ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
’dan ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM-HATİP LİSESİ YAYIN VE İLETİŞİM KULÜBÜ YAYIN ORGANIDIR. Adapazarı Anadolu İmam-Hatip Lisesi ve İmam-Hatip Lisesi adına sahibi Ziya CEVHERLİ Okul Müdürü Genel Yayın Yönetmeni Necati KARADAĞ Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni Yayın Kurulu Esra EMİRCAN Dilek ŞAHİN Hüsna BAKA Gamze BAYRAKTAR Danışma Kurulu Ali ÇİNİCİ Türk Dili ve Edb. Uzman Öğretmeni Cemâl TEMİZCE Türk Dili ve Edb. Öğretmeni A.Şekür İMAMOĞLU Psikolojik Danışman Mustafa CAN Kimya Öğretmeni Kapak Resmi Mustafa CAN Grafik Tasarım Faruk AKKIRAÇ Yazışma Adresi Umman Dergisi Adapazarı Anadolu İmam-Hatip Lisesi ve İmam-Hatip Lisesi ADAPAZARI / SAKARYA Telefon : 0264 274 34 60 Fax : 0264 277 37 62 Web : www. adapazariihl.com e-mail : ummandergisi@mynet.com Türü Yerel Süreli Yayın Yayın Tarihi 9 Mayıs 2008 Yapım NİLÇİZGİ OFSET 0264 281 40 82 Adapazarı
9 13 15 17 21 23 25 28 30 31 34 36 41
Sakarya Müftüsü’yle Mülâkat
Gamze BAYRAKTAR / Hüsna BAKA / Ünal ERBAŞ
Chark Caddesi Ali ÇİNİCİ
Bedir’den Çanakkale’ye İbrahim Birol ERGÜN
Vefatının 50. yılında Yahya Kemâl Beyatlı
23 Milyon insanın hikayesi Hüsna BAKA
Peygamber Mesleği Necati KARADAĞ
Eğitimde Laboratuvar Salim ARSLAN
Meslek Seçimi Semra GÜNEY
Dört Mevsim Feyza GÜRSOY
Sanatın Getirileri Seda MUTLU
Okyanusa düşen ilk damla Ayşenur KURUER
Anmak Anlamaktır
Okulumuzdan Haberler
Bu dergi Şubat 2005 tarih ve 2569 sayılı Tebliğler Dergisi ortaöğretim kurumları sosyal etkinlikler yönetmeliğinin 24. maddesi doğrultusunda hazırlanmıştır.
1
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
vizyonumuz S
ürekli gelişen ve değişen bilgi çağında, bütün gelişim ve değişimleri eğitim ortamına uygulayarak; eğitim-öğretimin bütün unsurlarını, kalitenin bağımsız değişkenlerini kabul edip, gelecek beş yıl içerisinde okulumuzu Sakarya’nın en başarılı okulu yapmaktır.
misyonumuz Ö
ğrencilerimizi beden, zihin, ahlâk, ruh ve duygu bakımından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, kişiliğe ve teşebbüse değer veren, topluma karşı sorumluluk duyan bireyler olarak mesleğe ve yüksek öğretime hazırlamaktır.
amaçlarımız A
tatürk İlke ve İnkılaplarına ve Anayasada ifadesini bulan Türk Milletinin millî, ahlâkî, insanî, manevî ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren, ailesini, vatanını ve milletini seven, insan haklarına, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getiren yurttaşlar olarak yetişmek. “İki günü bir olan ziyandadır” prensibini unutmamak ve daima gelişmeyi ve yenilenmeyi tüm süreçlere hakim kılmak. İletişim, sevecenlik, takım ruhu ve güvene dayalı kişisel ilişkileri geliştirmek. Öğretmenler olarak lise çağına kadar gelmiş öğrencilerin öğrenebilir ve başarabilir olduklarına inanmak ve bıkmadan, usanmadan öğrencilerimizin bilgi ve beceriyi kazanmalarına yardımcı olmak. Ödül ve disiplin yönetmeliğini öğrencilere hatırlatarak, öğrencilerin disiplin kurallarına aykırı davranmalarını önlemek, sorun olacak ve sorunları olan öğrencilere gerekli rehberliği yaparak olgunlaşmalarını sağlamak.
2
Sosyal ve kültürel faaliyetlere öğrencilerin etkin katılımını sağlamak. Her türlü zararlı alışkanlıkları, alışkanlık olabilecek, içki, sigara, kumar, zina, uyuşturucu madde gibi durumların olumsuzlukları anlatılarak uzak durulmasını ve dini yönde de izahı yapılarak topluma bu konularda da bilgili ve dengeli bireyler olarak kazanılmasını sağlamak. Yine her türlü yıkıcı, bölücü, ideolojik faaliyetlerden uzak durmasının gereğini anlatıp, birlik ve beraberlik temeli üzerine ülkemize hizmet esasını benimsettirmek, Velilerle işbirliği yapılarak duyarlı hale gelmelerini, çocuklarının eğitim-öğretim gördükleri kurumlara sahip çıkmalarını sağlamak. Üniversitelerle işbirliği kurularak akademik çalışmanın sevdirilmesini ve özendirilmesini ve böylece araştırmacılığın öneminin kavratılmasını sağlamak. Toplumsal dayanışma ve yardımlaşmayı esas almak. Her türlü doğal afetlerde sorumluluk ve görevlerin bilinmesi, yeri ve zamanı geldiğinde tereddüt etmeden görevini yapan kişiler olmak.
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
sözbaşı Değerli Umman okuyucuları, Eğitim-öğretim faaliyetlerini yalnızca müfredat bilgilerini öğrencilere aktarmak olarak gören anlayış artık çağımızın beklentilerine cevap vermekten uzak kabul edilmektedir. Bunun yerine her türlü sosyal, sportif ve kültürel aktiviteyi de içinde barındıran anlayış, öğrencileri hayata hazırlamanın temel şartlarından sayılmaktadır. İşte elinizdeki dergiyi bu anlayışın bir tezahürü olarak hazırlamaya çalıştık. İstedik ki öğrencilerimizin fikir ve his dünyalarından damlalar karışsın Umman’ımıza… İstedik ki yarım asrı şan ve şerefle, büyük başarılarla geride bırakan okulumuzu siz kıymetli okuyucularımıza biraz daha yakından tanıtalım. İstedik ki İmam-Hatip Liseleri arasında haklı bir saygınlığı bulunan okulumuz, çağın nimetlerinden de faydalanarak tanınsın tarafınızdan. Son yıllarda gözle görülür bir ivme kazanan üniversite başarımızı, dinamik, işinin ehli, tecrübeli eğitim kadromuzu, her geçen gün üzerine yeni bir şeyler koyarak çığ misali başarıya koşan ciddi ve seviyeli eğitim-öğretim faaliyetimizi bulun istedik Umman’ın sayfaları, satırları arasında. Türk Millî Eğitiminin genel amaçlarında ifadesini bulan anlayıştan taviz vermeden, sabırla, umutla, aşkla, şevkle bu toprakların ihtiyaç duyduğu nesillerin yetişmesinde bir nebze de olsa payımız olursa bahtiyarlığımız sonsuz olacaktır. Yazıma son verirken, okulumuzun kuruluşundan bu güne yapımında, yönetiminde ve eğitim-öğretim faaliyetlerinde emeği olup, dâr-ı bekâya göç edenlere Cenâb-ı Hakk’tan rahmet diliyor; sağ olanlara sıhhat, saadet, hayırlı ve uzun ömür temenni ediyor, elinizdeki dergiyi size ulaştırabilmek için çalışan tüm arkadaşlarıma, öğrencilerime teşekkür ediyor; daha kaliteli, daha başarılı çalışmalarda buluşmak ümidiyle sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Allah’a emanet olunuz. Ziya CEVHERLİ Okul Müdürü
3
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
okulumuzun tarihçesi A dapazarı İmam-Hatip Lisesi, Sakarya Vilayeti İmam-Hatip Lisesi Koruma ve Yaptırma Derneği’nin gayretleri ve halkın arzusu ile Belediye’ye ait hal binasının güneyine bakan üst kısmında Belediye Tren İşleri Müdürlüğü ile Evlendirme Müdürlüğü olarak kullanılan yerde 12 Aralık 1956 Cumartesi günü açılmıştır. Sakarya Valisi Sayın Nazım Üner’in valilikleri, Sayın Talat Ayhan’ın Milli Eğitim Müdürlükleri zamanında, Devlet Vekili Sayın Celal Yardımcı tarafından bir konuşma ile açılan İmam-Hatip Lisesi’nin özel defterine şunları yazmıştır: “Yurda örnek olacak hamlelerle ilerleyen güzel Sakarya’nın İmam-Hatip Lisesi gibi yeni bir irfan ocağına kavuşması gününde aranızda bulunmak benim için büyük bir saadet teşkil
eder. Okulumuz feyizli ve başarılı olsun.” 01.12.1956 Pazartesi günü de tedrisata başlayan okulumuzun ilk müdürü Yusuf Ulusoy’dur. 1956–1967 Öğretim yılında okulun her türlü ihtiyacı adı geçen dernek tarafından karşılanmak suretiyle öğretime devam etmiştir. İlköğretim yılında 39 öğrenciyle tek şube halinde öğretim yapmıştır. Halen içinde öğretime devam edilen binanın arsası Adapazarı Zirai Donatım Fabrikası tarafından Okul Yaptırma ve Koruma Derneğine üzerinde İmam-Hatip Okulu yapılmak kaydıyla hibe edilmiştir. 11960M2 olan bu arsa üzerinde 27.06.1958 tarihinde özel olarak hazırlanan ve Bakanlıkça tasdik edilen plana göre İmam-Hatip Okulu Yaptırma Derneği tarafından mevcut binanın temeli atılmıştır. Okul binasının zemini ve 1. katı tamamlanarak 61–62
4
yılında Adapazarı Lisesi’ne tahsis edilmiş ve bu binada Lise tedrisata başlamıştır. İmam-Hatip Okulu bu binaya 1962–1993 öğretim yılında taşınmış lise ile beraber tedrisata devam etmiştir. Daha sonra lise kendi binasına nakledilmiştir. İmam-Hatip Okulu 1. devreden mezunu 1959–1960 öğretim yılında, 2. devreden ise 1962–1963 yılında vermiştir. 1963–1964 öğretim yılında 50 Parasız Yatılı öğrenci kontenjanı gönderilmiş, daha sonra bu kontenjan 110 öğrenciye çıkarılmış ve halen de bu şekilde devam etmektedir. Kalorifer tesisatı ve çamaşırhanenin bulunduğu 2 katlı ek binanın 7 Nisan 1984 tarihinde kalorifer kazanının patlaması sebebiyle yıkılması üzerine mevcut binanın civarındaki evler istimlâk edilmek suretiyle pansiyonumuzun yanına yeni bir bina yapılmıştır. Yeni binanın bir spor salonu, bir kütüphane, lisan odaları bilgisayar odaları, büyük bir yemekhane ve derslikleri vardır. Bu bina 17 Ağustos 1999 Depremi’ne ağır hasar almış ve yıktırılmıştır. Okul binası dışında bahçesinde 580 m2 üzerinde dernek tarafından inşa edilen 4 katı tamamlanmış yurt binası bulunmaktadır. 1991–1992 öğretim yılında Milli Eğitim Bakanlığı okulumuz bünyesinde Anadolu İmam-Hatip Lisesi açılmasına müsaade etmiştir. Okulumuz bahçesindeki pansiyon binası aşama aşama derslik olarak düzenlenmiştir. Pansiyon kısmı yemekhane hizasında 2 kat düzenlenerek hizmete devam etmektedir. Okulumuz Anadolu İmam-Hatip Lisesi Bölümü bu binada eğitim öğretime başlamış ve ilk mezunlarını 1998–1999 öğretim yılı sonunda vermiştir. Stadyum arkasında Okul Koruma Derneği tarafından yaptırılan 1994–1995 öğretim yılında hizmete başlayıp İmam-Hatip Lisesi Kız Bölümü olarak kullanılan bina da 17 Ağustos 1999 Depreminde ağır hasar almış ve hizmet dışı kalmıştır. Asrın felaketi diye adlandırılan malum depremden beri; okulumuzun daha önce koruma derneği tarafından yaptırılan binasında eğitim gören kız öğrenciler ana binada eğitim gören erkek öğrencileri ve Anadolu bölümü öğrencileri toplu olarak ana binada eğitim-öğretime devam etmektedirler.
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
yönetim kadromuz Ziya CEVHERLİ Okul Müdürü
1960 yılında Hendek’in İkramiye köyünde doğdu. İlkokulu köyünde okudu. 1980-1981 öğretim yılında Adapazarı İmam-Hatip Lisesi’nden mezun oldu. Aynı yıl Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne giren hocamız 1984-1985 öğretim yılında mezun oldu. 1986 yılında okulumuza Meslek Dersleri Öğretmeni olarak atandı. 1987 yılında müdür yardımcılığına atanan hocamız, 1990 yılında müdür Başyardımcılığına atanmıştır. 16 Nisan 1996 tarihinde okulumuz müdürlüğüne atanmıştır.
Kadir GEZER
Müdür Baş Yardımcısı 1960 yılında Sakarya’nın Taraklı ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Taraklı’da tamamladı. 1978 yılında İzmit İmam-Hatip Lisesi’nden mezun olduktan sonra Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni bitirip, 1984 yılında Balıkesir Dursunbey İmam-Hatip Lisesi Meslek Dersleri öğretmeni olarak atandı. 1990 yılında Adapazarı İsmet İnönü Orta Okulu’nda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni olarak göreve başladı. 1991 yılında okulumuzda meslek dersleri öğretmeni olarak göreve başlayıp 1995 yılında Müdür Yardımcılığına atandı. 6 yıl Müdür Yardımcılığı yaptıktan sonra 11.09.2001 tarihinde Müdür Baş Yardımcılığına atandı.
Yaşlanmak bir dağa tırmanmak gibidir. Çıktıkça yorgunluğunuz artar, nefesiniz daralır ama görüş açınız genişler. Bergman
5
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
Yakup KALAYCI Müdür Yardımcısı
1965 yılında Trabzon’da doğdu. İlköğrenimini Muş ve Adapazarı’nda tamamladı.1983 yılında Adapazarı İmam-Hatip Lisesi’nden mezun oldu. Aynı yıl 19 Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni kazandı. İkinci sınıfta Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne yatay geçiş yaparak 1987 yılında mezun oldu. 16 Mart 1988’de Kırıkkale Endüstri Meslek Lisesi’nde öğretmenliğe başladı. 9 Kasım 1990’da mezun olduğu okulumuza atandı. 1992’de müdür yardımcılığına başladı. 1996-2001 yılları arasında müdür başyardımcılığı görevinde bulundu. Ocak 2003 tarihinden itibaren İl Millî Eğitim Müdürlüğü’nde Şube Müdürü olarak görev yapmaktadır.
Musa AYGIN Müdür Yardımcısı
1956 yılında Karasu’da doğan hocamız, İlkokulu Gazi İlkokulu’nda okuyup, ortaöğretimini okulumuzda yaptı. Bursa Eğitim Enstitüsü Türkçe bölümünü bitirerek, Urfa Ceylanpınar Lisesinde göreve başladı. 1985 yılında İzmit’te, 1990 yılında Sapanca Çok Programlı Lisesi’nde görev yaptı. 1993 yılında okulumuza tayin oldu. 1995 yılında Müdür Yardımcılığı görevine atanan hocamız halen bu görevini sürdürmektedir.
Mustafa BULUT Müdür Yardımcısı
1964 yılında Geyve’nin Kamışlı köyünde doğdu. İlkokulu köyünde okudu. Geyve Lisesi’ni bitiren hocamız, 1982-1983 öğretim yılında Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni kazandı. Üniversite öğreniminin ardından 1988’de Mardin Midyat Lisesine Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi öğretmeni olarak tayin oldu. 1989 yılında okulumuza meslek dersleri öğretmeni olarak tayin olan hocamız, 1991 yılında müdür yardımcılığı görevine getirildi ve halen bu görevi sürdürmektedir.
6
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
Yüksel SANCAK Müdür Yardımcısı
07.11.1960 tarihinde Sakarya’da dünyaya geldi. 1980-1981 öğretim yılında Adapazarı İmam-Hatip Lisesi’nden mezun oldu. 1985-1986 öğretim yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni bitirdi. Ardından Afyon ili Çobanlar Lisesi Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni olarak atandı. 1993 yılında Adapazarı Anadolu İmam-Hatip Lisesi ve İmam Hatip Lisesi’nde Meslek Dersleri Öğretmeni olarak atandı. 12 Şubat 2007 tarihinde Müdür Yardımcısı görevine atandı.
