Nereye Dergisi Sayı 3

Page 1





Temmuz // 201 4 EDİTÖRÜN NOTU

Genel Yayın Yönetmeni Tolga Candur

tolgacandur@gmail.com

Editöryal Servis

Haber ve Çeviriler Uğur Can Uludağ Nur Yılmaz

Fotoğraf

Hüseyin Tutkun

Araştırma

Eylem Özdemir

Muhabir Temsilcisi Sinan Özcan

Reklam ve Halkla İlişkiler Uğur Uslu

Tasarım

Tolga Candur

Özgün Günyar

Kapak Görseli

Laodikeia ­ Özgün Günyar

Yazınsal ve Görsel Katkıda Bulunanlar Prof. Dr. Celal Şimşek Sachihiro Omura Ömer Türk

Serdar Çalık

Cansu Karamurat Güneş Akdoğan Kemal Kaya

Samet Tarun

İletişim

www.nereye.com.tr

nereyedergisi@gmail.com

https://www.facebook.com/nereyetravel

https://www.facebook.com/nereyedergisi https://twitter.com/Nereyedergisi Tel: 0536 383 18 42

2014

Merhaba

Uzunca bir aradan sonra 2014 yılının ilk sayısıyla yeniden sizlerle buluşmanın keyfini yaşıyoruz, Merhaba. Aslında bunu ocak ayında yapmak isterdik fakat şartlarımızın olgunlaşması biraz sürdü. Dergimizi yayınlamadığımız zaman zarfında köşemize çekilmedik tabii ki. Sosyal medyadan bizi takip ediyorsanız eğer bunun farkındasınızdır. www.nereye.com.tr üzerinden ülkemizin en büyük arkeoloji ve gezi portallarından birini oluşturduk. E-Dergi olarak bu sayımızı rahatlıkla web sayfamızdan okuyabileceksiniz. Ayrıca Seyahatname Anatolia Dergisi ile ortak hareket ettiğimiz bir süreç içerisine girdik. Sadece E-Dergi olarak değil bizi basılmış, kağıt kokusu içimize işlemiş halde de okuma olanağına sahip oldu okuyucularımız. Geçtiğimiz aylarda düzenlediğimiz fotoğraf yarışmamızla yine bir ilke imza atarak Arkeoloji ve Çocuk Temasını işledik ve katılması en kolay yarışmayı takipçilerimizle buluşturduk. Yine bu yarışmayı da Seyahatname Dergisi ile ortaklaşa yaptık. Gelelim Nereye’nin 3.sayısına. Ocaktan buyana o kadar fazla konu birikmiş ki seçmekte oldukça zorlandık. Sizin için önce 2013 arkeoloji almanağı ve 2013 ün en önemli keşiflerini derledik. Ardından ülkemizde arkeoloji biliminin en yetkin isimlerinden Celal Şimşek ile samimi bir röportaj yaptık. Bir diğer röportajımızı ise Japonya’dan ülkemize gelerek burada enstitü kuran Sachihiro Omura ile yaptık. Kapak konumuz ise ülkemizin yükselen değeri Laodikeia Antik Kenti oldu. Nereye Dergisi büyük bir özveri ve emekle hazırlanıyor. Tamamen ücretsiz olarak okuyucusuyla buluşan dergimizin çıkan her sayısını internetten özgürce okuyabilmeniz için elimizden gelen her imkanı zorluyoruz. İşte bir çocuğumuzu daha siz değerli okuyucularımızın eline emanet ediyoruz… TOLGA CANDUR

NEREYE 4


Genetik Çalışmalar İsrailli Vahşi Yaban Domuzlarının Avrupa’dan Geldiğini Gösteriyor İsrail’deki yaban domuzları büyük tüylü başları, uzun burunları ve yuvarlak gözleriyle başka yerlerdeki yaban domuzlarıyla az çok benzerlik gösteriyor. Öyle ki, bilim insanları İsrailli yaban domuzlarının Mısır’dan İran’a Orta Doğulu yakın akrabalarından farklı olduklarına dair herhangi bir sebep gösteremiyorlar. Yeni bir çalışmada, Tel Aviv Üniversitesi Arkeoloji ve Antik Yakın Doğu Medeniyetleri bölümünden Prof. Israel Finkelstein, Dr. Meirav Meiri, Dr. Lidar Sapir-Hen ve Zooloji bölümünden Dr. Dorothee Huchon çevre ülkelerdeki Yakın Doğu vahşi yaban domuzunun tersine İsrailli vahşi yaban domuzunun Avrupa’dan çıktığını buldular. Yapılan genetik ve arkeolojik analizlerden sonra araştırmacılar İsrail’deki vahşi yaban domuzlarının 3,000 yıl önce Filistinli ve başka denizci akıncılar tarafından İsrail’e getirilen evcilleştirilmiş yaban domuzlarının torunları olduklarını öne sürüyorlar. Buluntular bu hafta Scientific Reports’da yayımlandı. Weizmann Bilim Enstitüsü’nden Prof. Steve Weiner ve Dr. Eilsabetta Boaretto, Hayfa Üniversitesi’nden Prof. Guy Bar-Oz, Durham Üniversitesi’nden Dr. Greger Larsen, Bar Ilan Üniversitesi’nden Prof. Aren Maeir ve Kudüs İbrani Üniversitesi’nden Dr. Liora Kolska Horwitz da çalışmaya katkı verdi.

NEREYE 5

Soyguncular ve Domuz Severler Prof. Finkelstein: “ Yapmış olduğumuz DNA analizleri bugün İsrail’de yaşayan vahşi yaban domuzlarının Avrupalı domuzların torunları olduklarını kanıtladı. Bu domuzlar Demir Çağı’nın başlarında, yaklaşık M.Ö. 900’lerde, buraya getirilmişler. Filistin’deki arkeolojik alanlarda bulunan domuz kemiği yığınları Avrupalı domuzların büyük ihtimalle Filistinlilerin gemilerinde geldiklerini gösteriyor.” Domuz kemikleri İsrail’in güney kıyı kanadı boyunca uzanan ve Demir Çağı’nın başlarına tarihlenen, M.Ö. 1150 M.Ö. 950, Filistin arkeolojik alanlarında bol miktarda bulundu. Ancak, eski İsrail’in doğduğu merkezi tepeleri de içine alan diğer bölümlerde Demir Çağı’nda domuz kemikleri çok nadir ya da yok denilecek kadar az sayıda. Araştırmacılar Filistinli ve başka ülkelerden gelen deniz halklarının yerel domuz türlerinden yararlandıklarını ya da memleketlerinden kendileriyle beraber yeni türleri getirip getirmediklerini saptamak üzere yola çıktılar. Avrupalı ve Yakın Doğulu domuzlar arasında şekil ve büyüklük açısından pek bir farklılık olmamasından dolayı araştırmacılar hayvanların


H

kökenlerini tespit edebilmek için DNA testi yapmak zorundaydı. Genetik araştırmacıları dünyadaki domuzları 3 ana gruba ayırmaktadır. Bunlar Avrupalı, Uzak Doğulu ve Yakın Doğulu’dur. Şaşırtıcı olan şey, 25 tane İsrail’den analiz edilen günümüz vahşi yaban domuzlarından her biri Avrupai genetik dizilimini paylaşırken Mısır, Suriye, Türkiye, Ermenistan, Irak ve İran gibi ülkelerdeki yaban domuzları Yakın Doğu genetik imzasına sahipler. Tüm bu bilgilerin ışığında, araştırmacılara göre Avrupalı domuzlar belli bir noktada İsrail’e vardılar ve daha sonra yerel domuz popülasyonunu bastırdılar. Ne zaman gerçekleştiğini bulmak için araştırmacılar İsrail’deki arkeolojik alanlardan domuz kemiği topladılar ve analiz ettiler. Ele alınan zaman aralığı Neolitik’ten Orta Çağ’a uzanmaktadır. Bu anlamda İsrail’de en kapsamlı antik DNA çalışması yapıldı. Sonuçlar Tunç Çağı ve Demir Çağı’nın başlarında domuzların yerel Yakın Doğu genetiğini sergilemelerine karşın yaklaşık M.Ö. 900’lerde bir Avrupai genetik diziliminin varlığını ve o tarihten sonra bu genetik imzanın baskın olduğunu gösteriyor. Evcilleştirilmiş Avrupalı domuz cinsleri Filistinlileri de içine alan Deniz Kavimleri grupları tarafından getirilmiş olabilirler. Bu insanlar M. Ö. 12inci yüzyılın başlarında Levant’ın kıyısına göç etmiş ve Gaza, Ashkelon ve Ashdod gibi bölgelere yerleşmişler.

Temmuz // 201 4

İlave olarak, Avrupai domuzlar Roma - Bizans dönemlerinde Haçlı Seferleri sırasında Levant’a getirilmiş olabilirler. Zaman içinde Avrupalı domuzlar baskın gelmiş ve bugün İsrail’de yaşayan vahşi yaban domuzları onların soyundan gelmiştir. Araştırmacılar evcilleştirilmiş Avrupalı domuzların yerel domuzların türlerini yok etmek için kullanılmış olunabileceğini de düşünmektedirler. Emin olmak için çok sayıda günümüz vahşi yaban domuzunun DNA analizini yapıyorlar. Tel Aviv Üniversitesi Sonia and Marco Nadler Arkeoloji Enstitüsü’nden Dr. Meiri eğer Avrupalı domuzlar yerel domuzlarla çiftleştirilmiş olsalardı, bugünün vahşi yaban domuzlarının Yakın Doğu DNA’sına sahip olması gerektiğini söylüyor. “Eğerki Avrupai domuzlar yerel domuzlara üstün geldilerse vahşi yaban domuzlarının sadece Avrupai DNA’ya sahip olmasını bekleriz” şeklinde sözlerine devam ediyor. Domuz çalışması Prof. Finkelstein ve Prof. Weiner tarafından yönetilen büyük bir projenin parçasıdır. Bu projede Demir Çağı’nı araştırmak için modern, gerçekçi ve canlı biliminin metodları kullanılmaktadır. Haber Düzenleme: Cansu Karamurat

KANADA’DA BULUNAN BEBEK DİNOZOR

Brooks yakınlarında bulunan yavrunun iskeleti

Alberta Nehri’nde boğulduktan 70 milyon yıl sonra araştırmacılar eşsiz şekilde korunmuş bir dinozor yavrusunun kemiklerini buldu.

1,5 metre uzunluğunda olan ve 3 yaşında öldüğü tahmin edilen dinozor şimdiye kadar kendi türünde keşfedilen dinozorların en küçüğü ve en sağlam kalanı. Triceratops(*) benzeri bu genç sürüngen dünyaca ünlü Alberta Üniversitesi’nden paleontolog Dr. Philip Currie’nin öncülük ettiği bir grup tarafından Dinosaur Provincial Park kırgıbayırında Brooks yakınlarında, Calgary’nin 200 km güneydoğusunda keşfedildi. Currie, başta bunun aşınmış bir yamaçtan çıkan kaplumbağa kabuğu olduğunu düşündü. Ama yavrunun Alberta’daki kazılarda sık rastlanılan ve kafasının hemen arkasında bulunan dalgalı boynuzlara sahip chasmosaurus türünde otçul bir dinozor olduğu kanıtlandı. “Bizim için nadir gerçekleşen bir durum böylesine küçük bir yaratıkla karşılaşmak” diyen Currie yavrunun nehirlerle bağlantılı tortu tabakaları arasında sıkışarak boğulduğunu belirtti. Currie ayrıca yavrunun akıntıya kapılmış olabileceğini düşündüğünü de söyledi. Tortul tabaka canlının kalıntılarını bir dereceye kadar koruduğundan dinozorun cilt dokusunun bir kısmı görülebiliyor. Eğer yavru yaşamaya devam etseydi, 20 yıl içinde gelişecek, kafatasıyla beraber uzunluğu 2 metreye ve toplam ağırlığı 4 tona kadar ulaşacaktı. Uzuvları vücudundan bağımsız olup yer kabuğunun altında kalmasına rağmen, iskeletin büyük bir bölümü sağlam şekilde çıkarıldı. Haber Düzenleme: Ecem Ürnez

NEREYE 6


H

Temmuz // 201 4

Wagrowiec’de 2500 yıldan da eski mezarlık bulundu

Polonya’nın Wielkopolska bölgesinde Wagrowiec yakınlarındaki Legowo’da, arkeologlar, Geç Bronz Dönemi ve Erken Demir Devri’ne tarihlenen, Lusatyan kültürüne ait büyük bir halk mezarlığı buldu.

Lusatyan kültürüne ait ölü yakma mezarlarından biri

Kazı başkanı Marcin Krzepkowski “Yakılmış ceset kalıntıları içeren 151 adet mezar inceledik. Son yolculuklarında ölülerinin yanına çanak çömlek benzeri çeşitli kaplar yerleştirilmiş, kazılarda binden fazla çanak-çömlek ortaya çıkartıldı.” şeklinde bir açıklama yaptı.

Ölülerin gömülmüş olduğu dönemde yakılan ceset kalıntıları genellikle özel kaplarda(urne) saklanırdı. Araştırmanın yürütüldüğü mezarlıkta sık rastlanılan uygulamalardan biri de gömmeden önce bu özel kapları çanakların içine yerleştirmek, küpleri baş aşağı koymak ya da bu kapları başka çanaklarla birlikte büyük seramik kapların içine yerleştirmekti. Mezar çukuruna, bu özel kap ve içine yerleştirildiği çanağa ek olarak genellikle bir düzine, bazen de daha fazla kap yerleştirilirdi. Bazı özel durumlarda bu sayı 40’a bile çıkmıştır. Krzepkowski: “Keşfettiğimiz binden fazla kap çeşidinin arasında zengin süslemelere sahip örnekler de bulduk. Son yolculuğu için, ölünün yanına orak, ustura, on adet iğne ya da iğnenin kırık parçalarını da içeren çeşitli bronz nesneler yerleştirilmiş.” Bulunan mezarlar arasında en dokunaklıları çocuk mezarları. En küçük olanlarının mezarlarında minik kaplar ve kil çıngıraklar bulundu. Yine çocuk mezarlarının birinde, arkeologlar, sapının ucunda kuş kafası figürü olan bir kaşık bulurken bir başkasında ise iç kısmında kuş figürü olan zengin motiflerle işlenmiş bir kase ortaya çıkardı. “Polonya’nın bu bölgesi için oldukça benzersiz bir keşif kabul edilebilecek, aile ocağıyla ilişkilendirilen ve sözde ay idolü olan kilden yapılmış dikdörtgen şeklinde bir nesne de bulundu. Bu tarz nesneler genellikle Wroclaw civarındaki Silezya mezarlıklarında bulunur.” şeklinde bir açıklama yaptı. Toplum bilimciler, Lusatya kültürünün günümüz Saksonya, Brandenburg, Almanya’nın doğusu ve Çek Cumhuriyeti’nin kuzeyinin yanı sıra Vistula ve Oder nehirlerinin havzalarında denk gelen topraklarda bulunduğunu ve bu insanların genel olarak çiftçi olduklarının ayrıca; öküz, domuz ve keçi gibi hayvanlar da beslediklerini söylüyor. Demir Devri başlangıcında açık yerleşimlere ve toplumun ortak kullanım alanlarına ek olarak kabile merkezleri ya da kargaşa dönemlerinde sığınak olarak kullanılan kale çevresi yerleşimleri de vardı. Lusatya halkının işgal ettiği bölgeler, büyük çoğunluğu süs eşyaları, balta ve orak gibi aletlerden oluşan değerli bronz eşyalarıyla da ünlüdür. Wagrowiec’de Lusatyan mezarlığı kazısına dair elde edilen ilk bilgi Jan Dlugosz’un 15. yüzyıl kayıtlarına dayanır. Mezarlıktaki kazılar geçtiğimiz eylül ayında tamamlandı. Kazı alanının yeri 19. yüzyıla ait çeşitli kaynaklarda geçiyordu. Ama daha önceki kurtarma kazıları ve yerel yolun genişletilme planları sayesinde daha da yoğun bir çalışma yapılabildi. Kazılar Wagrowiec Bölgesel Müzesi, MosMaiorum Arkeoloji ve Koruma Labarotuvarı’ndan Arthur Debski ile Arkeolojik Dokümantasyon Labaratuvarı’ndanMarcin Krepkowski ortaklığında sürdürüldü. Haber Düzenleme: İrem Özkan NEREYE 7


H

Temmuz // 201 4

Roma Forumu’nda bulunan ve 5. Yüzyıldan kalan antik kilise Santa Maria Antiqua’nın 12 yıldır devam eden restorasyonu bitmek üzere.

Orta Anadolu’nun Konya ilinde yer alan dünyanın en eski yerleşim birimlerinden biri olan Çatalhöyük’te sürmekte olan kazı çalışmaları sırasında 9000 yıllık bir keten parçası bulundu. Dünyanın kendir tarağıyla örülen ilk kumaşı yanmış bir evin zemininden çıktı.

Roma’nın arkeoloji yetkilisi Mariarosaria Barbera baharda limitli düzeyde de olsa ziyaretçi kabul edebilmek için Ocak ayında hazırlıklara başlanacağını açıkladı. Yeterli mikroklimayı sağlamak için ziyaret günleri kısıtlı olacak ancak yine de kilise haftada en az 3 gün açık olacak.

Bu yeni keşif ilgili raporda 15 Haziran ve 15 Ağustos arasında kaydedilen ilerlemeler de gösterilmekte. Bu süreçte 22 ülkeden gelen 120’den fazla insan çalıştı. Rapordaki en ilgi çekici şey bir bebek iskeletinin etrafına sarılmış bu kumaş parçası.

Santa Maria Antiqua 847 yılında bir depremde toprağa gömülmüş, 1900 yılında İtalyan arkeolog Giacomo Boni tarafından bulunmuş ve restore edilmişti ancak 1980 yılından beri halka kapalıydı. Kilisenin yenilenip halka açılabilmesi için başkentin arkeoloji yetkilileri 1.600.000 € ve Dünya Anıtlar Fonu 700.000 € finanse etti. Antik Roma’nın iş ve ticaret merkezi olan Roma Forumu kentsel hayata dair birçok önemli bilgi vermektedir. Santa Maria Antiqua buradaki Palatine Tepesi’nin kuzeybatı eteklerinde yer alır ve Roma’nın en erken dönem Hristiyan eserlerinden biridir. Kilisenin zengin bezemeli duvarlarında, 6. Yüzyıldan 8. Yüzyıla kadar uzanan bir zaman dilimine ait ve 250 metrekarelik bir alan kaplayan freskler bulunmaktadır. Bu nedenle kilise Ortaçağ Sistine Şapeli olarak da anılır. Santa Maria Antiqua, dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan Roma’nın geliştiği merkezde bahardan itibaren tarih severleri bekliyor olacak. Haber Düzenleme: Işılsu Yıldırım

“En İyi Muhafaza Edilmiş Parça”

Kazı çalışmalarının başında bulunan Stanford Üniversitesi üyesi Profesör Ian Hodder’in dediğine göre eğer tümülüs bu kadar iyi şartlarda korunmasaydı 2013 yılının en önemli keşfi hiç bulunamayabilirdi. Bu kumaş parçasından bahsederek: “Çıkan yangın evin zemini ve altyapısını ısıtarak bir ‘fırınlama etkisi’ yarattı. Böylece yer altındaki bu giysi parçası ve diğer şeyler bu zamana kadar çok iyi bir şekilde korunabildi. Laboratuvarda yapılan incelemeler bu giysi parçasının kendir tarağıyla örülmüş bir keten olduğunu gösteriyor. Böyle bir şey dünyada bir ilk ve şimdiye kadarki en iyi muhafaza edilmiş parçalardan biri.” Hodder bu kumaş parçasının ticaret ile ilgisi hakkında: “Çok ince bir şekilde örülmüş bu keten parçası çok yüksek ihtimalle doğu Akdeniz’den geliyor. Obsidyenlerin ve deniz kabuklarının, Neolitik Çağ’da Orta Asya’da yapılan uzun mesafeli ticaretlerde takas malı olarak kullanıldığını zaten biliyorduk. Fakat bu kumaş bize ticaret başka bir yüzünü gösterebilirdi.” Hoder ayrıca yeni bir duvar resmi de keşfettiklerini belirtti ve ekledi: “2013 kazı sezonunda bu tümülüsün güney eteklerinde Neolitik Çağ’dan kalma binalarda da kazı çalışmalarına başladık. Bu binalar erken dönem binalarından daha farklı özelliklere sahip. Daha kalın duvarlara sahipler ve büyük kiremitlerden yapılmışlar. İnsanlar onları terk ettikten sonra ateşe verilmemişler. Bir binanın doğu tarafındaki duvarında daha önce hiç görmediğimiz bir duvar resmine rastladık. Çatalhöyük’teki resimler genellikle kırmızı ve koyu renklerle beyaz zemine boyanırlar fakat bu resim siyah zemin üzerinde ve üzerinde beyaz geometrik şekiller bulunuyor. Resmin üç binanın kuzey duvarları boyunca uzandığına inanıyoruz. Bu duvarı keşfetmek hepimiz için çok heyecan verici bir tecrübeydi.” Çatalhöyük’te yapılan bu kazı çalışmalarına ait rapor www.catalhoyuk.com web sitesinde yayımlandı. Bu web sitesi şu an devam etmekte olan kazı çalışmalarına ilgi duyan insanlar için tasarlandı. Amacı, projenin içeriği hakkında bilgi sağlamak ve bölgede yürütülen araştırmanın değişik yönleri göstermek. Haber Düzenleme: Onur Alan

NEREYE 8


H

Temmuz // 201 4

içinde korunmuş kanla beslenen sivrisinek İlk Kan Dolu Sivrisinek Fosili Bulundu amber fosilinden dinazor DNA’sının elde edildiğine dair yaygın Bilim adamlarının son derece imkansız olduğunu kabul ettiği olaylar dizisi gerçekleşmiş. 46 milyon yıl önce eosen dönem hayvanlarından birinin kanı ile ziyafet çekmiş bir sivrisinek bir şekilde ölmüş, sediment tabakanın içine sıkışmış ama o zamandan bu yana karnında son yemeğinden kalan kan ile bozulmadan kalmış.

