Nepal 3

Page 1

I K I AY L I K K U LT U R S A N AT F A N Z I N I S AY I : 3 / M AY I S 2 0 1 6 / I K I L I R A


Editörler: Enes Kurdaş / Fatih Çünkioğlu Tashih: Zeynep Sarhan Görseller*: Ege Taşçıoğlu (Kapak), Cemre Özdemir (sf.32) *basılmış olan görsellerin orijinal halleri deforme edilmiş, değiştirilmiş ya da üzerinden yeni bir görsel elde edilmiş olabilir. İş bu görsellerin orijinal halleri katkıda bulunanlara aittir.



İçindekiler Mecîdyeköy Skyline Ozan Can Türkmen

3

ERKEK OLMA REHBERİ İbrahim Dervişoğlu

6

dünyayı sirkecide satmak için bir rehber Mihrap Aydın

10

BİREYİN MASALSI TRAVMASI Fatih Çünkioğlu

12

EYÜP GUERNICA Anıl Salar

13

ders blok tenefüs iptal Selim Murtazaoğlu

17

Başlangıcın Sonu Mustafa Çevikdoğan

18

Evin İçinden Yavuz Türk

22

leyla vü mecnun repat n repat Muhammet Özmen

23

Benahol Enes Kurdaş

26

Ne çok hayat geçiyor şiirde İsmail Aslan

27

Gerçekeşk Süleyman Sabri Genç

29

KURTULUŞ ÜÇLEMESİ Neslihan Altun

30

KOŞARKEN VURULMUŞTUR Fatih Mutlu

31



Mecîdyeköy Skyline Ozan Can Türkmen -Tevfik Fikret sketchesköşeden dönerek tekrar burası benimle gel kalabalığın yere yatırdığı baş dönmesini, gözlerinle fırlattığın reklam panoları, ofis tabelaları, fırsat çağrıları, toplantılar, konuşma metinleri, pazarlama teknikleri, tartışma programları ve sağ baştan say devletin bütün sıra mevkileri; aklına çakılmış ve üstüne zimmetlenmiş diyelim bir posta kutusuna doldukça şiir bize tanrı kalınmıştır. o öldürülmüş, diriltilmiş ve onun filmleri çekilmiş, hediyelik eşyaları satılmıştır. hadi

‘zincirlikuyunun yer altı çarşılarında kalabalıktan sağ çıktıktan sonra uzun çayırda anlamsız gebete gerilimi yaşayanlar, göz korkutucu bir masala bilet alıp istanbul’un hayal kırıklığıyla koltuklarda uyuyanlar, delirmeye özenip, delirmekten çekinip beyoğlunu bulanlar ve beyoğlunu kaybedenler, aç gözlü ve pervasız bir düşmana’

bana söyleyebilirsin. aklında çevirdiğin ve dönüşünde bambaşka bir şeye kapıldığın, istanbul’un sanki başka bir şehre dökülen akarsu sokaklarında, sıvasız korku anıtları, sabah servisleri, binlerce kanal televizyon ve sınırsız internet ve fatura ve karşı balkonun mehtap taklidi yapan lambası; kardeşim sen, ‘açıkça beklenen’in balkonundan ama bir yıldırım gibi düşmek isteyen; dvorak, davis ve oğtiti ev yapımı cici bebe ve üyeliksiz sığınak;

3


manisada bir çiftliğe yerleşmeyeceğiz bir kalbinle mümkünün bu kadarını dengelerken diğer kalbinle söyleyebilirsin. gıda tükettin mi? gıda tüket. lütfen hanımefendinin evi de oradadır. isimlerinden kurtardığımız günlerde, o sırada başka bir semtle meşgul güneşin, bir şüphe yüklediği saat denilen şekillerle, ölçülebilen her şeyden kurtulur ve onunla tanrılar olurduk. çünkü hanımefendinin yanında tanrı olmak gerekmezdi. şimdi dün olacak bütün bu olan. bütün dünlerimiz gibi olacak düşün onları nasıl bu sabah , daha bu sabah değildi, bu anlamıyla değildi, uyandığımızda. güneş gidecek ve dün olacak, henüz yaşamadığımız bir akşamüstü orada. yenilgiler uyandıracak ve kalk, kalk diyecek, şunun antlaşmasını imzalayalım verelim artık bir şey yetişmeyen ne toprağımız varsa. sanmıyorum, teşekkürler, olabilir böyle şeyler diyeceğiz: abi insan kendi sonrasında olmaya alışamıyor.

4


benimle gel ‘ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar, biletli ve pazartesi günleri kapalı ey anıların sağlam mezarı, ulu tapınak ey kibirli sütunlar, vergilerimizle restore edili, geçmişleri geleceklere iletmekle görevli.’

benimle gel. al günlerimi yaşa. duvarların, internetin, kalabalığın arasına yaz görünmez fısıltılarla, yaz kurtuluş benimdir. kurtulacağım, kurtulunacak ne varsa.

5


ERKEK OLMA REHBERİ İbrahim Dervişoğlu Bir erkek güçlü olmak zorundadır. Bu nedenle de duygularını kendine saklaması gerekir. En ufak bir falso vermemelidir dışındakilere ve ailen dışındakilere dâhildir. Mesela çok ufak bir şeye canı sıkılabilir bir erkeğin. Bunu kendi içinde büyütebilir ama bu sadece erkeği ilgilendirir. Duyguların izolâsyonu çok önemlidir. Bir erkek gerekirse etrafına mavi seramikten duvarlar örmelidir. Ben öyle yapıyordum. Çünkü erkek olmak bunu gerektiriyordu. Banyonun kapısını açıp anneme seslendim: “Anne, ağlamam bitti. Artık içeri gelebilir miyim?” Annemin onaylayan sesiyle banyodan çıktım ve oturma odasına geçtim. Kanepenin televizyona yakın olan kolçağına çenemi dayayıp annemin dizisini izlemeye başlamıştım ki annem: “O kadar yakından izleme televizyonu, gözlerin bozulacak. Çenenin yağı da silmekle çıkmıyor kanepeden.” dedi. Ağlaması az önce bitmiş bir erkek nasıl çekerse içini, öyle iç çektim. “Bir erkek, kadınlara iyi davranmak zorundadır.” dedim içimden. Bunu söylediğimde çoktan yüzüm televizyona dönük bir şekilde kanepenin orta yerine doğrulmuştum. Televizyonda Victor Newman’ı (Viktor Nüvmın) görünce anneme dönüp “Seninki geldi.” dedim sırıtarak. Fırlatılan 36 numara terlik teki, o pişkin gülümsemeyi sildi attı yüzümden. Kadraja Ashley (Eşli) girince tiksintiyle baktı televizyona annem. Televizyonun sesini açtı. “Ben yemeği yaparken sakın değiştirme kanalı, dinleyeceğim.” dedi. Sakınacaktım zaten. Annem çorbaları koydu. “Ödevlerini yaptın mı?” diye sordu ben şehriye çorbasının üzerindeki yağ dairelerini çatalla birbirine birleştirirken. “Bitti.” dedim ödevim bitmediği hâlde. Yarın nasılsa kalanını çalışkanlardan geçirirdim. Fırın tavuğun budundan bir derilerini bırakmıştım. “Yemesem olur mu?” diye sordum anneme. “Olur.” dedi, sevindim. Banyoyu amacına uygun olarak kullandıktan sonra kanepenin kolçağına çenemi dayadım. Kumandadan Kemal Sunal filmini açtım. Annemin yemeği nasılsa uzun sürerdi. Çok yerdi çünkü. Sonra sofrayı topla, bulaşığı yıka… Filmin ilk yarım saatini kesin izlerdim. Tabii annem sesini duymazsa… Çünkü annem çok küfürlü buluyordu Kemal Sunal filmlerini. Terbiyem bozulurmuş. Sanki hiç küfür duymuyordum ben. Sanki hiç bilmiyordum küfretmeyi. Bir keresinde çok kızdığımda -anneannemlerde, köydeydik o zaman- “bok” demiştim anneme. Bir erkeğin kadınlara

