Mimar ve Mühendis Temmuz - Ağustos 2014 Sayı: 78 EĞİTİM HAYATI VE MESLEK SEÇİMİ
Sayı: 78 Temmuz - Ağustos 2014
78
EĞİTİM HAYATI VE MESLEK SEÇİMİ Mühendislik ve Toplum Prof. Dr Sadettin Ökten Mühendis olacak kimse diğer bütün mesleklerde olduğu gibi varlığında belirli eğilimlerin ağır bastığı bir insandır.
TİCARETİN GÜZELLİĞİ TAHTAKALE’DE Osman Şahbaz 20’nci yüzyılda Tahtakale ve Mahmutpaşa civarı artık tamamen ticaret merkezi hüviyetine büründü.
TOÇAL’IN İKİ YÜZÜ OSMAN ARI Elburz dağları yaz-kış dört mevsim sadece Tahranlıların değil bütün İranlıların rağbet ettiği, her yaştan insanın yürüyüş yaptığı, kışın kayak yaptığı bir yerdir.
İmtiyaz Sahibi Mimar ve Mühendisler Grubu adına Genel Başkan Murat Özdemir
Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar Prof. Dr. Oğuz Borat Prof. Dr. Zeki Çizmecioğlu Yrd. Doç. Dr Mehmet Lütfi Arslan Yayın Danışma Kurulu Avni Çebi, Prof. Dr. Nazif Gürdoğan, Prof. Dr. İlhan Kocaarslan Prof. Dr. Nizamettin Aydın, Prof. Dr. Zeki Çizmecioğlu, Yrd. Doç. Dr. Ömer Faruk Kültür, Mehmet Osmanlıoğlu Yrd. Doç. Dr. Yalçın Boztoprak, Fatih Dönmez, Yrd. Doc. Dr. İbrahim Güneş, Yakup Güler İletİşİm Adresİ Kuştepe Biracılar Sok. No: 7 Mecidiyeköy/İstanbul Tel: 212 217 51 00 Fax: 212 217 22 63 Web: www.mmg.org.tr E-posta: mmg@mmg.org.tr
ABEMEDY A Yayın Koordİnatörü İsmail Şaşmaz ismail.sasmaz@abemedya.com Edİtör Fatih Göksu Görsel Yönetmen Ersan Topuz Reklam Serdar Erikci serdar.erikci@abemedya.com Eski Osmanlı Sok. Cansun Apt. 5/7 Mecidiyeköy/İstanbul Tel: 212 273 27 50 Fax: 212 273 27 51 Web: www.abemedya.com Basım Biltur Basım Yayın ve Hizmet A.Ş. İstanbul Dudullu OSB 1. Cadde No: 16 Eskent, Ümraniye / İSTANBUL Tel: 0216 444 44 03 Yayın Türü İki ayda bir yayınlanır. Yerel Süreli Yayın Ücretsizdir Yazı ve reklamların içerik sorumluluğu sahiplerine aittir. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.
Temmuz ve Ağustos aylarını kapsayan Mimar ve Mühendis Dergimizin 78. sayısını da çıkarmış bulunmaktayız. Mübarek Ramazan ayı ve bayramını, bunun hemen ertesinde ise yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini geride bıraktık. Gündemin yavaş yavaş normale döndüğü ülkemizde biz de bu sayımızı “Meslek Seçimi ve Eğitim Hayatı” üzerine oluşturmaya karar verdik. Daha önceleri de defalarca eğitim ve üniversitelerimiz hakkında dosya konuları oluşturmuş durumdayız ama ne yazık ki söylemek istediklerimizi tam anlamıyla anlatamamaktan ve de gerekli yerlere sesimizi ulaştıramamaktan muzdaribiz. Bu defa da üniversiteye başlama arifesindeki gençlerimize rehber veya örnek olacak yazılara, söyleşilere yer vermek istedik. Bilindiği üzere ülkemizde eğitim sistemi sınavlar üzerine kurulu. Belki her sınavdan kazanılan başvuru paraları düşünülürse, ekonomimiz dahi bu sınavlar üzerine kuruludur. Çok küçük yaşlarda başlattığımız çocuklarımızı sınav stresine sokma hevesimiz hiç eksik kalmamaktadır. Rekabetin getirisi olarak gösterilen ve adeta en güçlü olanın hayatta
kalacağı gibi bir sistem üzerinden yürütülen bu kargaşa ne yazık ki ben de dahil birçok gencimizi hem potansiyellerini öldürme hem de ezberleme yoluyla anlayamama durumuna sokup bizleri heba etmiştir. Meslek seçiminin hayatta huzuru getirecek en önemli unsur olduğu bilinse dahi kendi kapasite ve yeteneklerini bilmeyen gençlerimize ne desek ne anlatsak çok bir faydası olacağını düşünmemekteyim. Sizden
ricam dergimizde yer alan Finlandiya örneğini iyice incelemeniz, bu sayede belki kendi çocuğunuza bakış açınızı değiştirebilirsiniz. Bundan başka dergimizi her sayımızda olduğu gibi kültür sanat bölümümüzü oluşturan sinema, kitaplık ve gezi sayfalarıyla eğlenceli hale getirirken şehirler ve yönetim üzerine faydalı ve öğretici yazılar da koyduk. İyi okumalar dilerim
Bilindiği üzere ülkemizde eğitim sistemi sınavlar üzerine kurulu. Belki her sınavdan kazanılan başvuru paraları düşünülürse, ekonomimiz dahi bu sınavlar üzerine kuruludur.
Mimar ve Mühendis Temmuz - Ağustos 2014 Sayı: 78
Yayın Kurulu Mahmut Çelik, Osman Şahbaz, Ali Reyhan Esen, Ali Osman Öncel, Yavuz Sarı, Mehmet Kürşat Çapar
EDitörden…
EĞİTİM HAYATI VE MESLEK SEÇİMİ
Sorumlu Yazı İşlerİ Müdürü Murat Alpay muratalpay@mmg.org.tr
Sayı: 78 Temmuz - Ağustos 2014
78
EĞİTİM HAYATI VE MESLEK SEÇİMİ Mühendislik ve TopluM pRof. dR sAdeTTin ÖkTen Mühendis olacak kimse diğer bütün mesleklerde olduğu gibi varlığında belirli eğilimlerin ağır bastığı bir...
TİCAReTİn GüZellİĞİ TAhTAkAle’de osMAn ŞAhbAZ Mahmutpaşa 15’inci yüzyılın sonlarında mahalle olarak kurulur. Uzunca bir süre Saray’ın ve konakların...
ToÇAl’in İkİ YüZü osMAn ARi Elburz sıradağları Tahran’ın kuzey doğusunda, Hazar Deniz’i ile Tahran arasında doğu-batı istikametinde...
İçindekiler
Mimar ve Mühendis
78 6
32 KAPAK
BİZDEN HABERLER KISA KISA
EĞİTİM HAYATI VE MESLEK SEÇİMİ Çocukla iletişim kurmaya çalışan yetişkinlerin, onlara yönelttikleri ilk sorulardan biri, "büyüyünce ne olacaksın?" sorusudur. Ne kadar küçük olursa olsun, her çocuğun böyle bir soruyu, bir meslek adı vererek cevapladığı görülür. Çocuğun hayallerinde oluşan ve oyunlarına yansıyan bu meslek heveslerinin gerçekle bağlantısı çok zayıftır. Çocuk, meslek hedeflerini ifade ederken ne yeteneklerini...
36 40
MÜSLÜMANCA EĞİTİMİN TEMEL KURALLARI ZEKÂİ ŞEN İÇİ BOŞALAN VE YOZLAŞAN LİSE EĞİTİMİ İÇİN KURTULUŞ FORMÜLLERİ: EĞİTİMİN ÖZELLEŞMESİ VE AÇIK ÖĞRETİM LİSELERİ Prof. Dr. Osman Çakmak
46
FİNLANDİYA İLK ve ORTAÖĞRETİM SİSTEMİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ ve TÜRK EĞİTİM SİSTEMİ AÇISINDAN KISA BİR DEĞERLENDİRME DOÇ. DR. ERSİN KAVİ YALOVA ÜNİVERSİTESİ, İİBF ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE END. İLİŞK.
50
MEVLANA’DA İNSAN EĞİTİMİ PROF. DR. CİHAN OKUYUCU
56
BİN YILLIK TEMELLER VE MODERN ÇAĞIN REFORMLARI – MACAR EĞİTİM SİSTEMİ ROLAND KISS MACARİSTAN İSTANBUL BAŞKONSOLOSLUĞU KÜLTÜR ATEŞESİ
ETKİNLİK
28
58
ÜSTÜN BAŞARILI ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİ: KİMLİK, AİLE VE ÜNİVERSİTELERİN ÖĞRENCİ BAŞARISINDAKİ PAYI DOÇ. DR. ALİ ARSLAN
62
SEZAİ KARAKOÇ’UN EĞİTİM SİSTEMİMİZE DAİR ÖNERİLERİ PROF. DR. RECEP DUYMAZ
66
MESLEK LİSESİ MEZUNLARININ ÜNİVERSİTEYE GİRİŞTEKİ BAŞARISIZLIĞININ DEĞERLENDİRİLMESİ Prof. Dr. Zeki ÇİZMECİOĞLU
70
İNSAN KAYNAKLARININ GELİŞTİRİLMESİ ve UMEM PROJESİ Prof. Dr. Oğuz Borat İstanbul Ticaret Üniversitesi
76
“GÖRÜNMEYEN EL”DEN “SANAL EL”E İNSAN KAYNAĞI Yrd. Doç. Dr MEHMET LÜTFİ ARSLAN İstanbul Medeniyet Üniversitesi Öğretim Üyesi
Mühendislik ve Toplum Prof. Dr Sadettin Ökten
80
TİCARETİN GÜZELLİĞİ TAHTAKALE'DE
Osman Şahbaz Makine Mühendisi MMG Genel Başkan Yardımcısı
Bir Kumaştan Her Şey Olmaz!
Bir işin severek yapılabilmesi için, tabii ki bazı faktörler de söz konusudur. Her insan aynı özellikte yaratılmamıştır. Her insanın kabiliyeti ve ilgi alanı farklıdır. Eğitim ve öğretim faaliyetinden de öncelikle beklenen, kişilerin kabiliyetleri ve ilgi alanları her ne ise, onu doğru belirlemek ve mümkün olduğunca gelişmesini sağlamaktır. Burada önemli olan, kişilerin kabiliyetlerini mümkün olan en erken yaşlarda tespit edip ona göre yönlendirecek bir eğitim-öğretim sisteminin tesisidir.
Yaz mevsimi bazıları için tatil ve dinlenme sezonu olurken bazıları için de gelecekleri hakkında önemli kararlar alma dönemi olmaktadır. Özellikle liseyi bitiren gençlerimiz, aileleri ile birlikte bu dönemde meslek ve üniversite seçimi yapma telaşı yaşamaktadırlar. Biz de böyle bir dönemde çıkardığımız Mimar ve Mühendis Dergimizin temmuz-ağustos sayısının dosya konusunu, "Eğitim Hayatı ve Meslek Seçimi" olarak belirledik. Evet, meslek seçimi insan hayatının en önemli seçimlerinden bir tanesini oluşturmaktadır. Herkes iyi bir meslek sahibi olmayı talep etmektedir. Aslında iyi meslek tanımını çok doğru bulmuyorum. Esas aranması gereken severek yapılacak meslek olmalıdır. İyi meslekten iş bulunması, o işte başarılı olunabilmesi ve o işten para kazanılması ise, bakıldığında her iş için bu imkanların olduğunu, bir işi severek yapanların hem iş bulabildiklerini, hem başarılı olduklarını hem de para kazandıklarını görebilmekteyiz. Onun için öncelik severek yapılacak meslek arayışı olmalıdır. Bir işin severek yapılabilmesi için, tabii ki bazı faktörler de söz konusudur. Her insan aynı özellikte yaratılmamıştır. Her insanın kabiliyeti ve ilgi alanı farklıdır. Eğitim ve öğretim faaliyetinden de öncelikle beklenen, kişilerin kabiliyetleri ve ilgi alanları her ne ise, onu doğru belirlemek ve mümkün olduğunca gelişmesini sağlamaktır. Bir kumaştan her şey olmaz. Elinizdeki kumaşın niteliğine göre gömlek de olabilir, ceket de, perde de, toz bezi de… Siz perdelik kumaştan gömlek yapmaya kalkarsanız bir şey olur ama pek şık ve başarılı olmaz herhalde. Evet, bir kumaştan her şey olmaz, ama her kumaştan niteliğine göre illa ki bir şey olur. Burada önemli olan her şeyi yerli yerinde kullanmak, kişileri ilgi ve kabiliyetlerine göre değerlendirmektir. Buna çarpıcı bir örnek verecek olursak; Yurtdışında yaklaşık, 2.7 milyonu Almanya’da olmak üzere 3.7 milyon Türk yaşamaktadır. Yani, 75 milyonluk ülke nüfusunun yaklaşık %5’i yurtdışında yaşıyor. Geçen sezon için
Türkiye’nin süper liginde oynayan yaklaşık 300 Türk oyuncunun 100’ü yani yaklaşık %33’ü bu %5’lik havuzdan geliyor. Bu 100 oyuncunun 65’i Almanya kökenli. 75 milyonluk Türkiye’den oluşturulacak milli takım, Almanya’da yetişmiş Türklerden oluşturulacak milli takımla maalesef baş edemeyecektir. Burada önemli olan, kişilerin kabiliyetlerini mümkün olan en erken yaşlarda tespit edip ona göre yönlendirecek bir eğitim-öğretim sisteminin tesisidir. İşin severek yapılabilmesi için bir diğer motive edici faktör de, o işin aile tarafından zaten yapılıyor olması ve dolayısıyla mesleğe yeni atılacak kişi için hazır bir bilgi birikimi ve geleneğinin hazır olmasıdır. Aslında bu konunun çoğu zaman ihmal edildiğini görebiliyoruz. Öğretim hayatı boyunca zaten yeterince yönlendirme yapılmamış öğrenci, meslek seçimi aşamasına geldiğinde ailesinin var olan mesleğinde ilerlemek, o birikimi geliştirmek, o birikime katkı sağlayacak bir meslek seçmek yerine moda bir meslek seçimine yönelebilmektedir. Bu da zaman içerisinde oluşmuş çok önemli olan bir müessesenin gelecek nesillere aktarılarak sürdürülebilir olmasını engellemektedir. Kişilerin kendi bireysel çaba ve kararları elbette önemlidir ama günümüzde iş dünyasının geldiği noktada bir şeylere sıfırdan başlayıp geliştirmek gittikçe zorlaşmaktadır. Onun için kişi öncelikle elinin altındaki imkanları, o konuda ciddi bir kabiliyetsizliği veya bir başka konuda çok önemli bir kabiliyeti yoksa, değerlendirme yoluna giderse hem kendi açısından daha güvenli bir şekilde hayata atılmış olur hem de yılların tecrübesini ileriye taşıma imkanına sahip olmuş olur. Ömrü yüzyıllara ulaşan köklü şirketler de böyle gelişebilmişlerdir. Herkesin gerçekten severek yaptığı, başarılı olduğu ve karşılığını da aldığı meslekleriyle ülkemizin gelişmesine ve ilerlemesine katkı sağlayabilmesi duasıyla… Murat ÖZDEMİR MMG Genel Başkanı
BİZDEN HABERLER
DİYARBAKIR ŞUBEDEN DEPREM SEMİNERİ
1
0 Mayıs 2014 tarihinde MMG Diyarbakır şubesi tarafından “Yerleşim İçin Depreme Karşı En Güvenli Yer Neresidir ?” konulu bir seminer düzenlendi. Ankara Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Jeoloji Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kamil Kayabalı’nın da yer aldığı seminerde, ağırlıklı olarak MMG üyeleri katıldı. Seminerde, Anadolu'da ve dünyada meydana gelen depremlerin yapılara verdiği zararlar örnekler ve görsellerle anlatılarak, buna bağlı olarak meydana gelen can kayıpları, Anadolu plakası üzerindeki fay hatları ve bu hatlar üzerinde meydana gelebilecek depremlere karşı yapılar nasıl tasarlanmalı, can kayıplarını minimuma indirebilmek için ne gibi tedbirler alınmalı gibi hassas konularla ilgili önemli bilgiler verildi ve yapı tasarımları üzerinde duruldu.
MMG’DEN ANKARA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ GENEL SEKRETERİ DR. ASIM BALCI’YA ZİYARET
T
emmuz 2014 tarihinde MMG Genel Başkanı Murat Özdemir, MMG Ankara Şube Başkanı Yılmaz Ada, MMG Ankara Şube Yönetim Kurulu Üyesi Yunus Aluç ve MMG Bilişim Teknolojileri Kom. Bşk. Mehmet Kürşat ÇAPAR'dan oluşan bir
heyetle Ankara Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Dr. Asım Balcı’yı makamında ziyaret ederek, hayırlı olsun dileklerinde bulundu. Ziyarette genel olarak birlikte ne tür faaliyetlerde bulunabileceği konuları görüşüldü.
MMG ANKARA ŞUBE TOKİ BAŞKANINI ZİYARET ETTİ 1
8 Ağustos.2014 tarihinde MMG Ankara Şube Başkanı Yılmaz Ada, İller Bankası Genel Müdür Yardımcısı Sn. Yusuf Büyük, Yönetim Kurulu Üyesi Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü Harita Dairesi Başkanı Sn. Sedat Bakıcı, Toros Gaz Genel Müdürü Sn. Abdurrahman Atabey, Yönetim Kurulu Üyesi Sn. Ertuğrul Kuyrukçu ve Kardeş Mühendislik Genel Müdürü Sn. Ali Çiftçi TOKİ Başkanı Mehmet Ergün Turan ve TOKİ’ye yeni atanan Başkan Yardımcısı Sami Er’i makamlarında ziyaret ederek hayırlı olsun dilek ve temennilerinde bulundu. Samimi bir sohbet havasında geçen ziyarette; MMG olarak kendilerinin yeni görevlerinde başarılı olmaları hususundaki iyi niyet temennileri yanında, genel olarak şehirleşme ve TOKİ’nin yaptığı projelerle ilgili duyarlılık ve tavsiyeler paylaşıldı.
6
Mimar ve Mühendis
BİZDEN HABERLER
MİMAR VE MÜHENDİSLER GRUBU YTÜ MİMARLIK FAKÜLTESİ MEZUNİYET TÖRENİNE KATILDI
Y
ıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi görkemli bir mezuniyet töreni ile yeni mezunlarını kep atarak uğurladı. YTÜ Davutpaşa Kampüsü 2010 Avrupa Kültür Başkenti Kongre Kültür Merkezi'nde yapılan törene Mimar ve Mühendisler Grubu Başkanı Murat Özdemir, Başkan Yardımcısı Ali Reyhan Esen ile Genel Sekreter Murat Alpay katıldı. MMG heyetini salon girişinde Mimarlık Fakültesi Dekan Vekili Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nuran Kara Pilehvarian karşıladı. Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümünde derece yapan; 1- Mehmet KOÇ 2- Kübra BAŞBAY 3- Seda ÇATEL isimli öğrencilere MMG başkanı Murat ÖZDEMİR, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde derece yapan; 1- Hanife Ahsen ÖZDEMİR 2- Ceren ÖZCAN 3- Ayşenur GURBETOĞLU isimli öğrencilere Başkan Yardımcısı Ali Reyhan Esen tarafından başarı plaketleri verildi
STK'LARDAN ANLAMLI ÇAĞRI MMG’nin de üyesi olduğu Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı (TGTV) ve İslam Dünyası Toplum Kuruluşları Birliği (İDSB) ortaklaşa 'İsrail'i Tel'in, Gazze'ye Acil Yardım' konulu basın toplantısı düzenledi. Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD)'nin Sütlüce'deki Genel Merkezi'nde düzenlenen toplantıya çok sayıda Sivil Toplum Kuruluşu (STK) temsilcisi katıldı. İDSB ve TGTV İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarını kınayarak, uluslararası toplumu derhal harekete geçmeye çağırırken, 'İsrail mallarına boykot' ve 'Gazze'ye yönelik başlatılan insani yardım projelerine çok güçlü destek verilmesi' çağrısı yapıldı.
T
oplantıda konuşan İDSB Genel Sekreteri Ali Kurt, Filistin topraklarının işgal edildiğini belirterek, ülke nüfusunun iki katı kadar Filistinli'nin vatan dışında mülteci konumunda olduğunu söyledi. Gazze'yi açık hava hapishanesi şeklinde niteleyen Kurt; "Yıllardır devam eden ambargo ve abluka altında, yaşam damarları kesilerek özgür dünyanın gözü önünde çoluk çocuk, kadın sivil demeden günbegün acımasızca katil kurşunlara hedef olmaya terk edilen bir Gazze var. Batı Şeria sahasında binden çok Filistinli'nin delilsiz suçlamalarla tutuklanmasının ardından 7 Temmuz'da başlayan çok yönlü saldırılar temposunu artırarak ikinci haftasını doldurdu" diye konuştu. Kurt, İsrail'in saldırılarının Hamas ve El-Fetih arasındaki uzlaşmadan sonra başladığına dikkat çekerek, Gazze'de yaşananların yargısız infaz olduğunu kaydetti. İDSB ve TGTV Bütün Dünyaya Çağrı Yaptı Gazze'de uluslararası denetim altında acil ve adil bir ateşkesin sağlanması gerektiğinin altını çizen Kurt; "Gazze üzerindeki abluka kayıtsız, şartsız ve gecikmeden kaldırılmalıdır. Saldırılarda yaralanmış ve mağdur edilmiş binlerce insana yönelik acil insani yardım ve sağlık hizmeti noktasında
8
Mimar ve Mühendis
gereken her türlü kolaylık ve güven ortamı sağlanmalıdır. İsrail'in keyfi olarak yürüttüğü tutuklama kampanyasıyla özgürlükleri ellerinden alınan Filistinliler derhal serbest bırakılmalıdır. Birleşmiş Milletler ve Avrupa Güvenlik İşbirliği Teşkilatı ve ilgili uluslararası hukuk ve karar mekanizmaları üstlerine düşen görevi yerine getirmeli, bu doğrultuda İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Birliği aktif olarak devreye girmelidir. İslam dünyasındaki bir çok ülke yönetimi bu zulüm karşısındaki sessizliğini koruyor. Kendilerini bu haksızlığa karşı çıkmaya ve katliama dur demeye davet ediyoruz" dedi. Anadolu Ajansı, Gazze'nin sesi oldu TGTV Yönetim ve İcra Kurulu Başkanı Hamza Akbulut da yapay bir devlet olduğunu söylediği İsrail'in İslam dünyasına sokulan bir 'Truva Atı' olduğunu dile getirdi. Batının olanca gücüyle İsrail'in arkasında olduğunu dile getiren Akbulut, yaşananların dünya kamuoyuna yansımadığını kaydetti. Akbulut, Yahudi lobisinin dünyadaki gücüne değinerek; "Medya endüstrisi Yahudi'nin elindedir. Dünyanın ekonomik gücüne de onlar hakim. Anadolu Ajansı benzeri değerli ajansımız yardımı ile Filistin'de yapılanlar bilinmektedir. Filistin ve Kudüs meselesi," bütün İslam dünyasının meselesidir' diye konuştu.
Temmuz - AÄ&#x;ustos 2014
9
BİZDEN HABERLER
Şehit Furkan Doğan KABRİSTANINı DA ziyaret ettik 3 Yıldır abluka altında olan Gazze'ye 10.000 ton yardım taşıyan ve birçok milletten insan bulunan yardım filosuna İsrail askerlerinin Doğu Akdeniz'de uluslararası sularda, yaptığı baskında şehit edilen 9 silahsIz ve masum insan arasındaki şehit Furkan Doğan'ın mezarı Kayseri'de ziyaret edildi.
İ
srail'in yardım filosuna düzenlediği dokuz kişinin ölümüyle sonuçlanan baskının sembol ismi haline gelen Furkan Doğan'ın Kayseri Talas'daki mezarı başında dualar okundu. Türk yardım gönüllüsü Furkan Doğan, Gazze filosu saldırılarında hayatını kaybeden en genç isimdi. İsrail askerlerinin filoya saldırısında öldürdükleri Furkan Doğan Adli Tıp raporuna göre 45 cm'den daha yakın mesafeden yüzünden, kafasının arkasından, iki kez bacağından ve bir kez de sırtından olmak üzere toplam 5 defa vurulmuştu. İsrail komandoları tarafından ''infaz'' yönetimiyle öldürülmüştü. 19 yaşındaki Furkan Doğan, şehit edilmeden kısa bir süre önce not defterine şu satırları yazmıştı. '' Şehadet şerbetine son saatler. Var mı daha güzel şey? Varsa o da sadece annemdir, ama ondan emin değilim. İkisinin kıyası çok zor. Şehadet mi annem mi? Salon boşaldı ve şu ana kadar olmayan bir ciddiyet, bir anda herkesi kapladı''. Başkan Dr.Palancıoğlu, şehit Doğan'ın mezarını ve etrafını yeniden düzenleyeceklerini, ziyarete gelen kişilerin rahatlıkla mezarı başında dua etmeleri maksadıyla sosyal alan oluşturacaklarını ifade etti. Ziyarete Talas Belediye Başkanı Doç. Dr.H.Mustafa Palancıoğlu ile birlikte MMG Genel Başkan Yardımcısı Osman Şahbaz, Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ali Osman Öncel ve Ömer Furkan Şahbaz katıldı. 10 Mimar ve Mühendis
TÜRK YATIRIMCILARA MACARİSTAN’DAN DAVET Macaristan’ın Türkiye Fahri Konsolosu, Türk Macar İşadamları Derneği Başkanı ve Mimar ve Mühendisler Grubu Başkan Yardımcısı Osman Şahbaz, Macaristan’ın Szolnok şehri, Rákóczifalva Belediyesi tarafından, Türk-Macar Ticari ve Kültürel ilişkilerin geliştirilmesi amacıyla düzenlenen seminere konuşmacı olarak davet edildi.
S
eminere Osman Şahbaz’ın yanı sıra, Rákóczifalva Belediye Başkan Vekili Szabó László, Meclis Üyeleri Csomán István, Kósa Lajos, Bíró Tiborné, Jász-Nagykun-Szolnok megyei Kereskedelmi és Iparkamara Ticaret ve Sanayi Odası'ndan Rabi Zsuzsa, Kuruc Hagyományőrző Egyesület Derneği Başkanı AttilaTerenyei, Macimúzeum Müzesi Genel Müdürü Balázs Antal, yardımcısı Aniko Koradi, işadamları, sanayiciler, sanatçılar, şehrin yöneticileri ve gazeteciler de katıldı. MMG Başkan Yardımcısı Osman Şahbaz yaptığı konuşmada, Türkiye’de son oniki yıldır Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidarıyla başlayan gelişmeleri ve istikrarlı büyümeyi anlattıktan sonra; “Türk-Macar ekonomik ve kültürel ilişkileri bölgesel düzeyde, genellikle yerel yönetimler arasındaki kardeş şehir protokolü vesilesi ile yürütülmektedir.
Şu anda Macaristan ve Türkiye arasında ciddi bir kardeş şehir, kardeş üniversite, kardeş ticaret odaları ilişkisi vardır. Ekonomik alanda iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi, yatırımcılar, firmalar arasındaki ilişkiler, yerel yönetimlerin katkısıyla gerçekleşmektedir. Szolnok'da iki adet Osmanlı dönemine ait caminin olduğunu biliyoruz. Yerel yöneticiler veya özel sektör bu eski camilerin arsalarını satacak olursa Türkiye'den bu arsaları satın alacak, camiyi eski orjinal haline getirecek müteşebbisler davet edebiliriz. Szolnok ve Rákóczifalva şehirlerindeki Türk eserlerinin, eski yazıların ve kalıntıların kayda alınarak eskisi gibi yapılmasına katkı sağlayabiliriz. Aynı zamanda kültür bakanlığımız ve TİKA ile de bağlantıya geçebiliriz, bu kurumlardan destek alabiliriz ” diyerek yerel yönetimlerin işbirliğine vurgu yaptı.
Temmuz - AÄ&#x;ustos 2014 11
BİZDEN HABERLER
ŞUBELERİMİZDE İFTAR HEYECANI VARDI Mimar ve Mühendisler Grubu’nun bu ramazan'da tüm şubelerinde iftar heyecanı yaşandı. Geleneksel hale gelen iftarlarımıza bürokratlardan iş adamlarına, akademisyenlerDEN öğrencilere, geniş bir katılım oldu.
Diyarbakır Şube
M
Sakarya ŞUBE
M
imar ve Mühendisler Grubu Sakarya Şubesi 2014 yılı iftar programı 11 Temmuz 2014 Cuma günü, TEİAŞ Sosyal Tesislerinde gerçekleştirildi.Başer Mühendisliğin sponsorluğunda düzenlenen iftar organizasyonuna çok sayıda MMG üyesi katıldı. MMG Sakarya Şube Başkanı
Erol DEMİRALAY katılımcıların Ramazan ayını tebrik ederek açılış ve selamlama konuşması yaptı. İftar programına katılan MMG Genel Sekreteri Murat ALPAY ise genel değerlendirme konuşması yaparak MMG’nin vizyonu ve misyonu hakkında bilgiler verdi.
İzmir Şube
M
imar ve Mühendisler Grubu İzmir Şubesi 8 Temmuz 2014 Salı günü SGK Narlıdere Tesisleri’nde gerçekleştirdiği iftar programında misafirlerini ağırladı. MMG İzmir Şube Başkanı Ünal Özturkut gerçekleştirdiği açılış ve selamlama konuşmasında, MMG’nin vizyonu ve misyonu hakkında bilgiler verdi. İftar programında MMG Genel
12 Mimar ve Mühendis
Başkan Yardımcısı Mahmut Çelik, MMG İzmir Şube Başkanı Ünal Özturkut, İzmir İleri Teknoloji Enstitüsü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Güden’in yanı sıra Celal Bayar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Pakdemirli, birçok öğretim görevlileri ve MMG İzmir Şubesi üyeleri ile misafirler de hazır bulundu.
imar ve Mühendisler Grubu Diyarbakır Şubesi'nin her sene geleneksel olarak düzenlediği iftar programı 11 Temmuz 2014 tarihinde Karayolları 9. Bölge Müdürlüğü sosyal tesislerinde gerçekleştirildi. İftar programına MMG Genel Başkanı Murat Özdemir, Etik Kurulu ve bir önceki dönem başkanı Avni Çebi ile Yönetim Kurulu Üyesi Şeyhmus Yıldırım’ın yanı sıra Diyarbakır İl Müftü Yardımcısı Mehmet Sırrı Şık, Karayolları 9. Bölge Müdürü Şamil Gülen, Türk Telekom Diyarbakır Bölge Müdürü Ahmet Alevcan, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Diyarbakır İl Müdürü Ufuk Nurullah Bilgin, Diyarbakır İl Tarım Müd. Yrd. Sedat Ilgaz, Saadet Partisi Diyarbakır İl Başkanı Alican Ergin, Mardin Mazıdağı ETİ Bakır A.Ş. Genel Müdürü Veliddin Pekel, Batman TPAO Bölge Müd. Vekili Duran Demir ve çok sayıda mimar ve mühendis katıldı. İl Müftü Yardımcısı Mehmet Sırrı Şık’ın açılış konuşması ile başlayan program MMG Genel Başkanı Murat Özdemir ve Etik Kurulu Başkanı Avni Çebi'nin selamlama konuşması ile devam etti. MMG Diyarbakır Şube Başkanı Mesut Işık'ın teşekkür konuşması ile son bulan programdan sonra davetlilere Mimar ve Mühendis Grubu'nun dergileri dağıtıldı.
Bursa şube
M
Samsun Şube
M
imar ve Mühendisler Grubu Samsun Şubesi 2014 yılı iftar programı 16 Temmuz 2014 Çarşamba günü, Samsun OMTEL Otel'de gerçekleştirildi. İftar yemeğine Mimar ve Mühendisler Grubu üyelerinin yanı sıra çok sayıda 19 Mayıs Üniversitesi öğretim üyesi görevlileri de katıldı. İftar yemeğinin ardından 19 Mayıs Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Doktor Fehmi Yazıcı iftar programına katılanlara teknoparklar ve tarım teknoparkı konusunda bir sunum gerçekleştirdi. Samsun'a tarım tekno parkını kavuşturmak için gerekli çalışmaların başlatıldığını belirten Mimar ve Mühendisler Grubu
Samsun Şube Başkanı Salih Livaoğlu, "Samsun'a, iki ovası olan hava, kara, deniz ve demiryolu ağı bulunan nadir bölgelerimizden biridir. Dolaysıyla tarım tekno parkını Samsun'a 19 Mayıs Üniversitesi ile işbirliği yaparak kazandırmayı düşünüyoruz. Bu konuda Samsun'da gündem oluşturmak ve bu konuyu bakanlıklar nezdinde neticelendirmek için elimizden gelen gayreti göstereceğiz. Bizlere bu konuda bilgi ve birikimlerini aktaran değerli hocamıza teşekkür ediyoruz. Bu vesileyle tüm İslâm aleminin mübarek Ramazan-ı Şerif'lerini ve Ramazan Bayramı'nı kutluyorum" diyerek konuşmasını tamamladı.
imar ve Mühendisler Grubu Bursa Şubesi'nin geleneksel olarak düzenlendiği iftar programlarının 2014 yılı organizasyonu yoğun katılımla gerçekleşti. MMG Bursa Şube Yönetim Kurulu’nun ev sahipliği yaptığı 17 Temmuz 2014 Perşembe tarihli iftar programı Birlik Vakfı Bursa Şubesi tarihi binasının bahçesinde gerçekleştirildi. Programa AK Parti Genel Merkez Bursa Koordinatörü ve 22.dönem Kırşehir Milletvekili Hacı Türkmen, 22.dönem Muş Milletvekili Seracettin Karayağız, BTÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Şule Altun, BTÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Arif Karademir, BTÜ Doğa Bilimleri Mimarlık ve Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Osman Kopmaz, Birlik Vakfı Bursa Şube Başkanı ve MMG Bursa Şube Kurucu Başkanı Mustafa Bayraktar, Ensar Vakfı Bursa Şube Başkanı Ahmet Oruçoğlu, MMG Genel Merkez YK Üyesi Elektrik Mühendisi Bülent Şen ve MMG üyeleri katıldı.
Ankara Şube
M Kayseri Şube
M
imar ve Mühendisler Grubu Kayseri Şubesi’nin 2014 yılı iftar programı 4 Temmuz 2014 Cuma günü Şube Başkanı Tevfik Rıza Sümer ve Kayseri Organize Sanayi Bölgesi Başkanı Ahmet Hasyüncü'nün ev sahipliğinde KOSB sosyal tesislerinde coşkulu katılımla gerçekleştirildi. Akşam ezanı sonrasında Kayseri mutfağının birbirinden lezzetli örneklerinin sunulduğu iftar, KOSB`nin sponsorluğunda
yapıldı. İftara MMG Genel Başkan Yardımcısı ve Macaristan Kayseri Fahri Konsolosu Osman Şahbaz, Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ali Osman Öncel, İlim Yayma Cemiyeti Kayseri Şube Başkanı Oğuz Memiş, DSİ 12. Bölge Müdürü Hayrullah Coşkun, OSB Müdürü Orhan Akşit, MMG Kayseri Şube önceki dönem Başkanı Celal Dündar Selçuk ve birçok akademisyen, sporcu, bürokrat, sanayici, işadamı ve davetli katıldı.
imar ve Mühendisler Grubu Ankara Şubesi 14 Temmuz 2014 Pazartesi günü Hacı Bayram-ı Veli Cami Meydanı, İlim Yayma Cemiyeti ile Ali Soylu Gençlik ve Kültür Merkezi Avlusu’nda gerçekleştirdiği iftar programında misafirlerini ağırladı. MMG Ankara Şube Başkanı Yılmaz Ada gerçekleştirdiği açılış ve selamlama konuşmasında MMG’nin vizyonu ve misyonu hakkında bilgiler verdi. İftar programına MMG Genel Başkanı Murat Özdemir, MMG Ankara Şube Başkanı Yılmaz Ada, MMG Bilişim Teknolojileri Kom. Bşk. Mehmet Kürşat Çapar ve birçok öğretim görevlileri ve MMG Ankara Şubesi üyeleri ile misafirler de hazır bulundu. Temmuz - Ağustos 2014 13
ETKİNLİK
MMG BEYAZIT DEVLET KÜTÜPHANESİ VE ÜSKÜDAR Valide-i Atik KÜLLİYESİ’NE TEKNİK GEZİ DÜZENLEDİ
M
imar ve Mühendisler Grubu, üyelerinin katılımı ile gerçekleştirdiği ‘’Teknik Gezi’’ programı çerçevesinde 5 Temmuz 2014 Cumartesi günü yapımı tamamlanan Beyazıt Devlet Kütüphanesi ve yapımı devam eden Üsküdar Valide-i Atik Külliyesi’ne teknik inceleme gezisinde bulundu. MMG heyetini Beyazıt Devlet Kütüphanesi girişinde Rena İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Sinan Mataracı karşıladı. Beyazıt Devlet Kütüphanesi'nin, Türkiye’nin devlet tarafından kurulan ilk kütüphanesi olduğunu dile getiren Mataracı bilgilendirme konuşmasında; kütüphane içerisinde depo olarak kullanılmasından dolayı bulanan metal rafların sökülmesi, tüm duvar ve tavan kaplamasında bulunan çimentolu sıvaların sökülüp özgün sıva şekli (horasan) ile sıvanması, kapatılmış olan özgün pencere, baca ve kapıların restitüsyonu ile restorasyon proje ve raporları doğrultusunda tamamlandığı; kubbelerde oluşmuş olan çatlakların paslanmaz çelik dikişler ile sağlamlaştırılması ve gerekli teknolojik tüm altyapı işlerinin Rena İnşaat’ın yapmış olduğu restorasyon uygulamaları olduğunu dile getirdi. MMG inceleme heyeti daha sonra ikinci
14 Mimar ve Mühendis
inceleme alanı olan ve yapımı devam eden Üsküdar Valide-i Atik Külliyesi’ne geçti. MMG heyetini burada Geta Genel İnşaat adına İnşaat Mühendisi Çetin Alaca karşıladı. Restorasyon işlerinin uygulanması aşamasında olan Külliye'yi gezdiren Müh. Çetin Alaca Külliye'nin Mimar Sinan tarafından 1570-1579 yılları arasında inşa edildiğini, Valide-i Atik Külliyesi'nin İstanbul Boğazı'na hakim bir yamaçta ku-
rulu cami, medrese, darulkurra, darüşşifa, kervansaray, tekke, imaret ve hamamdan oluştuğunu söyledi. İncelemenin devamında MMG heyetini bilgilendiren Çetin Alaca Külliye'de restorasyonun devam ettiğini, kubbelerdeki yabani ağaçların ve betonların temizlendiğini, duvarlardaki beton sıvalarının temizlendiğini ve orijinal kursun kaplamaların tamamlandığını dile getirdi.
Temmuz - AÄ&#x;ustos 2014 15
ETKİNLİK
RAMAZAN COŞKUSUNU BİR ARADA YAŞADIK Mimar ve Mühendisler Grubu her yıl geleneksel olarak düzenlendiği iftar programlarına, 16 Temmuz Çarşamba günü Feshane Uluslararası Fuar Kongre ve Kültür Merkezi Salonu’nda, BİSAR Bilgi Teknolojileri, TAKSİM Yapı, GÜBRETAŞ, Uyumsoft Kurumsal İş Sistemleri, Emsaş İnşaat ve Yetkin Gayrimenkul sponsorluğunda gerçekleştirdiği organizasyonla devam etti.