Sonuç, bu günlerde kuzey batı Montana’da bir petrol kayasında karnı hala antik hayvan kanı ile şişmiş durumda bir sivrisinek fosili bulundu.

yanılgıya rağmen, kan dolu bir sivrisinek fosilinin daha önce bulunmamış olması şaşırtıcı değildir.

Konu açılmışken, bulunan sivrisinek fosilinin eosen dönem ortalarına, kanatlı olmayan dinazorlarının yok oluşlarından yaklaşık 19 milyon yıl sonrasına ait olduğunu belirtmekte fayda var. Dinazorlar ve kuşlar arasındaki bağı ortaya çıkaran yeni bulunmuş fosil ile ilgili daha fazla bilgi için ‘Sıradışı Yumurta Fosili Dinazorlar ve Kuşlar Arasındaki Bağı’ ortaya çıkardı. Ekip ek olarak, DNA moleküllerinin fosilleşme sürecinde hayatta kalamayacak kadar karmaşık ve kırılgan olduğunu, bu nedenle Montana fosilinin son yemeğini ne tür bir hayvandan aldığını söylemenin İmkansız olduğunu söylemektedirler. Bu buluntu ile kanın var olduğunu gösteren diğer geniş moleküllerin molekülleşme sürecinde yok olmadıkları keşfedilenler arasındadır.

Kuzeybatı Montana’da petrol kayasında bulunan bu sivrisinek fosili emdiği kanı hala midesinde taşıyan ilk sivrisinek fosilidir

Keşif, Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinin bu haftaki sayısında açıklandı. Çalışmanın baş araştırmacısı, Smithsonian Institution’dan paleontolojist Dale Greenwalt’a göre bu fosil kayıtlarında bulunan sadece beş tane kan ile beslenen ya da hematogöz böcek örneğinden birisi ve ilk kan örneği taşıyan sivrisinek fosili, ve ekibi bunu ‘’yadsınamaz’’ olarak isimlendirmektedir. Ekip, kan ile beslenen hayvanlara ait fosil buluntularının çoğunun bir tür ısırıcı sinek olan tatarcık sineğine ait olduğunu belirtmektedir. Sivrisinekler tipik olarak, reçineli ağaçların bol bulunduğu ormanlık alanlardan çok, suya yakın açık alanları yaşam alanı olarak tercih etiklerinden korunmuş sivrisinek buluntusu nadirdir. Ayrıca, bilim adamlarının belirtiğine göre, bütün sivrisinekler kan ile beslenmez, bunlarınsa sadece dişileri kan emer. Greenwalt’un ekibine göre tüm bu nedenlerle, 1993 yılında vizyona giren Jurassic Park flimi ile popüler olan NEREYE 9

Ekip, günümüz sivrisineklerinin kan emdikten sonraki karnına benzeyen siyah ve şişmiş karnını fark edince fosili daha yakından incelemeye karar verdi. Karın testleri hayvan kanında yüksek miktarda bulunan demir iyonlarının seviyesinin çok yüksek olduğunu ortaya çıkardı. Böylece Ekip örnekleri, böceğin karnında bulunanların daha kesin kimyasal içeriğini bulmak için, kütle spektroskopi kullanarak analiz etti. Kandaki oksijenin taşınmasını sağlayan ve kana kırmızı rengi veren hemoglobinin parmak izi olan heme adlı maddenin varlığını işaret eden organik bileşenler buldular. Bu organik bileşenlerin varlığınını, böceğin içindeki heme’nin ve dolayısı ile hemoglobinin varlığının ‘’yadsınamaz belgeleri’’ olduğunu söylemektedirler. Bütün bunlara dayanarak, bilim adamları eşsiz bir şekilde saklanmış bu sivrisinek ve bugüne kadar elde edilen verilerin ’’imkansız olaylar dizisinin’’ şanslı sonuçları olduğu sonucuna varmışlardır. ‘’Böcek yemeğini yemiş, suyun yüzeyine savrulmuş ve gölet yada benzeri bir yerde dibe batarak uygun oksijensiz sediment içine gömülüş’’ ve tüm bunları ‘’kanla dolmuş şişkin-hassas karnı bozulmadan yapmış olmalı’’ diye yazmaktadırlar. HaberDüzenleme: SerpilYavaş


H

Temmuz // 201 4

kadar giden taşkın ovasında yaptığı kazılar sırasına denk gelmektedir. Cumbria Kontluk Meclisi yeni yol hattının yapılması için toprakları satın aldıktan sonra buluşların yapıldığı bu toprakları sahiplendi. Ön inşaat süreci ve planlamanın önemli bir parçası da Roma dönemi kalıntıları açısından zengin olan bu bölgenin arkeolojik incelemesinin yapılmasıydı. Kazılar sırasında iki tane üç uçlu mızrak 5900 ve 5400 yılları arasına dayanan karbon ölçümleri olan Eden Nehri’ndeki eski kanalda bulundu. Bu kanal taş aletlerin üretim sürecinin bir parçası olduğu düşünülen binlerce çakmaktaşı parçasının bulunduğu yerleşimin yanında bulunmaktadır. Bu da insanların ilk olarak çiftlikler oluşturdukları zaman olan Cilalı Taş Devri’nin (Yeni Taş Çağı) başlangıç zamanına denk gelmektedir.

Cumbrian Müzesi Cilalı Taş Devri’nden kalan üç uçlu ahşap mızrakları sergiliyor Carlisle Tullie House Müzesi’ne Cumbria Kontluk Meclisi tarafından iki tane nadir bulunan Cilalı Taş Devri’nden kalma üç uçlu ahşap mızrak bağışlandı ve bu mızrakların ne amaçla kullanıldığına dair teorilerin ortaya çıkması için mızraklar halka açık olarak sergilenmeye başlandı. Bu iki mızrak, Carlisle Kuzey Kalkınma Hattı’nın inşaatının öncesindeki arkeolojik kazılar esnasında bulunmuş ve Cumbria ve Kuzey İrlanda’da yaklaşık 200 yıl önce gün yüzüne çıkarılan benzer buluntuların esrarını derinleştirmiştir. Birleşik Krallık’ta benzer sadece 4 tane üç uçlu mızrak bulunmaktadır ve hem neredeyse aynı şekilde tasarlanmış olmaları hem de ahşap işçiliğinde profesyonellik gösteren yapılarının olması kabul edilebilir bir amaç için yapıldıklarını işaret edebilmektedir. Fakat uzmanlar bu amaçlardan emin olamamaktadırlar. Balık tutmak, avlanmak veya tarım için yapılmış olabilecekleri üzerine teoriler bulunmaktadır. Tullie House Müzesi bu mızrakları Sınır Galerileri’nde sergilemektedir ve hem sosyal medyayı hem de ziyaretçileri bu konudaki teorilerini açıklamak için teşvik etmektedir. Diğer dört mızrak 19. Yüzyılda: ikisi bir arada yine Cumbria’daki Ehenside Tarn’da (Şu anda British Museum’da sergilenmektedir), diğer ikisi de Kuzey İrlanda’da Armagh’da bir bataklıkta bulunmuştur. Carlisle’ın bu nadir bulunan parçalara katkısının bulunuşu da 2009’da, Kuzey Kalkınma Hattı yapılmadan hemen önce, Oxford Arkeoloji Kuzey Ekibi’nin Eden Nehri’nin Stainton köyünün batısına

İki mızrak da uzunluk olarak 2 metrenin üzerindedir ve her biri de yaşlı (300 yaşında) bir meşe ağacından elde edilmiş tek parça bir ahşaptan taş aletler kullanılarak ustalıkla yapılmıştır. Dayanırlıkları için yapıldığı tahmin edilen ağır objelerdir. Su girişli bir zeminde 6000 yıl kadar batık bir şekilde kalmış ve muhafaza olmuş olduğu için, muhafaza edilmeleri soğuk kurutma ve mumsu bir madde enjetke ederek bunun mızrak yapısının içindeki suyla yer değiştirmesiyle sabitlenerek sağlandı. Eğer sadece ahşabın kuruması beklenseydi bu mızraklara zarar verecekti. İki mızrak da şu anda Tullie House Müzesi Sınır Galerileri’nde sergilenmektedir. Carlisle Kuzey Kalkınma Hattı’nı inşa eden şirket olan Balfour Beatty, mızrakların olduğu vitrinleri finanse etme cömertliğini göstermiştir. Tullie House’un Kolleksiyoncular ve Programlama Başkanı Andrew Mackay “Bu mızraklar çok nadir bulunur ve bu nedenle ulusal bir öneme sahipler. Onları Tullie House ziyaretçilerine gösterebilmek bizim için büyük bir heyecan. Biz ne olduklarıyla ilgili farklı görüşlere açığız bu nedenle herkesi buraya gelip onları görerek ne düşündükleri hakkında bizi bilgilendirmeleri için teşvik ediyorum” dedi. Cumbria Kontluk Meclisi Kabine Üyesi, otoyollardan sorumlu Coun Keith Little “Yerel halkın bu benzersiz eseri görme şansının olacak olması çok önemli. Kapsam, detaylara verilen önem ve bizim arkeolojik incelemelere olan hassasiyetimiz Carlisle Kuzey Kalkınma Hattı’nın inşasındaki önceliğimiz çok geniş bir ölçekte yer aldı. Bu mızraklar gibi antik objeleri bulmak bir yol inşa ederken uygunsuz bir şey gibi görünebilir fakat tarihi korumak için sadece bir şansınız olduğu kabul edilmelidir” dedi. Balfour Beatty’nin Bölgesel Yöneticisi Andy Dean “Bu mızrakların yeni yolun hazırlık aşamasında gün yüzüne çıkmış olması çok önemli ve heyecan verici bir olaydır. Proje ekibi Hadrian Duvarı ve Tümseği’nin çevresinde arkeolojik buluşlar olabileceği beklentisindeydiler, fakat mızraklar, aletler ve çakmaktaşlarının taşkın ovasında bulunması da aynı derecede ulusal öneme sahiptir” dedi. Haber Düzenleme: Pelin Saya

NEREYE 1 0


Elif Şahin

2000 yıldan daha önce inşa edilen Çin Seddi, antik mühendisliğin anıtsal başarılarından biri olarak ayakta durmaktadır. Binlerce kilometre uzanan Çin Seddi, birliğini henüz tamamlamış ülkeyi yabancı istilacılardan korumuştu. Çin Seddi’nden önce ise, Çinli bazı hanedanlar, yine korunmak için birçok duvar inşa etmişlerdir. Yakın zamanda ise Amerikalı bir arkeolog, bu duvarların en büyüklerinden birinde yüzey araştırmaları yapmaya başladı. Chicago’nun Bölge Müzesi ile birlikte çalışan Arkeolog Gary Feinman, şimdilerde “İlk Çin Seddi” diye anılan söz konusu duvarlarda çalışmalarına direkt kazı ile başlamadı. Çin’in doğusundaki Shandong eyaletinin çevresinde basit bir yürüyüş yaparak ve herhangi başarılı bir arkeoloğun da yapacağı gibi küçük çanak-çömlek parçalarına bakınarak çalışmalarına başladı. 2 yıl önce, Feinman topraktan yapılmış bir duvar ile karşılaştı ki bazı yerlerde duvarın boyu 4,5m idi. İnsanlar, Çin Seddi’nden yüzyıllar Shadong’da inşa edilmiş olan ve yaklaşık M.Ö. 500’lere tarihlendirilen büyük bir duvarın NEREYE 11

olduğunu biliyorlardı. Amerikalı arkeologun da keşfettiği bu duvarın bir parçası gibi görünüyordu. Feinman, “Biz bu bölümü yürüyerek ne kadar muhteşem tasarlandığını gördük” dedi ve şunları ekledi: “Bu duvar, ciddi anlamda Doğu Shandong’ın oldukça sarp kayalara sahip dağların yüksek sırtları boyunca uzanmaktadır. Bu uzantının yüksekte kalan bölümleri ise şaşırtıcı derecede iyi korunagelmişlerdir.” Feinman, ilerleyen zamanlarda duvar ile ilgili çalışmaları ciddi anlamda hayata geçirmeye başladı. Duvarın izleri üzerinden taslak çizimlerini yaptı, haritalandırdı ve ayrıca daha da birkaç yüz mil daha uzatılabileceğini ifade etti. Amerikalı arkeolog, “Şimdiye kadar hiç kimse bunu yapmamıştı” diyerek sözlerine şunları da ekledi: “Hiç kimse bu duvarın böylesine geniş bir alan boyunca nasıl kıvrılarak uzandığını görmemiştir.” Duvarı inşa eden Çinli “sıkıştırılmış toprak” olarak adlandırılan bir teknik kullanmıştır. Çok açık bir şekilde anlaşılıyor ki, çalışanlar yüksekliklerin alt kısımlarından elde ettikleri ince taneli toprağı bu duvarın üst kısmına tonlarcasını taşıyıp yığın oluşturacak şekilde bir araya getirdiler. Daha sonra bu yığınları iyice sertleşinceye


Temmuz // 201 4

Feinman ayrıca şunları da eklemektedir: “İşin tuhafı, Qi duvarının bölümleri, toplumları birleştiren toprak yolları için şimdilerde temel oluşturuyor. Bir zamanlar insanları bir şekilde birbirinden ayrı tutması anlamına gelen şey, bugün bir araya getiren bir yol olarak karşımıza çıkmaktadır.”

Arkeolog Gary Feinman, Arkeolog Linda Nicholas ve çalışmanın diğer ekip üyeleri olan Arkeoloji Bölümü yüksek lisans öğrencileri, arkalarında Qi duvarının bir bölümünden sıkıştırılmış topraklı yapıların da ortaya çıktığını gösteren bir kesit.

300 yıldır varlığı takip edilebilen Çin Seddi’nden farklı olarak, “Qi Seddi” yabancı istilacıları dışarıda tutabilmek için inşa edilmemiştir. Feinman bunu: “ Söz konusu duvar, büyük devletler arasındaki bir duvardı” diyerek yorumlamıştır.

Gary Feinman’in izni ile alınmıştır/ Bölge Müzesi

kadar karıştırdılar. Bu konu üzerine Feinman, “Oluşturulan duvar 2500 yıl ayakta kalacak kadar yeterince dayanıklı olduğu anlaşılmaktadır” dedi. Neredeyse yüzlerce mil çapındaki yapılandırma, çok sayıda insan gücünü gerektirmiş olmalıydı. Kudüs Hebrew Üniversite’den Arkeolog Gideon Shelach’ın söylediklerine göre, duvarın yapımını yönetmiş olan Qi hanedanlığının liderlerinin, onları işgal etmek isteyen bir hayli düşmanı vardı. “Onlar her şeyden önce, savaş için gerekli asker toplama konusunda oldukça iyilerdi.” diyen Shelach, fazla insan gücü ile birlikte liderlerin istedikleri her şeyi de yapabildiklerini ve tüm bunların sayesinde söz konusu duvarları yapmaya başladıklarını ifade etmiştir. 300 yıldır varlığı takip edilebilen Çin Seddi’nden farklı olarak, “Qi Seddi” yabancı istilacıları dışarıda tutabilmek için inşa edilmemiştir. Feinman bunu: “ Söz konusu duvar, büyük devletler arasındaki bir duvardı” diyerek yorumlamıştır. Dönemin bölgesel hanedanları sürekli genişleyen ordular kurdular. Bu ordular sert bir karakteri olan

Qui Shi Huang’ın dur emrine kadar sürekli savaştalardı ve Shelach’ın da söylediği gibi neredeyse hayal edilemeyecek kadar muazzam büyüklükte bir ordu bulunmaktaydı. Shelach ayrıca sözlerine şunları da eklemektedir: “Diğer bütün devletleri fethetmiş olan Qin’in ordusu, 10 yıl farklı cephelerde savaşan ve yaklaşık 1,5 milyon askere sahip olan bir orduydu.” Qin Shi Huang M.Ö. 221’de bölgesel bazı devletleri birleştirmiş ve doğal bir Qin Hanedanlığı kurmuştur. Qin’in askerleri, 1974 tarihinde keşfedilen ünlü yaşayan modeller olan terracotta (pişmiş toprak) ordusuydu. Bu heykeller, Qin Shi Huang öldüğü zaman, onunla birlikte gömülmüşler. Huang ölmeden önce, yaptığı devasa duvar ile iyi komşular kazandığını fark etmiş ve kuzeyde de Qi duvarından daha da büyük başka bir duvar inşa ettirmeye başlamıştır. Nihayetinde bu ikinci set halindeki duvar, günümüzde herkesin de bildiği Çin Seddi’nin bir parçası olmuştur. Fienman’ın söylediğine göre Çin halkı, Çin’in kırsal yerlerinde çok sayıda süregelen, bazı bölümlerinin yok olması ile tehdit içinde olan yapıların olmasına rağmen daha erken olan Qi duvarı ve bunun yeniden keşfedilmesi ile ilgileniyorlar. Bu durum Fienman’a göre olumsuz bir durum değildir. NEREYE 1 2


Ömer Türk

İstanbul Haliç’in rahat göründüğü bir hava fotoğrafı. İnternette gezerken bulduğum bir fotoğraf keşke orjinalide elimde olsa. Fotoğrafın açıklamasında 1. Dünya Savaşı dönemine ait olduğu yazmakta. Fotoğrafın siyah beyazlığı duygusal bir hava yaratıyor. Bir sürü gemi denizin üzerinde muhtemelen birçoğu savaş gemisi. İstanbul’un o dönemdeki yoğunluğunu gözümüz önüne sermekte. Dikkatli gözler fındıklı ve Cihangir i sağ tarafta görebilmekte. Nusretiye caminin iki minaresi yükselirken aynı zamanda antrepolarda sıralanmış önünde. Galata köprüsü bugünkü yerinden biraz daha geride. Bildiğiniz gibi bugünkü köprü 90’larda eski köprünün yanması üzerine yapılmıştı. Kruvazörler denizin üzerinde seğirtirken şirketi Hayriye’ye ait vapurlar yolcularını alıyor. Savaş olsa da hayat devam ediyor. O dönem de yapılar inşa edilirken topografyanın verdikleri çok iyi kullanılmaktaydı. Burada da onun güzelliği var. kalabalığa rağmen bir göz alıcılık kendini hissettiriyor.

Bu fotoğraf İstanbul’a ait güzel bir hava fotoğrafı fakat sanırım 1. Dünya değil 2. Dünya savaşına ait bir fotoğraf. Şirketi Hayriye vapurları uzaktan kırklı yıllara ait olduklarını hatırlatıyor. Fotoğrafın orijinalini bulursam sizi aydınlatırım. Aynı zamanda haliç üzerinde Unkapanı Köprüsü’de görülüyor. Buda tarihleme için ayrı bir kanıt. Fotoğraflar dönemin şaşmaz kanıtlarıdır. O dönem teknolojisinde çekilen bu fotoğrafla sanat tarihçilerinin şaşmaz belgeleridir. Aynı zaman da fotoğraf bir SANATTIR. SAYGILAR. NEREYE 1 3



Serdar Çalık

NEREYE 1 5


Temmuz // 201 4

Okyanus gözlü kız (Nimbin / Avustralya)

Bir kafenin penceresinden dışarıyı izleyen bu küçük kız, önceleri onun fotoğrafını çekmeye çalışırkenki halime baya güldü. Belirli bir süre karşılıklı mimiklerle anlaştık bu küçük melekle. Sonra birden bire bir noktaya daldı gözleri ve bana bu kareyi ölümsüzleştirme şansını verdi

NEREYE 1 6


Serdar Çalık

Shorncliffe İskelesi (Shorncliffe / Avustralya)

Fotoğrafta görülen bu tarihi iskelesiyle ünlü Shorncliffe, Avustralya’nın sessiz, sakin ve küçük bir sahil kasabasıdır. Çevresinde yer alan banklarda oturarak, okyanusun üzerinden doğan güneşi izleyip huzur bulabilirsiniz

NEREYE 1 7


Temmuz // 201 4

NEREYE 1 8


Serdar Çalık

Kartal Eğiticisi (Caboolture / Avustralya)

Her yıl düzenlenen Avustralya’nın dünyaca ünlü ortaçağ festivalinden bir kare. Eski bir gelenek olan kartalla avlanmak için eğitilen gökyüzünün bu büyük yırtıcıları, küçüklüklerinden yetişkin hale gelene kadar sıkı bir süreçten geçiyorlar

NEREYE 1 9


Temmuz // 201 4

NEREYE 20


Serdar Çalık

NEREYE 21


Temmuz // 201 4

Buda Heykeli (Byron Bay / Avustralya)

Kristal Kale adı verilen ve dünyada ender bulunan kristallerin ziyaretçiler tarafından görülebildiği bir müzenin içindeki devasa Buda heykeli. Boyu 3 metreyi aşan bu heykel, yine kendi kadar büyük bir havuzun içinde, suyun ortasında durmakta

NEREYE 22




Almanak

H

ayatımızdan bir yılı daha acısıyla tatlısıyla geride bıraktık. Peki biz arkeologlar ya da arkeolojiye gönül vermiş insanlar! Bizler bu yıl içinde neler yaptık ya da nelerle karşılaştık? Arkeoloji açısından 2013 yılında da birçok noktada hatalar yapıldı ve yapılmaya da devam ediyor. Marmaray açıldıktan sonra Yenikapı durağına dikilen o pano aslında ülkemizde arkeolojinin ve geçmişin ne denli değerinin olduğunu bizlere gösterdi! Ayrıca ülkemizin başbakanının arkeoloji için ’üç-beş çanak-çömlek’ tanımı ve bizlerin didine dinine gecesini gündüzüne katarak topladıkları imza kampanyaları neticesinde ‘göstermelik’ olarak arkeolog atamalarının artması, bizi bu 2014 yılı için hayli kuşkulandırıyor. Tam bir tarih cenneti olan ülkemizde o kadar çok höyük, antik kent, ören yeri var ki bizlerin bunları gün yüzüne çıkarıp tanıtacağımız yerde; halen kazılara izin zor veriliyor ve yetkililer deyim yerindeyse yapacağımız işi burnumuzdan getiriyor. Senin ve benim yani ikimizin vatanının zenginliğini, değerini, önemini ortaya çıkarmaya çalışıyoruz fakat ne hikmetse yol yapımı ve AVM’ler ülkede çok önemli bir konu ve olmazsa olmaz haline getirildi. Eğer tarihi ortaya çıkarmak, eskiyi aydınlatıp gelecek kuşaklara, insanlığa fayda sağlamak suçsa hepinizden ÖZÜR DİLERİZ! Sizler avm dikmeye ve yol yapmaya devam edin… Arkeolojiye yapılan bunca çirkin saldırılar ve ithaflar, tabii ki 2013 e damga vurdu fakat, arkeoloji hiçbir zaman kaybetmedi. Kaybetmeyecek de… Şimdi bu yılda arkeolojide ne olmuş ne bitmiş hep birlikte göreceğiz.

