Jennifer Rudolph Walsh; Hadley, Griffin ve Wyatt Zangwill, Gabrielle Charbonnet; Monina ve Piera Varela Suzie ve Jack MaryEllen ve Andrew Carole, Brigid ve Meredith Uçun güzellerim, uçun!
5
Okuyucuya Maximum Ride* isimli bu kitabımın anafikri, yazarlığımın ilk dönemlerindeki Rüzgâr Estiğinde ve Göl Evi eserlerimde yer alan ve oldukça korkunç olayların yaşandığı bir okuldan firar eden Max adındaki karakterden yola çıkarak oluşturulmuş, kitaptaki birçok olayın temeli orada yaşananlar üstüne kurulmuştur.
* Son Hız (e.n.) 7
UYARI Bu hikâyeyi okumak cüretini gösterdiğiniz anda siz de deneyin bir parçası olacaksınız. Bunun kulağa biraz gizemli bir şey gibi geldiğinin farkındayım ama şu an için bundan fazlasını söyleyemem. Max
9
GİRİŞ
Tebrikler… Bu satırları okuyor olmanız, bir sonraki doğum gününüze dek hayatta kalmak adına dev bir adım attığınız anlamına geliyor. Evet, bu satırları okumakta olan sizlerden söz ediyorum. Sakın kitabı kapatıp bir köşeye koymayın. Çok ciddiyim, hayatınız buna bağlı… Bu, benim ve ailemin hikâyesi ama pekâlâ sizin de hikâyeniz olabilirdi. Hepimiz bu işin içindeyiz; bu konuda bana güvenebilirsiniz. Daha önceden buna benzer bir şeyi hiç yapmamıştım, o nedenle hemen konuya gireceğim, siz de beni takip etmeye çalışın. Tamam… Benim adım Max. On dört yaşındayım. Benimle kan bağı olmayan beş çocukla birlikte yaşıyorum ama onların ailem olduğunu size söylemeliyim. Bizler, nasıl demeli, oldukça etkileyici tipleriz. Yani bunu 11
James Patterson
kendimi övmek için söylemiyorum ama daha önceden gördüğünüz çocuklara hiç benzemeyiz. Aslında bizler oldukça güzel, hoş, zeki çocuklarız ama yine de “bildiğiniz” çocuklardan çok farklıyız. Altımız, yani ben, Fang, Iggy, Nudge, Gaz Adam ve Melek, hayal edebileceğiniz en hasta ruhlu ve korkunç “bilim insanlar”ınca belli bir amaç doğrultusunda kullanıldık. Bu iğrenç adamlar bizleri bir deney çerçevesinde yarattılar, ki söz konusu deney sonucunda yüzde doksan sekiz oranında insan özellikleri taşıyoruz. Ancak geri kalan yüzde ikinin bizi diğer çocuklardan çok çok farklı kıldığını size ifade etmeliyim. Bizler Okul adı verilen bilim laboratuvarı ile hapishane karışımı bir yerde tıpkı deney fareleri gibi kafeslerde büyüdük. Bütün bunların sonucunda hâlâ düşünebiliyor, konuşabiliyor olmamız bile oldukça hayret verici bir şey. Ama bunları yapabiliyoruz; diğer birçok şeyi yapabildiğimiz gibi… Okulda çocuklar üzerinde uygulanan deneyler dışında yapılan bir başka deney daha vardı. Bunun sonucunda hepsi vahşi hayvan özellikleri taşıyan yarı insan, yarı kurt biçiminde yaratıklar ortaya çıkmıştı. Bunlara “Silici” adı verildi. Bunlar güçlü, zeki ve kontrol altında tutulması zor yaratıklar. Dış görünüşleriyle insana benziyorlar ama istedikleri anda tüylü, büyük dişli ve pençeli kurt adama dönüşebilme yeteneklerine sahipler. Okul bu yaratıkları muhafız, polis ve cellat olarak kullanıyor. Silicilerin gözünde bizler hareket halinde olan hedefleriz ve tam da onların dişine göre, zeki birer avız. Aslına bakılırsa bu yaratıkların amacı, gırtlaklarımızı kesmek ve dünyada kim12
Melek Deneyi
senin bizler hakkında bir şey duymamasını sağlamak. Ama ben henüz pes etmedim. Bunu size rahatlıkla söyleyebilirim. Bu hikâye sizinle veya çocuklarınızla da ilgili olabilirdi. Bugün bunu yaşamamış bile olsanız gelecekte böyle bir şeyle karşılaşabilirsiniz. O nedenle lütfen ama lütfen anlattıklarımı ciddiye alın. Bu hikâyeyi size anlatmakla benim için önemli olan birçok şeyi tehlikeye atıyorum, ama sizin bunları bilmeniz gerek. Okumaya devam edin ve kimsenin sizi durdurmasına izin vermeyin.
