2149-3707
Sahibi: Baygenc Ajans Medya Ltd Şti adına: Mehtap Üzümcü Genel Yayın Yönetmeni: Hasan Bayır Yazı İşleri Müdürü: Mehtap Üzümcü Görsel Yönetmen: Jan Paçal AlanyaTemsilcisi: Arslan Bayır Aydın Temsilcisi: Kadri Güler Burdur Temsilcisi: Mustafa Arslan Fethiye Temsilcisi: Ömer Tutar Roma/İtalya Zeki Ayık Hukuk Müşaviri: Av. Erhan Öztürk Reklam Abane ve Satış Müd:: Neşe Murat Dağ- Yavuz Şahin Tel: 0242 321 92 22-24 Yönetim Yeri: Yeşilbahçe Mah. Metin Kasapoğlu Cad. Hacı Hatice Apt. 7/3 ANTALYA Tel: 0242 321 92 22-24 Mail: info@baygenc.com.tr okkahaber.com facebook.com/groups/okkahaber Basıldığı Yer: Başak Matbaa Anadolu Bulvarı Meka Plaza No:5/15 Gimat Yenimahalle / ANKARA
襤癟indekiler
Sayfa: 10
Sayfa: 26
Sayfa: 14
Sayfa: 30
Sayfa: 22
Sayfa: 24
Sayfa: 40
Sayfa: 54
Sayfa: 34
Sayfa: 63
Sayfa: 74
Abone olun Ailemize kat覺l覺n
Sayfa: 52
Editörden
Hasan Bayır
UZAKTAKİ KÖY bulunan (valilik, belediye başkanlığı, emniyet müdürlüğü) Nevzat Tandoğan, bir gün, bir eylemine kızdığı bir gence şunu söylediği rivayet edilir: -Size ne oluyor! Bu memlekete komünizm gerekirse onu da biz getiririz. “Orda bir köy var uzakta, gitmesekte, görmesek te, o köy bizim köyümüzdür.” Artık okullarda bunu söyletiyorlar mı bilmiyorum ama bildiğim ve öğrendiğim bir şey var: Aslında bize uzak olan köylerimiz, kasabalarımız değil. Asıl bize uzak olan devletimizdir. Orada çalışan bürokrat, vekil ve benzeri tüm devlet mensuplarıdır. Ancak devlet mensuplarının ya bundan haberleri yok ya da bunun doğal olduğunu zannediyorlar. Maalesef bir şekilde böyle bir mevkiye sahibi olanlar kendilerinin de halen bulundukları milletin bir parçası olduklarını unutuyorlar. Bunun sebebi olarak karakterlerini analiz etmek istemiyorum ancak devlet kademelerine gelmiş olan ve orada bu sistemi döndürmeye çalışanların bundan haberi olmadığını milletimiz öğrenmeye başladı. Milletimiz cumhuriyetimiz kurulana kadar yüzyıllar boyunca çok yaşa padişahım demeye alışmış, doğal olarak varlıklarının sebebini padişahın yaşamasına bağlı olduğuna inanmışlardır. Sonrasında gelen cumhuriyetimiz de, monarşiden demokrasiye geçiş elbette kolay olmamıştır. Başlarda millete karşı, eskisinden farklı bir tutum sergileyen devlet, başta otoriter bir baba gibi davranmış, halkı için çalışmış ancak sert bir duruş göstermiştir. İster istemez böyle bir sistemin içinde yetişenler de monarşinin yerini alan sistemde padişahın yerine devleti koymuşlar, eskiden ona nasıl davranılıyor ise devlete karşı da öyle davranılması gerektiğini zannetmişlerdir. Sonuç; milletinden uzaklaşan devlet. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde bu problem teşkil etmiyordu. Osmanlı’nın son dönemlerinde savaşlar nedeniyle kıyıma uğramış bir nüfus, kötü bir eğitim sistemi, büyük bir kısmı okuma yazma bilmeyen halk. Sonrasında cumhuriyetle beraber eğitim hamleleri ile bilgi ve becerilerini geliştiren bir millet oluştu. Devlet, milletin gerçekleştirdiği bu değişimi, gelişimi aynı hızda maalesef sürdürememiştir. Bunu simgeleyen en güzel anekdotlardan birisini yaşadığı zamanda çok önemli olan bir bürokrat “Nevzat Tandoğan” söylemiştir. Devlette farklı bir çok görevde
Zaman içinde bu sistemin sadece devletin varlığı için yürütülmesi gerektiğine inananlar az önce söylediğim gibi milletten uzak düşmüşlerdir. Ancak millet bunu görüp değerlendirmeye başlamıştır. Son seçimlerde halkından uzaklaşmış vekillere, partilere bunu göstermiştir. Tüm partiler kendilerinin bir zaferinin olduğunu söyleseler de asıl zafer milletindir. Artık devletin millet için var olduğunu bilen ve demokrasiyi öğrenmeye başlamış bir halk var. Kendisine zarar verenleri, verecek olanları, gören bilen insanlar var. Seçim sonrasında vekiller, partiler bunu anladı. Peki bürokratlar ne alemde dersiniz? Şu an için çok bir değişiklik yok, mevkilerini kaybetmek istemeyenler, kendilerini kralların koltuğunda görenler, kendilerinden sonra gelecekleri de aynı şekilde yetiştirmeye, aynı statükocu zihniyeti değiştirmemek için uğraşıp duruyorlar. Geçenlerde vergi müfettiş yardımcısı olan bir devlet memuru ile yaptığım sohbet buna çok güzel bir örnek olabilir. Kendisinin eğitimi kariyeri ile ilgili yaptığımız konuşmada araya birkaç vergi konusunu sıkıştırıp sordum. Vergi müfettişlerinin bakış açısını anlayıp çözümler ipuçları bulmak istiyordum. Bahsettiğim konuda Kanun ve idarenin çıkarmış olduğu tebliğler bile benim haklılığımı teyit ederken, vergi raporunda kanun maddesinin aksi görüş bulunduğunu söylediğim de, tüm üstatların aksi görüşte olduğunu söyleyip böyle olması gerektiğini iddia etti. Bunun vergi mahkemelerinden döneceğini ve kanunun ruhuna aykırı görüş verildiğini söyledim. Ancak genç memur arkadaşımız kendini yetiştiren üstatlarının takmış olduğu at gözlüklerinin haricinde başka bir bakış açısı ile bakamıyordu. Üstatlarının görüşlerinin mahkemeden döneceğini bildiği halde halen farklı bir bakış açısı sergilemiyordu. İşte bu zihniyet, devletin devlet için olduğunu savunmaya çalışan mevkilerinden feragat etmeyen bir grup bürokratın zihniyetidir. Politikacılar, milletin zamanı geldiğinde ne kadar isabetli irade ortaya koyduğunu gördü. Bürokratlar da zannetmesinler ki bu düzenlerinin böyle kalacağını, bir gün gelecek millet buna da “dur” diyecek ve o zaman büyük koltuklarından inecek olan tüm o bürokratlar, halkın önünde hizmet için duracak ve kendilerinin de milletin bir parçası olduklarını hatırlayacaklardır. Yeni sayımızda görüşmek üzere…
‘Dün dündür, bugün bugündür’
ŞAPKALI İLAH ÖLDÜ 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, tedavi gördüğü Ankara Güven Hastanesi’nde hayatını kaybetti. 13 Mayıs 2015 tarihinde kaldırılan Süleyman Demirel’in durumunun bu geceyarısından sonra ağırlaştığı ve saat 02.45’te yapılan tüm müdahalelere rağmen hayatını kaybettiği belirtildi. Demirel’in ölüm haberini Güven Hastanesi görevli doktorlarından Banu Akın doğruladı.
Merhum Eski cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Türk demokrasi tarihine geçen sözleriyle ünlüydü. Demirel’in siyasetin hafızasında yer eden sözlerini derledik.
Gazeteci: Sayın Demirel, Türkiye’nin durumunu tek kelimeyle özetler misiniz? Demirel: İyi. Ama iki kelimeyle özetlememi isterseniz iyi değil. “Türkiye’de petrol vardı da, tankerlerin hortumuna ağzımızı dayayarak biz mi içtik? Ya neresini sıksaydım? (İngiltere Dışişleri Temsilcisi’nin halktan tepki gördüğü bir dönemde, temsilcinin elini sıktığı zaman gazetecilerin sorularına verdiği karşılık) “Ege bir Yunan gölü değildir. Ege bir Türk gölü de değildir. Binaenaleyh, Ege bir göl de değildir.” “İcabı olup olmadığı tartışılabilir. Ama icabı varsa feminizm fevkalade güzel bir şeydir.” “Herkes benim gibi ‘Dün dündür bugün bugündür’ deyip işin içinden çıkamaz!” “Elektriğin komünisti mi olur?” “Binaenaleyh Türkiye’nin altı çürüktür, Türkiye’nin altı çürüktür diye bırakıp gidecek değiliz, bununla yaşamasını öğreneceğiz.” “Bulut buluttur, bulutun akı da buluttur garası da; binaaneleyh, üzerine konuşmaya değmez.”
Postmodern aşk intiharı...
5 ayda 32 kilo verdi
Kız arkadaşıyla tartışan 21 yaşındaki Umut Özlü, çalıştırıp altına girdiği asfalt makinesi (Finişer) altında yaşamına son verdi. Olay, öğle saatlerinde Kepez İlçesi Gazi Bulvarı üzerinde bulunan Karayolları’na ait şantiyede meydana geldi. İşyerinde finişer operatörü yardımcısı olarak çalışan ve sabah saatlerinde izinden dönen Umut Özlü, öğle saatlerinde telefonda ‘Gülçin’ adlı sevgilisiyle tartıştı. Tartışmanın ardından kendi kullandığı finişeri çalıştıran Özlü, yürüttükten sonra paletlerin altına yattı. Üzerinden geçen paletler Umut Özlü’yü ezdi.
Oylum Demir, her yıl 5 kilo aldığını fark edince rejimle kilo vermeye çalıştığını, ancak her seferinde verdiği kiloların bumerang gibi fazlasıyla döndüğünü belirtti. 115 kiloya geldiğinde farklı hastalıklarla tanıştığını aktaran Demir, “Kilo verme maceralarım devam ederken, 10 yıl önce doktor ağabeyimin kontrolü sırasında Tip 2 diyabet hastalığım olduğu tespit edildi. Artık kilolarımın yanı sıra diyabetle de mücadele ediyordum” diye konuştu.
Akollü midibüs şöförü korkuttu
Mavi Bayraklı plaj kurtçuk kaynıyor
Alanya İlçesi’ndeki dünyaca ünlü mavi bayraklı Kleopatra Plajı’nda denize foseptik suyunun karışması nedeniyle oluşan kirliliğe, bölge sakinleri tepki gösterdi. Plajı kullanan pek çok turist yağmur suyu drenaj kanalından denize boşaltılan fosseptik suyunun içindeki kurtçukları göstererek sahili terk etti. Damlataş mevkiinde temiz kumsalı ve deniz suyuyla Mavi Bayrak sahibi Kleopatra Plajı’na yağmur drenaj kanalından fosseptik suyu akıyor. Kanalizasyon suyu nedeniyle plajda ağır bir koku hakim olurken, deniz kirlenmeye başladı. Fosseptik suyunun plajdaki 1 No’lu büfenin yanındaki kanaldan yaklaşık 1 aydır denize döküldüğü iddia edildi. İşletme sahipleri, suyun içinde binlerce kırmızı ‘kurtçuk’ oluştuğuna dikkat çekti.
İçinde yolcu bulunmasına rağmen polisin ‘dur’ ihtarına uymayan midibüs şoförü 45 yaşındaki Tuncay O., ekiplerin yolu trafiğe kapatması sonucu durduruldu. Aracın kapılarını kilitleyerek uzun süre direnen sürücünün, 0.95 promil alkollü olduğu tespit edildi. Olay, dün saat 16.00 sıralarında Muratpaşa İlçesi Yıldız Mahallesi’nde meydana geldi. Şehir içi yolcu taşıyan özel halk midibüsü şoförü Tuncay O., aracında yolcu bulunmasına rağmen aşırı hız yaptı ve pek çok trafik kuralını ihlal etti. Durumu fark eden diğer araç sürücüleri 155’i arayarak ihbarda bulundu. ‘Dur’ ihtarına uymayan sürücü Tuncay O., araçta yolcu bulunmasına rağmen kaçmaya devam etti. Takviye ekiplerin de yardımıyla araç, seyrettiği Tonguç Caddesi trafiğe kapatılarak durduruldu.
Kayıp kızını arıyor
Alanya İlçesi’nde 57 yaşındaki Durdane Başbağ, belediyenin verdiği mısır arabasında haşlanmış mısır satarak biriktirdiği parayla, 5 yıl önce kaybolan zihinsel engelli kızı 32 yaşındaki Dilek Başbağ’ı arıyor. Ailesiyle birlikte 23 Mayıs 2010’da Alanya’nın Kızılcaşehir mevkiinde misafirliğe giden ve o dönem 27 yaşında olan zihinsel engelli Dilek Başbağ, erik toplamak için bahçeye gitti. Bir daha geri dönmeyen Dilek Başbağ, tüm aramalara rağmen bugüne kadar bulunamadı. İşsiz baba, öğretmen ağabey ve mısır satarak kazandığı parayla kızını aramak için para biriktiren anne Durdane Başbağ, Dilek’ten olumlu ya da olumsuz bir haber bekliyor.
Tarihe geçecek armut…
Antalya’ya sualtı müzesi…
Turizmin başkenti Antalya’da Deniz Ticaret Odası’nın kuracağı sualtı müzesi ile kente 500 bin yeni turist kazandırılması hedefleniyor. Projesi Deniz Ticaret Odası (DTO) Antalya Şubesi tarafından hazırlanan dünyanın ikinci sualtı müzesi, Antalya’nın Side tatil beldesinde bu ay içinde hizmete girecek. Müze’nin hizmete girmesiyle kentte yılda 500 bin yeni turist gelmesi ve ilk yıl sektöre 10 milyon euro katkı sağlaması hedefleniyor. Side Sualtı Müzesi’ne, Kurtuluş Savaşı, deve kervanı, Mevleviler, mitolojik çağda deniz tanrısı Posedion gibi 5 ayrı temadan oluşan 110 heykel yerleştirilecek.
Antalya Ticaret Borsası’nın (ATB) coğrafi işaret tescili için işlem başlattığı Korkuteli’nin meşhur karyağdı armudu için tarihi değere sahip gazete kupürü, makale, fotoğraf gibi belge arıyor. Yöresel Ürünler Fuarı ile Antalya’da ve Türkiye’de yöresel ürünlerin ekonomik değer kazanması, uluslararası ticarete konu olması ve coğrafi işaret tescili anlamında büyük farkındalık oluşturan ATB, Korkuteli’nin meşhur karyağdı armudu için de coğrafi işaret alımı için çalışma yürütüyor. Belge bulunamaması halindeyse bölgedeki yaşlı nüfusla antropolojik bir çalışma yapılacağını belirten Çandır, karyağdı armudunun coğrafi işaret tescili yapılması halinde fiyatının da minimum yüzde 25 artacağını söyledi.
84 mülteci yakalandı…
Facebook sürgünü…
Orman işçisi 50 yaşındaki Hasan Ali Benlioğlu, okula ulaşmak için yağmur sularının dereye çevirdiği caddeden geçen öğrencilerin fotoğrafını facebook’taki sayfasında paylaşınca 70 günde 3 farklı yerde görevlendirildiğini söyledi.Geçen yıl 9 Aralık’ta okula giderken şiddetli yağmur nedeniyle göle dönen caddeden geçmek zorunda kalan öğrencileri fotoğraflayıp sayfasında paylaşınca Benlioğlu’nun başına gelmedik kalmadı. Fotoğrafların ilçedeki bir yerel gazetede yayınlandığını aktaran Benlioğlu, “Fotoğraf AK Partili Belediye Başkanı Mehmet Özeren’i rahatsız etti. Konu ilçede siyasi gündem oldu. Fotoğraflar nedeniyle AK Partili yöneticilerle ciddi tartışmalar yaşadık. O tartışmalar sürerken şikayet üzerine Akseki’ye geçici olarak görevlendirildim” dedi. 1989 yılından bu yana Gündoğmuş’ta çalıştığını, yaklaşık 70 gündür de geçici görevlendirmelerle farklı yerlere gönderildiğini anlatan Benlioğlu, ilk gönderildiği Akseki’de 10 gün kaldığını belirtti.
Demre Emniyet Müdürlüğü ekipleri, sabaha karşı aldıkları ihbar üzerine Çayağzı Limanı, Kum Dağı mevkiindeki ormanlık alanlar ve Kumlu İskele Plajı’na operasyon düzenledi. Yapılan aramada ormanlık alanda saklanmış ve kaçak yollarda başka ülkelere geçmeye çalıştığı belirlenen, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 84 mülteci yakalandı. Polis tarafından Demre Spor Salonu’na getirilen 6’sı çocuk, 13’ü kadın 84 mültecinin Suriye, Burma, Afganistan, İran, Irak ve Eritre uyruklu olduğu tespit edildi.
Kestiği ağacın altında öldü
Serik İlçesi’nde kestiği ağacın altında kalan 67 yaşındaki Durmuş Şükür, yaşamını yitirdi. Olay, dün saat 17.00 sıralarında Serik’e bağlı Etler Mahallesi Ahıllı Mevkisi’nde meydana geldi. Durmuş Şükür, Orman İşletme Müdürlüğü’nün yaptığı ihaleyle ağaç kesimi yapan akrabalarına yardım için bölgeye gitti. Akrabaları işini bitirip dönerken, Durmuş Şükür biraz daha kalıp kesime devam etmek istediğini söyledi. Ancak geç saatlere kadar dönmeyince aramaya çıkan akrabaları, Durmuş Şükür’ü kestiği bir ağacın altında cansız buldu. Savcının incelemesinin ardından Durmuş Şükür’ün cenazesi, otopsi için Antalya Adli Tıp Kurumu morguna konuldu.
Bitmeyen çile...
Antalya’da yaşayan Ali ve Meryem Karaman çiftinin dramı, ilk çocukları 9 yıl önce yüzde 70 engelli doğunca başladı. Çocuklarının tedavisi için uğraşan Ali Karaman, kefil olduğu arkadaşı bankaya borcunu ödemeyince 80 bin TL’lik borçla karşı karşıya kaldı. Çalıştığı inşaatta iş kazası geçiren Ali Karaman, çalışamaz duruma gelince ne borcu ödeyebildi ne evine bakabildi ne de çocuğunun tedavisini yaptırabildi. Çaresiz kalan aile geçimlerini sağlamak için evdeki eşyalarını satmaya başladı.
Antalya’ya AMATEM…
AK Parti Antalya Milletvekili Gökçen Özdoğan Enç, Antalya’da yıllardır eksikliği hissedilen Alkol ve Madde Bağımlılığı Tedavi ve Eğitim Merkezi’nin (AMATEM)’ Kasım’da açılacağını söyledi. AMATEM’in kurulmasında sona gelindiğini ve 30 Kasım 2015 tarihinde açılmasının planlandığını söyleyen AK Parti Antalya Milletvekili Gökçen Özdoğan Enç, “Merkezin faaliyete geçmesiyle birlikte Antalya’da önemli bir sosyal yaraya neşter vuracağız” dedi.
Online cenaze hizmetleri
internet dünyasının elektronik ticarete sunduğu imkanları keşfeden işadamı Murat Arslanoğlu, 4 yıl önce kurduğu internet sitesinden cenaze malzemesi satışına başladı. Aylık 5- 10 bin TL arasında ciroya ulaşan Arslanoğlu, ürünlerine iade garantisi de veriyor. İnternet, artık iğneden ipliğe ihtiyaç duyulan ne varsa alınıp satılan devasa bir sanal market. “Ölüm aklınıza gelen en son şey olmasın, cenaze törenini önceden planlayın” sloganıyla yola çıkan Arslanoğlu, 4 yıl önce ‘cenaze market’ adıyla bir alışveriş sitesi oluşturarak e-ticarete başladı.
Antalya Semenderi yok ediliyor
Konyaaltı İlçesi Üzümcek Dağı’ndaki kum ve taş ocaklarının bölgede endemik bir tür olan Antalya Semenderi’nin yaşam alanını yok ettiği belirlendi. Ege Üniversitesi’nden Prof. Dr. Bayram Göçmen, geçen yıllarda yüzlercesini gördüğü bölgede bu yıl sadece 5 semender görebildiğini belirterek, böyle giderse Antalya’nın biyolojik zenginliğini 15- 20 yılda kaybedeceği uyarısında bulundu.
3 yılda biten maket...
Ressam ve heykeltıraş Osman Ünal, Barbaros Hayrettin Paşa’nın kaptanlığını yaptığı savaş gemisi Hayrettin Paşa Kalyonu’nun maketini yapmaya karar verdi. Yapımı 3 yılda tamamlanan, 3 metre genişliğinde ve 1.5 metre boyundaki gemi toplam 25 bin parçadan oluşuyor. Gerçeğinde kullanılan ahşap, ip ve kumaş malzemelerinin aynısıyla üretilen maket gemi gerçeğe uygun yapılmış.
Gezi, Antalya’da kutlandı…
Gezi Direnişinin yıldönümünde yüzlerce Antalyalı alanlardaydı. Akşam saatlerinde Aydın Kanza Parkı’nda toplanan Emek ve Demokrasi Güçleri buradan Cumhuriyet Meydanı’na sloganlarla yürüdü. Cumhuriyet Meydanına gelen kitle meydanın yanında bulunan anfiye geçerek Gezi direnişinde yaşamını yitirenler için saygı duruşunda bulundu. Ardından basın açıklaması okundu. 2 yıl önce direniş çadırlarının bulunduğu alanda halaylar çekildi şarkılar söylendi. Ardından kısa bir forum gerçekleşti.
Jenner Antalya’da podyuma çıktı
Antalya’da 20’ncisi düzenlenen Dosso Dossi Fashion Show, Antalya Expo Center’daki defileyle kapılarını açtı. Sirk konseptiyle hazırlanan ve sonbahar- kış kreasyonlarının sergilendiği defilede ilk olarak ünlü top model Kendall Jenner podyuma çıktı. Prenses apoletli uzun elbisesiyle kum zeminli podyuma çıkan Jenner, büyük alkış aldı.
‘Çapraz nakil’ kardeşliği…
Çapraz nakil arayışı içinde olan iki aile, Antalya’da bir araya gelip tanıştı. Testlerin ardından doku uyumu olduğu görülünce çapraz nakle karar verildi. Doç. Dr. İbrahim Aliosmanoğlu ve ekibi tarafından Akdeniz Üniversitesi Hastanesi Organ Nakli Merkezi’nde 10 gün önce gerçekleştirilen operasyonlar ile Zeliha Bilgiç’ten alınan böbrek Ali Alparslan’a, eşi 37 yaşındaki Meryem Alparslan’dan alınan böbrek ise Bekir Bilgiç’e nakledildi. Başarılı geçen nakillerin ardından önce 4 çocuk annesi Zeliha Bilgiç ve 3 çocuk annesi Meryem Alparslan, birkaç gün sonra da eşleri taburcu oldu.
Hırsız ev sahibini öldürdü
Cikcilli Mahallesi’nde meydana gelen olayda, bir apartmanın birinci katındaki Hacı Eskitan’ın oturduğu eve dün gece hırsızlık için giren şüpheliler, para ve değerli eşya aramaya başladı. Şüpheliler, karşılarına çıkan ev sahibine saldırdı. Boğuşma sırasında şüpheliler Hacı Eskitan’ı bıçakla yaraladı. Şüpheliler ardından otomobille kaçarken, sesler üzerine eve giden komşuları Eskitan’ı kanlar içinde buldu.
Sevgili katiline10 yıl hapis
Eski sevgilisi 22 yaşındaki Semih Al’ı, evin banyosunda kalbinden bıçaklayarak öldürmekle suçlanan 23 yaşındaki Selma Yıldız, 10 yıl hapse mahkum edildi. Elazığ’ın Palu İlçesi’nden Antalya’ya gelen Semih Al, eski sevgilisi Selma Yıldız’ın, annesi Fatma Yıldız ile birlikte oturduğu Duraliler Mahallesi 4582 Sokak’taki evde, geçen yıl 30 Temmuz gecesi kalbinden bıçaklanarak öldürüldü. Semih Al’ın ölümüyle ilgili eski sevgilisi Selma Yıldız tutuklandı.
Babamın katillerini bulun…
Orman ürünleri ticareti yapan babası 54 yaşındaki Enver Dündar’ı öldürüp, parmağındaki alyansına kadar alıp ortadan kaybolan Suriyeli çiftin yakalanmasını isteyen 26 yaşındaki Selin Dündar, “Suriyeliler ülkeye girerken kayıt altında tutulmuş olsaydı, babamın katilleri bu kadar kolay izini kaybettiremezdi” dedi.
Huzurevinde 2. bahar
Yaklaşık 10 yıldır Antalya’da oturan Filiz Akyer, Soner’in tanışma teklifiyle arkadaşlıklarının başladığını söyledi. Arkadaşlıklarının Yaşlılar Evi’nde açılan Latin dans kursunda yakınlaşmaya dönüştüğünü aktaran Akyer, “Beyefendinin nezaketi, görgüsü, kendisinin de benim gibi İstanbullu oluşu, aynı kültürden gelişimiz bizi yakınlaştırdı” dedi. Yakınlaşma zamanla yerini farklı heyecanlara bırakırken, Emekli inşaat mühendisi olan Soner, 20 yıl önce Antalya’ya yerleştiğini, Akyer’le sonsuza kadar devam edecek bir birlikteliği arzuladığını söyledi.
CIA’in eski Türkiye uzmanı Profesör Henri Barkey, seçim sonuçlarını değerlendirdi
CİA KONUŞTU yaralı kaplan. Savaşacaktır. Şu anda B planını bilmiyoruz ama bundan sonra ne olacağına o karar verecektir” savlarını dile getirdi. CIA’in eski Türkiye uzmanı Profesör Henri Barkey, seçim sonuçlarının, “Adalet ve Kalkınma Partisi için değil, Cumhurbaşkanı Erdoğan için bir yenilgi” olduğunu söyledi. ABD’deki Lehigh Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Türkiye uzmanı ve CIA’in eski Türkiye uzmanı Profesör Henri Barkey, seçim sonuçlarının, “Adalet ve Kalkınma Partisi için değil, Cumhurbaşkanı Erdoğan için bir yenilgi” olduğunu savunurken bu yenilgide Erdoğan’ın seçim kampanyasını “kendi davası” haline getirmesi ve seçim barajını düşürmemesinin etkili olduğunu söylüyor. Barkey’ye göre, “Bu seçimin belki de bir diğer kaybedeni Öcalan. Çünkü şimdi Kürtler arasında demokrat, akıllı, karizmatik” bir lider ortaya çıktı. Washington’daki Wilson Center’da düzenlenen bir toplantıda Türkiye’deki seçim sonuçlarını değerlendiren Prof. Henri Barkey, “Seçim sonuçları sürpriz ve HDP’ye kayan stratejik oylar seçimin kaderinin belirleyicisi oldu” şeklinde konuştu. Seçim sırasında Türkiye’de bulunan Barkey, Amerika’nın Sesi’nin yansıttığı konuşmasında seçim sonuçlarının “Adalet ve Kalkınma Partisi için değil, Cumhurbaşkanı Erdoğan için bir yenilgi” oluşturduğunu savunurken Cumhurbaşkanı’nın en büyük hatası olarak yüzde 10’luk seçim barajının düşürülmemesini görüyor. Barkey, “HDP yüzde 10 barajı olduğu için kazandı. Eğer baraj düşürülseydi, HDP’nin oyları yüzde 7 ila 8 aralığında kalırdı” diyor. Henri Barkey, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu seçimden büyük yara aldığını şu sözlerle savundu: “Erdoğan denklemden çıkmış sayılmaz. Şu anda
Barajı geçerek TBMM’ye giren HDP ile Kandil ve İmralı arasında ilginç bir döneme girildiğini savunan Henri Barkey’e göre hala Öcalan Kürtler arasında en büyük siyasi güçlerden biri olsa da Demirtaş’ın “AK Parti’yle koalisyon yapmayacağız” duruşu, Öcalan’ın karşı durduğu bir yaklaşım. Barkey, Demirtaş’ın yükselişinin İmralı’da “rahatsızlık” yaratabileceğini şu sözlerle ifade ediyor: “Bu seçimin belki de bir diğer kaybedeni Öcalan. Çünkü şimdi Kürtler arasında demokrat, akıllı, karizmatik bir lider ortaya çıktı.”
11 New York Times: Türkiye’de demokrasi kazandı Independent: Türkiye, daha zayıf, daha içe dönük bir ülke olacak Wall Stret Journal: Siyasi belirsizlik aynı zamanda fırsatlar da yaratabilir
YURT DIŞINDAN TÜRKİYE NASIL GÖRÜNDÜ
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Eyy New York Times haddini bil” diyerek seslendiği Amerikan gazetesi, Türkiye’deki genel seçimleri başyazısına taşıdı
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Eyy New York Times haddini bil” diyerek seslendiği ve “paçavra” olarak tanımladığı Amerikan gazetesi, Türkiye’deki genel seçimleri başyazısına taşıdı. New York Times Editoryal Kurulu’na göre, “Türkiye’de demokrasi kazandı.” Buna karşın “Önümüzdeki haftalar muhtemelen istikrarsız ve belirsiz olacak” değerlendirmesini yapan Kurul, Türkiye’nin gündemdeki ciddi meselelere dikkat çekerek “Ülkenin uzatmalı bir kararsızlık dönemi gibi bir lüksü yok” diyor. New York Times, Editoryal Kurulu imzası ile yayınladığı yazıda “Türk seçmenleri, Pazar günkü parlamenter seçimlerinde demokrasiye olan bağlılıklarını teyit ettiler” sözleri ile giriyor ve yüksek katılım oranına vurgu yaptıktan sonra “Türkler, giderek otoriter bir lider olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın daha fazla güç toplamısına izin vermeyeceklerini belli ettiler” yorumunu yapıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan için “Seçimi hakkındaki bir referanduma dönüştürdü ve sonunda ciddi biçimde zedelenmiş çıktı” eleştirisini de yapan Editoryal Kurul, iktidar partisinin 13 yıllık bir sürede ilk kez çoğunluğu kaybettiğinin altını çiziyor. Yazıda “Erdoğan İslami
partisinin, demokrasinin ve nüfusunun çoğu Müslüman olan bir
ülkede dini azınlıkların haklarının güçlendirilmesinin münevver bir savunucusu olacağı çok farklı bir gelecek sunuyordu” denildikten sonra “Ancak Erdoğan, meydan okuma veya sınırlama çabalarını bastırarak demokrasi yolundan keskin bir biçimde saptı” görüşü öne sürülüyor. Bu çerçevede Gezi gösterilerinin “sert biçimde bastırılması”, “yolsuzluk skandalı” ve “bölgesel sorunlara ilişkin yanlış” politikalara dikkat çeken gazete, “Sayın Erdoğan, uzun bir süre zayıf bir siyasi muhalefetin varlığından yararlanıyordu. Ancak bu defa HDP ciddi yarıştı” diyor. “Önümüzdeki haftalar muhtemelen istikrarsız ve belirsiz olacak ve bir koalisyon hükümeti kurulamazsa yeni bir seçim gerekli olabilir” diyen Kurul, yazısını şöyle tamamlıyor: “Bir koalisyon hükümeti kurulsa bile meydan okumaları devam edecek, yani duraklayan bir ekonomi, Türkiye’nin sınırları içinde yaşayan iki milyon Suriyeli mülteci, Suriye ve Irak’taki İslam Devletinin sadece ufuk ötesinde bulunması ve Türkiye’nin Kürtleri ve Batı ile onarılması
gereken sorunlu ilişkileri... Ülkenin uzatmalı bir kararsızlık dönemi gibi bir lüksü yok.” New York Times’ta Shreeya Sinha imzalı “Türkiye’deki seçim Erdoğan için referandum” başlıklı haber yer almıştı. New York Times bu haberi Twitter’de “Bilin bakalım hangi liderin Beyaz Saray’ın 30 katı büyüklüğünde bir sarayı var?” mesajıyla paylaşmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, New York Times’ı haberleri nedeniyle hedef almış ve “Eyy New York Times haddini bil” demişti.
Wall Street Journal Gazetesi, 7 Haziran seçimini piyasaların açısından değerlendirirken “İyi biliniyor ki piyasalar belirsizlikten nefret ediyor ve Türkiye’deki seçimin sonucu bundan önemli miktarda oluşturdu. Ancak siyasi belirsizlik aynı zamanda fırsatlar da yaratabilir” değerlendirmesini yapıyor.