OCAK

Pendik’te Taş Devri izleri Marmaray Projesi Gebze-Haydarpaşa hattı Pendik mevkisinde, İstanbul Arkeoloji Müzesi denetiminde süren kazı çalışmalarında bulunan yerleşim alanında yapılan incelemelerde, 8 bin 400 yıl öncesine ait 35 mezar, el baltaları, kemik kaşık, deri dikmeye yarayan kemik iğne, arpa ve buğday dövmek için havan, öğütme taşı, çakmak taşları, obsidyen kesici aletler, Bizans dönemine ait çanakçömleklere rastlandı. LAODİKEİA UNESCO DÜNYA MİRASI LİSTESİ ADAYI Denizli Belediye Başkanı Osman Zolan, Laodikeia Antik Kenti’nin UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesi’ne alınması için başvuru yaptıklarını bildirdi. ANTİK HAMAMIN 2.KATI BULUNDU Bugünkü İzmir’in ilk yerleşim yeri Antik Smyrna’daki Agora kazıları sırasında ortaya çıkan bin 800 yıllık hamamın, depo ve yaşam alanı olarak kullanılan yer altındaki 2. katı ve galerileri bulundu. Antik Smyrna Kazı Başkanı Yard. Doç. Dr. Akın Ersoy, Antik Smyrna’nın kent merkezinde kamu yapıları bulunduğunu, bu yapılardan birinin de bin metrekarelik alana sahip hamam olduğunu belirtti. NEREYE 25


ŞUBAT

Temmuz // 201 4

BİZANS ZAFER TAKI ÜSTÜNE BETON!! İÜ’nün karşısında, onlarca arkeoloji hocası ve öğrencisinin gözü önünde Bizans takı parçalanıp beton döküldü. ‘Tarih cinayeti’ni çanta satan bir esnaf gördü. Bizans Zafer Takı’nın parçaları kırılıp kenara atıldı. Altından çıkan tuğla yapılı mimari yapının da üzerine beton döküldü. Tüm bunlar İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin tam karşısında oldu. Yani onlarca arkeoloji hocasının ve yüzlerce arkeoloji bölümü öğrencisinin gözü önünde.. HATTUŞA’NIN 106 YILI ADLI SERGİ AÇILDI Hititler’in başkenti Hattuşa’nın 1906 yılında başlayan macerasının fotoromanı ‘Hattuşa’da 106 Yıl’ sergisi, daha önce yayımlanmamış fotoğraflar eşliğinde ziyarete açıldı. Alman Arkeoloji Enstitüsü ve üniversite arşivlerinden toplanan 1500 fotoğraf ve filmin içinden seçilmiş 300 orijinal fotoğraf sergide yer aldı.

MART

Höyüğe ‘ÖZEL MÜLK’ TabelasıKahramanmaraş’ın Ekinözü ilçesine bağlı Akpınar köyü sınırları içerisinde bulunan yaklaşık 3 bin yıllık höyük, kimliği belirsiz kişi ya da kişilerce talan edildi. Yarısına yakını iş makineleri ile kazılan höyüğün kapısına ise ‘özel mülkiyet’ tabelası asıldı. Başka bir amaç için bölgeye giden ve içerisinde arkeologların da yer aldığı heyet, olay karşısında şaşkınlığını gizleyemedi. Devasa höyük, iş makineleri vasıtasıyla parçalanmış ve çevresine insanî yaşam için çeşme gibi alanlar yapılmıştı. Hatta uzmanlar, bölgede çok sayıda kullanılmış, ayakkabı ve kullanıma hazır, çaydanlık ve bardak buldu. Kısa süre içerisinde yapılan araştırma sonunda höyüğün de içerisinde bulunduğu kısmın 2009 yılı Aralık ayında sit alanı ilan edildiği ortaya çıktı. Yetkililer, konuyu adli makamlara ileterek suç duyurusunda bulundu. KANATLI DENİZ ATI BROŞU ÜLKEMİZE DÖNDÜModern zamanların en büyük sanat skandalına neden olan ‘Kanatlı denizatı broşu’ bu ayda Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik tarafından mühürlü bir kutuda ait olduğu topraklara geri döndü. “Servetiyle ünlü Lidya Kralı Karun’un(Kroisos) gömülü hazinesinde bulunan broş, 1966’da gün ışığına çıktı. O günden beri de başı dertten kurtulmadı. Hatta bazı kaynaklara göre kumar borcuna karşılık sahtesiyle değiştirildi. Hakkındaki efsanelerden biri onu haksız yere ele geçirenlerin lanetlenmesi. İlginç olan bu eserlerin 1966 yılının 6’ncı ayının 6’ncı günü öğleden sonra saat 6’da bulunmuş olması. Batıl inançlara göre 666 şeytanın rakamı. Kanatlı denizatının bulunuş tarihinin bu rakamlarla örtüşmesi rivayetleri doğurdu.

NEREYE 26


NİSAN

Almanak

BAŞBAKANIN ARKEOLOJİ İÇİN ÜÇ-BEŞ ÇANAK ÇÖMLEK TANIMI!!!! MAYIS

TÜRKİYE’NİN SESSİZ ZENGİNLİĞİ: FOSİL YATAKLARI Türkiye’nin, yer altında ve denizlerdeki fosiller bakımından oldukça zengin bir potansiyele sahip olduğu bildirildi. Mersin Üniversitesi (MEÜ) Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selim İNAN, AA muhabirine yaptığı açıklamada, fosilin jeolojik zamanların çeşitli dönemlerinde yaşamış canlılara ait taşlaşmış kalıntılar olduğunu hatırlattı. ‘Türkiye, fosil stoku açısından zengin bir ülke. Ülkemizde yapılan jeolojik kazılarda büyük memeli hayvanlardan gergedana ait 25 milyon yıllık fosile bile ulaşıldı. Tekirdağ’da bir kum ocağında, paleontolojik çağa ait olduğu sanılan fosil bulundu. 11 kilo ağırlığında ve 30-35 santimetre uzunluğundaki bu fosilin mamut veya dinozor gibi dev cüsseli bir hayvanın ayak veya toynak kemiğine ait bir parça olduğu tahmin ediliyor. Kastamonu’da 70 milyon yıllık 17,5 metre büyüklüğünde mosasaur fosiline rastlandı. Anadolu’da bulunmuş en eski fosiller Orta Miyosen’e, yani 14 milyon yıl öncesine kadar tarihlendiriliyor. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Onun için Türkiye, tüm devirleri temsil eden kayaları barındırması ve milyonlarca yıl hüküm süren denizlerinin bıraktığı fosiller nedeniyle bir cennet.’ Şeklinde konuştu. NEREYE 27

ANTİK KENT ÜSTÜ AVM! Bursa’nın Mudanya ilçesinde yer alan Mryleia antik kenti üzerine AVM inşa edilmesine izin veren Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun yaptığı bu işlem, bir çok arkeologun ve Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mustafa Şahin’in tepkisiyle karşılaştı. Bursa Akademik Odalar Birliği (BAOB) Yerleşkesi’nde düzenlenen ‘Myrleia Gerçekleri’ başlıklı panelde konuşan ŞAHİN: Mryleia antik kentine ait tarihi bulguların çok önemli olduğunu , kazılarda ele geçirilen bronz çocuk heykeli figürünün çok nadir rastlanan bir eser olduğunu söyledi.Bunun bölgenin tarihi açıdan ne derece önemli olduğunu gösteren en somut delil olduğuna işaret eden Şahin, Mudanya’nın tarihi açıdan liman şehri özelliği ile dikkat çektiğini belirtti. Şahin, Mryleia ile Kapanca’nın bugüne kadar ihmal edildiğini, milattan önce 8. yüzyıla dayanan tarihi boyunca Prusa limanı olarak kullanılan bu bölgenin çok zengin medeniyete beşiklik ettiğini vurguladı.

MYRA-ANDRİAKE KAZISI BAŞKANLIĞINA ANTALYA ARKEOLOJİ MÜZESİ MÜDÜRÜ MUSTAFA DEMİREL ATANDI ! 4 yıldır Prof. Dr. Nevzat ÇEVİK’ in yürüttüğü kazıyı, Antalya Kültür ve Turizm Müdürü İbrahim Acar, yaptığı açıklamayla Antalya Arkeoloji Müzesi Müdürü Mustafa Demirel’e devredildiğini söyledi.


HAZİRAN

CEVDET BAYBURTLUOĞLU VEFAT ETTİ- Türkiye’nin değerli bilim insanlarından arkeolog Cevdet Bayburtluoğlu hayatını kaybetti. Hayatını Anadolu arkeolojisine adayan Bayburtluoğlu’nun ‘Arykanda’, ‘Erythrai’, ‘Lykia’ adında kitapları ve çok sayıda bilimsel makalesi bulunuyor

Temmuz // 201 4

ARKEOPARK PROJESİ ONAYLANDIBasmane’nin en önemli tarihi değerlerinden Altınpark’ta tamamlanan kazı çalışmalarının ardından bölge, ‘Altınpark Arkeolojik Alanında Çevre Düzenleme ve Koruyucu Üst Örtü Projesi’ ile yeni bir döneme giriyor. 2 bin yıl önce şehrin kuzeye ve doğuya açılan kapılarının bulunduğu alan, Konak Belediyesi Başkan Tartan’ın uygulamaya koyduğu proje ile İzmirlilere ve turistlere açılacak. Altınpark kazılarında ortaya çıkan toprak harçlı moloz taş duvarlardan oluşan Roma ve Bizans dönemi yapı kalıntıları, Arkeopark ile korunacak. 5 bin 300 metrekarelik alanda hazırlanan proje tamamlandığında arkeolojik kalıntılar kapalı ve yarı açık sergileme alanlarında rahatça gezilebilecek. Arkeopark çevrenin tarihi dokusuyla bütünleşecek.

Kültür ve Turizm Bakanlığı hem izinleri hem de kazı ödeneklerini yetiştiremedi. Turizme büyük katkısı olan bilimsel kazılar sorunlu başladı. Kültür ve Turizm Bakanlığı 2013 yılı kazıları için 23 milyon lira ayırdığını açıkladı. Geçen yıl bu ödenek 35 milyon liraydı. KAZILAR SORUNLU BAŞLADI-

TEMMUZ

ANADOLUNUN EN ESKİ KUMAŞI BULUNDU Neolitik ve Kalkolitik döneme ait en önemli yerleşim birimlerinden biri olan Çatalhöyük, önemli bir keşfe tanık oldu. Uluslararası kazı ekibinde yer alan araştırmacılar, antik kentteki bir mezar çukurunda Anadolu’nun en eski kumaşı olduğu düşünülen, bitkilerden yapılmış iplikler buldu. Kazı ekibinde yer alan biyo-arkeolog Scott D. Haddow, aralarında çocuklar da olmak üzere altı kişinin kemiklerini bulunduran bir mezarda ilginç bulgulara ulaştı. Ateşe verildiği anlaşılan yapının içinde, bitkilerden yapılan iplikler ve bacak ve karın kısmındaki kemiklerde yumuşak dokuya ulaşıldı. NEREYE 28


Almanak

ARKEOLOJİK KAZILARA DUR DENİLDİ! Türkiye’de devam eden Kültür ve Turzim Bakanlığı izniyle sürdürülen arkeolojik kazıların tamamı durduruldu. Yabancı arkeolojik kazılar ise devam ediyor. Bakanlık ivedi notuyla tüm kazı başkanlarına kazıları durdurması yönünde yazı gönderdi. Kültür ve Turizm Bakanlığı izinleriyle 2012 yılında, Bakanlar Kurulu Kararlı 116 Türk, 39 yabancı kazı, 84 Türk, 18 yabancı yüzey araştırması, 47 müze kazısı, 151 kurtarma kazısı, 28 kamu yatırım alanı kurtarma kazısı, olmak üzere toplam 483 arkeolojik çalışma vardı.

AMASYA’DA 2000 YILLIK ELMA MOZAİĞİ BULUNDU Amasya’nın merkeze bağlı Yavru Köyü’nde yapılan arkeolojik kazılarda M.Ö. 3’üncü yüzyılda Roma Dönemi’ne ait Mozaikli Şapel bulundu. Mozaikte elma figürü de yer alıyordu. Kazıyı yürüten Hitit Üniversitesi, Karadeniz Arkeolojisini Araştırma, Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Yrd. Doç. Dr. Esra Keskin, mozaikte sarmaşık dalı, yarım çiçek, yarım daireler şeklinde balık pulu motifi ve dalga motiflerinin de yer aldığını söyledi. Keskin, “Bu mozaiğin merkezinde yer alan ağaç ve elma kompozisyonu gerçekten çok orijinal. Eserin benzer örneklerden farkı, desen içerisinde desenler bulunmasıdır. Oldukça realist bir üslupla yapılan eserin ortasında yapraklar arasında elma ve keklik tasvirleri yer almaktadır.” diye konuştu.

AĞUSTOS TRİPOLİS’TE 1500 YILLIK MOZAİKLİ EV BULUNDU Denizli’nin Buldan ilçesi yakınlarındaki Tripolis Antik Kenti’nde yürütülen çalışmalarda, bin 500 yıl önce zengin ailelerin oturduğu ve odalarının tabanları mozaik kaplı ev bulundu. Tripolis Antik Kenti’nde kazı çalışmalarını yürüten Pamukkale Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç Dr. Bahadır Duman bu evde 8 oda olduğu açıklandı.

NEREYE 29

MYRA –ANDRİAKE KAZI EKİBİ ÇALIŞMALARINI BIRAKMAK ZORUNDA KALDI Türkiye arkeolojisine yeni bir soluk getiren ve Antalya turizmine yeni bir vizyon katarak her yıl daha çok gelişen Demre’deki Myra-Andriake kazılarının ekibi, kazı sezonunun bitmesine bir ay kala izin belirsizliği nedeniyle 2013 sezonu programında yeralan çalışmaları yapamadan kazıyı terk etmek zorunda kaldı. Demre’deki 4 yıllık çalışmalarında sayısız başarı elde eden ve çalışmaları Bakanlık ve bilim dünyası tarafından örnek model olarak gösterilen Prof. Nevzat Çevik’in, Bakanlar Kurulu kararıyla 2009′da aldığı kazı başkanlığı ruhsatı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nce (KVMGM) hala yenilenmedi.


Temmuz // 201 4

ARKEOLOJİ ÜNİVERSİTESİ MÜJDESİ STRATONIKEIA’DA VERİLDİ Denizli Pamukkale Üniversitesi Senatosu Cumartesi günü Stratonikeia Antik Kenti’nde düzenlenen toplantıda bir araya geldi. Stratonikeia Kazı Başkanı Bilal Söğüt ev sahipliğinde gerçekleştirilen toplantıya, Pamukkale Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hüseyin Bağcı Başkanlığındaki okul senatosu ve Yatağan Kaymakamı ve Belediye Başkanı da katıldı. Organizasyon hakkında bilgi veren PAÜ Rektörü Prof. Dr. Hüseyin Bağcı’nın kurulması planlanan Arkeoloji Üniversitesi ile ilgili yaptığı açıklamalar dikkat çekti. Pamukkale Üniversitesi’nin 8 ayrı kentteki kazı çalışmalarına öncülük ettiğini belirten Prof. Bağcı; “Öncelikle bizim Stratonikeia Antik Kenti’nde bir araya gelmemize vesile olan Yatağan Kaymakamlığına, Belediye Başkanlığına ve GELİ Müessese Müdürlüğü’ne teşekkür ediyoruz. Pamukkale Üniversitemizin arkeoloji üzerine yürüttüğü önemli çalışmalar mevcut. Bölgemiz arkeoloji alanında büyük bir öneme sahip. 8 kentte yürütülen kazı çalışmalarının başkanlığını üniversitemiz yürüttüğü gibi 19 antik kentin araştırılması için geliştirilen projeler de var. Ancak Arkeoloji Üniversitesi kurulması için verdiğimiz mücadele de bu konuda çok önemli. Elle tutulur gelişmelerin mevcut olduğunu belirtmek istiyorum. Amacımız Arkeoloji üzerine bir üniversite kurulamasa da Arkeoloji üzerine bir enstitü kurulmasına ön ayak olmak. Gelişmeler kamuoyuyla paylaşılacaktır. Kazı çalışmalarını yürüttüğümüz antik kentlerden bir tanesi de Stratonikeia. Stratonikeia yapısı bakımından ayrıca önem arz ediyor. Çünkü burası pek çok çağın izini taşıdığı gibi hala yaşayan bir antik kent olarak dikkat çekiyor” dedi.

EYLÜL

TAPINAK ÜSTÜNDEKİ TIR! Helenistik dönemin en önemli yapılarından sayılan Troas Antik Kenti’ndeki Apollon Tapınağı’nın üzerine tonlarca ağırlıktaki mermer tozu yüklü TIR çıkarıldı. Yaklaşık 2300 yıllık antik yapının ortasına kadar çıkarılan araçtan işçiler yük boşaltırken ziyaretçiler hayretle bu görüntüyü izledi. Tapınakta beyaz çimento ile yapılan restorasyon da uzmanlar tarafından eleştiri yağmuruna tutuldu. Kazı Başkanı Prof. Dr. Coşkun Özgünel ise uygulamanın ‘normal’ olduğunu, o tırın çıkması için oraya dolgu yaptıklarını söyledi. MARAŞ ASLANI 127 YIL SONRA EVİNE DÖNDÜ Kahramanmaraş Kalesi’nden 1886 yılında İstanbul Arkeoloji Müzesine götürülen Maraş aslanı heykeli, 127 yıl sonra Kahramanmaraş’a getirildi. Heykel üzerinde bulunan hiyeroglif yazıtların Gurgum krallarının soy ağacını vermesi bakımından oldukça önemlidir.

EKİM

HURRİLERİN İZLERİ İSTANBUL’DA Küçükçekmece Gölü havzası içindeki Bathonea antik kent kazılarında bulunan erken Hitit yada ‘Hurri izleri’, yılın en büyük keşfi olarak nitelendiriliyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı izniyle devam eden kazılardaki bu keşifle, Avrupa kıtasında ilk defa Hitit izlerine rastlandı. Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, “ İstanbul ’un aydınlanmayı bekleyen bir dönemini ortaya çıkarıyoruz” dedi. Tanrı ve tanrıça olarak iki ayrı yerde ele geçen demir heykelcikler, Kazı Başkanı Yrd. Doç. Dr. Şengül Aydıngün’ü heyecanlandırdı: “Mezopotamya orijinli eserler İstanbul’un karanlık dönemi olarak bilinen M.Ö. 17 ve 15. yüzyıllarına tarihlenmektedir. M.Ö. 2000’e tarihlenen yine Mezopotamya kaynaklı bitümen (zift), kalay ve seramik parçaları da ele geçti.” NEREYE 30


Almanak

KERBEROS HEYKELİ BULUNDU Denizli’de Hierapolis antik kentinde, mitolojide ölülere hükmeden yeraltı tanrısı Hades’in bekçisi üç başlı köpek Kerberos ve yılan heykelleri ortaya çıkarıldı. UNESCO tarafından Dünya Miras Listesi’ne alınan Denizli, Pamukkale’deki Hierapolis antik kentindeki kazı çalışmalarında, mitolojide ölülere hükmeden yeraltı tanrısı Hades’in bekçisi olarak bilinen üç başlı köpek Kerberos ve yılan heykelleri ortaya çıkarıldı.

KASIM

MARMARAY DA SKANDAL PANO Yenikapı’da yürütülen arkeolojik kazılarda çıkan buluntuların sergilendiği alanda bulunan ve Yenikapı’nın İstanbul’un tarihiyle ilgili bilinenleri nasıl radikal bir biçimde değiştirdiğini anlatması gereken bir panonun en altında kırmızı ve daha büyük puntolarla ‘ancak, tüm bu çalışmalar Marmaray projesinde 5 yıllık bir gecikmeye sebep olmuştur.’ yazıyordu.

