Onur sakarya - tek tabanca

Page 1

1


onur sakarya tek tabanca kaos 癟ocuk park覺 sanat edebiyat kolektifi fanzin kitap 10

2


Kaos Çocuk Parkı Fanzin Kitap 10 onur sakarya; tek tabanca editör ; lokman kurucu kapak tasarımı; lokman kurucu iletişim; lokmankurucu84@gmail.com

3


ağır kıllı fil Çok önceleri dinlemiştim Çok önceleri Sizin daha gözleriniz yoktu o zamanlar Ve bir kadehi her tutuşta farklı tutan elleriniz Doldurduğunuz su bardakları büyütürdü Arkasındaki bozuk parayı Kol saatini Gümüş kaşığı Bir kadın kibriti hiç böyle sıkılarak çakmamıştı Çok önceleri dinlemiştim Bahar rüzgârının kulaklara abanışını Bir eteği şehvetle kaldırışını Ve zamanın su damlatan musluklar gibi bir çocuğu uyutmayışını Sizin köşede beliriveren vücudunuz yoktu o zamanlar Yani kimsenin saçını da çekmiyordunuz İnsan bir kez daha insan oluşunu düşündü Sorumluluk ağır ve kıllı bir fili Bir kıyıdan diğerine taşımaktı Siz ne kaldınız ne kıyıya vardınız Yüzüğünü küvetin deliğine kaçıran gelin kadar Dul ve silahsızdınız Bir yerlerden hatırladığınız bir yüz Unuttuğunuz adlarda çok eski arkadaşlarınız vardı

4


Telefonlaşılan bir dost Ve tutkala buladığınız yapışkan acılarınız vardı Lütfen baylar Lütfen hanımlar lütfen Birbirimizi kandırmayalım Kendinizi ağır ve kıllı bir filin altında unuttunuz

5


ankara’ya üç kara şiir 1. Kara bir günü sayıp göz ucu Parmak yalayan para sayıcı “Üstü kalsın” demez Neden desin? Teri tende donan ablak satıcı Kızılay daralıyor daha kalabalık Zaten donuk yüzlere kar ne hacet Sandığı her şey aynadan ibaret Aksı aksayan şekilsiz adam Bilip de hiç okumadım diyor Gururlu ondan yalnız Ankara Kazan kaldıran çeteleri Üç yumruk beş tekme Kan evet kan Başkasının cebinde dolaşan cüzdan

6


2. Sabaha doğru kahvede sabahçı Şıngır şıngır çay kaşıklarıyla Elden biten mağdurun mutluluğu Yahut cepkeninde çaycının bozuk para tortusu Adresini her kalfaya sormuş Beton nedir ve neden sıkar insanı? 3. Balçığa dönelim kar güzeldir Tekmelemeli mi dilenciyi Ankara sıkıntısında? Sıkıntısında bodler’i mi vurmalı? Lanetlenmiş cadı gibi durur damgalı Kutsanmış kara kent, kara dua Ankara, su senden yoğun değil!

7


arabesk pardösü Pardösünü yanına al üşüme Çünkü kalbin üşür, ezilirsin Ve evren üşür Çünkü anneler bisküvileri Kalpleri gibi ezerek yedirir sütlü bebeklerine Ve annen üşür Aklım takılıyor gözbebeklerine Gettolarında devasa kentlerin Çocukların tellere taktırdığı uçurtmalar gibi Biri pimini çekse kalbinin Bırakıp gideceksin Yunusların dev tankerlerle yarıştığı Tuzlu kentlere

8


aşk belgeseli Sen tut şunları! Ben ayakkabılarımı bağlayayım Bağlayayım saçlarını Ve güneylerden gelen trenler Bir uçtan bir uca bağlasın haritaları Şimdi pantolonuna bir kedi sürtünse Hemen ısınır tenin Gürültüsünü duyarsın Ceketinden yere atlayan düğmelerinin Altmışını aşmış kadınlar gibi Yavaş yavaş örersin siyah yalnızlığını Sen tut şunları! Ben faturaları ödeyeyim Çekme gözlerini benden güzelim Gözlerin dişi aslanlardan kaçan zebra yavruları

9


beton Saçıma sürtünür altın mızrakları güneşin Güneş, binalar arasından doğan bir sıkımlık portakal Binalar dört bir yana dizili domino taşları Üstüne çökmüş Şehrin üstüne çökmüş diyorum Kireçle örtülmüş plastik yaşamlar Tutsam elini hatırlar mısın? Gerçi ellerim metalden imal Tutsam elini soğuk Bu şehirde aşk betondur Ve bu şehirde aşklar kelebeklerin hayat çizgisiyle paralel