Max. Ve ailem: Fang, Iggy, Nudge, Gaz Adam ve Melek. Kâbusumuza hoş geldiniz.
13
BİRİNCİ BÖLÜM SÜRÜNÜN KORKUSU
1 Her an vuku bulması beklenen ölüm gerçeğiyle yüz yüze gelmenin ilginç taraflarından biri, size bütün olasılıkları bir anda değerlendirebilme yeteneği kazandırması. Örneğin şu anı ele alalım. Kaç! Haydi koş! Yapabileceğini sen de biliyorsun! Derin nefes alarak ciğerlerimi havayla doldurdum. Beynim delicesine çalışıyordu; hayatta kalabilmek adına çabalıyordum. Hedefim kaçmaktı. Başka hiçbir şeyin önemi yoktu. Koşarken çalılıklar kollarımı mı sıyırdı, kanattı? Hiç dert değil. Çıplak ayaklarım sivri kayalara, kaba ağaç köklerine, sivri dallara mı çarptı? Ne gam. Nefessiz mi kaldım? Başa çıkabilirim. Silicilerle aramı mümkün olduğunca açtığım sürece bunların hiçbir önemi yok. Ya, evet Silicilerden söz ediyorum. Genleri değiştirilmiş, 17
James Patterson
yarı insan, yarı kurt, genellikle silahlı, her zaman kana susamış o yaratıklardan… Şimdi benim peşimdeler. Gördünüz mü? Böyle bir durumda insanın gözünden hiçbir şey kaçmıyor işte. Kaç. Sen onlardan daha hızlısın. İstersen herkes arkandan nal toplar. Daha önce Okul’dan hiç bu kadar uzaklaşmamıştım. Şu anda tamamen kaybolmuş bir haldeyim. Yine de kollarım vücudumun her iki yanında aşağı yukarı bir piston gibi hareket ederken ve ayaklarım çalılık arazide yara bere içinde kalmış halde koşarken, gözlerim yarı karanlık ortamı delicesine tarıyor. Onları atlatabilirim, bir açıklığa çıkıp yeterince hız kazanabilir ve… Oh, hayır, olamaz. Avının kokusunu almış tazıların o korkunç uluma sesini duyduğumda kendimi çok kötü hissettim. Hepimizin, ki henüz altı yaşında olmasına rağmen buna Melek de dahil, peşimize takılan herkesi atlatma yeteneğimiz var ama hiçbirimizin büyük av köpekleri atlatma gibi bir şansımız yok. Köpekler, gidin başımdan, izin verin de bir gün daha yaşayayım. Gittikçe yaklaşıyorlardı. Önümdeki ağaçlardan loş bir ışık sızıyordu, o da ne? Bir açıklığa mı gelmiştim yoksa? Lütfen, lütfen… Açıklık beni kurtarabilirdi. Hızla ağaçların arasına daldım, göğsüm hızla inip kalkarken soğuk terler döküyordum. Evet! Hayır, oh hayır! Kayıp, yana doğru savruldum, kollarım havayı dövüyor, ayaklarım tozlu kayaların üstünde düşmemek için mücadele veriyordu. 18
Melek Deneyi
Bulunduğum yer bir açıklık değildi. Önümde bir uçurum vardı, dibi görünmeyen, yüzlerce metre derinliğinde dimdik bir uçurum… Arkamdaysa ağzının suyu akmakta olan tazılar ve silahlı Siliciler… Nereden bakılırsa bakılsın çok zor durumdaydım. Köpekler heyecanla, kesik kesik ve acı acı havlıyordu; avlarını, yani beni bulmuşlardı. Uçurumdan aşağı baktım. Gerçekten de başka bir şansım yoktu. Siz de benim yerimde olsaydınız aynı şeyi yapardınız. Gözlerimi kapattım, kollarımı yana açtım ve