6


küfretmemesi gerektiğini o zaman öğrenmiştim. Annem hiçbir ihtara gerek duymadan “Ağzına biber sürerim.” lafını eyleme dökmüştü çünkü. Sesini yalnız benim duyabileceğim kadar açtım televizyonun, zaten dibindeydim Vesto’nun. Televizyonumuza bu ismi koymuştum. Bir erkeğin bazı şeylere ad koyması gerekir çünkü. “Sakar Şakir” başladı. Dinlenme tesisi sahnesinde ağzımdan fışkırması gereken kahkahalarımı elimi ağzıma götürerek bastırdım. Sakar Şakir, İstanbul’a gidemeden annem oturma odasına geldi. Mutfak işi çabuk bitmişti. “Değiştir.” dedi. Değiştirdim. Annemin yüzünden hiçbir Kemal Sunal filmini yarım saatten fazla izleyememiştim. Gerçi Kemal Sunal’ın bütün filmlerini herkese izlemişim gibi anlatabilirdim. Çünkü okula herkesten önce gider, Kıvanç’ı beklerdim. Okul bahçesinde sıra olacağımız yere çantalarımızı koyar bizim mahallede oturan Kıvanç’la muhabbet ederdik. Gelir gelmez “Oğlum ne komikti ulan.” diye başlardım. “Altıma ettim çişimi.” Çünkü annem “işemek” sözcüğünü fazla amiyane bulurdu. Kıvanç’ın turuncu kafası simidini kemirirken aşağı yukarı kalkardı. O, kahvaltısını yaparken ben ilk yarım saati ona anlatırdım. O da sanki filmi hiç izlememiş gibi ağzından susamlar püskürterek gülerdi anlattıklarıma. Benim anlatacağım yerler bittiğinde Kıvanç’ın da simidi biterdi. Sonra nasıl bir anlatmak bu Allah’ım. Nefes almadan… Ayrıntılarla… Kıvanç’ın zaten defalarca izlediği filmlerdi bunlar. Annesi ve babasıyla izliyorlar üstelik. Ne aile ama? Annem haftanın ikinci banyosu için beni mavi seramikli o yere davet etti. Mecbur gittim. Saç diplerimi tırnaklarıyla derinleştirdi. Lifi derimi soyarcasına vücudumda gezdirdi. Kulaklarımın arkasıyla ilgili sorunlarını çözmek için güç kullandı. Sonra en az üç sene daha kullanabileceğim bornozuma sardı beni. Havluyu kafamın bir parçası yapmak istercesine kuruladı saçımı. Beni elektrikli sobanın yanına yolladı. İç çamaşırı ve pijama giydirme faslından sonra yatağıma yattım. Bu ıslak mücadeleden çok yorgun ayrılmış olacağım ki şarkı uyduramadan -yatakta şarkı uydurmaya bayılırdım- uykuya dalmışım. Uykumun bir bölümünde çevirmeli telefonumuzun çaldığını duydum. Sanki annem de ağlıyordu. Sabah olduğu vakit annem kaldırdı beni. Yüzümü yıkadıktan sonra masaya oturdum. İştahsız olmama rağmen kahvaltımı yaptım. Ballı sütümü burnumu sıkarak içtim ve anneme teşekkür ederek masadan kalktım. Annem önlüğümün cebine harçlığımı koydu. Çantamı sırtlayıp evden çıktım.

7


Bir erkeğin bazı alışkanlıklar edinmesi gerekir. Bu önemlidir. Bazı bağımlılıklar yani. Sigaraya lisede başlamayı planladığım için ilkokul dörde giden bir erkeğin daha basit alışkanlıkları olması gerektiğine karar vermiştim. Son bir aydır çokomilke başlamıştım. Günlük dozumu bakkaldan aldıktan sonra okulun bahçesine girdim. Benden başka birkaç erkenci daha vardı. Bir ara çokomilkimi yiyeyim diye düşündüm. Ama uzun bir gün olacağı için çokomilksizliğin başıma vurmasını beklemem gerektiğine kanaat getirdim. Sonrası normal bir okul günüydü. Kıvanç geldi, filmi anlattı. Ben de sonradan gelenlere izlemişim gibi anlattım filmi. Bu işte oldukça başarılıydım. Sonra Erkut’u babasının yıkadığını öğrendim. Hiç canını acıtmadan yıkıyormuş üstelik. Biraz hayıflandım. Dün akşam yediği tavuktan bahsetti Erkut etrafındaki erkek kalabalığına. Tavuğu çok seviyormuş ve ayda bir kez yiyorlarmış. Bizim evde her hafta yapıldığından benim için pek önemli bir şey değildi bu. Ama önemliymiş gibi yaptım. Çünkü Erkut sınıf takımının kaptanıydı. Çünkü erkekler kimin yanında bulunması gerektiğini bilmelidir, bir erkek hep doğru olan tarafı seçmelidir. Derslerde öğretmeni dinliyormuş gibi yaptım. Matematik yazılısında yanımdakinden baktım. Teneffüslerde üstüne sertçe basılarak yassılaştırılan kola tenekesiyle maç yaptım. Kızların saçını çekip kaçtım. Bir ara çokomilk başıma vurdu. Yarısını Erkut’a ısırttım. Almanya’nın köylerinde bile Almanca konuşulduğunu duyunca çok şaşırdım. Sonra anladım. Okuldan çıkınca Kıvanç’la mahalleye kadar yarıştım. Eve geldiğimde karşı komşumuz Neriman Teyze annemle kahve içiyordu. Neriman Teyze’nin elini öptüm. O da yanaklarımı ıslatarak beni öptü. Annemin önünde duran kâğıt mendilden ve gözlerinin kızarıklığından yine ağladığını anladım. Biraz hasbıhal ettikten sonra ödevlerimin olduğunu ve izin almadan dokunamadığım ansiklopedilere ihtiyaç duyduğumu söyledim. Annem izin verdi. Hemen salona gidip koltuğun üzerine çıktım. Büfeden 11. (Heu-İsa) cildi çekip çıkardım. Hollanda’nın ufacık bir ülke olduğunu görünce çok şaşırdım. “Felemenkçe” diye bir dilin konuşulduğunu öğrenince ise daha çok… Hollanda’daki köylü kadınları Felemenkçe konuşurken hayal ettim. Daha sonra anneannemi Felemenkçe konuşurken hayal ettim. Çok eğlendim. Neriman Teyze gitti. Annemle birlikte biraz Yalan Rüzgâr’ı izledik. Victor’la (Viktır) Nikki (Niki) boşanıyordu. O, Ashley’nin (Eşli) yüzünü daha fazla görmek istemediğinden diziyi mutfaktan dinlemeyi

8


tercih etti yine. Yemeğimizi yedik. Yarım saat kadar “Atla Gel Şaban”ı izledim. Sonra annem yanıma geldi, kanalı annemin istediğiyle değiştirdim. Uyumam gerektiği söylendiğinde yatağıma gittim. Uykum henüz gelmemişti. Babamların da geleceği yoktu. Belki bir gün babam Hollanda’ya çağırır da kardeşimle tanışırım diye Felemenkçe bir şarkı uydurdum. Annemin duyamayacağı bir sesle söylemeye dikkat ettim. Çünkü bir erkek annesini üzmemeliydi. Sanırım erkek olmak aşağı yukarı böyle bir şeydi.