WSJ’nin tanınmış ekonomi yazarı Richard Barley imzası ile yayınlanan “Türkiye’deki kargaşa fırsatlar sunabilir” başlıklı analize, “İyi biliniyor ki piyasalar belirsizlikten nefret ediyor ve Türkiye’deki seçimin sonucu bundan önemli miktarda oluşturdu. Ancak siyasi belirsizlik aynı zamanda fırsatlar da yaratabilir” sözleriyle giriliyor. Bu bağlamda seçim sonuçlarının duyurulmasının ardından borsa ve liranın değerinde meydana gelen düşüşlere vurgu yapan Barley, yeni hükümet kurma sürecinin zorluklarla dolu olabileceğini belirtikten sonra “Ancak, AKP’nin büyük bir zaferi de tehlikeleri içerebilirdi, eğer Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın daha çok güç toplamaya olanak verseydi” yorumunu yapıyor. Richard Barley “AKP ve Erdoğan ekonomi açısından Türkiye için birçok şey başardı”derken enflasyon ve büyüme gibi çeşitli alanlarda sağlanan ilerlemeye vurgu yapıyor. Bunun ardından yabancı yatırımcıların Türkiye’ye aktığına dikkat çeken Barley, “Ancak Türkiye’nin bu yatırımcılara aşırı biçimde dayanması, son birkaç yıl onu kırılgan yaptı ve Sayın Erdoğan kaygıya neden oldu” diyor. Bu çerçevede Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Merkez Bankası ile karşı karşıya gelmesinin örnek gösterilen analizinde ayrıca Erdoğan’ın “giderek artan otoriter tutumu protestolara neden olduğuna” da dikkat çekiliyor. WSJ, “Büyüme yavaşladı ve son yıllarda enflasyon inatçılıkla hedef üzerinde seyretti. Türk lirası da artan biçimde oynak oldu” değerlendirmesini de yaptığı analizde“Türkiye’nin zor biçimde elde edilen yatırım notlarının kırılgan gibi gözükmeye başlamasından sonra bile fonlar akmayı sürdürdü. Şimdi ise küresel tahvil piyasaları çok daha gergin iken Sayın Erdoğan’ın Türkiye’yi bir başkanlık sistemine dönüştürme hırsını suya düşüren bir seçim kötü bir şey olmayabilir” görüşünü öne sürüyor. Bunun ardından “siyasi belirsizlik Türkiye varlıklarını açık biçimde yaralayacak ve muhtemelen oynaklık sürecek” diyen Barley “Ancak Merkez Bankası, durumun
kontrolün dışına çıkmasını önlemek için müdahale etmede daha özgür hissedebilir. Bu da, liranın kayıplarını durdurmak için faiz oranlarının artırılmasını da içerebilir, döviz rezervlerinin göreli düşük düzeyi dikkate alınırsa.” Analizde Ocak 2014’te yapılan faiz artırımı anımsatılarak “Merkez Bankası, zor kararlarını almaya istekli olduğunu kanıtladı” denildikten sonra “Ancak Türkiye’de koalisyon siyasetine dönüşünün AKP’nin iktidara geldiği dönem öncesi gibi tehdit oluşturmayacağı umulmalı. Ekonomi şimdi daha güçlü. Ancak dış ortam daha az dostane. Sayın Erdoğan’ın ilk (iktidar) yılları, genel olarak yükselen piyasalar için bir altın döneme rastlamıştı” değerlendirmesi yapılıyor. Richard Baley, analizine “Orta vadede eğer Türkiye’deki seçimlerin ekonomik reformu amaçlayan siyasete bir dönüşe ve Merkez Bankası için daha çok bağımsızlığa yol açarsa ve daha az iç bölünmelere götürürse, şu andaki belirsizlik ödenmeye değer bir bedel gibi gözükecek” sözleriyle son veriyor
Independent: Türkiye, daha zayıf, daha içe dönük bir ülke olacak İngiltere’de yayımlanan Independent gazetesinin yazarlarından Patrick Cockburn, Türkiye’de seçimleri değerlendirdiği yazısında, Ankara’daki koalisyon hesaplarını ve Türkiye’nin sonuçlar doğrultusunda Suriye ve Kürtlerle ilişkisinde ne gibi değişiklikler olabileceğini irdeliyor. Patrick Cockburn’ün yazısında öne çıkan satırlardan bazıları şöyle: “Türkiye’deki seçim sonuçları, Ankara hükümetinin karşı karşıya olduğu iki önemli meseleyi de etkiliyor: Suriye’deki iç savaşa ne derece müdahil olacağı ve hem Türkiye, hem de Suriye’deki Kürtlerle ilişkisi.” “Türkiye 2011’deki ayaklanmalardan bu yana Beşar Esad’ın devrilmesi çabasında merkezi bir rol oynamıştı. Suriye sınırı, aralarında IŞİD ve El Nusra Cephesi’nin de olduğu silahlı gruplara hiçbir zaman tam olarak kapatılmadı. Türkiye’nin, İdlib’de muhaliflerin rejime bağlı kuvvetleri bölgeden uzaklaştırıldığı operasyona güçlü bir destek verdiği
iddia ediliyor.” “Fakat Esad rejimine yönelik saldırgan politika büyük oranda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’nin icadı. Türkiye’deki diğer üç ana siyasi parti, Erdoğan’ın Suriye macerasına karşı çıktı.” “HDP, IŞİD’e hoşgörü gösteren ve sınırın Suriye tarafında yaşayan 2.2 milyon Suriyeli Kürt’e düşmanca bir tutum sergileyen her türlü hükümete eleştirel olacaktır.” Independent yazarı Patrick Cockburn, Türkiye’nin Kobani’de dört buçuk ay süren IŞİD işgalinde hangi tarafta olduğunu açıkça ifade etmemesinin Kürtleri öfkelendirdiğini belirtiyor. Gazetenin aktardığına göre Kamışlı’daki Suriyeli Kürt liderler de Türkiye’nin ‘tampon bölge’, ‘uçuşa yasak bölge’ gibi önerilerinin de endişe verici olduğu görüşünde. Gazeteye konuşan liderler, bu durumun Ankara’nın Kürt kantonlarını veya yerleşim bölgelerini işgal etmesinin önünü açabileceğini kaydediyor. Patrick Cockburn seçim sonuçları ve koalisyon ihtimallerine dair de şu ifadeleri kullanıyor: “AKP’nin mecliste mutlak çoğunluğu kaybetmesiyle Erdoğan’ın da gücü zayıflıyor gibi görünüyor ama ne kadar zayıfladığı net değil. Bir koalisyon hükümeti veya azınlık hükümeti, öncekine göre daha zayıf olmaya mahkûm, dolayısıyla Suriye’ye yönelik herhangi bir istila başlatma veya oradaki muhaliflerin desteklenmesi yetisi zayıf olabilir.” “Bunların çoğu, AKP’nin koalisyon kurup kuramayacağı ve kimlerle kurabileceğine bağlı. HDP şimdilik koalisyona girmeyeceğini söylüyor. Fakat eğer girme kararı alırsa, bu durum, hükümet için siyasi açıdan ‘en uygunu’ olur.” Independent yazarı, AKP’nin Kürtlerle çözüm süreci için müzakerelere girdiğini hatırlattığı makalesinde sürece yönelik yaklaşımın diğer Türk partileri tarafından benimsenmediğine dikkat çekiyor ve daha önce seçmenlerin de AKP’ye bu gerekçeyle oy verdiğini yazıyor. Cockburn, HDP’nin başarısının da
13 Kürtleri, diğer partiler yerine kendilerine oy vermeye ikna etmesinde yattığını belirtiyor. Cockburn, diğer yandan Erdoğan’ın, MHP’yi muhatap alması durumunda ise Kürtlerin ‘yabancılaşabileceği ve AKP’nin Kürtlerin sıkıntılarının çözümüne yönelik gönülsüz adımlarını da ters yüz edebileceği’ görüşünde. Türkiye’nin seçimden önce “tek parti devleti” gibi göründüğünü belirten yazar, HDP seçim bürolarına yönelik saldırıları da hatırlatıyor ve “Otoriter yönetime alışan hükümetler hızla ve kolayca vazgeçmese de bu durum artık değişebilir” diyor. AKP’nin kaybettiklerini telafi edebilmek için bir karşı atak yapabileceğine dair soru işaretleri olduğuna dikkat çeken Cockburn’a göre AKP’nin avantajı, üç muhalif partiden alternatif bir hükümet kurulma ihtimali olmaması. Makale, 45 gün içinde koalisyon kurulmaması durumunda erken seçime gidileceğini de hatırlatılıyor ve şöyle noktalanıyor: “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve AKP’nin durdurulamayan ezici gücü zarar görmüş olsa da, Türkiye eskisine kıyasla daha zayıf ve daha içe dönük bir devlet olacak.”
AKP’nin 12 yıllık tek parti iktidarının sona erdiği seçimlere geniş yer ayıran İtalyan basını, ‘Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ‘Sultanlık arzusu’nun HDP’nin barajı geçmesiyle son bulduğu‘ yorumunu yaptı. BBC Türkçe’den Övgü Pınar’ın haberine göre İtalya basınının ana akım gazetelerinin çoğunun baş sayfadan yayımladığı haber ve yorumlarda HDP’nin başarısı vurgulanırken, seçimden ilk sırada çıkan AKP’nin aslında kayıp yaşadığı belirtildi. Seçime ilişkin yayınlanan analiz yazılarından biri La Repubblica gazetesinden Marco Ansaldo’ya ait. Andsaldo’nun ‘Sultan’a şamar. Türkiye’de heyelan ve dönüm noktası‘ başlıklı yazısında, “Beyaz gömlekli bir Kürt’ün temiz yüzü ilk kez Türkiye meclisine giriyor ve
Sultan’ın kibrini yerle bir ediyor. Sakin bir konuşma tarzına sahip olan, azınlıkları, kadınları ve eşcinselleri savunan Selahattin Demirtaş, seçim kampanyasında reddettiği Erdoğan’a kafa tutuyor. Hilal ülkesi (Türkiye) için bir devrim” ifadelerine yer verildi. Aynı gazetede Adriano Sofri imzasıyla yayımlanan başka bir yorumdaysa ‘Yeni bin yılın Selahaddin Eyyübi’si son metroda durduruldu‘ başlığı kullanıldı. “Tam yetkili ve ömür boyu başkan olacaktı, tacını elleriyle başına yerleştirecekti. Son bir seçim zaferi gibi ufak bir formalite kalmıştı” diyen Sofri, “Despotlar ölçüyü kaçırdığında tarih son bir çıkış yolu bulmayı bilir. Bunu tarih yapmazsa, öngörü ya da insanlık onuru yapar” diye yazdı. La Stampa ise gazetenin Kudüs temsilcisi Maurizio Molinari’nin ‘Erdoğan’ın liderliği Ortadoğu cephesinde de cila kaybına uğradı‘ başlıklı değerlendirmesini yayımladı. “Türkiye’deki seçimlerin sonuçları, Erdoğan’ın tartışılmaz liderlik döneminin bitişine işaret ediyor, Ortadoğu’da da öngörülemez sonuçları olacak bir domino etkisi yaratıyor” diye Molinari, “Ortadoğu açısından önemli olan, Erdoğan’ın Halep’ten Trablus’a kadar bölgesel ölçekte neo-Osmanlı etkisinde bir alan yaratma çabasına imkan tanıyan yenilmezlik pelerininin kaybolmuş olması. Bu da, Hamas’tan El Nusra’ya kadar müttefiklerinin, hamilerinde bu zaafı görerek yeni referanslar araması anlamına gelir” ifadelerini kullandı. Seçim sonuçlarını ‘Erdoğan artık sultan değil’ başlığıyla birinci sayfasından duyuran Corriere gazetesinde de, Antonio Ferrari tarafından kaleme alınan analiz yazısında, “Türk sultan-başkan Erdoğan için acı, hatta dramatik bir uyanış oldu. Yarattığı AKP seçimleri kazandı ama kaybetmiş gibi oldu. İnsanlar ona artık açık çek vermiyor” denildi. Demirtaş’ı, ‘Kürt Obama’ olarak tanımlatan Il Fatto Quotidiano gazetesi “Türkiye yeni bir döneme başlıyor gibi görünüyor” ifadesini kullandı
Fransız Le Monde: 75 milyon nüfuslu ülke için umut dolu bir gelecek imkanı doğuruyor. “Türk seçmen büyük bir bilgelikle, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın otokrasiye kayışına dur demiş oldu. Bu hem Türkiye, hem de Avrupa için iyi bir haber. Yaşlı kıta Avrupa ile dönüşüm içindeki Ortadoğu arasındaki dengeler açısından Türkiye’nin sahip olduğu ağırlık önemli. Bu meclis seçimleri, AB’nin ortağı ve NATO üyesi 75 milyon nüfuslu ülke için umut dolu bir gelecek imkanı doğuruyor.”
De Volkskrant: Türkler Türk usulü bir Putin istemiyor. Holanda gazetesi şöyle diyor: “Erdoğan mecliste mutlak çoğunluğa ulaşmak için elinden gelen her şeyi yaptı. Anayasayı değiştirip tüm gücü Başkan’a, yani kendisine aktarabilecekti. Karşıtları ise bunun bir diktatörlüğün doğuşu anlamına geleceği görüşündeydi. Bu tür bir felaketin önlenmiş olması kayıtsız şartsız memnuniyet verici bir durum. Türklerin çoğunluğu, Erdoğan’ın kafasındaki güçlerin birleştirilmesi hedefini istemeyen partilere oy verdi. Bu, laik geleneğin hala canlı olduğunun bir işareti. Erdoğan’ın partisi AKP’nin dini karakteri, güçlü bir azınlıkta direniş uyandırıyor. Başkan’ın devleti ele geçirmesine karşı direnişin ise daha da güçlü olduğu görülüyor. Türkler Türk usulü bir Putin istemiyor. Ve bunun için iyi nedenleri var.”
Die Presse” Türklerin mini diktatörlere tahammülü yok. Avusturya gazetesini yorumu ise şöyle: “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın partisi AKP kuruluşundan bu yana ilk kez meclisteki mutlak çoğunluğunu kaybetti ve artık demokratik oyun kurallarına uymak zorunda. Ya bir koalisyon içinde uzlaşma yolları arayacak ya da muhalefete gidecek. Türklerin artık demokrasi takım elbisesi içindeki mini diktatörlere tahammülü yok.”
Reuter
s: Erdo
ğan’ın
ERKEN
koalisy
on iste
mesi e
SEÇİM
Haber Ajansı Reuters, 7 Haziran seçimlerine yönelik abonelerine geçtiği analizde, Erdoğan’ın koalisyon seçeneklerinin denenmesini istemesini erken seçime yönelik”taktik” olarak görüldüğünü duyurdu. Hürriyet’in Reuters’tan aktardığı habere göre, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, dün siyasi partilerin egolarını bir kenara bırakarak hükümet kurmak için çaba göstermelerini ve kendisinin de anayasal sınırlar içinde üzerine düşeni yapacağını açıklamasına karşın, AKP kurmayları ve analistler, Erdoğan’ın asıl isteğinin AKP’nin güçlenerek çıkacağı bir erken seçim olduğunu belirtiyorlar. Seçim sonuçlarının AKP’nin 13 yıllık tek parti iktidarına son veren bir tablo ortaya koyması ardından Erdoğan, dün kamuoyu önünde yaptığı ilk açıklamada, ülkenin hükümetsiz kalmaması ve tüm koalisyon seçeneklerinin denenmesi gerektiğini söylerken, analistler bunun bir “taktik” olduğunu ve bu söylemin ardında Erdoğan’ın çözümsüzlük üretmesinin AKP’ye olumsuz dönüşü olabileceği endişesinin yattığını belirtiyorlar. “Şu anda yumuşak mesajlar veriyor, bir süre daha verecektir çünkü Erdoğan da koalisyon seçeneğinin
rken se
çime y
önelik
TAKTİĞ
“taktik
İ
işlemeyeceğinin görülmesini istiyor” diye konuşan üst düzey bir AKP’li yetkili, “Erdoğan da erken seçime yakın, hiç tereddüdü yok gibi”dedi. Pazar günü yapılan seçimde 550 sandalyeli TBMM’de AKP yüzde 40.87 oyla 258 milletvekili çıkarırken, CHP 132, MHP 80 ve HDP 80 sandalye kazandı. Hükümet kurmak için Meclis’te en az 276 sandalye gerekiyor. Chatham House Türkiye Analisti Fadi Hakura, Erdoğan’ın dünkü konuşmasının kısmen uzlaştırıcı olduğuna ama uluslararası medya hakkındaki yorumlarına ve AKP’yi hedef alan komplolra yaptığı göndermelere bakıldığında da “eski Erdoğan” görüntüsünün ortaya çıktığına vurgu yaparak, “Bence bu konuşma Erdoğan’daki bir değişimden ziyade bir hamle, bir taktik anlamına geliyordu” dedi ve ekledi: “Bence Erdoğan erken seçim için bastırıyor gibi görünmek istemiyor çünkü geçmiş deneyimler gösterdi ki böyle bir seçimde bunun için en çok bastıran taraf oy kaybediyor. Erdoğan ve aslında tüm siyasi partiler şu anda koalisyon için bastırıyormuş gibi görünmek istiyor ancak elbette bu durum siyasetteki ideolojik bölünmeyi ve siyasi aktörler arasındaki bölünmüşlüğü gizleyemiyor.”
”
15
Hakura’yı teyit eder şekilde, “Gerçekten koalisyon seçenekleri denenecek, istikrarlı bir hükümet aranacak ama çok gerçekleşebileceğini sanmıyorum. Bence erken seçim şu anda senaryolarda birinci sırada gibi duruyor” diye konuşan aynı üst düzey AKP’li yetkili, “Burada MHP ya da CHP ile bir koalisyon kurulursa bile Kasım ayında bir erken seçime gidilecek gibi gözüküyor”değerlendirmesini yaptı. HDP, AKP ile bir koalisyona her koşulda karşı çıkarken; MHP ve CHP Erdoğan’ın pozisyonunun anayasal sınırlara çekilmesini ve yolsuzluk dosyalarının yeniden açılmasını istiyorlar. MHP, buna ek olarak, çözüm sürecinin durdurulmasını da talep ediyor. Analistler, bu şartlar altında koalisyon kurulmasının, kurulsa dahi uzun soluklu olmasının güçlüğüne işaret ediyorlar. CHP koalisyon için koşulları olduğunu belirtmesine rağmen, hükümet kurulmamasının sorumluluğunu alan taraf da olmak istemiyor. “AKP ile bir hükümet kesinlikle kurulmaz diyemiyorum” diyen üst düzey bir CHP’li yetkili ise koalisyon kurulması görüşmelerinde yolu kapatanın kendileri olmayacağını belirtti. “Türk siyasetinde istikrarlı ve kalıcı bir hükümet için gerekli olan merkez artık yok” diyen Hakura, “Hem sağ ve sol partiler arasında hem de bu her iki kanadın kendi içinde ciddi bölünme var. Bu derin ideolojik bölünme ve siyasetteki merkez yokluğu Türkiye’de bir istikrarlı kalıcı hükümet kurulabileceğine işaret etmiyor” dedi.
Hükümete yakınlığı ile bilinen araştırma şirketi GENAR’ın Başkanı İhsan Aktaş, herkesin erken seçime en avantajlı şekilde gitmenin hesabını yaptığını belirterek, “Bu süreçte daha yapıcı olan erken seçime kazançlı gidecek. Ülkenin bir an önce hükümete kavuşması için gerekeni yapanlar, şartlar sürerek köşesine çekilenlere göre, olası erken seçimde çok daha iyi oy alacak” dedi. Yeni seçilen milletvekillerinin yemin etmesinin ardından Erdoğan’ın AKP Genel Başkanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu hükümeti kurmakla görevlendirmesi ve koalisyon görüşmelerinin resmen başlaması bekleniyor. Görevlendirmenin ardından 45 gün içinde kurulamaması halinde erken seçime gidilmesi gerekiyor. Hükümete yakın MAK Danışmanlık Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Ali Kulat, Erdoğan’ın CHP Antalya Milletvekili Deniz Baykal ile Çarşamba günü yaptığı görüşmenin de erken seçime dönük bir hamle olduğunu ve Erdoğan’ın “herkes bütün kanalları denediğimi görsün” mesajı vermeye çalıştığını belirterek, erken seçimin kaçınılmaz olduğunu söyledi.
Erdoğan’ın Baykal ile görüşmesine dair bilgi veren CHP’li bir yetkili de, Erdoğan’ın koalisyon seçeneklerinin denenmesinin ardından erken seçime gidilmesini istediğini ve azınlık hükümetine karşı çıktığını aktarmıştı. Hakura, olası bir erken seçimde Erdoğan’ın ekonomik ve siyasi istikrar vurgusu yaparak HDP ve MHP’ye kayan AKP oylarını yeniden kazanma çabası içinde olacağını belirtirken, muhalefet partilerinin de istikrarının önündeki en önemli engel olarak Erdoğan’ı göstererek oylarını korumaya çalışacaklarını söyledi. IPSOS tarafından seçimin ertesinde yapılan bir araştırmaya göre, seçimin tekrarlanması durumunda AKP’nin yüzde 40.9’a gerileyen oyu 4 puan artacak. New York’taki St. Lawrence Üniversitesi’nden Türkiye uzmanı Howard Eissenstat da zayıf bir koalisyonun AKP için kazanç anlamına gelebileceğini belirterek, “Ekonomi gelecek birkaç ay içinde zayıflayacak ve AKP bunu kendi politikalarının sonucu olmaktan ziyade istikrarsızlığın sonucu olacak gösterecek” dedi.
AKP’nin siyaset ve din İlişkisi
KUR’AN MEYDANLARDA
Dinin temel dinamiklerinden olan “Kuran” seçim öncesinde meydanlarda yer aldı. Bununla birlikte camilerde siyaset yapıldı. Din, bir anlamda seçimlerde siyasetin merkezine oturtuldu. Seçim öncesinde bu konuda neler yaşandı,... Biliyorsunuz değerli okurlar Cumhurbaşkanı, seçim öncesinde meydanlara inmiş meydanlarda bir tarafta CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu, diğer tarafta MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi başka bir tarafta ise HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ı eleştirmişti. Eleştirirken de bir yanda terörden bahsetmiş, bir tarafta AKP iktidardayken ve kendisi de Başbakan iken yaptığı icraatları anlatmıştı. İl il dolaşıp daha önce açılmış ama herhalde halkın bu açılışlardan haberdar olmadığını düşünerek açtığı yerleri tekrar açmıştı. Erdoğan, yaptığı mitinglerde halkın karşısına çıkıp “Sizden 400 milletvekili istiyorum ya da 400 olmazsa 335 de yeter.” demişti. Diyebilirdi, sonuç itibari ile “Cumhur”un başıydı. Kendileri öyle ifade etmişti. Erdoğan mecliste ettiği “namus ve şeref” yeminine sadık kalarak tam bir Cumhurbaşkanı gibi davrandı seçim öncesinde… Bir de yanılmıyorsam Cumhurbaşkanlığı yemininde, “tarafsızlık” diye bir ifade vardı, değil mi? “Cumhurbaşkanı olursam tarafsız
olamam!” demişti Erdoğan!.. Olmasın canım, ne olacak sanki! O kadar kusur kadı kızında da olur! Bu Türk milleti de pireyi deve yapıyordu hani! Biliyorsunuz Erdoğan, Kur’an-ı Kerim’i çıkarıp meydanlarda dolaştırdı. Seçimlerde “Biz, diğerlerinden daha Müslümanız!” imajı verir gibi Kuran’ı çıkarıp yaptığı seçim mitinglerinde AKP’ye oy istemeye devam etti. Hatırlayacağınız üzere Batman’da Kuran’ı çıkarıp HDP için şu ifadelerde bulunmuştu: Tam bu noktada sizin için tarihin çok ilginç savaşlarından biri olan Sıffin Savaşı’na kısaca değinmek iyi olacaktır. Sıffin Savaşı, Halife Hz. Ali ile Suriye Valisi Muaviye arasında yapılan savaşta Hz. Ali ordusu başarıyı yakalamışken Muaviye’nin emri ile askerlerin mızrakların uçlarına Kuran yapraklarını koyması nedeniyle savaş tam tersine dönmüştür. Muaviye burada Kuran’ı istismar yapıp, savaş uğruna kullanmıştır. Sadece Sn. Cumhurbaşkanı mı dini, siyasetle yoğurdu? Hayır! Başbakanlık görevindeyken Sn. Ahmet Davutoğlu da 2015 yılının Mart ayında ABD’ye gitmiş ve cuma namazını Paterson kentinde bulunan New Jersey Ulu Camii’nde kılmıştı.
17 Ardından da cami cemaatine seslenmişti. Davutoğlu, Dışişleri Bakanlığı döneminde de Van Ulu Camii’nde öğle namazı kılmış, namazın ardından caminin balkonundan vatandaşa seslenmişti. Davutoğlu’nun cami avlusunda konuşma yapması tepki toplamıştı. Yalnız Davutoğlu mu camide siyaset yaptı? Hayır. Yine 2015 yılının Mayıs ayında AKP Düzce Milletvekili adayları Faruk Özlü ve Ayşe Keşir, Düzce’nin Yığılca ilçesinde camilerde seçim çalışması yaptı. ( Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş da 2014’deki belediye seçimleri için gittiği Pendik’in Yenişehir Mahallesi’nde bulunan Ulu Camii’ne yaptığı ziyaret sırasında caminin içindeki cemaate, imamın namaz kıldırdığı yerden propaganda yapmıştı. Kısacası din ile siyaset silsile şeklinde devam etmiş… Değerli okurlar, bakın şu an yönetildiğimiz 1982 Anayasası’nda dinin, siyasete malzeme yapılmaması konusunda hangi maddeler yer alıyor: Hiçbir faaliyetin Türk millî menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihî ve manevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamaz. Madde 24: Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz. Bu maddelerle birlikte “Laik devlet” nedir? En basit tanımı ile, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Peki seçimden önce bu tanıma ne kadar bağlı kalındı sizce?!.. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Adnan Menderes’ten tutun da muhafazakar Turgut Özal dahi
hiçbir parti yetkilisi dini, AKP iktidarı kadar kullanmamıştır. AKP, bu kadar dine sarılmış ve dini değerlere saygı duyuyor mu gerçekten? AKP seçmenleri bu soruya “evet” diyebilir; ancak bu doğru değil! Neden mi? Soner Yalçın’ın ortaya çıkardığı şaheser bir kitap olduğunu düşündüğüm (herkesin okumasını tavsiye ettiğim) “Kayıp Sicil – Erdoğan’ın Çalınan Dosyası” kitabının 372’nci sayfasında Erdoğan iktidarındaki AKP’nin yaptıkları için Soner Yalçın şu ifadeleri kullanmaktadır: Cami yıkıp AVM yaptı. Malatya’da eski hal binasının bulunduğu alanın içindeki cami ve sosyal tesisler 52 milyon 500 bin TL’ye Hollanda kökenli ACT4 A.Ş.’ye satıldı. Cami dozerlerle yıkıldı. AKP İstanbul’da Amine Hatun Camii, Bahçelievler Camii’ni sattı! AKP’li belediye borçlarını kapatmak için camileri para karşılığı sattı! Gaziantep Şehit Kamil Belediyesi’nde CHP’nin ret oylarına rağmen AKP’liler caminin yıkılmasına onay verdi. Yine İstanbul’daki Fatih ilçesinde bulunan Halil Paşa Camii yıkılmış ve 300 metrekare arsayı Halis Toprak’a satmıştır. Bugüne kadar İsmet İnönü’ye cami üzerinden demediğini bırakmayan Erdoğan’ın bugün yaptıkları ortadadır. Dini bu kadar önemseyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, eminiz ki israfın da dinde çok önemli bir yeri olduğunu biliyordur. Bunu bilen bir kişi olan Erdoğan’ın, ülkede bu kadar sefalet çeken halka karşın bin küsur odalı AK-SARAY’ın dindeki yerini milletin oturup düşünmesi gerekir. Sn. Erdoğan’ın dini motif olarak kullandığı diğer unsur ise başörtüsüydü. Hatırlarsanız “Gezi Eylemleri” sırasında yalan olduğu ortaya çıkan ‘Kabataş Olayı’nda Erdoğan’ın, “başörtülü bacım” diyerek halkın dini duygularını etkilemeye çalıştığını görmüştük. Erdoğan, Gezi olayları sırasında yine Dolmabahçe Bezmi Alem Valide Sultan Cami’ne eylemcilerin bira şişeleriyle girdiğini ifade etmişti. Peki “Ben öyle bir şey görmedim” diyen müezzine ne oldu? Müezzin Fuat Yıldırım, bu olaydan hemen
sonra Kayabaşı Köyü’ne müezzin olarak görevlendirildi. Dolmabahçe Camisi imamı Halil Necipoğlu’nun tayini ise Zeytinburnu’na yapıldı. İşte bu olaydan sonra din adamlarına yapılan muamele de bu oldu. Yukarıda saydıklarımı artırmak daha da mümkündür. Erdoğan’ın dini duyguları etkilemeye yönelik bu çalışmalarının dahasını da sizlere bırakıyorum. Erdoğan’ın meydanlarda Kuran’ı çıkarıp göstermesi bana geçen aylarda Üsküdar Belediyesi’nin “maket kabe” olayını hatırlattı. Bunlarla birlikte siyasiler bunları yaparken hatırlanacağı üzere Almanya’da da İmam Hasan Tüfek de 2015 genel seçimlerinde başkası yerine oy kullanırken yakalanmıştı. İmam bunları yapıyorsa cemaat ne yapmaz ya da siyasiler!.. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, seçimlerden önce “İktidara gelirsek ‘siyasi ahlak yasası’nı çıkaracağız” demişti. Kılıçdaroğlu hükümet ortağı olur mu bilinmez; ama bu yasanın, Türk siyasetinde bir an önce olması kesinlikle gerekli olacaktır. Yoksa imamın mı siyasetçi; siyasetçinin mi imam olduğunu biz daha çok karıştıracağız!.. indigodergisİ
İnternet fenomeni Fuat Avni gündemi sarsan açıklamalarına devam ediyor
SİYASET KAN İSTİYOR
Fuat Avni yine çok konuşulacak AKP-CHP-MHP üçgenini ve Erdoğan’ın AKP’nin başına dönme planlarını yazdı. İşte o şok etkisi yaratan iddialar; 1. Y… ve avaneler, ilk şoktan sonra çok özel bir toplantı yaptılar. Seçimle ilgili değerlendirme yapıldı. 2. İki seçenek değerlendirildi. Öncelikle hükümet kurdurmayıp erken seçime gitmek, başaramazlarsa MHP ile koalisyon hükümeti kurmak. 3. Y…, ‘Ne olursa olsun erken seçime gidecek formüller geliştirin, MHP ile koalisyon olursa bile seçim hükümeti olmalı” dedi. 4. Strateji gereği bunu dillendirmeme kararı aldılar. ‘Durumu değerlendirdik, gerekli dersleri aldık kampanyası’ başlatacaklar. 5. Erken seçimi dillendirmeden, seçime giden yolun taşları döşenecek. Diğer partiler kaos oluşturuyor yaygarası koparılacak. 6. Toplantıda erken seçim olursa MHP’deki yaklaşık yüzde 4’ün, HDP’nin barajı aşmasına tepki olarak AKP’ye kayacağı söylendi. 7. Y…’in en büyük korkusu, PKK’nın silah bırakması. ‘Bu durumda HDP’nin oyları katlanır, buna müsaade edilmemeli’ dedi. 8. Fidan, yeniden oyuna dönüyor. Bu minvalde MİT içindeki Işid hücreleri devreye sokulup PKK’nın tahrik edilmesi kararı alındı.
9. Diyarbakır başta olmak üzere bölgedeki üst düzey güvenlik amirlerinin de kaos için ayarlandığı rapor edildi. 10. KCK içindeki MİT’çiler, Cizre ve Yüksekova başta olmak üzere kanlı eylemler yaparak, karşılıklı provakasyona zemin oluşturacak. 11. Avaneler, HDP’yi barajın altına itmek ve MHP’deki oyları garantileme adına ülkeyi erken seçime kadar kana bulamayı planlıyor. 12. Y…, ‘Yapılacak erken seçimde risk yok. Oylar düşse de farketmez. Zaten şimdi de koalisyona zorlandık” dedi. 13. Baykal’ı çağırmak ve Davutoğlu’nun önünü açıyor gibi yapmak, milleti ütmek ve CHP’yi birbirine düşürmekten öte bir şey değil. 14. Baykal’la görüşme yapma fikri avanelerden geldi. ‘Görüşmeyi siz yaparsanız CHP içinden tepkiler gelir, CHP karışır’ dediler. 15. Y…’in kumpasçı olduğunu iyi bilen Baykal ve Kılıçdaroğlu’nun oyuna gelmeyeceğinin farkında olsalar da her yolu deniyorlar. 16. Y…, CHP’nin azınlık hükümeti kurma ihtimalinin önünü kapatmak için de ‘Azınlık hükümetine karşıyım’ açıklaması yapacak. 17. MHP’nin CHP ile koalisyon yapmaması için kampanya başlatılıyor. Sosyal medyada troller MHP’li görüntüsü verecek.
19 18. Kendilerini MHP’li gösteren AKP’li troller, MHP CHP koalisyon kurarsa bir daha MHP’ye oy vermem’ diyecek. 19. Trollerin çoğu MHP profilli hesaplar açıyor. ‘MHP-CHP koalisyonuna hayır’ kampanyasının merkezi de sosyal medya olacak. 20. MHP ile koalisyon seçeneğine karar verildiği an MHP görünümlü AKP trolleri AKP-MHP koalisyonu şart kampanyasına başlayacaklar.
DİLİPAK; KONUŞTU AKP’nin sözcüsü Yeni Akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak, AKP’yi çok sert sözlerle eleştirdi.
21. MHP ile koalisyon yapıp MHP’yi suçlarına ortak edip hükümet çalışmalarını tıkayacak yine erken seçime zorlayacaklar. 22. Y…, ‘Koalisyon hükümeti erken seçim kararı alırsa istifa edip partinin başında seçime girmek için prosedür nedir araştırın’ dedi.
AKP’nin sözcüsü Yeni Akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak, AKP’yi çok sert sözlerle eleştirdi.
23. Erken seçime partinin başında girerse, başkanlığı elde edecek çoğunluğu sağlayacağı söylenince keyfi yerine geldi. Dalkavuk çok.
Dilipak, AKP’ye ilişkin “Kendi partisine oy vermeyen adayınız, il başkanınız var ya hu! Yemekten doymayan lanet olası adamları başınızdan savın artık. Herkesin gördüklerini, duyduklarını siz görmüyor, duymuyorsanız, o zaman bırakın bu işi” şeklinde sözler sarf etti.
24. Avaneler ‘Davutoğlu’yla olmadığını zaten gördük, Gül partiyi ya ele geçirir ya da böler, devreye girmeniz şart’ dediler. Y…, çaresiz.
Abdurrahman Dilipak, bugünkü “İza cae” başlıklı yazısında AKP’nin yolsuzluklarına ilişkin ipuçları vererek AKP’den aday olan ya da üye olanların “çıkar uğrana” tercih yaptığını itiraf etti.
25. Cumhurbaşkanı istifa ederse yerine kim, nasıl vekalet edecek, bununla ilgili kesin süreler nelerdir, bunu da inceletiyor. 26. Prosedürü pazartesi akşam ve salı sabah Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdür Yardımcısı Veysel Bektaş ve iki elemanı hazırladı.
“O gün güç sizin elinize geçince, her taraftan size koşup geldiler. Güç sizden gittiğinde onlar çevrenizden dağılıp gideceklerdir” diyerek AKP’yi uyaran Dilipak, şöyle devam etti: Şimdi ‘içimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helak eder misin Allahım diye’ düşünmenin zamanıdır. Bu sonucu kimse beğenmedi. Paralelciler, SP, BBP’liler mutlular mı şimdi bu sonuçtan..”
27. Bürokratlar, Y…’in cevabını istediği sorulara ilişkin raporu Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı Metin Kıratlı’ya verdi.
AKP’ye oy vermeyen milletvekili adayı olduğunu açıklayan Dilipak “Kendi partisine oy vermeyen adayınız, il başkanınız var ya hu! Nereden buldunuz bunları. Çok mu aradınız da buldunuz bu tipleri ya da bunları size kim getirdi? Biz size ulaşamaz iken birileri nasıl da kolay ulaşıyormuş demek.. Ya hu, size değil, nerede ise müşavirlerinize ulaşılmaz olmuştu. Mesaj bıraksanız geri dönme lütfunda bile bulunmuyorlardı” diye yazdı.
28. Kıratlı, çok detaylı biçimde hazırlanan raporu ‘ivedi’ kaydıyla salı günü Saray’ın Özel Kalem’ine teslim etti.
“Kendi partisine oy vermeyen belediye başkanlarınız var.. Oy vermemesini bırakın, aleyhte çalışanlar var.. Aynı şekilde kadın kollarınız var” diyerek AKP’deki kırılmalara işaret eden Dilipak şöyle devam etti:
29. Koalisyon olmadan seçim kararı ya da MHP ile hükümet kurup sorumluluğu ona yıkarak erken seçim kararı. Kumpas planı hazır.
“Belediyelerinize çekidüzen vermezseniz, bugün parlamento seçimlerinde yaşadığınızdan daha vahim bir sonuçla karşılaşabilirsiniz.. Bu, yemekten doymayan lanet olası adamları başınızdan savın artık. Herkesin gördüklerini, duyduklarını siz görmüyor, duymuyorsanız, o zaman bırakın bu işi.. Birkaç kişinin yaptıklarının ceremesini bütün millete çektirme hakkı yok kimsenin. Zaten siz eğer kendinizi değiştirmeme konusunda ısrarcı olursanız, bu yanlışları bırakmazsanız, millet sizi bırakır. Eski hal muhal, ya yeni hal ya izmihlal. Siz kendinizi değiştirmedikçe Allah sizin hakkınızdaki hükmünü değiştirmeyecektir.”
