Bireyden Topluma... Söz Kimde? - Nazlı Caymaz

Page 1

BİREYDEN, TOPLUMA... SÖZ KİMDE?

Konu çevre olduğunda; modernleşen dünyayla birlikte önem kazanan bireyin mi yoksa toplumun ortak tutumunun mu önemli olduğu tartışma konusudur. Üzerinde hem bireysel hem de toplumsal olarak söz sahibi olduğumuz bu kavramın ayrı ayrı değil, çok birleşenli bir yapı olarak ele alınması gerektiği taraftarıyım. Günümüze kadar çokça tartışmanın temelini oluşturan bu konu çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. Kimi ekolojist, çevrenin birey tarafından şekillendirildiğini öne sürerken, kimi de çevrenin toplumsal yapıya, sınıfa hatta ırka göre biçimlendiğini savunmuştur. İlk bakış açısına göre her birey kendi çevresini kendisi şekillendiriyor, hatta diyalektik bir yaklaşımla aynı zamanda da çevresi bireyi şekillendiriyor. Bu yorumun en büyük destekçisi Murray Bookchin'dir. Doğru ya da yanlışlığı tartışmaya açık olan bu yaklaşımın, belki de diğer yaklaşıma göre en büyük artısı herhangi bir ayırımcılığa gitmeden her bireye eşit çevreyi yaratma, ondan yararlanma, aynı zamanda zararlarıyla yüzleşme imkanı sunmasıdır. İkinci bakış açısına göre çevreyi yorumladığımızda karşımıza, belki de dünya üzerindeki en büyük sorunlardan olan, eksik uygulanan ya da hiç uygulanmayan eşitlik, hak ve özgürlük kavramları çıkıyor. Toplumsal yaşamın sahip olduğu, doğuştan ya da sonradan edinilen sınıflar ve farklar ile insanların çevre üzerinde sahip olduğu söz hakkı değişmekte, hatta yararlar ve zararlar buna göre belirlenmektedir. Bu yorumun en büyük temsilcisi olan Dünya Bankası baş ekonomisti Lawrence Summers'ın genelgesi "yararları ve yükleri hakça olmayan bir biçimde dağıtan bir çevre psikolojisinin en göz kamaştırıcı örneğidir. Daha da özgül olarak anlatmak gerekirse, çoğu kez toplum yükleri en az avantajlı kesimlere, örneğin yoksullara, siyah derililere yükler. Bu nedenle bu politikalar, daha doğru bir deyişle, çevre faşizmi olarak tanımlanmaktadır. Üstelik Chipko akımının da gösterdiği gibi, kadınların çoğu kez erkeklerden daha çok çevre yükünü omuzladıkları görülmektedir"¹ Aslında bu yorum ne yazık ki şu an dünya üzerinde sıkça rastlanan durumu açıklamaktadır. 1982'de yapılan incelemeye göre "zehirleyici atık alanı olma riski en yüksek düzeyde bulunan topluluk ve mahallelerin tanımlanmasında en iyi belirleyici etmenin ırk olduğu sonucuna varılmııştır."² Burada iki büyük sorunla karşı karşıyayız. Biri çağımızın en önemli sorunu sayılan, gitgide tükenen doğal kaynaklar ve bizim bunu korumak için yapmamız gerekenler; diğeri ise ilk sorunla başa çıkarken karşılaştığımız ve insanlığın ortaya çıkışından beri devam etmekte olan eşitlik kavramı. Kabul edildiği üzere doğa kendi içinde hassas bir dengeye sahiptir. Değişen dünya ve gelişen olanakların her ne kadar insan yaşantısını kolaylaştırdığını söylesek de aynı zamanda doğal yaşama büyük anlamda zarar verdiğini inkar edemeyiz. Bu zararı ister istemez hem bireysel hem de toplumsal düzeyde vermekteyiz. Doğanın son sınırlarına ulaştığımızı fark etmemizle birlikte çeşitli alanlarda bu soruna çözümler aranmaya başlanması tabii ki çok büyük bir gelişmedir. Fakat bu çözümler sadece bireye ya da bir zümreye hitap ettiği sürece amacına ulaşamayacaktır. Çevre sözcüğünü kullanırken kastettiğimiz sadece bizim etrafımızda olan biten değil, varolan bütün çevre olmalıdır. Bu mantıkla da çevreyi korumaktan ya da onu sürdürmekten bahsederken bunu belirli bir alanda gösteriş ya da moda amaçlı olarak arka planında yaşananları ya da onu oluştururken yaşattıklarımızı düşünmeden yapmayıp, geneli kapsayan çözümler üretmek zorundayız.


Peki ürettiğimiz bu genel çözümleri uygulamaya koymak mümkün mü? Bu konuda başta ekonomi olmak üzere bir çok engelle karşılaşıyoruz. Aslında bugün yaşanılan eşitsizliğin ve istismarın temelini de bu oluşturmaktadır fakat hiçbir şey insanoğlunun kendi elliyle yok ettiklerine mazeret olamaz. Bu durum karşısında yapılması gerekenleri belki de John Rawls'ın kuramında bulabiliriz. "Rawls'a göre eşitsizlikler ancak toplumun en az avantajlı gruplarının çıkarına olduğu takdirde haklı görülebilir."³ Bu görüşe de çıkarları zedelenen birçok kimse tarafından karşı çıkılmıştır. Yapılan bütün yorumlar dikkate alındığında ortaya çıkan ortak düşünce, çevre için bir şeyler yapılmasının, ondan aldıklarımızın ya da yok olmasına neden olduklarımızın bir şekilde telafi edilmesinin gerekli olduğudur. Bunu kimin, nasıl yapacağı üzerine yapılan tartışmalar mutlaka devam edecektir. Ama unutmamamız gereken şey çevre üzerinde hepimizin hem bireysel hem de toplumsal olarak eşit haklara sahip olduğumuz ve çevreden eşit düzeyde yararlanıp, zararlarına eşit şekilde göğüs germemiz gerektiğidir. Bunun aksini savunan hiçbir çözüm uzun vadede başarı getirmeyecek, hatta çevremizi daha büyük felakete sürükleyecektir.

NAZLI CAYMAZ 20090331009

¹ Joseph R. Des Jardins, "Environmental Ethics" (1992), s. 448 ² Birleşik Hristiyan kilisesi Komisyonu, Toxic Wastes and Race in the United States (1982), bknz. Joseph R. Des Jardins, "Environmental Ethics" (1992), s. 449 ³ Joseph R. Des Jardins, "Environmental Ethics" (1992), s. 451


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.