9


dünyayı sirkecide satmak için bir rehber Mihrap Aydın

* seda ateş de işin içinde

bir insanın ilk kez, ortak kazanımları düşlemeye başladığı yer olarak toplum başlayacak, bütün kılık kıyafetlerinden ayrılmakla başlayacak, beden sürdürülebilir bir dünya güzelliği ihtimali taşımıyor. bana acılarını anlat, çünkü onlar doğum günlerinde sana sayılarak geri dönecek. neden delirdiğin, neden delirmediğin, neden o işi yapmadığın ve nasıl bırakıldığınla ilgili bir takım gerçeklikler yarat. zengin bir terkedilişin var. sorun olarak görülen şeylerden biri, içindeki su ve ağlamak. ağlamamakla birikmek kabul edilemiyor. ağlamanın kapitali bebeklerde, kurutma makinesi sesiyle uyurlar. ağlamak. bunu asla ve asla uzak gezegenlerine bağışlama, bu merhamet kapital bir ahlak olarak dünya düzeninde yaşasın ve sürsün. ağlamanın tanımı, ağlamanın neden böyle konuşulduğu, hangi üst perdeleri hangi adamların astığı, dönüştürdüğümüz bu düşünceler, hepsini bir öykü olarak “nasıl hissediyorum” da topla. yapmazsan yapma. bir apoletin sahtesi mümkündür sirkecide. persona yarattığında kızarlar, persona yarat ama kızmasınlar diye o personayı taklit et. böylelikle kendini temin etmiş olursun. kendini temin etmek. kendini temin et. bunu unutma. temin. bulabilir misin? bul. bütün ayakkabı fırlatan eylemciler sindirella kompleksini iliklerinde hissediyor. sahnede bir ayakdışılık. bütün iktidarlara karşı. nereye gideceği belli olmayan bir yola başla, otostop çek ve otostop için fotoğraflar çek, bilmeliler, bilmeliler. bilecekler. günlük siyaset bu. sevim burak’ı unutma. o günlükler onun mu? onunsa zaten olmamış. de istersen de; “bir kadın yazar oğluyla nasıl konuşuyor ya?” de. ağzın acısın sonra “kadın yazar” diyerek kan da kus.

10


bir işe tutun ama manavlar bile, (mesela ben sedayla manav açacaktım ama) manavlar bile zararda. babam diyor; sen bilmiyorsun bir kamyonun yarısı çürük mesela, ağlamak için haklı gerekçelerle. toplumun sana sunduğu rollerin içinde delilik de varsa, o deliliği yıkmak için uğraşma. hem politik, hem deli ol. bak bakalım esnaf seni böyle nasıl kabul edecek. bir şeyden korkuyorsundur fakat cesur olman gerekir. cesur olman gerektiği kadar kendine güvenmen, inan manav olman gerekir. bu sana değil, seda’ ya ve kendime. buraya kadar cennet bir gösteri biçimiydi. hiçbir iktidar, aşk dahil, alanını koruyamıyor. enes, bir kamyon adam topla, cinsiyetçi.

11


BİREYİN MASALSI TRAVMASI Fatih Çünkioğlu

Fatih Mutlu’ya

I.Konum Bile. Uzaktan seyredilecek kadar sizdensizim Beni konumladığınızdan yerden ayrılamıyorum Kendimi konumladığım yerden göğü atlıyorum Sürekli karşıdan karşıya geçiyorum. Süreksiz. Alkışsız. Şairsiz. Kırmızı ışık. Nereye sürüklenirsem orada yaşıyorum. Sarı ışık. Bu kadar çok saklanırsam avcılar bulurbenidüşüncesi. Yeşil ışık. Öfkem kadar kendimi ölümüme hazırlayamıyorum. Devrik cümlesiz. Alkışsız. Küçük ağlayışlı şairsiz. Heykelleri öldüremezsiniz düşüncesi Heykellerin devrilmeme korkusuna tarıma elverişli halk yaratır. Sıkıcı politikalar kelime/ler öldürür. Kaldırımlarda emekleyen halkın kültürel sağcıları emzirmesi Mazlumların liberalleşmesindeki uyum sağlama süreci Hikayenin sonunu yusuf’a bağla. İsa’yı sev çarmıha ağla düşüncesi Şiir etkinlikleri, öldürme kat sayısı yüksek ekmek parası, sertifikalı belediye şairleri, Sıkışıp kalanlar için konum bildiriyorum. Karşıdan karşıya Büyük ısrarların ardından sanatçılar dubai’ye taşınıyor. Çekinenler için Psm’lerde seç beğen al sanat geceleri. We sell art’ın dışında yaşayanlar için kıyıda köşede kültür-sanat işleri. Bu kadar çok saklanırsam avcılar bulurnoktalamaişaretleri Teselli. Oktay Rıfat’ın bulutları. Alkışsız. Küçük ağlayışlı şairsiz.

12


EYÜP GUERNICA Anıl Salar Anlatıcının ölümü kimseyi şaşırtmadı, Fatiha’sı okundu ve son kalıntıları arkeolojik bir hassasiyetle arşivlendi. Aşıklar, dengbejler, kuklacılar, masalcılar... ‘Halk Edebiyatı’nın son temsilcisi (?) Aşık Veysel, Megastar tarafından türküsü seslendirilerek etkisiz hale getirildi. Akıl alan, akıl veren, cinayete karışıp dağa çıkan, dünyayı beylerden kurtaran hikâye kahramanı ve onun hem değer kattığı hem de onun tarafından değer yüklendiği dünya birbirinden ayrıldı. Çocuklar artık yatmadan önce masal dinlemiyorlar, bunun yerine yarım saat daha tablette oyun oynamak istiyorlar. Zaten hikâye anlatan anneannelere de artık pek rastlanmıyor. Youtube aracılığı ile Çetin Alkan1 tespit ediyor : ‘Güvendim, sevgimi verdim ellere / Bir mecnun misali düştüm dillere / Bir çare gelmez ki yarimden bana / Aşklar yalan olmuş sevgiler yalan’ . Şarkıcı, klişelerden bir seçki yapıyor; peki ya bir perdenin arkasından, bir dönüşümü tespit ediyorsa ? Boratav2, Halk Hikayeleri Antolojisi’nde edebi türler ile ilgili şu tespiti yapıyor : Öykünün yerini yavaş yavaş, cemiyet içi anlaşmazlık ve çatışmaları konu edinen ve hayatı bireyin perspektifinden anlatan romana bırakıyor. W. Benjamin3 ise bu okumayı daha ileri götürüyor ve hikâye anlatımında kendi tespit ettiği dönüşümü; modern toplumda deneyimin değer kaybetmesi, enformasyonun yükselişi, can sıkıntısının ve ölümün şehirden kovulması ile ilişkilendiriyor. Kesin olan şu : İnsanın hem yaşama, hem de anlatma pratikleri değişiyor. Hikâyenin ölmekte olduğu varsayımı güç kazanıyor. Hikâye artık anlatılmayacak derken; kıraathanenin en yaşlısı, ülkedeki önemli – önemsiz bir gelişmeyi daha masonlara bağlıyor, devlet adamları büyük oyunu bozuyor, Facebook’ta 100 kişi tarafından beğenilmiş olan erotik kadın fotoğrafı 101. kere beğeniliyor ve aynı Facebook grubunda bir genç isyan ediyor : Kızlar, bize çapkın diye laf ediyorsunuz ama sürekli birden fazla erkekle yazışıyorsunuz. Hikâye kahramanı ve efsaneler sahneyi bir başka anlatıya bırakıyor. Araştırmacının kehaneti bir şekilde suya düşüyor. Eyüp yakınlarında, bir şirketin bayilik iftarındayım. Manzara güzel ve menü zengin; sıkıcı konuları ciddiyetsizce konuşuyoruz. Masalar takım elbiseli erkek dolu ve hoparlörden “Allahü Ekber” nidaları yükseliyor. Şöyle düşünüyorum : Anlatmak, var olana dayanabilmenin yollarından biri ve belki en güçlüsü. (Kendine yahut başkasına.) Çünkü

