2149-3707
Sahibi: Baygenc Ajans Medya Ltd Şti adına: Mehtap Üzümcü Genel Yayın Yönetmeni: Hasan Bayır Yazı İşleri Müdürü: Mehtap Üzümcü Görsel Yönetmen: Jan Paçal AlanyaTemsilcisi: Arslan Bayır Aydın Temsilcisi: Kadri Güler Burdur Temsilcisi: Mustafa Arslan Fethiye Temsilcisi: Ömer Tutar Roma/İtalya Zeki Ayık Hukuk Müşaviri: Av. Erhan Öztürk Reklam Abane ve Satış Müd:: Neşe Murat Dağ- Yavuz Şahin Tel: 0242 321 92 22-24 Yönetim Yeri: Yeşilbahçe Mah. Metin Kasapoğlu Cad. Hacı Hatice Apt. 7/3 ANTALYA Tel: 0242 321 92 22-24 Mail: info@baygenc.com.tr okkahaber.com facebook.com/groups/okkahaber Basıldığı Yer: Başak Matbaa Anadolu Bulvarı Meka Plaza No:5/15 Gimat Yenimahalle / ANKARA
襤癟indekiler
Sayfa: 12
Sayfa: 23
Sayfa: 15
Sayfa: 29
Sayfa: 20
Sayfa: 22
Sayfa: 40
Sayfa: 57
Sayfa: 34
Sayfa: 74
Sayfa: 80
Abone olun Ailemize kat覺l覺n
Sayfa: 72
Hasan Bayır EDİTÖRDEN
TAM DA SORGU ZAMANI Elhamdülillah müslümanız.Şehitliği sorgulamayız. İnanıyoruz ki;teröristlerin kahpe saldırıları sonucu vefat eden vatandaşlarımızın ahrette mükafatları Cennet olacak. Türkiye dönemler itibariyle kavramların sömürüldüğü bir ülke.Yıllarca Atatürkçülük sömürüldü. Başarısızlıklar Atatürkçülük kılıfı ile gizlendi.Şehirlere su getiremiyorduk,ama olsun her tarafı Atatürk heykelleri ile donatıyorduk. 2002 sonrasında Atatürkçülük para etmeyen bir kavram oldu.Artık dindarlar!!! iktidardaydı. Bütün başarısızlıklar din kılıfı ile gizlendi.Kötü giden çok şey vardı, ama olsun İmam Hatip Okulu açıyorlardı. Sonra bir gün bütün olarak dini sömürmek başarısızlıkları gizlemeye dar geldi.Daha özel bir kavram kullanılmalıydı.İnsanları susturacak,tepki vermelerinin önüne geçecek,isyan etmelerini engelleyecek… Çok aramaya gerek yoktu. Dünyada kahramanlık,ahrette Cennet garantili bir kavramımız var.Şehitlik… Maden şehitlerimiz var mesela.Son olarak Soma’da üç yüz bir,Ermenek’te on sekiz şehit verdik. Ekmeğinin peşinde koşan insanlar,midesi doymaz insanların önlem almaması sonucu vefat etti. Türkiye utanmadı,madenlerden sorumlu bakanın aynı gömleği iki gün üst üste giymesini konuştu.
Şehitlere Cenneti vaat eden Allah,kalanlara aklını kullanmayı emrediyor.Nisa suresi 71.ayette, ’’Ey iman edenler!(Düşmana karşı) tedbirinizi alıp,küçük birlikler halinde,yahut topluca savaşa gidin.’’ buyuruyor. Tedbir almayarak,Allah’ın emrine uymayanlar,başarısızlıklarını kapatmak için Allah’ın şehitlere Cennet vaadini kullanıyor. Çözüm sürecinin başlangıcından itibaren tutulan yolun yanlış olduğu,PKK’nın daha da güçleneceği bir çok kişi tarafından dile getirildi.Habur rezaleti insanlarımızın yüreğinde büyük yara açtı. Süreç boyunca PKK silah bırakmadığını defalarca açıkladı.Hatta Türk Ordusu’nun silah bırakması yönünde açıklamalar yaptı. Çözüm sürecinin önemli başlıklarından biri PKK’lıların silahları ile birlikte ülkemizi terk etmesiydi.Ama terk etmediler.Sağır sultan bile PKK’lıların ülkeyi terk etmediğini biliyordu.Ama bazılarının haberi yoktu.Ya da görmezden geldiler.
Çok çileliydi,Sayın Bakan.İki gün üst üste aynı gömleği giymişti.Olacak iş miydi? Tam insanlarımızın ölümünü sorgulayacağız…Şehit ilan edildiler.Ne şanslılardı. Ülkeyi yönetenler ölenlerin ahretteki yerini bile ayarlamıştı.Cennetlikti hepsi.Cennet’te en güzel yere layık görülenlere,Dünya’da yaşam odası layık görülmemişti…
Bülent ARINÇ açıklama yaptı.’’Halk bize söylüyordu. PKK silahları ile her gün köylerde ama siz bunlara bir şey yapmıyorsunuz.Üzerinde silah olan PKK’lı teröristler karakolun önünden geçip askere el sallıyordu.Çözüm süreci nedeniyle asker de bir şey yapmıyordu.Meğer PKK’lılar alay ediyormuş’’
İşin içine şehitlik girdiğinde tedbirsizlik sonucu ölümleri sorgulamak kimin haddineydi.Sorgulamadık. Sayın Bakan hala görevine devam ediyor.Milletvekilliği bitti. Bakanlığı bir türlü bitmiyor.
