10
HASANK
19
TRİPOL
33
3 GÜZEL
41
ARKEOL TAHRİB VE KORU
0
KEYF
9
LİS
47
PEDALIMDA 5 ÜLKE
59
BUKOLEON SARAYI
3
SİNGAPUR
1
71
LLER
LOJİK BAT E UMA
65
ŞEHİR MÜZESİ
Kasım // 201 3 EDİTÖRÜN NOTU
Yayın Yönetmeni Tolga Candur
tolgacandur@gmail.com
Editöryal Servis
Haber ve Çeviriler Uğur Can Uludağ
Fotoğraf
Hüseyin Tutkun
Araştırma
Eylem Özdemir
Muhabir Temsilcisi Deniz Berk Bulak
Reklam ve Halkla İlişkiler Uğur Uslu
Tasarım
Tolga Candur
Özgün Günyar
Kapak Görseli Tripolis Kazı Arşivi
Yazınsal ve Görsel Katkıda Bulunanlar Yrd. Doç. Dr. Bahadır Duman Hüseyin Adıbelli Erdem Gürses Ozan Yıldırım
Umut Furkan Çıtak Sinan Özcan Selin Çildir
Soner Sarıhan İnci Sarıhan
İletişim
nereyedergisi@gmail.com
https://www.facebook.com/nereyetravel
https://www.facebook.com/nereyedergisi https://twitter.com/Nereyedergisi Tel: 0536 383 18 42
İLK
Merhaba Merhaba sevgili okuyucularımız,
Büyük bir sevinç ve heyecanla dergimizin ilk sayısını sizlere sunuyoruz. Yaşadığımız coğrafyanın, insanlığın gelişiminde ve dünya kültürlerinin ortaya çıkmasında önemli rolü olduğunu, ilkokuldan beri stratejik bir noktada bulunduğumuzu her zaman söylemişlerdir. Yalnız bu söylem o kadar sıradanlaşmıştır ki artık kimse bunun neden söylendiğini bile sorgulamaz olmuştur. Buna karşılık Anadolu ve onun dünya kültür tarihi içindeki yeri ile ilgili kaynakların sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Bütün özverisiyle ve imkansızlıklara rağmen arkeolojiye gönül vermiş bilim insanları ile de ilerlemesi devam edecektir. Anadolu’da üretilen bilgi sayesinde insanlık tarihinde yeni ufuklar açılırken, ülkemiz arkeolojisinin bilimsel saygınlığı da giderek artmakta. Buna rağmen bugünün Türkiye’sinde Hasankeyf sulara gömülmeyi bekliyor. AVM inşaatları antik yerleşimlerin üstüne umarsızca dikiliyor. Bilim insanları yapılan tahribatlara karşı, kültür mirasımızı koruyabilmenin, onu “keşfetmekten” daha zor olduğunu her konuşmalarında söylüyor. Nereye Dergisi işte böyle çelişkilerin içinde insanlara bir mum daha yakmak için gönüllü ve her ay ücretsiz olarak sizlerle buluşacak. İşte ilk sayımızla karşınızdayız. Geçmişin izinde, doğanın kucağında sonsuz bir yolculuk buX
TOLGA CANDUR NEREYE 4
H
HABERLER TRAKYA'DA HURRİ İZLERİ
Bulduğumuz iki figürin çok tipik erken Hitit ve Hurri dönemine ait diyebildiğimiz heykelcikler
K
üçükçekmece Gölü havzasında devam eden ‘Bathonea’ kazısında Hurrilerin İstanbul’da izlerine rastlandı. Hitit çekirdek bölgesi ve çevresi dışında izlerine neredeyse hiç rastlanmayan Hurrilerin bu bölgeye bir koloni kenti kurma amaçlı mı yoksa yayılma amaçlı mı yerleştiklerini çalışmalar bize gösterecek. Kazı ekibi tarafından yılın en önemli keşifi olarak nitelendirilen figürinler tarih bilgilerimizi değiştirecek gibi görünüyor.İki figürin, bitümen, kalay buluntuları ve seramik parçaları M.Ö. 1 800’lü yıllara Hurri dönemine tarihleniyor. Bitümen sadece Mezopotamya’da çıkıyor ve gemilerin su geçirgenliğini engelliyor. Bazilikal tipte bir dini yapının temelleri kazılırken bulunan Hurri tipi tanrıça heykelciği, 5.4 cm boyunda ve 1 4 gram. Tunçtan ve özel kalıpla üretildiği sanılan heykelcik yüzyıllar içinde korozyona uğramış. İkinci heykelcik ise 6.1 5 NEREYE
cm boyunda, 11 gram. Erkek tanrı heykeli de döküm tekniğiyle üretilmiş. Küçükçekmece Gölü etrafında kazılar 2007 yılında yüzey araştırmasıyla başladı. Çalışma, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izni ve İstanbul Valiliği’nin maddi desteğiyle 2009’da Bakanlar Kurulu kararıyla Yrd. Doç. Şengül Aydıngün başkanlığında bilimsel kazılara çevrildi. Dört yılda İstanbul’un bilinmeyen pek çok önemli yapısı ile aydınlanmayı bekleyen konular gün ışığına çıkarıldı.
Yrd. Doç. Şengül Aydıngün konu ile ilgili olarak şunları söyledi. Yunanistan’da Mikenler, Akalar, Batı Anadolu’da Arzava, Orta Anadolu’da Hititler, Güneydoğu’ya doğru Hurriler, Asurlar, Mısır devletlerinin bulunduğu bir dönem M.Ö. 2000 ve bu döneme
ait İstanbul’da hiçbir iz yok. Kronolojik olarak karanlık bir dönem var. Bulduğumuz iki figürin çok tipik erken Hitit ve Hurri dönemine ait diyebildiğimiz heykelcikler. İstanbul’da ilk defa bu döneme ait heykelcikler bulundu. Hitit izleri en batıda İzmir ve Troya’da ele geçmişti, Trakya’da ilk defa bulundu. İki figürinin yanında Mezopotamya kaynaklı M.Ö. 2000’li başka izler de görüyoruz. Özellikle bitümen topluluğu ele geçti, bazı kaplarda kalay bulundu. Butimen ham zifttir, Mezopotamya kökenli. Kalay da Asurlular tarafından Uzakdoğu’dan getirildi ve Anadolu’ya ihraç ettiler.
H
LONDRA'DA ROMA İMPARATORLUK KARTALI BULUNDU
Kasım // 201 3
L
ondra'da bir nehir yatağının ıslahı çalışmalarında fark edilen ve arkeologlar tarafından kazı çalışmaları başlatılan Minories bölgesinde 1 800 yıl öncesine ait Roma Kartalı heykeli bulundu. Roma imparatorluğunun ölümsüzlüğünü ve gücünü simgeleyen kartal, Roma İmparatorluğunun en önemli figürlerinden birisiydi. Bulunan kartal heykelinin özelliği ise Britanya-Roma kültürünün en önemli eserlerinden birisi olması. Kazı çalışmaları sırasında bulunan kartalın ilk başta Victoria dönemine ait bir bahçe süsü olduğu düşünüldü. Restorasyon çalışmaları sonucunda yapılan incelemede Roma dönemine ait günümüze kadar ulaşmış kusursuz bir kartal heykeli olduğu anlaşıldı. Arkeolog Martin Henig daha önce Londra'da böyle bir eserin bulunmadığını ve bu eserin bütün Birleşik Krallık için çok önemli olduğunu belirtti. Kanadında ufak bir kırık dışında hasarsız olan eserin 1 920'lerde Kenysham'da Roma villası kazılarında bulunan bir gaga,kanat ve pençe ile karşılaştırılabileceğini söyledi. Buna benzer Roma dönemine ait şahin heykelinin ise Ürdün'de Cincinati Sanat Müzesi'nde sergilendiğini söyledi. Roma Kartalı M.S 1 . yy ın sonlarına tarihleniyor. Şehrin gelişmeye başlaması,nüfus artışının yaşanması ile gelen zenginlik sonucu Londra'lı zenginlerin kendilerine anıt mezarlar yaptırdıkları biliniyor. Bu kartalın ise şehrin doğu mezarlığında bir anıtı süslediği düşünülüyor.Eserin bulunmasından birkaç gün önce bulunan taş temeller burada bir anıt mezar olduğu düşüncesini destekliyor. Arkeolog Henig Tudorlar döneminde mahzen, Victoria döneminde ise depo olarak kullanılan bu bölgede böylesine bir eserin bulunma şansının çok nadir olduğunu söyledi. Arka kısmının daha kabaca işlenmiş olmasından dolayı heykelin bir niş içerisinde durduğunu gösterdiğini belirten Henig kartalın ağzında bir yılan olmasını şaşkınlıkla karşıladıklarını söyledi.
NEREYE 6
H dahil olmak üzere toplam 1 01 adet eserin teşhir edildiği sergi özellikle yerli ziyaretçiler tarafından yoğun ilgi gören ve yaklaşık olarak 91 .000 kişi tarafından ziyaret edilen serginin bir benzeri bu sefer Çin'de tarih severlerin beğenisine sunulacak.
Anadolu Medeniyetleri, Neolitik Çağ'dan Osmanlı İmparatorluğu'na "201 2 Türkiye'de Çin Kültür Yılı" "201 3 Çin’de Türk Kültür Yılı" etkinlikleri kapsamında karşılıklı sergilerin düzenlenmesi planlanmış ve 20 Kasım 201 2 -20 Şubat 201 3 tarihleri arasında Topkapı Sarayı Müzesi Has Ahırlar sergi salonunda “Çin Hazineleri” başlıklı bir sergi gösterime sunulmuş ve büyük ilgi görmüştü. Çin tarihinin yaklaşık beş bin yıllık dönemini kapsayan seçkin örneklerin yer aldığı,Unesco tarafından Dünya Kültür Mirası listesine alınan Çin'in "Ölümsüz Ordusu" Terracotta askerlerinden 4 örnek, 1 terracotta at heykeli ile Yasak Kent Müzesi’nde korunan imparatorluk ailesine ait özel koleksiyon da
7 NEREYE
Topkapı Sarayı, Türk ve İslam Eserleri ile İstanbul Arkeoloji Müzelerine ait 1 21 eserden oluşan "Anadolu Medeniyetleri: Neolitik Çağ'dan Osmanlı İmparatorluğu'na" isimli sergi, "201 3 Çin'de Türk Kültür Yılı" etkinlikleri kapsamında Çin'in başkentinde bulunan Shanghai Müzesi'nde sergilenecek. Sergide, Erken Tunç Çağı'na ait mızrak uçlarından banyo kaplarına, Hitit dönemi damga mühür ve tabletlerine, Helenistik dönemin meşhur heykellerinden Roma döneminin ihtişamlı saray yaşamına ait eşyaların yanı sıra tanrı ve imparator heykellerinden, Osmanlı dönemine ait kılıç ve miğferlere kadar Anadolu'nun her dönemini yansıtmayı amaçlayan birçok eser yer alıyor. Kaftan, sorguç, yazı takımları, Kur'an-ı Kerim ve mahfazaları ile halı ve seccadelerin de yer aldığı sergi 1 8 Kasım 201 3-20 Şubat 201 4 tarihleri arasında ziyaretçilerini ağırlayacak.
