şehirlerdir. Mekke, ilk Peygamber’den son Peygamber’e kadar bütün peygamberlerden izler taşır. Malcolm X’in deyişiyle, Mekke zaman kadar eski bir şehirdir. Bu yüzden, şehirlerin anası Mekke’ye, İslam milletinin baş şehri gözüyle bakılabilir. Mekke İslam milletinin, Kabe de Mekke’nin merkezidir. Kuran’da haber verildiği gibi Kabe yeryüzünün ilk mabedidir. Kabe ilk defa melekler, sonra da ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem tarafından inşa edilmiştir. İslam Medeniyetinde sürekliliğin, bütünlüğün ve değişmezliğin simgesidir. Kâbe’yi 107
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
İslam kültürü içinde şehirlerin kurulmasında ana örnek, Peygamber şehri Medine olmuştur. Müslümanların kurdukları şehirlerin merkezinde cami, çarşı ve okul bulunur. Şehri bu üçlünün çevresinde işyerleri, evleri, mektepleri, kütüphaneleri, hanları, hamamları ve çeşmeleriyle birlikte ezan sesinin duyulduğu sınıra kadar halka halka genişler. Ezan sesinin işitilmediği sınırdan sonra başka bir yerleşim kümesinin çevresi başlar.
108
Şehir, İnsan ve Toplum
Hz. İbrahim, oğlu Hz. İsmail ile birlikte eski yerine yeniden yapmıştır. Son olarak Hz. Peygamber tarafından yenilenerek putlardan temizlendi. Kabe ile Mekke, İslam kültür ve sanatında vazgeçilmez bir yer tutar. Çevresinde toprağa verilmiş yüzlerce peygamberle birlikte bütün insanlığa yol gösteren Mekke’yi Müslümanlar ömürlerinde en az bir kere ziyaret etmek zorundadır. İslam’ın şartlarından biri olan Hac, Mekke merkezli bir ibadettir. Medine Hz. Peygamber’in şehridir. Etrafı dağlarla çevrili olan Medine, Hz. Muhammed ümmetinin baş şehri konumundadır. Medine’nin merkezi Peygamber Mescidi’dir. Peygamber, dünya değiştirdiği evde toprağa verilmiştir. O toprak ki, bütün insanlığa rahmet olarak gönderilmiş Hz. Peygamber’i bağrında taşımaktadır. Varoluşun kaynağı olmasıyla, Ravza yeryüzünün en aziz köşesidir. Ravza’yı ziyaretin, Hz. Peygamber’i sağlında ziyaret gibi olduğu, kendisi tarafından müjdelenmiştir. Kudüs, Yakupoğulları’ndan Peygamberlik ile Sultanlığı birleştiren Hz. Davut ve oğlu Hz. Süleyman’a baş şehir olmuştur. Mukaddes Beyt, Hz. Musa’dan 5 asır sonra Hz. Süleyman tarafından yapılmıştır. Hz. Meryem, bu mescit çevresinde iç olgunluğa erişerek Hz. İsa’yı babasız olarak doğurmuştur. Hz. İsa ölüleri diriltme, doğuştan görmeyen gözleri açma gibi bütün mucizelerini bu şehirde göstermiştir. 30 yaşında peygamber olan Hz. İsa ile İslam milletinin bayrağı Hz. Musa ümmetinden Hz. İsa ümmetine geçmiştir. Ancak üç yıllık peygamberlik süresinde kendisine yalnızca on iki kişi inanmıştır. Hz. İsa havarileriyle son görüşmesinde, “Horoz ötmeden sizin biriniz beni inkar edecek ve pek az paraya satacak” demiştir. Yuda O’nu ele vermiş ancak onun yerine kendisi çarmıha gerilmiştir. Romalılar Hz. İsa’nın göğe çekilişinden 40 yıl sonra Kudüs’ü ele geçirerek, yakıp yıkmış. Üç asır içinde İmparator Konstantin eliyle de Hıristiyan olmuşlardır. Konstantin ikinci Roma olarak İstanbul’u kurmuştur. Kudüs Hz. Ömer ile Müslümanlara geçmiş. Hz Peygamber’in Miraç kenti, Mekke’den önceki kıble ve Hz. Ömer’in yaptığı camiyle İslam kültüründe önemli bir yer tutar. Bu yüzden Kudüs, Hz. Muhammed, Hz. Musa ve Hz. İsa ümmetlerinin ortak şehridir. İslam milletinin üçüncü erdemli şehridir. İslam kültürü içinde şehirlerin kurulmasında ana örnek, Peygamber şehri Medine olmuştur. Müslümanların kurdukları şehirlerin merkezinde cami, çarşı ve okul bulunur. Şehri bu üçlünün çevresinde işyerleri, evleri, mektepleri, kütüphaneleri, hanları, hamamları ve çeşmeleriyle birlikte ezan sesinin duyulduğu sınıra kadar halka halka genişler. Ezan sesinin işitilmediği sınırdan sonra başka bir yerleşim kümesinin çevresi başlar. Merkez ile çevre, çevre ile merkez yoğun bir alışveriş içindedir. Buhara’dan Saraybosna ve Kurtuba’ya kadar Müslümanların kurdukları bütün şehirlerde, söz konusu fiziksel gelişme bütün ayrıntılarıyla gözlenir. İstanbul’un eski merkezine bakıldığında İslam kültürü içinde oluşan şehirlerin ana özellikleri açıkça görülür. Beyazıt, Süleymaniye ve Nuruosmaniye camileri üçgenindeki yapılar, medrese, cami ve Kapalıçarşı’yı odak noktası alan mekansal bir bütünlük gösterir. Şehrin oluşumunda yapılar ve doğal çevre tatlı bir uyum ve düzen içindedir. Camiler, çarşılar, çeşmeler ve meskenlerle ağaçlar birbirini tamamlar. 109
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
110
Şehir, İnsan ve Toplum
PROF. DR. BEDRİ GENCER Yıldız Teknik Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Başkanı
MEDİNE’DEN KENTE EDEPTEN MEDENİYETE
B
u yazıda dünya ve Türkiye örneğinde, geleneksel Medine’ye karşı modern olarak ayırdığımız kentlerde oturma tarzımızda meydana gelen değişimin sonucu olarak ‘sekülerleşme’ denen, duyuş ve düşünüş tarzımızda gerçekleşen değişimi tahlil etmeye çalışacağız. İnsanların duyuş ve düşünüş tarzı, hayat tarzı, hayat tarzı ise mekânı kullanım, oturum tarzı tarafından belirlenir. Bu yüzden çağımızda genelde modernleşme, özelde sekülerleşme veya dünyevileşme denen köklü ve sancılı değişim sürecini somut olarak kentselleşme süreci sayesinde analiz etmek elzemdir. Bu konuda Batı dillerinde sayısız çalışma yapıldığı halde maalesef Türkiye’de pek çalışma yapılmış değildir.
İLAHİ EKONOMİ OLARAK DİN ve MEDİNE Arapça ‘şehir’ kelimesi ay demektir; ‘kent’ anlamına gelen kelime ‘medine’dir. Arapça’da medeniyet kelimesi, medineden, o da din’den ve o da deyn=borç kelimesinden türemiştir. Borç anlamı, dinin özünde yatan ontik bir alışveriş mantığını gösterir. Önce Allah-insan, daha sonra da insan-insan arasında dünyadan ahirete uzanan bir büyük alışveriş. “Şeriat, ibadet, âdet ve ceza” olarak dört temel anlamı ayırt edildiğinde din kavramındaki bu alışveriş esprisi daha açık görülür. Alışveriş, insanın mutlak ganî (gayr-i muhtaç) olan Rabbine fakir (muhtaç) olarak yaratılmış olması gerçeğinde yatar. İnsan, “tin, can ve ten” denen madde ve manadan mürekkep kompleks ve muhtaç bir varlık olarak yaratılmıştır. Bu bakımdan din, insanın maddî ve manevî tüm ihtiyaçlarını karşılamak için gönderilen “ilahî bir ekonomi”dir. Burada Allah, borç ve karşılık veren (ed-deyyân), insan ise borç alandır (el-medîn). Arapça’da el-medîn kelimesinin hem borçlu, hem de kul anlamına gelmesi, ortaklaşa din ve deynin muhatabı olduğunu gösterir. İnsana düşen, ahdine ve borcuna vefa göstererek ahirette râbihînden (kazananlardan) olmaya çalışmaktır. İlahî alışverişin kaynağı olarak din ile muhatabı insanın buluştuğu mekân ise medinedir. İnsanın maddî ve manevî tüm ihtiyaçlarını karşılamak için gönderilen ilahî bir ekonomi olarak din, medinede yaşanır. Arapça’da 111
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
sarf terimleriyle mîmî masdar ve ism-i zaman ve mekân kalıbında türetilen medine, lâfzen “dini yaşama yeri ve tarzı” anlamına gelir. Şehrin etrafında kurulduğu külliyenin planında açıkça görüldüğü gibi, dünya ile ahireti birbirine bağlayacak bir büyük alışverişin altyapısı medine tarafından sağlanır. Arapça’da karye denen köy ile karşılaştırıldığında medinenin, dinin asıl yaşandığı yer olduğu daha iyi anlaşılır. Dinin dört temel anlamından biri âdettir. Din, köyde daha ziyade âdet ve taklit boyutunda yaşanan bir nizamdır. İbni Haldun’un da gözlediği gibi, köyle şehir arasında deyim yerindeyse bir nimet-külfet dengesi vardır. Köyde ferdî dinî şuur daha zayıf olmakla birlikte, kamuoyu veya mahalle baskısı daha güçlü bir şekilde davranışları yönlendirdiği için ahlakî yanılma ihtimali azalır. Buna karşılık şehirde ahlakî yozlaşma kadar bundan korunma yollarını gösterecek dinî şuuru geliştirme imkânı da artar. Bu bakımdan şehir, bizim yaptığımız ince ayırımla, burada ile oradanın, şimdi ile geleceğin birbirinden koptuğu sekülerizm değil, burada ile oradanın, şimdi ile geleceğin birbirine sıkıca bağlandığı sekülerlik ile vasıflanır (Gencer 2009, 2010). Bu bilinç, hicret ruhuyla ahlaken yozlaşmış bir şehri yeniden kurma veya yeni şehirler kurma kabiliyetini verir sakinlere-dindarlara. Örneğin Fahr-ı Âlem Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm, Mekke’den hicret ettiği Yesrib’de daha sonra bir kozmopolise dönüşecek bir “Medine-i Münevvere” kurmuştur. Yerlerin ve göklerin yaratıldığı altı günün sonunda zübde-i kâinat olarak yaratılan insan ile din ve medine arasındaki ortaklık, beden tasavvurunda açığa çıkar. Organisizmle karakterize geleneksel dünya görüşünce bütün âlemler, Allah’ın varlığına alâmet olarak bir beden şeklinde yaratılan ve işleyen varlıklardır. Bu beden, okumayla anlamı çözülecek işaretlerden mürekkep bir metin/kitap hükmündedir (Barkan 1975). Kâinat, dünya, bir hayvan, bir bitki, çiçek, din, şehir hepsi birbirine benzer, iç içe geçmiş, varlığın bedenî birimleri sayılır. Vahdet, uyum, hiyerarşi ve otarşi şeklindeki bedenî karakteristikler, insan kadar din ve medinede açıkça görülür. Şehir, geleneksel dünya görüşüne göre vahdet ve uyuma yönelik, otarşik ve hiyerarşik bir tarzda yaratılan ve işleyen bir bedendir. Bu, şehir bedeninin iskeletini temsil eden külliyede bariz olarak görülür. Modern terimle medeniyet, medinenin, medine, külliyenin, külliye, caminin ve cami de mihrabın etrafında kurulur. Külliye, İngilizce university kavramının karşılığıdır. Modern dünyada külliye=university kavramı, yüksek öğretim kurumu olarak medrese ile özdeşleştirildiği halde aslında medrese, onun sadece bir parçasını oluşturur. Külliye, bir caminin etrafında kurulmuş medrese, mektep, kütüphane, zâviye, türbe, sebil, çeşme, imarethane, han, hamam, kervansaray, tabhane, darüşşifa, helâ, hazire binalarından oluşur. Külliye kavramının anlattığı ve en belirgin mihrabın esprisinde görüldüğü gibi bu bileşenler, insanın maddî ve manevî ihtiyaçlarını karşılamak üzere tevhîdî bir mantıkta buluşurlar. Lâfzen “nefisle yapılan harp yeri” anlamına gelen mihrap, sadece Süleymaniye Külliyesi’nin “Allah’ın evi” olarak tanımlanan camisinde değil, kütüphane gibi diğer unsurlarında da görülür. Bu dizayn, görünüşte farklı işlevler görmek üzere kurulsalar da bütün bu yapıların modern dinî/gayr-i dinî-kutsal/profan ayırımlarına meydan okuyan bir ulvî gaye ve işlev birliğinde buluştuklarını gösterir. Bunların hepsi ortak bir kıbleye yönelmekle kozmik bir vahdet oluşturur. Şehir, aynı zamanda otarşik, kendi kendine yetecek şekilde kurulan ve işleyen bir bedendir. İslâm’da medine, antik Yunan’da polis denen şehir, modern anlamda sadece bir coğrafî birimi değil, aynı zamanda modern dünyada ‘ülke’ denen şeye tekabül eden siyasî ve iktisadî 112
Şehir, İnsan ve Toplum
bir birimi ifade eder. “Roma İmparatorluğu” deyiminde olduğu gibi geleneksel dünyada imparatorluk denen ülkeler, bir şehirle, başşehirle özdeştirler. Roma, Roma İmparatorluğu, Bağdat da Abbasî veya Selçuklu İmparatorluğu demektir. Şehrin otarşik, sağlıklı bir beden olarak varlığını sürdürmesi, makul bir hacmi yani beden ölçülerini korumasına bağlıdır.
GELENEKSEL ŞEHİRDEN MODERN KENTE Batı Avrupa’da modernleşme tarihi, kapitalizmin gelişimine bağlı olarak şehrin kente dönüşümü tarihidir. Rönesans döneminde önce İtalyan şehirleri, ticaret kapitalizminin malikânelerin aşıldığı pazarları haline geldi. Daha sonra ticaret kapitalizminin sanayi kapitalizmine dönüşmesine paralel olarak şehirler, ulus-devletinin pazarı olarak birbirlerine bağlanarak organik, ahlakî kimliklerini kaybettiler. Burada kapitalistik pazar, ticaretin yapıldığı geleneksel pazar mefhumundan oldukça farklı, değişen Batılı dünya görüşünü yansıtan kritik kavram olarak belirir. Geleneksel dünyada “ekonomi olarak din” anlayışının hâkim olduğunu belirttik. Batı’da Hıristiyanlık, yakalandığı müzmin meşruiyet krizinin etkisiyle işlevsiz hale gelince “ekonomi olarak din” anlayışının yerini kapitalizmde tecessüm eden “din olarak ekonomi” anlayışı almıştır. Değişen Batılı dünya görüşü ile din ve ekonomi anlayışları arasındaki ilişki, en somut çağdaş iki aydınlanma düşünürü Isaac Newton (1643-1727) ile Adam Smith (1723-1790) örneklerinde görülür. Geleneksel Aristo fiziğinden kopan Newton fiziğinin doğuşuyla Avrupa’da geleneksel olarak sosyal felsefenin dayandığı beden tasavvuru aşınmaya başladı. Onun sonsuz kozmoloji fikrine dayalı teorilerinin etkisiyle insan bedeni, gittikçe genişleyen evreni kuşatmaktan âciz bir hapishane olarak görülür hale geldi (Barkan 1975: 277). Aydınlanma döneminde Tanrı ile âlem-i kübra ve âlem-i suğra arasında uyumun kaybıyla insan kendini hem Tanrı, hem de tabiat karşısında buldu. Böylece tipik olarak Newton’da görüldüğü gibi aydınlanma bilimi, zamanla öznenin kaybına varan bu özne/nesne düalizmine dayandı. Newton sayesinde sonsuz kozmoloji fikrine bağlı olarak değişen beden tasavvuruyla can ve iradenin de nefyi, bizzat özneliğin nefyedildiği bir mekanistik beden=evren görüşüne vücut verdi. Hedef, ilahî ve beşerî iradeden bağımsız, mekanik olarak işleyen evrende kurulan ve adaletle özdeş sayılan doğal düzeni beşerî dünyaya da yansıtmaktı. Aranan bu doğal düzeni ‘pazar’da bulan Smith, yalnızca şehri değil, tüm âlemi bir büyük pazar olarak kurguladı. Geleneksel olarak din, Allah ile kul arasındaki büyük alışverişin aracı, kaynağı, medine ise bu alışverişin alanıydı. Külliye planında görüldüğü gibi medine, maddî-manevî boyutlarıyla bu genel alışverişin, pazar ise özelde maddî alışverişin alanıydı. Bu alışverişin tarafları ve tarzı bellidir; Allah ile kulların haklarının birbirine bağlılığı. Burada ibadetler ve muameleler olarak ayrılan hukûkullâh (Allah’ın hakları) ile hukûku’l-‘ıbâd (kulların hakları) kategorileri, modern dünyada olduğu gibi “din ve dünya” olarak birbirlerinden ayrılamaz. Namaz örneğinde olduğu gibi kulların haklarının ifası, Allah’ın haklarının ifasına bağlıdır. Bu alışverişin tarafları, tarzı ve zemininin Smith’in, Newton’ın mekanistik, soyut evren görüşüne dayalı kapitalistik pazarında kaybolduğu görülür. Smith için pazar mekanizmasının “görünmez eli”, Tanrı’nın İnayet Eli’nin yerini alır. Artık onun için adalet, asırlardır aranan doğal yasayı temsil eden pazar yasalarıyla sağlanacaktır. Varsayıma göre öz-çıkarları gereğince hareket eden soyut bir “ekonomik insan”ın rasyonel tercihiyle fiyatların belirlendiği bir pazar mekanizması herkesin yararına işleyerek mutlak adaleti sağlayacaktı (Viner 1972). 113
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
Burada alışverişin tarafları ve tarzı kadar zemini de değişecekti. Geleneksel dünya görüşüne göre beyt=ev, insanın yaşadığı âlemin merkezini, ‘dindarlık’ kelimesiyle özetleyebileceğimiz, din sayesinde maddî ve manevî ihtiyaçlarını karşılama, geçim tarzının çekirdek mekânını oluşturur. Yunanca ‘ekonomi’ kelimesinin lâfzen “tedbir-i menzil-ev idaresi” anlamına gelmesi de bunu gösterir. Ev, bir ailenin geçim=yaşam alanı iken medine bir cemaatin, dünya ise insanlığın evidir; aralarında var olan, sadece bir çap farklılığıdır. Keza Arapça’da mescid veya cami denen mabet ise “beytullâh=Allah’ın evi” olarak adlandırılır. Bu ilahî ve beşerî ev türlerinin paylaştığı ortak vasıf mahremiyettir. Sünnete göre cami, ev veya şehre sağ ayakla girilip sol ayakla çıkılması, paylaşılan bu ortak mahremiyeti gösterir. Batılı modernleşme sürecinde kapitalizmin ve pazar ekonomisinin gelişmesine paralel olarak ev, geçim ekonomisinin temel birimi olmaktan çıkarak yerini pazara bırakmıştır. Bu süreçte ortaya çıkan “ev/pazar” ayrışması, Tanrı’ya bağlı kutsal’ın kaybıyla ortaya çıkan “mukaddes/profan” ile “özel/kamusal” ayrışmasının mekânsal karşılığı olarak görülebilirdi. Bu sürecin başlarında pazar, özel, mahrem haneden ayrı kamusal, profan bir geçim alanı olarak ortaya çıkmıştı. Newton-sonrasında Batılı dünya ve din görüşünün değişmesi sürecinde kapitalizmde tecessüm eden “din olarak ekonomi” anlayışının hâkimiyetiyle bu pazarda kutsanmıştır. Çağımızda Pierre Bourdieu’nun keşfettiği gibi kapitalistik pazaryeri, ev ve mabet gibi kutsanarak “kurtuluş emtiası”nın pazarlandığı mekânlar haline getirilmiştir (Rey 2004, Giggie 2002). Burada geçen “kurtuluş emtiası” ifadesi, Smith sonrasında modern kapitalistik dünya görüşünün inkişafı sürecinde tarafları, tarzı ve zemini kadar ontik alışverişin konusu ve doğasının da kritik bir değişimden geçtiğine işaret eder. Smith tarafından âlem bizzat bir büyük pazar olarak kurgulanınca kâinattaki her şey, kutsal, mahrem vasfını kaybederek pazarda alınıp-satılabilecek bir metâ’ haline gelecektir; Tanrı, insan, din, ruh, beden, bayrak vs. hiçbir şey artık bu metalaşmanın, şeyleşmenin dışında kalamayacaktır. Bu metalaşmanın en somut göstergesi, kapitalizm ile birlikte ‘değer’ kavramının ortaya çıkmasıdır. Batı’da Hume’un yaptığı dinî şüpheciliğin ürünü “olgu/değer” ayırımı, modern “metafiziksel/fiziksel” ayırımına, bu da “ontoloji/epistemoloji” yanında “etik/estetik” olarak diğer bir disipliner bölünmeye de vücut verecekti. Alman filozof Alexander G. Baumgarten (1714-1762) sayesinde güzelliğin etikten estetik bir terime indirgenmesinin, Adam Smith (1723-1790) sayesinde yararlığın ana değer haline gelişine denk gelmesi tesadüf değildi (Mossetto 1993). Her şeyin pazar meta’ı haline geldiği, her şeye satış için bir değer=fiyat biçildiği kapitalizmin doğuşuyla bir taraftan ahlak alanında ‘huy’ kavramının yerini ‘değer’ kavramı almış, diğer taraftan değer çoğullaşmıştır. Günümüzde yaygın olarak kullanılan “ahlakî değerler” tabiri, bir galat-ı meşhur olarak görülebilir; zira geleneksel dünya görüşüne göre bir ana değerden söz edilebilir: güzellik. Platonik “şiirsel adalet” deyiminin de anlattığı gibi, adalet gibi diğer temel değerler, güzelliğin türevidir. Platon’da olduğu gibi geleneksel dünyada estetik kavramlarla “güzellik/çirkinlik” olarak ifade edilen bu değerler, büyüsünü kaybeden modern dünyada etik “iyilik/ kötülük” kavramlarıyla ifade edilir hale gelmiştir (Gencer 2008b). 19’uncu asırda Sanayi Devrimi’nin gerçekleşmesiyle modern kent, geleneksel şehrin yerini almıştır. Spiro Kostof (1999)’un çığır açıcı çalışması, “planlanmış/planlanmamış şehir” ayrımı efsanesini yıkmıştır. Geleneksel şehir, modern kentte olduğu gibi düz bir mühendisliğin değil, Turgut Cansever (2010: 91, 100-02)’in dediği gibi bir ön iradenin ürünüdür. Şe114
Şehir, İnsan ve Toplum
19’uncu asırda Sanayi Devrimi’nin gerçekleşmesiyle modern kent, geleneksel şehrin yerini almıştır. Spiro Kostof’un (1999) çığır açıcı çalışması, “planlanmış/ planlanmamış şehir” ayrımı efsanesini yıkmıştır. Geleneksel şehir, modern kentte olduğu gibi düz bir mühendisliğin değil, Turgut Cansever (2010: 91, 100-02)’in dediği gibi bir ön iradenin ürünüdür.
115
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
hir, sürekli gelişen sosyo-ekonomik hayata ve gelişen kültürel hayatın yeni taleplerine göre yeniden inşa edilen bir organizma olarak yaşar. İnsanın kemale doğru gelişme potansiyelinin tecellisini geleneksel şehirlerde de görmek mümkündür. Her ikisi de genel anlamda bir plana dayansalar da bir organizma olarak şehrin bir tarihi ve ruhu varken mekanizma olarak kentin yoktur. Kent, Sanayi Devrimi’nden sonra modern dünya görüşünün mekanistik, hendese mantığına göre yapay olarak cadde, bulvar, meydanlardan, apartman ve sitelerden oluşturulmuş bir mekândır. Sokakların adlandırılması tarzı, aralarındaki farka basit bir örnek olarak verilebilir. Örneğin İstanbul gibi köklü şehirlerde sokaklar “Müezzin Bilal, Feyzullah Efendi, Kuşkonmaz” gibi isimler alırken Batılı kentlerde “70. 80. sokak” gibi ruhsuz bir şekilde numaralandırılır. İstanbul örneğinde görüldüğü gibi bir karşılaşma durumunda ise giderek azmanlaşan kent, tarihi ve ruhuyla yaşayan şehri yutmaya yönelir, geriye özellikle İstanbul’un Avrupa yakasında Beylikdüzü tarafında görüldüğü gibi bir betonlar yığınının silueti kalır.Daha yakından bakıldığında kentin modernliğin dört hayaletinden (devlet, ulus, toplum, pazar) biri olan toplumun yaşadığı alana delalet ettiği görülür. Can ve iradeye, özneliğe yer bırakmayan mekanistik evren görüşünün doğuşuyla örgütlü insan topluluğu olarak medine=polis, dört soyut, nominal varlığa parçalandı: devlet, ulus, toplum ve pazar. Bunlar, kapitalist ulus-devletinin tikel şehirleri aşan genel, soyut birimlerini oluşturuyordu. Adam Smith, tüm âlemi bir büyük pazar, ekonomiyi de pozitif bir ‘pazar-bilimi’ olarak tasarlamıştı. Ancak 19’uncu asırda gerçekleşen Sanayi Devrimi, Batılı insanın hayat tarzını kökten değiştirerek pazar-bilimi olarak ekonominin açıklayamayacağı kadar karmaşık bir toplum ortaya çıkardı. 19’uncu asır Sanayi Devrimi’nin ortaya çıkardığı modern kent, sadece fiziksel bir mekân, coğrafî bir birim olarak modern mimarî ve mühendisliğin ilgi konusu haline geldi. Üzerinde yaşayan toplumu açıklama ihtiyacından ise sosyoloji denen “toplum-bilimi” doğdu. Böylece beşerî dünyayı tanımlamanın ana disiplini olarak Aristo’nun formüle ettiği politika (fenn-i medine)’ya karşılık olarak kent-bilimi anlamında sosyoloji doğdu. Bu bakımdan sosyoloji ile birlikte psikoloji ve psikiyatri, modern endüstriyel kentte yaşayan bunalım toplumunun, insanının bilimleri olarak doğmuşlardır. Bugün psikiyatride 33’e kadar çıkarılan fobi türlerini içeren yüzlerce hastalık kategorisi tanımlanıyor: Agorafobi (meydan, açık alan korkusu), klostrofobi (kapalı yer korkusu), akrofobi (yükseklik korkusu), nikotofobi (karanlık korkusu), antrofobi (insan korkusu) ki bunlar panfobi veya omnifobi’ye (her şey korkusu) kadar varabiliyor. Dikkat edileceği gibi bu fobiler, temelde insan fıtratına aykırı çarpık kentleşme, binalaşma tarzından kaynaklanmaktadır. George Simmel, yüzyılın başlarında bu konudaki endişesini şöyle ifade etmişti: “Kentler, sınırları belirsiz genişlikte ve kaygı üretici ‘açık alanlar” üretiyor. Kalabalıklar ve geniş mekânlar, kırdaki yoğunlaşmış dar mekânların teması kolaylaştıran hayatıyla derin bir çelişki oluşturuyor. Kırın yoğunlaşmış ilişki biçimleri, kentlerde, kişiye herkese karşı derin kayıtsızlık imkânı veren ilişkilere dönüşüyor. Metropol kalabalığıyla kıyaslandığında insanın kendini böylesine yalnız, böylesine kaybolmuş hissettiği başka bir yer yok” (Aktaran, Bergen 2011, tafsilat, Dennis 2008).
AŞKINLIKTAN YÜCELİĞE KENT Bu, modernizmin arızasının kentte tecessümünü belirtiyor, modern dünya görüşündeki illeti gösteriyordu. Bu yüzden modern kentin krizi, ancak modern dünya görüşündeki illete 116
Şehir, İnsan ve Toplum
nüfuzla anlaşılabilir. Modernizm, ahir zamanda Mesîh’in kuracağı yeryüzünü cennetini ifade eden “yeni dünya düzenini devrimle öne çekme, sekülerizm sayesinde acilen şimdi ve burada kurma projesi” olarak tanımlanabilir. Modernizmin aracı olan sekülerizm ise zamanla “cârî dünyada cennet arayışı”na dönüşmüştür. Modernizm ve aracı sekülerizmin yakalandığı krizin temelinde içkinlik mefhumuna kayış yatmaktadır. Bu süreçte Batı’da ikisi de Gazâlî’ye benzetilen Saint Augustine (354-430) ile Meister Eckhart (1260-1327) anahtar rol oynayan figürler olarak alınabilir. Saint Augustine’in Donatistlere tepkisi, daha sonra sekülerizme dönüşecek bir başka tepkiye yol açmıştır. Donatistlere göre kilise ile dünya bağdaşmaz iki kutbu temsil ediyordu; profan dünyaya karşı bir Hıristiyan’ın yapacağı yegâne şey, onun bulaşmadığı kutsal kilise’ye çekilmekti. Augustine, kilise ile dünya arasındaki bu uzaysal ayırımı, onunla aynı zamanda mevcut ile gelecek kilise arasında bir ayırım yaptığı ‘şimdi’ ile ‘gelecek’ arasında eskatolojik bir ayırıma çevirdi. Onun meşhur “iki şehir” ayırımında Tanrı Şehri, kilise ile özdeşleştirilen gelecek şehri, İnsan Şehri ise mevcut malûl şehri belirtiyordu. Ona göre kilisenin bu düşkün günahkâr insanların bayağı dünyasından herhangi bir şeye bulaşmadan kalması ve herhangi bir beşerî toplumun tarihî deneyiminde gelecek semavî şehrin barışını yakalaması mümkün değildi. Bu şekilde hakikî dünyevî şehre ulaşmayı imkân alanından çıkarmakla Augustine, gerçekte kılık değiştirmiş binyılcılık veya tersinden eskatoloji olarak sekülerizme giden yolu açmıştı. Onun “orada ve gelecekte”ye yaptığı eskatolojik, zamansal vurguya tepki olarak Avrupa insanının bir uçtan bir uca sürüklenmesi mukadderdi. “Orada ve gelecekte”ye tepki olarak yapılan ve sekülerizmin düsturu haline gelen “burada ve şimdi”ye vurgu, zamanla orijinal anlamında “burada ve şimdi” ile “orada ve gelecekte”nin sıkıca birbirine bağlandığı beşerî deneyimin karakteristiği olarak sekülerliğin yerini aldı. Bu teolojik ve seküleristik eskatolojiler görünüşte ayrışsalar da hakikatte aynı kaderi paylaştılar: evsizlik ve güvensizlikle sonuçlanması mukadder bir aşırı-zamansal bilince sürüklenme. Batılı insan ise teodisi krizinin etkisiyle zamanla mâsiva denen Allah dışındaki nefsini ve eşyayı aşma anlamına gelen aşkınlığın nihaî adresi Allah’ı tanıma imkânını kaybettiği için aşkınlık (transcendence) yerine yücelik (sublimity) anlayışına kaydı. Modernizmi, basitçe içkinlik uğruna aşkınlığın nefyi projesi olarak görmek yanıltıcı olacaktır. Modernizm, teodisi probleminin etkisiyle Batılı insanın tedricen Tanrı’ya yabancılaşması sonucu aşkınlığın yücelik olarak yeniden kavramsallaştırılması veya yüceliğin aşkınlığın yerine ikamesi olarak görülebilirdi. 19’uncu asırda büyük Batılı mistik Meister Eckhart’ın “zât-ı ilâhî” (Godhead) kavramı, Tanrı’yı tanıma umudunu, 19’uncu asırda Matthew Arnold’un “kudretTanrı” kavramı ise umutsuzluğunu dile getiriyordu. John Milbank’ın (2004: 211) isabetle belirttiği gibi yüceliğin özünde, tedricen basamaklarını çıkacağımız bir ontik merdivenin zirvesine ilişkin eski tasavvurun zıddına biz fanî varlıkların eşiğinde gezinip duracağımız mutlak olarak bilinmez boşluk şeklindeki yeni bir aşkın anlayışı yatar. Bu büyük zihnî değişim, Kant, Goethe ve Hegel gibi Alman romantiklerinde bariz olarak görüldüğü üzere içkinlikte temellendirilen yüce’nin aşkın güzel’den koparılmasıyla başlar. Özellikle Hegel’de görüldüğü gibi beklenen, ‘yüce’ denen mutlak bilinmez boşlukta ruhun kendini gerçekleştirme, özgürleşme imkânını bulacağı idi. Psikanalizde Freud tarafından tasavvur edildiği şekliyle yüceltme, insanda meknuz libido denen cinsel enerjinin yüceltilen amaç ve nesnelere kanalize edilmesi şeklinde kendini gösteren bir savunma mekanizması 117
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
olarak tanımlanabilir. Kapitalizme vücut veren riyazî veya perhizci ethos da bu yüceltme, beni aşma ve bastırma mekanizmasına dayanır. Sekülerizm, her ne kadar “burada ve şimdi”ye vurgu yapsa da tersinden bir eskatoloji olarak bunu devrimcilikle tarihi hızlandırma yoluyla yaptığı için zamansal bilincin mekânsal bilinci bastırmasına yol açtı. Sonsuzluk ve yücelik anlayışının hâkimiyetiyle gerek Augustine’in, gerekse de sekülerizmin öngördüğü “orada veya burada” temellenen mekânsal bilinç daha da aşınmış, Avrupa insanı “gelecek ile şimdi” arasında zamansal bilincin ezici stresi altında yaşamaya, adeta bir boşlukta yüzmeye mahkûm hale gelmiştir. Bu durum, İslâm’da tasavvufta “hal ve makam” kavramlarıyla anlatılan seyr ü sülûk denen Allah’a yolculuk süreciyle karşılaştırıldığında daha iyi anlaşılır. Allah’a yolculuk sürecinde sâlikte yerleşerek süreklilik kazanan güzel haller, makamlara dönüşür. Batılı insan ise lâfzen “durma yeri” anlamına gelen makamlar zincirinin nihayetinde yer alan Allah’ı tanıma imkânını baştan kaybettiği için makama varamayan, ucu açık, sonsuz bir tahavvül (halden hale girme) sürecinde yaşamaya mahkûm hale gelmiştir. Batılı modernleşme sürecinin hep civilization, westernization, globalization (medenileşme, batılılaşma, küreselleşme) gibi süreç terimleriyle anlatılmasında yatan espri budur. Mekân boyutunun kaybından dolayı bu yolculuk sürecini zaman boyutuyla ölçmek zorunda kalması Batılı insanı daha büyük bir strese sokmaktadır. Marshall Berman’ın kente ilişkin modernlik tasvirinde bu durumu açıkça görmek mümkündür. Berman, modernliği “katı olan her şeyin buharlaştığı” durum olarak tanımlar ve insanın sahip olduğu, bildiği, olduğu her şeyi aşındıran modern hayatın istikrarsızlığını kentte temellendirir. Ona göre zaman deneyimi, modern zaman bastırdıkça durumlar olarak görülemeyecek, hissedilemeyecek ve yorumlanamayacak heterojen ve oldukça kısaömürlü durumların hızlandırılmış değişiminin deneyimidir. Bu bakımdan kent, modernliğe rengini veren güven ve huzur hissinin sancılı kaybı duygusunun ilk tadıldığı yer olmuştur (Emden 2006: 131). İnsanın modern kentte duyduğu evsizlik, istikrarsızlık hissi, bir olgu olarak 1758 yılında yazan Rousseau’nun eserinde dile getirilmiştir. Kapitalizmin zirveye çıktığı 19’uncu asırda Avrupa toplumunun realitesini tamamıyla değiştiren Sanayi Devrimi gerçekleşmiş ve böylece Batılı dünya görüşündeki tedricî değişme sonucu spontane bir olgu olarak başlayan kentleşme, sosyoloji yardımıyla planlama veya mühendislik kavramlarıyla anlatılan bir proje olarak ele alınmış, böylece 19’uncu asırda sekülerizm dahil birçok -izm’in icadından da anlaşılacağı gibi modern kent, modern, seküler hayatın tahkim edildiği, Weber’in deyimiyle “demir kafes” olarak asıl şeklini almıştır. Bu bakımdan gerek Batı’da gerek Doğu’da modernleştirme ve sekülerleştirme, kentselleştirme sayesinde gerçekleşmiştir.
KENTSEL MÜHENDİSLİK SAYESİNDE SEKÜLERLEŞTİRME Kentselleşme ile sekülerleşme arasındaki ilişkiyi analiz için, rastgele kullandığımız “kentselleşme, sekülerleşme, modernleşme” gibi terimlerin “bir olgu ve bir proje” olarak iki anlamı arasında farka dikkat etmek gerekir. Türkçe’de durumu belirten “-lik” (sekülerlik, modernlik) veya süreci belirten “-leşme” (sekülerleşme, modernleşme) kalıpları, bu kavramların olgusal boyutunu ifade için kullanılır. “Sekülerizm, modernizm” örneklerinde olduğu gibi Türkçe’deki “-izm (-cılık)” kalıbıyla kullanıldığında ise bu kavramlar, bir projeyi ifade eder. Asıl gözden kaçırılan ise bir proje olarak süreci belirten “-leştirme” kalıbıdır ki “mo118
Şehir, İnsan ve Toplum
dernization/modernizing” ayırımında görüldüğü gibi bu, İngilizce’de “-izing” kalıbıyla anlatılmaktadır. Ancak burada ince nokta şudur ki Batı’da da civilization (medenileşme)’dan itibaren kullanılan secularization, modernization, globalization gibi bir olgu olarak süreci belirten kavramların hepsinin, “-izing= leştirme” kalıbıyla ifade edilmeseler de haddizatında gizli bir -teolojik- projeyi ifade ettiği, deskriptif değil, aslında normatif bir muhteva taşıdığıdır. Bu bakımdan Batı’da olduğu gibi Türkiye’de de sekülerleşme ve modernleşmeye götüren kentselleşme (urbanization) sanıldığı gibi bir olgudan ziyade ‘kentselleştirme’ (urbanizing) şeklinde bir projedir. Burada içsel ve dışsal karar mercileri bakımından proje kavramının da iki semantik seviyesi ayırt edilebilir. İç-kaynaklı bir sosyal değişmeyi yönetmek için kullanılan birinci ve nötr anlamında proje, çeşitli karmaşık faktörlerin etkileşimiyle zaten başlamış olan bir değişme sürecinin çığırından çıkarak yıkıcı sonuçlar doğurmasını önlemek, bu sürece bir istikamet vererek yeni bir düzene geçmek için benimsenen bir siyasa demektir. İkinci, negatif anlamında proje ise bir toplumun yapısını tedricen değiştirmek için dış güçlerce dayatılan bir mühendislik türüne delalet eder. Manevî anlamda mühendislik kavramı, aydınlanmacı mekanistik dünya görüşünce tarih, toplum, dil, şehir gibi organizmalara da uygulanan, adeta tanrısal bir sosyal kontrol özleminin ürünü mekanistik bir değişme programını ifade eder. Pozitivizm ile pekişen bu anlayışa bağlı olarak “tarih, siyaset, kültür, dil mühendisliği” gibi çeşitli moral mühendislik türleri ortaya çıkmıştır. Bunların bir türü veya toplamı olarak düşünülebilecek toplum mühendisliğinin merkezinde ise kent kavramı yer almaktadır. Doğdukları 19’uncu asra atıfla toplum ile kent kavramları arasındaki ince ilişkiye zaten dikkat çekmiştik. Burada önemli olan, toplum ile kent mühendisliği arasındaki kritik ilişkiyi, diğer bir deyişle beşerî mühendislikte mekân/kent planlamasının taşıdığı yerin önemini kavramaktır. İnsanın hayat ve düşünce/inanç tarzı, mekânı kullanma tarzı tarafından belirlendiği için beşerî realitenin değiştirilmesi projelerinde mekân planlaması hayatî bir önem taşır. Bu konuda Amerikalı mimar Richard Neutra’nın şu iddiası çarpıcıdır: “Öyle bir ev planlarım ki mutlu bir karı-kocayı altı ay içinde boşandırabilirim.” Bu tez, Türkiye’de uygulanan toplum mühendisliğinin mantığını anlamak için bize önemli bir ipucu verir. Geleneksel emperyal sistemlere özgü elit politikasının öngördüğü sıkı toplumsal kontrol anlayışı, Osmanlı’dan Türkiye’ye pek değişmeden intikal etmiştir. Burada önemli olan mesele, toplumu kontrolün tarzı ve araçlarıdır ki bu da bizzat toplum kavramının muhtevasına eğilmeyi gerektirir. Toplum, modern dünyada ülke denen polis=şehrin yerini alan, modernliğin ürettiği saymaca bir kolektivitedir. Bu bakımdan modern toplumu değiştirme projeleri, somut olarak ülkenin üstyapısal/anayasal ve altyapısal/mekânsal boyutlarına yönelir. Yani yakından bakıldığında elitistik sosyal kontrol anlayışından kaynaklanan toplumsal mühendisliğin iki boyut taşıdığı görülür. Birincisi, anayasal, ikincisi kentsel. Bunun en somut Osmanlı Devleti’nde Tanzimat devrindeki radikal reform sürecinde hayata geçirildiği görülür. Islahat Fermanı’nın püf noktası, modern vatandaşlık kavramıyla müslim ile gayrimüslim tebaa arasındaki geleneksel hiyerarşiyi gidererek tam bir eşitlik getirmesidir. Klasik dönemde müslim ile gayrimüslim tebaa arasında formel bir eşitlik olsa da fiilî bir hiyerarşi vardı ve şehirdeki oturum tarzı da buna uygundu. Dolayısıyla öngörülen bu anayasal eşitlik, ancak kentsel bir mühendislikle somutlaştırılabilirdi. İşte Islahat Fermanı’nın açıklanmayan, gizli bazı maddelerinin yerleşik sosyal ilişkiler dokusunu değiştirmek üzere İstanbul’da apartman türü yeni binaların inşasını öngördüğü rivayet edilir. 119
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
Gerçekten de 1864 ile 1875 arasında yapılan apartmanlarla (Çelik 1993: 135) geleneksel sosyal yapı hızla değişmeye başladı, şu alıntıda özetlendiği gibi: “Tanzimat’tan sonra kent yaşamı eski kalıplarını kırarak bütünsel ve modern bir kente doğru açıldı. Bu elbette bir anda ve kolayca yaşanmadı. Sonuçta Müslümanlar Pera’ya geçtiler, Hıristiyan mahallelerine Müslümanlar karıştı, Yahudi mahallesine Hıristiyanlar. Diğerleri ise kentin her yerine dağıldı. Böylece birlikte ama ayrı ayrı yaşamlardan birlikte ve yanyana yaşamlara geçildi. Kuşkusuz daha önce de Müslüman mahallesinde Hıristiyanlar vardı. Hatta Eyüp gibi Müslümanlığın soluk alıp verdiği bir semtte bile Bulgarlara, Ermenilere rastlamak mümkündü. Ancak bu kez durum farklıydı. Aralarında dinsel ayırım yapılmayan kentliler ortaya çıkıyordu. Bunun sonucu Müslüman Hıristiyanla kapı komşusu oldu. Apartmanlar çıkınca aynı binayı paylaştılar. Okullarda, işyerlerinde beraber çalıştılar. Müslüman, Hıristiyan ve Musevi ibadethaneleri, Ortaköy’de, Kuzguncuk’ta olduğu gibi yanyana yer aldılar. Müslüman, Hıristiyan, Musevi birbirinin bayramını kutladı, acısına sevincine ortak oldu. Siyasî ve ekonomik bakımdan çok sıkıntılı ve gerilimli geçen sürece rağmen kent yaşamı renkli ve canlı, insanların arasındaki ilişkiler çok yönlüydü (Rotary 1996: 113)”. Tabiatıyla bu proje, sadece din-temelli sosyal ilişkiler örüntüsünü değil, bir bütün olarak sosyal-kültürel dokuyu değiştirmeye yönelikti. Geleneksel konak hayatından apartman hayatına geçiş, genişten çekirdeğe doğru aile yapılarını, otorite anlayışını, kısaca bütün kültür kalıplarını tedricen değiştirecekti: “Osmanlı atası eski düzenin merkezî özelliklerini temsil ediyordu: hiyerarşi, sebat ve mutlak otorite. Yeni adam ise bu değerlerin yıkıldığı, eşler arasındaki duygusal mesafenin yerini sevgi ve arkadaşlığa bıraktığı, erkek ve kadınların duygusal bakımdan çocuklarıyla ilgili ve onlara yakın olduğu, evli çiftlerin büyüklerinden bir parça özerk kalabildiği bir aile ortamına özlem duymaktaydı. Osmanlı zâdegânı, yani konağın aile reisi, modernlik özlemini tekil aileyi, apartman yaşamını ve Batılı eğlence biçimlerini tercih ederek ifade eden daha genç bir kuşağın tehdidiyle karşı karşıyaydı. Bununla birlikte Osmanlı ataerkilliğinin sona erişi, kuşkusuz derin bir kararsızlığı, hatta bir özlemi su yüzüne çıkarmıştır. Jale Parla, Tanzimat dönemi romanı hakkındaki vukuflu kitabında, ilk Osmanlı romancılarının bu özlemi “babasız ev” mecazıyla ifade ettiklerini belirtir; bu mecazda romancının kendisi yolunu şaşırmış topluma bir “baba rehber” rolünü üstlenmiştir. Batılılaşmış, üst sınıf erkek betimlemeleri övücü olmaktan gerçekten de uzaktı: Tanzimat döneminin “züppe”si kadınsı ve özenti bir tipti. Bu tip, güvenilir ve ağırbaşlı Osmanlı erkeklik anlayışından bir kopuşun yanı sıra, gösterişten kaçınan ve varlıklıların yoksullara yardım etmesini buyuran cemaatçi Osmanlı muhafazakârlığına yönelik bir tehdidi de temsil etmekteydi (Bozdoğan 1997: 121)”.
EDEPTEN MEDENİYETE Yukarıda daha çok Batı örneğinde medineden kente geçiş olarak modernleşme sürecine baktık. Şimdi Türkiye örneğinde kentte oturma tarzının hayat, duyuş ve düşünüş tarzını nasıl etkilediğine daha yakından bakmaya sıra geldi. Bu değişimi anlatmak için kullandığımız “edepten medeniyete” başlığını okuyanlar, tabiatıyla bununla ne kast ettiğimizi merak edeceklerdir. Edep, ahlakî bir topluluğun sağlıklı hayat mekânı olarak medineye ait bir vasfa delalet eder. İngilizce’de civility denen, bir şehirde yaşama âdâbını ifade eden medeniyet veya şehirlilik kavramı ise bunun özel adıdır. Ancak bugün Türkiye’de medeniyet, Batılı civility değil, civilization kavramına karşılık olarak kullanılmaktadır. Bizim çalışmalarımız120
Şehir, İnsan ve Toplum
1864 ile 1875 arasında yapılan apartmanlarla (Çelik 1993: 135) geleneksel sosyal yapı hızla değişmeye başladı, şu alıntıda özetlendiği gibi: “Tanzimat’tan sonra kent yaşamı eski kalıplarını kırarak bütünsel ve modern bir kente doğru açıldı. Bu elbette bir anda ve kolayca yaşanmadı...”
121
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
da gösterdiğimiz gibi (Gencer 2008a; 2009b) civilization, Batı’da dinin, Hıristiyanlığın dönüştürüldüğü seküler bir kavramdır. Kendi dinini civilization’a dönüştüren Batı, 19’uncu asırda oryantalizm sayesinde bunu Arap ve İslâm’a izafe ederek kültürel etkileşim yoluyla İslâm dünyasına geçirmiştir. Batı’da karanlıkla nitelendirilen orta çağlara denk gelen Abbasiler döneminde Müslümanların bilim, felsefe, sanat ve teknik alanlarında kaydettiği tarihî başarının vurgulanmasıyla bu deskriptif medeniyet kavramından İslâm dünyası için normatif bir medeniyet kavramı çıkarma çabaları 20’nci yüzyılda hız kazandı. İslâm’a izafeten medeniyetin özselleştirilmesi girişimleri, bir din olarak İslâm’ın algılanmasında yozlaşmaya yol açacaktı. Romantik bir yaklaşımla İslâm gibi bir dine izafe edilerek zaman ve mekân bakımından makro, normatif bir sistem olarak kurgulanan bir medeniyet, kastedilsin kastedilmesin, din gibi algılanmaya başlayacaktı. Böylece sonunda Batı’da olduğu gibi İslâm dünyasında da din ile medeniyet birbirine karıştırılır, Endonezya örneğinde görüldüğü gibi, İslâm’ın din mi, medeniyet mi olduğu tartışılır oldu (Steenbrink 2004). Bugün için İslâm medeniyeti, ya geçmişte Bağdat veya Kurtuba’da veya gelecekte yaşayan, fiilî hayatla bir bağı olmayan bir ütopya haline gelmiştir. Modern çağda müzeler, yeni bir dünya kurmaya yönelik modernizm tarafından eski dünyayı ötekileştirmeye yarayan kurumlar olarak doğmuşlardır. Bu anlamda Gülhane Parkı’ndaki İstanbul İslâm Bilim ve Teknoloji Müzesi’nde olduğu gibi İslâm medeniyeti, müzelerde sergilenen, özlenen bir şey olmuştur. İslâm medeniyeti ütopyası peşindeki Müslümanlar bu arada realitede lâfzî anlamıyla medeniyetin özünü oluşturan edep ve sünnetten neredeyse tamamıyla uzak, seküler, yoz bir hayatın kucağına düşmüşlerdir. Daha vahimi insanlar, İslâm medeniyetine ilişkin ütopya ile realite arasındaki bu keskin, şizofrenik karşıtlık duygusunu kanıksanır hale gelmişlerdir. Edep ve sünnetin anlamını belirttikten sonra ülkemizdeki modern kent hayatında bunun nasıl kaybedildiğinin örneklerine bakmak yerinde olacaktır.
MODERN KENTTE SÜNNETİN KAYBI Bu dünyaya bakan yüzüyle din kavramı, “şeriat, ibadet, âdet” olarak üç temel anlama sahiptir. Kabaca şeriat, dinin teorisi, ibadet ve âdet ise pratiği sayılabilir. Mutlak olarak dinin yaşanmasına, şeriatın ibadet ve âdet bakımından uygulanmasına ise ‘tedeyyün=dindarlık’ denir. “Mutlak olarak” kaydı, tedeyyünün yeryüzündeki her türlü inanış, tapınış ve yaşayışı kapsadığına delalet eder. Ancak özellikle semavî dinlerde beşerî kurtuluş, dinin bir tarza göre yaşanmasını gerektirir. Dini tebliğ eden Hz. Peygamber tarafından gösterilen bu tarza “sahici gelenek” anlamında sünnet=edeb denir. Edeb, bu güzel yaşayış tarzının isimsiz, sünnet ise nebevî, isimli türüdür. İnsanın 24 saatlik tüm hayatını kapsayan ibadet ve âdet boyutunda dinin insanın fıtratına uygun (hijyenik-estetik) şekilde yaşanması tarzı sünnet, bunun zıddı ise bid’at=modernlik adını alır. Dinin insan deneyimine ilişkin iki temel boyutu ibadet ve âdete göre sünnet de iki kısma ayrılır. Birincisi, Hanefi fukahasına göre İslam’ın şiarı sayılan bayram namazı, cemaatle namaz, ezan ve kâmet gibi ibadetlere taalluk eden, dolayısıyla uyulması hidayet, terki dalalete vesile olan, sünnet-i müekkede de denen “sünnet-i hüdâ”dır. İkincisi, adetlere ilişkin olarak uyulması güzel, terki mübah olan, sünnet-i gayr-i müekkede de denen “sünnet-i zevâid”dir. Burada sünnet-i hüdâ, sünnetin hükmî-normatif, sünnet-i zevâid ise hüsnî-estetik boyutu olarak düşünülebilir. 122
Şehir, İnsan ve Toplum
Ancak bunun son tahlilde formel bir ayırım olduğu unutulmamalıdır. İnsanın 24 saatlik tüm hayatını kapsayan ibadet ve âdetin din sayıldığı göz önüne alındığında, sünnetin hüdâ ile zevâid kısımları arasında daha az/çok önemli şeklinde bir ayırım yapmanın anlamsızlığı, mükemmel bir yaşayışa kavuşmak için her ikisine de titizlikle riayetin hayatî önem taşıdığı anlaşılır. Ülkemizde bu duyarlık, Konya’nın manevî mimarlarından Veyiszade Mustafa Kurucu (1889-1960) gibi son devir âlimlerine kadar korunmuştu. Çorap veya ayakkabı giyme gibi çift organlarla yapılan işlerde sağla başlama sünnetinin önemini hatırlatan Mustafa Efendi, şu hadis-i şerife atfen hiç bir sünnetin küçük görülmemesi uyarısında bulunuyordu: “Din kardeşini güler yüzle karşılamaktan ibaret bile olsa hiç bir iyiliği küçümseme” (Uz 2009: 75). Kaldı ki sünnetin hükmî boyutu olarak sünnet-i hüdânın zaten şeriatın beşerî realiteye tercümesi anlamına gelen fıkhın belkemiğini oluşturduğu, pozitif hukuk olarak fıkha dönüştüğü göz önüne alındığında sünnet-i zevâidin asıl sünnet olarak geriye kaldığı görülür. Nitekim tarih boyunca neyin sünnet=gelenek, neyin bid’at=modernlik olduğuyla ilgili tartışmalar da zaten daha çok sünnetin bu hüsnî boyutu etrafında cereyan etmiştir. Özellikle modernleşmenin hızlandığı dönemlerde bu tür sorgulamanın arttığı görülür. Önemli olan, buna mahal bırakmayacak şekilde sünneti göstererek cemaatin ahlakî eğitimini sağlayan kurumların sürekliliğidir. Sünnet veya edeb denen bu ahlak eğitimini çocuk ailesinden, ailenin reisi baba ise tarikatların mekânı tekkeden alır. Şu halde sünnet sayesinde topluluğun ahlakî eğitimini sağlayan ana kurum tarikatlardı; Arapça “et-turuku küllühâ âdâbün” (tarikatların hepsi edeblerdir) sözünün de anlattığı gibi. Yani günümüzde zannedildiği gibi tekkeler, “manen uçma mekânı” değildir. Tekkelerin zikir kadar önemli ikinci ana işlevi olan sohbet, bu sünneti öğretmenin, ahlakî eğitimin aracıdır. Bu itibarla tekkelerden mahrum kalan bir toplum, ana ahlakî eğitim kanalını da kaybetmiş demektir. Mehmet Altan (2010)’ın Türkiye’de kent dindarlığına bağlı olarak kültürün kaybını Cumhuriyet inkılâplarıyla tekke ve zaviyelerin kapatılmasına bağlaması, bu itibarla malumu ilam kabilinden bir tespittir. Objektif olarak bakıldığında bunun bir sebep mi sonuç mu olduğu da sorulabilir. Osmanlı’nın son döneminde her cephede yaşanan çözülmenin etkisiyle tekkeler zaten iyice yozlaşarak fiilen kapanma noktasına gelmişti; bir anlamda inkılâpçılar sadece bu sürece bir nokta koymuştu. İnkılâpçı kadro, bunların kapatılmasıyla toplumun düşeceği vahim boşluğu kestirdiği için telafi yollarını da düşündü. Halkevleri, tekkelerin popüler ahlakî eğitim işlevini telafi etme, onların boşluğunu doldurma beklentisiyle devreye sokulduysa da tutmadı. Zira tekkeler, loca, cemevi veya halkevi şeklinde adlar alan toplanma, sohbet mekânlarından ibaret değildi. Bunlar, dinin maddî ve manevî seferlerini birbirine bağlayan tarikat denen köklü geleneklere dayanıyorlardı. Tekkeler kapatılsa da hem toplumun temel köylü ve şehirli karakterini nispeten koruması, hem de Osmanlı bakiyesi âlim ve şeyhlerin 1970’li yıllara kadar yaşamaları sayesinde sünnete bağlı İslâmî yaşayış az-çok sürdürüldü. 27 Mayıs darbesinin yapıldığı 1960, aynı zamanda Türkiye’de modernleşme sürecinin de miladı sayılabilirdi. Modernleşme sürecinin, diğer süreçleri de etkileyen asıl dinamiği sanayileşmedir. 1960’lı yıllarda başlayan sanayileşme ile kırdan kente göç hızlanmış ve kırsal yapının çözülmesine paralel olarak hızlanan kentleşme gibi toplumsal gelişmeler, Türkiye’nin toplumsal gelişim dinamiğini derinden etkilemiştir. 1960’lı yıllardaki bu modernleşme süreci, sanayileşme ve kentselleşme sü123
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
reçlerine eşlik eden radyo ve televizyon gibi iletişim araçlarının gelişimiyle katmerlenmiştir. İlginçtir ki bir bakıma bu sürecin yan etkisi olarak hem maddî, çevresel, hem manevî ahlakî kirlenme alametleri birlikte belirmiştir. Türkiye’de hava kirliliği ile ilgili problemler, somut olarak 1960’lı yıllarda başlamıştır. Ve modernleşmenin etkisiyle toplumda bid’atlerin belirdiği, sünnetten uzaklaşmanın başladığı eleştirisine dayalı ilk çalışmalar, bu süreçte çıkmıştır. Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm, “Her kim bir kavme benzerse ondandır” hadisiyle bid’at denen modernleşmenin temel ölçütünü vermişti (‘Aclûnî 2006: IX/6). Türkiye’de Müslümanların ilk modernleşme sürecine girdiği 1970’li yıllarda Mustafa Uysal (İslam’a Sokulan Bid’at ve Hurafeler) ile Ali Rıza Demircan (İslam’da Batıla Benzemenin Hükmü) gibi yazarların bid’atleri ele alan eserleri, Müslüman cemaatte sünnete aykırı hayat tarzına karşı bir İslamî şuurun varlığını gösteriyordu. Ancak 1980, 1990 ve 2000’li yıllarda bazı eserler dışında yeni bid’atleri ele alan eserlerin yerini fetva eserlerinin alması, İslamî yaşayışın âdâbını tehdit eden modernleşmeye karşı İslamî bilincin azaldığını gösteriyordu. Bir zamanlar ibadette kullanılan tesbihin bid’at olup olmadığı tartışılırken şimdi zikir-matikler çıkmış ve artık bu tür bid’at sorgulamaları, fantezik sayılır olmuştu. Bid’atlerle mücadeleden daha önemli asıl iş, halka doğrusunu göstermek, medenî altyapısını hazırladıktan sonra sünnete uygun yaşama şuurunu kazandırmaktı. Bu süreçte sünnete uygun, sağlıklı bir hayat tarzını öğretmek üzere Yakub b. Seyyid Ali’ye ait Mefâtîhu’lCinân Şerhu Şir’ati’l-İslâm ve daha yakınlarda yaşayan Sufi-zâde Seyyid Hulusî’ye ait Mecma’u’l-Âdâb gibi klasik edep kitapları tercüme edilerek halkın yararına sunuldu. Ancak sünnet eğitimi, kitaplardan ziyade fiilî etkileşimle gerçekleşen bir şeydi. İnsanlar, güzel koku sürünmenin tarzı gibi sünnetlerin, edeplerin, ancak yaşanarak aktarılagelen inceliklerini kitaplardan öğrenemezdi; hele bunun altyapısından yoksun bir şehirde. Geleneksel dünyada şehirler, sünnete uygun, sağlıklı bir hayat tarzına göre inşa ediliyorlar, insanlar, zaten böyle sağlıklı bir altyapıya sahip bir şehirde yaşadıkları için kendiliğinden kolektif bir şekilde sünnete uyuyor, bid’ate düşme ihtimalleri azalıyordu. Buna basit bir örnek olarak eskiden camilerdeki şadırvanların tuvaletten en uzak kırk adım uzakta yapılmasındaki inceliği verebiliriz. İnsanlar, abdestin ve dolayısıyla onunla yapılan bütün ibadetlerin sıhhat şartı olan istibrayı bilmeseler bile bu plandan dolayı kendiliğinden buna riayet ediyorlardı. Bugünse ne istibrayı bildiği, ne de buna uygun düzenlenen camilerde abdest aldığı için belki de ömür boyu abdestsiz namaz kılan nice insan vardı. Sadece camilerde değil, külliyenin birçok biriminde görülen, lâfzen “nefisle yapılan harp yeri” anlamına gelen mihrab ile insanlar sürekli bir nefisle mücadele, ahlakî arınma şuuru kazanıyor, nereye baksalar Allah’ı, onun kudret ve hikmetinin tecellisini görerek fizik ile metafiziğin birbirlerine bağlandığı bir şuura erişebiliyorlardı. Oysa şimdi bu şuurdan yoksun modern mimarinin ürünü evlerde, apartmanlarda bu incelikler bir tarafa, tuvaletlerin kıbleye karşı olup olmadığına bile dikkat edilmediğinden insanlar bir kasvet içinde yaşamaya mahkûm oldu. Böylece fıtrî, sağlıklı bir altyapıdan yoksun kent hayatının sınırlandırmaları, sünnet konusundaki cehaleti besler olmuştur. Örneğin sünnete göre, ameliyatla çıkan küçücük de olsa bir et parçası, tırnak ve saç gibi vücuttan çıkan her parçanın gömülmesi gerekir. Ancak bugün bunu bilen kaç kişi kaldığı bir tarafa, bilenlerin de betonlarla kaplanmış kentte buna nasıl imkân bulacağı ayrı bir konudur. Sünnet, başlıca insan gerçekliğinin iki boyutunu kapsar: İnsanın tipiyle ilgili suret ve yaşayışıyla ilgili siret. Kentselleşme sürecinde siret bakımından sünnetlerin kaybına ba124
Şehir, İnsan ve Toplum
Geleneksel dünyada şehirler, sünnete uygun, sağlıklı bir hayat tarzına göre inşa ediliyorlar, insanlar, zaten böyle sağlıklı bir altyapıya sahip bir şehirde yaşadıkları için kendiliğinden kolektif bir şekilde sünnete uyuyor, bid’ate düşme ihtimalleri azalıyordu.