S
unuculuğunu MMG Genel Başkan Yardımcısı Mahmut Çelik’in yaptığı ve Kur’an-ı Kerim Tilaveti ile başlayan iftar programına milletvekilleri, rektörler, akademisyenler, kamu kurum yönetici ve iş adamları, sivil toplum kuruluşları temsilcileri, MMG üyeleri ve misafirler katıldı. MMG Genel Başkan Yardımcısı Mahmut Çelik: “Hassasiyetlerimiz Aynı” "Mimar ve Mühendisler Grubu ile Yeryüzü Mühendisleri Derneği olarak aynı hassasiyetlere benzer açıdan baktık. Aynı hedefe hizmet eden kişilerden oluşan, 1990’lı yılların ortalarından bugüne kadar yaptığı her hizmette hakkı gözeten anlayışla var olmaya devam ettik. İslami hassasiyetlerimizi hayatın her alanında referans kabul 16 Mimar ve Mühendis
edilmesini öngören bir amaçla bugünlere kadar geldik. STK olarak olayları değerlendirirken intisap kültürümüz olması asla yanlışa gözümüzü kör etmemize sebep olmamıştır. Her türlü yanlışı yeri zamanında ve dozunda olmak kaydıyla söylemek, doğruyu ve hakkı gözetmemiz gerektiğini kendimize şiar etmişizdir. Bu yolda da Mimar ve Mühendisler Grubu olarak hizmet etmeye devam ediyoruz. Yeni dünya düzeni sivil toplum kuruluşlarının güzel örnekler oluşturmasıyla ancak inşa edilebilir. Eğer bizler yaşadığımız muhitte, yaşadığımız bölgede, çalıştığımız işyerinde örnek yönetim sergileyemiyorsak, örnek yönetici olamıyorsak, şirketlerimizi örnek bir şekilde hakka hukuka riayet ederek idare edemiyorsak; örnek bir devlet adamı, örnek bir sivil toplum kuruluşu
olarak farkındalık oluşturamıyorsak, yapmış olduğumuz hizmeti gereğiyle yere getiremiyoruz demektir. Her daim adaletle hükmetmeyi bir erdem değil bir zaruret olarak benliğimize işlememiz gerekmektedir" açıklamasında bulundu. Yrd. Doç. Dr. Ömer Faruk Kültür: “Sosyal Sorumluluk Bilinci ile Hareket Ediyoruz” Yeryüzü Mühendisleri Genel Başkanı Yrd. Doç. Dr. Ömer Faruk Kültür ise yaptığı konuşmada MMG çatısı altında bulunmaktan duymuş olduğu mutluluğu dile getirirken; "2007 yılında MMG inşaat komisyonundan başlayan bir çalışma ortamımız var. 2007 yılında MMG İnşaat Komisyonu'nda temellerini attığımız Yeryüzü Mühendisleri derneğimiz son bir buçuk yılı resmi olmak üzere şimdiye kadar 30’un üzerinde proje yapmış bulunmakta. Sosyal sorumluluk bilinci ile hareket ederek sokak çocuklarından çevrenin korunmasına kadar mimar ve mühendisliği ilgilendiren konularda gönüllü olarak çalışmaktayız. Dünyada sınır tanımayan doktorlara ve mühendislere baktığımızda onlardan gerideyiz. Bu çalışmaların aslında yıllar öncesinden
kurulup yapılması gerekirdi. Ancak biz daha çok çalışarak bu açığı kapatmak istiyoruz" açıklamasında bulundu. MMG çatısı altında Yeryüzü Mühendisleri oluşumunu meydana getirdiklerini dile getiren Kültür, Yeryüzü Mühendisleri oluşumundan bahsederek konuşmasını noktaladı. MMG Genel Başkanı Murat Özdemir: “Üreteceğimiz Değerler Çok Önemli” Katılımcılara davete icabet ettikleri için teşekkür ederek konuşmasına başlarken, MMG’nin kuruluşundan bu günlere gelmesinde emeği olan tüm MMG üye, dost ve çalışanlarına teşekkür ederek, Ahiret’e intikal etmiş olanlara da Allah’tan rahmet diledi. Ramazan ayının bir infak ayı olduğunu belirten Özdemir, tüm zamanlarda önem verilmesi gereken infak kavramının Ramazan ayı içerisinde daha fazla mana bulduğunu dile getirdi Sivil toplum kuruluşlarının yapacağı çalışmaların önemine işaret eden Özdemir; "Biz MMG olarak her zaman dediğimiz gibi, ülkemiz adına değer üretmeye, dönemimize şahitlik yaparken olumlu gelişmeleri müjdelemeye ve duyurmaya, yanlış gördüğümüz uygulamalar hakkında da uyarıcı olma yönündeki çalışmalarımıza aklımızın kestiği, elimizden geldiği
kanun koyucu ve yürütücüler kendi yoğunlukları ve konsantrasyonları içerisinde bazı şeyleri kaçırıyor olabilir veya kendi faaliyetlerinin kamuoyu tarafında nasıl algılandığı değerlendiremeyebilir. Bizler, “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun" hükmünün uygulayıcıları olma iddiasında olarak, bu konuda başta bakanımız olmak üzere kamu görevi icra eden tüm büyüklerimizi desteklemeliyiz, çalışmalarına katkı sağlamalıyız.
ve imkanlarımızın elverdiği ölçüde samimiyetle devam edeceğiz. Hepimizin farklı siyasi görüşleri, mülahazaları olabilir. Ama bizler, teknik STK'lar olarak, özellikle teknik ve bilimsel konularda siyasi mensubiyetlerimizi ve mülahazalarımızı bir tarafa bırakıp mümin olma mensubiyetimizi öne çıkararak ortak payda ve faydada buluşmamız lazım. Bizim STK'lar olarak yapacağımız çalışmalar, üreteceğimiz değerler çok önemli. Çünkü kanun koyucu ve yürütücüler kendi yoğunlukları ve konsantrasyonları içerisinde bazı şeyleri kaçırıyor olabilirler veya kendi faaliyetlerinin kamuoyu tarafında nasıl algılandığını değerlendiremeyebilirler. Bizler, “Sizden, hayra
çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun" hükmünün uygulayıcıları olma iddiasında olarak, bu konuda başta bakanımız olmak üzere kamu görevi icra eden tüm büyüklerimizi desteklemeliyiz, çalışmalarına katkı sağlamalıyız" şeklinde konuştu. Bizim kılıcımız yok, onun yerine kalemimiz var. Biz de kalemimizle Hz. Ömer olmaya talip olanların yanında o ashab gibi olmaya talip olmuşuz. Özdemir konuşmasının devamında ’’Geçen günlerde Sayın Başbakan, zannediyorum partisinin danışma kurulu toplantısındaydı şöyle bir tespitte bulunmuştu. Biliyorsunuz Hazreti Ömer halife olduktan sonra ashabına "ben hata ya-
Temmuz - Ağustos 2014 17
ETKİNLİK
parsam, haktan ayrılırsam ne yaparsınız?" diye sormuştu da sahabenin bir tanesi ayağa kalkarak seni kılıcımızla düzeltiriz ya Ömer" demişti ya, bu kıssaya atfen Sayın Başbakan, "Hazreti Ömer'i Ömer yapan onu kılıcıyla düzeltebilecek olan ashabıydı demişti. Hz. Ömer olmaya talip olanların Allah yar ve yardımcısı olsun. Bizim kılıcımız yok, yerine kalemimiz var. Biz de kalemimizle Hz. Ömer olmaya talip olanların yanında o ashab gibi olmaya talip olmuşuz. Çünkü sizin hatanız bizim hatamız, sizin sürçmeniz bizim sürçmemiz olarak biliniyor ve görülüyor. Sizin başarınız ve varlığınız bizi ancak sevindirir ve gururlandırır’’dedi. MMG olarak faaliyetlerinde hikmet, imar ve ihsan kavramlarının önemine vurgu yapan Özdemir; "MMG olarak, hep yapmaya çalıştığımız gibi, her faaliyetimizde hikmeti gözeterek imar edici olacağız ve toplumumuzla ihsanla paylaşacağız" diyerek sözlerini noktaladı. Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce: “Zulme Uğramamış Bir Coğrafya Beklentisindeyiz” Mimar ve Mühendisler Grubu üyemiz Güllüce, konuşmasına, İsrail'in Filistinlilere yönelik gerçekleştirdiği saldırılara dikkat çekerek başladı. Filistin'in katliama uğramadığı bir dünyayı görmeyi Allah'ın herkese nasip etmesi temennisinde bulunan Güllüce, şöyle konuştu: "Zulme uğramamış, zalimlerin hakim olmadığı bir dünyayı görmeyi Allah hepimize nasip etsin. Televizyonu, radyoyu 18 Mimar ve Mühendis
açamıyoruz çünkü açtıkça sinirlerimiz bozuluyor. Amerika ne diyor? 'İsrail, güvenliğini korumak zorunda'. Yani iki yaşında çocuk, İsrail'in güvenliğine zarar verdiği için öldürülmeli o zaman! Zaten milletvekilinin de bir sözü var; 'anneleri de öldürülmeli' diye. Bunları dinlerken kimyanızın bozulmaması için ya birçok kötü vasfınızın olması ya da insani hiçbir değerinizin olmaması lazım." MMG üyemiz Bakan Güllüce, 90'lı yıllarda sunumunu yaptığı "Megatrends 2000" isimli kitaptan alıntı yaparak; "Bütün geri kalmışlığına, gelişmemişliğine, ekonomik eksikliğine, fakirliğine ve bilim eksikliğine rağmen dünyada Müslüman üye sayısı Hıristiyan üye sayısından daha fazla artmakta. Dünyada, başka dinden üye almak arzusunda olan iki din vardır. Bunlardan biri Müslümanlık, diğeri Hıristiyanlık. Yahudilik ve Budizm, başka dinden üye alma arzusunda, telaşında olmayan dinlerdir" dedi. "Korkarım ki 2000'li yıllar, 'dinler savaşı yılları' olacaktır" diyen Güllüce, eski ABD Başkanı George Bush'un, Amerikan askerlerinin Irak'a girmeden bir süre önce
sarf ettiği 'bu bir haçlı seferidir' sözlerini hatırlatarak; "Projelerini yapmışlar, artık dinler savaşını, Hıristiyan’la Müslüman’ı karşı karşıya getirerek değil, yeni yöntemlerle, ne olduğu bilinmeyen Müslüman gruplar oluşturarak yapıyorlar. Müslümanlıkla hiçbir şekilde bağlantısı olması mümkün olmayan, 'Allah’u ekber' diyerek Müslümanı katleden, camiye bomba atıp kendisi dahil 50 kişiyi yok eden bir garip din oluşturmaya başladılar. Dolayısıyla dinler savaşının çehresini, şeklini değiştirdiler" diye konuştu. "TOKİ, bizim bakanlığa bağlı değil" Güllüce ayrıca, Toplu Konut İdaresi Başkanlığı'nın (TOKİ) Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na bağlı olmadığını ifade ederek, "Günde 15-20 telefon ve dünya kadar mektup geliyor. Dün televizyonlardan birine söyledim. TOKİ bana bağlı değil. TOKİ, Başbakanlığa bağlı çok güzel hizmetler yapan bir kurumumuz" şeklinde konuştu. Kentsel dönüşümün eskisi kadar hızlı gitmediği yönündeki değerlendirmelere ilişkin de Güllüce, nisan ve mayıs aylarından sonra kentsel dönüşümün hızlanmaya ve güçlenmeye başladığını açıkladı.
TEKNİK GEZİ
MMG Bursa Şubesi 3. Boğaz Köprüsü'ne Teknik Gezi Gerçekleştirdi Mimar ve Mühendisler Grubu Bursa Şubesi tarafından üyelerine yönelik olarak gerçekleştirilen ‘’Teknik Gezi’’ etkinliği kapsamında 3. Boğaz Köprüsü şantiyesinde inceleme yapıldı.
M
MG heyetini şantiyeye gelişinde Kuzey Marmara Otoyolu Proje ve Danışmanlık Şefi Kayhan Kilimci ile Proje Kontrol Direktörü Cem Erer karşıladı. Toplantı salonunda Kuzey Marmara Otoyolu ve 3. Boğaz Köprüsü yapım çalışmaları hakkında slaytlar eşliğinde bilgi veren Cem Erer, 3. Boğaz Köprüsü’nün Çağdaş Türkiye’nin simgesi olduğunu belirterek, dünyada eşi ve benzerinin az olduğunu söyledi.Yapımı Türk şirketi öncülüğünde bir konsorsiyum tarafından gerçekleştirilen ve çoğunluğu Türk mühendislerden oluşan bir ekip tarafından inşa edilen, yüksek mühendislik ve teknoloji ürünü olan 3. Boğaz Köprüsü üzerinden 8 şeritli karayolu ve 2 şeritli tren yolunun aynı seviyede geçeceğini ifade eden Cem Erer, gerek estetik gerekse teknik özellikleriyle dünyanın sayılı köprüleri arasında yer alacak olan köprünün ilklerin köprüsü olacağını belirtti. 3. Boğaz Köprüsü’nün 59 metrelik genişliği ile dünyanın en geniş, 1408 metrelik ana açıklığı ile üzerinde raylı sistem olan dünyanın en uzun asma 20 Mimar ve Mühendis
köprüsü olacağını söyleyen Cem Erer; “Köprünün bir başka ilki ise, 322 metreyi aşan yüksekliği ile dünyanın en yüksek kuleye sahip asma köprüsü olmasıdır” dedi. 3. Boğaz Köprüsü’nün Çağdaş Türkiye’nin simgesi olacağını ifade eden Cem Erer, 2013 yılında yapımına başlanan ve 2015 yılının Temmuz ayında tamamlanması hedeflenen 3. Boğaz Köprüsü’nün İstanbul’un Odayeri – Paşaköy kesimleri arasında yer alacağını belirterek köprü üzerindeki raylı sistem ile Edirne’den İzmit’e kadar yolcu taşıyacağını, Marmaray ve İstanbul Metrosu ile entegre edilecek raylı sistemle Atatürk Havalimanı, Sabiha Gökçen Havalimanı ve yeni yapılacak 3. Havalimanı’nın birbirine bağlanacağını söyledi. Kuzey Marmara Otoyolu ve 3. Boğaz Köprüsü’nün ‘’yap, işlet, devret’’ modeli ile gerçekleştirileceğini ve 4.5 milyar TL yatırım bedeline sahip projenin yapım dahil işletmesinin yaklaşık 10 yıl süre ile inşaatın yapımını üstlenen konsorsiyum firmalar tarafından yapılacağını belirten Cem Erer, bu süre sonunda projenin işletmesinin Ulaştırma
Bakanlığı’na devredileceğini ifade ederek, “Kuzey Marmara Otoyolu ve 3. Boğaz Köprüsü Projesi’nin 2023 yılında dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olmayı hedefleyen Türkiye’yi bu hedefine daha da yaklaştırarak, çağdaş Türkiye’nin simgelerinden biri olacaktır” dedi. 3. Boğaz Köprüsü’nün konsept tasarımı hakkında da bilgi veren Cem Erer, Kuzey Marmara Otoyolu Projesi kapsamında İstanbul Boğazı üzerinde yapılacak 3. köprünün konsept tasarımı yapı mühendisi “Fransız köprü üstadı” olarak nitelendirilen Michel Virlogeux ile İsviçreli T-Engineering firması tarafından ortak olarak yapıldığını söyleyen Proje Şefi Kayhan Kilimci, projenin Odayeri – Paşaköy kesiminde; 19 adet kavşak ve bağlantı yollarına sahip yaklaşık 115 km’lik bir alanı kapsadığını ifade ederek, otoyol projesinin 1. Boğaz Köprüsü ile 2. Boğaz Köprüsü’nün trafik yükünü rahatlatmak ve İstanbul’un ulaşım sorununu giderebilmek için “yap, işlet, devret” modeli ile 2015 yılında bitmesi planlanan 3. Boğaz Köprüsü’nü de kapsayan bir otoyol projesi olduğunu belirtti. Gerçekleştirilen sunumun ardından MMG heyeti 3. Boğaz Köprüsü şantiye sahasında incelemelerde bulunup yapılan çalışmalar hakkında bilgi aldıktan sonra şantiye sahasında toplu fotoğraf çektirip şantiyeden ayrıldı.
Temmuz - AÄ&#x;ustos 2014 21
TEKNİK GEZİ
MEDENİYETLERİN
BEŞİĞİNE ZİYARET
Medeniyetlerin durak noktası, İpek Yolu’nun geçtiği ticaret, sanayi, eğitim, sağlık, tarih ve turizmin merkezi Kayseri Anadolu’nun parlayan yıldızıdır. Eski medeniyetlere ev sahipliği yapmış olan Kayseri, yöresel lezzetler ve ürünler açısından oldukça zengin bir mutfağa da sahiptir. Mimar ve Mühendisler Grubumuzun tanıtımı, faaliyetlerini genişletirken bir taraftan da MMG içerisindeki işbirliğini artırmak, farklı coğrafyalardaki farklı alanları tanımak amacıyla düzenlediğimiz Kayseri ziyaretimizi keyifle okuyacağınızı umuyorum. MEDENİYETLERİN DURAK NOKTASI, TİCARET YOLLARININ MERKEZİDİR KAYSERİ Dünyanın en eski şehirlerinden, İpek Yolu’nun geçtiği ticaret, sanayi, eğitim, sağlık, tarih ve turizmin merkezi 17.170 km2 yüzölçümü ile İç Anadolu'nun 3. büyük kenti, 1054 metre rakımı, 16 ilçesi ve 1.275.000 nüfusu ile Kayseri, Anadolu'nun parlayan yıldızıdır. Tarih boyunca Anadolu'nun önemli ticaret merkezlerinden biri olmuştur. Tarihi 5000 yıla uzanan Anadolu'nun cazibe merkezi ve Kapadokya'nın başkentidir. Güney ile kuzeyi, batı ile doğuyu birbirine bağlayan yolların kesişme noktasında
22 Mimar ve Mühendis
yer almış, birçok farklı milletler için stratejik konuma sahip olmuştur. Bu milletlerden günümüze yaşayan değerli birçok eser kalmıştır. Kayseri bölgesinde yapılan bilimsel kazılar ışığında, yerleşimin başlangıcı M.Ö 3 bin yılına kadar gitmektedir. Kayseri'deki geçmiş yaşamı, tarih öncesi dönemi, Kültepe, Hititler, Kapadokya Krallığı, Romalılar, Bizans dönemi, Danişmendliler, Selçuklular, Eratnalılar, Kadı Burhanettin, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemleri olarak sıralayabiliriz. Kayseri, Anadolu mutfağının en ince örneklerinin bulunduğu şehirlerimizden biridir. Yöresel lezzetler ve ürünler açı-
sından oldukça zengin mutfağa sahip olan kentte, gıda sanayinin de keşfedeceği ciddi fırsatlar olduğu aşikardır. MMG KAYSERİ ALİ DAĞI’NDAKİ TEKNİK İNCELEME VE YÜRÜYÜŞÜNÜN İLKİNİ BAŞARIYLA GERÇEKLEŞTİRDİ MMG Kayseri Şube Başkanı Tevfik Rıza Sümer'in rehberliğinde, cuma namazının Selçuklu devletinin son dönemlerinden kalma 750 yılı aşkın yaşına rağmen dimdik ayakta duran mihrabındaki süslemeleri ve taç kapısı olan Hacı Kılıç Camii’nde kılınması ile başlayan ziyaret, Anadolu Harikalar Diyarı’nın gezilmesi ile devam etti. Kayseri Büyükşehir Belediyesi Destek Hizmetleri Daire Başkanı Mehmet Akif
Yavuz'un ev sahipliğinde öğle yemeği yenildi. Kadir Has Kayseri Kent Müzesi, Gevher Nesibe Hatun Medresesi, Şifahanesi, Hunat Hatun Camii ve Medresesi, Kayseri Kalesi, Kapalı Çarşı, 18. yüzyıl mahalle mescitlerinden Kalem Kırdı Camii, gönüllerin sultanı Hazreti Mevlânâ'nın hocalarından Seyyid Burhâneddin Muhakkik Tirmizî'nin Türbesi ziyaret edildi. Talas Belediye Başkanı Dr. H. Mustafa Palancıoğlu'nun ev sahipliğinde düzenlenen akşam yemeği, MMG Kayseri şubesi önceki başkanları Oğuz Memiş, Celal Dündar Selçuk, Kayseri şube yönetimi ve MMG Genel Merkez yönetiminden ben, Prof. Dr. Ali Osman Öncel, Şenol Aslan
Talas Belediye Başkanı Dr. H. Mustafa Palancıoğlu'nun ev sahipliğinde düzenlenen akşam yemeği, MMG Kayseri şubesi önceki başkanları Oğuz Memiş, Celal Dündar Selçuk, Kayseri şube yönetimi ve MMG Genel Merkez yönetiminden ben, Prof. Dr. Ali Osman Öncel, Şenol Aslan ve diğer üyelerin katılımı ile sohbet eşliğinde geç saatlere kadar sürdü.
ve diğer üyelerin katılımı ile sohbet eşliğinde geç saatlere kadar sürdü. İkinci gün, sabah namazı, ticaretin ve sosyal hayatın etrafında döndüğü, şehrin kalbindeki 1135 yılında Danişmendi hükümdarı Melik Mehmet Gazi tarafından yaptırılan Cami-i Kebir'de kılındı. Ali Dağında düzenlenen yürüyüş, bisiklet ve at binicilik parkuru, teknik inceleme ve yürüyüşü, Talas Belediye Başkanı Dr. H. Mustafa Palancıoğlu ve Kayseri Gençlik Hizmetleri ve Spor İl Eski Müdürü Yük. Mak. Müh. Faruk Canbulut ve MMG üyelerinin katılımı ile gerçekleşti. Ali Dağı'nın jeolojik, morfolojik ve topografik yapısı incelendi. At çiftliğinde sabah kahvaltısı yapıldıktan sonra Talas
Temmuz - Ağustos 2014 23
TEKNİK GEZİ
Belediyesi’ne ait mukavemet, zarafet, asalet ve sürat özelliği taşıyan atlara binildi. Uluslararası Ali Dağı Yamaç Paraşütü Yarışmaları'nın düzenlendiği bölge gezildi. 3916 metre yükseklikteki, jeolojik yaşı 30 milyon yıl olan İç Anadolu Bölgesi’nin en yüksek dağı olan Erciyes Dağı, kış sporları adına Türkiye'nin en büyük kompleks yapıdaki kış sporları merkezi master planı çalışması, kayak merkezi, mekanik tesisleri (gondol) gezildi. Talas Belediye Başkanı Dr. H. Mustafa Palancıoğlu'nun MMG yönetimi onuruna 18. yüzyılın başında inşa edilmiş, taş işçiliğinin muhteşem örneğinin sergilendiği, Okutan Konağı'ndaki akşam yemeği ile sürdü. Yemek sonrasında MMG Genel Başkan Yardımcısı olarak Sayın Belediye Başkanımız Palancıoğlu'na teşekkür mahiyetinde el işçiliği sanatı tablomuzu takdim ettik. Abide bir şahsiyet olan Yaman Dede'nin Konağı, Cemil Baba Evi, tadilatına başlanılan Talas Amerikan Koleji, Ali Dağı Yeraltı Şehri, Okutan Konağı, 60 milyon yıl önce Hasandağı, Erciyes ve Güllüdağ'ın püskürttüğü lav ve küllerden oluşan yumuşak tabakaların milyonlarca yıl boyunca rüzgar ve yağmur tarafından aşındırılmasıyla ortaya çıkan Kapadokya, Göreme, Uçhisar, Ürgüp bölgesindeki tarihi 24 Mimar ve Mühendis
kültürel mirasımıza ait, kimi zaman coğrafi mekanla bütünleşmiş mimari doku yapısı sergilese de, peribacaları, yeraltı şehirleri ve duvar resimleriyle süslü kaya kiliseleri ziyaret edildi. KAYSERİ ANADOLU’NUN GELİŞMİŞ BAŞKENTİ Amacımız, Mimar ve Mühendisler Grubumuzun tanıtımı, faaliyetlerini genişletirken, diğer taraftan da MMG içerisindeki işbirliğimizi artırmak, farklı coğrafyalardaki farklı alanları tanımaktı. Ve biz bu doğrultuda, rutin faaliyetlerimizin dışında, toplumumuzda farkındalık ve sinerji oluşturacak, dikkat çekeceği alanlarda çalışmalar yürütmeye devam
edeceğiz. Bu anlayışla MMG olarak geçtiğimiz yıllarda başlattığımız Anadolumuzun kadim kentlerini, tarihi dokusuyla ön plana çıkan, mimarisine, kültürüne, sanatına, turizm ve ekonomisine dikkat çekmek için kapsamlı Edirne ziyareti gerçekleştirmiştik. MMG olarak biz, farklı coğrafyalarda farkındalık oluşturmak maksadıyla bu çalışmalarımızı sürdürmeye devam edeceğiz. Kayseri ziyaretimizde olduğu gibi MMG Genel Merkezimiz ile Kayseri Şubesi'nin kaynaşmasına katkı sağlayan, katılan, ülkemizin her yöresinde olduğu gibi Kayseri'de de sıcak, samimi insanlarımızla bir araya gelerek, iklimini soluyan herkese teşekkür ediyorum.
KÜLTÜR ÖRF VE ADETLER Sucuk, pastırma ve mantı ile bilinen Kayseri mutfağı, ağırlıklı olarak etli ve unlu mamullerden oluşur; kesme çorba, makarna, erişte, su böreği, tandır böreği, yağlama ve katmer bir kısmıdır. Zengin damak tadıyla, Kayseri'nin en gözde yemeği mantının, en yaygın etli olan türünün dışında, 36 çeşidinin bulunduğu bilinir. Kışın yenilen arabaşının yapımı ve yenmesi özel marifet istemektedir. Bununla beraber güveç en yaygın ve gözde yemeğidir. Geleneksel oyunlar, yöre türküleri, halk müziği tüm renkleri ve canlılığı ile sürmektedir. Kayseri'nin, Erkilet
Güzeli Bağlar Bozuyor, Ceviz Oynamaya Geldim Odana, Yarim İstanbul'u Mesken Mi Tuttun?, Taşa Basma İz Olur, Bir Of Çeksem Karşıki Dağlar Yıkılır, gibi tanınmış türküleri meşhurdur. Öne çıkmış şairleri Aşık Seyrani, Dadaloğlu ve Erkiletli Aşık Hasan öne çıkanlardır. Birçok Selçuklu eserinin bulunduğu şehirde, büyük usta Mimar Sinan'ın doğduğu Kayseri'de; Kurşunlu Camii Osmanlı Dönemi'ne özgün, şehirdeki tek yapıttır. Kayseri çok hızlı modernleşen ve gelişen bir şehir olmasına rağmen, sosyal aktivitelerin başında gelen ev oturmaları hala yaygın olarak yaşatılmaktadır. Kültür, sosyal,
Zengin damak tadıyla, Kayseri'nin en gözde yemeği mantının, en yaygın etli olan türünün dışında, 36 çeşidinin bulunduğu bilinir. Kışın yenilen arabaşının yapımı ve yenmesi özel marifet istemektedir.
örf ve adet ananelerinin ve mirasın korunmasında ev oturmalarının etkisi çok büyüktür. Kayserimiz; yaşam kolaylığı, huzuru, yeşilliği, yönetimsel biçimi ve tarihi dokusunun yanında Anadolu'nun geniş mükemmel lezzetleriyle birlikte gezip görmek ve yaşamak için ideal şehirlerimizdendir. Temmuz - Ağustos 2014 25
MAKALE
Mühendislik ve Toplum Mühendis olacak kimse diğer bütün mesleklerde olduğu gibi varlığında belirli eğilimlerin ağır bastığı bir insandır. Bu eğilimlerin en başında ise verilen imkan ve şartlar altında problem çözerek bir şey üretme yeteneği gelir. Mühendis bir bilim adamı olmadığı gibi bir düşünür de değildir, onun görevi ve işlevi bulunduğu zaman ve mekan kesitinde kendisine sunulan imkanları kullanarak bir ihtiyacı gideren bir ürün üretmektir.
Prof. Dr Sadettin Ökten saadettinokten@hotmail.com I. Giriş Çağımızda mühendislik teknik bir konu, mühendis de teknik bir kimse olarak anlaşılmaktadır. Yine çağımızın anlayışına göre teknik söz konusu olunca toplumsal olay ve akıştan yalıtılmış bir olgu akla geliyor, diğer bir deyişle teknik her gün yaşanan hayatın, bu hayatı yönlendiren kuralların ve değerlerin dışında onlardan bağımsız bir gerçeklik olarak algılanıyor. Yine çağımızın anlayışına göre teknik; toplumsal hayatın diğer öğelerinin üzerinde ve onlara hükmeden bir konumda kabul ediliyor. Bu yazıda bu algı ve anlayışın ne kadar gerçekçi ve doğru olduğunu bir nebze tartışmaya çalışacağız. Toplum teknik denilen olguyu ürettiği ürün üzerinden tanımaktadır ve günümüzde çok iyi bilinmektedir ki, her teknik ürünün ardında ciddi bir mühendislik birikimi söz konusudur. O halde işe mühendis denen kimsenin kısa ve ana hatları ile oluşumunu inceleyerek başlayalım. Mühendis olacak kimse diğer bütün mesleklerde olduğu gibi varlığında belirli eğilimlerin ağır bastığı bir insandır. Bu eğilimlerin en başında ise verilen imkan ve şartlar altında problem çözerek bir şey üretme yeteneği gelir. Mühendis bir bilim adamı olmadığı gibi bir düşünür de değildir, onun görevi ve işlevi bulunduğu zaman ve mekan kesitinde kendisine sunulan imkanları kullanarak bir ihtiyacı gideren bir ürün üretmektir. Zaman ve mekan kesiti değiştiğinde ya da imkanlar demeti farklılaştığında yeni bir ürünün üretileceği de ve bunun yine bir mühendislik hizmeti olacağı da aşikardır. O halde 28 Mimar ve Mühendis
bir mühendisten zamanı aşan çözümler ve ürünler beklememek lazım gelir. Bu hükmün istisnaları varsa da onlar, medeniyet tarihine geçmiş olağanüstü uygulamalardır. Yukarıda sözü edilen eğilimlere sahip bir kimse çağımızda mühendislik ülkesinin kapısından teorik bir altyapı içeren bir eğitim
alarak giriyor. Bu eğitim sırasında kendisine uygulamaya dönük bir takım deneyimler yaptırılmakla birlikte bunlar onun bu sahadaki ilk emeklemelerinin ötesine geçmez. Teorik altyapı süreci yani eğitim bittikten sonra ise mühendisin önce bir ekol ya da takım içinde meslek hayatı ya da uygulama süreci baş-
lar. Teorik altyapının ve uygulama sürecinin birlikte, ortak, tek bir amacı vardır bu amaç da bir problemi çözen bir ihtiyacı gideren bir ürün ortaya koymaktır. Daha önce doğada mevcut olmayan ancak doğadaki gereçler kullanılarak üretilen, üretim ve kullanma süreci doğa yasalarına bağlı olan ve bunun dışına çıkması mümkün olmayan mühendislik ürünü veya çözümü hakkında kuramcılar şu nitelikleri ileri sürmüşlerdir: "Böyle bir ürün sağlam, işlevsel, güzel ve ekonomik olmalıdır." Bu yazı kapsamında bu niteliklerin aralarındaki ilişkiyi tartışmak niyetinde değiliz. Ancak şurasını hatırlatmak gerekmektedir ki bu nitelikler arasında daima ters bir orantı söz konusudur. Örneğin, bir ürünün sağlamlığını ya da sağlamlık ölçütünü arttırırsanız o ürün ekonomik olmaktan çıkar. Güzellikle sağlamlık ve işlev arasında da buna benzer bir ters orantı söz konusudur. Kısaca söylemek gerekirse buradaki dört niteliğin her biri nesnel ölçütlerle ifade edilmedikçe öznel kalmaya ya da daha geniş bir ifade ile toplumdan topluma değişmeye bağlıdır. Yani bir toplumda sağlam
Her mühendislik ürünü toplumsal bir ihtiyacı karşılamak üzere ortaya çıkar. Bu gerçeklik çağımızda olduğu gibi kadim zamanlarda da böyledir. addedilen bir ürün diğer bir toplumda zayıf ya da çürük; güzel addedilen ise kötü ve çirkin görünebilir. Bu kısa açıklamadan da anlaşılacağı üzere mühendisliğin dayandığı teknik ilk bakışta her ne kadar toplumsal olgudan ve akıştan bağımsız görünse de bu realitenin tam ortasında yer almakta ve onunla ciddi bir etkileşime girmektedir. Bu yazının izleyen bölümlerinde mühendislik ürününün işlev boyutunu ve bu ürünün toplumsal kullanım sırasındaki etkilerini irdelemeye çalışacağız. II. İşlev - İhtiyaç İlişkisi Her mühendislik ürünü toplumsal bir ihtiyacı karşılamak üzere ortaya çıkar. Bu gerçeklik çağımızda olduğu gibi kadim zamanlarda da böyledir. İnsan dediğimiz varlığın herkes
tarafından bilinen su, hava, gıda, barınma vs bir takım olmazsa olmaz temel ihtiyaçları vardır ve bunların alt limitleri de bellidir ama mühendislik ürününün oluşumuna sebep olan ihtiyaç, özellikle çağımızda bu limitlerin çok ötesindeki bir alandan kaynaklanıyor. İnsan varlığı, toplumsal ölçekte bir işlevin yerine gelmediğine, bir şeylerin eksik olduğuna kanaat getiriyor ve o istikamette oluşan toplumsal arzu ve basınç ya da gerilim, mühendislik ürününü ortaya çıkarıyor. İhtiyaç olan şey nedir, bu ihtiyaç nasıl karşılanacak, üretilen ürünün nitelikleri ne olacak ve bu ürün nasıl kullanılacak? Bütün bu sorular temel ihtiyaçların ötesindeki bir alanda gündeme gelip sorulduğunda hepsinin o toplumun medeniyet tasavvuru ile ilgili olduğu görülür. Bu yazı kapsamında bu geniş konunun sadece ana hatlarını vermekle yetinmeye çalışıyoruz. Örneklemeleri dikkatli ve titiz okuyuculara bırakmaktayız. Yukarıdaki cümleden de anlaşılacağı gibi toplumun medeniyet tasavvuru aynı zamanda ihtiyacını da belirler, dolayısıyla medeniyet tasavvurları farklı
Temmuz - Ağustos 2014 29
MAKALE olan iki toplumda ihtiyaçlar da farklı olur. İhtiyacın nasıl karşılanacağı, ürünün hangi süreçlerden geçilerek üretileceği ve hangi niteliklere sahip olacağı da yine medeniyet tasavvuru içinde yer alan ahlaki ilkelere bağlıdır. Dolayısıyla bir toplum kendi medeniyet tasavvurunun içindeki ahlaki ilkelere aykırı bir ürün üretmez, üretemez. Çağımızda çevremizi saran çok çeşitli ürünlerin bu istikamette incelenmesi bize onları üreten toplumun bağlı olduğu ahlaki ilkeler hakkında çok net bilgiler verir ve bu bilgiler çoğu kez kitaplarda yazılanlarla çelişebilir. Çağımızın realitesi olan global dünya sürekli bir hareket ve akış üzerine kurulmuştur. Bu hareket ve akış, kitlelere ve bireye mühendislik harikası olarak taktim edilen ürünler üzerinden yansıyor. Bu olguya biraz geri çekilip uzaktan baktığımızda 'Tanrı'dan kopuş' adını vermek yanlış olmayacaktır. Öyle ki artık her birey bir küçük tanrıcıktır. Akışı idare eden, hareketi yönlendiren bireyler ise kadim uygarlıklarda olduğu gibi ana tanrılar ya da tanrıçalardır. Bunların genel özelliği bireyi maddi hakimiyet, madde ile ülfet ve maddeye mahkum olmak düzeyine indirgemek ve orada tutmaktır. Modernist dünyanın vicdani rengi olan sekülerizmin bunu kabul etmesi çok zor olmamıştır çünkü modernist dünya fizik ötesi alemle, mistik dünya ile ilişkisini rönesansla beraber kesmeye başlamıştır. Batı insanının elinde kalan ve maddeye karşı güvencesi olan insani değerler de kapsamı ve içeriği muğlak, esneyebilen ve çoğu kez esnetilmiş tasavvurlardır. Buna karşılık postmodernist çağ da kendisini giderek daha belirgin bir şekilde ortaya koymaya başlayan İslam medeniyetinin bu seküler renk ve kabulle hiç ilgisinin olmadığını görüyoruz. İslam medeniyetini global dünyanın özgün özelliği olan hareket, akış ve maddi hakimiyet olguları karşısında ciddi bir sınav bekliyor. III. Mühendislik Ürünü ve Etkileri Mühendislik problemi ya da çözüm için mühendise götürülen problem, mühendislik eyleminin doğası icabı sınırlı ve iyi tanımlı olmak zorundadır. Halbuki toplumsal bir ihtiyaç toplum şuurunda yavaş yavaş gelişir, farklı ifadelerle su yüzüne çıkar ve billurlaşıp tanımlanmak için bir üst iradeye muhtaçtır. Bu üst irade o toplumda o dönemde var olan 30 Mimar ve Mühendis
etkisini ve geçerliliğini koruyan değerlerin temsilcisi ve uygulayıcısı olan bir iradedir. Bu irade, toplumdaki yaygın gerilimi, isteği, ihtiyacı ortak bir paydada birleştirerek somut bir hale getirir ve bir mühendislik problemi olarak çözüm için ortaya koyar. Bu başlangıç süreci dahi, yani problemin tanım safhasında bile nihai ürünün sosyal realite ve bu realiteyi biçimlendiren medeniyet değerlerinden bağımsız olamayacağını gösterir. Teknik bir süreç olarak adlandırdığımız çözüm yani ürünün ortaya konması süreci bittikten sonra ihtiyacı gideren, işleri yerine getiren ürün her ne ise kullanıma girer. Kullanım sırasında mühendislik hizmetinin neticesi olan ürünün iki türlü etkisi ortaya çıkar. Bunların bir tanesi ürünün hemen görülen, ihtiyacı karşılayan yani pratiğe dönük etkisidir. Buna doğrudan etki diyelim. Bu etki ile insanlar rahatlar, ihtiyaç giderilmiş, zorluk aşılmış olur ancak ürünün etkisi bu kadarla kalmaz. Kullanım devam ettikçe özellikle çağımızdaki ürünlerde ortaya çıkan ve doğrudan etki kadar masum olmayan bir de dolaylı etki vardır. Çağımızın mühendislik ürünleri insana kendi fiziksel ve düşünsel dünyasında var olmayan yapay bir güç sunmakta ve bu güç sayesinde insan girmemesi gereken alanlara girmekte, taşı-
yamayacağı yükleri sırtlamaya çalışmaktadır. Bir önceki bölümde sözünü ettiğimiz üzere bu alan bireyin içinde var olan ben duygusunu güçlendirmekte ve bireye adeta kendi ortamında hakim olan sınırlı da olsa tatlı bir güç, nefsani bir kudret, kısaca tanrısal olma zannı ve duygusu vermektedir. Bu dolaylı etki doğrudan etkiye göre çok daha tehlikelidir. Çünkü insan mühendislik ürününün kendisine sunduğu sınırlı imkan ile sahte bir dünya oluşturmakta ve bu dünya içinde eriyip gitmektedir. Yukarıdaki çözümlemelerden de anlaşılacağı üzere mühendislik ürünü kullanımı da yine ahlaki birtakım kural ya da kuralsızlıklara bağlıdır. Bu ürünü değerlendiren birey bu değerlendirmeyi kendi medeniyet tasavvurunun değerler manzumesi içerisinde yapıyor. Seküler değerler sistemine sahip olan modernite bu ürünleri tanrısal bir güç ve bu gücün birey üzerindeki iktidarı olarak kurgulayıp üretiyor. İslam medeniyet tasavvurunun ise bu ürünlere ve onu üreten modernist tasavvura nasıl baktığını, uygulama ve eylemleri ile nasıl cevap verdiğini henüz bilmiyoruz. Seküler bir dille söylersek global dünyada da tek Tanrı hala hakim mi, yoksa biz bütünüyle maddi bir dünya kurgulayan gerçek dışı, sahte tanrıcıkların oyuncağı mıyız?