H
Kasım // 201 3
DÜNYANIN İLK UYARI LEVHASI
D
ünyanın en önemli neolitik yerleşimlerinden birisi olan Çatalhöyük'te bulunan bir duvar resminin üzerinde ki sır perdesi yapılan çalışmalar sonucunda ortadan kalkmaya başladı. İngiliz Daily Mail gazetesinde ki haberden sonra çok konuşulan ve arkeoloji dünyasının dikkatini üzerine çeken duvar resminin bir volkanik patlamayı anlattığı düşünülüyor. Daily Mail haberi '' Dünyanın İlk Uyarı Levhası'' başlığı ile okuyucularına duyurdu. Bir köyün üzerine patlayan yanardağın anlatıldığı düşünülen çizime, Carbon 1 4 sisteminin farklı bir modelini kullanan uzmanlar, “Yanardağın ilk patlaması 29 bin yıl önceye daha sonraki patlaması da 9 bin yıl öncesine dayanıyor” dedi. Araştırmayı yöneten California Üniversitesi’nden Axel Schmitt ise, “Duvar resminde Hasan Dağı’nın patlama anı resmediliyor. Bu çalışmayla ilk kez net bir biçimde yanardağ patlamasının 29 bin yıl önce gerçekleştiği doğrulanmış oldu. Diğer bir deyişle Çatalhöyük’teki duvar resmi dünyanın ilk uyarı levhası” diye konuştu.
Çatalhöyük'ten yaklaşık 1 30 km uzakta bulunan Hasan Dağı'nın Çatalhöyük'ten bakıldığında görünen şeklinin duvar resminde ki tasvire çok benzemesi ve duvar resmindeki kare formlu çizimlerin o dönem mimarisini anımsatması Axel Schmitt'in tezini güçlendiriyor. Son patlama tarihi ve resmin yapıldığı tarihi Carbon 1 4 testi ile karşılantıran uzmanlar resmin patlama ile aynı tarihlerde yapıldığını söylüyorlar. UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde olan Çatalhöyük ,1 993'de Cambridge Üniversitesi'nden Ian Hodder kazılmaya başlandı. Günümüze kadar ulaşan pek çok duvar resmi,mimari ve alet kalıntıları bizi şaşırtmaya devam edeceğe benziyor. NEREYE 8
Yazı ve Fotoğraflar: Erdem Gürses
Bundan 1 0 yıl önce de buraya ilk geldiğimde aynı duyguları hissetmiş ve gözlemlemiştim. Yapılacak barajın konumu nedeniyle sular altında kalacak olan bu eşsiz yöre burada yaşayan halkı da ikiye bölmüş durumda.
Yaklaşık 6 ay süren sırtçantam ile yaptığım Asya seyahati sonrasında Doğubeyazıt sınır kapısı olan Bazargan’dan ülke topraklarına adım attığımda aklımda bir 2-3 ay kadar Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi turu yapmak vardı, yine adım adım bu coğrafyaları dolaşmak ve yurdum toprağında tarihi ve doğa güzelliklerini bir kez daha sonuna kadar yaşamak..Ve gezime başladıktan 1 ay sonra Mardin üstünden Hasankeyf’e geldim.
10 yıl önce otostopla tüm Türkiye’yi 3 yıl boyunca dolaşmıştım ve yolum yine Hasankeyf’e düşmüştü. Donup kalmıştım bu karşımda duran güzellik ve doğa karşısında.. Ve yine 10 yıl sonra aynı yerde ve noktada Hasankeyf beni karşıladı, Dicle kollarını açtı…
R
aman dağlarının güney eteklerinde Dicle nehrinin iki yakasına kurulan bu büyüleyici ve adım başı tarih kokan yöre yapılan arkeolojik araştırmalara göre tam 1 2 bin yıl önce kurulmuş... Dicle’nin ilk uygar halkı olarak görülen Hurri Kabilelerinden sonra buraya Mitannin, Asur, Urartu, İskit, Med, Pers, Makedonya, Roma, Bizans, Abbasi, Selçuklu ve son olarak Osmanlıların egemenliğine girmiş, tam anlamıyla attığınız her adımda farklı bir tarih dokusu yaşatıyor bizlereX Sizi hayretler içinde bırakacak olan güzellikleri ile bekleyen Zeynelbey Kümbeti, Artuklu Köprüsü, Büyük Saray, Küçük Saray, İmam Abdullah Zaviyesi, Er Rızk Cami, İç Kale, Ulu Cami merhaba der uzaktan size..Sabırsızlanırsınız her attığınız adımda merhaba demek için bu muhteşem dokuyaX R
B
Kasım // 201 3
u kadar zengin bir tarihe ve esere sahip olmasına karşın Hasankeyf acılar içinde, Dicle açmış kollarını ağlamaktaX Sahipsiz bırakılan tarihi yerler, eserler, insanımızın kendi tarihine sahip çıkmayışı ve bu kadar güzel ve önemli tarih dokusuyla bezeli bu yeri kendi haline ve kaderine terk etmiş olması beni çok üzdü yineXBundan 1 0 yıl önce de buraya ilk geldiğimde aynı duyguları hissetmiş ve gözlemlemiştim. Yapılacak barajın konumu nedeniyle sular altında kalacak olan bu eşsiz yöre burada yaşayan halkı da ikiye bölmüş durumda..Doğma büyüme Hasankeyf’li olan arkadaşlarımla buluşup saatlerce bu eşsiz güzelliği ve tarihi bölgeyi adım adım dolaşıp, çarşısında mağara cafelerden birine soluklanmak için oturduğumuzda uzun uzun konuştuk.
Y
öre halkı yapılacak olan barajın kendileri için bir kazanç kaynağı ve toprakları için bir şans olarak görmekte ama diğer kesim ise biraz daha eskiye saygı gösterip bu güzelliğin yok olmasına karşı çıkmakta..Aslında tam da bu noktada benim aklımda olan düşüncede şu; Mardin yapılanırken eski Mardin muhafaza altına alındı ve Yeni Mardin bölgesi yapıldı, yada Safranbolu bölgesi modernleşmeye başladığında eski Safranbolu bölgesi de korundu, öyleyse 1 2 bin yıllık bir serüvene sahip olan Hasankeyf neden muhafaza altına alınmıyor, bu kadar zor mu? Turizm kaynağı olan bu yöre barajlar altında kaldığında, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki son doğal nehir ekosistemi konumunda olan Dicle Vadisi’nin yaklaşık 550 km’ye varan nehir yatağı da yok olacak.
Hasankeyf
A
slında bölgenin hem Sit lanı olması, hem de baraj suları altında kalacak düşüncesi, ilçenin gelişimini çok engellemiş. Son yıllarda ülkemizde yapılan araştırmalarda bu kadar zengin bir tarihe sahip olan ilçenin, bu zenginliğe rağmen ülkenin en fakir üç ilçesinden biri olduğu belirlendi. Buna paralel olarak ta nüfus gerilemesi yaşayan bu doğa harikası ilçe son 1 5-20 yılda belirsiz politika ve söylemler yüzünden dramatik bir ortama sahip olmuş. Aslında arkadaşlarımla cafe’de sohbet ederken bu sonucu ortaya çıkaran güzel bir örneğe de şahit oldum. İsmi lazım değil, ülkemizin büyük turizm turlarından birisi yine bir otobüs yerli turisti ilçeye getirmiş ve sadece 1 saat kaldıktan sonra hareket noktası olan cafe’de toplamış. Bu tura katılan bir bayan şunu söylüyordu; Eeee, ben bir şey anlamadım ki bu Hasankeyf gezisinden, 1 saat kaldık ama bu kadar mı yani burası?
1 5 NEREYE
Kas覺m // 201 3
NEREYE 1 6
Hasankeyf
İşte bu cümle aslında her şeyi açıklayan bir cümle. O Hasankeyf ki değil 1 saatte, 1 hafta boyunca gezseniz bile bitmez size gösterdikleri, attığınız her adımda bir başka medeniyet açar kollarını, buyur eder sizi tarih sahnesine..Oysa ne kadar acı ki tur acentaları bile sadece bir Büyük Kale, Zeynelbey Kümbeti, Artuklu Köprüsü, Küçük Saray gezisinden sonra turu bitirir, ve rotayı Mardin yada Midyat’a kırarXAma o kadar çok gezilecek yer vardır ki Hasankeyf’te..Artuklu köprüsü ayaklarında Dicle’nin buz gibi sularında Hasankeyf’li çocuklularla yüzmek, balık tutmak, kahkalar atmak paha biçilmezdir, İç Kale eteklerine tırmanmak bile sadece en az 2 saat sürmekte ve yukardan o muhteşem manzaraya baktığınızda Hasankeyf’in size tebessümle ve mutlulukla baktığını görmek bambaşka bir duygu yaşatır size..Ufacık ama tarihi çarşısında adımlarken yöre halkı size durmaksızın çay ikram eder, bir cigara sarar Hasankeyf usulü..
1 7 NEREYE
Onlar İstanbul’u dinlemek ister, siz Hasankeyf’iX Bir varmış, bir yokmuşXGünlerden birgün, Balıkçı Abdullah Dicle’nin sularına bir gül atmışXdiye başlar Hasankeyf masalıXDinledikçe hüzünlenir, dinledikçe bir cigara daha sararsınız farkında olmadan..Ve bir bakarsınız İstanbul’a dönüş zamanı geldiğinde ayaklarınız geri geri gider, aklınız Hasankeyf’te kalır. Son bir kez köprü üstüne çıkar, bir demet yeşil nohut alır ve çıtlamaya başlarsınız. Ayaklarınızı buz gibi Dicle nehrine sokar ve yukarda cafelerde çay içenlere el sallarsınız, Kafanızı kaldırıp Büyük Kale’ye baktığınızda Balıkçı Abdullah’ın masalını hatırlarsınız ve yüzünüzde bir tebessüm ile ‘’ Hasankeyf bekle beni, bir daha geleceğim yanına, özlemim dayanılmaz olduğunda atacağım kollarına kendimi’’ sözleri istem dışı dökülür dudaklarınızdan.. Hasankeyf vefalıdır, bekler siziX
Kasım // 201 3
Yok olmadan lütfen gidin bu muhteşem güzellik ve tarihe sahip olan ilçeye, yorulana kadar gezin, adımlayın, gezin çarşısında, sonra atın kendinizi bir çay ocağına.. Dicle’nin soğuk sularına sokun ayaklarınızı, konuşun Artuklu Köprüsü ile..Belki bir daha bunları yaşayamayacaksınız, bir dahaki sefer olduğunda sevimsiz bir duvar kütlesi karşılayacak sizi, Ilısu Barajı..