30. Hesaba katmadıklarıysa çok gizli tuttukları bu stratejileri her şeyi ile deşifre edeceğimi unutmuş olmaları. Zavallılar.
1 GÜNDE 20 BİN KİŞİ SINIRI GEÇTİ Suriye sınırında Akçakale’nin karşısında bulunan Tel Abyad’da IŞİD ile PKK’ya bağlı YPG güçleri arasındaki çatışmalar yoğunlaşırken, binlerce Suriyeli sınıra dayandı. Suriyeliler Türkiye’ye geçiş izni istedi. Ankara akşam “Sınırı açın” talimatı verdi ama bu kez IŞİD militanları engelledi.
Geçen yılın ocak ayında IŞİD’in hakimiyeti ele geçirdiği Telabyad, Cezire ile Kobani kantonu arasındaki bölgede PYD dışındaki tek ilçe olunca YPG’nin hedefi haline geldi. YPG güçleri geçen ay burayı ele geçirmek için Rasulayn ile Kobani’den buraya doğru hareket başlattı. Özgür Suriye Ordusu’nun birliklerinden Burkan El Fırat ile bazı aşiretlerin de destek verdiği YPG güçleri, birkaç gün önce Telabyad’ın birkaç kilometre dışına kadar ulaştı. Havadan da savaş uçaklarının IŞİD’e yönelik olası ikmal yollarını bombalayarak imha ederek YPG’yi destekledi. Çatışmalar ve koalisyon ülkelerinin savaş uçaklarının havadan IŞİD hedeflerini bombalaması Telabyad ve çevresindeki köylerde yaşayan sivilleri tedirgin etti ve binlerce kişi Türkiye’ye geçmek için sınıra yığıldı. Suriye sınırında bekleyen ve izin alamayan binlerce Suriyeli’nin dün öğle saatlerinde tank, havan ve savaş uçaklarıyla yapılan bombardıman ardından alınan kararla Türkiye’ye geçmesi kararlaştırıldı.
Bu kararın ardından sınır tellerinin olduğu bölgede bekleyen kalabalık, Akçakale Gümrük Kapısı’na yönlendirildi. Suriyeliler’in geçiş yapması planlanan Gümrük Kapısı içinde kayıt ve kontrol alanları oluşturuldu. Hazırlıkların tamamlanması ardından Suriyeliler’in gelişi beklendi. Ancak, IŞİD militanları buna izin vermeyeceklerini söyledi. Bu gelişmenin ardından Türk yetkililer sivillerin Akçakale Gümrük Kapısı’na 1 kilometre uzaklıkta eski sınır kapısı olarak bilinen bölgeden geçişlerinin yapılmasını istedi. Ancak IŞİD buna da izin vermedi. Sivillerin geçişlerinin nasıl yapılacağı konusunda arayış sürdüğü sırada, binlerce Suriye bir anda Akçakale Sınır Kapısı’nın yanındaki bölgede toplanmaya başladı. Kısa süreli gerginlik ardından binlerce Suriyeli, sınır kapısının hemen yanında oluşturulan geçiş noktasından Türkiye’ye giriş yapmaya başladı
. Gece yarısına kadar devam eden geçişlerde resmi rakamlara göre 4630 kişi Türkiye’ye geçerken, bu rakamın kayıt yapılmadan geçiş yapanlar düşünüldüğünde çok daha fazla olduğu bildirildi. Afet ve Acil Durum Yönetimi (AFAD) Başkanlığı’ndan yapılan yazılı açıklamada, dün TSİ 18.20 itibariyle başlayan alımların 20.00’de sona erdiği ve 2 bin 800 Suriyelinin kaydının yapıldığı belirtildi. Kesin rakamların kayıtların tamamlanmasının ardından açıklanacağı kaydedildi. AFAD ekiplerince burada oluşturulan noktaya alınan sığınmacıların üst araması yapılıyor ve beraberindeki eşyalar x-ray’den geçiriliyor. Kayıt işlemleri yapılan Suriyelilerin, daha sonra sağlık kontrolleri ve aşı işlemleri tamamlanıyor. Sığınmacılardan isteyenler Türkiye’deki akrabalarının yanına, kalacak yeri olmayanlar ise AFAD’ın kamplarına yerleştiriliyor.
23
Erdoğan Kahya
ANTALYA KAYBETTİ Dostlarım siyaset söz konusu olduğunda beni, siyaseti bilmemekle suçlarlar. Fethi Avşar bunların başında gelir. Kendisi ANAP’da İl Başkanlığı yapmış ya, kendine göre siyaseti iyi bilir. Siyaseti iyi bilenlerin öngörüleri vardır, pek tutturamazlar sonucu, iki laf söz konusu oldu mu, mangalda kül bırakmazlar. Her şeyi onlar iyi bilirler... Ama bilmezler ki, her şeyi bildiği sananlar her zaman yanılırlar... Oysa bilmezler ki, basında 45 yılını dolduran bir kişinin de siyaset konusunda söyleyebilecekleri vardır. Aslında siyaseti iyi bilenlerle bizim aramızdaki fark, bizim son söylememiz gerekeni, işin başında söylememiz... Ya da cesaretle dobra dobra söylememizdir. Hasan Subaşı’nın bağımsız adaylığı sürecinde 4 ayı aşkın süre birlikte olduk. Belki biraz duygusallık, belki arkadaş ve dostluğun verdiği heyecanla çıktığımız yolda siyasi partilerden çok daha iyi bir seçim kampanyası ortaya koyduk. Gittiğimiz her ilçede, her mahallede insanların Hasan Subaşı’na gösterdiği ilgi, sevgi hepimizi heyecanlandırdı. Heyecan adrenalini yükseltiyor, yorgunluk bile duymuyor insan. Hele eski Demokratların heyecanı patlamaya hazır bombaya benziyor. İktidar heyecanını yaşayıp, şimdilerde iktidardan uzak olmak onları şaşkına çevirmiş. Kurtarıcısını bekleyen mahkumlar gibi, demokratların dirilişini bekliyor. Merkez sağda yeni bir parti özlemi ile yanıp tutuşuyorlar. Her gittiğimiz yerde, Subaşı’nın adaylığı konusunda duyduğu sevinci dile getiren; ‘İyi ki aday oldun başkanım, yoksa sandığa gitmeyecektim’, ‘Antalya’ya verdiğin hizmetleri biliyoruz, vekillik senin hakkın’, ‘Batı ilçeleri 20 yıldır ihmal ediliyor, adayımız sensin’, ‘Partiler Alanya’dan kimseyi aday göstermedi, bağımsız aday Subaşı Alanya’nın adayıdır’, ‘efsane geri dönüyor’ sözlerini hala duyar gibiyim. Ancak seçim yaklaşırken değişen bir tablo, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sahaya inerek taraf olması, HDP’nin barajı aşıp aşamayacağı tartışması seçimlere damgasını vurdu. Seçmen sonunda HDP’ye baraj geçirmek ve Cumhurbaşkanına Başkanlık sevdasından vazgeçmesi için düğmeye basma kararı aldı.
Bir başka darbe de Yüksek Seçim Kurulu’ndan geldi. Tüm bağımsız adayları “Paralelci” sayan YSK oy pusulalarında bağımsızların isimlerini 4-5 punto yazarak normal insanların bile okuyamayacağı bir hale getirdiler. Bağımsız ibaresini hiç koymadılar. Antalya’daki 27 bini aşan iptalin büyük bölümü Hasan Subaşı’na oy verenlerin... Sonuçta; İktidar partisinin Deniz Feneri Davası’nda Kanal 7’nin sahibine olan Vefa borcunu kızını milletvekili seçen Antalya ödedi. Antalya’da Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini son dakika adaylar değiştirerek kaybeden ve birlikte hareket eden CHP’nin o dönemdeki İl Başkanı ve Büyükşehir Belediye Başkanı Milletvekili oldu. MHP’de Genel merkeze en çok parayı ödeyerek, en çok araç giydirenler Milletvekili oldu. Bazen kendime soruyorum.’Nasıl bir kent bu Antalya’ diye. Vefasız, kendi yetiştirdiği evladını sevmeyen, ‘Benim olmadı, o’nun da olmasın’ diyen... Acımasız, dedikoduyu seven, ama komşusunun, arkadaşının ve de dostunun arkasından konuşan. Bu kentte yaşayıp, bu kentin ekmeğini yiyip Antalyaspor’u tutmayan başka bir kent var mıdır? Üzgünüm, kendim kaybetmiş kadar üzgün. Aslında kaybedenin Antalya olduğunu bile bile üzüntüm ... Bu sözleri ‘Hasan Subaşı’na neden oy vermediniz?’ diye yazmıyorum, ama iki yüzlü bir tavır sergileyerek davranış bozukluğu yaşayan yalancıların, riyakarların, yalakaların, sahte yüzlü, maske takmış insanların, rant ve menfaat peşinde koşanların, Allah’tan bile korkmayan samimiyetsiz, kimliksiz ve omurgasızların bir gün “Elim kırılsaydı da oy vermeseydim” diyeceklerini biliyorum. Ve onları yüce Allah’a havale ediyorum...
Silah, savaşçı derken elektirik de Türkiye’den gidiyor
ÖLÜM DOSYASI
MİT tırları ile silah ve insan sevkiyatı derken IŞİD in elektiğinin de Türkiye’den verildiği ortaya çıktı. Sınır boylarımızı kana boyayan bu örgüt kimden ve neden destek alıyor? IŞİD nedir, ne değildir?.. Ortadoğu’da terörün yeni adı, Irak Şam İslam Devleti, Suriye’de muhaliflerle savaşıp, rejime güç kazandırıyorlar; Irak’ta hükümete savaş açıp, kentleri işgal ediyorlar. Vahşi katliamları ve kadınlara tecavüzleri ile Suriye’de dehşet yaratan örgüt, bu ülkede petrol yataklarının neredeyse tamamına hakim oldu. Şimdi de Irak’ta petrol yataklarını ele geçiriyor. Peki, Musul’dan Rakka’ya uzanan alanda hâkimiyetini pekiştiren IŞİD nedir? Gücünün kaynağı ne? Arkasında kim var? Irak Şam İslam Devleti, Suriye’de geçen yıl yayılan Nusra cephesi gibi El Kaide bağlantılı bir örgüt olarak ortaya çıktı. 2004 yılında kurulan örgüt “Tevhid ve Cihat” adıyla Ebu Musa Zerkavi tarafından Irak’ta kuruldu. Örgüt, 2006 yılının sonlarında El Kaide’ye yakın Ebu Ömer el Bağdadi liderliğinde kuruldu. El Bağdadi hakkında pek az şey biliniyor; ancak 1971 yılında Bağdat’ın kuzeyinde Samara’da doğduğu ve 2003 yılında gerçekleşen ABD işgalinin ardındanIrak’ta doğan harekete katıldığı sanılıyor. 3. Örgütün adında neden “Irak ve Şam” ifadeleri geçiyor? Irak Şam İslam Devleti diye Türkçeye çevrilen örgütün İngilizce adı: The Islamic State in Iraq and the Levant (ISIS). BBC’nin haberine göre, ISIS’teki “s”lerden biri Arapça (İngilizce) “al Sham”a tekabül ediyor. Bunun anlamı da Suriye, Şam ya da Levant (Doğu Akdeniz Ülkeleri) olabilir. BBC, örgütün küresel cihat kavramından
hareketle, sözcüğün Doğu Akdeniz olabileceğini ifade ediyor. Grup kuruluşundan itibaren pek çok kez ismini değiştirdi. İlk kurulduğu yıllarda ismi “Cemaat el-Tevhid velCihad” idi. Ekim 2004’te “Tanzim Kaidat el-Cihad fi Bilad el-Rafidayn” ya da daha çok bilinen “Irak el Kaide’si” adını aldı. Ocak 2006’da birkaç küçük grupla birleşerek “Mücahidin Şûra Konseyi” adını aldı ve daha sonra Ekim 2006’da El Nusra ile birleşince, Irak Suriye İslam DevletiISİD adını aldı. Salt bir direniş örgütü olmamakla birlikte başlarında bulunan Ebubekir el Bağdadi’ye biat edilmesi gerektiğine inanırlar. Burada dikkat çeken nokta muhalifleri püskürtüp kazandıkları bölgelerin 24 saat içerisinde rejiminin kontrolüne geçiyor olması. Destek aldıkları güçler arasında Suriye rejimi, Amerikalılar, Taliban, Suud kaynaklı Selefi grupların isimleri geçiyor. Net bir ülke adı yok. Ancak Suudi Arabistan’dan destek alan Selefiler ve Afganistan Taliban’ının El Kaide bağlantısıyla bu örgüte destek sağladığı iddia ediliyor. Bölgedeki istihbarat teşkilatlarının da bu yapılanmada adları geçiyor. El Kaide örgütü 2013 yıllında, Suriye’deki IŞİD’i tanımadığını ilan etti ve örgütün Suriye’yi terk etmesini istedi. El Kaide Suriye’deki temsilcisinin Nusra Cephesi olduğunu açıkladı. Nusra Cephesi ve IŞİD arasında birçok cephede çatışmalar yaşandı. En sonuncusu ise IŞİD’in Nusra Cephesi’nin kontrolündeki Deyr Ez-Zor kentinde kontrolü sağlamasıyla son buldu. El Kaide’nin dahi arasına mesafe koyduğu IŞİD, zamanla Suriye’de hükümet güçleri ile savaşan ve Irak’ta kazanımlar elde eden başlıca cihatçı örgütlerden biri haline geldi.
25 Irak Şam İslam Devletinin Suriye topraklarındaki militan sayısı olarak bilinmemekle birlikte binlerce savaşçıya sahip olduğu tahmin edilmekte. 2006’da ABD istihbaratının hazırladığı raporda Irak El Kaidesi’nin kurucu ve üst düzey üye sayısının 1000’den fazla olduğu belirtildi. Grubunun intihar saldırılarından dolayı çok sayıda üyesini kaybettiği bildirildi fakat bunun grubun gücü üzerinde çok az etkisi olduğu belirtildi. ABD’nin Irak’tan çekilmesiyle örgütün üye sayısı ikiye katlanarak 1000’den 2500’e çıktı. Irak ve Suriye’de aktif olan isyancı grup Selefi ideolojiye sahip. Irak, Suriye, Filistin ve Ürdün topraklarını içine alan bölgede Şeriat’a dayalı bir devlet kurmak istiyor. Ayrıca Suriye’deki diğer örgütlerin aksine IŞİD, ele geçirdiği bölgelerde emirlikler kuruyor ve bu emirliklerin birleşip Irak ve Suriye topraklarında ülke kurmasını amaçlıyor. IŞİD,işgal ettikleri bölgelerde askeri emirlikler kurmanın yanında askeri alanda başarılar elde etmiş durumda. IŞİD Mart 2013’te Suriye’nin Rakka kentini ele geçirdi. Rakka isyancıların eline geçen ilk bölgesel başkent. Ocak ayına gelindiğinde ise örgüt Irak’ın Sünni azınlığı ile Şii hükümeti arasındaki gerilimden faydalanarak Sünnilerin ağırlıkta olduğu Felluce’nin kontrolünü ele geçirdi. Irak Şam İslam Devleti’nin Irak’ta da Suriye’deki gibi bir örgütlenmeleri var. Ama amaçları farklı. Irak’ta Enbar olaylarıyla başlayan ve Felluce ile Ramadi gibi sünni kentlerinin işgaline varan silahlı eylemleri IŞİD yönlendiriyor. Bölgedeki petrol yataklarının tamamına hakim olmak istiyor. Suriye’de Esad rejimine karşı savaşan grupları “kafir” ilan eden IŞİD, Suriye’de Mumbuc, petrol zengini Rakka ve Irak sınırına yakın Deyr Ez-Zor kentlerini elinde tutuyor. Irak’ta ise Anbar eyaletindeki Felluce ve Ramadi’de etkili. Son olarak Musul kentini de ele geçirdi.Son gelen bilgilere göre hedef Bağdat... Suriye muhalefeti IŞİD’in Suriye’de devrimin sabote edilmesi için
Şam yönetimince desteklendiğini iddia ediyor. Şam rejimi Suriye’de muhaliflerin elindeki bölgelere düzenli olarak varil bombası atarken, IŞİD’in kontrolündeki bölgelere saldırmıyor. IŞİD, Rakka’da çıkardığı petrolü de Suriye rejimine satıyor. Musul ve çevresindeki Ninova vilayeti, stratejik öneme sahip bir bölge. Burası, Irak Şam İslam Devleti’nin Suriye’ye açılan bir kapısı. Irak’taki bir dizi şiddet olayının sorumlusu olarak gösterilen örgüt, Şii liderliğindeki Irak merkezi hükümetine karşı çıkıp Sünni azınlığı savunuyor. Örgüt aynı zamanda Suriye’de Beşar Esad’a karşı savaşan en acımasız isyancı güçlerden biri olarak kabul ediyor. Musul’un Türkiye açısından önemi ise Birinci Dünya Savaşı yıllarına kadar uzanıyor. Cumhuriyet’in ilanından önce Misak-ı Milli sınırları içinde kabul edilen Musul, daha sonra bir dizi uluslararası konferans ve anlaşmaya rağmen bir türlü çözülememiştir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında ise Anadolu’nun içinde bulunduğu duruma odaklanılarak bu sorundan uzaklaşılmıştır. Musul, Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi sınırları içinde yer almakta.
BirGün gazetesi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sahip çıktığı Tel Abyad’a Türkiye’den elektrik desteği verilidiğini yazdı. Tel Abyad, Ocak 2014’ten bu yana IŞİD’in elinde. Erk Acarer imzalı habere göre Akçakale’den IŞİD’in elindeki Tel Abyad’a elektrik veriliyor. Bir DEDAŞ yetkilisi, “Akçakale’de günde üç-dört kez kesinti olur ancak Telabyad’a 24 saat boyuna elektirk veririz. Bu hattın bakımını da biz yaparız” diyor. Erdoğan ise yaptığı konuşmada, YPG’nin IŞİD kontrolündeki Tel Abyad’a yönelik başlattığı operasyona tepki göstermiş, Batılı koalisyon güçlerinin de havadan destek verdiğini söyleyerek, “Arapları ve Türkmenleri uçaklarla vuran Batı, onların yerine terör örgütü PYD ve PKK’yı yerleştiriyor” demişti.
BirGün gazetesinin haberi şöyle: Saat 23:00 gibi koalisyon uçakları IŞİD’in elinde bulunan Telabyad’ın bir bölümünü birkaç kez vuruyor. Urfa’nın Akçakale ilçesi bomba seslerine alışık! Sokaklar çok erken boşalıyor. Çetecilerle karşılaşıyor muyuz? Elbette! Biraz sert bir cümle olabilir ama IŞİD’in nefesini arkamızda duyuyoruz. Geçtiğimiz her yerde telefonlar açılıyor. Camlardan yolumuza bakanlar çıkıyor. “Her sakallı IŞİD değildir” deniyor ancak Selefi tarzıyla dolaşanların, gözleriyle tehdit eden adamların, yolumuza çıkan araçların kime ait olduklarını anlıyoruz. Söylenen net cümle, aldığımız havayla örtüşüyor: “DEAŞ burada!” Akçakale üzerinden, ‘bir iktidarın’ ülkenin başına açabileceği dertlerin ne denli büyük olabileceği görülüyor. IŞİD havası bir yana, Akçakale’nin kısa bir süre sonra başka tehlikelere de gebe olduğu anlaşılıyor. İlçe üzerinden AKP’nin başımıza açtığı belaları sıralıyoruz: IŞİD’le Türkiye arasındaki tampon bölgede Toprak Mahsulleri Ofisi’nin deposu var. Henüz Suriye’de iç karışıklık çıkmadan önce iki ülke arasında yapılan anlaşmaya göre karşı tarafa, ofis deposunun hemen yanından çekilen üç hatla elektrik verilmeye başlandı. Ne var ki karşı taraf yani Telabyad, IŞİD’in eline geçtikten sonra da Dicle Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi (DEDAŞ) elektriği kesmedi. Bir DEDAŞ yetkilisinden edindiğimiz bilgiye göre yıllardır karşıya elektrik veriliyor. DEDAŞ yetkilisi, “Akçakale’de günde üç-dört kez kesinti olur ancak Telabyad’a 24 saat boyunca elektrik veririz, bu hattın bakımını da biz yaparız” diyor. Akçakale’de ise elektrik gidince tarım alanlarını sulamak için gerekli olan dinamolar çalışmıyor, toprak kuruyor, ekinler bozuluyor, yanıyor. Görünen şu ki, halka IŞİD kadar sahip çıkılmıyor. IŞİD’in bizden aldığı elektrik savaş bölgesinde daha çok insanın ölümü anlamına geliyor. Trajik ve nihai özet kısmı ise şu; IŞİD’e giden elektrik hepimizin cebinden gidiyor! Bölge geleneğinde kaçakçılık var. Ancak bugünkü kaçakçılık geçmiştekine benzemiyor. Suriye’deki savaştan beri insan kaçakçılığı
yapılıyor. Karşı taraf ve Türkiye arasında koordinasyonu sağlayan simsarlar var. Bunların, cihatçılara gönderilen adam başına 100 dolar ücret aldıkları iddia ediliyor. Akçakale’de son yıllarda zengin olanların sayısı bir hayli fazla! Sınır kapısında döndüğü söylenen para dudak uçuklatacak cinsten. İddialara göre, Akçakale sınır kapısında günde 7 ila 13 milyon dolar para el değiştiriyor. İşte tam bu noktada çok daha vahim iddialar bulunuyor. Şahitlerden ve kendisine ‘iş teklif edilenlerden biri’ şunları söylüyor: “Firmamızdan yüklü miktarda boya istediler. Aracılar bizi buldu. Ancak karşı tarafa geçirilen boya ile bomba imal edileceğini anladık. ‘Kana ortak olmayız’ diyerek reddettik. Biz olmazsak, başkası… Adam bulmak zor değil. Bu işi de aldılar! Gümrük bölgesini tanıyan başka bir esnaftan aldığımız bilgi de tüyler ürpertici: “Yüklü miktarda trafo yağı gider. Gübre geçer. Trafo yağı, 0.5’lik gübre ile karıştırılınca çok şiddetli bir patlayıcıya dönüşen kimyasal elde ediliyor. İçinde ne olduğu meçhul saman torbaları geçer. Gönderilen temel gıda ve ihtiyaç maddelerini saymıyoruz bile! Serum ve tıbbi malzeme de sevk eden kamyonların haddi hesabı yok. Tıbbı malzemeler Urfa ve Antep’teki merdiven altı depolardan kayıtsız çıkıyor!” Akçakale’de aşiretler hâkim! Bu aşiretlerin, her türden ‘ticaret ilişkilerinde’ aktif rol oynadığı anlatılıyor. Bölgenin siyasi yapısı da aşiretler tarafından şekillenmiş durumda. Peki, ‘arkası sağlam olmayan halk’ ne durumda? Burada da Suriyelilerin yoğun olduğu tüm bölgeler gibi yerel halk sığınmacılardan şikâyetçi. Çünkü sığınmacılar ucuz işgücü olarak kullanılıyor. Halkın 10 liraya yaptığını onlar 1 liraya yapıyor. Ev kiraları yüksek! Ev sahipleri birkaç kat daha fazla para alabildikleri için sığınmacıları tercih ediyor. Halk yoksullaşıyor. Bu nedenle IŞİD’e katılmayı düşünenlerin sayısının bir hayli fazla olduğu söyleniyor. Onlardan biriyle konuşuyoruz. Şunları söylüyor; “Ailem olmasa giderdim. Öteki tarafta alacaklı olmayasın diye, kredi kartı borçlarını kapatıyorlar. Aylık 5 bin dolar para veriyorlar. Paraları bol, çok sayıda petrol kuyuları var. Akçakale halkı IŞİD’in varlığından rahatsız değil.
27 Kendilerini bulmak çok kolay! Kuran kurslarından, mahalle evlerine kadar her yerde yuvalanıyorlar.” İşte anlatılanlar bunlar. İlave olarak; IŞİD’in cennet ve orada 72 bakire huri vaadi de prim yapıyor! Aslında ilçede yaşananlardan polis de asker de rahatsız. Sabah saatlerinde, bir jandarma astsubaydan bilgi alıyoruz. Sıfır noktasındaki bir ‘kirpi aracı’ karşı tarafı gözlüyor. Aracın ilginç hikâyesini, Süleymanşah Operasyonu’na katıldığını ve orada bir mayının üstünden geçerek yaralandığını öğreniyoruz. Jandarma astsubay, kaçakçıların her türden teklifi yaptığını ancak, bunlara prim vermediklerini anlatıyor. Gece boyunca sınırı geziyoruz. Hemen karşımızda, sınırın öte yanında IŞİD araçları devriye geziyor. 100 metre kadar yakınlaşıyoruz. Jandarma; sertçe uyarıyor: “Fotoğraf çekme!” IŞİD devriyede ve cihatçılarla komşuyuz. Ancak komşumuzun fotoğrafını çekmemize izin verilmiyor, usul bu! Fakat sabah fotoğraf alabiliyoruz. Gecenin bir vakti sınır kapısına yakınlaşıp uzaklaşan araçlar var. Cihatçılar, tampon bölgeyi geçip sınıra yakın rahatça dolaşıyor. Sokaklarda ne bir ekip otosuna ne de tek bir polise rastlıyoruz! “Kaçakçılığın ana üssü Hürriyet Mahallesi” deniyor. ‘İşbirlikçilerin’ arabaları rahat rahat dolaşıyor. Suriye plakalı olan da Türkiye plakalı olan da var. Gecenin yarısı sokaklar bomboş fakat çekçekle sınıra karpuz götürenler var. Anlam vermek zor! Gece yarısı iki benzin istasyonunun karşı karşıya olduğu Akçakale meydanında garip bir insan kalabalığına rastlıyoruz. Sınıra yakın bir bölgede sığınmacılar toplanmış, kimilerinin ellerinde bavul var. Kimlikleri meçhul! Suriyeliler kendi araçlarıyla taşımacılık yapıyor. Vergi yok, kimlik sorulmuyor. İlçede neredeyse herkes Arapça biliyor. Ne var ki sığınmacıların lehçesi farklı. Bu nedenle Arapları taşıyorlar. Suriyeli taksicilerin çok zengin olduğu söyleniyor. Tuhaf bir alışkanlıkları var. Eczanelerden sıklıkla Aferin kapsül, Tranko Buskas, Apranax Plus adı verilen reçeteye tabii, çok kullanıldığında ise,uyarıcı ve uyuşturucu etkisi yaratan ilaçları talep ediyorlar. Sınıra adam taşıdıkları
anlatılıyor. Bir görgü tanığı, kısa bir süre önce koalisyon uçaklarının IŞİD bölgesindeki petrol rafinerilerini vurduğu geceyi şöyle anlatıyor: “Petrol rafinerisinin vurulduğu gün tesadüfen sınıra yakındık. Karşı taraftan bir ambulans geldi. Suriyeliler, taksileriyle ambulansın arkasına takılıp konvoy yaptılar. Ambulans hastanede işini bitirdi. Sonra Urfa’ya doğru devam ettiler. Ne taşıdılar, ne yaptılar bilmiyoruz!” Yine buradan, ambulanslar da dahil olmak üzere 8-10 resmi aracın giriş çıkış yaptığı biliniyor. Ambulanslar sakince giriş yapıyor, siren çalışmıyor. Nadiren siren sesi duyuluyor! Akçakale’ye aylar önce geldiğimizde gözlemler yapmış ve kızları karşı tarafa geçip IŞİD’e katılan bir babayla tanışmıştık. Babanın ağzından şu lafları duymuştuk: “IŞİD kandırdı, devlet koridor açtı, kızlar kayboldu.” Acılı babayı evinde ağırlayan kişiyle buluşuyoruz. Yine tüyler ürperten şeyler ve net sözler duyuyoruz: “Şimdi o kadar geçiş yok. Daha çok karşı taraftan geliyorlar. Bunların toplanma yeri Harran, karşıya geçiş noktaları Akçakale. Buranın merkez üssü olduğunu açıkça ifade edebiliriz! Harran’da bir otelde toplandıklarını biliyoruz. Sınıra yakın kuyumcu ve döviz büroları IŞİD hesabına çalışıyor. Suudi ve Katar ortaklıkları var. Bunların da tedarikçileri Urfa’daki daha büyük işletmeler.” Döviz büroları, kuyumcular ve otel isimlerini, istendiğinde savcılığa bildirmek kaydıyla şimdilik saklı tutuyoruz. Elbette! Biraz sert bir cümle olabilir ama IŞİD’in nefesini arkamızda duyuyoruz. Geçtiğimiz her yerde telefonlar açılıyor. Camlardan yolumuza bakanlar çıkıyor. “Her sakallı IŞİD değildir” deniyor. Ancak Selefi tarzıyla dolaşan, gözleriyle tehdit eden adamların kim olduğunu ve yolumuza çıkan araçların da kime ait olduklarını biliyoruz. Söylenen net cümle; aldığımız havayla örtüşüyor. “DEAŞ gece orada, gündüz burada!” Akçakale’nin yerli nüfusu 100 bine yakın. Süleyman Şah adlı kampta yaklaşık 50 bin sığınmacı bulunuyor. İlçedeki Suriyeli sayısı ise 70 bini buluyor. Buradaki en yerinde ifade şu olabilir: Kimin eli kimin cebinde belli değil!
İlçede duyduğumuz en ilginç şeylerden biri şu: “Suruç halkı nasıl YPG’yi severse Akçakale de öyle IŞİD’i sever.” YPG’nin Telabyad’a üç koldan doğu, batı ve güney batıdan yaklaşmasını bu açıdan değerlendirmekte yarar var. Herkes 10 gün ile bir ay içerisinde kıyamet kopacağını söylüyor. IŞİD az ileride mevzileniyor. Kepçeler mevzi kazıyor. Bununla birlikte büyük bir askeri hareketlilik de göze çarpıyor. Sınır boyunca, IŞID’in canlı kalkan olarak kullanmak istediği savaş mağdurları da Akçakale’ye sığınmak için uğraş veriyor. Her gün yüzlerce kişi sınırı geçmek için uğraşıyor. Bu uğurda bedeller ödeniyor. Sınıra yakın hayvancılıkla uğraşan bir kişi, bir kadının sınırı geçmek için beklerken yolda doğum yaptığından söz ediyor. Bakalım, Akçakale nasıl tehlikeli günlere uyanacak, bunlardan kimler, nasıl rantlar sağlayacak?
Müslümanlara yönelik saldırıların endişe verici boyutta arttığı belirtiliyor
İSLAMFOBİ ARTIYOR Hollanda’da yaşayan Müslümanlara yönelik saldırıların endişe verici boyutta arttığı belirtiliyor.Resmi verilere göre saldırı lar, ayrımcılık ve ırkçı söylemin ötesine geçti. Fiziki saldırılar da kaygı verici boyutlara ulaştı.
Geçen yıl Hollanda’daki Müslümanlara yönelik saldırı, şiddet ve ayrımcılık 3 katına çıktı. Camilere yönelik saldırılarda da iki kat artış oldu. Hollanda’nın en çok satan gazetesi Telegraaf’a göre ülkedeki Müslümanlar, giderek daha fazla İslam karşıtlığının (İslamofobi) hedefi oluyorlar. İslamofobi ve Ayrımcılık Bildirim Merkezi’ne (MID) yapılan başvurularda önemli bir artış yaşanıyor. MID verilerine göre, geçen yıl Müslümanlara yönelik ayrımcılık, şiddet ve saldırı, 2013 yılına oranla 3 kat daha fazla oldu. Camilere yönelik saldırılar da iki katına ulaştı. Örneğin, Ijmuiden kentindeki Kuba Camii’ne geçen yıl 4 kez saldırıda bulunuldu. 1993 yılında açılan cami bugüne kadar 40 kez saldırıya uğradı. Cami derneği başkanı Süleyman Çelik, farklı saldırılara hedef olduklarını söylüyor. Zaman zaman camiye domuz başı atıldığını, duvarlara aşağılayıcı yazılar yazıldığını belirtiyor. Kuba Camii Yönetimi, saldırılara ilişkin suç duyurusunda bulunmuş. Ancak Rijnmond bölgesindeki İslami kuruluşların çatı örgütü SPIOR’a göre, Kuba Camii sıradışı bir örnek.
SPIOR yetkilisi Marianne Vorthoren, diğer Müslüman grupların, saldırılar karşısında sessiz kaldığını belirtiyor. Vorthoren’a göre birçok Müslüman kuruluşu suç duyurusu yapmak yerine, “deve kuşu gibi” başını kuma gömüyor. Cami duvarlarındaki yazıların üzeri hemen kapatılıyor.
Vorthoren Müslümanların, diğer kişilerin bu saldırıları örnek alacağı endişesiyle dışarıya söylemekten çekindiklerini belirtiyor. İslamofobi ile ilgili şikayetlerin yapıldığı MID yetkilisi Gökhan Genç de suç duyurularının genellikle “ayrımcı ya da ırkçı saldırı” adı altında yapıldığına dikkati çekiyor. Genç’e göre şikayetlerde İslamofobi veya antisemitizm gibi kavramlar kullanılmadığı için sorunun boyutları yeterince ortaya çıkmıyor. Elde edilen veriler, sadece buzdağının görünen yüzü. Gökhan Genç, Müslüman gençlerin, endişelerinin ciddiye alınmadığını düşündüklerini söylüyor. Bunun da gençlerin topluma sırt çevirmesine neden olduğunu vurguluyor. Hollanda polisi, 2015 yılından itibaren Müslümanlara yönelik saldırıları da ayrı bir başlık altında kayıt altına almaya başladı. Polis, daha önce Yahudi düşmanlığı ve eşcinsellere yönelik ayrımcılığı ayrı başlık altında ele alıyordu. Bunlara bu yıl İslamofobi de eklendi. Ulusal Polis Şefi Remco Volman, İslamofobi ile ilgili başvurulara ilişkin ilk sonuçların Temmuz ayında alınacağını söylüyor.
29
Mehtap Üzümcü
2014 yılının sonlarında duyduğum FARKINDALIK kelimesinden bahsetmek istiyorum. Bu kelimeyi ilk duyduğumda itiraf etmeliyim ki küçümsemiştim. Uyanmak gibi bir şeymiş oysa. Ülke olarak uzun süredir uyumaktayız.
3 MAYMUN yokken bile varmış gibi dikta ettirilirken, her konuşmanda muhafazakar insanların hassasiyetlerini bilmene rağmen sesin soluğun çıkmadı da şimdi mi aklına geldi milliyetçiliğin diye sormazlar mı!
Uyanışlar için daha ne kadar kayıplar, imtiyazlar vereceğiz belli değil.
Sen o sarı öküzü verdin ya artık bu ormanda sana iş çıkmaz…
Şöyle ki muhalif partimizin bir tanesi yalama çalışmalarının mükâfatını almak üzere. İçindeki İktidar özlemini bu şekilde gidermek hevesinde. Ancak bir sorun var. Parti tabanı liderlerini ne kadar destekler, sonuç olarak sen RTE değilsin ki hipotez güçlerin olsun. Temsil ettiğin kişilerde koyun değil elbette.