125
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
sit bir örnek olarak yerde yeme alışkanlığının kaybolması verilebilirdi. Geleneksel olarak Anadolu’da bütün aileler yerde yerdi. Ancak büyük kentlere göçtükten sonra herkes masalara terfi etti. Bugün yer sofrasında yemenin hikmetini düşünen, bu tür sünnetleri ihyanın önemini idrak eden pek kalmadı. Sünnet/bid’at zıtlığı, gittikçe karmaşıklaşan hayatın diğer alanlarında yerde/masada yeme örneğinde olduğu kadar net görülebilir değildi. Kentselleşme sürecinde hızlanan İslâmî kimliğin aşınmasına karşı samimi Müslümanlar gittikçe karmaşıklaşan hayatlarını sünnete nasıl uyduracaklarını bilemiyorlar, bu konuda ölçüt bulma krizi yaşıyorlardı. Amellerin hükmî boyutu, belki kitaplardan okuyarak, müftülerden sorarak öğrenilebilirse de estetik, edebî boyutu, ancak ehlinden görerek öğrenilebilirdi. Müslüman bir ülke, İslam’ın nasıl yaşanacağının, edebin anaokulu olan tekkelerin kapatılmasıyla edebi öğreneceği ortamlardan, rehberlerden mahrum kalmış, böylece M. Şevket Eygi (2003) gibi Müslüman aydınların eleştirdiği gibi ideolojik mücadelelerin kısır döngüsünde her şeyin ölçütünü, zevkini, edebini kaybetmiş bir ülke haline gelmişti. Özellikle köyden keşmekeş mekânı büyük şehirlere göç eden ‘arafta’ Müslümanlarda bu ölçüt krizini görmek mümkündü. Şehirleşen Müslümanlar, köy adetlerinin de kaybolmasıyla şehirde sünnete, İslamî âdâba uygun bir düğün tarzı bulamamaktan çekiyorlardı.
GELENEKSEL MEDİNEYE KARŞI SEKÜLER MEDENİYET Türkiye’de modern kentte sünnetin kaybına baktıktan sonra bugün ‘küreselleşme’ denen süreçle evrensel bir kültür olarak kendini dayatan “küresel medeniyet”in medineye karşı nasıl işlediğine bakalım. Kentli Müslümanlar, kitaplar ve müzeler sayesinde İslâm medeniyeti ütopyasıyla yaşarken reel kent hayatında bu seküler, küresel medeniyete teslim olmuşlardır. “Edepten medeniyete” olarak ifade ettiğimiz süreçte modern kentin sekülerleştirici etkisi zirveye çıkmıştır. Geleneksel şehirde fıtrî hayat tarzının, “ekonomi olarak din” anlayışınca belirlendiğini belirtmiştik. Geleneksel dünya görüşüne göre insanın temel tecrübe boyutu, mekândır; ev ve şehir, maddî ve manevî boyutlarıyla ekonominin cereyan ettiği, insanın geçimini sağladığı otarşik bir birimdir. Ev ve şehir, insanın maddî ve manevî belli başlı tüm ihtiyaçlarını tek başına karşılayacak şekilde tasarlanmıştır. Aradaki tek fark, çap farkıdır; ev, insanların yaşadığı küçük şehir, şehir, yaşadıkları büyük evdir. Bu yüzden modern dünyada şehir ile ev, kapitalizmin etkisiyle birbirlerine bağlı olarak anlam ve işlevlerini kaybetmişlerdir; şehrin anlamını kaybetmesi durumunda evin de anlamını koruması mümkün değildir. Geleneksel şehirde fıtrî hayat tarzının “ekonomi olarak din” anlayışınca belirlenmesine karşılık modern kentte seküler hayat tarzı “din olarak ekonomi” anlayışının sistemleşmiş şekli olan kapitalizm tarafından belirlenmektedir. Kapitalizm sistemine dayalı ulus-devleti, sınırsız büyüme, pazar genişletme hırsıyla otarşik bir organizma olarak şehrin yapısını ve işlevini bozmuştur. Bir beden olarak şehrin tahribi, daha büyük bir beden olarak dünyanın, tabiatın tahribi demektir. Açıktır ki sınırlı bir çevrede sınırsız bir büyüme imkânsızdır. Ulus-devletinin şekillendirdiği soyut, sınırları belirsiz bir pazar ve toplum yerine kökünü oluşturan oikos (ev) kelimesinin belirttiği gibi, doğal kaynakların şehir gibi coğrafî birimlerde yaşayan toplulukların ihtiyaçlarına yeterliği esasına dayalı bir ekonomi sayesinde ancak gezegenimizde hayat sürebilir (McKibben 2007). 126
Şehir, İnsan ve Toplum
Özellikle iletişim teknolojisiyle çok daha sofistike hale gelen kapitalizmin hizmet sektörü, ev ve şehrin fıtrî, otarşik ve otonom karakterini neredeyse yok etmiş durumdadır. Modernizmin bunalımının özünde, dünyada, maddede, kesrette sonsuzluk arayışı yatmaktadır. Newton’ın “sonsuz kozmoloji” anlayışı, ondan esinlenen Adam Smith’in başlattığı modern ekonomi disiplininin tanımını da belirlemiştir. Buna göre ekonomi, “sonsuz beşerî ihtiyaçları sonlu tabii kaynaklarla bağdaştırma disiplini” olarak tanımlanmıştır. Bu sonsuzluk anlayışı, üretim ve tüketimde, hizmette, arz ve talepte çoğalmaya, nicelleşmeye, niceliğin egemenliğine, her şeyin metalaşmasına yol açmıştır. Kapitalist kentte alışveriş konusu olmayan, hizmet sektörünün kapsamına girmeyen bir şey kalmamıştır. “Hizmette sınır yoktur” cümlesi, bu açıdan basit bir reklam sloganını değil, kapitalizmin temel mantığını anlatır. ‘İhtiyaç’ konumuna yükseltilen insan tutkuları sınırsız olduğuna göre onları karşılayacak hizmetler de sınırsız olacaktır. Özellikle iletişim teknolojisinde tam bir devrim oluşturan internetin sağladığı imkânlarla zaman ve mekân kısıtlarını aşarak sanal dünyada cereyan eden bir hizmet sektörü, şehir ve insanın aşınması sürecinde başlıca rolü oynamaktadır. Özellikle en temel yeme ihtiyacını karşılayacak sebze, meyve, süt, yumurta, hamur, şeker, tuz gibi hammaddelerin evde üretilmesi uygulaması çoktan tarihe karışmıştır. Artık her şey marketlerden temin edilir hale gelmiştir. Bunun da ötesinde bugün belli bir gelir düzeyinin üzerinde çalışan dindar aileler arasında bile en azından belli günlerde dışarıda yemek yeme âdeti yaygınlaşmaktadır. Bu durumda evler, neredeyse sadece yatma amacıyla kullanılan pansiyonlar haline gelmiştir. Hatta gene dindar aileler arasında bile evlenen çiftlerin ilk gecelerini bir otelde geçirmesi, ev esprisinin tamamıyla kaybolma noktasına geldiğini göstermektedir. Kapitalizm sayesinde “küçük şehir” olarak evin çözülmesi, aslında toplumun temel birimi olarak ailenin çözülmesi anlamına gelmektedir. Kapitalizm, kadının emeğini metalaştırırken çocuk bakımı gibi anneliğin en temel işlevlerini de hizmet sektörüyle ikame yolunu tutmuştur. Hatta bugün Batı’da babalık işlevini ikame eden sperm bankalarından sağlanan spermlerle tenasül için evlilik bile gereksiz kılınmış ve annelik tamamıyla kapitalistik, biyolojik bir işlem haline getirilmiştir. Bu şekilde sınır tanımayan kapitalistik hizmet sektörü her şeyi metalaştırarak hizmet sektörünün konusu yapmış, adeta “parasını verdikten sonra biz sizin yerinize çocuk doğururuz, çocuk bakarız, eşinizle birlikte oluruz, ibadet ederiz, Kur’an okuruz” deme noktasına gelmiştir. İnsanlar, her geçen gün şehirde cereyan eden reel hayatla bağlarını kopararak hizmet sektörünün hükmettiği sanal bir dünyada yaşar hale gelmişlerdir. Bunun çarpıcı bir örneği de dünyada Hong Kong’tan sonra Türkiye’de de görülen mezar ziyaretinin ve Kur’an okutmanın bile ücretli ve sanal hale gelmesidir. Şehir anlamını kaybeden bir kentte “kulun evi” ile “Allah’ın evi” arasındaki irtibatın kopması da tabiidir. “Evlerinizi namaz ve Kur’ân kıraatiyle nurlandırınız” (Müttakî 2004: 15/167) hadisinin belirttiği gibi, sünnetin gerektirdiği şekilde namazların sünnetini evde, farzlarını ise camide cemaatle kılmak, “kulun evi” ile “Allah’ın evi” camiyi birbirine bağlar. Ancak günümüzde Müslümanlar, namazın tamamını ya evde, ya camide kılmak suretiyle bu bağı koparmışlardır. Zira namazın sünnetini kıldıktan sonra farzına camiye yetişebilmek için camilerin eve yakın olması ve imamların ezandan sonra bir süre beklemeleri gerekir. Oysa günümüzde her iki tarafta da bu konuda bir şuur olmadığı için ev ile cami 127
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
arasındaki bu irtibat kopmuş durumdadır. Modern kentte kapitalizmin her şeyi metalaştırma eğiliminden camiler de nasibini almaktadır. Geleneksel inanca göre axis mundi sayılan camilerin altı ve üstü de cami hükmündedir. Ancak şimdi Ankara’da Kocatepe Camii örneğindeki gibi altında helâları içeren marketlerin olduğu, hatta Trabzon’da olduğu gibi tamamıyla bir işhanının zemin katında açılmış camii örnekleri, bu hükmü hiçe sayarcasına Allah’ın evlerinin kapitalizm tarafından kuşatıldığını gösteriyor.
ÖLÜME ve HAYATA YABANCILAŞTIRAN KENT Şiddet, insanlık tarihi kadar eski bir olgu olsa da günümüzde akla hayale sığmayacak vahşet boyutlarına ulaşmış durumdadır. Uzmanlar, günümüz toplumundaki bu yaygın ve korkunç şiddetin önemli bir sebebi olarak modern kent hayatındaki insanların toprakla temasının kesilmesini gösteriyorlar. Gerçekten bugün apartman veya gökdelenlerdeki işyerlerinden arabaya binerek gene apartman veya gökdelenlerdeki evlerine giden insanlar toprakla temas imkânını neredeyse kaybetmiş durumdadır. Bu, modernliğin insanın ayağını yerden kesmesi olgusunun en somut göstergesidir. Hatta modern kentte yaşayan insanların değil hayatlarında, ölümlerinde bile ayakları yerden kesilir hale gelmiştir. Haberlere göre kent alanlarında mezarlıkların yetersizliğinden dolayı özellikle İstanbul’da uygulanmaya başlanan ranza düzeninde “çok-katlı lahit türü kabir”le bir kişilik mezar içine birçok kişi gömülebilecek (Teoman 2005). Bu şekilde kent hayatında mezarların anlamını kaybetmesi, ölümün ontik anlamının kaybı demektir. Geleneksel anlayışa göre ölüm, bir yok oluş değil, ebedî hayata adım atmak demektir; Mevlana’nın ölüm gecesi için kullandığı “şeb’-i arus=gelinin gecesi” deyiminin anlattığı gibi. Onun için Fahr-ı Âlem Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmın “lezzetleri yıkan şeyi anmayı çoğaltın” buyurduğu gibi, devamlı ölümü hatırlamak, geçici-dünyevî ile kalıcı-uhrevî hayat arasında denge kurmanın başlıca gereğidir. Eskiden kabir ve mezarların şehirlerde evlerle iç içe olması, bu duyarlığın göstergesidir. Şimdiyse insanlar giderek mezarların şehirlerin dışına taşınmasıyla ölümün unutulduğu bir kentte yaşıyorlar. Modern insanın ölümden korkusunun traji-komik bir örneğini Türkiye’nin tanınmış siyaset bilimcilerinden ve CHP milletvekili Binnaz Toprak veriyor. Toprak, Kur’an ayeti yerine belediye başkanının sözü sandığı Zincirlikuyu Mezarlığı’nın kapısındaki “Her nefis ölümü tadacaktır” ifadesini “sinir bozucu” bulduğunu söyleyerek tarihe geçti. Bu ölümden korkma ve onu unutmaya çalışma tavrı, aslında Max Weber’in kapitalizmin ruhu olarak tespit ettiği Protestan ahlakının karakteristiğidir. ‘Riyazet’ kavramıyla ifade edilen Protestan ahlakı, kapitalizmin önşartı olan sermaye birikimi ve üretim için dünyevî çalışmaya odaklanmayı, bunun için de ölümü unutmayı öngörüyordu. Daha sonra bir sisteme dönüşen kapitalizmin kültürü bu ölümü unutma çabasını kurumsallaştırdı; ‘popkültür’ denen ölümü unutturacak bir kültür sistemi kurdu. Denebilir ki televizyon, münhasıran ölümü unutturmaya yönelik bir alet olarak icat edildi. Her bin kişiden birinin kitap okuduğu bir ülke olduğu halde Türkiye’nin ABD’nin de önüne geçerek televizyon seyretmede dünya birincisi olması, ölümü unutma kültürünü yaygınlaştırmada alınan vahim mesafeyi gösteriyordu. Böylece ölümü unutturan bir kültür sistemine giren insanların artık ferdî olarak ölümü unutma zahmetine girmesine gerek kalmayacaktı. Çünkü kapitalizmin işlemesi uğruna artık sadece üretim değil, tüketim için de ölümü unutarak bu dünya128
Şehir, İnsan ve Toplum
Devamlı ölümü hatırlamak, geçici-dünyevî ile kalıcı-uhrevî hayat arasında denge kurmanın başlıca gereğidir. Eskiden kabir ve mezarların şehirlerde evlerle iç içe olması, bu duyarlığın göstergesidir.
129
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
nın zevklerinde çoğalma, yücelme arayışına girmek gerekiyordu. Bu ölümü unutturma kültürü, kapitalizmin zirveye çıktığı Amerika’da Walt Disney World ile sembolize edilir oldu. Maalesef modern kentleri kuşatan ölümü unutturma kültürü, sadece Batı’da ve Türkiye’de seküler insanları değil, Müslümanları da sardı. Ülkemizde de ölüm, adeta yanı başımızda her an bizi bulabilecek bir son değil, hep uzaklara, başkalarına gelen, kaçınılması gereken bir musibet olarak algılanır oldu. Hatta son yıllarda cenaze namazlarındaki hava bile değişti. Cenaze namazı merasimi sırasında cami avlusunda derin düşüncelere, hüzne dalmış insanların yerlerini artık, gülen, şaka yapan, dünyevî ekonomik meseleleri konuşan insanlar aldı. Türkiye’de Kayseri gibi şehirlerdeki Müslüman müteşebbislerin ekonomik başarısını anlatmak için kullanılan “İslâmî kalvinizm” gibi deyimler, bunun somut ifadesi sayılabilir. İstanbul, Kayseri, Konya gibi büyük şehirlerde yaşayan bu Müslüman püritenler, Batı’da Protestan ahlakı ve kapitalizmin gelişim aşamalarında olduğu gibi disiplinli çalışma sayesinde kaydettikleri üretim başarısının ardından ölümü unutturan kapitalistik kültürün girdabına girecekler ve “Müslümanlar her şeyin en iyisine layık” gibi ucuz gerekçelerle tüketim ve hayat tarzında da benzer performans (!) göstereceklerdi. Artık Müslümanlar da Türkiye’de İstanbul başta olmak üzere büyük kentlerde sayıları hızla artan kapitalizmin alışveriş tapınakları AVM’lerde turlarken buldukları bir arada tesisat borularının gösterdiği istikamette genelde otoparkların köşesindeki mescitlerde büyük bir gürültü eşliğinde ‘huşû’ ile namazlarını eda edecekler veya Hanefî mezhebinde olmadığı halde büyük kent hayatının ‘dayatması’ndan dolayı diğer mezheplerden ödünç aldıkları “cem-i takdim veya tehir” ile evlerinde namazlarını kılacaklardı. Modern büyük kentlerde yaşayan Müslümanları bile saran bu ölüme yabancılaşmanın anlamlı sosyal ilişkilerden oluşan hakiki hayata yabancılaşmaya yol açması mukadderdi. Türkiye’deki asker ve sivil memurlar için lojman uygulaması, muhtemelen onları toplumdan ayrı, topluma yabancı tutmayı öngören devşirme kültürünün bir uzantısıdır. Onun dışında Osmanlı şehirlerinde zengin ile fakir, müslim ile gayrimüslim tebaa aynı semtlerde iç içe yaşamıştır. Bugünse bütün kent adeta bir lojmanlaşma sürecine girmiştir. Şehir merkezinden uzak plazalarda, gökdelenlerdeki ofislerde çalışan insanlar, bindikleri arabayla gene şehir merkezinden uzak lüks sitelerdeki evlerine giderek reel şehirle, toplumla neredeyse hiç temas etmeden yaşamaktadır. Tahmin edileceği gibi buralarda genel toplumla olduğu gibi komşularla bile sağlıklı bir ilişki ve iletişimden söz etmek mümkün değildir. Bu yabancılaşmanın en somut göstergesi, farklı olana tahammülsüzlüktür. Bugün değil ahlakî duyarlığını kaybetmiş seküler insanlar, varlıklı Müslümanlar bile oturdukları lüks sitelerin yakınında yaşayan fakirlerin gecekondu evlerine, ‘aşağı’ hayat tarzlarına tahammül edemedikleri, daha iyimser bir yorumla belki de vicdan azabı duydukları için yerel ve genel yönetimlerdeki nüfuzlarını kullanarak onları uzaklaştırmaya, hep kendi hayat standartlarında insanların yaşadığı bir ortama kavuşmaya çalışmaktadır. KAYNAKÇA el-‘Aclûnî, İsmail b. Muhammed (2006) Keşfü’l-Hafâ ve Müzîlü’l-İlbâs ‘ammâ İştehere mine’l-Ahâdîs ‘alâ Elsineti’n-Nâs, I-II. Abdülhamid Hindâvî (ed.), Beyrût: el-Mektebetü’l-‘Asriyye. Altan, Mehmet (2010) Kent Dindarlığı. İstanbul: Timaş. Barkan, Leonard (1975) Nature’s Work of Art: The Human Body as Image of the World. New Haven: Yale University Press. Bergen, Lütfi (2011) “Erdemli Şehrin Belası,” http://www.dunyabizim.com/news_detail.php?id=4348
130
Şehir, İnsan ve Toplum
Bozdoğan, Sibel-Kasaba, Reşat (eds.) (1997) Rethinking Modernity and National Identity in Turkey. Seattle: University of Washington Press. Cansever, Turgut (2010) Osmanlı Şehri. İstanbul: Timaş. Çelik, Zeynep (1993) The Remaking of Istanbul: Portrait of an Ottoman City in the Nineteenth Century. Berkeley: University of California Press. Dennis, Richard (2008) Cities in Modernity: Representations and Productions of Metropolitan Space, 1840-1930, Cambridge. University Press, Cambridge. Emden, Christian-Keen, Catherine-Midgley, David (eds.) (2006) Imagining the City I: The Art of Urban Living. Oxford ; Bern : Peter Lang. Eygi, Mehmed Şevket (2003) Çareler Çözümler Teklifler Tenkitler. İstanbul: Bedir. Gencer, Bedri (2008a) İslam’da Modernleşme, 1839-1939. Ankara: Lotus. —— (2008b) “On Dokuzuncu Asırda “Yararcı İslam” Anlayışının Doğuşu,” Bilimname, 15, (2) 7-27. —— (2009a) “Hâl ve Muhâl: Sekülerlikten Sekülerizme,” EskiYeni, 13, (Bahar) 14-21. —— (2009b) “Hıristiyanlaştırmadan Medenileştirmeye Batılı Kozmopolitanizmin Dönüşümü,” Muhafazakâr Düşünce 6/21-22 (Yaz-Güz): 9-40. —— (2010) “Seküler Gelenekten Seküleristik Geleneğe,” Rıhle, 3/10 (Temmuz-Eylül) 21-28. Giggie, John M.-Winston, Diane (eds.) (2002) Faith in the Market: Religion and the Rise of Urban Commercial Culture. New Brunswick: Rutgers University Press. Kostof, Spiro (1999) The City Shaped: Urban Patterns and Meanings Through History. New York: Thames & Hudson. McKibben, Bill (2007) Deep Economy: The Wealth of Communities and the Durable Future. New York: Times Books/Henry Holt & Co. Milbank, John (2004) “Sublimity: The Modern Transcendent,” Transcendence: Philosophy, Literature, and Theology Approach the Beyond, Regina M. Schwartz (ed.), 211-234, New York: Routledge. Mossetto, Gianfranco (1993) Aesthetics and Economics. Dordrecht: Kluwer. el-Müttakî, ‘Alâüddîn ‘Alî (2004) Kenzü’l-‘Ummâl fî Süneni’l-Akvâli ve’l-Ahvâl, I-XVIII. Beyrût: Dâru’l-Kütübi’l‘Ilmiyyye. Rey, Terry (2004) “Marketing The Goods of Salvation: Bourdieu On Religion,” Religion 34/4 (October): 331-343. Rotary (yay.) (1996) İstanbul İnançların Buluştuğu Kent; Birlikte ve Yanyana. İstanbul: Karaköy Rotary Kulübü. Steenbrink, Karel (2004) “Christianity and Islam: Civilizations or Religions? Contemporary Indonesian Discussions,” Exchange 33/3: 223-243. Teoman, Gürkan (2005) “Katlı Lahit Mezar Sistemi Geliyor,” Sabah, 31 Ocak 2005. Uz, Mehmet Ali (2009) Hacı Veyiszade Mustafa Efendi ve Ailesi. Konya: Selçuklu Belediyesi. Viner, Jacob (1972) The Role of Providence in the Social Order: An Essay in Intellectual History. Princeton: Princeton UP.
131
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
132
Şehir, İnsan ve Toplum
MEHMET İŞCİ Mimar
Bismillahirrahmanirrahim
MEDENİYETİN ÖZETİ ŞEHİRLER ve ŞEHİRCİLİĞİMİZİN GELECEĞİ ŞEHİR ve MEDENİYET İLİŞKİSİ Şehirler, temsil ettiği medeniyetin özü gibidir. Geleceğe yönelik her geçerli çözümün arkasında derin bir tarih bilinci yer almaktadır. Medeniyet, dünyaya şehir gözüyle bakarken, dünyanın da medeniyete bakışında gördüğü yüzü şehirlerdir. Genel manada şehir mimarisinin -hususi olarak da binaların- fert ve cemiyet hayatı üzerinde tesiri son derece büyük olduğundan, medeniyetin kendinde ifadesini bulduğu şehirlere ihtiyaç kaçınılmazdır. Bir medeniyetten söz edilebilmesi için o şehirde ilmin, düşüncenin, sanatın her türünün, temayüz eden eserlerin yerleşmesi ve benimsenmesi lazımdır. İnsanlar şehirlerini, şehirler de kendi insanını doğurur ve yaşatır. Şehir ile onu kuran ve zamanla kendine göre şekillendiren ahalinin genel karakteri, inanç ve ahlâk değerleri, hatta bireylerin kişilikleri, yapıların ve giderek şehrin teşekkül vetiresine ve oluş derinliklerine tesir eder. Bu müessiriyet ve oluşan birikime genel anlamıyla medeniyet denilmektedir. Yapılar, barınmak ya da herhangi bir sosyal, kültürel ve iktisadî faaliyeti barındırmak için inşa edilir. Yapıların toplumsal ihtiyaçları karşılamasına ait meseleler bile mimariyi gerçekleştirilmesi zor bir sanat düzeyine yükseltmeye zorunlu kılar. İnsan hayatının ihtiyaçları ile insanın vücuda getirdiği mimari çerçevenin biçimsel özellikleri, insanın tabii ruh âlemi ve terbiye edilip biçimlendirilmiş ruh âlemine ait biçim özellikleri ayrılmaz şekilde birbirlerine bağlıdır. Ruhi âlemi ise insanın inanç âleminin, varlık tasavvurunun, değerler hiyerarşisinin yapısına göre şekillendirilir. Şehirlere kültürel anlamda kimlik kazandıran ayırt edici özelliklerin başında semboller gelir ki bunlar da genellikle bina mimarisinin eserleridir. Mesela Kâbe Mekke’yi, Eyfel kulesi Paris’i, Topkapı Sarayı ve camiler İstanbul’u, San Marco Meydanı Venedik’i, Empire State binası New York’u hatırlatır. Kültürün temaşa edilebilir unsurları olan mimarî eserler, şehirlere kimlik kazandıran en önemli temsilî yapılardır. Yine bu çerçevede her şehri kendi medeniyet dünyası ile ilişkilendiren ruhun, şehirdeki somut yansımaları olarak kabul edeceğimiz mimarî eserler şehirlerin ait oldukları medeniyetin merkezi olduğu konusunda biz133
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
lere fikir verebilir. Sultanahmet Camii İstanbul’a kimlik kazandırırken aslında İstanbul’un ağırlıklı kimliğinin İslam-Osmanlı olduğunu vurgulamakta, Barselona’daki Sagra da Familia Katedrali Katolik kültürün Barselona’ya vurduğu mührü ifade etmektedir. Şehir ve kültür ilişkisi çerçevesinde üzerinde durulması gereken bir diğer husus da şehir kültürünün şehirlilik bilinci sayesinde korunup yaşatılmasıdır. Ancak buradaki bakış açısında şehirde farklı kültürlerin kendilerini ifade edebilecekleri politik ve sosyal zeminin oluşturulmuş olması, imkân ve hürriyet sağlanması şarttır. Herhangi bir kültürü ağırlıklı olarak dayatmak yerine kültürlerin kendilerini ifade etmelerine imkân sağlamak, daha kalıcı bir yaklaşımdır. Bu anlamda yaşadığı şehre aidiyet duyarak sahip çıkan bireyler şehirli olma bilinciyle hareket ettiklerinde şehrin tarihi ve kültürel birikiminin korunmasına katkı sağlayabileceklerdir. Fatih, fetihten sonra şehrin topoğrafyasının yekpare bir şehir olmaya müsaade etmediğini görerek şehrin merkeziyle Küçükçekmece cihetini birleştirmeye çalışmamış, bilakis topoğrafyanın verdiği bu imkandan yararlanarak İstanbul’u Tarihi Yarımada (Sur içi), mukaddes bir mevkide bir ziyaretgâh etrafında yer alan Eyüp Sultan; ticaret şehri olan Galata; imalat merkezi Üsküdar ve bunun yanında birçok bağımsız tarım ve küçük el sanatlarına dayalı köyler oluşturularak metropole dönüştürmüştür Nihayetinde İstanbul’un topoğrafyası Osmanlı mekân idrakinin bir yansıması olarak ortaya çıkan sanat eserinde bu mekân tasavvuru; mekânın sonsuzluğunu idrak edecek bir şekilde mimarînin düzenlenmesi esas olduğu gibi, şehir de sonsuz mekân idrakine can verecek, aralarında insanların hareket ettiği, birinden öbürüne gittiği sonsuzluk içerisinde şahsiyeti olan varlıklardan kurulmuş bulunmaktadır. Böyle bir şehir yapılanmasının benzerini, günümüzde şehircilik teorisyeni Kevin Lynch, galaksi (yıldız kümesi) tipi şe hirleşme kavramı olarak yeniden keşfetmiştir. Batılı çağdaş şehir bilimcileri modern hareket ve rasyonellikten hareket ederek evrensel geçerliliği olan çözümler arama peşinde olmakla birlikte henüz bu meselenin çözümünü getirememişlerdir.
İSLAM DÜNYASINDA ŞEHİRCİLİK İslâm öncesi dönemde çoğunlukla göçebe olan Araplar, şehir hayatına, şehircilik olgusuna yabancıdır. Bu dönemde, Arap Yarımadası’nda mevcut yerleşim merkezlerinin başlıcaları; Mekke, Medine, Hayber, Taif ve Sana’dır. Mekke, el-Ezrakî’nin ifadesine göre, milattan 1892 yıl önce yaşamış bulunan, Hz. İbrahim ile oğlu İsmail zamanında kurulmuştur. Ortasında Kâbe’nin yer aldığı Mekke bölgenin en önemli şehridir. P. H. Lammens, Hicretin ilk yıllarındaki Mekke’yi tasvir ederken, surlarla çevrili olmayan, dar sokaklı ve birbirine bitişik bir tarzda inşa edilmiş yapıların oluşturduğu bir şehirden bahsetmektedir. Mescidü’lHaram’a etraftan çok sayıda sokak açılmaktadır. İlk yıllarda oldukça dar olan Mekke sokakları Emeviler döneminde biraz genişletilmiştir. Şehirde ticarî faaliyetlerin daha çok Mescidü’l-Haram civarında ve özellikle de Mescidü’l Haram’ın doğu tarafından geçen ve Merve ile Sâfa bölgeleri arasında uzanmakta olan cadde üzerinde toplandığı anlaşılmaktadır. Mekke’de binalar birbirine bitişik olarak inşa edilmiştir. Bir rivayette, Mekkeliler’in İslâmiyet’in ilk yıllarında Kâbe’ye hürmetten dolayı, evlerini onun gibi dört köşe değil, yuvarlak yaptıkları ve yükseklikte Kâbe’yi aşmamaya dikkat ettikleri daha sonraları ise bu hususlara uyulmadığı belirtilmektedir. Mekke’de evler genellikle iki, nadiren üç katlıdır. Çok katlı evlerin bilhassa şehrin merkezî bölgesinde yer aldığı anlaşılmaktadır. Şehrin dış bölgelerinde ise evler daha basit ve alçaktır. 134
Şehir, İnsan ve Toplum
Mekke’de binalar birbirine bitişik olarak inşa edilmiştir. Bir rivayette, Mekkeliler’in İslâmiyet’in ilk yıllarında Kâbe’ye hürmetten dolayı, evlerini onun gibi dört köşe değil, yuvarlak yaptıkları ve yükseklikte Kâbe’yi aşmamaya dikkat ettikleri daha sonraları ise bu hususlara uyulmadığı belirtilmektedir.
135
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
Güney Arabistan’da bulunan Sana şehrine gelince, bu şehrin antik Roma şehri tarzına benzer bir düzenlemeye sahip bulunduğu anlaşılmaktadır. Büyük bir cadde şehri ikiye bölmekte ve bütün sokaklar, bu ana caddeye açılmaktadır. İslâmiyet’in gelişi ve yayılmasıyla birlikte, İslâm hâkimiyetine giren topraklarda hızla bir şehirleşme faaliyeti gerçekleşmiş, çadırlarda yaşamakta olan bedevî Araplar’ın yerleşik hayata geçtikleri görülmüştür. Fetih sonrası bölgeyi elde tutup oraya hükmetmek, askerî ikmâl noktaları tesis etmek, vergi ve ganimetleri toplamak için, fethedilen topraklar üzerinde şehirler kurma zarureti ortaya çıkmıştır. İslâmiyeti bir bütün olarak öğrenebilmek, öğretebilmek ve yaşayabilmek için iskan yerlerine ihtiyaç duyulmuş ve şehirler inşa edilmeye başlanmıştır. İslâm’ın temel prensipleri gereği ibadetlerin büyük çoğunluğunun cemaat halinde yapılması, yaşanması gerekmektedir. İslam’ın şehir hayatını gerektiren en önemli prensibi, cami veya mescit denilen bir mekânda yapılan namaz ibadetidir. ‘Câmi’ ve ‘Cuma’ sözcükleri, Arapça’da toplamak manasına gelen ‘cemea’ fiilinden türetilmiştir. Cami, toplayan; Cuma ise, toplanma anlamına gelmektedir. Cuma namazı şartlarından biri de namazın bir belde (yerleşim merkezi) veya belde hükmünde bir yerde kılınması zorunlu olup bayram namazlarının da cemaatle kılınması gerekmektedir. Hz. Muhammed (s.a.v.) zamanında teşkilâtlanarak Medine’de bir site devletine sahip olan müminler yerleştikleri topraklarda yeni şehirler teşekkül ettirmiş, varlık ve idealini bu şehirler sayesinde korumuştur.
İSLAM ŞEHRİ KAVRAMI ve İSLAM ŞEHİRLERİ ‘İslâm şehri’ kavramıyla ifade edebilecek bir şehir tipi, şehircilik yaklaşımı var mıdır? Şayet mevcut ise bu kriterlere uygun İslâm şehirleri hangileridir? Wirth’e göre, İslâm şehirlerinde yer alan fizikî yapıya ilişkin özellikler, çarşıyı saymazsak çoğu eski Doğu şehirlerinde de mevcuttur. G. ve W. Marcais kardeşler ise İslâm öğretilerinin tam manasıyla şehirlerde hayat bulabileceğini belirtmekte ve İslâm şehrinin Müslümanca yaşama anlayışıyla şekillendiğini ve karakteristik yönleriyle tebarüz eden bir İslâm şehri tipinin mevcut olduğunu kabul etmektedir. İslâm genellikle zannedildiği gibi bir kırsal kültür değil, bir şehir kültürüdür. Medeniyet kelimesinin kaynağını teşkil eden şehirde (Medine) inkişaf etmiştir. Kur’an-ı Kerim’de geçmiş şehirlerle ilgili önemli hatırlatmalar yapılmaktadır. Helak edilen şehirler, medeniyetler, şehir insanından gelen yahut şehir çevresinden gelen, o toplumun varlığını tehdit eden meselelerle ilgili ikazlar ve uğramış oldukları akıbete dikkat çekilmektedir. İhyâu Ulûmi’d-Dîn’de geçer. Hâtem’ül Asam, Medine’ye seyahati anlatılırken; Hâtem hadiselerle dolu seyahatinin son merhalesinde Medine’ye gelir ve şehrin kapısında ‘Burası neresidir?’ diye sorar. Şehir muhafızları ‘Medine-i Münevvere’ derler. Hatem der ki: ‘Burası eğer Medine-i Münevvere ise bana Peygamber’in sarayını gösterin.’ Onlar da ‘Peygamber’in sarayı yoktur’ derler. ‘Öyleyse ashabın konaklarını gösterin’ der. ‘Ashab da konaklarda oturmaz’ derler. ‘Öyleyse içinde saray ve konaklar bulunan bir Firavun’un şehridir’ der. Valinin huzuruna götürürler. Orada da aynı şeyleri ifade eder. ‘Şüphesiz’ der, ‘Peygamber’in hayatında herkes için bitmeyen örnekler vardır.’ Ardından Peygamber hazretlerinin toprak ve kamıştan yapılmış bir damda oturduğu ifade edilir kendisine. İslâm şehirleri iki gruba ayrılabilir. Şehirlerden bir kısmı kendiliğinden (ville spontanee), bir kısmı ise bir irade sonucu (ville cree) kurulmuştur. Müslümanlar tarafından kurulmuş şe136
Şehir, İnsan ve Toplum
hirlerden bir kısmının askerî, diğer kısmının da idarî karakteri ağır basar. Askerî karakterli şehirlerin genellikle plânsız, idarî karakterli şehirlerin ise planlı yerleşimler oldukları dikkate alınırsa, Müslümanlar tarafından kurulmuş şehirler arasında, planlı ve plansız şeklinde bir ayırıma gitmek de mümkündür. Ortaçağ İslâm dünyasında şehirlerin imarıyla ilgilenen günümüzdeki belediyeler benzeri kurumlar mevcut değildir. Kaynaklar muhtesib ismiyle bilinen bir yetkilinin şehrin imarı işlerine baktığından söz edilmekte ise de, söz konusu kişinin asıl görevinin ticaret hayatını denetlemek olduğu, şehrin imarı ile ilgili işleri ek bir görev şeklinde yürüttüğü, kısacası bu işlerle fazlaca ilgilenmediği anlaşılmaktadır. Bunun yanında, şehrin imarıyla ilgili işler, siyasî ve dinî otoriteleri de pek ilgilendirmemiş ve şehir sahası tamamen kişilerin sorumluluğuna terkedilmiştir. Dolayısıyla İslâm şehrinin planını, şehri kuran ve o şehirde yaşayan halkın sosyal ve kültürel anlayışı belirlemiştir. İslâm toplumunun sosyal ve kültürel yapısı üç temel faktörün etkisi altında şekillenmiştir. Bunlardan birisi ve hiç şüphesiz en önemlisi İslâmiyet’tir. İkincisi İslâm’ın ilk mensupları ve ilk asırlarda İslâm toplumunu idare eden başlıca güç olmaları dolayısıyla Araplar’ın sosyal ve kültürel yapısından kaynaklanan etkilerdir. Üçüncü temel faktör ise İslâmiyet’in yayıldığı topraklarda yaşayan çeşitli kültürlerin etkileridir. Pek çok İslâm şehirlerinden çoğunda birbirine benzer bir plan tipi ortaya konmuştur. Müslümanlar tarafından inşa edilen ilk şehirler, fethedilen topraklarda kurulmuş ordugâhlardan doğmuştur. Kuruluşunda tamamen askerî bir hüviyete sahip bulunan bu yerler, belirli bir süre sonra bu özelliklerini büyük ölçüde kaybederek ticarî, siyasî veya kültürel ağırlıklı merkezlere dönüşmüşlerdir. Hz. Ömer zamanında (H.13-24/M.634-644), Irak topraklarında kurulan Basra, Kûfe ve Mısır’da kurulan Fustat ile Emevîler döneminin ilk yıllarında, bugünkü Tunus topraklarında inşa edilen Kavrayan, bu şekilde kurulmuş şehirlerdir. Fetihler büyük ölçüde son bulduğu dönemlerde; ganimet mallarıyla zenginleşen İslâm devletinde asr-ı saadet döneminden sonra işbaşına gelen bazı halife ve valiler, halktan uzakta bulunan, aile efradıyla birlikte, rahat, serbest, denetimsiz ve lüks içinde bir hayat sürmek maksadıyla, şehir dışında saraylar kurmuşlar ve buralarda ikâmet etmeye başlamışlardır. Emevîler döneminde Güney Suriye’de kurulmuş ‘Aynü’l-Car, Abbasiler döneminde Bağdat yakınlarında inşa edilen Rusâfe ve Samarra ile Kayravan civarındaki ‘Abbâsîye, Rakkâde ve Endülüs’te Kurtuba’nın 8 km. kadar batısındaki Medinetü’z-Zehra, bu anlayışın ürünleri olarak karşımıza çıkan şehirlerdir. Abbasîler’in Bağdat’ı inşalarıyla birlikte, idarî karakterli yeni bir model şehir kurma tarzına şahit olunmaktadır. Tamamen siyasî maksatlarla, yeni bir devletin veya hanedanlığın idare merkezi olarak kurulan bu şehirler, sahip bulundukları imtiyazlı durum sayesinde kısa zamanda gelişerek önemli birer merkez haline gelmişlerdir. Bağdat, Kahire, Fes ve Marakeş bu tarzın örneklerindendir. İbn Haldûn, Araplar’ın şehir kurma geleneğinde kimi zaman şehirciliğin gereklerine uymadan kendileri için önemli olan hususlara öne çıkararak ihdas ettikleri bazı şehirlerin de çok kısa bir zaman sonra harabe olmaktan kurtulamadığını belirtmektedir. Kûfe, Vâsıt, Fûstat, Samarra ve Medinetü’z-Zehrâ bu kabil şehirlerdendir.
MEDİNE İlk İslâm şehrinin kurucusu Hazreti Muhammed (S.A.V)’dir. İslâm medeniyetinin ilk şehri olan Medine, aynı zamanda İslâm âleminin de ilk model şehridir. Medine’de mescit, med137
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
rese ve pazar gibi temel fonksiyonları ifa eden yapılara zamanla imaret, aşevleri, şifâhane de ilave edilerek külliyeye benzer bir yapıya dönüştürülmüştür. Medine Mekke’nin aksine, bir ticaret merkezinden çok bir tarım merkezidir. İslâm Peygamberi Hz. Muhammed (S.A.V)’in Mekke’den Medine’ye hicret etmesiyle birlikte hızla gelişen şehir, Hz. Muhammed (S.A.V) ve dört halife devrinde İslâm devletine başkentlik yapmıştır. İslâmiyet’in ilk yıllarında Medine, etrafını çeviren sık hurma ağaçları ile korunmaktadır. Ayrıca şehirde, daha önce ifade ettiğimiz gibi, İslâm öncesi dönemden beri halkın saldırı anında sığındığı, utum ismiyle bilinen çok sayıda küçük hisar bulunmaktadır. Medine’de Araplar ve Yahudiler kabileler halinde ayrı ayrı mahallelerde ikâmet etmektedirler. Hz. Muhammed (S.A.V) Medine’ye gelince, ilk önce kendisi için bir ev inşa edilmiş ve bu evin bir bölümü de mescit olarak düzenlenmiştir. Mescidü’n-Nebevî ismiyle anılan yapı kare şeklinde olup dıştan bir adam boyu yükseklikte kerpiç bir duvarla çevrilmiştir. Şehirde yollar genellikle dardır. Hz. Muhammed (S.A.V)’in sokaklara, iki yüklü devenin çarpışmadan geçebileceği kadar bir genişlik verilmesini emrettiği ve bu genişliğin 7 zirâ (yaklaşık 3.5 m.) olduğu bildirilmektedir. Şehirde birden fazla çarşı mevcut olup özellikle Yahudilerin ikâmet bölgeleri yakınında toplandıkları anlaşılmaktadır. Hz. Muhammed (S.A.V)’in şehirde, bazı yeni çarşılar kurduğu ve bu çarşıların ilk önce, iplerle gerilmiş çadırlardan teşekkül ettiği belirtilmektedir. Medine’de ilk yıllarda birkaç çeşit ev bulunduğu anlaşılmaktadır. Bir kısım evler, hurma dal ve yapraklarından yapılmış basit kulübeler şeklindedir. Bunların yanında, şehirde çok katlı (genellikle iki katlı) evler de vardır. ‘Akîk Vadisi’nde ise muhteşem kasrların (sarayların) mevcudiyetinden söz edilmektedir. Evlerden çoğu bahçelidir.
ŞAM Kuruluşu, M.Ö. 4000 yıllarına kadar uzanmakta olan Şam şehri kurulduğundan bu yana çok çeşitli medeniyetlere beşiklik etmiştir. Bu sebeple şehrin mevcut plânı üzerinde, bu farklı medeniyetlerin izlerini görmek mümkündür. M.Ö. 11’inci yy.’da Şam, yatay ve dikey sokakların oluşturduğu ızgara biçiminde bir plâna sahiptir. Hellenistik dönemde ise şehir, tabii olarak Hellenistik plân anlayışının etkisinde kalmıştır. Bugün yerlerini tespit edebildiğimiz, Ümeyye Camii’nin doğusundaki revaklı cadde, agora ve kuzey-güney istikametinde uzanan 100x45 m²’lik parseller, Hellenistik döneme ait unsurlardır. M.Ö. 64 yılında Şam, Roma hakimiyetine girmiş ve şehir plânı üzerinde, bu sefer de Roma şehirciliğinin tesirleri görülmeye başlanmıştır. Bu dönemde Şam, dikdörtgen bir surla çevrilmiş ve şehirde doğu-batı yönünde yaklaşık 25 m. genişliğinde eskisine paralel olarak uzanan kolonlu yeni bir cadde kurulmuştur. Agorada foruma dönüştürülmüştür. Daha sonra ise şehir, Romalılar’dan Bizanslılar’a intikâl etmiştir. Şehrin bugünkü plânı üzerinde görülen geçmişe ait izler daha ziyade Roma etkilerini yansıtmaktadır. Şam Müslümanlar tarafından H. 15/M. 636 yılında fethedilmiştir. Fetih sonrası şehrin kenarına yerleşen Müslümanlar, güney sur duvarının doğu tarafında basit bir cami kurmuşlardır. Bu cami musalla tarzında, etrafı belirlenmiş açık bir sahadan ibarettir. Rivayetlere göre Müslümanlar bir süre şehir merkezindeki Aziz Loannes Kilisesi’ni Hıristiyanlarla 138
Şehir, İnsan ve Toplum
Şam Müslümanlar tarafından H. 15/M. 636 yılında fethedilmiştir. Fetih sonrası şehrin kenarına yerleşen Müslümanlar, güney sur duvarının doğu tarafında basit bir cami kurmuşlardır. Bu cami musalla tarzında, etrafı belirlenmiş açık bir sahadan ibarettir.
139
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
ortaklaşa kullanarak, kilisenin bir bölümünü cami olarak tanzim etmişler, daha sonra ise bu kilisenin yanında küçük bir cami inşa etmişlerdir. I. Velîd zamanında, bir süre ortaklaşa kullandıkları kiliseyi baskı yaparak Hristiyanlar’ın elinden alıp yerine bugünkü Ümeyye Camii’ni bina etmişlerdir. Caminin avlusunda, H. 161/M. 778 yılında beytü’l-mâl hizmeti veren bir yapı inşa edilmiştir. Hz. Osman döneminin Şam valisi Muâviye, şehir merkezinde yer alan kilise yanındaki eski Bizans idarecilerinin sarayını yeniden düzenleyerek kendine ikametgâh yapmıştır.
HALEP Şam gibi Halep de çok eski tarihlerden beri meskun bir yer olmakla birlikte, şehrin büyük ölçüde Büyük İskender’in bölgeyi fethinden sonra kurulan Selefkî Krallığı zamanında inşa edildiği anlaşılmaktadır M.Ö. 64 yılında Roma hakimiyetine giren şehrin plânı üzerinde, Hellenistik tesirler daha etkili ve kalıcı olmuştur. Kare bir surla çevrilmiş bulunan şehir, Şam gibi çok düzenli, antik bir yol sistemine sahiptir. Fethi takip eden ilk yıllarda Halep’te de Müslümanlar azınlıktadır. Müslümanlar şehirde ilk iş olarak kolonlu caddenin başında bir cami kurmuşlardır. Bu ilk cami tamamen yeni bir yapı olmayıp kolonlu caddenin başındaki büyük tâkın (büyük kemer) açık cephelerinin kapatılmasıyla bina edilmiştir. Daha sonra H. 97/M. 715 yılında ise şehir merkezinde kilisenin yanında bulunan agoranın yerinde büyük bir cami yapılmıştır. Halep’in yönetimini üstlenen Müslüman idarecilerden bazıları şehir içinde oturduğu halde, çoğu şehir dışında kurulmuş saraylarda ikâmet etmeyi tercih etmişlerdir. Şam’da olduğu gibi Halep’te de fetih sonrası şehrin planında başlayan değişim, ilk asırlarda çok yavaş seyretmiş ve şehir, H. 5-6/ M. 9-12. asırlara kadar eski kimliğini büyük ölçüde korumuştur.
ŞEHİRLERİN FELSEFESİ / ŞEHİRCİLİĞİN FELSEFESİ Her nesil, kendi döneminde üretebileceği en iyi mimariyi, en yaygın bir şekilde gerçekleştirmek ile mükelleftir. Bir şehri inşa ederken gelecek nesillerin hayatını tamamen donduracak şekilde kalıcı yapılar yapılması, öncekilerin sonrakilere bir nevi tahakkümü olarak değerlendirilebilir. Bu kalıcı olmayı/ebediyeti çağrıştıran iddialarıyla halka tahakküm etmekte ifrat derecesini yaşatmış olan Firavun kültürüne benzemek demektir. Doğrusu bu nokta son derece önemlidir, çünkü ister dindar ister laik olsun Türk aydınları İslâm şehirlerinin insana tahakküm etmeyen, gelişmeye açık yapısını anlamayıp bunun göçebeliğin getirdiği bir olumsuzluk olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu tarz yanlışlığı fark eden batılı bir şehir bilimci “Bana evlerin 30 senede eskimesini sağlayın, ben size dünyanın bütün şehirlerinin bütün meselelerini çözeyim” demiştir. Kolay eskimeyen kalıcı nesnelerden oluşan şehrin bu statik yapısı, nesneler arasındaki meselelerin sonraki kuşaklara taşınarak çözümü zorlaştırıcı bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Farabi “el Medinet’ül Fazıla” adlı eserinde “Fazıl şehir halkının bildikleri ve yaptıkları müşterek şeyler bulunduğu gibi, bilimde ve işte, her tabakaya ve her ferde mahsus şeyleri de vardır. İşte saadet merhalesine bu iki şeyle varılır: biri, ferdi başkasına bağlayan beraberlikle, diğeri, ferdi mensub olduğu zümreye bağlayan beraberlikte. Her ferd bu iki saadete ulaşmak için çalıştığı takdirde üstün bir ruh seviyesine varır. Bu uğurda çalıştığı nisbette ruhî üstünlüğü artar, gün geçtikçe de fazileti kuvvet kesbeder.” 140
Şehir, İnsan ve Toplum
Osmanlı şehrinin bu bakımdan varlığın yaratılışın gerçeğine uyan bir oluşum olarak hayatın dinamik bir süreç olduğu anlayış, Helenistik Batı felsefesinin durağan, statik varlık telakkisinde unutulmuştur. Müslüman aydınlar ise içinde yaşadıkları şehirlerin hiçbir vasfını fark etmeden, batının geçmiş kalıplarını mutlak realiteler zannederek putlaştırırken, Batı kendi kendisini tenkit edip geliştirmekte, onu aşmaya çalışmaktadır. Hayatın akışı içinde canlı ve dinamik şehir hayatının içine yerleştiği çerçevenin nesiller geçtikçe değişirken, değişen ihtiyaçları karşılayacak şekilde esnek olması lazımdır. Günümüzde bu değişim engellendiği için insanlığa çok ciddi zarar ve acı verilmektedir. Bir mahalle içerisinde insanlar aralarındaki münasebetlerle, evlerini yaparken, yani şehri inşa ederken de cemaatin muvafakati esas alınmakta, masa başında kağıdın üzerine çizgiler çizen bir insanın emriyle değil, topluluğun kararlarıyla oluşturulmaktadır. Bu bize “Halk haktır” düsturunu hatırlatmaktadır. Maddi dünya ile manevi dünyanın barışık olduğu, âbidelerin etrafında güzel bir dünyada yaşamaları için bina yapma hakkı mahallelinin inisiyatifine verilmekte, bu hak da yapının mahalledeki camiden, caminin minaresinden daha yüksek olmaması kaydıyla kullanılmaktadır. İslam mimarisinde ötelerin habercisi, sonsuzluk tedaîsi uyandıran camiler ve devletin bekaasını temsil eden saraylar taştan inşaa edilirken, evle dünyanın fânîliğini hatırlatacağı düşüncesiyle –zengin, fakir fark etmeksizin- ahşaptan yapılmıştır. Geçmişte Selçuklu ve Osmanlı döneminde yüzlerce paşanın görev yaptığını ve bunlara ait saraylara pek rastlanmadığı, ayakta kalan sadece Sultanahmet’teki İbrahim Paşa Sarayı’nın istisnaî durumu açıklayıcı bir örnektir. Cansever bu hakkın kullanımını “Osmanlı şehri, insanı İslâm inancı çerçevesi içerisinde eşref-i mahlûkât kabul ettiği için, terbiyenin yüceliğine inandığı için bu yüceliklere ulaşmalarına imkân verecek, çevrelerini düzenleme işine katılarak dünyayı güzelleştirme görevini ifa etmelerine imkân sağlayacak genişliği sağlıyor” şeklinde ifade etmektedir. Osmanlı şehirlerinin batılı seyyahlara çok düzensiz gözükmesinin sebebi doğal ve güzelliğin ifadesini bulduğu bir katlı, iki katlı, üç katlı çok değişik çözümlemelerin oluşturduğu, monoton bir apartman düzenine benzemeyen mimari zenginliklere alışık olmamalarından kaynaklanmaktadır.