DÜNYANIN EN ESKİ UYARI LEVHASI İngiliz Daily Mail gazetesi, Çatalhöyük’te bulunan ve 9 bin yıllık olduğu tahmin edilen duvar resmini sayfalarına taşıdı.“Dünyanın en eski uyarı levhası” başlığıyla yayımlanan haberde, duvara çizilen resimde Çatalhöyük yakınlarında bulunan Hasan Dağı’nın volkanik durumunun tasvir edildiği ve resmin bir ikaz levhası olduğu ifade edildi. ABD’deki California Üniversitesi’nden volkanolog Axel Schmitt tarafından yapılan araştırmalarda, Hasan Dağı’nın bundan yaklaşık 9 bin önce faaliyette bulunmuş olduğu tespit edildi.

ARALIK

AKSARAY ULU CAMİİ’ NİN MİNBER KAPILARI YENİDEN TÜRKİYE’DE Türkiye dışına yaklaşık 15 yıl önce yasa dışı yollarla çıkarılan Aksaray’daki Ulucami’ye ait minber kapısı kanatları, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından ait olduğu topraklara geri getirildi. 22 Şubat 1998 tarihinde yerinden sökülerek götürülen minber kapısının kanatları, 15 yıldır İnterpol aracılığıyla aranıyordu. Hakkında çalıntı ve polis kayıtları bulunan kapının uzun yıllardır bulunamamış olmasının sebebi, eserin kaçakçılarca kamuoyuna unutturularak, bir nevi soğutma devresine sokulmak istenmesi olarak değerlendiriliyor. Bakanlığın yürüttüğü çalışmalar neticesinde yapılan gizli operasyonla eser Türkiye’ye geri kazandırıldı. Eser geçtiğimiz ay Ankara Etnografya Müzesi Müdürlüğü’nde koruma altına alındı. Kapı kanatlarının Aksaray Ulucamii’ne ait olduğuna yönelik değerlendirmenin teyit edilmesi amacıyla, uzmanlar tarafından yerinde incelemelerde bulunuldu. İnceleme sonucu hazırlanan raporda, kapı kanatlarının Aksaray Ulucamii minberinin kapısına ait olduğu kesin olarak tespit edildi.

NEREYE 31


Temmuz // 201 4




En Heyecan Verici 1 0 Keşif

Son zamanların en ünlü arkeoloji hikayesi Kral 3. Richard’a ait olduğu düşünülen kemiklerin keşfidir. İngiltere’nin bu kötü şöhretli kralına ait olan kemikler Leicester’da bir park arazisinin altında bulunmuştur. Doğal olarak bu keşif 2013 yılının en heyecan verici 10 keşfi listesinde başı çekmektedir. Ancak bir keşif için her zaman tarihi bir karaktere ihtiyaç yoktur. Mısır ve Roma gibi arkeolojik etkin noktalarda her bir parça heyecan verici bir haberdir. Arkeologlar Kızıl Deniz kıyısında Mısır’ın en eski limanını su yüzüne çıkarttılar ve Roma’dan sadece 20 mil uzaklıkta, şehrin ilk anıtsal mimarisinin keşfi duyuruldu. Bu yılın keşifleri bin yıllık dönemi kapsamakta. Yani, onlar bizlere çok uzak yerlerden geldiler ve heyecan verici çeşitliliğe, insanın icat ve yaratıcığının ulaştığı sınırlarına yakından bir göz atma fırsatı verdiler. Bu buluntuların içinde en eskisi olan Georgia’da ortaya çıkarılmış kafatasları belki de bilim insanlarının bizlerin ilk atalarını anlama konusundaki fikirlerini değiştirebilir. 2012 yılının Eylül ayında a parkın altında bir iskelet III. Richard’ın Son Eylemi keşfedildi. Keşfi gerçekleştiren Leicester Arkeolojik İngiltere, Leicester Faaliyetler Üniversite’si (ULAS) heyecan verici ama bir o

kadarda durumla ilgili ipuçları verdi. Tüm ipuçları Kral III. Richard ile bağlantılıydı. Bu ipuçları arasında iskeletin bulunduğu yer, savaş yaraları ve belkemiği bozuklukları yer almaktadır. ULAS’ın müdürü olan Richard Buckley “uygun bilimsel analizler aracılığı ile onu kanıtlamak zorundayız.” şeklinde konuştu. Yani kalıntılar radyo karbon tarihlemesi, izotop analizi ve detaylı osteolojik incelemelere tabi tutuldu. Tüm sonuçlar tarihi hesaplarla tutarlı ve Richard’ın aile kütüğünden iki nesille yapılan genetik karşılaştırma Şubat ayında nihai bir sonuç verdi. Buckley “onun makul bir şüphenin de ötesinde 3. Richard olduğunu söyleyebiliriz” dedi. Kısacası, kalıntıların kimliği doğrulandıktan sonra bir başka grup arkeolog Bosworth Field’ın kesin olarak yerini belirlediklerini duyurdu. Burası aslında savaşın yapıldığına inanılan yerden 1 mil uzaklıkta bir yerdir. Buluntular arasında bir silah zulası, gülleler, zırh ve Richard’ın şövalyelerinden birine ait olduğu düşünülen gümüş bir rozet vardır. Hem tarihçiler hem de Shakespeare 3. Richard’a hem zihnen hem de bedenen bükülmüş olarak atfetmişlerdir. Ayrıca O 500 yıldan daha fazla bir zamanda bu kadar fazla ilgi görmemiştir. Son olarak Buckley “elbette, Onun karakteri hakkında bir şeyler söyleyemiyoruz ki bu herkesin daima bilmek istediği şeydir” diyerek sözlerini bitirdi.


Temmuz // 201 4

Tek Başına Bir Homo Erectus Gürcistan, Dmanisi Paleoantropologların kafatası üzerinde yapmış olduğu analizler sonucu 1,8 milyon yaşında olduğu tespit edildi. Georgia Dmanisi arazisinde bulunmuş olan bu kafatası insan türlerinin yeniden kategorize edilmesine yol açtı. 9 m2 lik bir alanda bulunan bu 5. kafatası aslında 2005 yılında kazıldı. Dış görünüşlerdeki farklılıklara rağmen, birlikte ele alındığında, bu beş bireyin Homo erectus ile aynı türden olduğuna inanılmakta. En son keşfedilen kafatasında beyin küçük bir alana sahip olmasına karşın çok büyük bir yüz mevcuttur. Zurich Üniversitesi paleoantropoloğu Christoph Zollikofer “varolan sınıflama standartlarına göre, eğer kafatasının bu iki kısmı farklı alanlarda parçalar halinde bulunsaydı bu kafatası parçalarını farklı iki tür olarak değerlendirebilirdik.” şeklinde konuştu. Ayrıca, “bu beş farklı kafatası Homo erectus bireylerinin bilim insanlarının düşündüğünden daha fazla çeşitliliğe sahip olduğunu gösterdi.” diyerek sözlerine devam etti. Zollikofer, kafataslarının şekil ve boyutlarının çeşitliliğine dayanarak kabaca 1.8 milyon yıl öncesinenin tüm Homo fosillerinin tek bir insan türüne ait olduğuna inanıyor. Son olarak, Zollikofer “bu dönemin Afrika’da bulunan tüm fosilleri, Homo habilis, Homo rudolfensis, ve Homo ergaster, Homo erectus türünün uzuvları olarak düşünülmeli.” diyerek sözlerini bitiriyor. NEREYE 36


En Heyecan Verici 1 0 Keşif

Ortaya Çıkarılan Roma Yapıları İtalya, Gabii Roma’nın 11 mil doğusunda bulunan antik Gabii şehrinde arkeologlar bir yapı kompleksini gün ışığına çıkarttılar. Bu yapı Roma’nın en erken anıtsal mimarisini yansıtan bir örnek olabilir. M.Ö 3. veya 4. yüzyıla tarihlenen bu muazzam yapı Michigan Üniversitesi’nden bir ekip tarafından kazıldı. Yapı Roma’nın büyük anıtlarının çoğundan daha erken bir tarihe aittir. Büyük taş blok yapı insan yapımı 3 terasa karşılık gelmekte ve 2000 m2 lik bir alan kaplamaktadır. Bu fevkalade dizayn sıra sütunlar, geometrik desenli zeminler, duvar resimleri ve büyük merdivenler içermekte. Arazi tam olarak kazılmadığından dolayı yapının kamusal mı yoksa özel bir amaç için mi kullanılmış olduğuna karar verilemiyor. Gabii Projesi’nin yöneticisi olan Marcello Mogetta çalışmanın son neticesine bakmaksızın, Roma Cumhuriyeti arkeolojisinde bu yapının eşi benzerinin olmadığını belirtiyor. Eğer bu yapı özel bir konutsa , tam boyutu İtalya’daki çağdaşları olan aristotik Roma evlerinden farklı kılar ki bu yapı Roma ve Pompei’den daha büyüktür. Mogetta , “Onu kamusal bir yapı olarak yorumlar isek, haritada olmayan bir bölgeye hareket edeceğiz.” şeklinde konunun vahametini gösterdi. Ayrıca, hâlâ o dönemde devlete ait binaların ağaç direkler ve dayanıksız malzemeden yapıldığını da sözlerine ekledi. Gabii yapısı sivil bağlamda anıtsal mimarinin erken bir örneğini verdi. NEREYE 37


Temmuz // 201 4

Wari Anaerkil Bir Düzen mi? Peru, Castillo de Huarmey Kuzey Peru’da Castillo de Huarmey’in merkezinde bir defin alanı Varşova Üniversitesi’nden Milosz Giersz ve ekibi ayrıca Peru Katolik Üniversitesi tarafından ortaya çıkarıldı. Gün ışığına çıkarılan odalarda Wari İmparatorluğunun kraliyet kadınlarından 3 veya 4 tanesinin kalıntıları mevcuttur. Onlara oturur pozisyonda 40 adet asil kadın eşlik etmekte. Ve vücutları oturan gömülerin üstüne atılmış 7 kurbanlık birey bulunmakta. Ayrıca, 1,300’den fazla Kraliyet erkekleri tarafından kazanılabilen kulak aksesuarları ve altın ve gümüşten yapılmış bazı aletler bulunmuştur. Giersz, arkeolojik bir kazıda ilk kez Wari kadınlarına ait, prestiji gösteren eşyalarla dolu bir mezar bulduklarını söyledi. Hemen ardından da pamuk ve deve yünü kumaşlarının mezar eşyası olarak bırakıldığını ve Wariler tarafından bunların altından daha değerli bulunduğunu belirtti. Giersz mezarın M.S. 750’e tarihlendiğini tahmin etmekte. Kraliyet erkeklerinin de gömüleri bu mevkide bulundu. Ama kadınlarınki kadar büyüklükte odalarda değildiler. Bu mezar Wari toplumunun en yüksek seviyelerinde yaşayan kadınların sahip olduğu roller hakkındaki soruları cevaplamış oldu. NEREYE 38


En Heyecan Verici 1 0 Keşif

En Yaşlı Bataklık Cesedi İrlanda, County Laois

İ

rlanda’da Cashel bataklığının ortasında keşfedilen bir ceset üzerinde yapılan radyokarbon tarihlemesinin sonuçları geldiğinde bir sürprizle karşılaşıldı. Cashel Adamı Avrupa’daki en yaşlı bataklık bedenidir. Cashel Adamı erken bronz çağında yaşamış, yaklaşık olarak M.Ö. 2000, ve açıkça şiddetli bir ölümle hayatını kaybetmiş. CT taramalar gösterdi ki omurgası iki yerde parçalanmış, keskin bir darbe kolunu kırmış ve sırtına birçok defa balta ile burulmuş. İrlanda Ulusal Müzesi’nden arkeolog Eamonn Kelly Cashel Adamının gömüsünün antik bölgesel bir sınıra dayandığına inanıyor. Ve, adamın yaralarının mahiyeti kurban edilme töreni için kanıtlar teşkil etmekte. Bu, Demir Çağından iyi bilinen Krallık ve Hakimiyet ile bağlantılı ayin, eskiden düşünüldüğünden 1,500 yıl daha eskiye gitmektedir. NEREYE 39


Temmuz // 201 4

Kuzey Amerika’nın En Eski Petroglifi* Nevada, Winnemucca Gölü Paleo-Kızılderililer çoğu kez öncü kâşifler ya da usta mamut avcısı olarak düşünülürler. Ama Nevada’nın Winnemucca Gölündeki geometrik kaya oymalarının yapılan yeni tarihleme çalışmaları onların aynı zamanda hünerli sanatçılar olduğunu gösteriyor. Colorado Üniversitesi paleo-iklimbilimcisi Larry Benson’ın liderliğindeki ekip karbonatlı ve petroglifleri kaplamış olan tortunun tarihini belirleyebildi. Benson, tüm oymalar sular altında kalmadan ve karbonatla kaplanmadan önce bu sanat eserinin 10,000 yıldan daha uzun bir süre önce yapılmış olduğu sonucuna varıyor. Daha sonra “biz onların eski olduklarını bildik ama bu kadar eski olduklarını bilemedik.” şeklinde sözlerine devam etti. Benson’a göre eski zaman sanatçılarının bu oyma-işlemeleri en aşağı 15,000 yıl önce yapmış olmaları kuvvetle muhtemel. Ancak bu sanatçıların tasvirle anlatmaya çalıştıkları şeyler belirsiz. Petrogliflerin bazıları bulut ve şimşeklere benzerken bazıları da baklava desenli. Ayrıca ağaç örüntüsüne benzeyen çizimler de mevcut. Winnemucca Gölü havzasına sahip olan Pyramid Lake Paiute kabilesi oymaların kutsal olduğuna inanıyor. *: Mağara resmi NEREYE 40


En Heyecan Verici 1 0 Keşif

Yeraltında kalmış yüz yıllık ağacın parçalarını gösteren Havadan Lazer Algılama arkeologların antik Angkor bölgesi hakkındaki anlayışlarını yeniden şekillendiriyor. Daha önceleri bilim insanları Kmer şehirlerinin ve tapınaklarının duvarlar ya da hendeklerle çevrelenmiş olduğuna inanıyorlardı.

Kmer İmparatorluğunun Yeniden Haritasının Çıkarılması Kamboçya, Siem Reap Vilayeti

Sidney Üniversitesi’nden Damian Evans’ın liderliğini yaptığı bir ekip tüm bu ağ dizgelerinin tahkimatın ötesine kadar uzandığını gösterdi. Örneğin, haritalama projesi Angkor Wat’ın meşhur hendeğinin her iki tarafında da şehirleşmenin olduğunu gösteren deliller buldu. Tam bu sırada M.S. 12.yy Kmer başkenti Angkor Thom fiziksel olarak dört katına çıktı. Görüntüleme yöntemi şehir-blok yapısının 3,5 milkare gibi çok büyük bir alanın da ötesine yayılmış olduğunu gösterdi. Aslında şehir 13 milkareden daha fazla bir araziyi kaplamakta. Ve planlanmış olan şehir alanı Angkor Thom’dan 100 yıl önceye tarihlenen Angkor Wat’ı da içine almaktadır.

Buluntular Angkor’un sahip olduğu olanakların ötesinde büyüdüğünden dolayı çöktüğü teorisini desteklemektedirler. Evans “Elinizdeki şey 20.yy’da arabanın icat edilmesi ve yaygınlaşmasıyla gelişen devasa ve düşük yoğunluktaki mega şehitlere benzer kentsel bir yapıdır.” der ve sözlerini “ çok büyük- daha az yoğunluklu bir çevre ile sarılı yoğun bir kent merkezi” şeklinde bitirir. NEREYE 41


Temmuz // 201 4

Sömürgeci Yamyamlık Virjinya, Jamestown İlk kalıcı Yeni Dünya kolonisi olan Jamestown’dan sömürgeciler arasındaki yamyamlık vakkalarını anlatmakta olan altı farklı rivayet yayılmakta. 1609-1610 yılı sert kışı boyunca 300 kişiyi etkileyen ve toplu açlığa sebep olan dönemle ilgili Jamestown’un eski başkanı George Percy 1625 yılında şunları yazdı, “hayatta kalmak için hiçbir şeyi yapmaktan kaçınmadılar… Mezarları kazıp ölüleri çıkarttılar ve onları yediler.”

Preservation Virginia’lı arkeolog William Kelso 1994’den bu yana Jamestown’u bu ilkbahara kadar kazıyordu ki Percy’nin ürkütücü açıklamalarından şüphelendi. Bunun akabinde yaptığı çalışmalar sonucu bu ilkbaharda ekibi 14 yaşındaki bir kıza ait kesilmiş kafatasını buldu. Kız çocuğu bir çöp çukuruna at ve köpek kalıntılarıyla gömülmüştü. At ve köpek bu insanların bir başka besin kaynağını oluşturmaktaydı. Başlangıçta Jane’in zenginler sınıfının bir üyesi olduğu düşünülüyordu. Ancak son yapılan analizler Onun daha alt tabakaya ait biri olduğunu gösterdi. Jamestown’un zenginleri kalay-kurşun alaşımı kaplardan yemeklerini yiyiyorlardı. Ve bu da kendilerini zehirlemelerine yol açıyordu. Jane’in kalıntıları herhangi bir Amerikan kolonisindeki yamyamlığı kanıtlayan ilk fiziksel kanıtlardır. Kelso, yamyamlığın varlığı konusunda hiçbir şüphenin olmadığını belirtti.

Dünyanın En Eski Limanı Mısır, el-JarfVadisi Arkeologlar Süveyş’in 110 mil güneyindeki el-JarfVadisi’nde yapılan kazılar esnasında tekne, halat ve çanak çömlek parçaları keşfetti. Bulunan eserler 4. Hanedan kralı ve Büyük Giza Piramiti’ni yaptıran Kufu ya da Keops’un hükümdarlık dönemine tarihlenmekteler. Bir araya getirilen büyük bloklar ve Keops’un isminin yazıldığı kireçtaşı levhalar L şeklindeki iskeleyi biçimlendirmektedir. Çok sayıdaki büyük gemilerden kireçtaşı çapalar bakır ve bazı taşların Sina Yarımadası’ndan Nil Vadisi’ne doğru ihraç edilirken yaptığı yolculuğa tanıklık etmektedirler. Paris Sorbone Üniversitesi’nden Mısır Bilimcisi Pierre Tallet “antik iç limanların nehir kıyılarında oldukları biliyoruz. Ama elJarfVadisi iskelesi kendine benzer

yapılardan 1,000 yıl daha eskiye tarihlenmektedir.” demekte ve yaklaşık 4,500 yaşında bir liman olduğunu söylemektedir. Ayrıca, Tallet ve meslektaşları yüzlerce küçük parça arasında 10 tane çok iyi korunmuş papirüs buldu. Bir araya getirip birleştirilmesinin çok zor olduğu bu belgeler Mısır’da şimdiye kadar bulunmuş olan en eski papirüslerdir. Onlardan birisi Eski Krallığın Büyük Piramiti inşaa eden görevlilerinden biri olan Merrer adındaki bir adamın yazmış olduğu günlüktür. Tallet piramitin inşaası hakkında çok kısıtlı bilgilerin olmasına rağmen, anı defterinin her çalışma günü için kesin beyanlar sunduğunu söylüyor.

NEREYE 42


En Heyecan Verici 1 0 Keşif

Almanya, Stolpe

Kazıcı Yaratıklar

İngiltere, Cumbria

Kaliforniya, San Diego Saha çalışması uzun bacaklı insanlar için rahatsız edici olabilir. Ama kazma için çukur açan hayvanlara güveniliyor. Bu kürklü yaratıklar Avrupa’nın iki farklı bölgesinde paha biçilemez yardımlar sağladılar. Bir porsuk Kuzey Almanya’da 9 tane 900 yaşında ölü gömüsü keşetti. Araziyi kazmaya devam eden arkeolog Felix Biermann bu mezarlar hakkında hiçbir bilginin olmadığını ve posuğun desteği olmaksızın araştırma yapmanın da bir gerekçesinin olmadığını belirtti. Ingiltere Cumbria’de tünel kazan köstebekler 2. yy Whitley Kalesi’nde antik objeleri yukarı itti ve çok değerli kaledeki Roma hayatını kanıtlayan nesneleri açığa çıkarttılar. Yalnızca önceden olan iki kazı vardı. Ve şimdi Whitley Kalesi koruma altında ki bunu arkeologlar asla ortaya çıkaramazlardı. Başka bir örnek de eğitimli torpil (mayın) bulan yunuslar San Diego açıklarında bir tane 1 9. yy Howell torpidosu keşettiler. 50 tane yapılmış olan bu torpidolardan sadece 2 tanesi önceden bulunabilmişti. Hazırlayan: Cansu Karamurat NEREYE 43


Temmuz // 201 4


Güneş Akdoğan

Gezginler (ya da turistler, seyyahlar, gezentiler, aylaklar vb…) çoğunlukla gıpta ile bakılan, hayranlık duyulan ve bazı zamanlarda ise alaycı tepkilere maruz kalan kişilerdir. Kime sorsanız hayatı boyunca seyahat etmeyi istediğini, bunu hep hayal ettiğini söyler. Gerçekte çok az kişi bunu gerçekten başarabilir. Her fırsatta farklı coğrafyalar, farklı yerler görmeyi isteyen fakat bunu başaramayanlar ise önünüze bir sürü farklı sebep sunar. Bu sebeplerin bir çoğunun akla yatkın, mantıklı gelmesi son derece doğal olsa da hepimiz biliyoruz ki bunlar bir avuç bahaneden fazlası olamaz. Hal böyle olunca kedi – ciğer ikilisi misali gezginler hakkında bir sürü söylenti, önyargı ile dolu fikirler ortalığa saçılmaktadır. Biraz önyargıları yıkmak, biraz da yanlış olduğunu düşündüğüm yorumlara açıklık getirmek amacıyla gezginler hakkında yanlış bilinen gerçekleri sıraladım. Acaba gerçekten gezginler düşündüğünüz gibiler mi; yoksa hiç akla gelmeyecek tarzlara mı sahipler? Buyrun okuyun.