10


içdeniz Çocukları yosun satar bu şehrin Üç demet alana bir denizkızı bedava İçdenizimde yaşatırım onu Ağlamadım yıllarca Orada biriktirdim gözyaşlarımı İçdenizimde yaşatırım onu Çocukları uçurtma satar bu şehrin Ve biz Gözlerimizi uçlarına bağlar Şehri kuşbakışı izleriz Şimdi bir Akdeniz şehrinde Çırılçıplak kadındır deniz Poyraz vurdukça göğsü dalgalanır Saçlarının her teli kızgın mızraklardır Saçların yüreğime değiyor Ağlamadım yıllarca Orada biriktirdim gözyaşlarımı İçdenizim su kaybediyor Çocukları doğmamış bebekler satar bu şehrin Ve biz ruhlarımızı onlara veririz

11


bin Kilit bir yerde durduğunu biliyordu Küçük ama etkili Çiçekleri güneşle buluşturan Günü güne Anı ana akıtan Bulutları işeten Sisi buruşturan Onun kalbi yer ve gök arasında asılı duruyordu Saniyeyi itip zamanı başlatan Bin huyu doğuran Bir nefes veren Onun gölgesi gündüzleri deniz tepesinin üstünde duraklardı Geceleri rüyalar kentinde Sancılı ruhlar hurdalığında Yüzü ak teni eflatun olurdu melekler ışığına konduğunda Gitti! Çünkü ormanın sakinleri taşı kemiğe vurdular Tamtamlar çalındı Adaklar adandı Gelmedi! Bin hayvanını bıçağa vurdular

12


Onun gözleri her göze girdi Gözü gördü Bir çocuğu bine Bini milyarlara katladı

13


bir pazar sabahı Bir Pazar sabahı kadar durgun ve sıkkınsınız Gökyüzünün, vitrine özenle yerleştirilmiş Porselenler gibi durduğu bir Pazar sabahı Karın bir daha asla böyle yalnız yağamayacağı Hiçbir zaman sinirlenmeyeceğiniz Bir eşya nasıl sizin koyduğunuz yerde duruyorsa Ve birinin hiçbir cüretle bozamayacağı Hayatınız yerli yerinde duruyorsa Sizi herkesten alıkoyan bir Pazar sabahı Yüzünüze inatla sızan kırışıklık Buruşturulmuş gazete kâğıtlarını andırırdı Ağzı anne kokan çocuklar Birden perdeleri aralardı Sokakta hiç bilmedikleri bir oyun oynanırdı İşte öyle şaşkındınız Bir Pazar sabahı yorgan ve yastıkların altına sıkışırdınız

14


Bir çocuk, etten ve kemikten O kocaman cesaretiyle çekmecelerinizi karıştırırdı Ona kızdınız Kızdınız mı? Ben o zamanlar bir ülkeyi keşfetmekle meşguldüm Ey yalnızlar! Yalnız olduğunu sananlar Buna inandırılanlar Ey, siyah balçığa benzettiğim kirli hayatlar! Kendinizi bir Pazar sabahı Tozlu çeyiz sandıklarında unuttunuz Fotoğraflarınızın arkasında şöyle yazıyordu: Seni seviyorum Yatağınıza bir yumurta gibi gömülün Gerçekten onu seviyor musunuz?

15


bitmeyecek şiir Yüreğimi çıkardım Kandamlaları buz parçalarıydı Yapışmıştı üzerine Ve sağanak halinde sen yağıyordun Şimdi karanlık bir Akdeniz şehrine Yüreğimi çıkardım Kış çoraplarına koydum Taze tuttum kanı ve üzüntümü Annemin göğsünde bir derin uçurum Ucunda ben: Deniz feneri Ve lodos tekmeliyordu kum torbasına dönmüş yüzümü

16


boşluklara devrilen Masanın düzlüğü O pürüzsüz ve dingin uzantısı Bisikletten düşen bir çocuk gibi Devrilen bira şişeleri Yani ayık olmayanları içlerine devrilen görkemli sessizlik Ben size zaman diyorum Siz uzun uzun bakıyorsunuz yüzüme Yüzümde keskinleşen her kıvrıma Yanak yanağa öpüşen iki eski sevgili Nasıl yavaşça süzüyorsa birbirini Nasıl tüyleri ve şeyleri daha hızlı uzuyorsa Uzuyorsa bir günün telaşı Elimde kalıyor geçmişin daha kurumamış kan izleri Bırakın size diyorum Her şeyi bırakın Otobüsteki boşlukları doldurmalısınız Öyle söyleniyor yapmalısınız Hadi size hiç bıçak çekilmedi diyelim Kendinize çektikleriniz hariç Sırtınızda taşıdığınız korkular boş bir sokakta enselemedi boynunuzu Hadi diyelim kurduğunuz anlık oyunlara da yenilmediniz Yoksa çelik kasalara mı sakladınız korkunuzu