Geleceğin Konteyneri
Yeni Nesil Konteyner 8 Üstün Özellik
Daha Genişi Yok!
%100 Dökme Yük Ebat Sınırı Yok!
En Pratik Kurulum
%60 Daha Fazla Isı Yalıtımı
Defalarca Kullanım
%100 Dönüşümlü
%35 Daha Az Karbon Salınımı
Boyada Otomotiv Teknolojisi
Full demonte vidalı sistemle pratik kurulum ve proje sonrası kolay paketleme.
Genel Müdürlük
444 20 35
Orta Mah. Keban Sok. No:4 Orhanlı-Tuzla-İstanbul/TÜRKİYE Tel: +90 216 392 20 45 Faks: +90 216 304 06 86 www.karmod.com • info@karmod.com
“1986’dan bugüne”
Temmuz - Ağustos 2014 31
DOSYA: EĞİTİM HAYATI VE MESLEK SEÇİMİ
GİRİŞ • MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
EĞİTİM HAYATI VE MESLEK SEÇİMİ Çocukla iletişim kurmaya çalışan yetişkinlerin, onlara yönelttikleri ilk sorulardan biri, "büyüyünce ne olacaksın?" sorusudur. Ne kadar küçük olursa olsun, her çocuğun böyle bir soruyu, bir meslek adı vererek cevapladığı görülür. Çocuğun hayallerinde oluşan ve oyunlarına yansıyan bu meslek heveslerinin gerçekle bağlantısı çok zayıftır. Çocuk, meslek hedeflerini ifade ederken ne yeteneklerini, ne de mali imkanlarını dikkate alması gerektiğinin farkındadır. O, sadece imrendiği insanlara benzeme çabasındadır ve mesleği bunun bir aracı olarak görür. Yaşı ilerledikçe, eğitim hayatının her aşamasında yapıp ettiklerini ve bunlardan elde ettiği sonuçları değerlendirerek, bunların meslek hedefleri ile bağlantısını kurmaya çalışır ve bunu çok kez bilinçsiz yapar.
Temmuz - AÄ&#x;ustos 2014 33
DOSYA: EĞİTİM HAYATI VE MESLEK SEÇİMİ
34 Mimar ve Mühendis
GİRİŞ • MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
ÇİZGİLERİ BİREYLER KENDİLERİ ÇİZEBİLİR Bir kimsenin çalışma alanını belirlerken ilgi adı verilen ve bazı işlerden hoşlanma ve o işleri yapma isteği duyma, buna karşılık bazı işlerden uzak durma gibi davranışlarda ifadesini bulan bir iç uyarıcıya da kulak vermesi gerekir. İlgilerini tanımak isteyen bir kimse, en elverişsiz şartlarda bile istekle yöneldiği, yaparken yorgunluk duymadığı, bilakis bıkkınlık yerine devam etme isteği duyduğu, kendisine zevk veren faaliyetlerin neler olduğunu düşünmelidir. Okulda yük veya angarya olarak nitelendirmediği, bir ödül beklemeden ilgilendiği, dersten sonra daha fazla bilgi için çeşitli kaynaklara başvurduğu konular kişiye ilgileri hakkında ipucu verebilir.
Ç
alışmakta olduğumuz iş, yaşamımızda çok önemli bir yer tutar. Çalıştığımız işe, bir gelir kaynağı olarak bakarız. Aslında pek çoğumuz işimizden çok daha fazlasını bekleriz. Çalışmakta olduğumuz işin ilginç, yeteneklerimizi ortaya çıkarıcı nitelikte ve diğer ilgi alanlarımız ve sorumluluklarımızla uyum içinde olmasını bekleriz. Çalışma hayatlarımızda genellikle bizi ileri götürecek bir ilerleme duygusu ararız. Bu pek çok insanın 'kariyer' olarak adlandırdığı şeyin ta kendisidir. Oysa içimizde pek az insan, istediği türden bir kariyere ulaşmak için plan yapma konusunda yeterli çabayı harcar. İş hayatında nereye gittiğimizi düşünmek, tüm iş hayatımız boyunca yapmamız gereken bir şeydir. Gelişmiş insanlar iç başarıya önem verirken kalıplaşmış insanlar dış başarıya önem verirler. Dış başarı başkaları tarafından gözlenebilen, ölçülebilen nesne ve davranışları içerir. Parasal yönden zengin olma, şöh-
rete kavuşma, mevki ve güç sahibi olma hemen akla gelen örneklerdir. Çoğu insan istediği para, mal, şöhret gibi dış başarıyı kazanmak için iç dünyasının gelişimini ihmal eder. İç dünyasının gelişimini ihmal pahasına dış başarıya ulaşan kişi, çoğu kere, gittikçe artarak iç uyum, kişisel ahenk aramaya başlar. Ne var ki, iç dünyasının gelişimini ihmal pahasına dış başarıyı sağlayanların iç başarıya ulaşmaları kolay olmamaktadır. Kişinin hangi mesleğe yatkın olduğu, hangi mesleği yaparsa mutlu olabileceği cevaplanması çok zor olan bir sorudur. Eğer bireyin kafasında birşey şekillenmemişse, kararsız bir bireyse önündeki yüzlerce seçeneği nasıl değerlendireceği tam bir kabus olur. Bu tip bir soruya yanıt vermek için insanın önce kendini keşfetmesi gerekiyor ki, bu çok zor ve çok sancılı bir süreç. Unutulmamalı ki, beklentiler, yapmak istenenler ve yapmaya mecbur olunanlar arasındaki çizgileri bireyler kendileri çizebilir. Temmuz - Ağustos 2014 35
DOSYA: EĞİTİM HAYATI VE MESLEK SEÇİMİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
MÜSLÜMANCA EĞİTİMİN TEMEL KURALLARI ZEKÂİ ŞEN zsen@itu.edu.tr Müslümanca bir eğitim sisteminin başarıya ulaşabilmesi için 6 aşamanın maddi ve manevi duygularla yaşanarak yaşatılması mutlaka denenmelidir. Eğitim sisteminde verimlilik için bu aşamaların takip edilmesi tavsiye edilir. Bunların her biri geçmişte yaşanmış ve bugün batı eğitim sisteminde bile müslüman eğitim sisteminden daha fazla bulunmaktadır.
B
ismillahirRahmanirRahim’den sonra söze bilimin müslümancası olmaz ama eğitimin müslümancası olur diye başlamakta yarar vardır. Eğitim için temel kaynakları öncelikle “Oku” emri ile inmeye başlamış olan Kuran-ı Kerim’e ilave olarak sünnet ve şimdiye kadar İslam bilim tarihindeki eğitim kurumları ile oralarda geçerli olmuş ilkeleri gözden geçirmek lazımdır. Acaba müslümanlar bugün eğitimde tamamen batının güdümünde olan eğitim müesseseleri ile mi yoksa kendi dil, din, kültür, gelenek, görenek ve bilim tarihleri içinde batıya ışık tutarak oralardaki eğitim müesselerinin temelini teşkil etmiş olan geçmişlerinden de bugünkü eğitim sistemine katkılarda bulunarak mı eğitim yapmaktadırlar? Ne yazık ki birinci şık eleştirisiz olarak geçerlidir ve eğitimde müslümanlığın m’si bile bulunmamaktadır. Batı eğitim sisteminde Yaratıcı (Allah c.c.) saf dışı bırakılarak tamamen maddeci bir düşünce sistemi ile eğitime devam edilmektedir. İslam dini ile 7. ve 14. asırlar arasında zirveye ulaşan bilimsel faaliyetlerin hemen hemen tamamının müslümanlar tarafından yapılmış olması ve bugünkü bilimsel çalışmaların
36 Mimar ve Mühendis
temelinde sadece Eski Yunan değil batı tarafından eğitim sistemlerinden tamamen dışlanmış olan İslam medeniyetinin ilkeleri bulunmaktadır. Maalesef geçmişteki bu parlak dönem müslümanlarca bile kabul edilmemiş ve bunun yerine batıdan gelen Eski Yunan’ın eğitim sisteminin temel rol oynadığı kabul edilegelmiştir. Bu durum İslam ülkelerinde nerede ise tamamen kayıtsız, şartsız ve eleştirisiz kabul görmüştür. İslam dini ile gelişen bilimsel düşünceler Eski Yunan medeniyetini de yerlerden raflara kaldırarak bugünkü haline gelmesini sağlamıştır. Müslümanca bir eğitim sisteminin başarıya ulaşabilmesi için aşağıdaki 6 aşamanın maddi ve manevi duygularla yaşanarak yaşatılması mutlaka denenmelidir. Müslümanca bir eğitim sisteminde verimlilik için bu 6 aşamanın takip edilmesi tavsiye edilir. Bunların her biri geçmişte yaşanmış ve bugün batı eğitim sisteminde bile müslüman eğitim sisteminden daha fazla bulunmaktadır. Bu ilkeler bir toplumdaki eğitim müesseselerinin üretkenlik, verimlilik ve saygınlığını artırmaya yarar. Bu aşamaların her biri T harfi ile başladığından bunlara kısaca 6T kuralı diyebiliriz.
1) Tahayyul (hayal etmek): Hayallenmek, hayal kurmak, sanal ortamda düşünmek anlamına gelen bu ilke kişinin düşünce sisteminin kökenlerinin gelişmesine ve zihin işlevlerinin gelişerek genişlemesine meydan verir. Kişi sevdiği her şeyi hayal ederek ona iyi veya kötü vasıfları kendi dünyasında nitelendirerek nicelik sonuçlarına varmak ister. Eğitimde belirli bir sistem olmalıdır ama hayal gücünün de geliştirilerek kuvvetlendirilmesine çalışılmalıdır. Acaba bizim eğitim sistemimizde hayal etmeye ne kadar yer verilmiştir?
2) Tasavvur (şekillendirmek): Hayal edilen şeyin zihinde resmini, planını, geometrisini veya tasarımını geliştirerek zihinde hayal edilen şeye uygun bir şekil geliştirmektir. Böylece hayalin daha
somut olabilecek bir düşünce sistemine oturtulması ve bu şeklin yorumlanarak diğer kişilere de izah edilmesi imkan dahiline gelir. Bugün nerede ise tüm meslek dallarında şekil bilgisi yani “tasarım” ön planlarda rol oynamaktadır. Buradan eğitim sistemlerinde matematikten önce geometrinin (şekil bilgisi) ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Bizim eğitim sistemimizde bol matematik vardır ama geometri pek fazla değildir.
3) Tefekkur (fikir üretmek): Düşündüğü ve hayal ettiği şeyin tasarımını iyi yapan kişi oradan değişik yorumlarla çeşitli fikirler üretebilir. Üretilen fikirler tartışmaya açılarak daha üstün yorum ve düşüncelerle önceki aşamadaki durumların daha da gerçekçi hallere
Müslüman olan toplumumuzda maalesef kendi dil, din, kültür, adet, gelenek ve görenekleri de işin içine katan bir maarif (bilgilendirme) sistemimiz bulunmamaktadır. Gelişmiş ülkelerin her biri kendi eğitim sistemlerine sadık kalarak ileriye gidebilmişlerdir.
yaklaşması temin edilir. Üretilen fikirlerin tenkit edilmesi (eleştirilmesi), yanlışlanmaya çalışılması, hatalarının azaltılmasına çalışılması yeni yeni fikirlerin doğmasına veya mevcut olanların daha da ince çözünürlükte ve ayrıntılı bilgilere ulaşılmasını sağlar.
4) Tedebbur (sonuç çıkarmak): Önceki aşamalarda elde edilen bilgilerin, mesela uygulamaya konulması durumunda, sonuçlarının ne gibi halleri doğuracağının da düşünülmesi gereklidir. Bunun için müslümanlarca faydalı ve faydasız bilim tanımlamaları yapılmış ve tarih boyunca müslümanlar toplumlara faydası olan ilimlerin geliştirilmesine çalışmışlar. Yapılan işlerin birer sonucunun, çıktısının ve etkisinin olacağını düşünerek elde edilen bilgileri sorgulamak sırasında tahmin diyebileceğimiz son durumların da öngörülmesi gereklidir. Bunun için zihin sınamaları gibi laboratuvar sınamaları da yapılarak sonuca gidilmelidir.
5) Tefakkuh (her yönü ile anlamlandırmak, anlamak): Bunun kelime anlamı anlamak diye Türkçe’ye çevrilebilir ama bu anlayışın sadece maddi olmaması gereklidir. İnsanoğlunun ne kadar da bilgi sahibi olursa olsun bunun okyanusta bir zerre kadar olduğunu düşünerek esas ilimlerin Allah (c.c) katında olduğunu ve yaptığı çalışmaların aslında insan olarak varılması mümkün olan yere kadar olduğunu düşünerek şükür etmesi durumlarının hepsine tefakkuh diyebiliriz. Böylece insanın yaptığı bütün bilimsel çalışmaTemmuz - Ağustos 2014 37
DOSYA: EĞİTİM HAYATI VE MESLEK SEÇİMİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
ların birer ihtimali kısmının bulunduğu ve her zaman yanlışlanabileceği akılda tutulmalıdır. Zaten Farabi ilimleri ihtimali ve mutlak diye daha 900 yıllarında açıklamıştır. Ne olursa olsun insanın Allah (c.c) katındaki mutlak ilimlere ulaşılamayacağının idrakinde bulunması ile yaptığı buluşlar veya ilmi yenilikler dolayısı ile büyüklüğe kapılmaması ve O’nu düşünerek daima acz içinde olduğu şuurunu (bilincini) tadabilmelidir. Üstünlük ancak Allah’a mahsustur. Gerçek müslüman düşünce ve bilim adamları her zaman ve yerde Allah’ın varlığını düşünmüşler. Batıda ise kilise bu tür düşünceleri yasakladığından mutlak olarak kilise ilkeleri esas alındığından bilimsel çalışmalar nerede ise hiç yapılmamıştır. Ne zaman müslümanlarla irtibatları artsa da o zamanlarda kilise zincirini kırarak batıda da çok büyük düşünürler çıkmaya başlamıştır. Üstün (süper) bir gücün yani Tanrı'nın bulunduğunu ise neredeyse bütün batılı bilim adamları kabul etmiştir. Mesela, Einstein “Tanrı zar atmaz” demekle mutlak ilimlere işaret etmiştir. Rene Descartes ikileminden birisini “ruh” olarak açıklamış ve bunu tanrısına bağlamıştır. 6) Teakkul (akıl kullanmak, akılcılık): Bunun anlamı akılcılık, akıl kullanmak demektir. Yukarıdaki aşamaların her birinde zaten akıl kullanılmaktadır ama düşünen insan bunlarda gönülün de rol oynadığını ve hatta bazılarında gönülün ağır bastığını anlamıştır. Bugünkü eğitimin tek gayesinin, maalesef, tamamen maddiyatçılık olduğunu düşünürsek, yukarıdaki aşamaların büyük bir kısmının erozyona uğrayarak tanınmaz hale geldiğini görebiliriz. Akıl eğitimde ve özellikle bilim ve teknolojide tüm aşamalarda bulunan en önemli bir cihazdır. Eğitim sisteminin aklı kullanmanın yollarını açması gerekir. Aksi durumda donuk, doğmatik, ezberci, çoktan sınamacı ve nakilci bir eğitim sisteminin yetiştireceği bireylerden nitelikli verim almak pek mümkün olamamaktadır. Yukarıda sayılan aşamaların bütününün uygulanması halinde sadece mekanik 38 Mimar ve Mühendis
eğitim değil eski tabirle talim (yani öğretme) ve terbiye (yani bir toplumda kişi veya kul haklarına saygılı olmak) esas olur. Müslüman olan toplumumuzda maalesef kendi dil, din, kültür, adet, gelenek ve görenekleri de işin içine katan bir maarif (bilgilendirme) sistemimiz bulunmamaktadır. Gelişmiş ülkelerin her biri kendi eğitim sistemlerine sadık kalarak ileriye gidebilmişlerdir. Bunun anlamı tamamen farklı yapıya sahip olan eğitim sistemi değil
ama genel olarak kabul görmüş bir eğitim sisteminin içine kendi kültürlerinin gerektirdiği değişiklikleri yerleştirmişlerdir. Bugün Amerikan, İngiliz, Fransız, Japon, vb. ülkelerin eğitim sistemleri iskelet yapısında benzer ama sistemin içinde kendi kültürel yapılarına göre değişiklikler içermektedir. Müslümanca bir eğitim sisteminin akılcı ilkelere dayandırılması gerekir ama kültür ve manevi olguların da tamamen dışlanmaması gereklidir.
Temmuz - AÄ&#x;ustos 2014 39
DOSYA: EĞİTİM HAYATI VE MESLEK SEÇİMİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
İÇİ BOŞALAN VE YOZLAŞAN LİSE EĞİTİMİ İÇİN KURTULUŞ FORMÜLLERİ:
EĞİTİMİN ÖZELLEŞMESİ VE AÇIK ÖĞRETİM LİSELERİ Prof. Dr. Osman Çakmak cakmak.osman@gmail.com Nasıl ekonomide özelleştirme savunuluyor ve özel sektörün pek çok işi devletten daha iyi yaptığını görüyorsak, eğitimde de -gerçek anlamda- özelleştirmenin önünü açmak durumundayız. Devlet eğitimin finansmanında, müfredatın belirlenmesinde, eğitim sektörünün çalışanlarının statüsünde konum değiştirmedikçe yapılanlar kozmetik değişiklikler olmanın ötesinde bir anlam ifade etmeyecektir.
B
ir eğitim sistemi ki toplumdaki yetenek ve çeşitliliği keşfederek, onu yerinde değerlendirecek bir esnek ortam meydana getirebiliyor; fıtrata mutabakat sağlayabiliyorsa orada insanların başarısından ve mutluluğundan söz edebiliriz. Peki böyle bir eğitim nerede? Okullarımızda mevcut mu? Eminim ki okul kayıtlarının başladığı bugünlerde en sık sorulan sorular bunlar. Lise dönemi öğrencinin kişilik kazanacağı ve kimliğini bulacağı bir devreye tekabül ediyor. Bu yüzden hayli kritik bir öneme sahip. Ortaokul kadar, lise eğitimi de öğrencinin hangi mesleğe yöneleceğine dair bir vizyon ve kimlik kazanma zamanıdır. Öğrenci için bu dönem, kültürümüze ve medeniyetimize dair temel değerleri keşfetme zamanıdır aynı zamanda. Eğer lise döneminde verdiğiniz eğitim, öğrenciye manevi değerleri, ortak kimlik bilinçlerini, aidiyet biçimlerini, ruhlarını, özgüvenlerini yeniden ve çağdaşlaştırarak kazandıramıyorsa, öğrenci kim olduğunu ve hayatta ne olacağını anlamayacaktır. Dahası, kendisini yeterli hissetmeyecek, topluma faydalı bir birey haline de gelemeyecektir. PKK gibi teröre bulaşanlar ve Ergenekon gibi gizli örgütleri kuranlar başka ülkeden ya da uzaydan gelmediler. Kendi okullarımızın ürünleri... Ruha vüsat ve düşünce dünyasını kanatlandıran, bilimsel değere haiz bir tarih, sosyoloji,
40 Mimar ve Mühendis
felsefe ve hatta fen ve sanat vb derslerin var olduğunu söyleyebilir miyiz liselerimizde? Aksine topyekün değerleri yerle bir eden, ruhsuzlaştırıcı, sömürgeci, kendi kendini sömürgeleştirici bir fonksiyon mu icra ediyor bu eğitim? Lise eğitiminin bir misyonu ve manası kalmadığı şuradan belli ki, öğrenci sadece üniversiteye giriş için günün büyük bölümünü şahsi ve ilmi ve düşünce gelişimine hiçbir katkısı olmayan sınav hazırlığına hasretmektedir. Üstelik merkezi sınavlarla ilgisi olmadığından çoğu kültürel dersler ve uygulamalar boş geçmektedir. Okullarda öğrendiklerinin hayata ve mesleğe dair bir faydası olmadığını fark eden öğrencinin okullara ve eğitime karşı “güveni” sarsılıyor. Bu tehlikeli “ümitsizlik ve “boşluk” içinde, öğrenciyi artık “internet” ve “tv dizileri” yönlendirmeye başlıyor. Özellikle eğitimin “karma” yapısı ile okullar “talim ve terbiye yuvaları” olmaktan çıkıyor ve çoğu “eğriliklerin” öğrenildiği mekanlar halini alıyor. Bu felaketli gidişin yetkililerce görülemediği şuradan belli ki, her şey iyi gidiyormuşcasına muhteva ve öze ait dönüşümler-reformlar yerine şekilsel (örneğin Fatih Projesi, 4+4+4, bedava ders kitabı vb) dönüşümlerle çürümüş binanın biraz daha ömrünü uzatmış oluyoruz. Gün geçmiyor ki eğitimle ilgili bir sil baştan uygulamasına şahit olmayalım. Derinlemesine tahlil edilmeden ve ilgili taraf-
lar çözüme dahil edilmeden masa başında yapılan düzenlemelerin nerede duracağı belli değil. Geriye dönüp geçmişte başlatılan reformaların niçin amacına ulaşmadığını hiç bir zaman sorgulamadık. Hepsi de unutuldu gitti. Çöpe giden milyarları ve boşa giden ümitleri geride bırakarak... Örmeğin yeni müfredat, çoklu zeka, toplam kalite projeleri bunlardan bir kaçı. Batı'da çoktan terk edilen, seküler hurafeleri, üstelik de jakoben yöntemlerle monteleme işlemlerini hangi özel ve güzel vasıta ile sunarsanız sunun değişen bir şey olmayacaktır. Son düzenlemelerle din dersleri vb birkaç dersin saatinin artırılması kulakta hoş bir sada bırakmaktadır. Halbuki bu düzenlemeler de herhalde eğitimin her şeyimizi yıkıcı ve yok edici kimlik bunalımını örtme, gizleme, hatta meşrulaştırma işlevi görüyor olacak.
OKURLARIMIZDAN GELENLER Zaman zaman okurlarımızdan bize ilginç notlar intikal etmektedir. Uzun yıllar okullarda yöneticilik yapmış bir okurumuz (H. C.) mesajında okullardaki ahlaki yozlaşmaya dikkat çekiyor ve mesleki eğitimin yok oluşu karşısında yapılması gerekenlere vurgu yapıyor. “Eğitimdeki manevi ve ilmi boşluk yüzünden derslerde sınıf hakimiyeti, ders disiplini iflas etmiş durumda. Çoğu okullarda, ders işlenme oranı düştü. Öyle ki, dersler yapılamaz hale geldi. Bu yozlaşmayı “akıllı tahta” ve “tablet bilgisayar” projelerinin de çözüm olması mümkün değildir. Temelleri çürümüş binayı ihyaya çalışmanın bir anlamı yoktur. Önce eğitime ruh verecek ve öğrenciye ideal ve şahsiyet kazandıracak dönüşümler lazım. Ölçme değerlendirme tek boyutlu sayısal değerlendirme ve
Türkiye’de çoğu müesseseler misyonuna uygun yapılandırılamadığından varlığı “sözde” kalmaktadır. Özel okullar konusu da bunlardan birisi. Ülkede görüntüde özel okullar var Ama bu okullarda da her şey “merkezden” belirleniyor.
teste dayalı yapıdan kurtarılarak, öğrenciyi çok yönlü değerlendiren; kalite ve beceriyi ölçebilen sistemlere geçilmelidir. Lise döneminde öğrenciye en azından bir “meslek öğretmek” esas haline getirilmelidir ki; üniversite kazanamayan bir öğrenci boşta ve boşlukta kalmasın. Ortaokul ve liselerin son sınıflarında “ bitirme -olgunluk sınavı” getirilmelidir ki her şey merkezi sınavların ağırlığı altında ezilmesin. İçini doldurmadan ve lise döneminde mesleki eğitimi asıl-esas yapacak düzenlemeler yapmadan lise eğitimini mecburi hale getirmek, herkesi üniversite önünde yığmak anlamı taşıyor. İçini doldurmadan lise eğitimini mecburi hale getirmekle dershaneler daha da öne çıkacaktır. Sanayi, tarım ve hayvancılık sektörü ara eleman bulamaz hale geldi ve meslekler ölüme mahkum oluyor. Çırak ve çoban olacak çocuğu okulda zorla tutmanın anlamı yok. O çocuk sınıfta-derste bunalıma düşüp dersi sabote ediyor. Bu tür öğrenciler ilkokulu bitirsin, sonrasını açık öğretim ile de bitirebilir.” TV DİZİLERİNDEKİ KİŞİLİKLER ÖRNEK ALINIYOR Yine okullardaki, özellikle liselerdeki eğitim boşluğundan dolayı ortaya çıkan ahlaki yozlaşmayı bir kız meslek lisesi müdüründen dinleyelim (özetle). “Okullardaki dersler ve eğitim müfredatı, kültür ve medeniyetimize, insani değerlerimize yabancı ve hatta karşı bir yapılanma. Bu yabancılık, öğrencilerde büyük çoğunlukla kimlik bunalımına ve aşağılık kompleksine yol açıyor. Çocuklarımız, tv dizilerinde öne çıkan kişiliksiz kişileri örnek alıyor. Öğrencilerin favori dizileri “Arka Sıradakiler”, “Pis Yedili” gibi
Temmuz - Ağustos 2014 41
DOSYA: EĞİTİM HAYATI VE MESLEK SEÇİMİ
çarpık ilişkileri öne çıkaran ve yüzümüz kızararak izleyeceğimiz diziler. Sanal dünyanın yalancı ve yaldızlı aldatmaları ile gerçeklerden uzaklaşan öğrencilerimizin büyük çoğunluğu (% 70 i aşan oranda) yanlış duygusal ilişki içinde. Bu ilişkiler, duygusal boyutun ötesine taşınıyor ve çeşitli çevrelerce kötüye kullanılıyor. Bir kısım servis şoförleri (taşımalılar dahil), kantin çalışanları ve diğer hizmet alımı vesilesiyle çalışan personel, bu kötü yola düşen çocukları pazarlamada aracı olarak kullanılabiliyor. Öğrencilerin tahrik edici kıyafetlerle okula gelmeleri ve gayri ahlaki tavırları karşısında okul yönetimlerinin eli kolu bağlı. Öğrenciye uyarıda bile bulunamıyoruz. Çünkü, ikaz edilen kişi MEB için tahsis edilen 147 no’lu telefon hattından şikayette bulunuyor. İlgili yönetici soruşturma geçirmeye başlıyor. Kız erkek ilişkilerinde gayri ahlaki tavırları ikaz eden yakın çevremizde hamiyetli bir fen lisesi müdürü soruşturma geçiriyor. Yine yakınımızda bir din kültürü öğretmeni müfredatta yer alan sureyi ezberlettiği için soruşturmaya maruz kalıyor. Öyle durumlarla karşı karşıyayız ki, bakanlıktan “öğrencilerin tahrik edici, kıyafetleri ve gayri ahlaki tavırlarına karışmayın ve hatta öğrenciler bazen kaçamak yapsınlar” manasına gelen yazılar geliyor.”
ÇÖZÜM YOLU; EĞİTİMİN ÖZELLEŞMESİ Eğitimin bir “eritim” halini aldığı bu “yangın” içinde alternatif çözümler yok mu? Örneğin, manevi-ahlaki değerlere duyarlı yetkin ve yetişmiş öğretmen kadrosuna sahip olduğunu düşündüğümüz bir kısım “özel liseler” bir alternatif olabilir, çocuklarımızı daha emin ellere teslim ettiğimizi düşünebilir miyiz? Aslında ister devlet okullarında olsun ve isterse özel okullarda olsun okulların “boş” ,“zararlı” ve hatta “gayri ilmi” müfredatı hamiyetli ve duyarlı bir kısım öğretmenlerce “iyileştirilmekte” yanlışlıklar düzeltilerek sunulmakta (örneğin inkilap tarihi derslerinin bilimsel gerçeklerle bağdaşmayan yalanları) ve bizden değer ve ruh katılmaktadır. Bu öğretmenlerin çabaları da olmasa okullarda iyi “ürünlerin” çıkması neredeyse 42 Mimar ve Mühendis
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Lise eğitiminin fiilen bittiği şu ortamda lise eğitimi olarak imam hatip liseleri öğrenci için iyi bir alternatif olabilir. Aslında imam hatip liseleri, meslek lisesinden ziyade liseye benzeyen bir yapısı var. İmam hatip liselerinde, medeniyetimize ve kültürümüze ait bazı temel derslerin yer alması bu liselere olan ilgiyi artırıyor.
mucize olacak. Biz yine konumuza dönelim. Karmaşa ve boşluk içindeki lise eğitimine özel okullar çözüm olabilir mi? sorusuna cevap vermeye çalışalım. Her aile çocuğunu özel okula gönderecek bütçeye sahip değil tabi. Şunu hatırlatalım ki, ister devlet okulu olsun isterse özel okul, tüm ders programlarının içerik, amaç, kazanım, süreç, süreleri bizzat devlet tarafından belirlenmektedir. Bu durumda tabelasında özel okul yazan yerler de aslında bir devlet okulundan farklı olmamakla birlikte, bu durumda özel okul personeli de, maaşını devletin vermediği bir devlet memurundan farklı değil. Şimdi eğri oturup doğru konuşmanın zamanı geldiğinde göre, madem ki devlet okulları çoğunlukla doğru ve verimli eğitim yapamıyor, o zaman elini eğitimden çeksin ve özel teşebbüsün önünü açsın diyebilir miyiz? Tabi öncelikle doğru soru sorabilmek için konunun “doğru” anlaşılması icab eder. Öyleyse konuyu biraz daha ayrıntıları ile anlatmaya çalışalım. Türkiye’de çoğu müesseseler misyonuna uygun yapılandırılamadığından varlığı “sözde”
kalmaktadır. Özel okullar konusu da bunlardan birisi. Ülkede görüntüde özel okullar var. Ama bu okullarda da her şey “merkezden” belirleniyor. Evet tekrar tekrar vurgulayalım ki; ülkemizde devletçi yapı eğitime her alanda hakim durumda. Hem finanse ediyor, hem de müfredatı hazırlıyor. İstediği gibi değiştirebiliyor ve hizmet sağlıyor. Bu şekliyle eğitimde Kuzey Kore dışında yeryüzünde böylesine katı ve merkeziyetçi devletçi yapı görmek mümkün değildir. Ülkemizde ana okullarından üniversiteye kadar, adı vakıf ve özel okul olsa da hepsi de aslında devlet okulu. Gidin bakın okulların giriş kapılarındaki tabelalara. Kimisi MEB, kimisi YÖK üzerinden olmak üzere tamamı devlete bağlı ve bağımlı. Bağımsız bir eğitim kurumu göremezsiniz. Müfredat, tamamen, bazen doğrudan bazen dolaylı yollardan, devlet tarafından belirlenmekte. Merak edenler bir "özel kolej" ile bir devlet ilkokulunun sözgelimi birinci sınıflarını müfredat ve dersliklerin ideolojk endoktrinasyon mesajlarıyla bezenmesi bakımından karşılaştırsın. Evet ülkemizde eğitimde kelimenin tam
anlamıyla bir tekelcilik var. Tekeli tasfiye edip piyasaları serbestleştirmedikçe eğitimin önünü açmamız zor görülüyor. Üstelik bu durum kimseyi şaşırtmıyor ve bu tekelcilik kabullenilmiş durumda. Hayatın her alanında gelişmenin, ilerlemenin başlıca yolunun rekabet olduğunu biliyoruz ama iş eğitime gelince özelleşmenin karşısında duruyoruz. Özel sektörün eğitim sahasına girmesi ile işleri daha iyi yapma arayışı, iyileri taklitle kötüyü terk etme süreci olan rekabet başlayacaktır. Evet rekabet hangi sektörde dışlanmışsa o sektörün atalete, verimsizliğe mahkum olduğunu biliyoruz.
NEDEN EĞİTİMİ REKABETE AÇMIYORUZ? Peki neden eğitimi rekabete açamıyoruz? Korkumuz nedir? Türkiye'nin eğitim sisteminin rekabete açık olmaması düşündürücü değil mi? Daha düne kadar bu korkunun kaynağı “derin güçlerin” hakimiyeti idi. Bu ülkenin insanı doğru bir eğitimle buluşmasın ve düşünebilen, üreten, sorun çözebilen ve buluş yapabilen, kişilikli nesiller yetişmesi bu eğitim(sizlik) le engellenmişti. Peki bugün bu yapıyı devam ettirmenin bir mantığı ve anlamı var mı? Eski Başbakanımız gibi Milli Eğitim Bakanımız da; “Dershaneleri kaldıracağız ve dershanelerin özel okullar haline gelmesini sağlayacağız” sözlerini yüksek sesle dillendiriyorlar. Dershaneler, eğitime her alanda hakim vaziyetteki “merkezi sınavların” bir sonucu.. Eğitimdeki bozulmanın sebebi ve kaynağı dershaneler değil. Liselerin misyonu sadece üniversiteye hazırlamak olunca bu görevi dershaneler daha iyi yaptığından, dershanelere bir akın söz konusu oluyor. Görmüyor muyuz ki fen liseleri gibi sözde en gözde liselerimize olan yönelme bile onların iyi dershanecilik yapmasından kaynaklanıyor. Yoksa iyi bir lise eğitimi verdiğinden dolayı değil. Öncelikle okulların neden dershaneleştiği araştırılmalıdır. Peki niçin bu kadar açık eğitim gerçeklerini göremiyoruz? Anlaşılıyor ki eğitim dünyamızda korkunç yanılgı ve yanlışlıklar hükmediyor. Bu yanlış bakış açısı, tekelci ve devletçi yapı devam ettikçe, özel okulların gelişemeyeceği gerçeğinin de
farkedilmesini engelliyor. Sağlıkta, ekonomide, özellikle ülkeye hakim derin güçlerin ortaya çıkarılmasında önemli atılımlar oldu. Benzer atılımların eğitim dünyamızda da olmasını beklerdik. Örneğin eğitim problemi deyince tekelci sisteme nasıl daha iyi bir renk kazandırabileceğimizi tartışıyoruz. Bu iyi niyetli de olsa beyhude bir çaba olmaktan öteye gitmiyor. 4+4+4 eğitim sisteminde öğrencinin-velinin tercih yelpazesi biraz genişletilebiliyor. Bununla beraber, devlet tekeli aynen devam ediyor. Görüntüde lise için açık öğretim imkanı var ama soru ve müfredatı değerlendirme tamamıyla devletin elinde. MEB-devlet patron olmaya devam ettikçe, eğitim hantal ve gelişmeye kapalı mevcut devlet tahakkümü altında varlığını sürdürdükçe gelişimini nasıl sağlayacağını kimse dert etmiyor. Özel okulların yaygınlaşmasını sağlayacak büyük bir altyapı olduğu halde, neden bu sahada gelişme olmamaktadır? Araştırsaydık, özel sektörün eğitime girmesini sağlayacak şartların teşekkül etmediğini görecektik. Rekabet ortamı kaldırıldığında kalite yarışı da olmamaktadır. Eğer
araştırsaydık, devlet özel okullara destek vermeyerek özel eğitimin önünü kapattığı gerçeği ile de karşılaşırdık. Öğrenci başına, devlet okullarındaki maliyetin hiç olmazsa yarısı kadar da olsa bir destek sağlanabilirdi. Böylece gelir seviyesi düşük olanlar da özel okullara çocuğunu gönderebilirdi. Sonra burs vb imkanları oluşturarak fırsat eşitliğini sağlayacak tedbirler alınabilirdi. Güvensizlik üzerine kurulu, kendi insanından korkan ürkek yapı devam ettikçe toplumdaki dinamikliği eğitime ve gelişime aktarmak mümkün değil elbette. Sendikalar ve sivil kuruluşların çoğu da, devletin eğitim-öğretim faaliyetlerindeki tekeline karşı mücadele etmesi gerekirken, tam tersine devlet müdahalesinin kendi ideolojik arzularına göre olması talebi içindeler ve gerçek eğitim sorunlarını dillendirmenin, eğitimi özgürleştirmeye yönelik çabaların çok uzağında kalıyorlar. Nasıl ekonomide özelleştirme savunuluyor ve özel sektörün pek çok işi devletten daha iyi yaptığını görüyorsak, eğitimde de gerçek anlamda özelleştirmenin önünü açmak durumundayız. Devlet eğitimin finansmanında, müfredatın belirlenmesin-
Bakanlık ve yetkililer, yeni eğitim reformlarında sözünü ettiğimiz özel kurumlar yanında şimdiye kadar pek de adam yerine konulmayan özel okullar, dershaneler ve özel kurs yetkililerinin de tecrübelerini dikkate alarak ve onları da çözüme ortak ederek doğru ve isabetli yapılanmalar oluşturabilir.
Temmuz - Ağustos 2014 43
DOSYA: EĞİTİM HAYATI VE MESLEK SEÇİMİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Her aile çocuğunu özel okula gönderecek bütçeye sahip değil tabi. Şunu hatırlatalım ki, ister devlet okulu olsun isterse özel okul, tüm ders programlarının içerik, amaç, kazanım, süreç, süreleri bizzat devlet tarafından belirlenmektedir.
de, eğitim sektörünün çalışanlarının statüsünde konum değiştirmedikçe yapılanlar kozmetik değişiklikler olmanın ötesinde bir anlam ifade etmeyecektir. Devlet sadece bazı dersleri tüm eğitim kurumlarında zorunlu tutabilir. Örneğin kendi tarih, kültür ve medeniyetimize ait derslerle birlikte Türkçe mecburi ders olabilir. Avrupa’da nasıl ki Latince mecburi bir ders ise, bizde de örneğin Osmanlıca dersi mecbur tutulan derslerden olabilir. Ancak bunların dışındaki derslerin muhtevasını ve süresini, içinde suç unsuru barındırmadıkça özel okulların belirlemesine izin verilmelidir. Müfredat belirleme ve ders kitabı yazma işinin Tübitak’a devredileceği haberlerini alıyoruz. Bunun hayırlı bir başlangıç olmasını temenni ediyoruz. Tekelin kırılması adına önemli bir gelişme olarak görüyoruz. Umuyoruz ki, kendi programını kendi belirleyen tercih hakkını ve kimliğini kendisi belirleyen ve niteleyen okulların açılmasına izin verilmeye başlanır. Bu şekilde vatandaşın sağduyusuna güvenen bir devlet profili ortaya çıkar. Korumacılık ve güvensizlikle artık bir yere varamayacağımızı göreceğimiz günlerin yakın olduğuna inanıyoruz. Okul44 Mimar ve Mühendis
ların birbirleri ile rekabet etmelerinin yolunun böylece açılması ile iyinin kötüyü kovacağı gerçeğinden yola çıkarak iyi eğitim veren, çocukları başarılı bir şekilde geleceğe hazırlayan kurumlar bu mücadelede ayakta kalacaktır. Dünya ile rekabet edebilen eğitim kurumlarını ancak böyle oluşturabiliriz. Kaldı ki; ülkemizin dünyaya açıldığı, gözlerin Türkiye’ye çevrildiği bu dönemde bu vizyonsuz eğitim yapısı ile dışarıdan öğrenci çekemeyeceğimiz açıktır. Hiçbir aile çocuğunu geleceğe hazırlayamayan bu rekabetçi dünya şartlarında varlığını sürdüremeyen bir okula göndermek istemez. Bugün için büyük rağbet gören okulların yarın aynı rağbeti göreceklerinin hiçbir garantisinin olmadığını da bilmek gerekir.