13


korkunç olan, her şeyin değişmesi değildir, her şeyin kalmasıdır. Her şeyin var olması ve algılanmak için can atması... Menüye bayılmış bir insan olarak, dönsörlerin yövmiyelerini merak eden bir insan olarak, dans eden mevlevileri hayranlıkla seyreden bir insan olarak, iş bağlamaya çalışan bir insan olarak hepimiz (bir kendimiz olarak) kalıyoruz. Ali Bey yanındaki beyefendi ile hararetli bir sohbete daldığından, ben de Mehmet Bey ile sohbet etmek zorunda kalıyorum. Konuşmayı sevmediğimden, topu ona atıyorum : İzmir’de belediye çalışıyor mu? O, uzun uzun anlatıyor. İzmir’in neden gelişemediğini, belediyenin hatalarını... Bu çok ilginçtir, bu diyaloğun içine günlük hayatta rahatlıkla gireriz ve bu diyalog ikimizin sığlığı için yeterli delili oluşturmuyor. Aynı klişe diyaloglar her gün binlerce kere, farklı ağızlarda gevelenir. Ve bunun türevleri : Siyasi liderleri idol edinenler, şeyh sevdalıları, Chp’yi eleştiriciler, Akp’yi eleştiriciler, yediler ama çalıştılar diyenler... Tüm bu kişiler, eğitim durumlarından, dünya görüşlerinden, zekalarından, sıyrılarak girerler bu diyalogların içerisine. Hikâye, farklı ağızlardan anlatılır durur, ama anlatıcısını ve içinde bulunulan ortamı da içerisine alırcasına. Bu yeni anlatıcı, yeni bir anlama biçiminin habercisi olabilir. Yeni hikaye, binlerce insanın ağzında bir armoni oluşturuyor. Bu yeni anlatıcı, belirli bir genetik gruba yahut ekonomik sınıfa ait olmak zorunda değil. O, bazen bir taksici, bazen bir pop şarkıcısı, bazen bir siyasetçi ya da marangoz oluyor. İddiaları belirli bir politik amaca hizmet etmiyor. Hatta birbirinden tamamen zıt görüşler anlatıcının argümanının destekleyebilir. Anlatısı, pratik hayatın fenomenlerinin, kişisel ve toplumsal bilinçle ilişkili karmaşık psiko-sosyal bir mekanizma tarafından yorumlanması ve gerçekliğin çarpıtılması şeklinde tezahür ediyor. İlgilendiğimiz alan günlük hayatta, politik söylenlerin; mikro ölçekte yeniden üretimini kapsıyor. İnsanlık hikâyesi devam etmektedir; fakat halihazırda bir dünya savaşı olmamasına (?) rağmen yeni bir Guernica resmedilebilmiş ve herkes bu parçalanmışlığa bir kolunu, bir bacağını, bir duygusunu kaptırmıştır. İşçinin patronun arkasından ettiği küfür, kaybolan bir matkap, Hdp’ye verilen bir oy, o akşam ölüm rabıtası yapan patron, hayattan nefret eden bir ergen bu resmin bir anlığına cisimleşivermesidir. Bu ağın, günümüz insanının bilinci ile oldukça örtülü ilişkiler kurduğunu kabul etmek durumundayız, bu örtülü olma hali; bu insanın dünya ile kurduğu ilişkinin çapraşıklığından kaynaklanır ve bunu besler – beslemek zorundadır – kan kaybından ölünmemesi için.

14


Hayat bir sahneler toplamı olabilir, fakat her sahneyi ancak tanrı izleyebilir, insanlar sahnelerini seçmek yahut sahneleri tarafından seçilmek zorundadır. Araştırmacı da nesnelerini seçmek durumunda. Benjamin’in okuması, bu bakımdan sınırlıdır. Bunun sebebi, Benjamin’in bir yüksek kültür adamı olarak sanat tarihinin uzayında ve onun kavramlarıyla düşünmesi. Bu yüzden bu ölçeği atlayıp, yeni bir anlatıcının günümüz kültürünün bir başka düzeyinde açığa çıkmış olabileceğini iddia ediyorum. Bir inşaat mühendisi ve bir mimar, niçin İzmir’i ne zaman Akp’nin alacağını, ülkenin ne zaman ilerleyeceğini konuşmak durumundayız? Altyapı ile ilgili fenomenlerin lafızlarını konuşa konuşa nereye varabiliriz ? Belki de bu lafızların anlamsızlığı biraz olsun nefretimi azaltıyordu. Burada bulunmam, ‘bu-arada’. Değer yükleyemediğim bir sürü uzaklığımdan müteşekkil bu dünya, bu bayağı laflar ile ironisini yaptığımda elime geçmese de, en azından onu kendimden itmeme yarıyor ve bana bir deneyim sunuyordu. Yahut ben öyle bir arada idim ki, böyle davranmak durumunda kalmıştım. Hikâye anlatıcısı, insanlığın ilksel ritlerine dayanır. Şamanlar4 hastalıkları, yenilgileri, zor doğumları; müzik ve dans ile birleştirdikleri bir hikâye anlatma performansı ile yenerler. Şaman bu performans sırasında hem hastayı, hem hastanın huzurunda toplumu, hem de toplumun huzurundaki hastayı tedavi ederdi. Ritüeller güçlerini, insanları bir araya getirebilme ve onları ortak bir duygulanım içerisine sokma güçlerinden alır. Bu durumda cuma namazı, kurban bayramı ve Paskalya’nın yanında; Facebook paylaşımları, komik video izlemek, yahudilerden nefret etmek de toplum için bir ritüele dönüşmüş olabilir. Şu kesindir, bayilik toplantılarında sahne alan ‘mevlevi’lerdense, sosyal medya fenomenleri toplum için daha birleştiricidir. Hikâye anlatıcısı, geçmişte halkın kültür ve bilgeliğinin arı bir zihin durumunda cisimleşmesiydi. Bu durumda, hikâye tek bir ağızda konuşuyordu. Hikâye anlatmak; anlatıcının hayatlara ilgi duyma, merak etme ve paylaşma gibi ihtiyaçlarından kaynaklanıyor ve onu hem bütünün bir parçası, hem de bir sözcüsü (bir anlığına) kılıyordu. Günümüzde ise hikâye bir türlü ele geçmiyor, sürekli farklı bir ağız ile farklı bir durumun içerisinden konuşuyor ve bu sayı öylesine çok ki, bireyin aldığı her nefese gelip düğümleniyor. Sorumluluğun bir türlü ele geçmemesi ile benzerlik gösteriyor bu durum, deliremeyen insan akıllanamıyor. Yeni anlatı, geçmişin şamanı ile aynı işlevi görüyor olabilir. Günümüzde oluşmuş yeni insan bütünü, parçalanmamak için belki de bu yeni ritüellere, bilişsel mekanizmalara ihtiyaç duyuyor.