17


Biliyorum Yaşamdan ve gökyüzünden çekindiniz Avuttunuz Sürekli avuttuğunuz sizin Sadece boşlukları dolduran yolculardan farkınız kalmadı Boşlukları dolduralım hanımlar, baylar ve bilhassa ortalar Rengârenk görüntünüz mutlu oldu Ama kendiniz… Hiç olmadı

18


bulmaca Bulmaca çözüyor takma dişlerini Bardaklarda unutan ihtiyarlar Sonbaharın son günleri Evlerine kendi ölüm haberlerini götürüyor postacılar Yüzün giderek saydamlaşıyor Bir serçe su içiyor gibi göz çukurlarından Birazdan yine güneş doğacak Korna seslerine karışan insanlar Hep büyüyen bir virüs gibi Şehrin ara sokaklarına dağılacak Çayı durmadan soğuyan Ve gözkapaklarını evlerinde unutan memurlar Su birikintilerinden atlayarak Bir sonbaharı yine yalnız kapatıyorlar Yüzün giderek saydamlaşıyor Ve zaman saydamlaşıyor Çünkü sonbahar yağmurlu bir öğleden sonra Bavulunu toplayıp şehirden kaçıyor

19


dua Ey, tanrım! Bana yardım et! Mermerle kapla pislik suratımı Suyumu ve yolumu değiştir Kırk bir kere döndür beni şeytanın atlasından Kırkikindide gökten yağdır kirimi Toprak affetsin günahlarımı Ey, insan! Sen zahmet etme Kendi ölümü kendim yıkarım Çünkü temiz bir ölüm Herkesin hakkı

20


ekilmiş insan vücutları Sahilde koşan çocuğa yaraşır Annesini gömen mavi kürek Kazdığı sulu çukuru Kumlu gövdelerle dolduran Yani bir sahil boyu Günebakan çiçekleri gibi Ekilmiş vücutları sulayan Çocuğa yaraşır Geçmişini gömdüğü turuncu yürek

21


kavun “Bitecek bir gün” dediler Dal taşıyamaz kavunu “Fazlaca kırmızıydı” dediler Hiç kırmızı kavun olur mu? Tesadüf değildi Asansörde mahsur kalmış Bir çocuğu andırıyorduk “Bir gün bitecek” dediler Hep bir ağızdan “Bir gün bitecek” Çünkü hem iflah olmaz kırmızı Hem de dalda kavun olduk

22


kırmızı kar Sizi izlemenin inceliğini tattım Yılanlı rakkaslar gibi zamanı durduruyordunuz Terli vücudunuza saman çöpleri yapışıyordu Ayıklıyorsa nasıl, taşlı pirinçleri Başörtülü siyah kadın Kocatepe Camii’nin minareleri Bulutları gökten ayıklıyordu Beton şehrin yalnızlık tapınakları Dar bir sokağın çayhaneleri olabilir Bakarsınız sigara dumanının örttüğü tavanlara Silkelenen küller gibi yapışmışız Çay tabaklarında biriken alışkanlıklara Sizi izlemenin inceliği korkutuyor biraz Bir revirin iğne kokan koridorları Neden ve derinden etkilerse bir çocuğu Kar gezginleri hey! Islık çalan çocuklar gibi kalbim Yürürsünüz karın çıtırtısını duyarak O uzayan veremli sokakları Sizi izlemenin inceliği İğne deliğinden kıl payı geçirmektir Kocaman bir fili

23


Bırakın! Bir sevda da kendini yaşasın Paketi hiç açılmamış bir hediye gibi Ve beton şehirde keşişler dolaşsın Kırmızı asalarıyla kar keşişleri İçinizdeki alışkanlıkları Masmavi pazenlere sarın Sizi izlemenin inceliğini tattım Terli gövdeniz giderek büyüyordu Ve sokakta olduğumu şöyle anlıyordum Bir odanın ışığı aniden yanıyor Sonra karın sessizliğine sönüyordu

24


kırmızı tahterevalli Gitmek Geriye hep bir şeyleri bırakır Hala sallanan tahta salıncakları Ve bir tarafı inatla yüksekte kalan Kırmızı gövdeli tahterevallileri Siz gittiğinizde on çeşit yaştaydım Yüzünü bile görmediğim çocukluğum Mutfak raflarından üzerime devrilmişti Bozuk paraları nasıl döndürürdünüz Ah nasıl başım dönerdi İnatla siyaha oynanılan rulet masaları Kırmızı görüntünüzü izlerdi Ayakkabınızı hep topuğunuza basarak çıkarırdınız Namaza son anda yetişen Müslümanlar gibi