ÖNÜ AÇILAN İMAM HATİP LİSELERİ VE MESLEK LİSELERİ Şimdi de katsayının kaldırılması ile statüsü değişen meslek liseleri ve imam hatip liselerinin yeni dönemde lise eğitimi içindeki yerlerini ve geleceklerini kısaca irdeleyelim. Lise eğitiminin fiilen bittiği şu ortamda lise eğitimi olarak imam hatip liseleri öğrenci için iyi bir
alternatif olabilir. Aslında imam hatip liseleri, meslek lisesinden ziyade liseye benzeyen bir yapısı var. İmam hatip liselerinde, medeniyetimize ve kültürümüze ait bazı temel derslerin yer alması bu liselere olan ilgiyi artırıyor. Bu derslerin içi biraz daha doldurulabilse, sosyal ve uygulama yönleri geliştirilebilse, ideal liseler halini alabilir ve öğrenciye daha güçlü bir kişilik kazandırabilir imam hatip liseleri. Bir de bu liselerin önünün açılması için eğitimin “karma” yapısı ve “başörtüsü” problemi olmaması gerekir. Bunun için de okul idarecilerinin her şeyi “merkezden” bekleme kolaycılığı yerine, “inisiyatif” kullanmaları beklenir. Bilelim ki namuslu ve doğru iş yapanlar, en az yanlış iş yapanlar kadar cesur ve müteşebbis olabilmelidir. Hem meslek liselerinin hem de imam hatip liselerinin ülke için ve geleceğimiz için ne kadar önemli olduğu şuradan belli ki; getirilen katsayı uygulaması ile iki lise türü birlikte ölüme mahkum edilmişti. 28 Şubat müdahalesinin en önemli yaptığı bir tahribat buydu. Şimdi bu liselerin yeniden diriltilmesinin zamanı geldi. Diğer yandan kız meslek liselerine yoğun talep dikkat çekmektedir. Bu okullar, karma eğitimin meydana getirdiği yozlaşmaya ve verimsizliğe karşı iyi bir çözüm olarak görünüyor. Kız öğrencilerinin fıtratlarına uygun bir mesleği öğrenme ortamı ve imkanı sunması ile iyi bir alternatif olabilir kız meslek liseleri. Bakanlık ve yetkililerin, bu okulların özellikle karma eğitimin olumsuzluklarına karşı çözüm sunması ve bir meslek öğretmesi itibari ile var olan büyük talebi görmediği kanaati yaygın. Gözlemlediğim kadarı ile belirlenen kontenjanların üç dört katı talepler söz konusudur bu okullara. Kalabalık sınıfları ve zayıf-yetersiz atölye ve uygulama alanları ile misyonunu yeterince gerçekleştirememektedir bu liseler. İmam hatip liseleri gibi kız meslek liselerinin de sayılarının artırılması ve özellikle buralarda mesleki uygulamaların güçlendirilmesi kısa vadede yapılması gerekenlerdendir.
AÇIK ÖĞRETİM LİSELERİNİN AÇTIĞI İMKANLAR Liselerin ahlaki yozlaşmanın mekanı haline gelmesi ve üstelik hayata ve geleceğe dair iyi ve faydalı şeyler verememesi karşısında aileler açık öğretim liselerini iyi bir alternatif olarak görüyorlar. Açık öğretim lisesinin içini dolduracak ve lise eğitiminin olumsuzluklarından kurtaracak bazı formüller geliştiriyorlar. Şimdi ülkemiz insanının bulduğu çözümlerden birisini nazara vermeye çalışacağım. Çeşitli özel kurumların kurs niteliğinde sürdürdükleri faaliyetlerde açık öğretim lisesine kayıtlı olan öğrenciler için üstelik en az üç tür eğitim birlikte sunuluyor: (1) Açık öğretim lisesi sınavlarından başarılı olmak için lise eğitimi, (2) Temel ahlaki - manevi değerler eğitimi yanında bazı mesleki ders ve uygulamalar-entelektüel becerileri kazanma kurs ve eğitimleri, (3) Üniversite giriş sınavına hazırlık eğitimi. Genelde yatılı olarak sürdürülen bu eğitimler akşam ve sabah etütleri şeklinde de eğitim devam ettiğinden, öğrenci vakitlerini rehber öğretmenler eşliğinde daha verimli geçirmekte ve yaşayarak öğrenme imkanı bulmaktadır. Bu eğitim süreci, gezi, gözlem, kitap okuma gibi sosyal ve kültürel aktiviteleri de içine alıyor. Entelektüel faaliyetler, spor ve sanat faaliyetleri liselerde olduğu gibi buralarda “sözde” kalmıyor. Dikkat çeken diğer bir nokta; bu kurslardan mezun olanların fevkalade yüksek puanlarla istediği üniversite bölümlerine gidebiliyor olmalarıdır. Üstelik bu eğitimi birçok öğrenci 2.5 veya 3 yılda tamamlayabiliyor. Bu kurs eğitimlerini cazip hale getiren bir başka nokta, masraflar dışında kar amacı güdülmemesi vesilesi ile eğitim masraflarının çoğu aile için ulaşılabilir makul bir düzeyde kalmasıdır. Peki bu modeli daha ileri götürmek için devlet nasıl bir katkıda bulunabilir? Örneğin liselerin laboratuar ve uygulama alanları bu amaçlarla boş saatlerinde kullandırılabilir. Böylece çoğu liselerde atıl vaziyette duran imkanlar değerlendirilmiş olacaktır. Devlete yük olmadan
Eğer ortaokul eğitimi için de açık öğretim imkanı verilirse, daha genç yaşlarda, öğrencilerin şuur altı kirlenmelere maruz kalmadığı erken dönemlerde bu eğitimin başlaması ile geleceğimizi emanet edeceğimiz idealist ve başarılı gençleri yetiştirmemiz ve geleceğimizi kurtarmamız mümkün hale gelecektir.
fedakarlıklarla yapılan bu tür faaliyetlere, kolaylıkların sağlanması aslında devletin başta gelen görevleri arasında değil midir?
AÇIK ÖĞRETİM KAZANDIRICI LİSE DÖNEMİ HALİNİ ALABİLİR 4+4+4 kanun tasarısı tartışılırken, ortaokul öğretimleri için de açık öğretim imkanı verilmesi gündemde idi. Sonra, sanıyorum malum çevrelerin mevhum gerekçeleri karşısında yetkililer geri adım attılar. Eğer ortaokul eğitimi için de açık öğretim imkanı verilirse, daha genç yaşlarda, öğrencilerin şuur altı kirlenmelere maruz kalmadığı erken dönemlerde bu eğitimin başlaması ile geleceğimizi emanet edeceğimiz idealist ve başarılı gençleri yetiştirmemiz ve geleceğimizi kurtarmamız mümkün hale gelecektir. Ülkemizde hazırlık dershaneleri gibi kursların yaygınlığına bakılırsa, açık öğretim ülkemizde çok daha yaygın ve kazandırıcı bir lise dönemi halini alabilir. Bu tür kursu alan öğrenciler için çeşitli burs vs destek imkanları oluşturulabilir. Lise eğitiminin zorunlu hale getirildiği yeni dönemde böyle teşvik ve alternatif kaynaklara yönelmediğimiz takdirde 4+4+4 yapılanmasını sağlıklı ve doğru bir şekilde hayata geçirmek zor olacaktır. Açık öğretimlerin desteklenmesi ve güçlendirilmesi halinde, özellikle bir işte çalışanlar (örneğin ziraat ve tarım sektöründe, ya da maddi ihtiyaç gerekçeleri ile çırak vs olarak çalışanlar, yahut da kendi işinde çalışmak zorunda olanlar) için de kolayca eğitim görme imkanları doğacaktır. Bu çerçevede yapılması gerekenler; açık öğretim lisesi eğitimi yapan özel kurs faaliyetlerinin ölçme değerlendirmeleri kabul görür hale gelmesi ve vereceği sertifikalara resmen tanınırlık sağlanmasıdır. Özel kurumların ölçme ve değerlendirme-
lerine güvenilmediği (çünkü güvensizlik bir hastalığımız) ya da yeterli görülmediği takdirde bunun da çok kolay bir çözümü var: Her il ve ilçede devletin lise okulları ek olarak sözlü - yazılı-uygulamalı ölçmedeğerlendirmeler yapabilir (sınavlar test tipinde olmamalı). Belki de en iyi çözüm, diğer lise ve ortaokullar için olduğu kadar açık öğretim lisesi mezunları için de yurtdışında adına Bakolarya denilen “bitirmeolgunluk sınavları”nın hayata geçirilmesi ve uygulanmasıdır. Sonuç olarak; bakanlık ve yetkililer, yeni eğitim reformlarında sözünü ettiğimiz özel kurumlar yanında şimdiye kadar pek de adam yerine konulmayan özel okullar, dershaneler ve özel kurs yetkililerinin de tecrübelerini dikkate alarak ve onları da çözüme ortak ederek doğru ve isabetli yapılanmalar oluşturabilir. Kendi yapımıza uygun çözümler üretebilir. Özetlersek açık öğretimlerin toplumda kabul görmesinin önemli nedenleri var. Ahlaki kaygılar ve eğitimin verimsizliği başta olmak üzere, okullarda şiddet olayları, uyuşturucu gibi bağımlılıklar, eğitimin inançsızlığa-ateizme alet edilmesi, okul mekanlarının uygunsuzluğu, çocukların yeterli şefkat ve ilgi görememesi bunlardan bazıları. Devlet açık öğretim gibi uygulamalarını kolaylaştırarak ve destek vererek insanımızın önünü açabilir. Özel sektörün eğitime katkısını artıracak tedbirler alabilir. Ülkemizde dershaneciliğin yaygınlığını da dikkate alırsak, özel sektörün daha faydalı eğitimlerin içine çekilmesi bir devlet politikası haline getirilebilir/getirilmelidir. Ayrıca özel lise ve özellikle meslek liselerinin kurulması ve çeşitlenmesi için teşvikler artırılabilir. Böylece eğitim yapay ve zorlama düzleminden kurtarılarak istekle yapılan özel sektörün ve ailelerin isteyerek katkıda bulunduğu zemine çekilebilir. Temmuz - Ağustos 2014 45
DOSYA: EĞİTİM HAYATI VE MESLEK SEÇİMİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
FİNLANDİYA İLK ve ORTAÖĞRETİM SİSTEMİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ ve TÜRK EĞİTİM SİSTEMİ AÇISINDAN KISA BİR DEĞERLENDİRME DOÇ. DR. ERSİN KAVİ YALOVA ÜNİVERSİTESİ, İİBF ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE END. İLİŞK. ersinkavi@gmail.com Finlandiya eğitim politikasının genel hedefi, her vatandaşına fırsat eşitliği sağlayan, yüksek kaliteli bir eğitim imkanı sunmaktır. Finlandiya hükümetinin eğitim hedefleri arasında, Finlandiya emek piyasalarının ihtiyaçları doğrultusunda rekabetçi ve fonksiyonel bir eğitim sisteminin dizayn edilmesi vardır. Ülkemiz açısından değerlendirdiğimizde, en büyük farkın belki de nüfusla ilgili olduğu düşünülebilir. Bunun dışında, en büyük farklılığın ise, eğitimde eşit imkanların sunulamaması olduğu görülmektedir.
GİRİŞ Finlandiya eğitim sistemini ön plana çıkaran konulara bakıldığında sınav stresinin yaşanmadığı, kısa ve sıkıcı olmayan bir eğitim anlayışının olduğu görülmektedir. Bununla birlikte, okullarda okutulacak kitaplara öğretmenler kendileri karar vermektedir. Zorunlu olan 9. sınıfa kadar herhangi bir merkezi sınav yapılmamakta, dolayısıyla çocuklar sınav maratonu yaşamamaktadırlar. Ayrıca, okulların ortamı ev rahatlığında dizayn edilmekte ve böylece öğrenci kendini evindeymiş gibi hissederek verimi artırmaktadır. Ayrıca, eğitimin kalitesinin en önemli girdisi olan öğretmenlerin de, bulundukları konuma gelmeleri uzun ve meşakkatli bir süreci gerektirmektedir. Tüm bu faktörler dikkate alındığında, 46 Mimar ve Mühendis
OECD’nin gerçekleştirdiği Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA)’nın sonuçlarına göre hemen hemen her yıl Finlandiyalı öğrencilerin birinci sırada yer aldığı görülmektedir. Bu çalışmada da, bu başarıyı sağlayan eğitim sisteminin alt unsurları ele alınmaya çalışılmıştır. Bu doğrultuda, Finlandiya eğitim sistemi, okul öncesi, zorunlu temel eğitim, lise, yükseköğretim ve hayat boyu öğrenme şeklinde sınıflandırılmaktadır. Burada sadece yükseköğretime kadar olan süreç ele alınmıştır. FİNLANDİYA EĞİTİM SİSTEMİNİN GENEL AMAÇLARI Finlandiya eğitim politikasının genel hedefi, her vatandaşına fırsat eşitliği sağlayan, yüksek kaliteli bir eğitim
imkanı sunmaktır. Tabi ki, bunu yaparken de sosyal devlet olmanın bir gereği olarak, ırk, cinsiyet ve gelir farkı gözetmeksizin eğitim olanaklarını herkese eşit şekilde ulaştırmaya çalışmaktadır. Bu doğrultuda, Finlandiya eğitim sistemi 4 anahtar kavrama sahiptir: Kalite, Eşitlik, Etkinlik ve Uluslararasılık (Finland Ministry of Education and Culture, 2014:1). Finlandiya hükümetinin eğitim hedefleri arasında, Finlandiya emek piyasalarının ihtiyaçları doğrultusunda rekabetçi ve fonksiyonel bir eğitim sisteminin dizayn edilmesi vardır (Finland Ministry of Education and Culture, 2014:2). Bu doğrultuda, okul öncesi eğitimin, zorunlu eğitimin ve ortaöğretimin amaçları şu şekilde
belirtilmektedir (Erginer,2012:6-7): Okul öncesi eğitimde; Çocukların kişiliğini tanımak, toplumun bir birey olarak yetişmelerini ve doğal çevreye uyumlarını sağlamak, oyun ve eğitim ortamı oluşturarak değişik etkinlikler ile çocukların diğer çocuklarla birlikte kişiliklerinin gelişimini sağlamak. Zorunlu eğitimde; Öğrencilerin becerilerinin gelişimi için onlara destek olmak, gelecekteki eğitimleri ve iş yaşamı için geçerli bilgileri edinmelerini sağlamak. Ortaöğretimde; Lise eğitimi olarak ifade edilen bu süreçte, öğrencileri, iş yaşamı için gerekli bilgi ve becerileri kazandırarak, onların çok yönlü gelişimini sağlamak.
FİNLANDİYA İLK VE ORTAÖĞRETİM AŞAMALARI Fin eğitim sisteminin aşamaları şu şekilde özetlenebilir (Hörner ve arkadaşları, 2007:255-258): Okul Öncesi Eğitim: Okul öncesi eğitim, 6 yaşında başlamaktadır ve bu eğitim süreci ya gönüllülük esasına bağlı günlük bakım evlerinde ya da ilkokullara ait özel sınıflarda verilmektedir. Finli çocukların büyük bir bölümü bir şekilde okul öncesi eğitim sürecine katılmaktadır. Zorunlu Temel Eğitim: Zorunlu temel eğitim, 7 yaşında başlamaktadır ve 9 yıl sürmektedir. Burada öğrenciler, bulunduğu belediye sınırları içindeki istediği okulu seçebilmektedir. Zorunlu temel eğitimin son aşamasında, öğrenciler tabi oldukları bazı testler yoluyla ya
Finlandiya eğitim sistemini ön plana çıkaran konulara bakıldığında sınav stresinin yaşanmadığı, kısa ve sıkıcı olmayan bir eğitim anlayışının olduğu görülmektedir. Bununla birlikte, okullarda okutulacak kitaplara öğretmenler kendileri karar vermektedir.
Temmuz - Ağustos 2014 47
DOSYA: EĞİTİM HAYATI VE MESLEK SEÇİMİ
genel liseye ya da mesleki liseye geçmektedirler. Burada sadece öğrencilerin genel eğilimleri dikkate alınmaktadır ve bu aşamaya kadar ise merkezi bir sınav uygulanmamaktadır. Lise Eğitimi: Zorunlu temel eğitimden sonra öğrencilerin yaklaşık %95’i liseye devam etmektedir. Lise eğitimi, genel ve mesleki olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Genel liseye gidenlerin oranı yaklaşık %55, meslek liselerine gidenlerin oranı ise %40’lardadır. Her iki eğitim süreci de 3 yıl sürmektedir. Genel lise eğitiminde çoğunlukla, üniversite eğitimine yönelik, meslek liselerinde ise, iş hayatına yönelik dersler söz konusudur.
FİNLANDİYA EĞİTİM SİSTEMİNİN BAŞARI NEDENLERİ Finli ünlü eğitim uzmanı Pasi Sahlberg, “Finlandiya’dan Dersler” adlı makalesinde, eğitim sisteminin ön plana çıkmasında öğretmenlerin önemini şu şekilde vurgulamaktadır (Sahlberg, 2011:34-37): “Öğretmenler, eğitim sisteminin başarılı olmasının temel unsurudur. Bu nedenle öğretmenlerin eğitim süreçleri ile seçim süreçleri çok ciddi bir biçimde gerçekleştirilmektedir. Öyle ki, tüm öğretmen adayları öncelikle eğitim fakültesi mezunu olmalıdır ve aynı zamanda anaokulu öğretmenleri hariç hepsinin yüksek lisans yapmış olmaları gerekmektedir. Tabi ki, bu yeterli bir durum değildir. Aynı zamanda öğretmen adaylarının diploma notlarının yüksek olması yanında sosyal yönlerinin de kuvvetli olması bir gerekliliktir. Bununla birlikte, adaylar zorlu sınavlardan geçirilmektedir. Böylece, her yıl ilkokul öğretmeni olarak 10 öğretmenden biri kabul edilmekte, tüm öğretmenlik dalları için ortalama olarak başvuru yapan 20 bin adaydan sadece 5 bini öğretmenliğe uygun bulunmaktadır.” Finlandiya’nın başarısının arkasındaki bir başka önemli unsur ise, kırsal ve şehir merkezindeki öğrencilerin kendilerini ev ortamında hissetmelerinin sağlanmasıdır. Bu doğrultuda, öğrenciler, evinden okula giderken özel bir üniforma giymemekte, okula girişte ayakkabılarını çıkarıp çoraplarıyla veya terlikleriyle sınıflara girmektedirler (Eraslan,2009:242). 48 Mimar ve Mühendis
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Bununla birlikte, önemli başarı faktörlerinden biri de, öğrencinin tamamen okula konsantre olmasının sağlanmasıdır. Öyle ki, zorunlu temel eğitim boyunca, değerlendirme adına herhangi bir merkezi sınav söz konusu değildir ve öğrenciler öğretmenin hazırladığı sorularla değerlendirilmektedir. Dolayısıyla, öğrenciler, test sınavlarına hazırlanmak zorunda kalmamaktadırlar, özel okul ve özel ders kavramları da bilinmemektedir (Eraslan,2009:242).
TÜRK EĞİTİM SİSTEMİ AÇISINDAN KISA BİR DEĞERLENDİRME Ülkemiz açısından değerlendirdiğimizde, en büyük farkın belki de nüfusla ilgili olduğu düşünülebilir. Öyle ki, ilk ve ortaöğretimdeki öğrenci sayımız yaklaşık 15 milyondur ve ülke nüfusunun %20’si kadardır. Finlandiya’da ise, ilk ve ortaöğretim öğrenci sayısı 800 binler civarındadır ve nüfusun %15’i kadardır. Dolayısıyla, belki öğrenci sayısı kıyaslamasında büyük bir fark olmasına rağmen, genel nüfusa oranlandığında yakın değerlere ulaşılmaktadır. Bu nedenle, nüfus faktörü bir başarısızlık nedeni olarak algılanmamalıdır. Bunun dışında, en büyük farklılığın ise, eğitimde eşit imkanların sunulamaması olduğu görülmektedir. Bu açıdan bölgeler arasındaki gelişmişlik farkının azaltılmaya çalışılması gerekmektedir. Bununla birlikte, ülkemizde dershanelerin kapatılıyor olması, Finlandiya’daki gibi, öğrencinin okula konsantre olmasında yararlı
bir gelişmedir. Ancak, okullardaki eğitim kalitesi yükselmedikçe alternatif arayışların olacağı da bir gerçektir. Ayrıca, öğretmen yetiştirme ve seçme süreçlerimiz de yeterli değildir. Bunda özellikle, alınacak öğretmen sayısının fazlalığı da etkili olmaktadır. Sadece merkezi yapılan KPSS sınavı ile belirlenen öğretmenlere başka bir test dahi uygulanmamaktadır. Sonuç olarak; Finlandiya eğitim sisteminin sahip olduğu özellikler, birçok tarihsel, kültürel, demografik nedene dayanmaktadır. Her ülke, bu nedenleri göz önünde bulundurarak, eğitim sisteminin başarısından dersler çıkarmalı ve uygulanabilirliği üzerine araştırmalar yapmalıdır. KAYNAKLAR Eraslan, Ali, “Finlandiya’nın PISA’ daki Başarısının Nedenleri: Türkiye için Alınacak Dersler” Necatibey Eğitim Fakültesi Elektronik Fen ve Matematik Eğitimi Dergisi (EFMED) , Cilt 3, Sayı 2, Balıkesir, Aralık 2009. Erginer, Aysun, Avrupa Birliği Eğitim Sistemleri, Pegem Yay., Ankara, 2012. Finland Ministry of Education and Culture, “Education Policy in Finland”, http://www.minedu.fi/OPM/Koulutus/ koulutuspolitiikka/?lang=en, 2014. Finland Ministry of Education and Culture, “Objectives and Programmes”, http://www. minedu.fi/OPM/Koulutus/koulutuspolitiikka/ linjaukset_ohjelmat_ja_hankkeet/?lang=en, 2014. Hörner Wolfgang, Döbert Hans, Kopp Botho von, Mitter Wolfgang, The Education Systems of Europe, Springer Pub., 2007. Sahlberg, Pasi, “Lessons from Finland”, American Educator, Summer, 2011.
Temmuz - AÄ&#x;ustos 2014 49
DOSYA: EĞİTİM HAYATI VE MESLEK SEÇİMİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
MEVLANA’DA İNSAN EĞİTİMİ PROF. DR. CİHAN OKUYUCU okuyucu@yildiz.edu.tr Günümüzde amacı ve kullanım alanı düşünülmeksizin bilginin zati bir değer olarak yüceltildiğine şahit oluyoruz. Çağımıza verdiğimiz “bilgi çağı” isimlendirmesi bir durum tespiti olduğu kadar bu yüceltmenin de bir ifadesi. Oysa İslam kültüründe her şeye olduğu gibi bilgiye de daha çok amacına ve yaradığı işe göre bir değer biçilmiştir. Bu kabule göre bilginin de işe yarayanı var, yaramayanı var.
E
ğitimin iki basamağı; “Bilmek ve Olmak”. Bütün İslam düşünürleri gibi Mevlana’nın eserlerindeki ana konu insan ve insan eğitimi, yahut terbiyesidir. Bu terbiyenin birinci basamağını bilginin kazanılması (öğretim), ikinci basamağını ise kazanılan bilginin temessül edilmesi (içselleştirilmesi) ve kişiliğin bir parçası haline getirilmesi (eğitim) teşkil eder. Bu iki aşamaya biz kısaca; bilmek ve olmak safhaları diyebiliriz. Dolayısıyla Hz. Mevlana’nın eğitim anlayışını ele alacağımız bu kısa yazımızda onun bilmekten ve olmaktan ne anladığını özlü cümleleri ve kısa nükteleri yoluyla özetlemeye çalışacağız. O halde işe bilgiden başlayalım. BİLGİNİN DEĞERİ Fikr an bâşed ki bigüşâyed rehi /Reh an bâşed ki piş âyed şehi (2/117) (Fikir odur ki insana bir yol açsın /Yol odur ki oradan bir şah geçsin ) Günümüzde amacı ve kullanım alanı düşünülmeksizin bilginin zati bir değer olarak yüceltildiğine şahit oluyoruz. Çağımıza verdiğimiz “bilgi çağı” isimlendirmesi bir durum tespiti olduğu kadar bu yüceltmenin de bir ifadesi. Oysa İslam kültüründe her şeye olduğu gibi bilgiye de daha çok amacına ve yaradığı işe göre bir değer biçilmiştir.
50 Mimar ve Mühendis
Bu kabule göre bilginin de işe yarayanı var, yaramayanı var. Nitekim yukarıya aldığımız veciz beytinde Hz. Mevlana böyle bir tespitte bulunuyor ve mealen şöyle diyor: “İnsana bir çıkış yolu göstermeyen fikri, bilgiyi, ilmi ne yapayım ben! Bilgi ve fikir bir işe yaramalı ki değeri olsun. Diğer taraftan bir fikrin ve bilginin değeri gördüğü hüsn-i kabulle de ölçülür. Bilginin açtığı yoldan bir padişah geçmeli ki o bilginin değeri belgelenmiş olsun.” Şimdi bu fikirlere tercüman olmak üzere Mesnevi’deki bir hikayeyi mealen ve muhtasaran aktaralım: Filozof ve Bedevi: İki çuvalını devesine yüklemiş kendisi de üstüne oturmuş giden bir bedevi yolu üzerinde bir bilginle karşılaşır. Bilgin bedeviye çuvallarda ne olduğunu sorar. Çuvalın birinde buğday diğerinde kum
taşıdığını söyler. Sebebini soran bilgine: -Tek çuval devenin sırtında durmaz, kayar. Kum çuvalı öbürünü dengelemek içindir, der. Bilgin: - İyi ama der, böyle yapmakla devenin yükünü boş yere iki katına çıkarmışsın. Kum çuvalını boşaltıp buğdayı iki çuvala bölsen daha iyi değil mi? Bedevi bu aklı pek beğenir ve yol arkadaşının çok bilgili biri olduğunu anlar. Onun bu akılla ne kadar mal mülk elde ettiğini merak eder. Bilgin der ki: -Ne malı ne mülkü birader. Gördüğün gibi yayan yapıldak oradan oraya dolaşan, kim bir kap yemek verirse onun kapısında yatan avare biriyim ben. Bunun üzerine bedevi onu hemen devesinden indirip şöyle der : -O halde tez yanımdan uzaklaş. Aklın da
Öğrenilecek şeyler sınırsız olduğuna göre öğrenmede de bir öncelik sırası olmalı. Ama çok zaman ilgilerimiz ve bilgilerimiz ihtiyacımızla paralel değildir.
senin olsun, bilgin de! Sırtını giydirip, karnını doyuramayan o bilginin bana hiç lüzumu yok. Değilmi ki işlerimi görmeme yetiyor, bu kıt aklım ve bilgim bana mübarektir. (2/116 ) Hikayede de görüldüğü gibi Hz. Mevlana bilginin pratik olanına, işe yarayanına değer veriyor. Sadece kitabi olan ve kullanılamayan bilgiyi küçümsüyor ve şöyle söylüyor: Ey besâ âlim zi-dâniş bi-nasib Hafız-ı ilmest ân kes ni-hasib Z’ân ki pirahen be-dest âriyest Çün bi-dest-i an nühesi câriyest ()3/3060,62)
(Nice alimler var ki kendi ilminden nasibi yoktur. Böyle bilginler kendi bilgilerinin sadece bekçisi, hammalıdırlar. Onun elindeki gömlek ödünçtür. Dellal elindeki cariye gibidir. Dellal elindeki şaşkın cariye müşteriyi avlamak içindir, yoksa onda dellalin bir payı ve nasibi yoktur). Gerçek bilgi ve fil tarifi: Mevlana’nın bilgi konusundaki tespitlerinden biri de insan bilgisinin sınırlı oluşudur. Sezai Karakoç’un benzetmesiyle; Mutlak hakikat 7 cephesi olan bir piramit gibidir; her insan onun sadece kendisine bakan yüzünü görebilir. Hz. Mevlana bu durumu şu meşhur fil benzetmesiyle açıklar: Bir padişaha hediye olarak Hindistan’dan bir fil gelmişti. Onu sarayın ahırına koydular. Hayatlarında hiç fil görmemiş insanlar onu görmeye geldiler ama ahır karanlıktı. Biri fikir edinmek için ellerini uzattığında filin hortumunu yakaladı. Adam hortumu Temmuz - Ağustos 2014 51
DOSYA: EĞİTİM HAYATI VE MESLEK SEÇİMİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Düşünür Toynbee’e göre günümüzde insanlığı, bilgisizliğinden çok bilgisi tehdit etmektedir. Çünkü insanlık o bilgiyi taşıyacak ahlak omurgasından mahrumdur...
yokladı, eğdi büktü ve arkadaşlarına: -Bu fil içi boş, yumuşak bir boruya benziyor, dedi. Bir diğeri filin kulağını tutmuştu, onu kadife gibi kalın ve yumuşak bir yelpazeye benzetti. Başka bir adam filin ayağını yokladı ve onun kalın bir sütun olduğunu sandı. Geniş sırtına elini değdiren bir diğeri filin bir taht olduğunu düşündü. Böylece her biri kendi zanlarınca bir fil tarifi yaptılar. Yukarıdaki benzetme bir çok yönden tefsire müsait. Bir kere bütün fil tarifleri hem doğru hem yanlış. Parça olarak doğru olan şey onun bütün sanılmasıyla yanlışa dönüyor. Fil benzetmesi bize herhangi bir konuda sabit fikirli olmamamız, bizden başkalarının da gerçeğin başka bir parçasıyla yüz yüze gelebilecekleri ihtimalini hatırda tutmamızı ihtar ediyor. HER BİLGİ SAHİBİNE SORUMLULUK YÜKLER Bed-güherra ilm ü fen âmûhten Dâden-i tiğî be-dest-i râhzen (4/1456) (Layık olmayana ilm ve fen öğretmek yol kesicinin eline kılıç vermek gibidir) Düşünür Toynbee’e göre günümüzde insanlığı, bilgisizliğinden çok bilgisi tehdit etmektedir. Çünkü insanlık o bilgiyi taşıyacak ahlak omurgasından mahrumdur.. Hz. Mevlana da yukarıdaki beytinde bilginin layık olmayan elinde ne kadar tehlikeli olabileceğini çarpıcı bir örnekle yer veriyor: “Mayası bozuk, ahlaki olgunluğa erişmemiş kişiye öğretilen bilgi adeta haraminin eline kılıç vermek gibidir.” Her bilgi sahibine bir sorumluluk yükler. O yüzden bazılarının bilgisizliği kendileri için de başkaları için de daha hayırlıdır. ÖNCE SANA LAZIM OLANI ÖĞREN Öğrenilecek şeyler sınırsız olduğuna göre öğrenmede de bir öncelik sırası olmalı. Ama çok zaman ilgilerimiz ve bilgilerimiz 52 Mimar ve Mühendis
ihtiyacımızla paralel değildir. Aşağıdaki nükte bu paradoksa dikkat çekiyor: Sebe kavmi içinde üç kişi vardı. Biri çok uzakları görürdü ama kördü. Karıncayı görürdü ama Süleyman’ı görmezdi. Diğeri gayet iyi duyardı ama sağırdı. Hazineydi ama altınsızdı. Öbürü çıplaktı ama eteği pek uzundu. Ne kadar ilginç ve çarpıcı ifadeler değil mi! Peki ama bunlardan kasıt ne? Nüktedeki kör başkalarının kusurunu görüp kendi kusurunu görmeyen, sağır minarelerde başkalarının vefat ilanını duyup da kendi öleceğini unutan, uzun etekli çıplak da tabuta çıplak gireceğini unutan kişidir. BİLMEKTEN OLMAYA Çağımızın önemli düşünürlerinden Eric Fromm’un baş eseri şu başlığı taşıyor: “To have or to be”. Olmak veya sahip olmak. İsmine uygun olarak eserin ana
fikri şudur; bütün klasik cemiyetlerde merkezde olan bizatihi insan idi. İnsanın kendi kalitesi, kendi cevheri kendi ruh kumaşı, asaleti, olgunluğu.. Modern çağda değer merkezi insandan, sahip olduklarına doğru kaydı (Fromm:62). Bilgiyi de bu kapsamda sahip olduğumuz şeyler cümlesinden sayabiliriz. Dolayısıyla bilgi bizatihi amaç değildir; olmanın aracı olarak bir değere sahiptir. Mesnevi baştan başa bir ‘adam olma projesi’dir. Peki, adam olmak nedir? Adam olmak; yaratılış amacına uygun olarak kendini arındırmak , terbiye etmek ve güzelleştirmektir. Bu çok zor olmalı ki, Hz. Peygamber zor bir savaştan sonra; “Küçük cihaddan büyük cihada döndük” buyurmuştu. Demek ki insan dışarıdaki fetihten önce kendini yeniden fethetmek ve hücre hücre yeniden inşa etmek durumunda. Bu fetih projesinin adı da ‘nefs mücahedesi/savaşı’. Peki ama
mahrumsun. Başını kaldır da çevrendeki şu güzellikleri bir gör.” Derviş ona şu cevabı verdi: - Gerçek bağlar bahçeler gönüldedir. Senin o gördüklerinse gönüldeki bahçelerin silik gölgelerinden ibaret (4/54). O halde kendin hazine ol. Mevlana insanı zevali olmayan böyle bir zenginliğe davet ediyor: Tu zi-hod key kem şevi iy hoş-hisâl Çünkü ayn-ı tu türâ şüd mülk ü mâl (4/44)
bu cihadın sonunda elime geçen nedir? Mevlana’ya göre kazancımız şu: “Başkasından kaçan ondan uzaklaşınca, ondan kurtulunca kaçmayı bırakır olduğu yerde durur. Ben ise hem kendimin düşmanıyım hem de kendimden kaçıp kurtulmak istiyorum. Kaçarken kendimi de beraber götürdüğüm için kendimden kurtulmamın imkanı yok. Bu yüzdendir ki benim işim kıyamete kadar durmadan kaçmaktır. İnsanın gölgesi kendisine düşman olursa, o adam ne Hindistan’da emin olabilir ne Hoten’de" (5/63 )
GÖNÜL CENNETİ Kendini kazanan insan kendi cennetini içinde taşır. Mevlana bununla ilgili olarak da şu örneği veriyor:” Dervişin biri yanından sular akan güzel bir bahçe kenarında oturmuş, tefekküre dalmıştı. Biri ona acıdı da; -A filan, dedi. Bunca güzellik içinde ondan
Yani: Ey temiz mayalı! Şayet sen malın, mülkün, hazinenin ta kendisi olursan, o hazineye hiç zeval olur mu? Nereden başlamalı? Bu dünyada kendi kendisinin hazinesi olmayı kim istemez! Peki ama işe nereden başlamalı ve nasıl bir yol izlenmeli? Günümüzde insan davranışlarını konu alan kişisel gelişim kitapları moda oldu. Alain’den beri birçok filozof insan davranışlarının nasıl düzeleceğine kafa yormuş. Ama asıl şu soruyu sormak lazım: Davranış terbiyesi mi önemlidir, ruh terbiyesi mi? İnsanı temelden değiştirmeden davranışlarını değiştirmek suretiyle onu iyi yapmak mümkün müdür? Bataklık ortada durdukça öldürerek sineklerden kurtulunabilir mi? Diğer bir benzetmeyle acımış hamurdan yapılan kurabiyelerin tatlı olmasına imkan var mı? O halde Hz. Mevlana’ya göre temelde nefs terbiyesiyle başlamalı işe. Çünkü, nefs yahut iç alemi havuzdur, beş duyu organı ise o havuza bağlı çeşmelere benzer. Havuzda ne varsa musluklardan da o akar. Günümüzde zahiri süslenme bakımından çok gayretli olduğumuza hiç şüphe yok. Görüntüye büyük önem veriyor, üstlümüze, başımıza, kılık kıyafetimize büyük paralar harcıyoruz. Peki ama bizim güzelleştirmekle sorumlu olduğumuz bir de iç dünyamız yok mu? Beden güzelliği yanında kalp ve ruh güzelliğinden de mesul değil miyiz? İşte bütün bu gayretlere topluca nefs terbiyesi ya da nefs tezkiyesi diyoruz. Demek ki işe oradan başlamalı. Bunun gereği aşağıdaki nüktede: Anasını öldüren genç. Bir genç anasını öldürdü. Onu gören biri ; -Ey alçak! İnsan hiç anasını öldürür mü, o sana ne yaptı, dedi. O genç dedi ki:
-Ölümü gerektiren çok utanılacak bir şey yaptı, yani zina etti. Beriki; -İyi ama ananı öldüreceğine onunla zina yapan adamı öldüreydin ya? deyince genç şu cevabı verdi: -Adam öldürmeye kalksam, anamdaki şehvete göre her gün bir adam öldürmem lazım gelir. Ama anamı öldürünce bir defada kurtuldum. Onu öldürmek halkı öldürmekten daha iyi.” Nüktedeki ana nefsi temsil ediyor. Bütün kötülüklerin anası olan nefsi.. Nefs terbiyesinin zorluğu: Mevlana aşağıdaki cümlelerde nefsi put yontan kişiye benzetiyor ve onu terbiye etmenin zorluğuyla ilgili şu nefis tespitlerde bulunuyor: “Bu nefis putu kırılmazsa ondan diğer bir put doğar. Nefis demir ve çakmak taşına benzer, put ise kıvılcımdır. O kıvılcım su içinde söner. Oysa taş ve demir suyla sönmez ki insan bu ikisinin şerrinden emin olabilsin! Zira o ateş taş ve demirde gizlidir. Suyun o ateşe tesiri yoktur.” (1/32) Mevlana’ya göre insanın kalitesi nefs mücahedesindeki başarısıyla ölçülmeli.. Kimin sultan kimin köle olduğuna aşağıdaki nüktede anlatıldığı gibi bir de bu açıdan bakılmalı: Kendini sultan mı sanırsın?: Devrin sultanı fakir bir şeyhe: -Pek yoksulsun. Benden ne istersen söyle, sana yardım edeyim, dedi. Şeyh kızdı ve: -Bu ne yersiz teklif! Sen benim iki kölemin kölesi olduğun halde bana yardım teklif etmeye utanmıyor musun? diye onu payladı. Sultan şaşırdı: -Allah Allah, benim efendim olan o iki kölen de kimmiş? Şeyh şöyle cevap verdi: -Onlardan biri hiddet diğeri şehvettir. Bunlar bana itaat eden kölelerdir, ama sen onların elinde köleye dönmüşsün. (2/54 )
KÖTÜ HUYLARDAN NASIL KURTULURUM? İnsanın iç güzelliği onu köle haline getiren yukarıda belirtilen kötü huylardan kurtulmasına bağlı. Kötü bir huydan kurtulmak için evvela onun bizde mevcut olduğunu farketmemiz gerek. Ne var ki
Temmuz - Ağustos 2014 53
DOSYA: EĞİTİM HAYATI VE MESLEK SEÇİMİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
İnsanın iç güzelliği onu köle haline getiren kötü huylardan kurtulmasına bağlı. Kötü bir huydan kurtulmak için evvela onun bizde mevcut olduğunu farketmemiz gerek. Ne var ki başkalarının her ayıbını gören gözümüz kendi kusurunu görmeme gibi bir körlüğe mübtela. başkalarının her ayıbını gören gözümüz kendi kusurunu görmeme gibi bir körlüğe mübtela. Hz. Mevlana bunu bir namaz hikayesiyle ne güzel anlatıyor. Namazın bozuldu: “Dört Hintli mescide gidip namaza durmuş. O sırada müezzin içeri girince Hintlilerden biri namazda olduğunu unutarak; -Ezan okundu mu, diye sormuş. Diğeri onu dürtmüş: -“Konuştun, namazın bozuldu”. Üçüncüsü ise o uyaran arkadaşına; -Zavallı, ona bakacağına sen kendi namazınla meşgul olsana, diye çıkışmış. Sonuncu Hintli sevinerek yüksek sesle; Elhamdulillah , ben şu akılsızlara uyup namazımı bozmadım, demiş. Böylece dördünün de namazı heba olmuş (2/110). Mevlana ayıplama da dahil bütün kötü huyları göze düşen birer kıla benzetiyor. Bazen göze düşen küçücük bir kıl bile gerçekle bizim aramızda perde olabilir. Şimdi onun bununla ilgili olarak verdiği şu ilginç örneği paylaşalım: Hilali gördüm: Malum olduğu üzere eskiden Ramazan, hilalin görülmesiyle-rüyet-i hilal- başlardı. Hz. Ömer zamanında aralarında bizzat halifenin de bulunduğu birkaç kişi hilali gözlemek için yüksek bir yere 54 Mimar ve Mühendis
çıkmışlar. Adamlardan biri ufka bakarak heyecanla “ işte hilal” diye bağırmış. Hz. Faruk, gösterilen yerde hilali göremeyince o keskin ferasetiyle meseleyi kavramış. Elini ıslatıp adamın gözüne dökülen kaşlarını sıvazlamış ve “şimdi bir kere daha bak, bakalım hilali görecek misin?”demiş. Adam tekrar bakınca hayretle demiş ki; ” Allah, Allah, hilal görünmez oldu” (I/6) Mevlana bu hikayeden sonra der ki : “Eğri bir kıl bile insanın yolunu keser, gökyüzünün perdesi olursa bütün kıllar eğri olunca ne olur, bir düşün!” Vakit kaybetme: Hz. Mevlana’nın dikkatlerinden biri de kötü alışkanlıkların izalesinde vakit kaybedilmemesi, zamanla kötü davranışların bir nevi uzviyet kazanarak kalıcı hale gelmesi hususudur. O bu durumu şu örnekle açıklıyor: “Adamın biri yol üzerine diken ekti. Dikenler büyüdükçe yolcuların ayağını kanatmakta, elbiselerini parçalamaktaydı. Şehrin valisi ona; “Halka eziyet veren şu dikenleri sök” dedikçe beriki; bugün yarın diye erteliyor ve önümüzde gün mü yok diyordu. Böylece yıllar geçti, adam yaşlandı. Bir gün vali ona şöyle dedi: -İyi ama gün geçtikçe dikenler güçleniyor sense takattan düşüyorsun. Onları şimdi sökemezken
ileride nasıl sökeceksin (2/45)" Ne kadar manidar değil mi? Bizdeki her kötü huy insanları inciten bir diken gibi. Bunları sökmekte hiç vakit kaybetmemeli, yoksa artık istesek de sökemez hale geliriz. Varlık ağacının meyvesi güzel insan: Hz. Mevlana kainatın var oluş sebebini insana bağlıyor. Nasıl ki ağaç dikmekten maksat meyve elde etmekse, bu kainat ağacının var oluşu da onun en olgun meyvesi olan güzel insanı elde etmek içindir. Gerçi ağacın kökleri, dal ve yaprakları meyveden önce çıkar ama meyve hepsinden daha kıymetlidir. Var oluş sırası bakımından diğer canlılardan sonra olan insanın durumu da buna benzer (2/36-37). İnsan kendini güzelleştirerek Hakka layık bir kul haline geldiği takdirde yaratılış amacını gerçekleştirmiş olur. O’na layık hale gelmenin baş şartı nefs terbiyesiyle güzel bir ahlak kazanmaktır. Mevlana’ya göre mülkün sahibi olan Cenab-ı Hak da mahşer gününde insanlara: “Kıyamet günü için bir armağanınız var mı? Sizi nasıl yarattıysak öyle azıksız olarak eliniz boş mu bana geldiniz?" diye soracak ve tıpkı aşağıdaki hikayedeki gibi kendisine temiz bir gönül getirenlerin hediyesini kabul edecektir. Yusuf ve ayna: Bir arkadaşı Hz. Yusuf’a uğramıştı. Hz. Yusuf ona: -Ey dost, bize ne hediye getirdin? diye sordu. Hz.Yusuf böyle deyince misafir utanıp ağladı ve dedi ki: -Ey zenginlikte eşsiz ve güzellikte biricik olan! Ne kadar düşündüysem de sana layık bir armağan bulamadım. Ben ne getirirsem getireyim bu; madene bir habbe getirmek ya da deryaya bir damla sunmaya benzer. Benim elimde bir tohum varsa senin ambarın onunla dolu. Bu dünyada ancak güzelliğinin bir eşi yok. Bu yüzden ben de senin huzuruna en layık hediye olarak tozsuz bir ayna getirmeyi uygun gördüm. Ey gökteki güneşi kıskandıran , sana kendi güzelliğini seyretmekten daha güzel şey ne olabilir? (125-26) Eğitimle kendini arındıran ve Yusuf’a böyle bir gönül aynası götürebilenlere ne mutlu..