Bülent ARINÇ aldatıldığımızı,PKK’lıların bizimle alay ettiğini,PKK güç toparlarken,yöneticilerin kulağının üzerine yattığını yeni anlamış
Ülkemiz otuz bir yıldır PKK belası ile uğraşıyor. Kırk bin dile kolay tam kırk bin insanımızı teröre kurban verdik.Normal,bakın gelişmiş yazmadım,normal ülkelerde, kırk bin insanın ölümü sonuna kadar sorgulanır.Biz hariç… Biz ölümleri sorgulamayız.Çünkü,önümüz kesilmiştir.Ölen insanların hepsi şehit ilan edilmiştir.Eğer soru sorarsanız,alacağınız cevap bellidir.Sen şehitliği,şehadet kavramını mı sorguluyorsun?
Geç anlamanın bedelini yirmi yaşındaki gençlerimiz ödüyor. Başkaları geç anladığı için bizim çocuklarımız ölüyor. Geç anlayanların çocukları sefa sürerken,bizim çocuklarımız hayatının baharında soluyor. Allah’ın ‘’ tedbir alın’’ emrine uymayarak yirmi yaşında fidanlarımızın ölümüne sebep olanlar, başarısızlıklarını kapatmak için Allah’ın şehitlere Cennet vaadini kullanıyor. Şehitlik sorgulanmaz,Allah kelamıdır.Peki tedbirsizlik sonucu, gençlerimizin kara toprağa girmesine sebep olanları sorgulama zamanı gelmedi mi?
‘Baba sende insanların yüzüne biber gazı sıktın mı?’
KIRMIZILI KADIN SORGULATTI
Parktaki elektrik trafosu duvarına çizilen ‘Kırmızılı Kadın’ resmi tartışma yarattı. Ardından beyaza boyandı. Gezi olaylarında kırmızı elbiseli kadına biber gazı sıkan polisin resmedildiği parkta çocukların vakit geçireceğini belirten bir polis ise misafirliğe gittiği mahallede oğlunun çocuk parkında oynarken resmi gördüğünü ve ‘Baba sen de insanların yüzüne biber gazı sıktın mı?’ diye sorduğunu, bunun üzerine verecek cevap bulamadığını söyledi. Son yerel seçimde göreve gelen Muratpaşa Belediye Başkanı CHP’li Ümit Uysal döneminde yapımına başlanan Meydankavağı Mahallesi’ndeki park, açılışı yapılmadan kullanılmaya başlandı. İçinde süs havuzu, mini tiyatro, basketbol sahası, dinlenme alanı, yetişkinler için spor aletleri, köpek eğitim parkı ve çocuk parkı bulunan alan, özellikle akşam saatlerinde vatandaşların ferah nefes alacağı hale geldi. Ancak parktaki elektrik trafosunda yer alan bir resim, vatandaşları ikiye böldü. Trafonun bir yanında Nazım Hikmet Ran’ın ‘Davet’ adlı şiirinden ‘Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine’ dizesine yer verilirken, parka bakan yanında ise Gezi olaylarının simgesi haline gelen, ‘kırmızılı kadın’ olarak bilinen İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi araştırma görevlisi Ceyda Sungur’a polisin biber gazı sıktığı anın resmi yer aldı. Özellikle çocukların vakit geçirdiği parkta bu resimle polis için kötü bir imaj çizildiğini belirten bazı vatandaşlar, resmin adresinin yanlış olduğunu savundu. Adını vermek istemeyen bir polis ise misafirliğe gittiği mahallede oğlunun çocuk parkında oynarken resmi gördüğünü ve ‘Baba sen de insanların yüzüne biber gazı sıktın mı?’ diye sorduğunu, bunun üzerine verecek cevap bulamadığını söyledi. Gelecek ay açılışı planlanan parkın mini tiyatro kısmında ise Gezi olaylarında yaşamlarını yitirenleri simgeleyen kabartmalar bulunuyor.
Yine ‘Kırmızılı Kadın’ …
Antalya’da henüz açılışı yapılmayan bir parkta, trafo üzerine resmedilen Gezi Parkı protestolarının simge fotoğraflarından ‘kırmızılı kadın’ın Akdeniz Elektrik Dağıtım AŞ (AKEDAŞ) tarafından gece saatlerinde boyanmasının ardından Muratpaşa Belediyesi, parkın içine bu kez ‘kırmızılı kadın’ fotoğrafının bulunduğu levha dikti. Meclis üyeleri Mehmet Tosun “Onsuz bir Gezi Parkı yapamazdık” dedi.
Doçente, ‘profesörlere hakaret’ cezası
Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nden Doç. Dr. Çetin Balanuye, Akademik Kurul’da doktora yeterliliği ‘metot’ bilmediği için kabul edilmeyen araştırma görevlisini, “Belki de çoğumuzdan daha iyi biliyordur” diyerek savundu. Kuruldaki iki profesör bunu hakaret saydı. Şikayet üzerine açılan soruşturmada Doç. Dr. Balanuye’ye ‘kademe ilerlemesinin durdurması’ cezası verildi.