kendimi uçurumdan aşağı bıraktım. Siliciler öfkeyle bağrışıyor, köpekler isterik biçimde havlıyordu. Ve sonra tek duyduğum şey, aşağı düşerken geride bırakmakta olduğum havanın sesi oldu. Bir an için içimi huzur kaplamıştı. Gülümsedim. Sonra derin bir nefes aldım ve kanatlarımı olabildiğince hızla açtım. Dört metre uzunluğunda güneşte solmuş, beyaz çizgili ve kahverengi benekli kanatlar havayla doldukları anda üstümde bir paraşüt var da, yeni açılmışçasına beni hızla yukarı doğru çektiler. Of! Kendime not: Ani kanat açmaktan kaçınmalı. Bütün gücümle ve korka korka kendimi aşağı doğru ittim, sonra kanatlarımı yukarı doğru çekip tekrar aşağı hareket ettirdim. 19
James Patterson
Tanrım, uçuyordum, her zaman hayalini kurduğum gibi uçuyordum işte. Gölgeler içinde kalmış kayalık zeminden uzaklaşmaya başlamıştım. Gülerek yukarı doğru kanat çırparken kaslarımın çekiş gücünü, alt tüylerimin arasından ıslık çalıp geçen havayı ve yüzümdeki teri kurutan esintiyi hissetim. Süzülerek uçurumun kenarından geçtim, şaşırıp kalmış tazıları ve öfkeden deliye dönmüş Silicileri geride bıraktım. Tüylü yüzlü, uzun dişli Silicilerden biri silahını bana doğru yöneltti. Geceliğimin üstünde minik kırmızı bir leke belirmişti. Bugün hiç şansın yok, salak, diye geçirdim içimden ve güneşin, Silici’nin nefret dolu gözlerini kamaştırması için batıya doğru keskin bir dönüş yaptım. Bugün ölmeye hiç niyetim yok.
20
2 Yatağımda doğruldum, elim kalbimde nefes nefese kalmıştım. Geceliğimi kontrol etmekten kendimi alamıyordum. Kırmızı bir leke falan görünmüyordu, kurşun deliği de yoktu. Tekrar yatağa uzandım, biraz olsun rahatlamıştım. Tanrım, bu rüyadan nefret ediyorum. Rüyamda, peşimde Siliciler ve köpekler Okul’dan kaçarken bir uçurumun kenarına geliyor, sonra aniden uçurumdan atlıyor, kanatlarımı açıp uçuyor, onlardan kurtuluyordum ve tam ölümle yüz yüze gelince uyanıyordum. Kendime not: Daha hoş rüyalar görebilmem için bilinçaltınla ikna edici bir konuşma yap… Hava buz gibi soğuktu, rahat, sıcak yatağımdan kalkmak için kendimi zorladım. Üstüme temiz bir tişört giyerken Nudge’ ın kirli çamaşırları kaldırdığını fark edip bir an şaşırdım. Evde herkes uyuyordu. Yeni güne başlamadan önce ken21
James Patterson
dime ayırabileceğim huzurlu ve sessiz birkaç dakikam olacaktı. Mutfağa giderken koridordaki pencereden dışarı göz attım. Bu manzarayı çok seviyordum: sabah güneşinin dağların doruklarından uzanıp kendini göstermesi, parlak gökyüzü, derin gölgeler ve etrafta hiçbir insanın olmaması… Ben ve ailem, dağın yükseklerinde güvendeydik. Evimiz yana kaykılmış ‘E’ harfi biçiminde bir evdi. ‘E’nin uç kısımları dik, derin bir vadinin üstünde çıkıntı yapmış bir yerde sütunlar üstüne inşa edilmişti. Pencereden dışarı baktığımda sanki havada süzülüyormuş