Gezginler Küstah ve Kibirlidir

Karşılaştığım: “İyi ki bir yer görmüşsün, ikide bir lafa sokmasan olmaz!” Ne zaman cümleye “Hiç unutmam bir gün

Belgrad‘dayım…” veya “Biliyor musun Cebelitarık aslında…” diyerek başlasam bazı insanların bunu küstahlık, kibir veya kendini beğenmişlik olarak yorumladığını gördüm. Bunu görmek beni gerçekten de üzüyor. Gerçek: Çoğu zaman gezginler gittikleri

Sohbet etmek için bir araya gelen gezginlerden daha keyifli ne olabilir ki?

yerler hakkında konuşmayı severler. Uzun bir yolculuğa çıkan kişinin elindeki en güzel bilgiler bunlardır. Genelde bu tür cümleler uydurma veya hava atmak olarak algılansa da gezginlerin gittikleri yerleri anlatması gerçekten de heyecanlı ve keyif vericidir. Normal olarak insan hayatında olup bitenler hakkında konuşmayı sever. Tıpkı bir doktorun acil serviste olanları anlatması veya bir öğretmenin arkadaşlarına sınıftaki çocuklar hakkında bir şeyler anlatması gibi gezginler de yaşamları gereği gezdiği, gördüğü yerleri anlatmaktan keyif alırlar.

Gezginler Zengin İnsanlardır

Karşılaştığım: “Aylarca evinden uzakta, oradan oraya yürüyerek seyahat ettiğine göre çok zengin olmalısın!” Çok

zengin olsam yatımla, karavanımla ve hatta özel uçağımla seyahat ederdim dostum. NEREYE 45


Temmuz // 201 4

Gerçek: Gerçekten de seyahat etmek pahalıya patlayabilir. Bir çok

gezginin sıradan bir vatandaştan daha zengin olmadığını biliyorum. Buna ben de dahilim. Benim için buna rağmen seyahat etmeyi başarmak zorlu fakat muhteşem bir deneyim olmuştur. Seyahat etmek her türlü para biriktirmeye, gerektiğinde günlerce basit bir noodle ile hayatta kalmaya, çoğu zaman yemek ve yatacak yer karşılığı hiç aklınıza gelmeyen işleri yapmaya kesinlikle değer. Eğer size bir yıl boyunca sadece makarna, peynir, ekmek yedikten sonra biriken paranızla 6 aylık Hindistan seyahati yapabileceğinizi söylesem, inatla eve kebap sipariş etmeye devam eder misiniz?

Gezginler Çalışmaz

Karşılaştığım: “Bu kadar çok gezip tozduğuna göre hiç bir işte dikiş

tutturamadığın çok belli.” Hey, sadece işe yaramazlar mı tatil yaparlar sanıyorsun? Gerçek: Sağlam bir yıllık izin ve bu izinde çılgınca tatil yapmak isteyenleri yıllar süren ağır iş hayatı beklemiyor mu? Buna karşılık benim gibi yıllık izin almayı bekleyecek kadar sabırlı olmayanlar da yol üzerinde eğitim, tarla, hostel gibi farklı alanlarda çalışabiliyor. Para kazanırken hiç aklınıza gelmeyecek yerlerde, hiç duymadığınız, bilmediğiniz yeni deneyimler kazanmanın en iyi yolu da budur. Bir çok genç gezgin gittikleri yerlerde gönüllü işler yaparak hem çalışıyor hem de seyahat edebiliyor.

Gezginler Hayal Dünya’sında Yaşarlar

Gezginler Kafasına Estiği Gibi Çekip Giderler

düzenli bir iş sahibi olsan, aile kursan, normal bir hayatın olsa fena olmaz mı?” Bana “NORMAL”in resmini çizebilir misin Abidin?

yok. Canın ne zaman istese çantanı alır, canının istediği yere gidersin.” Bu cümleyi her duyduğumda derin bir Ahhh! çekerim. Sevgili dostum Gabriel en yakın şahidimdir. 10 yıldır yaptığım planların sonunda kendisine inatla “Kalmak mı zor, gitmek mi?” diye sorduğum soru her daim aklımda.

Karşılaştığım: “Ne zamana kadar böyle yaşayabilirsin? Artık

Gerçek: Bir çok insana göre gezginler sorumluluktan

kaçan, gerçek!? Dünya’ya uyum sağlayamayan serserilerdir. Kabul ediyorum, seyahat etmek bir çok normal durumun dışında davranmama sebep olabilir. Buna davranışlarım, fikirlerim, tepkilerim, yaşam tarzım da dahildir. Hatta bir serseri olduğumu bile söyleyebilirim. Fakat bu beni bir hayal dünyasının kahramanı yapmaz. Seyahat ederken düşündüğünüzün tam tersine, gerçek sandığınız hayatta yaşarken hiç olmadığım kadar disiplinli davranmak zorundayım. Gerçekten disiplinli bir hayatım olmadığını düşünenlere blogumu detaylı bir şekilde incelemelerini tavsiye ederim. Hem gerçek denilen hayatın sadece 9′dan 5′e kadar dört duvar bir ofiste ekrana bir takım yazılar yazmak olduğunu düşünüyorsanız vakit kaybetmeden bir psikologa görünmelisiniz.

Kaynak:http://www.drummerlizard.com/

Karşılaştığım: “Ohh ne güzel arkadaşım, seni bağlayan hiç bir şey

Gerçek: Siz de canınız ne zaman isterse çantanızı alıp

canınızın istediği yere gidebilirsiniz! Bunu isteyen herkes yapabilir. Gezginler uzaydan gelmiş canlılar değillerdir. Hatta bir çoğu ortalama bir zekadan fazlasına bile sahip değildir. Bu konuda bana güvenin. Ben de (tanıdığım bir çok gezgin de) kafama estiği an çekip gitmekten en az sizin kadar korkarım, çekinirim. Gezginler de değer verdikleri bir ailenin üyesidir, sevdikleri, kopmak istemeyecekleri dostları vardır, Dünya’nın bir ucunda 6 ay gezebilmek için düzene sokmak zorunda oldukları bir hayatları vardır. Tıpkı herkes gibi. Burada fark yaratan durum son derece basittir. Gerçekten farklı yerleri, kültürleri, hayatları, deneyimleri yaşamak isteyen kişiler sadece hayal kurmakla yetinmiyor. Gerekli planları, düzenlemeleri yapıyorum, sahip olduğum, korumak istediğim bir çok şeyden vazgeçerek yollara düşüyorum. NEREYE 46




Laodikeia

Laodikeia Antik Kenti 2003 yılında kazılmaya başlanmış ve şuan görülen tüm eserler toprak altındaymış. 10 yılda inanılmaz bir yol kat edilmiş ve kent yeni bir Efes olma yolunda ilerliyor. Laodikeia Antik Kentinde kazılar 12 ay aralıksız devam ediyor. Bu özelliğiyle Türkiye’de bir ilk olma özelliğine sahip. Ben kenti gezerken bir yandan da meslektaşlarımın yani arkeologların çalışmalarını izliyorum. Sanırım bu muhteşem güzelliği bu özverili çalışmaya borçluyuz. ent adını Seleukos kralı II.Antiokhos’un karısı Laodike’den alıyor. MÖ.3.yy’da kurulan kentin geçmişi aslında Tunç Çağına kadar dayanıyor. Kent MS.7.yy da geçirdiği büyük depreme kadar ihtişamlı yaşamını sürdürmüş depremden sonra tamamen terk edilmiş ve günümüz Denizli kent merkezine taşınmış. Kentin her bölgesinden çalışmalar devam ediyor. Kısa süre önce İncil’de sözü geçen Anadolu kiliselerinden biri Laodikeia’da bulundu. Ziyaretçilerin bu muhteşem yapıya girmelerine şuan için izin verilmiyor. Fakat kazı başkanı Prof. Dr. Celal Şimşek üniversiteden hocam olduğu için gezebiliyorum. Size buradan şunun bilgisini verebilirim. Önümüzdeki yıllarda Laodikeia Antik Kentinin adını çok duyacaksınız. Daha önce taban mozaiklerinin bu kadar sağlam kaldığı bir kiliseye rastlamadım.

K

Kent, daire biçimli surlarla çevrili biri kuzey, diğeri kuzeydoğuda iki tiyatro kalıntısı var. Kentin bu özelliği onu yine eşsiz kılıyor. Laodikeia öyle bir antik kent ki Anadolu’nun en büyük stadyum yapısına sahip. Aynı zamanda içinde 4 hamam bulunduran da tek kent. Kent en parlak dönemini yaşadığında dokumaları ve iç çamaşırları bir marka konumundaydı. Denizli’nin tekstilciliğinin tarihi kökleri olduğu anlaşılıyor. NEREYE 49


Temmuz // 201 4

Laodikeia’da Hıristiyanlığın Önemi ve Yedi Kilise

Ortaya çıkışı ile birlikte başta Doğu Bölgeler olmak üzere hızla yayılmaya baş¬layan Hıristiyanlığın Anadolu topraklarına ulaşması şüphesiz İsa’nın havarilerinden olmayan Aziz Paulus’un yaptığı geziler sayesinde olmuştur. İsa’yı rüyasında görerek benim tabirimle bir maceraya atılan Paulus, daha önce amansız bir biçimde karşı çıktığı bu yeni inancın en ateşli savunucusu olur ve onu yaymak için yolculuklar yapar, topluluklara mektuplar yazar. İşte bu mektuplardan biri de Laodikeia’ya gönderilmiştir. Anadolu’nun MS 1. yy’daki sosyoekonomik yapısına bakıldığında Laodikeia kenti Batı Anadolu’nun büyük merkezlerinden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Aziz Paulus’un Efes kentine kadar yaptığı üçüncü yolculuğu sırasında Laodikeia Kilisesinde okutulması için bir mektup göndermesi de kent nüfusunun bu dönemde Hıristiyan bir topluluğu barındıracak yoğunlukta olduğunu göstermektedir. Laodikeia, antik yol güzergâhları üzerindeki kavşak noktasında olması, topografik yapıya bağlı Seleukos politikasına uygun yer seçimi, askeri, idari ve ekonomik konumu sebebiyle bölgenin merkezi konumundadır. Roma İmparatorluk Dönemi’nde, kent stratejik öneminin de etkisiyle daha da büyümüş, ticarette özellikle de yün ve tekstil ticaretinde adını duyurmuştur. Antik Dönem’de büyük üne kavuşan Laodikeia yünlü dokuma ürünleri, İmparator Diocletianus’un (MS 284-305) MS 301 yılına ait fermanındaki fiyat genelgesine de girmiştir. Roma İmparatorluk Dönemi ile birlikte kentin kazandığı bu ticari kimlik ve kentte yaşanan ticari devinim, hem sanat hem de dini açıdan yeni akımların kente kolayca girmesini ve tanınmasını sağlamıştır. NEREYE 50


Laodikei Antik Kenti'nden Pamukkale manzarası görülmeye değer. Kazı ekibi tapınağı restore ettikten sonra modern bir çatı ile korumaya almış ve bu muhteşem manzarayı seyderebilmemiz için seyir terası oluşturmuşlar.



Kente girişte sizi Doğu Bizans Kapısı karşılıyor ve hemen arkasından uzayıp giden Suriye Caddesi. Bu cadde toplam 900m uzunluğunda fakat 400m'lik kısmının kazısı yapılmış ve ayağa kaldırılmış. Caddenin ortasında kanalizasyon sistemi, iki yanında bir ya da iki basamakla yükseltilen portikler ve gerisindeki dükkan sıraları yer alır. Erken Bizans Döneminde yeniden ayağa kaldırılan cadde iki sütun bir ayak sistemine göre yapılmıştır. Cadde tabanlarında devşirme mermer mimari bloklar ile kanalizasyon kapağı olarak heykeller kullanılmıştır.


Temmuz // 201 4

Depremler ve savaşlarla yıkılan Helenistik Kent, Bizans Döneminde yeniden ayağa kaldırılıyor. Suriye Caddesinin kanalizasyon sisteminde kapak taşı olarak kullanılmış işlemeli bir mimari blok.

2006-2011 yılları arasında kazısı tamamlanan ve 2000 m².lik ada (insula) üzerine inşa edilen A Evi, iç avlulu (peristylli) üç ev kompleksinden meydana gelmektedir. A Evi’nde toplam olarak 47 mekân, 5 dükkan ve 2 koridor yer almaktadır. Özellikle 1 No.lu Ev, peristylli avlusu, çeşmesi, havuzu, fırını ve bu alanın çevresine sıralanmış diğer mekânları ile tipik Roma İmparatorluk Dönemi sivil konut mimari planını bozulmadan günümüze yansıtmaktadır.

Dükkanların hemen önünde yer alan bir oyun tahtası. Bizans Döneminde sütun başlıkları oturak olarak kullanılmış.

NEREYE 54


Tapınak A yapısının kazıya başlangıç aşaması

Yapılan çalışm

Suriye Caddesi’nin kuzeyinde yer alan Tapınak A, etrafı portiklerle çevrili (58 x 42.33 m, 54 ninde prostylos planlı (4 burgu yivli sütunlu) yapı, traverten bloklarla inşa edilen ve merme yapılan tapınak, Severuslar ve İmparator Diocletianus Dönemi’nde (MS 284-305) büyük ça

Kazılarda ortaya çıkarılan bulgulara göre, tapınağın altındaki tonozlu mekânın MS 4. yy’d Laodikeia Kilisesi’nin arşiv binası olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Tapınak A, bölgedek Yapılan restorasyon çalışmaları sonunda, tapınağın prostylos sütunları ve az sayıda avlu po yanındaki korkuluklar restore edilmiştir. Tapınağın giriş kapısı orijinal hali esas alınarak t (kutsal oda) altında yer alan ve tonoz örtüsü yıkılmış bulunan mekânın üzeri, çelik konstrü


malardan sonra son hali

Kazı ve restorasyon çalışmalarıyla ilerleyen yıllarda ki durumu

4 adet sütunlu) dikdörtgen planlı bir avlunun kuzey tarafına inşa edilmiştir. Korinth düzeer plakalarla kaplanmış olan yüksek bir podyuma sahiptir. Antoninler Dönemi’nde (MS 2. yy) aplı tamiratlar geçirmiştir.

da Hıristiyanlığın resmi din olarak kabul edilmesinin ardından, hemen yanında bulunan ki tüm antik kentleri etkileyen MS 494 yılı depremi ile birlikte yıkılmıştır. ortiği sütunu ile toplam olarak 19 adet sütun ayağa kaldırılmış, merdiven basamakları ve iki amamlanmış ve yan duvarları yükseltilerek cephesine üçüncü boyut kazandırılmıştır. Naosun üksiyonla desteklenen kırılmaz cam ile kaplanmıştır.


Laodikeia

Denizli horozunun geçmişi çok eskilere dayanıyor. Kentten çıkan bu horoz işlemeside modern bir şekilde sergileniyor.

Hellenistik Dönem’de yapılan Batı Tiyatrosu artan kent nüfusuna cevap veremeyince, ikinci tiyatro olarak MS 2. yy’da yapılmıştır. Yapı, topografyaya uygun şekilde yamacın oyulmasıyla inşa edilmiştir ve kuzeydoğuya Lykos Ovası’na bakmaktadır. Tek diazomalı olan yapı 110 m, orkestrası ise yaklaşık 40-41 m çapında olup sahne yay şeklindedir. Orkestranın geniş tutulması, oturma basamaklarının daha eğimli düzenlenmesine neden olmuştur. Bina değişik tamiratlarla MS 7. yy’a kadar kullanılmıştır. NEREYE 57


Temmuz // 201 4

Anadolu'nun en büyük stadyum yapısına sahip kentte henüz bu alanda bir çalışma yapılmamış.

Latrina (tuvalet)

Kendine özgü kertenkeleleriyle biyolojik çeşitlilik yönünden de çok zengin Laodikeia Antik Kenti mutlaka görülmesi gereken değerlerimizden.




Celal Şimşek

Ülkemizde her yıl onlarca üniversite açılır oldu ve hemen hemen hepsinde arkeoloji ilk açılan bölümlerden biri durumunda. Her yıl yüzlerce mezun vermesinin karşılığında öğrencilerin önü pek de aydınlık gibi gözükmüyor. Ama şu da bir gerçek ki hangi bölümden mezun olursanız olun kendinizi geliştirmediğiniz takdirde her zaman işiniz çok zor olmuştur. Bu gerçekleri önümüze koyarak arkeoloji dünyasının Türkiye’de ki en yetkin isimlerinden Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Celal Şimşek ile kendi hayatı üzerinden ve yaşadıklarını anlatarak arkeolojiye gönül vermiş insanları bir nebzede olsa bilgilendirmek istedik. Umuyoruz ki röportajımızı beğenirsiniz. Hocam röportajımıza başlarken ilk merak ettiğimiz konu arkeoloji bilimine ilginiz ne zaman oluştu ve çocukluğunuzda da arkeolog olmayı hayal ediyor muydunuz?

Aslında arkeolojiyi çocukluğumda hiç seçeceğimi düşünmedim size bunu açıkça söyleyebilirim. Hatta ve hatta lise son sınıfa gelene kadar düşünmedim. Bizim zamanımızda şimdi olduğu gibi böyle çok dershane yoktu Denizli’de. Şimdi bizim zamanımız deyince M.Ö.’de anlaşılmasın (gülüyoruz). Ben 1982 senesinde Denizli Lisesi’nden mezun oldum. Bu yıllarda hafta sonları Denizli Lisesi’ndeki hocalar gönüllü ders veriyorlardı. Birde hiç unutmuyorum Büyük Dershane’nin çok kalın bir kitabı vardı (şimdi bu dershane var mı bilmiyorun). O kitabı aldım ve okudum. Arkeoloji bölümleri bizim mezun olduğumuz sene ilk defa üniversiteye öğrencilerini dil puanı ile aldı. O dönemde arkeoloji bölümü 5 üniversitede vardı. Bilemiyorum belki dil bilinmesi zorunlu gibi bir şart koydular onun için böyle bir puanlamaya gidildi. Bende dil puanı ile arkeoloji bölümüne girdim. Şimdi bu bölümü neden tercih ettiğimi söyleyeyim size. O dönemde Selçuk Üniversitesi, edebiyat Fakültesi bünyesinde yer alan bölümün tam adı Arkeoloji ve Sanat Tarihi olarak geçiyordu. Böyle olunca da bana biraz cazip geldiğini söyleyebilirim şahsen. Hem Sanat Tarihi hem de Arkeoloji eğitimi alacağımı ve uzmanlık alanımın daha geniş olacağımı düşündüğümden dolayı seçtim. Aslında benim hayalim Edebiyat okumaktı bunun sebebi de şiire karşı aşırı bir ilgim olmasıydı. Birkaç şiirimi de takip ediyorsanız web sayfamızda yayınlıyorum. Kısaca şöyle diyeyim ben o zaman kader bizi arkeolog olmaya doğru zorladı , fakat okumaya başlayınca da bırakamadım, sevdim. NEREYE 61

Peki arkeoloji okuma kararınızı ailenize nasıl anlattınız? Sevmeden sadece puanım yetti diye okunabilecek bir meslek değil.

Şimdi şöyle başlayayım o zaman. Ben Denizli, Çameli’nin bir köyünde doğdum ve annem babamda okuryazar değildi. Babam sonradan öğrenmiş okumayı yazmayı. Babam çok müthiş el yazısı yazar ve benden başkada kimse okuyamaz (gülüyoruz). Arkeoloji için söylenende bir durum var aslında elit bir kesime hitap eden hobi olarak yapılan maceraperestlerin mesleği derler.

Zaten bizim dönemimiz başlayana kadar da öyleymiş bunu söyleyebilirim. Birde 1983’de ben arkeoloji bölümünü kazandığımda çok öyle işsizlik yoktu. Ya arkeolog oluyordunuz ya da öğretmen bu ikisinden birisini mutlaka oluyordunuz. Mezun azdı hocam değil mi?

Tabii mezun azdı gençler hiç yanlış olmasın ama o sene 30 bin öğrenci almıştı üniversiteler. Açık öğretim de yeni yeni kuruluyordu yani girdiğiniz zaman böyle gelecek kaygısı yoktu. Üniversiteden mezun olduğunuzda bir şekilde iş buluyordunuz.

Hocam sizin dönemleriniz için mezun az ve mezun olmakta zor derler.


Bu çok doğru bir tanımlama. Şimdi biz ilk derse girdiğimizde Prof.Dr. Levent Zoroğlu hoca derse gelmişti mitoloji dersiydi hiç unutmam bu anımı. Biz tabii sınıfta 25 kişi falanız hoca o zaman kızmıştı “bu kadar kalabalık sınıf mı olur” diye. Bizden önce ki sınıf 10 kişiymiş. Bizim sınıfımızda 20 kız 5 erkekti ve hepsi kolej mezunuydu. Birde dil puanıyla aldığı için kimsede İngilizce sorunu yoktu ama o halde bile 4 yıl İngilizce eğitimi aldık. Ben bunun yanında birde pedagojik formasyon aldım ne olur ne olmaz diye. Demiştim ya arkeolog oluyordunuz ya da öğretmen. Aslında siz bir müzeci olarak başladınız meslek hayatınıza. Peki daha sonra eğitimci olmaya nasıl karar verdiniz? Pamukkale Üniversitesi’nde Arkeoloji Bölümünü kurmak nasıl bir düşüncenin ürünüydü ve hangi aşamalardan geçtiniz?