Erdem GÜRSES Yazar Hakkında: Kocaeli İşletme Mezunu. 3 yıl boyunca otostopla Türkiye’yi boydan boya dolaştı, 85.000 km’den fazla yol katetti. Şimdilik 11 farklı ülkeyi adım adım dolaştı. Gezer, yazar, fotoğraflar, biraz da delidir, doludur. Şiir sever, tiyatro sever, tarih sever, doğa sever, hayvan sever, ama en çok dağa tepeye çadır attığında yıldızları izlemeyi sever. Bulduğu her fırsatta sırtçantası ile yollara düşen tam zamanlı gezgin derviştir. Çok çeşitli işlerde çalıştı, çok işten ayrıldı, farklı farklı ilgi alanları var. Çeşitli dergi ve portallarda gezi yazıları yazıyor. Çıkaracağı kitap ile ilgili çalışmalar yapıyor.
NEREYE 1 8
Fotograflar: Tripolis Kazı Arşivi
Denizli'nin en büyük antik kentlerinden biri olan Tripolis, Denizli'nin Buldan ilçesine bağlı Yenicekent beldesinde yer almaktadır. Başta Plinius ve Ptolemaios olmak üzere birçok antik yazarın metinlerinde adı geçen kent, 17. yüzyıldan itibaren pek çok seyyah tarafından da ziyaret edilmiştir.
Tripolis
H
elenistik Dönem'de Phrygia, Karia ve Lydia Bölgeleri'nin kesişim noktasında kurulan ve 'Apollonia' adını alan kent, kısa bir dönem Antoniopolis olarakta anılmıştır. MÖ 1 . yy'da bu bölgelerden gelen halkların yerleşim yeri olması itibariyle 'Tripolis' adını alan kent, terk edilene kadar bu ismiyle anılmıştır.
5000 Yıl Öncesine Dayanan Antik Yerleşim Tripolis'in geçmişi Helenistik Dönem'e dayansada kentin çevresinde yapılan yüzey araştırmalarında elde edilen bulgular, bölgede ki yerleşimin günümüzden 5000 yıl öncesine kadar gittiğini göstermektedir. Tripolis Antik Kenti'nin de içinde bulunduğu Lykos Vadisi MÖ 1 90 yılında Seleukoslar ile Bergama Krallığı arasında yapılan Magnesia Savaşına kadar bağımsız kentlerden oluşmuş, bu savaşı Roma desteğinde kazanan Bergama Krallığı, MÖ 1 88 yılında imzalan Apameia (Dinar) barışı ile bölge yönetimini ele almıştır. 21 NEREYE
MS 2. Yüzyıl'da Yeniden Planlanan Kent En İhtişamlı yıllarını Roma İmp. Dönemi'nde yaşayan Tripolis, MS 2. yy'dan itibaren yeni bir planlamaya gitmiş, bu dönemde şehir kapıları, caddeler, hamamlar, stadyum, tiyatro ve meclis binası gibi kamu binaları yapılmıştır. Roma Dönemi'nde bir süre Sardes (Salihli) Conventusu'na (yargı birliği) dahil edilen kent, belli bir dönemde Apameia (Dinar) Conventusu içinde yer almıştır.
Piskoposluk Merkezi: Tripolis Zaman içinde bölgenin önemli kentlerinden biri haline gelen Tripolis'in önem kazandığı alanlardan biri de inançtır. Bu dönemde Hristiyanlık açısından önemli bir kent haline gelen Tripolis, özellikle piskoposları ile büyük ün kazanmıştır.
Kasım // 201 3
Tripolis'te Yaşanan Göçler MS. 494 depreminden Agathe Kome (Alacain) ile birlikte etkilenen Tripolis MS 6.yy sonunda Anadolu toprakları üzerinde etkili olan Sasani akınları nedeniyle eski adı Direbol (Diribol-Derebol), yeni adı Narlıdere daha korunaklı dağ yamaçlarına taşınmıştır. MS 7.yy'ın başında gerçekleşen bu zorunlu göçün ardından, kentte şu anki veriler dahilinde 1 3.yy'a kadar herhangi bir yerleşim izine rastlanmamıştır.
Tripolis'te Yapılan Kazı ve Restorasyon Çalışmaları 201 2 yılında yeniden başlatılan kazı ve restorasyon çalışmaları Denizli Arkeoloji Müzesi Müdürü H.Hüseyin Baysal'ın başkanlığında, Pamukkale Üni. Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Bahadır Duman'ın bilimsel danışmanlığında sürdürülmektedir.
NEREYE 22
Sanatın Merkezi Tripolis Bölgedeki 3 büyük medeniyetin kesişim noktasında yer alan Tripolis Antik Kenti, sadece ticarette değil, kültür ve sanat alanında da kendini ispatlamış bir şehirdir. Kentte çok sayıda mimari eser bulunmaktadır.
Philadelphia Kapısı
Antik kaynakların verdiği bilgilere göre Pergammon'dan (Bergama) gelen ticaret yolu, Thyateria (Akhisar), Sardes (Salihli), Philadelphia (Alaşehir) güzergahından geçerek Tripolis üzerinden Hierapolis ve Laodikeia antik kentlerine doğru devam etmektedir. Tripolis'in iki ana girişinden biri olan batıda ki bu kapı, 6 adet traverten ayak üzerinde yükselen iki gözlü bir kapıdır. Bu yapının yalnızca bir ayağı günümüze ulaşmıştır. Bu ayağın onarım ve sağlamlaştırma çalışmaları tamamlanmıştır.
Hierapolis Kapısı
Tripolis'in diğer bir girişi ise güneydeki bu kapıdır. Kent merkezinin yaklaşık 300m güneyinde ki üzüm bağları arasında kalan yapı kalıntıları, traverten
ayaklar üzerinde mermer bloklarla yükseltilen bu kapıya aittir. Mimari bezemelerin gösterdiği stil özellikleri göz önüne alındığında, bu yapının MS. 2.yy ortalarına tarihlendiği anlaşılmaktadır.
Sütunlu Cadde
Doğu-batı yönlü Sütunlu Cadde'nin 27m uzunluğundaki bölümü 1 . ve 2. kazı döneminde ki çalışmalarla açığa çıkartılırken, yapılan son kazı çalışmalarında caddenin toplam 11 4m'lik kısmı açığa çıkarılmıştır. Caddede Geç Roma Dönemi'nde bir adet savunma amaçlı kule ve iki adet giriş kapısı bulunmaktadır.
Sütunlu Cadde'nin Güney Bitişiğindeki Mekanlar
Bir kısmı kazılan ve farklı ölçilere sahip odalar bulunmaktadır. bu mekanların kuzey duvarları Sütunlu Cadde'nin güney kısmına yaslanmıştır NEREYE 24
Yaşadığı onca büyük deprem ve afete rağmen Tripolis Antik Kenti'nin pek çok yapısı günümüze kadar ulaşmayı başarmıştır. Daha çok Roma Dönemi'nin mimari üslubunu yansıtan bu yapılar, kusursuz işçilikleri ile göz kamaştırmaktadır.
Girişler ise güneyde yer alan kapılarla sağlanmıştır. Mekanların zeminleri pişmiş toprak taban tuğlaları ve traverten gibi malzemelerle döşenmiştir.
Kasım // 201 3
Toplam 6 adet olan bu mekanlardan 4 ünde kazı yapılırken çalışmalar sonucunda söz konusu mekanların erken bizans döneminde kullanıldığı, ancak ilk kullanımlarının Geç Helenistik Döneme kadar dayandığı ortaya çıkmıştır.
Agora (Pazar yeri) Sütunlu Cadde'nin kuzey bitişiğinde yer alan Agora, yaklaşık 1 000m2'lik bir alanı kaplamaktadır. Kentin yüksek bir tepenin eteklerinde kurulması nedeniyle diğer yapılarda olduğu gibi Agora'nın da üzeri erozyon toprağıyla kapanmıştır. Yüzeyde görülebilen kalıntılardan anlaşıldığı kadarıyla, Agora'da traverten ayaklar üzerinde yükselen kemer dizileriyle kapalı mekanlar oluşturulmuştur. Çatı seviyesine kadar korunagelmiş olan bu yapıda ki kazı çalışmalarının 201 3 yılı sonunda tamamlanılması planlanmaktadır.
Restorasyon Çalışmaları
Kazı çalışmalarının tüm hızıyla devam ettiği Tripolis Antik Kenti tarihin bilinmeyen yönlerine ışık tutmaya devam ederken, kentte ortaya çıkarılan eserler tek tek restore edilmektedir. Kentte ki kazı çalışmalarının ardından Sütunlu Cadde ve bitişiğinde yer alan pek çok yapı yeniden günyüzüne çıkarken bu yapıların retorasyonu devam etmektedir. NEREYE 26
Antik Dönem'in önemli kentlerinden biri olan Tripolis'de bugün sağlam vaziyette bulunan yapıların bir çoğu MS 2.yy'da inşa edilmiştir.
Tripolis
Hamamlar
Tripolis'teki iki hamamdan biri olan sıralı tipteki Büyük Hamam; soğukluk, ılıklık ve sıcaklık salonlardan meydana gelmektedir. İkinci hamam binasıda Tiyatro'nun güney bitişiğinde ki Tiyatro Hamamı'dır.
29 NEREYE
Kasım // 201 3
Tripolis'te ana yerleşim alanının dışında 3 büyük Nekropol alanı bulunmaktadır. Kentin kuzeybatı yamaçlarında kaya mezarları yer alırken, kuzeydoğusunda lahit mezarlar bulunmaktadır. Güneybatıda ise Erken Bizans'a ait tonozlu mezarlar vardır
Tripolis'in doğal ortamında yaşayan canlılar bu antik kentin güzelliğine güzellik katıyor. NEREYE 30
Önemli ticaret yollarının kesişme noktasında yer alan Tripolis, uzun yıllar bölge ekonomisine yer vermiştir.
3 güzeller
SAPANCA GÖLÜ
Adapazarı ile Kocaeli arasında İstanbul'a yakın bir bölgede, adını Sapanca ilçesinden almış bir göldür İstanbul'dan Sapanca'ya geleceksiniz, günün her saatinde otobüs bulmanız mümkün. Otomobille yapılacak bir Sapanca yolculuğu çok keyifli ve rahat olacaktır. Zira Sapanca, İstanbul-Ankara TEM otoyolunun üzerindedir. İstanbul gişelerinden otoyola girdiğiniz de normal bir seyirle 1 -1 ,5 saatlik bir sürenin sonunda Sapanca gişelerine ulaşırsınız. 35 NEREYE
Sapanca’ nın iki şirin beldesi var bunlar Arifiye ve Kırkpınar beldeleri gölün etrafına kurulu vaziyetteler. Biz Maşukiye üzerinden geçerek ilk Kırkpınar Beldesi tarafına gideceğiz. Bu bölgede genellikle Osmanlı Rus Savaşlarından sonra gelen Çerkezler Ubıhlar ve Tatarlar yerleşmiş küçük Karadeniz kasabalarını anımsatıyor geçerken bizlere.Maşukiyenin içinden ayrıca 2008 den sonra gelişmeye başlayan Kartepe Kayak Merkezine de gidebilirsiniz.