Ramazan ÜNLÜ Müdür Yardımcısı
01.01.1965 yılında Sakaya ili Akyazı ilçesi Erdoğdu köyünde dünyaya geldi. İlkokulu köyünde okuduktan sonra Akyazı İmam-Hatip Lisesi’nden mezun oldu. Lise öğreniminin ardından Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne kaydoldu. 1989 yılında Ankara Keçiören Fatih Sultan Mehmet Lisesi’nde Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi öğretmeni olarak göreve başladı. 1993 yılında Adapazarı İmam-Hatip Lisesi’nde Meslek Dersi öğretmeni olarak göreve başladı. 27.04.2007 tarihinde müdür yardımcısı görevine atandı.
câzibe Korkular çekici, korkular bilinmezlik saklı, Şüpheler, alışılmış mıntıkaların câzibesiyle yüklenmiş. Korkular ardarda, biteviye, korkular irili ufaklı, Şüpheler, meçhûl kıyılarda senelerce beklenmiş. Necati KARADAĞ
7
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
Eğitim-Öğretim kadromuz 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36
8
İMAM - HATİP BÖLÜMÜ İsmail KARABACAK Meslek Dersleri İ. Birol ERGÜN Uzman Meslek Dersleri Ziya KAYALI Meslek Dersleri Ekrem BALKIŞ Meslek Dersleri İsmet YILMAZ Meslek Dersleri Osman MUTLUER Meslek Dersleri Naci KAHRAMAN Meslek Dersleri Hüseyin YILDIZ Meslek Dersleri Hüseyin KILIÇ Meslek Dersleri Selami GÜRSOY Meslek Dersleri Hasan KOLİP Meslek Dersleri Yakup ÇUKUR Uzman Meslek Dersleri Bahattin COŞKUN Meslek Dersleri Nursan TOSUN Meslek Dersleri Ali KAYALI Meslek Dersleri Gülay ARI Arapça Orhan ÇOLAK Arapça Emine ÇOLAK Arapça Emine KUBİLAY Arapça Gülistan ÜNAL Arapça Hasan DURSUN Türk Dili ve Edebiyatı Hatice GÖVERÇİLE Uzman Türk Dili ve Edebiyatı Cemal TEMİZCE Uzman Türk Dili ve Edebiyatı Abdüsselam GÜNGÖRMEZ Felsefe Atilla ULUS Felsefe Erol UĞURLU Tarih Murat MENGEN Tarih Şükran IŞIK Coğrafya İbrahim BARAN Kimya Mustafa CAN Kimya Birhan ÜRETEN Biyoloji Nimet ÖZDÜR Matematik Ayten IŞIK Matematik Yusuf YILMAZ İngilizce Micahit BURAKÇI Fizik Semra GÜNEY Uzman Psikolojik Danışman
ANADOLU İMAM - HATİP BÖLÜMÜ 37 Mustafa EMİRCAN Meslek Dersleri 38 Ali ÇİNİCİ Uzman Türk Dili ve Edebiyatı 39 Necati KARADAĞ Türk Dili ve Edebiyatı 40 Ahmet ÇALIK Türk Dili ve Edebiyatı 41 Hülya GÜLŞEN Türk Dili ve Edebiyatı 42 Hüseyin TUNCA Türk Dili ve Edebiyatı 43 Yılmaz ERSOY Türk Dili ve Edebiyatı 44 Harun ÇELEBİ Türk Dili ve Edebiyatı 45 Ahmet Çetin DİNÇER Tarih 46 İsmail TOPRAK Tarih 47 Elif Kayran BAYRAK Tarih 48 Hatice KARA Coğrafya 49 Mustafa ERTEKİN Coğrafya 50 Asiye YAZ Biyoloji 51 Ayşe ARAMAN Matematik 52 Zafer Levent SOYHAN Matematik 53 Senem YALÇIN Uzman Matematik 54 Salim ARSLAN Kimya 55 Murat TAŞGIN Fizik 56 Çelebi CANERİ İngilizce 57 Yusuf TURHAN Uzman İngilizce 58 Mehmet AKOVA Beden Eğitimi 59 Mehmet İNCE Resim 60 Ali Şekür İMAMOĞLU Psikolojik Danışman PERSONEL 1 Abdullah SERT 2 Güllü TOZLU 3 Alaattin DOĞANAY 4 Kamil MÜRSELİM 5 İsmail KURTULDU 6 Zekeriye DUYMUŞ 7 Yüksel KARAHAN 8 Yunus GÜMÜŞ 9 Orhan MUTLU
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
Mülâkat Sakarya Müftüsü Sayın Sinan CİHAN ile arkadaşlarımız Hüsna BAKA, Ünal ERBAŞ ve Gamze BAYRAKTAR’ın yaptığı mülâkat
25.12.1958 tarihinde Gebze’nin Çerkeşli Köyünde doğdu. İlk ve Ortaokulu Köyünde okuyup 1979 yılında İstanbul Fatih İmamHatip Lisesi’ni bitirdi. 1983 yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Askerliğini yedek subay olarak yaptıktan sonra 15.06.1987 tarihinde askerlik dönüşü İstanbul/Bakırköy Müftülüğü bünyesinde İmam-Hatip olarak göreve başladı. 12.12.1988 tarihinde 30 ay süreli İstanbul Haseki Eğitim Merkezinde 6.Dönem Müftü ve Vaizler İhtisas Kursuna katılmış ve 1990-1991 yılları arasında Posof , 1991-1995 yılları arasında İnebolu, 1995-1996 yılları arasında Armutlu İlçe Müftülükleri ile, 1996-1998 yıları arasında Yalova İl Müftü Yardımcılığı yaptı. 1998 yılında İstanbul Sarıyer İlçe Müftülüğünü yürütmekte iken 05.11.2001 tarihinde Sivas İl Müftülüğüne İl Müftüsü olarak atandı. 15 Temmuz 2006 tarihinde Sakarya İl Müftülüğüne atanan Sinan CİHAN bu görevine 25.08.2006 tarihinde başladı.
S
ayın hocam, okulumuz Yayın ve İletişim Kulübü olarak arkadaşlarımızla bir dergi çıkarma hazırlığı içindeyiz, bu tür faaliyetlere bakışınız nasıl? Okuma ve yazma alışkanlığı ve melekesi bu dönemlerde gelişir. Teknik açıdan belki tam isabet ettirememiş olabiliriz ama genelde okuma ve yazma alışkanlığı öğrencilik yıllarında oluşur. Sizin şimdi sadece derslerinizle ilgilenmenin ötesinde sosyal ve kültürel bir takım faaliyetlere teşebbüs ediyor olmanız son derece güzel. Bu sizi ileride çok iyi bir okuyucu yapacaktır. Çok iyi bir yazar haline dönüştürecektir. Ve sosyal kültürel faaliyetlerin içinde de çok güzel hizmetler yapmanıza vesile olacaktır. Bunun için hem düşünce olarak bu düşünceye sahip olanları tebrik ediyoruz, hem de içinde bulunuyor olmanızdan dolayı sizi
tebrik ediyoruz. Ve başarılar diliyoruz. İnşallah çok güzel bir başlangıç olur ve başarılı bir dönem yaşarsınız. Biraz kendinizden bahsedebilir misiniz ? Eğitim ve meslek hayatınız nasıl geçti? Kısaca ifade etmeye çalışayım. Doğum tarihim 25.12.1958 Gebze’nin Çerkeşli köyünde dünyaya geldim. İlkokulu köyümde okuduktan sonra Kur’an Kursu, İmam Hatip Lisesi, İlahiyat Fakültesi, Haseki Eğitim Merkezi, hepsi İstanbul ‘da. İstanbul İmam Hatip Lisesi mezunuyum. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunuyum. Bir dönem de, 6. dönem olarak Haseki Eğitim Merkezi’nde kaldım 1988 -90 tarihleri arasında. Eğitimimiz, tahsil durumumuz bu. Bunun ötesinde ilk görevim Bakırköy, İstanbul Bakırköy’de İmam-Hatip olarak göreve başladım. Daha sonra Ardahan ili Posof ilçesinde ilçe müftüsü, Kastamonu İnebolu’da ilçe müftüsü, Yalova Armutlu’da ilçe müftüsü, Yalova merkezde Müftü Yardımcısı, İstanbul Sarıyer’de ilçe müftüsü, Sivas’ta İl Müftüsü, Sakarya’da da İl Müftüsü olarak görevimize devam ettik. Lise öğrenciliğinizin şu an bulunduğunuz konuma etkileri
9
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
neler oldu? Bir Kuran-ı Kerim hocamız vardı, rahmetli Nurettin Özük diye. 46 kişilik sınıfta; “Yüksek İslam Enstitüsü’ne kim girecek ?” diye bir soru sordu. Bir tek ben parmak kaldırmışım. Yani ben lisedeyken hedefimi belirlemiştim. Bu alanda çalışacağımı, bu alanda görev yapacağımı kararlaştırmıştım. İdeal ve hedef olarak bunu belirlemiştim. Daha sonra bir tercih durumunda kaldığımda da bu tarafın ağır bastığını gördüğümden bu noktadayım. Askerden döndükten sonra görev alma noktasında hem Diyanet İşleri Başkanlığı’na, hem de öğretmenliğe müracaat ettim. Aşağı yukarı aynı dönemde ikikurumdandagörevçıktı.ZonguldakKumlucaOrtaOkulu’na Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersleri öğretmeni olarak görev geldi. Aynı dönemde de Diyanet İşleri Başkanlığı’nda İmamHatip olarak görev alma imkânım da var. Yani böyle bir imkân da doğdu. Ben İmam-Hatip olmayı tercih ettim. Öğretmenlik çok zor diye mi böyle yaptım bilmiyorum. Dediğim gibi ideal olarak, hedef olarak, bu alanda çalışmayı arzu ettiğimizden olsa gerektir. Dolayısıyla lise öğrenimimizde bizim hedefimiz, ideallerimiz belirgin hale gelmişti ve öyle de olmalıdır diye düşünüyorum. Hedefler belli olmalı, neyi ne zaman ne için yapacağımızı programlamalıyız, belirlemeliyiz, açıklamasını, izahını ve yorumunu yapabilmeliyiz. Dolayısıyla, o dönem bizim için böyle bir hedef belirlemede önemli bir rol aldı. Bir de şunu da ilave edebiliriz; biz İmam-Hatip Lisesi’ndeyken İstanbul Fatih’te, o zaman, İstanbul Müftüsü Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı, rahmetli hiç unutmuyorum, mescitte toplandık bütün öğrenciler, geldi orada bize bir konuşma yaptı. Tabi Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı hakikaten bizim alanda çok önemli bir isim. Çok iyi bir hatip, çok vakur bir duruşa sahip. Muhtemelen bizi çok etkiledi onun durumu, duruşu, tavır ve davranışları, konuşması. Mutlaka bizim bu alana yönelmemizde katkısı olmuştur diye düşünüyorum. Toplumumuzun din görevlilerine bakışı nasıl? Toplumun din hizmeti adına beklentileri neler? Yani tabi çok yönü olan sorular bunlar. Hemen bir zaviyeden bakıp cevaplandırmak zor. Şimdi genel olarak değerlendireceksek toplumun din görevlilerine bakışı iyi. Yani hem camiye cemaat olanlar, hem de olmayanlar, cami dışındaki insanlarımız da. Bir örnek olarak söyleyeyim; işte Sakarya’nın müftüsü, falanca caminin imam hatibi, filanca yerin Kuran Kursu’nun öğreticisi diye tanıştıkları kişilere karşı son derece saygılı. Bu Halkımızın böyle bir olgun, güzel özelliği var. Ama biraz ayrıntıya girersek o zaman, kişilerin sergilediği karakter yapısıyla ilgili tavır ve davranışlarıyla ilgili, meslekteki başarısıyla ilgili değişkenlikler karşımıza çıkacak. Yani, siz A Kuran Kursu’nda öğreticisiniz. Siz de B Kuran Kursu’nda öğreticisiniz. Size genel olarak bu toplum saygı duyuyor ama bunun oranının oluşması sizin kişisel gayretleriniz ve özelliklerinizle doğru orantılı. Yani çok fedakâr, çok gayretli çalışıyorsanız ve duruşunuz da son derece saygın bir noktaya taşıyorsa sizi, o zaman halkın size olan ilgisi, itibarı, ilgi ve alakası, yüksek olanda olacaktır. Biraz irtifa kaybediyorsak, biraz ihmalimiz varsa, bir takım kişisel zaaflarımız ortaya çıkıyorsa, o zaman bize olan ilgi ve alaka, biraz düşüyor, oran itibariyle. Ama genel değerlendirirsek, bu toplum din
10
hizmeti veren insanlara son derece saygılı. Şimdi, tabi bu son dönemlerde gelişen bu teknolojik gelişmeler iletişim vasıtalarının hem hızlanması hem çoğalması beklentileri de o oranda yükseltiyor, çoğaltıyor. Şimdi, şöyle söyleyelim; akşam, televizyon programlarındaki dini programları takip eden bir vatandaşımızı ele alalım. Veya internet aracılığıyla dünyayla haberleşen, bu alandaki bütün gelişmeleri takip eden bir vatandaşımız, yarın Cuma namazında camiye geldiğinde hoca efendinin de konuşmalarından, hitabetinden, hutbesinden, vaazından, dünya gündemini takip ettiğini görmek istiyor. Ve o istikamette kendisini geliştirip, o vasıtalarla bilgi sahibi olan vatandaşımızın daha ötesinde bilgi sahibi olmasını, daha ileri seviyede cemaatini aydınlatmasını bekliyor. Bu beklenti de son derece tabi bir beklenti. Makul bir beklentidir, olması gereken bir beklentidir. İşte bu noktada, bu çaba ve gayret içerisinde olan görevlilerimiz bu ihtiyacı karşılıyor, ama bu faaliyetleri takip edemeyen, kendisini yenilemeyen, kendisini geliştirme becerisini gösteremeyen görevlilerimiz de bu beklentileri karşılayamıyor. Dolayısıyla o zaman cemaatimizin de ilgi ve alakası itibarında da zedelenme oluyor, biraz düşüş oluyor. Ama bu alanda da genel bir şey söylememiz gerekirse, din hizmeti veren arkadaşlarımız bu toplumun doğumunda onun yanındadır. Her çocuğun kulağına ezan okumak, kamet okumak gibi. Efendim, sünnet cemiyetinde, nişan cemiyetinde, düğün cemiyetinde yanındadır. Efendim nikâhında yanındadır. Cenazesinde, mevlidinde yanındadır. Dolayısıyla bu görevlilerimiz bu toplumun beklentilerini karşılamaya çalışıyor. Belki ufak tefek aksaklıklar, kusurlar olsa bile. Bu noktada da görevlilerimizin hakkını yememek lazım. Onlara haksızlık yapmamak lazım. Görev yapan din görevlilerinin ailelerine bakıldığında onların da bir şekilde din hizmetleriyle alakadar olduğu görülüyor. Siz bunu nasıl yorumluyorsunuz? Örnek olarak söyleyelim; şimdi siz, bir cami imam hatibinin kızısınız. Hoca efendi bir türlü bu faaliyetlerin içerisinde. Size de ister istemez sirayet ediyor. Yani ben kendi kızlarımdan örnek vereyim; biz bulunduğumuz muhitte, bulunduğumuz oturduğumuz apartmanlarda hem anneleri, hem de kızlarım, o apartmanın hanımlarına, kızlarına, Kuran öğretmeye çalışmışlardır, dini bilgileri aktarmaya çalışmışlardır. Yani aslında bu, işin tabiatının gereği. Ben dışarıda başka bir faaliyet içerisindeyim, apartmanda da böyle bir faaliyet kendiliğinden oluşuyor zaten. Dolayısıyla bu, o ailedeki insanların, büyüklerin, faaliyet alanıyla ilgili olduğu için. Başka türlü ne beklenebilir veya başka türlü ne yapılabilir? Değil mi? Yani burada ben bu hizmeti yapmaya çalışıyorsam, eşim de kızım da bir türlü, bir yerlerde bir başka yönüyle dini faaliyetin içinde olacaklardır tabiatıyla. Yani bu tabi olarak meydana gelen bir gelişmedir. Kaldı ki işin bir başka boyutu daha var. O da, dini sorumluluk hissetme noktası. Yani biz Kuran okumasını biliyorsak, bizim çevremizde Kuran okumasını öğrenmemiş ama öğrenmek isteyenler de varsa bize düşen görev nedir? Onlara bu bilgiyi aktarmaktır, öğrenmelerini temin etmektir. Din görevlilerinde aranan özellikler neler, yani nasıl insanlar bu cemaatte yer almalıdır?
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
Yine pek çok yönü olan bir husus bu. Birkaç başlık altında değerlendirmek lazım ama kısaca şunu söyleyebiliriz: 1-İyi niyet ve ihlas olmazsa, bizim hizmetimiz yürümez. 2-Kendisi çok iyi bir eğitim almış olmalıdır. 3-Sağlam bir kişiliğe sahip olmalıdır. Taşıdığı sıfatların bilinciyle, şuuruyla, çok vakur bir duruş sergilemelidir. Mesleğini icra ederken, kendisini yenileme gayretiyle yoluna devam etmelidir. Ben diplomayı aldım, görevi de aldım, e bundan sonra bir türlü yürür bu iş diyip okumayı, yazmayı, bu tür faaliyetleri ihmal ederse cemaatin çok gerisinde kalmış olur. Bir noktadan kısaca bunları söyleyebiliriz. Bir başka başlık altında bunların adedini çok daha çoğaltabiliriz. Ama genelde bunları söyleyebiliriz. Diyanet İşleri personelinin çok büyük bir kısmı İmam-Hatip Lisesi mezunları. Siz İmam-Hatip Liselerinin verdiği eğitimin niteliği hakkında ne düşünüyorsunuz? Şimdi İmam-Hatip Liseleri bizim, Diyanet İşleri Başkanlığımızın insan kaynağı, personel kaynağı. Kuran kurslarımız ve imam hatiplerimiz. Şimdi İlahiyat Fakültelerimiz. Bu yönüyle imam hatip liseleri, bu toplum için çok önemli olduğu gibi eleman alımı konusunda ve görevlendirimi konusunda da Diyanet İşleri Teşkilatı için çok önemli bir müessese. Tabi eğitimin oradaki verilen eğitimin, öğretimin özellikleriyle ilgili benim çok fazla bir şey söylemem doğru olmaz. Ancak aynı sıralardan geçmiş biri olarak şunu söyleyebilirim. Biz eğer Diyanet İşleri Teşkilatı’nda din hizmeti veren personel olarak hayatımızı devam ettireceksek, bizim mesleki olarak çok daha ileri seviyede yetişmemiz gerekir. Yani bulunduğumuz noktadan çok daha ileri seviyede iyi yetişmemiz gerekir. Hem bilgi birikimi itibariyle bu böyledir, hem de mesleki konumumuz gereği, camide imam hatipsek kıraatimiz yönüyle, kıraatimizi çok daha ileri seviyede oluşturmamız gerekir. Bunu söyleyebilirim. Bunun dışında da, ben hatırlıyorum, ben 79 mezunuyum, 78 -79 yılında18 ders var. Ders sayısı olarak. 18 ders hatırlıyorum, 18. Ders sayısı olarak, başlık olarak. Ben o zaman şunları düşünüyordum; diyordum ki, bizim, lise eğitimi alan gençliğimizin, genel başarısı ne ki, o zaman liselerde de 12 civarında ders var normal liselerde. Bu şu demektir, imam hatip lisesi öğrenimi alan bir gence, normal lise eğitimi alan bir gençten yüzde elli daha fazla yükleme yapıyorsunuz. Düz liseden mezun olanların başarı ortalaması ne ki memleketimizde Türkiye’de, yüzde elli daha fazla yükleme yaparak bu gençlikten hangi verimi bekliyorsunuz. Ama şimdi demek ki, böyle bir problem yok. Dolayısıyla ben genel olarak, mesleki bilgi birikimi, bilgi aktarımı ve Kuran-ı Kerim merkezli görevin ifasında kıraat olarakçokdahaiyibireğitimalmamızgerektiğineinanıyorum. Bu da tabi müfredat programıyla ilgili teknik bir konu. Ve size önerim şu, eğer çevrenizde okul döneminin dışında mutlaka özel ders almanızı öneririm. Bu size, işin ehli olan bir hocanın sizinle daha fazla meşgul olmasını sağlayacaktır. Ve sizin ufkunuzu açacaktır. Yani sadece Kuran-ı Kerim okumanızı güzelleştirmiş olmayacaksınız, ondan değişik fikirler de almış olacaksınız. Sizin ufkunuzu açacaktır. Bu yönüyle mutlaka özel ders almayı ihmal etmeyin. Bizim ilimizde de bu imkânlar var.