Evcil hayvan merzarlığıda geliyor… İkisi kadın olmak üzere 4 kişiden oluşan Martı timi, Akdeniz Bulvarı sahilinde 09.00 ile 17.00 saatleri arasında görev yapacak. Bisikletli Martı Timleri, şehir planlaması, trafik yoğunluğu, suç işlenme oranının fazlalığı, turizm gibi nedenlerle genel asayişin sağlanması, önleyici güvenlik hizmetlerinde etkinliğin artırılması ve halkla ilişkilerin geliştirilmesi için görevlendirildi. Martı timi, motorize taşıtların giremediği alanlarda işlenmiş ve işlenmekte olan suçlarla ilgili görev yapacak.
Orman Genel Müdürlüğü’nden tahsisi yapılan 24 dönüm alan içerisine Demirtaş’da ikinci hayvan barınağı yapılıyor. İhalesi yapılan Sahipsiz Hayvan Bakım Evi ve Rehabilitasyon Merkezi, hayvan refahını sağlayacak modern tesisleri bünyesinde barındırıyor. Kedi ünitesi, 2 adet köpek bakım evi, hayvan bakım ünitesi ve klinik ünitesi olmak üzere 5 binadan oluşan merkez, karantina bölümü, hasta bakım bölümü, yavrulu anne bölümü, hayvan müşahede bölümü, muayene odası, ameliyat odası, gıda ve soğuk hava depolarıyla bölgenin en kapsamlı hayvan barınakları arasında yerini alacak.
6 saat sonra intihardan vazgeçti
Hırsızlar çağ atladı
‘Martı timi’ göreve hazır…
Psikolojik sorunları olduğu belirtilen 40 yaşındaki Göksel A., 13 katlı apartmanın 11’inci katındaki dairenin penceresine çıkarak intihar edeceğini söyledi. Çeşitli yerlerini bıçakla keserek yaralayan Göksel A.’nın 6 saat süren eylemi, polisin çabasıyla sona erdi. Asker kaçağı olduğu ve hakkında arama kararı bulunan Göksel A., ifadesine başvurulmak üzere polis merkezine götürüldü.
Mobilya mağazalarındaki görevlilerin cüzdan ve cep telefonlarını çalan şüphelinin, hırsızlık anı güvenlik kameralarına yansımadı. Şüphelinin, hırsızlık anında sinyal kesiciyle kameraları etkisiz hale getirdiği üzerinde duruluyor. Kameraların kayıt yapmadığını fark edince şok olduğunu belirten işyeri sahibi Parmaksız, “Kesinlikle yanında bir cihaz var kayıt yapılmasını engelliyor” diye konuştu.
Antalya Spor’a haciz... AC Promedia Şirketi, Antalyaspor’a açtığı davayı kazandı. Şirket, Antalyaspor’dan faiziyle birlikte 1 milyon 38 bin TL’yi icra yoluyla tahsil etti.
Türkiye IQ sıralamasında son sıralarda Alman araştırmacı Heiner Rindermann, Avrupa ülkelerinin IQ ortalamasını çıkardı. IQ ortalaması en yüksek ülke 103 IQ ile Finlandiya 102 IQ ile İngiltere ve Hollanda izliyor. İzlanda, İtalya , İsviçre ve Avusturya ise 101 IQ ile listenin üst sıralarında. Türkiye, 83 IQ ortalamalı Arnavutluk ve 84 ortalamalı Bosna Hersek’in ardından 88 IQ ortalamasıyla Makedonya ile birlikte listenin en alt sırasında yer alıyor.
17 saatlik intihar girişimi 60 metre yüksekliğindeki baz istasyonuna çıkan kalıp ustası Yüksel Bakıcı, çocuğunu bir süredir göremediğini belirterek intihar edeceğini söyledi. Polis uzun süren çabadan sonra saat 14.00 sıralarında Yüksel Bakıcı’yı inmeye ikna etti. Bakıcı, ifadesi alınmak üzere polis merkezine götürüldü.
“Torunlarım çocuk gelin olmasın” Elmalı İlçesi’nde 10 yıl önce anneleri vefat edince babaanne ve dedeleri tarafından büyütülen 13 ve 15 yaşındaki kızkardeşlerin dedesi Mehmet Emer, torunlarının üvey anneleri tarafından zorla evlendirilmek istendiği iddiasıyla suç duyurusunda bulundu.
At eti satışında Antalya… Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, at eti satan yerleri, taklit ve tağşiş yapılan, içeriğinde ilaç etken maddesi tespit edilen ürünleri açıkladı. Bakanlığın yayınladığı listede Antalya’dan 2 firma yer aldı. Listede Afyonkarahisar’dan 4 firmanın 7 ürününde çeşitli etken maddeler tespit edildi. Listede Muğla’dan 3, Burdur’dan 1 firma yer alırken, Isparta’dan herhangi bir firma listede yer almadı.
DNA tutmayınca beraat etti Evine götürdüğü 16 yaşındaki M.A.’ya ilaçlı içki içirip bayılttıktan sonra tecavüz edip hamile bırakmakla suçlanan 25 yaşındaki V.Y., DNA testi sonucu kızın başkasından hamile kaldığı tespit edilince beraat etti.