hissine kapılıyordum. Buraya bir ila on arasında bir not vermem gerekirse en azından on beşi hak ettiğini söyleyebilirim. Burada ailem ve ben, dilediğimizce yaşayabiliyoruz. Burada özgürüz. Yani gerçek anlamda özgürlükten, kafese kilitli kalmamaktan söz ediyorum. Bu uzun bir hikâye, ayrıntıları size daha sonra anlatacağım. Ve tabii burada yaşamanın en iyi taraflarından biri, çevremizde hiç yetişkin birinin olmaması. Eve ilk taşındığımızda bizimle Jeb Batchelder ilgilenmiş, bize babalık yapmıştı. Bizi o kurtarmıştı. Hiçbirimizin anne babası yoktu ama Jeb, bu yokluğu bize hissettirmemeye çalışmıştı. Jeb iki yıl önce ortadan kayboldu. Onun öldüğünü biliyorum, hepimiz böyle düşünüyoruz ama bu konuyla ilgili aramızda hiç konuşmadık. Şimdi tamamen biz bizeyiz. Ya, işte böyle, kimse bize ne yapacağımızı, ne yiyeceğimizi, ne zaman uyuyacağımızı söylemiyor. Yani benim dışımda. Ben aile içindeki en büyük çocuğum, o nedenle elimden geldi22
Melek Deneyi
ğince işlerin yürümesini sağlamaya çalışıyorum. Bu zor, nankör bir iş ama birilerinin yapması gerek. Hiçbirimiz okula da gitmiyoruz ama İnternet sağ olsun; çünkü o olmasa dünyadan bihaber yaşardık. Ne okuldan bir görevli, ne bir doktor ne de sosyal hizmetler görevlisi kapımızı çalıyor… Aslında durumumuzu çok basit bir biçimde açıklamak mümkün: Kimsenin bizden haberi olmaması durumunda hayatta kalabiliriz. Birinin ayaklarını sürüye sürüye arkama yaklaştığını duyduğumda mutfakta yiyecek bir şeyler aranıyordum. “Günaydın Max.”
23
3 “Günaydın Gazlı,” dedim, gözkapaklarını zar zor açabilen sekiz yaşındaki çocuk masaya çökerken. Sırtını sıvazladım ve alnına bir öpücük kondurdum. Ona bebekliğinden beri Gaz Adam derdik. Bu konuda başka ne söyleyebilirim ki? Çocuğun oldukça faal bir sindirim sistemi var. Bir öğüt vermek gerekirse bazı durumlardan fazla yakınında bulunmamak en iyisidir, derim. Gaz Adam gözlerini kırpıştırıyor, harikulade yuvarlak mavi gözleriyle bana güvenle bakıyordu. Oturduğu yerde doğrulup, “Kahvaltıda ne var?” diye sordu. Dağılmış, yapışmış güzel sarı saçları bana tüyleri yeni bitmiş yavru kuşları hatırlatıyordu. Bu konuda hiçbir fikrim olmadığından, “Sürpriz,” demekle yetindim. Gaz Adam, “Ben meyve suyu koyayım,” dediğinde kalbim burkuldu. O çok tatlı bir çocuktu, tıpkı kız kardeşi gibi. O ve altı yaşındaki Melek dışında aramızda kan bağı olan kimse yoktu ama yine de biz bir aileydik. 24
Melek Deneyi