Şimdi bizim Kuran Kursu öğreticilerimizden pek çok ablanıza gitseniz size Kuran-ı Kerim dersi verecektir. Siz bir hoca efendiye gitseniz çok rahatlıkla bu dersi alacaksınız. İmam-Hatip Lisesi mezunu öğrenciler Diyanet İşleri Teşkilatı’nda hangi görevleri alabilir? Kız öğrencilerimizle ilgili önce söyleyeyim. Tabi, Diyanet İşleri Başkanlığı’nda kız öğrencilerimizin görev alabileceği birkaç alan var. Bunlardan bir tanesi Kuran Kursu öğreticiliği. İkincisi, vaizelik. Üçüncüsü din hizmetleri uzmanlığı, dördüncüsü de il müftü yardımcılığı. Son dönemde uygulamaya konuldu bu da dördüncü başlık olarak. Şimdi tabi burada bir şeyin altını çizelim. Bütün kurumlar, eleman alımlarında, personel alımlarında, artık çıtayı yükseltti. Yani bir, İlahiyat Fakültesi mezunları, iki, İlahiyat Meslek Yüksek Okulu veya İlahiyat ön lisans mezunları, üç imam hatip lisesi mezunu artı hafız olanlar, ondan sonra da imam hatip lisesi mezunu olanlar, diyor. Şimdi bu söylediklerimi bir örnek üzerinde uygulamamız gerekirse; Sakarya Müftülüğü’ne on tane bayan personel alınacak. Bu sıralamaları da yaptık, şartları sıralarken. Bize yirminin üzerinde müracaat olur da on beşi de İlahiyat mezunu olursa, o zaman imam hatip lisesi mezununun bu on kişinin arasına girme şansı kendiliğinden ortadan kalkar. Ama on personel alınacak diye ilan edilip de beş tane ilahiyat mezunu iki tane ilahiyat ön lisans veya ilahiyat meslek yüksek okulu müracaat ederse, o zaman ne demektir bu, üç tane de imam hatip lisesi mezunu alabileceğiz demektir. Dolayısıyla, bu şartlarda, bizim kurumumuzda görev almak mümkün. Ama size bir ağabey tavsiyesi, önerisi, bu çalışmanızı mutlaka devam ettirin, devam ettirin. İlahiyat Fakültesi’ni bitirin. Yabancı dil olarak mutlaka Arapça ve batı dillerinden bir tanesini mutlaka halletmeye çalışın. Hedefinizde olsun. Yani hocam, katılır mısınız bilmiyorum, bizim okullarımızda yabancı dil öğretilmiyor, öğrenemiyorsunuz. Yani sınıfı geçiyoruz, ne hikmettir, ne kadar zor olursa olsun bir türlü sınıfları geçiyoruz, notları alıyoruz ama ondan sonra bitiyor. Bunlar bitiyor, bunun artık çok uzun vadeli olmayan daha kısa sürelerde dil meselesini halledecek programlar geliştirildi. Bu programları takip etmek lazım. Kaldı ki çok büyük paralar harcayarak kurslara da gitmeye gerek yok. İnternet aracılığıyla bu tür imkânlar da oluştu. Mahallinde de bu tür imkânları araştırmak lazım. Arapça, çünkü eğer Diyanet İşleri Başkanlığı’nda çalışacaksak biz, bizim demek ki olmazsa olmaz meşguliyetimiz Kuran ve Kuran’a bağlı diğer ilimler olacaktır. E onun da kaynakları, temel kaynakları Arapça çoğunlukla. Dolayısıyla bizim Arapça ile ilgili çalışmamız olmalı ve dediğim gibi batı dillerinden biri, bu da ağırlıklı olarak İngilizce olarak karşımıza çıkıyor. Bunun da geliştirilmesine ne yapmamız lazım, çalışmamız lazım. İmam, müezzin, vaiz olmak isteyen arkadaşlarımızın ne yapması gerekiyor? Şimdi, eğer hedefini Diyanet İşleri Başkanlığı’nda çalışmak üzere belirlemişse arkadaşınız, ki şimdiye kadar belirlemiş olması lazım. Bir defa biraz önce Kuran Kursu öğreticiliği, vaizelik, din hizmetleri uzmanlığı ve il müftü yardımcılığı için söylediğim şeyler erkek öğrencilerimiz için de geçerli. Şimdi, bundan sonra imam-hatip alımı yapılırken
11
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
önce ne diyecekler; ilahiyat mezunu olanlar. Ondan sonra ilahiyat meslek yüksek okulu ve ön lisans, ön lisans devam ediyor mu bilmiyorum, meslek yüksek okulu olarak devam ediyor belki, ondan mezun olanlar. Ondan sonra imam hatip lisesi mezunu artı hafız olanlar, sonra imam hatip lisesi mezunu olanlar diye böyle bir sınıflandırma yapılıyor. Dolayısıyla bizim mutlaka ileriye dönük çalışmalarımız olması lazım. Yani İlahiyat Fakültesini de hedeflememiz lazım. Bunun KPSS, devlet personel sınavı yapılıyor biliyorsunuz. O sınavlara giriliyor. Personel alımı artık bu kanalla oluyor. Bir; imam-hatip olacaksanız, bu personel sınavına gireceksiniz. İki, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın açtığı yeterlilik sınavına gireceksiniz. Ben imam-hatip olmak istiyorum. Şimdi, Kamu Personel Sınavı’nda yazılı olduğu için pratik ve uygulamayla ilgili zaaflar ve özellikler oluşu belli olmuyor. Ama yeterlilik sınavı olduğu zaman, bu sözlü mülakat şeklinde oluyor. O zaman diyoruz ki Fatiha Suresi’ni oku bakalım. Pratik yapabilir misin, yapamaz mısın? Ona göre yeterlilik belgesi veriyoruz. Demek ki KPSS sonuçları olacak, efendim yeterlilik belgesi olacak ve ondan sonra da işte diğer şeyler olacak. Bunlar tabi sıralamaya tabi. KPSS ortalamasıyla yeterlilik belgesi ortalaması 90 olan varken 75 olan alınmaz mesela. En yüksek puandan itibaren alımlar yapılır. Genel bir şey söyleyeyim; günden güne standartlar yükseliyor. Aranılan özellikler çoğalıyor ve çıta yükseliyor. Yani hangi alanda olursa olsun devlet memuru olabilmek dünden daha zor oldu bugün. Yarın bu günden daha zor olur. Ama gayret etmek lazım, çalışmak lazım. Şimdi bakınız biz yakında yüz on yedi Kuran Kursu öğreticisi alıyoruz. 4B sözleşmeli usulüyle yüz on yedi bayan Kuran Kursu öğreticisiyle sözleşme yaptık. Bu iyi bir imkân, şu anda da bana göre en avantajlı alan. Bunların sözleşmeleri daimi görev yapmalarını sağlayacak şekilde mi? Tabi 4/C vardı. On aylıktı aşağı yukarı sözleşme. Şimdi 12 aylık, devam ediyor. Yani, yarın öbür gün hangi çalışmalar yapılır, devletin genel bakışı ve imkânlarıyla ilgili bir değişiklik. Şimdi biraz da Sakarya’mızdan bahsedelim isterseniz. Sakarya genelinde kaç tane cami var ve imam, müezzin sayıları bunlara yeterli mi? İlimiz genelinde aşağı yukarı mescitler dâhil 330 cami ve mescidimiz var. Bunu il genelinde değerlendirdiğimizde 1208 camimiz var. İl genelinde. Aşağı yukarı 1020 civarında imam hatibimiz var. 131 civarında müezzinimiz var. Kuran kursları hakkında size bilgi vereyim; 93 tane merkezde Kuran kursumuz var. İl genelinde 137 tane Kuran kursumuz var. Kuran kursu öğreticilerimizle ilgili, il genelinde 245 Kuran kursu öğreticimiz var. 137 Kuran kursumuz var, 245 Kuran kursu öğreticimiz var. Hocam hemen her yerde dini konularda rehberliğe ihtiyaç duyulduğu düşünüldüğünde din görevlilerinin daha farklı alanlarda, daha çok sayıda olması gerekmez mi, bu konuda neler yapılabilir? Örneklendirmek lazım onu, yani şu alanda bir ihtiyaç var ama orada görevli yok diyebileceğimiz bir nokta var mı?
12
Hayır, şu anda yok. Ama hani hizmeti çeşitlendirmekTabi ben aksini düşünüyorum bu konuda. Bizim biraz hareketli olmamız gerekir diye düşünüyorum. Şimdi, aşağı yukarı, bizim her mahallede birkaç camimiz var. O mahallede problemi olan, sıkıntısı olan, rehberliğe ihtiyacı olan vatandaşlarımız doğrudan o cami görevlisiyle irtibat kurabilir. Merkezde 93 Kuran kursumuz var. Eğer problem sahibi bayansa, kendisine en yakın Kuran kursu öğreticisine giderek onunla diyaloga geçebilir. Ayrıca il müftülüğümüzde Aile Rehberlik Merkezi var. Vaizelerimiz var. Vaizlerimiz var. Efendim, telefonla veya bizzat gelip bizimle irtibata geçip rehberliğe ihtiyacı olduğunu, katkıya ihtiyacı olduğunu, desteğe ihtiyacı olduğunu ifade ettiğinde biz elimizden katkıyı ortaya koymaya çalışıyoruz. Bu yönü var. Bir de, bizim hem merkezde, hem belde ve köylerde ilçelerde belirli periyotlarla vaiz ve vaizelerimizle yaptığımız programlarımız var. A köyüne gidiyoruz daha önce ilanını yapıyoruz ve bayanlara yönelik programlar icra ediyoruz orada. Problemi olan, rehberliğe ihtiyacı olan bayanlar gelip bizim görevlilerimizle diyalog içerisine giriyorlar ve gerekli katkıyı alıyorlar. Dolayısıyla bizim şu andaki pozisyonumuz itibariyle bizim açımızdan bir boşluk yok. Bunu şu şekilde belki değerlendirebiliriz; şimdi okullarda ve üniversitelerde. Okullarda ve üniversitelerde bizim bu manada bir faaliyetimiz yok. Neden yok? Bu, arz talep işi. Yani Milli Eğitim Bakanlığı’nın her okulda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni var. Şimdi bu arkadaşlarımız bu faaliyetleri nasıl yaparlar, ne şekilde yaparlar, o Milli Eğitim Müdürlüğü’nün işi. Ama bizden böyle bir katkı istenilse biz, hiç zaman gözetmeksizin gece gündüz bu hizmeti vermek üzere gayret ederiz. E üniversite kendi alanında özerk bir kurum. E dolayısıyla oradan bize bir talep gelmediği sürece bizim kendimizden menkul oralarda programlar icra etmemiz, uygulamamız mümkün değil. Bir defa statü itibarıyla mümkün değil. Dolayısıyla bunlar o kurumlardan bize gelecek taleplerle ilgilidir. Bakınız yetiştirme yurtlarında, o genç çocuklara, yavrularımıza programlar yapıyoruz. Cezaevinde çok ağırlıklı olarak programımız var. Bir arkadaşımız haftada dört gün tam gün gidiyor cezaevine, bir arkadaşımız da haftada iki tam gün gidiyor. Cezaevinde de çok ciddi bir faaliyet gösteriyoruz. Dolayısıyla bizim zaviyemizden baktığınızda, hizmetlerin topluma ulaştırılmasında bir boşluğumuz yok. Bunlar daha da yoğunlaştırılabilir, kalitesi yükseltilebilir falan, onları tartışmamız lazım tabi. Ama bir boşluğumuz yok bu konuda. Son olarak bizlere söylemek istediğiniz bir husus var mı? Hem size öğrenciler olarak başarılar diliyorum, sizi tebrik ediyorum bu gayretinizden faaliyetinizden dolayı. Size rehberlik yapan hocalarımızı tebrik ediyoruz, onlara teşekkür ediyoruz. Ve hem okul olarak, hem öğrencilerimiz olarak daha aydınlık, daha başarılı gelecekler diliyoruz.
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
Chark caddesi S
izler gibi ben de seviyorum Çark Caddesini. Orada tek başınıza yürüseniz bile yalnız hissetmezsiniz, bir uçtan yürümeye başladınız mı hiç farkına varmadan öte uçta bulursunuz kendinizi. Öylesine sıcak, öylesine cana yakındır. Ancak şu son aylarda bir baştan diğer başa yürürken yüreğim yanıyor, garip gelecek ama içim sızlıyor; gördüklerim, duyduklarım karşısında. Zannediyorum ki içimizden bazı duyarlı dostlarım da benim gibi aynı üzüntüyü yaşıyor iç dünyasında. Gelin görün ki birçok insanın hele de yarınımız olan gençlerin hiç haberi bile olmuyor bizim yüreğimizi yakan bu durumdan. Çark Caddesi yıllardır, on yıllardır bizim vitrinimiz. Çark Caddesi bizim dışarıya açılan yüzümüz, yüz akımız… Böyle mi olmalı Çark Caddesi? Neden mi bahsediyorum? Hele bir bakın şu isimlere: ’’Salias, Moon, Beta, Rosse, Yells, Casa Mia, Beberon, Kanz, My Stecal, Weels, T- Shop, Wenice, Lenge, XLarge, Lacucino, Size, Simitzza, Loya, Another, World, Mylla… Efendim?..Yoksa siz bu kelimeleri ilk kez mi duyuyor, ilk kez mi görüyorsunuz? Lütfen bir gidin, görün; Uzak değil işte şurada, Sakarya’nın kalbinin attığı yerde: Çark Caddesi’nde. Sakın yanlış anlamayın, bunlar marka isimleri değil; onları zaten kabullendik. Bunlar iş yeri isimleri; bizim millî varlığımız, ortak değerlerimiz olan iş yerlerinin isimleri. “Ama nasıl olur?” mu diyorsunuz ? İşte ben de onu diyorum. Biri, üçü, beşi değil; çoğu, maalesef çoğu böyle… Eminim gidip konuşsanız bu isimleri kullanan iş yeri sahipleriyle, hepsi en az benim kadar sever vatanını, değerlerine bağlıdır ülkesinin, kutsallarına saygı duyar milletinin… Ama nedendir bilinmez bir özentidir gidiyor işte… Hayır, hayır kâr endişesiyle açıklanamaz. Pınar, Şenel, Şengül, Murat, Karınca, Samanyolu, Zümrüt, Yargıç ve adını yazamadığım aynı cadde üzerindeki bu ruhumuzu okşayan adlarla açılan iş yerleri zarar mı ediyorlar acaba? ‘Murat’ yerine
‘Mylla’.. demek kazancı katlayacak mı? Bu toplum bu kadar mı yozlaştı, kendi öz benliğinden uzaklaştı? Ya r ı n ı m ı z ı emanet edeceğimiz ana sınıfı, ilköğretim çağındaki daha dilimizi yeni öğrenen yavrularımızın bu manzara karşı sındaki durumunu bir düşünün. Neler ifade eder bu levhalar, bu görüntüler? Öğretmenlerinin onlara: ’Çocuklar Türkçemiz bir ummandır’ sözünü Çark Caddesi’ndeki bu durumla karşılaştırınca o rengârenk dünyalar yıkılmaz mı başlarına? Hem sadece mağazaların levhalarıyla kalsa iyi… Gezerken sizler şu kelimeleri duymuyor musunuz? Evet, evet hele bir kulak kabartın, hele bir dikkat kesilip dinleyin. Bakkalımız, dükkanımız; süper, hiper, mega, grosmarket olmadı mı? Evlerimiz dubleks, tripleks olmadı mı? Sunucumuz spiker, gücümüz efor, çalıştırıcımız chock(koç), teşekkürümüz mersi, gösteri salonlarımız showroom, evetimiz okey, kahvehanemiz cafe olmadı mı? Vatan aşkını kale surları gibi sağlam yoğuran İstiklal Şâirimiz Mehmet Akif: ”Bence iki şey mukaddestir: din ve dil.” diyor. Evet din ve dil. Birincisinin değerlendirmesini erbâbına bırakıyorum; ama yaklaşık otuz yılını bu dili öğrenmeye, öğretmeye ve yaşatmaya hasretmiş biri olarak dilimizin Çark Caddesi’ndeki ezilip horlanmasına öz vatanında parya muamelesi görmesine kahroluyorum. Âkif’imizin işaret ettiği kutsalımız, dilimiz elden gidiyor; yozlaşıyor, kayboluyor günden güne. Buna bir çare bulmayacak mıyız? Kırmadan, dökmeden, incitmeden insanlarımızı, iş yeri sahiplerimizi… Bakın Avrupa Birliği’ne girmenin eşiğindeyiz. Orada biz dilimizi, kültürümüzü koruduğumuz sürece
13
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
var olabiliriz ancak. Yoksa… Yoksa tarihin karanlık sayfaları önce dilini, kültürünü sonra da özgürlüğünü kaybeden milletlerle dolu. O meş’um mezarlık mı olmalı bu şanlı milletin yeri? Allah saklasın bu aziz milleti böyle bir akıbetten. Bizi geçmişimize bağlayan dilimizdir; geçmişten güç almayan milletler ne zaman geleceğe güvenle bakabildiler ki tarih boyunca. Dilimizdeki bu bozulma bizim millî felaketimiz olur. Acı, çok acıdır ki bu sadece Sakarya’mızın derdi de değildir. Genelde tüm yurdumuz aynı felaketle karşı karşıya değil mi zaten. Görmediniz mi İstanbul’da İstiklal Caddesi’ni? Ya da ne farkı var Ankara’da Sakarya Caddesi’nin, İzmir’de Kordon Boyu’nun, Bursa’da Heykel’in, Konya’da Zafer Meydanı’nın, Erzurum’da Cumhuriyet Caddesi’nin… Türkçe, tarihte nice devletlerin, nice imparatorlukların dili olmuştur. Yücelmiştir çağlar boyunca, yayılmıştır beş kıtaya ve yüceltmiştir kendini sevenleri, taşımıştır asırlara…
14
Cumhuriyetimizin bânisi Mustafa Kemal Atatürk sanki bu günler için söylemiş şu sözleri: ‘‘Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı dilerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.’’ Evet, kurtarmalıyız dilimizi; el birliğiyle, gönül birliğiyle… Başarmalıyız bunu. Yol yakınken aklımızı başımıza alalım. Bize yakışan yanlışı hemen terk etmek; güzel Türkçemizi yeni yüzyıllara gururla, izzetle taşımak olmalıdır. Yoksa korkarım dostlarım, yakında İzmit Caddesi’nde bir kafeteryamızın adında dilimizin en güzel kelimelerinden biri olan ‘‘aşk’’ımızı ‘‘ashk’’ yaptığımız gibi, yarın caddemizin adını da değiştireceğiz: ‘‘Chark Caddesi’’ yapacağız. Varın gerisini siz düşünün… Ali ÇİNİCİ Türk Dili ve Edebiyatı Uzman Öğretmeni
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
Bedir’den Çanakkale’ye T
arih tekerrür ediyor. 1915 insanlık tarihinde örneklerini çokça gördüğümüz imânın mânâdan maddeye, ete- kemiğe büründüğü ve küfre galebe çaldığı Gelibolu, Çanakkale... Yazıma bir itirafla başlamak istiyorum. Bendeniz 1960–1970 yıllarında Emin Oktay’ın ısmarlama, şuurdan yoksun tarih kitaplarıyla yetişmiş, 25 yıllık bir ilâhiyatçı ve öğretmenim. Çanakkale ve Gelibolu’ya 18 Mart 1915 günü meydana gelmiş bir taraf denizden, bir taraf ta karadan atışmış ve Seyit Onbaşı bir top mermisini göndermiş, koca bir düşman zırhlısını batırmış... Ve düşman yenilmiş geçip gitmiş. Hepsi bu kadar zanneden biri... Bundan beş-altı yıl kadar önceydi. Çanakkale’ye hazırladığım bir gezi programına kendim gitmedim ve rica minnet birkaç öğretmen arkadaşım öğrenciler bu geziyi gerçekleştirdiler. Ne vardı sanki Gelibolu’da? Denizle çevrilmiş kara parçası ve yeşil sahiller vs... Benim köyüm de deniz kenarında, sahili de daha yeşil. Oraya gideceğime köyüme giderim gibi düşüncelerle gitmemiştim geziye. Gezinin üzerinden 1–2 yıl geçmişti. Bir akşamüzeri yorgun bir halde okuldan eve döndüm. Daha oturmadan adını hatırlayamadığım bir televizyon kanalında bir belgesel. Olduğum yere çakılmış, sanki ilk defa duyuyormuşum gibi, Çanakkale ve Gelibolu destanı anlatılıyor. “ŞEHİTLİK MAHŞERİ ÇANAKKALE BELGESELİ”. İsmail Kahraman hazırlamış. Bu vesile ile kendisini hayırla yâd ediyorum. Nasıl da hata etmişim o yerleri deniz-taş-toprak olarak düşünmekle. O anda içime bir ateş düştü. Müthiş bir özlem. Derhal oraları görmeliydim. Karar verdim bir gezi daha
düzenleyecektim. Eğer gerçekleşt iremezsem kendim gidecektim o yerlere. O yer ki bir el kadar. Ancak dünya üzerinde Gelibolu benzeri bir toprak parçası daha yok. 250 km kare, ortalama bir metre kareye 5 bin mermi düşmüş. Gezilerimin birinde görmüştüm; camdan bir metre kare kapalı bir fanus, içine 5 bin boş mavzer kovanı koymuşlar. 5 cm yükseklik oluşturmuş. Hamilton bir konuşmasında “...sadece bugün 1800 şarapnel attık…”diyor. Tanesi yaklaşık 150–200 kg.(toplam günde 270–300 ton)Takriben 450 gün. Hem denizde hem karada. Bir tarafta bütün dünya ve bir yanda Osmanlı. Bir yanda son teknoloji savaş gücü ve silahları, diğer yanda her türlü imkânsızlık, ancak iman gücü. Netice;”Çanakkale geçilmez”. Toplam 500 bin insan zayiatı. Sadece Zığındere’deki Sargıyeri’nde (bir nevi ilk yardım sahra hastanesi) bir gecede 18 bin şehit. El ele tutsalar Gelibolu’yu kuşatırlar. Ertuğrul Koyu gözümün önüne geliyor. Küçücük bir kumsal. Yahya Çavuş ve altmış civarındaki arkadaşı tam bir destan yazmış. Üçü gazi gerisi şehit. Düşman ise dört bin zayiat. İzahı mümkün mü?