Kasım // 201 3
Özellikle Sapanca sahil kesiminde çok sayıda otel, pansiyon, restoran ve tatil siteleri gibi turizme yönelik tesisler bulunmaktadır.Sapanca Gölü Uzunluğu 1 6 km, en geniş yeri ise Sapanca ile karşı kıyı arası olup, 5,5 kmdir. Yüzölçümü 42 km2, en derin yeri ise Sapanca açıklarında 61 m'dir. Özellikle göl civarına kurulan turistik tesisler ile Sapanca 'da turizm geliri her geçen gün artmaktadır.
Biz kahvaltımızı Kırkpınar mevkiinde bir tesisde yapıyoruz,yöresel yiyeceklerle dolu oldukça zengin çeşitli bir kalvaltı yaptıktan sonra yarım saat kadar gölün etrafında gezerek yola koyuluyoruz Cennet Gölüne geçmeden önce Arifiye Beldesine uğrıyacağız.Bölgeyle ilgili bir efsane var çünki efsane şöyle:
NEREYE 36
3 güzeller
G
ünün birinde Sapanca’ya bir ermiş gelir. Selam verir selamını alan olmaz. Konuk olmak ister kimse konuk etmek istemez.akşama yorgun argın kasabadan dönerken uzaktan ışık sızan küçük bir kulübe görür. Bir adım daha atacak gücü kalmamıştır. Kulübeye varır,kulübede geçimini sapan yaparak sağlayan iyi yürekli fakir bir insan yaşamaktadır. Ermişi güler yüzle karşılar:buyur eder."Hoş geldin Safalar getirdin aşı şimdi ocaktan indirmiştim.Tanrıdan bir misafir istiyordum sen geldin" der ve en rahat köşeye misafirini oturtur.izzeti ikramda bulunur.Daha sonra da yatacak yer gösterip yatırır.Davranışı ermişi çok memnun etmiştir. Ancak ermiş uyumaz. Sapancıyı uyandırır ve git buradan der; Sapancı neden der; ermiş soru sorma git buradan der,Sapancının içine bir kuşku düşer ve tekrar sorar nereye gideyim der. Ermiş tepeye git soru sorma der ve evi terk eder. Sapancıda kalkar gider. Ertesi gün kasabanın yerinde kocaman bir göl oluşmuştur. Kasaba tüm kötülükleriyle yok olmuştur. O günden sonra göle Sapancı Gölü denilir. Zamanla da bu Sapanca’ya dönüşür. Ermişinse Evliya Çelebi olduğu söylenir. Arifiye Beldesinin merkezinde 2008 yılında yaptırılan Sapancı ve Ermiş Heykelini ziyaret edip fotoğrafladıktan sonra Cennet Gölü ne doğru yolumuza devam ediyoruz.
37 NEREYE
CENNET GÖLÜ
Kasım // 201 3
Cennet Gölü Sapanca ya arabayla 2 saat mesafe uzaklıkta.Bolu merkeze girdikten sonra Gölcük tabelalarını izleyerek ulaşabilirsiniz. Eski adı Gölcük Bolu merkeze 1 5 km uzaklıkta ve Karacasu Beldesini geçtikten sonra oldukça yüksek ve virajlı bir orman yoluyla ulaşıyoruz. Ancak heryer kar altında orman ve manzara çok güzel dinlendiriyor bizi.Burası aslında eski bir yerleşim yeri ve oluşum olarak set gölü etrafı çam ve köknar ağaçlarıyla kaplı denizden yüksekliği 950mt. Gölün etrafı 2 km. ve kenarında küçük şirin bir devlet konuk evi var.Bütün Gölcük fotoğraflarında ve kartpostallarda bu ev mutlaka görünür. Muhteşem bir manzara karşısında insanın dili tutuluyor hayran kalıyor.201 2 yılının Ağustos ayına kadar hiçbir tesis yokmuş gölün etrafında Bolu Belediyesi bir piknik alanı mesire yeri yapmış ve konaklama için 50 adet lik bir bungalow inşasına başlamış.
Cennet Gölü
Gölün çevresini çepeçevre çevreleyen 1 350 mt lik bir yürüyüş parkuru var. Durur muyuz hemen yürüyüşe geçiyoruz elimizde fotoğraf makinelerimizle. Fotoğraf çekmeye doyamadım. Çünki karşımdaki görüntüler fotoğraf karelerine sığmıyordu. Beyazdan ve yeşilden başka bir renk kabul etmeyen başka bir dünya da bir kar ülkesinde imiş gibi ya da bir film karesinin içine girmiş gibi hissettim kendimi. Pırlantalar gibi parlayan buz kristalleri, masmavi gökyüzü, insana huzur veren o kar beyazı bulutların üzerindeymiş gibi hissettiriyordu bizi. Ama vaktimiz az yolumuz uzun yaklaşık 1 saatlik bir gezinin ardından konaklamalı olarak gelebileceğimiz günlerin hayalini kuraraktan Cennet Gölüyle vedalaşıyor.Abant a doğru hareket ediyoruz.Önümüzde yaklaşık 1 saatlik bir yol var
NEREYE 38
3 güzeller
ABANT GÖLÜ GÖLÜ ABANT Abant a gitmek için bu noktadan sonra 2 seçeneğimiz var birincisi Bolu merkeze girmeden Mudurnu üzerinden gitmek bu yol yaklaşık Bolu merkezden 40 km ama dağ yolu ve mevsim gereği uygun değil sadece Nisan Ağustos arası dönemde gelecekseniz tercih edin. Diğeri Bolu merkezden İstanbul’a doğru E 5 üzerinden gittiğimizde önümüze TEM ABANT gişeleri ayrımı çıkıyor buradan 22 km lik bir yol. Biz mevsim itibari ile bu yolu kullandık. Sabah yola 8 de çıkmıştık ve saat artık 1 5:30 a gelmişti. Etraf karlı hava renkten renge girmekte bize ışık oyunları oynamaktaydı. Abant Gölü de bir set gölü ve 1 350 metrelik rakımda bulunmakta. Göl bir tabiat parkının içinde bulunmakta etrafında 3 otel ve restaurantlar bulunmakta. Gölün etrafında yürüyüş yolları bulunmakta kızakla kayabilinecek 2 adet ufak kayma alanı var ayrıca etrafında dolabilmeniz için faytonlar sürekli hizmet vermekte ve tabiî ki
39 NEREYE
Kasım // 201 3
isterseniz ata da binebilirsiniz. Gölün bir kısmı biz gittiğimizde buzlar altındaydı ve manzara mükemmeldi. Öncelikle karnımız acıktığı için hemen piknik alanında sucuk ekmeklerimizi yedik. Sonrasında hava kararmadan gökyüzünün bize sunduğu ışık oyunlar sayesinde değişik fotoğraflar yakalamak için adeta ava çıktık. Hava oldukça soğuk ama manzara her şeye değer. Hava kararmak üzere Tabiat parkının girişine doğru yola koyuluyoruz. Girişte ağaçtan 1 00 metrekarelik bir bina içerisinde köylülerin kurduğu ufak bir köy pazarı var mutlaka uğrayın bir şey almasanızda çok sıcak kanlılar ve ikramlar muhteşem. 2 saatlik Abant turumuzun ardından saat 1 7:30 da İstanbul a
doğru yola koyuluyoruz. Önümüzde 3 saatlik bir yol var. Tekrar görüşmek dileğiyleX
DENİZ BERK BULAK
NEREYE 40
Rรถportaj: Sinan ร zcan
Arkeolojik Tahribat ve Koruma Hocam, öncelikle koruma nedir? Korumanın kavram olarak insanlara ne çağrıştırdığını, ne çağrıştırması gerektiğini sormakla başlayalım isterseniz. Basit olarak, soyut ya da somut geçmişe ait kültürel tortunun, emeğin yahut üretimin istenmeyen gelişmelere karşı yasal, kurumsal, bilimsel ve teknoloji desteğiyle korunması olarak tanımlayabiliriz. Arkeoloji yönünde de kalıntıların, buluntuların mevcut durumu korumak, sağlamlaştırmak, sağlıklaştırmak veya yeniden kazanmak yönünde çağrışımlar bırakmalı insanda. Fakat bizde koruma hayli sorunlu bir alandır. Karmaşıktır. Hala pek çok arkeolojik alan yahut kalıntı şahıslar adına tapuludur. Yine pek çoğu antik şehirlerin üzerinde; sit alanlarında, koruma kuşaklarında mülklere sahiptir ya da tescilli yapılarda oturmaktadır. Dolayısıyla bunlar yasalara, gidip gelenlere, hatta fotoğrafını çekenlere bile tepkilidir. Öfkelidir. Bir yerde koruma dendiğinde ise ilk anda bunların kaybı akla gelmekte. Tabi bu kamulaştırma fikriyle de yok pahasına mülk
sahiplerinin mağdur edilmesi algılanıyor. Yoktur tabi öyle bir şey. Ardından mülküne hiçbir şey yapamayacak, başkaları gibi değerlendiremeyecek olmanın agresifliği çıkıyor ortaya. Tabi bunlar eğitim, kültür meselesi. İşte, içinde yaşadığımız Kapadokya’da turizmden para kazananlara gidip sorsanız, onlar da koruma yasalarından şikayet edecektir. Bıraksanız hemen hepsi üç beş kat daha çıkacak, her yere betonarme yapı kondurmak isteyecektir. Halbuki o koruma yasaları sayesinde Kapadokya Kapadokya olmuştur. Özgünlüğü, doğallığı ve tarihi bu sayede korunmuştur. Koruma kültürü ve altyapısı oluşmamış bir yerde. yasalar, kararlar, ekler, uluslararası sözleşmeler ne olursa olsun uygulama aşaması ve topluma benimsetilmesi hep gerilimli olmuştur. Ülkemizde doğal ve tarihi çevrenin korunması dediğiniz gibi her zaman sorun olmuştur. Ya da sorun olarak görülmüştür. Nedir bunun çözümü, nasıl halledeceğiz bunu?