Dini sömüren ve Milli duygularımızı sömüren sizlerin en azından nerde olduğunuzu anladık. Menfi duygularınız sizin de ötenizde. Ben en çok ta sizi destekleyenlere, size hizmet verenlere üzülüyorum. Dumura uğramış olmalılar.
Sayenizde bu ülke de bazı türler arttı, şimdi yenisi eklendi. Koyun sürülerimizi güden kurt sürüleri. Kim kime emanet kabus gibi… Sosyal medya da pankartları görür gibiyim ‘’ülken için karar ver bir oy yeter ‘’ . Bizler oylarımızı verdik de sana ne vaat ettiler de her zaman ki tampon görevini üstlendin. Şimdi TBMM aynı saflarda olmamak adına verdiğin mücadele anlaşılır değil. Sınır kapılarımızda karşılama törenlerinde bir halay çekmediğin kalmıştı hâlbuki. Terör ülkemizde yoktu, siyasi malzeme olarak kullanıldı. Hani yolsuzluğa hırsızlığa dur diyecektiniz! Hele de askerimizin arkasında durması gereken sen sevgili parti liderimiz, vatanı için sevdalı insanlara ne diyecek? şimdi mi aklına geldi milliyetçiliğin diye sormazlar mı! Milliyetçi duygularınız çeşitlenmiş durumda. Şuan kabul etmek istemediğiniz bir durum var hâlbuki ayrıştırılan partilerin her ikisi de milliyetçi duygular besliyor. Fark şu herkes kendi çapında milliyetçi… Bakış açımızı değiştirmek gerekirse şu ana kadar bu ülkede görmezden geldiğin parti liderleri ile oturup anlaşmalar yapılırken, el sıkışılırken, aslında ortada bir sorun
Üç maymunu oynuyoruz her zaman, görmüyoruz duymuyoruz, bilmiyoruz. Bilen nasıl biliyor, gören nasıl görüyor, anlayan nasıl anlıyor diye sormuyorum. İstedikleri zaman gören duyan anlayan kitle ile hiç bir zaman anlamayan kitle kardeş sanki. Çin’e kızıp İstanbul sokaklarında Tayvanlıları döverek turizme en büyük baltayı vurmak hangi milli aklın eseri. Yine aynı eylemlerde kendi yönetim kurulu üyesi bir insanı PKK’lı diye linç etmeye kalkmak; Sonrasında ise basını suçlamak. Biri çıkıp demiyor ki biz PKK’lı diye dövmesek yönetim kurulu üyemizi basında da haber olmazdı. Yaptıkları her şey ile suçsuz ve masum olan üç maymun zihniyeti… Halkın yüzde 70 i balık hafızası ile yaşarken bilinçlerine ne kazınmışsa o var hayatlarında. Hedef göster anasına babasına saldıracak durumda. Abarttığımı düşünmeyin sakın. O da olur o günleri de görürüz, temennim bu değil yanlış anlaşılmasın sakın. Derdim madem bu ülkeyi seviyorsunuz ülkeyi farklı görüşler dahilinde sevenler ile birlikte hareket edin. Bunu yapamıyorsanız da bu görüşlere zarar vermeyin. Sizin yaptığınız bindiğiniz dalı kesmekten başka bir şey değil.
İMKANSIZ KO
Sandıktan tek parti iktidarı çıkmayınca koalisyon hesapları başladı ama konuşulan senaryolara daha çok “imkânsız” sözcüğü eşlik ediyor. Oysa Türkiye’de bugüne kadar pek çok defa “imkânsız” denilen koalisyon hükümetleri kuruldu.
kendi “parti kahvelerinde” oturduğu günler de hâfızalarda taptazeydi.
Oysa koalisyon fobili ülkemizin çok da uzun olmayan demokrasi tarihinde ne kadar çok “imkânsız” koalisyon gördük. Bu tarihten derlediğimiz örnekleri gözden geçirdikten sonra, önümüzdeki koalisyon ihtimalleri için öyle kolayına “imkânsız” diyemeyeceksiniz...
İşte bu koşullarda İnönü, kendisi gibi eski bir asker olan AP Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala ile görüştü. Gümüşpala bu koalisyona kesinlikle karşıydı, İnönü’ye, AP parti grubunun böyle bir teklifi kabul etmesinin imkânsız olduğunu söyledi. Nitekim, grup bu teklifi reddetti. İnönü bunun üzerine ondan, parti grubuna bizzat kendisinin girip teklifte bulunmasına izin vermesini istedi. Gümüşpala bu onayı verdi. İnönü AP parti grubunda “katil” haykırışları arasında karşılandı. Fakat bir saati aşkın bir konuşmanın ardından grubu ikna etmeyi başardı. Ragıp Gümüşpala buna rağmen koalisyona katılmayı reddetti. Ömrü yedi ay sürecek olan koalisyon hükümeti onun yokluğunda, 20 Kasım 1961’de kuruldu.
1961: CHP-AP koalisyonu 27 Mayıs 1960 darbesinin ardından yapılan ilk seçimlerde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) birinci, darbeyle yıkılan Demokrat Parti’nin devamı olan Adalet Partisi (AP) ise ikinci olmuştu. CHP’nin milletvekili sayısı tek başına iktidar için yetmiyordu. Bu koşullarda darbenin lideri ve Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’yü bir koalisyon hükümeti kurmakla görevlendirdi (10 Kasım 1961). İnönü, darbenin etkisini mümkün olduğu kadar kısa bir zamanda kırabilmek için AP ile “büyük koalisyon” kurmak istiyordu. Bu, ilk bakışta “imkânsız” bir koalisyondu. Devrik Başbakan Adnan Menderes ve iki arkadaşının idamının üzerinden (17 Eylül, 1961) henüz iki ay geçmişti ve AP’liler, bu darbenin arkasında İsmet İnönü ve CHP’nin olduğuna inanıyorlardı. Ayrıca, iki partinin taraftarlarının
Duygular böyleydi ama bir de “memleket gerçekleri” vardı. Ordu içinde yönetimin yeniden sivilleştirilmesine karşı olanlar vardı ve bunların harekete geçmesinden korkuluyordu.
1974: CHP-MSP koalisyonu 14 Ekim 1973 seçimlerinde CHP birinci parti olmuştu ama, sahip olduğu milletvekili sayısı (185), tek başına iktidar için gerekli sayının (226) çok altındaydı. İkinci sırada Demirel’in AP’si vardı, Necmettin Erbakan’ın liderliğindeki Milli Selamet Partisi (MSP) ise 48 milletvekili ile üçüncü sıraya yerleşmişti. Tablo yine bir “imkânsız koalisyon”lar tablosuydu. 1961 tecrübesini hatırlatarak bir “büyük koalisyon”
31
ALİSYONLAR 1991: DYP-SHP koalisyonu Turgut Özal’ın cumhurbaşkanı olup Anavatan Partisi (ANAP) genel başkanlığından ayrılmasından sonra ANAP hızla güç kaybetmeye başladı. Nihayet Ekim 1991’de yapılan seçimlerde Süleyman Demirel başkanlığındaki Doğru Yol Partisi (DYP) birinci, Erdal İnönü başkanlığındaki Sosyal-Demokrat Halkçı Parti (SHP) ikinci oldu.
ihtimalinden söz edenlere “hayalci” gözüyle bakılıyordu. “Solcu” CHP ile “şeriatçı” MSP arasındaki bir koalisyonun ise ancak delilerin aklına düşebileceği yaygın bir kanaatti. Fakat hükümeti kurmakla görevlendirilen CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit “tarihsel yanılgı”ya son verdiğini söyleyip MSP ile ortaklığı kabul etti. “Tarihsel yanılgı”, sol ile dindarların bir araya gelmemeleri gerektiğine dair “tarihsel” bir tespitti ve CHP-MSP koalisyonu bu yönüyle en olmayacak şeyin gerçekleşmesi anlamına geliyordu. Koalisyon 8 ay sonra, “tarihsel yanılgı”nın içi boş bir retorikten başka bir şey olmadığını gösteren bir nedenle sona erdi: Başbakan Ecevit, Eylül 1974’te bir İskandinavya gezisine çıkacaktı. Fakat ortağına o kadar güvenmiyordu ki, yerine doğal olarak Erbakan’ın vekâlet etmesi gerekirken, o CHP’li Orhan Eyüboğlu’nu vekil tâyin etti. Bunun üzerine Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan da Ecevit’in gezi kararnamesini imzalamadı. Ecevit geziyi iptal etti, 18 Eylül 1974’te de istifasını verdi.
AP ile CHP geleneklerinden gelen, hatta düpedüz bu iki partinin devamı olan DYP ile SHP’nin bir koalisyonda buluşabileceği, o günleri yaşayanların akıllarının ucundan bile geçirmedikleri bir şeydi. DYP’liler SHP’lileri “aşırı solcu”, SHP’liler de DYP’lileri “aşırı sağcı” olarak görmeye devam ediyor, birbirlerini karşılıklı olarak Türkiye’yi 12 Eylül’e sürüklemekle suçluyorlardı. Fakat bu düşman kardeşlerin ortak bir düşmanları vardı ve ona karşı duydukları öfke, biribirlerine karşı duydukları öfkeden daha yoğundu. Neticede “Turgut Özal nefreti” bu iki hasmı birleştirdi ve bir “imkânsız koalisyon” daha doğdu. DYP-SHP koalisyonu Türk siyasi hayatının en uzun ömürlü koalisyonu oldu, 21 Kasım 1991’den Tansu Çiller’in kurduğu DYP azınlık hükümetine kadar devam etti (5 Ekim 1995). 1997: RP-DYP koalisyonu 27 Mart 1994’teki yerel seçimlerde Necmettin Erbakan liderliğindeki Refah Partisi (RP) 15 büyükşehir belediyesinden, aralarında İstanbul ve Ankara’nın da olduğu 5’ini kazandı, oylarını da yüzde 19’a yükseltti. Bu sonuç, Türkiye’nin laik sosyolojisini oluşturan geniş kesimlerde bir “dehşet” havası yarattı. Bu kesimlere göre “şeriat” göz göre göre geliyordu ve çare, başta ordu olmak üzere bütün laik güçlerin bu “tehlike”ye karşı birleşmelerinden geçiyordu. Ne var ki RP, 27 Aralık 1995 seçimlerinde oylarını daha da artırdı (yüzde 21) ve birinci parti oldu. Başta RP’liler olmak üzere hiç kimse, içinde RP’nin olduğu bir
koalisyona ihtimal vermiyordu. Buna cesaret edebilecek bir “laik parti”nin çıkması mümkün değildi. O günlerin atmosferinde, böyle bir karar o partinin kendi yok oluşunu imzalaması anlamına gelecekti. Fakat herkesin şaşkın bakışları arasında bu da oldu. Yalnız siyasi tutumu ve demeçleriyle değil, görüntüsüyle de “laik bir simge” sayılan Tansu Çiller, partisi ile “şeriatçı RP” arasında Erbakan’ın başkanlığında bir koalisyon kurulmasını onayladı. Durum, Erbakan ve RP açısından da şaşkınlık vericiydi. Tansu Çiller o âna kadar Erbakan’a çok ağır hücumlarda bulunmuştu ve o lafların ardından Erbakan’ın Çiller ile bir koalisyon kurmasını açıklamak onun açısından da kolay olmayacaktı. O günlerde Erbakan tarafından DYP ile koalisyon görüşmelerini sürdürmekle görevlendirilen ve kurulacak kabinede Devlet Bakanı olan Gürcan Dağdaş bu durumu şöyle anlatıyor: “Bizim şimdi bu Refah-Yol kurulurken bana rahmetli Erbakan görev vermişti. Doğru Yol ile teması sen sürdür demişti. Ben de ‘Hocam bir ton laf etti bu hanfendi, meydan meydan dolaşın bana oy verin, Refah’ın önünü keseceğim dedi’ diye itiraz ettim. ‘Bu nasıl olacak?’ diye sordum. Rahmet Erbakan bana dedi ki, ‘Devletin ve milletin âli menfaatleri için bir miktar unutkanlık iyi bir şeydir.’” (Gürcan Dağdaş’la söyleşi, Rota Haber, 12 Mayıs 2015). Türk demokrasisinin belki de en “imkânsız” koalisyon hükümeti böylece 6 Mart 1996’da kuruldu, fakat ömrü sadece üç ay oldu.
AKP: 5 CHP: 5 MHP:3 BDP: 1 milletvekili çıkarmayı başardı
ANTALYA’NIN VEKİLLERİ Seçim sonuçlarına göre Ak Parti adayları Lütfi Elvan, Mustafa Köse, Hüseyin Samani, Gökcen Özdoğan Enç ve Sena Nur Çelik; CHP adayları Niyazi Nefi Kara, Deniz Baykal, Çetin Osman Budak, Mustafa Akaydın ve Devrim Kök; MHP adayları Mehmet Günal, Ahmet Selim Yurdakul ve Tarkan Akıllı ile HDP adayı Saruhan Oluç Antalya Milletvekili seçildi. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme eski Bakanı Lütfi Elvan, Antalya’dan meclise giderken, Ak Parti’de Hüseyin Samani ve Gökcen Özdoğan Enç Ankara’da ikinci dönem görev yapacak. CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal ile MHP Milletvekili Mehmet Günal bu dönem de Antalya Milletvekili olarak TBMM’de görev alacak. İlk kez Antalya’dan milletvekili çıkaran HDP’yi Ankara’da Eş Genel Başkan Yardımcısı Saruhan Oluç temsil edecek.
Lütfi Elvan AKP
Maden mühendisi 53 yaşındaki Lütfi Elvan, Ermenek doğumlu. İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi’ni bitirdi. Leeds Üniversitesi’nde maden araştırması alanında, Delaware Üniversitesi’nde ekonomi dalında yüksek lisans yaptı. 23 ve 24’üncü Dönem Karaman Milletvekili. 25 Aralık 2013’te Binali Yıldırım’ın yerine Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’na atandı.
Mustafa Köse AKP
Avukat Mustafa Köse 38 yaşında. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra 2001 yılında avukatlığa başladı. 2011’de Hüseyin Samani milletvekili adaylığı için istifa edince, İl Başkanı olarak atandı. 10 Haziran 2012’deki kongrede İl Başkanı seçildi. 2.5 yıl bu görevini yaptıktan sonra milletvekili adayı olabilmek için istifa etti. Evli, 3 çocuk babası.
Hüseyin Samani AKP
Sena Nur Çelik AKP
Gökcen Özdoğan Enç AKP
Niyazi Nefi Kara CHP
İkinci dönem meclise giren 51 yaşındaki Hüseyin Samani, Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Biyoloji Bölümü ön lisans, Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü lisans mezunu. Tarımsal girdi ticareti, seracılık ve tarımsal danışmanlık yaptı. Ak Parti Antalya İl Başkanlığı yapan Samani, 24’üncü dönem Antalya Milletvekili seçildi. Evli ve 3 çocuk babası.
Yine ikinci dönem meclise giren 39 yaşındaki Gökcen Özdoğan Enç, Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü mezunu. 24’üncü dönem Ak Parti Antalya Milletvekili seçildi. TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyon Üyesi, TBMM Türkiye- Kosta Rika Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı ve Türk Parlamenterler Birliği Üyesi. Evli ve 1 kız çocuk annesi.
Avukat Sena Nur Çelik, Alanya İlçesi doğumlu ve 28 yaşında. Üsküdar Amerikan Lisesi’nden mezun. Lisans eğitimini İngiltere’de Warwick Üniversitesi’nde tamamladı, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden denklik aldı. İstanbul’daki bir hukuk firmasında avukatlık yaptı. Milletvekili aday adaylığına İstanbul 1. Bölge’den başvurdu, Antalya’dan gösterildi. İngilizce biliyor. Bekar.
‘Halkın doktoru’ olarak tanınan Niyazi Nefi Kara, 46 yaşında. Manavgat İlçesi’nde doğdu. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Çeşitli illerde doktor olarak görev yaptı. Son olarak Antalya Eğitim Araştırma Hastanesi’nde Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı olarak çalıştı. Milletvekilliği için görevinden ayrılan Kara, CHP’nin Antalya’da gerçekleştirdiği önseçimden birinci çıktı. Kara, evli ve 2 çocuk babası.
35
Deniz Baykal CHP
CHP eski Genel Başkanı 77 yaşındaki Deniz Baykal, Antalya doğumlu. Partinin 2’inci kurucu genel başkanı olarak CHP’nin 18 yıl Genel Başkanlığı görevinde bulundu. 37. Hükümette Maliye Bakanlığı, 42. Hükümette Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, 52. Hükümette Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcılığı görevlerini üstlendi. Evli ve 2 çocuk babası.
Devrim Kök CHP
Turizmci Devrim Kök, 38 yaşında. CHP Antalya eski İl Başkanı Kök, ilk ve ortaokulu, Manavgat ve Antalya’da, yükseköğrenimini ise Manisa Celal Bayar Üniversitesi’nde tamamladı. Kök, CHP’de Merkez İlçe Gençlik Kolları Başkanlığı, İl Gençlik Kolları Başkanlığı, Gençlik Kolları Genel Başkan Yardımcılığı görevlerinde de bulundu. 1 çocuk babası.
Tarkan Akıllı MHP
İnşaat mühendisi 46 yaşındaki Tarkan Akıllı, Manavgat’ta doğdu. Gazi Üniversitesi Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi’nden İnşaat Mühendisi olarak mezun oldu. Keçiören Belediyesi İmar Müdürlüğü’nde görev yaptı. Manavgat’ın Ilıca Belediyesi’nde İmar ve Fen işleri Müdürlüğü yaptı. 2004 ve 2009 yerel seçimlerinde Ilıca belediye başkan adayı oldu. İngilizce biliyor. Evli ve 2 çocuk babası.
Mehmet Günel MHP Çetin Osman Budak CHP
İşadamı Çetin Osman Budak 55 yaşında. Antalya Ticaret ve Sanayi Odası (ATSO) eski Başkanı Budak, CHP’nin 14 kişilik Antalya listesinde kontenjan aday olarak yer aldı. ATSO başkanlığıyla birlikte Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nde (TOBB) başkan yardımcılığı görevinde de bulunan Budak, Dokuz Eylül Üniversitesi İşletme Yönetimi Bölümü’nden mezun. Evli ve 2 çocuk babası.
Mustafa Akaydın CHP
63 yaşındaki Mustafa Akaydın, Çorum doğumlu. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu. Akdeniz Üniversitesi Rektörlüğü ve Üniversiteler Arası Kurul Başkanlığı görevlerinde bulundu. CHP’den 2009 yılında Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Akaydın, 2014 yerel seçimlerini kaybetti. Evli ve iki çocuk babası.
3’üncü dönem meclise giren Mehmet Günal 51 yaşında. Manavgat’ta doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. Yüksek lisansını ABD’de; doktorasını Ankara’da tamamladı. Merkez Bankası’nda uzman olarak çalıştı. Atılım, Bilkent Üniversitesi ve Siyasal Bilgiler Fakültesinde öğretim görevlisi olarak ders verdi. DPT Müsteşar Yardımcılığı görevini yürüttü. 2002’de doçent oldu. Ekonomi alanında 5 kitabı yayınlandı. İngilizce ve Almanca biliyor. Evli ve 2 çocuk babası.
Ahmet Selim MHP
Tıp doktoru 49 yaşındaki Ahmet Selim Yurdakul, Ankara doğumllu. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdikten sonra yüksek lisansını ve doktorasını yaptı. Çeşitli hastanelerde doktor olarak çalıştı. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı’nda doçent oldu. İngilizce biliyor.
Saruhan Oluç BDP
Gazeteci- yazar 56 yaşındaki Saruhan Oluç, 56 yaşında. İstanbul doğumlu. Üniversite eğitimini Almanya’da tamamladı. Günlük gazetelerde ve basın yayın kuruluşlarında editörlük, yazarlık, yöneticilik ve yorumculuk yaptı. Kurucularından olduğu Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nde uzun yıllar Genel Başkan Yardımcılığı görevini yürüttü. HDP’nin kuruluşunda yer aldı, Eş Genel Başkan Yardımcısı oldu.
Basın özgürlüğünü savunan Paris merkezli Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF), geçen sene yayınladığı indeksinde Türkiye’yi, 2013 sonunda 60 civarında medya çalışanını cezaevinde tutan, Gezi eylemleriyle 153 habercinin polis şiddetine uğradığı ve editoryal bağımsızlığın ağır saldırı altında olduğu bir ülke olarak tanıtmıştı. Mayıs¬Eylül 2013 döneminde gazeteciler, hükümet karşıtı protestolarının şiddetle bastırılmasının bedelini fazlasıyla ödediler. Kimi zaman eylemcilerin hedefi oldularsa da sistemli saldırılar güvenlik güçlerinden geldi ve sonuç olarak 153 gazeteci yaralandı, 39 gazeteci de gözaltına alındı. AKP iktidarının 13 yıllık döneminde basın, düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda en ağır, en baskıcı dönemlerden birini yaşıyor. Oto¬sansür habere ağırlık veren televizyon kanalları, İstanbul’u sarsan şiddetli çatışmaları haber olarak vermeye yanaşmamalarıyla, tüm boyutlarıyla ortadaydı. İflah olmaz yürekli gazetecilere de hükümetin politikalarından biri olan ‘doğruyu söyleyeni sustur’ politikasıyla kapı gösterildi. En az 14 gazeteci işten çıkarıldı, 22 gazeteci ise istifa etmeyi tercih etti. Eylemleri daha yakından aktaran televizyon kanallarına da astronomik para cezaları verildi. Bu ülkede basın emekçiliği adına ödül almış kişileri öğremek istiyorsanız ya yandaş medyadan olmayan ya da mesleğini yaparken öldürülmüş olan gazetecilerin hayatlarına bakın... Halen daha fikirleriyle harekeket edip bu fikirlerini paylaşmak isteyen herkese yaptırımlar ve cezalar uygulanıyor.
Eğer hükümetin istediği gazeteci değilsen; yani herkesleşmemişsen gözleri daima senin üzerlerinde ve fikirlerinde oluyor. Silah yüklü MİT TIR’ları görüntüsü yayımladığı için Erdoğan’ın tehdit edip, hakkında savcılığa şikâyette bulunduğu Cumhuriyet gazetesi genel yayın yönetmeni Can Dündar da engellenmeye çalışılan gazetecilerden biri... Hangi ülkede hükümetin bir gazeteciye haber yaptığı için müebbet hapis cezası istediğini gördünüz? Bu adam insan mı öldürdü? Bu adam doğaya bir zarar mı verdi? Hayır! Sadece düşüncelerini ifade etti, düşünceleri ifade etmenin neresi kötü? Düşünceler ve fikirler tartışılmak içindir, müebbet istenip bir hücreye kitlensin diye değil. Müebbet hapsi istenen Can Dündar belgesel yapımcısıdır, adı üzerinde işini belgelere dayanarak yapar. Sen böyle araştırmacı bir insana suç duyurusunda bulunuyorsan onun karşısına belgelerle çıkacaksın! O haberi yalanlamak için belgelerin, kanıtların nerde diye sormazlar mı adama? Türkiye Cumhuriyeti’nde sormuyorlar işte. Canlı yayında Cumhuriyet gazetesi genel yayın yönetmeni Can Dündar’ı “Bununla ilgili ben avukatlarıma talimat verdim ve davayı anında açtım. Bu haberi yapan kişi bedelini ağır ödeyecek. Öyle bırakmam onu!” diyerek tehdit etmekle yetinenler sadece ve sadece topluma zorbalık duygusu aşılar. Bunun sonucunda da dinlemeyen, tartışmayı bilmeyen, fikirlerini kavga ve dövüşle kabul ettirmeye çalışan, kendi düşüncesine karşı bir partinin mitinginde bomba patlatmayı galibiyet sanan ve birçok insanın kanını eline bulaştıran insanlar(!) meydana gelir
153 gazeteci yaralandı, 39 gazeteci gözaltına alındı
ÖZGÜRLÜĞÜN OLMADIĞI
TÜRKİYE
37
Kadri Güler
SEVGİLİ TORUNUM
Senin haberin yok ama biz 1. doğum gününü kutladıktan birkaç gün sonra seçim yaptık. Senin seçme ve seçilme gibi bir derdin yok. Henüz diş çıkarmakla ve yürümeye çalışmakla meşgulsün. Hani sen birkaç gün kabızlık sorunu yaşamıştın da, o sorununu aştığında bayram etmiştik ya… Hah tam da öyle yaptık seçimde. Ülke olarak mıçtık… Sevincimizi görmeliydin. Açık büfe hırsızlığına son verdik. İşbirlikçi hainliğe son verdik. Şimdi ne kadar hain olalım, ne kadar hırsız olalım sorusunun cevabını arıyoruz.
Merakını gidereyim torunum. Ben AKP’yi izliyorum dikkatlice… Bülent Arınç “Biz iktidara mecbur ve mahkûm bir partiyiz.” dedi ya… AKP iktidar kalmak için çok çaba sarf edecektir. Sebebi malum… Bunun için CHP ve MHP ile hiçbir pazarlığın tutmayacağını düşünüyorum. HDP ile nasıl bir pazarlığın içinde olacaklar onu merak ediyorum. Kandil’e hızlı tren, İmralı’ya tüp geçit olur mu olur… Bugün HDP’nin dışarıdan desteğini bile hakaret olarak görenlerin yarın nikâh kıyıldığında nasıl bir açmazın içinde olacaklarını tahmin etmek zor değil.
Senin geleceğin için bir hükümet kurmamız lazım ama ne yaparsan yap içinde ya hırsızlık olacak ya hainlik. Sen, kim seni eğlendirirse onun kucağına atlıyorsun ya, biz de öyle yapmayı düşünüyoruz. Senin gibi istediğimizin olmaması durumunda ağlayarak durumu lehimize çevirme gibi bir lüksümüz de yok… İşimiz çok zor, çok.
Tek endişem sen ve arkadaşların torunum… Yani gelecek nesillerin, otobüsü kaçırmış bir milletin çocuklarının; fikri hür, vicdanı hür olarak yetişmeleri… Yüce Önder diyor ki: “Sizler hepiniz geleceğin bir gülü ve ikbal ışığısınız. Memleketi asıl ışığa boğacak olan sizlersiniz” ve ekliyor : “Kurtarıcı aramayınız, hepiniz birer Atatürksünüz.” Bunları bizim dedelerimiz için söylemişti. Ben de sana söylüyorum. Umarım sen de bizim gibi ötelemezsin ileriye…
Seçimlerden önce siyasi partilerin topluma söyledikleri ile bugün ortaya çıkan tablo çok karıştı. Hiçbir parti söylediklerinin bir kısmını yutmadan koalisyon ortağı olamıyor. AKP; bakanlarımı yedirtmem, Cumhurbaşkanına dokundurtmam derse hükümet kuramıyor, CHP ve HDP; AKP’siz bir hükümet kuramıyor, MHP; HDP ile asla olmaz diyor. Bölmek istiyorlar diyor. AKP’nin BOP projesine sahiplendiğini, ülkede rant hariç her şeyi böldüğünü, cumhuriyete dair ne varsa içini boşalttığını, Erdoğan’ın milliyetçiliği ayaklar altına aldığını, mehapelilerin “Fatihayı bilmediklerini” unutmuş olamazlar. Tüm bunlar nasıl yenilip yutulacak? Gel çık işin içinden.
Yani torunum torbam özetleyecek olursak: Rabia hangi partiden aday oldu bilmiyorum ama milletin onu seçmediği kesin. Hızır Aleyisselam bile seçilse asgari ücrette bir değişiklik yok. Mazotun fiyatı değişmedi, ithal bebek bezi ve bebek ürünlerine yakında yüzde yüz civarında zam geliyormuş. Emeklilere iki tane ikramiye verilecekti ya, onu da unut… Sonuç olarak: Babanı anneni düşün, biz mıçtık, sen mıçma torunum. Kaygılarımla.
Turistik kente AKP iktidarından ilk ceza geldi
MÜZİK YASAK
7 Haziran seçimlerinde AKP’yi cezalandıran ve geçen dönemden 1 milletvekili daha az veren Antalya’ya AKP İktidarından ilk ceza geldi Kentin eğlence merkezi Kaleiçi’nde ‘müzik yasağı’ şoku yaşanıyor. Son 3 gecedir tüm işletmeler sıkı denetime alındı. İşletmelere açık alanda canlı müzik yaptığı, dışarıya masa kurulduğu gibi birçok nedenden dolayı tutanakla 21 bin 375’er TL ceza kesildi. Birçoğu bahçeli mekanlar, sıkı denetim ve ağır cezalara yoğun tepki gösterdi. Antalyalı esnaf AKP İktidarının Valilere talimat vererek Haziran seçimlerinde kaybettiği oyun intikamını aldığıni ileri sürüyorlar. AKP’nin Antalya Büyükşehir belediye Başkanı menderes Türel’inde, seçimlerde büyük bir oy kaybı yaşadğı ilçelere misilleme planları yaptığını ileri sürenler var. Menderes Türel’in CHP’ye yüksek oyların çıktığı Muratpaşa ve Konyaaltı İlçelerinde verilen hizmetlerde kısıtlamaya gitme ayrıca esnaf ve apartman yönetimlerine çeşitli cezalar uygulama planları yaptığı konuşuluyor. Türel kendi partisine oy vermeyen ilçelerin havuzlarına kontrol etme bahanesi ile ceza kestirdiği yönünde
şikayetler geliyor. Bazı tekel bayiilerine ve alkol satan küçük bakkal ve marketlere ise polisin nefes aldırmadığı gece saat 12:00’den sonra kapatmaları için baskı uygulandığı yine gelen şikayetler arasında. Turizmin başkenti Antalya’nın onlarca bar ve kafenin olduğu tarihi Kaleiçi, aynı zamanda kentin en önemli eğlence merkezi konumunda. Yat Limanı ile bütünleşik olarak yerli ve yabancı turistlerin en gözde mekanı olan tarihi Kaleiçi’nde, butik pansiyonların yanı sıra kafe-bar tarzında 100’e yakın eğlence mekanı da bulunuyor. Yapıların büyük bölümü bahçeli olan veya sigara yasağı gibi nedenlerle de birçoğunun dışarıya masa- sandalye attığı işletmelere yönelik son günlerde sıkı denetim uygulanmaya başladı. Son 3 gecedir Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü, Muratpaşa Belediyesi ve Emniyet Müdürlüğü’nden teknik personel, zabıta ve polis ekipleri ile birlikte yapılan denetimlerde çok sayıda işletmeye ağır cezalar uygulandı. İşletmelere açık alanda canlı müzik yapıldığı, bazılarında canlı müzik ruhsatı olmadığı, dışarıya masa- sandalye atıldığı ve gece saat 24.00 sonrasında müzik yayının devam ettirildiği yönünde tutanaklar tutuldu. Tutanak tutulan işletmelere de 21 bin 375’er TL ceza uygulandı. Simurg, Club Ally, İsyan, The Jango, Mavi Meyhane, Nevizade, Red House, Rox, Spange Pub, Hasanağa gibi birçok
39 mekana tutanak tutulurken, bu mekanlardan bir çoğu da müzik yasağı nedeniyle son günlerde işyerlerini kapalı tutmaya başladı. Kaleiçi’nde müziğin tamamen yasaklandığı yönünde esnafın dile getirdiği şikayetleri ve denetimlerin artırılmasını değerlendiren Vali Yardımcısı Mestan Yayman, müziğin yasaklanmadığını söyledi. Kaleiçi’nde yüksek müzik sesine yönelik çok yoğun şikayet geldiğini belirten Yayman, “Burada pansiyonlar da var. Bizde şöyle bir durum var. Birisi bir şey yapınca herkes aynı şeyi yapıyor ve orası yaşanmaz hale geliyor. Pansiyonları ne yapacağız? Pansiyon turizmciliği de önemli. İnsanlar oraya gelmiş, yatmak- dinlenmek istiyor. Az yukarıda konut alanları var. Müziğin ölçüleri çok kaçırılıyor. Kaleiçi dışındaki konutlardan dahi şikayet geliyor. Devletin görevi vatandaşın sukuneti ve huzurunu sağlamak. Hukukun belirlediği ölçüler içerisinde insanları tutabilmek, her tarafın hakkını koruyabilmektir” diye konuştu. Yapılan denetimlerin de yoğun şikayete bağlı olduğunu dile getiren Yayman, kanun neyi emrediyorsa, kanunlar çerçevesinde faaliyetlerin yürütüldüğünü dile getirdi. Kaleiçi Kültür Derneği Yönetim Kurulu ise işyeri sahipleriyle birlikte yaşanan bu büyük soruna karşın hem esnaflarla birlikte yapılan toplantılar hem de denetim yapan kurumların temsilcileriyle görüşmeler yaparak çözüm arayışına girdi. Açık alanda müziğin tamamen yasaklandığı söyleyen Dernek Başkanı Fikret Çağan, “Türkiye’nin başka bir ilinde geçmişte bir avukat sokak düğünleri nedeniyle uyuyamadığı, rahatsız olduğu yönünde bir dava açıyor ve bu davayı kazanıyor. Ardından bu konu kafe ve barlara kadar uzanıyor. Bize denetimlerde Danıştay’ın bu davaya ilişkin kararından bahsediliyor” dedi. Üç gündür çok sıkı bir denetime maruz kaldıklarını anlatan Fikret Çağan, bazı işletmelere açık havada canlı müzik ruhsatı olmasına rağmen tutanak tutulduğunu kaydetti. Kaleiçi’nde 100’e yakın müzik yapan işletme olduğunu belirten Çağan, denetimler ve ağır cezalar nedeniyle işletmelerin hiçbir şekilde müzik yapamadığını, hatta birçoğunun iki-üç gündür işletmesini kapalı
tuttuğunu dile getirdi. Daha önceki uygulamalarda da tutanak tutulduktan sonra ardından 21 bin 375 TL para cezası gönderildiğini belirten Çağan, ikinci tutanakta cezanın iki katına çıktığını, üçüncüsünde de işletmenin tamamen kapatıldığını söyledi. Denetimler başladıktan sonra kimsenin canlı müzik yapamadığını, hatta açık havada CD’den dahi müzik çalamadığını anlatan Çağan, “Bu işletmeler Kaleiçi’nde turizmin gelişmesi adına milyonlarca dolar yatırım yaptı. Birçoğu işletmesini açamaz hale geldi. İçeride sigara yasağı var ve insanlar dışarıda oturmak istiyor. İşletmeler yazılan ağır cezaların yanı sıra günlerdir işyerini açamadığı veya iş yapamadığından çok büyük zarara uğradılar” dedi. Kaleiçi’ndeki eğlence mekanlarından dün gece gürültü denetimi yapan Muratpaşa İlçe Emniyet Müdürlüğü ekipleri, saat 24.00’den sonra dışarıyı rahatsız edecek düzeyde müzik yayını yapan işletmeleri uyardı. Polisler işletmelerin önünden uzun süre ayrılmadı. Çevre İl Müdürlüğü ekiplerinin sık sık 90 desibelin üzerinde müzik yayını yapan işletmelere ceza uyguladığını hatırlatan işletmeciler, polisin yüksek ses ihbarı üzerine işyerlerinin müziğini kesmesine tepki gösterdi. Antalya’nın en büyük açık hava diskosu Club Ally işletmecisi Adnan Tosun da çalıştığı işyerini Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan kiraladığını hatırlatarak, “Benim diskotek ruhsatım var. Bunu bana Kültür ve Turizm Bakanlığı vermiş. Ama Çevre ve Şehircilik Bakanlığı da bu ruhsatı iptal etmiş. İki bakanlığın arasında kaldık. 18 yıldır bu işletmeyi çalıştırıyoruz. Polisin böyle bir uygulamasına hiç şahit olmadım. Burada benim günahım, suçum ne? Ben suçumun olduğuna inanmıyorum. İstediğimiz tek şey var. O da devletten bunun çözüme kavuşmasıdır. İlla ki kapatılacak diyorsalar da gelsinler kapatsınlar. İsyan edip, baş kaldıracak halimiz yok. Eğer gerçekten sesimiz dışarıya çıkıyorsa ve insanları rahatsız ediyorsa cezamı kessinler. Antalya Valiliği ve Büyükşehir Belediyesi’nden bize yardımcı olmalarını istiyoruz. İstanbul, Bodrum, Çeşme,
Alanya, Kemer’de yasak yok, neden bizde var? Sesimin çıkmaması şartıyla bu izni istiyorum. Başka kimseden bir şey istediğim yok” dedi. Kaleiçi’ne eğlenmeye gelen vatandaşlar ise müziğin kapatılmasına anlam veremediklerini belirterek, “Akşam 20.00’den sonra bizi eve mi kapatmak istiyorlar? Bence herkes biraraya gelsin, güzel bir çözüm üretsin. Kapatarak olmaz. Bu insanlar eğlenmeye gelmiş ve turizmden bir sürü insan evine ekmek götürüyor. Yapılan uygulama çok saçma” diye uygulamaya tepki gösterdi. Bu arada, Kaleiçi’nde pansiyon işleten Zeki Berke ise polisin uygulamasını takdire değer olarak gördüklerini belirterek, “Burada sadece bar ve diskotekler yok. Evler, pansiyonlar da var. İnsanlar akşamları huzur içinde yatmak istiyorlar. Ancak, özellikle gece yarısından sonra yüksek müzik sesleri, araçların kornaları, sarhoşların naraları hem bizleri, hem de müşterileri tedirgin ediyor. Biz işletmelere saygı gösteriyorsak, onlarda bize saygı duymalılar” diyerek polisleri kutladı. İşletme sahipleri Kaleiçi’nde ikamet eden biri Hollandalı biri İsveçli iki turistin de sürekli müzik yapan işletmelerden rahatsız olduğu yönünde şikayette bulunduğunu anlattı. İşletme sahipleri Valiliğe yapılan yaklaşık 300 şikayetin 200’ünün bu kişilere ait olduğunu iddia etti. İşletmetmeciler son dönemde canlı müzik ruhsatı yönünde de büyük sıkıntı yaşadıklarını belediyeden ruhsat alamadıklarını da dile getirdi.
