Meleklerin Gölgesi / ÖN OKUMA

Page 1


Hayalleri gerçekleştiren Heather Howland’e; sen olmasaydın bu kitap da olmazdı.



ÖNSÖZ

Finn İki Yıl Önce “Bir daha anlatsana. Hedefi nasıl ıskaladın?” Ellerimi cebime sokup sırıtmamak için dudaklarımı sıkıca kapattım. “Yemin ederim Anaya. Bu son. Senin gibi cennetin ölüm meleklerini bir daha takip etmeyeceğim.” Anaya’yla birlikte yağmurdan kalan su birikintilerinin pırıldadığı iki şeritli asfalt yoldan yürüyorduk. Uzakta bir yerlerde bulutlar bir araya kümelenmişti ve gök gürültüsü sesi geliyordu. Anaya sessiz adımlarla arkamdan yürümeye devam etti. Attığı her yumuşak adımda kolunun üst kısmındaki altın renkli bant parlıyordu. Başını kaldırıp havaya baktı. “Ben hiçbir zaman hedefi ıskalamam.” “O zaman bana açıklar mısın acaba? Neden şu anda senin alman gereken bir ruhu teslim almak için arkandan bu

7


Tara Fuller

dağa tırmanıyorum? Burayı yürümek yerine bir ışık huzmesiyle saniyeler içinde oraya gidebilirdik.” Gözlerini kısıp tereddüt içinde etrafa baktı. Gideceğimiz yere yaklaştığımızı biliyordum ama bir yandan da yolda onunla uğraşmak hoşuma gidiyordu. “Bu konuda artık eskisi kadar becerikli olmadığını kabul etmek o kadar da zor değil,” dedim. “Bu kez senin yerine o ruhu teslim almak benim için bir zevk.” Anaya söylediklerimi duymazlıktan gelerek elini havaya kaldırdı. “Duyuyor musun?” Durdum. Uzakta bir yerlerde birbirine karışmış uğultulara benzer bir ses geliyordu. O sırada simsiyah ve buğulu bir ışık kümesi, sanki sese doğru çekiliyormuşçasına üzerimizden hızla o yöne doğru uzaklaştı. Gölgeler. Cehennemin eteklerinde yaşayan leşçiller. Ruhlarını teslim almak üzere gelen ölüm meleklerinden kaçtıkları için bir kez daha yaşama şansı verilmeyen, çürüyüp kokuşmaya bırakılmış ruhlar. Onlardan nefret ediyordum. Ama onların hatırlattıklarından çok daha fazla nefret ediyordum. Gözümün önünden geçen her bir gölge bana Allison’ı, yaşamdan sonraki aşkımı hatırlatıyordu. Ona yaptıklarımı. Onu içine ittiğim yaşamı. Adı kafamın içinde yankılanıyor, göğsüm acıyordu. Ama bu durumu değiştiremezdim. Onu, bir daha hiçbir zaman birlikte olamayacağımız bir yaşamın içine itmiş ve cehennemle cezalandırılmıştım. Gölgeler, yaptıklarımı unut8


Meleklerin Gölgesi

mama asla izin vermezdi. On beş yıllık kefaretten sonra bile Balthazar olan biteni unutmama izin verecekmiş gibi görünmüyordu. Tüm bunları düşününce midemde tuhaf bir ağrı başladı. Başımı sallayıp zihnimdeki düşünceleri uzaklaştırmaya çalıştıktan sonra siyah ve buğulu bir gölgenin yanımızdan hızla geçmesini izledim. En azından hedefimize ulaşma konusunda bize yardım ediyorlardı. “Bak,” dedi Anaya gülümseyerek bir adım daha atarak. “Geldik.” Son virajı döndüğümüzde bir ağacın gövdesine çarpıp kola kutusu gibi ezilerek tepetaklak olmuş şeker kırmızı Camaro’yu gördüm. Arabanın kornası hâlâ kulakları sağır edecek bir sesle inliyor, kayalıklarla ağaçlara çarparak yankılanıyordu. Arabanın içinden çıkan beyaz dumanlar dönerek yukarı doğru dönerek yükseliyordu. “Burada cennete gidecek olan biri var,” dedi Anaya beyaz elbisesinin üzerindeki deri kemerine takılı inci saplı orağını çıkarıp eliyle sımsıkı kavrarken. Elinin içine tam yerleşen orak, sanki daha önce hiç kullanılmamış gibi pırıl pırıl parlıyordu. Başımı eğip kendi elimdeki demir kulplu ve soluk orağıma baktım. Cennetin ölüm melekleri sanki her açıdan torpilli gibiydi. Bense Araf için çalışan bir köleydim. Bizler kâbuslarla efsanelerin birer parçasıydık. Bana en azından daha makul bir orak verselerdi hiç de fena olmazdı. “Hey, sence elimdeki bu orakla hedefi tutturup arabadakilerden birinin ruhunu teslim alma olasılığım nedir?” 9