15


Araştırmacının hali de, bu yeni hikâye anlatma biçimi tarafından şekilleniyor. Bu sinir ağına benzer duygu, sinir, ruh hali, edimsellik bağlantılarının bir kısmını analiz edip kitaplaştırabilirsek bize Foucault derler. Çabalamayı daha baştan bırakıp tüm bu karmaşayı sevgisizlik ve yalnızlık ile açıklarsak bize Ahmet Altan ya da Paulo Coelho derler. Bu okuyamamaları, bir siyaset kürsüsünden yaparsak bize genel başkan diyebilirler. Anlıyoruz ki, hikaye üretilir ve karşılaştığı her insan, her kültürel katmanda mutasyona uğrar. Fakat ilksel üreticinin kim olduğunu göz ardı edemeyiz. Kültür endüstrisinin, toplum mühendisliğine evrilmesi; mefhumların üretiminin şirketler ve reklamcıların eline geçmesi ile birlikte oldu. Peki insanı ve insan olmayı nasıl kurtaracağız? Tabii ki onun kaypaklığı ve basitliği ile. Benjamin aceleci davranıyor. İnsanlar tv izliyor fakat ona aldırmıyor. Çünkü insan beyni çok basittir; gerçek ile sanal olanın ayırdına varamaz. İnsan beyni, sadece eskiye oranla çok daha fazla uyarana maruz kalıyor. İnsanın duygusal – psikolojik stabilitesini koruması için daha fazla emek harcaması gerekiyor, o kadar. Dinleyici her zaman aktiftir, bu aktifliğin bir kısmı zaman zamann görünürlük alanının dışında kalır, bu yüzden onu pasif olarak yaftalarız. Atalet herkesi kendisine çeker, birleştirir ve ayrıştırır. Toplumun, şükürler olsun bir ortalaması vardır ve bu ortalama, iyileşmeyi engellediği gibi, topyekün bir çürümeyi de engeller. İnsanlar tv izler, Acun’un bu işlerle nasıl köşeyi dönüğüne şaşırır ve ardından ekler : ‘Bakıyoruz işte.’ İnsanlar bu izlediklerinin alt tarafı tv programı olduğunu ve tüm bu oyuncuların kötü oyuncular olduğunu, kötü senaryolara sahip dizilerin yayınlandığını, kötü kitapların ünlü olduğunu bilir. Aydın denen adam siyah bir kutunun içerisine hapsolmuştur. Dahası, bu ülkedeki insanlar düşüncenin iyisi üretilmediğinden ya da paylaşılamadığından, düşünmeyi de terk etmiştir. Ne de olsa çok uzun zamandır herhangi bir düşünce toplumda moral bir zemin bulamamış ve kendi kurumlarını oluşturamamıştır. İnsan çağın mitleri tarafından hem üretiliyor, hem de bu mitleri yeni bir ağızla üretiyor. Bu durumda evlendirme programının sponsorunun kim olduğu ikincil bir önem kazanıyor. Diyebiliriz ki; erteleyen, suçlayan, yargılayan bile buna bir başkası tarafından itiliyor. Gizli olanın cevabı / çözümü raf kaldırması, soruyu mümkünsüz kılmıyor, karmaşıklaştırıyor. Bu insanı tanımak isteyen, ona yavaşça yaklaşmalı ve katmanlı bir bakış açısından bakmalı.

16

1: Çetin Alkan, Aşklar Yalan Olmuş 2: P. Naili Boratav, Halk Hikayeleri Antolojisi 3: W. Benjamin, Hikaye Anlatıcısı (Son Bakışta Aşk) 4: Ahmet Güngören, Levi Strauss üzerine 11 deneme


ders blok teneffüs iptal Selim Murtazaoğlu öz-platonik aşıklar derneğinin lokalinde beklerken geçtiğimiz yoldaki karakterlere dönüşüyoruz zamanın öğrencisinin öğretmen hali kararsızlar arasında bir numara parantezler dışına taşıyor birin(ci dün)ya savaşın(daki ita)lya adem havva’ya elmayı yedirmeden önce etimolojik olarak gelişimini açıklasaydı belki de metrobüsteki boşluk kadar yoktuk şiirimde ismini geçirmediğime kızacak didem yalan söylemenin kriminal gelişim sürecinin varlığı yalan söylemediğimi iddia etmemden başladığından beri güzel bir son olmadı bir bardak pirince üç bardak su*

*tarif bana ait değil

17


Başlangıcın Sonu Mustafa Çevikdoğan Firmalar arasındaki ticari ilişkileri geliştirmek, biriken işlemleri yüz yüze görüşmelerle aradan çıkarmak ve sıcak satış yapabilmek için birçok sektörü aynı salonda toplama fikrinin kimden çıktığı bilinmiyor. Kentin bir hayli dışındaki, o güne kadar hiçbir getirisi olmayan çorak arazisinden bu sayede milyonlar kazanan toprak sahibinin ne kadar sevindiğiyse tahmin edilebilir. Yıllar yıllar süren çalışmanın ardından ortaya öylesine katmanlı bir yapı çıktı ki bir kısmının inşaatı bitip de tesisatlarda arızalar baş gösterdiğinde birçok bölümün ince işleri daha tamamlanmamıştı. İş teslimindeyse inşaatta çalışan işçiler alıkonulmuş, ihtiyaç duyulduğunda, başka kimsenin projelere bakarak içinden çıkamadığı arızalar için el altında bulunmaları öngörülmüştü. Aynı kadro, binanın yapımında harcadıkları mesainin fazlasını tamiratlara harcıyor, yine de işlere yetişemiyorlardı. Görkemli salon nihayet asıl hengâmesine açıldıktan sonra temsil güçlerini artırmak isteyen firmalar birden fazla stant kiralamak zorunda kaldı. Öyle ki aynı firmanın çalışanları çoğun birbirlerini sadece telefon görüşmelerinden ve e-posta yazışmalarından tanıyabiliyordu. Biteviye çalan ziller, kahkahalar, bağrışmalar makine uğultularına karışıyor; etrafta alışanlar için vazgeçilmez, yeni gelenler için çekilmez bir mahşer yeri kargaşası yaşanıyordu. Kimseler farkına varmadan dönenip duran yüzlerce temizlik işçisine rağmen kıyıda köşede çer çöp eksik olmuyordu. Zeminden, duvarlardan taşan kablolar, yönetmelik esnetilerek çizilmiş stantların koridora çıkıntı yapan köşeleri, etrafa gelişigüzel bırakılmış minik temizlik araçları ya da birbirine toslayan dikkatsiz çalışanlar içerideki insan selinin bir anda tıkanmasına ve ufak çaplı izdihamların yaşanmasına neden oluyordu. Bir süre maruz kalındıktan sonra kişide hiç bitmeyecekmiş sanısını oluşturan harala gürelenin hüküm sürdüğü salonda her gün milyonlarca liralık ticaret dönüyor. Bir köşede köklü bir firmanın iflası konuşulurken az ötede yeni bir şirket evliliği karara bağlanıyor. Acele alınmış bir kararla tüm servetini kaybeden biri salonun bir ucunda kendini öldürmeye çalışırken belki de müstakbel ölünün servetine el koymuş bir firma diğer uçta kutlama yapıyor da iki tarafın birbirinden haberi olmuyor. “Siz de okeyseniz el sıkışabiliriz.”