‘Gizli Kasa Skandalı’nda gazeteci zaferi
TÜREL’E ŞOK KARAR AKP’li Menderes Türel hakkında Bizim Antalya Gazetesi’nde çıkan “Gizli Kasa Skandalı” ve diğer haberlerimiz ile ilgili yerel mahkeme tarafından TEKZİP kararları alınmış ve kararın hukuka aykırı olduğuna dair yapılan tüm itirazlarımız ret edilmişti. Konuyu Yargıtay’a taşıyan Bizim Antalya Gazetesi Avukatı Erdal Taş hukuk zaferini kazandı...
2013 yılında AKP’li Menderes Türel ile ilgili Bizim Antalya Gazetesi’nde çıkan yolsuzluk iddialarına Menderes Türel, yerel mahkemeden TEKZİP kararı aldırmış ve gazete yöneticilerinin “Bu karar hukuksuzdur. Bize dayatma zoru ile hukuksuz tekzipleri yayınlatmaya çalışıyorlar.” itirazları karşılık görmemiş, hukuka aykırı tekzipler mahkeme zoru ile yerel seçimler öncesi gazetede yayınlatılmıştı. Konunun Yargıtay’a intikal etmesi sonucu, Yargıtay 7. Ceza Dairesi 2014/12455 kararı ile yerel mahkemenin kararını yok hükmünde saydı. AKP’li Menderes Türel yerel seçimler öncesi Bizim Antalya Gazetesi’nde kendisi ile ilgili aleyhinde çıkan haberlerle ilgili ceza mahkemelerini gidip aklanmak yerine, Tekzip yolunu seçmiş ve hukuka aykırı tekziplerini yerel mahkemelerin verdiği kararlar doğrultusunda yayınlatmıştı. AKP’li Türel seçim çalışmalarında ve AKP İl Başkanlığı’nda yaptığı basın toplantılarında kamuoyu ve partililerine Tekzipleri dayanarak göstererek kendisini aklamaya çalışmıştı. İşte o Tekziplerin bazıları Yargıtay 7. Ceza dairesi tarafından bazıları ise yerel mahkemelerden beraat kararı ile sonuçlandı. AKP’li Türel’in Bizim Antalya Gazetesi’nden özür dileyip dilemeyeceği merak ediliyor... Konu ili ilgili görüşlerini açıklayan Bizim Antalya Medya Başkanı Olgun Matur, “Adalet ölmez ama uyur. Daha önceleri yazılarımda da belirttiğim üzere adalet er veya geç tecelli eder ve tecelli etmiştir. Peki yeter mi? Biz o dönemde yayınladığımız haberlerimizin arkasındayız. Dosyaları halen saklıyorum ve yine Ankara 17. İdare Mahkemesi’nde Avukatımız Erdal Taş bir dava daha açtı. Yine elimizdeki dosyalarla ilgili hukuk mücadelemizi sürdüreceğiz. Ne zamana kadar? Adalet tecelli edene kadar bu mücadele sürecek dedi. Gazeteci Matur ayrıca ; “Ankara’da mahkemeler var” unutmayalım dedi....
Gazeteci Matur açıklamışının devamında, meslek örgütlerinin hukuksuz tekzipler yayınlatılırken sustuğunun altını çizerken, Antalya Medyasında ise bazı meslek taşlarının konuyu görmezden geldiğini ve yılda çıkardığı iki gazeteye reklam almak adına hukuksuzluğa göz yumduğunu belirterek, bu saatten sonra konuşmanın da bir fayda getireceğini düşünmüyorum dedi.
41
Nizamettin Özmen
TURİZM- SİYASET- STRATEJİ MİSYON: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, “Ülkemizin evrensel kültür, sanat ve turizm değerlerinin sürdürülebilir korunmasını sağlayarak yaşatmak ve tanıtmak, ülkemizin dünya turizminden alacağı payı artırmak” görevlerini yerine getirir. ViZYON: “Üstün evrensel değerlere sahip kültür mirasımızın, ulusal ve uluslararası sürdürülebilir korunma çabalarını başarı ile yöneten ve ülkemizi turizm alanında dünya liderleri arasında ilk sıralara taşıyan güçlü, saygın ve vazgeçilmez bir kurum olmak” vizyonu ile hareket eder. Böyle diyor bakanlığın sitesinde. 2015- 19 yılları stratejik planlama özetine göz attık. Malum içinde bulunduğumun tıkanmayı irdeleyelim. Bi yanda global ekonomik sorun bir yanda savaş derken elimizde son kalan Uzakdoğuluları da “Doğu Türkistan’a feda ettik. Öyle ki sırf “çekik gözlü” diye Türkmenlere bizden iyi destek veren Japonlara da Çin İşkencesi yapıp geldiklerine pişman ettik. Mevzuya dönecek olursak, bakanlığın 4 yıllık stratejik planının 6. maddesi diyor ki; “Sağlık turizmi başta olmak üzere alternatif turizm türlerinin çeşitlendirilerek, turizmin yılın her dönemine ve ülkenin her bölgesine yayılmasını, geliştirilmesini ve sektörde kalitenin arttırılmasını sağlamak. Uluslararası alanda tutarlı, anlamlı ve çekici bir Türkiye markası yaratmaya yönelik tanıtım stratejileri geliştirmek ve uygulamak.” Aynı planın 8. maddesi ise şu şekilde: “Verimlilik temellerine dayalı sistemler kurarak kapasiteyi güçlendirmek” yani; “Yönetim sistemlerinin analiz edilerek yeni sistemlerin oluşturulması ve uygulamaya geçirilmesi, Bakanlık hizmet kalitesinin artırılması.
Bakanlığımızın yurtdışında 34 Kültür ve Tanıtma Müşavirliği ile 10 Kültür ve Tanıtma Ataşeliği olmak üzere 39 ülkede toplam 44 bürosu varmış. Nerede mi bu bürolar? Buyurun: Kazakistan, Türkmenistan, Yunanistan, Azerbaycan, Sırbistan, Almanya Berlin, Belçika, Birleşik Arap Emirlikleri, Almanya Frankfurt, Finlandiya, Mısır, Ukrayna, Danimarka, Malezya, Hollanda, İngiltere, ABD Los Angeles, İspanya, Rusya Moskova, ABD New York, Fransa, Çin, Suudi Arabistan, İtalya, Brezilya, Bosna Hersek, Avustralya, Bulgaristan, Rusya, İsveç, Suriye, Çin, İran, Özbekistan, İsrail, Japonya, Kanada, Tunus, Makedonya, Polonya, ABD Washington, Avusturya, Hindistan, İsviçre. Ben buraya yazdım, sen de bu ofislerin çalışmasıyla yurduma sağlanan turizm girdilerini açıkla. Bakalım personel maaşını karşılıyor mu? Yıllarca havalimanında “kelle” sayıp turizmi patlattınız, mevcutlar bomboşken yeni yatakları teşvik ettiniz. Orta Vadeli Mali Plan (OVMP) verilerine göre Türkiye’nin 2015 bütçesi 473 milyar lira olarak belirlendi. 41 milyar lirası yatırıma. 2014’te 266 milyon 500 bin TL olan Cumhurbaşkanlığı bütçesi, 2015 yılında, 397 milyon TL olarak planlandı. Hesabım zayıftır % 10’a yakın mı? Kültür ve Turizm Bakanlığı bütçesi 2015 için 300 milyon lira arttırılsa da “tanıtım payı” 15 milyon dolara düşürüldü. (Saray bütçesi 397 milyon TL) Oysa 2014 yılı tanıtım bütçesi 50 milyon dolar idi. Ee! Ne var bunda “Erdoğan” demek Türkiye demek, “Saray” demek imaj demek. Siz saray haberleri yaparak tanıtım stratejisi yönetirseniz ortaya bu çıkardı. Şimdi öve öve bitiremediğiniz iktidar döneminizde gelinen noktayı başarı hanesine mi yazacağız.
43
2014’ün aynı dönemine göre büyük artış kaydedildi
BÜYÜK YÜKSELİŞ Antalya Ticaret ve Sanayi Odası (ATSO) Başkanı Davut Çetin, otomotiv sektörünün 2015 yılına iyi başladığını kaydetti. Çetin, 2015’in ilk 5 ayındaki araç satışının, 2014’ün aynı dönemine göre büyük artış kaydettiğini söyledi.
ATSO Başkanı Davut Çetin, Antalya’da sıfır kilometre araç satışının geçen yılın ilk 5 ayına göre yüzde 60’a yakın artış gösterdiğini kaydetti. Antalya’da yılın ilk 4 ayında hafif ticari ve binek araç olmak üzere 9 bin 438 araç satıldığını söyleyen Davut Çetin, “Geçen yıl aynı dönemde bu sayı 5 bin 989 olarak istatistiklere yansımıştı. Sıfır araç satışında geçtiğimiz seneye göre ciddi bir artış var” dedi. Artışın mayıs ayında da sürdüğünü dile getiren Çetin, “Antalya’da geçtiğimiz yıl mayıs ayına göre yüzde 30.41 artış gerçekleşti. Mayıs ayında hafif ticari araç satışında artış yüzde 53.30 olarak seyrederken binek araçlarda yüzde 23.07 oldu. Satışlar Antalya’da ilk 5 ay sonunda toplam yüzde 50’nin üzerinde artış gösterdi” dedi. Araç satışlarındaki artışlar sayesinde Türkiye genelinde bu yıl 1 milyonun üzerinde araç satılacağının tahmin edildiğini söyleyen Başkan Davut Çetin, Antalya içinse bu sayının 35 bin olarak tahmin edildiğini dile getirdi.
Geçen yılın ocak ayı ile bu yılın aynı dönemi kıyaslandığında yüzde 6.83 yükseliş yaşandığını belirten Davut Çetin, şubat ayında yüzde 49.92, Mart ayında yüzde 77.13 ve Nisan ayında yüzde 78.39 artış görüldüğünü dile getirdi. Özellikle Mart ve Nisan ayında gerçekleşen yüksek satışların ilk 4 aylık performansın ortalamasını da yükselttiğini söyleyen Çetin, Antalya’da 2014 yılında toplam 26 bin 733 sıfır kilometre araç satılırken, bu yılın ilk 4 ayında bu rakamın yarısına yaklaştığını açıkladı.
Türkiye genelinde bakıldığında da satışların ciddi yükseliş ivmesinde olduğunu belirten ATSO Başkanı Çetin, “Bu yıl ilk 4 ayda Türkiye genelinde toplam 264 bin 355 araç satışı gerçekleşti. Geçen yıl aynı dönem içerisinde bu sayı 168 bin 192 oldu. Türkiye genelinde yüzde 50’nin üzerinde büyüme söz konusu. Nitekim bu artış 2015 yılı ilk çeyrek büyüme rakamlarına da yansıdı” dedi. Türkiye genelindeki satışlar ile Antalya verilerinin paralel seyrettiğine vurgu yapan Davut Çetin, “Türkiye genelinde de mart ve nisan ayları sektörün en çok artış gösterdiği dönem olarak göze çarpıyor. Geçen yıl ülke genelinde mart ayında 47 bin 507, nisan ayında 53 bin 188 araç satıldı. Bu yıl satış rakamları mart ayında 83 bin 131 olurken, nisan ayında 91 bin 474 olarak gerçekleşti” dedi.
Rusya pazarında 1 milyona yakın Rus turist eksildi
TURİZM DİKEY İNİŞTE
Başlangıçta sadece Avrupa Birliği ile Amerika destekli Rusya’ya ekonomik ambargo etkilerini göstermeye başladı. Her yıl tatil için Türkiye’ye gelen Rus turistler, geçtiğimiz yıl ortalama 35 rubleden satın aldıkları, doların bu yıl neredeyse ikiye katlandığını, bu nedenle de sadece Türkiye değil, hiçbir yabancı ülkeye gidemeyeceklerini belirtiyorlar. Bu konuda görüş belirten Ruslar, Rusya ile Amerika arasında yaşanan ekonomik çekişmenin sadece, bu iki ülkeyi ilgilendirmediğini, olumsuzluğun, başta Türkiye olmak üzere, üçüncü ülkelere de yansımaya başladığını vurguluyorlar. Rusya’da yaşanan bu olumsuzluğun, Rus turistlerin ana turizm hedeflerinden olan Mısır ve Tayland ile Endonezya’yı da etkilemesi kaçınılmaz olarak görülüyor. Rusların turizm sezonunu başlattıkları tarih olarak bilinen Mayıs ayının başlangıcı, bu yıl turistlerin genel eğilimini gösteren bir belirteç sayılabilir. Bu yıl söz konusu dönemde ülkemize ve de özellikle Antalya’ya gelen turist sayısında ciddi azalmalar gözlendi. Uzmanlara göre, bu azalma aynı düzeyi veya seyri izlemesi halinde Rus turist sayısında yüzde 30’a varan düşüşler yaşanabilir. Ülkemize gelen turistlerin yaklaşık yüzde 59.7’sini Avrupa Birliğinden gelen turistler oluştururken, BDT’ten (Bağımsız Devletler Topluluğu) gelenler ise yüzde 18’lik bölümünü sağlıyor. Kıtalar olarak değerlendirildiğinde ise Asya turistlerimizin yüzde 13.8, Afrika yüzde 2.3 ve Güney-Kuzey
Amerikalar da yüzde 3’ünü gönderiyorlar. Kuzey ve Güney Amerika’dan gelen turist sayısında son yıllarda önemli bir hareketlilik yaşanmadı ve bu yüzde 3 oranı neredeyse sabit kaldı. Ülkemize milliyetler düzeyinde en çok turist gönderen ülke ise Almanya. Alman turistlerin sayısı 2014 itibariyle 5 milyon 250 kişi iken, onu izleyenler Ruslar oldu. Son yıllarda düzenli olarak artış gösteren Türkiye’ye gelen Rus turist sayısı 4 milyon 479 bin olarak belirlendi. Ruslar bir önceki yıl 4 milyon 269 bin kişi ve 2012 yılında da 3 milyon 599 bin turistle, ülkemiz turizminde boy göstermişti.Rus turist sayısının azalışının 1 milyonu bulması halinde zaten 3 ay ile sınırlı olan turizm mevsiminin daha da kısalması ve bazı otellerin sezonu, önceden kapatarak, çalışanlarını işsiz bırakması kaçınılmaz olacak. Akdeniz Turistik Otelciler ve İşletmeciler Birliği (AKTOB) Başkanı Yusuf Hacısüleyman ise Rusya pazarındaki daralma devam ederse yılın tamamında 1 milyona yakın Rus turistin eksileceğini bildirdi. Hacısüleyman, 2015 turizm sezonuyla ilgili kaygıların devam ettiğini, özellikle Antalya’nın ana pazarı konumundaki Rusya Federasyonu’nda yılın ilk 4 ayında meydana gelen azalmanın tahminlerinden bile fazla olduğunu söyledi.
45
Umut Özen
BİR DOKTOR BİN İNSANLIK
Eğitim Araştırma Hastanesi’nde sağlık ekiplerinin hareket alanları ve hizmet alanları yeni uygulamalar ile hem vatandaşın gönlünü feth ediyor hem de hizmet kalitesini arttırıyor. Yani Vatandaş memnun. Önemli olan da bu. Hasta şifa arayacak, doktor rotayı çizecek. Sağlık sistemindeki son yenilikler, başta randevu sistemi, ilaç alınması konusundaki rahatlık ve her şeyden önemlisi sabahın karanlığında çoluk çocuğu sıraya koyup sıra numarası alma devirleri sona erdi. Avrupa’daki eş değer hizmetler, özellikle teknolojinin kullanılarak uygulanan sistem herkesi memnun etmekte. Elbette ki Doktorlarımızın, şifa dağıtan ve bunun alt üst kademesinde olan herkesin de çalışma ortamlarının mutlu olduğu ve olması da beklenen durumdur. Ancak şu bir gerçektir ki vatandaşın da memnun olduğu durum, doktor seçme hakkı ve hasta hakkı konularında artık büyük bir sağ duyu hakim. Sistem tıkır tıkır işliyor. Bu işleyişe sistemin gidişatını eleştirenler geçmiş yıllardaki ilkel hizmet günleri beklentisi içinde olanlardır. Bunun dışında işini iyi yapan, hastalarının adeta iyi olması için gözünün içi gibi bakan doktorlarımız da yok değil. Tüm doktorlarımızın insanlığın hizmetinde olduğunu belirtmek isterim. Ancak tesadüfler ve rast gelişler de bu duygu ve düşünceyi dile getirmek ve kamuoyu ile paylaşmak da bize düşüyor.
Yıllardır gözlük kullanan birisiyim. Ancak meslek hastalığı beni de vurdu. Son aylarda yaşadığım “Retina Ven Tıkanıklığı” yani gözün retinasında ödem oluşması. Bu da haber yazdığım ekrana bakarken, gazete okurken oluşan ödem yüzünden her şeyi karanlık görme durumu. Hastalığım her geçen artınca artık doktora gitmek kaçınılmaz oldu.
Antalya Eğitim Araştırma Hastanesinin başarılı göz doktorlarından Nezihe Nilgün Şimşek hocamız uyguladığı tedavi ve devamındaki takip inceleme, aylardır çektiğim rahatsızlığımı gideren isim oldu. Zaman zaman hastanede zaman zaman da ilçe polikliniklerinde hizmet vermekte. Sıraya girdim, derdimi anlattım. Hastalığımın vahim durumda olduğunu söylemesiyle birlikte acil müdahale ve tedavi uygulayarak yeniden görme yeteneğimi yüzde 99 yakaladım. Renkleri ve baktığım her şeyin detayını rahatlıkla görüyor ve gözüm karanlıkta değil artık aydınlıkta. Birileri bir takım hizmet çalışmalarını eleştirirken bir diğer taraf da insanlığın hizmetinde ve hastalarına inanılmaz bir sevgi ve şefkatle yaklaşan doktorumuzun şifa dağıtışına tanıklık ettim. Yazdıklarım kendisi için yeterli gelmeyecektir. Ama onun nezdinde tüm Eğitim Araştırma Hastanesi doktorlarının da aynı duygu ve düşünce ile hastalarına şifa dağıttığına inanıyorum. Teşekkür Nezihe Nilgün Şimşek, teşekkürler böylesine güzel hizmet sunan sistem yöneticilerine.
Antalya Hali Türkiye yaş sebze ve meyvesinin % 40’ını karşılamakta
LİDER VE ÖNCÜ Antalya Büyükşehir Belediyesi Toptancı Haller Müdürü Dilaver Demir, Ülkemizin ve Antalyada ki üreticinin en önemli buluşma noktası toptancı hali ve ilçelerde ki Hal çalışmaları hakkında önemli açıklamalarda bulundu. Özellikle aynı ilçe de bulunan birkaç hal birleştirilip modern haller yapılacak. Hal’lerde toplam 60 bin kişiye istihdam fırsatı sağlanıyor.
Türkiye’nin en önemli Hallerinden biri olan Antalya Toptancı Halini tanıyabilir miyiz? 1996 yılında modernize edilen Antalya Toptancı Hal Kompleksi, 480 dönüm arazi üzerine kurulmuş olup içerisinde; 144 adet komisyon dükkânı, 386 adet tüccar ardiyesi (paketleme tesisi), 25 adet patates-soğan satış yeri, 23 adet günlük mal işleme ünitesi, 98 adet zirai ilaç bayi ve 151 adet çeşitli işler bölümü (banka, lokanta, market vs.) olmak üzere toplam 827 adet işyeri bulunmaktadır. Toptancı Halimize günlük 7 ila 8 bin civarında çiftçimiz ürün getirmektedir. Toptancı halinde ürünler arz ve talebe göre satılmaktadır. 2014 yılı verilerine göre Halimizde ortalama günlük 6.500.000 (altı milyon beş yüz bin) kg, aylık 135.000.000 (yüz otuz beş milyon) kg, yıllık 912.000.000 (dokuz yüz on iki milyon) kg ürün işlem görmekte ve yıllık 1.075.004.352,73 TL (bir milyar yetmiş beş milyon dört bin üç yüz elli iki lira yetmiş üç kuruş) para harekâtı oluşmaktadır. Çalışan sayısı ve insan sirkülasyonu ise otuz bin civarındadır. Toptancı halleri bir ürün borsasıdır. Toptancı Halimizde günlük 132 çeşit ürün satılmaktadır.
6360sayılı büyükşehir yasası ile toptancı hallerin durumu nedir? Yeni büyükşehir yasası ile birlikte 23 adet ilçe ve belde toptancı halleri Antalya büyükşehir belediyesine devredilmiştir. Bazı İçellerimizde birden fazla toptancı hali bulunmaktadır. bunları sayacak olursak ; GAZİPASA: Gazipaşa ve ,Kahyalar toptancı hali. ALANYA: Demirtaş, Merkez,Payallar,Konaklı toptancı hali. MANAVGAT: Manavgat, Taşağıl toptancı hali SERİK: Serik, Çandır toptancı Hal’i. Antalya Merkez Toptancı Hal’i, Korkuteli , Elmalı, Kaş, : Ova, Kınık, Yeşilköy toptancı Hal’i. DEMRE : Demre Toptancı Hal’i. Beymelek Toptancı Halgi. FİNİKE: Sahilkent, toptancı Hal’i ,Hasyurt,Turunçov. KUMLUCA: Mavi Kent, Beykonak OLMAK UZERE TOPLAM 24 ADET TOPTANCI HALİMİZ MEVCUTTUR. Bu Hal’lerimizde ki istihdam performansımızdan söz edersek ? Bu toptancı hallerimizde : 3.000 civarında esnafımız ticari faaliyette bulunmaktadır. Bu hallerimize günlük : 10.000 civarında Çiftçimiz urun getirmektedir. Toptancı hallerimiz yaklaşık 60.000 kişiye istiham sağlanmaktadır. Yeni haller projesi kapsamında her ilçemize yeni bir modern haller yapılacaktır. Bir ilçedeki birden fazla toptancı hallerimiz birleştirilerek tek bir modern hale dönüstürülecektir.bunun ilk örnegi Finike sahilken halidir. Finike de bulnan 3 adet toptancı hal sahilkent halinin olduğu alana yeni modern bir hal olarak yapılacaktır. ihalesi gectiğimiz hafta yapılmış olup 2015 yılı içerisinde inşaatı tamamlanarak esnaflarımızın hizmetine sunulacaktır. İlçelerde biden fazla olan eski dağınık ve birbirine cok yakın olan toptancı haller birleştirilerek her ilçeye yeni modern haller yapılacaktır.
47 Yeni Hal’lerin yapılacağı ilçeler nereler? Gazipaşa (Kahyalar Bölgesine) , Alanya Toptancı Hal’i (Türkler Bölgesine), Manavgat Toptancı Hal’i (Yer arayışı sürüyor), Serik Toptancı Hal’i (Yukarı Kocayatak Bölgesi), Kaş Toptancı Hal’i (Kınık Bölgesi), Finike Toptancı Hal’i (Sahil Kent Hal’inin olduğu alan), Korkuteli Toptancı Hal’i (İnşaatı Tamamlandı. 1 Ay içerisinde Esnafın hizmetine giriyor) Türkiye çapında bakıldığı zaman Antalya Toptancı Hali lider durumda peki dünya konseptine bakıldığı zaman eksiklerimiz veya fazlalarımız nelerdir? Toptancı Hallerini ikiye ayırmak gerekir: Üretici ve tüketici (İstanbul, Ankara gibi) halleri. Antalya Toptancı Hali Türkiye’nin en büyük üretici halidir. Antalya bölgesinde yaklaşık iki yüz elli bin üretici ürün yetiştirip, toptancı halinde satılmak üzere getirmektedir. Türkiye’nin tüketici hallerinde yer alan ürünlerin birçoğu Antalya Toptancı Halinden gitmektedir. Türkiye ve dünyadaki hal konsepti çok farklıdır. Türkiye de ürünler toptan olarak halde satılırken; dünyada ise büyük marketlerde ve internet üzerinden satış yapılır. Bazı görsel ve basılı yayın organlarında ürün tarla fiyat çıkışı ve nihai tüketiciye ulaşmasında arada oluşan büyük fiyat farkları son zamanlarda daha çok dile getirilmeye başlandı. Programlarda dikkat çeken özellik kimse yetkili bir kişiye bu durumu sormuyor. Bu olaya bir açıklık getirmek açısından gerçekler nelerdir? Ürünlerin Antalya’daki çıkış fiyatı ile İstanbul’daki satış fiyatı arasındaki fark sürekli görsel ve yazılı basında dile getirilmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken husus ürünün kalitesi ve çeşitliliğine bakarak değerlendirme yapmaktır. Örneğin; domatesin birçok çeşidi vardır: Normal, salkım, oval, yayla, sera vs. domates gibi.. Ayrıca Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Hal Kayıt Sisteminde ürünlerin barkot numaraları ile üretim yerinden alış fiyatı ve tüketim yerinde son tüketiciye ulaştığı andaki fiyatı yer almaktadır ve bu sayede ürün izlenebilmektedir Havaların ısınması ile birlikte Hal fiyatları nasıl olacak?
Antalya bölgemizde örtu altı ve örtü ustu olmak uzere 12 ay yas sebze ve meyve yetişmektedir. örtü altı dediğimiz sera üretimi olan urunler temmuz 15 kadar yetiştirilip tüketime sunulmakta iken, örtü üstü dediğimiz tarla (yayla) ürünleri temmuz 15 gibi başlayıp ekim 15 e kadar sürmektedir. Şu sıralarda sera üretiminin son zamanları olması ve havaların iyice ısınması nedeni ile fiyatlar inişe geçmiştir. Bunun nedeni çiftçilerimiz havalar soğuk iken haftada 2 kez ürün toplayıp hallere satmaya getirirken havaların ısınması ile birlikte her gün ürünlerini toplayıp hale getirmektedirler hallerde ürünler arz ve talebe bağlı olarak satış yapıldığından şuan arz fazlalığı vardır. Bu durum da tüketicimize olumlu yansımıştır. BAZI KALEMLERDEKİ FİYATLAR ŞÖYLEDİR; Domates kg 0,80 kuruş, Domates (Kokteyl Oval) kg 0,80 kuruş, Domates (Yeşil) kg 0,80 kuruş, Biber (Dolma) kg 1,20 kuruş, Biber (Kapya) kg 1,30 kuruş, Biber Çarli kg 0,60 kuruş Biber Sivri kg 0,80 KURUŞ, Biber (üçburun) kg 1,00 KURUŞ, Patlıcan kg 1,20 KURUŞ Kabak kg 1,20 KURUŞ, Salatalık kg 0,80 KURUŞ, Soğan Kuru Kg 0,60 KURUŞ Patates Kg 1,20 KURUŞ, Karpuz Kg 0,50, Kavun Kg 1,20 KURUŞ, Aralığında satılmaktadır. Yukarıda belirtilen bu fiyatlar toptancı halimizde 4 asamadan sonra belirlenmektedir. 1 AŞAMA: Sabah Erken Saatler de Fiyat Eksperi ürünlerin Kaç Paraya Alınıp Satıldığını Rapor Eder. 2.AŞAMA : Her gun Saat 10:00 Kurulan Komisyoncu İle Tuccarlardan (Alıcı Ve Satıcıdan) Oluşan 10 Kişilik Komisyonun Belirlediği Rapor 3.AŞAMA : Günluk Satış Faturalarından Alınan Detaylı Raporlar 4. AŞAMA : Hal Kayıt Sisteminde Anlık Satış Bilgilerinden Alınan Raporlar Hal fiyat Listesinin oluşmasını sağlamaktadır. Antalya Halinin ihracat ve iç piyasa durumu nedir? Antalya Toptancı Hali Türkiye yaş sebze ve meyvesinin yaklaşık % 40’ını karşılamaktadır. İhracatın ise % 20’ sini karşılamaktadır. Bazı ürünler vardır dünyada emsali yoktur; Finike portakalı
gibi. Pazarlarda Washington portakalı, Finike portakalı, Valencia portakalı diye duyarız. Bunların özellikleri nelerdir ve dünyada en kaliteli portakal hangisidir? Antalya bölgesinde özellikle narenciyede yetişen ürünlerimiz bir dünya markasıdır. Valencia ve Washington portakalı gibi. Bunların sıkmalık ve meyvelik türleri vardır. Bu portakallar özellikle Finike ve Manavgat bölgesinde yetişmektedir. Bunların içerisinde Finike de yetişen portakallarımız dünyanın en kaliteli portakallarıdır ve tescillenmiştir. California Üniversitesinin dünya çapında yaptığı bilimsel araştırmada Finike portakalı 1. Olmuştur bu bakımdan Finike portakalı bir dünya markasıdır. Finike portakalının dünyada 1. olması lezzetinden kaynaklanmaktadır. Şöyle ki; coğrafi olarak Finike bölgesi bir çanak görünümünde olup bir tarafı deniz bir tarafı Beydağlarıyla çevrilidir. Ürünün olgunlaşma döneminde esen rüzgarın ürün üzerinden geçişi esnasında ürüne farklı bir tat ve aroma katar işte bu tat damakta ayrı bir lezzet bırakır. Bu lezzette Finike portakalını ayrıcalıklı kılar. Antalya bölgesinde yetişen farklı bir ürünümüzde California biberidir. Kalem şeklinde görünümüyle ihracatın göz bebeğidir. Ürünün kalitesindeki en önemli etken ise iklimdir. Coğrafi olarak bölgenin bir tarafının deniz bir tarafının dağ ile çevrili olması örtü altı yetiştiriciliğinde( sera ) hava sıcaklığının belirli bir derecede kalmasını sağlamakta bu durumda ürünlerin kaliteli yetişmesinde en büyük etken olmaktadır. Antalya ilçelerinde yetişen hangi ürünleriyle ünlüdür? Antalya turizm ile tarımın başkentidir ve 12 ay sebze ve meyve yetişebilmektedir. İlçeler: Kaş: İhracat domatesiyle ünlüdür, Demre: Biberiyle ünlüdür. Finike: Portakalıyla ünlüdür. Kumluca: Biberiyle ünlüdür. Elmalı: Üzüm ve elmasıyla ünlüdür. Korkuteli: Kültür mantarıyla ünlüdür. Serik: Her türlü sebze ve meyve yetişmektedir. Manavgat: Karpuz, kavun ve portakalı ile ünlüdür. Alanya: Silor Salatalık. Gazipaşa: Muz ve çilek ile ünlüdür.