15
Hedefi olmayan gemiye hiçbir rüzgâr yardım edemez. Montaigne
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
Merhum Mehmet Akif’i “Ancak Bedr’in aslanları bu kadar şanlı idi” dediği için kınayanlar olmuş. Varsın beni de kınasınlar. Ben de o toprakları ziyaret edince ruhum coşuyor, Bedir Meydanı canlanıyor gözümün önünde. Mekke ve Medine’deki gibi gıdalanıyor. Cihad ruhum zirveye çıkıyor, haz alıyorum ve imanım güçleniyor. Hiç Mekke ile Medine ile kıyas kabul eder mi Çanakkale. Ama her zaman o kutsal beldelere gitmek ve orada arınmak imkânı da yok ki. Her iki beldede yaşananların özü bir; ”Tevhidi Mücadele” değil mi? Bu mücadele gayretinden olsa gerek 18 Mart yaklaşınca bir özlem düşüyor içime. Nasıl bir yol bulsam da gitsem, imânıma güç katsam. Milletler tarih şuuru ile güçlü hâle gelirler ve ayakta dururlar. Sanki yıllarca bu ülkede gizli bir el gençliğimizi bu şuurdan uzaklaştırıp, güçlü milletlere gıpta eden ve onların ideolojisini benimseyen bir nesil, müstemleke bir nesil meydana getirmeye çalışmış. Nihayet 1980’li yıllarda bir uyanış ve Gelibolu’ya sahip çıkış başlıyor. Son yıllarda çok yoğun ve sevindirici şeyler oluyor orada. Devlet sahip çıkmış. Yeni yeni şehitlikler, yollar, oraları ziyareti özendirip kolaylaştıracak programlar. Burada bir tanesini anmazsam sorumluluğumu yerine getirmiş olmam diye düşünüyorum; düşünüp sebep olanlardan Allah razı olsun. Bu yıl dördüncüsü yapılacak sponsorluğunu Türsab’ın (Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği)yaptığı ve Milli Eğitim Bakanlığının yürüttüğü 18 Mart Deniz zaferi kutlamalarına katılıp, şehitlikleri ziyaret içeren bir gezi programı bu. Birincisinde her ilden bir otobüs dolusu öğrenci. Başlarındaki öğretmenleri ve verilen rehberleriyle 1–2 gece konaklamalı ve bütün
16
masrafları sponsorların üstlendiği tam bir şuurlandırma operasyonu. O yıl 80’in üzerinde otobüs gelmişti. Hiç bir şey esirgenmeden yapılıyor. Özellikle 2005’te daha da akılcı. Öğrencilerin başarılı ve ihtiyaç sahibi olmalarına dikkat edilmiş. Bu vesileyle Milli Eğitim Bakanlığını ve Türsab’ı kutluyorum. Bu programın genişletilerek devamını diliyorum. Hassaten iyi bir rehber eşliğinde gençlerin onlarda şehâdet ruhunu diriltmek için Gelibolu’ya götürülmesinde çok büyük yararlar görüyorum. Görsünler ve anlasınlar ki bu vatanı bize dedelerimiz bedelini ”kanlacanla” ödeyerek miras bırakmış. Ve desinler ki:”Bu canımız bedenimizde, kanımız da damarlarımızda dolaşırken vatanımızı namerde teslim etmeyiz. HAKK’ın hâkimiyeti için canımız feda olsun. İngiliz Deniz Bakanı Churchill Çanakkale yenilgisi sebebiyle yargılandığı mahkemede sıkışınca şöyle haykırıyor:”Anlamıyor musunuz, biz Çanakkale’de Türkler ile değil Allah ile harp ettik. Tabiî ki yenildik...”Başta dediğimiz gibi tarih nasılda tekerrür ediyor. Yıl 624 yer Bedir; bir avuç mümin kendilerinden üç kat daha güçlü ve savaşmaya gelmiş bir ordu. Ancak Ebu Cehil de Churchill gibi karşısındakilerin Allah’a inandıklarını ve O’nu tek ilah olarak tanıdıklarını; onlarla savaşmanın, onların rabbi olan Allah ile savaşmak olacağını ve elbette Allah’ın galip geleceğini söylüyordu. Yazıma beynimi kemiren bir soruyla son vermek istiyorum. Düşmanın Çanakkale’yi geçerek İstanbul’a ulaşmasını engellemek için kanını, canını ortaya koyan bu millet bunu kuru bir toprak parçası için mi yapmıştı? Bu milletin Çanakkale’de “kapıdan sokmadığını” daha sonra “batılılaşmak” uğruna bu ülkeye hâkim olanlar “bacadan” sokmadılar mı? Şehitlerin uğruna şehit oldukları değerlerimiz nerede? Boşuna mı siper ettik gövdemizi Çanakkale’de? Bunca Mehmed’in şahadeti boşuna mıydı? Avrupa Birliği kapılarında... İnşallah boşuna olmayacak o ruh diri kaldıkça... İbrahim Birol ERGÜN Meslek Dersleri Uzman Öğretmeni
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
Yahya Kemâl Beyatlı 2
Aralık 1884 tarihinde Üsküp’te doğdu. Asıl adı Ahmed Agâh’tır. İlk öğrenimini İstanbul’da Vefa Lisesi’nde tamamladı. Paris’e giderek (1903) bir yıl bir kolejde fransızcasını ilerlettikten sonra Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girdi. Dokuz yıl kaldığı Paris’ten döndükten (1912) sonra, İstanbul’da üniversitede çeşitli dersler okuttu (1915-1923), Urfa milletvekili oldu (1923); Varşova (1926), Madrid (1929) Ortaelçiliklerine atandı, Tekirdağ (1935-1942) ve İstanbul (1943-1946) milletvekilliklerinde bulundu. Büyükelçi olarak Pakistan’a gitti (1948), bir yıl sonra emekliye ayrılarak yurda döndü (1949). Rumelihisarı mezarlığında gömülü. Spor ve Sergi Sarayı civarındaki parka bir anıtı dikildi. (1968) Kişiliğini Paris’te okurken ünlü tarihçi Albert Sorel’in derslerinden aldığı tarih zevkiyle, Fransız şâirlerinin (Jean Moreas, Baudelaire, Verlaine, vb.) ölçü ve biçim güzelliklerinde buldu. Paris’e gidişi, sanat çevrelerinde kendini yetiştirmesine sebep oldu. Paris öncesi var olan Abdülhak Hamid ve Servet-i Fünûn şiiri etkisinden kendisini böylelikle kurtardı, klasik Divan şiirimizi batı şiirindeki bütünlük anlayışıyla ele aldı. Avrupa dönüşü Yeni Mecmua’da “Bulunmuş Sayfalar” başlığıyla yayımladığı gazel ve şarkılarla tanındı. (1918) Bu neoklasik şiirler, onun çıkış noktasının Osmanlı tarih ve şiiri olduğunu gösterdiği gibi, sonradan yeni şekiller ve sade dille yazdıklarında da şâirin genel olarak Osmanlı medeniyet ve kültürüne bağlı kaldığı görülür. Onda tarih, vatan, millet ve İstanbul sevgisi, hep bu açıdan işlenir. Osmanlı medeniyeti yüzyıllar boyu en yüce eserlerini İstanbul’da oluşturduğu için, Yahya Kemâl’deki İstanbul, Boğaziçi ve Türk Musikisi hayranlığına, tabiat güzellikleri yanı sıra, tarih değerleri de girer. Duygu, düşünce ve hayâli ustalıkla kaynaştıran şâir, pek çoğuna hikaye karakteri verdiği lirik-epik şiirlerinin konularını aşk, tabiat, deniz, ölüm ve sonsuzluktan da alır. İç ahengi her şeyden üstün tutuşu, şiiri “musikiden başka türlü bir musiki” kabul edişi; “Ok” şiiri bir yana, bütün şiirlerini, bu ahengin sağlanmasına daha elverişli gördüğü aruzla yazmasına sebep oldu. Yahya Kemâl, şiirlerini, makale ve hikayelerini sağlığında kitaplarda toplamamış, eserleri dergilerde, dağınık kalmıştı.
(1884-1958)
Ölümünden sonra dostları ve hayranları tarafından bir Yahya Kemâl’i Sevenler Cemiyeti kurulduğu gibi, İstanbul Fetih Cemiyeti’ne bağlı bir de Yahya Kemal Enstitüsü ve Müzesi açıldı. (1961) Bu Enstitü’nün yayımlamaya başladığı Yahya Kemâl Külliyatı’nda şâirin ilk üçü şiirlerini; diğeri makale, deneme ve anılarını derleyen şu eserleri çıktı: Kendi Gök Kubbemiz (1961), Eski Şiirin Rüzgarıyla (1962), Rübailer ve Hayyam Rübailerini Türkçe Söyleyiş (1963), Aziz İstanbul (1964), Eğil Dağlar (1966), Siyasi Hikayeler (1968), Siyasi ve Edebi Portreler (1968), Edebiyata Dair (1971), Çocukluğum, Gençliğim, Siyasi ve Edebi Hatıralarım (1973), Tarih Müsahabeleri (1975), Bitmemiş Şiirler (1976), Mektuplar-Makaleler (1977) Hakkında yayımlanan kitapların sayısı yirmiyi geçer.
YAHYA KEMAL`in SÖYLEDIGI SON BEYIT: Ölmek kaderde var, yaşayıp köhnemek hazin Bir çare yok mudur buna ya Rabbel`âlemin? RİNDLERİN ÖLÜMÜ Hâfız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış; Yeniden hergün açarmış kanayan rengiyle, Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış Eski Şiraz’ı hayâl ettiren âhengiyle. Ölüm âsûde bahar ülkesidir bir rinde; Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter, Ve serin serviler altında kalan kabrinde Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.
17
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
Çığlık Sahi, nedir şu çığlık dediğimiz? Korkuya bedel mi, ödediğimiz? Müstear mı, zamana verdiğimiz? En son marifet mi, becerdiğimiz?
Bir rüya mı, yoksa bir intihar mı? Deprem gibi mi, zemini sarsar mı? Yarın ölecek olan bu insan mı? Çığlık ne, eski bir karabasan mı?
Çığlık semadan yağan mavi bir kar. Şiir kadar akla hayâle zarar. Nihayet kadar yerinde bir karar. Erimek kadar masumca bir firar.
Hüsna BAKA İ 9-E
18
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
Stresten Kurtulmanın Çaresi Y
üce Mevlâ’mız Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde kutsal kitabımızın bir rahmet ve şifa kaynağı olduğunu vurgular. Nitekim İsra suresi 82. ayette de şöyle buyurur: “Biz Kur’an’dan öyle bir şey indiriyoruz ki müminler için şifa ve rahmettir.” Şimdi sizlere Amerika’da yapılan bir araştırmadan ve sonuçlarından bahsetmek istiyorum. Araştırma Kur’an’ın insanlara rahmet ve şifa olarak indirilmesiyle ilgili ayetlere istinaden yapılmıştır. Halen Amerika’da bulunan ve çalışmalarını sürdüren Müslüman ilim adamı Ahmed El Kadi tarafından yürütülen bu çalışmada Kur’an’ın insan üzerinde fiziki tesiri (şifa özelliği) bulunup bulunmadığı araştırılacak ve bu tesir bilgisayarlarla donatılmış olan en modern gözleme cihazlarıyla tespit edilecekti. Araştırma için Müslüman olmayan, Arapça bilmeyen ve yaşları farklı olan kadın ve erkek gönüllüler seçildi. Yani Kur’an’ın iyileştirici tesiri, araştırmanın başarısı için onu hiç tanımamış olan denekler üzerinde denenecekti. Araştırma sırasında gönüllülere Kur’an’ın
Arapça metninin aslı ile birlikte İngilizce tercümesi de dinletildi. Bu arada Kur’an değişik seslerden dinletiliyor ve böylelikle sesin tesiri ve özelliği göz önünde tutuluyordu. Bir yıl boyunca sürdürülen bu çalışmalardan sonra ortaya çıkan sonuç tek kelime ile olağanüstüydü. Çünkü Kur’an’ı dinleyen gönüllülerin %97’sindeki gerilim açık bir şekilde azalmış ve bu gerilim azaltıcı tesir, fizyolojik aksi tesirlerinin otonom sinir sistemine yansımasıyla meydana gelmişti. Stresin yakın zamana kadar tedavi yolları araştırılıp bir türlü bulunamayan hastalıkların sebebi olduğu bilinmektedir. Ve stres başta tansiyon olmak üzere kolit ülser, baş ağrısı ve cilt hastalıkları gibi birçok hastalığın ana kaynağıdır. O halde stres halini kaldıran Kur’an, gerçekten insanoğluna rahmet ve şifa olmaktadır. Yani Kur’an ona tabi olanlara ebedi saadetle birlikte, dünya saadetini de hediye etmektedir. Çağımız stres çağı olduğuna göre, biz de bu çağın insanı olduğumuza göre tek çaremiz Kur’an-ı Kerim’i bol bol okumaktır.
Selami GÜRSOY Meslek Dersleri Öğr.
19
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
Sen yine gel! Yeni doğmuş bebeğin kalbiyle sevdik biz seni. Kuşun heyecanla, hızla atan yüreğiyle... Bülbülün güle kavuşabilme hevesiyle sevdik Efendim! Dünya gözüyle görememenin üzüntüsüyle, ama cennette buluşabilme isteğiyle sevdik Seni. Seni dünya gözüyle görenler doğduğun günü anlatıyorlardı; o sürpriz geceyi. İşte şöyle diyorlardı: Gökyüzü o gece daha parlak, daha heyecanlıydı. Sanki bir sır biliyor da söylemek istemiyor gibiydi. Her yerde bir sessizlik hâkimdi. Mecnunlar bir türlü uykuya dalamıyordu, bülbüllerin gülleri için hazırladıkları şarkıları söyleyecek sesleri çıkmıyordu. Çiçekler bir türlü açamıyor, o güzel kokularını yayamıyorlardı. Baharın geldiğini müjdeleyemiyorlardı. Etraftan çıt çıkmıyordu ki Amine’nin evi bozmuştu bu sessizliği. Bahar büyük bir sürprizle gelmiş, beklenen misafiri getirmişti, ümmetinin Efendisi’ni. İşte bahar şimdi gelmişti. Gönüllerde iman çiçekleri açmış, o güzel kokularını yayıyordu. Mecnunlar gerçek Leyla’sına kavuşmuştu; böylece Leyla, Mecnun’unun gönlünde en güzel yerini almıştı. Bülbül Gül’e sevdasını şakıyordu en güzel sesiyle. Şarkısını söylerken kalbi bir başka atıyor, yerinden fırlayacak gibi oluyordu. Artık herkes gerçek Leyla’sını tanıyor, gerçek Gül’ü biliyordu. Dikenler vardı bir de. Gül’e ulaşmak isteyenlerin elini kanatan dikenler. Gül’ün değerini azaltmak isteyen dikenler. Ama Sen bunlara karşın, açtıkça açtın, açıldıkça açıldın. Dikenlere inat o mis kokunu yaydın etrafa. Yeni gül bahçeleri oluşturmaktı amacın, bahçenin bahçıvanını tanımaktı görevin. Yeni tohumlar ekip, verimli gül bahçeleri elde etmekti isteğin. Kimi zaman dikenler canını yakmıştı ama Sen buna aldırmamıştın. Çünkü dikenler olmasa güllerin değeri nasıl anlaşılabilirdi ki? Eğer Sen isteseydin bahçıvan’dan; O, dikenleri de budardı. Ama Sen belki onlar da tomurcuk verir diye istemedin. İşte Sen bu güzelliklerle geldin. Şefkatinle, sevginle, sabrınla geldin. Tüm güzelliğinle geldin, herkes için ayrı ayrı geldin. Sevmeye geldin, sevdirmeye geldin. Sen yine gel Efendim! Yağmur yağarken gel, güneş açarken, toprak mis kokarken gel. Şafak sökerken, güneş batarken, gece gündüze yerini verirken gel! Deniz dalgalanırken, mevsimler değişirken, rüzgâr tatlı tatlı eserken gel! Kuşlar göç ederken gel! Layık değiliz ama Sen yine de gel! Ne olur hiç olmazsa gecelerimize, rüyalarımıza gel! Feyza GÜRSOY A 10/A Arkadaşımızın bu yazısı okulumuz Tiyatro Kulübü tarafından Kutlu Doğum Haftası münasebeti ile düzenlenen kompozisyon yarışmasında 1. olmuştur.
20
Kaldı izin Rasulüm Seni düşündüğüm gecelerde gel yanıma, Gel de güller açsın şu solmuş baharıma, Sen olmadan nasıl bakarım ben yarına, Sensiz geçen günlerim zulüm bana Rasulum. Yüzün suyu hürmetine yaratıldı masiva, Tutkundu gönüller senin aşkına daima, Bir gün peygamber oluşunu haykıracaktı sema, Nurla doldu tüm evren sen gelince Rasulum. İçimdeki hasretin yaktı eritti beni, Yunus’un dediği gibi bana seni gerek seni, Neler vermem bir görmeye o güzel çehreni, Bir gece rüyama gel göreyim seni Rasulum. İstemez miydim şimdi kızın Fatıma olmak, Seninle birlikte cennette sonsuzluğa doymak, Şimdiki amellerim dediklerime çok uzak, Sen bana ahirette yardım eyle Rasulum. Aklımdan hiç çıkmıyorsun bir an bile olsa, Kalbim nûrunla doluyor, sana her salâttan sonra, Şefaatini alabilmek bu halimle pek zor olsa, Geçiyor günler haftalar, ben aynı yerdeyim Rasulum. Hayâlinle yaşamak bile beni mutlu ediyor, Seni yanımda hissedişim bana huzur veriyor, Artık insanlar senin sünnetlerine uymuyor, Bir gün gel evimize gör bizleri Rasulum. Günahkâr ümmetin artık senden medet ister, Tövbekârların yüzü ancak senin yolunda güler, Sensiz olan bu gönlüm bilmem artık neyler, Bekletme bizleri gel, sensiz kaldı gönüller Rasulum. Allahümme salli âlâ seyyidinâ Muhammed, Sana sonsuz selam olsun, ey sevgili, Ya medet, Âşikar ümmetini ne olursun bir kez affet, Gitsen de gönlümüzde kaldı izin Rasulum, Seni böyle şiirlere sığdıramam Rasulum. Kevser TÜRKYILMAZ A 10/A Arkadaşımızın bu eseri okulumuz Tiyatro Kulübü tarafından Kutlu Doğum Haftası münasebeti ile düzenlenen şiir yarışmasında 1. olmuştur.