Tara Fuller

“Olasılıklar üzerine düşünmeyi bırak artık Finn.” Arabayla aramda birkaç santimlik bir mesafe kalınca durdum. İçeride her kim varsa henüz ölmeye hazır değildi. Bunu hissedebiliyordum. Göğsümle damarlarıma yavaşça sıkıntı verici bir his yayıldı. Sıradan bir ruh teslim alma işleminin içimde böyle yakıcı bir his oluşturması hiç beklediğim bir şey değildi. Bu… çok farklıydı. Anaya beline kadar inen parlak örgülerini sallayarak yanımdan geçti. “İşe olumlu tarafından bakmaya çalış,” dedi. “En azından şu korkunç gölgelerle muhatap olmuyorlar.” Orağını sımsıkı tutup cennete doğru baktı. Dudakları kıpır kıpırdı. Hiç duymadığım sesle bir dua okuyordu. Sonra zarif bir hareketle orağını arabanın içine doğru soktu. Enkazın içinde pırıl pırıl parlıyordu. Anaya, içerideki adamın orağına takılı ruhuyla dışarı çıkınca etrafımızda hemen tıslayan ve duman gibi dönerek hareket eden gölgeler belirdi. Bir hata yapmamızı bekliyorlardı. Çaresiz ve aç olduklarını düşündüğümüzde bu yaptıkları hiç de şaşırtıcı değildi. Balthazar, bu karanlık gölgelerin besin kaynaklarını kesmiş ve her tarafı onlarla doldurmuştu. Anaya teslim aldığı ruhu arkasına doğru saklayınca gölgeler de küçülerek kaldırımdaki yağlı bir noktanın içine doğru süzülüp kayboldu. Kaşlarını çatıp orağını kılıfına yerleştirdi. “Pis parazitler.” Allison’ı az daha bir parazit olmaya mahkûm edecektim. Kaldırımın üzerindeki simsiyah noktadan gözlerimi alamıyordum. 10


Meleklerin Gölgesi

O sırada Anaya’nın yanındaki ruh başını kaşıyarak, “Emma?” diye sayıkladı. Neler olup bittiğine henüz bir anlam verememişti. “Emma. Emma’ya yardım edin. Ambulans çağırdınız mı?” Gözlerimi kapattım. Kızın adını bilmek istemiyordum. “Her şey çok güzel olacak bayım. O çok… çok güzel bir yere gidecek. Endişelenmeyin.” Anaya başını kaldırıp bana baktı. Altın rengi gözleri sanki yalanına destek olmam için bana yalvarıyor gibiydi. Ona duymak istediklerini söyleyemezdim. Duymak istediği şey kızının uzun ve mutlu bir yaşamı olacağıydı. Benim elimden gelen tek şeyse ölümdü. Ona yalan söyleyemezdim. Zaten kızının ruhunu teslim alıp Araf’a götürecek olmam yeterince kötüydü. Şu an yalnızca içerideki kızın buna hazır olması gerekiyordu. Başımı çevirip arabaya baktım. O buz gibi hissin beni arabaya doğru çekmesini bekliyordum, ama hâlâ içimde bu konuyla ilgili bir huzursuzluk vardı. “Baba!” Ezilip büzülmüş arabanın içinden güçsüz bir kız sesi geldi. Adam arabaya doğru gitmeye çalışarak, “Ona yardım edin!” diye ağladı. “Tanrı aşkına. O yalnızca on beş yaşında. Benden önce onu kurtarmalıydınız.” İşte, beklediğim o çağrı gelmişti. Orağım buz kesmiş, beni ruh teslim almaya çağırıyordu. Fakat bu çağrı diğerleri gibi değildi. Bu çağrı başımı engel olamayacağım biçimde döndürüyordu. Ters giden bir şeyler vardı. Bu, diğerleri gibi 11