18


“Tamamdır. Sizinle çalışmak bir zevkti.” Serpil Şen bunu sık duyuyor: Deal! Sizinle çalışmak bir zevkti. Hayırlı olsun. Daha çok iş yapacağız. İş dışında da görüşelim. Her zaman bekleriz. Kimi zaman da: Bu fiyatlarla çalışmamız mümkün değil. Firmanıza olan güvenimiz çok sarsıldı. Kısmet başka projelere diyelim… Salonun çiçeği burnunda müşteri temsilcilerinden Serpil Şen, yarıştan kopmak istemiyorsa bugün de otuz müşteriyle görüşmeli. Sadece salonda otuz kilometreden fazla yürümesi anlamına geliyor bu. İçerideki işlerini bitirdiği zaman önce iş yemeklerine gidiyor, sonra proje ortaklarının kokteyllerine. Ertesi günün programını gözden geçirmeden yatağa girmiyor. Görüşmeler etkinlik başlamadan planlanmalı. Önce bir salon krokisi açılır, hangi stant nerede bakılır, sonra girişe en yakın stanttan ilk randevu alınır, adım adım çıkışa doğru ilerlenilir. Yoksa o cehennemde kaybolmak işten bile değildir. Bu şekilde zaman elifi elifine kullanılmış, muhataplara yeterince vakit ayrılmış olur. Yine de işler her zaman istendiği gibi gitmeyebilir. Proje ortağının ajandası talep edilen randevu saatinde dolu olabilir ya da kırılmaması gereken bir diğer proje ortağı sürpriz bir görüşme talep edebilir. Bu gibi durumlarda müşteri temsilcisinden, fazladan bir koşturmaya hazır olması beklenir. Müşterilerine müşteri değil, proje ortağı diyor Serpil Şen, onları kendine ne kadar yakın gördüğü hissedilsin istiyor. Hoşluk olsun diye bileğine dövme yaptırdığı karekodu görüştüğü müşterinin telefonuna okutuyor, müşteri karekod marifetiyle indirdiği kataloğu incelerken o da kurumunu ve ürünlerini tanıtıp siparişleri topluyor, memnuniyetleri, şikâyetleri not alıyor. En fazla yarım saatte görüşmeyi bağlaması gerek. Kartvizitler alınıp veriliyor. Gümüş bir kartvizitliği var Serpil Şen’in. Kartlar kırılıp bükülmesin diye bu kutuyu çantasında taşımak zorunda. Her sabah, sadece o günkü görüşmelerinin sayısı kadar kartvizit koyuyor kutuya. En öndeki kartviziti müşteriye veriyor, müşterinin kartvizitini de kalanların en arkasına yerleştiriyor bütün zarafetiyle. Günün sonunda, kendininkileri bitirmiş, kutuyu müşterilerininkilerle doldurmuş oluyor. Acemiliğine rağmen tanıştığı herkese kendini sevdirmeyi başarıyor. Firmasını hakkıyla temsil ettiğini düşünüyor. Her sene yeni firmalar geliyor salona, yeni çalışanlarla. Bazen eski firmalar da yeni çalışanlarla geliyor. Emektar çalışanlar artık masraflarını çıkaramıyor olabilir, enerjileri tükenmiş, yüzleri eskimiş olabilir ya da firma gençleşmeye gitmiş olabilir. Genç olmak iyidir. Genç Serpil hedefine ulaşabilmek için enerjisini idareli kullanmalı,

19


en küçük ayrıntıyı bile hesaba katmalı. Salonun sıcaklığını düşünüp üzerine mümkün olduğunca hafif elbiseler giymeli. Ağırlık yapacak giysilerden kaçınmalı. İçerisi yün kazakla ancak ısınabileceği kadar soğuksa termal bir içlikle idare etmeyi bilmeli. Ayakkabısı hafif ve rahat olmalı, tempoyu kaldırabilmeli. Çantadaki bir defter bile gereksiz ağırlık demek, otuz kilometrelik parkurda onu geriye düşürür. Gerekli telefon uygulamaları hakkıyla kullanılmalı. Gerekirse ilaç kullanarak aybaşlarını salondaki programına göre düzenlemeli. Elinde bir hırkayla dolaşmak, fazladan yorulup en az üç görüşmeye enerjiyi yetirememek anlamına gelir. Topuklu ayakkabıysa en az on görüşmede verimin düşmesi demektir ki bu da bir acemi için salona veda etmeye eş. Serpil kişisel alışverişlerini bunları hesaba katarak yapar. Ürünleri markasına, fiyatına değil, işlevselliğine göre alır. Ne kadar dikkatli olunursa olunsun, bazen ufak bir kaza yüzünden bütün hazırlıklar çöpe gidebiliyor. Bu ufak kazalardan biri bugün Serpil Şen’in başına geldi, girdiği tuvaletteki beş kabinden üçünün arızalı olması, bütün günün programını mahvetti. Zamanı daha iyi kullanabilmek için tuvalet sorununu da hesaba katmıştı. Saat kaçta çişe gideceğini vücuduna belletiyor, suyu, kahveyi ona göre tüketiyordu. Çiş saati geldiğinde salondaki tuvaletlere yakın bir müşterinin standında olacak şekilde çizmişti güzergâhını. Müşterilerin karşısında kıvranıp verimini düşürmek işine gelmezdi. Bu defa tuvalette her zamankinden uzun bir sıra beklemek zorunda kaldı ve programda on dört dakika geriye düştü. Dört görüşme önceki bir müşterinin yeri ve zamanıymış gibi kur yapması yüzünden zaten fazladan sekiz dakika kaybetmiş, sonraki görüşmelerde bunun ancak üç dakikasını telafi edebilmişti. Şu anda tamı tamına on dokuz dakika geride. Proje ortaklarının kendisinden umudu kesip başka bir firma temsilcisini aramaları için yeterli bir süre. Tuvalette işini hızlıca bitirip bu müthiş farkı kapatmak için daha fazla koşturması gerekirken geçirdiği ufak bir ağlama krizi farkı enikonu açtıysa da kendini toplamayı başardı. Kabinin kapısına çarpan yumrukların gürültüsüyle kendine geldiğinde ne yapması gerektiğini biliyordu. Ne kadar geride kalmış olursa olsun yılmayacaktı. Tüm işlerini halledecek, herkesi mutlu edecekti. Sözleri ve bakışlarıyla taciz eden orta yaşlı erkekleri idare edecek, mirasyedi genç patronlara cilve yapacak, genç ve güzel olduğu için kendisine diş bileyen kadın yöneticileri dize getirecek, kendi firmasındaki rakiplerini ezip geçecekti. Onun adı Serpil Şen’di. Aynanın karşısında gözlerinin içine bakıp kararlı, sakin bir sesle bunları tekrarladı, bütün özgüveniyle tuvaletin kapısını açtı,

20


karşısında akan salonu gördü, akıntıya karışmak için hızlandı. Sonra her şey değişti. Koridora adımını atar atmaz bir başkalık fark etti vücudunda. Sadece özgüven değildi bu, bugün açılan farkı kapatacağını daha aynanın karşısındayken biliyordu zaten. Başkaydı bu his, boyut değiştirmiş gibi. Eski filmlerde, rüya sahnelerinde kullanılan ışıltılı efektlerle görüyordu her şeyi. Benliğini daha farklı, daha önce hissetmediği şekilde duyumsuyordu. Görüyor, dokunabiliyor ama harcadığı enerjiyi bedeninden değil, başka bir çekim merkezinden aldığını da biliyordu. Ağzının tadı bile değişmişti sanki. Yorgun değil. Yorulmuyor hatta yorulmasının artık imkânsız olduğunu içten içe biliyordu. Vücudu, bilincinin görünür kılınması için yapılmış bir vitrinden ibaretti sadece. Görünmez adamın başındaki bir şapka. Maddi hiçbir ihtiyaç hissetmiyordu. Bu durumun, artık dilediğince çalışabileceği anlamına geldiğini fark etti. Bir stanttan diğerine, ajandasındaki bütün insanlarla görüştü. İlk görüşmede ne kadar zindeyse son randevuda da öyleydi. Konuşuyor, tanıtım yapıyor, pazarlık yapıyor, satış yapıyordu. Gülüyor, güldürüyordu. Ajandasındaki son görüşmeyi yaptıktan sonra kendini yokladı ve vücudunda hâlâ hiçbir yorgunluk emaresi olmadığından emin olunca ayaküstü ertesi günün programını yapıp beklemeden devam etti. Kartvizitleri bittiyse ne gam, şık kutudan eline gelen ilk kartviziti uzattı proje ortağına. Aldığı kartviziti en arkaya koydu her zamanki gibi. Kimsenin bir yere gittiği yoktu. Daha önce hiç bu kadar hafif hissetmemişti kendini.