25


Bir martının suya sürtünüşü Sizi sevindirmeye yeterdi Ah nasıl birden bire kızardınız Bir insanı dünyadan kovacak kadar Ve sonra ölmesi yakın yaban atları misal Konuşmazdınız Siz gittiğinizde şehrin üstünden zarif bir bulut Ve suya sürtünen bir martı geçti Ben ise o tahterevallide Kırmızı görüntünüze asılı kaldım

26


melike Beni gözleriyle kurşuna dizen kadın Ruhumda matkap yaraları Işık sızdırıyorum Sızıntı: Maddenin özgürlüğe ulaşma çabası Açılan her delik başka boyuta kapı Görebilirsin Kolların serçe kanadı; ürkek, titrek Her an uçacakmış gibi ölüme yakın

27


tabut ve koridor Şimdi bir tabut taşımak ister miydiniz? Konuşmak elbet yalnızlığınızı örtecektir Konuşunca acılarınız azalıyor sandınız Ben bir tabutu denizlerle örtmeyi teklif ediyorum Yanıma hep soyunup gelirdiniz Bir sabun nasıl sürtünürse gözeneğe Öyle kaygandı ve biraz ıslaktı düşleriniz Karanlık koridorlara Yani küf tutmuş yüzleriyle insanların yürüdüğü Güneşin zar zor girebildiği o koridorlara Ve pusuya düşürülmüş sineklere benzettiğim Ölüyü canlıdan ayırt etmeden Bir tabut Taşımak ister miydiniz? Ah bir taşısanız! İşte o zaman Koridorları maviye boyayacak sesiniz

28


terlik teki Sizi zamana sattım Kapı arasına sıkışmış terlik teki Avaz avaz bağıran zamana Hiç olmamıştı daha önce Bu kadar ileriye gitmemiştim Demir alan gemiler Gözlerinizi acıtıyordu En büyük yenilgimdi bu Kitap arasında unutulmuş ayraç gibi Suskun oturuşum Kapı arasına sıkışmış terlik teki Ne bir sebep ne bir sonuç Bir şutun tümsekten sekip gol olması gibi Sizi zamana satıp Düğmeye bastım

29


trapezci leylekler Saçların yeni asılmış çamaşırdır Ta Edirne’den Ayas’a gerili bir ipte Ki trapezci leylekler uçmaz Güneye ip üstünde göçerler Saçların yeni asılmış çamaşırdır Poyraz dolar her teline Ve yüzümün tuzlu derisine yapışır Denize sersem saçlarını Sersem saçlarını Sersem de silkelesem Dünya ıslanır Dünya ıslanır

30


uzaklara dağılsın kokun Kalçalarını salla Trakya Bir dünyalının yüreğine Kondurduğun öpücüklerle Ve sen sevgilim Beni sen doğursaydın eğer Üçüncü mevki vagonuyla biz Evrene doğru yürüdük Bu sabah biraz daha güzel Çingene pembesi dudakların

31


yağmur, gidiş ve sadelik 1. Yağmuru, bulutlar cebinde taşır Bunu çoğunuz bilmezsiniz 2. Yağmuru, bulutlar kapalı Cep cezaevine tıkmıştır 3. Yağmur; Kaçış planı hazırlarken sen Balkonda iki kalp kuruttun Mandalları hala kusarım Ve hala palto yerine vestiyere Yüzülmüş derimi asarım 4. Yağmur; Bulutlara tünel kazarken sen, Bavuluna kendini koydun Basbayağı kendini Balkonda iki kalp kuruttun Vitrinde beğendiğimiz oyuncak trenin Tuttun, içine kendini koydun Güle güle!

5.

32


Gar; Tavanına başka dünya yerleştirmişti İnsanları yerleştirmişti Abaküslerde renkli boncuklar gibi Ben; Kurutup ütülediğin kalbi üstüme giymiştim Treni şöylece kavradın; doğru Oyuncak trenle birlikte güneylere gitmiştin Güle güle! 6. Gittin! Arkandan üç güvercin havalandı Çünkü ben trene koşuyordum Şehir bildiğimiz eski-şehir değildi Gece bir hırsız sahtesiyle değiştirmişti Gittin! Ki ağaçlara hala bezler bağlıyorum Ve hala uğur böceklerine terlik pabuç aldırıyorum 7. Ne zamandır göçmen kuşlardan Düşen tüyleri Tutup sen diye biriktiriyorum Çünkü oyuncak trenle birlikte güneylere gitmiştin

33


34


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.