
5 minute read
Burjuvanın Esareti: L'avventure / Hamdiye Nur Kanca
from TENKİD DERGİSİ
by murat selim
film tenkitleri
HAMDİYE NUR KANCA
Advertisement
BURJUVANIN ESARETI: L'AVVENTURA MICHELANGELO ANTONIONI ►
L'avventura, Michelangelo Antonioni'nin yönetmenliğini ve aynı zamanda senaristliğini yaptığı, sinema dünyasına yeni bir bakış açısı getirdiği başyapıtlarından ilkidir. Filme dair geniş bir söylemde bulunmadan önce çok uzağa gitmemekle birlikte İtalyan sinemasının gelişmeleri üzerinde kısaca duralım.
I. Dünya Savaşı sonrası Amerika'nın sinemada güçlenmesiyle birlikte Benito Mussolini sinemanın propaganda gücünü fark etmiş devletin de yardımıyla faşistler İtalyan sinemasının üzerinde kontrol oluşturmuşlardır. Filmler rejimin baskısı ile faşizmin İtalya’da yaygınlaşması için çekilmiş bu durum yaklaşık 20 yıl gibi bir süre İtalyan sinemasına hâkim olmuştur. II. Dünya Savaşının da etkisiyle bu dönemin baskı ve zorlamalarının getirisi olan bir arayış sonucunda İtalyan Yeni Gerçekçilik akımı doğmuştur. Henüz çiçeği burnunda bu akımla birlikte yönetmenler kameralarını stüdyolardan sokağa çevirmiştir. Filmler de ana tema, daha bireysel meseleler, yoksul halkın gerçekçi bir biçimde ekrana yansıtılması ve savaş sonrası çekilen zorluklar olmuştur. Antonioni de 1950’li yıllarda bu akım çerçevesinde eserler vermiştir, bu dönem onun kendine has tarzının ortaya çıkmasında en büyük rolü oynar.
1960 yılında ‘İletişimsizlik Üçlemesi’nin ilk filmi olan L'avventura ile nihayet kendi üslubunu ortaya koyabilmiştir. Her ne kadar Cannes Film Festivali’nde salondaki seyircilerin hatırı sayılır bir kısmı tarafından yuhalansa da "film diline getirdiği yenilik ve güzel görüntüle
ri için" açıklamasıyla jüri özel ödülüne layık görülmüş ve artık dünya çapında modern bir yönetmen olarak kabul görmeye başlamıştır.
Film Anna adında bir genç kızın uzun süredir görmediği sevgilisi Sandro ve en yakın arkadaşı Claudia'nın da içine bulunduğu burjuvadan bir grup arkadaşları ile çıktıkları yat gezisi ile başlar ve gezi sırasında, Anna Sicilya kıyılarında esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolur. L'avventura Türkçeye ‘macera’ ve ‘serüven’ olarak iki şekilde çevrilmiş. Filmin isminden ve buraya kadar özetlediğimiz kısımdan da yola çıkarak yaklaşık 45 dakika heyecanın dorukta olduğu, olaylar silsilesinin durmaksızın birbirini takip ettiği bir macera filmi seyredeceğinizi düşünebilirsiniz. -Nitekim yapıtın sahibi Antonioni olmasaydı bu düşünce doğru olabilirdi- lakin Antonioni ilerleyen dakikalarda bu düşüncelerinizi ortadan kaldıracak, hatta filmin ana karakteri olan Anna’yı ve onun kaybolduğunu dahi seyircinin aklına neredeyse getirmeyecektir.
Filmin henüz ilk sahnesinde, Anna ile babasının konuşması esnasında birbirlerine dönük olmayan bedenleri, göz temasından kaçınmaları, isteksiz ve bunalmış tavırları ile filmin ilk iletişimsizlik örneğine şahit oluyoruz. Anna'nın uzun süredir görmediği sevgilisi Sandro ile tam buluşacağı vakit geri dönmek istemesi ve Claudia'ya söyledikleri ile Sandro’nun Anna’yı manevi anlamda tatmin etmediğini hissedebiliriz. Uzun bir süreden sonra ilk kez buluştukları o anda sohbet dahi etmeden birlikte olmaları da bu durumu kanıtlayabilir. Onlar birbirlerini değil, birbirlerinin bedenlerini özlemiştir. En azından bu Sandro için böyledir. Yat gezisinde ise saf ve henüz bozulması için bir eyleme girişilmemiş doğanın içinde dahi burjuvazinin zenginliğini ve yapaylığını en derinden hissederiz. Kısa cümlelerle kurulan, hatta kurulamayan diyaloglar, birbirleriyle vakit geçirmek için değil de sanki zorla bir araya getirilmiş bir insan topluluğudur karşımızdaki tam da burada iletişimsizliği en bariz şekilde görürüz. Anna ortadan kaybolmadan önce sevgilisi Sandro'ya kendilerinin ve arkadaşlarının evli bir çiftten farklı olmadıklarından, bu durumda evlenmenin bir anlam ifade etmeyeceğinden yakınır. Antonioni burada günümüze de ayna tutmuştur sanki. Değerlerin gittikçe çöküntüye uğradığı zamanlar, evli mi bekâr mı ayırt edemediğimiz çiftler… Anna'nın ortadan kaybolmasıyla bu vakte kadar mantıklı gözlemler yapan, çok konuşmayan ve arkadaşlarına nispetle yoksul bir geçmişten gelen Claudia'ya gözler çevrilecektir. Anna'nın kaybolduğu gün Claudia'nın, Anna'nın onun çantasına koyduğu gömleğini giymesiyle birlikte Anna'nın hissiyatlarının ve hayatta ki rolünün de Claudia'ya geçtiğini simgeler adeta Antonioni.