Laf değil eylem zamanı
İstanbul’dan 10 yıl önce yola çıkarak, düşlerindeki özgür dünya için Antalya’nın Alakır Vadisi’nde yeni bir hayat kuran Tuğba Günal ve Birhan Erkutlu, vadide HES’lere karşı mücadelenin tek haberleşme ağı, on binlerce kişinin takip ettiği facebook sayfası ‘Alakır Nehri Kardeşliği’ni kapattı. Çift, bireysel direnişe geçtiklerini duyurdu. Son paylaşımda Birhan Erkutlu, sosyal medya hesaplarının duyarlılık ve mücadele adına hiçbir şeyi değiştirmediğini, bu iletişim yönteminin kendileri için büyük hayal kırıklığı yarattığını belirtti.
Polis katiline müebbet
5 Aralık 2014 tarihinde, aile içi kavgaya müdahale eden polis memuru 48 yaşındaki Mehmet Topalca’yı bıçaklayarak şehit eden 29 yaşındaki Erol Kaya, ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezasına mahkum edildi. Sanığın cezasında indirim de yapmayan mahkeme, Erol Kaya’yı ayrıca görevli memura direnme suçundan 1 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırdı. Erol Kaya’yı yaraladığı için sanık olarak yargılanan polis memuru Oğuz Yerlikaya ise beraat etti.
Yayla şenliğine terör iptali
Konyaaltı Belediye Başkanı CHP’li Muhittin Böcek, Antalya’da 1200 metre yükseklikteki Feslikan Yaylası’nda bu yıl 20’ncisi düzenlenecek ‘Yaz Şenlikleri’nin, artan terör olayları nedeniyle iptal edildiğini açıkladı. Başkan Böcek, belediye binasında düzenlediği basın toplantısında, 32 kişinin yaşamını yitirdiği Suruç’taki saldırının ardından artan terör olayları nedeniyle ülke olarak acı üstüne acı yaşadıklarını söyledi.
Mardan Palace haciz kararı
Mardan Palace Hotel için Antalya 6’ncı İcra Dairesi’nden de icra kararı çıktı. İstanbul Kadıköy 3’üncü İcra Dairesi’nden talimatla Antalya 6’ncı İcra Dairesi’ne Art Decor adlı bir firmaya 2 milyon 254 bin 898 TL borç nedeniyle haciz uygulanması istendi. Haciz kararı verilmesine rağmen İstanbul’dan talimatın masrafı talep edildi, gönderilmediği için de haciz işlemi bekletiliyor.
Kurusıkı aşk intiharı
Erkek arkadaşının aşkına karşılık vermemesi üzerine bunalıma giren G.D., evde kimse bulunmadığı sırada önce erkek arkadaşına ve ailesine birer mektup yazdı. Mektupları masaya bırakan G.D., ardından evdeki kurusıkı tabancayla göğsüne ateş etti. Silah sesi üzerine G.D.’nin evini kontrol etmek isteyen karşı dairede oturan kız arkadaşı, açık balkon kapısından içeri girdi. Arkadaşı, yaralı halde yatan G.D. için 112 Acil Çağrı Merkezi’nden yardım istedi, götürülerek tedaviye alındı.
Motorcularda lanetledi…
Bu yıl 6’sı düzenlenen Uluslararası Manavgat Motosiklet Festivalinde teröre lanat yağdı. Festivalin üçüncü gününde yaklaşık 5 bin motosikletin katıldığı kortej renkli gösterilere sahne olurken ellerine devizler alan motor tutkunları suruç da katledilen vatandaşlarımız ve Şehit edilen Asker ve polisleri unutmadılar. Türkiye, Almanya, Fransa, Bulgaristan ve Yunanistan’daki 140 kulüpten yaklaşık 8 bin motosiklet tutkununun katıldı
Firari 2 yıl sonra yakalandı
İzmir’in Kemalpaşa Açık Cezaevi’nde örgüt kurmak ve örgüte üye olmak suçlarından uzun süredir yatarken iki yıl önce firar eden Gökhan Yemen, tüm aramalara rağmen bulunamadı. 2 yıldır aranan Yemen’in saklandığı yer, 2 gün önce tespit edildi. Jandarma Yemen’in Antalya’nın Aksu İlçesi Yeşilkaraman bölgesinde saklandığını tespit etti. Operasyon düzenleyen jandarma ekipleri
Kızlarına tecavüz edip bebekleri öldürdüler
4 çocuk babası 47 yaşındaki Ekrem E., iddiaya göre zihinsel engelli kızı 21 yaşındaki H.E.’ye 6 yıl boyunca tecavüz etti. 2008 yılında babasından hamile kalarak düşük yapan H.E.’nin, bu tecavüzlerden 2012 ve 2014 yılında doğan biri erkek 2 bebeğinin ise evin bahçesine gömüldüğü iddia edildi. Olay, komşusunun polise ihbarıyla ortaya çıktı. Eve baskın yapan polis, Ekrem E. ve aynı yaştaki eşi Cemile E.’yi gözaltına aldı.
‘Karını kullandım’ deyince ...
elektrik tesisatçılığı yapan eski patronu Selim Erdemir’e telefon açan 33 yaşındaki Ertan Cincir, tartışmaya başladı. Tarafların birbirine küfür etmesi üzerine Selim Erdemir, iki arkadaşını da yanına alarak eski kalfası Ertan Cincir’in çalıştığı, Memurevleri Mahallesi’ndeki araç kiralama şirketine gitti. Erdemir Ertan Cincir’i bulamayınca şirket çalışanlarıyla kavga etti. Kavgayı, yanındaki arkadaşları ayırdı. Bunu haber alan Cincir, pompalı tüfekle işyerine geldi. Ertan Cincir, “İmam nikahlı karımı kullandığını söyleyince rasgele ateş ettim” dedi.