Tara Fuller

sıradan bir ruh teslim alma merasimi değildi. Ama yemin ederim bu hissi daha evvel de yaşamıştım. Bir keresinde… Arabaya doğru yürürken zihnimden bin bir türlü anı geçiyordu. Saten gibi yumuşak dudaklar, boynumda hissettiğim ılık fısıltı, güneş gibi bir gülüş… O ruhu teslim alma çağrısı karşı koyamayacağım bir hal almıştı, ama dizlerim düğümlenmişti. Kırık pencerenin önünde diz çöktüm. Önce içimden umuda benzer bir his geçti. Ardından da buz gibi bir korku. Daha önce de bir kez böyle hissettiğimi hatırlayabiliyordum. Kanlar içindeki kırılgan bir bedenin ruhunu çekip almıştım ve o gün beni sonsuza dek değiştirmişti. Hayır. O olamazdı. Bir daha aynı şeyi yaşamamın imkânı yoktu. İçerideki kızın yüzüne yapışmış sarı saçları kan içindeydi. Pencereden içeri uzandığımda kızın gözkapaklarından süzülen gözyaşının farkına vardım. Yumuşak teni buz kesmişti. Ona dokununca elimde oluşan sıcaklık yavaşça koluma, oradan boynuma, oradan da kalbime doğru yayıldı. Şakaklarım zonkluyordu. Allison… Hemen elimi geri çekip arabadan uzaklaştım. Oydu. Bunca yıldan sonra… oydu işte. “Ne oldu?” diye sordu Anaya. Sesi öfkeli geliyordu. Arabadaki kız bir kez daha, “Baba?” diye inledi. Bu kez sesi daha güçsüz geliyordu. Belki de şu baş döndürücü tuhaf his benim nefesimi kesmişti, bilmiyorum. On beş yıl. On beş yıldır doğru olan, yapıp yapmadığımı düşünüyordum ve şimdi karşıma çıkan şey bu muydu? Ölümün kıyısına gelmiş 12


Meleklerin Gölgesi

kanlar içinde bir kız? Hayır. Hayır. Hayır! Gözlerimi kapatıp duruma odaklanmaya çalıştım. Orağımı sımsıkı tutarak gerçek bir ölüm çağrısı olup olmadığını kontrol ettim. Hayır, beni onun ruhunu teslim almaya çağıran kuvvetli bir çağrı yoktu. Hâlâ iyileşme şansı vardı. Tabii ki eğer… “Finn?” Anaya önüme gelip diz çöktü. “Neler oluyor, bilmiyorum, ama eğer bu durumu halledemeyeceksen ben ilgileneyim.” Buğulu gördüğüm Anaya’nın yüzü netleşene dek gözlerimi kırptıktan sonra doğruldum. “Kızın ruhunu teslim alma görevi sana mı ait? İkisi için mi buradasın? Çünkü ben yeterli bir çağrı hissedemiyorum.” Göğsümde buz gibi ve kalbimi delik deşik eden bir huzursuzluk vardı. Şaşkın gözlerle bana bakınca bağırarak tekrar sordum. “Soruma cevap ver Anaya!” O an, gözlerindeki kafa karışıklığı yok yoldu. Durumu anlamıştı. Anaya başını sallayarak ağaçların arasından gökyüzüne baktı. Bir karga lavanta rengi gökyüzünde uçuşuyordu. “Bu o.” Bu bir soru bile değildi. Bunu saklayamıyordum. Bu sırrı cebimin güvenli karanlığına atıp arkamı dönerek yürüyüp gidemezdim. Anaya da bunu biliyordu. Önce arabaya, ardından tekrar bana baktı. “Yürü git,” dedi fısıltıyla. “Eğer içinde ufacık bir sağduyu kırıntısı kaldıysa buradan hemen gidip olanları unutursun Finn. Her şeyi mahvetme. Geçmişe dönemezsin.” İçimde hâlâ sağduyu vardı. Olmalıydı, çünkü bir yanım 13