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
Yirmi üç milyon insanın hikâyesi İ lk araba, ilk maaş, ilk tanışma gibi insanın bir sanat şaheseriyle, tarihi bir eserle ya da bir tabiat harikasıyla ilk karşılaşması da çok önemli. İlk kez gördüğünüz birine karşı kaynağı belirsiz bir sıcaklık hissetmeniz gibi sanat eserleri veya tarihi eserler de yüreğinize hitap ederse imkânı yok içinizi kavuran yenilerini görme, daha fazlasını tanıma isteğine karşı koyamazsınız. Gerçek bir sanat müzesine ilk defa altı yedi ay önce girdim. Kısmı aydınlatılmış galerilerde önümdeki devasa tuvalleri dolduran renkleri, fırça darbelerini, puslu bir camın ardından bakar gibi duran suratları seyrederken, gerçek bir Rembrant, Vermeer görmek için, sadece bunun için gelmiş kaç insanın o an benimle Rijks Museum’da olduğunu düşündüm. Sanatın evrenselliği bu olsa gerek. Dünyanın bir ucundaki bir insanın, dünyanın başka ucunda yıllar yıllar önce yaşamış sanatçı azınlığın ürettiklerini benimsemesi, sahiplenmesi, onlarda kendinden bir şeyler bulması, kendine bir şeyler daha katmak için binlerce kilometre yol alması. Yeni bir ülke, şehir görmek için insanı çağıran da benzer duygular aslında. Aynı tanıdıklık, hatta aitlik hissi. Çünkü dünyanın bütün mahallelerinde aynı insanoğlu yaşar, insanoğlunun yaşadığı çevredeki devinimleri, gidip gelmeleri hep aynıdır. Bu yüzden hiç bir yer çok uzak, çok yabancı gelmez insana. Ancak yine de tanıdık olmayan bir şeyler vardır. Aynı melodiye sahip şarkıyı farklı dillerde söylemek gibi. Aşina, çocukken yatağınızın başında okunan ninniler kadar size ait ama bilmediğiniz şeyleri de içeriyor. Keşfedilecek bir sürü şey de var. Yine bu yüzden yeni görülen bir yer anlatılırken farklılıklar ve benzerlikler üzerinde durur insanlar ister istemez. Bir tarihi eseri, tabiat harikasını görmek için bulunuyorsa insan yabancı bir yerde, görmek istediklerinden başkasını görmez gözleri. Gördükleri bulunduğu mekândan, tarihten kopup sadece ona ait olur. Gördüklerinin dâhil olmadığı bir uygarlığı, coğrafyayı anlattığını aklına bile getirmez, yalın bir sahiplenmeyle seyreder, fotoğraflar onları. İnsanın yeni, yabancı bir yeri görmesi yepyeni etkileşimler demek aslında. Yeni bir yerin damarlarına karışmak, onu hissetmek, dönerken ondan bir şeyler götürmek
ve ölene kadar ondan sana aitmiş gibi bahsetmek demek. Aylar önceki bulutlu Ağustos gününde bunları düşünüp sanatın, kültürün, estetiğin evrenselliği anladığımı düşünürken yeni bir şeyi daha anladığımı fark ettim. Turizmin neden bu kadar önemsenen bir sektör olduğunu. Tıpkı sağlık, eğitim gibi insanın en temel ihtiyaçlarından birini karşılamasına yardım ettiği için. Sağladığı hatırı sayılır gelir bir yana ülkeleri, şehirleri, insanların gidip gelmeleriyle kaynaştırdığı, birbirimizi anlamamıza, birbirimizle anlaşmamıza imkân tanıyan ortak zeminleri genişlettiği için. Medyada yer alan haberlere göre geçen yıl ülkemizi yirmi üç milyondan fazla insan ziyaret etmiş. Bu demektir yirmi üç milyon kişi, pek çok ülkenin nüfusundan daha fazla insan bizimle, ortak kültürümüzle, coğrafyamızla, tarihimizle ilişki kurdu. İsterse geldiği gibi bir otele yerleşsin, yine de bizim hissettiklerimize bir tarafından ortak oldu. Bu ülkedeki insanların yaşadıklarına paralel saatleri dakikaları oldu. Muazzam bir şey bu. Sonra en az yirmi üç milyon insan daha bu ülkeden haberdar oldu. Uzak bir akrabalık bağı gibi, uzak bir gönül bağı kuruldu kıtalar, ülkeler, şehirlerarasında. Bu ülkenin hikâyesine yirmi üç milyon insanın hikâyesi daha eklenmiş oldu. Canlılıkları neredeyse insanlara benzeyen şehirler, ülkeler neyle büyür? Tabi ki hikâyelerle. Her hikâye bir şey daha katar onlara, binalarına bir taş daha ekler. Şehirlerin isimlerine derin manalar yükleyen, imgeler uyandıran, insanları âşık eden bu hikâyeler işte. Bize yeni hikâyeler kazandıracak şey de turizm. İhtiyacımız olansa sahip olduğumuz tabii, tarihi ve sanatsal varlığa karşı biraz duyarlılık.
Hüsna BAKA İ 9/E
* Arkadaşımızın bu kompozisyonu Sakarya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından Turizm Haftası nedeniyle düzenlenen Liselerarası Kompozisyon yarışmasında birincilik ödülüne layık görülmüştür.
21
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
Bunları biliyor musunuz? Kedilerin beyninde 32 adet kas vardır. Kereviz yerken harcanan kalori, kerevizin içindeki kaloriden daha fazladır. Sümüklü böceklerin dört tane burnu vardır. Bir devekuşunun gözü beyninden büyüktür. Hipopotamlar insandan daha hızlı koşarlar. Meşe ağaçları elli yaşına gelmeden meşe palamudu üretemezler. Hawaii alfabesinde sadece 12 harf bulunmaktadır. Güney Kore başkenti Seul, Kore dilinde ‘başkent’ anlamına gelmektedir. Ortalama bir erkek, hayatının 3350 saatini tıraş olmak için harcar. Geçen 3500 yılın, sadece 230 yılı barış içinde yaşanmıştır. Sallanan sandalyede hiç durmadan sallanma rekoru 440 saattir. İnsan saçı, üç kilo ağırlık kaldırabilecek esnekliktedir. Yataktan düşerek ölme olasılığı iki milyonda birdir. Sadece dişi sivrisinek yaşıyor. İnciler sirkede erir. En fazla asfaltlı yola sahip ülke Fransa’dır. Albert Einstein dokuz yaşına kadar düzgün konuşamamıştı. Paraguay devletinde her iki taraf da kan bağışında bulunursa, düello yapmalarına izin verilir. Eyfel Kulesi’nin tepesine çıkana kadar 1792 basamak vardır. Hindistan’da oyun kâğıtları yuvarlaktır. Çocuklar baharda daha fazla büyüyor. Ödemeli telefon konuşmalarının çoğu babalar gününde ediliyor. Eğer Barbie gerçekten yaşasaydı vücut ölçüleri 97-72-82 cm olacaktı. Her dört Amerikalıdan biri mutlaka televizyonda görünüyor. Uyurken, televizyon seyrederken yaktığımızdan daha fazla kalori harcıyoruz. Kelebekler ayaklarıyla tat alırlar. Sarışınların esmerlere göre daha fazla saçı vardır. Kadınlar erkeklere oranla iki kat fazla göz kırpar. BERRANUR TÜRELİ İ 11/A
22
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
Peygamber mesleği D
ünyada öyle meslekler vardır ki, mensupları için iftihar vesilesidir. Bizim mensubu olduğumuz öğretmenlik de bunlardan birisi ve belki de en önemlisidir. En önemlisidir diyorum, çünkü öğretmenliğin ne kadar kutsal bir meslek olduğunu hepimiz biliyoruz. Doğrudur, öğretmenlik hakikaten kutsal, hem de çok kutsal bir meslek. İyi ama, ona bu kutsallığı veren nedir? diye kendime sorduğumda düşüncelerim bana şu cevabı veriyor: Çünkü bu meslek, peygamber mesleğidir. Evet, bu meslek “peygamber mesleği”dir. Zira her iki zümrenin yaptığı iş genel hatlarıyla aynı: İnsan terbiyesi; yani eğitim. Yaratıldığı andan beri zaman zaman yaratılış gayesini unutan ve bazen fert, bazen de millet halinde iyilik ve doğruluktan ayrılan, kendisine gösterilen istikametten sapan insanoğlu, bu durumlar dan kurtulmak için bazı “yol göstericiler”e ihtiyaç duymuştur. İnsanı bir damla sudan yarattıktan sonra, onu “eşref-i mahlûkat” ünvanıyla şereflendiren Cenâb-ı Allah, mahlûkunun “esfel-i sâfilin” derecesine düşüp bu kutsi hüviyetini kaybetmemesi için peygamberler tayin etmiştir. Bu ‘mümtaz zatların’ vazifesi, insanlara doğru yolu göstermek, onları iyiye ve güzele
yöneltmek, her türlü kötülüklerden arındırarak her yönüyle mükemmel bir insan derecesine yükseltmektir. Bu amaca ulaşmak için de uygulanan metod, tabii ki terbiye metodudur. Yani eğitimdir. Bir de öğretmene bakalım. Onun yaptığı iş nedir? Yukarıda saydığımız görevleri öğretmen için de söyleyebiliriz pekâlâ. Çünkü, onun da ham madde olarak önüne konan ve belirlenen gayelere göre şekillendirilmesi istenen, insan değil midir? Zaten peygamberler de bir nevi öğretmendir. O halde, her iki mesleğin de işi eğitim, hammaddesi insan. İşte öğretmenlik mesleğinin şerefi, kutsiIiği buradan kaynaklanıyor: Yüce bir varlık olan insanı eğitmek, yönlendirmek. Konu eğitim olunca, eğitme işinin güçlüğü de hemen kendisini gösteriyor tabii. Elbette eğitim çok önemli, önemli olduğu nispette de güç bir iş. Nitekim, arada bir, öğrencilerimizin yaramazlığına, tembelliğine kızarak, “Bu çocuklardan da, bu meslekten de bıktım artık.” deriz. Bu şekvaya hakkımız yok değil. Bir bakır cevherini iş lemek, ona şekil vermek kolaydır, ama ya insana? İnsana şekil vermek kolay mı? Tabii ki değil. Çünkü insan yalnız maddî değil, aynı zamanda mânevi bir varlık. O, vücutla birlikte bir de rûha sahip. Onun eğitime muhatap olan yönü de bu mânevi yapısıdır, rûhudur. İnsanı terbiye etme işi, işte bunun için güçtür. Ancak öğretmen camiası, bu güç işin gerektirdiği sabır ve metaneti her zaman göstererek büyük bir istek ve azimle çalışmaktadır. Her ne kadar bedenimizde
23
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
yorgunluk, yüzümüzde bıkkınlık ifa deleri varsa da, ne kadar şikayet etsek de, yine büyük fedâkarlıklarla, bazen sağlığımızı hiçe sayarak, bazen ailevî meselelerimizi ikinci plana atarak sevgi yumağı sınıflarımıza girer, vazifemizin gerektirdiği sorumlulukları yerine getirmeye çalışırız. Çünkü, öğretmenin vicdanı, görevini ihmal etmesine asla müsaade etmez. O, vicdanıyla kendi kendisini teftiş eder. Kanuni mesuliyet bir yana, en azından “yaptığım işin bedeli olarak aldığım ücreti hak edeyim” düşüncesiyle, istidadı ölçüsünde yapabileceğinin en iyisini yapmaya gayret eder. Ama az başarılı olur, ama çok. Önemli olan vazife şuurudur, iyi niyettir. Gerçi bazen nefsimiz bize baskı yapar. Der ki: “Kendini fazla yorma, sen ne kadar uğraşsan da onlar yine bildiklerini yapar. Hem aldığın ücret ne ki? Bu paraya bu kadar çalışılır.” Bu ve benzeri düşünceler zaman zaman bizi yoklar. Hatta bu şekildeki düşünceleri alenen söylediğimiz de olur. Halbuki, ücretimiz az diye öğrencilerimizi suçlamaya hiç hakkımız yok. Onların ne kabahati var ki bir nevi onları cezalandırmaya kalkışıyoruz? Hem düşünelim bir kere: Ümmetlerini eğitme yolunda bin bir cefâya katlanan Allah’ın sev gili kulları, bu hizmetlerine mukabil kaç lira ücret aldılar? Horlandılar, iğrenç işkencelere maruz kaldılar, fakat her şeye rağmen, vazifelerini ihmal etmediler.
Bunu yaparken karşılığında bekledikleri tek bir şey vardı: Allah’ın rızası. Evet, Allah’ın rızasını kazanarak O’nun sevgili kulu olmak. O halde biz öğretmenler de, öncelikle mesleğimizin mânevi yönünü dikkate almalıyız. Ne kadar ücret aldığımızı değil, bize emanet edilen öğrencilerimize ne ölçüde faydalı olduğumuzu, onları yeterince eğitip eğitemediğimizi, onlara hangi iyi davranışları kazandırdığımızı düşünmeliyiz. Belki, yaptığımız işin karşılığında aldığımız ücret emeğimizin hakkı değil, ama acaba hiç olmazsa bu “az ücret” in karşılığını verebiliyor muyuz? Bunu almayı hak edebiliyor muyuz? İşte, yaptığımız işin şerefli, kutsal olduğunu söylerken asıl üzerinde durulması gereken bu husustur sanırım. Yazımıza son verirken sözün özünü şöyle belirtelim: Öğretmenliğin kutsiliğine, şerefli, itibarlı bir meslek olduğuna gerçekten inanıyorsak, yaptığımız işin sonunda göreceğimiz mânevi faydaları düşünerek nefislerimizi mağlup, gönüllerimizi tatmin edelim ve peygamberlerin vârisleri olmaya lâyık olalım.
Necati KARADAĞ Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
24
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
Eğitimde laboratuvar Ö
ğrencilerin bilgilerini gözlem ve deneyler yaparak kazandıkları, teorik bilgileri pratik olarak uyguladıkları bir metoddur Günümüzde fen derslerinin yanı sıra sosyal derslerde de kullanılmaya başlanan bu yöntem, öğrencilerin el becerilerini geliştirirken, bir yandan yapılacak işi idare kabiliyeti kazandırmakta, bir yandan da analiz, sentez ve gözlem becerilerini artırmaktadır. Öğrencilerin öğretim konularını laboratuar veya özel donanımlı dersliklerde bireysel veya gruplar halinde gözlem, deney, yaparak-yaşayarak öğrenme ve gösteri gibi tekniklerle araştırarak öğrenmelerinde izledikleri yoldur. Laboratuvar yöntemini ve bu arada kullanılan gözlem, deney ve gösteri gibi teknikleri belirtmek için bazen “sezgisel metodlar” kavramı da kullanılmaktadır. Şöyle ki, eşyalardan başlayarak, duyular yoluyla yapılan öğretime “sezgisel öğretim” denir. Bu sezgisel öğretimi gerçekleştiren laboratuvar yöntemi ve onun içinde kullanılan gözlem, deney ve gösteri tekniklerine” sezgisel yöntemler” denir. Laboratuvar metodunu kullanmanın faydaları Laboratuvar yöntemiyle öğrenci
deneyin nasıl düzenleneceğini, neler yapılacağını ve deneyin nasıl sonuçlandığını görür. Öğrenci, bilgi elde etme sisteminin içinde yaşar. Bütün bu aşamalarda aktif olan öğrencidir. Yö nte m i n duyulara hitap etmesi ve bir çok duyunun kullanılmasını sağlaması öğrenmeyi kolaylaştırmaktadır. Bilimsel bilgi kazandırmanın ilk aşaması olan bu yöntemde öğrenciler bilgiyi (bu bilginin önceden keşfedilmiş olması öğrenci açısından pek önemli değildir) keşfederler. Bu keşfedici yaklaşımla öğrenci, problem çözmede ve bilimsel çalışmalarda yeni mesafeler kat etmektedir. Öğretimde bireyselliğe yer verir. Öğrenme kuvvetli ve etkili olur. Öğrenilenlerin unutulmaması ve gerektiğinde hemen uygulanabilmesi veya kullanılabilmesi özellikleri vardır. Yöntemin el becerilerini geliştirmesi, araştırmayı teşvik etmesi, öğrencileri aktif hale getirmesi, bilimsel ilgi uyandırması, yaratıcı düşünceyi geliştirmesi, yapılan yanlışlıklara anında müdahalenin söz konusu olması gibi başka olumlu yanları da vardır.
Salim ARSLAN Kimya Öğretmeni
25
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
Eğitimde rehberliğin önemi REHBERLİK VE PSİKOLOJİK DANIŞMA
H
ızla değişen dünyamızda, meydana gelen bilimsel ve teknolojik gelişmeler, toplumsal yaşamı da daha karmaşık ve içinden çıkılmaz bir hale getirmektedir. Bunun sonucunda, yeni neslin iyi bir şekilde yetiştirilmesi, yeteneklerinin israf edilmemesi, hızla değişen dünyaya ve karmaşık toplum yapısına uyumunun en iyi şekilde sağlanması zorunlu hale gelmiştir. Bunun sonucunda Rehberlik ve Psikolojik Danışma Hizmetlerinin önemi kavranmış ve tüm dünyada hızla yayılmaya başlamıştır. Rehberlik Hizmetleri, Öğrenci Kişilik Hizmetleri bünyesinde yürütülen faaliyetlerin en önemlisidir. Rehberlik ve Psikolojik Danışma Hizmetleri bireyin, yaşamının çeşitli aşamalarında, gelişimine ve uyumuna etki eden faktörlerin bilinmesi ve onun
26
yerinde kararlar alabilen dengeli bir kişi olması amacını güden hizmetler bütünüdür. Re h b e r l i k ve Psikolojik Danışma Hizmetleri kuşkusuz bir psikolojik yardım hizmetidir. Prof. Dr. Muharrem KEPÇEOĞLU “Rehberliği, bireyin kendini anlaması, problemlerini çözmesi, gerçekçi kararlar alması, kapasitelerini kendine en uygun düzeyde geliştirilmesi, çevresine dengeli ve sağlıklı bir uyum yapması ve böylece kendini gerçekleştirmesi için uzman kişilerce, bireye verilen psikolojik yardım” olarak tanımlar. Prof. Dr. Yıldız KUZGUN ise Rehberliği “bireye kendini anlaması, çevresindeki olanakları tanıması ve doğru kararlar vererek özünü gerçekleştirebilmesi için yapılan sistematik ve profesyonel yardım süreci” olarak tanımlamıştır. Yukarıdaki tanımlarda üç önemli nokta dikkat çekidir. Bunlar: - Rehberlik Hizmetleri öğrencinin gelişimine ve uyumunu sağlamaya yöneliktir. - Bu yardım sistemli olarak profesyonel kişilerce sunulur. - Rehberlik Hizmetleri bir süreçtir. Okullarımızda Rehberlik ve Psikolojik Danışma Hizmetleri kapsamında; a) Psikolojik Danışma b) Okula ve Çevreye Alıştırma (Oryantasyon) c) Bireyi Tanıma d) Bilgi Toplama ve Yayma e) Alana Yöneltme ve Üst Eğitim Kurumlarına Yerleştirme f) Çalışmaların İzlenmesi ve Değerlendirilmesi çalışmaları yürütülmektedir.