49
Yavuz Şahin
KEFİL OL SEFİL OLMA Ülkemizde geçmişden günümüze süregelen en büyük sorunlardan birisi de ; KEFİLLİK ve HATIR ÇEKLERİ dir.Bu konuda artık harekete geçmek , kamuoyu oluşturmak ve yasal presedürler çerçevesinde çıkarılacak yeni Ticaret Yasalarıyle artık kimsenin kimseye kefil olamayacağı ve hatır çeki kesemeyeceği mutlu ailelerin yaşayacağı bir Türkiye Cumhuriyetini oluşturmak zorundayız. Çünkü yıllardır krizlerle boğuşan ülkemizde gümbür gümbür dev firmalar batarken orta ve küçük esnaf un-ufak olurken,envai çeşit bankalar milyarlarca USDollar karlar açıklamaları insanın tabii olarak kanına dokunuyor.Sigorta firmaları fon kurup kendilerini garantiye almış.Bankalar da batan paralarının sigorta primlerinide mudiye ödetip , Sigorta Garanti Fonundan batan paralarını tahsil edip , borçluyu dosyasıyla ve ana borcunun çeyrek fiyatına Varlık Yönetim Şirketlerine devrediyorlar.Bu V.Y.Ş.de o günden bu güne faizleriyle birlikte vatandaşın peşine düşüyor.Elbette her kes borcunu ödemeli,ödeyecek de.Burada vurgulamaya çalıştığım ; her kurum ve kuruluş (yani Bankalar gibi )kendini ekonomik garantiye alırken işçi,memur,emekli,esnaf ve iş veren in hiçbir garanti fonu yok.Borçlu ölse dahi borcunu geride kalan varisleri Redd-i Miras yapmadılarsa ödemek durumunda kalıyorlar…Tam bu noktada, vatandaşın yararına düzenlemeler yapılmalı ve artık yıllardır borçların altında inim inim inleyen bu halk biraz nefes alıp yaşadığının farkına vardırılmalı… Şimdi konumuzun ana teması tamda burada başlıyor. Batmamak için Tüketici ve Ticari Kredi çekmek durumunda kalan esnafdan Bankalar ipotek yada kefil istiyorlar. kimse akrabasına babası- oğluna , oğlu - kardeşine , annesi -kızına hayır ben sana kefil olmam diyemiyor… Der, demeli diye diretmeyin ; diyemediğimiz için toplumun büyük kesimi ekonomik çöküntü içinde günümüzde.Evladının yada kardeşinin işi düzelmeyince çekilen krediler, kredi kartları ödenemeyince hacizler direkt kefillerin kapısına sarı taksilerle dayanıyor.Konu - komşunun önünde hacizcilerle arbedeler kavgalar yaşanırken anneler babalar oğullarıyla kızlarıyla damatlarıyla yada hısım akraba yakın tanıdıklarıyla kavgalar , mahkemelikler ve küslükler,daha aşırısında yaralanma ve ölümlerle sonuçlanan hazin aile tablolarıyla karşı karşıya kalıyor bu toplumun hemen her kesimi…
Ben de şimdi diyorumki : hiç bu kötü durumlara gerek var mı ? Çözüm çok basit.Çıkarılacak bir ‘’ KEFİLLİK VE KEFALET İLE HATIR ÇEK’İ VE SENET’İ VERME DÖNEMİ SONA ERMİŞTİR ‘’ Yasasıyla bundan Onbeş yıl öncesine dönük,tüm Kefilliklerle , Hatır Çek’i ve Kefilli Senetleri ile ilgili davaları kapsayacak bir uygulama ile tüm toplum rahat bir nefes alacak.Çünkü vatandaşın borçlu olduğu banka yine vatandaşın ödediği sigorta primleri sayesinde zaten faiziyle parasını sigortasından kuruşu kuruşuna alıyor.Sonrada Banka bu parayı almamış gibi borcu üçte bir fiyatına Varlık Yönetim Şirketlerine satıyor , Şirketler de bu parayı yeniden borçludan yada üzerinde el konulacak , para edecek bir şeyler yoksa , kefilden o günkü faizleri ve masraflarıyla tahsil etmek için her türlü yolu deniyor…Yani bu borç iki kez tahsil edilme yoluna gidiliyor.Şimdi Sigortalamanın amacını sorgulamak gerekiyor.Evimizi,arabamızı,malımızı hatta mahsulümüzü sigortalattığımız zaman başlarına bir kaza yada afet gelince sigorta benden bu mal’ ın , malzemenin yada mahsulün eder parasını mı bizden talep ve tahsil ediyor? Yoksa o günkü fiyatından zararımızı getirip bize ödüyor mu ? Bence Kefillik ve Hatır Çekleriyle ilgili yasaklayan bu yasa çıksın , kimse kimseye gidip de : bana kefil olurmusun diyemeyeceği için sorun da kökünden çözülmüş, kalmamış olacak…Öyle ya Sen şirketine yatırım yapacak,mal alıp satacak zenginliğine zenginlik katmak için beni kefil yapacaksın sonra da ödeyemeyince benim hayatım zindan olacak.Varmı böyle adi bir dünya.Olmamalı da zaten.Bana ne kardeşim Banka kredi verecekse adam gibi göndersin Müfettişlerini araştırsın incelesin her şeyini , güvenilir doneleri yoksa kimseye hiçbir şirkete yada esnafa kredi vermesin.Ona göre kendini garantiye alsın. Ama bunu kefil isteyerek değil, krediyi çeken firma yada işletme sahibi kim ise ? O na karşı bağlayıcı unsurlarını devreye sokarak yapsın…Analar Babalar emekli maaşlarına mukabil , esnaf çocuğum batmasın yuvasına haciz gelmesin , yuvası dağılmasın diye çektikleri kredilerin ; beceriksiz hükümetlerin ve diğer ekonomik güçlerin yarattıkları suni ekonomik krizlerin altında ezilmelerine asla izin vermemeliyiz. Evet !... tekrar buradan son nefesime kadar haykırıyorum ki ; bu yüce ülkenin , yüce halkının artık krizlere kaoslara ve beceriksiz hükümetlere tahammülü kalmamıştır…çabucak yasalarda Halk yararına Halk odaklı çalışmalar sonuca ulaştırılmalı ve Yüce Türk Halkı rahat bir nefes almalı kısa sürede müreffeh bir ekonomik yaşama kavuşturulmalıdır…
Kimliğini arayan
ADA
Sultan Mehmet Reşad döneminde gemi barınağı olarak kullanıldığı rivayet edilen Sıçan Adası kimliğini arıyor. Üzerinde kale kalıntıları mevcut olan adada surların 12. yüzyılda korsanlar tarafından inşa edildiği sanılsa da adayla ilgili bir araştırma yapılmadığı için bu yapıların kime ait olduğu tam olarak bilinmemekte. Sıçan Adası ile ilgili ilginç projeler ise zaman zaman gündeme geliyor, üzerine otel dikmek, dev venüs heykeli kondurmak gibi. Antik dünyada Pamfilya Denizi adıyla bilinen Antalya Körfezi tehlikeli dalgaları nedeniyle kötü bir şöhrete sahipti. Günümüzde binlerce yerli ve yabancı turist için birbirinden ünlü plajlarıyla cazibe merkezi olan ve masum görünen körfezin bu acımasız tarafı ilk ve Ortaçağ yazarları tarafından defalarca dile getirilmiştir. Dile gelen anlatımlar arasında Antalyalıların ve ziyaretçilerin dikkatini çeken küçücük bir ada da bulunuyor; Sıçan Adası. Sıçan Adası Antalya’ya yerleştiği ilk günden kendisinde hep merak uyandırdığını söyleyen Prof. Dr. Mustafa Adak, mesleği gereği de adayı araştırdığını ifade ediyor. Adak, . Ada için kayda geçmiş en erken ad Lyrnateia’dır. Bu adı, MÖ 5. yüzyılın ortalarında yazan Pseudo – Skylaks’tan öğreniyor.”Ada bu adı karşı kıyıdaki Beldibi Beldesi’ne yakın olan Lyrnas Kenti’nden almış olabilir. Buraya MÖ 8. veya 7. yüzyılda Edremit Körfezi’nden
gelen Aiol göçmenleri yerleşmiştir. Adanın Roma Dönemi’ndeki adı Attelebusa / Attelebussa’dır. Bu da ‘Çekirge Adası’ anlamına gelmektedir. Ortaçağ’a gelindiğinde ise, öncelikle İtalyan denizcileri için hazırlanmış olan bahriye namelerde ada Renathia, Aratia, Arnatia, Ranatia ve benzeri adlar altında kayda geçmiştir. Marino Sanudo’nun 1321 yılında kaleme aldığı bir bahriye namede, denizcilerin adanın karşısında iyi içme suyu bulabilecekleri de not edilmiştir. Söz konusu akarsu Küçük Çaltıcak Plajı’nın kuzey kenarında denize ulaşan Acısu olmalıdır. Piri Reis ise, 1522 yılında hazırladığı bahriye kitabında burasının adını Güvercin Adası olarak vermiş ve adanın Antalya Limanı’ndan on iki mil uzaklıkta olduğunu not düşmüştür. Aynı esere eklediği haritada ise adanın adını Kuş Adası olarak belirtmiştir. 18. ve 19. yüzyıl kaynaklarında adanın adı Rasat olarak geçmektedir. Günümüzde ise ada Sıçan Adası adı altında bilinmektedir” diyor. Adıyla ilgili bu bilgilerin dışında tatmin edici herhangi bir araştırmaya rastlamadığını ifade eden Prof. Dr. Mustafa Adak açıklamalarını şöyle sürdürüyor; “ Anladığım kadarıyla buraya bilim insanları uğramamış ve adanın tarihi dokusu incelenmemiştir. Nihayet, adanın sırrını çözmek amacıyla oraya doğasever dostlarım Ümit Durak ve Celal Güzelyürek ile birlikte bir keşif gezisi düzenledim. Bizi adaya ulaştıran küçük motoru Beldibi Belediyesi sağladı. Orada dalış hocalarıyla karşılaştık. Onlardan suyun berraklığı nedeniyle burasının çok rağbet gören bir dalış noktası olduğunu ve Antalya’dan çok sayıda yatın burayı ziyaret ettiğini öğrendik.” “Yoğun bitki örtüsünden dolayı adayı gezmek hiç de kolay olmadı. Buraya çeşitli diken ve kaktüs türlerinin yanı sıra yaban zeytin ağaçları hakim.
51 15
Bakir koya beton dökülecek
BİR KATLİAM DAHA Sahil yolundan görülen surun Bizans Dönemi’nde inşa edildiği duvar tekniğinden anlaşılıyor, irili ufaklı kırma taşlar kireçtaşının eritilmesiyle elde edilen harç ile birbirine tutturulmuş. Ancak surda büyük ve düzgün şekilli taşların da kısmen kullanılmış olması burada daha eskiye dayanan bir istinat duvarının var olması gerektiğini düşündürdü. Adanın bir ucundan diğer ucuna uzanan sur kıyıya 10 metre uzaklıkta inşa edilmiş. Surun iyi korunmuş orta kısımları 5 – 6 metreye varan yüksekliğe sahiptir. Surun iç kısmında sağlam kalmış bir seğirdim yolu adanın denizden gelebilecek bir saldırı için savunulmasını sağlamaktaydı. Ayrıca sura yakın iki tonozlu sarnıç dikkatimizi çekti. Yaklaşık 10 metre uzunlukta ve biri 5, diğeri ise 3 metre genişlikte olan sarnıçların iç duvarları su sızıntısını engellemek amacıyla kırmızı harçla sıvanmıştır” diyerej anlatımına devam eden Prof. Dr. Mustafa Adak,adanın tarihinin daha da eskiye dayandığına emin. “Burada Klasik ve Helenistik dönemlere ait olan üç kuleli bir kalenin temellerine rastladık. Uzunluğu tahminen 100, genişliği ise 30 metre olan kale iki teras üzerine kurulmuş. Etrafa yayılan bol miktarda kiremit parçaları bu yapının bir çatı sistemi ile kapalı olduğunu gösteriyor. Zirvede yer alan bu askeri yapı, yakından geçen tüm gemiciler tarafından görülmüş olmalıdır. Büyük bloklarla inşa edilen bu klasik kalenin içine Ortaçağ’da küçük bir gözetleme kulesi yerleştirilmiştir. Bu yapı, aşağıdaki aynı dönene ait olan surla birlikte adanın Bizans Dönemi’nde de hâlâ askeri amaçla kullanılmış olduğunu kanıtlamaktadır” diyen Prof. Dr. Mustafa Adak, ilginç noktalara da dikkat çekiyor; “Bir araştırmacı ‘azat etmek’ anlamına gelen rasat sözcüğünden yola çıkarak adanın Osmanlı Dönemi’nde de işlev gördüğünü öne sürmüştür. Bu görüşe göre tutsak kişiler burada köle olarak satışa çıkarılmıştır. Araştırmamı bitirdikten sonra insanoğlunun adaya mal ettiği bazı adlara ancak anlam verebildim. Piri Reis’in kullandığı adlar isabetlidir. Çünkü güvercin, martı ve başka kuş türleri burada barınak kurarak adayı kuluçkalık alanı olarak kullanmaktadır. Adada yılan gibi bazı sürüngenlerin yanı sıra bir iki sıçan da gördüm. Adaya ayak basmadan önce burasının sıçana benzememesine rağmen halkımız tarafından bu hayvana benzetildiğini düşünüyordum. Demek ki yanılmışım. Adaya yapmış olduğum keşif gezisi, burasının tarihte çeşitli işlevler görmüş olduğunu kanıtladı. Bugün ise Sıçan Adası kendi başına bırakılmıştır. Durum böyle olunca doğa burada kendi hâkimiyetini kurmuştur” Sıçan Adası ile ilgili ilginç projeler ise zaman zaman gündeme geliyor, üzerine otel dikmek, dev venüs heykeli, kondurmak gibi.
Kaş Belediyesi, ilçenin en iyi plajları listesinde yer alan İnceboğaz Plajı’nı piknik ve mesire yeri olarak yeniden düzenleyecek. Plajda kır gazinosu, soyunma kabinleri ve büfeden oluşan 40 metrekarelik kapalı alan oluşturulacak. Sahip olduğu doğal dokusu nedeniyle ‘en iyiler’ arasında yer alan plaja beton dökülüp doğal kayrak taşı döşenecek. İnceboğaz Plajı, Kaş’ın Çukurbağ yarımadasının Meis Adası’na bakan yakasında yer alıyor. Kaş’tan yürüyerek de ulaşılabilen ve ilçedeki diğer plajlara oranla daha sıcak bir suya sahip İnceboğaz, Patara, Kaputaş, Küçük Çakıl, Büyük Çakıl ile birlikte Kaş’ın en iyi plajları listesinde yer alıyor. Kaş Belediyesi tarafından Orman ve Su işleri Bakanlığı’ndan 2013 yılında yeniden kiralanan ve 65 dekarlık alanı kaplayan plaj, 18 Haziran günü piknik ve mesire yeri olarak düzenlenmesi için Kaş Belediyesi’nce ihaleye çıkartılıyor. ‘İnceboğaz Mevkii Piknik Mesire Yeri düzenlemesi’ adıyla yapılacak ihale şartnamesine göre plajda 12 metrekare alanlı soyunma odası ve tuvalet, 6 metrekare alanlı büfe, 22.50 metrekare kapalı alanlı kır gazinosu ve sundurması yapılacak. Bununla birlikte ahşap pergole ve korkuluk, 50 tonluk betonarme su deposunun yanı sıra, alan doğal kayrak taşıyla kaplanacak. Taşların kalınlığı ihale şartnamesi uyarınca 6 santimetre olacak. Taşların döşenmesi içinse plaja 10 santimetre kaba beton dökülecek. Kaputaş’la birlikte Kaş Belediyesi’nce işletilecek İnceboğaz Plajı’nda Antalya Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Komisyonu’nun alana ilişkin kullanım kararları ise belediyenin yapmak istediğinden daha fazlasına izin veriyor. Doğal dokunun bozulmaması, tahrip edilmemesi uyarısında bulunan, alanın kaynak değerlerini olumsuz yönde etkileyen ve etkileyecek hiçbir yapı, tesis ve faaliyete izin vermeyeceğini belirten komisyon, mesire alanı içinde doğal taş kaplamaya ise izin verdi. Komisyon ayrıca kır gazinosu için alanda 50 metrekare ve 4.5 metre yüksekliğe kadar izin verirken, 6 metrekareyi geçmeyen büfe, duş ve gölgeliklerin de yapılabileceğine yer verdi.
Tek yumurta ikizleri denize sadece gece girebiliyor
GECE YAŞAYANLAR
Antalya’da yaşayan 11 yaşındaki tek yumurta ikizi Hasan ve Hüseyin, çok sevdikleri denizi hastalıkları nedeniyle sadece akşam girebiliyor. Antalya’da yaşayan inşaat işçisi 41 yaşındaki Orhan Kılıçdoğan ve 34 yaşındaki Birgül Kılıçdoğan, 4 çocuğundan tek yumurta ikizleri Hasan ve Hüseyin, dünyaya albinizmli olarak geldi. Halk arasında, ‘Beyaz Çocuklar’ olarak bilinen ve normal bir çocuktan sağlık açısından farkı olmayan ikizlerin sadece gözlerinde sorun var. Tenlerinin beyaz ve hassas olması nedeniyle uzun süre güneşte kalamayan ikizler, yaz mevsiminin gelmesiyle birlikte çok sevdikleri denizi sadece izlemekle yetiniyor. Ailesi ile bir kez üzerinde kıyafetlerle denize giren ve vücutlarında yanma oluşan ikizler, yıllardır gündüz denize giremiyor. Görüşleri normal olmayan ve bu bozuklukların gözlüklerle de tam olarak düzeltilemeyen ikizler, uzağı görememe problemi yaşıyor. Uzağı göremeyen ikizler, en büyük sorunu okulda ve sokakta yaşıyor. Okulda tahtayı ve defterine yazdığı yazıları tam seçemeyen ikizler, yaklaşık 30 bin liralık bir ameliyatla göz sağlıklarına kavuşabilecek. Baba Hasan Kılıçdoğan, çocuklarını biran olsun yanlarından ayırmadıklarını ifade ederek, genetik bir bozukluk olan albinoluğun renklenmeyi sağlayan melanin pigmenti yokluğu ya da azlığından kaynaklandığını kaydetti.
İkizlerinde albinizm olduğunu diğer 2 ve 14 yaşındaki çocuklarında albinizmin olmadığını dile getiren Kılıçdoğan, “Hasan ve Hüseyin tek yumurta ikizi. Çocuklarıma elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyorum. En büyük sorunları gözlerde. Uzağı göremiyorlar örneğin televizyon izleyecekleri zaman bir metre uzaklıktan bakıyorlar. İstanbul’a doktora gittim ameliyat olmaları gerektiğini söyledi.Tedavileri için doktorla görüştüm ama bizim için yüklü sayılacak bir para istiyorlar. 28-30 bin civarında bir paraya ihtiyaç var” dedi. Çocuklarının en çok okulda sıkıntı çektiğini kaydeden Kılıçdoğan, “Çocuklarım yazı yazamıyor. Tahtayı göremiyorlar, öğretmenleri okulda bir şey yazdıracağı zaman ilk olarak çocukların defterine yazıyor. Evde biz baktığımız için çok sorun çıkmıyor ama dışarı çıktıklarında serbest olarak yürüyemiyorlar. Koştukları zaman da bir yerlere çarpma riski oluyor. Daha iyi görebilmeleri için tedavi olmaları şart. Doktorla görüştüğümde yüzde yüz görebileceklerini söyledi. Bunun için de 30 bin TL’ye ihtiyacımız var. Eğer tedavi olurlarsa normal bir insan gibi görecekler” diye konuştu. Çocuklarının özel ilgiye ihtiyacı olduğunu ifade eden Kılıçdoğan, “Onları pikniğe götürüyorum. Denize götürmeye çalışıyorum ama en son denize götürdüğümde yandılar. Vücutlarının her yeri yandı. Her gün denize girmek istiyorlar ama giremedikleri için sadece denize bakabiliyorlar” dedi. 11 yaşındaki Hasan Kılıçdoğan, hastalığı hakkında bilgi sahibi olduğunu ifade ederek, “Mahallede koşamıyorum, oyun oynayamıyorum. Karşıdan karşıya
53
geçemiyorum. Televizyonu uzaktan izleyemiyorum. Okulda da sıkıntı yaşıyorum. Tahtayı göremiyorum. Okulda bazı arkadaşlarım dalga geçiyor. Pis Yedili dizisinde rol alan Ahmet Yıldırım’a takılan ‘PC’ lakabını bana söylüyorlar. Denize akşam gidebiliyorum. Gittiğimiz zaman da tişört, kazakla girebiliyorum. Gündüz gittiğimiz zaman yanıyorum” şeklinde konuştu 11 yaşındaki Hüseyin Kılıçdoğan ise, görme bozukluğu nedeniyle yürümekte zorlandığını dile getirerek, “Okulda da tahtayı net olarak göremiyorum. Arkadaşlarım bazen benimle de dalga geçiyorlar. Sağlığıma kavuşmak ve sizin gibi hareket etmek istiyorum. İyileşince yapamadığım şeyleri yapmak istiyorum. Özgürce koşmak istiyorum” dedi.
Büyükşehir Belediyesi’nin 5 plajının sezon açılışı, Sarısu’daki Kadınlar Plajı’nda düzenlenen ‘Yaza Merhaba Partisi’yle gerçekleştirildi. Partiye katılan 1000’in üzerinde kadın, tesettürlü DJ Nimet’in çaldığı şarkılarla coştu...
Sezon tesettür ile açıldı
TÜRBANLI DJ Kadınlar Plajı’nın da aralarında yer aldığı 5 plajın açılışına Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Abdurrahman Yılmaz, Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Birol Ekici ile plajların işletmeciliğini yapan Büyükşehir Belediyesi’ne ait ANET Genel Müdürü Gökalp Dinçmen’in de aralarında bulunduğu çok sayıda kişi katıldı. İçinde mescidi, pastanesi, hamamı da olan Kadınlar Plajı, açılışla birlikte kadınların akınına uğradı. ANET Genel Müdürü Gökalp Dinçmen, Kadınlar Plajı ile birlikte Konyaaltı Plajı, Beach Park, Sarısu Mesire Alanı Plajı ve Beldibi-1 Atatürk Parkı Plajı’nın toplu sezon açılışını yaptıklarını söyledi. Dinçmen, geçen yıl açılışı yapılan Kadınlar Plajı’nı bu yıl gelen talepler doğrultusunda daha da zenginleştirdiklerini söyledi. Bu yıl Kadınlar Plajı’nın sahilinde kum banyosu yapılabilen bir yer yaptıklarını anlatan Dinçmen, “Bu yıl spora daha fazla önem verdik. Sahilde sabahları step, öğleden sonraları ise aerobik yapılabilen bir yer yaptık. Bunun dışında bir basketbol sahası, aletli cimnastik sahaları yaptık. Sosyal alan diye tabir ettiğimiz yerde bir pastane, bir butik, bir sağlık merkezi açtık. Sahilde büfenin yanında bir eğlence alanı yarattık. Bu alanda haftada bir gün bayanlar matinesi adı altında eğlence düzenlenecek. Bayan Dj eşliğinde kadınlarımız burada eğlenecek. Denizi, sporu ve eğlenceyi bir arada sunuyoruz” diye konuştu. Dinçmen, Konyaaltı sahiliyle ilgili de açıklamalarda bulundu. Dinçmen, Konyaaltı’nda 5 plajın ücretsiz, 5 plajın da cüzi ücretle hizmet vereceğini söyledi. Plajlardan ücret alınmasını da halkın talep ettiğini aktaran Dinçmen, “Ayın 24’ünden itibaren Konyaaltı plajları da Sarısu Kadınlar Plajı gibi halkımızın çok rahat kullanabileceği plajlar olacak” dedi. Konyaaltı Beach Park’ın da Büyükşehir Belediyesi’ne devrinin geç yapıldığını anlatan Dinçmen, bu yıldan itibaren Beach Park’ın da hizmet vermeye başladığını söyledi. Açılış törenini ardından partiye katılan 1000’in üzerinde kadın, tesettürlü DJ Nimet’in çaldığı parçalarla coştu.
Boğaçay bölgesinde kayaç kütlelerinde, altın ve gümüşe rastlandı
ÇAYDA ALTIN ÇIKTI
Boğaçay´da maden arama ruhsatı sahibi firmanın talebi üzerine Maden İşleri Genel Müdürlüğü´nün yaptığı analizde tonda 10 gram altın, yaklaşık 50 gram gümüş olduğu tespit edildi
belirten Uludağ, bölgede İstanbul Üniversitesi, 9 Eylül Üniversitesi´nden bilim adamlarının yanı sıra Maden İşleri Genel Müdürlüğü, TÜBİTAK, Maden Teknik Arama Enstitüsü ile Alman bir firmanın da analiz yaptığını kaydetti. halinde bulunur.
Büyükşehir Belediyesi´nin ´Türkiye´nin en büyük ikinci kanal projesini yapacağını açıkladığı Boğaçay´da, Antalya 2´nci Asliye Hukuk Mahkemesi´nin 2003 yılına ait bilirkişi raporunun yanı sıra birçok üniversite, devlet kurumu ve yabancı firma tarafından yapılan analizlerde, alınan kayaç kütlelerinde yoğun oranda altın, gümüş ve demir madenine rastlanıldı. Maden İşleri Genel Müdürlüğü´nün analiz raporuna göre bir tonda 10 gram altına ulaşılırken, firmanın belirttiği demir, altın ve gümüş içeren görünür rezerv ise 11 milyon 250 bin ton.
1999´lu yıllarda ilk analizlerin 9 Eylül Üniversitesi´nden Prof. Dr. İsmet Uzkut tarafından yapıldığını belirten Uşe Madencilik ortağı Doğan Uludağ, 30 numunenin 21´inde ton başına 3 gramdan 30 grama kadar değişen oranlarda altına rastlandığını söyledi. O dönem Altınyunus Madencilik olarak ruhsat aldıklarını ancak rantı yüksek olduğu için engellendiklerini belirten Uludağ, Uşe Madencilik olarak işletme ruhsatı ve ÇED izni alma aşamasında olduklarını kaydetti.
Uşe Madencilik firmasının maden arama ruhsatı sahibi olduğu bölgede, firmanın işletme ruhsatı ve ÇED izni başvuruları üzerine Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı Maden İşleri Genel Müdürlüğü´nce bölgede tetkik yapıldı. 2013 yılında yapılan tetkikler sonucu 5 ayrı numunenin alındığı alanda yapılan incelemede bir ton kayaç kütlesinden 4 numunede 10´ar gram altın tespit edildiği belirtildi. Bir numune de ise 0,009 gram altın çıktı. Numunelerde ortalama 50´şer gram gümüş ve 200 kilograma yakın da demire rastlanıldığı raporda belirtildi. Aynı şekilde TÜBİTAK uzmanlarınca da 6 ayrı numune üzerinde yapılan analizlerde benzer oranlarda altın, gümüş ve demir madeni tespit edildi. Boğaçay´da ilk olarak 1999´da altın ve gümüş madeni için arama ruhsatı çalışmalarına Altınyunus Madencilik adıyla başladıklarını anlatan Uşe Madenciliğin ortağı Doğan Uludağ, işletme ruhsatı ve ÇED izni için başlattıkları sürecin devam ettiğini söyledi. 2003 yılındaki mahkeme bilirkişi raporunun da kendi talebi üzerine hazırlatıldığını
Şu anda dere yatağından başka bir firma tarafından günde 500- 600 kamyon kayaç kütlesi taşındığını, taşınan alanının da kendi ruhsatları bölgesi içinde olduğunu kaydeden Uludağ, alandan çıkan kamyonların hepsinin farklı yönlere gittiğini, bir kısmının ise Batı Çevre Yolu asfaltında kullanıldığını yönünde duyumlar aldıklarını söyledi. Kayaçlar dolgu malzemesi olarak dahi kullanılsa günde en az 500 bin TL´lik malzemenin taşındığını öne süren Uludağ, “Bizim arama ruhsatımızın olduğu bir bölgede şu anda kamyonlar çalışıyor. Ruhsatlı sahamızda malzeme taşıyan bu kamyonların nereden izin aldığını bilmiyoruz” dedi. Bölgenin rantının yüksek olduğunu kaydeden Doğan Uludağ, altın-gümüş ve demir madeni çıkarma işlemini, işletme ruhsatı ve ÇED izni aldıktan sonra siyanürle değil, suyla bate sistemi ve organize sanayi bölgelerinde yakma sistemleriyle yapılacağını kaydetti. Uludağ, başvurularında, kırma yapılmayacağını, 7 mm ve altı kumun işleneceğini belirtti.
57
Gizli cennet’ olarak adlandırılan iki şelaleleye göz diktiler
KATLİAM TALEBİ
Antalya’da ‘gizli cennet’ olarak adlandırılan Yukarı Uçansu ve Aşağı Uçansu şelalelerinin bulunduğu Pınargözü ve Çetince Deresi üzerinde bir firma, iki HES kurmak için valilikten ‘ÇED Gerekli Değildir Raporu’ istedi.
kazılarında kullanılacağı belirtilen patlayıcılar ise dinamit, kapsül ateşleyici, infilak fitili, amonyum nitrat ve fuel oil olarak belirtildi. Sadece bir kısmı için kullanılacak dinamit sayısı 3 bin 837 adet olarak belirtilen projede, yüksek miktarda ANFO ve diğer patlayıcı türleri kullanılacak.
Usta Enerji ve Sanayi Ltd. Şti., Serik ilçe sınırlarındaki 70 ve 51.5 metre yüksekliğinde Uçansu şelalelerinin bulunduğu Pınargözü ve Çetince Deresi üzerinde iki HES kurmak için Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü kanalıyla Antalya Valiliği’ne başvurdu. Antalya’da daha önceki tüm örneklerinde 10 megawatt altındaki tüm projeler için valiliğin ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararıyla HES projeleri onaylanırken, valilik ilk defa bu projede 10 megawatt altındaki iki HES için başvuruyu onaylamadı ve ‘ÇED Gereklidir’ raporu alınmasını önerdi. Bu karar üzerine firmanın Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na başvurması ve ‘ÇED Olumlu’ Raporu alması gerekiyor.
Yüzülebilen göletleriyle doğa tutkunlarının büyük ilgisini çeken ve kent merkezine 70 km uzaktaki Uçansu şelalelerinden Yukarı Uçansu 70 metreden, Aşağı Uçansu ise 51.5 metreden dökülüyor. Yukarı Uçansu’nun döküldüğü alanda başlangıç noktasında 2.5 metre genişliğinde olan şelale, dev kazanına ulaştığında 20 metre genişliğe ulaşarak üçgenimsi bir görünüm alıyor. Dökülme yüzeyi kireçtaşından oluştuğu için küçük sarkıtların oluştuğu bu alanda büyük kayalık kısımda kopma da yaşanmış. Aşağı Uçansu ise 800 metre kadar batıda 51.5 metrelik çağlayana sahip. Burada da 4 metre derinlikte dev kazan bulunuyor.
Firmanın HES ve bölgede kuracağı kum, çakıl ve kaya ocağı projelerinde, sunum dosyasına bakıldığında onlarca ton çeşitli türde lpatlayıcı kullanılması planlanıyor. Projede HES’lerin 13 bin 659 metre iletim ve boru hatları ve 338 bin metreküp küp kaya ve taş ocağı alan
Ülkedeki en uzun yürüyüş rotası olan, Hristiyanların hac yolu olarak da bilinen Aziz Paulus Yolu üzerinde yer alan şelalelere bu sene 6 bin kişinin gelmesi bekleniyor. Fazla tanıtımı yapılmayan bu şelaler turizmin ve doğanın kalbi olarak tanımlanıyor.
Abdal Musa Dergahı’nın da yer aldığı Dur Dağı’na mermer arama ruhsatı verildi
KUTSAL DAĞ TALANA AÇILDI
Aleviler için kutsal sayılan önemli inanç merkezlerinden Abdal Musa Dergahı’nın da eteklerinde yer aldığı Dur Dağı’nda, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı yeniden mermer arama ruhsatı verdi. Antalya’nın Elmalı İlçesi’nde Alevilerin önemli inanç merkezlerinden Abdal Musa Dergahı’nın eteklerinde yer aldığı Dur Dağı’nda, Hintli bir firmanın 5 yıl önce açtığı mermer ocağına karşı bölge halkının, Alevilerin ve çevrecilerin verdiği mücadele sonrasında firma, faaliyetlerine son verip bölgeden ayrıldı. Ardından Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlı Maden İşleri Genel Müdürlüğü, bölgede maden arama ruhsatlarını kısıtladı. Ancak Genel Müdürlük, UNS Doğaltaş Mermer Maden Üretim adlı firmanın 2 Mayıs’ta yaptığı başvuru üzerine, Dur Dağı’nda mermer çıkarılmasını kapsayan 2B tipi ruhsat verdi. Antalya Valiliği, firmanın 100 hektar alanı kapsayan ruhsatla çalışmalara başlamak için yaptığı ÇED başvurusuyla ilgili 25 Mayıs tarihinde ‘ÇED Gereklidir’ kararıyla rapor hazırlanmasını istedi. Firmanın valiliğe sunduğu proje tanıtım dosyasında, ruhsat alanı içersinde maden rezervi bulunması muhtemel 17 hektarlık alan belirlendiği kaydedildi. Bu alanda arama, sondaj yöntemiyle yapılacak. Firma, mermere ulaşmak için 6 kişilik ekiple, derinliği 20 ile 80 metre arasında değişen 5 ayrı sondaj çalıştıracak. Eğer mermer bulunursa ekipteki kişi sayısı 13’e çıkacak. Elmas kesme denilen yöntemle ocağı işleteceğini belirten firma, bölgeden yıllık 100 bin metreküp mermer çıkartacak. Raporda projenin yer seçiminde toz ve gürültü gibi çevresel etkiler açısından yakın civarda konut bulunmamasının etkili olduğu ifade edildi. Fakat ilerleyen sayfalarda mermer arama sahasının en yakın tarım arazisine 600 metre, en yakın yerleşim yeri Tekkeköyü’ne ise 1.3 kilometre mesafede olduğu belirtildi. Maden arama ruhsatı verilen alanın Abdal Musa Dergahı’na uzaklığının ise 1.4 kilometre olduğu belirtildi. Alevilerin haziran ayında adına şenlikler düzenlediği dergaha ilişkin duyarlılık, rapora şöyle yansıdı:
“Faaliyet alanının yakın çevresinde bulunan Abdal Musa Türbesi’nden dolayı halkın inanç ve hassasiyetleri göz önünde bulundurularak alanın siluetini bozacak şekilde Abdal Musa Türbesi’ne cephe veren yamaçlarda faaliyet yapılmayacak, çalışma alanı genişletilmeyecek.” Raporda ayrıca malzeme alımı, yükleme, boşaltma taşıma ve iş makinelerinin çalışması sırasında saatte 4.26 kilo oluşacak tozla ilgili, günde 300 metre mesafeyi 14 kez gidip gelecek iş makinelerinin, kamyonların, kırıcının, ekskavatörün çalışmasından oluşacak gürültüyle ilgili önlemler alınacağı, bu sayede Tekkeköyü’nün rahatsız edilmeyeceği iddia edildi. Firma bunun için araçların ve teçhizatının bakımlarını zamanında yaptırmayı taahhüt ederken, ayrıca gece saatlerinde çalışmayacağını beyan etti. Aynı bölgede Hintli bir firmanın açtığı mermer ocağına karşı hem bölge halkı hem de çevrecilerin verdiği mücadelede avukat olarak yer alan Zafer Mülayim, “Mahkemelerde, ilgili bakanlık nezdinde ve mecliste verdiğimiz uzun soluklu bir mücadelenin sonunda Dur Dağı’nın sosyal problemlere neden olduğu gerekçesiyle maden arama çalışmalarına kapatılmasını sağlamıştık. Fakat şimdi yeni bir ruhsatla, aynı yere, Dur Dağı’na yeniden izin veriliyor” sözleriyle tepkisini dile getirdi.
61
Zeki Ayık
ROMA’DAN BAKINCA Yok Robertocuğum birkaç münferit olay yani. Roberto yanıma koşarak geldi, “Duydum ki size de uğramış” dedi “Ne uğramış” dedim. “Hani şu araplara uğrayan bahar” diye ekledi. “Yok be Roberto o baharla bizim hiç işimiz olmaz. Bak biz cok demokratik bir ülkeyiz. Sen Ataturk’ü tanıyor musun? Bize medeni bir ülke bıraktı. Biz varya, kadınlara sizden önce oy kulanma hakkı verdik. Sonra biz çok laik bir ulkeyiz din ve devlet işleri bizde ayrıdır. Sonra kılık kiyafet devrimi haptık, latin harflerine geçtik bunları nerdeyse 100 yıl önce yaptık. Bizim Araplar’dan ayrılan cok farkımız var. Hem kültür olarak da cok farklıyız bak biz misafir perveriz. Temiziz, zekiyiz, çalışkanız. Çalmayız, kul hakkı asla yemeyiz. Birçok farklı halk bir arada yaşar bizim ülkemizde Çerkes, Laz, Kürt, Arap, Ermeni hep birlikte uyum içinde yaşarız ” dedim. Bana “ya sen Türk değil misin?”dedi. “Türküm” dedim. Bana “ siz değilmisiniz, her gun kadınlara şiddet uygulayan, töre adı altında onları öldüren. Mahkemeden iyi hal indirimi alıp bir kaç yılda çıkan? Siz değil misiniz; onlara tecavüz edip yakan, diger kadınlarada kısa etek giyme, toplum icinde gülme yoksa senin sonun da böyle olur diye korku salan?”