Kısa bir süre sonra uzun boylu ve solgun yüzlü Iggy, sağına soluna dikkat etmeden mutfağa girdi. Gözleri kapalı halde yıpranmış koltuğa büyük bir ustalıkla oturdu. Kör olmanın getirdiği dezavantajı sadece evdeki eşyaların yeri değiştirildiğinde yaşardı. “Hey Iggy, günaydın,” diye seslendim. “Öyle olsun,” diye mırıldandı uykulu bir halde. “Aç mısın?” Belki yiyecek perileri gelir de yemek getirir diye buzdolabına boş bir umutla bakınıyordum ki, ensemde bir karıncalanma hissettim. Hızla doğrulup olduğum yerde fırıldak gibi döndüm. “Bunu yapmaktan vazgeçer misin artık?” dedim. Fang her zaman yaptığı gibi yine koyu bir gölge gibi bir anda yanı başımda belirivermişti. Elbiselerini giymiş, uzun koyu saçlarını geriye doğru taramış, her an tetikte bir halde durgun bir tavırla selam verdi. Benden dört ay küçük olsa da daha şimdiden on santim uzundu. “Neden vazgeçeyim?” diye sordu sakince. “Nefes almaktan mı?” Gözlerimi devirip, “Neyi kastettiğimi biliyorsun,” dedim. Iggy homurdandı ve sendeleyerek ayağa kalktı. “Ben omlet yapacağım,” dedi. Liderlik konusunda biraz kompleksim olsa, sanırım benden altı ay daha küçük kör bir çocuğun bana kıyasla daha iyi yemek pişirmesini kendime dert edinebilirdim. Ama öyle bir kompleksim olmadığı için bunu yapmadım. Mutfağa dikkatle göz gezdirdim. Kahvaltı hazırlama işi 25
James Patterson
yolunda gidiyordu. “Fang? Sen masayı hazırla, ben de Nudge ve Melek’i çağırayım.” İki kız ufak bir odayı paylaşıyordu. Kapıyı açtığımda on bir yaşındaki Nudge’ın çarşafa dolanmış bir halde uyuduğunu gördüm. Alaycı bir biçimde, ağzı kapalıyken onu tanımak pek zor oluyor diye geçirdim içimden. Uyanık olduğu zamanlarda ona “Nudge Boğazı” deriz. Çenesi hiç durmak bilmez. “Hey, tatlım, kalk bakalım, bir şeyler yiyelim,” dedim, omuzlarını hafifçe dürterken. “Kahvaltı hazır.” Nudge, kahverengi gözlerini kırpıştırıp bana odaklanmaya çalışırken, “Ne?” diye geveledi. “Yeni bir gün başlıyor,” dedim. “Uyan ve yeni günü kucakla.” Nudge inleyerek olduğu yerde doğrulmaya çalıştı. Odanın bir köşesini ince bir perde gizliyordu. Melek daima ufak, rahat ve sıcak yerlerden hoşlanırdı. Perdenin arkasına sıkıştırılmış oyuncak hayvanlar, kitaplar, elbiseleriyle dolu yatağı bir kuş yuvasını andırıyordu. Gülümseyerek perdeyi açtım. “Bakıyorum da şimdiden giyinmişsin,” dedim, onu kucaklamak için eğilirken. Melek, “Merhaba Max,” dedi, yakasına düşen sarı bukleleri çekiştirirken. “Düğmeleri ilikleyebilir misin?” “Tabii.” Onu olduğu yerde döndürdüm ve düğmelerini ilikledim. Diğer çocuklara bundan hiç söz etmemiş olsam da Melek’i çok ama çok severdim. Bunun nedeni belki bebekliğinden itibaren onunla benim ilgilenmiş olmam, belki de inanılmaz derecede tatlı ve kendini sevdirmesindendir. 26
Melek Deneyi
Melek dönerek yüzüme baktı ve, “Belki de senin küçük kızın gibi olduğumdandır,” dedi. “Ama meraklanma Max, bundan kimseye söz etmeyeceğim. Ayrıca ben de seni çok seviyorum.” Sıska kollarını boynuma doladı ve yanağıma ıslak bir öpücük kondurdu. Ben de ona sıkı sıkıya sarıldım. Ah, evet Melek’e has özelliklerden biri de buydu işte. İnsanın aklını okuyabiliyordu.
27