Belki en baştan başlamak lazım. Sorun, koruma kavramının doğru anlaşılmamasında, öneminin, değerinin iyi anlatılmamasında. Kültür varlıklarının ekonomik değerinin çoktan kavrandığına kuşku yok. Özellikle eğitimsiz kişilerin arasında kaçak kazıların yoğunluğu çok fazla. En yaşlısından en gencine kadar pek çok kişinin yasadışı işlere meyletmesi bu yanlışlığın kanser gibi yayıldığını gösteriyor. Cezalarımızın bu konuda caydırıcı olduğunu söylemek mümkün değil elbette. Ama mirasımızın yerinde değerlendirilmesinin önemi ve tükenen bir kaynak olduğu bilinmeli, bilgilendirilmeli. Arkeolojik kaynakların da tıpkı madenler gibi ekonomik, hatta sosyal, kültürel güç anlamına geldi görmezden geliniyor. Onları tahrip ettiğinde ve yok ettiğinde vahim sonuçlar ortaya çıkıyor. Ya da yasadışı yollarla eseri yerinden uzaklaştırdığında ondan bir kez faydalanmış oluyor. Halbuki korursa çok uzun yıllar ondan faydalanmaları mümkün olabilecek. Baktığımızda eğitim seviyesinin yükselmesi sorunun büyük ölçüde çözüldüğünü gösteriyor zaten. Her adımda cezalandırmayı düşünen anlayıştan uzaklaşmış iyi bir 43 NEREYE
Kasım // 201 3
örgütlenme, güçlü yaptırım gerekli. Sorun çözücü bir organizasyon olmalı. Elbette kararlar herkesi memnun etmez. Fakat uygulanabilir olması her şeyden önemlidir. Bizde korumakla yükümlü yetkili bile yeri geldiğinde yasadan değil, vatandaştan yana olabiliyor. Bu da kötü niyetlilere bir yerde emsal oluşturuyor.
tarih dostu, korumacılık yahut uygulanan projeler dalında verilen ödüller sicili kötü yerel yönetimlere adeta iyilik maskesi gibi gelmektedir. Alınan bir proje ödülü ile bile kendine yönelen suçlamaları bertaraf etmeye çalışıyorlar. Bu ödülü konu eden sloganları bilboardlara asıyorlar. Fakat ilanın az ilerisinde kepçeyle kentin mesela toprak altındaki surlarını tahrip edebiliyor.
Hocam, ülkemizdeki kültür varlıklarının korunması konusunda birinci derecede Kültür Bakanlığı sorumlu. Bu arada vakıflar, belediyeler, özel idarelere de bazı yetkiler verilmiş. Yeterli mi sizce?
Aslında korumaya doğayı da katmak lazım. Doğayı ve doğal kaynakları koruma görevi de 2011 ’de Kültür Bakanlığından alınıp Çevre ve Şehircilik Bakanlığına verildi. Bunu neden söylüyorum; kimi tabiat varlığı ören yeri yahut arkeolojik sitle iç içe geçmiş durumda. Bir kere şunu aklımızdan çıkarmamamız lazım; koruma olayı sadece sit ilanı ilan etmekle yahut fiziksel kararlar almakla yerine getirilecek bir konu değildir. Yani herhangi bir yerin tescil edilmesi korunacağı anlamına gelmiyor. Koruma çok daha geniş ve bilinçli bir eylem alanıdır. Bizde yazık ki kanunlar, imzalanan uluslararası anlaşmalar gereği uyması gereken bir zorunluluk, bir yasak savma olarak görülüyor. Henüz koruma kavramının içini geçmişin, şimdinin ve geleceğin sorumluluğu ile doldurmaktan uzağız. Ya sarıp sarmalayıp tamamen insanların gözünden uzaklaştırıyoruz ya da kendi haline bırakarak tüm tehlikelere açık hale getiriyoruz. Bunun ortasını bulmak bize hala zor geliyor. Tarihi ve kültürel mirası yeri doldurulamayacak bir kaynak olarak görmediğimiz sürece de koruma olayı bilinçsiz faaliyet görüntüsünden kurtaramayacağız. Sorsanız, herkes kendince bir şeyler yapıyor. Beylikler döneminden kalma tamamen ahşap cami restore ediyorsunuz ama yangın tertibatını yapmayı ya da çatıdan inen suyu drenaj etmeyi unutuyorsunuz. Ya da yanlış malzemeler kullanarak yapıları tamamen yakıyorsunuz. Tabi arkeoloji içinde sorun aynı; yılda bir ay kazı yapıyorsunuz ve on bir ay toprağın yıllarca özenle sakladığı tarihi bütün tehlikelere açık hale getiriyorsunuz. Tabi birde işin devlet tarafı yanında sivil toplum boyutu var. Korumanın muhataplarını teşvik eden aktiviteler var mesela. Vakıflar, dernekler, birlikler aracılığıyla destek söz konusu. Bu maddi ya da manevi olabiliyor. Ama bazen NEREYE 44
Arkeolojik Tahribat ve Koruma
Sizce koruma konusunda, özellikle biz arkeoloji öğrencilerine nasıl bir sorumluluk düşmeli?
Koruma evrensel bir sorumluluktur. Arkeolojiye başladığınız ilk günün ardından artık bir zorunluluktur. Koruma olayının topluma anlatılmasında, hatta kazılar gibi uygulama alanlarında gerçeğe dönüştürmede sizlere de önemli görevler düşüyor. Koruma zaten eylem alanımız içerisinde. Üstelik sadece insan aktivitelerinin somut belgelerini değil, doğanın yarattıklarını korumayı da vazife edinmeliyiz. Yanlışları korkmadan, çekinmeden söylemelisiniz. Sizler mezun olduktan sonra arkeolojiyi aktif olarak yapamasanız bile aldığınız eğitim ile korumanın en önde giden neferleri, rehberleri olmalısınız. Gerek sivil toplum örgütlerinde gerekse kendi yaşam çevrenizde bilinçlenmeyi artıran etkinlikler düzenlemelisiniz. Bilgilerinizi, deneyimlerinizi paylaşacak ve aktaracak hiçbir olanağı kaçırmamalısınız. Bir kere köyünüzün, kasabanızın ya da şehrinizin ne tür değerlere sahip olduğunu mutlaka bilmelisiniz. 45 NEREYE
Kimi yerde özellikle arkeolojik mirası turizm sektörüne sunmak, servis etmek gibi istekler söz konusu olabiliyor. Bu konuda siz ne söylemek istersiniz?
Günümüzde bilhassa bölgesel yahut da kentsel kalkınma dendiğinde turizm sektörü listenin en başına yer alıyor. Doğal olarak turizmin önemli pazarlama malzemelerinden biri de arkeolojik değerler. Turizm ve kültürel arasında öteden beri karşılıklı bağımlılık söz konusu. Kültürel miras her yerde turizmi büyütmek, beslemek için bir temel oluşturuyor. Diğer taraftan da turizmin arkeolojik alanları ve taşınmaz tarihi değerleri yıprattığı muhakkaktır. Turizm tüketimi bu koruma kullanım dengesini göz ardı etmediği sürece ve arkeolojiye müdahale etmediği müddetçe çatışma pek olmuyor. Tabi salt turizm için kazı yapmak, restorasyona kalkışmak düşünmek istemediğimiz şeyler. Bildiğiniz gibi pek çok modern yerleşim yeri arkeolojik alanların üzerindedir. Dolayısıyla yaşamın her anında tahribat söz konusu. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kasım // 201 3
Aynı yerde yerleşim ısrarı insanın kronikleşmiş yanı. Öte yandan zaten günümüzde arkeolojik değerlere karşı en büyük tehdit doğadan ziyade modern yaşam isteklerinden geliyor. Özellikle arkeolojik varlıklar kentsel gelişmelerden en çok etkilenen unsurlar olmakta. Bu bakımdan kalıntıların korunması ile değerlendirilmesi arasında çok hassas bir denge söz konusu. Rant kontrolü sağlanamayan yerlerde tarihi değerler büyük zarar görür. Dahası kentsel gelişmeyi engellediği düşünülür. Aslında koruma algısı küresel dünyada yerel kimliğin korunması ve sürdürülmesi açısından bir tepki. Bir direnmedir.
Yerelliği korumak dediniz, acaba koruma yerellik anlamında yaşadığımız alanlara nasıl yön veriyor?
Biz geçmişimizle, kültürümüzle gurur duyan, bunu birlik ve beraberliğimizin en önemli kaynağı olarak gören bir milletiz. Fakat aynı zamanda kültüre yatırım yapmayan, kültür politikası olmayan bir milletiz. Az önce belirttiğimiz gibi; çoğumuz çok katmanlı kentlerde yaşıyoruz. Farkında değiliz belki ama değişik devirlere ait katmanlar ve bu katmanları niteleyen buluntular birbirleriyle bütünlük kurarlar. Bir karakter oluştururlar. Bu her yerleşim için farklıdır. Farkındalıktır. Yaşam alışkanlıklarından mimariye pek çok alanda zenginlik ortaya çıkarır. Özgün bir kimlik oluşturur. Ayrıca koruma ile ortaya çıkan değerler bir çekim merkezi yaratmaktadır. Bu da yine avantajlar doğurmaktadır. Rekabet gücünü artırmaktadır. Bu avantajlar, artılar kentlerin gelişim stratejilerine yansımaktadır.
Hocam samimi ve hoş bir sohbet oldu. Bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ediyoruz.
Hierapolis Tiyatrosu NEREYE 46
Pedalımda 5 Ülke
Bir hayal, iki öğretmen, beş ülke, onlarca şehir, yüzlerce köy, binlerce renk, doku, tat, festival, milyonlarca pedal, milyarlarca insan… Gezi tecrübeleriyle ilgili yeni ve özgün bir şey söylemek ne kadar zor. Avcı toplayıcı ilk insandan, konargöçer atalarımıza,
İbniBatuta’ya, Marco Polo’ya, Evliya Çelebi’den modern gezginlere kadar binlerce seyahatname yazarı, içlerindeki coşkuyu, yolda
olmalarının nedenini ve yaşadıkları olağanüstü anları ne derece kelimelere dökebilmiştir ki!
Shakespeare’in dediği üzere “Hayat bir oyun sahnesi!”