YERLE BİR EDİLEN ALT SİSTEMLER; MAHALLE ve TEKKELER İslam şehrini oluşturan alt sistemlerin birincisi mahalle düzeni, bir diğeri de insanların eğitildiği, erdemli olmanın mesuliyetinin hatırlatıldığı, yüceltildiği müesseseler olan tekkelerdir. Cemiyetin yekdiğerinin hakkına saygılı ve erdemli olmasının, cömertliğinin, fanilik, sadelik ve tevazuun hayat tarzına dönüştürülmesini tevlid eden bu müesseseler insana eşrefi mahlukat olmayı hatırlatmakta, insana cennet gibi mekanlarda, cennet tasavvurlarıyla yaşamanın kapılarını açmaktadır. Şehrin insanı hayatın maddi vechesini ikmal ederken, manevi vechesini ihmal etmenin bedelini içinde yaşanan şehirlerde yalnızlaşarak ve yabancılaşarak ödemeye devam etmektedir. Birer düşünce ve bilgi geliştirme merkezleri olarak yaşıyan tekkelerdeki eğitime tabi olanlar son derece hızlı ve kat kat yüksek düzeyde idrak kabiliyetine sahip insanlar haline geliyorlardı. Her biri düşünce melekeleri en üst düzeye çıkmış felsefi derinliği olan kişiler olmakta ve orada yetişen insanlar yeni ufuklar inşa edebilecek bir kıvama getirilmekteydiler. Yapı kalfasına da intikal ettirilen bu bilinç onu da insan-ı kamil olarak yetiştirmekte ve tabii olarak bu durum neticede onun kurduğu yapıya da yansımaktaydı. Hiç şüphe yok ki din ve tasavvufun tevhidi Osmanlı’daki sade, zarif ve mü141
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
kemmel şehirleşmenin kaynağı olmuştur. Şehir yapısını meydana getiren vakar, sadelik, tevazuu ve içinde yapmacıklık olmayan yalın gerçek olmak aynı zamanda mimarinin evrensel / İslâmi değerlerini de ifade etmektedir. Tekkelerin geçmişte cemiyet hayatında yüklenmiş olduğu rolü gözden geçirmemiz ve bunu şehri yeniden kurarken nasıl kullanabileceğimizi hesaplamamız gerekmektedir. Tekkeleri kapatma yanlışlığı ve yanılgısından kurtulmadıkça insana dair köklü meseleyi halletmemiz mümkün görünmemektedir. Günümüz İslâm ulemasının önemli bir kısmı hâlâ Osmanlı evinin geçici ahşap yapısıyla ev olamadığını kısaca bizim cenahta şehir kurmanın bilinmediğini, İngiltere’de 11. asırda yapılan evlerin hâlâ ayakta durduğunu, onun için onların şehirlerinin iyi olduğunu, nihayetinde 20. yüzyıl başlarında inşa edilmeye başlayan kârgir apartmanlar sayesinde bir şehir kurmaya başlandığı vehmindedir. Bu vehim, toplumun bir kesiminin fikri olmaktan çıkıp toplumun bütününü şâmil bir yanılgı halini gelmiştir. Öyle ki Osmanlı’nın gerilemeye başladığı dönemde gücün kaynağı olan iman zayıflamaya başlarken, keyfiyyet azalırken kemmiyyet artırılarak üstün gelineceği zannediliyordu. Halbuki Osmanlı sürekli galip geldiği önceki hiçbir savaşta düşmandan sayı ve silah bakımından üstün değildi. Bu yanılgının bedeli Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın kumandasındaki Osmanlı ordusunda kuvvet ve silahların sayısı Viyana’da kuşattığı milletlerin silahlarından kat kat fazla olduğu halde rağmen ilk büyük yenilgi orada alınmakla ödenmeye başlanmıştı. Dünyada yarım asırdan fazladır terk edilen şehir planları yaparak şehirleşmenin mümkün olmadığı -bu sistemin büyük yanlışlarla dolu, her şeyi emreden, teferruatçı, kısıtlayıcı bir planlama olduğu- fark edilip terk edilmekle beraber Türkiye’de hâla buna devam edilmektedir. Bu aslında Türkiye’de her şeyi kendi merkezinde, masa başında çözümleyebileceğini zanneden ve ona göre kararlar alan resmi devlet ideolojisinin iflasıdır. Fabrikaları işleten, eğitimi, savunmayı yapan, parayı kontrol eden, vergiyi toplayan, tarlada ne ekileceğini tayin eden, hatta insan tefekkürü dahi yasaklayan paradigmanın iflasıdır. Fransa, İngiltere, Hollanda gibi sömürgeci devletler işgal ettikleri İslâm ülkesinde ilk olarak mahalle teşkilatını lağvetmişlerdi. Çünkü işgalcilerin bu kadar küçük bir birime nüfuz etmesi imkânsız olup halkın mahallelerden işgalcilere direnmesi mümkün olmaktadır. Türkiye’de Cumhuriyeti kuran kadrolarca 1928’de tekkeler kapatılır ve mahalle teşkilatları lağvedilir. Hindistan, Mısır veya Cezayir’de sömürgecilerin mahalle teşkilatını ortadan kaldırmalarının oraya nüfuz etmelerini kolaylaştırmak gibi anlaşılır sebepleri olmakla birlikte, Türkiye’de Cumhuriyet’in halkın bu teşkilatını sömürgeci mantığıyla içerden kendi elleriyle çökertmesinin izah edilmesi zordur. Acaba sömürgeci bakışın Cumhuriyet kadrolarına hakim olduğunun iddia edilmesi haksızlık sayılabilir mi? Bu çözülme veya sapma aydın kesim içerisinde yer etmekle birlikte, bizi ve tüm dünyayı heyecanlandıran hatta ümitlendiren husus Osmanlı kültürüne sinmiş olan İslâmî değerler hâla halkın içinde devam etmekte olduğudur. Günümüzde sıklıkla eleştirilen ve kentsel dönüşüm içinde yok edilmeye çalışılan gecekonduların pencerelerinin sadece biçim ve ölçüleri düzeltilerek bürokrasinin koymuş olduğu buyurgan kurallardan azade, evler arası münasebeti olan, herkesin komşusuyla beraber yaşayacağının idraki içerisinde komşusuna göre evini yerleştirdiği harika Osmanlı evleri yeniden neşvü nema bulacaktır. İnsanların bir kere çevre sorumluluğu idrakinde olarak davranmaya başlaması ondan sonra bütün diğer kültürel gelişmelerin teşekkülünü davet edecektir. 142
Şehir, İnsan ve Toplum
İSLAM ŞEHRİ ve POST-MODERNİZM Ünlü bilge Mimar Turgut Cansever’in “İslâm şehri insanlık tarihinin en müstesna ürünüdür.’’ şeklinde tarif ettiği İslam şehrini tarif ederken iki temel özellik ortaya çıkmaktadır. Birincisi şehri kuran hâkim iradenin görünür olmaması, ikincisi de kendiliğinden oluşmuş bir güzellikler manzumesi olmasıdır. Bir bütün içinde tevhid edilebilecek bu iki ifadenin bir toplumu, bir şehri yönetirken iki temel varlık gerçeği üzerine bina edilmiş olmasını zaruri kılmaktadır. Şehir tabiatın ve topoğrafik yapının hüsnü muhafaza edildiği, insanın ve komşuluk ilişkilerinin önemsendiği bir organizmadır. Evvela tabiata, yani şehrin üzerinde kurulduğu, var olan gerçeğin icaplarına uyum ve saygı ve tabiata biçim veren o İlâhî iradeye kayıtsız şartsız uyum temel kriter olarak ortaya çıkmaktadır. Burada Cansever Osmanlı mahallesini tarif ederken şunları söylüyor; “Osmanlı şehirlerinde her ev, kendi istikametine bakıyor. Her ev, üzerine yerleştiği parselin özelliklerine göre yer alıyor. Hatta şehrin oluşumunda daha evvel yapılmış ne varsa o süreci son geçtiği noktada mevcut sirkülasyonun durumu da nazar-ı itibara alınıyor ve ev ona göre yerleştiriliyor. Evin buna göre yerleşmesine imkân veren ilk karar, yamaca doğru çıkan yolların çok kolaylıkla birbirine paralel olmayan yollar olması. Yollar arasındaki yapı adaları dikdörtgen, muntazam yollar olmuyor, yani bir emredici hakim iradenin topoğrafyanın şartlarına karşı çıkışıyla meydana gelmiş bir çözüm değil, aksine o irade burada tamamen kenara çekiliyor, fakat varlığın yaradılışından gelen özellikler ne ise onlara uyularak bir yol şebekesi ortaya çıkarılıyor. İki, üç, hatta dört yolun arasında kalan yapı bu durumda her parçasında farklı özellikler taşıyan parseller meydana getirilmesine imkân veriyor.” Osmanlı evleri bölge ve iklim şartlarının getirdiği farklara göre biçimlenmektedir. İstanbul’daki evlerin cumbaları, ev hanımının sokaktan çocuğunu gözlemesine imkân vermekte, sokak da genelde bahçenin tabii bir uzantısı gibi emin ve muhafazalı bir yer. Cumbalar yazın çok sıcak havalarda insanı güneşten korurken, binanın bir kattan yüksek olması dar sokakların gölgelenmesini sağlamaktadır. Aynı zamanda binanın bu yüksekliği, bina içinde bir kattan yukarıya doğru hava hareketleriyle binaların serinletilmesine imkân sağlamaktadır. İnsanlar günümüzde evin bir tek yola bakabiliyorlarken, Osmanlı şehirlerinde karşıdaki evin bahçesinden manzaraya doğru, yan cephelerden camilere, minarelere doğru bakılması gibi insanın çeşitli istikametlere yönelmesini mümkün kılan bir yapılanma mevcuttur. Özetlenirse mimarî pratik, fonksiyonel temellere uyularak meydana getirilmekte, topoğrafyadaki farklılıklar evlerin yerlerini, konumlarını ve biçimlerini değiştirirken, farklı iklim ortamlarına gidildiğinde bu iklimlerin farklı şartlarına uyulmakla birlikte üslup özellikleri aynı kalmakta, mahremiyet olgusu, insanların farklı istikametlere bakabilme hakları şehrin mimarîsi içerisinde korunmaktadır. Aynı zamanda bir yandan hayatın tamamına hakim olan tevazu, çekingenlik, züht bir araya gelirken öte yandan parça-bütün ilişkisinde aynı kurallar, dünyayı meydana getiren her birimin şahsiyetinin korunması, insanların şahsiyetleri yüce addedilmesi, aynı yücelik fikri yaşatılmaktadır. İslâm dünyasında ortak olan bu değerler, fakat çeşitli veçheleriyle, farklılaşan ifade tarzlarıyla gündeme getirilirken, tabiat kaçınılmaz bir şekilde hepsinde varlığını muhafaza etmektedir.
143
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
SADELİKTEN GÖSTERİŞE DOĞRU İslam Medeniyetinin tüm müesseseleriyle yaşamakta olduğu dönemlerde Avrupa içlerinden Hicaz’a kadar ister kerpiçle, isterse taşla yahut ahşapla yapılmış olsun, soğuk veya sıcak iklimde, fakir veya zengin için yapılan yapıların hepsi benzer üslup özelliklerin taşıyordu. Daha sonraları Osmanlılar özellikle 19’uncu asırda olmak üzere derin bir şekilde Batı’nın güç ve otoritenin oluşturduğu gurur ve büyüklenmenin etkisi altında kaldı. Cansever bu konuda Kubbeyi Yere Koymamak adlı eserinin bir bölümünde şöyle der; “14’üncü Louis’in ülkesi olan Fransa, Osmanlı’nın bir vilayeti kadardı. Buna rağmen kendisini güneş batmayan ülkenin imparatoru ilan ederken Kanuni Sultan Süleyman 200300 metre cephesi olan sarayın sonsuz ufuklara bakan merkezi aksının yerine Topkapı Sarayı’nın iki üç odasında yaşıyor ve gerçekten dünyayı idare ediyordu. Kanuni halifeydi ve mütevaziydi. İddiacı değildi, çekingendi. Sadaret divanında ağzını açıp tek söz söyleme hakkı yoktu, yalnız dinleme hakkı vardı. Söz söyleme hakkı kazaskerindi. Gururlanmak yerine mütevazı olmak onun hayatının tadıydı, lezzetiydi”. Cansever devamla gelenekteki farklılaşmanın başlangıcını ise şöyle özetler; “Gelenekten farklılaşmada ilk önemli olay, Sultanahmet Camii’dir. Sinan üslubuyla Sedefkâr Mehmet Kalfa vakur olmak yerine daha çok zarif ve neşeli olmak karakteriyle binayı vücuda getirmişti. Bu, ilk belirgin değer yargısı farklılaşması oldu. Sinan mektebi bir asır sonra tekrar gündeme geldi ve en son olarak Yeni Cami, Sinan takipçilerince ortaya konuldu. Osmanlı şehrinde mahalle, herkesin birbirini tanıdığı bin kişilik adeta bir aile tarzındaydı. Herkes birbirinin hakkını korur ve bütün meselelerini kendi içinde hallederdi. 17’inci asırdaki adalet kararları buna dahildir. Bunun yerine bu bütünlüğe tamamen hakim olacak şekilde başka bir merkezi irade vücuda getirilerek, merkezi iradenin adeta orada hazır bulunduğu bir başka bütünlük telakkisi başlatılmıştı. İslâm’ın emrettiği ruh hallerine aykırı olanın İslâm’a da aykırı olduğunun farkında değiller. Burada çok mühim bir mesele gündeme geliyor. “Bir kavmi şirke düşmedikçe helak etmeyiz’’ buyurulmuştur. Gerçekte bir gizli şirk teşekkül ediyor Osmanlı’da ve bu şirki fark etmiyorlar. Aslında inançları ona asudelik, sükunet, çekingenlik, tevazu, vakar tavsiye ederken, ibadetin şeklinde bile bilinçten kopmayı şart koşarken onlar kendilerini saldırganlığın, gürültünün, bilinci yok eden bir etkileme mekanizmasının içine bırakmayı tercih ediyor. Bu yanlış, Sultanahmet’le Ayasofya’nın önüne, Ayasofya’nın kubbesi hizasına kadar yükselen, Allah’ın bir lütfu olarak yanarak yok olan eski Adalet Nazareti binasını inşa etme hakkını veriyor. Akıl almaz bir mimari mucize olan Beşiktaş sarayı’nın yapılarını yok edip onun yerine Dolmabahçe Sarayı gibi kof bir saman çuvalına benzeyen, yine de dünya ölçeğinde düşündüğünüz zaman müthiş bir onuru olan bir sarayı inşa ediyorlar.” Osmanlı Şehir Modeli bugünkü şehirleri kurtarabilir mi? Osmanlılar şehrin belli odak noktalarını- şehir merkezindeki çarşı, han, hamam gibi ortak mekanları- kontrol etmişler, gerisini yapı ve değerler sisteminin şartlarına uymak kaydıyla serbest bırakmışlardır. Osmanlı toprak hukukunda toprak Allah’a aittir. İnsanlar evlerini inşa ederken toprağın kullanım hakkını satın alabilirler, satabilirler ve orada yalnız ev yapabilirler. Bugünkü şehirleri iktisadi ve sosyal açıdan merkeze bağımlılıktan kurtarmak gerekmektedir. Tuzla veya Avcılar İstanbul merkezine bağlı hale getirilirse İstanbul’un yoğunluğu artırılmış olur. Yolların genişletilmesi, metro bağlantısı, düzenli bir otobüs ulaşım ağı kurulursa, bu merkeze gelen insan sayısını, yoğunluğu artırmaktan başka bir şey yapılmış olmaz. Bunu önlemenin iki yolu vardır: 144
Şehir, İnsan ve Toplum
Cansever, devamla gelenekteki farklılaşmanın başlangıcını ise şöyle özetler; “Gelenekten farklılaşmada ilk önemli olay, Sultanahmet Camii’dir...”
145
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
Birincisi; şehir içinde toplanan yoğunlukların bu bölgeleri bağımsızlığa kavuşturacak şekilde başka merkezler vücuda getirerek o merkezlere dağıtılması, ikincisi; nüfusun aykırı yerleşmelerini bertaraf edici tedbirlerin alınması gereklidir. Sadelik İslâm kültürünün temel özelliğidir. İslam kültürünün meydana getirdiği bütün eserlerde yaratılışı ilahi irade ile vücut bulmuş özünü inkâr etmek, değiştirmek, çiğnemek söz konusu değildir. Böyle olunca, nesneler kendi varlıklarıyla sahip oldukları asli özelliklerini yansıtmak suretiyle birbirlerinin yanında en uygun ilişkiler içerisinde dünyaya eklenip onu güzelleştirmektedir. İlahi iradenin, feyzin tezahür ettiği nokta olarak düşünülen Kâbe, mutlak ve değişmez varlık olarak sabit dururken onun etrafında dönen Müslümanların her biri, tavafın her adımında onu ayrı bir şekilde müşahede etmekte ve bu farklı müşahedelerin her biri hakikatin bir parçasına tekabül etmektedir. Herkes bulunduğu an ve noktada o hakikati başka bir şekliyle görmektedir. Evrensel kültür bilincinin vahdaniyete inancın ve mutlak surette her türlü açık ve gizli ‘şirk’ ten kaçınma zaruretini müdrik olarak sürekli bir teyakkuz halinde bulunmanın saf İslami ürünü vücuda getirmenin temel şartı olduğunu modern çağ ve İslâm alemi gözden kaçırmaktadır. İslâm şehirlerinin içerisine düştüğü durum ve İslam mimarisi benzer yanılgıların meydana getirdiği felaketlerdir. Cami yapıp bunu göklere kadar yükselen üç şerefeli minarelerle donatmayı düşünen ve bunun için çaba sarf eden kişiler, minareyi bu kadar yüksek yapmakla İslam’ı yahut o eseri meydana getiren kişileri kurtaracak bir ‘güç’ vücuda getirdiği zannına kapılmakta ve bunun bir bakıma ‘’şirk’’ koşmak olduğunu unutmaktadır. İslam kültürünün çok üstün vasıflı bir ürününün (örneğin Selimiye’nin) alınıp bugün tekrar edilmesinin çözüm olduğunu zannetmek, o ürüne İlahi bir güç affetmek anlamına gelmektedir. Şehirlerin Geleceğine Dair Cansever, ülkemizdeki şehirciliğin geleceğine şöyle vurgu yapıyor: “Şehirleşmenin yalnızca ekonomik politikaların yansıması ile şekillenmediği, fikri ve ideolojik yönelişler; doğrudan veya müesseseleşme ile toplum telakkisi vb. pek çok ideolojik yapı ve etkenlerin, dolaylı katılımı ile oluştuğu bilinmektedir. Mesela ülkemizde Batılılaşma, Batılılar gibi yaşama biçimi, düzen ve kalıcı olma gibi kavramların ve bunlara göre hazırlanıp şekillendirilen imajların, şehirlerimizin oluşumundaki etkileri açıkça bilinmektedir. Toplumsal idarî yapının, otorite ve halk ilişkisinin, halkın insan olarak katılım hakkının; vücuda getirilen yapıların, şekillerin kalıcı veya değişmeye açık olması ile ilgili tercihlerin, konut ve şehirde oluşumu nasıl etkiledikleri ülkemizin yaşadığı değişmelerde açıkça görülmekte ve bilinmektedir. Keza, Osmanlı idare sisteminde, mahallenin kendi kendisini idare etmesine ve bunun gerektirdiği bütün malî ve hukuki vecibeleri üstlenmesine karşılık, her kararın merkezî otorite tarafından oluşmasını öngören 1928 sonrası şehir idaremizin etkisi ile ortaya çıkan sonuçların karşılaştırılmaları; katılım, süreklilik, adalet üzere ve insanların yapabilir olmalarını amaçlayan ve mahalli değerlerimizin tam bir devamı olan evrensel tercihlerle kıyaslanması kısacası bu tarihin de değerlendirilmesi bir zarurettir.” Türk halkının yüzde 92’si ABD’de, Japonya’da, Almanya’da, İngiltere’de, eski Türk şehirlerinde olduğu gibi bahçeli evlerde yaşamak isterken, bir avuç teknokrat ve onların hazırlayıp uyguladıkları kanun ve yönetmelikler Türk halkını apartmanlarda yaşamaya mahkûm etmektedir. 19’uncu yüzyıldan sonra Batılılaşma eğilimleri, Batı hayranlığının zirve yapması Osmanlı şehirlerini de etkileyerek yollar genişletilmiş, evlerin avluları yıkılarak insan 146
Şehir, İnsan ve Toplum
yüzlerine yabancı olan caddeler yapılmaya başlanmıştır. Şehir giderek insandan soğumaya, insan da şehirden kopmaya başlamış; günümüz insanını kalabalıklar içerisinde yalnız yaşamaya mahkûm etmiştir. Ne kadar hazindir ki cumhuriyetin kuruluşundan beri imar yönetmeliklerinde çıkmaz sokak yasaklanmış ve mevcut çıkmaz sokaklar da yıkımla açılarak yok edilmişlerdir. İstanbul’daki Vatan ve Millet caddelerindeki özgün tarihî eserleri yol açma gerekçesiyle yerle bir eden o günkü zihniyet de bugünkü kentsel dönüşümü yapanlar da muhafazakâr olduklarını ifade etmekteler... Neyi muhafaza ediyorlar acaba? Onlara göre “kalabalıklaşan kentlerde asayiş için bu zorunludur” gerekçesi yeterlidir. Peki bu şehirleri kalabalıklaştırarak anakentlere dönüştürenler, planlara bütüncül bakamayanlar kimler? Suçlu hep ötekiler mi? Belediyelerce kendine yakın siyasi destekli bazı girişimcilere mevcut yapı dokusunu hiçe sayan gökdelen inşa etme imtiyazı sağlanarak yeni yetme zengin adayları türetilmekte, herhangi bir emeğin karşılığı olmayan haksız bir kazanç yolu açılmaktadır. Bu diğer insanların da ahlakını tahrip etmekte ve bu defa hakkı gözetmeyen insanlar, açıktan kazanç elde etmek için şehirleri tahrip etmeyi göze almaktadır. 21’inci yüzyılda maalesef Osmanlı Devletinin varisi olan Türkiye’de insanların büyük çoğunluğu komşusuyla ahenkli bir yapı meydana getirmek yerine, komşusundan daha yüksek bina yaparak birkaç kat daha kazanabilmek için her türlü gayri ahlaki yolu denemektedir. Sonunda şehirlerimiz, adeta gayri ahlaki davranışların birbiriyle yarıştığı yapılar yığını haline gelmekte gelecek nesillere bu çirkin dünyayı bırakmanın herhangi bir vicdani üzüntüsünü duymayan bir insanlar topluluğu haline gelinmektedir. Bu tabii, insanı yüceleştiren, insanın dünyadaki temel sorumluluklarının tamamen zıttı bir gayri insani tavır, dolayısıyla bir tür kültürel kirlilik ortamı meydana getirmektedir. Mimariyi düzenleyen evrensel değerler sistemi, mimarlar tarafından standartlar düzeni olarak vücuda getirilirken bu düzeni bütün inanç sisteminin, davranışlara ve ruhi hallere, tekabül eden biçim ifadelerinin yansıması olan mekanlara yöneltmektedir. Günümüzde sosyal ilişkilerin, aile yapısının, değişme ihtiyacının, çeşitli yaşama biçimlerine ait mahremiyet gibi temel taleplerinin ve bunlara tekabül eden sistemlerin ürünü olan evler yerine bir akıl tutulmasıyla Batı dünyasından kopya edilmiş apartmanlarla şehirlerimizi ve onun tabiatla bütünleşmiş geleneksel yapısı mahvedilmektedir.
SONUÇ Bugün şehirlerimizin herhangi bir medeniyeti hatırlatmayan haliyle kendi kültürel köklerinden uzaklaşarak oraya buraya savruluşunun izleri açık bir şekilde görülmektedir. Hayatın merkezinde yer alan cami ile halk birbirinden koparılmış, önceleri hayatın bir parçası olan namaz için, artık vakit ve yer tahsis etmek adet haline gelmiştir. Geçmiş çağların şehirlerinde cami ve külliye mekânları içtimaî sıkıntıların geneline çözüm üretirken, bugün çoğunlukla namaz vakitlerinde açılan bu müesseselerden ortaya diriltici bir ruh ve soluk koyması beklenemez. Gelecek kuşakların insan ve cemiyet hayatına saygılı olmaları için kuşanması gereken temel inanç ve kültür değerleri, ancak medeniyetimize ait temiz ve sağlıklı maddî-mânevî mekânların oluşturacağı şehirlerde mümkün olacaktır. Şehirleri imar edenlerin tarihe karşı sorumlu olduklarını hatırlamaları ve emanet edilen şehrin hatıralarını, tarihi dokusunun, yerel kültürlerin hüsnü muhafazasına memur olduklarının idrakine varmaları elzemdir. Günümüzde kentsel dönüşümle şehirlerin hafızası yok edilmektedir. 147
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
Günümüzde Avrupa genelinde -meselâ Almanya’da- şehir merkezinde kilise, devlet kurumları, pazaryeri ve üniversite beraber yer alır. Avrupalılar bu şehircilik anlayışının Haçlı Seferlerinden sonra, İslâm medeniyetindeki şehir plânını büyük nispette benimsemişler ve kendilerine göre başarılı şekilde hayata geçirmişlerdir. Bugün İslâm’ı yaşanılır kılmak için, öncelikle şehircilik ve mimarî anlayışımızda köklü değişikliklere ihtiyaç vardır. Kadim gelenekte belirtildiği gibi “insan yediği gibi yaşar, yaşadığı mekân gibi düşünür.” Kimilerince çoğunlukla örnek alınan Batı şehirlerinde tarihî bina ve çevrelerin hiçbir dönemde yıkıma uğramadığını, kentsel gelişmelerin tarihî mekânların dışında yeni gelişmekte olan kısımlarında yapıldığını bilinmektedir. Şehrin insanına dair hatıraların yaşandığı bu mekânlar tarihî, kişisel ve toplumsal açıdan çok önemlidir. Günümüzde buna benzer şehir dokusu çeşitli sebeplerden dolayı yıkıma uğramakta ve bir dönemin hatıra ve hafızası yok edilmektedir. Bu, gelecek nesillere olan sorumluluğumuzdur. Şehirlerin ruhu, lisanı geçmişle ilişkisini bugüne taşımakta aranmalıdır. Dilsiz, gönülsüz, kimliksiz, ruhsuz bir yere, bir yerleşim şehirden çok ancak kent olarak tanımlanabilir. Günümüzde Müslümanların şehir, medeniyet, kültür gibi konularda kendilerini bir kenara ayırarak ele alışlarından, şehir hayatından bahsederken şikâyetçi bir üslup kullanmalarından bir bütünlüğü ifade eden düzenli ve temelli bir tevhîdi bakış açısına sahip olmadıkları görülmektedir. Problemi teorik anlamda dile getirmekle birlikte, pratikte çözüme ulaştıracak adımları atmakta pek de istekli ve kararlı olmadıkları bir vakıadır. Kendilerini yeni ve modern olanın karşısında konumlandıran Müslüman, ona karşı direnebilmek tutunabilmek, dayanaklar edinmek için hep öne sürdüğü mükemmel geçmişi yüceltmek, geçmişte yapılan başarılı çalışmaları, eserleri öne çıkararak, günümüzde ortaya konan moderni değersizleştirmeye çabalayarak, ortaya güncel yorum ve katkı sunmadan akıbette mükemmel bir geleceğin kendilerini beklediğini ihsas ettirmek aslında bir kelime/dil cambazlığından başka bir şey değildir. Derin ve köklü değişmelerin yaşandığı ülkemizde, en önemli değişmelerin cereyan ettiği dönemleri anlatır tarzda ele alınmalı, konut, şehirleşme ve çevre sorunlarının oluşumundaki olumlu ve olumsuz sonuçları ve gelişmeyi şekillendiren etkenleri belirleyecek tarihi süreç derinlemesine analiz edilmelidir. Yapılan çalışmalar neticesinde varılan noktayı doğru yorumlamak ve şehirlerimizin geleceğini buna göre biçimlendirmek zorunludur. Sonuç olarak; Müslümanların asr-ı saadette kuşanmış oldukları nebevi tebliğ (tevhid ve adalet çağrısı) ulaşabildiği her kültürel çerçeveyi kirlerinden arındırıp yenileyerek Allah’ın hidayetiyle yeniden tanımlamış, öncelikle görünür ve görünmez tanrılara, Allah’tan gayrısına karşı insanları özgürleştirmiştir. Onlar için mescidin anlamı, görünen kirlerin yanında daha da önemlisi şirk pisliğinden temizlenmiş arzın tamamıdır. Bu çağrı onlar için elestü bezminde Allahü Teâlâ ile yaptıkları misakın bir gereğiydi; onlar ne geçmiş güzel günlerle kuru bir övünmeyi, ne de gelecek güzel günlerle sorumluluk almadan avunmayı seçtiler. Sadece yüklendikleri emanetin/dünyayı güzelleştirme ve hüsnü muhafaza sorumluluğunun peşindeydiler. Günümüz Müslümanları iç alemlerini yüceltecek kurumları ihya ederek dış dünyalarını mamur edecek şehirleri kurmayı ibadet telakki etmek zorundadır. Şehir ve mimari; toplumların kültürel kodlarını yansıtan, onların derinliklerini dışa vuran en önemli eserleridir.
148
Ĺžehir, Ä°nsan ve Toplum
149
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
150
Şehir, İnsan ve Toplum
İHSAN AKTAŞ Araştırmacı
KENT YAŞAMI, SOSYAL ARAŞTIRMALAR ve İSTANBUL GİRİŞ Türkiye’deki toplumsal değişmenin en önemli dinamikleri ve sonuçları, en özgün biçimleriyle İstanbul’da yaşanmakta ve gözlenmektedir. Bu yüzden “İstanbul’un geleceği Türkiye’nin geleceğidir” yargısı bir gerçeği yansıtmaktadır. Dolayısıyla İstanbul için üretilen projeler, aslında bir yerde, Türkiye’nin geleceği için üretilmiş projeler olmaktadır. Bugün İstanbul, kaydettiği önemli gelişmelerin yanı sıra çok yönlü sorunlarla da karşı karşıyadır. Bu sorunların çözümü için merkezi hükümetin çabası kadar yerel bir yönetim örgütlerinin çabası da önemlidir. İstanbul’un sosyal dokusunun ele alındığı bir dizi araştırmalarla İstanbullular’ın kente, kentliye, kent donanımlarına, kendilerine ve kente ilişkin gelecek tasavvurlarına, kentte kendilerini temsil biçimleriyle birlikte kültür ve uygarlık kenti olan İstanbul’u ve İstanbullu’yu daha iyi tanımak adına son derece önemli bir adımdır. İstanbul’un sosyal dokusunun ele alındığı çalışmalar kapsamında; “İstanbullu Olma Bilinci”, “İstanbul’da Şiddet ve Şiddetin Sosyolojik Arka Planı” , “Sosyal Doku Projesi Araştırmaları“ kapsamında yer alan “Gençler”, “Kadınlar”, “Yaşlılar” “Engelliler”, “Romanlar” başlıkları altında belirlenen konuların sosyolojik bir fotoğrafını çekerek, toplumsal yaşam açısından kentin daha yaşanabilir bir hale gelmesine zemin oluşturulmasına katkı sağlayacak çalışmalara yer verilmiştir.
İSTANBUL ve GÖÇ1 Göç olgusu toplumsal olarak ortaya çıkan değişim ve dönüşümlerle ele alındığında, özellikle bitiş noktası olan şehirlerde temel karakteristik özellikler sergiler. Daha somut belirtmek gerekirse, şehirleşme açısından ele aldığımızda, göçün altını çizmemiz gereken özelliği, nite1 - İstanbul’u Bekleyen Sosyal Riskler Araştırması -2- -İstanbul’a Muhtemel Göç Dalgaları, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, APK Daire Başkanlığı Araştırma Müdürlüğü, 2004. Bu araştırma, İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin 2002 yılı Eylül-Ekim ayları arasında gerçekleştirilen “İstanbul’u Bekleyen Sosyal Riskler Araştırması” kapsamında İstanbul’a muhtemel göç dalgaları projesinde 28 il, 81 ilçe, 162 belde ve köyde yaşayan 5901 katılımcıya anket uygulanmıştır. Bu anket ile kentin gelecek tasarımında ciddi problemleri beraberinde getirecek olan bu göç dalgasına karşı nasıl tedbirler alınacağını, bu göç hareketliliğinde İstanbul’un payının ne olacağını öğrenmek ve daha çok nerelerden göç geleceği tespit edilmeye çalışılmıştır.
151
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
liğinin değiştiğidir. Artık kentten bakarak göç hadisesini değerlendirmek gerekiyor. İkincisi hareketin niceliğinde bir değişme var. Nitelikte nasıl bir değişme var? Aslında kentten kente bir göç hadisesi mevcuttur. Oransal olarak artışın bütün verileri ortadadır. Bunun nedenleri ve etkileri üzerinde önemle durulması gerekmektedir. Göçün niceliği üzerinde ortaya çıkan değişme üzerinde durulacak olunursa bazı şehirlerimize gelen nüfusta bir düşüş olduğu görülmektedir. Bu durum aslında kent içi dinamikleri etkileyecek bir farklılaşma boyutu oluşturmuştur fiziksel açıdan. DPT’nin ve DİE’nin yapmış olduğu geleceğe yönelik nüfus projeksiyonlarına göre, ülkemiz genel nüfus artış hızında kesin ve geri dönüşü olmayan bir azalma sürecine girmiş bulunmaktadır. Bu süreç, 1980’li yıllarda başlamış ve devam etmektedir. 1980’li yıllara kadar ortalama binde 25 düzeyinde seyreden yıllık nüfus artış hızı bu tarihten sonra azalmaya başlamıştır ve 1990-2000 arasındaki 10 yıllık dönemde ülkemiz nüfus artış hızı binde 18,35 olmuştur. İlgili kurumlar tarafından yapılan nüfus projeksiyonlarına göre, ülkemizdeki nüfus artış hızının en azından günümüzden 2030’lu yıllara kadar azalarak devam edeceği fakat 2030’lu yıllardan sonra bu artış hızındaki azalmanın daha da artacağı ve belirli bir noktadan sonra duracağı veya sabitleşeceği öngörülmektedir. DİE nüfus artış hızını 2000 -2005 döneminde binde 13.7-14.1 aralığında, 2010-2015 döneminde binde 10.9 oranında, 2020-2025 döneminde binde 8.0-8.3 aralığında, 2030-2035 döneminde binde 5.4-5.5 aralığında, 2050 - 2055 döneminde binde 1.1-1.2 aralığında ve 2070-2075 döneminde de binde 0.1 oranında gerçekleşeceğini tahmin etmektedir. Bu oranların gerçekleşmesi halinde 21’inci yüzyılın ortalarında Türkiye nüfusunun 95-98 milyon arasında olacağı ve daha sonra hemen hemen sabit kalacağı öngörülmektedir Anlaşılacağı üzere, ülkemiz nüfusunun demografik yapısı giderek Avrupa ülkelerine benzer bir nitelik kazanmaya başlamıştır. Yani yakın gelecekte Türkiye nüfusu artmayacak ve fakat kendini yenileme düzeyinde sabit kalacaktır. Buna bağlı olarak, genç-dinamik nüfus eriyecek ve yaşlı nüfus artacaktır. 1990-2000 sayım yılları arasında illerin nüfus artış hızına değinecek olursak bu dönemde özellikle 5 kentin nüfus artış hızı çok fazla olmuştur. Bunlar sırasıyla Antalya yüzde 42, Şanlıurfa yüzde 36, İstanbul yüzde 33, Van yüzde 31, Hakkâri yüzde 31 oranında nüfus sağlamıştır. Şırnak yüzde 30‘luk bir artışla bu illeri izlemektedir. Bu verilerde en dikkati çeken yan, şimdiye kadarki dönemde İstanbul nüfus artışında birinci kent iken, birinciliği Antalya ve Şanlıurfa’ya kaptırmış durumda olmasıdır. Bu çok önemli bir değişmeye işaret etmektedir. Bu gelişmenin nedeni, göç eğilimlerinde ortaya çıkan değişme kadar, son 10 yıllık dönemde ülkemizin yaşamış olduğu terör ve terörün neden olduğu yer değiştirme hareketleri sonucu, Doğu ve Güney Doğu Anadolu Bölgesi’nde Şanlıurfa, Diyarbakır gibi bazı kent merkezlerinin öne çıkmasıdır. Göç eğilimlerinde ortaya çıkan değişiklik, nüfusun çoğunlukla Akdeniz Bölgesi’nde Mersin gibi, Antalya gibi Hatay gibi yörelerimize göç etmesidir. Antalya’nın birinci sırayı alışının sebebini böyle açıklamak mümkündür. Mesela İstanbul’un 3’üncü sıraya düşmesi anlamlıdır. İstanbul ölçeğinde meseleye yaklaşacak olursak -olabildiğince İstanbul’a girmemeye çalışarak- İstanbul bu konuda bir örnek teşkil edebilir. İstanbul içersindeki mekânsal yer değiştiriş ya da merkez-periferi ilişkisinin değişmesinde de nicelik değişikliğinin çok önemli etkisi var. Bu giderek mekân kullanımının üzerinde etkisini göstermektedir. Etkiyi daha çok konut edinme biçimleri, konut üretme türleri açısından görmemiz gerekiyor. İşte yap-satçı modellerle, rantçı yaklaşımlarla, gecekondunun nitelik değiştirmesini sadece İstanbul açısından değil, büyük metropollerde de, ya da değişik bir kimliği olmasına rağmen Ankara’da da görmek mümkün. 152
Şehir, İnsan ve Toplum
GÖÇÜN İSTİKAMETİ Frekans
Yurt İçine Göçeceklere Göre %
Katılımcı Sayısına Göre %
İstanbul
182
23,1
3,08
İzmir
123
15,6
2,08
Düşünmedim
75
9,5
1,27
Antalya
59
7,5
1,00
Ankara
51
6,5
0,86
Bursa
37
4,7
0,63
Adana
30
3,8
0,51
Kayseri
21
2,7
0,36
İçel
19
2,4
0,32
Konya
18
2,3
0,31
Eskişehir
16
2
0,27
Muğla
16
2
0,27
Aydın
14
1,8
0,24
Gaziantep
13
1,6
0,22
Manisa
12
1,5
0,20
Diyarbakır
10
1,3
0,17
Balıkesir
8
1
0,14
Kocaeli
7
0,9
0,12
Denizli
6
0,8
0,10
Samsun
5
0,6
0,08
Malatya
4
0,5
0,07
Şanlıurfa
4
0,5
0,07
Cevap yok
4
0,5
0,07
55
6,9
0,93
789
100
176
-
2,98
GÖÇ ETMEYECEKLER
4936
-
83,65
GENEL TOPLAM
5901
Diğer YURT DIŞINA GÖÇ EDECEKLER
100
İSTİKAMET İSTANBUL Göçün istikameti konusunda, mevcut göç eksenlerinde ortaya çıkan değişmelere ve bu durumun nüfus istatistiklerine yansımasına rağmen yüzde 23.1 oranında İstanbul ilk sırayı almaktadır. Bunu yüzde 15.6 ile İzmir takip etmekte, yüzde 9.5 düşünmedim oranından sonra yüzde 57.5 ile Antalya, yüzde 6.5 ile Ankara takip etmektedir. Göç konusunda İstanbul’un ağırlıklı bir yerinin olması “İstanbul’a göç etmek mümkün olmazsa hangi ile göç etmeyi düşünürdünüz?” sorusuna verilen cevaplarda ortaya çıkmaktadır. İstanbul’a göç etmek mümkün olmadığı taktirde, göç etmekten vazgeçeceklerin oranı yüzde 32.1’iken, yüzde 13.3’ü İzmir’e, yüzde 9.7’si Ankara’ya ve yüzde 6.7’si Antalya’ya göç edeceklerini belirtmektedirler. Göçlerin varış yeri olarak İstanbul’u beyan edenlerin hangi semte yerleşecekleri konusun153
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
İSTANBUL’A GÖÇ ETMEK MÜMKÜN OLMAZSA HANGİ İLE GÖÇ ETMEYİ DÜŞÜNÜYORLAR Frekans
Yüzde
İstanbul’a göç etmezsem, göç etmekten vazgeçerim
53
32,1
İzmir
22
13,3
Ankara
16
9,7
Antalya
11
6,7
İçel
7
4,2
Düşünmedim
7
4,2
Kayseri
6
3,6
Kocaeli
6
3,6
Bursa
5
3
Adana
3
1,8
Gaziantep
3
1,8
Konya
3
1,8
Malatya
3
1,8
Muğla
3
1,8
Yalova
2
1,2
Aydın
1
0,6
Çanakkale
1
0,6
Diyarbakır
1
0,6
Edirne
1
0,6
Erzincan
1
0,6
Eskişehir
1
0,6
Kırklareli
1
0,6
Sakarya
1
0,6
Samsun
1
0,6
Sivas
1
0,6
Tekirdağ
1
0,6
Tokat
1
0,6
Trabzon
1
0,6
Yozgat
1
0,6
Iğdır
1
0,6
165
100
Genel Toplam
da ilk sırada yüzde 17.4 ile karar vermemiş olanlar yer alırken, sırasıyla yüzde 20.7 ile Bakırköy, Bahçelievler, Bağcılar, Esenler, Gaziosmanpaşa ve Küçükçekmece; yüzde 12 Kadıköy, Ümraniye, Üsküdar, Pendik ve Kartal; yüzde 11’lik oranla Fatih, Eyüp, Beyoğlu, Beşiktaş, Şişli ve Eminönü semtleri tercih edilmektedir. Gidecekleri yeri seçme nedenlerinin başında yüzde 35.1 oranında iş imkânlarının fazla oluşu, yüzde 21.7 ile tanıdıklarının olması ve yüzde 13.9 ile hayat şartlarının daha iyi oluşu tercih etmelerindeki önceliklerdendir. Bu hareket, daha doğru bir ifade ile kırsal alandan başlayarak kentsel alanlara yönelen göç, şehirleşme üzerinde önemli etkiler oluşturuyor. Bu etkiler birçok açıdan tartıştığımız özel154
Şehir, İnsan ve Toplum
likler olarak kendini göstermiş bulunmaktadır. Bir yanı ile göçün istikametinde değişmeler yaşanmaktadır. Nüfus sayımları artık İstanbul dışında yeni merkezlerin daha fazla göç aldığını göstermektedir. Diğer yanda ise İstanbul’da göçe bağlı olarak ele alınan yapılaşmada değişimler ortaya çıktığı üzerinde durulmuştur. İstanbul’un gelişme eksenlerinde bir farklılaşma ortaya çıkmış ve bu gelişme şehre yeni bir veçhe kazandırmaya başlamış bulunmaktadır. Nüfus dışında belli toplumsal faktörlerin etkisiyle ortaya çıkan dönüşümün ortaya koyduğu İstanbul’a özgü kent morfolojisi, kent yapılanması, benzer toplumsal faktörlerin etkisi ile İstanbul dışında da benzer kent morfolojilerine yol açmış bulunmaktadır. Göç hareketinin dışında sadece kentlerin nüfusunu artırmadığı veya en çok bilinen gecekondulaşmaya yol açmadığı, çok daha derin toplumsal dönüşümleri başlatarak, önemli sorunlara yol açtığı görülmektedir. Böylelikle, bu çerçeve içinde alınması gereken tedbirler içinde İstanbul’a ve İstanbul gibi birkaç şehre nüfus hareketini çeken bu yerlere gelişini engellemek için başka kent merkezleri oluşturulması yoluyla nüfus hareketlerinin sadece İstanbul’un taşıyacağı bir olay olmaktan çıkarılması planlanmaktadır.
İSTANBUL’DA YAŞAMAK MI, İSTANBUL’U YAŞAMAK MI? 2 İstanbul’da yaşamak ile İstanbul’u yaşamak çok farklı. Eğer İstanbul sınırları içinde bir ilçede ve bu ilçedeki bir evde dışarı çıkmadan yaşıyorsanız, İstanbul’da yaşıyorum diye adlandırabilirsiniz ama İstanbul’u yaşamıyorsunuzdur. “İstanbullu Olma Bilinci Araştırması” parçası olduğu Sosyal Doku Projesi’nin en önemli bir ayağını oluşturmaktadır. Çünkü kente aidiyet hiçbir maddi değerle ölçülemeyecek bir zenginliktir. Maddi normlar ve değerler toplumsal zaman boyutunda, bugün olmazsa yarın ya da öbür gün bir şekilde üretimi mümkün olan değerlerdir. Ancak; lokal, bölgesel, ulusal ve beşeri aidiyet bilinçlerinden yoksun zenginliklerin reel anlamları bulunmadığı bilinen bir husustur. Bu çalışma, kapsamıyla mütenasip dört temel ve sekiz alt varsayımın test edilmesi amacını taşımaktadır. Bunlar şu şekilde sıralanabilir: 1. Temel Varsayım: Bir kentin kültürel tarihi ve hâlihazır dokusu onun sosyal ve ekonomik tarihinin ayrılmaz bir parçasıdır. 2. Temel Varsayım: Toplumsal hayatın farklı alt biçimleri sosyo-kültürel evrim, oluşum ve olguları farklı biçimlerde temessül ve temellük eder. 2.1. İstanbul’da yaş, meslek, eğitim, gönüllü katılım, dünya görüşleri ve farklı kentsel hayat tecrübelerine göre farklılaşan alt gruplar, sivil toplum kuruluşları ve kişiler; hem benzeşik hem de derinleştikçe ayrışan İstanbulluluk algısına, kimliğine, bilincine, değerlerine ve vizyonuna sahiptir. 3. Temel Varsayım: Kültürü gerçekleştirilmiş değerler toplamı olarak kabul edersek İstanbul kültürü, değerler, bireysel olarak içselleştirilmeden gerçekleştirilemez. 3.1.Çağdaş metropol yaşamında toplumsal bütünlük hem beşeri unsurlara hem de fiziksel donanımlara 2 Sosyal Doku Projesi Araştırması -1- -İstanbullu Olma Bilinci, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, APK Daire Başkanlığı Araştırma Müdürlüğü, 2004. İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin 2001 yılı 5 Temmuz – 3 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirilen “İstanbul’un Sosyal Doku Projesi Çerçevesinde İstanbullu Olma Bilinci Araştırması” İstanbul metropolünün 27 ilçesinde yaşayan 2300 katılımcıyla gerçekleştirilmiştir. Derinlemesine görüşme tekniğinde de yararlanılan bu araştırmada kültür-sanat çevresi grubu, eski İstanbullular grubu, Bilim çevresi grubu, STK grubu, Medya çevresi grubu, İstanbul sakinleri grubu şeklinde adlandırılan 6 grupta toplam 49 katılımcı ile görüşülmüştür. Bu araştırma ile İstanbul’da yaşayanların kentle olan duygusal bağları, kente davranış biçimleri, kentliye davranış biçimleri, geldikleri yöreden kente taşıdıkları değerler, kente ve kendilerine ilişkin gelecek tasarıları, İstanbul algıları, İstanbul’da edindikleri değerler, kentteki ben algıları, kenti sahiplenme duyguları, İBB’den beklentileri, memnuniyet ve memnuniyetsizlikleri, kentte kendilerini temsil biçimleri ele alınmıştır.
155
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
NERELİSİNİZ? Frekans
Yüzde
İstanbul
846
33,9
Sivas
110
4,4
Trabzon
80
3,2
Malatya
73
2,9
Rize
68
2,7
Kastamonu
59
2,4
Erzincan
56
2,2
Erzurum
56
2,2
Kars
52
2,1
Diyarbakır
50
2,0
Giresun
49
2,0
994
40,0
2493
100,0
Diğer
GENEL TOPLAM
KENDİLERİNİ İSTANBULLU HİSSEDİP HİSSETMEMELERİ Yüzde Evet, İstanbullu Hissediyorum
43.9
Hayır, Henüz Kendimi İstanbullu Hissedemiyorum
44.7
Kendimi İstanbullu Hissetmek İstemiyorum
11.4
GENEL TOPLAM
100
karşı olumlu hassasiyet gerektirir. Bu bağlamda nirengi noktası kent sakinlerinin birbirlerine ve kente karşı olumlu davranışlarıdır. 3.1. İstanbul halkının gerek birbirine yaklaşımı gerekse kent donanımlarına yaklaşımı bazen olumsuz hatta zaman zaman hoyratçadır. Hoyrat ve negatif davranış kalıpları kent için aleni bir tehdit unsurudur. 4. Temel Varsayım: Bir kentte yaşayan bireylerin ben algıları ile kente aidiyetleri ve o kentli olma bilinçleri arasında birebir bir ilişki vardır. 4.1.Yoğun göç alan bir metropol olarak İstanbul’un yeni sakinleri ben algıları itibarıyla İstanbulluluk bilincine sahip değildir. Bu yoksunluk onların gelecek tasarımlarına belirsizlik ve negasyon biçimlerinde yansır. İstanbul’da olmanın İstanbullu olmaya yetmediği herkesin malûmu bir olgu olarak karşımızda durmaktadır. Ancak, bunun her vadide ve vadede kentsel birlik ve beraberlikten, ulusal bilinç ve bütünlüğe kadar bir dizi kritik fonksiyona negatif katkılarda bulunduğu da açıktır. Ülke nüfusunun neredeyse sekizde birinin yaşadığı, megapolden başka bir uluslararası kent sıfatını yansıtamadığı, ülkenin dışa en açık kapısı, ekonomik ve kültürel merkezi olan bir yerleşim biriminde sakinlerin aidiyet hissetmeyişleri göründüğünden daha fazla negatif sonuçlar üretir. Zira kente aidiyetsizlik istisnai ve geçici bir anomali değilse; giderek topluma, ulusa, ulusal bütünlüğe ve hatta beşeriyete önce eksik aidiyet, sonra da aidiyetsiz156
Şehir, İnsan ve Toplum
lik sonucunu getirir. “Nerelisiniz” sorusuna verilen yanıtlara bakıldığında bu durum daha anlaşılır bir hal almaktadır. 1/3 oranında denek İstanbullu olduğunu ifade ediyor. Bunu yüzde 4.4 ile Sivas, yüzde 3.2 ile Trabzon, yüzde 2.9 ile Malatya, yüzde 2.7 Rize, yüzde 2.4 ile Kastamonu izliyor. Sıralanan iller klasik göç verici illerdir. İstanbul’da en iyi örgütlenmiş Anadolulular’ın bu illerden oluşunun nedeni beliren rakamlardır. Orta Anadolu’nun ve Ankara çevresi illerin daha çok Ankara il merkezine Ege Bölgesinin öncelikle İzmir’e yönelik göç bölgeleri oluşları da burada etkilidir. İstanbul halkının üçte biri coğrafi kökenini aynı kent ile tanımlıyor. Bu, İstanbul’a göç dalgasının hem sürmekte olduğunu hem de bilhassa 1980’lerde ivme kazandığını gösterir. Bu ölçüde yoğun ve sürekli göçün bir dizi kültürel direnç ve uyum güçlüğü özellikleri taşıması doğaldır. İstanbul’a göç edenler değişmemekte direndiklerinde İstanbul’u değiştirirken, uyum gösterdiklerinde ise bizatihi farklılaşmaktadır. Bunun açık anlamı şudur: Türkiye için İstanbul’a göç başlı başına bir sosyal değişme faktörüdür. Bu bakımdan, yaşanılan sosyal değişme sürecini ekonomik, politik ve kültürel değişmelerin izleyip izlemedikleri, ne ölçüde birliktelik ya da ayrıksılık taşıdıkları son derece kritik bir husustur. İstanbul halkının yarısı kendisini açıkça İstanbullu sayarken diğer yarısı bir tür gönüllü uyum isteği anlamına gelen böylesi bir önermeye çeşitli nedenlerle katılamamaktadır. Üçte bir ile yarı arasındaki fark İstanbullu olmadığını coğrafi açıdan ifade edenlerin bir ölçüde de olsa kentsel uyum eğiliminde olduklarına kanıttır. Nerelisiniz sorusuna İstanbul dışı bağlamında cevap veren üçte iki nispetindeki deneğin varlığına karşılık, yaklaşık yüzde 43,9 deneğin kendisini İstanbullu hissetmesi merkezi ya da yerel, resmi ya da özel hiçbir çaba olmaksızın üçte iki orandaki deneğin üçte birinin adaptasyon ve uyum süreçlerini kendiliklerinden tamamladıklarını ortaya koyuyor. Tablodan kısmi bir uyum yaşandığı anlaşılmaktadır. Bu, göç süresine, sürecine, kent içindeki sosyal ve fiziksel çevreye göre yararlanabilen bir olgudur. Anılan üçte birin hangi demografik özelliklere sahip oldukları önemli bir husustur. Bundan çok daha önemlisi; açıkça uyumsuzluk isteği belirten yüzde 11,4 oranındaki grubun aslında bir anomi ve sosyal çözülme sürecinde oluşlarıdır. Toplumsal anomi durumu ilgili toplum için en tehlikeli sosyal süreçtir. Hiçbir değer yargısının ve değer yaşantısının “değer” ifade etmediği anomi durumu İstanbul için düşünüldüğünde yüzde 11.4lük bir oran ilgilileri en yüksek perdeden uyarması gereken bir nispeti ifade eder. Bir kısım İstanbullu kendilerini henüz İstanbullu hissetmemektedir. Belirtmek gerekir ki “henüz” kendini İstanbullu hissetmediğini ifade ediş, bu kesimin bir hissetme sürecine girebileceğinin göstergesidir. Bunlar bir tür uyum gönüllüleri olup İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kolaylıkla sonuç alabileceği bir büyük gruptur. Kendilerini henüz İstanbullu hissetmiyor olmaları açık bir olumsuzluk işareti değildir. Kendisini “henüz” İstanbullu hissetmeyen bireylerin parçası oldukları süreç yukarıda da ifade edildiği üzere bireylerin taşıdıkları değerlerin ortalama Anadolu değerleri olması sebebiyle hissediş sürecini bir zenginleştirme sürecine dönüştürebilir. Açıktır ki bu İstanbul için bir avantajdır.
İSTANBULLU OLUNUR MU? Açık uçlu olarak tasarlanan bu soruya verilen cevaplar tasnif edilince yüzde 27 oranında denek kültürlü, kibar ve görgülü olmayı İstanbullu olmanın en temel kriteri olarak belirlemiştir. İki puan kadar geriden ise “Fikrim yok” diyenlerin gelmesi çok uyarıcı bir durumdur. Yani her dört İstanbullu’dan birinin İstanbulluluk hakkında -yanlış ya da doğru- bir 157
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
İSTANBULLU OLMANIN EN BELİRGİN ÖZELLİĞİ Frekans
Yüzde
Kültürlü, kibar ve görgülü olmak
646
27,0
Fikrim yok, bilmiyorum, tanımlayamıyorum
606
25,3
Belli bir standardı yok
119
5,0
İş sahibi olmak
102
4,3
Büyükşehirli olmak
97
4,1
Eğitimli olmak
76
3,2
Zengin ve müreffeh olmak
91
3,9
Düzgün konuşmak
70
2,9
İstanbul’da doğup büyümek
60
2,5
İstanbul’u sevmek, İstanbul’a sahip çıkmak
56
2,3
Rahat ve özgür olmak
53
2,2
Stresli olmak
52
2,2
Çıkarcı ve bencil olmak
46
1,9
Dünyaya farklı bakmak
34
1,4
Kültürünü anlamak, karma kültürü yansıtmak
27
1,1
Attığın adımı bilmek, uyanık olmak
23
1,0
23
1,0
Kalabalık olmak Diğer GENEL TOPLAM
207
8,7
2388
100,0
fikri yoktur. Bu veri bize kendilerinin İstanbullulukla örtüşen zihinsel tasarımlarının olmadığını göstermektedir. “Kültürlü, kibar ve görgülü olmak” şeklinde cevap verenler için tam bir kentsel uyumun varlığından söz edilebilir. Bu grup İstanbul değerleri ile kendi değerleri arsında bir fark varsa bu farkı kapatma eğilimi içerisinde kente aidiyet kesbetmiş bir gruptur. Eğitimli olmak, karma kültürünü yansıtmak ve düzgün konuşmak gibi şıkları da ilave ettiğimizde yüzde 34’e ulaşmaktayız. Ayrıca diğer örtüşen verileri de ilave edebiliriz. Bu durumda toplam değer yüzde 50’leri aşmaktadır. Son veriden hareketle söylersek İstanbulluluk kavramıyla örtüşen ifadeler toplamı kente entegrasyonun derecesini yansıtmaktadır. Bu, uzun vadede kente aidiyet sağlama çabasının işaretidir. İstanbul Türkiye’de sosyal değişmelerin geleceğinin görülebileceği bir sahnedir. İstanbul sakinleri korkutucu olmayan bir kanaat yarılması içindedir. İstanbul sakinlerinin önemli bir kısmı sadece çalışarak yaşayabilirken, bir kısmı da yaşayarak çalışmaktadır.