Tara Fuller

onun haklı olduğunu biliyordu. Her şey daha da karmaşık hale gelmeden hemen buradan yürüyüp gitmeliydim. Beni arabaya doğru çeken o çağrıyı göz ardı etmek o kadar zordu ki! Arabaya bakıp gözlerimi kırptım. Burada bir sebepten ötürü bulunduğumu hissedebiliyordum. Ama bu sebep onun ruhunu teslim almak değildi. Yine de bunu Anaya’ya itiraf etmedim. Bunun yerine, zihnimde dönüp duran kelimelere güvenmeden başımı salladım. Anaya parmaklarıyla teslim aldığı ruhun elini kavrayarak ona gülümsedi. Arkasında ipek perdeye benzeyen bir hava akımı hafifçe titreşiyordu. Sonra göz alıcı bir ışık belirdi. Adam gözlerini kocaman açarak önce Anaya’ya, sonra tekrar bana baktı. “Ben… ben…” Anaya, elinin üzerine hafifçe dokununca konuşmayı bıraktı. Ölü kelimesi tepemizde asılı kalmıştı sanki. “Evet,” dedi Anaya. “Sen öldün.” “Peki, ya kızım?” Uçurumun keskin virajında ağaca çarparak ezilmiş arabayı izlerken çevresinde oluşan pırıltı yavaşça yok oldu. “Ben onunla ilgilenirim,” dedim. “Yemin ederim.” Yutkundum. Gerçekten de elimden geleni yapmaya kararlıydım. Onu bir daha böyle bulma olasılığım neydi? Dünyada yeniden doğacağı birçok yer varken Kaliforniya’da doğma olasılığı neydi? Yıllarca bu bölgede ruh teslim almıştım ve o, burnumun dibindeydi. Bunun bir sebebi olmalıydı. Anaya bana sert bir bakış attı. Ama her zamanki gibi 14


Meleklerin Gölgesi

söylenmeye fırsatı yoktu. Pırıltılı bir ışık huzmesi onu ve orağına takılı ruhu sarıp sarmaladı. Yerde oluşan girdap hafifçe dağılarak Anaya’nın örgülü saçlarını uçurdu ve etrafa hoş kokulu bir hava saçtı. Beyaz eteği tıpkı bir mantar gibi havalanıp açılmıştı. Sonra bu girdap binbir renge bürünerek etraflarında hızla dönmeye başladı. İkisini de içine alarak yok olan girdabın ardından oluşan rüzgâr dindi. Etrafı aydınlatan ışık arkasında bir alacakaranlık bırakarak yavaşça söndü. Bir şeyler çatırdamaya başladı. Arabanın çarptığı ağaç sallanıyordu. Başımı kaldırdım. Göz alıcı parlak bir ışık kümesi ağacın dallarından birinde zıplıyordu. Maeve. On beş yıl önce onun yerine Allison’ı ışık huzmesinin içine ittirip yeniden hayata dönme şansını çaldığım ruh. O an aniden kaderin bana ne yapmak istediğinin farkına vardım. “Yapma!” dedim arabaya doğru atılarak. Biri hariç arabanın tüm tekerlekleri patlamış ve ağaca çarparak durduğu uçurumdan düşmesine ramak kalmıştı. “Seni her yerde takip etmenin meyvesini eninde sonunda yiyeceğimi biliyordum.” Ağaçların arasında yankılanan sesini alaycı bir kahkaha izledi. “Bu durumun senin için acı verici olduğunu biliyorum. Bu yüzden de onu öldürmeden evvel hızlı bir veda etmene izin vereceğim.” Pencerenin içinden solucan gibi kıvrılarak geçerken 15