21


Evin İçinden Yavuz Türk ev, evin içinden doğru yükselir karton bardaklardan ve poşetlerden değil plastik çatallardan ve küp şekerlerden gemi düğümü yapılan çamaşır iplerinden hiç değil burdan bakınca elbet biraz karlıdır iklim sobasız bir içerinin ukalalığıyla dışarda yağan karı bilinçaltına iterek evde, elbet ev içinde, don gömlek gezilebilir. ev, evin içi demektir, dışarsı dahil değil baba evinde koltuğa kıvrılarak okuduğum sait faikler gibi varoşlardaki kütüphane memurları gibi hiç değil bankalardan gelen mesajlar aklımı çelmiyor değil evin içi mülkiyete dahil değil ev her şeye çaredir, reflü krizleri dahil değil acze düştüysen, borçlandıysan dişin ağrır, ciğerin sancırsa eğer ev senin için dışarda kalmış demektir artık gecenin laciverdi günün üstündedir elimde paramparça olmuş bir nar evdeysem eğer halıya saçılmış demektir evin hızı, hayatın hızına ne kadar uzak her şey porselen, her şey cam, her şey metal evdeyken kedinin mırıltısını dinleyen saksıdaki kaktüsle konuşan kaktüse umut bağlayan, ona umudum diyen zamanı durduran, zamanı geri saran yavaş yavaş mutfağa seyirten sık sık lambaları açık unutan perdeleri ardına kadar açan perdeleri hep kapatan balkonu olmamaktan yakınan bir evcilim ben ev, poetik bir mekân değil dönmek için hep bir aceleyle koştuğum içeri girdiğim an ruhumu sıkan bir yer

22


leyla vü mecnun repeat n repeat Muhammet Özmen geniştir omzum bir keraat vakti ben kavuşamamayı omzumdan öğrendim shopenhauer kim sarmaşık saramaz kendini fahişe satarsa eskort öfkem var aflı çünkü yarayacağım merkeze köhne yaşanmadı boşa bunca seyreklerde gözlerim yerli yer ince bunca öfkem var afsız çünkü zararacağım sakin kork kendime pols202 uçağın kalkışına yorulakalmışım bir kadın vermişim de çiçeğe istemem demiş ıyyy bu bölümde beni yolcular değil pilotun sıhhati ilgilendiriyormuş dost ve düşman yaratacakken tam yeni bir prens olarak saray atmışım kundağımdan yani uçak yere tabutlanacaksa kobay olurum ama düşmeyeceği açtığı akşamsefalarından belli kartel-ürün sevici ve çiçek retorikçisi çoğunluktan daha profilimi yönetemiyorum dur bi’ machiavelli ahtapottan kim korkar lan büyük olsa da her gün yüzlerce gün gözlüklü behemoth yıkıyorum hobbes diğerlerini stalklıyorum tamam da düşman mıyız artık merhamet baktığımla yaşamamak da bir hak değil mi locke ters ilişkiymiş değil de nedir hala dağda mı açıyor nevruz çiçeği kuyuyu düşmüşüm bir gül çıkaramıyorlar ağula cennetten ilginç cehennem kekiği rousseau bunu sevdi rousseaunun kafası gerçekten karışık

23


ec102 ilişkileri tüm bu çağın laizzes faire bu durumda keynes beyaz eşarplı prensesim mi günahım kadar sevmem ahlaklı smithi amanımı gevretti kevaşe klasikler bana ilk sigara uzatan bir iktisatçı gibi düşünmektir -al abi bir taneden bir şey olmaz mal mısın puro içiyorsun bi’ paket sigara parasına eşit onun bi’ tanesi gece bekçisi de olsa devlet devlettir sınır ötesi operasyonları en iyi neoliberalizm yapar ulan kevgire döndü yüreğim daha ekonomi diyor goodwin gece kuşu internet tarifesinde habire sınır aşımı ahmet haşim diyeceğim bağlamdışı soc108 batı toyluğunu atıp gözünü açtı zarını bırakıp kaçtı august comtea eyvallah da saint simon nasıl saint oldu diderot ansiklopedi yazdı batı sınadı nazarladı bizim çocuklar her gün ellerini sınıyor sonuç hep aynı -biz sevdik flaubert fantezi sandı islam ansiklopedisine islam dünyasının iyi şairlerinin alınmaması gibi bir ansiklopedi diderotgillerinki ya da oryantalist ajan massignonun bir sabah kalktığında kendini bir hallac hayranına dönüşmüş bulması ironisi bulduğu çömlek parçasının üzerinde yazan beyit kabul etkileyici: “allaha kavuşmak için iki rekat namaz da yeter ancak böyle bir namaz için abdesti insanın kendi kanıyla almış olması gerekir” doğucak kafamız karışık çünkü bu postmodernite rousseau olsa bizzat kendi kafatasından kımız içerdi (bkz: pols202) foucault anlar bu işlerden deliliğin tarihi benden geçer öyle cüzzamlılardan farkım yok sevdim mi vahşi gibi seviyorum uzaktan edward saidden ben ziyadesiyle razıyım allah olur musun razı lütfen

24


popüler kültürden razı değilim kitschten sen bilirsin kant haklı ama hacanneme sorsaydı aydınlanmayla uğraşmazdı dante beş dakika daha kaynasa rafadan bi’ beş daha kaynasa modern kayısı bi’ beş daha etti blondel sahi montesquieu terbiyesizi neden okudu başkalarının mektuplarını fransız kadınlardan tabi ki iranın kadınları daha güzel çünkü keynesin gözleri de bir bakıma iranlı (bkz: ec102) mizojini çiçeğidir edward munch biz severiz de feministler neden pols206 tümevarımdan haz almıyorum tümdengelimden haz almıyorum queerden haz almıyorum maslowdan ve köpeğinden de araştırmaya başlamak için kendime sorduğum soru aptalca: seksenlerde sağcılar neden çokça ahmet kaya dinledi bence cevap iyi: çünkü bomba aşkatında parça tesirli infilak çünkü istenç verici pols102 derse uykuhaplı girdim bunu unutmam yoldan geldim uzun yolculuklar esnasında genellikle uyuyamam yola çıkarken üç tane uyku hapı atmıştım üç tane uyku hapını sadece uyumak için atmadım bunu unutmam anayasadan zaten memlekette herkes haberdar mesela mahkemesini cumhurbaşkanı tanımıyor o uyku haplarını hiç kullanmamalıydık leyla vü mecnun repeat n repeat omzum geniştir ve ben kavuşamamayı omzumdan öğrendim mecnun kim kerem kim ferhat kim oraya bir de adımı yazmanızı rica edeceğim