İSTANBUL GELECEKTE NASIL BİR ŞEHİR OLACAK Kentin geleceği konusunda kent halkı ikiye bölünmüş durumdadır. Kararsız sayılabilecekler ile nötr nitelikli cevaplar bir yana bırakılacak olursa kötümser kanaat sahiplerinin iyimserlerin yaklaşık bir buçuk misli oldukları görülmektedir. Aleni ve açık kötümserlik (yüzde 38.1), aleni ve açık iyimserlikten yaklaşık üçte bir oranında yüksektir. Bu da dikkate alınması gereken ve yukarıdaki yargıya öncelik kazandıran bir husustur. 158
Şehir, İnsan ve Toplum
İSTANBUL GELECEKTE NASIL OLACAK Frekans
Yüzde
Daha kötü, bakımsız olacak
867
38,1
İyi, güzel, temiz, daha düzenli olacak
658
28,9
Fazla kalabalık olacak
243
10,7
Kozmopolit, kültür mozaiği olacak
150
6,6
Değişiklik olmayacak,
46
2,0
Göçünü engellerse daha iyi olacak
26
1,1
Trafik olacak, gürültülü
20
,9
Gecekondular artacak, çarpık yapılaşma, altyapı sorunu
16
,7
Deprem olacak, yıkılacak
13
,6
Daha da kirlenecek,
12
,5
Eyalet sistemi için ilk adım olacak
8
,4
İslamı bol bir şehir olacak
6
,3
İşsizlik olacak (işsiz, ekonomi kötü olacak)
5
,2
Hırsızlık ve arsızlık ahlaki değerlerin yok olduğu bir şehir olacak
2
,1
202
8,9
2274
100,0
Diğer GENEL TOPLAM
İSTANBUL’UN EN ÇOK NESİNİ SEVİYORSUNUZ? Frekans
Yüzde
Hiçbir şeyini
408
17,5
Boğazını
257
11,0
Denizini
215
9,2
Her şeyini
192
8,2
Tarihi mekânlarını
170
7,3
İş mekânlarını
140
6,0
Piknik alanlarını
132
5,7
Büyüklüğünü, hayatının renkli olmasını
111
4,8
Özel mekânlarını
101
4,3
Her türlü imkânının olmasını
89
3,8
Özgürlüğünü
54
2,3
Eğlence yerlerini
50
2,1
Kalabalığını
39
1,7
Karşı cinsle olan ilişkilerde rahatlığını
33
1,4
Havasını
32
1,4
306
13,2
2329
100,0
Diğer
GENEL TOPLAM
159
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
Açık uçlu tarzda dizayn edilmiş olan bu soruya verilen cevaplar kategorize edildiklerinde yüzde 17.5 deneğin tamamen olumsuz manada cevap vermesi ilgi çekicidir. İstanbul’un hiçbir şeyini sevmemek İstanbul’da aradığını bulamamakla açıklanabilir. İmkân bulsa İstanbul dışına taşınacak olanlar bu grubun üyeleridir. Kente göçün ana sebebi olan ekonomik faktör, göç sonrasında da gelenlerin ana sorunu olmaya devam ediyorsa, kendisinin ve çocuğunun karnı aç olan bir vatandaşın İstanbul’un neresini seveyim diye düşünmesi anlaşılır bir durumdur. Kentin ekonomik hayatı rehabilite edilmeden bunun düzelmesi de zordur. Krizin aşılamaması durumunda bunun daha da derinleşeceğini öngörebiliriz. 2002 yılı vergi sezonunda vergi veremez duruma gelecek olan pek çok İstanbullu’nun çarptırılacağı cezalar arasında bocalarken İstanbul’un nesini sevmesini bekleyebiliriz? Belki Boğazı’nı ve köprülerini sevebilir; intihar etmek için... Yukarıda da belirtildiği üzere İstanbullular İstanbullu olmalıdır, şehre sahip çıkmalıdır, şehre aidiyet hissetmelidirler, ancak bunun bireylerin ekonomik durumları düzelmeden gerçekleşmesi muhaldir. Araştırmamız göçü besleyen temel unsurun ekonomik olduğunu ortaya koymuştur. Bunun anlamı gelen bireyin şehre katılmadan önce göç sebebini ortadan kaldırma dürtüsüyle hareket edeceğidir. Tabloda görünen yüzde17.5 oranı yöneticiler tarafından tehlike çanı olarak algılanmaktadır. Yukarıda da ifade edilmiş olan yüzde11 civarındaki kendini İstanbullu hissetmek istemeyen grup bu kümeye dahildir. Her ikisi de anomi işaretidir. Krizin derinleşmesi vaki olursa hem İstanbul’da hem de Anadolu ve Trakya’da üretilecek olan sefalet yankesicilikten fuhuşa kadar varan bir zincirle İstanbul’u vuracaktır. Bu durumda tarihin, kültürün, değerlerin, doğanın ve İBB yatırımlarının korunabilmesi her zamankinden daha zor olacaktır. Olumlu tarafından baktığımızda ise tarihi, denizi, Boğazı, özgürlüğe ve kalabalıklığına varıncaya kadar pek çok ifade ile karşılaşmaktayız. Bunlardan hareketle her ne olursa olsun İstanbul sevilmeye layık ve sevilmeye devam edilen bir şehir diyebiliriz. Ancak, bunun sürekliliği yukarıda yazılanlar var oldukça tehlikeye girecek demektir. “Hiçbir şeyini” diyenlerin “her şeyini” diyenlerin iki katından fazla olması uyarı için yeterli veridir kanaatindeyiz.
İSTANBUL’UN RENKLERİ3 İstanbul, yerleşik insanların farklılıklarını aynı potada eritebilmiş ender şehirlerden biridir. Kaynakların gösterdiğine göre geçmiş zamanlardan beri şehirde yaşayan kesimlerden biri de Romanlar’dır. Geçmişte daha çok göçer durumda oldukları halde günümüzde İstanbul’da hemen hemen yerleşik düzene geçmiş bulunmaktadır. Roman vatandaşlar İstanbul’un muhtelif yerlerine dağılmış, kendi aralarında dayanışma içinde ve kendi hallerinde yaşamaktadırlar. Toplumca dışlandıkları kanaatinde olan Romanlar, sosyolojik olarak şehrin ve toplumun kıyısına düştüklerini düşünmektedir. Ancak bu araştırmayla, bunun böyle olmadığı, toplumumuzun dışlayıcı bir karakteri olmadığı, devleti ve milletiyle bir ve beraber olduğu görülmektedir. Halk arasında yaygın biçimde “Çingene” olarak tanımlanan, ama ilk kez bu araştırmayla kendilerine “Roman” olarak hitap edilmesi konusunda yüzde 98.2 gibi yüksek bir oranda görüş bildiren ve bizim de bu talepten yola çıkarak kendilerini Roman olarak tanımlayacağımız bu insanlarımız, yüzde 90.5 gibi yüksek oranda çok sevdiklerini söyledikleri İstanbul’un değişik semtlerinde toplumsal yaşamımızın bir parçası 3 Sosyal Doku Projesi Araştırması -6- -Romanlar- İstanbul Büyükşehir Belediyesi, APK Daire Başkanlığı Araştırma Müdürlüğü, 2004. İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin 30 Ekim – 10 Aralık 2001 tarihleri arasında gerçekleştirilen bu proje ile İstanbul’da yaşayan Roman vatandaşların İstanbul’la ilgili duygu ve düşünceleri, kente davranış biçimleri, aile bağları, sosyo-ekonomik durumları, eğitim durumları ve sorunları, geleceğe dair beklentileri, İBB’den beklentileri, arkadaş çevreleri, sosyal ilişkiler ağı, boş zaman değerlendirme biçimlerinin ele alındığı bu çalışmada İstanbul’un 9 ilçesinde Romanların yoğun olarak yaşadığı mahallelerde 800 katılımcıya anket uygulanmıştır.
160
Şehir, İnsan ve Toplum
ROMANLARIN İSTANBUL’A GELİŞ TARİHLERİ Frekans
Yüzde
1965 yılı ve önce gelenler
378
49.6
1966-1980
261
34.3
1981-1990
93
12.3
1991 yılından sonra gelenler
TOPLAM
26
3.4
758
100
Frekans
Yüzde
ROMANLAR KENDİLERİNİ NERELİ OLARAK GÖRÜYOR İstanbul
425
53.1
Tekirdağ
65
8.1
Kırklareli
53
6.6
Bursa
39
4.9
Edirne
31
3.9
Yurtdışı
27
3.4
Balıkesir
26
3.3
Eskişehir
21
2.6
Zonguldak
21
2.6
Sakarya
15
1.9
İzmir
11
1.4
Çanakkale
9
1.1
Manisa
8
1
Diğer
TOPLAM
49
6.2
800
100
ve rengi olarak varlıklarını devam ettirmektedir. Romanlar’ın yaklaşık yarısının birkaç nesildir İstanbul’da yaşadıklarını ifade etmesiyle, bu şehirle ne kadar özdeşleştirdiklerini gösteren önemli bir orandır. Sonradan İstanbul’a gelip yerleşmiş olanlardan çok daha yüksek oranda kendisini İstanbullu gören Romanlar vardır. Romanlara ilişkin yerleşik kanaatin aksine toplumun bu kesiminin İstanbul’a entegre olma konusunda belli bir eğilim ve çaba içinde olduğunu söylemek mümkündür. Romanlar’ın çok az bir bölümü konargöçer olup çadırlarda yaşamaktadırlar. Apartman hayatı giderek benimsenmekte, böylelikle Romanlar da daha belirgin ve kalıcı olarak şehre yerleşmektedirler. Romanlar’da grup içi bağlılık kuvvetli olmakla beraber daha farklı toplumsal kesimlere karışma yönünde istek ve eğilim de gözlemlenmektedir. Ayrıca yüzde 53.1’lik gibi yüksek bir oranın kendini İstanbullu görmesi önemlidir. “İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin İstanbul için acilen yapmasını istediğiniz hizmet talebiniz nedir?” sorusunu incelediğimizde; tabloda görüldüğü üzere yarıya yakınının İstanbul’la ilgili bir talebi yoktur. Bu henüz kentlileşme sürecini tamamlayamamış ve kentin 161
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
İBB’NİN İSTANBUL İÇİN YAPILMASINI İSTEDİKLERİ HİZMETLER Frekans
Yüzde
Yeni iş imkânlarının sağlanması
85
20.3
İhtiyacı olanlara yardım edilmesi
77
18.4
Trafik sorununun çözülmesi
65
15.6
Çevre ve hava kirliliğinin önlenmesi
34
8.1
Yol bakımının yapılması
28
6.7
Yeşil alan ve ağaçlandırmanın yapılması
20
4.8
Herkese aynı hizmetlerin verilmesi
18
4.3
Şehrin bütün ihtiyaçlarını görmeli
15
3.6
Alt yapı problemlerinin çözülmesi
10
2.4
Sağlık hizmetlerini sunulması
9
2.2
Sokakta kalanlara konut sağlanması
9
2.2
Otobüs fiyatlarına zam yapılmaması
8
1.9
Metrolar geliştirilmesi
6
1.4
Sulukule’nin eğlenceye açılması
6
1.4
Depremle ilgili tedbirlerin alınması
5
1.2
Otopark probleminin çözülmesi
4
1
19
4.4
418
100
Diğer TOPLAM
ve toplumun kıyısına düşmüş bir toplumsal kesim için anlaşılır bir durumdur.
GELECEĞE PROJEKSİYON 4 İstanbul’un Sosyal Dokusu Projesi kapsamında yapılan araştırmalardan biri de gençlik araştırmasıdır. Genç nüfus, tüm dünyada ülkelerin en dinamik nüfus yapısını oluşturmaktadır. Gelişmiş ülkelerin pek çoğunda nüfus ortalamasında ciddi bir yaşlanma göze çarparken, Türkiye, demografik yapısı itibariyle Batı ülkeleri arasında en genç nüfusa sahip ülke durumundadır. İstanbul en fazla genç nüfus barındıran illerin başında gelmektedir. Ülke nüfusunda dinamizmi gençler temsil etmektedir. Türkiye’nin en yoğun göç alan ili olan İstanbul’a, doğal olarak çalışabilecek çağdaki genç nüfus göçmekte ve İstanbul’a göç eden bu genç nüfusun zaman içinde doğan çocukları da İstanbul’un genç nüfus ortalamasına yeni bir dinamizm kazandırmaktadır. Sosyal bir kategori olarak genci ele alırken karşımıza çıkan temel süreç “sosyalleşme”dir. Kişinin içinde yaşadığı toplumun sosyal ve kültürel yapısını, bir başka deyişle kültürel değerlerini, normlarını, geleneklerini ve bunlara somutluk kazandırmasını sağlayan araçları ile bu araçları kullanma tarzını öğrenmesini sosyalleşme olarak adlandırıyoruz” (Çelebi, 1991). 4 Sosyal Doku Projesi Araştırması -3- -Gençlik- İstanbul Büyükşehir Belediyesi, APK Daire Başkanlığı Araştırma Müdürlüğü, 2004. İstanbul Büyük Şehir Belediyesi 1 Eylül-15 Kasım 2001 tarihleri arasında “İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Sosyal Doku Projesi Çerçevesinde Gençlik Araştırması” kapsamında, İstanbul’un 27 metropoliten ilçesinde yaşayan 2700 katılımcıya anket uygulamasının yanında 3 odak grup toplantısı gerçekleştirilmiştir. Bu araştırma ile İstanbul’da yaşayan gençlerin İstanbul’la ilgili duygu ve düşünceleri, kente davranış biçimleri, aile bağları, maddi sorunları, eğitim sorunları, geleceğe dair beklentileri, İBB’den beklentileri, madde bağımlılıkları, arkadaş çevreleri, sosyal ilişkiler ağı, boş zaman değerlendirme biçimleri, spora ve sanata ilgileri gibi konular ele alınmıştır.
162
Şehir, İnsan ve Toplum
İSTANBUL’DA YAŞAYAN GENÇLERİN EN ÖNEMLİ SORUNLARI Frekans
Yüzde
İşsizlik
1767
66
Parasızlık
1469
54.9
İstediği eğitimi alamamak
1119
41.8
Psikolojik sorunlar
706
26.4
Ülkenin istikrarsızlığı
606
22.6
Can ve mal güvenliği
505
18.9
Değer verilmemek
498
18.6
Çeteler, mafyalaşma
483
18
Spor imkanlarından yoksunluk
389
14.5
Uyuşturucu bağımlılığı
385
14.4
Kendini güvende hissedememe
383
14.3
İdeolojik gruplaşmalar, birbirlerini anlamamak
293
10.9
Cinsel sorunlar
244
9.1
İdeolojik grupların eylemleri
185
6.9
Her şey sorun
67
2.5
Diğer
22
0.8
9121
340.6
Bay
Bayan
GENEL TOPLAM
YURTDIŞINDA YAŞAMA İSTEKLERİ Evet
54.4
65
Hayır
45.6
35
GENEL TOPLAM
100
100
1935’te 27.3 olan İstanbul’un medyan yaşı, ilerleyen yıllarda giderek düşmüş, 1975 yılında 22.9 ile en alt seviyeyi bulmuşsa da 1990’larda bu oran tekrar artma eğilimi göstermiştir. Ancak 1990 ile 2025 arasındaki dönemde hem mutlak nüfus rakamlarına hem de yaş gruplarının nüfusa oranlarına bakarsak birkaç önemli gelişme hemen göze çarpmaktadır. “Genç nüfus” önümüzdeki 30 yıl boyunca sayıca artmayacaktır. 2025 yılından sonra, doğum oranları düşük seviyelerde seyretmeye devam ettiği sürece, Türkiye’deki bu genç nüfus artık sadece oransal değil, mutlak olarak da düşmeye başlayabilir. Yani 2025 yılından sonra Türkiye’de 15 yaşın altındakilerin sayısının ağır ağır 20 milyon rakamının altına düşmesi olasılığı da mevcuttur. Başka deyişle, uzun dönemde Türkiye “genç” bir nüfusa sahip olarak kalmayacaktır Araştırmada katılımcılara “İstanbul’u seviyor musunuz?” diye sorulduğunda, yüzde69.8 oranında “Evet, seviyorum”, yüzde 11.5 oranında “Hayır, sevmiyorum”, yüzde 18.7’si de “Kısmen seviyorum” diye yanıt vermiştir. Bu sonuçlar İstanbul’la ilgili diğer araştırmalara bakıldığında, gençlerde İstanbul sevgisinin daha fazla olduğunu göstermektedir. 163
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
55 ve ÜZERİ YAŞLAR EN ÇOK HANGİ KONULARDA ZORLUK ÇEKİYOR Kadın
Erkek
Bilmiyorum
1.5
1.6
Çalışma
0.7
5.8
Günlük işleri yapmakta
4.9
1.9 3.2
Yaşlılık (fiziksel yetersizlik)
3.2
Görme
3.4
1.7
İnsanların saygısız davranışları
1.5
2.2
Sağlık sorunları
25.8
13
Maddi durum
13.9
29
Okumada
2.4
0.9
Sağlık hizmetleri-hastanelerde
2.4
1.4
Ulaşım
2.2
3
Yalnızlık
7.5
5.2
Zorluk çekmiyorum
8.5
14.2
Diğer
GENEL TOPLAM
77.9
83.1
155.8
166.2
“İstanbul’da yaşayan gençlerin en önemli sorunu nedir?” sorusuna gençler işsizlik, parasızlık ve eğitimi öne çıkarmışlardır. Ülkenin de en önemli sorunlarıyla paralellik gösteren bu ifadeler, gençlerin limitlerinin sonuna yaklaştıklarını göstermesi bakımından önemlidir. Bu bağlamda gençler açısından “İstanbul’da yaşıyor olmanın olumlu ve olumsuz yönleri ve “İstanbullu olma bilinci” üzerinde durulması gereken önemli başlıklardandır. İstanbul’da tam bir kent kültüründen bahsetmek mümkün olmamaktadır. “İstanbul’da doğan mı İstanbulludur, yoksa İstanbul’da yaşayan mı?” sorusu üzerinden yapılabilecek çıkarımlardan en önemlisi kentlilik bilinciyle ilgilidir. Aileleri sonradan İstanbul’a gelmiş gençlerde kent bilinci gelişmemiştir. Bunun farklı sebepleri vardır en önemli sebeplerden birisi olarak gençlerin “İstanbulluyum” dediğinde aslını inkar edecekmiş duygularına kapılmasıdır. Bu haliyle İstanbul’da bir genç ne tam İstanbullu ne de örneğin Urfa’da tam Urfalı’dır. Anadolu’dan İstanbul’a gelenlerin durumu bir ölçüde Almanya’ya giden Türk işçileri ve çocuklarınkine benzer nitelikler sergilemektedir. Onlar Almanya’da Türk, Türkiye’de Alman gibidir. İki kimlik arasındaki ilişki çoğu zaman krizlere neden olmaktadır. İstanbul’a gelenlerin önemli bir kısmı kasaba, köy ve kırdan geliyor. Kentlerden gelenlerin uyum sağlama süreçleri farklılaşmaktadır. Köy kökenli göç ve göçmenlik İstanbul’u “mega köy” yapıyor. Gençlerin uyumunu engelleyen önemli bir etken, yaygın işsizlikten kendilerine düşen paydır. Açıktır ki insanın ekonomik konumu, gelir düzeyi ve genel refah içindeki yeri onun kentle ilişkilerinde belirleyici olmaktadır. Türkiye’nin ekonomik anlamda geri kalmışlığı ve Batı ülkelerinin bundan 100-150 yıl önce geçirdiği sanayileşme eşiğini Türkiye’nin hala aşamamış olması, üretim-tüketim arasındaki dengesizlik, borçlanma, gelir dağılımındaki adaletsizlik, yetersiz eğitim ve sağlık olanakları, yetersiz spor tesisleri vb. birçok olumsuzluk öncelikle genç nüfusu olumsuz etkilemektedir. Bu bağlamda, “Yurtdışında yaşamak ister misiniz?” sorusuna verilen yüzde 65 ve yüzde 54.4 oranındaki evet yanıtı, genç nüfusun ülkesindeki gelişmelerden ümidi kesmiş olma164
Şehir, İnsan ve Toplum
İBB’DEN YAŞLILARIN HAYATLARINI KOLAYLAŞTIRMA ADINA BEKLENTİLERİ Frekans
Yüzde
İhtiyacı olan yaşlılara el uzatılsın
276
24.6
Ulaşımda kolaylık sağlansın
137
12.2
Huzurevleri çoğaltılsın
115
10.3
Bilmiyorum
95
8.5
Yaşlılar için dinlenme tesisleri yapılsın
82
7.3
Yaşlılara yönelik çalışmalar arttırılsın
79
7.1
Gereken her şeyi yaptığına inanıyorum
66
5.9
Yaşlılar için sağlık hizmetleri verilsin
50
4.5
Sosyal etkinlikler arttırılsın
35
3.1
Yanıt yok
30
2.7
Vakıflar açılsın
26
2.3
Yaşlıları ziyaret etsinler
19
1.7
Yakacak yardımı yapılsın
18
1.6
Aşevleri açılsın
14
1.3
Diğer
78
6.9
1120
100
GENEL TOPLAM
sı ve Türkiye’nin gidemeyenlerin ülkesi haline dönüştürmektedir.
İSTANBUL ve YAŞLILAR Yaşlılığa ve yaşlıların sorunlarına sosyolojik açıdan bakmanın birçok olumlu yanı vardır. Yaşlı olmak nedir ve nasıldır, neler yapılabiliri sorgulamak… Elde edilen sonuçlarla yaşlıların yaşadıklarına ortak olmak ve kaygıyı, sevinci, acıyı, hüznü anlayabilmek, anlatabilmek. Diğer olumlu yan da çevremizdeki yaşlılık olgusunun kaçınılmaz olduğu konusunda duyarlı kılarak daha bilinçli yaşlanmayı sağlamak ve bu konuda çözümler üretmektir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi 20 Ekim – 20 Kasım 2001 tarihleri arasında “İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sosyal Doku Projesi Çerçevesinde Yaşlılar Araştırması” kapsamında, İstanbul’un 27 metropoliten ilçesinde yaşayan bin 200 katılımcıya anket uygulaması yapılmıştır. Bu araştırma ile İstanbul’da yaşayan 55 ve üzeri yaş grubundaki vatandaşlarımızın İstanbul’la ilgili duygu ve düşünceleri, aile bağları, sosyo-ekonomik durumları, yalnızlık sorunları, kaygıları, geleceğe dair beklentileri, İBB’den beklentileri, arkadaş çevreleri, sosyal ilişki ağları, boş zaman değerlendirme biçimleri tespit edilmiştir. Araştırmada katılanlara “Bu yaşlarınızda en çok hangi konularda zorluk çekiyorsunuz?” diye sorulduğunda, kadın ve erkek ayrımında oransal farklılaşmalar görülmektedir. Sağlık sorunlarından şikâyet, kadınlarda erkeklerin iki katıdır. Maddi durumdan şikâyetse bunun tam tersidir. Erkeklerin ev geçindirmekle yükümlü olmaları, bu sorunu daha derinden his5- Sosyal Doku Projesi Araştırması -5- -Yaşlılar- İstanbul Büyükşehir Belediyesi, APK Daire Başkanlığı Araştırma Müdürlüğü, 2004. İstanbul Büyük Şehir Belediyesi 20 Ekim – 20 Kasım 2001 tarihleri arasında “İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Sosyal Doku Projesi Çerçevesinde Yaşlılar Araştırması” kapsamında, İstanbul’un 27 metropoliten ilçesinde yaşayan 1200 katılımcıya anket uygulaması gerçekleştirilmiştir. Bu araştırma ile İstanbul’da yaşayan 55 ve üzeri yaş grubundaki, vatandaşlarımızın İstanbul’la ilgili duygu ve düşünceleri, aile bağları, sosyo-ekonomik durumları, yalnızlık sorunları, kaygıları, geleceğe dair beklentileri, İBB’den beklentileri, arkadaş çevreleri, sosyal ilişki ağları, boş zaman değerlendirme biçimleri gibi konular ele alınmıştır.
165
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
MESLEK GRUPLARININ İSTANBUL’DA CİNSİYETE GÖRE DAĞILIMI Erkek
Kadın
İlmi ve teknik elemanlar
7.54
17.53
Müteşebbisler, direktörler ve üst kademe yöneticileri
3.45
1.51
İdari personel ve benzeri çalışanlar
5.58
19.55
Ticaret ve satış personeli
15.93
7.31
Hizmet işlerinde çalışanlar
10.95
8.34
3.4
13.38
53.08
32.23
0.08
0.05
Tarım, hayvancılık, ormancılık, balıkçılık ve avcılık işlerinde çalışanlar Tarım-dışı üretim faaliyetlerinde çalışanlar Bilinmeyenler
setmelerine neden olmuştur. Yine yalnızlıktan şikâyet kadınlarda daha yoğundur. Yaşlıların hayatlarını kolaylaştırmak için atılacak en önemli adımlar, şehrin mimarisi ve yapılanmasıyla ilgilidir. “İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yaşlıların hayatlarını kolaylaştırması için neler yapmasını istersiniz?” sorusuna, ihtiyacı olan yaşlılara yardım yüzde 24 ile en yüksek talepken, yüzde 12 ile ulaşımda kolaylık sağlanması, yüzde 10 ile huzurevlerinin çoğaltılması istenmiştir.
İSTANBUL ve KADIN Kadın istihdamı ve İstanbul Toplumumuzun yarısını oluşturan kadınların beklentileri, ümitleri, korkuları, hayalleri, hayal kırıklılıkları, ülke çapında yaşadıkları sorunlar, gelecek tahayyülleri ve benzeri pek çok konu, bir metropolün tüm olumsuzluklarını taşıyan İstanbul’da, bu olumsuzluklardan en fazla etkilenen kesimlerden biri olan kadınların, İstanbul’u anlama çabası son derece önemlidir. Günümüzün, yoğun ve sert yaşam koşulları ülkemizde yaşayan vatandaşları farklı türden sıkıntılara sokmaktadır. Bir de büyük şehirde yaşamanın problemleri üzerine gelindiğinde yaşam iyice zorlaşmaktadır. İstanbul’un nüfusu ve düzensiz büyümesi bunun en büyük nedenleridir. Toplumun her kesimi bu sıkıntıları yaşarken, kadınlar çok daha hassas konumdadır. Ev kadını sabah işe gönderdiği eşi ve okula gönderdiği çocukları için kaygı duyarken, İstanbul’da yaşamanın ekonomik zorlukları nedeni ile akşama ne pişireceğinden, elektrik, su, doğalgaz, su vb. faturaların nasıl ödeneceğine dair her şeyi düşünmek durumundadır. Kadının toplumdaki yeri ve önemi düşünüldüğü zaman, bu kadar sorunla uğraşan bir kişinin ana görevini yani iyi evlatlar yetiştirme sorumluluğunu yerine getirmede ne kadar başarılı olacağını tartışmak gerekir. Ev Kadınları Türkiye genelinde ev kadınlarının sayısı 1975 yılında 5.402.649 iken, bu rakam yüzde 75’lik bir artış göstererek 1990 yılında 9.500.480 kişiye ulaşmıştır. Aynı dönemde ise 12 yaşın üzerinde kadın nüfus artışı ise yüzde51.35 olmuştur. İstanbul’daki ev hanımlarının sayısı da 1975 yılındaki 852.119 rakamından yüzde 113.3’lük bir artışla 1990 yılında 1.817.693 rakamına ulaşmıştır. İstanbul’daki ev hanımlarının çoğunluğu Bakırköy (yüzde 18.63), Kadıköy (yüzde 9.34), Kartal (yüzde 7.08). 166
Şehir, İnsan ve Toplum
İSTANBUL’A GELME SEBEBİNİZ Frekans İş bulma
Yüzde
592
76.6
Ailem göç etti
48
6.3
Özel nedenler
22
2.9
Zorunlu göç
21
2.8
Kendi eğitimim
17
2.2
Evlilik
10
1.3
Mevsimlik olarak çalışmak
8
1
Zevk için
6
0.8
Anavatana dönmem
5
0.7
Çocuğumun eğitimi
4
0.5
Kardeşimin eğitimi
4
0.5
Depremden dolayı
4
0.5
Ailem burada
2
0.3
Askerlik için
1
0.1
Tatil için geldim, kaldım
1
0.1
Hastalık
1
0.1
17
2.2
763
100
Diğer
GENEL TOPLAM
Türkiye, OECD ülkeleri arasında en düşük kadın işgücü katılım oranına sahip ülkedir. Resmi istatistiklere göre, Türkiye’deki yetişkin her 10 kadından yalnız 3’ü, erkeklerdense 7’si ev dışındaki çalışma yaşamına katılmaktadır. Kadın işgücüne yönelik beklentilerde hala geleneksel bakış tarzının güncelliğini korumakta olduğu görülmektedir. Bunda gerek kadının gerek toplumun kadını tanımlamada kullandığı önceliklerin etkisi büyüktür. Yani toplumun kadına ve kadının kendine biçtiği öncelikli rol “eş-anne” ve bunların doğal sonucu olarak ev kadınlığı olduğu sürece, iş gücü olarak kadının “ucuz emek ve aile ekonomisine yardımcı” şeklinde tanımlanması kaçınılmaza olacaktır. Tabloda da görüldüğü üzere tüm İstanbul’da müteşebbisler, direktörler ve üst kademe yöneticileri, ticaret ve satış personeli, hizmet işlerinde çalışanlar, tarım-dışı üretim faaliyetleri gibi mesleklerde çoğunluğu erkekler oluşturmaktadır. İstanbul’da kadınların nispeten yüksek oldukları bir başka kategori de ilmi ve teknik elemanlar, serbest meslek sahipleri ve bunlarla ilgili diğer meslek dallarıdır.
İSTANBUL’DA İŞPORTACI ve PAZARCILAR Enformel yapı, Türkiye’de ekonominin ve istihdamın çok önemli bir özelliğidir. Özellikle İstanbul gibi metropol alanlarda, kentsel işgücü içinde enformel istihdam oranı yüksektir ve bu sektörde esas itibariyle üretim hiçbir mali ve sosyal güvenlik yasalarına tabi değildir. Bu açıdan ülkemizde enformel sektör bir yaşam kaygısı ile kentsel alanlara akın eden insanların işsizliğe ve düşük gelirli işlere karşı oluşturduğu bir istihdam biçimidir. İşportacılık ise 167
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
BU MESLEKTE GELECEKLERİNİ NASIL GÖRÜYORLAR Frekans
Yüzde
Çok kötü
212
25.1
Kötü
438
51.9
Normal
160
19
İyi Çok iyi
GENEL TOPLAM
30 4
844
3.6
0.5
100
enformel sektör içerisinde büyük bir sektördür. Bu anlamda kentsel alanlarda zamanla bir geçinme aracı olarak işportacılık mesleği ortaya çıkmıştır. İşportacılık mesleği günümüzde, devletin, üniversitelerin, sivil toplum kuruluşlarının ve özel teşebbüslerin el ele vererek çözümlenmesi gereken sosyal bir durumdur. Araştırmada sektörü doğuran koşullar arasında, kırsal kesimden kentlere gerçekleşen hızlı göç, nüfus artış oranın yüksekliği, Türk ekonomisinde 1980 sonrasında yaşanan açılmalara rağmen kentleşen işgücüne üretken iş sağlamada yetersiz kalınması, yüksek vergi ve sosyal güvenlik primleri, bürokratik engeller, düzenleyici yasalardan ve idari yüklerden kaynaklanan sorunlar, işgücü piyasasına ilişkin mevzuatın eksikliği, zayıf rekabet gücü ve küçük işletmelerin çok olmasının izlenmeyi ve denetlemeyi zorlaştırması gibi faktörler yer alıyor. Anketten elde edilen verilerde, işportacıların, işsizlik baskısıyla başladıkları seyyar satıcılığı giderek bir meslek olarak benimsedikleri ve mesleğin giderek uzmanlaşma ve profesyonelleşme eğilimine girdiğini gösteriyor. İstanbul’a Geliş Amaçları “İş Bulmak” Araştırmaya göre, işportacı ve pazarcıların çoğunluğunu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden göç eden kişiler oluşturuyor. 845 katılımcının yer aldığı anket uygulamasında, Sivaslılar yüzde 8.6 ile ilk sırada yer aldı. İkinci sırada yüzde 8.4 ile Malatya doğumlular, üçüncü sırada ise yüzde 6.3 İstanbullular yer aldı. Araştırmaya katılanların yüzde 77.6’sının İstanbul’a geliş nedeninin “iş bulma”, yüzde 6.3’ünün “ailem göç etti”, yüzde 2.8 “zorunlu göç”, yüzde 2.2’si ise “eğitim olanakları” olduğu belirlendi. İşportacılığa ve pazarcılığa başlama nedenlerinin başında, yüzde 85.9 ile “geçim sıkıntısı” geldi. Onu yüzde 3.2 ile “boş kaldığım günler çalışıyorum” izledi. Araştırmaya göre işportacı ve pazarcıların yüzde 93.5’i 18-45 yaş grubu arasında yer aldı. Bu da işportacılığın geçici olarak gençler ve yaşlılar (özellikle emekliler) tarafından yapılan bir iş olmadığını ortaya koydu. İşportacıların yüzde 24.5’inin en önemli sorunlarının “mevsim şartlarının zor olması” olduğunu söylerken, yüzde 18.9’u “zabıtaların zorluk çıkarması”, yüzde 18.8’i ise“çalışma koşullarının kötülüğü” yanıtını verdi. İşportacılar ve Pazarcılar Gelecekten Umutsuz İşportacılar ve pazarcılar meslekteki geleceklerinden bir hayli umutsuz. “çok kötü olacak” diyenlerin oranı yüzde 25.1, “kötü” diyenler yüzde 51.9, “normal” diyenler yüzde 19, “iyi olacak” diyenler yüzde 3.6, “çok iyi” diyenler ise 0.5.
KENT ve SU 168
Şehir, İnsan ve Toplum
İşportacılar ve pazarcılar meslekteki geleceklerinden bir hayli umutsuz. “çok kötü olacak” diyenlerin oranı yüzde 25.1, “kötü” diyenler yüzde 51.9, “normal” diyenler yüzde 19, “iyi olacak” diyenler yüzde 3.6, “çok iyi” diyenler ise 0.5.
169
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
YÜZME BİLİP BİLMEDİKLERİ Bay
Bayan
Evet
1582
58.4
Hayır
1125
41.6
GENEL TOPLAM
2707
100
İSTANBULLULAR’IN GÜNLÜK SU TÜKETİMİ Frekans
Yüzde
Geçerli Yüzde
3 -10 litre
506
18.7
21.3
11 – 15 litre
293
10.8
12.4
525
19.4
22.1
332
12.3
16 – 20 litre 21 – 25 litre 26 – 30 litre
31 litre ve üstü
ARA TOPLAM
Belli olmuyor
Fikri yok
Cevap yok
GENEL TOPLAM
193
524
7.1
19.4
2373
87.7
39
1.4
5
290
2707
8.1 14
22.1
0.2
10.7
100
Modern küreselleşme ile kentlerde sınıfsal farklılaşmanın kültürün her yerine sızdığını görüyoruz. Bu su kullanımına da yansıyor. Vücut temizliğinden ortam temizliğine kadar her yerde temizlik imgesi, bir “saflaştırma”,“arılaştırma” ve bununla bağlantılı olarak “bir örnekleştirme” tahayyülü haline geliyor. Su ideal bedeni yeniden oluşturuyor, beden doğal kokularından arındırılıp, sunuma hazır bir “gösterge” haline geliyor. Yani “su ideali”, kusursuzluğun mecazı oluyor. Vücut temizliği sağlıklı olmanın, medeniliğin ve tabi sağlığın, kusursuzluğun imgesi olarak suyu, sabunları, deterjanları ve parfümleri yardıma çağırıyor. Suyun kazandığı imgesel yan anlamları bir kenara bırakarak su ile sınıfsal farklılık ilişkilerini kent mekânı temelinde ele almak gerekmektedir. Temiz beden doğal olarak şehir hayatı ile yakından ilişkilidir, çünkü şehirli beden sonuçta denetime alınmış, estetize edilerek doğaya değil, kültüre ait kılınmış bedendir. Bu nedenle temizlik her zaman düzendir, disiplindir ve uygarlaşmadır. Buna karşılık kir ise düzensizliği, tehditkâr “yabancı”yı, disiplinsizliği temsil eder. Bu anlamda sosyolojik anlamda temizlik her zaman düzenli, estetize edilmiş, disipline edilerek boyun eğdirilmiş olanı sembolize eder. Dolayısıyla, günümüz İstanbul’unda temizlik kapsamında oluşan sosyal katman ayrımı ve bu katmanların birbirlerine yönelik “öteki”leştirme pratikleri bu sosyolojik eksende anlaşılmalıdır. Dahası günümüz tüketim örüntüleri ile şehirli bedenin “metinleştirilmesi” de bu olgunun yansımasıdır. Su ile toplumsal ilişki çoğu kez “kişisel bakım”ın içinde sadece banyo ya da mekânsal temizlik ile sınırlı olabilmektedir. Temizliği oluşturan asli unsurlar kozmetik malzemeleri olmakta ve tüketim kalıplarının yön verdiği “bakımlı olmak” temiz olmanın da kıstası haline gelebilmektedir. Bu araştırma ile İstanbul’un su ile ilgili gelecek planlamasına altlık olması açısından ve kentleşme sürecinde ortaya çıkabilecek yeni su talepleri açısından önemli vurgular geliştirmektedir. 170
Şehir, İnsan ve Toplum
YAZIN – KIŞIN BANYO YAPMA SIKLIĞI Haftada birden daha az
Frekans
Yüzde
Frekans
Yüzde
24
0.9
60
2.2
Haftada bir defa
175
6.5
706
26.1
Haftada birkaç defa
755
27.9
1197
44.2
794
29.3
133
4.9
İki günde bir defa Günde bir defa
Günde birden fazla Banyo yapmıyor Belli olmuyor Cevap yok
GENEL TOPLAM
847
75
3
10
24
2707
31.3
2.8
0.1
0.4
0.9
100
575
4
2
8
22
2707
21.2
0.1
0.1
0.3
0.8
100
Araştırmada ulaşılan bazı bulgulara göre; İstanbulluların yüzde 30’u gezmek için su kenarlarını tercih etmektedir. Yani dünyanın ortasından deniz geçen tek kenti olan İstanbul’da yaşayan İstanbulluların yaklaşık 2/3’ü suya ilgisizdirler. İstanbulluların yüzde 42’si yüzme bilmemektedir. Bir dünya kenti olan ve gelecekte dünyada en iddialı 10 kent arasında yer alacağı ifade edilen İstanbul gibi bir kentte yaşanların yüzde 42’sinin yüzme bilmiyor olması kentin modernleşmesi ve kentin diğer dünya kentleriyle yarışında hem sağlıklı nesiller açısından hem de suyla barışık olma açısından negatif bir orandır. Bunun yanı sıra, İstanbulluların yüzde 23.9’unda su fobisi vardır. Bu veri suyun kendilerinde bir kültürel unsur olarak yaşamın parçası haline gelmemiş olmasından kaynaklanıyor olabilir. Şehre verilen su ile suyla şehirde yaşayanların kullanıyorum dedikleri su miktarı arasında ciddi farklar bulunmaktadır. Bu durum, bu şehirde yaşayanların ne kadar su kullandıklarının farkında olmadıklarını gösterdiği gibi istenen hijyen şartlarında su kullanmadıklarını da göstermektedir. Katılımcıların büyük çoğunluğu gelişmiş ülkelerde ve Türkiye’deki kişi başına öngörülen su miktarı kadar su kullanıldığını ifade etmemişlerdir. Yazın ortalama banyo yapma sıklığı “iki günde bir defa”, kışın ortalama banyo yapma sıklığı “haftada birkaç defa”dır. Yazın her gün banyo yapanların oranı yüzde 29.3; iki günde bir yapanların oranı ise yüzde 27.9’dur. Kışın banyo yapma sıklığı azalmaktadır. Günde bir kez banyo yapanların oranı yazın yüzde 29.3 iken, kışın dramatik bir düşüşle yüzde 4.9 olmaktadır. Yazın terleme vb. nedenlerle daha sık banyo yapma ihtiyacı hissedilmektedir. Mekânı ısıtma sorununun olmaması ve suyun ısıtmanın kışa göre daha ekonomik olması ve sonrasında “üşütme ve hasta olma” endişesinin olmaması vb. nedenlerle yazın daha sık ve muhtemelen daha uzun süreli banyo yapılmasına neden olan faktörlerdir. İSKİ’nin hizmet alanına giren tüm bölgelerde yapılan görüşmelerle İstanbul’da suyun geleceğini planlayan kurum ve kuruluşlara ilişkin üç önemli sonuca ulaşılmıştır. İlki; kurumun ya da kurumların İstanbul’un gelecek planlamasında nasıl, muhtemel göç veya değişik yollarla nüfus artışını dikkate alıyorsa, kültürel gelişmişliği de aynı oranda planlama da dikkate alınmasının zorunlu olduğunu göstermektedir. İkincisi, su kullanımıyla kentlileşme arasında doğrudan bir bağın olduğunu ve İstanbul’daki kentlileşme sürecinin hızlanmasıyla su talebinin de artacağını göstermektedir. Üçüncüsü ise tarih boyunca çok önemli medeniyetlere başkentlik etmiş olan İstanbul gibi bir kentin modern kriterler açısından ileri seviyede görülen 171
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
İSTANBUL’A NEREDEN GELDİKLERİ İstanbul’a başka bir ilden geldim Doğduğumdan beri İstanbul’da yaşıyorum Ara Toplam Cevap yok
GENEL TOPLAM
Frekans
Yüzde
Geçerli Yüzde
1243
57,8
59,8
836
38,9
40,2
2079
96,7
100
2150
100
71
3,3
kentlerle su kullanımı açısından maalesef benzeşemediğini ortaya koymuştur.
İSTANBUL’DA ŞİDDET ve ŞİDDETİN ARKA PLANI Günümüzde hızla gelişen kentleşme olgusu ve tarımda istihdamın çözülmesinin yanı sıra bölgelerarası ekonomik gelişme farklılıklarından kaynaklanan daha iyi istihdam, eğitim, sağlık olanağı gibi düşüncelerle tetiklenen göç olgusu boyutları itibariyle orta büyüklükte bir Avrupa ülkesi kadar olan İstanbul’da birtakım sorunları da beraberinde getirmektedir. İşte bu sorunlar arasında önemli bir yer tutmaya başlayan şiddet olaylarını, ulaştığı hacmi ve etkilerini ortaya koyarak bir durum tespitiyle birlikte sosyolojik boyutu da ortaya konwmuştur. Şiddet sorunu, çok nedenli kuramsal açılımlar gerektiren karmaşık bir konudur. Cinsiyet, ekonomi, din, kültür, gelenek, modernite ve benzeri gibi tek sebepli açıklama biçimleriyle indirgemeci, polisiye, parçacıl, suçlayıcı, meydan okuyucu veya intikam alıcı yaklaşımlarla kavranılamayacak kadar çok boyutludur. Kişi, bir birey olarak içinde bulunduğu toplumsal yapının gerek aile düzeyinde ve gerekse toplumsal düzeyde tamamlayıcısıdır. Bu sebeple, her konuda mutlaka o toplumsal bağlam dikkate alınmalıdır. Konu şiddet olunca, bu bir zorunluluk olmaktadır. Sorun çok yönlüdür; çünkü bir kısım sosyal sorunlar, kültürel sorunlar, eğitimsel sorunlar, ekonomik sorunlar, siyasal sorunlar, değer sorunları, kentleşme sorunları, adalet sorunları ve psikolojik sorunlar şiddet sorununu ortaya çıkaran ve besleyen etkiler göstermektedir. Buna koşut olarak, sorun çok katmanlıdır; çünkü şiddet sorunu bireysel düzeyde, ailesel düzeyde ve toplumsal düzeyde yaşanmaktadır. Sorun çok taraflıdır; çünkü her türden bireye şiddet uygulandığı gibi, grupsal şiddet olayları da yaşanmaktadır. Yapılan gruplandırmada 32 ilçeden; 2 bin 150 genel katılımcı (yüzde 50 erkek- yüzde 50 kadın), 105 hükümlü ve 50 sokak çocuğu ile görüşmeler yapılmış olup, elde edilen verilerin yorumlanmasıyla da birçok ilginç sonuca ulaşılmıştır. Şöyle ki, çalışmalarda yer alan bireylerin çoğunluğu, yüzde 29 ile 25-34 yaş arası, yüzde 39 ile ilköğretim mezunu, yüzde 54’ü işgücüne dahil, yüzde 59’u evli, yüzde 78’i sosyal güvenceli, yüzde 57’si orta gelir grubundan ve yüzde 60’ı İstanbul’a başka ilden gelmiş insanların oluşturduğu bir yapıda olup, çoğu şiddeti fiziksel bir unsur olarak görmektedir. Ancak şaşırtıcı olan şudur ki, İstanbul’a sonradan gelenlerin oranı yüzde 60’iken, şiddet olaylarının çoğunluğu burada doğup büyüyen insanlar tarafından getirilmektedir. Böylesine bir sorgulamanın yapılmış olmasındaki maksat, yöresel bir takım özelliklerin şiddetle bir ilişkisinin olup olmadığıyla ilgilidir. Nitekim çapraz incelemeler yapıldığında, İstanbul’da doğup büyümüş olanlardan şiddet olaylarında özel konumda olanların oranı 172
Şehir, İnsan ve Toplum
yüzde 16.3, dışarıdan gelenlerde ise bu oran yüzde 11.1 olduğu saptanmıştır.
SONUÇ Ülkemizin ekonomik yaşamdaki yeri herkesçe bilinen ve aynı zamanda bir kültür ve uygarlık kenti olan İstanbul’u ve İstanbullu’yu daha iyi tanımak, İstanbul’un sorunlarını saptanması ve sorunların çözülerek geleceğe taşımak açısından, bir dizi araştırmaların yer aldığı bu çalışmalar, İstanbul ve İstanbullular hakkında kapsamlı bilgiler sunmaktadır. İstanbul’un sosyal dokusunun belirlendiği bu çalışmalarla İstanbul’un geleceği ve sorunların aşılmasında yol gösterecektir. Bu bağlamda, İstanbul’un içinde bulunduğu çok yönlü sorunlar, üç ana düzeyde aşılacaktır: • Yerel yönetim güçlendirilmesi, • Merkezi hükümetle eşgüdümlü ve uyumlu bir çalışma içine girilmesi, büyük projelere devletin destek vermesi ve sahip çıkmasının sağlanması, • Habitat II’nin ruhuna uygun olarak bireylerin “yapabilir” kılınması ve sivil toplum kuruluşlarının kent yönetiminde daha aktif rollerin verilmesi. Bunlara ilave olarak söylenebilecek bir başka önemli noktada, AB dünya diğer kentlerindeki var olan gelişmenin göz önüne alınmasıdır. Gerçekten bir şehirde yaşayan insanlar, şehrin yönetimini yakından izleyen, denetleyen ve katkıda bulunan aktif özneler ve aktörler olmadıkça, insanların ne şehre sahip çıkmaları ne de üst seviyede ve birleştirici bir şehir bilincine sahip olmaları mümkün görünmektedir.