Bu satırların sahibi İnci ve Soner Sarıhançifti bu sahnede figüran olmak yerine başrolde oynamayı ve uzun metraj bir yol filmi çekmeyi tercih etti. 2005 yılında aldıkları radikal bir kararla tüketim çılgınlığına biraz olsun ara verip Dünya’ya olan borçlarını ödemek için ulaşım araçlarının en masumu olan bisikletle yollara düştüler. Sarıhan çiftinin Denizli-Muğla-Antalya seyahati ile başlayan bisiklet seyyahlığı, 2006’daki Karadeniz turununardından 2007 yılında Türkiye’den Nepal’e uzanan masalsı bir maceraya dönüştü. Bu yolculuğun yarattığı dönüşüm Pedalımda 5 Ülke’yle somutlaşıyor. 2008’de Almanya, Hollanda, Belçika, Fransa hattına uzanan hikâyeleri, 2009’da aralarına katılan ve bugün Minik Gezgin olarak tanıdığımız Tibet Çınar’la daha da zenginleşti. Minik Gezgin henüz 22 aylıkken Orta Avrupa’da 3486 kilometrelik bir rotayı anne-babasıyla birlikte kat etti. 201 2’de Hollanda’dan yola çıkan bisikletsever aile, 3660 km. boyunca 1 0 ülkeyi kapsayan bir serüvene imza attı. Bu hikâyeler yeni kitaplarda okuruyla buluşacak! Siz Pedalımda 5 Ülke’yi okurken bu güzel aile Kuzey Kutup Dairesi’ne doğru pedal basıyor olacak muhtemelen. Maceraya eşlik etmek isterseniz: www.minikgezgin.com
49 NEREYE
Kasım // 201 3
Bisiklet turu, yapanın anlatamadığı, yapmayanın tam olarak anlayamadığı bir şeydir. Gezi tecrübeleriyle ilgili yeni ve özgün bir şey söylemek ne kadar zor. Avcı toplayıcı ilk insandan, konar göçer atalarımıza, İbni Batuta’ya, Marco Polo’ya, Evliya Çelebi’den modern gezginlere kadar binlerce seyahatname yazarı, içlerindeki coşkuyu, yolda olmalarının nedenini ve yaşadıkları olağanüstü anları ne derece kelimelere dökebilmiştir ki! Shakespeare’in dediği üzere “Hayat bir oyun sahnesi!” Biz bu sahnede figüran olmak yerine başrolde oynamayı ve uzun metraj bir yol filmi çekmeyi tercih ettik. İş, ev, alışveriş üçgeninde geçen hayatımızda hayaller hep erteleniyordu. 2005 yılında bu tekere bir çomak soktuk. Tüketim çılgınlığına ara verip Dünya’ya olan borcumuzu ödemek için ulaşım araçlarının en masumu olan bisikletle yollara düştük. Bu seçim kendi kendini gerçekleştiren bir kehanet oldu. Önce Akdeniz sonra Karadeniz sahillerinde döndü tekerleklerimiz. Türkiye turlarından sonra hayallerimizi süsleyen ve az sonra okuyacağınız satırların da konusu olan İran-Pakistan-Hindistan-Nepal rotasındaydı gözümüz. Doğu Beyazıt’tan Pokhara’ya uzanan bu yolculuğumuzda topraklarından geçtiğimiz 5 ülkede sadece bedenimizi değil, ruhumuzu da uzun bir seyahate çıkardık. İnsanlığın yazgısına tanık olduk. Daha yola çıkmadan günlüklere dökülmeye başladı bilinçaltımızda harmanlanan düşünceler duygular. Hüzün ve mutluluk, yoksulluk ve zenginlik, huzur ve endişe her ülkede kılık değiştirerek farklı yüzleriyle tekrar tekrar çıktı karşımıza. Belki hepsi aynı şeydi zaten. İran’ın Siese Pol köprüsünden, Pakistan’ın kırmızı tuğla fabrikalarından, Hindistan’ın Altın Tapınağından geçen rotamızda bize yoldaşlık eden bir çift bisikletimiz ve terkimizde taşıdığımız birkaç çul ve çapuldan başkası değildi.
NEREYE 50
Çok hafiftik aslında. Doğu coğrafyasının insanları ve efsunlu kültürleriyle ilişkimiz hem zihnimize hem de ruhumuza kazındı. Yol boyu egomuzla, bisikletlerimizle, yolla, doğayla, insanlarla olan iletişimimizi aktardık günlüğümüze. Sanki biz sabitmişiz de yaşananlar etrafımızdan süzülüp gidiyormuş gibiydi her an. Yerleşik düzene döndükten ve kelimelerin bir süre demlenmesini bekledikten sonra, yolda kâğıda dökülenlere tekrar eğildik. O “an”ları aradık. Gördük ki notlar nerede kalınır, ne yenir gibi bilgileri pek vermiyor. Eğim kaçtır, iki şehir arasındaki mesafe ne kadardır, buraları kaç saatte geçtik, bunları yazmadık. Elinizdeki bir bisiklet turu rehber kitabı değil. Benzer günlükleri okurken çadır kurduk, su kaynattık, onu yedik bunu içtik, uyuduk, kalktık, çantaları hazırladık döngüsünden çok sıkıldığımız için, farklı ülkelerdeki benzer konu başlıklarını aramaya başladık notlar arasında. Sonra 5 ülkedeki ortak duygular, o “an”lar, benzer hatıralar, acılar, sevinçler, insanlar kümelenmeye başladı. Her ülkede yaşanan bu tekrarlar anlamlı geldi bize, bisikletteki ritim duygusu gibi rahatlatıcıydı bunları okumak, yer ve zaman değişiyor görünse de aynı “an”ın türevleriydi her şey. Yolculuk tüm çıplaklığıyla ortadadır ilerleyen sayfalarda. Kızgınlıklar, küfürler kahkahalar ve hüzün, çoğu yerde ilk kaleme alındığı gibi bırakıldı. Yoldaki halimiz gerçektir ve herhangi bir imbikten süzülmeden buradadır. Biz de kendimize dışarıdan bakma fırsatı bulduğumuz için çok şanslıyız. Kendi fotoğrafını ilk kez gören, aynayla ilk kez karşılaşan yerliler kadar şaşkınız. Bizimle bu anları paylaştığınız için mutluyuz. Siz okudukça o anlar daha az hayal daha çok gerçek olacaktır. İyi yolculuklar. İnci Sarıhan Soner Sarıhan P E DALI M DA5 Ü LKE
BİSİKLE Bisiklet; Ellerinizi bırakıp kollarınızı kanat gibi açtığınızda, gerçekten uçtuğunuzu sanmanızı sağlar. Arazide, bir tepe inişinde, taşlar arasında, toz toprak içinde atlaya zıplaya ilerlerken, 4x4 bir aracın içindeymiş gibi hissetmenizi sağlayan odur. Üzerindeyken bir yandan ağzınızla uçak sesi çıkararak çocuklaşır, bir jet idare edermişçesine virajlarda pikeler yapar ve efsanevi “Kızıl Baron’a” dönüşürsünüz. Yokuşlarda, hele bir de bagajlarınız tıka basa doluysa, kaplumbağaya dönüşür can dostunuz bisiklet.
Molalarınızda bir küheylan gibi ihtiy Yağ ister sizden su namına. Tımarla huysuzlaşır, okşanmak ister. Tellerinin, jantlarının kontrolünü iyi y bir at gibi bırakıverir yol ortasında s Adını seslenip ıslık çaldığınızda, bir en sert abiler bile isim vermeden du kimse deli sanmasın diye ıssız yolla onunla. Allah korusun fren teli koptuğunda, atlar kadar tehlikelidir bisiklet.
ET NEDİR?
yaçlarını karşılarsınız onun. anmamış atlar gibi
yapmalısınız yoksa nalı kırık izi. r at gibi gelemese de yanınıza, uramazlar bisikletlerine ve arda fısıldaşırlar gizli gizli tepelerden aşağı koşan vahşi
Yağmurlu bir günde araziden döndüğünüzde, çamurlar içinde yavru bir domuz kadar pis ve sevimli bir varlığa dönüşebilir bisiklet. Bisiklet nedir? “Hiçbir şey.” Birkaç pedaldan sonra ise, “Her şey.” Sihirbazım, Senin sihrinden bir adım uzaklaşıp hayatın karmaşasına dalarak nefessiz kaldığım anda, bana can ver, kaybolmayayım. Seninle kalmayı, ellerinde yeniden doğmayı, çirkinlikleri şöyle bir tutup üfleyince yok etmeni izleyen tek seyircin olmayı istiyorum.
İnci
Pedalımda 5 Ülke
Ne dediler?
Bisiklet Nedir diye sorarak başlayan Bisiklet Manifestosu’nun bir yerinde “Bisiklet aşktır: Herbahar sırtınız ürperir” yazar. Bir Mayıs günü başlayan İnci ile Soner’in serüveni, onların dasöylediği gibi aşk olmadan olabilecek bir şey değil. Bütün Gezginler öyle değil midir zaten? Hermevsim onlar için bahar değil midir? Sırtlarındaki esinti hiç eksik olmasın.
-Aydan Çelik,Bisikletyazanıçizeniseveni İnci ve Soner, birbirine aşık, sıra dışı, cesur, becerikli, az bulunur gezgin bir Türk çift. Bir gün, her şey kendi olağan ve sıkıcı temposunda giderken, hayatı başka açılardan deneyimlemeyekarar verip bisikletleriyle yola çıkmışlar. Kitabın her satırında, yaşadıkları farkındalığı ve ömrebedel dönüşümü hazırlayan o bilge kararı, sizlere de aldırabilmek için fısıldıyorlar.
-Nasuh Mahruki Başlamak için önemli tercihler yapan Soner ve İnci’nin güzel Türkçeleriyle yazdıkları öyküler,bizlere hayallerimizi gerçekleştirmek için kendi yaşam tarzımızı gözden geçirmemizi telkinediyor. Ben onların mücadelesini sadece pedal basmak değil, farklı olmayı başarmış iki insanınöncü olduğu bir farkındalık yaratma çabası olarak görüyorum.
-Erden Eruç(KaslaGit) Dünyada öncü okyanus kürekçisi 57 NEREYE
Roma İmparatoru I.Constantinus tarafından kurulan ve 11 Mayıs 330 tarihinde resmi olarak başkent ilan edilen Konstantinopolis kenti, Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu’nun yıkılışına kadar sürekli inşa halinde olmuştur.