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
REHBERLİĞİ ZORUNLU KILAN FAKTÖRLER Toplumumuz sürekli olarak değişmekte ve gelişmektedir. Teknik ve bilim alanındaki değişme ve gelişmeler sosyal kurumlarda ve bu kurumların fonksiyonlarında da değişme meydana getirmektedir. Politik, sosyal, kültürel devrimler, farklı değer yargıları, eski ve yeni normlar bütün bireyleri etkilemekte ve onları bu hızlı değişim karşısında korumasız, güç durumda bırakmaktadır. Böyle bir sosyal ortamda bireyin uyum sağlayabilmesi ve kendini gerçekleştirebilmesi için yardıma ihtiyacı vardır. Nüfusun hızla artması, kırsal bölgelerden şehirlere olan göç, gecekondu mahallelerini meydana getirmektedir. Bu büyük kalabalıkların üstesinden gelmeye çalıştığı çok sayıda problemleri vardır. Bu insanların problemlerini çözmeleri ve yeni yaşam şartlarına uyum sağlamalarında rehberliğe ihtiyaçları vardır. Çağımızda kadının çalışması, evini yönetmesi, çocuklarını yetiştirmesi kanunen tanınan haklardan yararlanması, onu bazı problemlerle karşı karşıya getirmiştir. Bunun sonucunda ortaya çıkan uyuşmazlıkların giderilmesinde rehberliğe ihtiyaç vardır. Genç kuşakta görülen sağlık sorunları, gelecek kaygısı, eğitim sorunu, sosyal ilişkiler zayıflama, iletişim ve iş hayatındaki sorunlar gençlerin bu konularda bilgilenmesini zaruri kılmıştır. Bütün dünyada suç işleme eğilimi ve uyuşturucu madde alışkanlığı günden güne artmaktadır. Bütün bu durumları azaltmak için gerekli rehberliğin yapılması zorunludur. Sanayileşme ile birlikte toplumlarda vasıflı insan gücüne ihtiyaç artmıştır. Bireylerin kabiliyetlerine uygun işlerde çalıştırılmaları iş kalitesini yükselteceği gibi sağlanan doyumunu da artıracaktır. Bireyin uygun mesleğe yönlendirilmesi onların çok iyi tanınması ve kendilerini tanımalarına y a r d ı m l a sağlanabilir. Nüfus artışı ve sosyal hayatın değişmesi sürekli olarak eğitim düzenini etkilemektedir.
Eğitim üzerinde yapılan değişiklikler, kalabalık sınıflardaki öğrencilerin durumları rehberliği zorunlu hale getirmiştir. Bu gereklilikleri daha da uzatmak mümkündür. Okullarımızda yürütülen Rehberlik Hizmetlerinin kaliteli bir şekilde sunulması tüm bu olumsuzlukları ortadan kaldırmasa da önemeli ölçüde azalmasına yardımcı olacaktır. REHBERLİK ANLAYIŞINI OLUŞTURAN İLKELER 1-Rehberlikte insana ve onun kendine ilişkin konularda karar verme hakkına saygı esastır. 2-Rehberlik hizmetleri eğitimin ayrılmaz ve tamamlayıcı bir unsurudur. 3-Etkili bir rehberlik, bireysel farkları dikkate alan bir eğitim sisteminde gerçekleşir. 4- Rehberlik uygulamalarında öğrenci ile ilgili herkesin anlayış ve işbirliği içinde çalışması gerekir. 5- Rehberlik anlayışı, her türlü çalışması ile öğrenciyi merkez alan bir eğitim sistemini öngörür 6-Rehberlik tüm bireylere yöneliktir. 7-Rehberliğin amacı, bireylerin bir bütün olarak gelişmesine yardımdır. 8-Rehberlik hizmetlerinde süreklilik esastır. 9-Rehberlik hizmetlerinde gönüllük esastır. 10-Rehberlik uygulamaları okulun ihtiyaç duyduğu alanlarda yoğunlaştırılır. 11-Rehberlik, planlı, programlı, örgütlenmiş, profesyonel bir yardım sürecidir. Ali Şekür İMAMOĞLU Psikolojik Danışman
27
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
Meslek Seçimi M
eslek, bir kimsenin hayatını kazanmak için yaptığı, kuralları toplum tarafından belirlenmiş ve belli bir eğitimle kazanılan bilgi ve becerilere dayalı faaliyetler diye tanımlanır. Mesleğin sürdürülmesinde etkenlerden biri olan kazanç, bireyin meslek seçimi kararını etkileyen tek etken değildir. Bu kararı etkileyen sosyal statü, düzenli yaşam gibi farklı doyum kaynakları da vardır. Kazanç sağlama gibi sorunu olmayan kişilerin mesleki faaliyetlerini sürdürmelerinin ya da bazı bireylerin az gelir getiren meslekleri çok gelir getiren mesleklere tercih etmelerinin nedeni de budur. Meslek, bireyin kendini ve yeteneklerini geliştirme, gerçekleştirme yoludur. Bireyin kişilik özelliklerini, ideallerini, hayat görüşünü, değerlerini belirler. Birey gününün büyük bölümünü işinde geçirir. Bireyin yaptığı faaliyet ilgi ve yeteneklerine hitap ediyorsa kişi mesleki açıdan doyum sağlar. Mesleki doyum ise, genel doyuma yansır. Bireyin hayatta mutlu olması bir anlamda kendi özelliklerine uygun, doyum sağlayacağı meslek seçmesine bağlıdır. Meslek seçimindeki kararı bireyin, işindeki başarı ve başarısızlığını da etkiler. Her birey farklı ilgi ve yeteneklere sahiptir. Her meslek de farklı yetenekleri gerektirir. Bir kimse sahip olduğu nitelikleri gerektiren, sahip olmadığı nitelikleri gerektirmeyen mesleklerde başarılı olur. Günümüzde meslek seçeneklerinin artması, buna bağlı olarak meslekte uzmanlaşmanın artması, mesleğe hazırlanmanın uzun süreli eğitimi gerektirmesi, meslek seçiminin önemini arttırmaktadır. Bireyin seçim yapmakta olduğu meslekler çok çeşitlidir. Tüm bunlar doğru ve gerçekçi seçim yapma zorunluluğunu arttırmaktadır. Bireyin gelecekteki yaşam tarzını belirlemesinde dönüm noktası olan mesleki tercihi yaparken doğru ve isabetli karar verebilmesi için izleyeceği basamaklar şöyle sıralanabilir: 1- Bireyin Yeteneklerinin Belirlenmesi ( Ben Neler Yapabilirim ?) Yetenek, belli bir eğitimden yararlanabilme gücüdür. Bireyin hangi eğitim programında başarılı olabileceğini gösterir. Yetenek meslekteki başarıyı etkileyen etkenlerden biridir ve temel gerekliliktir. Seçtiği mesleğin gerektirdiği azami düzeyine sahip olmayan bireyin o meslekte başarılı olması olası değildir. Bunun yanında sahip olduğu yeteneklerden, kapasitesinin altında bir yetenek düzeyi gerektiren
28
mesleğe yönelen bireyin meslekte doyum sağlaması da mümkün olmayacaktır. Akademik yeteneğin, okulda derslerdeki başarının ya da başarısızlığın araştırılması, sözel ya da sayısal düşünme yete n e k l e r i n d e n h a n g i s i n d e başarılı olduğunun belirlenmesi gerekir. Bunun için bireyin Fen, Sosyal, Matematik, Türkçe derslerindeki başarısı bir ölçüt olabilir. Bunun dışında cisimleri 3 boyutlu görebilme, şekiller arasındaki benzerlik ve farklılıkları bulabilme gücü de araştırılması gereken yetenek alanıdır. Sayısal düşünme gücüne sahip olmayan, Fen, Matematik gibi sayısal derslerde başarılı olmayan bir bireyin Tıp Fakültesi, Diş Hekimliği, Mühendislikler gibi sayısal puanı ile öğrenci alan yükseköğretim programlarında başarılı olması mümkün değildir. Cisimleri 3 boyutlu görebilme, bir evin planına bakarak o evin yapılmış halini göz önünde canlandırabilme, bir şeklin açılımını düzlem üzerinde çizebilme gücüne sahip olan bir birey Mimarlık Eğitiminde başarılı olabilecektir. Sözcükleri ustalıkla kullanamayan, zengin bir sözcük dağarcığına sahip olamayan kişinin dil ve edebiyat programında başarılı olması zordur. 2- İlgi Alanlarının Belirlenmesi ( Ben Neleri Yapmaktan Hoşlanırım ?) Yetenekler, bireyin hangi eğitim programında daha başarılı olabileceğini gösterirken; ilgiler, bireyin hangi faaliyetlerle uğraşmaktan zevk duyacağını belirler. İlgiler, yeteneklerle ilişkilidir. İlgi duyduğumuz alanlar, çoğunlukla yetenekli olduğumuz alanlardır. Seçilecek olan mesleğin, insanlarla diyalogu, onları yönetmeyi, yönlendirmeyi, onlara hitap etmeyi, yardım etmeyi mi yoksa insanlarla değil de objelerle uğraşmayı gerektiren faaliyetleri mi gerektiriyor, sorularına yanıt aranması ve edebiyata, müziğe, güzel sanatlara karşı olan ilgilerin de belirlenmesi gerekir.
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
Birey ilgi duyduğu, hoşlandığı işleri severek yapar. Bireyin ilgi duymadığı faaliyete yönelmesi hm mesleki doyumunu, hem de başarısını olumsuz etkileyecektir. İnsanlara yardım etmekten, insanların sorunlarını dinlemeyip sorunlarına çözüm aramaktan zevk almayan bir psikologun başarılı olma olasılığı düşüktür. 3- İş Değerinin Belirlenmesi ( Ben Ne İstiyorum?) Yetenek ve ilgilerin belirlenmesinin ardından bireyin meslekteki beklentilerini tanımlaması gerekir. İş değerleri, bireyin meslekte nelere önem verdiğini, mesleki faaliyetin sonunda elde etmek istediği olanakları gösterir. Kazanç, yaratıcılığı kullanma, liderlik, yeteneğini kullanma, işbirliği, ün sahibi olma, sosyal statü, düzenli yaşam, değişiklik gibi iş değerleri vardır. Birey bu değerlerden kendisi için önemli olanları belirlemelidir. Kendisine, belirlediği bu değerleri sağlayacak mesleğe yönelmelidir. Ancak ilgi ve yeteneklerinin de göz ardı edilmemesi gerekir. Meslekte düzenli bir yaşama, sosyal statüye, işbirliğine, yaratıcılığın anlatım bulmasına önem veren birey kendisine bu beklentilerini sağlayabilecek olan “ Öğretmenlik” mesleğini tercih edebilir. 4- Kişilik Özelliklerinin Belirlenmesi (Karakterim Nasıl?) Bireyin meslek seçiminde isabetli olabilmesi kişilik özelliklerini çok iyi tanıyıp bu özellikleri gerektiren mesleklere yönelmesine bağlıdır. Bireylerin çok farklı kişilik özellikleri vardır. Atak, girişken, çekingen, uysal, hırslı, idealist, hayal gücü zengin, realist, mantıklı, sinirli, kendi başına buyruk, alçak gönüllü, düzenli, kurallara bağlı vb. çok çeşitli kişilik özellikleri bulunur. Bireyin sayılan bu özelliklerden hangilerine sahip olduğunu belirlemesi, seçimini bu doğrultuda yapması gerekir. Örneğin ikna gücü yüksek, dışa dönük, insanlarla devamlı ilişki halinde olan girişimci niteliklere sahip olan birey avukat, politikacı ya da pazarlamacı olabilir. Kurallara bağlı, düzenli, statüye önem veren, sorumlu, nesnelerle uğraşmaktan hoşlanan bireylerin bankacılık, büro memurluğu, muhasebe gibi mesleklere yönelmeleri isabetli olacaktır. 5- İlgi Duyulan Mesleklerin İncelenmesi: Bireyin kendini tanımasının ardından ilgi duyduğu meslekleri de tanıması gerekir. Bireyin meslekler hakkında araştırmasını; a) Meslek mensuplarının yaptığı temel faaliyetler
b) Çalışma ortamı c) Çalışma koşulları d) Çalışanlarda aranılan nitelikler e) Mesleğe hazırlanma f) İlk işe giriş g) Meslekte ilerleme h) Kazanç i) İş bulma olanağı ve mesleğin geleceği j) Mesleğin gerektirdiği
nitelikler vb. Konularda yoğunlaştırması gerekir. Bilgi toplamak için meslekleri tanıtan yayınlardan, rehber kitapçıklardan, mesleki tanıtım seminerlerinden, okullardaki, dershanelerdeki rehberlik servislerinden, o mesleğin mensuplarından yararlanılabilir. Birey, kendi özellikleri ile mesleklerin özeliklerini eşleştirerek kararlarını oluşturabilir. Üzerinde durulacak temel nokta bireyin kendini olmak istediği gibi değil olduğu gibi objektif olarak tanıması, ilgi duyduğu meslekleri de olumlu, olumsuz özellikleriyle tanımasıdır. “ Ne kadar çok Kazanabilirim “ yerine “Ben, hangi işi en iyi şekilde yapabilirim?”, “ Hangi ortamlarda ve koşullarda çalışmaktan mutlu olurum?” sorularına gerçekçi olarak yapılacak bir incelemeden sonra samimi olarak cevap vermektir. Gencin meslek seçimi kararını etkileyen etmenlerden biri de anne- babanın genç üzerinde oluşturduğu baskıdır. Bir çok ebeveyn çocuklarını bol kazanç getiren saygın mesleklerde görmek isterler. Ya da kendi ulaşamadıkları meslekleri seçmelerini arzu ederler. Meslek seçimindeki kararını net olarak belirlemeyen birey bu baskılardan etkilenir ve ailesinin istediği mesleğe yönelir. Birey bu şekilde seçtiği mesleğin, kendine uygun olmadığının zaman içinde farkına varır. Kendi arzuladığı mesleğe ulaşmak için ya öğrenimini yarıda keser, ya da öğrenimini tamamladıktan sonra tekrar bir hazırlığa girişir. Bu durum, genç için zaman ve emek kaybı yaratır. Bu tip durumlara düşmemek için bireyin kararını kendisi vermesi, bu karar doğrultusunda ailesini ikna etmesi, anne babanın da gencin bu kararına saygı göstermesi gerekir. Kişilik özelliklerinize, yeteneklerinize, günün koşullarına uygun bilinçli bir meslek seçimi, toplumda sağlıklı, mutlu, kendi kedisiyle barışık insanların da sayısını artıracaktır. KENDİNİZE ETİKET DEĞİL MESLEK SEÇİN !!!
Semra GÜNEY Uzman Psikolojik Danışman
29
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
Dört Mevsim
N
isan yağmurları… Her bölgeye, her toprağa düşen nisan yağmurları. Çatlamış toprağa şifa veren, boynu bükülmüş çiçeği dikleştiren bereketli nisan yağmurları. Her yağmur damlası bir öğretmen, çatlamış topraklar ise bizler. Nisan yağmurlarına ihtiyacımız var. Karanlıkta kalmış çiçekler var, ayaklar altında ezilmiş. Sizleri bekleyen, yağmurlarınızı, bereketinizi bekleyen…
yetişenler. Çiçekleri ayakaltından kaldırıp, baş tacı yapanlar. Gözyaşını silenler, yaraya merhem olanlar. Gönülleri fethedenler. Çünkü onlar Türkiye’nin dört bir yanındaki mevsimler.
Her öğretmen dört mevsim yaşatır aslında. Bilgiye susadığında bulutundaki tüm yağmurunu sana vermekten çekinmeyen yağmur, sevilmeye ihtiyacın olduğunda bağrına basıp insanın içini ısıtan bir güneş. Bazen de kardelenleri sevip bağrına basan karlar. Kuzeyinden güneyine, doğusundan batısına sahip çıkan dört mevsim. Bunu da bana siz öğretmiştiniz ya. Ülkemin dört mevsimi birden yaşadığını.
Tüm renklerinde ayrı duyguyu aşılayan gökkuşakları. Eylül’deki ilkbaharlara rengini veren. Ben hep ilkbahar oldum sonbahar mevsiminde yeşeren, hep kardelen oldum karlar altından çıkan. Artık sıra bende! Bundan böyle gökkuşağının başı siz, ortası ben sonu ise her mevsim yeşerecek olan benim kardelenlerim!
Her sene sonbaharda başlayan ilkbaharlar. Eylül’de yeşeren çiçekler. Her sene yeni göreve gelen mevsimler. Aslında her sonbahar yeni ilkbahar getirir dünyaya. İşte yine mevsimler karşımızda; yağmuruyla, güneşiyle yine mevsimler. Mevsiminin güzelliği yüzüne, kalbine vurmuş öğretmenler. Marmara’ya da Güneydoğu’ya da
30
Öğretmenler çiftçidir, bahçıvandır, mevsimdir, doktordur. Onlar ailedir. Yüreğinde tüm renkleri barındıran, güzelliği yüzüne vurmuş gökkuşaklarıdır!
Feyza GÜRSOY A10-A
* Arkadaşımızın bu kompozisyonu Sakarya İl Millî Eğitim Müdürlüğü tarafından Öğretmenler Günü nedeniyle düzenlenen yarışmada birincilik ödülüne layık görülmüştür.