Anna'nın kaybolmasının henüz ilk gününde Sandro, Claudia'ya karşı his beslemeye başlar. Artık onun için Anna gitmiş ve yerine Claudia gelmiştir. Claudia ise tüm bunların farkında ve nasıl davranacağını bilmemektedir. Bir yandan Sandro’yu seviyor bir yandan da arkadaşına ihanet edeceği düşüncesiyle Sandro’yu reddediyordur.
Bir müddet yat gezisinde ki arkadaşlarının evinde misafir olur Claudia. Herkes Anna’yı unutmuştur. Kimi para, kimi güzellik peşinde içlerindeki o kendilerine bile itiraf edemedikleri boşluğu kapat-
mak için çabalıyorlardır. Claudia ise hala arkadaşını düşünüyor ama bir yandan da Sandro’yu unutamıyordur. Nihayet Sandro ile bir araya gelirler ve Anna’yı aramak için ufak bir yolculuğa çıkarlar ki bu yolculuk onlara da Anna’yı unutturur. Onlar için de sadece kendileri ve söz de aşkları vardır artık. Claudia'nın içindeki boşluk bir türlü kapanmıyor, içindeki sıkıntı bir türlü gitmiyordur ama. Film Sandro’nun Claudia'ya aldatması ile son bulur. Sandro zannediyorum yaptıklarından özür dilercesine, çektiği vicdan azabından sebep ağlıyordur Claudia'ya ise bu ihanete karşın beden dili ile onun yanında olduğunu söylemiştir seyirciye. İhanetin ve sadakatsizliğin normalleştiği, hatta sadakat kelimesini lügatlerinde bulundurmayan bir toplumu onların her geçen dakika daha çok yabancılaşmasını ele alıyor Antonioni. Onlar için para kazanmak her şeyin çok daha ötesindedir. Daha fazla parayı görmeye başlayanlar üsttekilere boyun eğiyor ve artık sorgulamamaya başlıyorlar, insan olmanın en önemli getirisi olan düşünmeyi ve üretmeyi ellerinin tersi ile itiyorlardı. Erkekler için kadınlar salt güzelliği ölçüsünde değerlidir, kadınlar ise nasıl daha güzel ve ilgi çekici görünebilirim yarışında. Kendilerini tamamen dünya metaına bağlamış bu insanların hayatında bir boşluk, ahlaki çöküntü, güvensizlik vardır. Tüm bunları giderme yolunu ise tekrar dünya metaında ararlar, bu bir döngü haline gelir ve geçici mutlulukların esiri olan bu insanlar hayatta yalpalayıp dururlar. Antonioni L'avventura'yı şu sözlerle açıklar: “Belleği kıt, vicdan azabı duygusu yetersiz, kolayca ihanet eden insanın incelemesiydi.” Antonioni'nin amacı ekonomik ve sosyal anlamda ulaşılacak en üst nokta olarak kabul edilen burjuvazinin iç dünyasını gözler önüne serip, gerçekleri göstermekti. Nitekim bunu başardığı düşüncesindeyim. Öyle ki çekim açıları ve manzara da bunu kanıtlar niteliktedir. Manzaraların ve çekim açılarının insanı büyülemesinin yanında Antonioni'nin kamerayı en ufak bir hareket ettirişinde dahi karakterlerin iç dünyasını anlamlandırmamızı sağlayan nüanslar vardır. Filmi seyrettiğiniz vakit bunu çok daha iyi anlayacaksınız.
Naçizane Antonioni'nin filmlerinin ilk seyredişte direkt mesajını alabildiğimiz filmler olmadığı görüşündeyim. Yine L'avventura da içselleştirme sürecine ihtiyacı olan, üzerinde uzun uzun düşünülecek bir film. Film kendini size açtığı vakit içinde bulunduğumuz hayata ve hatta kendi iç dünyanıza da hitap eden bir yönünü yakalayacağınız kanaatindeyim.
Filmi izlemek üzere size emanet ederken sözlerimi Antonioni'nin filmlerini ve kendine özgü tarzını daha iyi anlamamıza olanak sağlayabilecek şu sözü ile bitirmek istiyorum: “Benim filmlerim hayata ayna tutmaktadır ve hayat aslında her gün alışılmamış olaylar olmadan, melodram olmadan, tumturaklı sözler ve yüksek düzeyde heyecan anları olmadan yaşanır. Her şeyden çok da ben Luchiano Visconti tarzı bir yönetmenin filmlerindekine benzer melodramlardan nefret ederim. Melodram dünyanın en kolay işidir ve çok da ucuz bir şeydir. Yapmaya değecek bir şey değildir. Çok daha zor, çok daha karmaşık ve dolayısıyla daha sanatsal biçimde meydan okumak, hayatın gerçek ritimlerini yansıtan bir film yapmaktır.”
Bir gece Anadolu’da bir cinayet üzerine görevli üç beş taşra çalışanının sabaha kadar zanlıyla birlikte cinayet mahallini aramakla başlar, bulunan maktulün üzerinde yapılan otopsiyle sonlanır. Hepsi bu. Yalnızca 12 saat kadar süren bir serüven. Gerçeküstülükten uzak...