Başpehlivan baba ocağında...
654’ncü Edirne Tarihi Kırkpınar Güreşleri’nde finalde Osman Aynur’u yenerek başpehlivan olan Orhan Okulu, Antalya’nın Elmalı İlçesi’nde oturan ailesinin yanına gitti. Eşi Ayfer, kızı 5 aylık Zeynep, babaannesi Hanife Okulu, annesi Huriye Okulu, babası Bekir Okulu, kayınpederi İlhan Güzeller ve kayınvalidesi Selma Güzeller ile sevincini paylaşan Orhan Okulu, aile büyüklerinin elini öptü.
Atık mermer sanata dönüşüyor...
Tarihi değerleri eserlerinde buluşturan ressam Figen Çiçek, kentin en büyük sorunlarından biri olan mermer ocaklarının çevreye bırakılan atıklarını kullanıyor.Art Gallery’nin sahibi resimlerinde Antalya’nın simgesi portakalı tarihi yapılarla bütünleştiren Figen Çiçek, Yivli Minare, Saat Kulesi, Kesik Minare gibi eserlerin, kentin tanıtımında kullanılması için çalışmalar yürütüyor.
Başkan cibinlik dağıttı...
Manavgat İlçe Belediye Başkanı CHP’li Şükrü Sözen, Büyükşehir Belediyesi yetkisindeki sivrisinekle mücadelede gerekli çalışmanın yapılmamasına tepki amacıyla, halka ücretsiz cibinlik dağıttı. Manavgat Belediyesi tarafından Cumhuriyet Meydanı’nda halka cibinlik dağıtım töreni düzenlendi. Burada konuşan Başkan Şükrü Sözen, Büyükşehir Yasası’nı eleştirdi. İlçe belediyelerinin birçok yetkisinin büyükşehir belediyelerine devredildiğini hatırlatan Başkan Sözen, bunlardan birinin de sivrisinekle mücadele olduğunu belirtti. Manavgat’ta sivrisinekle mücadelenin yetersiz kaldığını söyledi.
1926-2015 FİKRET OTYAM Fikret Otyam’ı kaybettik. Böbrek yetmezliği nedeniyle bir süredir tedavi gören ressam, gazeteci-yazar Fikret Otyam (89), Antalya’da yaşamını yitirdi. 1926’da Aksaray’da dünyaya geldi. Babası asker ve eczacı Vasıf Efendi, annesi Naciye Hanım’dır. Nedim ve Nusret Kemal adında iki ağabeyi vardı; Neşecan adında bir de kızkardeşi olmuştur. İsmet İnönü’nün silah arkadaşlarından olan babası Vasıf Efendi, ordudan emekli olduktan sonra Aksaray’da eczacılık yaptı. İlk ve ortaöğenimini Aksaray’da tamamlayan Otyam’ın lise öğrenimi kesintili olarak Ankara ve Kayseri’de sürdü. Liseden sonra İstanbul’a giderek Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Orta Resim Bölümü’nde öğrenime devam etti, ünlü ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun atölyesinde ders aldı. 1953’te mezun oldu. Aynı yıl evlendi, ertesi yıl kızı Elvan dünyaya geldi. Bu evlilikten İrep ve Döne adında iki kızı daha olmuştur.[ Gazeteciliğe 1950 yılında henüz Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğrenci iken Son Saat gazetesinde başladı. Falih Rıfkı Atay’ın çıkardığı Dünya gazetesinde yazar ve Yazı İşleri Müdürü Ali İhsan Göğüş’ün yardımcısı oldu; ardından Ulus gazetesinde çalıştı. 1953’te ilk kez Güneydoğu ve Doğu Anadolu’yu gezen Otyam, gazetecilik yaşamı boyunca Anadolu ve Güneydoğu Anadolu ile ilgili yazdığı röportajlarla tanındı. Bu röportajlarını çok sayıda kitapta topladı. İlk eşinden ayrılarak 1977’de sanatçı Filiz Otyam ile evlendi. Uzun yıllar Cumhuriyet gazetesinde köşe yazarlığı yapan Otyam; Abdi İpekçi cinayetinden sonra kendi hayatının da tehlikede olduğunu düşünerek emekli olmaya karar verdi. Antalya’nın Gazipaşa ilçesi Serinus Kalesi altında, Deliçay yanında bir ev yaptırdı, eşi Filiz Otyam’la 1979’da yerleştiği bu evde resim yapmaya ve kitaplarının basımı ile uğraşmaya ağırlık verdi. Son olarak, Aydınlık gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Akdeniz Gazetecilik Vakfı ve Altın Portakal Kültür Sanat Vakfı’nın kurucu üyelerindendir. Böbrek yetmezliği nedeniyle bir süredir tedavi gören Fikret Otyam Antalya’da 9 Ağustos 2015’te yaşamını yitrdi.Otyam’ın cenazesi Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesinde bulunan “İz Bırakan Aydınlar Gömütlüğü”ne defnedildi.[ Vefatının ardından Otyam için Çankaya Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde anma töreni düzenlendi.