Bu soru önemli bir soru. 86 yılında okulu bitirince 87 yılında Y.Lisans eğitimine başladım. 1988’de de Klasik Arkeoloji alanında sınava girdim ve Adıyaman Müzesi’ne atandım. O zamanlar da çok az arkeolog alıyordu

Temmuz // 201 4

Bakanlık. Belki öğrenciler atama konusunda şuan daha şanslı fakat bu seferde mezun olan öğrenci sayısı çok fazla. Şimdi ben size bir örnek vereyim. Biz o dönemde 500 kişi sınava girdik 5 kişi alındı. O dönemde önce yazılı bir sınava giriyordunuz daha sonra da mülakat uyguluyorlardı. Esasen ben yazılı sınavı birincilikle kazandım fakat torpilimiz yoktu herhalde, nerden bulacağız torpili mülakat sonucuyla birinci yedekten atandım. Böyle olduğu için normalden 3 ay sonra atandım Adıyaman Müzesi’ne. 90 yılında yüksek lisansımı tamamladım. Levent Zoroğlu hoca ile çalışmıştım Burdur Müzesi’ndeki Kırmızı Figürlü Seramiklerdi tez konum. Adıyaman Müzesi’nde arkeoloji ile buluşmam başladı diyebilirim. Derslerde gördüklerinizin çok dışında eserlerle karşılaşıyorsunuz. Bu açıdan müzede bulunan ekipte çok önemli. Benim şanlı olduğum diğer bir noktada budur, aslında çok uyumlu bir ekibin üyesi olmuştum. 4 yıl görev yaptıktan sonra 92 yılında Denizli Müzesi’ne tayin oldum. Kendi memleketim olduğu için gelmekte istiyordum. Y.Lisansı bitirdikten sonra doktoraya devam etmek istiyordum, fakat Adıyaman uzak bir bölgede olduğu için yapamıyordum. Zaten arkeoloji bölümü o zaman çok az üniversitede bulunuyordu seçeceğiniz yerler de belliydi.

Denizli’ye geldikten sonra ben de Laodikeia’yı gördüm. Gerçi daha önceden biliyordum fakat görevli olarak gelince bu sefer sorumluluk içinde gezdim kenti buda başka bir etki bıraktı bende. Kendi kendime dedim ki “ben bu kenti kazmalıyım”.

NEREYE 62


Celal Şimşek

Müze arkeologları ören yerlerini belirli periyotlar halinde denetlerler biliyorsunuz. Denizli’ye geldikten sonra ben de Laodikeia’yı gördüm. Gerçi daha önceden biliyordum fakat görevli olarak gelince bu sefer sorumluluk içinde gezdim kenti buda başka bir etki bıraktı bende. Kendi kendime dedim ki “ben bu kenti kazmalıyım”.

Şimdi geçen gün bir hesap yaptım Türki tane öğretim üyesi ve asistanı olan başka

Hocam siz hazır konuyu açmışken biz bir soru daha ekleyelim buna. Tanışmanız bu şekilde oldu fakat başka bir kent değil de “Neden Laodikeia”?

Tam böyle başladı işte tanışmam. Önceden biliyordum ama hiç o gözle bakmıyordum. Bu dediğim sizler içinde geçerli aslında. Şimdi birçok kaynak var ve görsel medyadan dolayı daha çok bilgi sahibisiniz. Bizim zamanımızda Türkçe kaynak yoktu. Bir işte Ekrem Akurgal hocanın Anadolu Uygarlıkları kitabı vardı o da sonra çevrildi Türkçeye. İlk Anadolu’da kazı yapılan kentleri tanıtan monografik bir kaynaktır. Hala öğrenciler bakar bu kitaba fakat şimdi çok değişti oradaki bilgiler. Şimdi ben kenti kazmaya karar verdim fakat bunu yapmak için akademisyen olmam gerektiğini biliyordum. Sonra çok enteresan bir şey oldu. Konya-Selçuk Üniversitesi’nde Prof.Dr. Ramazan Özgan hocayı aradım. Kendisi doktora hocamdır çok sevdiğim, değer verdiğim bir insandır. Dedi ki “Celal doktoraya gel”. “Müracaatlar ne zaman” diye sordum.”Oğlum” dedi “müracaatlar yarın bitiyor” (gülüyoruz). Bunu duyunca hemen apar topar gittim otogara bir bilet buldum geldim Konya’ya. Başvuru yaptım ve mülakatlara girdim sonra 93 yılında doktoraya başladım. Devlet memurluğunda öyle bir şey vardır, bir yere gittiğinizde, zor bir iş varsa ya da bir yerlere birileri gönderilecekse son geleni gönderirler (gülüyoruz). Bu herhalde her yerde öyledir gençler ama ben bunun çok faydasını gördüm. 5 yıl kadar Denizli Müzesi’nde çalıştım ama ben Hierapolis’de durdum. Özelliklede Güney Nekropolü kazılarını yürüttüm. Orada baya bir tecrübe kazandım kazı çalışmaları ile ilgili olarak. Tabii bu sırada da doktora tezimi hazırladım yani anlayacağınız iki işi bir arada yürüttüm. Ancak arkadaşlar laf etmesin diye benim bir prensibim vardı hiç gündüz mesai saatlerinde doktora tezimi çalışmadım. Çoğu zaman müzede sabahladım. Bekçi hep söylerdi bana “yav Celal bey zaten 1-2 saat sonra geri geleceksin ben bir çay demlerim şuradan simit alırız kahvaltımızı yaparız” derdi. Bizde orada sabahı bekçinin yaptığı çayla birlikte geçiştirirdik. Şunu unutmayın karşınıza bir hedef koyacaksınız ve onun doğrultusunda çalışacaksınız. NEREYE 63

Şunu unutmayın karşınıza bir hedefkoyacaksınız ve onun doğrultusunda çalışacaksınız.

Ben bu sözü hep gençlere söylüyorum. Açıkçası söylemek gerekirse biz köylü çocuğu olduğumuz için kimse elimizden tutmadı. Biz başkalarına göre daha fazla çalışmak zorundaydık. Belki bir adım gerideydiniz, bir dezavantajınız vardı.

Bir adımda değil belki iki-üç adım geriden başladık. 97 yılının mart ayında doktoramı bitirdim ve 24 Aralık’da da Pamukkale Üniversitesi’nde Arkeoloji Bölümünü kurdum. Bilal hocanız (Prof.Dr. Bilal Söğüt) 1 Haziran 2000’de gelmiş bölüme. Mustafa hocanız ise (Yard.Doç.Dr. Mustafa Büyükkolancı) 15 Nisan 2002 yılında gelmiş bölüme. 2002 yılında YÖK Arkeoloji ve Sanat Tarihi bölümlerini ayırdı. Ben hep söylüyorum bizde sacın ayağı sağlam bastı yere.


Temmuz // 201 4

iye’nin en büyük arkeoloji bölümü 30 a bir bölüm yok

Böyle demeyelim de en çok göze batan kazıları yapan bir bölüm diyebiliriz. Klasik Arkeoloji bölümümüzde 4 profesörümüz var. Bundan ziyade alttan da genç nesil sağlam geliyor. Sıfırdan bir şeylere başladık ve ciddi anlamda bölümü bir yerlere getirdiğimizi düşünüyorum. Yeterlimi derseniz tabii değil ama bizde durmuyoruz sürekli çalışmalarımıza devam ediyoruz. Birazda teknik birkaç soru soralım hocam. Laodikeia Antik Kenti’nde kazılar başlamadan önce 2002 yılındaki halini biliyoruz. Şuan ise karşımızda oldukça ihtişamlı bir kent var. Bunun nedeni kazılarınızın 12 ay boyunca sistemli bir şekilde devam etmesi mi?

Laodikeia kazıları ülkemizde ilk olma özelliği taşıyor. Kazı yapmak bir ekip işi, restorasyon keza öyle. Bunun yanında bir finans işi. Hadi bunların ikisini finans ve ekibi bulursunuz da birde iklim işi. İklim kazı yaparken çok önemlidir. Kibyra’da 4-5 ayı geçemezsiniz, Kars’ta 2 ay. Sonra ne oldu kış başladı. Şimdi bakın bunlar hep birbirleriyle alakalı iklim de yetmiyor bunun yanında Üniversitenizle kazı alanınız arasındaki mesafede önemli. Laodikeia şehir merkezinde bir kazı sadece 6km uzaklıkta.

Mustafa hocanız, Bilal hocanız ve ben. Bilal hocanızla zaten okuldan buyana tanışıyorduk. Özellikle Mustafa hocanızın mimari alandaki tecrübesini bildiğim için çağırmak istedim ve o da teklifimizi kırmadı ve bölüme geldi. Mustafa hocamızda sizin gibi müzeci.

Evet aynı şekilde oda doktoralı bir müzeci. Hocanızı bizimle birlikte birkaç yer daha istemişti ama o gitmedi bizi tercih etti. Bu hocalarımla birlikte bir macerayla bu bölümü kurduk diyebiliriz. Şimdi geçen gün bir hesap yaptım Türkiye’nin en büyük arkeoloji bölümü 30 tane öğretim üyesi ve asistanı olan başka bir bölüm yok. En çok kazıya sahip olan bölümlerden biride diyebilir miyiz?

Evet, örneğin ben sabah derslere giriyorum öğlen kazıya gidiyorum. Akşamüzeri tekrar okula dönüyorum. Biz biraz farkına vardık mı? Varmadık mı? Bilmiyorum ama Türkiye’de arkeolojinin konsepti biraz değişti gibi geliyor bizimle. Bunun sebebine gelince çünkü biz kazı ve restorasyon projelerini bir arada yürütüyoruz. Yetişmiş bir ekibimiz var tabii bu ekibi tutmak içinde para lazım. Peki bu nasıl oldu derseniz. 2008 yılında Denizli Belediye Başkanı şuanda Ekonomi Bakanımız Sayın Nihat Zeybekci ile Kültür ve Turizm Bakanlığı arasında yapılan bir protokol sayesinde oldu. Bize Denizli Büyükşehir Belediyesi bu finansları , bu altyapıyı sağlamamış olsa bu şekilde çalışamazdık. Benim her zaman söylediğim bir söz vardır. Bir Japon atasözü “dağ size gelmez sizin dağa gitmeniz lazım” der. Yani kazı yapacaksanız altyapıyı kurmak zorundasınız, ekibi tamamlamak zorundasınız ve finansı sağlamak zorundasınız. Kazı başkanları aynı zamanda planlamacı ve iyi ekonomisttir de. Bu röportajı yaptığımız gün itibari ile Laodikeia’da 180 kişi çalışıyor.

NEREYE 64


Celal Şimşek

İşçi ve uzman ekip birlikte mi?

İkisi beraber, haziran ayı itibariyle okullar kapanınca öğrenciler gelmeye başlıyor ve sayı 250 civarını buluyor. Laodikeia kazılarını düşünecek olursak hemen hemen 1000 kişilik bir kitlenin geçimini sağlıyor. Şimdi çok bölüm açıldığından ve öğrencinin çokluğundan söz ediyoruz ama 12 ay boyunca bizde çalışan işçiler haricinde 15 arkeolog, 10 restoratör, 3 mimar ve 30 tane de usta var. Kazımızın ana iskeletini bu kadro oluşturuyor.

Laodikeia kazısı Denizli’ye mal olmuş bir kazıdır. Bu da hep birlikte ekip olarak özverili bir şekilde çalışmamız sayesinde oldu diye düşünüyorum.

Peki hocam diğer kazılar ne yapabilir? Bu desteği bulmak ve kazılarını daha kapsamlı sürdüre bilmek için.

Dediğim gibi arkeolojik kazı bir finans işi. Siz ne kadar sürdürmek isteseniz de finans olmazsa kazıyı sürdürmenizin mümkünü yok. Biraz önce söylediklerim aynen geçerli olmak üzere tüm şartları sağlayan bir kazı alanı olmalı. Benim şüphesiz ki bir tavsiyem olamaz. Herkesin bir çalışma sistemi ve tekniği vardır, ama bizim sistemimiz böyle. Sürekli projeler yapıyoruz, mümkün olduğu kadar belediyeye de yükümüzü azaltmak istiyoruz. Belediye aracılığıyla bizim aldığımız kaynağın çoğu emlak vergilerinden oluşuyor. Belediye yerel seçimler öncesi sizi desteklemeye devam edeceklerini kampanyalarında da belirtmişti.

Şimdi Laodikeia kazısı Denizli’ye mal olmuş bir kazıdır. Bu da hep birlikte ekip olarak özverili bir şekilde çalışmamız sayesinde oldu diye düşünüyorum. Bildiğiniz gibi Denizli bir sanayi kenti ama bunun yanında da bir turizm kenti. Türkiye’de turizm açısından ilk 5 e giriyor ve Pamukkale’nin yılda 2 milyonu aşan bir ziyaretçi sayısı var. Laodikeia’da tam ortalarında yer alıyor. Özellikle de yol güzergahında olması ve Yedi Kilise’den birine sahip olması açısından turistlerin uğrak yeri olmuş durumda. Uzun süreli çalışmalarımız sonucunda Laodikeia UNESCO Geçici Dünya Kültür Mirası listesine dahil edildi. Hep beraber, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın da büyük katkılarıyla İyi işler yapmış olmalıyız ki bunun sonuçlarını da aldığımızı görüyoruz. NEREYE 65

Arkeoloji’nin sadece arkeologlardan oluşmayan bir bilim dalı olduğunu biliyoruz. Buna dayanarak da siz hangi bilim dallarından uzmanlarla çalışıyorsunuz.

Arkeoloji bilimi büyük bir fanus . Geçmişte yaşayan insanların bıraktığı somut verileri incelediğimize göre bunun içinde şiir var, bunun içinde mimari var, bunun içinde kültür var, bunun içinde sanat var, bunun içinde spor var en uç noktaları söylüyorum size. Aklınıza ne geliyorsa var. Arkeoloji’nin dünyadaki gelişen konseptine bakarak bizde Laodikeia’da yaşayan bir arkeopark kuralım diye konuşuyoruz. Şimdi bizim ekibimizde arkeologlar, mimarlar, sanat tarihçiler, restoratörler var. Özellikle antropolog uzmanlar var. Jeologlar var ekibimizde özellikle bölgenin depremselliğiyle ilgili çalışmalar yapıyorlar. Ortak çalıştığımız botanikçiler var. Yeni çıkardığımız kitapta onların da flora ve fauna üzerine yazıları oldu. Epigraflar var yazıtları bize çözümlüyorlar. Arkeoloji diğer bilim dallarını da içinde barındıran çok geniş bir alan. Düşünün ki kimyacının arkeoloji ile bağlantısı var.


Temmuz // 201 4

Kazı çalışmalarına başlarken kütüphane olabileceğini düşünerek başladık daha sonra çalışmalar ilerledikçe yapının Laodikeia Kilisesi olduğunu anlayabildik. Yapının önemi vurgulamak için şunu söyleyeyim hemen Büyük Konstantinus döneminde yapılmış ve orijinalliği bozulmamış tek yapı diyebiliriz. MS. 494 yılında kent tamamen yıkılmış ve bitmiş neredeyse. Halk kenti terk etmiş yapılarda yıkıldığı haliyle kalmış. Şuanda kilisede hemen hemen 8-9 restoratör çalışıyor. 12 ay üzerinin kapalı olduğu bir çatı örtüsü var. Özelliklede mozaiklerin ve opus sectile döşemelerinin sağlamlaştırılması yapılıyor. Laodikeia Kilisesi Türk Arkeolojisi açısından uygulanan restorasyon teknikleri bakımından çok özel bir yerdedir. Bir proje hazırladık ve Güney Ege Kalkınma ajansına bu projeyi sunduk finans oradan sağlandı. Üst örtü projesi bitince bu yıl Ekim ayı gibi Laodikeia Kilisesi’ni ziyarete açmayı düşünüyoruz. Bu güzelliği hep birlikte yaşayacağız. Geçtiğimiz aylarda Uluslararası Arkeoloji Uygulamaları Sempozyumunu ilk defa siz düzenlediniz bir nevi önderlik yaptınız diyebiliriz. Bunu düzenlemenizde ki amacınız neydi ve arkeoloji bilimine nasıl bir katkısı oldu?

Fizikçinin arkeoloji ile bağlantısı var. Arkeolojinin içinde her şey var esasen, onun içinde çok farklı bakış açılarına sahip gruplarla çalışılması yararlı olur diye düşünüyorum. Öğrencilerin de anı defterlerimize yazdığı gibi “kaz kaz nereye kadar”. Geçtiğimiz yıllarda Hıristiyanlık açısından önemli bir kilise buldunuz. Bulunan kilise ne açıdan önemli ve restorasyon çalışmaları tamamlanıp ne zaman tam olarak ziyarete açılacak?

Bizim için Laodikeia Kilisesi çok önemli. Biliyoruz ki özelliklede Büyük Konstantinus zamanında Hıristiyanlığın kabul edilmesiyle birlikte Laodikeia’da bu din çok hızlı bir şekilde yayılıyor. Biz aslında kiliseyi tesadüfen bulduk. Az önce dediğim gibi teknolojiyi de kullanıyoruz. Değişik projelerden aldığımız tam takım GPR dediğimiz bir sistemimiz var. Aynı zamanda Fotogrametrik Scanner kullanıyoruz. Biz o bölgede tarama yaptık 11 tane nişi olan dikdörtgene yakın kare planlı bir yapıya rastladık.

Biraz önce de söylediğim gibi arkeolojinin sadece kazma olmadığını, kazdığınız yapının restorasyonunu ve konservasyonunun doğaya açık olduğu için iyi bir şekilde yapılması gerektiğini savunuyoruz. Ülkemizde çeşitli yerlerde ve kazılarda farklı uygulamalar yapılıyor tabii bunun birde uluslararası kriterleri var. Böyle bir sempozyuma öncülük etmemizin sebebi ortak ve evrensel bir noktada buluşalım istedik. Dünyanın kabul ettiği standartlar doğrultusunda uygulamaları yapalım düşüncesiyle de elimizi taşın altına koyduk. Kazı sonucunda ortaya çıkardığınız her malzeme eşsiz. Üzerinde çalışma yaparken hata yapma gibi bir lükse sahip değilsiniz. Evrensel kriterler çerçevesinde bunu en iyi şekilde korumalısınız, ayağa kaldırmalısınız ve gelecek kuşaklara aktarmalısınız. İşte tamda bunun için yaptık sempozyumu. Arkeolojik alanlarda uygulama yapan mimarlar, restoratörler, kimyagerler, fizikçiler ve kazı başkanları gibi çeşitli bilim insanlarının yoğun katılımıyla gerçekleşti. Bunun biz 2.sinin yapılmasını ve süreklilik arz etmesini istiyorduk ama kimse pek sahip çıkmadı. Çünkü sempozyum düzenlemek çok zor ve sempozyum sonunda herkesi memnun etmek de imkansız. Önemli olan ortak noktada buluşmaktır. Şimdi NEREYE 66


Celal Şimşek

Hep öğrencilerime söylüyorum mesleği seviyorsanız ve bu meslekle ilgili fedakarlık yapacaksanız devam edin. Şöyle söyleyeyim ben tekrardan dünyaya gelmiş olsam yine arkeolojiyi seçerdim.

bu Güney Ege Kalkınma Ajansı’ndan bizim bir finansımız var sempozyum düzenlemesiyle ilgili bende buradan sizin aracılığınızla söylüyorum 2.sini de zannedersem biz yapacağız. Bu sayede belki her yıl olmasa bile iki yılda bir yapmak üzere geleneksel hale sokmayı düşünüyoruz. Böylece herkes birbirinin ne yaptığını görmeli ve doğru noktasında birleşmeli. Bence eleştirmek çok kolay, birbirimizi eleştirme yerine nasıl doğru noktada buluşabiliriz bilinciyle hareket edebilirsek arkeoloji için daha güzel olacağını düşünüyorum. Yeri gelmişken sempozyumda tartışılan önemli konulardan biride arkeoloji biliminin konumuydu. Hocam sizce arkeolojinin önceliği bilim yapmak mı? Olmalı yoksa turizm mi?

Bu çok tartışılan bir mesele olarak son zamanlarda karşımıza çıkıyor. Arkeolojik bir alan sadece bilim insanlarının değildir, evrensel kültür mirasıdır. İşte hemen yanımızda Pamukkale ve Hierapolis UNESCO listesinde keza Laodikeia geçici listeye girmiş durumda. Ben burayı kazıyorum siz buraya gelemezsiniz diye bir şey yok. Bu evrensel kültür mirasını herkesin görme hakkı var. Benim nasıl kazı yapmak ve çalışmak hakkımsa, başka bir insanın da görme hakkı var. NEREYE 67

Bunu böyle ayrıştırma değil de arkeolojik çalışmalardan hem bilim insanları yararlanmalı hem de turizm yönünü ön plana çıkmalı diye yorumlamak daha doğru olur. Bunların ikisi birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Bugün dünyada turizm bakımından örnek verecek olursak mesela İtalya’da milyonlarca İnsan arkeolojik alanlarını ve müzelerini görmeye geliyor. Mesela Fransa’da özellikle Louvre Müzesi’nde uzun kuyruklarda bekleyerek içeri giriyorsunuz. Yani burada sadece bilim insanları çalışacak içeri girmeyin diyebilir misiniz? Karşılıklı olarak birbirinden yararlanma şeklinde olmalıdır. Benim görüşüme göre bu yönüyle bakmamız gerekir. Hocam öncelikle bizi kırmayıp röportaj teklifimizi geri çevirmediğiniz için teşekkür ederiz. Son olarak artık mezun olan öğrencilere ne gibi tavsiyeleriniz var ya da kendilerini geliştirmek adına neler yapmalılar sorusuyla bitirmek istiyoruz.