İnanmadı devam etti; “ Türkiye değil mi, 100 yıl sonra tekrar Osmanlı İmparatorluğu hayali kuran, osmanlıca diline geri dönmek isteyen, sokaklarda burkalı çarsaflı sakallı gezmeyenlerin rahat edemediği?” “Ama mezar taşlarını okuyamıyoruz kardeşim” dedim. Gene inandırıcı gelmedi... Bir an konuyu değiştirmek için futbolu araya koymak istesemde, Roberto devam etti “Cumhurbaşkanın kaçak sarayda oturuyor. 4 eski bakan herkesin gözü onunde milyarları cebine indiriyor, hiç kimse bir şey yapamıyor. 30 milyon euro sıfırlamaya çalışırken emekli 800 liraya yaşam çabası veriyor. Insanlarınız çöplükten meyve sebze topluyor. Bir de bana biz kul hakkı yemeyiz diyorsun” “Ama duble yol yaptılar. Çalıyorlar ama çalışıyorlarda” Yok yok hiç inandırıcı olmadı. “Diğer halkları ya asimile ediyorsunuz, ya sürgüne yolluyosunuz. Kendi dilinde konuşmayı yasaklıyosunuz. Dağa çıkıp PKK’lı olana in aşagı gir meclise diyor, meclise girene de hummalı Kürt muamelesi yapıyorsunuz. Bu nasil uyum içinde yaşamak?” dedi çekti gitti. Bu Avrupalilar çok önyargılılar canım…
Üç çocuk babası öyle şeyler yaptıki filmlere taş çıkartır
SAPIKLIKTA BOYUT ATLANDI
Evli ve 3 çocuk babası Oktay D., yılbaşı akşamı için kendisine bulduğu 2 hayat kadınından memnun olmayınca aracılık yapan üniversite öğrencisi G.Ö.’ye tecavüz ettiği iddiasıyla tutuklandı. Antalya’da madeni yağ satışı yapan 39 yaşındaki Oktay D., geçen aralık ayında Burdur’dan gelirken otostop yapan üniversite öğrencisi 22 yaşındaki G.Ö.’yü aracına alıp Antalya’ya getirdi. Ailesi Antalya’da oturan G.Ö. ile yol boyu sohbet eden Oktay D., yılbaşı akşamı birlikte eğlenme teklifinde bulundu. Daha sonraki günlerde de telefonla görüşen G.Ö. ile Oktay D., yılbaşı gecesi için plan yaptı. Plana göre yılbaşı gecesi Oktay D.’nin evinde toplanılacak, gece için 2 de hayat kadını getirilecekti. Gecenin tüm masraflarını ise Oktay D. karşılayacaktı. Yılbaşından önce Oktay D. eşi ve iki çocuğunu köye gönderdi. G.Ö. ise arkadaşı 21 yaşındaki H. Y.’yi de yanına alarak, Esra ve Sevim adlı iki hayat kadınıyla birlikte Oktay D.’nin evine gitti. Evde Oktay D.’nin 16 yaşındaki oğlu B. ve ayakkabı imalatçısı arkadaşı 33 yaşındaki Mehmet Ç. de vardı. Eve gelen kadınlardan memnun kalmayan Oktay D., iddiaya göre G.Ö.’ye silah zoruyla tecavüz etti. Arkadaşı Mehmet Ç.’ye de oral seks yaptırdı. Oktay D., G.Ö.’nün arkadaşı H.Y.’yi de dövüp soğuk su altında işkence yaptı. Yılbaşı gecesinin masrafı olarak G.Ö. ile H.Y.’den 2 bin lira isteyen Oktay D., “Bu parayı vermezseniz sizi öldürür, cesedinizi köpeğime yedirtirim” diyerek 2 genci korkuttu. Ertesi gün 2 gencin telefonlarını 500 liraya sattırıp parasını alan Oktay D., G.Ö.’ye “Bana kız bulacaksın” diyerek tehditte bulundu. Bunun üzerine G.Ö., tiyatroya merakı olan kız
arkadaşı 16 yaşındaki D.S.’yi, tiyatro gösterisi için oyuncu arandığı bahanesiyle görüşmeye çağırdı. Bu öneriyi kabul etmesi üzerine D.S.’nin bulunduğu adrese, Oktay D.’nin arkadaşı olan sanık İsmail Ö.’nün kullandığı otomobil gönderildi. Ardından D.S. bulunduğu adresten alınıp Oktay D.’nin evine götürüldü. Oktay D. eve getirilen D.S.’ye bir odada zorla oral seks yaptırdı, ardından kızı bıraktı. D.S.’nin başından geçenleri annesi H.A.’ya anlatması üzerine durum polise bildirildi. Şikayet üzerine Oktay D., 16 yaşındaki oğlu B.D., Mehmet Ç., İsmail Ö., H.Y. ve G.Ö. hakkında soruşturma başlatıldı. Oktay D. ile Mehmet Ç. tutuklanırken, İsmail Ö. hakkında ise yakalama kararı çıkartıldı. Sanıklar hakkında gece vakti yağma, cebir tehdit veya hile kullanarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, hakaret, nitelikli cinsel saldırı, ruhsatsız ateşli silah ve mermileri satın alma ve bulundurma gibi suçlardan Antalya 6’ncı Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Önceki gün görülen duruşmada suçlamaları kabul etmeyen Oktay D., kendisine iftira atıldığını öne sürdü. G.Ö. ile otostopta tanıştığını belirten Oktay D., “Kendisine telefon numaramı verdim. Ertesi gün beni aradı. ‘Yılbaşında toplanabiliriz. 2 de kadın getiririm’ gibi laflar etti. Oğlum B.’nin deri döküntüsü yapan ala hastalığı var. Bu hastalığa cinsel ilişkinin iyi geldiğini duymuştum. Bu nedenle diğer sanık Mehmet ve oğlum için iki kadının gelmesine izin verdim. G.Ö.’ye 800 lira verdim. Ben, ‘Kadınlardan bir şey anlamadım. Bana yeni kadın bulun, kız getirin’ diye tehdit etmedim. Kimseyi zorla evimde tutmadım. Rehin almadım” diye konuştu. Buna karşılık sanık Mehmet Ç. ile G.Ö.’nün evde uyuşturucu kullandığını ileri süren Oktay D., kadınlar için kendisinden 800 lira daha para istendiğini de söyledi.
63
Annesini odaya kilitledi, hamile ablası ve 2 yeğenini öldürdü
BU NASIL VAHŞET
Psikolojik tedavi gören 30 yaşındaki Bayram Demirkıran, annesini odaya kilitledikten sonra, 4.5 aylık hamile ablası 42 yaşındaki Merve Kundakçı ile ikiz yeğenleri 6 yaşındaki Fatma Nur ve Mehmet Kundakçı’yı bıçakla boğazını keserek öldürdü.
Doyran Mahallesi 2347 Sokak’ta, Bayram Demirkıran ve annesi 67 yaşındaki Fatma Demirkıran’ın birlikte oturduğu tek katlı gecekondudaki olay, bugün saat 07.30’da meydana geldi. Yaşlılıktan kaynaklı çeşitli rahatsızlıkları bulunan ve bundan dolayı Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde bir süredir tedavi gören Fatma Demirkıran, dün taburcu edilerek evine gönderildi. Merve Kundakçı ve ikiz çocukları Fatma Nur ve Mehmet, dün akşam geçmiş olsun ziyareti için annesinin evine geldi. Merve Kundakçı ve çocukları gece annesinin evinde kaldı. Sabah saatlerinde belirlenemeyen bir nedenle Bayram Demirkıran, annesini evin bir odasına kilitledi. Daha sonra ablasının kaldığı odaya yönelen Demirkıran, uyuyan ablasının boğazını bıçakla kesti. Kundakçı’nın çığlıkları üzerine uyanarak odaya koşan Fatma Nur ve Mehmet, annelerinin dayıları tarafından öldürülmesine tanık oldu. Cinnet getiren Bayram Demirkıran bu kez korkuyla bağıran yeğenlerine saldırdı. Aynı bıçakla her 2 çocuğun da önce boğazlarını kesen Bayram Demirkıran, daha sonra bıçağı rasgele Fatma Nur ve Mehmet’in kol, bacak ve vücudunun çeşitli yerlerine defalarca sapladı. Fatma Nur ve Mehmet, annelerinin hemen yanında can verdi. Evden gelen çığlıkları duyan komşular, durumu jandarmaya bildirdi. Hızla olay yerine gelen ekipler, sağlık görevlilerinden de yardım istedi. Jandarma ekipleri, suç aletini olay yerinde bırakarak kaçmayan çalışan Demirkıran’ı yakalayarak gözaltına aldı. Sağlık görevlileri yaptığı kontrolde, anne Kundakçı ve 2 çocuğunun yaşamını yitirdiğini tespit etti. Olayı haber alarak gelen yakınları, sinir krizi geçirdi. Oğlunun saldırısı sırasında baba Ali Demirkıran’ın ise bahçede çalıştığı öğrenildi. Ali Demirkıran olaydan sonra gözyaşlarını tutamadı. Kendilerini yerden yere atarak gözyaşı döken Kundakçı ve Demirkıran ailelerinin yakınlarını, çevredekiler ve sağlık ekipleri sakinleştirmeye çalıştı. Merve Kundakçı’nın eşi Bekir Kundakçı, eşi ve çocuklarının öldüğünü öğrenince uzun süre gözyaşı döktü. Yakınları ve komşuları, uzun süredir psikolojik tedavi gören Bayram Demirkıran’ın, geçen hafta sinir krizi geçirdiğini ve bıçakla kollarını kestiğini söyledi. Yakınları, Demirkıran’ın tedavi için kullandığı ilaçlarını dün gece almadığını, bundan dolayı sinir krizi geçirerek cinayetleri işlemiş olabileceğini kaydetti.
İmam nikahı kararının çocuk gelin sayısını ve şiddeti artıracağı açıklandı
ŞİDDETİN KUCAĞINDA KADIN
Antalya Barosu Kadın Hakları Kurulu’ndan, Anayasa Mahkemesi’nin resmi nikahtan önce yapılan dini nikahın cezalandırılmasına ilişkin hükmü iptal kararı üzerine yapılan açıklamada, dinsel ve geleneksel uygulamaların kötüye kullanılması suretiyle kadınların şiddetin kucağına itilme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu belirtildi. Kurul tarafından yapılan yazılı açıklamada, Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilen ‘resmi nikah olmadan dini nikah kıyan imam ile çiftlere 2 aydan 6 aya kadar hapis cezası’ verileceğine ilişkin hükmün dini merasim yapılmasını engellemenin aksine dini inançların kullanılarak kadın ve çocukların istismarının engellenmesi amacı taşıdığı belirtildi. Açıklamada “Oy çokluğu ile verilen bu kararı benimsemiyor ve karşı çıkıyoruz” ifadesine yer verildi. Evlenme akdinin evlendirme memuru önünde yapılmasının kadın ve çocuk haklarının, kadın-erkek eşitliğinin temel taşlarından biri olduğunun altının çizildiği açıklamada, şu ifadelere yer verildi: “Kadınların tek eşliliğinin, uygun yaş ve koşullarda evlenmelerinin, evlendikten sonra yönetsel ve ekonomik haklara sahip olmalarının, miras haklarının ve boşanırken boşanma hakkı başta olmak üzere nafaka ve tazminat haklarının kullanılmasında önemli hak kayıplarına sebep
olacak bir ortam yaratılmıştır. Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı ile resmi nikah önceliği kalkacak, dini törenle yapılan evlilik ve özellikle küçük yaşta olan evlilikler çoğalacak, çok eşliliğin önü açılacak ve bunların sonucu kadına karşı şiddet daha da artacaktır. Bu durum, kadının toplumsal hayatta desteklenmesi, sosyal konumunun düzenlenmesi ve kadının önündeki engellerin kaldırılması için pozitif ayrımcılık uygulamasının tamamen ihlaline neden olacaktır.” İptal kararıyla kadının evlilik hayatında ikincil konuma düşürüldüğünün ve eşitlik ilkesini kadın aleyhine ihlal edildiğinin belirtildiği açıklamada, kararın evrensel hukuk kurallarına, kadının insan haklarına, İstanbul Sözleşmesi’ne, Anayasa’nın 10’uncu maddesine ve laiklik ilkesine açıkça aykırılık teşkil ettiği belirtildi. Dinsel ve geleneksel uygulamaların kötüye kullanılması suretiyle, kadınların ve kız çocuklarının gerek medeni haklarından yoksun bırakılması gerekse şiddetin kucağına itilme tehlikesinin önüne geçilmesi gerektiğinin belirtildiği açıklamada, “Bu bağlamda gerek Antalya Barosu gerekse Türkiye Barolar Birliği Kadın Hukuku Komisyonu olarak konunun takipçisi olacağız” denildi. Antalya Baro Başkanı Alper Tunga Bacanlı, bu kararın çok ciddi sakıncaları olduğunu savundu. Sadece imam nikahı yapılmasının suç olmaktan çıkarılmasının çocuk gelin sayısını artıracağını kaydeden Baro Başkanı Bacanlı, kırsal kesimde 12- 13 yaşında çocukların
65
Aldatıldığını düşününce katil oldu
NİŞANLI KATİLİNE 15 YIL
evlendirildiği ve büyük bir sorun teşkil eden bu duruma karşı yasal yaptırımların da ortadan kalkacağını belirtti. Resmi nikah olmadan evlilik artacağından, kadınların resmi nikahla kazandığı ve ileride boşanma durumlarında nafaka ve benzeri kanuni haklarının da yitirileceğine işaret eden Bacanlı, bir diğer sakıncasının da resmi nikah olmadığı zaman evlilik halinde doğacak çocukların nüfusa kaydı sırasında vesayet, miras, soyağacı kaydı gibi birçok sorun olduğunu dile getirdi. Kadınlara resmi nihakın sağladığı tüm güvencelerin ortadan kalkacağını belirten Bacanlı şöyle konuştu: “Bu durum kadına şiddetin de artması demek. Tabi ki dini nikah yapılır. Ama sadece dini nikah yapılması doğru değil ve bu yönden kararı doğru bulmuyoruz. Bu karar en büyük darbeyi kadınlara vuruyor. Eşitlik yönüyle böyle bir karar verildiği belirtiliyor, ancak kadına yönelik pozitif ayrımcılık ve kadına sağlanan haklara ilişkin güvencenin ortadan kaldırılmasına neden olacak bir durumdur.”
Aldatıldığını düşünerek nişanlısı 32 yaşındaki Yasemin Sönmez’i 12 yerinden bıçaklayarak öldüren garson 35 yaşındaki Hakan Şengül, 15 yıl hapse mahkum edildi. Antalya’da 2006 yılında kendisine cinsel saldırıda bulunan eski iş arkadaşını 17 kez bıçaklayarak öldüren 1 çocuk annesi Yasemin Sönmez, 7 yıl 4 ay cezaevinde kaldıktan sonra 2013 yılında tahliye edildi. Cezaevinden çıktıktan sonra eşinden boşanan Sönmez, bir otelde şef garson olarak çalışan Hakan Şengül ile tanıştı. Tekirova’da aynı otelde çalışmaya başlayan ikili, geçen 1 Kasım’da nişanlandı. 14 Kasım gecesi Kepez’deki kent ormanına gidip tavla oynayan ikili arasında Yasemin Sönmez’in cep telefonuyla mesajlaşmaları yüzünden tartışma çıktı. Kent ormanından eve dönmek için arabaya bindiklerinde ikili arasındaki tartışma büyüdü. Ardından Hakan Şengül, nişanlısını 12 yerinden bıçaklayarak öldürdü. Cesedi ormanlık alandaki bir ağacın yanına bırakıp kaçan Şengül, cinayetten 2 saat sonra polis merkezine teslim oldu ve tutuklandı. Hakan Şengül hakkında ‘tasarlayarak insan öldürmek’ suçundan ağırlaştırılmış ömür boyu hapis istemiyle Antalya 3’ünc ü Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Hakan Şengül, olay günü tavla oynamak için Kepez’deki kent ormanına gittiklerini belirterek, savunmasında şöyle dedi: “Saat 23.00 sıralarında otogara gitmek için bindiğimizde araçta tekleme oldu. Ayrıca bagaj kapağının sinyal lambası yanıyordu. Yasemin bunu görünce ‘Daha bu arabayı tamir ettirmedin mi? Sen ne biçim erkeksin?’ gibi laflar etti. Ben tamir etmeye çalıştım. Bagajın sinyal lambasının hala yandığını gören Yasemin, bagajdaki bıçağı alıp bagaj kapısının dilini tamir etmeye çalıştı. Hala bana hakaret ediyordu. Bu kez bıçağı ben alınca Yasemin elimden almaya çalıştı. Bu sırada aklıma, Yasemin’in daha önce işlediği cinayetle ilgili söylediği sözler geldi. Bıçağı vermek istemedim. Ağır küfürlerle üzerime gelince elimdeki bıçakla bacağına vurdum. Sonra kendimi kaybetmişim. Bıçakla kaç kez vurdum hatırlamıyorum.”
Kod Adı:
ÇAPULCULAR Eylem Türü:
DİRENİŞ 2013 Taksim Gezi Parkı protestoları, 61. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti’nin, İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde bulunan ve sadece umumi hizmette kullanılmak koşulu ile tapudaİstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne tahsis edilmiş olan Taksim Gezi Parkı’na İstanbul 6’ncı İdare Mahkemesi ve 2 Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararı olduğu halde Topçu Kışlası’nı Taksim Yayalaştırma Projesi çerçevesinde imar izni olmadan yeniden inşa etmesini engelleme eylemi olarak başladı. 27 Mayıs 2013 tarihinde iş makinelerinin parka girmesinin ardından bu haberin sosyal medya aracılığıyla kısa sürede yayılması sonucunda bazı aktivistlerin parka gidip çalışmaları durdurmaya çalışmasına polis orantısız müdahalede bulunmuştur. Bu müdahaleler ve Erdoğan’nın inşaatın yapımında ısrarcı açıklamaları ile protestolar hükûmet karşıtı gösterilere dönüşmüş ve başta Ankara, İzmir gibi büyükşehirler olmak üzere Türkiye’nin diğer illerine de yayılmıştır. 1 Haziran tarihinde polis kuvvetleri Taksim meydanından çekilmiştir ve protestocular Gezi parkında bir kamp kurmuşlardır. Kampta gönüllülerin çalıştığı kütüphane, revir, mutfak gibi tesisler kurulmuştur. 15 Haziran akşamındaki polis müdahalesi sonrasında ise Gezi kampı dağıtılmıştır.] Bu olaydan sonra Türkiye’nin çeşitli illerindeki parklarda forumlar düzenlemeye başlandı. Projenin dayanağı olan planlar İstanbul 1. İdare Mahkemesi tarafından 6 Haziran 2013 tarihinde iptal edilmiştir.[ Başbakan Erdoğan’ın göstericilere “çapulcu” demesi sonrasında, bu kelimenin kullanılmasından dolayı 2003 yılında 10 milyar TL (Şimdiki 10.000) tazminat ödendiğine dair emsal kararı ortaya çıkınca protestocular kendilerini çapulcu kelimesi ile ifade etmeye başlamışlardır. Bazı medya kuruluşlarının gösteri ile ilgili haberleri yayınlamamasına tepki gösterilmiştir. Örneğin CNN Türk haber kanalının gösterilerin yoğun olduğu sırada penguenlerle ilgili belgesel yayınlaması karikatürler ve çeşitli şekillerde tepkilere neden olmuştur ve penguen de gösterilerde kullanılan sembollerden biri haline gelmiştir. İçişleri Bakanlığı’nın 23 Haziran’da yaptığı açıklamaya göre Bayburt ve Bingöl hariç 79 ilde düzenlenen eylemlere toplam 2.5 milyon kişi katılmış, bundan daha fazla kişi de sosyal ağlar aracılığıyla görüşlerini aktarmışlardır.[55] Olaylar sonucunda 8 sivil ve 2 güvenlik görevlisi; Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, polis komiseri Mustafa Sarı, polis memuru Ahmet Küçüktağ, Ahmet Atakan, Berkin Elvan, Burak Can Karamanoğlu, Mehmet İstif, Elif Çermik hayatını kaybetmiş, 8163 kişi yaralandı.
67
Adı ‘Direniş’ olan Gezi Olayları’nın Osmanlı zamanında başladığı idda edildi
31 MART VAKASI Gezi Parkı olayları nedeniyle yargılanan 185 sanığın avukatlarından Mehmet Taylan Karakum, Gezi eylemlerinin 30 Mayıs 2013’te değil, ‘31 Mart Vakası’yla başladığını söyledi. Antalya’da 31 Mayıs- 3 Haziran 2013 tarihleri arasında Gezi Parkı eylemleri nedeniyle Çallı Kavşağı’ndaki protesto gösterilerine katılanlardan 185 kişinin yargılandığı davada 35’inci duruşma tamamlandı. 13’üncü Asliye Ceza Mahkemesi’nde 185 kişiden ifade vermeyen son 3 kişiden birinin daha dinlendiği ve 2 kişiye hiç ulaşılamadığı için dosyaları ayrıldı. Gezi davasının 35’inci duruşmasına katılan avukatlar ve sanıklar son savunmalarını yaptı. Adliye konferans salonundaki duruşmada, davanın önceki hakiminin başka bir göreve atanması nedeniyle görevlendirilen hakim Faruk Bildirici ilk kez başkanlık etti. Duruşmaya 21 avukat, 14 sanık katılırken, CHP Antalya Milletvekili Niyazi Nefi Kara da izledi. Sanıklardan Murat Özparlak ve Dilara Yılmaz Öztürk’ün avukatı Baştuğ Çalışır, suça konu kesin ve inandırıcı deliller olmadığını belirterek, “Siyasi hayata geçecek bir davanın avukatı oluyorum. Böyle bir davanın tarafı olan müvekkillerimin beraatını gururla talep ediyorum, müvekkillerimizin beraatından başka bir talebimiz bulunmamaktadır” dedi. Anayasa ve AİHM kararlarına göre bu tür gösteri ve yürüyüşlerin şiddet içermediği sürece suç sayılmadığını belirten sanık Semih Büyüktosun’un avukatı Mustafa Erkul, Çallı’daki şiddet olaylarının sebebinin tamamen kolluk kuvvetleri olduğunu söyledi. Erkul, “AKP il başkanlığını korumak adına polis milletin polisi gibi değil AKP’nin polisi gibi hareket etmiştir. 2’nci Çocuk Mahkemesi’nde yargılanan ve beraat eden müvekkilim hiçbir olaya karışmamasına rağmen ara sokaklardan evine giderken polis tarafından darp edilmiştir” iddiasında bulundu. Sanık Özgür Özcan’ın avukatı Özlem Demirok Uçal, tüm sanıklar açısından suçun maddi ve manevi unsurlarının oluşmadığını söyledi. İddianamenin çok özensiz hazırlandığını belirten Uçal, toplu dosyadaki bir kısım olayların ‘kopyala yapıştır’ suretiyle müvekkiline de atfedildiğini kaydetti. İddianamenin çok düzensiz olduğunu anlatan Uçal, “Antalya’da olmayan olaylarla müvekkilim hakkında dava açılmıştır. Müvekkilimin Cumhuriyet Meydanı’nda gündüz saatlerinde hiçbir şekilde suç unsuru işlenmeyen bir görüntüsü mevcuttur” dedi. Sanık avukatlarından Nilgün Gürbüz ise yargılama sırasında yargıç değişikliğinin hukukun evrensel ilkelerine ters düştüğünü söyledi. İddianamenin düzensiz
olduğunu da belirten Gürbüz, hangi sanığın hangi polise mukavemet ettiği, hangi olaya karıştığı yönündeki ilkelerin ihlal edildiğini savundu.
Anayasa Mahkemesi’nin ‘İnsanların toplanma haklarını engellediğiniz zaman 2911 sayılı yasaya siz muhalefet etmiş sayılırsınız’ şeklindeki kararını mahkemeye sunan sanık avukatlarından Mehmet Taylan Karakum, Gezi eylemlerinin 30 Mayıs 2013’te değil, 1909 yılında yaşanan ‘31 Mart Vakası’yla başladığını söyledi. Mustafa Kemal Atatürk’ün Yıldırım Ordular Komutanı olarak İstanbul’daki gerici ayaklanmaları bastırmakla görevlendirildiğini söyleyen Karakum, şöyle dedi: “İsyanın en kanlı bölümü Topçu Kışlası’nda yaşandı. Bağ bıçağıyla insanların gırtlağını kesen gericiler, birçok askeri şehit etmiştir. Bu şehitler adına yapılan Türkiye’deki ilk şehitlik, Abidei Hürriyet Anıtı’dır. Bu anıt halkın kullanımına kapatılmıştır. Çağlayan Adliyesi’ndeki görevli hakim ve savcıların çay-kahve içtikleri seyir terasına dönüşmüştür. 31 Mart vakası sonrasında Topçu Kışlası kalıntıları yıkılmış ve bugün Gezi Parkı olarak bilinen, İstanbul’un göbeğinde canlıların dinlenmesi, birbiriyle kaynaşmasına imkan tanıyan yer haline getirilmiştir. 1881’de doğan dahi çocuğun yıllar önce öngördüğü dahili ve harici bedhahlar ısrarla ‘Taksim’e bir cami yapacağız’ diretmesinde daima mutabık kalmışlardır. Bugün Cumhurbaşkanlığı makamında bulunan dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bir diğer sıfatı da çok uzun yıllardan bu yana Taksim’e Cami Yaptırma Vakfı başkanlığıdır. Bu ısrar büyükşehir belediye başkanlığından bu yana devam etmiş, İstanbul’daki pek çok davaya konu olmuştur. Mesele bir başbakanın kendi halkına karşı 3-5 çapulcu ve bu halkın ata saydığı kişiye karşı ‘2 ayyaş’ nitelemesinden kaynaklanmıştır.” Davanın siyasi yürütüldüğünü savunan avukat Bilal Doğan ise Gezi’nin bir siyasal olay, davanın da siyasal bir dava olduğunu söyledi. Gezi’nin bir isyan ve milyonlarca insanın yaşamlarına ve özgürlüklerine yapılan müdahaleye karşı yapılan onurlu bir yanıt olduğunu belirten Doğan, “Son derece meşrudur aynı zamanda meşru müdafaadır. Öncelikle müvekkilim ve daha sonra tüm sanıklar adına beraat talep ediyoruz” dedi. Davanın ibret davası olduğunu belirten avukat Lider Tanrıkulu, dönemin iktidarının Anadolu topraklarına Ortadoğu’nun karanlık yüzü olan ‘ibret’ müessesesini getirdiğini söyledi. Tanrıkulu, buradaki tüm sanıkların diğer göstericilere ibret olsun diye polisten dayak yediğini, sorgulara maruz kaldığını ve yargılandıklarını kaydetti. Tarihin, Gezi’yi tüm diğer kalkışmalar gibi en güzel kahramanlarıyla anacağını anlatan Tanrıkulu, hukukun üstünlüğünü temsil eden Antalya 13’üncü Asliye Ceza Hakimliği’nin vereceği kararın tarihe bir duruş olarak geçeceğini belirtti.
”Üç ağaç için mi?”Başlangıçta evet. Üç ağaç içindi. Ama...
NE OLDU? NEDEN OLDU NE OLACAK? Soruyorlar:”Üç ağaç için mi?”Başlangıçta evet. Üç ağaç içindi. Ama artık “üç fidan” için, bütün fidanlar için... Gaz ile boğmaya çalıştığınız fidan gibi kız ve oğlan çocukları için artık. “Ben dedim öyle olacak” kibriniz için. İnsanları gerizekalı yerine koyduğunuz, çocuk muamelesi yaptığınız için. Roboski için, Reyhanlı için, gaz ile, bomba ile, kurşun ile öldürdüğünüz ve arkasından sırıtarak “Allah rahmet eylesin” dediğiniz bütün Türk, Kürt, Ermeni, Arap, Rum, Alevi, Caferi çocuklar için. Konuşan herkesi hapse attığınız için. Yoksul insanlara “Ananı da al da git!” dediğiniz için. Nehirlerimizi satıp, ağaçlarımızı kesip, dağlarımızın karnını oyup bir türlü doymadığınız için. Bütün gazetecileri korkutup sindirdiğiniz için. Bütün öğrencileri dövdüğünüz için. Kızlarımızı saçlarından sürüklediğiniz, oğullarımızı işkenceden geçirdiğiniz için. Bütün bunlar beyler, bizim insan olduğumuzu, bu ülkenin yurttaşı olduğunu unuttuğunuz için. Bu artık zulme karşı bir direniş. Bu böyle biline! Soruyorlar:”Ne oldu?”Büyük televizyonlar göstermedi, büyük gazeteler yazmadı. Ama gördüğünüz genç insanlara sorun ne olduğunu. Gezi Parkı’nda çevreci bir direniş için oturan 200 kişiye sabah ezanıyla polis saldırdı bundan altı gün önce. Sadece oturuyorlardı. Çadırlarını yaktılar, eşyalarını imha ettiler. Gaz bombası kapsüllerini çocukların gözlerine, kafalarına sıktılar. Derken insanlar toplanmaya başladı. “Yeter be!” diyen herkes. Hayır, insan unutmuyor. Biz, bu memleketin hafızasız olduğunu sanıyoruz, ama kimse hiçbir şeyi unutmuyor. İnsanlar içlerinde biriken binbir çeşit öfkeyle Gezi Parkı’na geldiler ve oturmaya başladılar. Derken bir daha, yine sabah ezanıyla polise saldırı emri verdiler. Bu kez daha sertti. Böyle olunca insanlar arkadaşlarını, sevdiklerini aramaya gittiler ve Taksim’de kaldılar. Yaşanan gerçek bir vahşeti ve sizin televizyonlarınız bunları göstermedi. Kimse deli değil, gaz bağımlısı değil, kimse bu yaşadıklarından memnun değil. Ama İstanbul’da evlerine gitmek isteyen protestocuların bile etrafını sarıp gazladılar, dövdüler. Ne oldu söyleyeyim:
Hayatında bir kere polisle yüzyüze gelmemiş, “devletine bağlı” insanları bile çileden çıkarıp TOMA’lara karşı kendini koruyabilir hale getirdiler. Herkesin içindeki savaşçıyı zor ile, zulüm ile uyandırdılar. İstanbul bugün Beyrut gibi. Kek tarifi alışverişi yapan kız çocukları bile bugün TOMA’ları durdurma yollarını anlatıyorlar birbirlerine. Mini etekli 16-17 yaşında bir kız çocuğunun gaz bombasını polise geri atışını, MHP’lilerin Kürtlerle birlikte TOMA’yı devirmeye çalışmasını, Fenerbahçelilerle Galatasarayların birlikte polise karşı halkı savunduğunu gördüm. Siz de gördünüz. İşte bu çok fena! Çünkü artık herkesin bir hikayesi var. Artık televizyonlara ihtiyaç yok. Yaşadıklarınızı anlatın. Sosyal medyaya bile güvenmeyin. İnsanlara yüzyüze anlatın. Soruyorlar:”Ne olacak?”Bu direniş polis şiddeti son bulana, iktidar geri adım atına kadar devam edecek gibi görünüyor şimdilik. Fakat hemen yapılması gereken şu: Bir temsiliyet oluşturmaya başlanmalı. Bu, hem provokasyonlara, hem dezenformasyona hem de eylemliliğin bir siyaset tarafından ele geçirilmesine karşı kesinlikle gerekli. Tahrir’de bu yapılamadığı için hareket Müslüman Kardeşler tarafından ele geçirilmişti. Tunus’ta da aynı şey oldu. Dolayısıyla başından beri Gezi Parkı direnişinde olan bağımsız kişilerden bir temsiliyet oluşturulmalı. Bu temsiliyet açıklamalar yapmalı. Hepimizin altına imza atacağımız, insandan, doğadan ve asgari müştereklerden yana bir metin hazırlanmalı. Korku öldü! Yaşasın özgürlük!Ne olursa olsun, ne olacaksa olacak, ama Türkiye son üç gündür korkuyu öldürdü. Herkesin birbirinden öldüresiye nefret ettiğini düşündüğümüz bir ülke kardeşliğini alanda kanıtladı. Ve gördük ki insan olmaktan vazgeçmedik. Hepten ölmemişiz, gördük. Gördük ki kardeşlikten vazgeçmedik. Merhametten yana saf tutmaktan vazgeçmedik. Solcusu da Sağcısı da günlerdir bunu kanıtlıyor kendine. İşte ne olursa olsun, bu unutulmayacak. Ne yaparlarsa yapsınlar bunu bizden geri alamazlar artık. Helal olsun çocuk sana! Helal olsun! Ece Temelkuran 3 Haziran 2013
69
Jan Paçal
YÜZYILLIK AĞIRLIK Yüzyılların ağırlığını taşıyan zırhımın içinde içim soğuk Miğferimin içinde çok büyük bir boşluk Kılıcım ve kalkanım artık yeter der gibi küskün Hani oynadığımız bir oyun vardı tanrı ve şeytan arasında kalıp Hani çok büyük bir savaş vardı ışığın gölgesinde İçim soğuk dışımı donduruyor artık Yaşamın anlamına tutunmaktı her adım Ve her adımda yontulmuş ruhlar ordusuyla kayıp ağır ağır Ve hep sancıyor zamanın yaraları Akan kanımız bitse de damarlarımızda rahatlasak diyor savaşçı Yorgun ki ne yorgun Ve de o kadar güçlü ki kendi hayatını gırtlaklıyor çelik parmakları İstila edilmiş ruhların ülkesinde tüneyecek bir bulut aramakta şimdi kadim savaşçılar Kendilerine de küsecekler az kalmış Eskiden dayatmaların üzerinde sallarlarken kılıçlarını geriye ne kalmış İhanetin kızılına bulanıp ak ananın can sütüyle yeniden nefes alırken Çekilen ıstırap cezamıydı? soruyor şimdi savaşçılar Zaten çok azdılar Azap nehirlerinde uçan gazap kuşları gibi Yeniden can bulamadan savrulmuş küllerin ey zümrüdü anka kuşu Savaşçılara bir neden daha ver ki Canları çıkarken yeniden şerefle gömülsün bedenleri
Gururla gelen savaşçılar onurla gitmek ister ey tanrı Bir elini toprağa basıp diğerini göğe kaldıran ışık savaşçıları Terk edilmiş ışığın çocukları Haziran’ı direnişi bir şiir ile anmak istedim. Direnişten az evvel kaleme aldığım bir şiir bu. Saygım ve sevgimle paylaşmak istedim. Ve Direniş’ten çok önce yazdığım başka bir şiirlede devam etmek isterim. İĞDİŞ EDİLMEMİŞ AKILLARI DALINDA MEYVA VEREN TUANA BİR DELİ BİR KUYUYA 1 TAŞ ATMIŞ ZAMANIN 1 YARISINDA zamanın bu yarısında 40 akıllı çıkaramamış ne hoş muş geçmiş zaman mış “CENNETİ PARALI ASKERLER CEHENNEMİ SEVENLERİ KORUR...”sa BİZ DE İSTEDİĞİMİZ YERDE OLURUZ... oturur duruluruz ve şu hususta müsterih olurlar hep 1’DİR BİRLİĞİMİZE amma emme ve lakin ve de ancak dibimize dibimize de vururlar onlar vura dursunlar duranlar toplanır sabit sabit yürürüz biz aslında kodum mu oturturuz bir gül açtırırız incesinden kibarlığımız soydan toprağın kokusu da ıslakken gelir yoksa ne olurdu haliniz
3. Göz: Epifis Bezi, gizli güçlerin kaynağı öngörünün yatağı
UNUTTURULAN GERÇEK
Üçüncü göz şu anda beyinde işlevi tam bilinmeyen bir beze deniyor adı aslında: Epifiz bezi. Bu bezin yeri beynin iki yarım küresinin ortasında, ve önden bakınca iki gözün arasından biraz yukarı denk geliyor. Kireçlenmiş durumda olduğundan beyin röntgenlerinde gözüküyor daha çok. Dokusal yapısı gözünkine benzediğinden ve fotoreseptif ( ışığı algılayan yapıda ) olduğundan dolayı gözle bağdaştırılmış hep. Ama gözle ters olarak ışığın varlığına değil, karanlığa tepki gösteriyor; uyumamızda etkili melatonin hormonunun salgılanmasını sağlıyor. Ancak bilimsel olarak henüz kanıtlanmamış olsa da, epifiz bezinin görevlerinin bundan çok daha ileriye gittiği düşünülüyor. Tarihte ve günümüzde birçok kültür, felsefe, inanç ve uygulamada epifiz bezi, spiritüel anlamda bir keşif gözü olarak tanınıyor. Bu kavramın bağdaştırıldığı şeyler ise: Aydınlanma. Uyanış. Yüksek bilinç halleri. Ve yüksek algılama kapasitesi. Bilimsel olarak, ilk başta evrim sürecinde gereksizleşen bir parça sanılmış epifiz bezi. Ardından uykuyla olan ilişkisi keşfedilmiş. Araştırmalara göre epifiz bezi 1-2 yaşlarına kadar geliştikten sonra büyümesi duruyor. Bundan sonraysa kireçlenme süreci başlıyor. Örneğin Amerika genelinde, 17 yaşına gelene kadar insanların %40ının epifiz bezi kireçlenmiş oluyor. Tabi ki bu zorunlu değil, ve kişiden kişiye değişebiliyor. Kireçlenmesine katkıda bulunan ciddi bir etken, diş macunlarında bulunan ve dişlere iyi geldiği gerekçesiyle birçok büyük şehrin sularına kattığı sodyum florid diye sağlığa da zararlı bir bileşik. Kireçlenmeyi geri çevirmenin ve aktifleştirmeninse çeşitli yolları olduğu söyleniyor.