Temmuz - AÄ&#x;ustos 2014 55
DOSYA: EĞİTİM HAYATI VE MESLEK SEÇİMİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
BİN YILLIK TEMELLER VE MODERN ÇAĞIN REFORMLARI – MACAR EĞİTİM SİSTEMİ ROLAND KISS MACARİSTAN İSTANBUL BAŞKONSOLOSLUĞU KÜLTÜR ATaŞESİ Macaristan’ın eğitim sistemi yaklaşık bin yıllık bir geçmişe sahiptir, temelleri kraliyet zamanlarında atıldığından dolayı akademik altyapısı son derece sağlamdır. 10 milyonluk bir nüfusa sahip olan Macaristan’da ilk ve ortaöğretim sistemi geçen 2 yıl içinde büyük değişiklikler geçirmiştir. KLİK adında yeni bir merkez oluşturularak, bu merkez her kamu idaresinde bulunan ilk ve ortaokulu yönetir ve finanse edebilir hale getirildi.
M
acaristan uzun yıllardır eğitime, çocukların kaliteli yetiştirilmesine önem veren bir ülkedir. 1990’lı yıllarda ülkenin yaşadığı siyasi ve sosyal değişikliklere paralel bir şekilde eğitim sistemi de yeniden yapılandırılmıştır. Bu sistemin temelini yerelleştirilmiş idari kontrol oluşturmaktaydı, ilkokul öncesi, ilkokul ve ortaöğretim birinci devre öğretimlerini yerel hükümetler yönetmekteydi. Macaristan hükümeti eşit eğitim kalitesini tam olarak sağlayamadığından son yıllarda sistemi değiştirmeye karar verdi ve 1 Ocak 2013 tarihinde Kuno Klebelsberg Eğitim Kurumları İdari Merkezi'ni oluşturarak tek ve birleştirilmiş, devlet tarafından yönetilen ve her noktada kontrol edilen bir eğitim ağını hayata geçirdi. Macarca kısaltılmasıyla KLİK denilen bu yeni merkez her kamu idaresinde bulunan ilk ve ortaokulu yönetmekte ve finanse etmektedir. Merkez tarafından öğretim planları hazırlanıyor, okul kitaplarının okullara dağıtılması sağlanıyor, öğretmenlerin ve okullarda gö-
56 Mimar ve Mühendis
rev yapan personelin maaşları ve diğer tazminatları ödeniyor. Okul binaları ve diğer eğitim siteleri yerel hükümetlerin mülkiyetinde ve idaresinde kaldı. Şu anda KLİK’in idaresinde yaklaşık 2 bin 500 eğitim kurumu bulunmaktadır ama bir kurumun genellikle birden fazla konumu olduğundan KLİK’in denetiminde toplam 6 bine yakın eğitim kurumu bulunmaktadır. Bu rakamlara bakarak KLİK’in Macaristan’ın en büyük iş yeri ve kurumu olduğu hemen ortaya çıkıyor. Macaristan’da, 5-16 yaş arasındaki çocuklar için eğitim zorunludur. Çocuklar, ilkokul öncesinde ana okula gidiyor, ancak son sınıf hariç olmak üzere bu eğitimin zorunluluğu bulunmuyor. Bu seviyede hem kamu hem özel sektör kurumları mevcuttur ve öğretim programı dışı etkinlikler, yemekler, geziler vb. dahil olmak üzere kendi temel görevleri dışındaki hizmetler ücrete tabidir. İlkokul dönemi, çocukların 6'ncı yaşında başlıyor ve genel olarak 8 yıl sürüyor, eğitim kamu okullarında ücretsiz olarak veriliyor.
Buna rağmen, özel sektör okulları ücret alabilir. İlkokula kabul edilmek için okula hazırlık belgesi gerekmektedir. Okullar kendi bölgelerinde yaşayan tüm uygun çocukları kabul etmek zorundadır, ancak aileler çocuklarının herhangi bir kuruma kabul edilmesini talep edebilir. İlkokuldan sonra, öğrenciler isterlerse genel liselere, isterlerse de meslek okullarına yönelebilir. Sistemde, meslek okulları da ikiye ayrılmış durumda. Bu okullardan mezun olan öğrenciler isterlerse öğrenimlerini üniversitede sürdürme hakkına sahip olurken, diğerleri ise doğrudan iş hayatına atılıyor. Adından da belli olduğu gibi, meslek okullarının amacı öğrencilerini meslek sahibi yapmak ve bir an önce topluma kazandırmak. “Gimnázium” adı
Şu anda KLİK’in idaresinde yaklaşık 2500 eğitim kurumu bulunmaktadır ama bir kurumun genellikle birden fazla konumu olduğundan KLİK’in denetiminde toplam 6 bine yakın eğitim kurumu bulunmaktadır. Bu rakamlara bakarak KLİK’in Macaristan’ın en büyük iş yeri ve kurumu olduğu hemen ortaya çıkıyor.
meler de yürürlüğe girdi. Bunların en önemlisi haftada iki-üç ders olan beden eğitimi derslerinin günlük olarak verilmesi ve din ve ahlak derslerinin mecburi olarak başlatılması.
verilen genel liseler ise öğrencilerini çeşitli bilgilerle donatıp, üniversiteye hazırlıyor. Bu bilgiler arasında, her öğrenciye iki yabancı dil öğretmek da bulunuyor. Macar okullarında sınıflar genellikle karmadır ve aynı yaştaki öğrencilerden oluşmaktadır. Aynı sınıfa giden çocukların sayısı 25 ve 35 arasındadır, değerlendirme Türk okullara benzeyen bir şekilde 1 ve 5 arasındaki notlar vererek gerçekleştirilmektedir. Geleneksel olarak okul yılı 185 iş günü süresince ve öğretim eylül başından başlayarak gelecek yılın haziran ortasına kadar devam etmektedir. Sonbahar, kış ve bahar döneminde üç okul arası (yaklaşık olarak bir haftalık dönem) ve 10-11 haftalık ek bir yaz tatili bulunmaktadır. Her haftanın beş çalışma günü vardır ve her ders genelde 45 dakika sürmek-
tedir. Resmi eğitim dili Macarcadır ancak bir dizi etnik ve ulusal azınlık (örneğin Alman, Romanyalı, Slovenyalı, Sırp ve Hırvat) kendi dillerinin birinci ya da ikinci eğitim dili olarak ilk ve orta düzey eğitimde kullanıldığı azınlık eğitim kurumlarına sahiptir. Macaristan’da devletin yanında azınlık yönetimleri, vakıflar ve kiliseler de okullar açıp eğitim verebiliyor, kiliseler tarafından yönetilen, uzun bir geçmişe sahip olan ilk ve ortaokullar ülkenin en başarılı ve şöhretli eğitim kuruluşları olarak bilinmektedir. Son yıllarda gerçekleşen değişiklikler ve reformlar birtakım tartışmalara neden olurken, okulların yerel yükümlülükten devlet yönetimine alınması uzun bir süreci kapsadı. Bu anlamda, idari alandaki değişikliklere paralel olarak çocukların günlük hayatlarını etkileyen yeni düzenle-
244 YILLIK ÜNİVERSİTE Ortaokullardan sonra, 18 yaşına gelen öğrenciler isterlerse yüksek öğretim sistemine geçebiliyor. Macaristan’da yüksek öğretim denince üniversiteler ve kolej diye adlandırılan yüksek okullar akla geliyor. Üniversiteler ile kolejlerin büyük bir kısmı devlete ait ancak ilk ve ortaokullarda olduğu gibi kiliselere ait olan ve özel üniversiteler ve kolejler de faaliyet göstermektedir. Hatta bazı yabancı eğitim kurumlarının da Macaristan’da tesisleri bulunuyor. Bu okullar, ülkenin her yanına dağılmış olsa da en iyilerinin ve en donanımlı araştırma laboratuvarlarının çoğu Budapeşte’de bulunuyor. Örneğin, ülkenin en prestijli okulu sayılan Lorand Eötvös Üniversitesi, 1770 yılından bu yana Budapeşte’de eğitim veriyor. Aslında, 1635’te Kardinal Pazmany tarafından, Nagyszombat kasabasında kurulmuş ancak 1770-1780 yılları arasında, Kraliçe Maria- Theresa’nın emriyle Budapeşte’ye taşınmış. Bugün 8 fakültesi, 1800 öğretim elemanı ve 30 bin öğrencisi bulunuyor. Avrupa’nın en iyilerinden biri sayılan Macaristan’daki tek Türkoloji Fakültesi de bu üniversitede yer alıyor. Temmuz - Ağustos 2014 57
DOSYA: EĞİTİM HAYATI VE MESLEK SEÇİMİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
ÜSTÜN BAŞARILI ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİ:
KİMLİK, AİLE VE ÜNİVERSİTELERİN ÖĞRENCİ BAŞARISINDAKİ PAYI DOÇ. DR. ALİ ARSLAN aliarslan@sakarya.edu.tr Öğrencinin başarısını etkileyen, çeşitli düzeylerde örgütsel veya sosyal faktörler bulunmakta ancak asıl başarı ve üstün performans, öğrencinin kendine inanması, güvenmesi, olumlu benlik ve kimlik sahibi olması, olumlu akademik ilgi ve tutum göstererek, istikrarla çalışması, olumsuz arkadaşların etkisinden kurtulabilmesi ile mümkün olabilmektedir. Eğitim ve öğretim çalışmalarında başarıyı etkileyen ve kişiyi birçok bakımdan geleceğe hazırlayan önemli kurumlardan birisi de ailedir.
Ü
stün başarılı olmak her öğrenci için özenilen bir durumdur. Başarı, özellikle de üstün başarı olgusu, çok yönü olan bir denklem gibidir. İçinde birçok faktörü barındırmakta, zorlu ve disiplinli bir çalışmayı gerektirmektedir. Başarıyı etkileyen unsurlar, üniversite öğrencilerini nasıl etkilemektedir? Bu yazımda bunun bilimsel olarak anlaşılmasını sağlayan ve 2012 yılında yayınlanan bir araştırmamdan ve hacim darlığı nedeniyle bu araştırmanın sonuçlarından bahsedeceğim. Konu ile ilgilenenler; araştırmanın kendisini, Sakarya Üniversitesi tarafından yayınlanan “Üstün Başarılı Üniversite Öğrencileri” isimli kitabımdan elde edebilir. Sakarya Üniversitesi’nde hazırlık ve birinci sınıfta okuyan 1737 öğrencinin katılımı ile gerçekleştirdiğim “Üniversite Öğrencilerini Üstün Başarıya Götüren Örgütsel ve Sosyal Faktörler” araştırmasında aşağıdaki
58 Mimar ve Mühendis
sorunun cevabı bulunmaya çalışılmıştır: “Üniversiteye gelen, aynı sınıf ortamında bulunan, benzer özellikler taşıyan tüm öğrenciler, neden üstün performans gösterememekte; üstün performans gösteren öğrenciler, diğerleri ile neye göre farklılaşmaktadırlar? Buradaki “üstün başarı” ile 4 notu üzerinden 3 ve 3.5 notu alarak “onur” ve “yüksek onur” listesine girebilme ölçüsünün esas alındığını belirtmek isterim. Çalışmada 4 faktör grubu ile ilgili hipotezler oluşturulmuş ve 4 ölçek ile bu faktörlerin etkileri anlaşılmaya çalışılmıştır: Bu ölçekler, şu maddelerden oluşmaktadır: Akademik ve örgütsel faktörler: Akademik ilgi ve tutum, üniversitenin imajı, bölüme olan inanç, hocaların etkisi; Aile faktörleri: Ailenin ilgisi ve desteği, ailenin sosyo-ekonomik durumundaki olumsuz etki, aileden bağımsız kalmanın etkisi; Arkadaş ve toplum ölçeği: Olumsuz arka-
Eğitim ve öğretim çalışmalarında başarıyı etkileyen ve kişiyi birçok bakımdan geleceğe hazırlayan önemli kurumlardan birisi de ailedir. Ailenin çocuğun yetişmesine etkisi, birçok araştırma ile ortaya konulmaktadır.
alıyor ve hele hele bunu sürekli olarak gerçekleştirebiliyorsa bunun rastlantısal olduğu düşünülemez. Burada hiç şüphesiz yönetim ve akademik kadronun bilinçli çabalarının, oturmuş ve yerleşmiş yönetim kültürünün etkileri vardır.
daş etkisi, olumlu arkadaş etkisi, ders dışı meşguliyet ortalaması, imaj oluşturmanın etkisi. Bu faktörleri tek tek incelediğimizde özetle şunları söyleyebiliriz: Akademik ve örgütsel faktörler: Bir kuruluş içerisinde performansı en çok etkileyen unsurlardan birisi yönetimdir. Yönetim ve organizasyonda başarıların tesadüfi olmadığı çeşitli araştırmalarda ortaya konulmaktadır. Örneğin, üniversitelerin başarıları, çeşitli araştırma kuruluşları ve ülkemizde de URAP tarafından dünya ölçeğinde çeşitli kriterler esas alınıp incelenmekte ve bu sıralamalar, her yıl güncellenmektedir. Başarılı olan üniversitelerin başarılarında elbette bir çok yan faktör olmakla birlikte ciddi yönetim prensiplerinin uygulandığı anlaşılmaktadır. Yönetimler ve bölümler, uyguladıkları yönetim politikaları ve uygulamaları ile öğrencilerinin ve kamuoyunun nezdinde bir değer ve imaj kazanır veya kaybeder. Bir üniversite, her yıl üst sıralarda yer
AİLE Eğitim ve öğretim çalışmalarında başarıyı etkileyen ve kişiyi birçok bakımdan geleceğe hazırlayan önemli kurumlardan birisi de ailedir. Ailenin çocuğun yetişmesine etkisi, birçok araştırma ile ortaya konulmaktadır. Bu görüşlere göre; eğer aile, çocuk ile ilgileniyor veya ilgilenmiyorsa, ilgilenme derecesine bağlı olarak, çocuğun dış çevreye karşı tutumlarının oluşmasında önemli bir rol oynamaktadır. Çocuğun bağımsız olması, kendine güven kazanması, sosyalleşme derecesi, ders çalışma alışkanlıkları, bir bölümü seçmesi, aile beklentilerinin derecesine, şiddetine, yoğunluğuna, sosyo-ekonomik konumuna ve mesleki durumuna göre etkilenmektedir. Aile içindeki her türlü durum, anne-baba arasında sağlıklı bir iletişimin olmaması, huzursuz ve kaygı verici bir ev ortamı ve aile ile ilişkili diğer sebepler çocuğu her açıdan etkilemektedir. “Anne-babalar çocukları ile ilgilendikleri zaman çocuklar, daha yüksek dereceler elde etmekte, sınavlarda daha başarılı olmakta, daha yüksek oranda mezun olmakta, motivasyonu ve kendine güveni artmakta, daha az uzaklaştırma vb. ceza almakta, uyuşturucu ve alkol kullanımı daha düşük olmaktadır (Michagen, Department of Education, 2002)." Kısaca, ailenin her türlü durumu, öğrencilerin okuldaki başarıları ile bir şekilde ilişkili olmaktadır.
KİMLİK VE BENLİK YAPISI Kişinin performansını en fazla etkileyen unsurlardan birisi de olumlu bir benlik ve kimlik sahibi olmasıdır. Kişinin ilgileri, eğilimleri, yetkinlikleri, tutum ve davranışlarını etkilediği için bunlar, öğrencinin akademik performansının oluşumunda da etkili olmaktadır. Bir insan için en önemli ihtiyaçlarından birisi, kendisi ile barışık bir kimlik sahibi olabilmesidir. Kişinin sahip olduğu “ben” ile olmak istediği “ben” arasındaki mesafe; ne kadar fazla ise ideal hedefine ulaşabilmesi o kadar zor, ne kadar yakın ise o kadar kolay olmaktadır.
SONUÇLAR Üstün performansın ortaya çıkmasındaki örgütsel ve sosyal etkileri çözümlemeye çalışan araştırmamıza göre, üniversite öğrencilerindeki başarı ile ilgili ortaya çıkan bazı sonuçlar şöyledir: Akademik ve örgütsel faktörler açısından; Başarıda öğrencinin talep etmesi, hocanın vermesinden daha önde gelmektedir. Öğrencinin talepkar olması önemlidir. Bu çalışmadan çıkan sonuç budur. Ancak kişinin doğrudan beklentilerini karşılasa da karşılamasa da üniversite, bölüm ve hocalara olan inancın pozitif devam etmesi, öğrencinin en azından psikolojik problemlerle boğuşmadan ilerlemesine yardımcı olabilmektedir. Üniversite, bölüm ve hocaların gayreti, çok önemli bir rol oynamakta ise de öğrencinin üstün başarı elde etmesi ve onur listesine girme başarısını garanti etmemektedir. Üstün başarı için, öğrencinin bilinçli çabalarına ihtiyaç duyulmaktadır. Öğrenciler; olabildiğince yeterli hazırlık ve bilinçli tercih yaparak, sevdikleri bölüme girmeye çalışmalıdır. Kimlik açısından; öğrencilerdeki kimlik ve benlik algılaması düzeyi, üstün perTemmuz - Ağustos 2014 59
DOSYA: EĞİTİM HAYATI VE MESLEK SEÇİMİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
başarı istikrarlı çalışmalarla gelmektedir. Başarının sırrı öğrencinin kendisindedir. Dolayısıyla, başka mazeretlere sığınmadan, öğrenciler kendilerine inanmalı, güvenmeli, bir amaç ve hedef belirlemeli, bunları planlamalı, gerektiğinde güncellemeli, zorluklarla karşılaştığında bilinçli olarak bunları çözmeye çalışmalı, olumlu bir akademik ilgi ve tutum sahibi olmalı, derslere devam etmeli, hazırlanma, etkin katılım ile ders içinde ve dışında mümkün olan en iyi sonucu almaya çalışmalı, prensip olarak üstün not almayı amaç edinmelidirler.
formansı pozitif yönde anlamlı olarak etkilemektedir. Buradaki kimlikten kasıt, öğrencinin kendisinin çalışkan ve başarılı bir öğrenci olduğuna inanması, amaçları, orta ve uzun vadeli somut hedefleri üzerinde sık sık düşünmesi, planlar yapması, amaç ve hedeflerini belirlemede ve problemlerini çözmede genel olarak kendisini başarılı görmesi anlamındadır. Bu özelliklere sahip öğrencinin üstün performans gösterme ihtimali yükselmektedir. Aynı şekilde, olumlu bir akademik ilgi ve tutum göstererek, derslerini başarmaya odaklanması ve derste başarılı olmak için her tedbiri alması, derslere devam edip düzenli çalışması, hocalarını dikkatle dinleyip onların söylediklerini dikkate alması, dersi olumsuz etkileyecek arkadaş tekliflerini geri çevirmesi, üniversitesi, bölümü ve hocaları ile bütünleşmiş, onlarla iletişim halinde olması da öğrencinin üstün performans göstermesine imkan sağlamaktadır. Bu özelliklere sahip olan öğrenciler hangi sosyal kökenden veya hangi yerleşim biriminden gelirlerse gelsinler, diğer olumsuzlukları bir şekilde aşmakta ve üstün başarılı öğrenci olmaya aday görülmektedir. Aileler açısından; aileler, çocukları üzerindeki olumlu çabalarına makul ölçüler 60 Mimar ve Mühendis
içinde devam etmelidir. Ancak bilinmelidir ki üstün başarıyı anne-babanın eğitim düzeyi, mesleği ve statüsü sağlamamaktadır. Burada bir olumsuzluk olursa, bu durum, öğrencinin çalışması ile bertaraf edilebilmektedir. Bunlar ancak başarıyı kolaylaştırıcı etken olabilir. Yüksek eğitimli annelerin desteği, çocuklarına katkıda bulunarak onların istedikleri bölüme girmeleri ve kendi bölümlerine daha fazla inanmaları ile ilişkili olmakta, ancak artık yaşın ilerlemesi ile bağımsızlaşan kişilerde üstün başarıyı sürdürmesi için yeterli olmamaktadır. Onur listesinde yer alma durumu ile anne ve babanın evli ve ayrı olma durumu arasında anlamlı bir ilişki bulunmaktadır. Dolayısıyla anne ve babası beraber olan öğrencilerin daha fazla
onur listesine girdikleri görülmektedir. Genel olarak; yaş, cinsiyet, mezuniyet notu, fakülte türü, puan türü, üniversiteye giriş puanı, gündüz veya gece bölümünde okuma, anne ve babanın beraber yaşıyor olmaları ya da boşanmış ve/veya ayrı yaşıyor olmaları, öğrencinin burs alması, interneti kullanma miktarı ve biçiminin üstün performans gösterilmesinde etkisi bulunmaktadır. Onur listesine girmek rastlantısal olan bir şey değildir. Bu başarı istikrarlı çalışmalarla gelmektedir. Başarının sırrı öğrencinin kendisindedir. Dolayısıyla, başka mazeretlere sığınmadan, öğrenciler kendilerine inanmalı, güvenmeli, bir amaç ve hedef belirlemeli, bunları planlamalı, gerektiğinde güncellemeli, zorluklarla
karşılaştığında bilinçli olarak bunları çözmeye çalışmalı, olumlu bir akademik ilgi ve tutum sahibi olmalı, derslere devam etmeli, hazırlanma, etkin katılım ile ders içinde ve dışında mümkün olan en iyi sonucu almaya çalışmalı, prensip olarak üstün not almayı amaç edinmelidir. Bunları yaparken önemli bir şart olarak, üstün performans isteyen öğrenciler kendilerini mutlaka olumsuz arkadaşlık etkilerinden kurtarmalı, arkadaşlık ilişkilerini dengelemelidir. Moda, imaj oluşturma, arkadaşlar arasında üstün gelmeye çabalama, bunlar kalıcı şeyler değildir. Bu nedenle öğrenerek kalıcı başarılara odaklanmak gerekmektedir. Bir amaç ya da hedef belirlemek ve bu doğrultuda çalışmak,
öğrencileri, olumsuz dış etkilerden koruyacak paratöner olabilir. Lise mezuniyet notu arttıkça, öğrencilerin daha fazla onur listesine girme imkanı yükselmektedir. Dolayısıyla buradan da gerek okuldan ve gerekse hayat başarısının, sistemli çabalarla elde edilecek bir şey olduğu anlaşılmaktadır. Başarıyı az da olsa, sürekli ve istikrarlı çalışmalar getirmektedir. Üniversite lisenin devamıdır. Sağlam alt yapılar, gelecekte elde edilecek başarıya bir altlık oluşturmakta, başarı, başarıyı çekmektedir. Anlık çabalar, bir veya birkaç gece öncesi yapılan hazırlıklar yeterli olmamaktadır. Günlük internet kullanma oranları arttıkça, öğrencilerin onur listesine daha az girdikleri görülmektedir. Bu
durumda öğrenciler, interneti, kendilerini esas amaç ve hedeflerinden kopartacak şekilde, zararlı, gereksiz chatleşme, lüzumsuz sitelerde dolaşma, faydasız ve vakit öldürücü biçimlerde kullanmamalı; faydalı bilgilerin elde edildiği makul ve ölçülü bir şekilde kullanmalıdırlar. Öğrenciler kendi amaç ve hedeflerine samimi olarak odaklanırlar ve gerekli çalışmalarını yaparlarsa, olumsuz arkadaşların olumsuz etkileri bertaraf edilebilmektedir. İl, ilçe, kasaba ve köy gibi yerleşim yerlerinin onur listesine girme ile doğrudan ilişkisi olmadığı için; üstün başarının kaynağı, yaşanan yerleşim yeri değildir. Şehirde yaşamak önemli bir tecrübe kaynağı olabilir; ama üstün performans için garanti vermemektedir. Dolayısıyla üstün başarı kapısı, köy, kasaba, ilçe veya ilde yaşayan herkes için açılabilir. Bu çalışmadan ortaya çıkan genel sonuçlara göre; yetişme yeri neresi olursa olsun, ancak dürüstçe çalışanlar başarılı olabilmektedir. Sonuç olarak; öğrencinin başarısını etkileyen, çeşitli düzeylerde örgütsel veya sosyal faktörler bulunmakta, ancak asıl başarı ve üstün performans, öğrencinin kendine inanması, güvenmesi, olumlu benlik ve kimlik sahibi olması, olumlu akademik ilgi ve tutum göstererek, istikrarla çalışması, olumsuz arkadaşların etkisinden kurtulabilmesi ile mümkün olabilmektedir. Madem ki durum böyledir, gerçekten çalışan bu örnek öğrenciler, maddi ve manevi desteklenerek, hem maddi ihtiyaçları giderilmeli hem de moral durumları yükseltilmelidir. Bu durum hem onların üniversitedeki diğer öğrencilere lokomotif olmalarına imkan sağlayacak hem de kurumsal performanslarını yükseltmek ve rekabette başarılı olmak isteyen mensubu olduğu kuruluşlarına, öğrenci düzeyinde katkı sağlayacaklardır. Sonuç olarak bilmeliyiz ki diğer unsurların çeşitli düzeylerde etkileri göz ardı edilmeden, en önemli kalkış noktası kişinin kendisidir. Yüce Rabbimizin Kuran-ı Kerim’deki ”İnsan için çalıştığından başkası yoktur” (Kuran-ı Kerim 53/39) sözleri de bunu açıkça ortaya koymaktadır. Temmuz - Ağustos 2014 61
DOSYA: EĞİTİM HAYATI VE MESLEK SEÇİMİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
SEZAİ KARAKOÇ’UN EĞİTİM SİSTEMİMİZE DAİR ÖNERİLERİ PROF. DR. RECEP DUYMAZ rduymaz@gmail.com Çocuk, genç, yaşlı, kadın, erkek, kısacası bütün insanların yetiştirilmesinde şaşmaz bir “hedef” gereklidir. Hedef, öğrenciye hangi bilginin nerede, ne zaman, nasıl ve niçin verileceğinin önceden saptanmasını gerekli kılar. Yine “hedef”, eğitime ayrılan zaman, mekan, enerji ve ekonomik imkanların verimli kullanılmasını sağlayan yegane unsurdur.
S
ezai Karakoç, şiir kitaplarının yanı sıra deneme, eleştirme ve düşünce yazıları da yazmıştır. Bu tür yazılarında dil, edebiyat, sanat, siyaset, doğu, batı, birey, aile, toplum, millet, devlet, kültür ve medeniyet gibi pek çok konuyu ele almıştır. Bunların yanında üzerinde ısrarla durduğu konulardan biri de toplumu doğrudan doğruya ilgilendiren eğitim konusudur. O’nun eğitim üzerindeki düşüncelerinin ayırıcı özelliği, eğitim ve öğretim konularına geleneğimizden gelen bir birikimle yerli, çağdaş ve sanatçılığından beslenen bir duyarlılıkla bakmasıdır.
“HEDEFLİ” BİR UĞRAŞ ALANI Sezai Karakoç, eğitimle ilgili yazılarında önce eğitimin ayırıcı özelliğine dikkatleri çeker. O’na göre eğitim, “hedefli” bir uğraş alanıdır. Çocuk, genç, yaşlı, kadın, erkek, kısacası bütün insanların yetiştirilmesinde şaşmaz bir “hedef” gereklidir. Hedef, öğrenciye hangi bilginin nerede, ne zaman, nasıl ve niçin verileceğinin önceden saptanmasını gerekli kılar. Yine “hedef”, eğitime ayrılan zaman, mekan, enerji ve ekonomik imkanların verimli kullanılmasını sağlayan yegane unsurdur. Bu noktada karşımıza sosyolojik bir problem çıkmaktadır. O da demokrasiyle yönetilen bir toplumda eğitimde “hedef”i kimin belirleyeceği sorusudur. Aile mi, devlet mi, yoksa eğitimi bizzat uygulayan öğretmen mi? Bu soruyu daha da açık bir duruma getirebiliriz. Çocukların Müslüman, 62 Mimar ve Mühendis
Hristiyan, ateist, siyasal ideoloji veya herhangi bir dünya görüşüne göre yetiştirilmesine kim karar verecek? Karakoç yazılarında bu sorulara açık bir şekilde cevap vermez ancak eğitim serüvenimizi anlatırken yaptığı açıklamalardan tercihini az çok kestirmek mümkündür. Siyaset tarihimizde Tanzimat Fermanı’nın ilan edilmesinden (1839) itibaren eğitim sistemimizde “hedef” kavramı ortadan kaybolmuştur. O günden bugüne bir türlü rayına oturtulamayan eğitim sistemimizin en büyük eksikliği, “hedef”sizliğidir. Hedefsizlik, eğitim bilimcilerin, eğitimin amaçlarını anlatırken dile getirdikleri, çocuklara ve gençlere “istendik
AİLE
TOPLUM
davranış değişikliği kazandırmak” şeklindeki amacın gerçekleşmemesidir. Halbuki eğitimin amacı, muhataplarına konularla ilgili en yeni ve evrensel bakımdan doğru bilgileri vermenin yanında, medeniyetimizin değerlerini (dil, din, tarih…) sevdirerek benimsetme yönünde bir davranış değişikliği, bunun devamında da bir kişilik kazandırmadır. Bu amaca, programını bu yolda hazırlayan ve uygulayan bir eğitim sistemiyle ulaşılabileceği açıktır. Bu davranış değişikliğini kazandırma
ve kişilik oluşturma eylemi okulda gerçekleştirilir. Okul, aile, toplum ve doğal ortamdan apayrı bir çevredir. Modern pedagoji, okulun aile, toplum ve doğayla uyumlu olması gerektiği tezini fazlasıyla işlemesine rağmen yazarımız, kendi görüşünü öne çıkarmaya devam eder. Okul, bütün bunların toplamı veya eşiti değildir. Okulun diğer eğitim ortamlarından ayrıcalığını şöyle gösterebiliriz: Okul, bir bakıma aşağıdaki unsurları bünyesinde toplayan bir yapıdır: OKULUN DİĞER EĞİTİM ORTAMLARINDAN FARKLILIĞINI SAĞLAYAN UNSURLAR Çocuk okula gidince aile, toplum ve
DOĞA
OKUL
doğal bir ortamdan tamamıyla farklı bir çevreye girer, girmelidir. Bu farklılığı okuldaki program sağlar. Çocuk, tabloda da görüldüğü gibi, tarihle orada karşılaşır. Deha ve klasiklerle tanışır. Dahileri ve klasik eserleri orada görür. Eğitim kurumları arasında liseler aslında klasiklerin okutulduğu okullardır. Avrupa’da da, Amerika’da da lise çağındaki gençler, Racine, Rabelais, La Fontaine, Corneille, Hugo, Shakespeare ve kendi klasiklerini okuyarak lise öğrenimlerini tamamlarlar. Sezai Karakoç, bunu o
Tarih Dehalar Klasikler OKUL Zihin hayatı Sanat hayatı İdeal duygusu kadar vurgular ki insanın bu düşünceyi şöyle bir formülle ifade edesi gelir: Lise çağı = Klasikleri okuma çağı. Karakoç, eğitim tarihimizde programa dayalı “klasik öğretimi” olmadığını yazar. Liselerdeki edebiyat dersinin öğrencilerin çoğuna göre sıkıcı, not almak için ezberlenip okunan, lüzumuna inanılmayan, fuzuli bir ders olarak görüldüğünü ifade eder. Klasiklerin bir programa dayalı olarak okutulmadığı bir eğitim sistemindeki edebiyat dersleri, sıkıcı, ezberci ve lüzumuna inanılmayan dersler durumuna iner. Böyle algılanan bir dersin, eğitimin iki işlevini de ( bilgi vermek, kişilik kazandırmak) yerine getiremeyeceği açıktır. Edebiyat dersinin bu duruma düşmesinin bir sebebi de “çıplak sınıflarda” okutulmasıdır. Ona göre Fuzûlî’nin işlendiği bir ders, onun çeşitli boyda resimlerinin duvarlarında asılı olduğu, bütün kitaplarının raflarda öğrencilerce kolayca görülüp karıştırılabildiği bir sınıfta yapılmalıdır. Aynı yöntem programda adları bulunan bütün edebiyatçılarımız için de uygulanmalıdır. Tarih için de aynı yöntem geçerli olmalı, tarihçilerimiz hem portreleri, hem kitaplarıyla öğrencilere tanıtılmalıdır. Ona göre edebiyat dersi için de fizik, kimya ve biyoloji laboratuvarlarına benzer “özel sınıflar” hazırlanmalıdır. KLASİKLERİN EĞİTİMDEKİ YERİ Sezai Karakoç’un gençlerin öğrenim hayatlarının özellikle lise döneminde klasik eserlerle karşılaşmalarının önemine
dair düşüncelerine yukarıda değinmiştim. Eğitim tarihimizi sırf bu açıdan kısa bir değerlendirmeye tabi tutar: “Çocuk, öğrenimde, yepyeni ve bambaşka bir aleme girmektedir. Okul öncesi dönemde çevrede gördüğü sıradan kişiler değildir artık bu alemin insanları. Matematikçiler, fizikçiler, şairler, devletler kuran ve yıkan kahramanlar arasına girme ve devler arasında yaşamadır bilgi dünyası, okul. Yani okul, devler dünyasıdır bir bakıma çocuk için. Bu nokta iyice anlatılabilir ve mizanseni iyi ayarlanabilirse, çocuk için onur verici, sevinilecek, övünülecek bir şey olur okumak (…) Onun içindir ki ısındırmak maksadıyla, bana kalırsa, matematikten önce matematikçileri, fizikten önce fizik bilginlerini, edebiyattan, şiirden, romandan önce, şairleri, romancıları, edebiyat tarihçilerini ve tarihten önce tanınmış tarihçileri tanıtmakta yarar vardır”. Buradaki “ısındırma”nın, eğitim dilindeki “güdüleme” olduğu açıktır. Eğitim tarihimizde İslam klasikleri okutulmakla beraber, batı klasikleri görmezden geliniyordu. Ona göre Osmanlıların modern zamanlarda yapması gereken eğitim reformu, Batı klasiklerini de programlarına almaktı; halbuki onların en çok ihmal ettikleri nokta buydu. Eğitim sistemimizin klasiklerle münasebetine dair düşüncelerini aşağıdaki şekillerle somutlaştırabiliriz:
Eski eğitim sistemimiz: İslâm klâsikleri
Batı klâsikleri şeklinde gösterilebilir. Tanzimat döneminden itibaren ise bunun tam tersi olmuştur. O da,
Tanzimat eğitimimiz: İslâm klâsikleri Batı klasikleri
şeklinde özetlenebilir. Karakoç, kendi dönemindeki uygulamayı ise ne İslam, ne batı klasiklerinin okutulduğunu söyleyerek özetler: Temmuz - Ağustos 2014 63
DOSYA: EĞİTİM HAYATI VE MESLEK SEÇİMİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Bugünkü eğitim sistemimiz: İslâm klâsikleri Batı klâsikleri Buna göre bugünkü eğitim sistemimizde, bir bütün olarak, ne İslam klasikleri, ne batı klasikleri okutulur. Klasiklerin eğitim sistemimizden çekilmesi, çocukların ve gençlerin yetişmelerinde iç bilgiden mahrum kalmaları, bunun devamı olarak da kişiliklerini oluşturmalarında zengin bir kaynaktan yoksun duruma düşmeleri sonucunu doğurmuştur. Karakoç, batıdaki uygulamalara bakarak Millî Eğitim Bakanlığı’nın görevi, “yurttaş tipini” oluşturmak, Kültür Bakanlığı’nın görevi kültür eserlerini korumak, Turizm Bakanlığı’nın görevinin ise yurdun tabiat ve kültür zenginliklerinden yabancıların da yararlanmalarını sağlamak olduğunu belirtir. Bizde Milli Eğitim Bakanlığı’nın klasik eğitime geçinceye kadar klasiklerin basılması, aileye kütüphane kurma alışkanlığının kazandırılması ve televizyonda geniş kültür programlarının yapılması işi, Kültür Bakanlığı’nın görevleri arasındadır. Yazarımız, edebiyat öğretimimizdeki bir yöntem yanlışlığının düzeltilmesini de ister. O yanlışlık, zaman dizin/kronoloji konusunda pedagojik davranmayışımızdır. Bugünkü eğitim sistemimizde hem edebiyat hem tarih öğretimi, eski çağlardan başlayıp zamanımıza doğru ilerleyen bir çizgi halinde öğretilir. Bu yönteme göre edebiyat konuları, eski Türkçe’den başlayıp Divan, Tanzimat, Servet-i Fünun, Millî Edebiyat, Cumhuriyet, Birinci Yeni/ Garip Hareketi, İkinci Yeni ve nihayet 80 sonrası Türk edebiyatı şeklinde bir sıraya uyularak işlenir. Halbuki ona göre doğru olan yöntem, bunun tam aksidir: “Önce bugünü tanımalı öğrenci. Tarihte de edebiyatta ve sanatta, düşünce ve felsefede de... Önce yaşayanlarla tanışmalı derslerde çocuk. Önce çevresini, kasabasını, ilini tanımalı. Baba neslini, dede neslini… Bugünden başlayarak geriye doğru gitmeli. Ekollere gelince kronolojik sıraya dönülebilir.” 64 Mimar ve Mühendis
SONUÇ: Sezai Karakoç, şiir ve hikaye gibi edebiyat metinlerinin yanında, deneme, eleştirme, inceleme gibi bilim ve düşünce yazıları da yazmıştır. Bu tür yazılarında ele aldığı konulardan biri de eğitimdir. O, eğitime, gelenekten gelen bir birikimle yerli, çağdaş ve sanatçılığından beslenen bir duyarlılıkla bakmıştır. Eğitim sistemimizin bütünü hakkında düşünceleri bulunmakla beraber, ortaöğretim kurumlarındaki edebiyat öğretimine dair düşünce ve önerileri, hemen uygulamaya geçirilmeye elverişli düşünce ve önerilerdir. Onların başında edebiyat ders kitaplarının hazırlanması gelir. Edebiyat ders kitaplarının içeriği, dış bilgilerin yanında, gençlerin kişiliklerini oluşturmaya elverişli duygusal ve klasik metinlerle mutlaka zenginleştirilmelidir. Edebiyat dersleri, öğrencilerin, ilgili sanatkarın, duvarlarında resim, portre ve büstlerini görebileceği, raflarında kitaplarına kolayca dokunabileceği “özel sınıflar”da okutulmalıdır. Edebiyat öğretiminde çağdaş ve yerel sanatçılardan başlayıp tarihe ve evresele doğru ilerleyen bir yöntem izlenmelidir. Edebiyat öğretmenleri donanımlı, ders kitapları klâsiklerle zengin ve estetik içerikli, yöntemi pedagojik ve çağdaş olan bir programla yürütülen edebiyat dersleri, sadece edebiyat tarihimizin değil, bütün sanat tarihimizdeki eserlerimizin güzelliklerini modern çağlara taşıyacaktır. O zaman özlemini çektiğimiz yeni ve
evrensel bilgilerle donanmış, kültür ve medeniyet değerlerimizi özümsemiş, kendine güven duygusu kazanmış ve sanatın güzellikleriyle iç dünyasını zenginleştirmiş kişilikli nesilleri yetiştirmek daha kolay olacaktır. Kaynakça Cihan, Ahmet, Osmanlıda Eğitim, 3F Yayınları, İstanbul 2007. Diclehan, Şakir, Sanat ve Düşünce Dünyasında Sezai Karakoç, Piran Yayınları, İstanbul 1980. Eroğlu, Ebubekir, Sezai Karakoç’un Şiiri, Bürde Yayınları, İstanbul 1981. Ersoy, Mehmet Akif, Safahat, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1987. Güzel, Şehmus, “Mülkiye’de İnek Bayramı”, Mülkiyeliler Birliği Dergisi, Temmuz – Aralık 1982, (Ankara) 1982; Mülkiye Dergisi, nr. 237, Kasım – Aralık 2002, Ankara 2002. Hece Dergisi, Bir Uygarlık Tasarımı Olarak Diriliş, Yıl: 7, Sayı: 73, (Ankara), 2003; Bir Uygarlık Tasarımı Olarak Diriliş Dergisi ve Sezai Karakoç, Eklerle 2. Baskı, (Anakara), 2010. Kaplan, Ramazan, Klâsikler Tartışması, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara 1988. Karakoç, Sezai, Günlük Yazılar II, Diriliş Yayınları, İstanbul 1968. Karakoç, Sezai, Diriliş Neslinin Âmentüsü, Diriliş Yayınları, İstanbul 1976. Karakoç, Sezai, Düşünceler I, Diriliş Yayınları, İstanbul 1995. Karakoç, Sezai, Mevlâna, 4. Baskı, Diriliş Yayınları, İstanbul 2009. Karataş, Turan, Doğu’nun Yedinci Oğlu Sezai Karakoç, Kaknüs Yayınları, İstanbul 1998. Önder, Mehmet, Uluslararası Mevlâna Semineri ( 15 – 17 Aralık 1973) Bildiriler; Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1973. Yücel, Hasan Ali, Dünya Edebiyatından Tercümeler, Klâsikler Bibliyografyası, 1940 – 1950, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1952.