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
Sanatın getirileri S
anatla alakalı görüşlerimi paylaşmak istiyorum sizlerle. Sanatla ne kadar ilgileniyoruz, ne kadar saygı gösteriyoruz, ne kadar anlıyor, ne kadar önem veriyoruz? “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” diyor Cumhuriyetimizin kurucusu. Bu söz üzerine hiç düşündünüz mü? Sanat kanımızın içinde dolaştığı damarlara benzetiliyor. “Neye dayanarak?” diye hiç sordunuz mu? Ben sordum. Bunun üzerine bayağı düşündüm. Cevabı sanatın getirdiklerinde buldum. “Sanatın getirdikleri neler?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Sanatla uğraşan insan bir kere belli bir kültür seviyesine ulaşmış insan demek değildir. Öyle olduklarını düşünürdüm ama sanatla uğraşmaya başlayınca, etrafımdaki insanlar bu fikrimi değiştirdiler. Sanatla gelebilirler o seviyeye. Dolayısıyla sanat bilgi birikimini artıran bir değerdir. Sanatçılara baktığımızda, gerçek
sanatçılara; hep nazik, hep kibar insanlar olduklarını görürüz. Sanat insanı inceltir. Böyle olunca da toplumda sevilen insanlar kılar bizi. İnsanların sizi benimsemediği bir ortamda yaşamanız negatif düşünceli birine dönüştürüverir sizi. Sonra depresyonlar, sinirlilik halleri derken, psikologlar girer devreye. Kırılan “hayat damarı”mızı onarmaya çalışırlar. Sanatçı olmak şart değildir incelmek için. Sanat yapan insanlarla sohbet etmek ilk adımınız olabilir. Onlarla konuşurken ne kadar tatlı insanlar olduklarını kendinize söyleyecek, böylelerinin her zaman saygı ve sevgi duyulanlar olacaklarını düşüneceksiniz, imreneceksiniz. Birkaç eserine bakarak, onları hangi ruh hallerinde yaptıklarını sormak yeterli gelecek kimi zaman. Bazılarını beğenmesek bile saygı duymalıyız; çünkü her şeyden önce bir insan ürünüdürler. Bir iç düşünüşün yansımasıdır, bir felsefedir belki de. Bu gün bir tabloya, bir çini tabağına, bir romana saygı göstermek, yarın insanlara saygı göstermeyi ve saygı duyulan biri olmayı beraberinde getirecektir. Sanatçılarla pek ilgimiz yoksa, sergileri sevmiyorsak ya da “O kadar vaktim yok.” diyorsak bile hiçbir zaman küçümsememeliyiz sanatı ve sanatçıyı. Unutmamalıyız ki bugün ülkemiz ekonomisine büyük katkısı olan turistlerin topraklarımıza gelme sebebinin önemli bölümünü atalarımızdan kalan sanat eserleri oluşturmaktadır. Her milletin kendine özgü sanat anlayışı vardır. Sanata sahip çıkmak, milli benliğe sahip çıkmaktır. Seda MUTLU YA 11-B
31
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
Pan’ın labirenti’nde alternatif var G uillermo Del Toro, Meksika’nın son dönemlerde yetiştirdiği en başarılı yönetmenlerden biri. Son filmi Pan’ın Labirenti geçtiğimiz dönem bir sürü festivalde gösterildi. Eleştirmenler söz birliği etmişçesine filme övgüler yağdırdı. Film Altın
Küre ve üç akademi dâhil bir sürü ödülü kazandı. Geçtiğimiz nisan ayında ülkemizde de gösterime giren filmin DVD versiyonu gerçekten görülmeye değer. Peki, bu filmi bu kadar güzel ve etkileyici yapan ne? En başta kahramanın kitaplara, masallara, hikâyelere, perilere, canavarlara meraklı bir çocuk, hem de bütün masumluğu ve naifliğiyle bir kız çocuğu olması. Sonra, adı Ofelia olan bu kız çocuğunun takip
32
etmeyi tercih ettiği hayatın büyülü, renkli, davetkâr ve daha avantajlı pozisyonda olacağı bir hayat olması. Hangimiz zorlandığımız, yorulduğumuz ve kendimizi teselliden yoksun hissettiğimiz anlarda daha farklı bir hayatımız olmasını istemeyiz ki. İçinde bulundukları somut gerçekler arasında yakalayabileceği bir tanesini bile bulamayanlar, özellikle de çocuklar, sadece hayatlarını değil, dünyalarını da değiştirmeyi hayal ederler. Hayat şartlarıyla mücadele ederlerken karşılarında olan çocukluk, yeni ve daha iyi bir hayatı ve dünyayı hayal ederlerken yanlarına geçer. Bu yüzden onlar hayal ettikleri, var olmasını istedikleri bu hayatların ve dünyaların varlığına inanabilirler, hem de sarsılmaz bir inançla. Bu gün bir fenomen olan Harry Potter serisinin yazarı Rowling de hikâyesi için aynı açıklamayı yapar, “Bir çocuğun yetişkinlerin dünyasından kaçıp her açıdan güçlü olduğu bir yere gitmesi fikri bana çok çekici geldi.” diyerek. Çocuklar tercih ettikleri dünyaları ve hayatları takip ederlerken onları büyümeye zorlayan bir şey vardır. Ailelerinden, çevrelerinden, okullarından gelen gerçek hayata dönme çağrısı. Gerçek hayat zaten kaçtıkları, bulunmak istemedikleri yerdir, orada yüzleşmek istemedikleri insanlar ve dertler bekler onları. Kahramanımız olan Ofelia’yı bekleyen dertler ise yetişkinler için bile başa çıkmakta zorlanacakları denli çetrefilli. Yıl 1944’tür. Dünyada, uzaydan bakıldığında duman görülecek denli çok savaş vardır. İspanya’da Franco iş başındadır ve Franco’nun faşist yönetimine karşı direniş başlatan halkın her şehirde, her köyde, her dağda başlattığı isyan Franco’nun ordularını zorlamaktadır. Ofelia’nın babası ölmüştür, annesi Franco’nun ordusundaki yüzbaşılardan biriyle evlenmiştir, hamiledir ve çok hastadır. Fevkalade maço bir karakter çizen yüzbaşı çocuğunun bir oğlan olacağından emindir ve her oğlan çocuğunun doğduğu andan itibaren babasının yanında büyümesi gerektiğini düşünmektedir. Bu yüzden hamile karısıyla Ofelia’yı cepheye gerillalarla savaştığı kırsal bir yere getirir.
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
Cephede; hamileliliği gittikçe zorlaşan annesi, Ofelia için hayatı çok daha zor hale getiren üvey babası, kıran kırana devam eden iç savaş, el altından aralarında erkek kardeşinin de bulunduğu gerillalara yardım eden, daha sonra Ofelia’nın annesi gibi görmeye başlayacağı Mercedes adlı hizmetçi ve Ofelia için yepyeni bir dünyayı barındıran eski, büyük bir labirent ayrı ayrı varlığını sürdürmeye çalışmaktadır. Ofelia, bu eski labirentin içinde bir kapısı olan kadim yeraltı ülkesinin kralının kızıdır. Hak ettiği taca kavuşması için cesaretini, kararlılığını, iradesini, becerisini sınayan bir takım görevleri yerine getirmesi gerekecektir. Del Toro filmini, Ofelia’nın tacına kavuşmak için sınavlardan geçtiği fantastik dünyayla, annesinin doğumunun yaklaştığı, yüzbaşının isyancıları ele geçirmeye, Mercedes’in ise isyancılara yardım etmeye çalıştığı dünyayla dengeleyerek anlatıyor. İki dünyada da hikâye hep dengeli ilerliyor, bir dünya alabildiğine masum, fantastik, sihirli iken öbür dünya alabildiğine masumiyetten uzak, kan şiddet, silah, savaş dolu. Aynı anda hem kendi dünyasını hayalleriyle daha iyi hale getirmeye çalışan Ofelia’yı, hem de 1944’ün savaşla dolu dünyasını ideolojiyle daha iyi hale getirmeye çalışan Mercedes’i izliyoruz. İki koldan ilerleyen bu hikâyeyi bir çocuğun masumiyetini yitirmeme mücadelesi ve masumiyetini çoktan yitirmiş olanların yeniden, kolektif olarak kazanmaya çalışma mücadelesi olarak da yorumlayabiliriz.
Aynı zamanda Ofelia’nın algısında yarattığı sihirli dünyanın en az savaşların cereyan ettiği dünya kadar gerçek olduğuna inanabilmemiz için bir sürü ipucu vermiş bize Del Toro. Kimsenin göremediği fantastik masal dünyası ile 1944’ün dünyasını, birbirini tökezletmeden ilerleyen iki hikâyeyi ustaca kaynaştırmış yönetmen. Bu ikili hikâye filmin finaline de damgasını vurmuş. Ofelia’nın çabasıyla gerillaların çabasının mutlu sona ulaşıp ulaşmadığı, daha doğrusu sonuçlanıp sonuçlanmadığı yoruma açık. Aslında filmin iki tane sonu var, her insanın inancına göre seçeceği, seçtiğinde hikâyenin anlatmak istediğini verdiğini düşüneceği iki ayrı son. Çok güzel bir konuyu, hikâyeyi çok iyi tamamlayan bir fon üzerinde anlatan filmin pek çok sahnesi akıldan uzun müddet çıkacak gibi değil. Ofelia’nın kendini içine kattığı masalın anlatıldığı açılış sahnesi, Mercedes’in Ofelia’ya sözlerini hatırlamadığı bir ninninin melodisini mırıldandığı sahne, özellikle de müzik ve kamera kullanımının ve duygusal havanın tavan yaptığı muhteşem final unutulacak gibi değil. Kahramanı çocuk olduğu için ilk bakışta çocuk filmi olduğunu düşünebileceğimiz film, alt metni gözden kaçırmamak için dikkatli bir seyir gerektiriyor. İki saat boyunca Pan’ın Labirenti’nde, ve herkesin bunun yerine koyabileceği kendi imgesinde hem hayat hem de nihayet için alternatifler olduğunu anlatıyor Guillermo Del Toro izleyiciye. Hem de muhteşem bir peri masalı ve mücadele eşliğinde.
Hüsna BAKA İ 9/E
İşin iyisi, başlangıcı kolay, sonu güzel ve neticesi hayırlı olandır. Hz. Ali (r.a.)
33
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
Okyanusa düşen ilk damla Maviye doymuş, yeşili derinliklerine almış, beyaza hasret, siyaha gebe bir okyanus. Hırçınlaştığı zaman hak yolunda istediğini alan bir okyanus. Ne kadar hırçın olursa olsun hasreti, sevgiyi, rüyalarımızdaki rengi içine alır. Bir bahar gibi ılık, Arş-ı Teala kadar ulaşılması zor. Bu okyanusa düşen ilk damla Osmanlı’nın Nuru Ertuğrul Gazi. O kalemin yazdığı nikat gibi, doğanın seslendiği nida gibi, zaman içinde nihayet bulan Hakk’a kavuşmada nihayetsiz olandı. Bir beyliğin yıllar sonra devlet olarak üç kıtaya hükmetmesi Ertuğrul Gazi yiğitliğiyle nesiller sonra gücünü gösterdi. Akıllı, güçlü, söz sahibi olduğunu biliyordu. Ona göre ilerledi. Sadece önüne bakarak yürümedi. Biliyordu önünde hep aynı insanlar olduğunu. Sağına ve soluna da bakardı. Yardıma ihtiyaç olan insanlar var mı diye. Kendi en güzelini giyerken en iyisini yerken yoksulları geçirirdi aklından. Biliyordu onların aç nefes kokuları varken hiçbir yerde başarılı olamayacaklarını. Hiçbir zaman yoksulu ezdirmezdi.
Fakir zengin fark etmez kim haklıysa davasını kazanırdı. Hakka hukuka dikkat ederdi. İnsanlığın, yeni neslin son zamanlarda hatırlamadığı şey bunlar. Bizler de akıllı, güçlü ve söz sahibiyiz. Neleri bekliyoruz bu benliklerimizi bulmak için? Neleri bekliyoruz? Bilmem ama zaman geçiyor. Neslin benliğini ararken
34
kişiliğimiz bizi terk ediyor. Bizler de birer damlayla a k a r s u , göl, deniz olabiliriz. To p l u m d a itibarlı, sevilen i n s a n l a rd a n olabiliriz. Hem her bir damlamız bereket ve fayda verir insanlara. Ertuğrul Gazi gibi gazi olmayan bir devlet adamına “Bey” diye değil, “Gazi” diye sesleniyorlardı. Çünkü mizacından daha çok yürekliliğine yiğitliğine göre değerlendirilirdi. Halk biliyordu onun nesiller sonraki torunun Konstantin’i alacağını. Biliyorlardı Peygamber Efendimiz (s. a.v.)’in dediği gibi “İstanbul’u fetheden asker ne güzel asker, İstanbul’u fetheden komutan ne güzel komutan!” Ne güzel söylemiş. Söğüt’ün Ertuğrul Gazi’yi beklediği gibi, İstanbul da Fatih’ini bekliyordu. O topraklar hep Müslüman ayaklarının üzerlerine basacaklarını biliyorlardı. Hep haykırış. Semaya yükselen bir ses, bu ses toprağın nidasıydı. Kuru, susuz bir toprak tohumunu arıyor, “Belki, belki” diyor “O tohum bana can verir.” Hep Hak Teala’dan âb-ı hayatı bekliyor. Ertuğrul Gazi bu toprağa Fâtih Sultan Mehmed’i ekiyor, en verimli tohumu. O filizleniyor. Hak Teala’nın verdiği âb-ı hayatla yeşeriyor. En verimli meyveleri veriyor. Toprak canlanıyor. Herkesin bir âb-ı hayatı vardır. Eğer verimli olabiliyorsak biz de filizlenip yeşerebiliriz. Düşlerimizdeki parlak ışığı arşa kadar yükseltebiliriz.
Ayşenur KURUER YA 11/A
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
Bize özgü hastalıklar -Kardan adama tekme atma veya bozmaya çalışma hastalığı -Yeni atılmış bir betona basma ve isim yazma hastalığı -Gazete ve dergilerdeki resimlere sakal, bıyık ve gözlük yapma hastalığı -En iyi araba ben kullanıyorum zannetme hastalığı -Kar topunun içine buz koyma hastalığı -Cep telefonu kullanımının yasak olduğu ortamlarda ille de görüşme yapma hastalığı -Şahin marka arabayı, doğan görünümlü yapma hastalığı -Ağaçlara ve parktaki banklara kalp ve isim baş harfi kazıma hastalığı -Mesleğimizdeki ünvanımızı ingilizce olarak söyleme hastalığı -Cep telefonu ile bağıra bağıra konuşma hastalığı -Reklam için duvarlara veya panolara yapıştırılan afişleri yırtma hastalığı -Trafikte bizi geçen bir aracı mutlaka yakalayıp onu geçmeyi ilke sayma hastalığı -Ara yollarından ana yola çıkacak araca yol vermeme hastalığı -Ünlü birini gördüğümüzde ona el sallama hastalığı -Trafikte kırmızı ışıkta dururken, yeşil ışık yanar yanmaz kornaya basma hastalığı -Elektrik, su, doğalgaz, vergi, trafik cezası vb…faturaları son gününde ödeme hastalığı -Kar yağdığında eve bolca ekmek alma hastalığı -Aynı filme giden insanların filmden çıktıktan sonra filmi birbirlerine anlatmaları hastalığı -Arabayla giderken tanıdık birini görünce arabayı şakadan onun üzerine doğru sürme hastalığı -Takım elbise giyince elini cebine sokma hastalığı -Meslek arkadaşlarına mesleki şakalar yapma hastalığı
Ahsen ÇELİK YA 11/C
35
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
Anmak anlamaktır. Atatürk’te Peygamber Sevgisi “Peygamberi küçültmek isterseniz kendiniz küçülürsünüz” M.Kemâl Atatürk Beğenilen, değer verilen, önemli görülen şey sevilir. Atatürk’ün beğendiği, saygı duyduğu, takdir ettiği en büyük insan peygamberimiz Hz. Muhammed idi. Onun büyüklüğüne dil uzatanları affetmez, Allah ve peygamber konuları ulu orta Atatürk’ün yanında tartışma konusu yapılamazdı. Bir gece sofrada sohbet sırasında peygamberi tenkit ederek Atatürk’e yaranacağını zanneden birisinin konuşmasını kızgın bir şekilde elini masaya koyarak keser ve: “Bu konuyu kapatın… Peygamberi küçültmek isterseniz, kendiniz küçülürsünüz!” der. (Cemal Granda, Atatürk’ün Uşağı İdim, İst. 1973, 252) Bu cümle Atatürk’ün, peygamberimizin büyüklüğünü onaylamasını gösterdiği kadar ona
36
hayranlığının da bir ifadesi sayılabilir. 1926 yılında yaptığı bir konuşmada peygamberimizin adının unutulmayacağını, “ O Allah’ın birinci ve en büyük kuludur. Onun izinden bu gün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir, fakat sonuca kadar O, ölümsüzdür.” Cümleleriyle (Gn. Kur. Bşk. Atatürkçülük, 1. 455) anlatır. Hz. Muhammed’e peygamberlik gelmeden önce gençliğinde güvenilir bir insan olması bakımından Muhammed’ülEmin, yani güvenilir Muhammed lakabı takılmıştı. O’nun kabilesi tarafından sevilen bir kişi ve nasıl peygamber olduğunu Atatürk 1 Kasım 1924’te yaptığı konuşmada şöyle anlatır: “Son peygamber olan Muhammed Mustafa (s.a.s.) 1394 sene evvel Rumi nisan içinde rebiyülevvel ayının on ikinci pazartesi gecesi sabaha doğru tan yeri ağarırken doğdu… Hazreti Muhammed eyyam-ı sabavet (çocukluk günleri) ve şebabeti (gençliği) geçirdi. Fakat henüz peygamber olmadı. Yüzü nurani (ışıklı, saygı uyandıran) sözü ruhani, reşit (ergin) rüiyette bibedel (görünüşte emsalsiz), sözüne sadık ve halim (yumuşak huylu) mürüvvetçe (iyilikseverlikte) saire faik (başkalarına üstün) olan Muhammed Mustafa, evvela (önce) bu evsaf-ı mahsusa (özel nitelik) ve mütamayizesiyle (sivrilmesiyle) kabilesi içinde Muhammed’ül- Emin (güvenilir Muhammed) oldu. Muhammed Mustafa, peygamber olmadan evvel kavminin muhabbetine, hürmetine, itimadına mazhar
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
(erişen) oldu. Ondan sonra ancak 40 yaşında risalet (peygamberlik) geldi. Fahr-ı âlem (kainatın övüncü) efendimiz nâmütenahi (sonsuzca) tehlikeler içinde, bipayan (tükenmez) mihnetler ve meşakkatler karşısında 20 sene çalıştı ve din-i İslam’ı tesise (İslam dinini kurmaya) ait vazife-i peygamberisini ifaya (peygamberlik görevini yerine getirmeye) muvaffak olduktan sonra vasıl-ı ala-yi illiyyin (cennetin en yüce yerine erişen) oldu” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, I, 289) Her dönemde, her büyük insana kendini bilmezler tarafından küçültücü beyanlarda bulunulur, iftiralar atılır. Hz. Peygambere de özellikle başka dinden olanlar tarafından bazı yakışıksız iftiralar atıldı. Ona mecnun diyenler, deli diyenler oldu. 1930 yılında peygamberimizi küçük düşürmeye yönelik ifadeleri içeren bir kitap ve yazar hakkında Atatürk şu açıklamayı yapar: “Hz. Muhammed’i bana, cezbeye tutulmuş sönük bir derviş gibi tanıttırmak gayretine kapılan bu cahil adamlar, onun yüksek şahsiyetini ve başarılarını asla kavrayamamışlardır. Anlamaktan da çok uzak görünüyorlar. Cezbeye tutulmuş bir derviş, Uhud Muharebesinde en büyük komutanın yapabileceği bir planı nasıl düşünür ve tatbik edebilir? Tarih, gerçekleri değiştiren bir sanat değil, belirten bir ilim olmalıdır. Bu küçük harpte bile askeri dehası kadar siyasi görüşüyle de yükselen bir insanı cezbeli bir derviş gibi tasvire yeltenen
serseriler, bizim tarih çalışmamıza katılamazlar. Hz. Muhammed, bu harp sonunda çevresindekilerin direnmelerini yenerek ve kendisinin yaralı olmasına bakmayarak, galip düşmanı takibe kalkışmamış olsaydı, bugün yeryüzünde Müslümanlık diye bir varlık görülemezdi. (Mehmet Saray (editör) Atatürk’ün İslama Bakışı- Belgeler ve Görüşler, Ankara 2005,46) Atatürk, İslam dininin dünya insanlığı için büyük bir inkılâp olduğunu belirtir. Dine karşı saygılı olduğu gibi bu dinin peygamberine karşı da sevgi, saygı ve takdir hisleri besler. O, Hz. Muhammed’in vefatı dolayısıyla yaptığı bir konuşmada (1930 yılında) İslam dininin insanlık için bir inkılap oluşunu ve korunması gerektiğini (Bak. Saray, aynı yer) şu cümleler ile açıklar: “Büyük bir inkılâp yaratan Muhammed’e karşı beslenen sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli etmek (meydana çıkmak) gerekti. Peygamber ölür ölmez düşünülecek şey, bir an evvel onu toprağa tevdi etmek değil, yaratmış olduğu inkılâbı emniyet altına almaktı…” Atatürk, İslam dinini iyi anlayan ve İslam peygamberinin büyüklüğüne, eşsizliğine hayran olan, ona iftira edilmesine razı olmayan ve izin vermeyen bir kimseydi. O, yanlış ve batıl (çürük, geçersiz) inanışlara ve dinin istismarına (kötü kullanılmasına) karşıydı.