173
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
174
Şehir, İnsan ve Toplum
NURAN KARA PİLEHVARİAN Mimar - Yıldız Teknik Üniversitesi
KENTTE HIZLI DEĞİŞME İLE GELEN YABANCILAŞMA SORUNLARI Bu bildirinin konusu, başlığından da anlaşılacağı üzere kentteki planlı ya da plansız değişimlerin kentliye getirdiği yabancılaşma sorunlarıdır. Konu, iki başlıkta ele alınabilir. Birincisi, kısa sürede oluşan büyük ölçekli düzenleme ve planlama çalışmaları sonrası toplumsal hafızada, kent belleğinde var olan mekansal algının değişmesinin getirdiği kentlinin hissettiği yabancılaşma yani aidiyet ve kimlik sorunları, ikincisi ise bu büyük ölçekli yeni düzenlemelerin uygulamaya geçiriliş süreçlerindeki zorunlu aceleciliğin sebep olduğu kente yabancı kimliksiz mimariler. Bildiri kapsamında, ağırlıklı olarak kentlinin hissettiği yabancılaşma üzerinde durulacaktır. Sempozyumun duyurularında belirtildiği gibi “yaşanabilir, sürdürülebilir, ekolojik şehirlerde yaşamak, insanların en temel haklarındandır”. Yine duyuruda belirtildiği gibi “yaşanabilir kent ortamının ve kentlilik bilincinin oluşturulması gerekmektedir”. Endüstri Devrimi olarak adlandırılan makineli yaşama hızla geçişin getirdiği yeni kent yapılarının kontrol edilemezliği, oluşan mekansal düzenlemelerin çoğunlukla öngörülemeyen yeni ekonomik dengelere bağlı toplumsal, sosyal çözülmeleri ve yeni sınıfsal oluşumları başlattığı yaklaşık olarak yüz elli yıllık süreç, ülkemizde, çevre ülkelerde ve endüstrileşme ile birlikte oluşan yeni kentsel düzenin kurulduğu, Amerika Birleşik Devletleri’nde duyuruda yer alan cümlelere benzer söylemler oluşturmuştur. Kimilerinin gelişme, kimilerinin değişme, kimilerinin geleneksel değerlerin ve kültürel yapının kaybı olarak nitelediği bu değişim James Scott’ın deyişi ile “yüksek modernist ideoloji’yi oluşturmuştur. “Yüksek Modernizm, yirminci yüzyılın en hayalperest ve son kertede en yıkıcı ideolojisidir” diyen Scott, Yüksek Modernizm’in “teknik ve bilimsel ilerlemenin nimetlerinin, çoğunlukla devlet yolu ile her türlü insani faaliyet alanına nasıl uygulanabileceğine ilişkin kuşatıcı bir bakış açısı” olduğunu söyler. Devlet iktidarının yaşanılan savaşlar ve ekonomik sıkıntılar gibi nedenlerle krize girmesinin bu bakış açısını benimseten ve yaygınlaştıran nedenler olduğundan sözeden Scott, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren giderek idealleştirilmiş bir gelecek olarak sunulan “Yüksek Modernizm’in geçmişi, yani mevcut fiziksel yapılanmaları ile geçmişe ait anılarla yüklü kentleri, ideal geleceğin gerçekleştirilmesinin önündeki engel 175
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
olarak gördüğünü belirtir. Scott’ın tespitleri kabaca “modern mimari” olarak nitelenen basit geometrik biçimler ile şekillenerek salt işleve yönelik kullanımların biçimlendirdiği tasarım anlayışından ötürü rasyonel, tekdüze ve kimliksiz olduğu için uluslar arası üslup olarak adlandırılan yapılarla biçimlenmiş kentlere yöneliktir. Çoğunlukla yeni yerleşme alanlarında ya da eski kent dokularının çeperlerine kurulmuş üretim yapıları çevresinde ekonomik ilişkiler ağına göre şekillenen bu kentlerden bazıları süreçte aldıkları göçler, ticari ilişkilere dayalı yeni kalabalıklar ile giderek normal bir kent yapısını aşmış, metropol halini almıştır. Erken modernistlerin öngördüğü “dünyayı yeni bir biçimde algılayıp kavrayan, yeni biçimlerde yeni çevreler üreten” metropol insanı sadece önerilerde kalmış, idealize yaşam biçiminde sunulan metropol; altyapı sorunları, trafik, kültürel ve tarihsel çevre tahribatı gibi sorunlarla mücadele etmek zorunda kalan ve metropolden kaçarak kendilerine merkezden uzakta, düzenli, huzurlu ve kavranabilir basitlikte yaşam oyukları inşa eden, metropolü sınırlı saatlerde kullanan sakinlerini üretmiştir. Yaşam alanları bu ticaret ağının dışındaki banliyölere kaydırılmış, özel, yalıtılmış, huzurlu, sakin bir küçük yerleşme niteliğinde yaşam alanları inşa etmeye başlayan metropol sakinleri metropol yaşamından rahatsız bir konuma gelmişlerdir. Kentlerin giderek kontrol edilemeyen kaotik bir yapıya dönüşme sürecini başlatan “modern mimari’nin öngördüğü yaşama mekanları Jane Jacobs gibi pek çok kültürel eleştirmen tarafından “bürokratlar, mimarlar ve planlamacılar tarafından halka dayatılan bir kültürel ve estetik baskı biçimi” olarak tanımlanmıştır. Foucolt’nun “modern hapishaneler” olarak nitelediği, içinde yaşayanların tüm karmaşaya rağmen dakik ve yorgun bir biçimde dinlenmeyi bile bir görevmişçesine ifa ettiği endüstri kenti insanları, bir süre sonra içinde tekilleştikleri, her türlü mekansal referansın sürekli değiştiği, dönüştüğü bu karmaşık, kavranması zor dolayısı ile yabancılık hissi oluşturan, çelişkilerle dolu yapıdan korunmak için yitirmekte oldukları geçmişe ve kimliklerine ilişkin kültürel anıları, yaşadıkları yere ait olduklarını hissettiren anılarının biriktiği mekanları ve doğayı korumaya yönelik imar politikaları geliştirmişlerdir. Metropolün getirdiği bu sürekli büyüyen değişken yapı, her bir parçasında toplumsal bellek ve kültür geçmişine ait izler bulunan dolayısı ile kendisini sürekli yeniden yaşanılan güne göre üreten, süreklilik taşıyan değerlerle biçimlendirmiş mevcut kent dokularının yanında bireyin içinde yabancılaştığı, kültürel ya da kişisel hafızasında bir tutamak noktası bulamadığı bunun için de sürekli olarak kaçma ihtiyacı hissettiği kent tanımını oluşturmuştur. Bu tanımın somut gerçekliği metropolün karmaşasından uzakta kurulan banliyö yerleşmeleri ya da süreçte yeni oluşan yaşamsal düzende işlevselliğini yitirdiği için terk edilerek çöküntü alanı haline gelmiş merkez alanlarına uygulanan yenileme ve dönüşüm projeleridir. Konuyu Türkiye özeline indirgersek ülkenin en önemli metropolü İstanbul’un Tanzimat Dönemi’nden itibaren yoğun biçimde tartışılan mekansal yapısı; kimi zaman Osmanlı Devleti’nin yenilenme çabalarının göstergesi, Divanyolu üzerindeki II. Mahmud Türbesi, Darülfünun, Valide Mektebi/Darülmaarif gibi “Tanzimat Ruhu’nu yansıtan anıtsal yapı inşaları ile kimi zaman Hocapaşa Yangını gibi kenti büyük ölçüde yok eden yangınların açtığı yeni alanlardaki kısmi planlama çalışmaları ile şekillenmiştir. Art arda gelen savaşlar ve işgal yılları sonrası milli mücadele ile ulaşılan yeni konum, dönemin batılı gazetelerindeki tanımla “küllerinden doğan Anka Kuşu”,Türkiye Cumhuriyeti’nin, yeniden yapılanma süreci bu süreçte çağdaşı birçok ülkede olduğu gibi “Yüksek Modernist” ideolojiye dayandırılan yeni bir ülke ve ulus inşası sürecini başlatmıştır. “İnkılap mimarisi”, 176
Şehir, İnsan ve Toplum
“Yeni Mimari”, “Milli mimari” gibi farklı başlıklarla adlandırılan bir temel ülkünün yansımalarıymış gibi telaffuz edilen bu üç özelliği aynı anda cisimleştiren mimarinin nasıl olacağı sorusu dönemin entelektüellerinin ve mimarlarının zihnini uzunca bir süre meşgul etmiştir. 1945’te Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “en büyük meselemiz budur; mazi ile nerede ve nasıl bağlanacağız. Hepimiz bir şuur ve benlik bunalımının çocuklarıyız” sözleri bir türlü bağlanılamayan mazinin kimlik ve aidiyet problemleri ile uğraşan yeni kentlisini betimlemektedir. Yeni kurulan ülkenin, Türkiye Cumhuriyeti’nin, mimari düzenlemeler ile somutlaşacak başkenti için eski payitahtın 2000 yılı aşan anılarla yüklü mekansal zemini yerine ülkenin yeni sınırlarının daha merkezinde, yeniden yapılanmaya uygun Ankara’nın seçilmiş oluşunda; geçmişten kopuşun somut göstergesini oluşturma kadar İstanbul’un sahip olduğu eşsiz topografyası ile bütünleşen vazgeçilmez mimari siluetinin rolü olsa gerek. İstanbul kent planlaması için davet edilen, 1936 da gelerek Belediye bünyesinde kurulan İmar Müdürlüğü ile çalışmalara başlayan, Henri Prost’un İstanbul için önerdiği ve Hausmann’ın Paris planlamasına benzeyen, büyük bulvarlar açarak trafik sorununu çözmeyi hedefleyen, kamulaştırma ve yıkımlarla kente geniş rekreasyon alanları kazandıran, tarihi eserlerden anıt olarak seçilenlerin etrafını açıp yeşillendirerek kent bağlamından koparıp kent dekorunda birer sanat objesi haline getiren ve büyük ölçüde kısmi müdahalelerden oluşan nazım imar planında önerdiği düzenlemelerin, uygulamaya konulmayışında dönemin yöneticilerinin, İstanbul’un sahip olduğu tarihsel ve simgesel anlamın farkındalığının büyük rolü olduğu açıktır. Prost’un 1937’de Marmara kıyısında önerdiği yeni liman ve büyük sanayi bölgesi ile birbirini tamamlayan demiryolu-denizyolu-karayolu ağı, Yenikapı’da önerdiği uluslararası demiryolu istasyonu ve feribot iskelesi 1933’ten beri limanın yerinin değiştirilmesi konusundaki tartışmaların netlik kazanmasına, Mustafa Kemal Atatürk’ün bizzat imzaladığı, limanın mevcut yerinde, Karaköy ve Sirkeci’de korunarak geliştirilmesi kararına sebep olmuştur. Prost’un önceki planlama çalışmalarında, tarihi ve doğal çevreyi koruma yanlısı bir şehirci olarak tanınmasına karşın, İstanbul için tarihi kent dokusunu tümüyle dönüştürmeye, modernleştirmeye dayalı bir bakış açısıyla, çağın şehircilik önermeleri doğrultusunda modern ve gelişmiş bir kent kurgusuna yönelik, kentin tarihsel geçmişini hiçe sayarak büyük kamulaştırma ve yıkımlarla önerdiği planın dönemin idarecileri, Cumhurbaşkanı, Başbakanı tarafından hassasiyetle ele alınıp incelenmesi ve hazırlanan planın büyük bir bölümünün uygulamaya konulmaması, İstanbul’a verilen değeri göstermesi bakımından önemlidir. Prost planları ilerleyen yıllarda İstanbul’un tıkanan kentsel yapısını ve ulaşım ağını yenilemeye yönelik kısmi çalışmalarla ele alınmış, Eminönü, Karaköy yıkımları Millet ve Vatan caddelerinin açılması Karaköy Fındıklı arasındaki yol genişletme çalışmaları ile kentte kısmi dönüştürme ve yenilenmeler yapılmıştır. Süreçte Türkiye’de küresel eğilimler liberalleşme ve demokratikleşme eğilimlerini hızlandırmış, yeni umutların doğmasına neden olmuştur. Buna karşılık küresel eğilimlerin “yerel” önceliklere göre oluşturulacak bir süzgeçten geçirilmeden ve yeni yerel düzenlemeler yapılmadan olduğu gibi kabul edilmesi durumu Türkiye’nin en önemli metropolü İstanbul’un günümüzdeki yapısına kavuşmasına neden olmuştur. Kimilerinin İstanbul’a ilişkin yeni söylemler icat etme merakı ile en eski yapısı 19. yüzyılda inşa edilmiş olan Amerika Birleşik Devletleri’nin metropollerini, her türlü tahribata 177
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
rağmen zamana ve değişime direnen eşsiz topografyası ve sahip olduğu 2000 yılı aşan mimari göstergeleri hala ayakta olan İstanbul’u kıyaslama, İstanbul’da kentin değişimi, dönüşümü adına gösterilen hassasiyetleri bu yüzeysel değerlendirmelerle hafife almaya çalışma çabaları çok şükür ki giderek bilinçlenen, varlığının sebebinin geçmişin köklerinde olduğunu bilen, sahip olduğu mirasın niteliklerini koruma konusunda bilinçli ve kararlı yönetimlerin çalışmaları ile boşa çıkarılmıştır. İstanbul’un giderek kontrolden çıkan büyümesinin metropolün doğası olduğunu söyleyerek her gün bir yenisi dikilen, kentin çeperlerinde kümelenmeye başlayan gökdelenlerin metropol gereği olduğunu, çeperde değil de merkezde yer almaları gerektiğini, donatı ve altyapının sorun olmadığını, zamanla yapılabileceğini iddia edecek derecede ileri gitme cüreti gösteren bu yüzeysel görüşlerin bu kaostan nemalanmaya çalışan çevrelere sözüm ona kuramsal bakışlar inşa etmeye çalıştığı açıktır. İstanbul’un ve diğer kentlerimizin var olan değerleri ile sakinlerini yabancılaşma, kimlik ve aidiyet sorunları ile mücadele etme zorunda bırakmadan, kontrollü devlet planlamaları ile geleceğe aktarılmaları için temel gereksinim ülke genelinde yapılması gerekli planlamalardır. Bu konuda yeni kurulan Şehircilik ve Çevre Bakanlığı’nın ne derece isabetli bir düzenleme olduğu, hükümet politikası olarak sürdürülebilirlik ve süreklilik çerçevesinde ele alınması gerekli kent ve çevre planlamalarında bölge ölçeğinin yetersiz ve yanlış planlamalara sebebiyet verdiği, geçmiş uygulamalarda bazı kentlerin isabetsiz kararlarla niteliklerini yitirdiği, ülkenin tüm kaynaklarının ve kentlerinin mevcut düzeninin bütüncül bir bakış açısı ile ele alınması gerekliliği tartışmasız gerçeklerdir. Aksi takdirde kontrolsüz büyümenin, bu büyüme ile birlikte gelen ve rastgele gelişen kaotik yapının gelişme olduğu söylemini düstur edinmeye çalışan çevrelerin kentlerimize özellikle İstanbul’a biçtikleri gelecek hiçbirimizi memnun etmeyecek, kültürel referanslarımızı kaybederken Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dile getirdiği kimlik bunalımları ve aidiyet sorunları ile bunalan, biran evvel bu karmaşık yapıdan kaçarak çeperlerinde oluşturduğumuz yüksek duvarlarla çevrili yaşam oyuklarına kaçan, bunaldığı ölçüde bunaldığı konularda düşünmekten bile kaçan, sahip olduğu değerleri yitirdiği için siyasal konjonktürdeki yerini tayin edemeyen hatta sorgular hale gelen bireyler haline geleceğiz. İstanbul sevdalısı bir siyasetçi büyüğümüzün Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın Belediye Başkanlığı Dönemi’nde yayınlanan külliyattan A. Süheyl Ünver’in İstanbul Risaleleri adı ile yayınlanan kitaba yazmış olduğu önsözde; İstanbul’un “Türk ve İslam kültürünün bir özeti olmak” bakımından önemine değinen, gerekli tedbirler alınmadığı için nüfusu inanılmaz bir hızla artan, korkunç bir yağmaya uğramış, tarihi ve tabii dokusu, dili, kültürü ve incelmiş gelenekleriyle birlikte yok olmaya yüz tutmuş kentin, geçmişi ile bugünü ve geleceği arasındaki kopan bağları belli ölçüde kurmayı hedeflediklerini belirten, yeni kuşakların bu kitapları okuyarak İstanbul’u daha çok seveceklerini ve İstanbul’da yaşamanın bir hususiyet olup sorumluluk gerektirdiğini öğreneceklerini ümit ettiğini belirten sözleri kentlerimizin özellikle de İstanbul’un sanıldığı gibi sahipsiz olmadığının açık göstergesidir. Bu uğurda, İstanbul’u giderek karmaşık bir metropol haline getiren aktiviteleri, bazılarının söylemiyle gelişmeyi tetikleyici unsurları taşımaya varan çılgın projeler üreten yada daha önce üretildiği halde uygulama çılgınlığını dile getiren Sayın Başbakanımızın projesi bence tartışılmaya değer. İstanbul’un kurtuluşu olabilecek Kanal Projesi’nin etraflıca araştırılıp planlanması kenti yoran, yok etme tehlikesi ile karşı karşıya getiren yoğunlukların taşınması kalan kısımların, rant bölgeleri oluşturmadan, tüm 178
Şehir, İnsan ve Toplum
kentlinin kullanacağı; eğitim, kültür ve rekreasyon alanları olarak düzenlenmesi Prost’un bile yok etmeye kıyamadığı siluetinin bozulmaması için tarihi yarımadaya getirdiği, meşhur 40 metreyi aşmama kuralı sayesinde görkemli siluetini hala muhafaza eden İstanbul’un kurtuluşu olabilir. KAYNAKÇA Bozdoğan, S., Modernizm ve Ulusun İnşası: Erken Cumhuriyet Türkiyesi’nde Mimari Kültür, Metis Yayınları, İstanbul, 2001. Habermas, J., Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, çev.: Tanıl Bora, Mithat Sancar, İletişim Yayıncılık, İstanbul, 1990. Jacobs, J., The Death and Life of Great American Cities, Vintage Books, New York, 1961. Kolektif, İmparatorluk Başkentinden Cumhuriyet’in Modern Kentine: Henri Prost’un İstanbul Planlaması(1936-1951) İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Katologları 7, Mas Marbaacılık, 2010 Scott, J. C., Seeing Like a State: How Certain Schemes to Improve the Human Condition Have Failed, Conn.: Yale University Pres, New Haven, 1998. Tafuri, M., Architecture and Utopia: Design and Capitalist Development, çev.: Barbara Luigia La Penta, The MIT Press, Cambridge, Mass. ve Londra. Marshall Berman, All That is Solid melts into Air, Türkçesi: Katı olan Her şey Buharlaşıyor, çev.: Ümit Altuğ, Bülent Peker, İletişim, İstanbul, 1994. Tanpınar, A.H.,IXX Asır Türk Edebiyatı, cilt 1, İstanbul,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 1956. Ünver, A.S., İstanbul Risaleleri, C.1, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Daire Başkanlığı Yayınları, İstanbul, 1995.
179
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
180
DiÄ&#x;er Bildiriler
DiÄ&#x;er Bildiriler
181
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
182
Diğer Bildiriler
YRD. DOÇ. DR. AYHAN NUHOĞLU Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü
“GÜZEL İZMİR” AFETLERE HAZIR MI? ÖZET Bu yazıda, İzmir’deki kent sorunlarının ele alınması ve olası afetlere karşı hazırlık yapılması kapsamında, kamu kuruluşları ve odalar tarafından son yıllarda yapılmış olan belli başlı çalışmalar tanıtılmıştır. Söz konusu çalışmalarda yer alan ve afetlerle ilgili olan hususlar özetlenmiş ve günümüz itibarı ile değerlendirilmiştir.
GİRİŞ Türkiye’nin üçüncü büyük şehri olan İzmir ve yakın civarı, avantajlı konumuyla, iklimiyle ve verimli topraklarıyla tercih edilen “güzel” bir coğrafyaya sahiptir. Bu nedenle tarih boyunca birçok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır. Fakat bu uygarlıkların genel olarak ortak bir kaderi olmuştur; afetler. Geçmişte Ege Bölgesi’nde yaşamış olan toplumlar deprem başta olmak üzere yangın ve sel felaketleriyle yüzleşmek zorunda kalmışlardır. Şehirlerin büyümesi, mevcut problemleri artırmakla birlikte birçok yeni sorunu da beraberinde getirmektedir. Ülkemizin, nüfusu sürekli artan büyük şehirlerinde yaşayanların temel uygarlık taleplerinin yeterli düzeyde karşılanamadığı aşikârdır. Halen birçok şehirde yapılaşma, ulaşım, eğitim, altyapı, çevre kirliliği, sağlık, güvenlik gibi ana başlıklar altında sıralanan sorunlar insanların yaşantılarında oldukça önemli yer işgal etmektedir. Bununla birlikte, şehirlerdeki kontrol dışı büyümenin getirdiği bir kısım önemli sorunlar da seyrek olarak karşılaşılan afetlerde açıkça ortaya çıkmaktadır. Afetler o kadar ani oluşmakta ve gelişmektedir ki, insanoğlunun bu sorunları kısa sürede engelleyebilmesi mümkün olamamaktadır. Bunun sonucunda da ağır bedeller ödenmektedir. Son yıllarda ülkemizde ve dünyada yaşanan afetlerde alınan ağır darbeler, gerek kamu gerekse özel sektörü, olası afetlere karşı hazırlık yapılması ve önlemler alınması konularında çalışmalara zorlamıştır. Bu yazıda, son yıllarda İzmir’de, deprem başta olmak üzere, afetlere karşı hazırlık yapılması kapsamında gerçekleştirilen çalışmalar ele alınarak derlenmiştir. 183
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
Nüfusu 3,5 milyona ulaşan İzmir’de deprem afeti ile ilgili olarak ilk kapsamlı çalışma 1999 yılında “İzmir Deprem Senaryosu ve Deprem Master Planı” adıyla İzmir Büyük Şehir Belediyesi tarafından yaptırılmış ve bu kapsamda olası bir deprem senaryosu ortaya konulmuştur. İzmir Ticaret Odası tarafından 5 yıllık periyotlarla yaptırılan “İzmir Stratejik Planları’nda” olası afetlere ve olumsuz etkilerine önemle dikkat çekilmiştir. 2009 yılında Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’nce gerçekleştirilen ve kent sorunlarının ele alındığı “İzmir Kent Sempozyumu”nda deprem, su baskını, kuraklık, çevre kirliliği gibi konular ile birlikte öncesinde ve sonrasında afet yönetimi hakkında değerlendirmeler yapılmıştır. İzmir Valiliği’nce Aralık 2009’da gerçekleştirilen “İzmir Afet Riskini Azaltma Sempozyumunda” ise İzmir’de meydana gelebilecek afetlerin, oluşabilecek zararın en aza indirilmesi için yapılması gereken hususlar kapsamlı olarak derlenmiş ve değerlendirilmiştir.
İZMİR’DE AFETLERE HAZIRLIK ÇALIŞMALARI Genel olarak İzmir’de diğer şehirlere göre daha sık aralıklarla deprem meydana gelmektedir. Son 50 yılda İzmir’de meydana gelen ve geniş çaplı olmasa da hasara neden olmuş önemli depremler Tablo 1.’de verilmiştir. Dolayısıyla bu bölgede yaşayan insanlar sıkça yer sarsıntılarıyla yüz yüze gelmektedir. Bununla birlikte her an ani ve şiddetli yağışların etkisinde kalabilen İzmir’de, yine birçok insan ve kuruluş önemli mağduriyetler yaşamıştır. 26 Haziran 2011 tarihinde kabul edilen ve “can ve mal güvenliğini teminen, imar plânına, fen, sanat ve sağlık kurallarına, standartlara uygun kaliteli yapı yapılması için proje ve yapı denetimini sağlamak” amacıyla çıkarılmış olan 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun’un ilk uygulamaya geçirildiği pilot illerden biri de İzmir’dir. Tüm bu nedenlerle İzmir’deki özel kuruluşların, yerel yönetimlerin, her ne kadar merkezi yönetime tabi olsalar da kamu kurumlarının ve halkın deprem başta olmak üzere afetlere karşı belirgin bir hassasiyetlerinin mevcut olduğu söylenebilir. Özellikle 1999 yılından beri düzenlenmiş olan toplantı, seminer ve sempozyumlarda “Afetler ve İzmir” teması başlıca konu olarak seçilmiş ve tüm kurumları ile birlikte toplum bu konuda bilinçlendirilmeye çalışılmıştır. 1. İzmir Deprem Senaryosu ve Deprem Master Planı (RADIUS): 1999 yılında İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yaptırmış olduğu çalışma ile, İzmir’de olası şiddetli bir deprem afeti sonucunda, mevcut alt ve üst yapıların nasıl bir davranış sergileyebileceği ve insanların bundan nasıl etkilenebileceği deterministik ve probabilistik yaklaşımlarla belirlenmiştir. Bu kapsamda yapılmış olan çalışmalar ve elde edilen sonuçlar genel olarak aşağıda sıralanmıştır. - Nüfusun yoğun olarak yaşadığı merkezlerde mikro bölgelendirme yapılarak, İzmir ve civarının tarihsel deprem bilgileri, jeolojik, jeoteknik ve sismolojik verileri haritalara işlenmiştir. - İzmir kentindeki mevcut bina stoğu ile alt yapı ve hizmet şebekeleri belirlenmiştir. Bu kapsamda binaların ve köprülerin dayanımları özellikle ele alınmıştır. Bilahare, bu yapılarda 50 yılda yüzde 10 aşılma olasılıklı depremde oluşabilecek hasarlar tahmin edilmiştir. - İzmir ve civarında şiddetli deprem oluşma riski mevcuttur. İzmir’de olası şiddetli bir depremde toplam sayısı yaklaşık 220 bin olan tüm binaların genelinde, yarıdan fazlasının yıkılması ve/veya ağır hasar alması tahmin edilmektedir. Can kaybı oranı ise, yıkılan binalardaki nüfusun yüzde 2 ‘si mertebesinde olacağı ön görülmektedir. 2. İzmir Stratejik Planı 2003-2012: İzmir Ticaret Odası tarafından hazırlanan planda, risk184
Diğer Bildiriler
li deprem bölgesinde yer alan İzmir’in meydana gelmesi halinde gelişmesini kesintiye uğratacak olan şiddetli bir depremin tekrarlama olasılığının 70 yılda bir olduğu vurgulanmıştır. İzmir civarında bu aletsel büyüklükteki depremin en son 1919 yılında meydana geldiği belirtilerek konunun önemine dikkat çekilmiştir. Aynı çalışmada, İzmir’deki heyelan potansiyelinden de bahsedilmiş ve özellikle Kadifekale, Altındağ, Sabuncubeli alt kısımları ve Karşıyaka’nın kuzey bölgesinin heyelan açısından riskli olduğu ifade edilmiştir. 3. İzmir Kent Sempozyumu: Sağlıklı kentleşmeyi gerçekleştirememiş şehirlerin afetlerin olumsuz etkilerini daha şiddetli hissedecekleri aşikârdır. Normal şehir yaşantısında yapılaşma, ulaşım ve alt-yapı sorunları yaşayan büyük şehirlerde özellikle deprem, sel ve yangın gibi afetlerde beklenmeyen problemlerin yaşanması ve zayiatın beklenenden fazla olması kaçınılmazdır. İzmir’de mevcut olan kent sorunlarının tartışıldığı ve çözüm önerilerinin geliştirildiği “İzmir Kent Sempozyumu” Ocak 2009’da yapılmıştır. Mimar ve mühendis odalarının geniş kapsamlı katılımıyla gerçekleştirilen sempozyumda afetlere hazırlık ile ilgili olarak aşağıdaki hususlar vurgulanmıştır. - Afet yönetimi, afet öncesinde, anında ve sonrasında, uzmanları tarafından hazırlanmış planlar kapsamında, farklı disiplinlerin eşgüdümlü olarak bir arada görev aldığı hazırlıkları ve çalışmaları gerektirir. - Doğa olayları olan afetlerin engellenemez ancak oluşabilecek hasarları, ilgili tüm kuruluşların öncelikle il bazında örgütlenerek bilgi ve becerilerini geliştirmesi ve bunu topluma yansıtması gerekmektedir. - İzmir’deki pek çok yapı diri fay izlerinin yakın civarındadır. Yapılan zemin etütlerinin gerçekçi olması gerekmektedir. Körfez civarındaki gevşek zeminlerde düşük katlı, heyelan riski olmayan tepe zeminlerde ise yüksek katlı yapılaşma tercih edilmelidir. - Kent yerleşimlerinin yüzde 50’den fazlasının alüvyonal alanlarda yer alması depremler, taşkın alanlarının konutlarca işgal edilmiş olması ile birlikte toprak ve bitki örtüsünün gelişmemiş olması su baskınları açısından önemli olumsuzluklar oluşturmaktadır. Heyelan bölgesinde yer alan Kadifekale ve yakın civarı (Şekil 3) kaçak yapılaşmadan arındırılmalıdır. - Son yıllarda yağışlardaki sürekliliğin bozulduğu belirtilerek, olası kuraklık tehlikesine karşı esasen su yönünden fakir olan bölgedeki su kaynaklarının akılcı ve verimli kullanılmasının önemine dikkat çekilmiş ve bu konuda çeşitli öneriler geliştirilmiştir. 4. İzmir Afet Riskini Azaltma Sempozyumu: İzmir Valiliği bünyesinde üniversitelerde ve odalarda afet konularıyla ile ilgili olarak çalışan uzmanların yer aldığı İl Afet Danışma Kurulu oluşturulmuştur. Söz konusu kurul İzmir ilindeki ilgili kurumlarla koordineli olarak bir çalışma süreci geçirmiştir. Nihayetinde, İzmir’de meydana gelebilecek afetlere hazırlıklı olunması amacıyla afet öncesinde, esnasında ve sonrasında neler yapılabileceğinin belirlenmesi ve bu kapsamda mevcut durumun tespit edilmesi amacıyla Aralık 2009’da İzmir Afet Riskini Azaltma Sempozyumu düzenlenmiştir. Bir anlamda 1999 yılında yapılan İzmir Deprem Senaryosu ve Deprem Master Planı (RADIUS) projesinde tespit edilen yapısal hasar görebilirliğin giderilebilmesi için konu ile ilgili kurum ve kuruluşlarca geçen süre zarfında yapılmış olan çalışmalar hakkında bilgi toplanıp tüm bu veriler doğrultusunda eylem planı ön raporu hazırlanması ve nihayetinde İzmir Afet Riski Azaltma Eylem Planı”nın oluşturulması hedeflenmiştir. Bu amaçla: 185
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
- Yollar, otoyollar, köprü, tünel ve viyadükleri (TCK, Belediye) - Demiryolu ve metro ray güzergahları, köprü ve tünelleri (TCDD, Belediye) - Hava meydanları ve limanları (DHMİ, DLH) - Haberleşme sistemleri (Telekom, PTT) - Elektrik üretim ve dağıtım sistemleri (TEİAŞ, Gediz EDAŞ) - İçme suyu, atık su ve barajlar (Belediye, DSİ) - Doğalgaz dağıtım sistemleri (İzmirgaz) - Eğitim, kültür ve spor tesisleri (Milli Eğitim, Gençlik ve Spor, Kültür ve Turizm Md.) - Sağlık tesisleri (Sağlık Müdürlüğü) - Kamu binaları (Bayındırlık, İl Özel İdaresi, Kaymakamlıklar ve ilgili müdürlükler) - Kentsel dönüşüm/yenileme projeleri (Belediye) - Kent Planlama çalışmaları (Belediye) - Üniversitelerin hasar görebilirlik üzerine yapmış olduğu akademik çalışmalar. - Seçilecek pilot bölgede konut ve işyerlerinin yapı envanterinin çıkarılarak, depreme dayanıklılığının tespit edilmesi (İnşaat Mühendisleri Odası) - Tarihi yapılar (İBŞB, Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Kültür ve Turizm Müdürlüğü) - Camiler (Müftülük) - Depremin yol açacağı çevre sorunları ve çözümleri (İl Çevre ve Orman Müdürlüğü) başlıkları altındaki konular çalıştayda ele alınmıştır. Sunulan bildirilerde yer alan çalışmalara ait özet açıklamalar aşağıda sıralanmıştır. - Mevcut yapı kalitesinin belirlenmesi amacıyla Alaybey (Karşıyaka), Manavkuyu (Bornova) ve Basınsitesi’nde (Hatay) yer alan 1490 mevcut bina için pilot bölge uygulaması yapılmış ve incelenen binalardaki inşaat kalitesi oranlarının yüzde 45-zayıf, yüzde 52-orta ve yüzde 3-iyi olduğu tespit edilmiştir. - Afet yönetiminde Coğrafi Bilgi Sisteminin (CBS) kullanılmasının önemi ve getirdiği kolaylıklar vurgulanmıştır. Şekil 4 ve Şekil 5’de CBS ile hazırlanmış İzmir ulaşım ağı ve yerleşim noktaları haritaları yer almıştır. - Afet riskinin azaltılması amacıyla, ilgili kurumların geniş katılımıyla gerçekleştirilen toplantılarda uzun vadeli kalıcı çözümler getiren çalışmalara ağırlık verilmiş, afet çalışmaları içerisinde yer alan tüm katılımcıların konuyu iyi algılamalarına çalışılmış ve nihayetinde bütünleşik afet yönetimi anlayışı ile yürütülen çalışmalarda sade, anlaşılabilir, bilişim alt-yapısı olan bir afet yönetimi hedeflenmiştir. - İl Özel İdaresi ile Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü tarafından afete hazırlık kapsamında, İzmir’de 2003 ve 2005 yıllarında meydana gelen depremlerde hasar gören yapılarda gerçekleştirilen çalışmalar, okul binalarında yapılan ve yapılacak olan deprem güçlendirme çalışmaları ve tarihi yapıların (Şekil 6) korunmasına yönelik çalışmalar hakkında bilgiler verilmiş, kent güvenlik yönetim sistemi (MOBESE) ile geniş alan kapsamlı haberleşme ağının afetler kapsamında kullanılması ve yangın önleme çalışmaları ile ilgili planlar açıklanmıştır. - Karayolları Bölge Müdürlüğü tarafından yapılan değerlendirmelerde, mevcut otoyol köprülerinde gerçekleştirilen depreme karşı güçlendirme çalışmaları, olası şiddetli bir depremde ulaşıma kapanabilecek yolların alternatiflerinin ne olacağı ve ileriki süreçte ulaştırma yapılarında yapılması planlanan çalışmalar belirtilmiş ve olası afetlerin sonrasında otoyollarda bölge bazında uygulanacak acil durum ve trafik yönetim planları detaylandırılmıştır. 186
Diğer Bildiriler
- Kıyı yapılarının ve mevcut deniz ulaşım araçlarının fiziksel durumları ve olası afetlerde nasıl kullanılabileceği ile ilgili planlar açıklanmıştır. - PTT Baş Müdürlüğü’nce mevcut idari yapıların deprem afetine karşı hazır hale getirilmesine yönelik yapılmış olan çalışmalar açıklanmış ve olası bir deprem akabinde, manevra kabiliyeti yüksek olan PTT araçlarının kullanılabileceği belirtilmiştir. - Türk Telekomünikasyon A.Ş. tarafından yapılan afet hazırlık planında, üç merkeze sahip olan haberleşme ağının her-hangi bir veya ikisinin devre dışı kalması durumunda düşük kapasite ile de olsa haberleşme hizmetinin verilebileceği öngörülmüştür. - Adnan Menderes Havalimanı’nın acil durum planı ve kriz yönetim merkezi çalışmaları tamamlanmıştır. - 2005 yılında meydana gelen depremlerde hasar gören İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü binalarının güçlendirme çalışmaları hakkında bilgilendirme yapılmıştır. - Üniversiteler (Ege Ünv., Dokuz Eylül Ünv., İzmir Yüksek Tek. Enst.) tarafından, İzmir’de mevcut olan yapıların (betonarme, yığma, kırsal, tarihi) olası yer sarsıntılarındaki yapısal davranışları (Şekil 7), hasar belirleme yöntemleri, yetersiz olan yapıların nasıl güçlendirilebilecekleri, yapılaşmanın yoğun olduğu arazilerin geoteknik ve sismik özellikleri konularında yapılmış olan çalışmalarda elde edilen sonuçlar detayları ile sunulmuştur. - İzmir Büyük Şehir Belediyesi’nin kentsel dönüşüme, raylı sistemlere, alt yapı tesislerine ve şehir içi kara ve deniz yolu ulaştırma yapılarına yönelik afet riski azaltma çalışmaları, planlama ve imar uygulama açısından afet riski azaltma çalışmaları kapsamlarındaki faaliyetleri açıklanmıştır. Buna göre, özellikle belediye tarafından karşılanmak zorunda kalınan yüksek kamulaştırma bedellerinin kentsel dönüşümün hızını yavaşlatan önemli bir husus olduğu, son yıllarda yapılan demiryollarının ve ilgili yapılarının olası şiddetli depremlere dayanıklı olarak inşa edildiği ifade edilmiştir. - Devlet Su İşleri Bölge Müdürlüğü’nce gerçekleştirilen çalışmalarda İzmir civarındaki kuyuların ve barajların afetlerden etkilenmesine yönelik risk analizleri yapılarak, bu tür yapılarda afet öncesinde belirlenmesi oldukça güç olan hasarların azaltılmasına yönelik öneriler değerlendirilmiştir. - İzmirgaz tarafından yapılan çalışmalarda, inşasına 2004 yılında başlamış olan doğal- gaz şebekesinin projelendirilmesi ve imalatı aşamalarında afet zararlarının en aza indirgenmesi açısından dikkate alınan hususlar açıklanmış ve olası afetlerde uygulanacak acil eylem planı global ve lokal açılardan detaylandırılmıştır. - Özellikle depremlerden sonra kullanılabilmesi zaruri olan sağlık binalarının mevcut durumları, olası şiddetli depremlere karşı yeterli hale getirilmeleri kapsamında son yıllarda yapılan iyileştirme uygulamaları ve yapılması planlanan çalışmalar hastane öncesi sağlık hizmetlerini de kapsayacak şekilde İzmir Sağlık Müdürlüğü’nce ortaya konulmuştur. - Haberleşme ve enerji yapıları ile bunlara bağlı iletim hatlarının afet planları ön-görülen deprem senaryoları çerçevesinde hazırlanmış ve alternatif çözümler ile birlikte detaylandırılmıştır. - Tüm bunlarla birlikte, İzmir’de önemli boyutla afet meydana gelmesi durumunda, çevre illerle nasıl bir koordinasyon gerçekleştirileceği konusunda senaryolar hazırlanmış ve değerlendirilmiştir. 187
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
Türkiye coğrafyası birçok güzelliği içinde barındıran, dünyanın çok nadir bölgelerinden birisi olmasına nispet, bu yörede yaşayan insanlar sıklıkla deprem başta olmak üzere su baskını, sel, heyelan, yangın ve fırtına gibi afetler ile karşı karşıya kalmakta ve ağır bedeller ödemektedir. “Güzel İzmir” de bu anlamda Türkiye’nin tipik bir modelidir.
188
Diğer Bildiriler
SONUÇ Türkiye coğrafyası birçok güzelliği içinde barındıran, dünyanın çok nadir bölgelerinden birisi olmasına nispet, bu yörede yaşayan insanlar sıklıkla deprem başta olmak üzere su baskını, sel, heyelan, yangın ve fırtına gibi afetler ile karşı karşıya kalmakta ve ağır bedeller ödemektedir. “Güzel İzmir” de bu anlamda Türkiye’nin tipik bir modelidir. Çoktandır biliniyor ki doğal afetlerin en az zararla geçiştirilmesi mümkündür. Bu konularda nelerin nasıl yapılacağı hususları, gerek teknik gerekse idari açılardan belirlenmiş ve birçok yerde neşredilmiştir. İzmir’in özelinde son yıllarda gerçekleştirilen çalışmalarda, olası afetlere karşı hazırlıklı olunması kapsamında, hâlihazırdaki mevcut durum ile afet öncesinde, sırasında ve sonrasında yapılması gereken uygulamalar detayları ile ortaya konulmuştur. Afet olsun veya olmasın, ileriki süreçte öncelikle neler yapılması gerektiği ve bu doğrultuda zayıf olunan noktaların neler olduğu belirlenmiştir. Bu aşamada yapılması gereken çalışmalar, tespit edilen yapılması zaruri uygulamaların gerçekleştirilmesine ve bilahare değişen duruma göre mevcut afet planlarının revize edilmesidir. KAYNAKLAR İzmir Afet Riskini Azaltma Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 434 sayfa, 2009 İzmir Kent Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 780 sayfa, TMMOB, 2009 İzmir Kent Kurultayı, Mimarlar Odası İzmir Şubesi, 232 sayfa, 2007 İzmir Stratejik Planı 2003-2012, 463 sayfa, İzmir Ticaret Odası, 2003 Batı Anadolu Depremselliği Sempozyumu Bildiriler Kitabı, İzmir Valiliği, 500sayfa, 2000 İzmir Deprem Senaryosu ve Deprem Mastır Planı (RADIUS), İzmir Büyük Şehir Bel., 1999
189
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
190
Diğer Bildiriler
DR. BEDRİ MERMUTLU Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Emekli Öğretim Üyesi
MAHALLENİN TOPLUMSAL KÜLTÜRÜMÜZDEKİ YERİ “Şişli hastalığına tutulmuşsun! Şişli’li olmayanları insandan saymıyorsunuz. Sizin dedeleriniz hep bu semtte dünyaya gelmedi ya… Otuz kırk yıl evvelki buraları kırlıkmış, domuz ahırlarından başka bir şey yokmuş. … En büyük kabahatim, Taşkasap’tan geldiğim. Türk’ün bitim yeri İstanbul’dur. Aksaray’dır. Cerrahpaşa’dır. Fatih’tir. Şehremini’dir. İşte hep bu mahallelerdir.” (Hüseyin Rahmi Gürpınar, Can Pazarı)
G
eleneksel şehir hayatıyla modern kent hayatını birbirinden ayıran en önemli öğenin mahalle olduğu söylenebilir. En kısa betimiyle, geleneksel şehirde cemaat hayatının modern kentte ise bireysel hayatın egemenliğini görmek mümkündür. Şehirde cemaat hayatını taşıyan ve yaşatan en önemli mekânsal ve toplumsal unsur mahalle olurken bireylerin mekânı olan kentte mahallesiz bir hayat yaşanır. Medine’de oluşan şehrin ardından Müslüman fetihlerin alanına giren eski şehirlerden devralınan miras ve yeni baştan şehirler inşa etmek Müslümanlara hatırı sayılır bir şehircilik tecrübesi kazandırmıştı. Bu tecrübeler sonunda prototip bir İslâm şehrinin ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Bu prototip şehir; merkezde yer alan büyük cami, bunun çevresindeki çarşı ve ticari birimler ile birbirinden ayrı mahallelerden oluşan yerleşim alanlarıyla işlevsel olarak üçlü bir mekânsal ve kurumsal yapı arz eder. Bu üçlü yapılanma içinde çarşı tüm şehir halkının ortak alanı olarak onları ekonomik faaliyet çevresinde birbirlerini tamamlayarak fonksiyonel bir ilişki içinde bütünleştirirken mahalle kendine mahsus oluşumuyla bir tür özerk alan oluşturarak toplumsal aidiyet ve dayanışma kazandıran bir birim olur. Ticari faaliyete önem veren İslâm dini bu faaliyetin kurumsal alanı olarak çarşıyı nasıl mekânsal unsur olarak örfen tanımışsa, âyet ve hadislerde kaynağını bulan komşuluk ilişkisinin kurumsal alanı olarak da mahalleyi örfen tanımıştır. Diğer bir deyişle, mahalle hukuki bir kaynağa sahip olmamakla birlikte hukukça kabullenilmiştir. Hem merkezi hem yerel yönetim açısından bir “ilk alt kademe” olan mahalle sadece yönetimsel yaklaşımla de191
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
ğerlendirilemeyecek kadar çok boyutlu bir alandır. Çünkü mahalle dinî, kültürel ve iktisadî değerleri ve ilişkileri içinde her şeyden önce toplumsal bir olgu olup tarihsel ve sosyolojik bir yaklaşımı zorunlu kılar. Teşkilâtçı bir idareci olan Hazret-i Ömer, yeni kurulan şehirlerde genişçe bir meydan ayrılıp ortada büyük bir cami yaptırılmasını, Cuma namazının bu camide kılınmasını; ayrıca vakit namazlarının kılınabileceği mescitler yapılıp bu mescitlerin olduğu mahallelerin her birinde bir kabilenin ikametini öngörmüştü. Arap şehirlerinde gerçekleşen bu uygulama Merv ve Hemedan gibi İran şehirlerinde de karşımıza çıkmaktadır. Kabile ve kan bağının önemsendiği ve toplumsal bütünleşmenin ilk basamağını teşkil ettiği kültürlerde mahalle teşkili bu uygulamayla sürdürülmüştür. İran geleneğinin etkisinde kalmış olan Bitlis gibi doğu şehirlerimizde de bu geleneğin devam ettirildiği görülmektedir. Kan ve akrabalık bağını toplumsal değil siyasi gözle değerlendiren ve hanedan üyeleri dışında şehirlerde bu bağ etrafında toplaşmayı tehlikeli bulan Osmanlı yönetimi akrabalık ve kabile bağı yerine dinsel ve kültürel unsur etrafında birleşmeyi teşvik ederek mahallelerini bu esasta teşekkül ettirmiştir. Klasik İslâm şehirlerinden bu yönüyle farklılaşan Osmanlı şehirleri böylece mahallelerinde daha esnek bir yapılanmayı sağlamıştır. İstanbul ve diğer Osmanlı şehirlerinde Müslüman ahaliyle Müslüman olmayan ahalinin birlikte yer aldığı çok sayıda mahalle vardır. 1522 yılında Ankara’da bulunan 81 mahalleden 69’u Müslümanlara, üçü Hıristiyanlara, biri Yahudilere mahsus olduğu halde sekiz mahallede Müslümanlarla Hıristiyanlar karışık olarak ikamet etmekteydi. Diğer şehirler de bundan farklı bir durum göstermiyordu. Ebussuud Efendi’nin bir fetvası, zararlı Müslüman’ın komşuluğundansa iyi komşuluğu olan zimminin tercih edilebileceğini bildirirken bu esnekliğin boyutunu göstermektedir. Fethedilen şehirlerde esas olan uygulama gayrımüslim unsurun varoşa çıkarılarak şehir merkezinin Müslüman nüfusa tahsis edilmesidir. Şehir savunma surlarıyla çevriliyken varoş böyle bir savunma unsurundan yoksundur. Varoşta gayrımüslim unsurun yanında şehre sonradan gelenler yerleşir. Cemaat denen bu grup zamanla gelişerek yeni mahalleleri oluşturur. Yahudi iskânında bunun tipik örnekleri görülmektedir. Fethedilen bir şehre vurulabilecek en güçlü marka, bir mahalleyi kurmaktır. Sistemi ayakta tutan en önemli normlardan biri budur. Arap ve diğer İslâm şehirlerinde mahalleler kabile adlarıyla anılırken Osmanlı mahallelerinin adlarında kişi isimleri ve mescit isimleri öne çıkmaktadır. Mescit isimleriyle kişi isimlerinin çoğu yerde birbiriyle doğrudan ilişkisi söz konusudur. Bu durumlarda mescidi yaptıran kişinin ismi hem mescide hem mahalleye verilmiş olmaktadır. 1133 Osmanlı mahallesi üzerinde yapılan araştırmada mahallelerin yüzde 88’inin kişi ve yapı adı olması mahallenin hangi değer etrafında oluştuğunu göstermektedir. Mabet, sahne olduğu dinsel pratikler yanında mekânsal güç simgesi ve mahallenin oluşumunda meşruiyet kaynağı olarak önemlidir. Sinagog bulunan bir mahalle Yahudilere, mescit bulunan bir mahalle Müslümanlara ait demektir. Mahallenin yapısında ve işlevinde mescidin önemli bir yer tutması mahallenin tanımını onunla yapmayı gerektirecek kadar önemli görülerek mahalle, “aynı mescitte ibadet eden cemaatin aileleriyle birlikte yerleştiği şehir kesimi” olarak tanımlanmıştır. İslâm şehirlerinde cami ve mahallelerde mescit fiziksel mekânın düzenlenmesi için belirli bir odak noktası teşkil ettiği gibi, dinî işlevlerinden maada toplumsal, politik, entelektüel, hukuki bir merkez olarak değerlendirilmiştir. Aynı işlev Osmanlı şehrinde diğer dinlerin mabetleri için de söz konusudur. Mescit ya da caminin ma192
Diğer Bildiriler
hallenin oluşumuna meşruiyet temeli olması -değişik biçimde de olsa-günümüzde devam etmektedir. Yeni kurulan mahalle ve semtlerde öncelikle bir cami derneği kurularak cami inşasına girişilmesi camiin dinsel ibadet mekânı olarak kutsallığı yanında yeni kurulan yerleşim yeri için meşruiyet kazanma aracı olarak düşünülebilir. “Camimiz var!” duygusu hem toplumsal yakınlaşma hem de mahallenin gerçek anlamda kurulması olarak algılanmaktadır. Hızlı değişim koşulları içinde bireyin çevresini anlamlandıracağı, harita çıkartacağı noktaları kaybolduğundan tek nirengi noktası olarak birey mekânın kutsallığına tutunmaktadır. Toplumsal mekânların üretiminde yeni mekanizmalar geliştirilmediği için hâlâ cami olgusu kente yeni eklemlenen alanlar ve kent göçmeni için dünyevi mekânsal meşruiyetin alanı olarak önemini korumaktadır. Geleneksel Osmanlı mahallelerinde mescidin büyüklüğü mahallenin nüfusu hakkında bir fikir vermeye elverişlidir. Genellikle 60 kişinin rahatlıkla namaz kılabileceği büyüklükteki mescitler mahalle nüfusunun 150-200 kişi arasında olacağını tahmin ettirmektedir. “(Mahalle) ahâlisinin beş vakit farz namazlarını cemaat ile eda için hazır olmaları” kadılara tenbihlenen öncelikli bir madde olduğuna göre mahalle mescitleri mahallenin tüm yetişkin erkek nüfusunu alabilecek büyüklükte olmalıydı. Osmanlı mahallelerinin yüzde 90’ı hane sayısı 10 ila 50 arasında değişen mahallelerdir. Hane sayısı belli miktarın üzerine çıkınca mahallenin bölünmesi söz konusu olmaktadır. Bununla birlikte tahrir kayıtları mahalle biriminin belirli bir nüfus ölçüsü içerisine konabilecek derece kategorileştirmeye müsait olmadığını göstermektedir. 19’uncu yüzyılın ikinci yarısına kadar böyle devam ettiği halde 1864 tarihli Vilâyet Nizamnamesi’nde en az 50 hane bir mahalle olarak kabul edilmek suretiyle mahalle büyüklüğünün alt sınırı çizilmiştir. Müezzin sesinin duyulacağı uzaklıkla sınırlı ya da yaya yürüyen bir insanın çıplak göz seviyesinde kavrayacağı hanelerden oluşan komşuluk biriminden ibaret bir mekân olarak tanımlanabilen mahallenin fiziksel boyutu aşağı yukarı kestirilebilir. Bu alanda yaşayan nüfusun geniş bir aile gibi düşünülerek benzer bir kültürü paylaşması beklenir. Geleneksel toplumda yer değiştirme olayı prensipte serbest olmakla birlikte genel olarak mahalle sakinleri arasında yer değiştirme sık rastlanan bir şey değildir. Bir yangın, yeniden inşa veya hane reisinin başka bir şehirde ya da bölgede göreve atanması nedeniyle bir ailenin mahalle değiştirmesi söz konusu olurdu ve bu önemli bir değişiklik olarak algılanırdı. 1519 yılı kayıtlarından anlaşılan duruma göre Ayasofya Camii Mahallesi sakinlerinin 1/3’ü daha önceki kayıtlarda görünen ailelerdir. Geleneksel şehir olgusunda gerekli vergiyi ödeyen herkes mahalle değiştirme hakkına sahip görünmekle birlikte bu mekân değiştirme işleminde kiracıların daha mobil oldukları görülmektedir. Kiracılar, mahalle sakinlerinin kiralık kullanım için ev yaptırmamaları nedeniyle, vakıflara ait kiralık evlerde oturmaktaydı. Kiracıların daha çok devlet memuru ve askerlerden oluştuğu gözlenmektedir. Mahalle halkının bu neredeyse sabit ve devamlı durumu onları birbirlerinin davranışlarıyla yakından ilgilendirerek ortak bir hayatı paylaştırmıştır. Bu nedenle, aralarında benimsemeyecekleri kişilerin bulunmasına izin vermeyeceklerdir. Mahalle hayatında görülen kefillik sistemi böyle bir anlayışın sonucu olarak ortaya çıkmış bir uygulamadır. Mahalle halkının birbirine müteselsil kefil olması mahallede meydana gelen bir olayın aydınlanmasında ve doğan bir zararın karşılanmasında ortaklaşa sorumluluğu gerektirir. Hukukun uygulanmasında mahallenin üstlendiği rol ve Osmanlı hukukunun kaynaklarından biri olması hukuk bakımından mahalle kurumunun temel iki özelliğidir. Ortak sorumluluk taşıyan mahalle halkının hukukun uygulanması sürecinde oynadığı önemli rol kadı sicillerinden izlenebilmek193
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
tedir. Hakkında işlem yapılan kişinin lehinde veya aleyhinde mahallelinin tanıklık yapması kişinin suçlu veya masum olduğunun kanıtlanmasında çok önemli bir husustur. Toplumsal hakların korunması ve gözetilmesi bağlamında mahallede yaşayanların birbirine zincirleme kefaleti önemli işlevler görmektedir. Faili bulunmayan ve karanlıkta kalan suç olaylarında bir azalma sağlandığı gibi, töhmet altında kalmamak için mahallelinin kadıya yardımcı olacak müracaatlarda bulunması da bu sayede sağlanmış olmaktadır. 1577 yılında Bursa Kadısı’na gönderilen bir emirde, mahalle imamlarının mahallelerinde kefilsiz kimseyi oturtmaması memleketin asayiş ve korunması bakımından önemle tenbih edilmektedir. Mahalleli olabilmek için genel olarak dört yıl, İstanbul şehri için beş yıl deneme süresi öngörülmüştür. Bu zaman zarfında mahalleye intibakı gerçekleşen ve entegre olabilen kişiler mahalleli olarak tescil edilmeye hak kazanırlar. Mahallenin özellikle ahlâk ve asayiş bakımından aykırı gördüğü davranış sahiplerinin mahalleden çıkarılması için kadıya yapmış oldukları başvuruların hemen daima dikkate alınarak uygulamaya geçirilmesi mahalleyi yarı otonom bir idari birim gibi görmeyi gerektirir. Bu gibi işlemlerde mahalleli, kendine tanınmış bir hakkı kullanarak karar altına almakta, kadı da bu kararı onaylamaktadır. Mahallelinin birbirine bireysel kefâletinin yanında ilginç bir uygulama da bir mahallenin diğer bir mahalleye toptan kefil olması şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Bu uygulamadan çok fazla örnek elimizde bulunmamakla birlikte zincirleme kefilliğin boyutunu göstermesi bakımından önemli bir davranış olduğu açıktır. Osmanlı toplumsal kuruluşunun merkezi yapısı siyasal ve ideolojik olarak kentlilerin kurumsallaşmış bir katılımına el vermediği için mahalle birimi temel şehirsel birim olarak teşekkül etmiş ve teşkilatlanmıştır. Tekilliğiyle şehrin dokusunu oluşturan mahalle şehir toplumunun küçük bir örneğidir aynı zamanda. Mahallelerin birbirinden hem bağımsız hem bütünleşik olması Osmanlı mahallesinin gettolaşmasına izin vermemiştir. İkamet alanı mahalle olmakla birlikte şehir halkının ekonomik faaliyetiyle çarşıda birleşmesi mahalleyi yalıtılmış bir birim olmaktan uzak tutar. Osmanlı şehrinde temel yönetim birimi olan mahallenin yönetsel yapı ve bağlantısını sağlayan mahalle görevlilerinin başında Mahalle İmamı gelir. Müslüman mahallelerinde sorumlu yönetici İmam, gayrımüslim mahallelerinin yöneticisi Haham veya Papazdır. İmam, Padişahın beratıyla tayin edilen Kadı’nın temsilcisi; Papaz Patrikhanenin, Haham ise Hahambaşı’nın temsilcisi olarak görev yapmaktaydı. 1827’den sonra asayiş sorununu daha iyi kontrol etmek amacıyla mahallelere Muhtar tayin edilmeye başlanmıştır. Gücünü yönetsel anlamda kadıdan, ekonomik anlamda da Avarız Vakıfları’ndan alan İmamın etkinliği laikleşen hukuk sisteminin kadıyı işlevsiz bırakması ve Avarız Sandıkları’nın kaldırılması sonucu 19’uncu yüzyılın ikinci yarısından sonra azalmaya başlayacaktır. Mahalleye malî özerklik sağlayan Avarız Vakıfları katılımcı yerel hizmetlerin gerçekleşmesini sağlamaktaydı. Avarız Sandıklarında toplanan paranın miktarı küçümsenmeyecek miktarlara ulaşıyordu. Örneğin 17’inci yüzyıl başlarında Edirne şehrinin 113 mahallesine ait faizle işletilen Avarız akçesinin miktarı 1 milyon 240 bin 800 akçeydi. Osmanlı şehirlerindeki mahallelerde sınıf ve statü farkına rastlanmaması önemli bir özelliktir. Bir Paşa konağının karşısında bir Evkaf Kâtibi’nin veya bir Suyolcunun evinin yer alması ve bu kişilerin aynı hayat alanını paylaşmaları yadırganmaz. Pek çok geleneksel Osmanlı mahallesinden bir örnek olarak Ayasofya Camii Mahallesi’nin 1519 yılında sahip olduğu 39 hanede oturanlar arasında bir Saray Hazine Kâtibi, bir Arabacı, üç terzi, bir kilerciler reisi, bir kuyumcu, bir müezzin, bir şerbetçi, bir tellâl, bir kapıcı, bir terlikçi, iki mü194
Diğer Bildiriler
Mahalleli olabilmek için genel olarak dört yıl, İstanbul şehri için beş yıl deneme süresi öngörülmüştür. Bu zaman zarfında mahalleye intibakı gerçekleşen ve entegre olabilen kişiler mahalleli olarak tescil edilmeye hak kazanırlar.
195
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
tevelli bulunmaktadır. Bu tablo toplumsal sınıf ve statü bakımından mahallede homojen bir yapının bulunmadığı gerçeğini göstermektedir. Mahalle sakinleri heterojenlikleri içinde devamlılık göstererek bu durumlarının arızi olmadığını ortaya koymaktadır. Aynı mahallede yer alan ama kimisi ulvi (iki ve daha fazla katlı), kimisi süfli (tek katlı); kimi büyükçe bir konak, kimi mütevazi bir hane şeklinde yan yana ya da karşı karşıya bulunan evler bir arada farklı sınıftan insanların yaşadığı renkli bir kompozisyon çiziyordu. Farklılaşma konutların niteliğinde görülmekteydi. Sınıf konumlarına göre konut tipi farklılaşabiliyordu. 19’uncu yüzyılda İstanbul başta olmak üzere diğer Osmanlı şehirlerinde genellikle konut alanları belli milletlere ait olmak üzere mahalle düzeninde kümelenmesini sürdürmeye devam etmekle birlikte, artık her milletin bütün sınıfları aynı mahallede oturmamaktadır. Ulaşım imkânlarına bağlı olarak banliyöler oluşmakta ve zenginleşenler kent dışına çıkmaktadır. Üst sınıfa mensup aileler artık din ve kültür farkı gözetmeksizin yeni toplumsal ölçütlere göre aynı mahalleyi paylaşmaktaydı. Batıdaki sınıfsal yapının bir yansıması olarak mahalleler giderek sınıf ve statü veren ya da yansıtan bir konum kazanmıştır. Böylece, daha önce sosyokültürel temelde mekânlaşan birimler olan mahalleler sosyoekonomik temelde mekânlaşmaya başlamıştır. Bundan böyle ancak benzer sınıf ve statüde olanların aynı mahallede buluşacakları bir dünya kurulmaya başlanacaktır. Geleneksel kültürde son derece sınırlı olan bireysellik mahalle kültürü içinde iyice kaybolmuş gibidir. Batı modernleşmesi kır kültüründen kent kültürüne geçişin sonucu olduğu gibi bizde de Batı burjuva kültürüne katılmanın gerekli görülen ilk şartı mahalle kültüründen kurtulmak olarak görülmüştür. Çünkü mevcut değerler hiyerarşisinde kendisine bir yer bulamayan birey-insan öncelikle bu hiyerarşiyi yıkarak yeni bir değerler dünyası kurmayı düşünecekti. Mahalle, yıkılması gereken hiyerarşinin ve değerler manzumesinin hayat bulduğu en doğurgan merkezdi. Mahallenin yaşayacağı değerler kaybı, bireyselleşmeye doğru açılan yeni hayat yollarının zincirleme sürecini başlatacaktır. 1860’lı yılların başından itibaren ilk defa olarak Osmanlı şehir dokusunda köklü değişiklikler yaşanmaya başlandı. Önce İstanbul’da ve Bursa’da görülmeye başlayan bu değişim sırasında kentin ana sokakları genişletilip yükseltildi, çıkmazlar kaldırıldı. Büyük yangınlar ve depremler de bu dönüşüme yardımcı oldu. Mahallelerin bu tür afetler sonrasında yeniden kurulmasında yeni şehircilik ilkeleri uygulanarak dik açılı planlar kullanıldı. Bu planlar kentin mahallelerini pazara ve Ulucami’ye bağlayan eski dar sokaklar sisteminin yerini alırken yeni dik planlı mahallelerin geleneksel dokuyla bütünleştirilmesi yönünde bir çaba gösterilmedi. Bu fiziksel dönüşüm kültürel dönüşümle sarmaşık biçimde yürümüştür. Şehri fiziksel olarak dönüştürenler, Ahmed Vefik Paşa örneğinde görüldüğü gibi, aynı zamanda kurdukları tiyatro binasıyla ve yazdıkları oyunlarla yeni bir kültürün taşıyıcılığını yapıyorlardı. Modern kültür şehirlere girdikçe mahalle fiziksel ve kültürel olarak darbe yedi; mahallenin ortadan kalkmasıyla da geleneksel kültür en verimli zeminini kaybetti. Zamanımızda geleneksel kültürün hâlâ yaşadığı yerler varsa, buraların fonunda mutlaka mahallenin bulunmaya devam ettiği söylenebilir. Osmanlılar’ın fiziki yapı açısından Ortaçağ kentini terk etmeleri 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşmeye başlamıştır. Ortaçağ toplumları kentlere müdahale etmedikleri için neredeyse durağan bir şehir olgusu söz konusudur. Kurulan yeni şehirlerde de izlenen temel ilke, o şehri kurduktan sonra, ona artık müdahale etmemektir. Şehir, kendi kendine, zaman içinde yavaş bir evrimle değişir. Tanzimat’tan sonra Osmanlı yönetimi ilk olarak şehrin yapısını tümel olarak değiştirme zorunluluğunu duyarak şehre müdahale etmeye 196
Diğer Bildiriler
başlar. Hukuk, ekonomi, eğitim gibi temel toplumsal kurumlara da tümel anlamda müdahale ilk olarak bu zamanda yapılmıştır. Paris’te Haussman’ın uygulamalarını yerinde gördükten sonra ülkesine dönen Ahmed Vefik Paşa benzer uygulamaları müfettişliği sırasında Bursa şehrinde ortaya koymaya başladı, ancak şehrin yapısına ilişkin gerçek değişimi Bursa Valisi olduktan sonra 1880 yılı başında yaptı. İlginçtir ki aynı tarihte Osmanlı’nın en önemli vilâyetlerinden biri olan Mısır’da da benzer değişimler yaşanıyordu. Kamu İşleri Nazırı olan Ali Mübarek Paşa Kahire şehrini tamamen yenilemeye kararlıydı. Eski Eserleri Koruma Komitesi’nin dokunulmaması gerektiğini belirlediği 800 tarihi bina için verdiği cevap, “Artık bu anıları daha fazla yaşatmak istemiyoruz; Fransızların Bastil’i yıkmaları gibi biz de onları yıkmalıyız!” olmuştur. Modernleşme zamanı derhal şehrin kalbini istilâ etmeye başlamıştı. Mahalle, modernleşen şehirlerde ilk çözülen mekânsal ve toplumsal yapı olduğu gibi, metropolleşerek azmanlaşan kentlerde tamamen silinerek ortadan kalkmış nostaljik bir olgudur. Aydınlanma düşüncesinden itibaren birey, kendi özgürlüğünün önündeki mekânsal sınırı mahallede gördüğü için bireysel özgürlüğünü mahallenin dışına çıkarak gerçekleştirmeye çalışmıştır. Şair Evlenmesi oyunundan başlayarak, 19’uncu yüzyılın ikinci yarısından beri, bir toplumsal ve kültürel birim olan mahalle kimi zaman sert kimi zaman alaycı üsluplarla sorgulanan bir konu olagelmiştir. Günümüzde mahalle baskısı kavramı bireyselleşme yolundaki toplumda mahalleye bakışın hâlâ iyileşmediğini gösteren ve mahalleyi mahkum eden canlı bir örnek olarak devam etmektedir. Mahalle sadece yapısal varlığıyla değil, belki daha çok kurumsal kimliğiyle ve işleviyle değerlendirilmiş olduğu için çok yönlü tartışmaların odağında yer almıştır. Mahalle sadece içinde hanemizin yer aldığı mekansal ve idari bir birim olarak görülmeyip bizi insan olarak şekillendiren toplumsal bir dinamik olarak önemsenmiştir. İslâmi anlayışın getirdiği bir yönelişle kadının içeriye yönelik yanı (mahrem/batın), erkeğin ise dışarıya yönelik yanı (zahir) temsil etmesi şehir yapısında kadının evde ve mahallede (enderun), erkeğin ise çarşıda (birun) var olmasına yol açmıştır. Klasik İslâm şehirleri bu hiyerarşiyi sergiler. Kadın meselesiyle mahalle meselesinin aynı zamanda sorgulanmaya başlanması ve kadının dışarıya açılmasıyla mahallenin parçalanması arasında ciddi bir zamandaşlık ilişkisi görülmesi anlamsız değildir. Durkheim’ın kavramsallaştırdığı toplumsal baskının en somut ve kesintisiz biçimde uygulandığı bir hayat alanı olduğu için, mahalle, modern değerlere geçmek isteyenlerce aşılması gereken bir engel, geleneksel değerleri korumak isteyenlerce de feda edilmemesi gereken toplumsal bir kale olarak görülmüştür. Bu yüzden mahalle, mahalledeki herkesin dahil olduğu ve devamlı öğrencisi olduğu bir okul gibi görülmüştür. Mahallenin fiziki mimarisiyle kültürü iç içedir; onları birbirinden ayırmak imkânsızdır. Dolayısıyla organik bir bütün olan mahallenin fizik olarak dönüşmesi kültürel kimliği, kültürel kimlikteki dönüşme de mahallenin fiziki yapısını bozacaktır. Tarihsel süreçte bu iki dönüşüm kısır bir döngüyle birbirini doğurmuştur. Geleneksel şehir kültürünün kaybolduğu yerlerde, bilinen yapı ve ilişkileriyle eski mahalleyi inşa etmek söz konusu olamaz; çünkü mahalle sadece sokak ve evleriyle mahalle değildir.