32
Topladıkları yardımları Kobani’ye götürmek için Şanlıurfa Suruç’ta buluşan SGDF üyesi yaklaşık 300 genç, Amara Kültür Merkezi önünde basın toplantısı düzenlerken patlayan bomba Türkiye’yi yasa boğdu. 18 yaşlarında olduğu sanılan bir kadın canlı bombanın yol açtığı patlamada, aralarında canlı bombanın da bulunduğu 32 kişi yaşamını yitirdi, 104 kişi yaralandı. Korkunç patlama, bir görgü tanığının kamerasıyla saniye saniye tespit edildi. Hain saldırı duyulur duyulmaz terörü lanetleyen vatandaşlar sokaklara koştu. Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde Amara (Güneş) Kültür Merkezi önündeki çay bahçesinde dün saat 11.50 sıralarında, Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu mensubu yaklaşık 300 kişi ‘Kobani’nin yeniden inşası’ konusunda basın açıklaması yaparken, büyük bir patlama meydana geldi. Korkunç patlama, bir görgü tanığının kamerasıyla saniye saniye tespit edildi. Buna göre, basın açıklamasının sürdüğü sırada, kalabalığın tam ortasında meydana gelen patlamayla, ortalık bir anda savaş alanına döndü. Patlamanın şiddetiyle çevredeki binaların camları da kırıldı. Suruç Belediyesi’ne ait araçlardan Türkçe ve Kürtçe “İkinci bomba ihtimali var” denilerek halkın patlamanın meydana geldiği çay bahçesi çevresinden uzaklaşması istendi. Bu arada eş zamanlı olarak Kobani merkezde de patlama meydana geldiği, ölen ve yaralananlar olduğu belirtildi. Sağlık Bakanlığı, patlama nedeniyle olay yerine 33 ambulans, 3’er UMKE ekibi ile helikopter ambulans sevk etti, çevre illerdeki hastanelerin yoğun bakım üniteleri de alarma geçirildi. Katliamda 23 kişinin olay yerinde, 6 kişinin Suruç Devlet Hastanesi’nde, 1 kişinin de Şanlıurfa
13
32 ÖLÜ 104 YARALI Devlet Hastanesi’nde öldüğü belirtildi. HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, bu sabah yaptığı açıklamada ölü sayısının 32’ye yükseldiğini açıkladı. 104 yaralıdan 34’ü ayakta tedavi görüp taburcu edilirken, Şanlıurfa ve çevre illerdeki hastanelerde tedavisi süren 20 yaralının hayati tehlikesi devam ediyor. Kan bağışı ve olası ikinci bir patlama ihtimali anonslarının ardından Suruç’taki esnaf da kepenk kapattı. Esnaf, devlet hastanesinde yaralılar için kan bağışında bulundu. Bu arada yaralılar hastaneye taşınmaya çalışılırken, kültür merkezi bahçesinde bulunan çok sayıda cesedin üzerine ise gazete kâğıdı örtüldü. Jandarma da olay yerinin çevresinde güvenlik önlemi alarak polis ekiplerine destek verdi. Olay yerindeki cesetler daha sonra önce hastaneye ardından otopsi için Gaziantep Adli Tıp Kurumu’na gönderildi. Patlamayla ilgili soruşturmayı 4 savcı yürütüyor. Kanlı saldırıyı düzenleyen canlı bombanın görüntülerine ulaşıldı. Kadının kimliğinin belirlenmesi için çalışmalar yürütülüyor. Saldırgan kadının MİT’in, “canlı bomba veya bombalı eylem yapabilir” uyarısı yaptığı 3 kadın eylemciden biri olma ihtimali olduğu belirtiliyor. Saldırının hemen ardından
Ankara’dan bölgeye özel ekip gönderildi. İstihbarat, terör, olay yeri inceleme, kriminal ve bomba uzmanlarından oluşan ekip, bölgeye geçti. Saldırıyla ilgili emniyet genel müdürlüğü’nde de inceleme başlatıldı. Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu üyesi gençlerin ilçeye gelişiyle birlikte bölgede üst düzey güvenlik önlemleri alındığı öğrenildi. İlçe giriş ve çıkışında da kontrol noktası oluşturan güvenlik birimlerinin, araç, üst aramaları ve kimlik kontrolleri yaptığı kaydedildi. Patlamanın meydana geldiği kültür merkezinde de polis ekibinin görevlendirildiği öğrenildi. Tüm bu güvenlik önlemlerine rağmen canlı bombanın nasıl “gözden kaçırıldığı” araştırılıyor. İlçedeki önlemlere rağmen saldırganın gözden kaçırılması soru işaretlerine neden olurken, saldırganın daha önce ilçeye giriş yaptığı, burada eyleme hazırlandığı ihtimali üzerinde duruluyor. Soruşturma kapsamında saldırganın bağlantılı olduğu kişi veya kişiler de araştırılıyor.