Binlerce yıllık Kültürel Mirasımız olan eserleri geleceğe taşıyoruz
Kariye Müzesi Restorasyonu
Evliya Çelebi Mah. Kıblelizade Sok. Tepe Han. No:1/12 Beyoğlu / İSTANBUL T: 0212 251 43 01 F: 0212 292 15 82 M: hizmet@taksimyapi.com.tr
Temmuz - Ağustos 2014 65
DOSYA: EĞİTİM HAYATI VE MESLEK SEÇİMİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
MESLEK LİSESİ MEZUNLARININ ÜNİVERSİTEYE GİRİŞTEKİ BAŞARISIZLIĞININ DEĞERLENDİRİLMESİ Prof. Dr. Zeki ÇİZMECİOĞLU zcizmecioglu@ticaret.edu.tr Ülkemizde eğitim sisteminde yaşanan değişikliklere rağmen üniversiteye girişte lise türlerine göre başarı sıralamasına bakıldığında, meslek liseleri geri planda kalmış, meslek liselerinin hala beklenen başarıyı gösteremediği görülmüştür. Mesleki ve teknik ortaöğretim sisteminde ve yükseköğretime geçişte yapılan yeni düzenlemeler mesleki ve teknik ortaöğretim için hedeflenen yüzde 65’lik okullaşma oranına ulaşmada olumsuz etkileri olacağı yönünde endişeler yaşanmaktadır.
Ü y
-2
lkemizde yaşanan 28 Şubat sürecinde İmam Hatip düşmanlığı yüzünden 8 yıllık kesintisiz eğitim dayatması ile meslek liselerinin orta kısmı kaldırılmış ve katsayı indirimi uygulanarak meslek lisesi mezunları üniversiteye girişte yıllarca mağduriyet yaşamıştır. Meslek lisesi mezunlarının mağduriyetini ortadan kaldırmak amacı ile bugün meslek liselerinin orta kısımları tekrar açılmış, 4+4+4 uygulamasına geçilmiş ve katsayı indirimi ortadan kaldırılmıştır. Ancak bu gelişmelere rağmen üniversiteye girişte lise türlerine göre başarı sıralamasına bakıldığında, meslek liseleri geri planda kalmış, meslek liselerinin hala beklenen başarıyı gösteremediği görülmüştür. Bu başarısızlığın altında yatan sebep, meslek lisesi müfredatındaki yetersizlikler ve üniversite giriş sınavında öğrencilere görmedikleri derslerden soruların sorulmasıdır. Meslek liselerinde 11'inci ve 12'nci sınıfta hiç matematik okutulmamaktadır. Halbuki üniversite giriş sınavında sayısal ve eşit ağırlıklı puanla öğrenci alan teknik ve sosyal bölümlere öğrenci yerleştirilmesinde matematik
66 Mimar ve Mühendis
puanı önemli rol oynamaktadır. Meslek liselerinde okutulan matematik ile birlikte Türkçe, sosyal ve fen grubu derslerinin yeterli düzeye çıkarılması ile meslek lisesi mezunlarının üniversiteye hazırlanmada bu başarısızlığı önlenmelidir. Mesleki eğitim; bireye iş hayatında belirli bir meslekle ilgili bilgi, beceri ve iş alışkanlıkları kazandıran ve bireyin yeteneklerini çeşitli yönleri ile geliştiren eğitim sürecidir. Her birey, çalıştığı meslek alanı sayesinde toplumsal gelişmeye katkıda bulunacağından, gelecekte var olmak isteyen toplumların mesleki gelişime önem vermeleri gerekmektedir. Mesleki ve teknik eğitim bireyleri meslek hayatına ve yüksek öğretime hazırladığından kalkınma sürecinde önemli bir yere sahiptir. Ancak Türkiye’de mesleki ve teknik eğitim almış eleman sayısı ve eğitimin kalitesi istenen düzeyde değildir.
Meslek liselerinin temelleri 1860 yılında atılmış, ancak 1927'ye kadar çok önem verilmeyen teknik eleman yetiştiren bu okullara daha sonraki yıllarda özel önem verilmeye başlanmıştır. Üniversiteye girişte 1999 yılında yeni katsayı uygulamaları, 2002 yılında sınavsız geçiş hakkı ve 2004 yılında ek puan vb. düzenlemeleri mesleki ve teknik ortaöğretim öğrenci sayısında dalgalanmalara neden olduğu ve meslekiteknik ortaöğretime olan talebi olumsuz etkilediği bilinmektedir.
MESLEKİ VE TEKNİK EĞİTİME ÖNEM VERİLMELİ VIII. Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda; örgün ve yaygın mesleki-teknik eğitime ağırlık verilmesi, ortaöğretimde mesleki ve teknik ortaöğretimin payının artırılması, üniversitelere giriş sınavlarında normal liseler ile mesleki ve teknik lise mezun-
Üniversiteye girişte 1999 yılında yeni katsayı uygulamaları, 2002 yılında sınavsız geçiş hakkı ve 2004 yılında ek puan vb. düzenlemeleri mesleki ve teknik ortaöğretim öğrenci sayısında dalgalanmalara neden olduğu ve mesleki-teknik ortaöğretime olan talebi olumsuz etkilediği bilinmektedir.
ları arasındaki farklı değerlendirmelerin kaldırılarak, mesleki ve teknik eğitimin yaygınlaştırılmasının teşvik edilmesi, mesleki-teknik eğitim programlarının meslek standartlarına dayalı olarak yapılmasının sağlanması ve çalışma hayatı ile işlevsel işbirliğinin geliştirilmesi hedeflenmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2001-2005 Çalışma Programı’nda; mesleki ve teknik eğitime önem, öncelik ve ağırlık verilmesi gerektiği belirtilmiş, ortaöğretim çağ nüfusunun yüzde 65’inin mesleki ve teknik eğitim, yüzde 35’inin de genel eğitim görmesi hedeflenmiş olmasına rağmen bu oranlara yaklaşılamamıştır. Mesleki ve teknik ortaöğretim sisteminde ve yükseköğretime geçişte yapılan yeni düzenlemeler mesleki ve teknik ortaöğretim için hedeflenen yüzde 65’lik okullaşma oranına ulaşmada olumsuz etkileri olacağı yönünde endişeler yaşanmaktadır. 1995-1996 öğretim yılında yüzde 57.44 olan genel ortaöğretim okullaşma oranı 2004-05 öğretim yılında yüzde 63.73’e yükselmiş, 19951996 öğretim yılında yüzde 42.56 olan mesleki ve teknik ortaöğretim okullaşma oranı 2004-2005 öğretim yılında yüzde 36.27’ye düşmüştür. Ortaöğretim kurumlarından genel liselerde “alan seçmeli sınıf geçme sistemine” geçilmiştir. Ancak meslek liselerine bu tür alan seçme verilmemiştir. Alan seçme verilmemesinin sonucu olarak meslek liseleri kendi alanlarıyla ilgili yükseköğretim programlarından birini seçtikleri taktirde AOBP katsayısı 0.5 alan dışı yükseköğretim programı seçtiklerinde 0.2 ile çarpılacaktır. Böylece meslek lisesi Temmuz - Ağustos 2014 67
DOSYA: EĞİTİM HAYATI VE MESLEK SEÇİMİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Tablo 1. Okul Türlerine Göre Başvuran ve Yerleşen Aday Sayıları
Lise
873.249
142.740
Yerleşen Önlisans Sınavsız YGS İle 0 105.636
Lise(Y.Dil Ağırlıklı)
14.721
1.945
0
1.227
2.637
5.809
Özel Lise
8.403
2.286
0
883
477
3.646
Anadolu Lisesi
255.090
128.250
0
8.484
5.211
141.945
Y.Dil Eğitim Yapan Öz.L.
40.712
21.032
0
2.111
995
24.138
Fen Lisesi
13.473
7.550
0
59
94
7.703
Özel Fen Lisesi
4.850
3.063
0
44
55
3.162
Askeri Lise
1.019
383
0
20
32
435
Akşam Lisesi
142
4
0
7
24
35
Özel Akşam Lisesi
7.724
321
0
1.141
630
2.092
Sosyal Bilimler Lisesi
1.184
865
0
5
16
886
Spor Lisesi
2.218
27
0
98
42
167
Polis Koleji
270
38
0
2
11
51
Güzel Sanatlar Liseleri
6.198
178
81
320
152
731
Öğretmen Liseleri
38.253
21.748
0
477
762
22.987
İmam Hatip Liseleri
127.852
21.138
0
10.135
32.637
63.910
Ticaret Meslek Liseleri
129.267
8.185
39.372
4.753
16.217
68.527
Teknik Liseler
81.787
11.377
18.852
5.072
3.865
39.166
Endüstri Meslek Liseleri
219.324
5.325
58.870
9.099
12.688
85.982
Kız Meslek Liseleri
167.581
12.455
31.693
10.746
21.265
76.159
Sağlık Meslek Liseleri
48.733
3.052
13.891
637
9.632
27.212
Otelcilik Ve Turizm Meslek Liseleri 14.894
1.884
4.059
790
1.143
7.876
Sekreterlik Meslek Liseleri
40
1
2
2
13
18
Astsubay Hazırlama Okulları
763
46
66
21
143
276
Diğer Meslek Liseleri
28.323
3.323
6.227
1.525
2.161
13.236
Diğer
45
0
0
0
1
1
Genel Toplam
2.086.115
397.216
173.113 163.294
188.652
922.275
ÖSYS Başvuran Aday Sayısı
Okul Türü
Lisans
A.Ö.F.
Toplam
77.749
326.125
Tablo 2. 2014-LYS Okul Türlerine Göre Dağılım MF Puanları Okul Türü
Aday Sayısı
Ortalama
Aday Sayısı
TM Puanları Aday Sayısı
Ortalama
TS Puanları Aday Sayısı
Ortalama
Lise
420.592
199,983
126.821 213,038
244.153
236,931
207.044
Lise (Yabancı Dil Ağırlıklı)
4.295
224,008
1.391
254,94
1.469
275,45
865
Özel Lise
4.570
222,558
2.132
222,898
3.059
234,106
1.512
Anadolu Lisesi
209.828
269,564
119.298 273,616
134.600
291,064
47.900
Yabancı Dilde Eğitim Veren Özel Lise Fen Lisesi
31.086
266,164
16.438
259,285
22.918
271,03
11.020
11.503
373,306
10.725
360,272
6.238
365,216
837
Özel Fen Lisesi
3.980
357,183
3.610
348,529
2.551
357,802
788
Askeri Lise
673
292,94
288
305,951
432
319,275
82
Akşam Lisesi
16
170,992
3
185,883
7
235,508
5
Özel Akşam Lisesi
1.449
176,795
191
187,358
634
206,84
838
Sosyal Bilimler Lisesi
1.045
243,6
71
337,246
990
370,477
572
Spor Lisesi
170
172,091
10
181,593
50
203,5
105
Polis Koleji
110
271,579
31
310,529
80
336,56
14
68 Mimar ve Mühendis
öğrencilerin alanları dışında bir bölüme girmelerinin güçleştiği 2003’te yapılan sistem değişikliği ile daha da ağırlaştığı görülmektedir. Üniversiteye yerleştirmede meslek lisesi mezunlarının alanları belirlenirken sadece eğitim fakülteleri bu alanların devamı kabul edilmiştir. Örneğin endüstri meslek lisesi bilgisayar bölümü mezunu için yalnızca bilgisayar öğretmenliği kendi alanı sayılmış, bilgisayar mühendisliği vb. bölümler alan dışı kabul edilmiştir.
KATSAYI FARKLILĞINA ÇÖZÜM ÖNERİLERİ Meslek liselerine uygulanan katsayı farklılığı nedeniyle okullardaki öğrenci sayısının azalacağı ve birçok okulun kapatılma noktasına geleceği düşüncesiyle çözüm olarak 2001-2002 öğretim yılından itibaren yapılan değişikliklerle meslek lisesi öğrencilerine ön lisans programlarına sınavsız geçiş hakkı tanınmıştır. Ancak bu uygulamanın da yüksekokullarda öğrenci kalitesinin düşmesine neden olduğu yönünde şikayetler doğurduğu görülmektedir. Üniversiteye girişte yürürlüğe giren yeni sistem sonrasında meslek liselerini tercih eden öğrenci kalitesinde düşüş yaşanacağı ve meslek liselerini büyük oranda başka hiçbir okulu kazanamayan vasat ve vasatın altındaki öğrencilerin tercih edeceği gibi olumsuzlukların yaşanacağı fikri ortaya çıkmaktadır. Ticaret meslek ve Anadolu ticaret meslek liselerinde yapılan araştırmaya göre bu okullarda okuyan öğrencilerin çoğunluğunun hem meslekleriyle ilgili daha fazla bilgi sahibi olmak hem fakülte mezunu olarak daha kolay iş bulabileceklerine inanmak hem de daha yüksek bir sosyal statüye kavuşmak için lisans eğitimi almak istedikleri anlaşılmaktadır. Bu okullarda okuyan öğrencilerin yüzde 80 gibi büyük çoğunluğunun ilköğretim diploma notu 4.00 düzeyinin altındadır. Bu okulları başarı düzeyleri düşük öğrenciler tercih etmektedir. Okullarını başkalarına tavsiye etmeyen öğrencilerin; yüzde 34.4’üne göre üniversiteye girme ihtimalinin az olması, yüzde 15.9’na göre
Tablo 2. 2014-LYS Okul Türlerine Göre Dağılım MF Puanları Okul Türü
Aday Sayısı
Ortalama
Aday Sayısı
TM Puanları Aday Sayısı
Ortalama
TS Puanları Aday Sayısı
Ortalama
Güzel Sanatlar Liseleri
683
177,405
47
195,413
203
216,877
440
Öğretmen Liseleri
31.088
306,07
18.699
306,646
20.682
319,461
5.156
İmam Hatip Liseleri
45.442
201,756
6.867
214,963
20.598
237,467
29.868
Ticaret Meslek Liseleri
33.016
174,54
5.553
192,923
18.876
216,317
19.070
Teknik Liseler
39.648
182,467
24.168
196,661
18.765
222,807
11.976
Endüstri Meslek Liseleri
35.381
171,762
11.324
185,141
14.919
209,853
18.719
Kız Meslek Liseleri
48.272
174,128
5.819
198,677
26.129
222,738
32.541
Sağlık Meslek Liseleri
6.648
187,453
3.486
215,203
2.696
246,747
1.738
Otelcilik ve Turizm Meslek 4.598 Liseleri Sekreterlik Meslek Liseleri 7
172,983
307
192,932
2.328
221,419
2.740
169,644
2
188,347
4
212,459
3
Astsubay Hazırlama Okulları Diğer Meslek Liseleri
160
196,758
32
228,79
78
259,199
41
11.991
178,196
5.240
201,917
5.445
233,142
5.067
eğitim programlarının yetersizliği ve yüzde 14.4’üne göre ise mezunlarının iş bulamamalarından dolayı okullarını başkalarına tavsiye etmedikleri görülmüştür. MATEMATİK GRUBU DERSLERİ YETERSİZ Yapılan anketlerde ticaret meslek ve Anadolu ticaret meslek lisesi öğrencilerini içerik, süre ve eğitim ortamı olarak yükseköğretime hazırlamada matematik grubu derslerinin ne derecede yeterli olduğuna ilişkin okul yönetici ve öğretmenleri ile öğrencilerin görüşleri sorulduğunda öğrencilerin yüzde 67.1’i “az” – “hiç” düzeyinde matematik grubu derslerin yükseköğretime içerik, süre ve eğitim ortamı olarak hazırlamada yetersiz olduğunu düşünürken, aynı konuda yönetici ve öğretmenler yüzde 64.1’i “az” – “hiç” düzeyinde yetersiz olduğunu ifade etmektedirler. (1) Ülkemizde gelişen mücevherat sektörünün ihtiyacına bağlı olarak dünyada bir ilk olarak İstanbul Ticaret Üniversitesi, Mühendislik ve Tasarım Fakültesi bünyesinde “Mücevherat Mühendisliği” adlı yeni bir mühendislik disiplini geliştirilmiştir. Mücevherat Mühendisliği, malzeme, metalürji, kimya, yer bilimleri,
makine ve tasarım alanlarını kapsamaktadır. Müfredatta temel bilimlere dayalı mühendislik eğitimi yanında, doğal ve yapay hammaddelerden itibaren mücevherat tasarım ve üretim teknolojileri öğretilmektedir. Bu bölüme Kuyumculuk Meslek Lisesi mezunlarının alınması çok yararlı olduğu halde Kuyumculuk Teknolojisi Alanı Çerçeve Öğretim Programı’nın (2) incelenmesinden anlaşılacağı üzere teknik liseler ve Anadolu teknik liseler haricindeki meslek liselerinin müfredatında 11 ve 12'nci sınıflarda matematik, fizik ve kimya dersleri okumadıklarından bu meslek liselerinin mezunları sayısal ağırlıklı puanla öğrencinin alan bu bölümü kazanması asla mümkün değildir.
MESLEK LİSESİ MEZUNLARININ ÜNİVERSİTEYE GİRİŞTEKİ BAŞARI DURUMU 2014 LYS sonuçlarına göre, katsayıların kalkmasından sonra meslek lisesi mezunlarının üniversiteye girişte beklenen başarıyı gösteremedikleri anlaşılmıştır. Tablo 1 ve Tablo 2’ de görüldüğü gibi okul türlerine göre başvuran ve yerleşen aday sayılarına ve lise türlerine göre başarı sıralamasına bakıldığında, ilk sırada yine fen liselerinin olduğu ve
okul türlerine göre başarı sıralamasında meslek liseleri ilk 15’te bile olmadığı görülmektedir. MF puan türünde devlet ve özel fen liseleri açık ara birinciliklerini ilan ederken onları, çok gerilerden Anadolu liseleri ve kolejler izlemekte, fen liseleri MF puan türünde 373 puanlık bir Türkiye ortalaması tuttururken, imam hatipler 201, endüstri meslek liseleri ise 171 puanda kalmışlardır.
SONUÇ Meslek liselerinin mevcut durum değerlendirilmesi sonucunda matematik, Türkçe, sosyal ve fen grubu derslerinin içerik, süre ve eğitim ortamı olarak öğrencilerini yükseköğretime hazırlamada ve onları bu sınavda başarıya ulaştıracak yeterlilikte olmadığı anlaşılmaktadır. (2) Meslek lisesi öğrencilerinin yaşadıkları bu olumsuzlukların düzeltilmesi ve üniversiteye girişte beklenen başarıyı gösterebilmeleri için üniversite giriş sınavında muhatap oldukları soruların cevaplandırılmasına yönelik müfredatlarında yeterli matematik, Türkçe, sosyal ve fen grubu derslerinin okutulması hususunda Milli Eğitim Bakanlığı, Mesleki ve Teknik Eğitim Genel Müdürlüğü tarafından durumun çözüme kavuşturulması gerekmektedir.
Kaynakça Anon 2007c. Global warmingandreportaboutTurkishseas, (in Turkish). http://www. tudav.org/kureselis.htm. Brass, G.W. 2002. Arctic Ocean ClimateChange. US ArcticResearchCommission Special Publication No. 02-1, Arlington, VA, 14p. http://www.turcek.org.tr Kerr, R.A. 2002. A warmerArcticmeanschangeforall. Polar Science297 : 14901492. Mcculloch, S. 2006. Global warmingthreatensfisheries. Times. December 2006. Sağlam Erdoğan N.,Düzgüneş E., Balık İ. 2008. Küresel Isınma ve İklim Değişikliği. E. Ü. Su Ürünleri Dergisi. Cilt: 25 Sayı: (1): 89-94. ISSN 1300-1590. http://jfas. ege.edu.tr/ Türkeş, M. 2003. Sera Gazı Salınımlarının Azaltılması İçin Sürdürülebilir Teknolojik Ve Davranışsal Seçenekler, V. Ulusal Çevre Mühendisliği Kongresi, Çevre Mühendisleri Odası, Ankara.
Temmuz - Ağustos 2014 69
DOSYA: EĞİTİM HAYATI VE MESLEK SEÇİMİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
İNSAN KAYNAKLARININ GELİŞTİRİLMESİ ve UMEM PROJESİ Prof. Dr. Oğuz Borat İstanbul Ticaret Üniversitesi oborat@ticaret.edu.tr Türkiye’de zaman içerisinde çözümlenecek önemli bir konu mezuniyet ve okul terk oranlarıdır. Ortaöğretimden ve yükseköğretimden mezuniyet oranları oldukça düşüktür. Bu ise büyük miktarda kaynak israfı demektir. Ülkemizde öğrenim için yapılan ve bütçenin önemli bir kısmı olan eğitim sistemi harcamaları halkımızın vergileriyle, vakıflara yapılan bağışlarla ve doğrudan cepten yapılan harcamalarla karşılanmaktadır. Önemli hedeflerden birisi de mezuniyet oranlarının artırılabilmesidir. ÖZET Türkiye’nin orta gelir tuzağından çıkışını sağlayacak önemli iki etkenden birisi ileri teknoloji kullanımı, diğeri de insan kaynaklarının geliştirilmesidir. İş piyasasında 25 milyon 544 bin çalışanın takriben yüzde 57.5'i orta-öğretimi terk edenlerden oluşmaktadır. İstihdam edilen ve işsizler içinde orta-öğretimi terk edenlerin nüfusu 15.6 milyon civarındadır. Uzmanlaşmış Meslek Edindirme Merkezleri (UMEM) isimli proje kapsamında sadece işsiz kişilere uygulamalı eğitim ve
işbaşı eğitim (staj) imkânı sağlanmaktadır. Bu makalede işverenlerin istihdam ettiği insan gücüne uygulamalı eğitim sağlamasının UMEM Projesi kapsamına alınması teklif edilmektedir. İnsan kaynaklarının niteliğinin yükseltilmesiyle ürün ve hizmet kalitesi artırılacak ve mevcut ekonomik konumdan bir sıçrama 70 Mimar ve Mühendis
yapılabilecektir. Bireylerin bilgi ve beceri kazanımlarını gösteren belgelerin Türkiye yeterlilikler çerçevesine girebilmesini sağlamak için Mesleki Yeterlilik Kurumu (MYK) tarafından hazırlatılan ulusal meslek standartları ve mesleki yeterlilikler veya bunları kazandıracak birim yeterlilikler şeklinde hazırlanması ve bu süreçlerin kalite güvencesinin sağlanması önerilmiştir.
1. İNSAN KAYNAKLARININ GELİŞTİRİLMESİ; EĞİTİM VE İSTİHDAM Öğrenme ortamları örgün, yaygın, sürekli eğitim, uzaktan eğitim, karma eğitim veya işyeri tabanlı öğrenme olarak isimlendirilmektedir. Öğrenme ortamında bulunan bireyler “18 yaş altı öğrenciler ve 18 yaş
üstü öğrenenler” olarak ikiye ayrılabilir. Çalışan veya işsiz gençler veya yetişkinlerden oluşan öğrenen grubunun öğrenme ortamına katılımı hızlı bir şekide artmaktadır. Diğer bir ifadeyle öğrenci profili değişmektedir. 18 yaş altı okul öncesi eğitim, ilköğre-
tim veya ortaöğretimdeki öğrenciler, çalışan veya işsiz gençler veya yetişkin bireyler insan kaynağı olarak kabul edilmektedir. Bireylerin geliştirilmeleri için örgün, yaygın, sürekli eğitim, uzaktan öğrenme, hizmet içi eğitim veya işyeri tabanlı öğrenme gibi farklı yapılarda öğrenme program ve imkanları mevcuttur. Öğrencinin karma (hibrid, blended) bir yapı ile öğrenmesi teşvik edilmektedir. Bu çerçevede MEB’de ve yükseköğretim kurumlarında eşzamanlı (senkron) ve eşzamanlı olmayan (asenkron) uzaktan
öğrenme programları kullanılmaktadır. Yeni eğitim yöntemleri konusunda dikkat çeken bir örnek olarak 12’nci kez düzenlenen ve 8 dalda verilen “İhracatın Yıldızları” ödül töreninde Aselsan, Ford Otosan, ENKA, Zorlu, Durmazlar gibi ihracata damga vurmuş şirketlerin arasına, Bitlis merkezli “Elektro Gitar FYZ” şirketinin Kreatif Ürün Ödülü alarak girmiş olmasıdır. Genç girişimci Faruk Yılmaz, internetten “nasıl yapılır?” videoları ile elektro-gitar yapımını öğrenmiş ve Bitlis’in Hizan ilçesinde açtığı küçük atölyede bugünün rock yıldızlarının tercih ettiği Gibson modeli elektro-gitarlar üreterek internet üzerinden pazara sunmuştur. Amerika, Kanada, Avustralya, Meksika, Norveç dahil 8 ülkeye elektro-gitar ihraç etmektedir [F. Yılmaz, 2014]. Bu örnek, bilgi ve becerilerin çeşitli yöntemlerle aktarılabileceğini göstermektedir.