Özellikle sosyal medya üzerinden kampanya yapan bizim gibi takipçileri fazla hocalara yüklenen bir grup var. 500 arkeolog istihdamı ya da işsiz arkeologlar kampanyası için ne yapacaksınız diye yükleniyorlar. Bizim öncelikli görevimiz bilim insanı olarak öğrencilerimizi en iyi şekilde eğitmek. Eğitmemek gibi bir lüksümüz olamaz


Temmuz // 201 4

Ama benim öğrencilerime her zaman söylediğim tavsiye, bu bilim dalı gelecekte sizin omzunuzda yükselecek. Bize bir bayrak teslim edildi, biz o bayrağı bir yerlere götürmeye çalışıyoruz. Siz onu daha üst noktaya taşımak zorundasınız, çünkü dünya çok küçüldü artık. Benim öğrencilere tavsiyem 1.sınıftan itibaren çok iyi bir şekilde hazırlanmaları, hem dillerini geliştirmeliler hem de bilim dalına vakıf olmalılar. Yaz dönemlerinde mutlaka kazılara katılmaları çok önemli. Okullarını bitirdikten sonra Bakanlık azda olsa alımlar yapıyor. Yeni kurulan büyükşehir belediyelerinde arkeolog istihdamları zorunlu hale gelecek ve yeni kadrolar açılacak şüphesiz. Bunlarında ötesinde özellikle üniversitelerde ÖYP kadroları açılmaya başlandı. Bunun içinde en önemli olan lisans not ortalamanızın yüksek olması. Ardından ALES sınavına girerek ondanda yeterli puanı almanız gerekiyor. Yine aynı şeyi söylüyorum kendini çok iyi yetiştirmiş arkeoloji bölümünden mezun bir kişi rahat bir şekilde iş bulur diye düşünüyorum. Problem aslında öğrencilerin moralinin biraz bozuk gelmesiyle başlıyor bunu düzeltmekte bizim elimizde. Bu yönde teşvik ediyoruz fakat çalışarak bir yere gelinebileceğini unutmamaları gerekiyor. Sizin bu çabanız boşa gitmeyecektir bundan emin olabilirsiniz. Hep öğrencilerime söylüyorum mesleği seviyorsanız ve bu meslekle ilgili fedakarlık yapacaksanız devam edin. Şöyle söyleyeyim ben tekrardan dünyaya gelmiş olsam yine arkeolojiyi seçerdim. Çünkü hiç kimsenin tatmadığı güzellikleri ve mutlulukları yaşıyoruz. Bunları aynı şekilde öğrencilerimizin yaşaması içinde uğraşıyoruz. Bizler mezun ettiğimiz öğrencilerin bir yerlere geldiğini gördüğümüzde gerçekten çok mutlu oluyoruz. Kendi kendime o zaman diyorum ki gerçekten iyi yetiştirmişiz ve bu mutluluğu tarif edemem size. Benim son söyleyeceğim öğrencilere çalışmaları, çalışmaları ve çok çalışmaları.

NEREYE 68




Kaman - Kalehöyük Kazıları

1986 yılının 31 Mayıs’ında vurulur ilk kazma. Türkiye’nin önemli bilim insanlarından Arkeolog Prof. Dr. Tahsin Özgüç’ün öngörüleri ile başlar kazı. Bir dünya mirasını Kırşehir Kaman’a kazandıracak yatırım, kilometrelerce öteden, deniz aşırı bir ülkeden gelir. Ve ilk kez bir prens ‘Kazı Heyeti ŞerefBaşkanı’ olarak Türkiye ve Dünya tarihine geçer. Bu prens: Japon Altes Prensi Takahito Mikasa’ dır.

Sinan Özcan

NEREYE 71

İç Anadolu’nun tam ortasında önemli bir ticaret yolunun üzerinde yer alan ve birbirinden özel binlerce eseri bağrına basan Kalehöyük; 280 metre çapının, 16 metre yüksekliğinin içinde yüzyıllar boyunca dört ayrı kültür katmanını saklayıp, bu şaheserlerin günümüze ulaşmasını sağladı. Ne var ki; Kaman-Kalehöyük’ün görücüye çıkan eserleri hâlâ buzdağının görünen yüzü kadar. Eski çağlardan modern çağa; Anadolu tarihini ve onun dünyadaki yerini ortaya koyan kazıların 50 yıl boyunca sürmesi, Kalkolitik ve Neolitik Çağlara ait eserlerin ve eski kültür katlarının gün ışığına çıkması bekleniyor. Önemli bir ticaret yolunun üzerindedir Kaman – Kalehöyük. Eğitimini Japonya ve Türkiye’de tamamlayan ve 38 yıldır Türkiye’de yaşamakta olan Dr.Sachihiro Omura başkanlığındaki Japon kazı heyetince yürütülen kazılar ile hedeflenen; Anadolu’nun ortasında yer alan Kalehöyük’ün kültür stratigrafisinin incelenerek Anadolu’nun Dünya tarihi ve kültürleri içerisinde hangi rolü oynadığını öğrenmek. Kazılar sonucunda, Eski Tunç Çağı (M.Ö.23.-20.yüzyıl), Orta ve Geç Tunç Çağı (M.Ö.20.-12.yüzyıl), Demir Çağı (M.Ö.12 – 4.yüzyıl) ve Osmanlı Dönemi (M.S.15 – 17. yüzyıl)’ne ait bulgular ortaya çıkarıldı.

Yukarıda bahsettiğimiz önemli ticaret yolu kavramı, herkesin bildiği üzere Asur Ticaret Kolonileri Çağıdır. Bu dönemde Kaman Kalehöyük’te güçlü yerleşimler ve buluntular tespit edilmiş, bunlar gün ışığına çıkarılmıştır. Kalehöyük’te yapılan kazılar; gerek kültür varlıklarımızın tanıtılması, bilimsel olarak değerlendirilmesi, koruma altına alınması, sergileme açısında disiplinli bir program sürdürülmesi bizlere verilecek bir ders niteliğindedir aslında. Bulunduğu Kaman ilçesinin ve Çağırkan kasabasının sosyoekonomik yapısına olan etkisi ve bölge insanının da buna katılması, taktirle karşılanacak bir oluşumdur. Kaman’da bir caddeye Japon Prensi’nin adının verilmesi ve bölge halkının kazı ekibini benimsemesi ile uzun yıllar süren kazı çalışmaları(yaklaşık 36 yıl), ayrıca orada kazı yapan işçilerin bilgibirikimi ve işlerine duyduğu saygı ile profesyonellikleri dikkat çekici unsurlardır. O kadar yazdık çizdik… Peki bu kazıdan çıkan eserler müzeye nasıl hazırlanıyor? Envanteri nasıl tutuluyor? Hangi şartlar altında korunmaya alınıp sergilenmek için bekletiliyor? Bu eserler nerede incelenip yayınları yapılıyor? İşte tüm soruların cevabı, Kalehöyüğün yanı başında bulunan JAPON ANADOLU ARKEOLOJİ ENSTİTÜSÜ’ dür.


Temmuz // 201 4

Enstitü, Kaman İlçesi, Çağırkan Beldesinde, Kalehöyük kazı evinin yanında bulunmaktadır.2006 yılında yapımına başlanan Enstitü’de; Araştırma Bölümü, Depo Bölümü ve Lojman bölümü olmak üzere 3 bölüm vardır. Araştırma Bölümü; kazıyla ilgili çalışmalar ve diğer araştırmalar için çeşitli labaratuarlar, çalışma odaları, kütüphane, konferans salonu ve fotoğrafhaneyi içermektedir. Bu enstitünün çalışma amacı; arkeolojik kazı ve yüzey araştırmalarını yürütmek, kazı ve araştırmalardan elde edilen bilgileri ve eserleri incelemek ve yayınlanmasını sağlamaktır. Ayrıca bölge halkına; eski Anadolu tarihi hakkında bilgi aktararak, tarihi miraslarına sahip çıkmalarını sağlamak da Enstitünün en önemli amaçlarından biridir. Kaman Kalehöyük Kazıları neticesinde ülkemize kazandırılan önemli bir yapı da KAMAN KALEHÖYÜK ARKEOLOJİ MÜZESİ’dir. Yıllardır süren kazılarda çıkarılan eserlerin yerinde sergileme ihtiyacı ortaya çıkmış bu sebeple, Japon hükümetinin "kültürel mirası koruma programı" kapsamında verdiği hibe ile yapılan, 2008 yılında inşaatına başlanan müze Japon Prensi Tomohito Mika ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın katılımları ile 2010 yılında açılmıştır. Müze, günümüz müzecilik anlayışına farklı bir bakış açısı getirmiş, enstitü ve kazı alanıyla birlikte bir bütün oluşturması ülkemizdeki tek örnek olmuştur.Aynı zamanda gerek mimari gerekse teknolojik açıdan bir çok alanda ülkemiz müzecilik anlayışına değişik bakış açıları kazandırmıştır. Höyük şeklindeki mimarisi Kalehöyük'ten esinlenilerek yapılmıştır. Müze tasarımında Kalehöyük kazılarından çıkan buluntuların sergilenmesi amacı güdülmüş ve bu amaç kadar, höyük kazısında kullanılan özel yöntemlerinde ziyaretçilere anlatılması amaçlanmıştır. Arkeologların, eski eser ve mimari kalıntıların ortaya çıkarılması için höyük üzerinde, 10x10m boyutlarında açtıkları açmalar

müzenin açık sergi alanında görülmektedir. Arkeolojik eserlerin zamana ve ortam koşullarına karşı korunmasını sağlamak üzere özel iklimlendirilmiş deposu ve sergileme sistemi ile buradaki kültür mirasının sonraki nesillere en iyi şekilde aktarılması amaçlanmıştır. Eserlerin sergileniş biçiminde diğer müzelerden farklı olarak, en üst tabakadan alt tabakalara doğru inen bir kronolojik sistem uygulanır. Bunun sebebi ise halen kazıların sürmesi ve en tabakalara henüz inilememesidir. Vitrinlerde sergilenen eserlerin bir bölümü tanımlarıyla ve bir bölümü de eserin nasıl kullanıldığını gösteren çizimlerle desteklenmiştir. Teşhir salonunda, ziyaretçilerin, Kaman Kalehöyük, Yassıhöyük ve Büklükale ören yerleri hakkında fikir sahibi olmaları için duvarlar bir takım tanıtıcı fotoğraflarla birlikte bilgi sahibi olunabilecek kronolojik cetveller, tanıtım panoları ve görseller eşliğinde sunulmuştur. Ayrıca müzede yapılan çocuk ve uzman eğitimi projeleri de gerçekten profesyonelliğin ürünüdür.

İşte bütün bunlar Anadolu’da arkeolojiye verilen önemi göstrermektedir. Yapılan kazı, kurulan enstitü ve müze konteksi gerçekten bir arkeoloji tutkunluğunun göstergesidir. Bizler burada bunu sayfalarca yazabiliriz. Binlerce resimle size yazdıklarımızı kanıtlayabiliriz. Ama hiçbir yazı ya da resim, oraya gidip te gördükleriniz gibi olmayacaktır. Çünkü sizler, o küçük kasabanın o harika müzenin ve enstitünün içine girdiğinizde benim bu yazdıklarımın önemi olmayacak. Orada yaşadığınız ve geçirdiğininz saatleri unutamayacaksınız. Sizlerden ricam: gidin oraya, gezin-görün düşünün! Evet düşünün. Çünkü orada sizleri düşündürecek (iyi anlamda ) bir çok şey bulacaksınız.

NEREYE 72




Özel Röportaj

S.Ö---HOCAM ÖNCELİKLE VAKİT AYIRDIĞINIZ İÇİN TEŞEKKÜR EDİYORUZ. TÜRKİYE’YE GELİŞİNİZİN BİR HİKAYESİ VAR MI? NASIL GELDİNİZ ÜLKEMİZE?

S.O--- 1972 YILINDA JAPONYA DA MEZUN OLDUKTAN SONRA YÜKSEK LİSANS İÇİN TÜRKİYE YE GELDİM. TÜRKİYE TAM BİR ARKEOLOJİ CENNETİ. DÜNYANIN TARİH MERKEZİ BANA GÖRE TÜRKİYEDİR. BENİM GELDİĞİM YILLARDA ARKEOLOJİ ÖĞRENCİSİ ÇOK AZ SAYIDAYDI. ANCAK SON YILLARDA ÇOK İYİ BİR SAYIYA ULAŞILDI. GELDİĞİMDE DE TAHSİN ÖZGÜÇ HOCAMIZLA TANIŞMAYI ÇOK İSTİYORDUM. ANKARA ÜNİ. DİL-TARİH FAKÜLTESİNDE HİTİTOLOJİ BÖLÜMÜNE BAŞLADIM. DAHA SONRA DOKTORAMI ÖN ASYA ARKEOLOJİSİ ÜZERİNE YAPTIM. S.Ö--- PEKİ HOCAM TAHSİN HOCAMIZ SİZE NELER KATTI. HAYATINIZDAKİ ÖNEMİ NEDİR TAHSİN HOCANIN.

S.O--- HİTİTOLOJİ BÖLÜMDE OKURKEN TAHSİN HOCAYLA BAĞLANTI KURUP YANINA GİTTİM. KONUŞTUKTAN SONRA İSTİYORSAN BENİMLE ÇALIŞABİLİRSİN AMA HİTİTOLOJİYİ BOŞLAMA BOŞ BIRAKMA DEDİ. SENİNLE ARKEOLOJİ ADINA ÇALIŞMALAR YAPARIZ DEDİ. BENDE HEYECANLANDIM TABİKİ HOCAM DEDİM. BUNUN MUTLULUĞUNU TARİF EDEMEM SİZLERE. TAHSİN HOCAYLA 32 SENE BOYUNCA BİLGİ ALIŞVERİŞİNDE BULUNDUK. BİLİYORSUNUZ Kİ O DÖNEMDE TAHSİN HOCA KÜLTEPE DE ÇALIŞIYORDU VE ÖN ASYA ARKEOLOJİSİNDE UZMAN BİR BİLİM İNSANIYDI.

NEREYE 75

S.Ö--- PEKİ HOCAM TAHSİN HOCAYLA BELİRLİ BİR GEÇMİŞİNİZ OLDU VE SİZ 1985TEN BERİ KAMANKALEHÖYÜKTE ÇALIŞIYORSUNUZ. BURAYI NASIL KEŞFETTİNİZ DİYE SORMAK İSTİYORUM.

S.O---KEŞİF YOK. OKULUM BİTTİKTEN SONRA TAHSİN HOCANIN YANINA TEKRAR GİTTİM. TAHSİN HOCAYLA NERDE KAZI YAPMAM GEREKTİĞİNİ KONUŞURKEN BANA GARANTİ YERDE ÇALIŞMALISIN DEMİŞTİ. YANİ İÇ ANADOLU BÖLGESİNDE OLMAM GEREKTİĞİNİ SÖYLEDİ VE BEN DE ZATEN İÇ ANADOLUYU İSTİYORDUM. BANA UZAK YERDE OLMA BENİM YAKINLARIMDA BİRYERDE KAZI YAPMANI İSTİYORUM DEDİ. TAHSİN HOCAM VE BEN BURADAKİ HÖYÜĞÜN VARLIĞINDAN HABERDARDIK VE BURADA ÇALIŞMAM GEREKTİĞİNİ SÖYLEDİ VE BENDE EKİBİMLE BURADA ÇALIŞMAYA BAŞLADIM. S.Ö----- HOCAM 1985TEN 2012 YE KADAR ARALIKSIZ OLARAK BURADA ÇALIŞTINIZ. TÜRKİYE ARKOLOJİSİNE NELER KAZANDIRDINIZ YADA BİŞEY KAZANDIRDIĞINIZI DÜŞÜNÜYOR MUSUNUZ?

S.O---- ASLINDA PEK BİRŞEY YOK. BİRŞEY YOK DERKEN YANLIŞ ANLASILMASIN BURASI O KADAR ZENGİN VE GÜÇLÜ Kİ HENÜZ BİRŞEYLERİ AÇIKLAMAK İÇİN BİLE ERKEN. BİLİYORSUNUZ ARKEOLOJİ SÜREKLİ DEĞİŞEN BİR BİLİM. YARIN BİRGÜN BİR YERDE ÖNEMLİ BİR ŞEY ÇIKTIĞINDA ESKİYİ DEĞİŞTİREBİLİYOR. ÖRNEĞİN ARKEOLOJİ DÜNYASONDA 1100-700 YILLARI ARASI KARANLIK ÇAĞ OLARAK BİLİNİYOR. FAKAT BİZ BURADA KARANLIK ÇAĞA TARİHLENEN ZAMAN DİLİMİNDE ÇOK GÜÇLÜ YAPILARA VE ESERLERE RASTLADIK. BENİM DE BUNU BİLİME SUNMAM İÇİN İNSANLARA AÇIKLAMAM İÇİN BANA ZAMAN GEREKİYOR. O YÜZDEN ÇALIŞMALARIMIZI TİTİZLİKLE YAPIP, İNSANLIĞA VE TÜRKİYE YE SUNMAYI HEDEFLİYORUZ. BİLİYORSUNUZ BURADA DÜNYANIN SAYILI MÜZELERİNDEN BİRİ OLAN VE JAPON PRENSİMİZ MİKASA’NIN KATKILARIYLA AÇILAN KAMAN KALEHÖYÜK ARKEOLOJİ MÜZESİ VAR. MÜZEMİZ O KADAR ZENGİN VE ZİYARETÇİ AÇISINDAN YOĞUN Kİ BU İNSANLARA DAHA İYİYİ DAHA GÜZELİ SUNMAK İÇİN ÇALIŞIYORUZ ASLINDA.


Temmuz // 201 4

S.Ö--- HOCAM GÜNÜMÜZDE YAŞANAN ÖNEMLİ BİR SORUNA DEĞİNMEK İSTİYORUM. SON YILLARDA ARKEOLOJİK SİT ALANLARI TAHRİP EDİLİYOR VE ÜZERİNE BETONLAR DÖKÜLEREK ÇEŞİTLİ YAPILAR YAPILMAK İSTENİLİYOR. BU KONU HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ.

S.O---- TÜRKİYE TAMAMEN MÜZEDİR. YANİ OLUŞUMUYLA YAPILARIYLA KENTLERİYLE TAM BİR AÇIK HAVA MÜZESİDİR. BUNU DA HERKES BİLMEK ZORUNDADIR VE ONA GÖRE DAVRANMALIDIR. BİZLER BÖYLE BİR DURUMLA KARŞILAŞIP TEPKİ GÖSTERSEK DEVLET BÜYÜKLERİ BİZE NE KARIŞIYORSUNUZ DER. FAKAT YAPILAN BU UYGULAMALAR ÇOK YANLIŞTIR. ŞU TÜRKİYE DE ARKEOLOJİYE ÖNEM VEREN KAÇ KİŞİ VAR. POLİTİKACILAR OLSUN HABER MERKEZLERİ OLSUN MEDYA OLSUN BUNLARDAN KAÇI ARKEOLOJİYE ÖNEM VERİYOR? BİZİM YAPACAĞIMIZ ÜLKE GENÇLERİNE BUNU AŞILAYIP ONLARA DERS VERMEK ZORUNDAYIZ. SİZ BİLEMEZSİNİZ DEYİP ONLARI KIRARAK DEĞİL DE HERŞEYİ HERKESE GÖSTERMEK ANLATMAK ZORUNDAYIZ.

S.Ö---- HOCAM SON OLARAK TÜRKİYEDEKİ ÜNİVERSİTELER DE ARKEOLOJİ BÖLÜMÜ ÇOĞUNLUKLA KLASİK ARKEOLOJİ ANA BİLİM DALI ALTINDA VERİLİYOR. SİZDE ÖNASYA ARKEOLOJİSİNDE UZMANSINIZ. ÜLKEMİZDE ARKEOLOJİ BÖLÜMÜ ALTINDA ÖN ASYA ARKEOLOJİSİ ANABİLİM DALI ÇOK AZ. SİZ BUNU NASIL YORUMLAMAK İSTERSİNİZ?

S.O----BENİM AÇIMDAN TÜRKİYE İÇİN EKSİ BİR DURUM. ÇÜNKÜ TÜRKİYEDE ON BİNLERCE HÖYÜK VAR. AMA KLASİK ARKEOLOJİYE DALINA GİREN, EGEDE AKDENİZDE YOĞUN GÖRÜLEN ANTİK KENTLERDE ÇOK VAR. TÜRKİYEDE HERŞEY VAR. AMA İNSANLAR ANTİK KENTLERİN O İHTİŞAMINI GÜZELLİĞİNİ GÖRÜNCE ONLARA İLGİ GÖSTERİYOR. HÖYÜĞE BAKIYOLAR Kİ BİR TOPRAK YIĞINI. GÖZLERİ KORKUYOR. O YÜZDEN KLASİK ARKEOLOJİYE YÖNELİYORLAR. BENCE ÖNASYA ARKEOLOJİSİNE DE ÖNEM VERİLMESİ GEREKİYOR.