Bukoleon Saray覺
61 NEREYE
Kasım // 201 3
BUKOLEON SARAYI
Sarayın Güney Yüzü
R
oma İmparatoru I.Constantinus tarafından kurulan ve 11 Mayıs 330 tarihinde resmi olarak başkent ilan edilen Konstantinopolis kenti, Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu’nun yıkılışına kadar sürekli inşa halinde olmuştur. Kentin kuruluşundan itibaren Roma İmparatorları tarafından başkente yaraşır şekilde; saraylar, hipodromlar, sarnıçlar, su kemerleri, dini ibadethaneler, zafer takıları, dikilitaşlar gibi yapılar inşa edilmiştir. Bu yapı grupları içerisinden saraylar, Roma İmparatorları’nın resmi ikametgahı ve yönetim merkezi olması sebebiyle büyük önem taşımaktadırlar. Doğu Roma İmparatorluğu’nun yıkılışına değin geçen süreçte imparatorluk sarayları olarak, Büyük Saray (İmparatorluk Sarayı) ve Blakherna Sarayı’nın kullanılmış olduğu görülmektedir. Bukoleon Sarayı ise Fatih ilçesindeki Çatladıkapı mevkiinde Büyük Saray kompleksi içinde yer alan bir sahil sarayı olarak öne çıkar. Sarayın ilk olarak 4. yüzyılın ilk yarısında, Constantinus döneminde İran'dan gelerek Bizans sarayına sığınan Hormisdas tarafından bir konak olarak yaptırıldığı, ya da II. Theodosius döneminde yapıldığı öne sürülmüşsede, ünlü Bizanslı tarihçi Prokopios; 6. yüzyılda İmparator Iustinianus tarafından sarayın yenilendiğini ve Büyük Saraya dahil edildiğini yazmıştır. 1 0. yüzyılda Nikephoros Phokas (963-969) sahil sarayını, Büyük Saray'ın da Hipodrom'daki imparatorluk locasına kadar olan kısmını içine alacak biçimde bir surla çevirmiş ve bu kısım artık İmparatorluk Sarayı olarak kullanılmaya devam ederken, diğer kısımlar terk edilmiş ve zamanla yıkılmıştır. NEREYE 62
Bukoleon Sarayı
Bukoleon Sarayının Günümüzden Yaklaşık 1 00 Sene Önceki Hali
Saray 1 4. yüzyıldan itibaren ise tamamen terk edilmiştir. 1 532 yılındaki depremde tahrip olduktan sonra geriye kalan yapıların bazıları çeşitli tarihlerde yangın geçirip ortadan kalkmıştır. Sarayın batı kanadı Sirkeci Demiryolu'nun yapımı için 1 873’te yıktırılmıştır. 63 NEREYE
Kasım // 201 3
Sarayın Pencere İşlemeciliği
Büyük Saray'ın kompleksinin bir parçası olan bu sahil sarayından ilk olarak İmparator Konstantinos Porphyrogennetos 1 0. yüzyılda yazdığı ve saraydaki törenleri anlatan "De Ceremonies" adlı kitabında bahsetmektedir. 1 91 3 yılına gelindiğinde ise T. Wiegand tarafından Büyük Saray'da araştırma ve kazılar başlatılmıştır. 1 91 8 yılına kadar süren kazı ve çalışmalar bir kitap olarak neşredilmiştir. Bölgede ikinci defa 1 951 yılında St. Andrews Üniversitesi kazılara başlamış ve 1 953'te S. Corbett Bukoleon'daki çalışmaları yürütmüştür 1 983 yılındaki bir temel kazısı sırasında ortaya çıkan opus sectile taban mozaiği ve renkli duvar çinileri N. Asgari tarafından araştırılmıştır 1 993-1 994 yılları arasında ve 2009 yılında, İstanbul surlarının genel onarımı kapsamında, Bukoleon Sarayı ve İmparator İskelesi'nde de temizlik ve kazı çalışmaları yapılmıştır. Bu temizlik ve kazı çalışmaları
sonrasında çok sayıda keramik ve mimari plastik eserler dışında; damgalı tuğlalar, sütun başlıkları, kitabeli parçalar, taban mozaikleri, bronz sikkeler, pişmiş toprak figürin, kemik heykelcikler ve taş ikona parçaları bulunmuştur. Gittikçe tahrip olan ve kimsesizlerin adeta barınağı haline gelen İstanbul’un bu en önemli anıtının korunabilmesi için arkeolojik çalışmalara devam edilmeli, uygun bir restorasyon müdahalesinden sonra ise kültür mirasımıza tekrar kazandırılmalıdır. Umut Furkan Çıtak
NEREYE 64
Singapur
H
aw Par Villa Singapur'un Pasir Panjang Caddesi üzerinde yer alan insan yapımı bir tema parktır. Park konsepti Çin mitolojisi, konfüçyüs inancı, Çin kültüründeki dini ve felsefik inanış, tarih, hikaye ve folklorik öğelerin heykel ve görsel sanatlarla yansıtılmasından oluşur. Park içinde 1 200'ün üzerinde küçüklü büyüklü heykel ve görsel şekil yer almaktadır. Parkın asıl adı "Tiger Balm Gardens"tır. 1 937 yılında Myanmarlı iki kardeş olan Aw Boon Haw ve Aw Boon Par tarafından Haw Par Villa inşa edilmiş. Bu iki kardeş aynı zamanda Singapur'da kullanımı çok yaygın olan "Tiger Balm" isimli Çin medikalini bulan ve geliştiren kişilerdir. Tiger Balm daha çok başağrısı, nezle, soğukalgınlığı gibi rahatsızlıklarda harici kullanılan oldukça hoş kokulu bir Çin medikalidir.
67 NEREYE
A
w Boon Haw ve Aw Boon Par isim ürünlerini ve ticaretlerini geliştirm göç etmişler ve ardından 1 935 yılına denilen bu park alanını satın almışlar. Komisyonu parkın adını "Haw Par Vil değiştirmiş. Parkın ismindeki "Haw ve gelmektedir. "Haw" kaplan (tiger) anlamına ge 1 988'den 2001 yılına kadar park içeri düzenleme çalışmaları yapılmış. Eski günümüzde park ücretsiz olarak ziyar
Kasım // 201 3
mli bu iki kardeş 1 926 yılında mek için Myanmar'dan Singapur'a gelindiğinde şimdiki Haw Par Villa r. 1 988 yılında ise Singapur Turizm la Dragon World" olarak e Par", Aw kardeşlerin isimlerinden
elirken, "Par" leopar demektir. isinde pek çok yenileme ve heykel iden parka girişler ücretliyken, ret edilebiliyor.
NEREYE 68
Singapur
Parkta öne çıkanlar Parkta mutlaka görülmesi gereken en önemli yer "Ten Courts of Hell" yani "Cehennemin 1 0 Mahkemesi"dir. Çin ve Budizm mitolojisine göre dünyada işlenen çeşitli suçlar ve yapılan kötülükler bu 1 0 mahkemede cezasını buluyor. İşlenen suçun büyüklüğüne göre mahkemenin derecesi de giderek artıyor. Renkli heykel ve görsellerle oldukça çarpıcı bir şekilde bu 1 0 mahkeme anını ifade eden "Ten Courts of Hell" mitoloji yoluyla insanlara bir nevi mesaj veriyor. Aileler çocukları ile birlikte buraya gelerek, çocuklarına kötü insanların nasıl içler acısı durumlara düştüğünü bu heykeller aracılığıyla göstermiş oluyor. Eskiden 60 m. uzunluğundaki bir Çin ejderhası şeklindeki yapının içinde yer alan "Cehennemin 1 0 Mahkemesi", günümüzde mağara şeklindeki gri bir yapının içinde bulunmakta. Parkta görülebilecek diğer atraksiyonlar arasında Journey to the West, Fengshen Bang, The Twentyfour Filial Exemplars, Legend of the White Snake, Romance of the Three Kingdoms, the Laughing Buddha ve Guanyin, Jiang Ziya, Su Wu ve Lin Zexu ve Çin burçlar kuşağındaki 1 2 hayvan yer alır. Website: http://www.geziseli.com İletişim: selincildir@gmail.com
69 NEREYE
Kas覺m // 201 3
NEREYE 70
Şehir Müzesi 23.06.201 3
N
eredeyse son 1 aydır hayatım Gezi. Protestolarla, müdahelelerle, siyasilerin konuşmalarıyla, halkın meydanlarda tepkisiyle, ekonomiye etkisiyle, yaşam motivasyonuma etkisiyle günlük hayatımın her alanında hissediyorum. Olaylarla beraber lügatıma; itidal, plesibit gibi birçok yeni kelime de girdi. Ancak bir kavram var ki her duyduğumda kulağım dikiliyor: Şehir Müzesi. Hepimiz biliyoruz artık projeyi. Gezi Parkı yerine bir topçu kışlası yapılacak. Sürekli değişen söylevler nedeniyle tam anlayamasam da, bu yapının bir bölümü şehir müzesi olacak. Peki ne demek şehir müzesi? Aklıma takılan kelime olduğunda ilk önce Türk Dil Kurumu sözlüğüne bakarım. Bazen bildiğim kelimeler için de yaparım bunu. Sözlükte şehir müzesi diye bir kavram yok. Dünya’da örnekleri var mı diye merak ettim ve internetten araştırmaya başladım. Meğerse şehir müzeleri müzeciliğin yükselen değeriymiş. Modern şehirlerin birçoğunda yıllardan beri varmış. Moskova, New York, Liverpool, Bristol, Roma, Singapur, Boston ve Chicago bu şehirlere örnekmiş. Gelişmekte olan veya kent kavramı yeni oturan şehirler de kent müzeleri kuruyorlarmış. ICOM (Uluslar Arası Müzeler Konseyi) yaptığı toplantılarda kent müzelerine ilginin artığını belirtiyormuş. ICOM 2004 yılında yaptığı genel kurulda CAMOC (Kent Müzeleri Koleksiyonları ve Etkinlikleri Uluslar Arası Komitesi) kurulmasına karar vermiş. New York Kent Müzesi’nin eski müdürü Robert Macdonald 2005 yılında CAMOC kuruluş konferansında şehir müzelerinin misyonu ve vizyonunu açıklamış: “Bence, kent müzeleri olarak vizyonumuz, sivil toplumun yaratılması, geliştirilmesi ve olgunlaştırılması açısından kentlerin taşıdığı önemi orta çıkartan kurumlar yaratmak olmalıdır. Misyonumuz ise, bizimle bağlantı kuranların, içinde yaşıyor oldukları fiziksel mekanları, kentleri ve kapı komşuları ve dünyadaki öteki kentliler ile birlikte sahip oldukları çok yönlü mirası daha iyi anlamalarını sağlamaktır.”
73 NEREYE
Sanırım bizdeki kent müzelerine olan ilgi de buradan geliyor. TDK sözlüğüne göre müze; “Sanat ve bilim eserlerinin veya sanat ve bilime yarayan nesnelerin saklandığı, halka gösterilmek için sergilendiği yer veya yapı.” demek. Yani içinde var olacak sanat ve bilim eserleri veya sanat ve bilime yarayan nesnelerin saklanacağı ve halka gösterileceği yer olacak. Öncelikle bu kavramdaki hataları düzeltmek istiyorum. Saklanan ve sergilenen eserdir ama nesne değildir, kültür varlığıdır. Sanırım TDK’daki kavramlar sayesinde devletin kültür kavramına nasıl baktığı anlaşılabiliyor. Sanat eserleri ve kültür varlıkları tüm insanlığa ait. Bundan dolayı yapılacak bir AVM, otel, rezidans yani işletmeciye veya özel şahsiyete ait bir yapıda müze olması tartışmaya açık. Ülkemizde ve dünyada özel müzeler tabii ki var ancak özel müze ile şahsa ait bir yapı içindeki müze arasında fark var. Bir müze için seçilen yapı genellikle tarihi bir yapı oluyor. Bunun esas nedeni eserlerin sergilendiği tarihi yapının da korunması. Mevcut tarihi yapı yoksa modern yapı da yapılabiliyor. Dünya’da bunun birçok örneği var. Ancak tarihi bir yapının rekonstrüksiyonuna ait bir örnek bilmiyorum. Kaldı ki yapılacak bu yapı Demirören AVM örneğinde olduğu gibi modern malzeme kullanılırsa, ortaya acayip bir yapı çıkıyor. Eski ama değil. Yeni ama değil.