Tara Fuller

gözlerimi kapatıp kendimi yerçekimine teslim etmemek için zor duruyordum. Tüm hücrelerim beni buna zorluyordu. Parmaklarım gerildi. Ete kemiğe bürünmeme yalnızca bir nefeslik mesafe kalmıştı. Hayır. Kollarımla Allison’ın güçsüz bedenini sarıp onu kaldırmamak için kendimi zor tutuyordum. Kendime engel olmalıydım. Eğer Balthazar, Yüce Güç’ten sonra gelen en kıdemli ruh, ölüm meleklerinin efendisi bunu duyarsa ne olur diye düşündüm. Benim ete kemiğe büründüğümü ve Allison’ı yeniden bulduğumu hissederdi. Onu kurtarmak için arabanın cam tavanını parçalayarak içeri girdim. Allison inleyince içime bir rahatlama doldu. Evet, hâlâ hayattaydı. Ama bu çok uzun sürmeyecekti. Ağaç yine sallanınca araba biraz daha kaydı. Pencereden dışarı bakınca birkaç iri taşın uçurumdan yuvarlandığını gördüm. “Finn, çık oradan,” dedi Maeve arabayı sallamaya devam ederken. “Artık vazgeç. O ölecek ve sen de yalnızca işini yapacaksın.” O, ölmeyecekti. Buna izin vermeyecektim. “Haydi Allison.” Ona iyice yaklaşarak kirpiklerinin titremesini izledim. Sonra gözünü hafifçe araladı. Tanrı’ya şükürler olsun. “Korktuğunu biliyorum ama bana güvenmen gerekiyor.” Kocaman açılan gözleriyle bana odaklanmadan evvel bir o yana bir bu yana baktı. “Sen kimsin? Babam nerede?” Ön koltuğa bakmak için doğrulmaya çalışınca görme16


Meleklerin Gölgesi

mesi için önüne geçtim. “O iyi. Şimdi onu merak etme,” dedim yumuşak bir ses tonuyla. “Şimdi seni kaldırmam gerekiyor. Şuradaki pencereyi görüyor musun?” Tepetaklak olmuş arabanın penceresini işaret edince başını salladı. Araba yeniden sallandı. “Oradan emekleyerek çıkman gerekiyor. Tek yapman gereken bunu mümkün olduğunca hızlı yapmak.” Oturmaya çalıştı, sonra dayanamayıp yeniden düştü. “Yapamam. Canım çok acıyor.” Yüzüme yapmacık bir gülümseme yerleştirerek ona dokunup yüzünün önüne gelen saçlarını geriye atmamak için kendimi zorladım. Onu bu cehennemin içinden çekip çıkarmam gerekiyordu. “Evet, yapabilirsin. Sen dayanıklısın. Bunu biliyorum.” Başını salladı. “Hayır, değilim. Ayak bileğimi incittikten sonra bile bir hafta üzerine basamamıştım.” İçinde bulunduğumuz duruma rağmen gülümsedim. “Bence sen düşündüğünden daha dayanıklısın. Şimdi, haydi bakalım.” Araba bir daha sallanınca gerildim. “Arabadan çık.” Uzunca bir süre gözlerime baktıktan sonra kendini zorlayarak hafifçe doğruldu ve pencereye doğru süründü. Ona nasıl çıkacağını göstermek için önden ben çıktım. Araba yerinden oynayınca inledim. Birkaç kaya parçası daha uçurumdan düşmüştü. “Durumu kendin için güçleştiriyorsun Finn. Gerçekten, neden onu arabadan bir an evvel çekip kurtarmıyorsun ki?” diye alay etti Maeve. “Sen zaten ölüsün. Balthazar sana baş17