Öğrencilerin büyük bir kısmı yükseköğretime yönelmektedir. Bunlara yol açan etkenler şu şekilde sıralanabilir: • Maaş veya ücret farklılığı; aile, çevre, • Medya etkileriyle oluşan bakış açısı ve böylece oluşan toplumdaki statü başarısız öğrencileri terke zorlayan ortaöğretim müfredatının yükseköğretime girmek için hazırlanmış olması (gerçekte öğrenme çıktılarına göre müfredat hazırlanmalıdır), • Eğitimde bireyi değerlendirme sisteminin yetersizliği (öğrencinin tahsil hayatı boyunca portfolyosunun hazırlanması gerekir), • Üniversite giriş sisteminin öğrenciye “fazla düşünme, hemen cevapla; dershanelerde hazırlanırsın” yolunu göstermesi, • Öğrenci teknolojik gelişmelerin yüksek bilgi ve becerileri gerektirdiğini farketmekte, aldığı eğitimdeki eksikliğini daha
ileri eğitim ile kapatmaya çalışmaktadır. Türkiye’de zaman içerisinde çözümlenecek önemli bir konu da mezuniyet ve okul terk oranlarıdır. Ortaöğretimden ve yükseköğretimden mezuniyet oranları oldukça düşüktür. Bu ise büyük miktarda kaynak israfı demektir. Ülkemizde öğrenim için yapılan ve bütçenin önemli bir kısmı olan eğitim sistemi harcamaları halkımızın vergileriyle, vakıflara yapılan bağışlarla ve doğrudan cepten yapılan harcamalarla karşılanmaktadır. Önemli hedeflerden birisi de mezuniyet oranlarının artırılabilmesidir. Bu arada ortaöğretimi terk oranı çok yüksek seviyelere çıkmıştır. Son yıllarda biraz iyilişme görülmektedir, Şekil 1. Ortaöğretimi terk edenlerin iş piyasasında vasıfsız işçi veya alaylıya dönüşmüş olarak çalışan yüzdesi 2004-2012 tarihleri arasında yüzde 62,5’ten yüzde 57,5’e Temmuz - Ağustos 2014 71
DOSYA: EĞİTİM HAYATI VE MESLEK SEÇİMİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
70 60 50 40 30 20 10 0 2004
2005
2006
2008
2010
Lise Altı (Orta Öğretim Terk) Yüksek Lise Mezunu Mesleki veya Tenik Lise Mezunu Okur Yazar Olmayanlar Şekil 1: 2014-2012 arasında istihdam eğitim ilişkisi, Kaynak TÜİK
ANA YETERLİLİKLER
ÖZEL AMAÇLI YETERLİLİKLER
DESTEKLEYİCİ YETERLİLİKLER BİRİM YETERLİLİKLER
BİRİM YETERLİLİKLER
Şekil 2: Yeterlilik Kategorileri Arasındaki İlişki
düşmüştür. Bu oranlar yükseköğretim mezunlarında: yüzde 11,3-18,1; genel lise mezunlarında: yüzde 12,1-10,1; mesleki veya teknik lise mezunlarında: yüzde 7,7-9,7 ve okur-yazar olmayanlarda: yüzde 6,4-4,5 mertebesindedir. Diğer bir ifadeyle iş piyasasında 2012'de çalışan 24 milyon 841 bin kişinin yarıdan fazlası, yani 14 milyon 281 bin kişi olarak, ortaöğretimi erken terk edenlerden oluşmaktadır (Çalışan nüfus 2013'te 703.000 kişi artarak 25 milyon 544 bin e çıkmıştır). Ortaöğretimi erken terk edenlerin bir kısmı da işsizler arasında bulunmaktadır. 2012’deki işsiz sayısı 2. milyon 18 bin iken 2013’te 229.000 artarak 2 milyon 747 bin olmuştur. Bunun da en azından yarısını ortaöğretimi terk olarak kabul edersek Türkiye’de ortaöğretimi terk edenlerin sayısını; 14.3 milyonu çalışan, 1.3 milyonu da işsiz olmak üzere, 15.6 milyon olarak tahmin edebiliriz. Bu çok önemli bir insan kaynağıdır. 2. AB’NİN DEĞİŞTİRİLEN VE ERTELENEN LİZBON EĞİTİM HEDEFLERİ AB’nin değiştirilen Lisbon 2010 Eğitim Hedefleri “Europe 2020” Belgesi'nde sunulmuştur. 2020 yılına kadar ulaşıl-
72 Mimar ve Mühendis
ması gereken hedefler ülkemizdeki gelişmeleri izlemek için kullanılabilir: 1. 4 yaş ve ilköğretime başlama yaşı arasındaki çocukların en az yüzde 95’i, erken çocukluk eğitimine başlamış olmalıdır, 2. 15 yaş grubunun okuma, matematik ve bilim alanlarındaki yetersizliği yüzde 15’ten az olmalıdır. 3. Okul terk oranlarının yüzde 10’dan az olması. 4. 30-34 yaş grubunda yükseköğretimli oranının en az yüzde 40 olması, 5. 25-64 yaş grubunun, en az yüzde 15’inin, hayat boyu öğrenme faaliyetlerine katılıyor olması, Lizbon hedeflerine ulaşılabilmesi için 16 anahtar göstergeyi de dikkate almak faydalı olacaktır: 1- Okul öncesi eğitimine katılım. 2- Özel eğitim. 3- Okul terk oranları. 4- Okuma-yazma ve sayı okur-yazarlığı. 5- Dil becerileri. 6- BİT becerileri. 7- Yurttaşlık. 8- Öğrenmeyi öğrenme. 9- Gençlerin ortaöğretim mezuniyet oranı. 10- Öğretmenlerin ve eğitmenlerin mesleki gelişimi. 11- Yükseköğrenim mezunları. 12- Yükseköğrenim öğrencilerinin farklı ülkelerde eğitimi. 13- Yetişkinlerin hayat boyu öğrenmeye katılmaları. 14- Yetişkin Yeterlikleri. 15- Nüfusun eğitim kazanım-
ları. 16- Eğitim ve öğretime yatırım. 3. UMEM PROJESİ İşsizlere beceri kazandırılarak istihdama hazırlanması ile ilgili “Uzmanlaşmış Meslek Edindirme Merkezleri (UMEM)” isimli iyi tasarlanmış önemli bir proje başlatılmıştır [UMEM, 2014]. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB), MEB ve TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi (TOBB-ETÜ) arasında imzalanan protokol kapsamında ilk etapta 19 ilde başlatılmış olan UMEM projesi şu anda 81 ilde uygulanmaktadır. En fazla 160 fiili gün süren uygulamalı eğitim okul, merkez veya firmada verildikten sonra diğer firmalarda staj (işbaşı eğitim) yapılmaktadır. UMEM projesinde bir firma bünyesinde sigortalı olarak çalışan personel eğitim alamamaktadır. Staj sonrası istihdam durumunda istihdam edilen kişilerin; • 18-29 yaş arası erkekler ve yaştan bağımsız kadınlar için 42 ay süreyle, • 30 yaş üstü erkekler için 30 ay süreyle sigorta primi işveren payı ödemeleri kamu kaynaklarından karşılanmaktadır. Teşviklerden faydalanılabilmesi için gereken şartlar: • İşe alınacak kişinin 6 aylık işsiz olması (kurs süresi bu süreye dahildir) • İşe alınacak kişi, firmanın 6 aylık SGK'lı çalışan sayısı ortalamasına ilave olması gerekir. Halbuki Şekil 1’de gösterildiği gibi Türkiye’de çalışanların takriben yüzde 55’i ortaokul terk eden becerisi olmayan veya işyerinde basit beceriler kazanmış kişilerdir. Sigorta primi işveren payının alınması yerine Türkiye’nin işgücünün niteliğinin artırılmasının getirisi çok daha fazladır ve bu yaklaşım Türkiye’nin “orta gelir tuzağından” çıkmasını sağlayacak önemli bir adımdır. İnsan kaynaklarının niteliğinin yükseltilmesiyle ürün ve hizmet kalitesi artırılacak ve mevcut ekonomik konumdan bir sıçrama yapılabilecektir. Ayrıca firma denediği, güvendiği ve istihdam ettiği kendi elemanının gerekli becerilerinin gelişmesi için her türlü desteği verecektir. Birey de kendi meslektaşları ile kendi işyerinde
İnsan kaynaklarının niteliğinin yükseltilmesiyle ürün ve hizmet kalitesi arttırılacak ve mevcut ekonomik konumdan bir sıçrama yapılabilecektir. yabancılık çekmeden makineleri rahatça kullanabilecektir. Dolayısıyla UMEM projesi geliştirilerek; • Firma bünyesinde sigortalı olarak çalışan personel eğitim alabilmelidir. • Bu eğitimi alan firma çalışanı 18-29 yaş arası erkekler ve yaştan bağımsız kadınlar için 14 ay süreyle; 30 yaş üstü erkekler için 10 ay süreyle sigorta primi işveren payı ödemeleri kamu kaynaklarından karşılanmalıdır. Bu çerçevede firma çalışanlarının eğitim alması konusundaki inceleme ve destek izninin “Maliye Bakanlığı, ÇSGB, Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM), TOBB” tarafından belirlenecek ölçütlere göre verilmesi ve izlenmesi faydalı olacaktır. Uygulamalı eğitim için her türlü alet, teçhizat ve donanımı okul veya merkezlere yerleştirmek, bunları finanse etmek ve teknolojik ömrü bitmeden verimli bir şekilde kullanmak mümkün değildir. Mesela liman işletmelerindeki büyük taşıyıcı ve kaldırıcılar; havacılık, denizcilik ve raylı ulaşım sektöründeki sistemler hem fiziksel olarak çok büyüktür hem de çok pahalıdır. Dolayısıyla bu tip konularda okul veya
merkezlerde öğrenme çıktılarını amaçlayan müfredat kapsamında belirli bilgi ve bazı becerileri kazandırmak mümkün olabilir. İş dünyasının beklediği sistemlere ait becerilerin ilgili sektörlerde kazanılması gerekmektedir. Bu açıdan sektörden sağlanan desteğin maliyetinin de dikkate alınması gerekir. Sektördeki uygulamalı mesleki eğitimin veya beceri kazandıracak bir stajın (işbaşı eğitimin) sektöre olan maliyetinin bir şekilde dengelenmesi ve yüklenicilere ödenmesi gerekir. Aksi halde ülkenin ihtiyacı olan nitelikli insan gücünün temin edilmemesinin maliyeti çok daha fazla olacaktır. 4. DİPLOMA VE SERTİFİKA ŞEKLİNDE YETERLİLİK VEREN KURULUŞLAR Bireyin sahip olmak istediği diploma ve sertifika şeklindeki yeterlilikleri veren eğitim kuruluşlarının başında Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) ve Yükseköğretim Kurulu (YÖK)’na bağlı eğitim-öğretim okul, merkez, yükseköğretim kurumları (üniversiteler, meslek yüksekokulları, enstitüler vb.) gelmektedir. Ayrıca Mesleki Yeterlilik Kurumu (MYK) tarafından
Temmuz - Ağustos 2014 73
DOSYA: EĞİTİM HAYATI VE MESLEK SEÇİMİ
yetkilendirilen, eğitim ile ilgisi olmayan, akredite edilmiş belgelendirme kuruluşları mevcuttur. Bu kuruluşların dışında, kanun ve yönetmeliklerle tanımlanmış diğer kurumlar ve kuruluşlar tarafından sunulan mesleki ve teknik eğitim yeterlilikleri de mevcuttur1. İl özel idareler, belediyeler, kamu veya özel kuruluşlar çeşitli isimde belgeler sunmaktadır. MEB ve YÖK kapsamında bulunan yaygın eğitim programlarında çeşitli yeterlilikler verilmektedir. MEB kapsamında bulunan okul, merkez veya kuruluşlarda “Kalfalık Belgesi, Ustalık Belgesi, Usta Öğreticilik Belgesi, İşyeri Açma Belgesi, Kurs Bitirme Belgesi” gibi çeşitli belgeler bulunmaktadır. Üniversitelere bağlı sürekli eğitim merkezlerinin kurslarını tamamlayan bireylere çeşitli isimde belgeler sunulmaktadır. MYK, ulusal ve uluslararası meslek standartlarını temel alarak, teknik ve mesleki alanlarda ulusal yeterliliklerin esaslarını belirlemek; denetim, ölçme ve değerlendirme, belgelendirme ve sertifikalandırmaya ilişkin etkinlikleri yürütmek için gerekli ulusal yeterlilik sistemini kurmak, işletmek ve ulusal yeterlilik çerçevesiyle ilgili çalışmaların yürütülmesini sağlamak amacıyla kurulmuştur [MYK, 2006a]. MYK, ulusal yeterliliklere ilişkin ölçme, değerlendirme ve belgelendirme faaliyetlerini yürütmek üzere TS EN ISO/IEC 17024 standardına göre akredite edilmiş ve diğer gerekli ölçütleri karşılayan kuruluşları “Yetkilendirilmiş Belgelendirme Kuruluşu” olarak yetkilendirmektedir2. Diğer bir ifade ile belirli sektörlerde, eğitimle ilgisi olmayan, bireylerin sadece mesleki yeterliliklerini ölçen ve değerlendiren “Ölçme ve Değerlendirme (VocTest) Merkezleri kurulmaktadır. Böylece değişik seviyede yeterlilikler verilebilmektedir. Bu merkezler bireyin eğitiminin nerede ve nasıl olduğuna bakmamakta; kişinin teorik uygulamalı sınavı başarması esas alınmaktadır. Dolayısıyla herhangi bir belgeye sahip olmayan bilgi ve beceri sahibi “alaylı” adı verilen kişilerin alacakları yeterlilik belgesi ile kazanımları daha iyi değerlendirilecek, istediği bir yerde çalışma imkanına sahip olacaktır. 74 Mimar ve Mühendis
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ 5. HAYAT BOYU ÖĞRENME KAPSAMINDA TÜRKİYE VE YETERLİLİKLER ÇERÇEVESİ Türkiye Yeterlilik Çerçevesi (TYÇ), Avrupa Yeterlilikler Çerçevesi (AYÇ) ile uyumlu olacak şekilde tasarlanan; ilk, orta ve yükseköğretim dahil, genel, mesleki ve akademik eğitim ve öğretim programları ve diğer öğrenme yolları ile kazanılan tüm yeterlilik esaslarını ihtiva etmektedir. TYÇ’nin oluşturulması eğitim, öğretim ve gençlik alanında Avrupa Birliği (AB) müktesebatı ve standartlar ile uyum ve Türkiye’nin AB’ye uyum sürecinin bir parçasını oluşturmaktadır. Bu kapsamda 5544 sayılı Kanunda, MYK’nın TYÇ ile ilgili görevleri bildirilmiştir [MYK, 2006b]. Türkiye’deki herhangi bir yeterliliğin Ulusal Yeterlilik olarak kabul edilmesi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu yeterliliği tanıdığını ve garanti verdiği anlamına gelmektedir ve TYÇ'ye girme şartı açıklanmıştır [ÇSGB, 2011]. “Kalite güvencesi sağlanmış tüm yeterlilikler Ulusal Yeterlilik Çerçevesi'ne dahil edilir. Ulusal Yeterlilik Çerçevesi'nde yer alacak meslekî ve teknik yeterliliklerin kalite güvencesi Kurum tarafından sağlanır. Ulusal Yeterlilik Çerçevesi'ne dahil edilecek yeterliliklerin kalite güvence ölçütlerine, mesleki ve teknik yeterlilikler dışında kalan yeterliliklerin kalite güvencesini sağlayacak kurum ve kuruluşların belirlenmesine, farklı yeterlilikler arasındaki yatay ve dikey geçişler ile Ulusal Yeterlilik Çerçevesi'nin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Bakanlar Kurulu kararı ile yürürlüğe konulan yönetmelikle belirlenir.” MYK Kanunu, Madde 23/A - (2). TYÇ Yönetmeliği, MYK tarafından sorumlu kurum/kuruluşlarla işbirliği içerisinde hazırlanmıştır ve dayanağını 5544 sayılı Mesleki Yeterlilik Kurumu Kanunu, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu, 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu, 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu, 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu, 6287 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve 652 sayılı MEB Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’den almaktadır. TYÇ’nin uygulamaya başlanmasının ardından AYÇ Danışma Grubu’na ve Avrupa Konseyi’ne sunulacaktır. UMEM Projesi dahil her türlü faaliyette verilen yeterliliğin TYÇ’ye girmesi hedeflenmeli ve Şekil 2’de görülen yeterlilik kategorilerinden birisi seçilmelidir [MYK, 2013]. Birim yeterlilikler toplanarak ana yeterliliğe dönüştürülebilmektedir. Bu kredi transferi ve toplanabilirlik olarak ifade edilmektedir ve çalışan ve eğitim almak isteyen bireyler için çok uygun bir yaklaşımdır. Özellikle sektör için gerçekleştirilecek eğitimlerde MYK’nın Ulusal Meslek Standartları ve Yeterlilikleri hedeflenebilir. Yeterliliğin TYÇ’ye girmesi için kalite güvencesinin de sağlanması önemli bir adım olacak ve alınan yeterlilik ile yurdışında istihdam kolaylaşacaktır. 1 Sağlık Bakanlığı tarafından verilen Tıpta Uzmanlık, 3308 sayılı kanun kapsamına girmeyen mesleklerde TESK’e bağlı odalar tarafından verilen kalfalık ve ustalık belgeleri, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından verilen Askeri Lise Diploması, İçişleri Bakanlığı tarafından verilen Polis Koleji Diploması, Ulaştırma Bakanlığı tarafından verilen yat kaptanlığı belgesi vb. 2 TS EN ISO/IEC 17024 Uygunluk Değerlendirmesi - Personel Belgelendirmesi Yapan Kuruluşlar İçin Genel Şartlar
Kaynakça ÇSGB, 2011. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname, Resmi Gazete 02.11.2011-28103. F. Yılmaz,2014. İhracatın Yıldızları, FYZ FirmasıKreatif Ürün Ödülü, Star Gazetesi, 24.Nisan 2014. http://www.dunya.com/ihracatciaglatirsa-hazine-garanti-verir-mi-155684yy. htm, MYK, 2006a. Mesleki Yeterlilik Kurumu Kanunu, Resmi Gazete 7/10/2006-26312 MYK, 2006b. Mesleki Yeterlilik Kurumu Kanunu, Madde 2 - (1) d, Madde 23/A - (1), Madde 23/A - (2). Resmi Gazete 7/10/2006-26312. Kanun No.: 5544, 2006. MYK, 2013. Türkiye Yeterlilikler Çerçevesi, Mesleki Yeterlilik Kurumu, Ankara, Nisan 2013. UMEM, 2014. Uzmanlaşmış Meslek Edindirme Merkezleri Beceri’10 Projesi http://www.beceri10.org.tr/index.php/becerinedir.html
Temmuz - AÄ&#x;ustos 2014 75
DOSYA: EĞİTİM HAYATI VE MESLEK SEÇİMİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
“GÖRÜNMEYEN EL”DEN “SANAL EL”E İNSAN KAYNAĞI Yrd. Doç. Dr MEHMET LÜTFİ ARSLAN İstanbul Medeniyet Üniversitesi Öğretim Üyesi mehmetlutfi@gmail.com “Görünen El”, “Görünmeyen El”in iktidarını elinden insan kaynağının örgütlenme becerileri ile aldı. Bugün o iktidarı devrettiği “Sanal El”e karşı yenilgisinin arkasında yatan nedenler aynı özelliklerden başkası değil. Bu anlamda “değişmeyen tek şey değişimdir” mottosu ile Demokles’in kılıcı gibi sallanan olgu ile başa çıkmanın tek yolu esas değer unsurunun insan kaynağı olduğunu fark etmekten geçiyor.
2
2 Ağustos 1878’de Yale Üniversitesi profesörlerinden William Graham Sumner, iş ve ekonomi dünyasında etkileri hissedilen genel durgunluğun sebeplerini araştırmak üzere oluşturulmuş Temsilciler Meclisi’ndeki bir komiteye şunları söylüyordu: “Toplum kimsenin nafakasını sağlamak zorunda değildir. Toplumun kendilerinin nafakasını sağlamak zorunda olduğu iddia edilen genç adamlarla ilgili bütün vakalarda, toplum onlara bir ödeme yaptı, ama eyalet hapishanelerinde… Başka bir sonuca şahit olmadım. Gerçek şudur ki; diğer insanlar üzerinde herhangi bir talebi olmayan birisini, insanlar yaşatır ve besler. O da her insanın yaptığı gibi tabiatla savaşını vermek zorundadır. Eğer o da her insandaki enerji, girişim, yetenek ve alt-yapıyı kullanarak savaşırsa, başarısız olabileceğini düşünemiyorum. Talihsizlik hariç…” 1 Sumner’ın söyledikleri o yıllarda, birçok iktisat tarihçisi tarafından İkinci Sanayi Devrimi adı ile adlandırılmış bir tecrübe yaşayan bir ülkenin insan kaynakları politikalarına dair öğretici dersler içermektedir. ABD, 19'uncu yüzyılın ilk çeyreğinde Avrupa’nın sanayileşmiş ülkeleri ile kıyaslandığında önemli sayılabilecek bir ekonomik etkinliğe ve güce sahip değildi. Ama 50 yıldan az bir zaman içerisinde İngiltere ile
76 Mimar ve Mühendis
“Görünen El”, “Görünmeyen El”in iktidarını elinden insan kaynağının örgütlenme becerileri ile aldı.
birlikte dünyanın en büyük imalatçısı konumuna yükseldi. Bu tecrübe, gerçekten özgün bir kalkınma ve büyüme tecrübesi olarak çok farklı sebeplere dayanmış olsa da en büyük pay demiryollarının inşası ile ortaya çıkan büyük ölçekli işletmeler ve bu işletmelerin kendi gereksinimleri çerçevesinde talep ettiği insan kaynağının niteliklerine ait dönüşüm olmalıdır. İlginçtir ki; bu dönüşüm piyasaların geçtiği her büyük kavşakta hissedilmiş ve yaşanan büyük değişimlere rağmen Yale’li akademisyenin bahsettiği özellikler her döneme ait temel değerler olarak kalmış ve hiç değişmemiştir. Biz bu yazıda çok genel bir piyasa tarihi okuması ile işte bu noktayı öne çıkartmaya çalışacak ve her dönemde en temel ve geçerli değerin insan kaynağının nitelik ve özelliklerine ilişkin olduğunu göstermeye gayret edeceğiz. “GÖRÜNMEYEN EL”DEN “GÖRÜNEN EL”E İşletme tarihçileri arasında saygın bir yere sahip Amerikalı Alfred D. Chandler 19'uncu yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkmaya başlayan büyük ölçekli işletmelerin “yönetim devrimi” meydana getirdiğini düşünür. Chandler’ın “Görünen El” adlı kitabının konusu olan bu yeni tip işletmeler ABD’de demiryollarının inşası ile başlayan süreçte ortaya çıkmış demiryolu şirketleriydi. Milyonlarca hisse senedi satışı ile finanse edilen sermaye yoğun işletmeler olan demiryolu şirketlerinin faaliyetleri o kadar karmaşık ve çalışanları o kadar fazla idi ki bir patronun ya da ailenin tek başına bu yapıları yönetmesi mümkün değildi. Örneğin 400 milyon Dolarlık sermaye ile faaliyet gösteren Pennsylvania Railroad işletmesi dünyanın o dönem içerisindeki en büyük şirketi idi ve yaklaşık 10 bin kilometrelik bir demiryolu ağına sahipti. Ana kararların alınması ve kaynak dağılımında sahiplerin değil profesyonel yöneticilerin söz sahibi olmasını sağlayan yeni tip işletmeler Chandler’a göre üretim, dağıtım ve pazarlama kanallarında yaptıkları deği-
Bilgi teknolojilerinin ortaya çıkarttığı yeni süreçte, patron işletmelerinin yerini profesyonel yöneticilerin yönettiği büyük ölçekli işletmelere bırakması gibi, günümüz işletmeleri de yerini bilişim teknolojileri ile farklılaşmış yeni bir işletme tipine bırakıyor.
şimlerle Adam Smith’in adını koyduğu piyasanın “Görünmeyen El”inin yerine geçmişlerdi.2 “Görünen El” yani büyük işletmelerin piyasayı kendi çıkarlarına göre düzenlemesi Chandler’a göre “Görümeyen El” mekanizmasından daha etkin ve verimli idi. Örneğin yeni tip işletmeler birçok faaliyetin aynı anda koordine edilebilmesi ve bunun etkin bir şekilde gerçekleştirilebilmesi için yönetsel bir hiyerarşi oluşturmuşlardı. Yönetsel hiyerarşi bir kez oluşup idari koordinasyon işini başarılı bir şekilde yürütmesi ile hiyerarşinin kendisi süreklilik, güç ve devamlı gelişimin kaynağı haline gelmişti. Hiyerarşiyi yürüten ücretli yöneticilerin kariyerleri teknik ve profesyonel bir içerik kazanmış ve çok bölümlü işletmeler gelişip yöneticileri profesyonelleştikçe de, işletmenin yönetimi ile sahipliği arasındaki ayırım daha çok belirginleşmişti. Bu belirginleşmenin getirdiği en dikkat çekici sonuç ise yeni işletme tipinin talep ettiği insan kaynağına ilişkindi. Yöneticiliğin profesyonelleşmesi ile piyasanın ya da büyük işletmelerin talep ettiği nitelik ve beceriler de ona göre tanımlanmış, bu da eğitim dünyasının piyasanın taleplerine göre şekillenmesi sonucunu doğurmuştu. PİYASANIN ÜNİVERSİTELERİ 1881’de kurulan Wharton İşletme Okulu, piyasanın yeni efendilerinin taleplerine göre şekillenen ilk işletme
Temmuz - Ağustos 2014 77
DOSYA: EĞİTİM HAYATI VE MESLEK SEÇİMİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
zorluyordu. Üniversitelerin yüzyılın başında girdiği ve meslek eğitimini öne çıkartmaya başlattığı süreç artık tamamen baskın bir karaktere bürünmüş, “mültiversite” adı altında tanımlanan bir mahiyetle, istihdama uygun insan kaynağını yetiştirmenin de ötesine geçerek ekonomik gelişmeye araştırma ve geliştirmeye sağladığı katkılara yardımcı olan bir kuruma dönüşmüştü. Yeni zamanların en önemli ve tanımlayıcı unsuru ise artık bilginin bütün üretim faktörlerinin önüne geçerek ana değer haline gelmesiydi.
“Görünen El” olarak ifade edilen işletmelerin artık yerini “Sanal El” olarak ifade edebileceğimiz yeni içerik ve kurguya sahip dijital işletmelere bıraktığını söyleyebiliriz.
okullarındandı. Bu yeni okul tipleri ile Wilhelm von Humboldt tarafından kurulan klasik üniversite yapısında amaçlanmış genel eğitim ile mesleki eğitimin bir arada yürümesi ilkesi, ikincinin öncelendiği bir içeriğe büründürülüyordu. Massachussets Teknoloji Enstitüsü (MIT) ve Stanford Üniversitesi gibi piyasaya yönelik araştırma üniversitelerinin bu dönemde kurulması aynı ihtiyaca binaendir. 1908’de kurulan Harvard İşletme Okulu yetiştirdiği yöneticilere, yönetim becerilerinin yanı sıra stratejik düşünebilme yetisi kazandırdığını iddia ediyordu. İşletme politikaları adıyla konulan derslerde işletmenin farklı bölümleri arasındaki ilişkiler öğretilmeye başlamıştı.3 Zamanla çevre etkisinin de dahil edildiği bu dersler, aslında eğitim dünyasının iş ve işletme merkezli bir piyasanın gereksinimlerine kendisini uyarlaması anla78 Mimar ve Mühendis
mına geliyordu. İş dünyasının gereksinimleri çoğalıp çeşitlendikçe bu okulların müfredatları etkilenmeye ve değişimlere göre şekillenmeye devam etti. İnsan kaynaklarının nitelikleri, becerileri ve özellikleri, iş piyasasının ve aktörlerinin öncelikleri esas alarak oluşturuldu. Örneğin teorik araştırma ile uygulamanın kol kola gittiği kimya sektöründe 1900–1940 yılları arasında araştırmacı sayısı 6, mühendis sayısı 7 kat büyüdü.4 Yüzyıl içerisinde bu eğilim hiç eksilmedi, hep arttı. 1950’li yıllarda her yıl 3 bin civarında işletme yüksek lisans derecesinin verildiği ABD’de bu oran 1990’larda 100 bin’i geçti.V 90’lara gelindiğinde ilginç bir şey oldu. “Görünen El” in düzenlediği piyasada işler artık eskisi gibi yürümüyordu. Değişim çok hızlı ve baskındı. Teknoloji, küreselleşme ve rekabet herkesi
ÜÇÜNCÜ DALGA: “SANAL EL” Günümüzde hayatımızın her alanında hissettiğimiz bu değişim ve dönüşüm, Chandler’in “Görünmeyen El”in “Görünen El” ile yer değiştirdiğini iddia ettiği türden değişimin bir benzerine tanıklık ediyor. Bilgi teknolojilerinin ortaya çıkarttığı yeni süreçte, patron işletmelerinin yerini profesyonel yöneticilerin yönettiği büyük ölçekli işletmelere bırakması gibi, günümüz işletmeleri de yerini bilişim teknolojileri ile farklılaşmış yeni bir işletme tipine bırakıyor. Dijital işletme diye adlandırabileceğimiz bu yeni işletme tipi, işlevleri ve faaliyetlerini bütünüyle ya da kısmi olarak bilişim teknolojileri aracılığı ile gerçekleştiren işletme tipidir. Yeni ekonomi adıyla anılan ve bilgi teknolojilerindeki gelişmenin ana belirleyici olduğu dönemde bilişim teknolojileri, klasik işletme işlevleri, faaliyetleri ve süreçlerini kolaylaştıran bir araçtan daha öte onları yeniden tanımlayan, kurgulayan ve değiştiren stratejik bir paydaş olarak bir anlam ve içeriğe sahiptir. Bu anlamda “Görünen El” olarak ifade edilen işletmelerin artık yerini “Sanal El” olarak ifade edebileceğimiz yeni içerik ve kurguya sahip dijital işletmelere bıraktığını söyleyebiliriz. Dijital işletmelerin klasik işletmelerin yerini aldığı ve “Sanal El”in hakim olduğu yeni piyasada bilişim sektörü öne çıkmakta, yatırımlar fiziki yatırımlardan daha çok fiziki olmayan yatırımlara kaymaktadır. Rekabet de bilgiye erişim, onu kullanım ve iletim nokta-
linde düşünülmüştü.8 sında düğümlenmekte, bu Dijital çerçevede nitelikli insan Modernleşmenin hız işletmelerin kaynağı gereksinimi daha kazandığı Cumhuriyet klasik belirginleşmektedir, çünkü dönemi bu “modern” işletmelerin yerini amacı değiştirmeyeni ekonomide bilgi ile aldığı ve “Sanal ortaya çıkacak rekabet di. Ancak eğitim ile El”in hâkim olduğu avantajını sağlayabilecek istihdam arasındaki yegane unsur insan kaydengenin bir türlü yeni piyasada nağıdır. İşletmeler, bilgiyi kurulamadığı9 bu bilişim sektörü kullanma ve yorumlama dönemde piyasanın öne çıkmakta, becerisine sahip nitelikli ihtiyaçları ile insan yatırımlar fiziki insan kaynağını bünyelekaynağının nitelikleri yatırımlardan rine dâhil edebilmek için arasındaki uyumsuzdaha çok gerek insan kaynakları luk konu ile ilgili ortafiziki olmayan politikaları ve gerekse ya konan neredeyse örgüt yapılanmalarında bütün araştırmaların yatırımlara değişime gitmektedirler. üzerinde ittifak ettiği kaymaktadır. Girişimcilik niteliği gelişbir problem olarak miş ve öne çıkmış insan kalmaya devam etti.10 kaynağı, bilgi teknolojileri Söz konusu probleme ile ortaya çıkan rekabetin yıkıcı etkiyönelik çözüm önerileri eğitim dünyalerine karşı en önemli işletme paydaşı sının, iş dünyasının gereksinimlerini 6 olarak öne çıkmaktadır. izlemesi ve buna uygun bir içerik üretmesi şeklinde ortaya çıkıyor. “Görünen El”, “Görünmeyen El”in SON SÖZ YERİNE iktidarını elinden insan kaynağının 17'nci Milli Eğitim Şurası’nda döneörgütlenme becerileri ile aldı. Bugün min Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, o iktidarı devrettiği “Sanal El”e karşı eğitimin bir amacının da “antenleri yenilgisinin arkasında yatan nedenler dünyaya açık, küresel bir dünyada aynı özelliklerden başkası değil. Bu yaşadıklarının farkında olan” dünya anlamda “değişmeyen tek şey değivatandaşları yetiştirmek olduğunu şimdir” mottosu ile Demokles’in kılıcı söylemişti.7 Dünyanın bir köye dönüşgibi sallanan olgu ile başa çıkmanın tüğü, tüketim kültürü ile şekillenen bir tek yolu esas değer unsurunun insan hayat tarzının kürenin her noktasında kaynağı olduğunu fark etmekten aynı şekilde algılandığı bir dönemde geçiyor. Kaliteli insan kaynaklarına dünya vatandaşlığı olması muhtesahip olmak her zaman olduğu gibi melen beceri, nitelik ve özellikleri ile günümüzde de esas rekabetçi avandünyanın her tarafında çalışabilir, iş tajı oluşturuyor. Günümüzün insan bulabilir ve ayakta kalabilir bireye kaynağı belirli nitelikler ve özeliklerişaret ediyor olmalı. Aslında ülkemizde le donanmış bireylerden daha fazlamodernleşme ile başlayan süreç hep bu sını talep ediyor; yeni insan kaynağı, amacı yani dünyadaki genel eğilimleri küreselleşme, rekabet ve teknoloji gözeterek gelmiş bir süreç. Osmanlı’da üçlüsünün şekillendirdiği belirsiz bir eğitim sistemine yönelik reformlar bu ortamda önce ayakta kalma, sonra anlamda ilginç örneklerdir. İlk kurulan uyum sağlama ve nihayet değişimi modern okulların “mühendishane” yönetme özelliklerine sahip bireyler olması bunun bir göstergesidir. Bir olmak demek. Eğitim kurumlarının bu diğer gösterge de derslerin Fransız nitelikteki insan kaynağını yetiştirmek usulü verildiği Darülfünun’un kuruluşu için yapacakları ise sadece güncelliğini ve isminde ilim kelimesi yerine fen ve değerini çabucak yetiren bir müfkelimesinin kullanılması olabilir. Bu redatı aktarmaktan öte muhataplarına kurum “Batı kaynaklı yeni bilimlerin her koşul ve ortamda bilgiye erişim eğitiminin yapılacağı bir kurum” şek-
sağlayabilme ve “öğrenmeyi öğretme” becerisini kazandırmak olmalı. Belki daha da önemlisi ise Yale’li akademisyenin ifade ettiği “her insandaki enerji, girişim, yetenek ve alt yapıyı” diğer bir ifade ile potansiyeli harekete geçirebilmektir.
Kaynakça 1 U.S. Congress House, Investigation by a Select Committee of the House of Representatives relative to the Causes of the General Depression in Labor and Business etc, 45th Cong. 3d. Session, Mis. Doc. No. 29, Government Printing Office, Washington D.C.:1879. 2 Alfred D. Chandler, The Visible Hand: the Managerial Revolution in American Business, Harvard University Press, Cambridge: 1977. 3 Pankaj Ghemawat, “Competition and Business Strategy in Historical Perspective”, Business History Review, 76, 01, 2002, ss. 37-74. 4 Goldin, Claudia ve Lawrence F. Katz, “Human Capital and Social Capital: The Rise of Secondary Schooling in America, 1910–1940”, Journal of Interdisciplinary History, 29, 4, 1999, ss. 683-723. 5 J. Pfeffer ve C. T. Fong, “The End of Business Schools? Less Success Than Meets the Eye”, Academy of Management Learning & Education, 1, 1, 2002, ss. 78-95. 6 M. L. Arslan ve diğerleri, Dijital İşletme, Cinius, İstanbul 2013. 7 http://www.meb.gov.tr/haberler/html_haberler/17_Sura_Tamami.html 8 E. İhsanoğlu, “Darülfünun”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, VIII. Cilt, İstanbul: 1993, s. 521-525. 9 S. Murat ve L. Şahin, "Gençlerin İstihdamı/ İşsizliği Bakımından Türk Eğitim Sisteminin Değerlendirilmesi, Çalışma ve Toplum, 30, 2011, ss. 93-135. 10 Örneğin Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) tarafından 2007 yılında yapılan “Türkiye’de Yüksek Öğretim ve İşgücü Piyasaları” adlı çalışmada, piyasanın talep ettiği nitelikler ile üniversite mezunlarının nitelikleri arasında herhangi bir uyumun olmadığı belirlenmiştir. Yine SETA tarafından 2013 yılında yapılan “Türkiye’nin İnsan Kaynağının Belirlenmesi” adlı çalışmada işletmeler açık pozisyonlara başvuran adayların veya çalışanlarının alanıyla ilgili mesleki/teknik becerileri ve deneyim/tecrübe eksikliğini en büyük iki eksiklik olarak belirtmişlerdir. Konu ile ilgili Dünya Bankası tarafından yapılan bir çalışma da aynı sonucu vermektedir. Daha fazla bilgi için bkz. TOBB, Türkiye’de Mesleki ve Teknik Eğitim Konusundaki Temel Sorunlar ve Çözüm Önerileri, Ankara: 2007; B. S. Gür ve diğerleri, Türkiye’nin İnsan Kaynağının Belirlenmesi, Rapor, Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA)Yayını, Ankara: 2012 ve World Bank, Investing in Turkey’s Next Generation: The School-to-Work Transition and Turkey’s Development, Washington D.C., Report No. 44048-TU, 2008.
Temmuz - Ağustos 2014 79
MAKALE
Mahmutpaşa 15'inci yüzyılın sonlarında mahalle olarak kurulur. Uzunca bir süre Saray'ın ve konakların yer aldığı bir yerleşim yeridir. İstanbul limanı'na çok yakın oluşu, ticaretin de yoğunlaşmasını getirdi. Sonrasında evler, hana ve işyerlerine çevrilerek dükkanlar çoğaldı. 20'NCİ yüzyılda Tahtakale ve Mahmutpaşa civarı artık tamamen ticaret merkezi hüviyetine büründü. Eminönü ve civarı İstanbul'un dolayısıyla Türkiye'nin en önemli ticaret merkezi olmuştu.
S
ultanhamam ismini Osmanlı döneminde saray mensuplarının müdavimi olduğu bir hamamdan aldığı söyleniyor. Üniversite okumayan, okuyamayan birçok kişi ticarete Tahtakale'de başladı. Üniversite okumamak bazen avantaj da olabiliyor. Ticarete erken başlayarak, ticareti yerinde öğrenenler, Türkiye'nin gerçek ticaret üniversitesi Tahtakale'de yetişip bugün Türkiye'nin en büyük ihracatını yapan sanayi kuruluşlarını ve markalarını yönetiyor. Tabi bugünkü konumlarına kolay gelmediler. Tırnaklarıyla kazıyarak, ciddi mücadeleler ve çileler çekerek, dürüstlüklerinden ve namuslarından ödün vermeden bu duruma geldiler. Mahmutpaşa, Sultanhamam, Mercan, Tahtakale, Yeşildirek, Akarçeşme, Kapalıçarşı; bu bölgeler geçmişte gerçek ticaretin kalbinin attığı yerlerdi. Buralarda söz, insanın namusu, onuru ve şerefiydi. Bölgenin dar oluşundan mıdır, yoksa kadim geçmişten alınan terbiyeden midir? İnsanlar sözlerine ve imzalarına sadıktı. “İşadamının bitmez tükenmez sermayesi dürüstlük olmalıdır.” BUGÜNÜ ANLAMAK İÇİN DÜNÜ HATIRLAMAK GEREK Buralara ilkokulu (o zaman ilkokul 5 seneydi) bitiren çocuk denecek yaştaki gençler aileleri tarafından 80 Mimar ve Mühendis
TİCARETİN
GÜZELLİĞİ TAHTAKALE'DE Osman Şahbaz Makine Mühendisi MMG Genel Başkan Yardımcısı tempounokft@hotmail.com
dükkan sahiplerine teslim edilir, askere gidene kadar kalfasının, ustasının, patronunun yanında sabırla meslek öğretilir, eğitilerek yetiştirilirdi. Usta çırak ilişkisi önemliydi ve saygındı. Tabii o zamanlar eleman ''iş öğreneceğim, meslek sahibi olacağım'' diye işe girer, işini tam ve dürüstçe yapardı. Usta çırak ilişkisi bugün yok olmak üzere, sanatkar da yetişmiyor. Meslek okulları var, ancak bu okullarda pratik yetersiz, detaylara hakim değiller. Erken yaşlarda istidadı, yönü ve ilgisi hangi alan ve konularda ise çocukları o yönde ilerlemelerini sağlamalıyız. Erken yaşlarda iş hayatının içine giren gençler örgün eğitimine devam edemeyebilir, ancak kendilerini farklı alanlarda yetiştirerek bunu telafi
edebilirler. Ekonomiye katkılarının yanında, parlak fikirleri ve insani değerleri öne çıkartacak yaklaşımları ile farklılık oluşturabilirler. ''Önce insan'' dersek, her sorunu çözebiliriz. Bin bir eziyetle hayat yolunda mücadele ederken yaptığımız işlerin Hakka ve insana hizmet olduğunu unutmamalıyız. TAHTAKELE DE EKSEN GENİŞLEMESİ KERVANINA KATILIYOR Geçmişe dönüp baktığımızda o küçük imalatçı esnaf ve sanatkarlar bugünün Türkiye'sinde tekstil, ev tekstili, plastik, deri ve deri mamulleri, hammadde, kuyumculuk, mücevherat, oyuncak, hediyelik eşya ve birçok sektörde ihracatımızı gerçek-
552 Yıl önce Osmanlı'nın ticaret merkezi olarak kurulan ve günümüzün büyük işadamlarının yetişmiş olduğu okul olarak bilinen Mahmutpaşa son yıllarda eski cazibesini arar durumda.
leştiren, Anadolu'daki yatırımcı aslanların baş vermesinde öncülük etmişlerdir. Eskiden her şeyde olduğu gibi ticarette de samimiyet ve dürüstlük vardı. Kapalı olan ekonomimiz, 6 Kasım 1983 Turgut Özal'ın Başbakanlığı'ndan sonra Türkiye
Temmuz - Ağustos 2014 81
MAKALE
dışa açılım politikasıyla birlikte ticaretimiz de dışa yönelmiştir. Eskiden alışverişlerde senet kullanılırdı, çek kullanılmazdı. Tüccarın ağzından çıkan söz, senet gibiydi. Bu durum esnafın arasında yaygındı. 1960'lı yıların başından sonra Mahmutpaşa 2000 yılına kadar Türkiye'nin her vilayetinden gelen toptancıların alışveriş yeri olarak bilinirdi. Türkiye'nin her yerine, imalatçıların yoğun olduğu ''Tahtakale, Mahmutpaşa'dan'' mal gönderilirdi. 1990 yılından sonra imalat ve toptan satış tari-
Ülkemizi dahi iyi geleceğe nasıl götürebileceğimizi her daim kendimize şiar edinmeliyiz. Çalışmanın neticesinde azmin zaferi kendisini gösterecektir. İşin sonunda insana ve milletimize hizmet olmalı. Sabırla, sebat ederek, soğukkanlılıkla, tutumlu olarak ve işimize iyi sarılarak çalışmalıyız. Yükselmek için büyük düşünmeliyiz.
hi yarımada Eminönü ilçesinden İstanbul Valiliği ve Büyükşehir Belediyesi'nin yönlendirmesi ile şehircilik açısından altyapısı tamamlanmış İkitelli Kooperatifi Sanayi Giyim Sitesi'ne taşınmışlardır. TAHTAKALE VE MAHMUTPAŞA DAR GELDİ Tekstil sektörünün ilk doğuş yeri Mahmutpaşa'dır. Eskiden tekstil işi Mahmutpaşa ve civarında icra edilirdi. Bu bölge dar gelmeye başlayınca farklı bölgeler oluşmaya başladı. Şimdi Türkiye'de onlarca Tahtakale, Mahmutpaşa var. Tahtakale'de dükkanlar küçük, satışlar derli toplu ve esnaf birbirini tanırdı. Buradaki alan yeterli olmamaya başlayınca yeni yer arayışı baş gösterdi. Bu dönüşüm sürecine ayak uyduran esnafların büyüyerek imalat ve ticaretlerini sürdürdüklerini ve Anadolu'da da imalathanelerin çoğaldığını görüyoruz. Tahtakale ve Mahmutpaşa'da esnafla ilgili en önemli husus ise ''dededen babaya, babadan oğula'' geleneğinin var oluşudur. Son yıllarda dünyada ve Türkiye'de gençlerin daha kolay, meşakkatsiz iş alanlarını seçiyor olmaları bu ticaret kültürünü de sekteye uğratmaktadır. İŞİNE VARİS BULMAK SORUN OLMAMALI İşini mükemmellik duygusu içerisinde işi ne olursa olsun en iyi şekilde yapması gerektiği öğretilmeli, iyi iş, kötü iş diye bir kavramı olmamalıdır. İşine, mesleğine saygı duymayı öğrenmeli ki insan, yaptığı işi en iyi şekilde yapsın. Her hanın odaba-
82 Mimar ve Mühendis
Dünyada o kadar çok iyi eğitimli ve yetenekli ama başarısız insanlar var ki. İnandığınız bir işte kararlı ve sebatlı olmak neticeye ulaşmanın en büyük dinamosudur. Akarsudaki su ile kayanın mücadelesinde her zaman su kazanır. Bu; su güçlü olduğundan değil sebatkar olduğundandır. şılık sistemi mevcuttu. Bu ticari faaliyetler gerçekleşirken birtakım örgütsel ilişkiler de kurulmuştur. Alışverişin, imalatın yapıldığı hanları, çay ocağını ve hamalları, ''odabaşı'' yönetirdi. Her isteyen çay ocağı, odabaşı ve hamallık yapamazdı. Bir düzen, plan, sistematik ve hiyerarşisi vardı. Şimdilerde ise modern plazalardaki bina yönetim sistemleri üniversitelerimizin yüksek lisans programlarında iş sağlığı ve güvenliği derslerinde okutulmaktadır. GENÇLERDE ÇABUK BAŞARIYI ELDE ETME DÜŞÜNCESİ HAKİM Az çalışıp kolay yoldan çok para kazanma anlayışını bırakmalıyız. Kötümser olmadan, erdemli bir şekilde önümüze, ileriye bakmalıyız. Yeni nesillerin iyi, başarılı, merhametli, çalışkan, risk almasını bilen ve adil örneklere ihtiyacı var. İnsana hizmet ölçümüz olmalı. Üzerine bastığımız toprağın ne kadar kıymetli olduğunu, ne mana ifade ettiğini bilmeliyiz. Ülkemizi dahi iyi geleceğe nasıl
götürebileceğimizi her daim kendimize şiar edinmeliyiz. Çalışmanın neticesinde azmin zaferi kendisini gösterecektir. İşin sonunda insana ve milletimize hizmet olmalı. Sabırla, sebat ederek, soğukkanlılıkla, tutumlu olarak ve işimize iyi sarılarak çalışmalıyız. Yükselmek için büyük düşünmeliyiz, ufkumuzu ve hayalimizi geniş tutmalıyız, büyük düşünmeliyiz. Sebat, başarıdaki en önemli kilit nokta olsa gerek. Dünyada o kadar çok iyi eğitimli ve yetenekli ama başarısız insanlar var ki. İnandığınız bir işte kararlı ve sebatlı olmak neticeye ulaşmanın en büyük dinamosudur. Akarsudaki su ile kayanın mücadelesinde her zaman su kazanır. Bu; su güçlü olduğundan değil sebatkar olduğundandır. ÜNİVERSİTE DİPLOMASINDAN VAZGEÇİP HAYALLERİMİZİN PEŞİNDE OLMAK Yaptığımız işi en iyi yapacak şekilde öğrenmeliyiz. O işin üstadı olmalıyız. Bitmek tükenmek bilmeyen dürüstlük sermayemizden hiç ödün
vermemeliyiz. Önce hayal kurmalı, arzu etmeli, istemeli ve isteğimizden asla geri dönmemeliyiz. Hayalini kurduğumuz iş olmuyorsa ona bağlı başka bir işe geçmeli, ama hiçbir zaman yılgınlık göstermeden, devam etmeliyiz. Hedef ve amacımıza inanmalıyız. Önümüze belki her daim fırsatlar geliyordur, bunun farkında olmalıyız. Toplumun kurallarına uyan saygılı ve dürüst insan olmalıyız. Anadolu'da çok güzel bir tabir vardır, ''İşin hilesi dürüstlüktür''. Öğrendiğimiz dürüstlük ve güvenilirlik hususunda uygulamada titiz davranmalıyız. İşe önemli, önemsiz diye bakmamalı, önemsiz sandığımız iş bize ileride birçok büyük kapıların açılacağı anahtar görevi görebilir. Allah Rasûlü: “Güvenilir mümin tüccar, kıyamet gününde şehitlerle beraberdir.'' buyuruyor. Dürüstlük her koşulda karşılığını bulup meyvesini verecektir. Üniversite diplomasından vazgeçip hayallerimizin peşinde olmak, kim bilir bizleri farklı mecraları taşıyabilir. Ama bu yolun çok uzun, meşakkatli ve zorlu bir yol olduğunu bilmeliyiz. Temmuz - Ağustos 2014 83
MAKALE
İŞE GİRDİK İLK GÜN
AMAN DİKKAT! Yapılan çalışmalar yeni işe giren personel için ilk 100 günün önemli olduğunu ve bu süre zarfındaki çalışma ve davranışlarının daha fazla akılda kaldığını göstermektedir. İşte ilk gün sizin için yeni ve büyük bir başlangıçtır. Öncelikle aklınızdan çıkartmayacağınız kural sizi karşılayan herkesin zamanında bu ilk gün sendromunu yaşamış olduğunu bilmektir ve bu sizi rahatlatmalı. Hayatınızda pek çok yeni başlangıçlara adım atmış biri olduğunuzu unutmayın.