Kozalaksı bez, beyin epifizi ve 3. göz diye de tanımlanan epifiz bezi, vertebre-omurgalı beyindeki küçük bir endokrin-içsalgı bezidir. Epifiz bezi, uyku-uyanma modülasyon kalıpları, mevsimsel fonksiyonları etkileyen seratoninin türevi olan melatonin hormonu üretir. Epifizin şekli küçük çam kozalağına benzer ve beynin iki yuvarlak talamik lobu arasında, beynin orta yerinde yer alır. Epifiz Bezi 7. çakranın salgı bezi ayrıca üçüncü göz adı verilir ve üçüncü göz içsel göz olarak bilinir. İçsel alemlere ve yüksek bilinç alemlerine götüren kapı olarak bilinir. Üçüncü göz çoğu zaman vizyonlar, duru görü, önsezi ve beden dışı deneyimler ile ilişkilendirilir. Bütün antik dinlerde ve hatta günümüz dinlerinde kozalak ciddi ve muamma bir semboldür. Epifiz bezi, Roma’da katolizmde temsil edilmektedir; epifizi sanatsal olarak çam kozalağı şeklinde resmederler. Eski çağlardaki toplumlarda, özellikle Mısır ve Romalılar epifiz bezinin yararlarını biliyor ve bunu geniş sembolojilerinde göz semboli ile sembolize ediyorlardı. Fransız düşünür, yazar Voltaire’in de beyin epifizin sırrını çözmek için bir çok otopsi yapmıştır. Epifiz bezinin deniz seviyesinde çok az, yükseklerde ise daha fazla hormon salgıladığı bilimsel bir gerçektir. Bu yüzden tarih boyunca tüm ibadethaneler olabildiğinde yükseğe yapılmıştır. Yani ibdaethanelerin yükseğe yapılmasının sebebi matematiksel olarak tanrıya yakın olmak değil ama bir nevi bu hormonun da yardımıyla üst bilinçlerle daha fazla iletişimde bulunmak. Tibet manastırları, hristiyan manastırları hatta tarih öncesi medeniyetlerin de ibadethanelerinin yüksek yerlere yapılmasının nedeni bu hormonun salgılanımını artırmaktır. Hz.Muhammed’in riyazete yüksek ve karanlık bir mağarada çekilmesi, ilk orada emir alması, Hz.Musa’nın Tanrıyla konuşmak için dağa çıkmasının da bu durum ile doğrudan ilişkilidir.
71
Her bir insanın epifizi ya da üçüncü gözü ruhani alem frekansına aktive olabilir. Tanrısal bir haz ile yaşamanızı ve etrafınızdaki her şeyle bütünleşip, teklik hissini duymanızı sağlayabilir. Epifiz bezi bir kere meditasyon, yoga ya da çeşitli ezoterik, okült metodlarla uyumlanıp ayarlandığında, popüler olarak bilinen astral seyahat, astral projeksiyon ya da uzaktan seyr şeklinde kişiyi diğer boyutları seyre geçirebilir. Daha ileri düzey çalışmalar ve çok eski metodlarla, fiziksel dünyadaki insanların düşüncelerini ve davranışlarını kontrol etmek mümkündür. Evet, biraz garip ama Amerika Birleşik Devletleri, eski Sovyetler Birliği hükümeti ve çeşitli gölge organizasyonlar bu çeşit araştırmaları uzun yıllardır yapmaktalar ve hayal edemeyeceğiniz kadar da başarılı olmuşlardır. Epifiz bezi ayrıca Amerikan dolarının arka yüzünde “herşeyi gören göz” şeklinde yer alır ve bu, bireye ya da bireylerden oluşan gruplara epifizlerini kullanmaları ve diğer taraf olan sipiritüel aleme geçmeleri ve fiziksel alemde neler olduğunu, neler düşünüldüğünün hepsini bilip, insanların düşünce ve davranışlarını kontrol etmeleri için bir referans niteliği taşır. Bu zamana kadar yapılan pek çok araştırma, gecenin belirli saatleri olan gece 1 ile 4 arasında beyinde salgılanan kimyasalların, kişinin derinindeki kaynağa bağlanarak bütünlük, teklik hissine yol açtığı doğrulanmıştır. 1990ların sonlarında, Jennifer Luke adlı bir bilim adamı, sodyum floridin epifiz üzerindeki etkileri konusunda ilk çalışmaları başlatmıştır. Luke,beynin orta yerinde bulunan epifiz bezinin, florid için bir hedef olduğunu bildirdi. Epifiz bezi,bedendeki kemikler de dahil diğer fiziksel maddelerden daha fazla floridi absorbe etmekte, emmekteydi. Epifiz bezi tıpkı bir mıknatıs gibi sodyum floridi çeker. Bu da epifizin kireçlenmesine ve bedendeki tüm hormonal işlemin etkin bir şekilde dengelenmesine engel olur.
Daha sonra yapılan çeşitli araştırmalar da sodyum floridin beyindeki en önemli bezde absorbe edildiğini kanıtlamıştır.Sodyum florid, beynimizdeki en önemli salgı bezimize saldırıda bulunmaktaydı. Sodyum florid, yiyeceklerde, içeceklerde, banyolarda, içme sularında bulunur. Sodyum florid, Amerika’daki içme sularının %90’ına konmaktadır. Marketlerde satılan su filtreleri floridi filtre etmez, sadece tersine ozmoz ya da su damıtma ile filtrelenebilir. Bunun en ucuz yolu da bir su damıtıcısı almaktır. Sudaki ve yiyeceklerdeki sodyum florid gerçek anlamda kitleleri aptallaştırır. Naziler ve Ruslar, konsantrasyon kamplarında kampta bulunanları otoritenin sözünü dinleyen ve otoriteyi sorgulamayan bir hale getirmek için sularına sodyum florid katmışlardır. Eğer ruhun tohumunu içimizden çıkarırsak, bu bizi içimizdeki güç ve ruhaniyetin bir olduğu tekliğinden kopartır, bizleri gizli toplulukların, gölge organizasyonların ve çılgına dönmüş kurumsal dünyanın sıradan köleleri haline getirir. Bu organcık yaşlandıkça, özellikle günümüz modern dünyasında kireçleniyor ve işlevini yitirmeye başlıyor. Bunun en büyük sorumlusu olan kimyasal maddelerden biri de florür ve sularımızdaki kireç. Bunun da insanın farkındalığını artırmasını tökezletmek için bilinçli olarak koyulan engellerden biri olduğu düşünülüyor.
Yeni bir çağ! Matrix’e 15 yıl kaldı...
ŞIRINGAYLA BİLGİ Beyine implant yerleştirerek, insanların görmesini, robotik kol veya bacakları hareket etmelerini ve duymasını sağlamak, son yıllarda tıpta çok kullanılan bir yöntem iken bilim adamları bu yöntemi bir adım daha ileri taşıyor İnsan bedeninin reddetmeyeceği maddelerden yapılan ağ şeklindeki implant’ı beyne bir şırınga aracılığıyla zerketmenin de mümkün olacağı ortaya çıktı. Bilim adamları bu yöntemle 15 yıl içerisinde zihinsel hastalıkları iyileştirmenin mümkün olabileceğini, hatta sağlam insanlara da bilgi depolanabileceğine inanıyor. Bir şırınga vasıtasıyla beyin dokusuna verilen zararı en aza indirerek yapılacak bu yeni tedavi yönteminde bağışıklık sisteminin beyne giren yeni maddeyi reddetmemesi üzerinde çalışmalar yapılıyor Oldukça küçük implant örgü çok ince metal çizgilerden oluşacak. Esnek implant kıvrılarak bir şırınga ile beyne yerleştirilecek. Zİhinsel hastalıkları gidermeyi ve hafıza kaybını yok etmeyi amaçlayan bu tedavide bilgi aktarma ve bilgi depolama sistemlerinin de geliştirilmesinin yanı sıra tedavinin uygulanmaya başlanmasının ardından 15 sene içerisinde beynin internete bağlanmasını sağlamak da amaçlanıyor
73
Varlığını yeni fark ettiğimiz kalp, akciğer, böbrek, gibi bir “organımız” var
YENİ BİR ORGAN BULUNDU
Üç yaşına gelindiğinde bağırsak mikrobiyotası artık belirlenmiş ve erişkinlerinkine benzer bir hâle gelmiştir; mikrobiyota bundan sonra daha yavaş bir değişim gösterir ve bu ömür boyu sürer.
Varlığını yeni fark ettiğimiz kalp, akciğer, böbrek, beyin veya dalak gibi bir “organımız” var. Bu yeni organın diğerlerinden en önemli farkı anne karnında iken bu organa ait tek bir hücre bile bulunmaması ve dünyaya geldikten sonra gelişmeye başlaması. Bu, öyle ufak tefek bir organ da değil; onlarca trilyon hücreden oluşuyor, ağırlığı da 2 kilogramı buluyor. Bu yeni organın adı “bağırsak mikrobiyotası”. Bağırsak mikrobiyotası nedir? İnsan vücudunda 100 trilyon hücre bulunduğu tahmin ediliyor; bundan 10 misli fazla miktarda mikrop da vücudun deri, ağız, vajina, bağırsaklar gibi çeşitli bölgelerinde yerleşmiş bulunuyor. Bu mikroplar bulundukları yerlere göre daha önce o bölgenin “florası” olarak adlandırılırdı; flora yerine artık “mikrobiyota” tabiri kullanılıyor. “Bağırsak mikrobiyotası” dendiği zaman bağırsaklarımızda yaşayan tüm mikropları anlıyoruz. Bağırsak mikrobiyotasında en azından 1.000 farklı türden bakteri ve bunlara ait 3 milyondan fazla gen (insan genlerinden 150 misli fazla) bulunuyor ve bunların ağırlığı 2 kilogramı buluyor. Bağırsak mikrobiyotasının vücudun çeşitli fonksiyonlarının yerine getirilmesindeki vazifeleri sebebiyle ayrı bir “organ” olarak kabul ediliyor. Bu, dünyaya geldiğimizde sahip olmadığımız bir organdır. Bebek anne karnında steril bir ortamda gelişir ve ilk mikropları dünyaya gelirken annenin doğum kanalından, vajinasından, derisinden, memesinden ve soluduğu havadan alır. Bağırsak mikrobiyotasının, dünyaya gelişinin üçüncü gününde bebeğin beslenme şekline göre değiştiği tespit edilmiştir: Anne sütü emen bebeklerin bağırsak mikrobiyotasına “bifidobakteriler” hâkim olur.
Bağırsak mikrobiyotasının önemli vazifelerinden bazıları Mide ve ince bağırsaklar tarafından sindirilemeyen besinlerin sindirimine yardım eder.B ve K vitaminlerinin yapımını sağlar.Bağırsaklarda hastalık yapabilecek bakterilerin yerleşmesine mani olur.Bağışıklık sisteminin önemli bir elemanıdır; bir bariyer vazifesi görür.Kanserden damar sertliğine, obeziteden diyabete ve alerjilere kadar sayısız hastalığın ortaya çıkmasında rolü vardır.Bağırsak mikrobiyotası kimlik kartı gibi İnsanların bağırsak mikrobiyotasının üçte biri insanların çoğunda aynıdır, üçte ikisi ise insandan insana çevreye ve diyete göre farklılık gösterir.Bağırsak mikrobiyotası, tıpkı parmak izi veya retina gibi kişilere özgü bir kimlik kartı olarak da görülebilir. Bağırsaklarda yaşayan 1000 farklı bakteri türünden 150170’ i baskın bakteriler olarak bulunur. Bağırsak mikrobiyotası, diyette bulunan ögelere geçici veya sürekli olarak alışkanlık kazanır: Japonlar günlük diyetlerinin bir parçası olan deniz yosununu deniz bakterilerinden edindikleri mikropların enzimleri sayesinde hazmederler.Bağırsak mikrobiyotası değişikliklere uyum sağlayabilirse de dengesi bazı özel durumlarda bozulabilir; buna “disbiyosiz” denir.Disbiyozis, fonksiyonel ve enflamatuar bağırsak hastalıkları, alerjiler, obezite ve diyabet ile ilişkilendirilir.Prebiyotik ve probiyotiklerin bağırsak mikrobiyotasına müspet etkileri vardır.Faydalı mikroplar için besin vazifesi gören prebiyotikler, bu mikropların üremeleri ve aktivitelerini artırarak bağırsak mikrobiyotasının fonksiyonlarının daha iyi olmasını sağlarlar.Yoğurt, kefir gibi fermente yiyeceklerde bulunan probiyotikler de bağırsak mikrobiyotasının dengesini, bütünlüğünü ve çeşitliliğini sürdürmesini sağlarlar. Bağırsak mikrobiyotası varlığını yeni keşfettiğimiz, hastalıklardan uzak yaşayabilmemiz için çok önemli olan bir organımız.Kanser, kalp krizi, astım, obezite, hipertansiyon, depresyon bağırsak mikrobiyotası ile ilişkilendirilen hastalıklardan sadece bazıları.“Geç bulduğumuz” bu organımızı “çabuk kaybetmemek” için ona gözümüz gibi bakmamız gerekiyor.Yeni organımıza “sayın” ön adının eklenmesini yani “sayın bağırsak mikrobiyotası” denmesini teklif ediyorum.O, bunu çoktan hak ediyor.
Yaşadı yaşattı, sevdi sevildi ve
İSTEDİĞİ GİBİ ÖLDÜ
Geçtiğimiz gün hayatını kaybeden ünlü oyuncunun büyük üzüntü yaşayan kızı Hande Tilmaç, babası için “İstediği gibi yaşadı, istediği gibi ayakta öldü.” dedi. Geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybeden Sümer Tilmaç’ın ölümü Türkiye’yi yasa boğdu. Ünlü oyuncunun şok yaşayan kızı Hande Tilmaç bir gazeteye duygularını anlattı. Sedat Peker’in düğününde kalp krizi geçirerek hayatını kaybeden Sümer Tilmaç, son yolcuğuna uğurlandı. Usta oyuncu, Üsküdar’daki Şakirin Camisi’nde öğle vakti kılınan cenaze namazının ardından Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verildi. Hâlâ olayın şokunu yaşayan kızı Hande Tilmaç ölümün çok ani olduğunu söyleyerek ‘’Şoktayım, bana hâlâ seyahate çıktı gibi geliyor. Çok üzgünüm zamansız bir ölüm oldu. İstediği gibi yaşadı istediği gibi öldü, ayakta öldü’ açıklamasını yaptı. Etiler’deki bir hastaneye kaldırılan ve 40 dakika geç gelen ambulans yüzünden hayatını kaybettiği iddia edilen Tilmaç’ın doktorları ise konuya açıklık getirdi. Hastaneye ulaştığında şuuru kapalıydı diyen doktorlar, ‘’Tilmaç’ın kalbi yeterli miktarda kan pompalamıyordu. Oyuncu, yapılan 1 saat 40 dakikalık ileri yaşam desteğine rağmen 21.40 itibarıyla hayatını kaybetti’ dedi. Usta oyuncu, geçen ocak ayında da kalp ve akciğer yetmezliği nedeniyle Antalya’da hastaneye kaldırılmıştı.
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Sümer Tilmaç’ın vefatı dolaysıyla taziye mesajı yayınladı. ‘’Türk sinemasına büyük katkıları olan Tilmaç, oyunculuğu ve kendine has üslubuyla genç nesile örnek olmuş bir sanatçımızdır. Sanatımıza yaptığı hizmetin yanı sıra örnek kişiliğiyle de hep farklı bir yere sahip olacaktır. Tilmaç, her zaman hasretle anılacaktır.” Sümer Tilmaç, 15 Temmuz 1948 tarihinde Malatya’da doğmuştur. Giritli bir memur baba ile Türkmenistan göçmeni memur bir annenin çocuğudur. 1964 yılında Arena Tiyatrosu’nda oyunculuğa başladı. 1968 yılında İstanbul Belediye Konservatuarı’ndan mezun oldu. Yaklaşık 60 tiyatro oyununda rol aldı. Tiyatro çalışmalarının yanı sıra bir çok filmde de rol almıştır. 2002 yılında “Son” adlı filmdeki rolüyle en iyi yardımcı erkek oyuncu dalında 7. Sadri Alışık ödülünü kazandı. 2005 yılında kendi yazdığı ve senaryosunda emeği olan “Ispanaktan Nağmeler” adlı filmde yönetmenlik de yaptığı gibi başrolde de oynamıştır. Sümer Tilmaç, Antalya’nın Serik İlçesi’ne bağlı Boğazkent Beldesi’nde eşinin adını verdiği bir çiftlik kurdu. Sümer Tilmaç, 1989 yılında evlendiği 18 yıllık eşi Hatice Melek Konuk’dan 2007 yılında boşandı. Sümer Tilmaç’ın ilk eşinden oğlu Kerem ve kızı Hande adında 2 çocuğu, ikinci eşinden de 2 çocuğu bulunuyor.
Muammer Yanmaz ve Selen Akçalı’nın bir üçleme olarak hayat verdikleri fotoğraf projesi “40 İstasyon”, 2002 yılında Paris ayağıyla başladı. Paris’te yaşayan 40 Türkiyeli isim, kendi seçtikleri metro istasyonlarında Muammer Yanmaz tarafından fotoğraflandı. Komet, Alev Ebuzziya, Güzin Dino, Ece-Ayşe Ege (Dice Kayek), Nilüfer Göle gibi sanat ve bilim insanlarını bir araya getiren “40 İstasyon Paris”, Türkiye ve dünyanın çeşitli galerilerinde sergilendikten sonra projenin ikinci ayağı New York oldu. Bu kez New York metrosu, 40 farklı istasyonunda, Burhan Doğançay, Gürer Aykal, Şirin Devrim, Arif Mardin, Mehmet Öz gibi isimleri ağırladı. Üçleme, Londra durağıyla son buldu. “40 İstasyon Londra” sergisinde de Hüseyin Çağlayan, Emre Aracı, Esin Alpogan gibi birbirinden farklı alanlarda eserler veren Londralı Türkler yer aldı. “40 İstasyon”un her üç ayağı da dünyanın pek çok şehrinde sergilendi. 0 İstasyon Üçlemesi şimdi de, kökleri Türkiye topraklarına bağlı bu 120 önemli portreyi bir kitapta bir araya getiriyor. Dünyanın üç büyük metropolünde sanat, bilim ve iş dünyasındaki üretimleriyle dikkat çeken 120 kişi; metro duraklarının sağladığı mekan birliği ve Muammer Yanmaz’ın görsel anlatım diliyle 40 İstasyon kitabında ortak bir yolculuğa çıkıyorlar. Merih Akoğul’un önsözü ile sunulan kitap, bugün bazıları aramızda olmayan 120 değerli insanımıza saygı niteliği de taşıyor.
Dünyanın üç gözde metropolü; Paris, New York ve Londra’da 120 metro istasyonu ve Türkiye’den 120 yüz… Bu üç şehirde yaşayan ve üreten Türkiyeli 120 ismin, özel bir görsel anlatım diliyle fotoğraflanmasının ardından, sergilerle dünyanın pek çok şehrinde izleyiciye sunulan 40 İstasyon Projesi’nde, bu kez üçlemenin tüm duraklarındaki 120 önemli portre bir kitapta toplanıyor.
YERALTINDA 120 PORTRE
77
Lütfiye Pekcan’ın 3 Kadın 1 Ölüm 1 Sır kitabı Alfa Yayınları arasından çıktı Romanda güzel, başarılı ve ünlü reklamcı Yasemin cinayete kurban gittiğinde zengin ve yakışıklı bir işadamıyla evliydi. Çocukluğu trajedilerle geçen Yasemin’in yıllarca herkesten sakladığı sır onu ölüme kadar götürmüştü. Bu sırrın izini sürmek en yakın arkadaşları Zeynep ve Didem’e düşmüştü. 3 kadın 1 ölüm 1 sır; aşk, evlilik, aldatma, entrika, cinayet ve sırlarla dolu bir yaşam mücadelesi. Lütfiye Pekcan, ilk romanıyla, milyonlarca kadının mutluluğu arama ve var olma savaşına bir pencere aralıyor. “Üç arkadaşın hikayesi sürükleyici, meraklandırıcı, hüzünlendirici ve bizden. Kolay okunan, akıcı ve anlaşılır bu roman biz kadınların hikayesi. Lütfiye Pekcan yaşamdan kesitleri harika aktarmış. Benim için her zaman özeldi, şimdi daha da özel…” -Derya Baykal3 kadin3 kadın 1 ölüm 1 sır, bir habercinin romancıya dönüşümünün en güzel örneği. Haberden bunalan sevgili arkadaşım Lütfiye Pekcan; üç arkadaşın sıcak ve gizemli hayat hikayelerini kullanarak her mevsim serin tutan bir ağaç ev yapmış kendine… İyi de yapmış.” -Gani Müjde-
Bir daha yaşayabilmek için iki kere ölen benim.“ Her şey, usta bir avcı olan Leon Gott’un, evinin garajında ölü bulunmasıyla başlar. Dedektif Rizzoli ve Doktor Isles bu esrarengiz ölümün detaylarını araştırdıkça aralarında benzerlikler bulunan diğer vakalara ulaşırlar. Nihayetinde, yaptıkları araştırma onları altı yıl önce bir safari sırasında Afrika’da işlenen turist cinayetlerine kadar götürür. Gözü pek ikilinin, katliamların ardındaki sır perdesini kaldırmak için o lanetli safariden kurtulabilen tek kişiye, Millie Jacobson’a ulaşmaları gerekir. Ancak genç kadın hâlâ tehlikede olduğunu düşünmektedir ve hayatta kalma mücadelesi vererek geçirdiği günleri hatırlamak istemiyordur. Bu yüzden Rizzoli ve Isles için, Millie’yi ikna etmek ve bu sıra dışı cinayetleri aydınlatmak düşündükleri kadar kolay olmayacaktır. “Tess Gerritsen’in sırlarla dolu cinayetleri konu alan romanına Afrika’nın yırtıcı hayvanları ve vahşi doğası şahitlik yapıyor. Nefes kesici bir Gerritsen romanı daha okumaya hazırlanın.” -Amazon“Dedektif Rizzoli ve Doktor Isles sıra dışı ve aklın sınırlarını zorlayan cinayet vakalarını aydınlatmak için yine iş başında.” -Washington Post-
Milorad Pavic’in Aylak Adam Yayınları arasından çıkan Hazar Sözlüğü sadece üç semavî dinin bir halk hakkındaki düşüncelerine odaklanmıyor. Pavic, geleneksel anlatı ve olay örgüsünü yerle bir eden bu sözlük-roman ele avuca sığmaz üç bilge insanın, zehirli mürekkeple yazılmış bir kitabın, aynaların intiharının, hayali bir prensesin, insanların rüyalarına sızan papazlardan oluşan bir tarikatın ve yaşayanlar ile ölüler arasındaki aşk hikâyelerinin peşinden gitmenizi istiyor. Kitaptan: “Bir düşte, kendimizi sudaki balık gibi hissediyoruz. Zaman zaman su yüzüne çıkıyoruz, dünyanın kıyısına bir göz atıyoruz, sonra hızla ve büyük bir istekle yeniden dalıyoruz, çünkü kendimizi yalnızca derinliklerde iyi hissedebiliyoruz. Bu kısa su yüzüne çıkışlarda bizden daha yavaş, bizden daha farklı biçimde soluyan, bütün ağırlığıyla yere yapışmış, bizim kendi bedenimizdeymiş gibi yaşadığımız hazdan yoksun, tuhaf bir yaratık fark ediyoruz. Çünkü burada, haz ve beden birbirinden ayrılamaz, bir bütün oluştururlar. Bu yaratık, dışarıda, biz oluyoruz aynı zamanda, ama bir milyon yılda ve bu yılların dışında bizimle onun arasında, bedeni ve hazzı birbirinden ayırmış olduğu için başına gelmiş olan, o müthiş mutsuzluk var…”
İçinde sevda barındıran, heybetli müziklerdir Ege türküleri. En delifişek hikayeler yürek yakarken hasret ve aşk bile isyankar. Ama hüznü değil efeler gibi dik durmayı buyuruyor oraların türküleri. Kalan Müzik’in yaz günlerine maviye, yeşile, tatile beş kala piyasaya çıkardığı Ege’ye Kalan albümü, “Tüm türküler güzeldir ama Ege türküleri bir başkadır” diyenler için. İki CD’lik albümde Aydın, Kütahya, Uşak, İzmir, Afyon, Denizli, Burdur, Isparta, Muğla, Manisa ve çevrelerinden derlenmiş; usta isimlerle beraber genç kuşak sanatçılar tarafından yorumlanan 35 türkü yer alıyor. Albümde İnce Memed, Karahisar Kalesi, Bu Dağlarda Bağ Olmaz, Ben Kendimi Gülün Dibinde Buldum, , Tekeler Köyü Zeybeği, İzmir’in İçinde Vurdurlar Beni gibi ağır zeybekler, İçme Rakıyı Zarar, Feracemi Al İsterim, Entarisi Damgalı gibi oynak havalarla buluşuyor. Kalan’ın daha önce çıkardığı Karadeniz’e Kalan 1 ve 2 ile Aleviler’e Kalan albümlerinin devamı niteliğinde olan olan projenin Müzik Direktörü Engin Aslan, Ege’ye Kalan repertuarı seçilirken sevilen ve çok bilinen eserlerin yanısıra unutulmaya yüz tutmuş ve müzik arşivlerinde kalan eserlerin yer almasına özen gösterildiğini belirtiyor. Albümün fotoğrafları da, repertuar kadar dikkat çekici. Kalan’ın daha önce çıkardığı Karadeniz’e Kalan 1 ve 2 ile Aleviler’e Kalan albümlerinin devamı niteliğinde olan olan projenin Müzik Direktörü Engin Aslan, Ege’ye Kalan repertuarı seçilirken sevilen ve çok bilinen eserlerin yanısıra unutulmaya yüz tutmuş ve müzik arşivlerinde kalan eserlerin yer almasına özen gösterildiğini belirtiyor. Albümün fotoğrafları da, repertuar kadar dikkat çekici. Bugüne kadar tangolardan arabeske, Karadeniz türkülerinden Klasik Türk Müziğine kadar farklı tarzlarda albümler yapan Şevval Sam bu kez, yaşadığı toprakların bütün renklerini aynı albümde bir araya getiriyor. Yeni projesini 2012 ve 2014’te gerçekleştirdiği ve “Toprak Kokusu” adını verdiği konserlerinden yola çıkarak hazırlayan Şevval Sam, 18 eserden oluşan albüme de aynı ismi verdi. Rumeli’den, Karadeniz’e, Orta Anadolu’dan, Ege’ye, Kafkaslara uzanan bir coğrafyanın ezgilerini seslendirdi. Kalan Müzik’ten yayınlanan albümün özenle seçilen repertuarında Çerkesçe, Çeçence, Kürtçe, Zazaca, Ermenice, Azerice parçalar yer alıyor.Kültürel açıdan çok zengin bir toprak üzerinde yaşadığımızı vurgulayan Şevval Sam, albümün ilhamını da bu çeşitlilikten aldığını söylüyor: “Anadolu’da 40’tan fazla halk yaşamış, diller konuşulmuş. Hepsinin türküleri, aşkları, acıları birbirine karışmış. Bu albüm kendini bu topraklara ait hissedenlerin albümü.” Rojin , uzun bir aradan sonra yeni şarkıları ile müzikseverler ile buluşmaya hazırlanıyor. Rojin’in aynı zamanda yapımcılığını üstlendiği ve kendi şirketinden çıkacak olan ilk projesi, “Ji nû ve : Yeniden”, sanatçının 6. albümü. Avrupa Müzik partnerliğinde Türkçe ,İngilizce ,Çerkezce, Zazaca , Kürtçe ve Soranice yorumlanan 15 yeni şarkı 2 remix den oluşan Ji nû ve : Yeniden’de 8 şarkının söz ve bestesi Rojin’e ait. 40 enstrümanist ile 52 farklı enstrüman çaldı.7 farklı aranjör ile hazırlanan albümde her eserde farklı vokal ruhu ve farklı ses rengi kullanıldı. Albümün çıkış ve klip şarkısı olan “Ji nû ve :Yeniden” Rojin’e ait. Türkçe-Kürtçe müzikteki ısrarı, duruşu ve sorgulayıcı kişiliği ile müziğini birleştirmiş 90 yıllardan beri tarzının gerçek temsilcisi olan Rojin, etno-pop tarzındaki şarkılarının yanı sıra “ Ji nû ve” albümünde birçok ilke imza atan sanatçı. Roboskié’ de yaşanan vahşeti tüm annelerin duygularından yola çıkarak besteledi.
79
Zamanın ötesindeki dahi
NİKOLA TESLA
Buluşları ve çalışmaları sayesinde bugün insanlık Tesla’ya çok şey borçlu. İnanılmaz icatlarını ticari meta haline getirmediği için çok büyük servetleri elinin tersi ile itmiş kimi buluşları başkaları tarafından sahiplenilmiştir. Öldükten sonra notlarına FBI tarafından el konulmuştur.
Manyetik Alan Şiddeti”nin birimi Tesla olarak kabul edilmiştir. Tüm hayatını insanlığa adayan, hiç evlenmeyen, en iyi dostları ünlü Amerikan yazar Mark Twain ve güvercinler olan bu eşsiz bilim insanına Einstein ve Edison’a verilen değer düşünüldüğünde hem geçmişte hem de günümüzde ciddi bir biçimde haksızlık yapıldığı muhakkak. Bu yüzden Tesla’yı doğru anlamak ve anlatmak büyük önem taşıyor.
Nikola Tesla (D. 10 Temmuz 1856, Hırvatistan – Ö. 7 Ocak 1943, New York). Mucit, Elektrik Mühendisi, Makine Mühendisi, Fizikçi ve Elektrofizik uzmanıdır. Elektriğin ticari kullanımının önünü açan kişidir. Elektromanyetizma alanında devrimsel buluşlara imza atmış, teorileri ve patentleri sayesinde alternatif akım, elektrik güç sistemi, çok fazlı güç sistemi ve indüksiyon motorlarının gelişmesini sağlamıştır. 1894 yılında kablosuz uzaktan kumanda ile gerçekleştirdiği gösteri ve “Akımlar Savaşı”ndan galip çıkması nedeniyle ABD’nin en büyük elektrik mühendislerinden biri olarak kabul edilmiştir. En büyük düşü olan “Kablosuz Enerji Aktarımı” konusunda deneyler yapmış, kilometrelerce ötedeki lambaları kablosuz olarak aydınlatmıştır.
1904 yılı Tesla ve dünyamız için bir önemli bir dönem noktasıydı. Tesla’nın en büyük hayallerinden biri enerjinin kablosuz olarak iletilebilmesiydi. Böylece enerji herkes için daha ucuz ve ulaşılabilir hale gelecekti. Tesla bu çalışmalarını ünlü Amerikan yatırımcı J.P Morgen’a açtı. Tesla’nın o dönemdeki en önemli mali destekçilerinden Morgan, Tesla’nın bu düşüncesini enerjinin çok ucuzlamasına neden olacağı gerekçesiyle reddeder ve desteğini Tesla’dan çeker. Belki de insanlık tarihini değiştirebilecek bir buluş tarihe gömülür. Bugün Tesla bobini dediğimiz bu mekanizmayla küçük voltajlı elektriği rahatlıkla kablosuz iletebiliyoruz. Bu konuda çeşitli iddialar olsa da (Tesla’nın bu buluşunun tamamlandığı ama Morgan ile benzer sebeplerden dolayı gizlendiği gibi) insanlık adına büyük bir fırsatın tepildiği bir gerçek. Tesla bu tarihten bu sonra çalışmalarına maddi olarak ciddi bir destek bulamasa da çalışmalarına aralıksız olarak devam etti. Bugün kendisinden miras olarak radyo, flüoresan, radar, MR, alternatif akım motorları, lazer ve robot teknolojileri, deprem makinesi kaldı. Şüphesiz Tesla’nın icatları dünyamızı daha yaşanılır kıldı ama daha da önemlisi Tesla’nın bilimini sadece insanlık için adaması asla bir tüccar gibi davranmaması onu bir bilim insanının olmanın ötesine taşıdı.
Tüm zamanların en büyük mucitlerinden biri olmasına rağmen ismi ders kitaplarında nadiren geçer ve pek bilinmez. Modern teknolojinin temelini teşkil eden, dünya bilim ve teknoloji yapısını kökünden değiştiren bu büyük bilim insanı, 700 yakın patentle dünyanın en fazla patente sahip bilim insanı olarak dünya tarihine geçmiştir. 1960 yılında toplanan Ağırlık ve Ölçüler Genel Konferansı’nda (General Conference on Weights and Measures) “