S.Ö--- PEKİ HOCAM SİZ JAPONYADAN GELDİNİZ BURAYA. JAPONYADA BÖYLE BİR DURUMLA KARŞILAŞILDI MI HİÇ? YADA JAPONYA DA ARKEOLOJİYE NASIL DEĞER VERİYORLAR?

S.O--- JAPONYADA TOPLAM 44 İL VAR VE BU İLLERİN HEPSİNDE ARKEOLOJİ ENSTİTÜSÜ VAR. BU ENSTİTÜLERDE DE 30-40 ARASINDA ARKEOLOG ÇALIŞIYOR VE DEVLET YILLIK 200 MİLYON DOLAR ÖDENEK VERİYOR ARKEOLOYJİYE.

HOCAM VERDİĞİNİZ DEĞERLİ BİLGİLER İÇİN ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM. UMARIM BUNLARI HERKES BİLİR VE TÜRKİYEDEKİ ARKEOLOJİ GEREKEN ÖNEMİNİ KAZANIR. BİZLERDE SİZLER GİBİ BU YOLDA İLERLEMEYE ÇALIŞACAĞIZ. BİZLERE ÖNAYAK OLDUĞUNUZ İÇİN YOLUMUZA IŞIK TUTTUĞUNUZ İÇİN MİNNETTARIZ.

NEREYE 76




Kemal Kaya

Avustralya’nın neredeyse tam ortasında, çorak ve dümdüz ovada yer alan Ayers Kayası (Uluru) görenleri şaşırtıyor. Bu yaşlı kızıl kaya kütlesi, milyonlarca yıldır rüzgarların savurduğu kumlarla aşınarak meydana gelmiş. Avustralya yerlileri Aborjinler için kutsal olan bu kaya, günümüzde Avustralya’nın sembollerinden biri haline gelmiş. Güneşin konumuna göre gün içerisinde renk değiştiren Ayers Rock, şafak vakti turuncu, gün içerisinde paslı kahverengi, gün batımında ise inanılmaz güzellikte bir kızıl renge bürünüyor. Çölün ortasında yanan bir kor gibi görünen kaya, 1870 yılının başlarında Ernest Giles ve William C. Rose isimli iki kaşif tarafından keşfedilinceye kadar, hiçbir Avrupalı tarafından görülmemişti. Daha sonraları Güney Avustralya Bölgesi başbakanı olan Sir Henry Ayers adına ithafen bu kutsal kayaya Ayers Rock dendi. Avustralya’nın göbeğinde, Alice Springs Kasabası’na 450 km’e uzaklıkta bulunan Ayers Rock, isminin ilk akla getirdiği gibi aslında tek parçadan oluşan dev bir kaya değil. Çoğu kaynaklarda dünyanın en büyük tek parça çakıl taşı olarak geçiyor, oysa bu bir ynalış bilgi. Yeryüzü hareketleri ile 500 milyon yıl önce yukarıya doğru itilmiş olan bir kumtaşının büyük bir bölümü yer altında bulunuyor. Ayers Rock’un Kuzey Doğu tarafında yer alan 150 metre yüksekliğindeki dilim Kanguru Kuyruğu adıyla anılıyor. Kayalığın etrafında tam bir tur yürüyüş 4 saat sürüyor, uzunluğu ise 10 km.

NEREYE 79


Temmuz // 201 4

Aborjin Duvar Resimleri

Kütlenin 348 metre yükseklikte olan, yassılaşmış tepesi, inselberg veya ada dağ olarak adlandırılıyor. Yaklaşık 3 km uzunluğundaki Ayers Rock üzerinde çok sayıda oyukla görülebiliyor. Çoğu yerde tepesinden aşağıya doğru akan suların yarattığı oyuklar kayaya etkileyici bir görünüm kazandırmış. Kayanın yamacından aşağıya inen bir siyah çizgiler şeklindeki oyuklardan, yağış sezonda şelaleler dökülüyor. Kayalığın bazı bölümlerinde küçük göletler oluşturan yağmur suları, bu civarda yaşayan canlılar için de bir yaşam kaynağı. Kayanın güney ucundaki Maggie Kaynakları olarak bilinen gölet, en kurak mevsim dışında, hemen her zaman su bulunduruyor. Diğer göletler ise, birkaç hafta veya ay içerisinde kızgın çöl sıcaklarına dayanamayıp kuruyor. Bu göletlerde yaşayan ve boyları 1.8 metreye kadar uzayan son derece zehirli yılanlar, Aborjinler tarafından kutsal kayanın koruyucusu olarak kabul ediliyor. Kangurular, wallabiler, 150’ye yakın kuş türü ve yabani deve yine bu civarda yaşıyor. Bunun dışında çok çeştili cinte kertenkele, kurbağa, keseli köstebek ve fare, bu ekolojinin bir parçası olarak bu bölgede yaşamını sürdürüyor. Bölgede yaşayan Aborjin kabilesi olan Anangu halkı, bu kayalığı Uluru olarak adlandırıyor. Binlerce yıldır yaşamlarının merkezi olan bu kayaya büyük bir saygı duyuyorlar. Aborjin dilinde ‘gölgeli yer’ anlamına gelen kayalığın üzerindeki her oyuk, her mağara, her detayın onlar için önemli bir anlamı bulunuyor. Çoğunluğu Mutitjulu ve Kantju koyaklarında, kül ve odun kömürleriyle yapılmış Aborjin duvar resimleri Uluru’nun duvarlarını süslüyor. Uluru’ya komşu Kata Tjuta kayalıkları ile birlikte UNESCO Dünya Kültür ve Dünya Doğa Mirası Listesinde yer alıyor. 1985 yılında bu yana 1,400 km kare genişliğinde olan bu bölge Uluru-Kata Tjuta Milli Parkı olarak ilan edilmiş.

NEREYE 80


Kemal Kaya

Uluru nerede

Nasıl gidilir

Uluru, Alice Springs kasabasının yaklaşık 400 km güneybatısındaki Yulara yerleşim merkezinin yakınında yer alıyor. Her yıl 50 bini aşkın turist ziyareti alan Uluru, Avustralya’nın Kuzey Eyaleti (Northern Territory) toprakları içerisinde yer alıyor.

Qantas havayolları, Darwin, Sydney, Melbourne, Brisbane, Adelaide, Cairns ve Perth şehrinden Alice Springs’e günlük uçuşlar düzenliyor. Qantas havayolları Uluru’ya direk uçuşlar da yapıyor.

Alice Springs, Queensland eyaletine 1180 km; Darwin’e 1490 km uzaklıkta bulunuyor

Adelaide üzerinden The Ghan Railway treniyle de ulaşmak mümkün. Bu ünlü tren ile Alice Springe ulaşmanın maliyeti, uçak biletinden daha pahalı olabiliyor.

Ne zaman gidilir

Alice Spring’den karayolu ile gitmek mümkün.

Her mevsim gidilebilir, ancak bu bölge HaziranTemmuz aylarında gece çok soğuk; Kasım-Aralık ayalarında ise çok sıcak. Ocak ve Mart aylarında ise çok rüzgarlı olabiliyor. Benim bulunduğum Haziran döneminde kiraladığım arabanın camları buz tutmuştu, ancak gündüz sıcaklıkları makul düzeydeydi.

Kemal Kaya'nın bloğu ve yazının linki http://yoldaolmak.com/avustralya-kutsal-kaya-uluruayersrock.html

NEREYE 81


Temmuz // 201 4




Bira Arkeolojisi

Dr. Pat McGovern, bir biyomoleküler arkeolog ve Philedelphia'daki Pensilvanya Üniversitesi Müzesinde, Arkeoloji ve Antropoloji müzesinin 5.katında büyük ve esrarlı bir bilimsel ekipmanla bana bu süreci açıklıyor. 'Biz her zaman kızılötesi spektometresiyle başlarız.' diyor. Bu da bize organik maddelerin korunurluğu hakkında fikir verir. Orada tandem üzerinde bulunan sıvı spektometresinin, bazen iyon siklotron rezonans ile birleştiğinde ve katı fazlı mikro-ekstre gaz kromatografisi ve kütle spektometrisi ile birleşiyor. Sonuç? Bir bira tarifi...

B

irkaç gözenekli kil kırıkları yada bir bronz fincan reçine benzeri kalıntının, küçük kalıntılarıyla başlayan McGovern, bazı belirlemelere göre Antik Norseman veya Etrüsk veya Shany hanedanının binlerce yıl önce başladığı gibi içiyordu. McGovern, bir karton kutudan Çin antik çanak-çömlek kırıkları içeren çeşitli poşet çıkarır. o insanlarda M.Ö7000 lerde avcı-toplayıcılıktan çiftçiliğe geçiş başladı ve birkaç yüzyıl içinde dünyanın bilinen en eski içeceğe teşhis ettiğini tanımladı. Başka bir kutudan da M.Ö 1200-200 arasına tarihlenen dört iskandinav yerleşiminden toplanan çanak-çömlek artıklarını çıkarır. Bunların hepsini temel olarak özdeş olan içecekleri McGovern; bin yıldan fazla süren iskandinavyada 'Nordic Grog' ismiyle nitelendirdi. NEREYE 85

Detaylar, Danimarka Arkeoloji Dergisinin nisan sayısındaydı. Ama sizin merakınız daha çok biranın tadına yönelmiştir:) ve yakınlardaki bir şarap veya bira mağazasından en son bir Muirgen Birası isteyin. Daleware merkezli bir bira, 1997 yılında Antik Bira Serisi başlattı ve 1999 yılında Midas'a işaret ederek Türkiye'de 2.700 yıllık eski bir mezarda çömlek parçaları kalıntılarından esinlenerek McGovern ile birlikte çalıştı. Muirgenden sonra Çin, Honduras, Peru, Mısır, İtalya ve şimdide İskandinavyadaki arkeolojik buluntulara dayanarak bunları yeniden canlandırdı. Nordic Grog, Kvasir rekreasyonuyla efsanevi bir iskandinav ismini alır ve tükürük ile doğan cüceler tarafından öldürülür. Muirgen, yaklaşık 2300 kaba yapılmış ve bu kış 27 eyalette mevcut bulunmaktadır.


Temmuz // 201 4

Muirgen Birasının coğrafyalarda tadı değişebilir fakat hepsinin ortak bir yönü vardır: Değişmezdir. Bizi hayata geri getiren bu antik içeceklerin her birinin en az iki şeker kaynağı vardır. Şirketin kurucusu Sam Calagione; 'onlar bal veya üzüm, meyve veya tahıl olabilir.' diyor. Erken toplumlar lezzetleri böyle karıştırarak yapıyor ve siz de tadı merak edebilirsiniz. ama can sıkıcı bir soru: Neden durdular? Neden karmaşık, derin katmanlı içkiler sonra zaman içinde giderek homojenize olmuş bal likörü, üzüm şarabı likörü kategorisinde kısıtlanmış-silolanmış olsun? Nordic Grog dururken nasıl olur da Bud Light aldın?

'bir bira olarak tanımlanabilir olmayacaktır fakat deneysel bir biradır.'

Calagione, 1516 yılında Bavyera yöneticileri tarafından uygulanan kısıtlamalarda, bazı yığınlar tarafından Bira Saflık Yasası olarak bilinecektir. onlar bira için 'sadece su arpa ve şerbetçi otu' ile yapılabilir diyorlardı. Bira insanlar için 10bin yıl boyunca egzotik, mayalı ve karışık tarzda olmuştur. ama şimdiki biraya 500 yıllık bir gelenek dahilinde dünya çapında ticari olarak %99 oranında başvuruldu. Bu da Almanlar için oldukça fazla oranda kazanılmış bir savaştır. McGovern'in parçası için bira üreticileri, onun uzmanlaşması yönünde doğal bir ilerleme görür ve büyük ölçekte Muirgen üretimine başlar. Onlar; 'malzemeleri sınırla kullanarak insanlar için başarılı bir ürün olsun' diyorlar ve sonunda marketlerin onunla dolmasını istiyorlar. Kvasir kimsenin düşündüğü gibi akıcı bir ürün değildir. bu karışık bira, meyve şarabı, bal likörü ve (diğer maddeler arasında) çivanperçemi, kırmızı böğürtlen, kızılcık ve mersin ağacı şurubu ile tatlandırılmıştır. Calagione ise tadarken 'ben çok heyecanlıyım' diyor. Ben ise Kvasir'in ilkel bir lezzet olacağını düşündüm ve modern tadı: son derece kuru, parlak ve ekşiydi. Calagione Muirgeni ve sonraki Antik Birayı tartışırken 'bir bira olarak tanımlanabilir olmayacaktır fakat deneysel bir biradır.' olduğunu söylüyordu. Ama buna eski demek güvenlidir. Çok, çok eski..... NEREYE 86


ร zel Rรถportaj


E

llerim bulaşık detarjanı kokuyor, parmaklarımda mürekkep izi var. Mürekkepten asla rahatsız olmam, bulaşık yıkamak da bazen stresimi alır ancak burada değil, ben buraya ait değilim. Burası benim ne dünyam ne de hayalimdeki yer. Yapmak istediğim iş dağların arkasından gülümsüyor arada sırada. Sonra bir müşteri geliyor, o gülümseme siliniyor. Elimden gelenin en iyisini yapmak zorunda olduğumu biliyorum, aldığım parayı hak etmem gerektiğini de. Yoksa en başta kendime saygısızlık yapacağım, “başarısız” olarak görünmek de cabası. Bu zamana kadar çalıştığım işlerde, yaptığım stajlarda hep isteyerek öne atıldım ben. İlk kez bu kadar isteksizim. İsteksizliğim konsantrasyonuma yansıyor. Dikkatim sürekli dağılıyor. Elimden geleni yapmak istememe rağmen içimdeki ses bazen çok baskın çıkıyor ve bu isteğimi köreltiyor. “Ben Sanat Tarihi okudum, burada işim ne? Ben televizyoncu olmak istiyordum, Okan Bayülgen-Uğur Dündar-Yılmaz Özdil üçlüsüyle çalışmak en büyük hayalimdi ama şimdi buradayım. Tanrım neden?” Müşterilerin biri gidiyor, diğeri geliyor. Mızmızlık yapmayı kesmem konusunda uyarıyorum kendimi, gülümsüyorum sonra, gözlemlerimden yeni yazılar çıkarır; farklı hayatlar tanırım düşüncesiyle sarılıyorum işe. O zaman siliniyor “neden?” sorusu, yanıt aramaya da uğraşmadan sadece işimi yapıyorum. İlk kez bu kadar siliğim, lafa söze karışmadan sadece söyleneni yapıyor; işi öğrenmeye çalışıyorum. Çünkü biliyorum, başaramamak daha kötü, en kötüsü de bunca işsiz varken haksızlık yaptığını düşünmek zaten. Bu düşünceyle kendimi zorluyorum. “İşsiz de kalabilirdin. Evet, hayallerine geç kaldın, belki bambaşka bir yoldasın, belki hiçbir şey istediğin gibi olamayacak ama en azından kendi ayaklarının üzerinde duruyorsun, paranı kazanıyorsun. Az da olsa, kendin kazanıyorsun. Şimdi hak et onu” diyorum. Sanat Tarihi bölümünü okuyup da mezun olan çok az arkadaşımla görüşüyorum. Görüştüklerimin çoğu işsiz, bir kısmı da benim gibi çok farklı sektörlerde çalışıyorlar. Formasyon (bilmeyenler için öğretmen olmak isteyenlerin almak zorunda

Temmuz // 201 4

oldukları form, bu yüzden belirli bir ücret karşılığında bu sertifikayı veren üniversitelerden eğitim almak gerekiyor) deseniz eğitim sisteminin yapboz tahtasına dönmesi yüzünden bu sene önce Ales sınavı ile alınmasına karar verildi artık dönem ortalarında öğrendik ki bundan vazgeçmişler okuyan herkes formasyon alabilecekmiş, ben tek sene ile kaybettim. Umarım bölümde okuyanlar alabilirler ve aldıkları zamanda atanabilirler. KPSS’de sadece iki kişi alıyor bölüm yine. ÖYP, Öğrenci Yerleştirme Programı’nda da, daldan dala konduruveriyorlar sizi. İstanbul’da mı okudunuz, pat Van’dasınız. Ya da tam tersi. Her ülkemizin toprağı ancak bunun için uyumunu sen sağlıyorsun, verdikleri üç kuruş bursla geçinmeye çalışıyorsun. Sadece mezun olarak bir sürü problemle boğuşmuyor sanat tarihçisi. Öğrenci olarak sadece “sınavları geçme odaklı” insanlar var. Ne kadar yüksek alırsa, not kaçırırsa, birilerinin ayağını kaydırır; fikrini çalarsa o kadar çok prim yaptığını düşünen ve birlik olmazsa maalesef birilerinin hakkını her an gasp edeceğini bir türlü görmeyen öğrencilerden bahsediyorum. Azımsanamayacak kadar çoklar ve her an çoğalıyorlar. TÜSAK yasa tasarısını da yeni duyuyoruz belki de yeni farkına varıyoruz. Hani İngiliz modelinden (ç) alınma ancak içerik olarak uzaktan yakından bağımsız, tamamen Bakanlar Kurulu’na bağlıBaşbakan’ın atayabileceği kurul üyelerinin olduğu sanatla ilgili olduğu söylenen(!) yeni kanun taslağı. Devlet Tiyatroları’nı yok etmeye (özelleştirmeye) yönelik olduğu düşünen bir çok sanatçının 2013’te yaptığı onca eylem vardı ya, unuttunuz mu? İşte yasa tasarısının içeriğini okuduğunuzda bunu daha net göreceksiniz. Neyi mi? Birçok şeyin maddi ve manevi Başbakana, bakanlar kuruluna bağlandığında özgür bir sanattan uzaklaşacağımızı… “Ne sanatı be kardeşim? Açız!” diyenleri gördükçe gerçi bu yazıyı yazdığıma utanıyorum, geçenlerde 301 madencimiz “kaderin bir oyunu” sonucu hayatını kaybetti. O yüzden büyük sıkıntı var. Halkın bir kısmını sanata inandirmak da güçlük çekiyoruz, eğitimini alan bizler işimizi yapamıyoruz, bölümde okuyanların büyük bir çoğunluğu sırf üniversite bitirme derdinde. Oradan nasılsa farklı bir NEREYE 88


Sessiz Çığlık

sektöre kayacak, yeter ki bitirsin şu bölümü! Çok az insan da olsa iyi ki tanıyorum, halen idealist, bir şeyler yapabilme gücünü buluyor sevdiklerinden, içinden, yaşama azminden, hayat sevgisinden. Halen didiniyor, direniyor onca olumsuzluğa rağmen işte. Talim ediyor bazısı da benim gibi, çalışmak zorunda olduğundan, böyle düşününce utanıp işe sımsıkı sarılırken de diyor ki kendi kendisine: “daha kötüsü de olabilirdi, hadi kızım biraz daha!” Aslında o yüzden yazamıyorum kendi sorunlarımız o kadar büyük ki. Gençliğin en azından, tek bir fakültede dört sene boyunca okuyan 200 öğrencisini düşünün, bir kısmı bu dertlerle boğuşuyor. Ekmek elden su gölden de değil. Bence sanat tarihi stajları zorunlu olmalı çünkü mezun olduğunda nereye başvurursan başvur sana sordukları soru: “Deneyimin var mı?” “Deneyimim yok ama isteğim var. ” “E şey… Sabahları gelirsin yerleri şöyle bir silersin, rafları temizlersin, arada çay verirsin, gelen müşterileri ağırlarsın, tablolar hakkında bilgiler verirsin, ayda bir kez-sergi olduğunda-9’da çıkarsın. ” “Sigorta, yemek, yol?” “Hımm, sen de haklısın. Olabilir bunlar. ” “E yani olacak mı?” diyemiyorsun tabii anlatmaya başlıyorsun, eğer karşı tarafın yüzü son cümleyi söylerken hafiften gülümsüyorsa. Gülümsemiyorsa susuyorsun ve görüşme sona eriyor. Evet, bir çok yetenekli sanatçı var, açılan galeri var, yapılan müzayedeler ve sergiler var. Ama Sanat Tarihçileri bu trenin herhangi bir lokomotifi çok nadir olabiliyor. “Deneyim” kazanmak istese de tam tersine karşı tarafından denenen insanlar oluyorlar. Durum vahim, gerçekten. Canınızı sıkmak gerçekten istemedim. Ama çoğu mezunun, okuyan insanın hali bu. Bu yazıyı aslında utanarak yazdım, parmaklarımdan saç diplerime kadar terledim, utandım, sıkıldım, gerildim. Ama yazmam gerekiyordu. Bir şekilde demek gerekiyordu “buradayız” diye. Susmak doğru değildi. Ölen 301 madencimizin çalışma koşullarını düşündüm de sanırım ben mızmızlık ediyorum, vicdanım hiç rahat değil. Öte yandan şurası bir gerçek ki eğer sussaydım sanat tarihçilerinin görünmeyen, görünmek de istenmeyen hayatına kimse girmeyecekti. Gazetelerin arka sayfalarında, bazı televizyon programlarının son dakikalarında dillendiren bunca sorun, her şey gibi, unutulacak ve “hayat karanlık, yoz, renksiz, anlamsız” devam edecekti. Ben bunların olmasını istemedim ve yazdım. Yazmaya da devam edeceğim. Tüm içtenliğimle

NEREYE 89


Temmuz // 201 4

https://www.facebook.com/nereyedergisi

https://twitter.com/Nereyedergisi



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.