Kasım // 201 3
Sizi bilmem ama ben yeni öğrendim. Aslında İstanbul’un bir şehir müzesi var. Cahilliğimi bağışlayın, aynı müzeleri defalarca ziyaret eden biri olmama rağmen hiç duymamıştım. Yıldız Sarayı’nın içerisinde 1 988 yılından beri Yıldız Şehir Müzesi varmış. İstanbul’un Osmanlı Dönemi’ne ait sosyal hayatına ait eserler varmış. Tablolar, yazı-resimler ve hat levhaları, kumaşlar, Yıldız ve eser-i İstanbul damgalı porselenler, çeşitli cam eserler, yazı (hat) malzemeleri, tarikat eşya ve alemleri, mutfak eşyaları, kahve takımları, buhurdanlar, sahanlar, takılar, mahfazalar, ölçek, terazi ve ağırlıklar, mühürler, cilt kalıpları, keramik ve çiniler, Tophane lüleciliği ürünleri müzedeki eser çeşitliliğini yansıtmakta. Yeterli mi? Değil. Müzenin bir şehir müzesi olabilmesi için içerisinde tüm tarihine ışık tutacak bilgiler olması gerekiyor. Yani sadece Osmanlı Dönemi eserleri ile kurulan bir müze ne yazık ki şehir müzesi olmayı hak etmiyor. . Benim bu olaylar başlamadan önce bildiğim İstanbul’a ait tek bir şehir müzesi vardı. İstanbul Arkeoloji Müzesi bünyesindeki
‘Çağlar Boyu İstanbul’ Sergisi. Ek binada üç ana bölümden oluşan sergide; 1 . salonda Prehistorik Çağ’da İstanbul, 2. salonda İstanbul’da Yunan – Roma Çağı, 3. salonda İstanbul’da Bizans Çağı ziyaretçiye sergileniyor. Sultanahmet Meyda’nındaki Yılanlı Sütun’un yılan başlarından birinden tutun da, İstanbul’a ilk yerleşen insanların kullandıkları aletlere kadar birçok farklı kültür varlığı mevcut. Ancak salonların durumu içler acısı. Müzecilik bakımında çağın çok gerisinde kalmış durumdalar. İstanbul’un binlerce yıllık tarihi ile övünüyoruz. Hadislerde yer almasından, Fatih’in fetmesinden dolayı da gururlanıyoruz. El değiştirmesi ile bir çağ sonlanıp, başka bir çağ başlıyor. Yani sadece bizim için değil tüm insanlık için önemli bir yeri olan kentten bahsediyoruz. Peki tarihi yarımadada ilk defa prehistorik çağlara ait seramikler bulunduğunda ne oldu?
NEREYE 74
Şehir Müzesi Birkaç çanak çömlek yüzünden koskoca Marmaray projesi 4 yıl gecikmedi mi? Bilim insanları ilk defa İstanbul’daki yerleşimin binlerce yıldır kesintisiz devam ettiğini ispat edecekken, değersizleştirip üç beş çanak çömlek yapılmadı mı? İstanbul’un bildiğimiz ilk yerleşimcilerine ait ayak izlerine ne oldu? Haberi olan var mı? Peki Dünya’nın şu ana kadar bulunmuş en geniş batık grubuna ne olacak? Bilgisi olan var mı? Biz var olanlardan devam edelim. Türkiye’deki şehir müzelerine göz atalım. Arama motorlarına şehir müzesi yazdığınızda hemen karşınıza birkaç örnek geliyor. Mesela 2004 yılında kurulmuş Bursa Kent Müzesi , 201 0 yılında kent müzesine dönüştürülmesi kararı alınan Yalova Hükümet Konağı , 2009 yılında açılan İnegöl Kent Müzesi , 2009 yılında hizmete giren Çanakkale Kent Müzesi ve Arşivi ilk sıralarda karşınıza çıkacak olan örnekler. Hepsi de yeni müzeler ama modern mi? Bence değil. Yeni ile modern arasında büyük fark var. Müzenin yeni ve temiz olması modern olduğu anlamına gelmiyor. Tabii ki ortada büyük emek var. En iyisini yapmaya çalışan personel var. Onlara hakısızlık etmek değil amacım, sadece modern bir müzenin nasıl olması gerektiğini ortaya koymak. Nüfusu ile, yılın büyük bir kısmını karanlıkta geçirmeleri ile, övündükleri en eski yapılarının 1 8. yy.’da yapılmış iki katlı ahşap bir yapı olması ve özellikle son 2 yılda büyük zarar gördükleri ekonomik krizleri ile küçümsediğimiz İzlanda örneğine bakalım. Başkentlerinde, Reykjavík 871 ±2 isimli bir şehir müzesi var. Örnek verdiğim şehir müzeleri ile hemen hemen aynı yıllarda açılan bu müzede hareket sensörü ile çalışan görsel öğeler, sesler ve müzikler, ayrıca kokular mevcut. Yani ziyaretçi müzeye girdiği andan itibaren beş duyusunun üçünü kullanıyor. Bizim elimizdeki mevcut kültürel zenginliğin onlarca misli azına sahip olmasına rağmen, modern müze anlayışı ile ziyaretçi saatlerce keyifli vakit geçiriyor. Ayrıca internet sitesini ziyaret ettiğinizde en büyük farkı göreceksiniz. Müzede satılan ve bütün bilginin daha geniş bir halde sunulduğu bir kitap olmasına rağmen, internet sitesi de çok kapsamlı. Müzenin sahip olduğu bilgiyi içeriyor. Yani hedeflenen ziyaretçi sayısı değil, ziyaretçiden elde edilecek kar değil. Mevcut bilginin paylaşımı. Sanırım bu yönü ile bizim müzecilik anlayışımıza ışık tutması gerektiği kesin. 75 NEREYE
Kasım // 201 3
Her şeye rağmen bir şehir müzesi kültürel bir kazanımdır. Fakat insan Allianoi ve Hasankeyf’i düşündükçe şüphe duyuyor ve nerden geldi bu tarih, müze merakı diyor. Döneminin en önemli sağlık merkezlerinden biri olan Allianoi, sular altında kalmasa ve iyi projelendirebilse sadece kültür turizmi için değil; sağlık turizmi için de önemli merkezlerden biri olabilirdi. Gezi Parkı direnişinden dolayı sürekli olumsuz etkilendiği söylenen turizmin aslında yanlış projelendirme ile sadece plajlara ve belirli bir sezona tutsak bırakılmış olması insanın içini yeteri kadar acıtıyor. Sular altında kalarak korunacağına ilişkin kamuoyunu yanlış bilgilendirmek de cabası. Bursa Mudanya’daki Myrleia antik kenti üzerine AVM yapılması ironik değil mi? Bir yanda kültür mirası üzerine AVM, diğer yanda kamusal alana yapılmaya çalışılan müze. Bir de kültür varlıklarına, yaşadığı coğrafyanın geçmişine gönül vermiş insanlar ve onların dram gibi hayatları var.Nedense toplumumuz arkeologları hep entelektüel ve çok varlıklı görüyor. Aslında onların da geçim kaygıları olan birer birey olduklarını düşünülmüyor.
Örneğin Marmaray Kazıları’nda çalışan onlarca arkeolog şimdi ne yapıyor? Ya da çalıştıkları süre boyunca neler yaşadılar? Arkeoloji bölümleri her sene binlerce mezun vermesine rağmen, mesleğini yapabilenlerin ve yüksek lisansa devam edebilenlerin oranı %1 ’i bulmuyor. Bu oran her geçen gün azalıyor. Kabine değişikliği ile görevini devreden dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ise çözüm üretmek yerine, üzültüsünü dile getiriyor. Yaşadığımız coğrafyanın kültürel geçmişi ile övünürken, bunu turizm için bir avantaja dönüştürürken; turizme katkı sağlayanların bu durumu garip değil mi? Türkiye ekonomisindeki en büyük kalemlerden biri olan turizme alın teri katkı sağlayan insanların sadece yaz aylarında çalışan mevsimlik işçi olmaları üzücü. Bu konuda Sayın Günay’a katılıyorum. Her olayda yaşadığımız coğrafya hakkındaki yetersiz bilgileri ortaya çıkan yöneticilerin şehir müzesi inadını anlamak ise mümkün değil. İnsan kendisine sormandan edemiyor. Ne için, kim için?
Daha fazla bilgi için: http://www.izmirizmir.net/bilesenler/forum/baslik.php?baslik_no=1 7, 1 7:1 7, 23.06.201 3. http://deu-museum.blogspot.com/2011 /1 0/kent-muzeleri-ve-turkiyede-kent.html, 1 7:1 7, 23.06.201 3. http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.51 c6f3fc2d91 c6.07869507, 1 7:27, 23.06.201 3. http://www.ibb.gov.tr/sites/ks/tr-TR/1 -Gezi-Ulasim/muzeler/Pages/sehir-muzesi.aspx, 1 7:42, 23.06.201 3. http://www.istanbul.net.tr/istanbul-Rehberi/istanbul-muzeleri/yildiz-sehir-muzesi/1 45/4, 1 7:42, 23.06.201 3. http://www.focushaber.com/videogaleri/erdogan-uc-bes-canak-comlek-marmaray-i-4-yil-geciktirdi-v-40584, 1 8:32, 23.06.201 3. www.bursakentmuzesi.com, 1 8:41 , 23.06.201 3. www.yalovakentmuzesi.gov.tr, 1 8:47, 23.06.201 3. www.inegolkentmuzesi.gov.tr, 1 8:48, 23.06.201 3. www.canakkalekentmuzesi.com, 1 8:50, 23.06.201 3. www.reykjavik871 .is, 1 9:58, 23.06.201 3. Konu ile ilgişi kazı başkanının yazısı ve röportajı: http://www.ekolojistler.org/insanligin-ortak-mirasi-bu-topraklarda-yok-ediliyor-dr.-ahmet-yaras.html, 20:52, 23.06.201 3. http://www.haberturk.com/kultur-sanat/haber/581 447-allianoiyi-kurtaracak-proje-ve-parasi-hazirdi, 20:52, 23.06.201 3. http://www.radikal.com.tr/turkiye/antik_kentin_ustune_avm_izni_cikti-11 23973, 20:56, 23.06.201 3. Bknz ilgili haber: http://www.radikal.com.tr/turkiye/genc_arkeologlar_ayaklandi-11 26659, 21 :1 0, 23.06.201 3. http://www.haber7.com/partiler/haber/974839-gunay-izmir-ve-kabine-revizyonu-icin-ne-dedi, 21 :1 2, 23.06.201 3. http://www.youtube.com/watch?v=sQLrRWxAXE8, 21 :55, 23.06.201 3. http://www.radikal.com.tr/turkiye/basbakanin_akdeniz_gafi_sosyal_medyayi_salladi-11 3851 8, 21 :55, 23.06.201 3. http://www.sehirhatlari.com.tr/en/announcement/moonlit-night-begins-787.html, 1 8:58, 23.06.201 3.
NEREYE 76