Önce düşün sonra söyle; çünkü önce temel, sonra duvar gelir. Sâdi
37
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
Genel kültür ve bilgi eksikliği üzerine Her saniye dünyanın binlerce köşesinde ve uzayın tanımladığımız kısmında milyonlarca olay gerçekleşiyor. Bu olayların yüzlercesi haberlerle, altyazılarla, televizyonlarla, radyolarla, gazetelerle, internetle, billboardlarla, saniyeyle ölçülecek kısa süreler içinde bize duyuruluyor. Globalleşen dünyamızın artık bir köye döndüğü belki en çok tekrarlanan tespit. Sadece uzak coğrafyaların gündemlerinden haberdar olmamız değil, aynı zamanda geçmişlerden ve olası geleceklerden de aynı şekilde haberdar olmamız söz konusu. Araştırmacılar, akademisyenler, öğrenciler, yüzyılımızın sunduğu bu bilgi edinme imkânlarından neredeyse saygıyla bahsediyorlar. Belli bir alanla ilgili nitelikli bilgiye ihtiyaç duyanlar için kaynak bulmak artık çok kolay. Bu bilgi ve duyum seferberliği onlar için muazzam bir kolaylık. Ancak bu bilgi bombardımanının sersemletici bir etkisi var, hatta belki dikkat dağıtıcı. Yıllardır kafamı kurcalayan bir meseledir bu; akla gelebilecek her konudan haberimiz var, hemen her şey hakkında bilgi ve fikir sahibiyiz, tarihi bir yer, bir yemek tarifi, bir parti, bir sanat dalı konuşulduğunda hayatımızda bunların hiç yeri olmasa bile söyleyecek birkaç cümlemiz mutlaka oluyor. Kısa bir konuşma içinde birbirinden farklı onlarca konu hakkında duyduklarımız ve medyadan bize ulaşanlar sayesinde bir sürü fikir belirtiyoruz. Bu ansiklopedik, kısıtlı, yüzeysel bilgilere genel kültür diyoruz, genel kültürü bol bir insan olmaktan gurur duyuyoruz, genel kültür sahibi olmak makbul olmakla bir tutuluyor. Ne kadar çok şeyden haberdarsak, ne kadar çok konuyu biliyorsak o
38
kadar kültürlü, o kadar kabul gören biri oluyoruz. Ancak sıra tartışmaya, fikirlerin, görüşlerin görücüye çıktığı platformlarda konuşmaya gelince söyleyecek bir şey bulamıyoruz, çünkü her şeyden haberdar olmamıza rağmen bildiğimiz şeyler çok az. Hiçbir konuda tatmin edici, derin bilgimiz yok, özgün ve nitelikli bilgiden yoksunuz. Hızlı ve harcamaya dayalı hayat tarzımızın bize dayattıklarını şüphe uyandıracak bir uysallıkla kabul etmişiz. Yüzeyselliği aşan, tatmin edici bilgiyi edinmeye, bilgi birikimi sahibi olmaya ne vaktimiz, ne de sabrımız var. Bütün kaygımız olabildiğince güncel kalmakta. Hayata ve dünyaya nerede duruyorsak oradan bakmaya devam etmekte ısrar ediyoruz. Biraz mesafe kat etmeye, gerileyip tablonun tamamını görmeye inatla ayak diriyoruz. Niceliği niteliğe tercih ettiğimizden, içi boş bilgilerimizin, daha doğru bir ifadeyle başlıklarımızın çok olmasıyla övünüp, genel kültürümüzün enginliğiyle gurur duyarak yaşamayı seçiyoruz. Okumuyoruz. Bunu dile getirmenin hiçbir yeni yanı yok. Ne kitap ne de gazete alıyoruz elimize. Okuduğumuzda ise bunu nasıl yaptığımız son derece tartışılır oluyor. En basiti eline bir gazete aldığında başlıklardan daha fazlasını okuyan kaç kişiyi tanıyorsunuz? Düşünmeden edemiyor insan; eğer genel kültür altını okumadığımız başlıkların yekûnuysa, kültürlü olmak bilgisizliğe bir teselli değil mi?
Fikr-i Âti
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
Son Padişah: Vahdettin Saltanatı: 1918–1922 Babası: Sultan Abdülmecit Han Annesi: Gülistu Kadın Efendi Doğumu: 2 Şubat 1861 Vefatı: 16 Mayıs 1926 Sultan Abdülmecit Han’ın en küçük oğludur. Küçük yaşta anne ve babasını kaybettiğinden, ağabeyi II. Abdülhamit’in himayesinde yetişti. Çok zeki olup fıkıh bilgisinde pek ileriydi.4 Temmuz 1918’de ağabeyi Sultan Reşat’ın vefat ettiği gün padişah ve halife oldu. Saltanata geçtiğinde I. Dünya Savaşının korkunç neticeleri alınmak üzereydi. Nitekim 30 Ekim 1918’ de Mondros mütarekesi imza edilerek, Birinci Dünya Harbi mağlubiyetimizle bitti. Vahdettin Han bu mütarekeye imza koyan delegeleri kabul etmedi. Mütarekeden hemen sonra Osmanlı Devleti’ni sebepsiz yere savaşa sokan, milyonlarca vatan evladını cephelerde eriten Talat, Enver ve Cemal yurt dışına kaçtılar. İttihatçı liderlerin baskısından kurtulan Sultan Vahdettin’in elinde ancak düşmanlara teslim edilmiş bir milleti idare etmek kaldı. İstanbul,16 Mart 1920’de itilaf devletleri tarafından işgal edildi. Yunanlılar İzmir’e, İtalyanlar Güney Batıya, Fransızlar da Güney Anadolu’ya girdiler. Vahdettin Han 11 Mayıs 1920’de düşmanların hazırladığı ve Anadolu’nun işgalini ihtiva eden Sevr antlaşmasını bütün baskılara rağmen imzalamadı. Osmanlı ordusu tamamen lağvedildi. Medine muhafızı Fahri Paşa, on ikinci ordu kumandanı Ali ihsan Paşa ve harbiye nazırı Mersinli Cemal Paşa gibi değerli kumandanlar Malta’ya sürüldüler. Padişah’ın şahsını korumak için yalnız yedi yüz kişilik maiyet-i seniyye kıtası bırakıldı. Sultan bu taburu, Ayasofya etrafındaki sipere sokup camiye çan takmak veya müze yapmak isteyenlere ateş etmeleri emrini verdi. İşgal altındaki İstanbul’dan vatanın
kurtulamayacağını anlayan Vahdettin Han, güvendiği kumandanları Anadolu’ya göndermek istedi. Ancak bunlar: “Dış dünyaya karşı harp edilmez. Bu iş olmaz. “diyerek gitmeyi reddettiler. Sultanın kurtuluşun Anadolu’dan gerçekleşeceğine ümidi tamdı. Bir ara kendisi gitmeyi düşündü ise
de, İngilizler “Eğer Anadolu’ya geçersen İstanbul’u Rumlara işgal ettirir taş üstünde taş bırakmayız. “diyerek engellediler. Bunun üzerine bir gün saraya çağırdığı Mustafa Kemal’i; Paşa paşa şimdiye devlete çok hizmet ettin. Bunları unutun. Asıl şimdi yapacağınız hizmet hepsinden mühim olabilir. Devleti kurtara bilirsin! “Sözlerinden sonra, büyük yetkilerle ana doluya gönderdi. Böylece İstiklal mücadelesi başlamış oldu. İstiklal harbi zafer ile neticelendikten sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti 1 Kasım
39
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
1922’de hilafet ile saltanatın ayrıldığını ve saltanatın kaldırıldığını bir kanun ile ilan etti. Vahdettin Han’ın adı hutbelerden kaldırıldı. İstanbul ve Anadolu basınında aleyhinde yazlılar çıkmaya başladı. 7 Kasım 1922 Cuma günü Dolmabahçe Sarayı’ndan Malaya harp gemisi tarafından alınıp Malta adsına götürüldü. Oradan Melik Hüseyin’in daveti üzerine Mekke’ye gitti. Oradan da İtalya’daki Sen Remo şehrine giderek orada ikamet etti. Vahdettin Han, acı ve sıkıntı içinde geçen bir sürgün hayatından sonra,16Mayıs 1926’da İtalya’da vefat etti. Cenazesi Şam’A getirilerek Sultan Selim Camii kabristanına defnedildi. Vahdettin Han, çok akıllı ve çabuk kavrayışlı idi. Arada Sultan Reşat olmayıp da, II. Abdülhamit Han’dan sonra tahta çıksaydı, belki devletin başına böyle bir bela gelmezdi. Çünkü O, İttihat ve Terakki hükümetini hatalarını önleyip, felaketlerin önüne geçebilecek kudret ve irade sahibi bir kimseydi. Çok sevdiği vatanından koparken yanında şahsi ve pek cüzi mal varlığından başka bir şey götürmediği, ülkesinden ayrılmasının üzerinden henüz dört yıl geçmeden vefatından kasaba, bakkala ve fırına olan borçlarından dolayı 15 gün tabutunun kaldırılmamış olduğundan da anlaşılmaktadır. Vahdettin Han’ın vatanının ve milletinin
40
uğradığı felaketler karşısında neler düşündüğü ve neler hissettiği kayıtlara geçmiş şu hadiseden çıkarıla bilir.1919 senesi Ramazanında bir sabah Yıldız S a r a y ı n d a yangın çıkar. Kısa zamanda büyüyen alevler, Sultan’ın geceleri kaldığı daireyi de basar. O geceyi tesadüfen Cihannüma Kö ş k ü ’n d e g e ç i r m i ş olan vahdettin, yangını haber alınca, üzerine pardösüsünü giyerek dışarı çıkar. Köşkün önünde hiç telaş göstermeden yangını seyrederken çevrede ağlayanları görünce gözleri yaşararak; “benim vatanım ateş içinde, onun yanında bunun ne kıymeti var. “demekten kendini alamaz. Eşleri: Emine Nazik eda baş kadın efendi, İnşirah Hanımefendi, Şadiye Müveddet Kadın efendi, Nevvare Baş hanımefendi, Nimet Nevzat Hanımefendi Çocukları: Erkek Çocuğu: Ertuğrul Efendi (1912–1944,Kahire) Kız Çocukları: Fenire (1888),Ulviye (1892–1967),Sabiha (1894–1971). Ulviye sultan’dan olan torunu Hümeyra Özbaş (1917–2000),kuş adsında bir otel kurup yönetti. Sabiha Sultan’dan olan torunları Nesli şah Osman oğlu ve Necla Osman oğlu hala hayattadır; Hanzade Osman oğlu 1998’de vefat etmiştir.
Yusuf GÜLDÜ YA 11/C
İlmiyle amel etmeyen âlim, başkalarını giydirdiği halde kendisi çıplak iğne gibidir. İmam Gazâli
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
Okulumuzdan haberler... Fıkıh ve siyer yarışması heyecanlı idi! 18 Nisan 2008 Cuma günü yapılan Fıkıh yarışmasında İ 9/A sınıfından Süleyman BAŞ birinci, İ 11/A sınıfından Sena KOÇ ikinci, A 9/E sınıfından Nurullah ÇELİK üçüncü; 25 Nisan 2008 Cuma günü yapılan Siyer yarışmasında YA 11/B sınıfından Beyza YILMAZ birinci, İ 9/E sınıfından Hüsna BAKA ikinci, YA 11/A sınıfından Tuğba YILDIRIM üçüncü oldular. Yarışmalarda jüri heyeti olarak öğretmenlerimiz Mustafa BULUT, Ramazan ÜNLÜ, Naci KAHRAMAN, Mustafa EMİRCAN hocalarımız görev yaptılar. Bütün finalistlere okul yönetimi tarafından mealli Kur’ân-ı Kerim ve ayrıca dereceye giren öğrencilere saat hediye edildi.
Gelenek bozulmadı... Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nün Talimâtıyla, Sakarya İli İmam-Hatip Lisesi öğrencileri arası Hafızlık, Kur’ân-ı Kerîm’i Güzel Okuma ve Ezan Okuma Yarışması 15 Mart 2008 Cumartesi günü, Hendek Kültür Merkezinde gerçekleşti. Heyecanlı ve çetin geçen yarışma sonunda, Zonguldak Devrek’te yapılacak olan 6. bölge Kur’ân-ı Kerîm’i Güzel Okuma yarışmasına öğrencimiz Gökhan CİVELEK katılmaya hak kazandı. Ezan Okuma yarışmasında ise İlimizi öğrencimiz Tuğrul ERSOY temsil edecek. Dinleyicileri heyecanlandıran ve çekişme içinde geçen yarışmada birinci olan arkadaşlarımızı tebrik ediyoruz. Okulumuzun öğrencilerinin bu tür yarışmalardaki başarılarından gurur duyuyoruz.
Şehitler gününde coşkulu program Okulumuz Yayın ve İletişim Kulübü tarafından hazırlanan doyurucu programla, Çanakkale Deniz Zaferi’nin 93. Yıldönümünü ve Şehitler Günü’nü andık. 17 Mart Pazartesi günü, saat 15:00′de, Ahmet Akkoç İlköğretim Okulu Konferans Salonunda çok sayıda davetli, veli, öğretmen ve öğrencimizin katılımı ile gerçekleştirilen programda, öğrencilerin sunumu ile, şiirler okunup, konuşmalar yapıldı. Oratoryo gösterisi ve sinevizyon gösterimi büyük ilgi gördü.
41
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
Okulumuzdan haberler... İstiklal Marşımızın kabulünü coşku ile kutladık
Okulumuz Kültür-Edebiyat Kulübü tarafından hazırlanan doyurucu bir törenle, İstiklal Marşı’mızın kabulünün 77. yıldönümünü kutladık… Törende yapılan konuşmalar, okunan şiirler arkadaşlarımızın hararetli alkışlarını aldı.
Okulumuz çalışanları geleneksel iftarımızda buluştu. Okulumuzun her Ramazan ayında çalışanları için düzenlediği iftar programı 22 Eylül 2007 tarihinde gerçekleşti. Tüm öğretmenlerimizin ve çalışanlarımızın aileleriyle birlikte katıldığı iftar yemeğinde, sıcak sohbetler gerçekleştirilirken, iftar sonrasında okul müdürümüz Ziya CEVHERLİ kısa bir konuşma yaparak katılanlara teşekkür etti.
Mezunlar gününde Okulumuz öğrencilerinden Hat ve Tezhip Sergisi
Mezunlar günü etkinlikleri çerçevesinde, resim öğretmenimiz Mehmet İNCE önderliğinde, öğrencilerimizin Hat, Tezhib, Resim ve Karakalem çalışmalarından oluşan karma sergi, mezunlarımız tarafından ilgi ile izlendi.
42
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
Okulumuzdan haberler... Kutlu doğum haftasına uygun tören düzenlendi. Okulumuz Tiyatro Kulübü öğrencileri Türk Dili ve Edebiyatı Uzman Öğretmeni Hatice GÖVERÇİLE ve Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni Hülya GÜLŞEN yönetiminde Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle bir program düzenlediler. 29 Nisan Salı günü Ahmet Akkoç İlköğretim Okulu Konferans Salonu’nda sergilenen şiir dinletisi, ilahiler, sinevizyon gösterimi ve konuşmalardan oluşan program öğretmenlerimiz, velilerimiz, öğrencilerimiz ve misafirlerimizden büyük ilgi gördü.
Mindere damgamızı vurduk. 15 Şubat 2008 tarihinde yapılan 15-16 yaş grubu serbest, grekoromen İl Birinciliği müsabakaları sonunda okulumuz öğrencilerinden Yaşar KARGI 50 kg serbest stilde, Bilâl TÜRK 46 kg serbest stilde, Hüseyin YAKUPOĞLU 69 kg serbest stilde ve Hasan YAKUPOĞLU 54 kg grekoromen stilde birinci olmuş, 5-8 Mart 2008 tarihleri arasında Bursa’da yapılan grup şampiyonasında Sakarya’yı temsil etmişlerdir. Ayrıca 17-18 yaş grubunda 58 kg’da grekoromen stilde Hamza SEYYAR Sakarya birincisi olmuştur. Serbest stil 58 kg’da Sıdık YILMAZ üçüncü, grekoromen stilde 85 kg’da Beytullah TÜRKOĞLU da ikinciliği elde etmiştir. Arkadaşlarımızı tebrik ediyoruz.
Yeşil sahalarda da varız.
Sakarya Millî Eğitim Müdürlüğü tarafından düzenlenen Liselerarası Futbol müsabakalarına katılan okulumuz futbol takımı grubunda yaptığı karşılaşmalar sonucunda beklenen hedefe ulaşamadı. Gelecek yıllar için umut vaad eden, hazırlık maçlarında iyi futbolla çarpıcı sonuçlar alan takımımız, yenilenmiş kadroyla önümüzdeki yılı beklemeye başladı.
43
ADAPAZARI ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ VE İMAM HATİP LİSESİ
Nükte Umman’ından
44
BALE Temel ilk kez baleye gitmiş. Parmaklarının uçlarında dans eden kızlara bakmış ve yorumunu yapmış; Daha uzun boylu kızları seçselerdi ya!
28 GÜN Öğretmen sormuş; ‘Hangi ayda yirmi sekiz gün var’? Ali cevap vermiş; ‘Hepsinde hocam’
DUVAR SÖZÜ Soru: İnsanları niye kafasına su dökerek uyandırırlar? Cevap: Çünkü suyun kaldırma kuvveti vardır.
KALABALIK Temel İspanya’da otel işletiyormuş. Gece yarısı kapı çalmış: Odanız var mı? Kimsunuz? Jose de Santana de Monte Cristo de Santa Cruzo! Haa, bu kadar insanı alacak yerim yok!
BOZUK DAKTİLO Temel, aldığı daktiloyu bozuk diye geri götürür. Satıcı; — Neresi bozuk, dün aldığınızda sağlamdı, diye çıkışır. Temel şöyle cevap verir; — Harfleri eksuk daa! İki tane ‘A’ yok ‘saat’ yazamıyorum.
DİLENCİ Dilenci: “Hocam Allah rızası için az bir sadaka verir misin ?” Hoca: “Az vermek şanımdan değildir.” Dilenci: “O halde çok verin.” Hoca: “O da senin şanından değildir.”
kent iรงinde orman keyfi