197
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
198
Diğer Bildiriler
CELAL DÜNDAR SELÇUK İnşaat Mühendisi MMG Kayseri Şubesi Yön. Krl. Bşk. Yrd.
ŞEHİRLERİMİZİN GELECEĞİ, TEHDİTLER ve FIRSATLAR KAYSERİ PROJEKSİYONU GİRİŞ İnsanoğlunu diğer tüm yaratılmışlardan fıtratı itibariyle ayıran önemli unsurlardan biri toplumsal bir varlık olmasıdır. Bu nedenledir ki insan, toplum halinde, bir arada yaşama ihtiyacı duyar. Yerleşim olgusunun esası işte tam buradadır. Yerleşimler insanlık tarihi boyunca farklı özellik ve niteliklerde oluşmuş; zamana, mekâna, doğal koşullara, ihtiyaçlara, nüfus yoğunluğuna, geleneksel yaşam biçimlerine, eğitim ve bilinç düzeyine, teknolojik gelişmelere ve ekonomik imkânlara bağlı olarak durmadan değişmiş ve dönüşmüştür. Yerleşim birimleri ya da genel tanımıyla kentler, zaman içinde barındırdıkları nüfusu, en temel ayrım olmak üzere kategorileştirilerek, köy, kasaba, ilçe, il, şehir, metropol vb sıfatlarla sınıflanmışlardır. Ancak bir yerleşim biriminin kent niteliği taşıyabilmesi için belli özellikleri bulunması gereklidir: * Belli bir nüfus büyüklüğüne ve nüfus yoğunluğuna erişmiş olması, * Tarımsal üretimden daha ileri bir üretim düzeyi olan sanayi üretimine geçmiş olması ve bununla birlikte hizmet sektörünün gelişmiş olması, * Yerleşim yerinin fiziksel altyapısının belli bir düzeye ulaşmış olması, * Geleneksel aile yapısının çözülerek yerini çekirdek aile yapısına bırakmış olması, * Nüfusun büyük oranda örgütlenmiş karmaşık iş bölümüne ve yüksek uzmanlaşma düzeyine erişmiş olması, * Yerel değerlerin yerini ulusal değerlerin veya evrensel değerlerin almış olması, 199
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
* Geleneksel ilişkilerin (cemaat toplum tipinin) çözülüp bireysel ilişkilerin ya da bireysel çıkarların ön plana çıkmış olması, * Eğitim düzeyinin kırsal kesimdeki eğitim düzeyinden yüksek olması ve çocuk bakım ve eğitiminde aile dışı kurumların gelişmiş olması, * Sosyal normların yerini, resmi denetleme kurumlarının almış olması, * Statülerin aileden gelmeyip, bireylerin kendi çabaları ile kazanılmış olmaları. Bu kriterler arasındaki ilk iki sırada anılan, yani “nüfus büyüklüğü ve yoğunluğu” ile “üretim ve hizmet sektörlerinin gelişmişliği” kriterleri, ülkemizdeki kent kimliğinin en temel ayrım öğeleri olurken; “yeterli fiziksel altyapı”, “örgütlenmiş karmaşık iş bölümü ve yüksek uzmanlaşma düzeyi”, “ulusal ve evrensel değerler” ve “resmi denetleme kuruluşları” kriterleri hep ihmal edilegelmişlerdir.
KENTLEŞME ve KENTLEŞME BİLİNCİ Tanım itibariyle kentleşme, kent sayısının ve kentlerde yaşayan nüfusun artması olup diğer bir deyişle mevcut kentlerin nüfus ve alanlarının büyümesi ve köy, kasaba gibi yerleşimlerin de büyüyerek kente dönüşmesidir. Kentleşmenin birçok sebebi vardır. Gelişmiş ülkelerde sanayi ve teknolojide yaşanan gelişmeler ise de gelişmekte olan ya da gelişmemiş ülkelerde farklı sebepler bulunmaktadır. Coğrafi konum, sanayileşme, çekici kent yaşamı, zengin fırsatlar, teknolojik gelişmeler, siyasal sebepler, sosyo-psikolojik nedenler, sosyal ve kültürel gerekçeler insanları kentleşmeye zorlamaktadır. Kentleşme başlıca üç farklı dönüşümü içermektedir. •Demografik açıdan kentleşme, özellikle kırdan kente yaşanan göçlerle beslenen nüfus yoğunluğunu ifade eder. •Sosyal açıdan kentleşme, farklılaşma, uzmanlaşma, örgütlenme sürecini kapsayan bir dönüşümü ve davranış biçimini içermektedir. •Ekonomik açıdan kentleşme, tarım dışı faaliyetlerin (sanayi ve hizmetler sektöründe) yoğunlaşmasıdır. Kentleşmenin tam olarak gerçekleşmesi sosyo-kültürel ve ekonomik dönüşümle mümkündür. Kentleşmeden söz etmek için bu üç unsurun bir arada asgari düzeyde gerçekleşmiş olması gerekir. Bu koşullardan birinin (veya ikisinin) gerçekleşmiş olup, diğerlerinin gerçekleşmemesi durumunda, tam ve doğru anlamıyla bir kentleşmeden bahsetmek söz konusu değildir. Kentleşen yerleşimler yeni bir kimliğe kavuşmaktadır. İnsanlar, daha çok nüfus, daha çeşitli ekonomik faaliyetler, yeni hizmetler, daha fazla kurum ve kuruluşlar, daha fazla örgütlenme, daha çok altyapının yanında artan ihtiyaçlar, değişen gelenekler, bireyselleşen çıkarlar, dönüşen değer yargılarıyla, yeni davranış biçimleriyle tanışıp barışmak zorunluluğu ile yüzleşmektedir. Kentler sadece, bir insan topluluğunun bulunduğu, çok sayı ve nitelikteki yapılardan oluşan, resmî veya idarî kurumlar ve hizmetler toplamından ibaret değildir. Kentler, insanların bir arada yaşayabilmesinden oluşan yeni bir kültür, değer yargısı ve ruh halidir. Her kentin 200
Diğer Bildiriler
Kentler sadece, bir insan topluluğunun bulunduğu, çok sayı ve nitelikteki yapılardan oluşan, resmî veya idarî kurumlar ve hizmetler toplamından ibaret değildir. Kentler, insanların bir arada yaşayabilmesinden oluşan yeni bir kültür, değer yargısı ve ruh halidir.
201
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
görünmeyen ama hissedilen kendine özgü bazı özellikleri vardır. İşte bu bir arada yaşayabilmek kültürü yeni kavramları da beraberinde getirir: “Kentlileşmek ve kentlilik bilinci”. Kentlileşmek, bireyin sadece kent sınırları içinde yaşaması ve kent imkânlarıyla geçinmesi değil; ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan farklı davranış biçimlerini, farklı değer yargılarını ve farklı yaşama şekillerini benimsemesi bütünüdür. Başka bir deyişle kentler değişip dönüşürken kentliler de bu değişim ve dönüşüme uyum sağlar. Artık yatay yaşamdan dikey yaşam boyutuna geçilmiştir. Kentlileşmek içeriğinde birçok fırsat barındırsa da beraberinde bir o kadar sorun barındırmaktadır. Bu sorunların başında ise kente uyum sorunu başka bir ifadeyle sosyo-kültürel deformasyon gelmektedir. Kırsal yerleşimleri tabiat şartları ve doğa şekilleri biçimlendirirken, şehirler bir yapaylığın eserleridir. Şehirlerdeki tüm yollar, binalar, kaldırımlar, ağaçlar, ortak kullanım alanlarının hepsi birer tasarım ürünüdür. Kırsalda geceleri başını kaldıranların tek tek sayabildiği yıldızların yerini şehrin ışıklarının ardındaki simsiyah bir gökyüzü alır. Köyünde özgürce ve hesapsız yürüyen kişi, şehirde adımlarını tedirginlikle ve ölçerek atmaya çabalar. Her sebebi ve sonucuna rağmen kentleşmek, tüm dünyanın ve insanlığın kaçınılmaz ortak kaderidir.
KAYSERİ KENTİ
Kayseri Kentinin Kısa Tarihçesi 5 bin yıllık tarihi birikime sahip olan Kayseri ilinin yapısal durumu ve gelişimi Asur ticaret kolonileri ve Hitit devrine dayanmaktadır. Kayseri çevresinde insanlar, Neolitik, Kalkolitik ve M.Ö. 3 bin-2 bin yılları arasında Bronz çağlarını yaşamışlar ve buralarda küçüklü büyüklü şehir devletleri kurmuşlardır. Bölgede, bu dönemlerdeki en önemli devlet Kültepe Kaniş Devleti olmuştur. Bu devirlerde Mezopotamya’daki Asur Devleti ile yapılan ticari anlaşmalar sonucu Karum isimli pazarlar kurulması temin edilmiştir. Asurlular, Kaniş Karum’u vesilesi ile M.Ö. 2 bin başlarında Anadolu’ya ilk yazıyı getirerek yazılı tarihi başlatmışlardır. Bu şehir devletlerini birleştiren Anadolu’nun ilk siyasi birliği olan Hitit İmparatorluğu kurulmuş ve M.Ö. 1200 yıllarına kadar egemen olmuştur. Bu gelişmelerin yaşandığı Kaniş, bugünkü Kayseri şehir merkezinin kuzeydoğusunda ve 20 km uzaklıktaki Kültepe mevkiidir. Kaniş Karumu’nun Anadolu’da bulunan tüm ticaret kolonilerinin merkezi olduğu bilinmektedir. Bu dönemde Kaniş Karumu büyüklüğünde bir uluslararası ticaret merkezinin dünyada benzerinin olmadığı kabul edilmektedir. M.Ö. 600 yıllarında Perslerin Anadolu’yu istilası ile Erciyes dağı eteklerinde Mazaka isimli bir şehir oluşmuş ve burası Kapadokya eyaletinin merkezi haline gelmiştir. Daha sonra Roma İmparatorluğu hâkimiyetine giren şehir M.S. 17 yılında Kaisaria adını almıştır. M.S. 241’de yapılan iç kale surları, şehrin önemini ifade etmekte olup günümüze kadar korunmuştur. Daha sonraki tarihlerde Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu, kısa bir dönem Emeviler şehre hâkim olmuşlarsa da, 1077 yılından itibaren Kayseri, kesin olarak Türk hâkimiyetine geçmiştir. Danişmentliler devrinde de önemli bir konumu bulunan Kayseri, belli dönemlerde başkent202
Diğer Bildiriler
lik yapmıştır. 1175 yılında Selçuklular’ın ülkesine dâhil olan il, önemli Selçuklu şehirleri arasındadır. Selçuklular zamanında refah ve zenginlik yaşayan Kayseri’yi sultanlar ikinci başkent olarak kullanmışlar, tahta çıkma törenlerini burada yapmışlardır. Selçuklular devri Moğol istilası ile son bulduğunda şehir, çok büyük bir tahribata uğramıştır. İlhanlılar, Eretna Beyliği, Kadı Burhaneddin Ahmet, Karamanlılar, Dulkadiroğluları egemenliklerine de giren Kayseri, nihayet 1475 yılında Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlı hâkimiyetine dâhil olmuştur.
KAYSERİ’NİN ŞEHİRLEŞME SÜRECİ Kayseri, Osmanlı hâkimiyetinde geçen yaklaşık 500 yıllık bir dönem boyunca eşsiz medeniyetin etkilerinin bariz şekilde zuhur ettiği, Osmanlı şehircilik ve kültürüyle biçimlenen bir Osmanlı şehri olmuştur. Batıdaki sınıf merkezli dikey sosyal katmanlar yerine İslam toplumlarına özgü yatay ayrışmaya dayalı, Müslümanlarla farklı inanç ve kültürlerin bir arada ve birbirlerine saygı duyarak yaşadığı bir model şehirdir. Tipik Osmanlı şehirleri gibi merkezde büyük bir cami, etrafında külliyesi ve hamamı olan, çarşısı, bedestenleri ve hanlarıyla Müslümanlar kadar tüm şehir halkının, dışarıdan gelenlerle etkileşimde olduğu alanlarla bezelidir. Osmanlı değerleriyle örtüşen biçimde ekonomik rant alanlarının tekelleşmemesi için vakıflaşma en uygun çözüm yolu olmuştur. Merkezî ortak kullanım alanları dışında, 100 hane ya da 1000 nüfusluk Müslüman mahalleleri kendi camisiyle ayırt edilirdi. Osmanlı dönemindeki ilk emlak tahriri 1476 yılında yapılmış ancak belgeleri kaybolmuştur. 1500 yılında yapılan ikinci tahrire göre şehir nüfusu 10 bin civarındaydı. 16’ıncı yüzyıla kadar yavaş büyüyen şehir daha sonra hızlı bir gelişme göstererek sadece Anadolu’nun değil Avrupa’nın da önemli şehirleri arasına girmiştir. 17. yüzyıl sonlarında 20 bin olan nüfus, 18’inci yüzyıl sonlarında 30 bine, 19’uncu yüzyıl sonunda ise 60 bine ulaşarak diğer Anadolu şehirlerinin aksine 18’inci ve 19’uncu yüzyıllarda da büyümeyi sürdürmüştür. Ne var ki 20’nci yüzyıl başlarında büyüme ve gelişme tamamen durmuş, hatta gerilemiştir. Öyle ki, civar kaza merkezlerinden bile kötü durumdaydı. İki katlı yapıların nadiren bulunduğu şehrin sokakları, arabaların geçemeyeceği kadar dardır. Bu nedenle nispeten daha geniş ve araç geçişine uygun yollarında, atlı arabalar, kağnılar, atlar, merkepler ve hatta develerden oluşan yoğun araç trafiği bulunmaktaydı. 1910 yılından sonra bazı önemli imar çalışmaları yapılmasına rağmen geleneksel yapılaşma şehrin imarına hâkim durumdadır. Şehirleşme kapsamında yapılan evler, ev sahibinin istek ve gereksinimleri göz önüne alınarak ustalar tarafından yapılan Kayseri’de, Mimar kavramı ancak Cumhuriyetten sonraki 1930’lu yıllarda gündeme gelebilmiştir. 1970 ve 1980’li yıllarda imarlı ve çok katlı yapılardan oluşan yeni semtlere, eski mahallelerden hızlı bir göç yaşanmış ve bu süreçte terk edilmiş mahallelerdeki eski ve bakımsız evlere diğer şehirlerden gelen vatandaşlar doldurmuştur. Kayseri yaşantısını şekillendiren bir başka unsur da bağcılık kültürüdür. Bugün bile oldukça yaygın olan bu kültürün etkisi ile geleneksel bağ evleri de şehrin imarında önemli rol oynamaktadır. 203
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
KAYSERİ’DE İMAR PLANLAMASI Kayseri’nin ilk köklü imar planı 1944’te hazırlanmıştır. Planı, Kayseri’ye davet edilen Alman şehirci Prof. Dr. Oelsner başkanlığında, Doç. Kemal Ahmet Arû hazırlamıştır. Oelsner, eski kentin yeni planını hazırlarken cami, medrese, hamam, kümbet ve çarşı gibi yapıları korumuş, üç-beş örnek dışında konut dokusunun tamamen yıkılmasını öngörmüştür. Emin Molu başkanlığında hazırlanan plan, 1950’de belediye başkanı seçilen Osman Kavuncu tarafından uygulamaya konulmuştur. Osman Kavuncu döneminde ülkemizde sadece Kayseri’de gerçekleştirilebilen bir imar uygulaması başlatılmıştır. Halen uygulanan bu yöntemde, arazisine imar planının uygulanmasını isteyen arsa sahibi belediyeye müracaat ederek yapılacak pazarlık sonucunda yol, yeşil alan vb kayıplar ve altyapıya harcanacak bedeli karşılayacak arazi miktarı hesaplanarak bu miktarın (yüzde 60-70) belediyeye kendi rızasıyla terkinin sağlanmasıdır. Böylece hem arsa sahibi imarlı parseline kavuşmuş oluyor hem de belediye imar kanununun ön gördüğü düzenleme ortak payından fazla miktarda arsa kazanarak imar planındaki geniş cadde ve sokakların ve diğer ortak kullanım alanlarının gerçekleştirilmesi mümkün kılınıyordu. O günlerde arazi büyüklükleri itibariyle çok uygun ve uygulanabilir olan bu yöntemin günümüz uygulamalarında bazı sorunlar yaşanmaktadır. Bu sorunlara ileride değinilecektir. Kavuncu döneminde, İç Kale’nin güneyinden Kiçikapu’ya kadar olan bölgenin kamulaştırıp yıkılması başarıya ulaşmıştır. Buraya ızgara planlı olarak alt katlarda banka, büro, işhanı ve çarşıların; üst katlarda ise konutların bulunduğu, merkezi iş alanları yapılmıştır. 1950 sonrası özel sektör yatırımları ile yeni yerleşmeler ortaya çıkmıştır. Birlik Mensucat (1951) ile Orta Anadolu Mensucat (1955) fabrikalarının kurulmasıyla, kentin batı yönünde gelişmesi teşvik edilerek, Aydınlık-evler ile Hürriyet mahallelerinin doğmasına neden olmuşlardır. 1955 yılında Ankara yolu üzerinde açılan Şeker Fabrikası bölgede yeni mahallelerin oluşumunu hızlandırmıştır. Eski dokunun yıkımı ile yeni cadde ve sokakların açılması, Sahabiye, Fatih, Aydınlıkevler ve Esenyurt gibi kentin batı ve kuzey yönündeki konut alanlarının oluşturulması, içme suyu sorununun çözümü bu döneme ilişkin faaliyetlerdir. Kayseri’de, küçük sanayicileri ve imalatçıları, sur içinden dışarı çıkarmak ve bir arada toplamak üzere yapılan, kentin batı aksı üzerindeki Eski Sanayi Sitesi (1957) aynı zamanda Türkiye’de kurulan ilk sanayi sitelerinden biri olması bakımından önemlidir. Kentin batı yönünde özel veya kamu sektörü tarafından oluşturulan sanayi kuruluşları yeni konut alanlarının oluşumunu teşvik ederken, kentin doğu yönünde gelişim aynı ivme ile olmamıştır. Ancak yine de artan nüfusun gereksinimini karşılamak üzere, kentin doğu yönünde Sivas Caddesi üzerindeki Kavak yazısı mevkisinin planlaması K.Ahmet Arû ya yaptırılmıştır. 1958’de demiryolunun kuzeyinde kalan, Mevlana, İstasyon, Gazi Osman Paşa Mahalleleri ile Yeni Mahalle planlanmış, bu alanlar Sümer Bez Fabrikası’na yakınlıkları dolayısıyla hızla yapılanmıştır. 1963’de Erkilet Havaalanı’nın yapımı, Erkilet üzerindeki diğer konut alanlarının oluşumu ile kentin kuzey yönünde yeni bir fiziki görünüm oluşmuştur. 1960’lı yıllarda ekonomi ve hizmet sektörü gelişmiş ve kent alanlarında 3-5 katlı yapılaşmalar başlamıştır. 1970’lerde kentin yenilenmesi, koruma faaliyetlerinin yetersizliği nedeniyle, tarihi dokuyu 204
Diğer Bildiriler
yok ederek sürmüş, göç hareketlerinin etkisiyle de imarı aykırı gecekondular artmıştır. Şehir merkezinde de yanlış imar uygulamaları sebebiyle çarpık yapılaşmaya yol açılmış ve bu dönemde dış kale surları da dahil birçok tarihi eser yok olmuştur. 1975 yılında Yavuz Taşçı tarafından yapılan nazım imar plan ile yüksek bloklu geniş caddeli kent görünümü oluşmaya başlamıştır. Taşçı planında Kayseri metropoliten alanı hizmetler yoğun şehir merkezi olarak tasarlanmıştır. Konut alanları her biri bir alt merkez etrafında toplanan 20–80 bin nüfuslu mahalleler olarak biçimlendirilmiştir. Bu mahallelerin yoğunlukları merkezden uzaklaştıkça azalan biçimde planlanmıştır. Kent ve çevresinde ağaçlı alanların yokluğu göz önüne alınarak, güneyde Hacılar, Hisarcık ve Talas sırtlarında yer alan meyve bahçeleri ve bağlar kentin peyzaj alanı olarak düşünülmüştür. Türkiye ekonomisi içinde önemli bir yere sahip olan Kayseri’de 1985 yılına kadar köylerde yaşayan nüfus şehirde yaşayan nüfustan daha fazla iken, 1985’ten sonra şehir nüfusu köy nüfusundan daha fazla olmuş ve bu oran, 2000 yılında yüzde 69,1’e ulaşmıştır. 1986 yılında, Berksan tarafından yapılan planda Taşçı planındaki genel ilkeler korunmuştur. Kayseri kent merkezinde çarpı işareti şeklinde kesişen iki eksen üzerinde gelişmektedir. Ana eksen Ankara-Sivas karayolu boyunca doğu batı yönünde, diğer eksen ise Erkilet’ ten Talas’a olmak üzere kuzey güney yönündedir. 1980’li yıllar ve sonrası, yüksek yapılaşmanın olduğu, toplu konut organizasyonlarının arttığı, yeni malzeme ve tekniklerin kullanıldığı bir dönemdir. Artık 1960’lı 1970’li yıllarda yapılan yapılar üzerinde dahi değişim baskıları oluşmaya başlamıştır. Merkez faaliyetler olduğu yerde büyümekte ve belli akslar üzerinde gelişmektedir. 1980’li yıllarda, doğu yönünde Sivas caddesinin her iki yanında üst gelir dilimine dönük konut alanları gelişmeye devam etmiştir. Bu dönemde büyük toplu konut projeleri gerçekleştirilir. Kentin batısında Ankara yolu üzerinde kurulan Bel-Sin (1987) 9 bin 500 konutluk bir yeni yerleşimdir. Kentin batısında Sivas girişinde Kumarlıda 1640 konutluk Büyükkent Kooperatifi yapılarak tamamlanmıştır. 1995 yılında kurulan Beyazşehir Kooperatifi 9 bin 628 üyeli olup iki ayrı yerde, Bel-Sin ve Cırgalan’da yapımı devam etmektedir. Bunu diğer kooperatifler izler; İldem (4 bin konut), Eskişehir G.Ö.B (20 bin konut), Kocasinan Kent Yapı Kooperatifi (567 konut), Mim-Sin (3 bin 760 konut), Anayurt (6 bin konut), Kay- Koop. (1200 konut), Atayurt (1000 konut). Kentin batısında kurulan 1.Organize Sanayi Bölgesi ve küçük sanayi siteleri ile kurulması planlanan serbest bölge, kentin gelişimini etkileyecek önemli göstergelerdir. Kentin kuzeydoğu yönündeki Argıncık kasabası 1970–1980 arası hızlı nüfus artışı sonucu konut ve küçük sanayi sitelerinin geliştiği bir bölge olarak kentin yayılma alanı sınırı içinde kalmış ve Kayseri Belediye sınırları içine alınmıştır. Benzer nedenlerle batıda Ambar, doğuda Konaklar, Cırgalan ve Aydınlar köyleri de belediye sınırlarına dâhil edilmişlerdir. 1985 yılında yürürlüğe giren 3194 sayılı İmar Kanunu ile rahmetli Başbakan Turgut Özal zamanında imar planlarının onay yetkisi belediye meclislerine verilmiştir. Bu karar şehircilikte milat oluşturmuş, önceki bürokratik eksenli planlamalar artık yerelleşmiş ve kolaylaşmıştır. Yine bu durumun yol açtığı bazı sakıncalara da ileride değinilecektir. 1988 yılında Kocasinan ve Melikgazi ilçe belediyelerinden oluşan Kayseri Büyükşehir Belediyesi kurulmuştur. 1989 yılı ve sonrasında yapılan ilave planlarla, kentin doğu aksında 205
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
yeni konut alanları planlanmış, bazı kamusal kullanım alanları da küçültülerek konut alanları genişletilmiştir. 2000 yılında, brüt yoğunluğun merkezde düşmeye devam ettiği, yakın doğusunda ve batı aksının güneyindeki birkaç semtte, toplu konut alanının bir bölümünde, kuzeyde birkaç semtte, daha yüksek yoğunluklar oluştuğu izlenmektedir. Kayseri’deki planlama faaliyetleri, 1990’lardan sonra devam etmiş, ana ilkeler korunmak üzere pek çok plan revizyonu ve ilave plan yapılmıştır. Bu dönemde konut alanları planlaması yönünden en dikkat çekici planlamalar kentin doğu yönünde yeni konut alanlarının oluşturulması, yeni toplu konut uygulamaları, gecekondu önleme bölgesi oluşturulması ve pek çok semti içeren ıslah imar planı çalışmalarıdır. 23 Temmuz 2004 tarihinde 25531 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlülüğe giren 5216 sayılı yasa kapsamında Büyükşehir Belediyesi sınırları genişlemiş ve Büyükşehir Belediyesi Melikgazi ve Kocasinan ilçeleri dışında, Hacılar, Talas, İncesu ilçeleri de Kayseri Büyükşehir Belediyesi sınırlarına dâhil olmuştur. Yine aynı kanun gereği, Başakpınar, Büyükbüründüz, Erciyes, Erkilet, Gesi, Güneşli, Gürpınar, Hisarcık, Kepez, Kıranardı, Kızılören, Kuruköprü, Mahzemin, Mimarsınan, Süksün, Turan, Zincidere belediyeleri alt kademe belediyesi olarak Büyükşehir sınırlarına dâhil olmuştur. Bu hali ile yaklaşık 32 bin 500 hektar olan Büyükşehir Belediye sınırlarının büyüklüğü 215 bin hektara çıkmıştır. Bu tarihten sonra planı olmayan Kızılören, Gürpınar, Başakpınar, Kuşcu vs. yerleşimlere planlar hazırlanmıştır. Planı olan ancak merkez planlarla uyumsuz olan İncesu, Hacılar’da revizyon planlar yapılmıştır. Hinterlant alanı için 12 Temmuz 2006 tarih ve 26226 sayılı resmi gazetede yayımlanarak yürürlülüğe giren 5538 sayılı kanunun 26, 29 maddeleri gereği, değişik 5302 sayılı il özel idaresi kanununun 6’ncı maddesi a bendi ile 5393 sayılı belediye kanununun 18. maddesinin 1. fıkrasının c bendine dayanılarak 1/50000 ölçekli çevre düzeni planı hazırlanmıştır. 5216 sayılı Büyükşehir Kanunu’nun yürürlüğe girmesi ile ilgili kanunun 7/b ve geçici 1. maddelerine istinaden 2 yıl içerisinde “Çevre Düzeni Planına” uygun olarak 1/25.000 ölçekli “Nazım İmar Planlarının yapılması zorunluluğu bulunduğundan,1/25.000 ölçekli nazım imar planı hazırlanarak 07.11.2007 tarihinde onaylanmıştır. Böylece üst ölçek planlarda hinterlant alanı içinde plansız alan kalmamıştır.
ŞEHİRLEŞME KAPSAMINDA YAPILAN ÖNEMLİ PROJELER
Sanayi ve Ticarete Yönelik İmar ve Proje Çalışmaları 1. Organize Sanayi Bölgesi’ne ilave olarak şehir merkezine 12 km mesafede Malatya karayolu üzerinde Mimar Sinan Organize Sanayi Bölgesi ve İncesu ilçe sınırlarında Adana karayolu üzerinde İncesu Organize Sanayi Bölgeleri kurulmuştur. Organize Besi ve Hayvancılık alanlarına yer ayrılmıştır. Ulaşıma Yönelik İmar ve Proje Çalışmaları Kent içi ulaşımda, mevcut yolların ve kavşakların ıslahı ve genişletilmesi yanında yoğunluk yaşanan kavşaklarda araçlar için köprülü kavşaklar, alt ve üst geçitler yapılmış, yaya kullanımı için çarşı temalı alt geçit pasajları oluşturulmuştur. Bölge otoparkları ve katlı otoparklar yapılmıştır. 206
Diğer Bildiriler
Kent içi ulaşımda, mevcut yolların ve kavşakların ıslahı ve genişletilmesi yanında yoğunluk yaşanan kavşaklarda araçlar için köprülü kavşaklar, alt ve üst geçitler yapılmış, yaya kullanımı için çarşı temalı alt geçit pasajları oluşturulmuştur.
207
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
Bisiklet yolları tahsis edilmiş, kullanımının teşviki için Büyükşehir Belediyesi’nce sınırlı süreli ücretsiz bisikletler tahsis edilmiştir. Şehir içi hat minibüsleri hafif raylı sistemin devreye alınmasından sonra, her 2 minibüs hattına 1 halk otobüs hattı verilmek suretiyle işletmeden kaldırılmıştır. Çağdaş ve modern toplu taşım sistemlerinden, Kayseri profiline en uygun olan hafif raylı sistem 2006-2009 yılları arasında tamamlanıp devreye alınarak toplam 17.5 km lik bir hatta yolcu taşıması sağlanmıştır. Şehirlerarası ulaşımda ise öncelikle kent merkezinde kalan ana demiryolu ve çevreyolunun şehrin kuzeyine taşınması planlanmış, kent merkezindeki şehirlerarası otobüs terminali yeni çevreyolu üzerine taşınmıştır. Park ve Mesire Alanlarına Yönelik İmar ve Proje Çalışmaları İlk park çalışması 1909 yılında yapılmış, aynı dönemlerde 2’nci park alanı da kazanıldıktan sonra 50 yıllık sürede park çalışması yapılmamıştır. 1970’lerde oluşturulan yaklaşık 154 bin m² lik 3’üncü park alanına 2000’li yıllarda 50 bin m² daha katılarak büyütülmüştür. 2002’de Beştepeler Mesire Alanı, 1997’de Mimar Sinan Parkı, 1967’de Fuar Kültür Parkı, 2006’da Kıranardı Kent Ormanı büyük ölçekli park ve mesire alanı çalışmalarıdır. Kültür ve Turizme Yönelik İmar ve Proje Çalışmaları Bu alandaki önemli çalışmaların ilki fuar alanının kültür parka dönüştürülmesidir. Fuar alanı içine Dünya Ticaret Merkezi, Kent ve Mimar Sinan Müzesi, Kadir Has Kongre Merkezi de ilave ilâve edilerek bu alan “Kültür Parka” dönüştürülmüştür. Bir diğer önemli çalışma Cumhuriyet Meydanı düzenlemesidir. Bu çalışmayla, kentin kalbinde yer alan ve önemli tüm yollarının kesiştiği kavşak konumundaki meydanda bulunan birçok tarihi eserin etrafı düzenlenerek ilin kültür ve turizm potansiyeli göz önüne çıkarılmıştır. Bu konseptte Kayseri iç kalesi sınırlarında kalan kısmın rekreasyonu ele alınmış ve burası için hazırlanan projeler ile mekanın bir kültür, sanat ve turizm merkezi haline getirilmesi planlanmıştır. Spor Alanındaki İmar ve Proje Çalışmaları Hiç kuşkusuz bu alandaki en önemli ve başarılı ilk çalışma Kadir Has Şehir Stadyumu ve diğer spor kompleksleri olmuştur. 1964 yılında hizmete giren ve sonradan yapılan ilavelerle ancak 27 bin 500 kişilik kapasitesi bulunan eski stadyum, bugün şehrin en işlek ve merkezi bir konumunda bulunmaktaydı. Yapısal durumu itibariyle yeni yatırımlara imkan vermeyen bu eski stadyum ve alanı, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü ile Büyükşehir Belediyesi arasında 2005 yılında yapılan protokol ile Genel Müdürlüğün talep ettiği 10 yeni tesisin yapımı karşılığında Belediye uhdesine geçmiştir. Bu alan karşılığında; - UEFA kriterlerine uygun 33 bin kişilik bir stadyum, - IAAF (Uluslar arası Atletizm Federasyonu) standartlarında bin 500 seyirci kapasiteli atletizm pisti, - İl Müdürlüğüne tahsis edilen 3 katlı idare binası, - Uluslararası standartlarda, bin seyirci kapasiteli hentbol, basketbol ve voleybol sporlarının yapılacağı kapalı salon, - Uluslaarası standartlarda, 500 seyirci kapasiteli hentbol, basketbol ve voleybol sporlarının yapılacağı kapalı salon, - Uluslar arası standartlarda, seyircili olimpik kapalı yüzme havuzu, 208
Diğer Bildiriler
Fuar alanı içine Dünya Ticaret Merkezi, Kent ve Mimar Sinan Müzesi, Kadir Has Kongre Merkezi de ilave ilâve edilerek bu alan “Kültür Parka” dönüştürülmüştür.
209
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
- 7 bin 200 kişilik kongre ve spor salonu, - 1 adet uluslar arası ölçülerde çim yüzeyli, 2 adette toprak yüzeyli olmak üzere 3 adet açık futbol sahası olmak üzere toplam 10 tesis 2009 yılına kadar aşamalar halinde şehre kazandırıldı. Genel Müdürlükten alınan arazi ise ihale ile satılarak yerine çok kapsamlı ve büyük ölçekte bir alışveriş ve yaşam merkezi yapılması sağlandı. Satıştan elde edilen gelir bu tesislerin inşaatı için harcanmıştır. Bugün bu tesisler beklenenden fazla bir ilgi ile hizmet yürütmektedir. Kapsamı itibariyle çok farklı alanlarda etkisi bulunacak diğer önemli bir proje de Erciyes Master Planı’dır. Bu plan kapsamında değişik 16 farklı kış aktivitesiyle, Kayseri’nin büyük çaplı ulusal ve uluslararası kış sporlarına, uzun vadede Dünya Şampiyonası ve Olimpiyat Oyunlarına ev sahipliği yaparak şehri, Kış Sporları Merkezi haline dönüştürmek hedeflenmiştir. Yaz mevsiminde de golf, tırmanma, dağ yürüyüşü, dağ bisikleti, rüzgar paraşütü, at binme gibi 13 farklı aktivite yapılmasına imkan sağlanarak Erciyes dağının, 4 mevsim ilgi ve cazibe merkezi haline getirilmesi planlanmaktadır. Eğitim ve Sağlık Alanlarındaki İmar ve Proje Çalışmaları Eğitim alanında mevcut tek devlet üniversitesi olan Erciyes Üniversitesi’nden sonra 2’nci Devlet Üniversitesi olan Abdullah Gül Üniversitesi ve 2 ayrı vakıf üniversitesi ile birlikte toplam 4 üniversiteyi sınırlarında toplayan nadir şehirlerimiz arasına Kayseri de girmiştir. Sağlık alanında ise en büyük ve köklü yatırım, Kayseri Bölge İhtisas Hastanesi olmuştur. Geçtiğimiz günlerde Sayın Başbakanımızın da katılımıyla gerçekleşen törenle temeli atılan bu proje ile sadece Kayseri’nin değil, civar illerden hatta yurtdışından gelecek hasta tedavi taleplerinin karşılanması düşünülmüştür. Enerji Yatırımlarına Yönelik İmar ve Proje Çalışmaları Şehrin en önemli enerji yatırımı Yamula Barajı’dır. Bürokratik engellerle 20 yıl yapılmayı bekleyen bu büyük proje, 2003 yılında 58. Hükümet döneminde prangalarından kurtularak hayat bulmuştur. 2x50 Megawatt kapasiteli Yamula Barajı, Organize Sanayi Bölgesi hariç Kayseri’nin ihtiyacı olan elektrik enerjisinin yarısına cevap vermektedir. Barajın, ilavelerle kapasitesinin 2 katına kadar üretim potansiyeli bulunmaktadır. Enerji potansiyeli dışında sulama hizmeti de verecek olan proje ile 104 bin hektar tarım arazisinde sulu tarım yapılması ve yılda 2-3 mahsul alınması mümkün olacaktır. 63 km, uzunluğundaki baraj gölünde her türlü su sporlarının yapılması da mümkün olup yamaçlarında oluşturulacak rekreasyon alanları ile milli park haline getirilmesi de söz konudur. 2004 yılında doğalgaza kavuşan Kayseri yeni bir enerji sistemiyle tanımış oldu. Şebeke büyüklüğü bakımından İstanbul, Ankara ve Bursa’dan sonra 4’üncü sıradadır. Doğalgazın avantajlarını sonuna kadar kullanmak azmindeki şehirde son dönemde hizmete alınan tüm halk otobüsleri de doğalgaz yakıtlıdır. Çevre Koruma Alanına Yönelik İmar ve Proje Çalışmaları Uzun yıllar ihmal edilen çevre sorunlarının çözümüne dönük en ciddi proje Atık Su Arıtma Tesisi’dir. 2003 yılında hizmete giren arıtma tesisinde uzun havalandırmalı ileri biyolojik arıtma yapılmakta, tesisten çıkan arıtma çamurundan gaz üretilmekte, bu gazdan elde edilen enerji yine tesisi içinde kullanılarak işletme maliyeti azaltılmaktadır. Maliyeti açısından ülkemizdeki en ekonomik arıtma tesisi olması yanında ülkemizin çıkış suyu kalitesi AB standartlarına uygun ilk tesisi olduğu ifade edilmektedir. 210
Diğer Bildiriler
• Şehirleşme Kapsamında Kayseri’yi Bekleyen Tehditler ve Fırsatlar • İmar Planı Uygulamalarında Karşılaşılan Tehditler ve Fırsatlar • Depremsellik Tehdidi ve “Fırsatı” Kayseri ili, kente ilk defa gelenlerin, çoğunun takdirini toplayan, dümdüz ve geniş yollarıyla karşılar. Yerleşim coğrafyası itibariyle ova üzerine kurulu şehrin son dönemlerde gelişen birkaç ilçesi dışında tamamı düz bir arazide yer almaktadır. Bu hoş izlenimlerin altında daha derinlerde alüvyonlar üzerine kurulmuş bir şehir olmak gerçeği gizlenmektedir. Zemin viskozitesi bakımından risk taşıyan bu zemin türü üzerine inşa edilen yapılar için göz ardı edilmeyecek bir önem taşımaktadır. Gerek ulusal gerekse yerel düzeyde, yapılan imar çalışmaları sırasında depremsellik faktörü uzun yıllar önemsenmemiş, zemin itibariyle farklı yapılaşması zorunlu yerler ayırt edilmeden sadece diğer unsurlar zaviyesinde imar planları yapılagelmiştir. Ülkemizde ancak son dönemlerde kısmen bile olsa gelişen deprem bilincinin son dönem imar planlarında dikkat edilmesine sebep olmuş olması umulur. Ancak bundan önce yapılan imar planı faaliyetlerinde depremsellik özellikleri göz ardı edilerek yapılaşılan kısımların akıbeti meçhuldür. Kolaylıkla kimsenin uğraşmaya cesaret edemeyeceği ve hukuksal olarak da tam bir çıkmaz olan bu durum tüm ülkemizin kanseri konumundadır. 2’nci derece deprem bölgesi iken 3’üncü derece deprem bölgesi olarak revize edilen Kayseri ili, aktif olmayan ancak potansiyel bir volkanik coğrafyada yer almaktadır. Tüm ülkenin gözü kulağı Marmara Bölgesi’ni tehdit eden deprem faaliyetlerindeyken, ülkenin kalan kısmında yıkıcı bir deprem olamayacağını iddia etmek şu an bilinen bilimsel yöntemler sınırında neredeyse olanaksızdır. Nispeten daha masum gibi görünen bir diğer deprem gerçeği de yine ulusal ölçekte, sürekli değişen afet yönetmeliklerinden önce yapılan ve tamamen yasal yapılaşmaları bekleyen meçhul akıbettir. Bilindiği gibi ülkemizin deprem tecrübesi her yeni yıkıcı depremin ardından artmış ve bu birikimlerin ışığında elde edilen yeni bulgulara dayanılarak yeni Afet Yönetmelikleri hazırlanmıştır. Ancak bir önceki yönetmeliklere uygun yapılmış yapılar yasal olarak kullanma izni verilmiş yapılardır. Kayseri ölçeğine döndüğümüzde, birçok eski şehrimizde olduğu gibi, şehrin en merkezinde olan kısımlarını en eski yapılar oluşturmakta ve merkezde kalan bu yapılar haliyle çok yoğun kullanıma dönük mekânlar olarak kullanılmaktadır. Kayseri merkezinde dış cephesi cicili bicili birçok yapı 1950-1960’lı yılların ürünleridir. Mülk değeri bakımından çok değerli olan bu yapıların çoğu özel mülktür. Dolayısıyla hukuksal açıdan çok ciddi yaptırımlarda bulunulamamaktadır. İşte bu noktada konu başlığında tırnak içinde belirtilen “fırsat” karşımıza çıkmaktadır. Deprem dayanımı olmayan veya zaman içinde kaybetmiş, güçlendirilme maliyeti uygun olmayan ve zaten ekonomik ömrünü doldurmuş bu türden yapıların kamulaştırılabilmesi önündeki hukuki mülkiyet engellerinin kaldırılması ve uygulanmasına dönük çalışmalar yapılmalıdır. En azından bu türden yapıların kullanımının önüne geçilmesi depremler sırasında can kaybını önlemeye yönelik bir tedbir olacaktır. Yine de kamulaştırılarak, eski yerleşim yerlerinde sık görülen yetersiz yollar ve otopark alanlarının genişletilmesi veya çok ihtiyaç duyulan çağdaş sosyal mekânların topluma kazandırılabilmesi, daha verimli sonuçlar alınmasını sağlayacaktır. Bu amaçla belediyelerin merkezi yönetimle birlikte projeler geliştirerek, bu tür kamulaştırmalara yönelmesi bahsi geçen sorunların çözümü için önem arz etmektedir. 211
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
İMAR PLANI ONAYLAMA YETKİLERİNİN BELEDİYELERE VERİLMESİNİN OLUŞTURDUĞU TEHDİTLER ve FIRSATLAR 1985 yılında yürürlüğe giren 3194 sayılı İmar Kanunuyla imar planlarının onay yetkisi yerel belediye meclislerine verilmiştir. Bu kanundan önce imar planları, sınırlı sayıdaki Ankara ve İstanbul gibi büyük şehirlerde bulunan proje müelliflerine hazırlatılarak, Bakanlık onayına sunuluyor, eğer bir engelle karşılaşılmazsa uzun süren onay sürecinden sonra uygulamaya geçirilebiliyordu. Zaten ilk sorun imar planlarının başka illerde yapılmasıydı. Çünkü yerel yaşam koşullarını, planlaması yapılacak yerin konumu veya önemini, orada yaşayan insanların taleplerini bilmeden, tabir yerinde ise uzaktan kumanda olarak yapılan bir imar planlamasının ne kadar ihtiyaca cevap vereceği tartışılabilir. Bu şekilde yapılan bir imar planlamasının ise onay sürecinde ne gibi bürokratik engellerle karşılaşacağı hatta bütün uğraşlara rağmen onay alınamamasın da ihtimal dâhilinde olduğu düşünüldüğünde yapılan değişikliğin yerinde olduğu görülmektedir. Ne var ki bu durum içinde bazı tehditler gizlemektedir. Şöyle ki yerel koşullara en uygun planlamanın yerinde yapılması gayet doğaldır. Ancak yerel yönetimin göz önünde bulundurduğu öncelikler çok önemlidir. Şayet ilgili belediye bu planlamayı sadece bir rant olarak görüyor ve planlamada bu unsuru temel alıyorsa, ortaya sosyal ihtiyaçların karşılanmadığı ve sadece rantsal alanlardan oluşan bir planlama çıkacaktır. Nitekim her şehirde olduğu gibi Kayseri’de de bu tanıma uyan birçok planlama örneği mevcuttur. Peki nedir bu rant? İlk olarak inşaat alanı büyüdükçe artan belediye gelirleridir. Bunlar, düzenleme ortak payından başlayarak proje onay harçları, imar harçları, yol katılım bedeli, kanal katılım bedeli, otopark harçları vb. belediye gelirleridir. İkinci rant ise tabi olarak inşaat alanı büyüdükçe azalan altyapı maliyetleridir. Yani ne kadar fazla insanı ne kadar az yerde toplayabilirseniz o kadar altyapı bütçesi ayırırsınız. Bu rant sarmalı ülke sathında belediyelerin hem işine gelen hem de elini kolunu bağlayan bir paradoks oluşturmuştur. Yerleşim alanını genişleterek sosyal ihtiyaçları azami karşılamak niyetinde olan belediyelerin önüne altyapı sorunları çıkarken, zaten altyapısı hazır olan kısımların inşaat kapasitelerini artırmak her belediyenin kolayına gelen bir iştir. Bu paradoks yerel yönetimleri ranta yöneltmektedir. Rant peşinde yapılan imar planı uygulamalarında, kimi zaman birbirine çok yakın yapılar nedeniyle mahremiyet sıkıntıları yaşanırken, çoğunlukla da yetersiz otopark alanları, yetersiz çocuk oyun alanları, sosyal donatı eksiklikleri ve her yeri kaplayan beton alanlarıyla karşılaşmaktayız. Öyle ki yaşadıkları binanın bahçe alanı içerisinde oynamak isteyen çocukların birçoğu, neredeyse tamamının otopark alanı olarak betonlaştırılması nedeniyle, beton alanda oyun oynamak zorunda kalmaktadır. Elbette belediyelerin imkânları nispetinde imar yoğunluğuna yönelmeleri anlaşılır bir durumdur. Ancak bu durumu sorun haline getiren husus, bu türden uygulamaların sürekli yapılır hale gelmesidir. Farklı ve ideale yakın planlamalara oranla belediyelerin gelirlerinde oluşan kayıplar zarar olarak algılanmaktadır. Oysa ki bunun tam tarifi kârdan zarar şeklinde olmalıdır. Bir başka deyişle, toplumsal yaşam konforu daha ön planda tutularak, gerektiğinde kamu yararına kârsız hatta zararına uygulamalar göze alınması gereklidir. Burada hiçbir yerel yönetim zan altında bırakılmadan soruna daha çözümcü yaklaşmak gerekirse, yeni bir kanun düzenlemesi ile yerel yönetimler üzerindeki bu yük hafifletilmelidir. En azından imar yoğunluğu, belli kıstaslarla sınırlandırılmalı şehirleşmek sadece yapı yoğunluğu olarak 212
Diğer Bildiriler
algılanmamalıdır. İmar planlamasının dünyadaki çağdaş uygulamaları incelendiğinde, özellikle Avrupa ve Amerika gibi gelişmiş ülkelerde, yapılaşmanın yatay olarak genişlemesi teşvik edilmekte sadece iş merkezi statülü bölgeler dikey olarak yapılaştırılmaktadır. Genişleme zorunluluğunun önündeki altyapı maliyetlerinin fazlalığı tezine karşı bir tez: Ülkemizde şehirleşme konusunda birçok araştırması, makaleleri, projeleri ve tezleri olan Y.Mimar Sayın Çelik ERENGEZGİN ’in yaptığı araştırmaya göre; “... Dünya standartlarında, bahçe olanaklı ideal yerleşim yoğunluğu, en çok kişi başına 666 m²/kişi ile 66 m²/kişi aralığında değişirken, 200 m²/kişi den yola çıkan bir planlamanın ülkemiz koşullarına ve bilimsel verilere en uygun çözüm olduğu kanaatindeyiz. Türkiye’nin toplam yüzölçümünün yaklaşık 800 bin km² olduğunu, devletin elinde; tarımsal, dağlık bataklık ve elverişsiz alanlar dışında yaklaşık 400 bin km² arazi olduğunu bilmekteyiz. İdeal bir yerleşim için; sosyal donatılar, yollar ve yeşil alanlar dâhil, 200 m²/kişi hesabı ile 70 milyon nüfus için sadece 14 milyon dönüm, yani 14 bin km² arazi gerekmektedir. Bu alan ülke yüzölçümünün yüzde 1.75 ‘ine karşılık gelmektedir. Yani ülkeyi boydan boya geçen 1 bin 500 km boyunda bir çizgi düşündüğünüzde, 9.3 km eninde bir bandın tüm nüfusu; bahçeli, enerji öncelikli, ekolojik ve sağlıklı bir yerleşime kavuşturacağını kolayca hesaplayabiliriz. Gözde canlandırılması kolay olsun diye, normal bir karayolları haritasında bu alanın ancak 5 mm yer tutacağını söyleyebiliriz. Aşağıdaki haritada kırmızı çizginin kapladığı alan ise yukarıdaki hesapla 150 milyonluk bir Türkiye nüfusunu barındıracak genişliktedir. ‘Çok katlı yapmalıyız, çünkü yer yok!’ diyenlerin bu hesabı bilmeyenler olduğunu, sadece mevcut rantların korunmasına ve yükselmesine hizmet ettiklerini düşünmüyor muyuz? Çok katlı olmak uğruna kalabalıklaşan şehir merkezlerinde yarım saat tıkanan trafikte bekleyen bir aracın, açık bir yolda aynı süre içinde ve aynı benzinle sizi 50 km, uzaklığa daha temiz hava koşullarında, gürültüsüz ve stressiz götürebileceğini biliyor muyuz? Toplu taşımaya önem vererek ulaşım sorununu çözdüğümüzde, 70 milyon nüfusun; bahçeli, müstakil evlerde ve en çok dört katlı apartmanlarda en sağlıklı koşullarda yaşayabilmesinin mümkün olacağını göremiyor muyuz? 200 yıllık apartman kültürüne sahip Fransa’da 1963 yılında yapılan bir kamuoyu araştırmasında halkın yüzde 68’inin tek katlı evde oturmak istediğinin anlaşıldığını ve o tarihten beri iskân politikasının en çok iki katlı konutlar yönünde değiştirildiğini biliyor muyuz? Devlet Planlama Teşkilatı tarafından 1992 yılında Marmara Üniversitesine yaptırılan ankette 60 bin denek ile yapılan görüşme sonucunda Türk halkının yüzde 96’sının tek veya iki katlı evde oturmak istediğinin anlaşıldığını biliyor muyuz? Tüm yönlendirme sorularının DPT tarafından titizlikle ayıklandığı bu anketin kesin sonuçlarına rağmen iskân politikamızda az katlı konutlara doğru hiç bir değişimin görülmemesini düşündürücü bulmuyor muyuz?”
KENTLEŞME ve KENTLEŞMENİN GETİRDİĞİ TEHDİT VE FIRSATLAR Kentleşmeyi tetikleyen dinamiklerden yukarıda başlıklar halinde bahsedilmiştir. Bu ülkemize ya da şehrimize özel bir durum olmayıp tüm insanoğlunun yaşamını etkileyen bir gerçekliktir. Kentleşmenin önü alınamaz elbette. Ancak belki de tüm aktörlerini, olumsuzluklarından azami ölçüde koruyabilmek adına alınacak önlemlerin tespiti ve uygulaması konu213
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
“Geçmişi olmayan bir kent, hafızasını yitirmiş bir insana benzer. Kent dokuları, yapılar, ağaçlar, kiliseler, kütüphaneler, insanların kentlerdeki yaşamışlıklarının, çalışmışlıklarının ve kişisel tarihlerinin izleridir. Bunlar, geçmişin mirası olup, insanların fani yaşamda kalıcılık duygusuyla geleceğe hazırlanmalarını sağlar.” Erol Kaya - Modern Kent Yönetimi
214
Diğer Bildiriler
sunda kafa yorulmalıdır. Zaten tüm dünyanın başına dert olan kentleşmenin sonuçları, bütün toplumları bu sorunun çözümüne zorlamaktadır. Kentleşmenin en popüler ve belki de en hayatî kötü sonucu küresel ısınma ve yetersiz enerji kaynaklarıdır. Enerji verimliliği çok derin ve geniş bir konu olup, şehirleşmeyle direk ilgilidir. Ancak bu konuya sadece değinilmekle yetinilecektir. Belki de akla ilk gelen çözüm yollarından biri de istemediği halde kırsalı terk etmek zorunda kalan insanlar için doğdukları yerleri yaşanabilir kılmak olabilir. Kırsalda yaşanan sıkıntıların en aza indirilmesi şehirleşme politikaları kapsamından asla çıkarılmamalıdır. Örneğin, çekim merkezi olan bazı sosyal donatıların (üniversite veya bazı kampüslerinin, eğlenme ve dinlenme alanları vb.) merkezler yerine kırsala yakın planlanması bir çözüm olabilir. Aynı şekilde sanayi ve teknoloji gerektirmeyen üretim projelerinin kırsalda planlanması dolaylı olarak şehirleşme stratejisinde yer alması önemlidir. Kentlileşme ise daha ziyade sosyo-psikolojik bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Yaşadığı ve benimsediği doğal kültürden uzaklaşmak ve yeni değer yargılarını kabullenmek zorunda kalan göçmen kırsal insanının içinde bulunduğu psikoloji, yerli ve yabancı birçok filme konu olmuştur. Bu durum kültürler karşısındaki en büyük tehdittir. Korunması ve yaşatılması değerli nice gelenek ve göreneklerin yok olduğuna şahit olmaktayız. Bunların birçoğu güncel küresel hastalıklarımıza deva olacak niteliktedir. Kırsaldaki dayanışma ve birliktelik kültürü, kentleşen nesillerde zaman içinde yok olmakta, bencil bireylerin artmasına dolayısıyla kültür ve ahlâk erozyonuna sebep olmaktadır. Kentlileşmenin, sadece göç edenlere mahsus bir durum olmadığı, göç alan şehirlerde yaşayanların da farklı kültürlerle bir arada yaşamayı benimsemelerinin, kentleşme olgusu içinde yer aldığı göz önünde bulundurulmalıdır.