Saldırıdanhemen sonra bölgede toplanan güvenlik kamera görüntüleri incelendi. İlk incelemelerde saldırının canlı bomba eylemi olduğu netlik kazanırken, saldırganın da kadın olduğu görüntülerden belirlendi. Patlamanın ardından parçalandığı
belirlenen kadın saldırganın kimliğinin tespiti için çalışmalar yürütülürken, elde edilen görüntülerden yüz tanıma sistemiyle de kimlik tespiti yapılmaya çalışılıyor. Bu arada canlı bomba eylemini yapan saldırganın 18 yaşında olduğuna dair iddialar da dile getirildi. Suruç’un karşısında bulunan Suriye’nin Kobani kenti geçen yıl eylül ayında IŞİD militanlarının saldırısına uğrayınca büyük bölümü yıkıldı. Kobani’nin yeniden inşası için çalışmalara dahil olan kuruluşlardan Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF) üyeleri Kobani’ye destek için kampanya başlattı. SGDF üyeleri, 20 Temmuz günü Suruç’ta toplanılacağını açıkladı. Grup, Türkiye’nin çeşitli kentlerinden önceki geceden itibaren Suruç’a gitti. Sabah Suruç’ta toplanan yaklaşık 300 kişi, ilçe merkezindeki Suruç Belediyesi’ne ait Amara Kültür Merkezi bahçesinde topluca kahvaltı yaptı. Grup, basın toplantısının ardından saat 12.00 sıralarında, Kobani’ye gitmek için Mürşitpınar Sınır Kapısı’na doğru yürüyüşe geçmeyi planlıyordu. Toplantı için HDP milletvekilleri de beklenirken, “Beraber savunduk, beraber inşaa edeceğiz” yazılı bir pankartın açıldığı sırada canlı bombanın kendini patlattığı belirtildi. HDP Grup Başkanvekili Pervin
Buldan, patlamanın ardından, “Bu gençler 10 gün önce beni ziyaret etti. Kütüphane, hatıra ormanı ve park yapmak istiyorlardı. Kobani’ye geçiş için yardım istediler. Bir kısmı dün (önceki gün) Kobani’ye geçti. Kobani zaferinin 3. yılında yapılan bu saldırı çok planlıdır. Alçakça bir saldırıdır” dedi.
ettiği sırada birden patlama oldu. Hemen orada bulunan duvarın arkasına kendimi atmayı başarabildim. Patlamanın şiddetiyle kulağımın birinde duyu kaybı var. Her şey bir anda oldu. Ondan sonra yerde parçalanan bedenleri gördüm. Daha sonra yardıma gelen insanlar bizi sığındığımız yerden çıkardı.
elimdeydi, insanlar şoka girdiler, sonra yaralılar taşınmaya başlandı. Ambulanslar çok geç geldi.
HDP Şanlıurfa Milletvekili Leyla Güven, katliamın boyutunun çok büyük olduğunu ifade ederek, “Biz bu sınırların tekin olmadığını, IŞİD’in rahat hareket ettiğini söyledik. Onların kuaföre gidip sakallarını kestiğini yetkililere söyledik. Defalarca dile getirmemize rağmen önlem alınmıyorsa iktidarın payı büyüktür” dedi.
Sokakta polis araçları geziyordu. Çevrede, çok sayıda polis vardı. Bu nedenle özel bir güvenlik önlemi almadık. Böyle bir şey beklemiyorduk. Sabah ilçeye giriş yapan bazı araçlar polis tarafından aranmış, ama benim bulunduğum araçta herhangi bir arama, kimlik kontrolü yapılmadı. Çok sayıda arkadaşımızı kaybettik. Şu anda tek diyebileceğimiz şey, biz barış isteyen, çocuk parkı yapmaya çalışan üniversite öğrencileriyiz. Bunu yapmak isteyenler bile katlediliyor. Ben 22 yaşındayım ama grupta daha küçük yaşta arkadaşlarımız vardı.”
Kadir Ergün de “100 metre uzaklıktaydım. Cenazeler paramparça olmuştu. Kelimelerle ifade etmek çok zor” dedi.
Suruç Belediyesi eş başkanı Zuhal Ekmen de yetkilileri “IŞİD çeteleri Şanlıurfa’da cirit atıyor. Bazı kafelerde buluşuyorlar” sözleriyle eleştirdi. Suruç’taki bombalı saldırıdan yaralı kurtulan Fatma Edemen ve Uğur Ok, yaşadıkları dehşet anlarını Hürriyet’e anlattı. Fatma Edemen, çocuklar için park ve kütüphane yapmak amacıyla Kobani’ye gitmeyi planladıklarını belirterek, “Pankartın hemen arkasındaydım. Patlamada yere düştüm” dedi. Uğur Ok da “Birden bir alev yükseldi ve patlama sesi duyuldu” diye konuştu. AnkaraÜniversitesi Gazetecilik Bölümü öğrencisi Fatma Edemen, 30 kişinin öldüğü bombalı saldırıdan sağ çıkanlar arasındaydı. Edemen, patlama anına ilişkin şunları söyledi: “İstanbul başta olmak üzere 6 ilden arkadaşlarımız otobüslerle Suruç’a geldi sabah saatlerinde. Kaymakamlığın izin vermesi halinde Suruç’tan Kobani’ye geçmeyi planlıyorduk. Oradaki çocuklar için bir çocuk parkı, kütüphane ve hatıra ormanı yapmayı hedefliyorduk. Bunun için Suruç’ta toplandık. Milletvekilleri ile birlikte heyetimiz kaymakamlığa izin başvurusu yapmaya hazırlanıyordu. Bu durumu kamuoyu ile paylaşmak için bir basın açıklaması yapmaya karar verdik. Basın açıklaması sırasında açılan pankartın hemen arkasındaydım. Basın açıklamamızın bittiği, açıklamayı okuyan arkadaşımız Oğuz Yüzgeç, katılımcılara teşekkür