MAHMUT ÇELİK MMG GENEL BAŞKAN YARDIMCISI MAKİNE YÜK. MÜHENDİSİ mahmutcelik70@hotmail.com
U
zun dönem okul hayatı, akabinde mezuniyet ve iş arama süreci, ciddi derecede gerildik ve yorulduk. Hatasız CV hazırladık iş görüşmelerimizde zamanında bulunduk ve hatasız mülakatlar neticesinde işe kabul edildik. Günlerden pazartesi ve ilk iş günümüz, bizi nasıl bir ortamın beklediğini bilmeden stres dolu bir bekleyiş. Artık sizin için önemli olan ilk izlenim ve akabinde işinizde kendinizi kanıtla-
84 Mimar ve Mühendis
mak ve sizi işe alanlara karşı mahcup olmamaktır. İşe kabul edilmenin neticesinde sizde rahatlık, mutluluk ve aşırı güven oluşabilir. Bu duygular içerisinde dikkatli olmazsak başlangıç günü bir kabusa dönüşebilir. Yapılan çalışmalar yeni işe giren personel için ilk 100 günün önemli olduğunu ve bu süre zarfındaki çalışma ve davranışlarının daha fazla akılda
kaldığını göstermektedir. İşte ilk gün sizin için yeni ve büyük bir başlangıçtır. Yeni arkadaşlar onları tanımaya çalışmak, yeni ortam oraya adapte olma güçlüğü… Bu arada kendini doğru ifade etmek ve sizi işe alanlara karşı kendini ispat etmek sizi büyük bir duygu karmaşası içerisinde bırakabilir. Bu durumun sizde psikolojik
Son gece iyi bir uyku, ne giyeceğinize karar vermiş olmak sabah erken kalmanıza, çabuk hazırlanmanıza ve işe daha ilk günden geç kalmamanıza yardımcı olacaktır.
başlangıçların üstesinden siz geldiniz. Son gece iyi bir uyku, ne giyeceğinize karar vermiş olmak sabah erken kalmanıza, çabuk hazırlanmanıza ve işe daha ilk günden geç kalmamanıza yardımcı olacaktır. İyi uyku ve sabah kuvvetli kahvaltı sizi rahatlatacak ve gergin bir gün için sizin en büyük yardımcınız olacaktır. Erkekler sakal traşı olmadan asla işe gitmemeli, bayanlarsa aşırı makyaj, ortama uymayan kıyafetler ve takıdan kaçınmalıdır.
baskı oluşturması gayet doğaldır. Aslında bu hisler sizi zorlar aynı zamanda ise işe motivasyonunuzu artırır. Öncelikle aklınızdan çıkartmayacağınız kural sizi karşılayan herkesin zamanında bu ilk gün sendromunu yaşamış olduğunu bilmektir ve bu sizi rahatlatmalı. Hayatınızda pek çok yeni başlangıçlara adım atmış biri olduğunuzu unutmayın. İlkokula gittiğiniz ilk günü hatırlayın nasıl da sonradan olanlara gülmüştünüz. Üniversite için dershaneye başladığınız günler sınavı kazandıktan sonra üniversiteye gittiğiniz ilk günleri hatırlayın ve kendinizi daha güçlü hissedin. Çünkü tüm bu yeni
AŞIRI DAVRANIŞLARDAN KAÇININ İşe başlamadan önce yeni iş yeriniz ve mümkünse çalışma arkadaşlarınızla alakalı bilgi toplamaya çalışın. Sakın eski iş yerinizle kıyaslamalar içeren cümleler kurmayın. Bu hiç kimseyi memnun etmeyecektir. Eski düzeninizi unutun ye yeni iş yerinizin doğrularını içselleştirin. Yeni tanıştığınız tüm arkadaşlarınıza kendiniz ismen ifade edin gözlerinin içine bakarak gülümseyin ve sıkıcı elini sıkın (Tabiki elini mengene gibi kavrayıp sırıtık bir ifadeden bahsetmiyorum). Yeni çevrenizden size gelen öğlen yemek tekliflerine hayır demeyin iyi bir dinleyici olun fazla konuşmadan siz de muhabbetlerin içerisinde olmaya çalışın, fakat fikirlerinizi ifade ederken ukala olmamaya bazen susmaya önem verin. Herkesle diyalog kurmaya çalışın daha başlangıçta belirli arkadaşlarla sohbet eden belirli gruba dahil olan kişi izlenimi vermeyin. Eski okul arkadaşınız ve yahut daha önce beraber çalışmış olduğunuz arkadaşınız yeni iş yerinizde çalışıyor olabilir. Daha ilk günden onunla aşırı samimi görüntü vererek onun hakkındaki tüm olumsuz görüşlerin sizin için de geçerli olmasına neden olabilirsiniz. Siyaset, futbol, din gibi toplum içerisinde aşırı hassasiyet oluşturan konularda fikir beyan etmemeye dikkat edin. Özel hayatınızla alakalı konuşmamaya sosyal paylaşım sitelerinden hemen arkadaşlık
göndermemeye dikkat edin. Hatta yeni bir işe başladığınızda sosyal paylaşım sitelerindeki hesaplarınızı bir süre dondurmanın size faydası olacaktır. İlk günler sizin için araştırma dönemidir. Fakat yine de sizden bazı işlerde yardım beklenecektir. Sorgulayın ve sorduğunuz soruların cevaplarını not alın. Arkadaşlarınızın birbirine hitap şekline dikkat edin ki iletişim kazasına sebep olmayın.
SAMİMİ VE İYİ NİYETLİ OLMAK SİZİ BAŞARI LİMANINA TAŞIYACAKTIR Aşırı davranışlardan kaçının. Size ters bazı görüşler ifade edilse de asla tepki vermeyin. Dengeli olmaya dikkat edin. İlk tanıştığınız kimsede sizi rahatsız eden ne tür davranışlar varsa siz bunlardan kaçının. Şirket içinde herkesin size aynı duygularla yaklaşacağını beklemek hayalciliktir. Ama bunda da kasıt aramanın anlamı yoktur. Kimse için ön yargılı duygular beslemeyin herkes nasıl size zaman tanıyorsa siz de onlara zaman tanıyın. İlk günden kişiler hakkında kesin yargılar oluşturmayın. Herkese karşı kibar, hürmetkar ve sabırlı olun. İlk gün sona ermek üzere. Asla işten ilk çıkan olmayın. Yöneticinizin bilgisi olmadan işten çıkmayın. Yöneticinize günün kısa bir özetini sunun. Yaptığınız işlerden haberdar olmasını sağlayın . Eve döndüğünüzde ilk günün muhasebesini yapmayı unutmayın. Kendinize tutacağınız ayna size ileriki günlerde daha az hata ve başarı olarak geri dönecektir. İş hayatımızda veyahut yeni iş yerimizde ilk günleri atlatmak bizim elimizde. Basit doğrular çerçevesinde bir düzen, samimi ve iyi niyetli olmak sizi başarı limanına taşıyacaktır. Çevresinde sevilen sayılan aranılan bir çalışan yapacaktır. Unutmayın ki her yeni iş yeri yarın daha iyi işler için size basamak olacaktır. İş dünyası çok büyük olmakla beraber tesadüfler ve tanışıklıklar hiçbir olayın gizli kalmayacağını zamanla size gösterecektir. Temmuz - Ağustos 2014 85
MAKALE
YERLİLEŞTİRME AMA NASIL ?
Yerlileştirmenin önünde temel bazı engeller var. Bunlar kısaca referans eksikliği, standartlara uyum, maliyet, kalite ve uluslararası sertifikasyon ihtiyaçları olarak sıralanabilir. Bazı projelerde yerlileştirme maddeleri olmakla birlikte, yerlileştirme konusunda gerekli tedbirlerin alındığını söylemek zor.
Mehmet Kürşat ÇAPAR MMG Bilişim Komisyonu Başkanı kursat.capar@avd.com.tr
S
on yıllarda ciddi atılımlar yapan ülke ekonomisi, kamu yatırımları ve ihracat ile büyük bir değişim yaşadı. Yatırımların ilk yıllarında, yabancı yükleniciler, yabancı üreticiler ve hatta yabancı iş gücü sahne aldı. Bu durum proje maliyetlerinin yüksek, uygulama sürelerinin ise uzun olmasına sebep oldu. Yıllar içerisinde birçok projede yerli yüklenici ve iş gücü etkin aktör haline dönüştü. Bu dönüşümün doğal bir sonucu olarak yerli üreticilerin de projelerdeki payı yükseldi. Bu yükselişin, bir politikanın mı sonucu yoksa yerli yüklenicinin maliyetlerini kontrol etme refleksinin mi sonucu olduğu tartışmaya açık. Bazı projelerde yerlileştirme maddeleri olmakla birlikte, yerlileştirme konusunda gerekli tedbirlerin alındığını söylemek zor. Yerlileştirmenin önünde temel bazı engeller var. Bunlar kısaca referans eksikliği, standartlara uyum, maliyet, kalite ve uluslararası sertifikasyon ihtiyaçları olarak sıralanabilir. Tüm kurumlar kendi uhdelerindeki projelerin sağlıklı bir şekilde ve vaktinde tamamlanmasından sorumlu. Bu kapsamda kullanılacak ürünlerin daha önceki projelerde kullanılmış olması, olası problemleri engellemek için bir güvence oluşturuyor. Bu durum yerli girişimcinin ürettiği ürünün ilk referansını elde etmesini güçleştiriyor. Bu konuda fırsat verilen bazı ürünlerin zaman içerisinde sorun çıkarması ise benzer durumlarda seçimlerin daha önce kullanılmış ve dolayısıyla yabancı üründen 86 Mimar ve Mühendis
yana yapılmasını zaruri kılıyor. Yerli ürünlerin beklentileri karşılamamasının en önemli sebepleri, üretilecek ürünlerle ilgili standartların oluşmamış olması, şartname maddelerinin detaylara inmeden temel gereksinimlerle sınırlanmış olması, çoğunlukla ürün kopyalama yönteminin kullanılması, mühendislik hizmetlerinin gereğince yürütülmemiş olması ve gerekli testlerin uygun koşullarda yapılmaması olarak sıralanabilir. Özellikle çok büyük projelerdeki küçük kalemler çoğunlukla hiç tanımlanmazken, işletmecinin tecrübesi ile proje uygulama safhasında netleşiyor. Basit bir ürünün dahi yurtdışından alınmasını salık veren kontrol teşkilatının, yerli ürünlere sırt dönmesinin nedeni işte bu eksiklikten kaynaklanıyor. 5 yıl sonra yerli ürün ne olacak, acaba bu zorlu şartlara karşı dayanabilecek mi gibi sorunlar, “denenmişi kullan, başını ağrıtma” refleksini doğuruyor. Yerli üreticinin sadece ürün tasarlama ve üretmenin ötesinde, test ve sertifikasyon ile de eş zamanlı olarak ilgilenmesi gerekiyor. Bu çalışmalar, kurumlara verilecek bir evrak olmaktan öte, ürünün istenen şartlara uygun, rekabet edebilir hatta üstün bir ürün olması için zaruri ve toplam maliyeti düşürücü faaliyetler olarak algılanmadığı sürece yerlileştirme çalışmaları düşe kalka ilerlemeye devam edecek. Yerlileştirmenin politika halinde algılandığı başarılı uygulamalar dikkate alındığında doğru yol haritası da ortaya çıkıyor. Örneğin yerli ray üretimi
ile ilgili TCDD ile Karabük Demir Çelik Fabrikaları’nın yaptığı çalışma bunun en başarılı örneklerinden birini teşkil ediyor. Bu denli büyük yatırım gerektiren ve potansiyel aktörlerin sınırlı olduğu alanlarda yürütülen çalışmalar, alım garantileri vb. çözümlerle yasal bir güvenceye alınırken, göreli küçük (yatırımcısı için gayet büyük) yatırımlar için benzeri bir mekanizma işletilemiyor. Halbuki benzer projelerdeki yeni fırsatlar ve makine parkının kullanılabileceği farklı ürünler dikkate alındığında, bu tür yerlileştirmeler de ciddi ekonomik canlılık getirebilir. Bin liraya yurtdışından getirilecek bir ürün,
yerli olarak üretildiğinde en az 56 farklı firma ve bunun birkaç katı işçi bu üretime katkı sağlıyor ve yurtdışına aktarılan kaynak ürün bedelinin belki onda10'da 1'ine veya daha altına düşebiliyor. Bu özellikle KOBİ’lerin iş potansiyelini yükseltirken bir aşama sonra yurtdışına ürün satar hale evrilmelerinin de ilk adımını oluşturuyor. Peki bu kadar faydalı bir şey neden yapılmaz? Özellikle KOSGEB bu tür yatırımlarda ciddi destekler sağlıyorken ve girişimcinin risklerinin birkısmı bu tür fonlarla karşılanabiliyorken neden yerlileştirme ağır aksak ilerliyor? İşte burada, yukarıda sıraladığımız sorunlar baş gösteriyor. Sorunları irdeler-
sek, aşağıdaki tespitleri yapabiliriz: 1) Bu tür yatırımları yapabilecek girişimcinin çoğunlukla bu fırsatlardan haberi olmuyor. Devasa bir yatırımın içerisindeki bir man holün, kompozit malzemeden üretilebileceğini, bu işi yapma potansiyeline haiz bir sanayici çoğunlukla fark edemiyor. Bu işlere talip yerli yüklenici veya alt yükleniciler böyle bir arayışa girdiğinde bu fırsat bir yatırımın tetikleyicisi olabiliyor, değilse yıllarca ya daha pahalı üretim teknikleri kullanılıyor ya da yurtdışından ürün tedarik edilmeye devam ediliyor. Bu konuda ihaleyi yapan idarelerle ileTemmuz - Ağustos 2014 87
MAKALE
Yerli olarak üretilen silah sistemlerinden bir örnek Anka İHH (insansız hava aracı).
Yerlileştirme çalışmalarına daha fazla öncelik verilmesi konusunda, gerek kurumlar, gerek meslek örgütleri ve gerekse de sanayiciler tarafında gerekenlerin yapılması, geleceğe daha güvenle bakabilen bir ülkenin inşasında önemli bir tuğlanın yerine konması olacaktır.
tişime geçecek meslek örgütleri ve sivil toplum teşebbüslerine ciddi sorumluluklar düşüyor. 2) İlk yatırım maliyetlerinin tek bir projeden karşılanamayacağı durumlarda oluşan üretim riski girişimciyi engelleyebiliyor. Halbuki gelecekteki projeler dikkate alındığında gayet faydalı olabilecek yatırımlar bu yüzden erteleniyor veya yapılmıyor. Burada Ar-Ge fonlarında aranan kriterlerin sıkılığı üzerine eleştiriler yapmak istiyorum. Yerlileştirmenin birkısmı bu fonlarla karşılanabilirken, yenilikçilik olmadığı gerekçesi ile desteklenmeyen yerlileştirme çalışmaları, ciddi fırsatların yitirilmesine sebep oluyor. Asla ürüne dönüşmeyecek sözde Ar-Ge projelerine ayrılan kaynakların birkısmının bu tür alanlara yönlendirilmesi ve daha ciddi kriterlerle denetlenmesi (örneğin üretim veya ürüne dönüşme garantisi, desteğin üretim sonrası satışla irtibatlandırılması vb.) sonucu ülke ekonomisine ciddi artı değerler eklenebilir. 3) Üretim süreçlerinde oluşan kalite problemleri ise engellerin bir diğer 88 Mimar ve Mühendis
boyutunu oluşturuyor. Mühendislik çalışmalarının önemsenmediği bir üretim süreci, en nihayetinde sürdürülebilir olmayan bir kalite kavramı oluşturuyor. Tamamen üretim maliyeti odaklı düşünmeye koşullanmış zihinler, toplam sahip olma maliyetini hesaba katmadığı için ürünler ya kullanılabilir durumda olmuyor ya da kullanan kurum veya girişimciyi canından bezdiriyor. Bu konu ile ilgili dikkat çekmek istediğim husus, ürün tariflerinin mühendislik parametreleri ile yapılması konusunda olacak. Yukarıda zikrettiğim man hole örneğinden yola çıkarsak, plastik veya kompozit malzemeden kaliteli bir ürün çıkaran kişi daha ikinci seferinde çok daha ucuz ama kalitesiz bir ürünü ikame olarak sunabiliyor. Burada problem ürünün sağlaması gereken özelliklerin tanımlanmamış olmasından başlıyor, kaç kilogram yük taşıyabilecek, toz ve su koruması ne olacak, çekme ve eğme direnci ne olacak, yanmazlık kriterleri, yaşlandırma beklentileri vb. birçok husus şartnamede detaylı bir şekilde veya bir standarda değinmek suretiyle
tanımlanmadığı gibi, kurumun bilgi havuzunda da bu ürünle ilgili bir tanımlama bulunmuyor. İş tamamen kontrol teşkilatının tecrübesi ve yerlileştirmeye yaklaşımı ile baş başa bırakılıyor. Halbuki bir şekilde bu veriler hazırlanmış olsa, kalite koşulunu sağlamayan bir ürünün teklif edilmesi söz konusu olmayacağından, kontrol teşkilatı da gönül rahatlığı ile yerli ürünü kullanacaktır. 4) Son olarak da sertifikasyon çalışmalarına değinmek istiyorum. Üretilen ürünlerin belirli standartları sağladığı ve bunun sürdürülebilir bir süreç olduğunun belgelenmesini sağlayan sertifikalar konusunda da ciddi bir açmazımız bulunuyor. Özellikle yurtdışına ürün satarken ihtiyaç duyulacak olan bu belgelerin bir kısmı ne yazık ki resmen satın alınıyor. Bu durum sertifikanın vadettiği sürdürülebilir kalitenin sağlanmamasına sebep oluyor. Halbuki üretim süreçlerinin iyileştirilmesini sağlayacak bu çalışmalar, şirketlerin genel iş yapma yaklaşımlarında da iyileştirmeler yaparak topyekûn ilerlemesine vesile olabilecekken, olay sadece kuruma evrak sunabilmek olarak algılandıkça beklenen faydalar sağlanamayacak. Bu kapsamda sertifikasyon kurumlarının denetlenmesi, KOBİ’lerin bu tür çalışmalar konusunda desteklenmesi ve talep edilen sertifikaların ürün ayıklayıcı değil ihtiyaç tanımlayıcı olmasının sağlanması çözüme katkı sağlayacaktır. Yerlileştirme çalışmalarına daha fazla öncelik verilmesi konusunda, gerek kurumlar, gerek meslek örgütleri ve gerekse de sanayiciler tarafında gerekenlerin yapılması, geleceğe daha güvenle bakabilen bir ülkenin inşasında önemli bir tuğlanın yerine konması olacaktır. Bu konuda başarılı sonuçlar elde etmiş ülkelerin süreçlerinin incelenmesi de olumlu katkılar sunacaktır. Kaba işçilikten ziyade, artı değeri yüksek ve küresel pazara sunulabilir ürünler üretmek için ihtiyaç duyduğumuz “ilk müşteri” elimizin altında iken bu fırsatı kaçırmamalıyız. Devlet yatırımları son sürat devam ederken daha fazla yerli ürünün önü açılmalı ve bölgemizde yaşanan ve yüreğimizi yakan yıkımın süreci tamamlandığında başlayacak yeniden imar faaliyetlerinde daha fazla rol almak üzere hazır beklemeliyiz.
OBJEKTİFİN GÖZÜNDEN MÜHENDİSİN GÖRDÜĞÜ Taraklı-Göynük-Mudurnu-Abant / TÜRKİYE
FOTOĞRAF: OSMAN ARI Temmuz - Ağustos 2014 89
GEZİ TOÇAL’IN İKİ YÜZÜ
TOÇAL’IN
İKİ YÜZÜ
YAZI ve FOTOĞRAF: OSMAN ARI MAKİNE MÜHENDİSİ oari@hotmail.com Elburz sıradağları Tahran’ın kuzey doğusunda, Hazar Deniz’i ile Tahran arasında doğu-batı istikametinde uzanan ve en yüksek zirvesi Demavend olan bir dağ silsilesidir. Tahran, Elburz dağları eteklerinde kurulmuş ve sırtını bu dağa yaslamış bir şehirdir. Elburz dağları yaz-kış dört mevsim sadece Tahranlıların değil bütün İranlıların rağbet ettiği, kadın-erkek, genç-yaşlı her yaştan insanın yürüyüş yaptığı, kışın kayak yaptığı bir yerdir. Şehrin hemen kuzeyinde Elburz’un zirvelerinden doğan, kar suyu ile beslenen derenin kenarında onlarca restoranın yer aldığı derbent, aynı zamanda dağa tırmanan dağcıların da yürüyüşe başladıkları bir yerdir. Elburz dağı, şehirden sıkılan, yürüyüş yapmak, temiz hava almak isteyen Tahranlıları her mevsim misafir etmektedir. 90 Mimar ve Mühendis
E
lburz Dağları'nda Demavent’in (İran’ın 5671metrelik en yüksek dağı) haricinde 4.000-4.500 metrelik pek çok zirve vardır. Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi İran’da dağcılık çok yaygın bir spor olduğu için Tahran’ın hemen kenarında yükselen Elburz Dağı'nda da pek çok rota oluşturulmuş, patikalar,
merdivenler, yön tabelaları ve belli yüksekliklerde mola verip ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri penahgahlar (barınaklar) yapmışlar. Bu da amatör ve profesyonel dağcıların işlerini oldukça kolaylaştırmakta ve insanları dağcılığa teşvik etmektedir. Elburzlara ilk tırmanmam Razi şirketinin dağcılık kulübüyle 2013 yılı Mayıs ayı sonunda olmuştu. Kalabalık bir
ekiple geldiğimiz Tahran’da gece bir mescidde konakladık. Gerek geç geldiğimiz için, gerekse de ortamdan dolayı geceyi pek rahat geçiremedim. Sabah namazından sonra derbendin her iki tarafından da dik yamaçların yükseldiği vadiden yürüyüşe başladık. Yaklaşık 3 saatlik bir yürüyüşten sonra ilk mola yerimize geldik. Burası dik yamaca kurulmuş adeta kartal yuvasını andıran Temmuz - Ağustos 2014 91
GEZİ TOÇAL’IN İKİ YÜZÜ bir barınak. Dağcıların barınma, yemeiçme her türlü ihtiyacını karşılayabildiği kocaman bir bina. Tahran manzarası eşliğinde kahvaltımızı yapıp çaylarımızı içtikten sonra Toçal zirvesine çıkmak üzere tekrar yürüyüşe başlıyoruz. Mevsim bahar. Dağın her yanı rengarek çeşit çeşit çiçeklerle donanmış. En çok da dikkatimi sarı laleler çekiyor. Rota son derece profesyonelce yön tabelaları ve gerek duyulan yerlerde merdiven, korkuluk ve halatlarla donatılmış. Malesef bizim dağlarımızda görmeye alışık olmadığımız, keşke bizde de olsa diye hayıflandığımız manzaralar.. Arkamızda Tahran’ın kuşbakışı görüntüsü ve önümüzde Elburz Dağları'nın karlı zirveleri yürüyüşümüze ayrı bir heyacan katıyor. Bir müddet tırmandıktan sonra artık etrafımızda kıştan kalan karlar belirmeye ve hava da serinlemeye başlıyor. Ancak bu arada arkadaşlarımızdan birisi rahatsızlanıyor. Rahatsızlığı devam edince rehberimiz ve ekip sorumlusu arkadaşımızla istişare yaparak daha ileriye gitmenin hasta arkadaşımız için problem oluşturacağını ve buradan geri dönmemizin daha uygun olacağını söylüyor. Aklımıza geçen sene yaptığımız yürüyüş programlarından birinde dağda dönüş yolunda rahatsızlalanıp vefat eden arkadaşımız geliyor. Saat 13.30 civarında bulunduğumuz yerden geri dönmeye karar veriyoruz. Aslında program zirveye çıkıp zirvenin hemen altına kadar çıkan telekabin ile geri dönmekti. Dağlar her mevsim güzeldir. Ancak bahar mevsiminde (dağlara bahar yüksekliğe bağlı olarak daha geç gelir) dağlar bir başka güzeldir. Elburz Dağı'nın da baharda her yeri rengarenk çiçeklere bürünmüş. Bir yanda karlı sırtlar, diğer yanda yemyeşil çayırların arasında rengarenk çiçekler... Bütün bu güzellikler arasında zirveye çıkmaya kendimi hazırlamışken mecburen ekibe uyarak geri dönmek zorunda kalıyorum. Doğrusu Toçal zirvesine çıkmak ve güzergahtaki güzelliklere şahit olmak içimde bir ukte olarak
92 Mimar ve Mühendis
Dağlar her mevsim güzeldir. Ancak bahar mevsiminde (dağlara bahar yüksekliğe bağlı olarak daha geç gelir) dağlar bir başka güzeldir. Elburz dağının da baharda her yeri rengarenk çiçeklere bürünmüş. Bir yanda karlı sırtlar, diğer yanda yemyeşil çayırların arasında rengarenk çiçekler..
kalıyor. Ancak bu esnada rehberimiz Kazımzade ile tanışma fırsatım oluyor. Nitekim bu geziden bir ay sonra Demavent tırmanışını birlikte yaptık. Akşam üstü derbenddeki restoranlardan birinde yemek yiyerek gezimizi tamamladık. Kazımzade ile ilk fırsatta Toçal’a zirve yapmak üzere vedalaşıyoruz. İlk fırsat nihayet 2014 yılı Mart ayının başında gerçekleşiyor. Şimdiye kadar kış tırmanışı yapmadığım için, benim için farklı bir tecrübe olacak. Bu sefer sadece ikimiz olacağız. Yine derbendde sabah saat 05.30’da buluşarak yürüyüşe başlıyoruz. Hava biraz soğuk ancak sırt çantalarımızla yürüyüşe başlayınca üşümemiz geçiyor. Coşkun akan derenin kenarından yaptığımız yürüyüşle, küçük bir şelalenin yanındaki dağcı barınağına (penahgah-i şirpala 2.900 metre) saat 08.30 civarında ulaşıyoruz.
Şehirde kar yok ancak yükselmeye başladıkça hava soğumaya ve etrafta karlar görünmeye başlıyor. Geçen yıl baharda geldiğimiz Elburz’un farklı yüzü ile karşı karşıyayız. Kahvaltımızı yapıp çayımızı da içtikten sonra tırmanmaya devam ediyoruz. Mevsim kış olmasına rağmen parkur oldukça kalabalık. Bir müddet tırmandıktan sonra ikinci barınağa ulaşıyoruz (Penahgah-i emiri 3.500 metre). Artık hava iyice soğuyor, her yer karla kaplı ve rüzgar da şiddetini artırıyor. Kaban ve şapkalarımızı giyiyoruz. Artık karşımızda zirve görünüyor. Rüzgarın şiddeti de artıyor. Tam zirveye yaklaşmışken birden Elburzların en yüksek zirvesi Demavend’ı fark ediyorum. Bulutların arasında zirvesinden çıkan sülfür gazının beyaz bir bulut oluşturduğu müthiş bir görüntü.. Hemen fotoğraf makina-
mı çıkartarak ardarda fotoğraf çekiyorum. Bu arada eldivenimi de çıkarmak zorunda kaldığım için bir müddet sonra parmaklarımın buz kestiğini fark ediyorum. Makinamı toplayıp eldivenlerimi de giyerek küçük taştan yapılma bir kulübenin bulunduğu zirveye ulaşıyorum. Toçal 3.960 metre yüksekliğinde bir zirve. Rüzgar çok şiddetli esiyor ve hava da çok soğuk olduğu için dışarıda durmanın pek imkanı yok. Zirvede değişik açılardan fotoğraf çektikten sonra kulübenin içine giriyorum. İçeride biraz dinlendikten sonra hemen inişe geçiyoruz. Daha önceden
planladığımız gibi telekabinin son istasyonu olan 7'nci istasyona kadar hızlı bir tempoyla iniyoruz. Burada kayak merkezi de var. Burasının bir ay kadar önce geldiğimiz kayak merkezi olduğunu öğrenince şaşırıyorum. Kazımzade’ye, “kayak takımlarımız olsa kayardık” diye takılıyorum. Doğrusu aynı rotayı bahar ve kış iki farklı mevsimde tırmanmak benim için iyi bir tecrübe oldu. Telekabinle derbende indiğimizde üzerimizde bir tırmanışı daha gerçekleştirmiş olmanın tatlı yorgunluğu vardı.
Temmuz - Ağustos 2014 93
KİTAPLIK
Arayışlar - Bilim, Kültür, Üniversite
Bilgi Çağında Eğitim Ve Üniversite
Yazar: Hasan Ünal Nalbantoğlu Yayınevi: İletişim Yayıncılık
Yazar: Osman Çakmak Yayınevi: Nesil Yayınları
Kültür endüstrisi çağında kültürün, bilimin, üniversitenin geçirdiği dönüşümün eleştirisi ve alternatif arayışı, kitapta bir araya getirilen yazılara istikametini ve enerjisini veriyor. Bu yazılarda bilgiyle ilişkimizi, dahası bu ilişkiyi anlamlandırma kabiliyetimizi "sakatlayan" süreçler ve kültürel "kitsch"leşmenin yayılmacılığı hakkında güçlü bir eleştirel analizle karşı karşıyayız. Merceğin odağında ise üniversite var. Bir yandan ulus-devletlerin önceliklerinin, diğer yandan ticarileşmenin ve piyasalaşmanın veya Nalbantoğlu'nun deyişiyle "tekno-bilim ve pazarlama ethos'unun" kıskacında üniversitenin uğradığı kaybın, sadece bu kurumun içindekilerle sınırlı olmadığını hatırlıyoruz. Zira "yozlaşma", Aydınlanma fikriyle, ortak aklımızla, yaşam ve ahlak değerlerimizle, insan tasavvurumuzla ilgilidir doğrudan doğruya...
94 Mimar ve Mühendis
Üniversitelerimizin akademik demokrasi, akademik özerklik, akademik özgürlük, akademik liyakat, akademik etik, akademik hareketlilik, akademik kalite vb. konularda bilim dünyamızın yeniden yapılanması, eğitim ve araştırmanın etkin ve verimli hale gelmesi için yapılması gerekenler nedir? Bu çalışmamızda bu sorulara ayrıntılı cevaplar aradık. Problemlerin asıl kök ve kaynak nedenini araştırdık. Üniversitelerin, topyekün bilim ve araştırma yapımızın sorgulandığı ve problemlerinin analiz edildiği bu çalışmada ayrıntılı çıkış yolları gösterildi. Konular üç ana bölümde ele alındı. Birinci bölümde üniversite, bilim ve araştırmanın temel problemleri sıralandı. İkinci bölümde bilim ve araştırma hayatımızın genel problemleri ve çıkış yolları tartışıldı. Üçüncü bölümde ise üniversitelerin yeniden yapılandırılması ve eğitim ve araştırmanın aktif ve çağa uygun hale getirilmesi için çözüm yoları sunuldu.
Bölüm ve Disiplin
Eğitim, Gençlik, Üniversite
Yazar: Andrew Abbott Yayınevi: Küre Yayınları
Yazar: Peyami Safa Yayınevi: Ötüken Yayınları
Andrew Abbott, Şikago Okulu'nun sosyolojisinin bu ayrıntılı analizinde modern akademisyenliğin ortaya çıkışındaki temel konuları "bilim okulları"na ve bu tür okulların kendilerini zaman içerisinde nasıl yeniden ürettiklerine özel bir önem atfederek inceliyor. Okulların ortaya çıkışındaki önkoşullar nelerdir? Bu okullar katı kurallar olarak mı yoksa esnek yapılar olarak mı varlıklarını sürdürmektedir? Bunlar dergi editörlüğü ya da makale yazma gibi akademik hayatın gündelik faaliyetlerinden okul haline nasıl dönüşmektedir? Yazar, aynı zamanda, sosyal bilim araştırmalarındaki yön değişikliklerini analiz ediyor ve Şikago Okulu'nun farklı safhalarını karakterize eden entelektüel rekabet ve öğretim kadrosu arasındaki çıkar siyasetini gözler önüne seriyor.
Gençlik ve üniversite, dünyanın her yanında, cemiyetin en canlı ve canalıcı kesimidir. Vazifelerini bihakkın yerine getirebilen üniversiteler milletin güçlenme ve yükselmesinin ana kaynağı olur. İyi eğitilmiş bir gençlik ise, milletin bugününün de, istikbalinin de temitanı ve en büyük imkanıdır. Gençliğin meseleleri nelerdir, nasıl eğitilmelidir; gençliğin milli meselelere bakışı ne olmalıdır, meseleler karşısında tavrı ne olmalıdır; gençlikten beklenen ve ona verilmesi gereken nedir? Sunduğumuz bu ciltte, bunlar ve benzeri soruların ihtiva ettiği meseleleri Üstad'ın kaleminden okuyacaksınız. Peyami Safa'nın bütün ömrünce en yakın ilgi sahalarını teşkil eden bu konularda, gençliğimiz milli, ülkücü ve ciddi bir rehber bulacak, eğitimciler ve yöneticilerimizin de alacakları çok şey olacaktır.
AJANDA
TURKEYBUILD 2014 Yapı ve İnşaat Malzemeleri Fuarı Sektör: Yapı-İnşaat Şehir: Kültürpark, İzmir Fuar Tarihleri: 06.11.2014 – 09.11.2014 Web: www.yapifuari.com.tr
WORLDFOOD İSTANBUL 2014 Gıda Ürünleri ve Teknolojileri Fuarı Sektör: Gıda Şehir: İFM Yeşilköy Fuar Tarihleri: 09.10.2014 – 12.10.2014 Web: www.ite-turkey.com
BURTARIM 2014 Tarım, Tohumculuk ve Süt Endüstrisi Fuarı Sektör: Tarım ve Hayvancılık Şehir: TUYAP, Bursa Fuar Tarihleri: 14.10.2014 – 18.10.2014 Web: www.tuyap.com.tr
ICAT 2014 Fikirler, Buluşlar ve Yeni Ürünler Fuarı Sektör: Makine-Teknik Şehir: TUYAP, Bursa Fuar Tarihleri: 04.12.2014 – 07.12.2014 Web: www.tuyap.com.tr
BELEX 2014 Elektirk, Elektronik ve Otomasyon Fuarı Sektör: Elektirik-Elektronik Şehir: TUYAP, Bursa Fuar Tarihleri: 04.12.2014 – 07.12.2014 Web: www.tuyap.com.tr
MADEN TÜRKİYE 2014 Maden Arama ve İşletme Fuarı Sektör: Madencilik Şehir: TUYAP, İstanbul Fuar Tarihleri: 27.11.2014 – 30.11.2014 Web: www.tuyap.com.tr
AUTOSHOW 2014 Otomobil Fuarı Sektör: Otomotiv, Yan Sanayi Şehir: TUYAP, İstanbul Fuar Tarihleri: 31.10.2014 – 09.11.2014 Web: www.tuyap.com.tr Temmuz - Ağustos 2014 95
ÇİZGİ YORUM YAKUP GÜLER
96 Mimar ve Mühendis
Binlerce yıllık Kültürel Mirasımız olan eserleri geleceğe taşıyoruz
Kariye Müzesi Restorasyonu
Evliya Çelebi Mah. Kıblelizade Sok. Tepe Han. No:1/12 Beyoğlu / İSTANBUL T: 0212 251 43 01 F: 0212 292 15 82 M: hizmet@taksimyapi.com.tr
Başarımız sizinle büyüdü
35.yıl
Destebaşıgrup İnş. San. ve Tic. A.Ş. 2012-2013 Türkiye’nin İkinci Beşyüz Büyük Sanayi Kuruluşu Listesinde 263. Sıradan 141. Sıraya Yükselmiştir... Destebaşıgrup hazır beton, agrega, petrol, nakliyat, inşaat ve demir çelik sektöründe; 400 ekipman, 700 personeli ile Türkiyenin en büyük kuruluşlarından biridir. &
GENEL MÜDÜRLÜK: Eyüp Sultan Mah. Yanyol Lale Sok. No: 4 Samandıra Sancaktepe/İST. Tel: 444 2 337 (DES) – (0216)3119000 Pbx Faks: (0216) 311 59 48 SANCAKTEPE BETON TESİSİ: Eyüp Sultan Mah. Cemali Sk. No:4 Sancaktepe / İST. Tel: 0216 311 59 50 Faks: (0216) 31 159 48 GEBZE BETON TESİSİ: Kirazpınar Mah. Taşocakları Küme Evler No: 175 Gebze / KOCAELİ Tel: (0262) 642 23 38 Faks: (0262) 642 83 14 KURTKÖY BETON TESİSİ: Ramazanoğlu Mah. Atıf Efendi Sk. No: 25 Pendik / İST. Tel: (0216) 595 16 20 Faks: (0216) 304 05 46
ORHANLI BETON TESİSİ: Orta Mah. Atatürk Cad. 1724 Parsel Tuzla/İST. Tel: (0216) 304 05 47 Faks: (0216) 304 05 46 ATAKÖY BETON TESİSİ: Zeytinlik Mah. Ataköy 1. Kısım Galleria AVM Yanı Bakırköy / İST. Tel: (0212) 659 18 32 Faks: (0212) 659 18 33 MAHMUTBEY BETON TESİSİ: Göztepe Mah. 1562 Ada 11 Parsel Batışehir Bağcılar/İST. Tel: (0212) 659 18 32 Faks: (0212) 659 18 33 GÖZTEPE BETON TESİSİ: Eğitim Mah. Mahmut Paşa Cad. No:23/1 Kadıköy/İST. Tel: & Faks: (0216) 330 08 82
www.destebasigrup.com.tr 444 2 337 DES Kirazpınar Mah. Taşocakları Küme Evler No:176 Gebze /
GEBZE AGREGA TESİSİ: KOCAELİ Tel: (0262) 724 98 25 Faks (0262) 724 98 25 Faks: (0262) 724 98 27 ÖMERLİ AGREGA TESİSİ: Ömerli Merkez Mah. Baraj Cad. Eski Baraj Yolu Çekmeköy/İST. Tel: (0216) 311 90 00 Faks:(0216)3 311 59 48 SANCAKTEPE PETROL TESİSİ: Meclis Mah. Ankara Cad. No:54 Sancaktepe/İST. Tel:(0216) 622 78 00 Faks:(0216) 622 78 04