Tara Fuller

ka ne yapabilir ki? Ah… tabii ya, cehennem meselesi, değil mi? Peki, cehennemden başka bir şey var mı?” Maeve’in kahkahalarını zihnimden atmaya çalışarak Allison’a odaklandım. “Haydi güzel kız,” dedim. İçim korkuyla doluydu. “Bunu yapabilirsin. Bunu yapmak zorundasın.” Pencereden çıkmaya çalışırken kot pantolonunu bile kıpkırmızı yapan yara daha da kanayınca acıyla ağladı. “Vazgeçme. Canının yandığını biliyorum, ama durmamalısın.” Arabadan çıkmasına çok az kalmıştı. Birkaç santim daha ilerlediğinde kurtulacaktı. Çektiği acıya odaklanmaması ve bir nebze olsun dikkatini dağıtmak için gözlerimi ondan ayırmadım. “Biliyor musun? Bir keresinde ben de bacağımı kırmıştım,” dedim. Burnunu çekip başını kaldırarak bana baktı. “Bir tarladaki kocaman bir ağaca tırmanmıştım. Nereye gittiğimi de hiç kimseye söylememiştim. Bu yüzden dal kırıldığında ne yapacağımı bilmez haldeydim. Hava kararmadan evvel eve dönmem gerekiyordu ve o bacakla nasıl yürüyeceğimi bilmiyordum.” “Neden birisinin gelip seni bulmasını beklemedin?” “Çakallar. Tek düşünebildiğim onların gecenin karanlığında duyduğum uluma sesiydi. Komşumuzun kümesine girer, tavuklarla horozları paramparça edip öldürürlerdi.” Pencereden biraz daha çıkmayı başardı. “Yürürken canın hiç acımamış mıydı?” “Hem de nasıl acıyordu, ama o tavuklar gibi ölmektense acıya katlanmaya razıydım.” 18


Meleklerin Gölgesi

Gözlerini kısıp pencereden çıkarak kendisini yerlere düşmüş çam iğnelerini, üzerine atmayı başarabildi. Biraz daha zorla emekleyip bulunduğu yere yığılıp kaldı. Yanağını yolun kenarındaki kaldırıma dayayıp nefesini kontrol etmeye çalıştı. Araba çarparak durduğu ağaçtan kurtulmasıyla sessizlik, gürültülü bir çatırdama sesiyle bozuldu. Birkaç saniye içinde araba aşağıdaki karanlık uçuruma doğru uçtu. Maeve’in intikam çığlığı puslu havanın içinde yankılanıyordu. Bu konuyla daha sonra ilgilenecektim. Şimdi başka bir şeyle ilgilenmem gerekiyordu. Allison’a baktım. Verdiği her nefeste ağzından çıkan sıcak hava soğukla birleşip duman gibi havaya dağılıyordu. Yanaklarından yaşlar akıyordu. Hayır. Bu artık Allison değildi. “Emma,” diye fısıldadım virajdan dönerek bizim bulunduğumuz yöne doğru yaklaşan arabanın farından süzülen ışıkları görünce. “Araba geliyor. Kalkmaya çalışmalısın.” “Bacağım…” Başını kaldırıp yaşlı gözlerle bana baktı. “Neden bana yardım etmiyorsun?” İçimdeki suçluluk benden çaresizce yardım bekleyen bu kızın gözlerine bakmama engel oluyor, midem stresten düğüm düğüm oluyordu. Bunu ne kadar çok istesem de ona yardım edemezdim. Çünkü Balthazar ve o lanet olasıca kurallarını ihlal edemezdim! “Yapamam. Üzgünüm.” Bana uzattığı elini indirene kadar birkaç adım geri gittim. “Ama sen başarabilirsin. Sen dayanıklı bir kızsın, hatırlasana!” 19


Tara Fuller

Bakışları gittikçe yaklaşan arabanın farlarından süzülen ışığa takıldı. Sonra da zorla dizlerinin üzerinde doğrulmayı başardı. Etrafımda oluşmaya başlayan pus beni içine alıyor, göreve çağırıyordu. Emma’nın yavaşlayan arabaya el sallamasını izledim. Artık güvendeydi ve yaşıyordu. Gözlerimi kapatıp güldüm. Başarmıştım. Onu kurtarmıştım. Fakat… Birkaç dakika önce Maeve’in dallarına çıktığı ağaca baktım. Şu anda Emma’yı Maeve’le burada baş başa bırakarak arkamı dönüp gidemezdim, ama ruh teslim alma çağrısı çok güçlüydü. Arabadan inen adamın omuzları titreyen Emma’yı ceketiyle sarmasını izlerken içime bir sıcaklık yayıldı. Yaşadığımız şeyi yalnızca kötü olarak adlandıramazdım. Bu bir felaketti, ama hiçbir şeye aldırdığım yoktu. O, her şeye değerdi. “Seni koruyacağım, söz veriyorum,” diye birkaç kez kendi kendime tekrar ettim. Sonra da gözlerimi kapatarak rüzgârın beni gecenin içine çekmesine izin verdim.

20


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.