25


Benahol Enes Kurdaş Senin sağ orta kulak iltihabına iyi gelen bir gece vardı İçinde erkek çocuklarının hayalarını birbirine tokuşturduğu Akmayan bir nehirden geçerken indirmen gerekiyor onları İlk başta unuttuğun ama aklına ilk gelmesi gereken şeyleri Parmağına iplik bağlayarak hatırlayabilirsin elbette Bir ipliği diğerine bağlama anındaki kuvveti Bizimkisi ipliksiz bir geceydi sanırım Bana gelince elbette unuturum bunları, kimim ben Sokağın dili ile reis annemin dili ile çarşı pici Hiçbir şey olmayan ama olmamaya zaten meyilli Dişlerinin sadece görünen kısmını fırçalayan biri Pazarları ekmeğe yollayan memurları Ellerine taşıyamayacağı yükü alan yaşlı kadınları Çaldığım iki çikolatanın lafını yapan bakkalı Akşam eve geldiğimde yediğim dayağı Hepsini unutmuş gibi yaparım senin için Aklına gelenleri sorma Ben senin bilmediklerini bildiğimi bildiğini bile bilirim Sorma artık Tarih benim ingilizanahtarını bulamadığım için Dayak yeme ihtimalimi yazmayacağından bir şiire başladım

26


Ne çok hayat geçiyor şiirde İsmail Aslan Ağzın değirmi bir haliyle netleşecektir belki ilk an fakat nasıl başlanmışsa öyle devam edemiyor asla saklanmış notlar örneğin, avucumda tuttuğum toz jileti alıp alıp bırakırsın belirlenmiş bir zemine şimdi yoktur ki, bir gölgeyi tutmaya benzer aslında hayat bir gölgeyi tutmaya çalışmaktır belki kafi. belki öldüğümü bilemeyeceğim bir yaşta olsaydım endişe duyamayacak rahatlığı da bulacaktım insanı nesneler ve sesler canlı tutuyor hafızada biri sende canlılığını koruyorsa kendini değil sende onu var eden şeyleri bulup çıkarman gerekiyor bütün bir ömür bulamadıklarınla sürüp bitiyor. bir çiçeği vazoya koymak ölmeyi unutmaktır. bir çiçeği hafızada tutmak hayatı bırakmamaktır kuşkusuz nasıl ki zerre kadar önemi olmadığını düşünürsün her şeyin her şeyin silikleştiği anı çıkardığında geriye her şey kalacaktır geçmişi yoklamak bir odanın tam ortasında kaybolmaktır nitekim. doğal olarak çürüme insanın gençliği içindir

27


diri olan tükenmeye mahkumdur sen kendi tükenişinin izleyicisi olmakla varsındır sırtını dünyaya verdiğinde sırtını dünyaya verme. çünkü dağıldığında dağılmaya yaslanmalı. bir gözü ancak bir başka gözün görebileceğini nasıl tereddütsüz idrak edebiliyorsan ölümü de böyle idrak etmeli çünkü hayat ölmekten geçtiği için hayattır ölmekten geçmeyen hayat zaten ölümdür. eskiden peyderpey devrilen bir ağacın altında sanki.

28


Gerçekeşk Süleyman Sabri Genç yukarı etkileşime ad konmuyor yasak ilk seslenen parayı alır “her şey dahil sistemini kaldır” tabelası omuzlarını sırtından koparıyor. görüyorum. benim görevim görmek ying’im uzama fırlatılsın /yang’ım güney koreyse/ mermerlerle yürümeyi öğrenmeliyim zeu / kıravatların iki kolu var / insanlık şuradan şöyle başlar / hayır buradan buradan başlar / biri sana biri bana açılan / bir kravattan başlar / genişler genişler geceye ayakkabılarıyla giren maceran bir önceki sandıkta kaldı dağılma anını gözledi. kaldı. ikiomuza bir kelle kandı neyi nalladım / geceyi deney eyleyen / ol çalındı gaybın ayasına /ol ahırdan önce ahırdan sonra / sana geldiğinde durduracağımın adı / pahasına / meyve tabağını bitirdim / renkleri yedim koro: duvarlardan atlardık dutlara zıplardık akşam ezanını duyunca köşeleri dönerdik biraz büyüyünce renkleri yedik vidası gevşek tutulan. irkiten de bizimledir sadeceçok çok içerde olanların anlayabileceği avî renginde.atlar fora emri.

29


KURTULUŞ ÜÇLEMESİ Neslihan Altun I “Kirpiğiniz yere düşmesin.” Bak bu su hala burada duruyor Leyla, Beni sudan kurtaran senin de kardeşindi. Beni sudan aldı, bağışlayabilirdi. Gölge gibi yürümekten aşınmış ayakların Uzun bozuk bir masalın orta yerinden Yanlış kurulmuş denklemin orta yerinden Sabrın, sorgunun, sürgünün orta yerinden Gecikmiş bir sınırı gürültüsüz çiziyor. Senin başın rüzgarları merkeze iletir Leyla. Senin güzel başın rüzgarları herkes için Kadınlar için ve erkekler için de Eziyetlerden kurtarır görünen görünmeyen, eşitler bölüştürür. Senin başın kurtarır ki Beni sudan kurtaran da senin kız kardeşindi Bilek içlerinin sakin beyaz buğusu Kaybedilmiş her oyunun tesellisidir Leyla. Havasız kalmış eşyalardan makineler yaptırır seni bize getiren, Küstürmez, uzlaştırır. Bizi topraktan çıkaran senin öz kardeşindi. Bu gece de buradayız ama en geç yarına, Zirvelere çıkıp zirvelere bağırmak düşsün diye o çığı O çığı kucaklamak bizi belki öldürecek o güzel çığı Uzak memleketlerden getirtip verem tifüs kolera Kurtulacağız Leyla.

30


KOŞARKEN VURULMUŞTUR Fatih Mutlu ‫ ﺗِْﻴ َﺤﺎ ٌن‬: Üzerine lazım olmayan malayani şeylere beyhude itiraz eden (insan), daima belalara düşen (insan), oynak (at) , giderken yan yana yürüyüp gâh öteye gâh beriye yürüyen (atlar) Yekpare ne idiyse dağıldı beden Kaçmanın ve susmanın örgütlendiği İçine daha içine geçerek iç içe büyüyen İçiçe saklananları vurdular, yazık Yaşlı bir kadın genç bir gömleğe imrenmişti düşün Yıldızsız bir geceydi kolundan sıyırdılar Saki ile büyücü Kör ile rûm aynı merhametten uyandılar, yazık Bu sahneyi bir yerden hatır Bu sahneyi kulaklarını kanatırcasına seslen Beden doğrulurken işaretlendiği yerden Şevk ile kaim değil, yazık Sürünün hepsi mühürlenmişti Borçlar ödenmiş teşekkürler edilmişti Keza bereket semtimizde Keza ıslığın ıslığa değişi II. Her şeyin her şeyle açıklanabildiği hiçbir yeri sevmedim. Tercih edilir olanla mecbur kılınmış olan. Zaruri ve tercih edilmiş olan. Zaruri olanla zaruri olmayanın birlikte varolduğu. Olmadığı için varsayılan hiçbir yer. Hiçbir şeyin kendi yerinden feragat etmediği boşluk. Dokunmadığım hiçbir şeyi sevmedim. Boşluğa dokunuyorum. Boşluğun kıyısı var. Boşluğun kıyısı yok. Boşluğun kıyısı var. Boşluğun kıyısı yok. Boşluğun kıyısı var. Boşluğun kıyısı yok. Bir sabah erkenden atları vurdum.

31


32



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.