SONUÇ Sayın Erol KAYA’nın Modern Kent Yönetimi-I,2008 (2.baskı) kitabında yapılan şu tarif konuyu özetlemektedir: “Avrupa Kentsel Şartı’nda ideal kent tanımı şu şekilde yapılmaktadır: İdeal kent: kentli haklarını koruyarak, en iyi yaşam koşullarını sağlayarak, halkına iyi bir yaşam biçimi sunarak, değerini orada yaşayan, ziyaret eden, çalışan ve ticaret yapan, eğlence, kültür ve bilgiyi orada arayan ve eğitim görenlerden alarak, birçok sektör ve aktiviteyi (trafik, yaşam, çalışma, dinlence gereksinimleri) bir arada uyum içinde barındıran yaşam yeridir. Bir kent, aynı zamanda modern gelişmeyle tarihi mirasın korunması arasında dengeyi kurmalı, eskiyi tahrip etmeden yeniyle bütünleştirmeli ve sürdürülebilir kalkınma ilkelerini sağlayabilmelidir. Geçmişi olmayan bir kent, hafızasını yitirmiş bir insana benzer. Kent dokuları, yapılar, ağaçlar, kiliseler, kütüphaneler, insanların kentlerdeki yaşamışlıklarının, çalışmışlıklarının ve kişisel tarihlerinin izleridir. Bunlar, geçmişin mirası olup, insanların fani yaşamda kalıcılık duygusuyla geleceğe hazırlanmalarını sağlar.” KAYNAKLAR: KAYA, E., ŞENT ÜRK, H., DANIŞ, O., ŞİMŞEK, S. (2008), Modern Kent Yönetimi-I (2.baskı), Okutan Yayıncılık TEKİNSOY, K. (2011), Kayseri’nin İmarı ve Mekânsal Gelişimi. Kayseri Büyükşehir Belediyesi Kayseri’nin Şehirleşme Süreci. (30.06.2010). 30.09.2011, http://www.kayseri.bel.tr/web2/ index. php?page=kayserinin-sehirlesme-suereci ERENGEZGİN, Çelik, Y.Mimar, http://www.erengezgin.net http://www.kayseri.bel.tr
215
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
216
Diğer Bildiriler
EROL DEMİRALAY Elektrik-Elektronik Mühendisi
SAKARYA
S
akarya… Toprağa düşen bastonun yaprak açtığı diyar. İklim ve bitki örtüsü itibarıyla, farklı bölgelerinde değişik özellikler gösteren şehir. Toplum yapısı itibarıyla ise 16 farklı dilin konuşulduğu, Balkanlar’dan Kafkaslar’a farklı kültürlerin barış ve huzur içinde bir arada yaşadığı şehir. Dünyanın kaliteli içme suyu kaynaklarından biri olarak gösterilen, doğa harikası Sapanca Gölü. Hendek, Akyaz, Geyve ve Sapanca’daki doğal kaynak suları ile ülkemizin içmesuyu menbaı. Yine aynı ilçelerde merkeze yakın sağlık ve enerji kaynağı muhteşem güzelliklere sahip yaylalar. Senede üç ürün hasatı yapılan verimli topraklar. Para ile yerine konulamayacak bu muhteşem güzellik ve kaynakları maalesef geleceği göremeyen bazı basiretsiz idareciler, günü kurtarma adına yok olmasının önünü açtı. Bu doğal güzelliklerin ve 1’inci sınıf tarım arazilerinin üzerine sanayi tesisleri kurulmasına müsaade edildi. Avrupa’nın en yeşil ülkesi kabul edilen Moldova’da inşaat kazısı yapılacağında toprağın verimli tabakası özenle alınıp değerlendirilirken , biz hoyratça tarım arazilerini sanayiye açtık. 1967 depreminde Adapazarı’nda büyük yıkım yaşandığında şehrin Serdivan tepelerine kaydırılması kararı alınmışken, ovadaki toprak sahiplerinin etkisiyle şehir yine ovada kalmış ancak 1999 depremi bu kez affetmemiştir. Ecdadımız nüfusun çok az olduğu dönemlerde dahi, şehirleri tepelerin eteklerine kurmuş, verimli tarım alanları değerlendirmişlerdir. Bu durumu tarım arazilerinin korunmasının yanı sıra insan sağlığı ve diğer faktörlerinde düşünülerek yapıldığını da unutmamak gerek. Geçmişi her konuda ilkel gören kişilere, şehircilik konusunda da ecdadımızdan ders almamız gereken çok şey olduğunu belirtmeliyiz. Sakarya’nın temel sorunları verimli toprakların ve doğal kaynakların bilinçsizce tehdit ve tahrip edilmesinden kaynaklanıyor. Bu sorunları ve çözüm önerilerimizi ayrıca Sakarya’nın önünde duran yeni fırsatları ifade edeceğiz. Ayrıca bu doğal zenginlik ve güzellikleri tehdit etmeden Sakarya’nın gelişmesi için şehrin yüzünü döneceği istikamet hakkında düşüncelerimizi ifade edeceğiz. 217
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
SAKARYANIN SORUNLARI
Sorumluluk Almamak Öncelikle ve özellikle belirtmek gerekir ki ülke genelinde olduğu gibi yöneticilerin sorumluluk almayıp inisiyatif yüklenmemeleri idari zaafiyet ve yetersizlik doğmasına neden olmaktadır. İş yapma iradesi ortaya koymayan yöneticilerin alt kadroları da yeteneksiz ve ehliyetsiz kişilerden oluşmaktadır. Gerek mahalli idarelerde ve gerekse merkezi idarenin mahalli yönetimlerinde ciddi zaafiyet, duyarsızlık, liyakatsizlik, tembellik söz konusudur. Bu durum hemen hemen her kademe idarede görülmektedir. Sorumluluktan kaçma ve inisiyatif almama, sonuç olarak iş bilmeme ve liyakatsizlik genel bir sıfat olarak zikredilebilir.
İsraf Hem kaynaklar hem de zaman hususunda önemli bir sorundur. Zamanı, parayı ve kaynakları iktisatlı kullanma bilgisi, bilinci, teamül ve arzusu gelişmemiştir. Dolayısıyla her alanda israf başını alıp gitmekte, en gelişmiş ülkelerin dahi altından kalkamayacağı bir seyir takip etmektedir. Yerel ve merkezi idarecilerin araç saltanatı ,yap-boz , yap-yık tatbikatları , reklam harcamaları ve özellikle kurum ve hizmet tanıtımından ziyade kendilerini afişe etmeye yönelik aşırı harcamalar , açılış ve temel atma törenlerindeki ilin omuzlarına yüklenen ağır yükler sayılabilir.
Deprem a – Hasarlı Binalar: Depremin üzerinden 10 yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen, hasarlı binalar sorunu halledilememiş, kentin estetiği daha da önemlisi insan hayatını tehdit eden boyutu ile çok önemli bir sorun olarak Sakarya’da hala çözüm beklemektedir. İşin en acı tarafı ise bu binalar sıvanıp boyanarak kente dışarıdan gelen yabancılara, talebelere kiraya verilmektedir. b- Deprem Sonrası Yapılan Binaların Sağlamlığı: Bu konuda da ciddi bir duyarlılığın, denetimin ve hassasiyetin olduğu söylenemez. Bina yaptıranların çoğu yapı denetim kuruluşlarını yasak savma kabilinden görüp, bu kuruluşlarla irtibatı zorunluluk sebebiyle olmaktadır. Fiyat konusu görüşülürken, denetimli-denetimsiz diye iki ayrı fiyat konuşulmaktadır.
İmar Mükemmel bir arazi yapısına sahip olmasına rağmen, planlı ve düzenli bir şehircilik anlayışı maalesef oluşmamıştır. Birinci sınıf tarım arazileri betonlaşmaya feda edilmişken, ortaya imarlı, planlı düzenli bir şehir çıkması beklenirken bu sağlanamamıştır.
Kentsel Dönüşüm Başta Sakarya kent merkezi olmak üzere, kentsel dönüşüme şiddetle ihtiyaç duyulan şehirde maalesef en küçük bir adım atılmamaktadır. Özellikle E-5’ten transit geçenlerin görüş alanında bulunan mahallelerde ve dört yol sanayi çarşısında bu çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Maltepe, Hızırtepe, Yeşiltepe gibi zemini sağlam fakat düzensiz yapılaşmış mekânlarda kentsel dönüşüm projeleri ile prestij ve simge şehir alanları ortaya çıkarılması mümkündür.
218
Diğer Bildiriler
Yenikent Depremden sonra tesis edilen Yenikent iyi denilebilecek bir imara sahiptir. Ancak bölge henüz insanların sadece barınma ihtiyacını karşıladıkları bir alan olmaktan öteye geçememiştir. Toplumun sosyal, kültürel etkinlikleri yapmasına imkân sağlayacak ortamlar henüz oluşmamış, temel ihtiyaçlarını dahi çoğunlukla mevcut şehirden karşılamaktadırlar. Ayrıca Adapazarı’ndan biraz kopuk duruşu idari ve hizmet alma konusunda zafiyet göstermektedir. Mutlaka bağımsız ilçe ve belediye olmalıdır. Yenikent’e şehrin kayması amacıyla Valilik Kampüsünün yapılmış olması faydalı bir adım olmuş, devamıyla Büyükşehir Belediyesi hizmet binası ve yeni yapılacak kamu binalarıda burada planlanmalı ve Yenikent cazip hale getirilmelidir.
Tarım Arazileri Birinci sınıf tarım arazilerine sahip Sakarya bu alanda da zafiyet içindedir. Muazzam Akova tarım arazisi konut ve sanayi tesisleri ile katledilmektedir. Depremden sonra Sakarya’da kat sınırlaması uygulaması şehri dikey büyümede sınırlamış, yatay büyümeye, dolayısıyla daha fazla tarım alanı kaybına yol açmıştır. Yerel yönetimlerin tarım alanlarına konut ve yapı ruhsatını durdurmasının yanı sıra merkezi idareninde Sakarya’da gerçekleştireceği projelerini tarım alanlarından uzakta planlamalıdır. Nasıl İstanbul Boğaz Köprüsünün ayakları civarına 2-3 milyon nüfus birikiyorsa, yapılacak 3. köprü otoyolu etrafında kontrol edilemeyecek yapılaşmanın Sakarya’da tarım alanlarını katledeceği unutulmamalı ve bu yol tarım alanlarından uzakta planlanmalıdır. 3. köprü bağlantı otoyolunun Sakarya ile Yenikent arasından geçecek olmasının tarım alanlarını bitirecek olmasının yanı sıra toplum sağlığını da olumsuz etkileyeceği muhakkaktır.
Kat Sorunu Depremden sonra başlanan kat sınırlaması uygulaması aynı zamanda arsa maliyetlerini artırmakta, şehrin ekonomik, sınaî, ticari ve sosyal gelişimini olumsuz etkilemektedir. Bu sebeple yapılması gereken kat sınırlaması yerine, şehrin sağlam zeminli ve tarım arazisi olmayan yerlerinde proje üreterek ve projeleri iyi denetleyerek kaliteli binalar yapılabilmelidir. Uygulanacak kat yüksekliği kuralında şehrin silueti de göz önünde bulundurulmalıdır. Depremde zarar görmemiş, kullanılmaya devam edilen beş katlı binaların yanına yarı yükseklikte ruhsat verilen yeni yapılar şehrin estetiğini bozmaktadır. Yeni yapılan sekiz katlı devlet hastanesi, şehir yapılanmasındaki çözümün kat yüksekliğini sınırlamak değil, binaların kuralına uygun yapılması gerektiğinin ispatıdır.
Ulaşım Sakarya kent merkezi ulaşım sirkülâsyonu arter ve koridorlarında sıkıntı yaşanmaktadır. İşyerlerinin merkezde 1 km²’lik bir alana sıkışması sorunu kronikleştirmiştir. Taksi, dolmuş ve minibüsler trafik çilesini artıran önemli faktörlerin başında gelmektedir. Yakın gelecekte kenti bekleyen önemli sıkıntılardan biri gibi görünen ulaşım sorununa ciddi olarak eğilinmeli, kalıcı çözümler üretilmelidir.
Dere ve Nehirler Kent merkezinden geçen Çark deresi ve Sakarya nehri çok önemli nimetlerdir. Daha önceleri kanalizasyonun boşaltıldığı Çark deresi önemli ölçüde ıslah edilmiş, yapılan alt219
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
yapı çalışmalarıyla sorun büyük oranda giderilmiştir. Ancak şehrin su içtiği gölden gelen suyun kısmen berraklığını yitirmesi dereye sızmaların olduğu eleştirilerini de beraberinde getirmektedir. Sakarya nehrinin temizliği konusunda ise kaderine terk edilmişlik gözlenmektedir.
Turizm Sakarya’nın merkezi ve ilçeleri itibarıyla tabii güzellik ve imkanları yeterince tanıtılamamıştır. Karadeniz’de yayla turizmine İstanbul, Ankara gibi illerden 700 ile 1000 km yol aşıp gidilirken Sakarya gibi çok yakındaki bir şehrin yaylaları yeterince tanıtılamamıştır.
Eğitim Sakarya’nın eğitim seviyesi ve kalitesi , bulunduğu bölge imkanları ve konumuna göre yeterli düzeyde gelişmemiştir. Bölge insanının verimli ve zengin topraklara sahip olması, eğitim için sıkıntıya girmesine engel olmuştur. Eğitimin ve bilginin sadece para kazanmak için gerekmediği zihni ve kültürel gelişim için eğitimin şart olduğu şehrimiz insanına anlatılmalıdır.
Sağlık Her yağan yağmurda su basan Devlet Hastanesi yerine nihayet yenisi yapılmaktadır. Hizmete girdiğinde önemli bir boşluğu dolduracağı görülmektedir. Şehir merkezine uzak da olsa Yenikent’te kurulan devlet hastanelerinde yeni teknolojiler de kullanılarak kaliteli hizmet verilmektedir.
Yol Ağları Ülkemizin en önemli kara ve demiryolu kavşağındaki Sakarya’nın Akdeniz’e bağlantı yolu henüz hayata geçirilebilmiştir. Standartı yüksek yollar üzerinde olmasına rağmen Sakarya’nın sahil ilçeleri çıkmaz sokak görünümündedir. Kaynarca-Karasu ve KocaaliAkçakoca arasında sağlıklı ulaşım yapılacak yol yoktur. Kocaali, Akçakoca arası kötü olmasına rağmen yakınlığı sebebiyle Akçakoca-Sakarya ile irtibatını bu yoldan kurmaktadır. Yine Kaynarca-Kandıra arası köy yolu gibidir. Keşke 3. Boğaz Köprüsünün otoyolu Sakarya’nın içinden geçeceğine biraz daha kuzeyden geçse de sahil yolu bağlantısı tamamlansa. Bu sayede Sakarya’nın birinci sınıf tarım alanları kurtulsa…
Sanayi Tesisleri Vergi Sorunu Sakarya’ya kurulan sanayi tesisleri vergilerini İstanbul’a verdikleri için, Sakarya Büyükşehir Belediyesi’nin gelirleri düşmektedir. Bu fabrikaların kısmen külfeti Sakarya’ya, nimeti başta İstanbul ve diğer şehirleredir. Bu fabrikalar vergilerini Sakarya’ya ödeyecek şekilde yeniden yapılandırılmalıdır.
Aidiyet Sorunu Sakarya nüfusunun çok çeşitli etnik yapıdan oluşuyor olması Sakarya’da aidiyet ve sahiplik konusunda birliği güce ve kalkınmaya dönüştürmede zafiyet oluşturmaktadır.
220
Diğer Bildiriler
Sakarya’nın merkezi ve ilçeleri itibarıyla tabii güzellik ve imkanları yeterince tanıtılamamıştır. Karadeniz’de yayla turizmine İstanbul, Ankara gibi illerden 700 ile 1000 km yol aşıp gidilirken Sakarya gibi çok yakındaki bir şehrin yaylaları yeterince tanıtılamamıştır.
221
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
İMKAN VE FIRSATLAR Sakarya, hem Karadeniz’e kıyısı olan, hem de Marmara kıyılarına çok yakın bir ildir. Bu büyük bir fırsat ve zenginliktir. Bu zenginlik yeterince değerlendirilememektedir. Bunun için; 1- Geniş kumsallı Karadeniz kıyıları ve çevre, estetik ve turizm açısından ele alınmalı, değerlendirilip yapılandırılmalıdır. 2- Akçakoca’dan Şile’ye kadar bölünmüş sahil yolunun ivedilikle yapılması halinde bölge insanının ulaşımdaki sıkıntısı ortadan kaldırılmış olacağı gibi, ulaşım kolaylığı bölgeye olan kültürel ve turistik ziyaretlerin artmasını sağlayacaktır. 3- Sapanca Gölü Havzası bir bütün olarak iç ve dış turizme kazandırılabilecek önemli bir alandır. 4- Poyrazlar Gölü tüm havzası ile ikinci bir Abant’tır. İstanbul’a daha yakın olması bu gölü için önemli bir imkan ve fırsattır. Çok amaçlı olarak bu göl ve havzası planlanmalıdır. 5- Gölkent’teki Büyükgöl, Akgöl, Çaltıcak gölü de korunmaya alınmalı ve turizme yönelik planlanıp değerlendirilmelidir. 6 - Sakarya nehri üzerinde, de yapılacak düzenleme ve yönelik uluslararası değere lesi büyük bir proje içinde mektedir.
kent merkezindeki iki köprü arasında 5,5 km’lik bölümçalışmalarla, sanatsal, kültürel, sportif, turistik ve eğlenceye sahip bir cazibe merkezi oluşturulması mümkündür. BöyÇevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın ilgi ve destekleri gerek-
7- Tarihi Beşköprü ve diğer kaleler restore edilerek turizme kazandırılmalıdır. On beş asırlık Beşköprü, beş asırlık Beyazıt köprüsü, yok olmaya yüz tutmuş kaleler korunması hususunda gerekli hassasiyet gösterilmeli ve bu miraslar gelecek nesillere aktarılabilmelidir. 8- Taraklı, tarihi bir Osmanlı şehri olarak önemli bir turizm imkanıdır. Son dönemlerde bu avantajını iyi kullanma gayreti içindedir. Tabii güzellik ve tarihi dokusu ile önemli bir potansiyele sahiptir. 9- Acarlar longozu, Maden deresi ve daha birçok doğa yürüyüş ve gezisine müsait alanları olan Sakarya bu yönüyle de büyük bir potansiyele sahiptir. 10- Denize kıyısı, gölleri ve akarsularıyla balıkçılıkta zengin bir il olma potansiyeline sahip Sakarya’da yeterince balıkçılık yapılmamaktadır. Kelimenin tam anlamı ile burada balık tutmayı öğretmek, yani bu işi yapanları örgütlemek, önemli bir sektör haline getirmek gerekmektedir. 11- Tıkanan İstanbul’un yakın çevresi olarak Sakarya bir üniversiteler şehri olma imkanına sahiptir. Yeni açılacak üniversiteler özel ve vakıf üniversiteleriyle zenginleştirilmelidir. 12- Serdivan yaylası şehir merkezinde kalmış durumdadır. Bu muhteşem alana kurulacak bir bölge hastanesi coğrafi olarak yolların kavşağı durumundaki Sakarya’da çok isabetli bir yatırım olacaktır. Aynı zamanda buranın düzenlenmesiyle halk sağlığı mer222
Diğer Bildiriler
kezi, doğal spor alanları, yürüyüş ve koşu parkurları, dinlenme ve park alanları ayrıca tüm Sakarya’yı gören bir noktadan seyir alanı düzenlemesi buraya ayrıca bir hayat katacaktır. 13- Sakarya’daki su kaynaklarının yönetiminin SASKİ’ye verilmiş olması , su kaynaklarının tek elden yönetilecek olması sevindirici bir gelişmedir. Sapanca gölü havzasının ve doğal su kaynaklarının korunması ve sürdürülebilir hale getirilmesi her konunun önünde ve önceliklidir. 14- Akyazı ve Taraklı termal su kaynakları, sağlık turizmine de dönük olarak değerlendirilmeli, fizik tedavi, rehabilitasyon merkezleri ile tamamlanarak daha zengin bir varlığa dönüştürülmelidir. 15- Balkan ve Kafkas ülkeleri ile zengin bir bağlantısı olan Sakarya’nın, bu ülkelerle olan temasını kolaylaştıracak iktisadi, içtimai, kültürel, tarihsel ve coğrafi birlikteliğini geliştirecek altyapı çalışmaları yapılmalıdır.
223
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
224
Diğer Bildiriler
PROF. DR. ÖVGÜN AHMET ERCAN İTÜ Maden Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü, Maltepe Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi
VAN-ERCİŞ-EDREMİT DEPREMLERİNİN OLUŞUMU, İŞLEYİŞİ İLE YAPI YIKIMLARININ NEDENLERİ(M=7,2) 23.10 2011- (M=5,6) 9.11.2011
23
Ekim 2011 Pazar günü,13:41’de Tabanlı-Van’da, 5 km. derinde sığ bir M=7,2 Richter büyüklüğünde deprem olmuştur. 1999 Gölçük depreminden sonra olan en büyük deprem budur. Bu bölgede kabuk kalınlığı 45 km.’ye yakın olup, Türkiye’nin en kalın yerlerinden biridir. Depremin sarsıntı süresi t=29 saniye, yüzeyde yapmış olduğu yarık boyu 57 km dolayında, depremden boşalan güre yaklaşık E=1022.6 erg, olup yaklaşık Hiroşima’ya atılan atom bombasının 30 katı gerginlik boşaltmıştır. Depremin yıkım gücü Erciş’te I=IX-X arasıdır. Toprak kesimlerde kestirilen ivmesi a=0.3-0.5g dolayında olup >0.1 g den sonra yıkım başlar. Kırık düzlemi çalışmalarına göre, deprem kırığının türü çapraz-ters kırık, doğrultusu yaklaşık olarak K980B’dir. Kırık yüzeyde iz bırakmadığından, yüzeye doğru sönümlenen ters kırık olarak yorumlanmıştır. Ne var ki artçı depremlere göre uzanımı, depremin odağının olasılıkla Van Gölü içinde olacağı, K35D doğrultusunda uzandığını göstermektedir. Bu çelişki günümüzde aydınlığa kavuşmamıştır. İlk gün olan birçok artçı depremden en büyüğü M=5,7’dir. Depremin etki yarıçapı 70 km. olmuştur. Bu alanda yer alan tüm ikincil kırıklar, depremden çıkan gerginliğin baskısı altında gıçırdayarak etkilik kazanmıştır. Van Gölü doğusunda uzanan, olası göliçi kırığının kuzey ile güneydeki uçlarında toplaşan artçı deprem öbekleri, yeni birkaç depremin, güneyde Çarpanak Adası-Akdamar Adası-Edremit üçkeni dolayında Gevaş Kırığı boyunca, ayrıca kuzeyde Erciş Kırığı’nda, Muradiye güneyi dolayında deprem yapması beklenirken, güneydeki kırığı tetikleyerek M=5,6 Edremit depremini üretmiştir. Van Gölü sanki yere oturmuş bir koyun gibi olup depremde sanki koyunun boynunda yer alan Tabanlı’da oluşmuştur. Ne var ki Tabanlı diye gösterilen dış odakta önemli bir çığım(hasar) görülmemiştir. Bu bir çelişkidir. 225
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
GÜNCEL KIRIKLAR Batı’daki Kuzey Anadolu Kırığı Van Gölü dolayında, Van-Hakkari arasında bir süreksizlik gösteriyordu. Hakkari’den sonra Zağros kırığı sürüyor. İşte bu deprem boşluğu, M=7,2 ile kısmen bu arayı doldurulmuştur. Diğer kırık ise Tebriz, Urimiye Gölü kuzeyinden gelip Ağrı Patnos Erciş’e doğru uzanır. Bu kırıkta M=7,4 lük deprem üretme yetisindedir. Kuzey Anadolu Kırığı, Karlıova’dan (Bingöl) sonra, Malazgirt (Muş) üzerinden, Van Gölü kuzeyinden geçerek, doğuya doğru birkaç yerel kırığa saçılarak dönüşür. Van Gölü’nün kuzeyi çeşitli kırıkların savaş alanı gibidir. Bunlardan Tutak 1’inci Kırığı (L=30 km.) (Ağrı), Tutak 2’nci Kırığı (L=50 km.) (Ağrı), Erciş Kırığı (L=30 km.) (Van), Çaldıran Kırığı (L=60 km.) (Van), Hasantimur Kırığı (L=20 km.) tıpkı Kuzey Anadolu Kırığı gibi sağ atımlı kırık kollarıdır. Ayrıca tüm bu parçalı kırıkların uzanımları kuzey batı-güneydoğu yönelimlidir. Ne var ki hemen Van Gölü kuzey-batısında yer alan Muradiye kırığı(L=25 km.) olup kuzey-güney uzanımlı, ayrıca sağ yanal atımlıdır. Muradiye kırığı üzerinde geçmişte 1903’de M=6,3, ayrıca 1907’de M=6,3 olmak üzere iki tane orta büyüklükte deprem olmuştur.
GEÇMİŞTEKİ ETKİNLİK Van Gölü’nün doğu kıyısı boyunca uzanan artçı depremlerin sıralandığı olası kırığın kuzeyinde, geçmişte olan en büyük deprem 1976 yılında 7,5 olarak gerçekleşen Muradiye-Çaldıran (Van) depremidir. Van’ın yapılaşma için deprem çekincesi M=7,3, yıkım gücü XI’dir. Geçmişte, Van kenti içinde olan depremler; 6,4+1110; 6,4+1648; 5,2+1685; 5,7+1701; 4,5+1701; 5,7+1704; 5,7+1871; 7,3+1881; 5,8+1945; 5,2+1972, Erciş’te ise 6,4+1715; 5,9+1941, Çaldıran’da 7,0+1647; 7,5+1976’dır. Bunlara bakılarak, ayrıca Ahlat kırığının Kuzey Anadolu kırığının, en doğudaki kuyruğu olduğu göz önünde bulundurularak, artçı depremler gelen 2 hafta içinde 5,5, 5,7, ötesi 6,0’a dek varabileceği söylenmişken, 9 Kasım 2011 günü M=5,6’lık artçı deprem Van’da büyük yıkım yapmıştır.
ÖLÜ-YARALILAR M=7,2’lik depremde, E,D, C, B türü yapılarda ağır çığım görülmüştür. Yapı göçüklerinde ana etken, kötü yapı gereci ile yapı denge tasarımı (statik proje) yoksunluğudur. Yerden gelen sıvılaşma sorunları Erciş’te yan yatmalar biçiminde gözlenmiştir. Halkın çığımlı evlere girmemesi önerilirken, M=5,6’lık ikinci depremde Van’da göçen 2 kalıncakta (otelde) (Bayram ile Aslan Otel) 39 kişi ölmüştür. M=7,2’lik depremde toplam ölüm sayısı 604, yaralı sayısı 2 bin 400 dolayında olup bunun dışında birçok kişi kendi yakınları ya da halkın yardımları ile kurtulmuştur.
İRKİTİK, TETİKLENMİŞ VAN-EDREMİT DEPREMİ M=5,6 M=7,2’den sonra, 09 Kasım 2011 Çarşamba, günü 21.23’te dış odağı Van-Edremit, iç odağı 4,8 km olan, M=5,6-5,7 büyüklüğünde bir irkitik deprem daha oldu. M=7,2’lik depremle yer ile yapılar sanki 9 ile 10 raundu bitirmiş bir boksörün yorgunluğunda olduğundan, önceki depremle, taşıyıcıların içinde oluşmuş çatlakçıklar, artçı depremle çatlağa, sonra kırı226
Diğer Bildiriler
ğa dönüştüğünden, 5,6’lık deprem onları yıkılmaya hazır buldu. Bunun sonucunda 25 yorgun yapıyı göçürdü. Van-Erciş depreminden sonra yaptığım açıklamada depremin Van-Gölü depremi olduğunu 10 Kasım’a dek 5,5 ile 6,0’ya varabilecek artçı ya da irkitilmi (tetiklenmiş) depremlerin 70 km yarıçaplı alanda olabileceğini söylemiştim. İşte bu deprem, beklenen irkitik depremlerden birisidir. Artçı depremler sayı ile büyüklükleri azalarak 10 Kasım’dan sonra da en az 12 ay sürecektir. M=7,2’lik depremden sonra oluşan artçı depremler, Van Gölü’nün doğu kıyısı boyunca KD-GB doğrultusunda uzanırken, kuzey ile güney uçlarında birer depremcik oğullaşmasının ikincil kırıklar üzerinde gösterdiği baskının sonucudur. Ne yazı ki dediklerim oluyor. Yorgun yapılar artçı depremlerle yıkılabiliyor. Ne var ki bundan sonra sürecek depremlerin 7,2’yi geçmesini beklemiyorum. Ancak, gerginliğin Muradiye dolayında, KB-GD uzanımlı Erciş kırığı boyunca toplandığının da göz ardı edilmemesini öneririm.
VAN DEPREMİNİN KIRIĞI NEREDE? KIRIK NASIL İŞLEDİ? Van Gölü, Tatvan ilçesi sınırları içerisinde bulunan Nemrut yanardağının yaklaşık 200 bin yıl önce, buzul çağı ortalarında patlaması sonucu, balkılar (lavlar) 60 km.’yi aşan akmalar oluşturmuştur. Böylece Van Gölü, bölgedeki avkulanık çöküntü alanının önünün kapanmasıyla oluşmuş bir yanardağ büvet gölüdür. Van Gölü’nün yüzölçümü 3 bin 713 kilometrekaredir. Suları tuzlu, ayrıca bögertlidir (sodalıdır). Göl suyu tuzluluk oranı yüzde 19, pH’ı ise 9.8 dir. Göl su düzeyi döneme bağlı olarak yükselip düşmektedir. Ancak ortalama olarak denizden yüksekliği bin 646 metredir. Gölün ortalama derinliği 171 m, en derin yeri ise 451 metredir. Gölün doğu bölümünde dört ada vardır. Bunlar; Akdamar, Çarpanak, Adır ile Kuş adalarıdır. Bölgede büyüklüğü Ms≥7.0 olan üç deprem; 1903 Malazgirt Ms=7.0, 1930 Salmas Ms=7.6, 1976 Çaldıran Ms=7.3’tür. 2011 Van Gölü depreminin olası kırık uzanımı üzerinde Muradiye ile Çaldıran yer almaktadır. Erciş’te son deprem 1941’de M=6,0, Van’da 1945’te M=5,8, 2000’de Mw=5,7 olmuştur. Bir deprem M>4,5 Richter ölçeğinde ise yüzeyde bir kırık oluşturur. Deprem büyüdükçe doğrusal olmasa da kırık boyu büyür. Deprem sonrası kırık incelenerek; kırılma türü, atımı, düşümü, yürüyüş yönü, boyu, aralığı, kuşak genişliği belirlenir. Bu bilgiler, kullanılarak depremin devindiri (moment) büyüklüğü, işleyişi, buna göre yapı etkilenmeleri belirlenir. Van depreminden sonra, görsel basında kırık diye yerdeki yarıklar gösterildi, bunlar üzerine yorumda yapıldı. ABD, jeofizik verilerden kalkarak; depremin verev-ters kırık, doğrultusunun 1070 Batı, dalımının 470 olduğunu duyurdu. Deprem kırığını görmek, üzere TMMOB Jeofizik Mühendisleri Odası yönetim kurulu ile birlikte, deprem bölgesine incelemek, ayrıca depremin işleyişi konusunda bilgi edinmek üzere gözlemler yaptık. Edilen izlenimler şunlardır. 1. Basında daha önce deprem kırığı diye anılan, Canik dolayındaki yarık bir yer kaymasıdır. 2. Karada kırığın bir yarığı deprem odağına yakın görülememiş, ancak Erciş’in bir semti olan Çelebibağ’da 2 km. uzunluğunda, bazı bilimcilerin “toprak oturması” diye de yorumladığı yarık ile karşılaşılmıştır. 3. Göl kıyısında kum fışkırmaları görülmüştür. 4. Göl kıyısında yer alan köyler yerle bir olmuştur. 227
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
5. Deprem dış odağı diye gösterilen Tabanlı Köyü’nde yıkılma yoktur, yüzey kırığı da gözlenmemiştir. 6. Artçı depremlerin dağılımı, kırılmanın Van Gölü kıyısına koşut olduğunu göstermiştir. 7. Deprem öncesinde gölün sıcaklığı artmıştır. 8. Gölün suyu yükselmiştir. 9. Depremden sonra ise gölün su düzeyi düşmüştür. 10. Depremden önce ortalığa kirpi kaplamıştır. Bunun nedeni deprem başlarken ışınlanan kıvılkapar (elektromanyetik) dalgalarının beyincikte Eddy akım yoğunluğunu artırması olup depremin bir göstergesidir, 11. Depremde en çok yıkılan, en büyük ivmeyi gören, (a>0,25g) gölün kuzeyindeki Erciş’tir. 12. Buna göre yaklaşık 57 km. boyu olduğunu kestirdiğim kırık Van Gölü içinde olduğunun kuşkusunu taşımaktayım. Çelebibağ yarıkları ile Erciş’in en büyük ivmeyi görmesi bunu desteklemektedir. 13. Kırığın olası doğrultusu Van Gölü’nün doğu kıyısını yalayarak geçmektedir, 14. Dış odakta kırık olmaması ters kırığın yüzeye çıkmadan sönümlendiği biçiminde de yorumlanmıştır (D. Perinçek, O. Tüysüz , C. Genç, U. Tan, Ö. Emre, 2011). 15. Karada bulunamazsa, Van Gölü içinde jeofizik tekne ile jeofizik (sismik yansıma) çalışmaları yaparak göl tabanı araştırılıp kırığın izi araştırılmalıdır.
YÖREDE BAŞKA DEPREM OLABİLİR Mİ? Artçı deprem sıralamasına bakılırsa, en büyük ivme yaklaşık K35D doğrultusunda uzanıyor. Artçı depremlerin çoğu, gölün kuzey-doğusunda öbekleşiyor. Duruma bakılırsa, Muradiye ile Çaldıran, Van-Erciş depreminin yüzde 25 gerginlik yükü altında aşırı geriliyor. Geçmişte 7’den büyük depremlere tanık olmuş bu bölge, sanki Gölcük-Düzce tetiklemesi gibi bir irkitilmiş depreme neden olursa şaşırtıcı olmaz.
VAN İLE ERCİŞ’TEKİ YIKILMALARIN NEDENLERİ ÇOĞUNLUKLA YAPISAL Bir depremde yapıların yıkılmasının nedeni yersel, yapısal ya da uygulama sorunlarından kaynaklanabilir. M>5,7 Richter ölçeğinden sonra Türkiye yapıları çığım (hasar) görmeye başlar. Depremin yıkım gücü, depremin işleyişi ile yer-yapı sağlamlığı ile kurallara uygunluğuna bağlı olarak değişse de deprem büyüdükçe büyür. Yıkım gücü, o ülkenin; yönetim erki, akçal durumu, toplumun eğitimiyle doğrudan ilişkilidir. Bir büyüklükteki deprem, gelişmişlik düzeyi ayrı olan ülkelerde değişik yıkımlar yapar. Yeryüzünde bir kişinin depremde ölmesinin çıkışı 100 bin dolar dolayında iken Türkiye’de 1 milyon 250 bin dolar dolayındadır. Deprem sonrası, deprem bölgesinde incelenecek yer değişiklikleri ile gözlemlenecek yapı yaralanmaları, ayrıca depremin işleyişi; göçük, çatlak, devrilme, yan yatmanın nedenlerini anlatır. Bu bilgiler, kullanılarak depremin yıkım gücü(şiddeti), yer ile yapıların davranışı, yapı etkilenme özellikleri belirlenir. Van depreminden sonra, görsel basında yer alan kırık, yer kayması, göçük evler, çatlaklı evler gösterildi, bunlar üzerine yorum da yapıldı. Deprem kırığını, ayrıca etkilerini görmek üzere TMMOB Jeofizik Mühendisleri Odası yönetim kurulu ile birlikte, deprem bölgesine incelemek üzere, depremin işleyişi konusunda bilgi edinmek üzere gözlemler yaptık. Edilen izlenimler şunlardır: Genel olarak yerden gelen sorunlar yüzde 15, yapısal eksiklikler yüzde 65, kötü uygulama228
Diğer Bildiriler
lar yüzde 20 olarak özetlenebilir. 1. Yerden gelen sorunlar; a. Yerin kum, toyun(kil) gibi pekleşmemiş güncel çökellerden oluşması, b. Van’da ye altı su düzeyinin 3 metre, Erciş’te ise 1 ile 3 metre gibi sığ olması, yapılarda su yalıtımının olmaması, c. Sıvılaşma ile yapının sabuna basmış gibi sendelemesi, dönmesi, yan yatması, d. Yer-yapı çınlaması(rezonans), kat yüksekliğinin uygunsuzluğu nedeniyle aşırı çalkalanması, toptan göçmesi, e. Yerin sarsıntıyı 2 ile 3 kat büyütmesi, f. Deprem vuruş ivmesinin a=0,2-0,4g’ye ulaşmış olması, böylece 0,1g’lik eşik değeri aşması, g. Deprem sırasında yerin taşıma gücünün düşmesi, yerin esnekliğinin azalması sonucunda yapının gömülmesi. 2. Yapıdan gelen sorunlar; a. Baklava biçiminde toptan göçme, b. Dikme ile kirişlerin bağlantılarının, kenetlerinin iyi olmaması, dikme-kiriş bağının koparak, taban ile tavanın öpüşmesi, c. Dikme demirlerinin bir çengel kıvırmayla kirişe bağlanmaması, d. Yapı yüksekliği ile yerin salınım döneminin uyumsuzluğu, bu değerin önceden ölçülmemesi, e. Gözneklerin (pencerelerin) aralarının darlığı, f. Bitişik düzendeki yapılarda yapı ara yüzeylerinin çakışık olması (çekiçleme), g. Bitişik düzendeki yapıların yüksekliklerinin eşit olmaması, h. Asma katların oluşturduğu kısa dikme etkisi, i. Aşırı çıkmalar, j. Yapı gereçlerinin kötülüğü, k. Düz donatı kullanılması, donatı çaplarının inceliği, l. Yatay sargıların seyrekliği, düğüm yerlerinde sıklaştırma yapılmaması, m. Yapı denge tasarımında (statik) eksiklikler ya da hiç olmaması, n. Beton karılırken kullanılan dere kumunun, yıkanmadan içindeki toprakla karılarak beton niteliğinde düşüklük, ayrıca kumun içinde boyutu 10 santime ulaşan koca koca çakılların bulunması, elenmemiş olması, o. Donguç (beton) ile donatının arasında yapışmanın, kenetin olmaması, sarsıntıyla birbirinden ayrılması,ufalanması(bazı betonlar elle bile kazılabiliyordu) p. Yapı köklerinin sığlığı. Her 5 kat için bir perde betonlu bodrum yapılmaması, q. Yapılarda paslanma. 3. Uygulamadan gelen sorunlar, a. 2007 Deprem Yönetmeliği’ne uygun olanlar ayakta, b. 10-15 yıllık yapılarda göçme daha çok, c. Hazır betonların denetimsizliği, d. Altında fırın olan aşırı sıcaklık betonu pişirip demiri genleştirip/sıkarak tözüksel (metalik) özelliklerini bozmuş, paslanarak dayanımını düşürmüştür. Bu nedenle, altında fırın olan her yapı göçmüştür, 229
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
e. Taşıyıcıları kesilmiş yapılar göçmüş, f. Ölümler, deprem sırasında yamularak açılmayan çelik kapılar önünde olmuş, g. Yeteneksiz, çalmaya dayanan yapıcılık (mütahitlik), h. Yapı denetim mühendisinin denetimsizliği ya da eksiklere göz yumması, i. Yapı denetim yasasının, yer-yapı denetim yasası biçimine dönüştürmede yasal gecikme, j. 2003’te çıkarılmış yapı denetimi yasasının, ancak 2010’dan sonra Van’da gecikmeyle uygulanması, k. Yer inceleme çalışmalarında, jeofizik incelemelerin (yer davranış ile deprem bilimi) büyük bir gecikmeyle uygulanmasının 2010’dan sonra başlanması, l. Yapımcı ile yapı deneticisi olan sayışmanın (mühendisin) gereçten çalması, kurallara, deprem yönetmenliğine, bilime uymaması ya da görev sorumluğunu göz ardı etmesi. m. Urayın (belediyenin) yapıları üstünkörü denetlemesi ya da yanlışlara göz yumması. Tüm bu olumsuzluklara karşın, M=7,2 büyüklüğündeki deprem yapacağından daha az göçmeye neden olmuştur. İstanbul ya da diğer büyük kentlerdeki birçok yapının durumu Van ile Erciş’teki yapı niteliğinden de kötüdür.
KURTARMACI İLE BESLENME YARDIMLARI: GENEL DEĞERLENDİRME 48 il, 39 kurumdan arama kurtarma, sağlık ile ilk yardım görevlileri ile kazı işgeçleri (makineler) gelmiştir. Her göçüntü başında en az 30 ile 60 kurtarmacı, 4 kepçe, 1 ile 2 vinç vardı. Bölgede 3 bin 755 kurtarmacı, 860 sağlıkçı, 140 cankurtaran, 595 işgeç (iş makinası), 47 bin çadır, 90’dan çok takma ev, 90 bin battaniye, 5 bin katalitik soba ulaştırılmıştır. Yardımlar 71 uçakla, yüzlerce TIR, kamyon ile bölgeye yollanmıştır. Başbakanlık’a bağlı AFAD’dan 20, çeşitli illerden 200 uzman görevli çığım belirleme (ön hasar tespit) için deprem bölgesinde çalışmış, çalışmaktadır. İncelenen yapıların, yüzde 60’ının oturulamaz durumumda olduğu belirlenmiştir. Van’da 11 bir evden 8 bin 100 tanesi oturulmaz durumdadır. Yaralı sayısı 2 bin 300 kişi, ölü 604, göçük altından kurtarma takımlarının çıkardıkları kişi sayısı 188 kişidir (yüzde 24). Yeryüzünde, göçük altından diri kurtarma başarısı genelde yüzde 17 iken, kendi kurtulanlar dışında olmak üzere Van-Erciş depreminde bu eylemin yüzde 24’e varması olağanüstü bir başarıdır. Bu başarı, 5,6’lık depremde yüzde 75’e ulaşmıştır. Bu bir dünya birinciliğidir. Halktan toplanan akçal bağış 200 milyon TL’nin üzerindedir. Bu niteliksiz yapılaşma yalnız Van’da olmayıp tüm yurtta, ötesi deprem bekleyen İstanbul’da daha iyi değildir. Türkiye’de toplam yapı sayısı yaklaşık 19.000 milyon TL, dönüşüme uğrayacak yapı sayısı 6,5 milyondur. Türkiye’de tüm kentsel dönüşümün çıkışı 600 milyar TL’dir. İstanbul’da bin 780 okulun güvencesi yok. 1998’den önce yapılan yapılar güvensiz. İstanbul’da 3,5 milyon konutun yüzde 50’si kaçak, 70’i çarpık yapılaşma, yüzde 67’sinin oturma izni yok. Deprem karşı alınacak biricik önlem: “Sağlam yerde sağlam yapı” yapmaktır. Kentsel dönüşüm tüm yurt çapında, siyasi konu yapılmadan, çarçabuk başlatılmalıdır.
BU DEPREMİN OLACAĞI BİLİNİYORDU 1. Bu depremin olacağını “Türkiye ile İstanbul’da Depreme Çözüm” kitabının 35’inci sayfasında “Türkiye’de deprem beklenen 33 yer” arasında Van-Erciş Depremi olarak saymıştım. 2. Ayrıca, beklenen depremin olası büyüklüğünü de Mw=7,3 olarak, “Türkiye’nin İl İl, İlçe İlçe Deprem Belgeseli-Türkiye Deprem Çekincesi Haritasında”(2010) belirtilmiştim. 230
Diğer Bildiriler
3. Depremde en çok yıkım görecek yer olarak, kırmızı renk ile “Türkiye’nin Deprem Bölgelendirmesi”(2005) yuruğunda (haritasında) Van ile Erciş olarak belirtmiştim.
M=5,6’LIK İRKİTİK DEPREMİN YIKICILIĞININ NEDENİ Yapılan ön jeofizik ile Yer-Yapı-Deprem Etkileşimi çalışmaları; 7,2’lik deprem yer ile yapıları yormuştur; a. Yer Yorulması. Yerin taşıma gücü, depreme dayanıklılığını bozmuş, yerin esneme değerlerini düşürmüş, yeni gelecek depremlere karşı gücünü azaltmıştır. b. Yapı Yorulması. Benzer biçimde, temeliyle yere tutunan, buradan aldığı deprem dalgalarını üst yapıya geçirerek sarsılan yapıların, betonarme taşıyıcı bileşenlerde oluşturduğu kılcal çatlaklarla “Yapı Yorulmasına” neden olmuş, oluşan her artçı deprem ile gerek yer, gerekse yapıda kılcal çatlaklar önce çatlak birleşmelerine, sonra kırıkcıklar oluşmasına, sonra da olan M=5-5,6 gibi orta büyük tetiklenmiş depremlerle yer ile yapının göçmesine neden olmuştur. Oysa, KB-GD uzanımlı, ucu Van Gölü’nde uzanan Gevaş kırığının neden olduğu M=5,6’lık depremin gücü M=7,2’lik ana depremin yalnızca 251’de 1’idir. Ancak her ikisinin de yıkım gücü I=10 olarak gerçekleşmiştir. 4. M=5,5 ile 5,6’lık depremden 10 gün önce Van’da yapılan basın toplantısında, a. 10 Kasım 2011 gününe dek yoğun depremcik ile 5 ile 6,2 arasında deprem etkinliğinin, 70 km. yarıçaplı bir alanda yer alan, Van Gölü’nü saran tüm kırıklarda sürebileceği uyarılmıştır, b. Ayrıca, Van Gölü içinde K35D doğrultulu etkinliğin, tıpkı Gölcük-Düzce benzeri sürdüğü de uyarılarak ülke yöneticilerinin bu konuya odaklanması vurgulanmıştır. Göl içinde “Deniz Jeofiziği” Yüksek ayrımlı yapay sarsım yöntemiyle kırık işleyişi çalışmalarının ivedi olarak başlatılması siyasi erkten istenir. 5. Van Gölü içinde bu uzanımın kuzey ile güney uçlarında depremcik öbeklenmesi vardır. a. Bu uzanımın kuzey ucu olan Erçiş Kırığı-Muradiye güney kesiminde, b. Güney depremcik oğullaşması ise “Çarpanak Adası-Akdamar Adası-Edremit üçgeni batısında olduğu görülmektedir. c. Bunun anlamı; bu uçlara yakın kesimde henüz boşalmayan bir gerginlik baskısı olduğu, bu uçlara yakın yerlerde, ikincil kırıkların irkitim ile tetiklemeyle, orta-büyük depremler türeterek yürüyüp, yorulmuş yer ile yapılarda aşırı yıkım oluşturabileceğidir. Kuzeyde olabilecek böyle bir deprem Erçiş’teki yapılarda Van’dan daha büyük bir çığım (hasar) yapması şaşırtıcı olmaz. 6. Bölgede, gerginlik bugüne dek olan depremlerle henüz boşalmamıştır. Depremlerin M=6,2’ye varabilecek artçı ya da tetiklenmiş, irkitilmiş depremlerle, komşu kırıklarda sürebileceğinden korkulmaktadır. Kükremenin durulması için beklenen süre, 12 ay dolayındadır. Ancak, artçı ile irkitik depremler seyrelerek sürecektir. 7. M=5,6’lık deprem M=7,2’lik depremin yalnızca 251’de 1’idir. M=7,2’lik depremin yeri yamultması 2,4 metre olmuş, deprem 29 saniye sürmüştür. 5,6’lık depremin yamultması ise 2,2 metre olmuştur. Kırık boyu ise 7,2 için 57 km, 5,6 için 11 km olarak kestirilmiştir. 5,6 için atım 0,2 metre olmuştur. 231
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
8. 7,2’lik depremin 1/251’i olan 5,6’lık depremin Van’da etkili olmasının başlıca nedenleri, a. Deprem odağının göreceli yakın olması (17 km), b Sığ olması, c. Van’nın yorulmuş çökel yersel birimlerinin jöle gibi sarsıntılarda aşırı çalkalanması, sarsıntıları büyütmesi, d. Yapıların yorulmasıdır.
SORGULAMA 1.Birinci ile ikinci depremden yıkımların başlıca nedenleri, e. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nın çıkardığı yönetmeliklerle “yer inceleme çalışmalarında”, deprem-yer-yapı ilişkisini tanımlayan tek bilim dalı olan jeofiziğin, Van Belediyesi’nin jeofizik çalışmaları, 2010’a dek yapılarda istememekte ısrarı. Benzer bir çağ dışı uygumla Bursa Büyükşehir ile Isparta belediyelerince de sürdürülmektedir. Bu gibi belediyelerin yönetmelikleri uygulatmamakla cinayete teşebbüş suçu işlediklerinden haklarında Cumhuriyet savcılarınca dava açılması gerekir, f. Benzer biçimde 2003’te yasayla çıkan “Yapı Denetim Yasası”nın neden 8 yıl gecikmeyle, bu yıldan başlamak üzere uygulanmaya başlandığı Van Belediyesi’nden sorulmalıdır, g. Deprem yapı temeline yerden gelirken, yerden sorumlu “Jeofizik Mühendislerinin” neden yapı denetim yasasında yer alamadığı yasa koyuculardan sorulmalıdır.
SONUÇ İLE ÖNERİLER 1.Yer-Yapı-Deprem inceleme çalışmaları jeofizik-jeoloji-inşaat mühendisleri ile mimarla birlikte ivedilikle başlatılmalıdır, 2. Yapı izni (ruhsatı) eki olan yapı denge tasarımı (statik projelerin) hazırlanmasına temel olacak “yer inceleme” bildirgeleri 2008 yılında yayımlanan “Tasarımlı Alanlar Örnek Bayındırlık Yönetmeliği’ne” uygun olarak düzenlenmelidir. Bu yönetmelik gereği dirik (dinamik) esneklik dirençleri ile yerin dayanımı, taşıma gücü, yer altı suyu varlığı, yer altı yapısı, deprem bölgelemesi, yer kırıklarının yürüyüşleri, oturma, sıvılaşma ile yer kaymalarının boyutları gibi yer-deprem-yapılaşma özellikleri jeofizik mühendislerince belirlenmelidir. 4. Yeni yerleşim alanlarının belirlenmesinde, bayındırlık tasarımına altlık oluşturan jeofizik-jeolojik-jeoteknik çalışmalar yapılmalı, evlek (parsel) ile ada ölçeğinde tüm yapılaşmalarda mühendislik hizmeti almayan hiçbir uygulamaya izin verilmemelidir. Kıran (afet) çekincesinin azaltılmasında önemli bir yeri olan yerel yönetimler uygulama ile denetim görevlerini yerine getirmelidir. 5. 4708 sayılı Yapı Denetimi Yasası’nın yeniden ele alınması, yapıyı yaptıranın, yapı denetim kuruluşunu seçmesi, onun ödemesini yapmasıyla tecimleştirilen yapı denetim uygulaması yerine, meslek odalarını sürecin içine alan uygulamanın benimsenmesi gerekmektedir. Yapı denetimi içinde jeofizik mühendislerinin görevi yer ile deneylik çalışmalarıyla sınırlı olmamalıdır. Jeofizik Mühendisleri Yapı Denetim Kuruluşları ortağı olarak, toprak deneylik çalışmaları, jeoteknik çalışma ile yapıda dokuncasız yapı- jeofiziği incelemelerle ilgili tasarım sorumlusu ile denetçisi olmalıdır. 232
Diğer Bildiriler
a. Bakanlıkça yayınlanmış ilgili yönetmelik ile bilimce kanıtlanmış çalışmalara uygun olmayan yer inceleme bildirgelerine uyuldukça ya da hiç yapılmaması nedeniyle bu tür depremler süreli kırana (afete) dönüşecektir. b. Depremlerin kırana (felakete) dönüşüp büyük acıların yaşanmaması için sağlıklı, güvenli yapı üretimi konusunda yasaların uygulanması sağlanmalıdır. Gerekli önlemler alınmalıdır. Verilen sözler yerine getirilerek kentsel değişim-dönüşümü bir an önce başlanmalıdır. 6. Jeofizik Mühendisleri Odası Olarak Nasıl Yardımcı Olabiliriz? a. Ayrıntılı çığım (hasar) belirleme çalışmalarında yer yorulmasını belirlemek üzere yapılaşma jeofiziği ile yapı gereçleri ile taşıyıcıların dayanıklılığını incelemek üzere inşaat mühendisleri ile mimarlarla birlikte eşgüdümü sağlayabiliriz. b. Van Gölü içinde kırıkların yerleri ile işleyişi konusunda jeofizik çalışmalara eşgüdüm sağlayabiliriz. c. Van ile Erciş’in kentsel dönüşümünde yer seçimi ile statik hesaplarda kullanılması gereken deprem dayanıklılık özelliklerinin ölçülmesini sağlayabiliriz. d. Bundan sonra olacak depremlerin kestirilmesi için bilimsel araştırmaları örgütleyebiliriz. e. Halk ile siyasilerin deprem konusunda bilgilenmesi için danışmanlık yapabilir, toplantılar düzenleyebiliriz. f. İlgili yasa ile yönetmeliklerin iyileştirilmesinde bilimsel katkılarda bulunabiliriz.
233
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
234
Diğer Bildiriler
FATMA BÜYÜKBEKTAŞ Çevre Mühendisi
SÜRDÜRÜLEBİLİR ÇEVRE İÇİN ATIK YÖNETİMİ
H
ızlı nüfus artışı ve endüstrileşme gerek atık miktarında gerekse atık türlerinde önemli bir artışa sebep olmaktadır. Artık her atık klasik yöntemlere göre sınıflandırılmamakta ve bertaraf edilmemektedir. Atık türlerinin bir hayli çok olduğu özellikle endüstrilerde her bir atık türü için ayrı bir yönetim sistemi kurmak ve işletmek oldukça güç ve uygulaması da oldukça zordur. Bu noktada tüm atıkları içine alan bir yönetim sistemi gereği ortaya çıkmıştır. Bu çalışmada “Entegre Atık” yönetimi kavramı üzerinde durulmuştur.
GİRİŞ Teknolojik gelişmeler ve gelişen sanayileşme ile tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de insan faaliyetleri çevre üzerindeki baskısını artırmaktadır. Bu süreçte ekonomik çalışmalar, ekolojik kaynaklar tükenmeyecekmiş gibi uygulanmakta, sürekli artan tüketim eğilimi ile birlikte atıklar, miktar ve içerikleri nedeniyle insan ve çevre sağlığı için tehdit oluşturmaktadır. Gelişmiş ülkelerde çevrenin korunması temel ülke politikaları olarak değerlendirilmektir. Atık yönetimi ise çevre koruma politikaları arasında önemli bir yer tutmaktadır. Katı Atıkların Yönetiminde mantıklı bir öncelik sırasına göre “Atık Önleme, Atık Azaltma, Yeniden Kullanım, Geri Dönüşüm, Enerji Geri Kazanma ve Bertaraf” yöntemlerinin seçilerek uygulanması “Sürdürülebilir Kalkınma” yaklaşımının temelini oluşturmaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre ülkemizde yıllık 34 milyon ton belediye atığı üretilmektedir. Ülkemizde günlük kişi başına üretilen katı atık miktarı 1,5-2 kg’ı bulmaktadır. Yapılan bilimsel araştırmalar çöp içerisindeki geri kazanılabilen ambalaj atık miktarının ortalama yüzde 30, organik atık miktarının yüzde 50-60 civarında olduğunu göstermektedir. Çöp toplama işi bedelinin, belediyelerin genel bütçesinin yüzde 20’si olduğu düşünüldüğünde geri kazanım çalışmalarının ehemmiyeti ortaya çıkmaktadır. 235
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
Sağlıklı ve sürdürülebilir bir atık yönetimi, ambalaj atıklarının diğer atıklarla karıştırılmadan kaynağında ayrı toplanması ve geri kazanılması ile gerçekleştirilebilir. Atık yönetim sisteminin en önemli unsuru kaynakta ayrı toplamadır. Atıkların azaltılması toplumun en küçük birimi olan ailelerde oluşturulacak bilinçle sağlanmaktadır. Bu da gönüllülük esasıyla benimsenecek bir durumdur. Atık yönetimindeki en önemli hususun bilgilendirme ve toplum bilincini artırmaya yönelik çalışmalar olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Sürdürülebilir toplumsal refah, önceliklerin ekonomik gelişme için daha fazla tüketime değil, kaynakların korunmasına verilmesiyle sağlanacaktır.
ENTEGRE ATIK YÖNETİMİ Atık yönetim hedefine yönelik uygun yöntem, teknoloji ve yönetim programının seçilmesi, uygulaması ve ilgili yasal mevzuat hususlarının sağlanması olarak tanımlanabilir.
Şekil-1. Atık Yönetim Seçeneklerinin Önclik Sırası
Verimli bir entegre atık sistemi bütüncül, ekonomik değer oluşturabilen ve bölgesel planlama yapılabilir bir şekilde olmalıdır. Toplama faaliyetlerinin Katı Atık Yönetiminin en maliyetli kısmını oluşturduğu ve atıkların değerlendirme sistemine altlık teşkil ettiği düşünüldüğünde, bir entegre atık yönetim sisteminin başarısı toplama sisteminin başarısı ile değerlendirilebilir. Bu başarı atıkların zamanında, periyodik ve düzenli bir şekilde toplanması ile doğru orantılıdır. Ülkemizde katı atıkların toplanması 05.04.2005 tarih ve 25777 sayılı Katı Atıkların Kontrolü Yönetmeliği’nde belediyelerin yükümlülüğüne verilmiştir. Son olarak 24.08.2011 tarihinde yayımlanan Ambalaj Atıkları Kontrolü Yönetmeliği, belediyeleri, ambalaj atıklarının düzenli depolama sahalarına alınmaması, atıklarını kaynağında ayrı toplaması ile yükümlü kılmaktadır. Organik atıklar haricinde tüm geri kazanılabilen atıklar, tehlikeli atıklar ve özel atıklar ayrı olarak toplanmalıdır. Ancak mevcut sistemde toplanan evsel atıkların çok az bir kısmı geri kazanım sistemi ile ayrılmaktadır. Ayrı toplama sistemi ile belediyeler için maliyet anlamına gelen katı atık miktarı azalır, geri kazanım ile de ekonomik bir gelir ve çevresel açıdan sürdürülebilir bir atık yönetim sistemi oluşması sağlanabilir. Değerlendirilebilen ve tehlikeli atıklar; • Ambalaj Atıklar, • Bitkisel Atık Yağlar, • Atık Pil ve Akümülatörler, • Elektrik- Elektronik Atıklar, • Tıbbi Atıklar, 236
Diğer Bildiriler
• Ömrünü Tamamlamış Lastik Atıklar şeklinde sıralanabilir.
2.1. Ambalaj Atıklarının Yönetimi Ambalaj, içerisinde yer alan ürünü, ürünün yapısına ve şekline göre koruyan, temiz kalmasını sağlayan, taşınmasını kolaylaştıran ve aynı zamanda ürünün tanıtımını yapan maddi değeri olan bir malzemedir. Ambalajlı ürün, tüketici tarafından kullanım ömrünü tamamladığında ambalaj atığı olmaktadır. Ambalaj atıkları türlerine göre; • Kağıt-karton: Gazete, dergi, defter, kullanılmış kağıt, karton ve mukavva kutular, içecek kutuları vb. • Plastik: Pet şişerle (su, meyve suyu, asitli içecek), şampuan ve her türlü temizlik malzemesi kapları, plastik ev eşyaları vb. • Metal: Metal içecek kutuları, konserve-salça-balık-peynir kutuları, yağ tenekeleri, metal mutfak eşyaları vb. • Cam: Renkli-renksiz camlar, kavanozlar, şişeler, cam ev eşyaları şeklinde sınıflandırılmaktadır. 24.08.2011 tarihinde yayımlanan Ambalaj Atıkları Kontrolü Yönetmeliği’nde ahşap ambalajlar da dahil olmuştur. Ambalaj Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği’ne göre belediyeler atıklarını toplamak veya toplattırmakla yükümlüdür. Belediyeler, ambalaj atıkları toplama işini hazırladıkları ve Bakanlık tarafından onaylanan Ambalaj Atıkları Uygulama Planı’na göre yürütmek zorundadır. Ambalaj atıkları yönetimi; planlama, bilgilendirme ve uygulama aşamalarından oluşmaktadır. Hazırlanan uygulama planları onaylandıktan sonra belediye bünyesinde oluşturulan bilgilendirme ekiplerince, çalışma yapılacak bölgelerde aşamalı olarak atık yönetiminin detaylarının anlatıldığı broşürler ile bilgilendirme faaliyetleri yapılır. Yapılan bilgilendirme çalışmaları kamu kurum ve kuruluşlarında, iş yerlerinde ve hanelerde gerçekleştirilmektedir. Toplama yöntemi ekonomik olmalı ve halkın sosyokültürel alışkanlıklarına uygun olarak seçilmelidir. Atık üreticilerinden toplama ve/veya atık üreticilerine getirtme yöntemleri seçilebilir. Atık üreticilerinden toplama sistemi, bilgilendirme yapılan bölgelerde belirlenen gün ve saatte konutlardan atıkların toplanması şeklinde özetlenebilir. Bu sistem ülkemizde yaygın olarak uygulanan bir sistemdir. Sokak toplayıcıları ve toplama araç maliyetleri, çalıştırılan personel gibi hususlar göz önüne alındığında iyi bir fizibilite çalışması yapıldıktan sonra değerlendirilmesi gereken bir yöntemdir. Atık üreticilerine getirtme yönteminde oluşturulacak atık getirtme merkezleri, konteyner ve kumbarada toplama noktaları belirlenerek toplama yapılmaktadır. Bu yöntemde vatandaş atığını kendisi getirmekte, toplama araçları atıkları bu noktalardan almaktadır. Konteyner sisteminin sokak toplayıcıların etkisinden koruyacak şekilde tasarlanması gerekmektedir. Bu sistemin verimliliği vatandaşın çevre bilinci-zekâsı ile doğrudan ilgili olduğu gibi belediyelerin bu konuya göstereceği hassasiyetle de yakından ilgilidir.
2.2. Bitkisel Atık Yağların Yönetimi Bitkisel atık yağlar, atıksu kanallarına yapışarak boru kesitinin daralmasına ve tıkanmasına sebep olmaktadır. Kullanılmış bitkisel yağlar atık su kirliliğinin yüzde 25’ini oluşturmaktadır. Kullanılmış bitkisel yağların kanalizasyon sistemine dökülmesini önlemek belediyelerin 237
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
yükümlülüğündedir. Bitkisel atık yağların konutlardan ayrı toplanması yükümlülüğü Bitkisel Atık Yağların Kontrolü Yönetmeliği ile belediyelere verilmiştir. Konutlardan toplama çalışmaları vatandaşların evlerde biriktirdiği atık yağların konutlardan toplanması şeklinde yapıldığı gibi farklı toplama noktaları belirlenerek de yapılmaktadır. Belediye sınırlarındaki işletmeler atık yağlarını Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından lisanslı toplama firmalarına vermekle yükümlüdür. Belediyeler işletmelerin lisanslı firmalarla sözleşme yapıp yapmadıklarını, yaptılar ise UATF (ulusal atık taşıma formu) kontrolü ile bu firmalara verip vermediğini kontrol eder. Bitkisel atık yağlar bedelsiz olarak lisanslı firmaya verilmektedir. Lisanslı araçlarla toplanan bitkisel atık yağların lisanslı tesislerde biodizel, yem, elektrik üretimi gibi ürünler elde edilmesi ile ekonomiye geri kazanımı sağlanmaktadır.
2.3. Atık Pil ve Akümülatörlerin Yönetimi Piller, kimyasal reaksiyonlar sonucunda elektrik enerjisini depolayabilen, eksi ve artı uçları cihaza bağlandığında gerekli elektrik akımını sağlayan, genelde kapalı bir kap içerisine alınmış çeşitli tip ve boyutlardaki araçlardır. Piller; radyo, saat, kamera, telefon, el feneri, oyuncak ve bilgisayar gibi birçok cihazda yaşantımızın içinde yer alır. Kadmiyum, civa, kurşun, çinko, mangan, demir, lityum, nikel, kobalt, vb. metalleri içermektedir. Atık piller çöpe atıldığı zaman katı atık depolama sahasında, doğaya atıldığı zaman ise toprakta zamanla bozunarak kap içinde bulunan tehlikeli ve zararlı maddeler toprağı, havayı, suyu kısaca doğayı kirletir. Atık pil ve akümülatörler belediyelerin toplama sistemleri ile toplanmakta, bakanlık tarafından yetkilendirilmiş kuruluşlara verilmektedir. Çeşitli noktalara yerleştirilen özel kutu ve bidonlar aracılığı ile ayrı toplanan atık pillerden şarj edilebilenler tekrar sisteme dahil edilmekte, edilemeyenler ise uygun deponilerde gömülerek bertarafı sağlanmaktadır.
2.4. Elektrik- Elektronik Atıkların Yönetimi Büyük-küçük ev aletleri ve elektronik aletlerin kullanım süresini tamamlaması ile ortaya çıkan atıklar elektronik atık “e-atık” olarak ifade edilmektedir. E-atıklarla ilgili yürürlüğe girmiş yasal bir mevzuat olmamasına karşın, tehlikeli ve değerli atıkları içerdiği için belediyeler bu konuda çalışan lisanslı firmalarla protokol yapmaktadır. Konuyla ilgili bilgilendirme çalışmaları büyük elektronik mağazalarında, şirketlerde, iş yerlerinde, kamu kurum ve kuruluşlarında gerçekleştirilmektedir. Belediyeler getirtme merkezleri oluşturarak düzenli periyotlarla bu atıkların toplanması ve taşınmasını sağlamaktadır. Toplanan atıklar lisanslı tesislerde değerli ve tehlikeli içeriklerine göre ayrıştırılarak değerlendirilmektedir.
2.5. Tıbbi Atıkların Kontrolü Yönetimi Tıbbi Atıkların Kontrolü Yönetmeliği’nce, tıbbi atıkların çevre ve insan sağlığına zarar verecek şekilde doğrudan veya dolaylı olarak alıcı ortama verilmesi yasaktır. Tıbbi atıkların kaynağında diğer atıklardan ayrı olarak toplanması, biriktirilmesi, taşınması ve bertarafı esastır ve atık üreticileri atıklarının bertarafı için gerekli harcamaları karşılamakla yükümlüdür. İlçe belediyeleri 20 yatak kapasite altı sağlık kurum ve kuruluşlarını, büyükşehir belediyeleri diğer sağlık kurum ve kuruluşlarının atıklarını toplamak, geçici atık depolarından alarak bertaraf sahasına taşımak/taşıttırmakla, atık bertaraf/sterilizasyon tesislerini kurmak/kurdurmak, işletmek/işlettirmekle yükümlüdür.
2.6. Ömrünü Tamamlamış Lastik Atıkların Yönetimi Lastikler araç altından söküldükten sonra ya kullanılmış lastik ya da ömrünü tamamlamış 238
Diğer Bildiriler
lastik (ÖTL) olur. Las-Der verilerine göre ülkemizde yılda yaklaşık 180 bin ton ÖTL atık oluşmaktadır. Ömrünü Tamamlamış Lastik Atıkların Kontrolü Yönetmeliği’nde, ÖTL atıkların düzenli depolama sahalarına kabul edilemeyeceği, vadi veya çukurlarda dolgu malzemesi olarak kullanılamayacağı veya ısınma kaynağı amaçlı yakılamayacağı belirtilmiştir. Yetkisiz kuruluş ve kişilerin toplama ve taşıma yapması yasak olan ÖTL’ler yetkili taşıyıcılara bedelsiz olarak teslim edilir. Ömrünü tamamlamış lastiklerin, yönetmelikte belirtilen özel tasarlanmış araçlarla yetkili taşıyıcılar tarafından geri kazanım veya bertaraf tesislerine taşınması gerekmektedir. Bu konuda belediyeler lastik üreticileri ile işbirliği içerisinde çalışmakta, bilgilendirme çalışmaları yaparak ayrı toplama faaliyetleri gerçekleştirilmektedir.
3. DEĞERLENDİRME Belediyeler genellikle evsel atıkların toplanmasını hizmet alımı ile gerçekleştirmektedir. Çöp belirli bir bedel karşılığında toplanmaktadır. Ne kadar az çöp toplanırsa o kadar az bütçe bu iş için harcanmış olacaktır. Kaynağında ayrı toplanan, geri kazanılan atıklar, çöp toplama işi için harcanan bedelin azalmasıyla, bu bedelin farklı hizmetlerle vatandaşlara dönmesini sağlayacaktır. Katı atık yönetimi, kanun, yönetmelik gibi hukuksal araçlarla belirlenmekte ise de etkin bir atık yönetimi ancak yerleşmiş bir gönüllülük ve sorumluluk anlayışı ile mümkün olmaktadır. Entegre Atık Yönetim Sistemi ile ekonomik değeri olan atıkların ayrıştırılmasıyla sağlanacak faydanın yanı sıra, tehlikeli içerikli atıklar da düzenli depo sahalarına alınmamış olacaktır. Ancak böyle çevresel açıdan güvenli ve sağlıklı bir atık yönetim hedefine ulaşılabilinir. KAYNAKLAR 05.04.2005 tarih ve 25777 sayılı Katı Atıkların Kontrolü Yönetmeliği 24.08.2011 tarih ve 28035 sayılı Ambalaj Atıkları Kontrolü Yönetmeliği 31.08.2004 tarih ve 25569 sayılı Atık Pil ve Akümülatörlerin Kontrolü Yönetmeliği 19.04.2005 tarih ve 25791 sayılı Bitkisel Atık Yağların Kontrolü Yönetmeliği Atık Elektrikli ve Elektronik Eşyaların (AEEE) Kontrolü Taslak Yönetmeliği 25.11.20006 tarih ve 26357 sayılı Ömrünü Tamamlamış Atıkların Kontrolü Yönetmeliği 22.07.2005 tarih ve 25883 sayılı Tıbbi Atıkların Kontrolü Yönetmeliği
239
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
240
Diğer Bildiriler
SÜREYYA SU Sosyolog
KENTSEL DÖNÜŞÜMÜN YAKIN TARİHİNE ELEŞTİREL BİR BAKIŞ
Ş
ehir, gerek birbirleriyle etkileşen iç dinamiklerin (kamu/özel girişimleri, çıkar çatışmaları, rant arayışları, bireysel inisiyatifler, demografik baskılar vs.) gerekse dış dinamiklerin etkisi altında sürekli değişen karmaşık bir olgudur. Bu değişim, şehrin sosyolojik bir özelliğidir. Bu süreçte kamu yönetiminin rolü bu sürekli dönüşümü mümkün olduğu kadar yönlendirmek ve anlamlı hale getirmek olmalıdır. Oysa, son zamanlarda moda olan kentsel dönüşüm kavramı bir yönünü şaşırmışlık ve şehir mekanlarının anlamını yitirmesi ve şehir insanlarının hafıza kaybı gibi fenomenleri düşünmeye çağırıyor bizi. Süregiden uygulamalara baktığımızda, kentsel dönüşüm, mekana, döneme, kişiye ve çıkarlara göre muhtevası sürekli değişen, net yasal çerçevesi olmayan, birbiriyle çelişen amaçlar için kullanılan, bu yüzden ne olduğu fazlasıyla karışık olan bir şehir politikası gibi görünüyor. Bu karışıklığın diğer yüzünde ise aslında içi tamamen boşaltılmış bir kavram ve kamuoyunda giderek resmi olarak TOKİ kurumuyla özelde de bazı büyük müteahhitlik şirketlerinin toplu konut projeleriyle özdeşleşmiş uygulamalar var. Türkiye’de kentsel dönüşümün tarihine bakmak için 19’uncu yüzyılın sonunda başlayan modern şehircilik girişimlerine ya da erken Cumhuriyet dönemi şehir planlamacılık uygulamalarına ve bunun peşi sıra Menderes ve Özal dönemi şehir politikalarına gidilebilir. Böyle bir tarihsel okuma elbette konuyu farklı boyutlarıyla ve derinlikli bir analitik çerçevede ele almaya imkan verecektir. Ama burada böylesi bir okumaya girişmek fazlasıyla sabrı zorlayacağı için, üstelik detay içinde kaybolmaya da neden olacağı için yakın dönemlere odaklanan bir okuma yapmak daha uygun olacaktır. Kentsel dönüşümün yakın tarihi, Ağustos 1999 Gölcük depremi, 2001’den itibaren hızlanan AB uyum süreci, yine 2001’de başlatılan TOKİ’nin yeniden yapılandırılması ve turizm ile emlak sektörüne yönelik geniş çaplı yatırımlar altında şekillenmiştir. Bu sürecin ana hat241
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
larını şu şekilde özetlemek mümkündür: 2001 yılı kentsel dönüşüm politikalarında bir tür milat sayılabilir. Nitekim 2001’de, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Yeni Yerleşmeler Müdürlüğü, Lütfi Altun’un himayesinde “Kentsel Dönüşüm ve Yeni Yerleşmeler” müdürlüğü haline getirilmiştir. Böylece, bu müdürlük kentsel dönüşümün sıradanlaştırma söyleminde öncü bir kurum işlevi üstlenmiştir. Buna paralel olarak, 2001 yılı, kentsel dönüşümün ileride ana belirleyicisi haline gelecek olan TOKİ’nin güçlendirilmeye başladığı yıldır. 2002’de, Zeytinburnu ilçesi İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından pilot bölge seçilmiştir. 11-13 Haziran 2003 tarihlerinde, TMMOB Şehir Plancıları Odası tarafından düzenlenen “Kentsel Dönüşüm Sempozyumu”, ele aldığımız şehir politikasının kavramsal ve kuramsal başlangıcının anlaşılması bakımından önemli ve hatırlanması gereken bir düzenlemedir. AB’ye katılım sürecine bol göndermelerin yapıldığı bu sempozyumda, kentsel dönüşüm “çağdaş ve sürdürülebilir” olarak nitelendirilmiştir. Sürdürülebilirlik son zamanlarda bilimden politikaya kadar kullanılan gözde bir terim haline geldi. Bu terimin politik formülasyonu en açık şekilde 1987 yılında yayınlanan Brundtland Raporu’nda yapılmıştır: Sürdürülebilirlikle kastedilen, kaynak kullanımının, yatırımların ve teknolojik gelişmenin yöneliminin ve kurumsal değişimlerin sadece bugünün değil, geleceğin ihtiyaçları ile de tutarlı hale getirildiği bir değişim sürecidir. Sürdürülebilirlik fikri, çevre korumasından daha geniş bir anlam taşır. Sürdürülebilirlik, ekonomik kalkınmanın doğal çevre temelinin dengeli kullanımı ve işletilmesi demektir. Bunun temelindeki ilke de doğal kaynak stoklarının kendini yeniden üretme kapasitesinin üzerinde tüketilmemesidir. Sürdürülebilirlik tartışmalarının şehirler üzerinde odaklaşması büyük şehirlerin hem doğal kaynakların başlıca tüketicisi, hem de kirlilik ve atıkların esas üreticisi olmalarından kaynaklanmaktadır. Yeni teknolojik ve ekonomik büyümenin ana kaynağı oldukları göz önüne alınırsa, şehirlerin tartışmadaki önemi daha iyi anlaşılabilir. Şehir bağlamında sürdürülebilirlik bir şehrin, kendi sisteminin temelini uzun vadede destekleyen çevresel koşullarla beraber, nitel olarak yeni bir sosyo-ekonomik, demografik ve teknolojik çıktı seviyesine ulaşma potansiyelini tanımlar. Sürdürülebilir şehirler, süreklilik içinde dönüşümü sağlamak amacıyla, sosyo-ekonomik çıkarların çevre ve enerji ile ilgili kaygılarla uyumlu hale getirildiği şehirlerdir. Yukarıda adı zikredilen sempozyumda kentsel dönüşüm şöyle tanımlanmıştır: “Sadece mekansal dönüşüm olarak değil, mekansal dönüşümün sosyal, kültürel ve ekonomik yapıya etkisi ve bu süreçlerdeki dönüşüm olarak ele (alınmaktadır). Yani, şehrin bir bölgesinde, bir mekanında gerçekleştirilen dönüşüm şehirde, o bölgede, o yaşam çevresinde yaşayanlarda sosyal-kültürel ve ekonomik bir etki, giderek dönüşüm sağlayacaktır.” 2004’te, Küçükçekmece Belediyesi tarafından düzenlenen Uluslararası Kentsel Dönüşüm Uygulamaları Sempozyumu, konunun yerel ve ulusal gündeme oturması açısından önemli bir işlev görmüştür. 16 Haziran 2005 tarihli ve 5366 nolu “Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun” ile öncelikle İstanbul’da, tarihi alanlardaki kentsel dönüşüm koşulları belirlenmiştir. Bu tarihten itibaren, tarihi yarımada için söz konusu olduğu gibi, tarihi alanlarda kentsel dönüşümden ziyade kentsel yenilenmeden söz edilmeye başlanmıştır. Aynı yıl kentsel dönüşüm politikalarının yeni belirleyicisi olmaya aday bir kurumsal aktör olarak İstanbul Metropoliten Planlama ve Kentsel Tasarım Merkezi kuruldu. Bu merkezin kuruluşu ile 2001’de kurulan Kentsel Dö242
Diğer Bildiriler
nüşüm ve Yeni Yerleşmeler Müdürlüğü gücünü kaybetmiştir. 2006 yılı, kamuoyunda kentsel dönüşüm yasa tasarısının en çok konuşulduğu yıl olmuştur. Adı sürekli değişen yasa bir türlü kanunlaşamamış ve konu ortada birden çok yasa tasarısının dolaştığı bir yılan hikayesine dönüşmüştür. Aynı yıl, Mimarlar Odası İstanbul Büyükşehir Şubesi, kentsel dönüşümü çok kapsamlı bir şekilde ele alan “Kentten Yapıya Yenileme” adlı bir sempozyum düzenlemiştir. Bu sempozyumla, ilgili meslek odalarının kentsel dönüşüme destek verme dönemi sona ermiştir. Bu tarihten sonra tartışma alanlarından ve karar mekanizmalarından dışlanan meslek odaları, daha çok muhalif bir konumda olmuşlardır. 2007 yılında kentsel dönüşüm, giderek Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ve belediyelerden, TOKİ ve özel inşaat sektörüne kaymaya başlamıştır. Genel yasaların yerine de İstanbul Dönüşüm Kanun Tasarısı gündeme gelmiştir. Şubat 2007’de, Küçükçekmece Belediyesi ve TOKİ’nin Küçükçekmece Ayazma’daki projesi ile İstanbul’daki ilk kentsel dönüşüm uygulaması başlamıştır. 2008 yılında Fatih Belediyesi, İBB ve TOKİ tarafından 28 Ağustos’ta imzalanan protokol gereğince, İstanbul tarihi yarımadasında kentsel dönüşüm politikaları uygulanmaya başlamıştır. 5366 nolu yasaya dayanarak, Sulukule’nin ardından Fatih ilçesindeki yenileme projeleri çoğalmıştır. Ardı sıra, 2009 ve 2010 yıllarında kentsel dönüşüm Türkiye çapında yaygınlık kazanırken TOKİ’nin hakimiyeti de artmıştır. 17 Haziran 2010’da, mezkur 5998 nolu yeni Belediye Kanunu’nun 73. maddesi değiştirilerek 2005’ten itibaren gündemde olan “Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Kanun Tasarısı” Belediye Yasası’na dahil edilmiştir. Böylece artık ayrı bir kentsel dönüşüm yasasına gerek kalmaz. Bu değişiklikle Bakanlar Kurulu izniyle, belediyeler en az 5 ve en çok 500 hektar arasındaki “Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Proje” alanlarını belirleme imkanına kavuşmuştur. Hiç inşa edilmemiş alanlar bile “dönüşüm alanı” ilan edilebilecektir artık. Dolayısıyla, bu yasaya dayanarak kentsel dönüşümün “sınırları” tayin edilmiştir. 2011 yılında, başlangıcından tam 10 yıl sonra, kentsel dönüşüm sanki şehirlerin bütün sorunlarına cevap verebilen, her vatandaşın kabul etmesi gereken, kaçınılmaz bir gereklilik haline gelmiştir. Kentsel dönüşümün en öne çıkan yürütücüsü konumuna gelen TOKİ, 2011 başı itibariyle 1843 şantiyeyle 200’ü aşan kentsel dönüşüm projesine imza atarak uygular hale gelmiştir. Kentsel dönüşüm kavramı, bu çelişkilerle dolu ve çalkantılı süreçte ilerlerken, politikanın taşıyıcıları büyük ölçüde farklılaşmış, uygulamalar ise meslek odaları ve mahalle dernekleri gibi sivil toplum kuruluşları tarafından eleştiri konusu olmuştur. Kentsel dönüşümle ilgili pek çok sorun var ve bunlar üzerinde ciddiyetle düşünmeyi gerektirecek kadar önemli. Kentsel dönüşümün Erdoğan Bayraktar tarafından yapılan, “Zamanla niteliğini kaybeden, fiziksel ve çevresel yönlerden bozulmuş ve köhneleşmiş, sosyal ve ekonomik açıdan dışlanmışlıkla karşı karşıya olan kentsel alanların belli sosyal ve ekonomik programlarla yenilenerek/dönüştürülerek kente kazandırılması” olarak yapılan tanımı, politikanın söylemsel boyutunu oluştursa da pratik boyutunun farklı ve çelişkili bir görünüm sunduğunu görüyoruz (tanım için bkz: Gecekondu ve Kentsel Yenileme, Ekonomik Araştırmalar Merkezi, 2006). Nitekim, TOKİ’nin projelerine baktığımızda, yukarıdaki tanımla çelişen pek çok uygulama görmek mümkün. Örneğin Küçükçekmece Tepeüstü mevkiinde olduğu gibi, 30 yıllık müte243
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
vazı bir yerleşim yerinin, hiç müzakere edilmeden, görkemli bir rezidansı olan AVM’ye dönüştürme operasyonunun bu tanımla nasıl bir uygunluk arzettiği tartışmalıdır. Aynı şekilde, İstiklal Caddesi’nde 2011’de açılan dev AVM’nin Tarlabaşı Kentsel Dönüşüm projesi kapsamına girmesi şaşırtıcıdır. Bu örneklerin gösterdiği şu ki kentsel dönüşümün farklı ve dile getirilmeyen başka boyutları var ve bunlar mutlaka açığa çıkartılmalıdır. Çelişkili tanımlamalar ve kötü uygulamalarla ilerleyen kentsel dönüşüm, güncel söylemlerin ortasına yerleşmesine ve 2003’ten itibaren gerek yerel gerekse ulusal gündemde çok fazla yer işgal etmesine rağmen hiçbir zaman kamuoyunda yeterince tartışılmadı. Uygulamalara bakıldığında kentsel dönüşümün esas olarak dört farklı amaçla kullanıldığını görüyoruz:
TARİHİ SEMTLERDEKİ KENTSEL DÖNÜŞÜM Kentsel dönüşümün eskiyen ve özelliğini kaybetmiş kent bölgelerinin yeniden inşa ve restore edilmesi uygulamaları, ağırlıklı olarak Tarihi Yarımada’da ve Beyoğlu’nun bir kısmında (Dolapdere, Tarlabaşı) karşımıza çıkıyor. Turizmin gelişmesinin amaçlandığı bu projeler küçük üretici ve atölye sahipleri için, şehir dışındaki sanayi bölgelerine taşınmak demektir. Bu yerlerdeki esnaflara göre bu tür projeleri destekleyenler önemli turizmciler ve otelciler, organize sanayi bölgelerinin inşaatını yapan müteahhitler ve büyük tekstil, deri ve ayakkabı üreticileridir. Bu açıdan, Kiptaş ve TOKİ’nin merkezi semtlerle ilgilenmeye başlaması çok anlamlıdır. Kiptaş’ın Süleymaniye’de yürüttüğü proje, tıpkı Sulukule’deki TOKİ projesi gibi, “kurumsal müteahhitlerin” tarihi alanlara yönlendirilmelerinin bir işaretidir.
OLASI DEPREMDE RİSK TAŞIYAN BÖLGELERDEKİ KENTSEL DÖNÜŞÜM Deprem odaklı kentsel Dödnüşüm, Zeytinburnu’nda olduğu gibi, deprem olasılığı karşısında, güvenli olmadığı tespit edilen binaların güçlendirilmesi veya yıkılıp yeniden inşa edilmesi anlamına geliyor. Bu tür dönüşüm giderek yaygınlaşıyor. Belediye Kanunu’nda 17 Haziran 2010 tarihinde yapılan son değişiklikle “deprem riski” ilk sıralarda yer alıyor. İlgili madde şöyle diyor: “Belediye, belediye meclisi kararıyla, (…) deprem riskine karşı tedbirler almak amacıyla kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir.” Fakat uygulamalara baktığımızda, küçümsenmeyecek bu deprem riskinin, bir “acil müdahale” bahanesi olarak kullanılmasına karşı sınırlarının iyi tayin edilmesi gerektiğini gösteriyor.
GECEKONDUYA KARŞI KENTSEL DÖNÜŞÜM Kentsel dönüşüm geniş çaplı ve tepeden yürütülen bir güzelleştirme ya da imaj düzeltme girişimi olarak da kullanılıyor. Bu kullanım bazen kentsel dönüşümün asıl hedefi olarak da sunuluyor. Ankara ve İstanbul örneklerinde kentsel dönüşüm, görüntü kirliliğinin ortadan kaldırılması ve şehir dokusunun modern standartlara uygun bir görünüm kazanması olarak kullanılıyor. Bu çerçevede, yoksul mahallelere (Romanlar’ın ya da göçmenlerin oturduğu alanlar) yoğunlaşan bu projelerde, kaçak yapılaşma karşısında yerel politikacıların 1990’ların sonuna kadar göstermiş olduğu müsamaha, yerini tavizsiz bir sertliğe bırakmış görünüyor. Diğer yandan, burada seçici bir tavır da dikkat çekiyor. Şöyle ki, kentsel dönüşüm adına kaçak “lüks” villalara fazla müdahale edilmezken, yasal (tapulu) olmasına rağmen gecekondu evler doğrudan hedef seçiliyor. Hatta bazen başka politik bağlamlarda verilmiş olan tapular iptal edilebiliyor; kamu yararına istimlak ediliyor. 244
Diğer Bildiriler
Çelişkili tanımlamalar ve kötü uygulamalarla ilerleyen kentsel dönüşüm, güncel söylemlerin ortasına yerleşmesine ve 2003’ten itibaren gerek yerel gerekse ulusal gündemde çok fazla yer işgal etmesine rağmen hiçbir zaman kamuoyunda yeterince tartışılmadı.
245
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
4. SANAYİSİZLEŞTİRME OLARAK KENTSEL DÖNÜŞÜM Kartal örneğinde olduğu gibi, kentsel dönüşüm sanayiden daha karlı hizmet sektörlerine geçiş için de kullanılabiliyor. Fabrikaların yerine gökdelenler geçiyor. Burada boşaltılan ve terk edilen tesislerin arsalarının yeni yatırımcıları cezp edecek rant alanları oluşturması amaçlanıyor. Cevizlibağ ile Yenibosna arasında bunun örneklerini görmek mümkündür. Kentsel dönüşüm uygulamada birbirinden bu kadar farklı amaçlarla kullanılınca eleştirmek kaçınılmaz ve zorunlu oluyor. İstanbul’da yürütülen kentsel dönüşüm projelerinde görülen sorunları aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür:
İstanbul, Pazarlanabilir bir Metaa İndirgenmemeli 2001’den bu yana ortaya çıkan arsa arzının daralması, şehrin gelişmesini zorlamaktadır. Çözüm olarak, yatırımlar işgal altındaki “kamu” arazilerine ve şehrin arsa piyasasının en zayıf halkalarına yönlendirilmiştir. Bu çerçevede kentsel dönüşüm, büyük ölçekli bir arsa ve nüfus transferi gerçekleştirme işlevini üstlenmiştir. Değerlendirilme potansiyeli açısından en göze çarpan alt-orta sınıf, alt sınıf yerleşim yerleri hedef alınmıştır. Kentsel dönüşüm politikaları yeni rant alanları oluşturma projeleri olarak kullanılmaktadır. Buna paralel olarak, kentsel dönüşüm adı altında yürütülen politikalar, 1990’ların başından itibaren yükselen ‘Dünya Şehri’ olma iddialarını desteklemek için kullanılmaktadır. Egemen söylemde, sorgulanmadan, sıkça başvurulan küresel şehir piyasasında İstanbul’u satmak için ilk başta, İstanbul’u daha spektaküler hale getirmek gerekmiştir. Başka deyişle, İstanbul’un küresel şehirler yarışına hazırlanması gerekmiştir. Bu bakımdan kentsel dönüşüm İstanbul için bir markalaşma sürecine tekabül etmektedir. Bu amaçla, özellikle tarihi yarımadadaki kentsel dönüşüm politikaları turizm sektörünün beklentilerine odaklı olmuştur. Süleymaniye, Vefa ya da Ayvansaray’da olduğu gibi tarihi alanlar yerel bağlamdan yani özgünlüğünden tecrit edilmiş, basmakalıp ve içeriksiz ama görüntüde tarihi, bir Türk-Osmanlı imitasyonuna dönüşme tehlikesi ile karşı karşıya bulunmaktadır.
Kentsel Dönüşüm bir Toplum Mühendisliğine Dönüşmemeli Kentsel dönüşüm, ayrıntılı sosyal, ekonomik, mekansal araştırmalardan kopuk kaldığı sürece risk giderici değil, risk getirici olacaktır. Çoğu zaman, kentsel dönüşüm projeleri ağırlıklı olarak kentsel tasarım ve konut projelerinden oluşuyor. Kentsel dönüşümde tasarımın zaferi planlamanın yenilgisi anlamına gelir. Büyük ölçekli ve ciddi bir kent planlaması olmadan yapılan kentsel dönüşüm uygulamaları eksik ve aksak olacağı gibi ciddi sosyal sonuçlara da neden olabilir. Uygulamada ise tasarım yaklaşımından sosyal yaklaşıma tehlikeli bir geçiş yapıldığına şahit oluyoruz. Kentsel tasarımın sosyal mühendislikle bir araya gelmesi, kritik sonuçlara yol açacaktır. Mesela ilan edilen kentsel dönüşüm projeleri arasında yer alan Fatih ilçesi nüfus yoğunluğunun düşürülmesinin kendiliğinden elde edilebilecek bir sonuç olmadığı aşikardır. Öte yandan sadece binaları dönüştürerek “dengesiz” sosyal yapıyı düzeltme iddiaları son derece naif ve tehlikelidir. Zira, villa ya da lüks konut üreterek yoksulluk sorunu çözülemez. Düzenli bir gelirden yoksun insanlara, yıllar boyunca her ay ödeme yapması gereken yeni bir ev sunmak gerçekçi değildir. Bu çerçeveden baktığımızda, kentsel dönüşümün mutenalaştırma (gentrification) boyutu ortaya çıkıyor. Ayvansaray-Toklu Dede Mahallesi’nde olduğu gibi, kentsel dönüşüm, yoksul sayılabilecek mahalle sakinlerinin yerine daha çok üst-orta sınıf bir kitleyi yerleştirmeyi hedef edinen bir projeye karşılık geliyor. Bu gibi olaylarda yerlerinden edilenlerin çoğu, düzen246
Diğer Bildiriler
li bir gelire sahip olmadıkları için, kendilerine sunulan modern ve cazip evlere yerleşme imkanını da bulamamaktadır. Bu gibi olayların zamanla toplumsal ayrımlaşmayı derinleştirici etkileri olabilir.
Kararlar Tepeden Değil, Katılımcı bir Süreçte Alınmalıdır Dönüşüm genelde tepeden inme bir şekilde yürütülüyor. Katılımcılık girişimlerine ancak karar verildikten ve şantiyeler açıldıktan sonra şahit olunmaktadır. Bu açıdan bakınca kentsel dönüşümü, toplumu “modernleştirmek” için uygulanan zorunlu bir seferberlik olarak okumak mümkün. 40 yıl önce inşa ettikleri gecekondularında yaşamaya alışmış insanları, apartman hayatını tercihe zorlamak, jakoben bir uygulama olarak görmek hiç de abartılı olmayacaktır. Karar alma süreçleriyle ilgili dikkat çeken bir husus, kentsel dönüşüme eleştirel bakanları mücrimleştirme ya da “gerici” kılma çabalarıdır. Eleştiriler kör statükoculuk olarak peşinen susturulmaya çalışılmamalıdır. Kentsel dönüşüm söyleminin yükselişi, kentsel güvenlik kaygısının artışıyla paralellik arz etmektedir. Bu paralellik, tesadüfi değildir. Kentsel dönüşümle sayıları her geçen gün artan yeni site ve rezidanslar abartılan bir güvenlik kaygısı üzerinde inşa edilmektedir. Kentsel dönüşümün şehrin özelleştirilmesinden ziyade, bir kamu politikası olarak anlaşılması gerekir. Bu bağlamda orta ve uzun vadeli ufuklar çizilmeli, çıkarlar arasında denge sağlanmalı ve ortak miras ve çevrenin korunması gibi genel çıkarlar öncelikli kılınmalıdır. Ayrıca, şehir her türlü farklılıklarıyla insanların bir araya geldiği kamusallığın bir alanı gibi düşünülmelidir. Kuşkusuz, şehirlerimizde dönüşüme ihtiyaç var. Ama önemli olan bu dönüşümün koşullarının ve amaçlarının mümkün olduğu kadar tüm hemşeriler tarafından belirlenmesi ve sahiplenilmesidir. Çünkü “dönüşüm” olarak adlandırılan zorunlu apartmanlaştırma ve uzun vadeli borçlanma yoluyla medeniyet sağlanamaz. Kötü koşullar içinde olsa bile, kendiliğinden oluşmuş kamusal alanları parçalayarak, birbirinden kopuk lüks siteler ve toplu konutlardan oluşan bir şehir gerçek bir ikamet yeri ya da yaşam alanı olamaz. Bu nedenle, klişe sloganlar yerine yerel demokrasinin gereklerine uygun bir şekilde, şehirlerimizin hala izlerini taşıdığı kadim medeniyetler ve sürdürülebilir geleceği adına kentsel dönüşüm etraflıca tartışılmalıdır.
247
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
248
Diğer Bildiriler
ÜMİT ÜNAL İstanbul İl Özel İdaresi Genel Sekreter Yardımcısı
KAMU YATIRIMLARININ MEKÂNSAL ALANDA DAĞILIMINDA İL ÖZEL İDARELERİNİN ROLÜ: İSTANBUL ÖRNEĞİ
Y
erel yönetim, toplumsal yaşamın en önemli örgütlenme şekillerinden birisidir. Yerel yönetim, bütün ülkelerde tartışmasız uygulanmakla beraber, yapıları ve merkezi yönetim karşısındaki durumları, ülkelerin siyası rejimlerine ve yönetim politikalarına göre farklılık göstermektedir. Bilindiği üzere, ülkemizde yerel yönetimler; il özel idareleri, belediyeler ve köylerden meydana gelmektedir. İl özel idaresi, sorumluluk alanı ilin tamamı ve ağırlık olarak kırsal kesime hizmet götürmektedir. Anayasanın 123’üncü maddesine göre, merkezden yönetim (merkezi idare) ve yerinden yönetim (yerel yönetim-susbdiarity) esasına dayanmaktadır. Anayasamızın 127’nci maddesinde yerel yönetimler; il, belediye ve köy kamu tüzel kişilikleri olarak belirlenmiştir. İl Özel İdaresi “…kanunların öngördüğü belli ve ortak hizmetleri yürütmekle görevli, taşınır ve taşınmaz malları ile müstakil bütçesi ve karar organları bulunan, tüzel kişiliğe sahip kamu kuruluşu…” olarak tanımlanmıştır. İl özel idaresinin kuruluş amacı, il halkının yol, su, eğitim, kültür, sağlık, tarım, ekonomi gibi ortak ve yerel ihtiyaçlarını karşılamak, ülke ekonomisine yerel olarak katkıda bulunmak ve kalkınma planlarının il düzeyinde başarısını sağlamaktır (Türkal, 2000). İdarenin yaptığı kamu yatırımları; eğitim, sağlık,sosyal hizmetler, gençlik ve spor, kültür ve turizm, tarım olarak sınıflandırılmaktadır.
İL ÖZEL İDARELERİNİN GÖREV VE SORUMLULUKLARI İl özel idaresinin görev alanı, bulunduğu il sınırları içerisinde yer almaktadır. Bazı hallerde komşu iller ile ortak hizmetler de yürütmektedir. İl özel idaresinin kurulması konusunda mülki idare kademesi olarak il kurulmasından farklı bir usul yoktur. Mülki idare kademe249
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
si olarak yeni bir il kurulduğunda il özel idaresi de kurulmuş olmaktadır. İlin kuruluşu ise 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’na göre ancak kanunla mümkün olmaktadır. 5302 sayılı kanunu 6’ncı maddesine göre il özel idaresinin görev ve sorumlulukları tanımlanmıştır. İl özel idaresi; il sınırları içinde ve belediye sınırları dışında olmak üzere iki farklı alanda görevlidir. Bu çerçevede; “İl özel idaresi mahallî müşterek nitelikte olmak şartıyla ve il sınırları içinde: (md.6/a); gençlik ve spor, sağlık, tarım, sanayi ve ticaret, ilin çevre düzeni plânı, bayındırlık ve iskân, toprağın korunması ve erozyonun önlenmesi, kültür, sanat, turizm, sosyal hizmet ve yardımlar, yoksullara mikro kredi verilmesi, çocuk yuvaları ve yetiştirme yurtları, ilk ve orta öğretim kurumlarının arsa temini, binalarının yapım, bakım ve onarımı ile diğer ihtiyaçlarının karşılanmasına ilişkin hizmetleri yapmakla görevli ve yetkili” olduğu belirtilmiştir. Ayrıca, il özel idaresi mahallî müşterek nitelikte olmak şartıyla ve belediye sınırları dışında olmak üzere (md.6/b); imar, yol, su, kanalizasyon, katı atık, çevre, acil yardım ve kurtarma, orman köylerinin desteklenmesi, ağaçlandırma, park ve bahçe tesisine ilişkin hizmetleri yapmakla görevli ve yetkilidir İstanbul İl Özel İdaresi, 5302 sayılı il özel İdaresi Kanunu’nun 6’ncı maddesinde belirtilen görevleri kendisine tahsis edilen bütçe ölçüsünde yerine getirmekle görevlidir. Bu görev ve sorumluluklar: İl Özel idaresi mahalli müşterek nitelikte olmak şartıyla; • Gençlik ve spor, sağlık, tarım, sanayi ve ticaret; belediye sınırları il sınırı olan büyükşehir belediyeleri hariç ilin çevre düzeni planı, bayındırlık ve iskan, toprağın korunması, erozyonun önlenmesi, kültür, sanat, turizm, sosyal hizmet ve yardımlar, yoksullara mikro kredi verilmesi, çocuk yuvaları ve yetiştirme yurtları; ilk ve orta öğretim kurumlarının arsa temini, binalarının yapım, bakım ve onarımı ile diğer ihtiyaçlarının karşılanmasına ilişkin hizmetleri il sınırları içinde, • İmar, yol, su, kanalizasyon, katı atık, çevre, acil yardım ve kurtarma; orman köylerinin desteklenmesi, ağaçlandırma, park ve bahçe tesisine ilişkin hizmetleri belediye sınırları dışında yapmakla görevli ve yetkilidir. • Bakanlıklar ve diğer merkezi idare kuruluşları; yapım, bakım ve onarım işleri, devlet ve il yolları, içme suyu, sulama suyu, kanalizasyon, enerji nakil hattı, sağlık, eğitim, kültür, turizm, çevre, imar, bayındırlık, iskan, gençlik ve spor gibi hizmetlere ilişkin yatırımlar ile bakanlıklar ve diğer merkezi idare kuruluşlarının görev alanına giren diğer yatırımları, kendi bütçelerinde bu hizmetler için ayrılan ödenekleri il özel idaresine aktarmak suretiyle gerçekleştirebilir. Aktarma işlemi ilgili bakanın onayıyla yapılır ve bu ödenekler tahsis amacı dışında kullanılamaz. İş, il özel idaresinin tabi olduğu usul ve esaslara göre sonuçlandırılır. İl özel idareleri de bütçe imkanları ölçüsünde bu yatırımlara kendi bütçesinden ödenek aktarabilir. Bu fıkraya göre, bakanlıklar ve diğer merkezi idare kuruluşları tarafından aktarılacak ödenekler ile gerçekleştirilecek yatırımlar, birinci fıkrada öngörülen görev alanı sınırlamasına tabi olmaksızın bütün il sınırları içinde yapılabilir. • İl özel İdaresi bütçesinden, emniyet hizmetlerinin gerektirdiği teçhizat alımıyla ilgili harcamalar yapılabilir. 250
Diğer Bildiriler
İl Sınırları İçindeki Görevler
Belediye Sınırları Dışındaki Görevler
Sağlık Tarım Sanayi ve ticaret Bayındırlık ve iskân Kültür ve sanat Turizm Gençlik ve spor Toprağın korunması, erozyon önlenmesi Sosyal hizmet ve yardımlar Yoksullara mikro kredi verilmesi Çocuk yuvaları ve yetiştirme yurtları İlk ve ortaöğretim kurumlarına arsa temini Okul binalarının yapımı Okul binalarının bakım ve onarımı Okul binalarının diğer ihtiyaçlarının karşılanması
İmar Yol Su, Kanalizasyon Katı atık
Bu görevler İstanbul ilinde 5216 sayılı kanunun geçici 2’nci maddesi uyarınca il özel idaresinin faaliyet alanı dışında bırakılmıştır. Kanuna göre köyler imar bakımından büyükşehir belediyesinin mücavir alanı sayılmıştır. Köylere su ve kanalizasyon hizmetlerini götürme görevi İSKİ’ye verilmiştir. Yol hizmetleri ise İstanbul Büyükşehir Yol Bakım Müdürlüğü tarafından yerine getirilmektedir. Katı atıklar ise belde belediyeleri tarafından toplanmaktadır.)
Çevre Acil yardım ve kurtarma Orman köylerinin desteklenmesi Ağaçlandırma
• Hizmetlerin yerine getirilmesinde öncelik sırası, il özel idaresinin mali durumu, hizmetin ivediliği ve verildiği yerin gelişmişlik düzeyi dikkate alınarak belirlenir. • İl özel idaresi hizmetleri, vatandaşlara en yakın yerlerde ve en uygun yöntemlerle sunulur. Hizmet sunumunda özürlü, yaşlı, düşkün ve dar gelirlinin durumuna uygun yöntemler uygulanır. • Hizmetlerin diğer mahalli idareler ve kamu kuruluşları arasında bütünlük ve uyum içinde yürütülmesine yönelik koordinasyon o ilin valisi tarafından sağlanır (Açıkgöz, 2011, 138-140s.).
İL ÖZEL İDARESİNİN KAMU YATIRIMLARI VE ÖNCELİKLERİ Yatırım bütçesinden ayrılacak paylarda idare bütçesinin hangi sektörlerde öncelikli olarak kullanılacağını belirlemektedir. İdarenin yaptığı kamu yatırımları ve oranları; eğitim yatırımları yüzde 42.5, sağlık yatırımları yüzde 25, sosyal hizmet yatırımları yüzde 10, gençlik ve spor yatırımları yüzde 7, kültür ve turizm yatırımları yüzde 4, tarım yatırımları yüzde 2 olmak üzere toplam yüzde 90.5 oranındadır. Eğitim: İstanbul İl Genel Meclisi ve İstanbul İl Özel İdaresi eğitim sektörünü öncelikli faaliyet alanı olarak belirlemiştir. Bunun nedeni şehirde yoğun göç alıyor olması nedeniyle derslik açığının kapatılamamasıdır. Diğer şehirler arasında en fazla derslik açığı İstanbul’da bulunmaktadır. Derslik açığının kapatılması, okullarda eğitim çevresinin ve fiziki imkânların iyileştirilmesi bu alana önemli ölçüde yatırım yapılmasını gerektirmektedir. İl özel idaresi eğitim sektörüne yüzde 20 civarında katkı yapması gerekirken son yıllarda katkı oranını yüzde 40’lara kadar çıkarmıştır. Bu sayede 2003-2010 yılları arasında eğitim hizmetlerine 2.8 milyar TL ödenek ayrılmış ve ildeki tüm okullarda bilgisayar laboratuarları kurulması hedeflenmiştir. Sağlık: İstanbul halkının sağlık hizmetlerine daha kolay, beklemeden ulaşabilmesine ihtiyaç vardır. Sağlığa ülke kalkınması ve verimlilikle doğrudan ilgili bir konu olması nedeniyle ikinci sırada yer verilmesi uygun görülmüştür. İl özel idaresi önümüzdeki beş yılda yatırım 251
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
bütçesinin ortalama yüzde 25’ini her yıl sağlık yatırımları için ayıracaktır. 2003-2010 yılları arasında sağlık hizmetlerine 1.5 milyar TL ödenek ayrılmıştır. Sosyal Hizmetler: Sosyal hizmetler geniş bir konudur. Çocuk Esirgeme Kurumu’nun faaliyetlerini de içine alacak şekilde değişik sosyal hizmet alanlarında önemli ölçüde yatırım ihtiyacı söz konusudur. Yaşlıların, engellilerin, çocukların, güçsüz kalmış ve mağdur edilmiş kadınların korunması, sokakta çalışan çocukların korunması ve iyileştirilmesi yoğun göç alan İstanbul gibi bir metropoliten şehirde öncelikli üçüncü konu olarak görülmüştür. Bu nedenle il özel idaresi önümüzdeki 5 yılda yatırım bütçesinin yüzde 10’unu her yıl sosyal hizmet sektörüne ayıracaktır. 2003-2010 yılları arasında sosyal hizmetlere 237 Milyon TL ödenek ayrılmıştır. Gençlik ve Spor: İstanbul nüfusunun göçlerle giderek artması, genç nüfusun yüksek olması ve şehirdeki spor tesisleri sayısının yetersiz olması bu sektörün güçlendirilmesini gerektirmektedir. Bu amaçla idare, yatırım bütçesinin her yıl yüzde 7’sini önümüzdeki 5 yılda gençlik ve spor sektöründe kullanacaktır. 2003-2010 yılları arasında spor hizmetlerine 334 Milyon TL ödenek ayrılmıştır. Kültür ve Turizm: Bu bölümde tarihi ve kültürel varlıkların bakımı, ihyası ve korunması gelecek nesillere miras bırakılması önemli olan bir konudur. İl müdürlüğünün bu konuda hazırlayacağı projeler sürekli olarak desteklenmektedir. Bu amaçla il özel idaresi, yatırım bütçesinin her yıl yüzde 4’ünü önümüzdeki 5 yılda kültür ve turizm sektöründe kullanacaktır. 2003-2010 yılları arasında kültür hizmetlerine 246 Milyon TL ödenek ayrılmıştır. Tarım: Bitki koruma, hayvan sağlığı, çiftçilerin desteklenmesi, gıda kontrolü, gıda satış ve toplu tüketim yerlerinin denetlenmesi, gıda üretim yerlerinin denetlenmesi gibi projelere geniş anlamda destek sağlanması amaçlanmaktadır. İstanbul’da orman köylerinde yaşayan nüfusun görece az olması nedeniyle bu sektördeki faaliyetler daha çok şehirde yaşayan insanlarla ilgili konular üzerinde odaklanacaktır. İl özel idaresi önümüzdeki 5 yıl içinde bu sektörde yatırım bütçesinin her yıl yüzde 2’sini kullanmayı planlamıştır (İstanbul İl Özel İdaresi Stratejik Planı 2010-2014). 2003-2010 yılları arasında tarım hizmetlerine 56.1 Milyon TL ödenek ayrılmıştır. Güvenlik: İstanbul’un huzur ve güven içinde yaşaması için emniyet birimlerimizin hizmetlerinde kullanılmak üzere 2003-2010 yılları arasında 136 Milyon TL ödenek ayrılmıştır. MOBESE projesi ile İstanbul güvenliği çağın gerektirdiği teknolojiye sahip olmuştur. Sivil Savunma: İstanbul’un olası afetlere karşı hazırlıklı olması amacıyla, İl Afet Yönetim Merkezi, İl Kriz Merkezi ve Sivil Savunma Koordinasyon Merkezleri inşa edilmiştir. Ayrıca Sivil Savunma Müdürlüğü için mal ve malzeme alımları yapılmıştır. Bu hizmetlerin gerçekleşebilmesi için 2003-2010 yılları arasında 73 milyon TL ödenek ayrılmıştır.
SONUÇ Sonuç olarak kentlerin planlı gelişmesi, sağlıklı, güvenli yerleşmelerin oluşması, yaşam kalitesinin artırılması, doğal ve kültürel varlıkların korunması, yerel kalkınmanın sağlanması açısından il özel idarelerine büyük görev düşmektedir. İstanbul’un sağlıklı bir şekilde gelişmesi ve yaşanabilir bir kent olması doğru planlama yapılmasına ve söz konusu planların ciddi bir şekilde uygulanmasına bağlıdır. Bu anlayış ile görev ve sorumlulukları kapsamında yatırımlarına devam etmektedir. 252
Diğer Bildiriler
KAYNAKÇA Açıkgöz, Z., 2011, İl Özel İdarelerinin Yeniden Yapılandırılması İstanbul İl Özel idaresi Örneği, Nobel Akademik Yayıncılık, Kızılay Ankara. Türkal, H., 2000, İl Özel İdarelerine Eleştirel Bir Bakış, Yerel Yönetim ve Denetim. Web Siteleri: http://www.arem.gov.tr/proje/yonetim/Koy_hizmetleri/Bolum3.pdf http://www.bayindirlik.gov.tr/turkce/kentlesme/kitap10.pdf http://www.sp.gov.tr/documents/planlar/IstanbulIlOzelIdaresiSP1014.pdf
253
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
254
Diğer Bildiriler
ZEYYAT GÜMÜŞ Şehir Plancısı
ŞEHİRLERİMİZ ve PLANLAMA ÜZERİNE
Ü
lkemizde yapılan planlama çalışmalarının bir türlü tamamlanarak anayasa gibi uygulanabilir kurallara bağlanamaması ülkemiz açısından şehirleşme sürecini uzatmakta ve bu da ülkemizde yaşam standartlarının oluşmasının, vatandaşlarımızın daha bir kentli olmasının sürecini de geciktirmektedir. Bilindiği gibi şehirciliğin gelişmesi beraberinde sosyal ve ekonomik gelişmeyi de beraberinde getirmektedir. Ülkemizde şehir planlamasının sağlıklı yapılamadığı kanaatim var. Bu kanaati taşımamın birçok nedeni var tabii ki. Bunlardan birkaçı üzerinde kısaca durmak istiyorum: Plan yapım ve onay mekanizmalarının dağınık olması: Kastettiğim plan yapan plancılar ile onama merci olan kişiler arasında mantık ve algı farklılığının olmasıdır. Plancı planı tasarlarken bağlı kaldığı planlama ilkeleri, varsa üst ölçekli plan kararları ve ilgili mevzuattır. Bunun haricinde plancının yaptığı tamamen bir kurgudur. Onay mercii veya makamı ise (şayet plancı ise ancak planlamayı bilmeyen plancı olmayan şahsiyetlere diyecek bir şey zaten olamaz) plancının hazırlamış olduğu mantık ve kurguyu anlıyor ancak bunu çeşitli sebeplerden dolayı değiştirme girişiminde bulunuyor. Tabii ki hal böyle olunca plan plan olmaktan çıkıyor ve sonraki onay süreçlerinde daha sonra değineceğim sebeplerden dolayı plana müdahaleler artıyor ve plan ve süreçler alt üst oluyor. Planlamaya Siyasi Müdahale: Yazımın girişinde dediğim gibi plan, anayasa gibi olmalı, müdahale kabul etmemeli, hele planlama ehliyeti olmayan kişilerin müdahalesi hiç olmamalı, hatta nasıl ehliyeti olmayan kişi en basit bir motorlu aracı kullanamıyorsa, müeyyideleri varsa planda da aynen bu olmalı. Diğer meslek gruplarının işlerinde nedense hiç kimse müdahaleci olmaz (örn: mimar , mühendis vs.) ama konu planlama olunca herkes bir anda plancı kesiliverir. Bu algıyı ülkemizde kırmalıyız, bir yönetici bu böyle olmalı dememeli, dese bile konu araştırıldıktan sonra istişare yolu ile işi bilen kişilerle bu kararlar verilme255
Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar
li. İstanbul’da yaşıyorum ancak dünya kenti diye övündüğümüz bu şehrimizde o kadar çok yanlış uygulamalar var ki benim vatandaş olarak bana sunulan benim hakkım olan birçok doğal güzellik ve ortam maalesef çeşitli nedenler ve menfaatlerle kısıtlanmaktadır. Biz bugünü, şehirlerimiz ve ülkemiz bu anı bir daha bulamayacaktır onun için biraz daha sağ duyulu kararlar verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Kentsel Dönüşüm ve Yenileme Mantığında Yanlış Uygulamalar: Ülkemiz deprem gibi önemli ve yıkıcı bir doğal afetin yaşandığı ve yaşanma potansiyelinin fazla olduğu bir konumda bulunmaktadır. Bu da beraberinde statik gücü olmayan ve yenilenmesi veya güçlenmesi gereken oldukça fazla yapı stokunun ne olacağı sorusunu akla getirmiştir. Kentsel dönüşüm ve yenileme mantığı bu sorunu çözmek amacıyla uygulamaya geçmiştir. İlk yapılan uygulamalar gerçekten gecekondu yapılaşmasını ortadan kaldıracak, iyi kötü planlı, vatandaşın sorununu bir nebze çözen uygulamalardı. Bu uygulamayı en iyi yapan kurum ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi Mesken ve Gecekondu Müdürlüğü olmuştur. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kiptaş’ın, devlet TOKİ’nin önünü planlama ve yetki yönünden açmıştır ki yanlış uygulama mantığı burada başlamıştır. Yapılan dönüşüm alanlarında planlama kararları münferit verilmiş ve plan bütünlüğü kaybolmuştur. Planlamada dönüşüm alanlarında yapılanma şartları fazla tutulmuştur. Bunun sonucunda yenilenmesi gereken meriyette olması gerekenden fazla inşaat yapan birçok yapıya nüfus artışı getirdiği, donatı yetersizliği gibi sebeplerden dolayı meri inşaat hakkı planda kentsel dönüşüm alanlarındaki inşaat hakkı fazlası yüzünden verilememektedir. Kentsel dönüşüm alanları planlarının münferit olarak yapılmasının getirdiği sorun, kentsel yenilemenin yapılamamasıdır. Kentsel yenilemeyi de kentsel dönüşüm mantığında planlayarak çözümleyebiliriz ancak bu durum bize yapılaşma fazlası getirecek ve şehirlerimizde nüfus daha da artarak yaşanmaz hale gelecektir. Yukarıda anlatılanlar her ne kadar tehdit gibi görünse de bunları fırsata çevirmek mümkün. Hükümet çok güzel bir adım attı ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nı ihdas etti. İnanıyorum ki bakanımızda olaya farklı bir pencereden bakacak ve planlama konusunda yaşanan sorunlar iyice irdelenecek ve bu doğrultuda yapılanma ve mevzuat değişikliklerine gidilecektir. Her şeye rağmen gelecekten umudu kesmemek gayret etmek gerektiğine inanıyorum. Saygılarımla…
256