Yaralı kurtulan bir diğer isim olan Balıkkesir Üniversitesi öğrencisi Uğur Ok da gruptaki arkadaşlarıyla sabah erken saatlerde Amara Kültür Merkezinde bir araya geldiklerini ifade ederek, patlama anına ilişkin şunları anlattı: “Kobane’ye geçiş için kaymakamlıktan izin almak için bekliyorduk. Basın açıklaması bitmek üzereydi. Ben kenarda duruyordum. Birden bir alev yükseldi ve patlama oldu. Bombadan kopan parçalardan dolayı yaralandım. Çok kötüydü, bir sürü insan yaralandı, arkadaşlarımız hayatını kaybetti. Bizler farklı kentlerden gelen kişilerdik. İlçeye sabah erken saatte gelen araçlarda herhangi bir arama ve kontrol yapılmamış. Ancak benim içinde bulunduğum Ankara ve İstanbul aracında arama ve kimlik kontrolü yapıldı. Güvenlik görevlilerinden herhangi bir uyarı yapılmadı. Ancak bize ‘Kobane’ye geçişler kapalı, geçemeyeceksiniz’ dediler.” Yaralılardan Garip Çelik de dehşeti yaşamıştı: “İstanbul’dan gelmiştik. Tam fotoğraf çekmeye çalışırken çok şiddetli bir patlama oldu. Cesetler her yere yayıldı. Cesetlerin altında kaldık, o derece şiddetliydi. Çok büyük bir kargaşa yaşandı. Kamera
Araçlar yaralıları almak istemedi, kargaşa çıktı. Polisler havaya ateş etti. Kitlenin tam ortasında oldu. İstanbul’dan birlikte geldiğim arkadaşlarım hayatını kaybetti.”
Hain saldırı duyulur duyulmaz terörü lanetleyen vatandaşlar sokaklara koştu. İstanbul’da protestonun adresi Beyoğlu’ydu. Protesto sonrası bazı kişiler taş, şişe atınca polis müdahale etti. Başkentte Kızılay’daki Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) Genel Merkezi önünde toplanan gruba HDP ve CHP’li vekiller de destek verdi. İzmir, Mersin, Van, Hakkari, Denizli, Adana, Şanlıurfa, Kayseri, Siirt, Eskişehir, Samsun, Antalya, Diyarbakır, Mardin, Kocaeli, Tunceli, Elazığ ve Kars’ta da protesto gösterileri yapıldı.
Suruç’ta yaşanan katliamı Kuzey Kıbrıs’ta öğrenen Tayyip Erdoğan kısa ve kuru bir başsağlığı mesajıyla yetindi. Erdoğan başsağlığı dilemesinin ardından Kıbrıs’tan dönmedi ve temaslarına devam etti. 30’un üzerinde kişinin katledildiği Suruç ile ilgili sadece açıklama yapmakla yetinen Erdoğan Mısır’da Hüsnü Mübarek’in devrilmesinden ve Mavi Marmara baskının hemen ardından ülkeye geri dönmüştü. Mavi Marmara baskını sırasında Latin Amerika’da olan Erdoğan İsrail askerlerinin gemiyi basmasının hemen arkasından ülkeye geri dönmüştü. Mısır’da Mübarek’in devrildiği sırada ise Ukrayna’da olan Erdoğan hemen yurda dönerek kriz zirvesi toplamıştı. Erdoğan, Suudi Kralı Abdullah’ın ölümünün ardından da yas ilan etmişti. 30’un üzerinde yurttaşın katledildiği
15 Suruç ile ilgiliyse Erdoğan kısa ve kuru bir başsağlığı mesajı ve Sağlık Bakanı’nı göreve çağırmakla yetindi. Erdoğan’ın mesajı: Bugün saat 13:00 sıralarında Suruç’ta maalesef bir terör eylemi sonucunda 28 vatandaşımızın ölümü ve bunun yanında ciddi sayıda yaralıların oluşu bizleri teessüre boğmuştur. Bu vahşeti işleyenleri ben de şahsım olarak, milletim adına lanetliyorum, kınıyorum. Uçağa bindiğimiz anda bu haberi almış olduk. Şu anda bakan arkadaşlarımız Urfa’ya hareket ettiler, başbakanımız süreci Ankara’dan takip ediyor. Bizler de takibe devam edeceğiz. Terör nereden gelirse gelsin lanetlenmelidir. Terörün, dini yoktur, ırkı yoktur, milleti milliyeti yoktur, vatanı yoktur. Teröre karşı tüm uluslararası bir mücadelenin verilmesi gerektiğini hep ifade ettik, ediyoruz. Terör insanlığın huzuruna kast eden bir olaylar silsilesidir.” İnsan Hakları Derneği (İHD) 20 Temmuz 2015 tarihinde Suruç’ta SGDF-ESP-BEKSAV gruplarına yönelik bombalı intihar saldırısının gözlem raporunu açıkladı.
“Olaydan önce kültür merkezinin etrafında polis ve güvenlik görevlisi yoktu.” Raporda olay yerindeki en büyük handikaplardan birinin, olay yerinde hiçbir güvenlik görevlisinin olmamasının bölge insanlarında büyük bir tedirginlik oluşturduğuna dikkat çekilerek, “Basın açıklaması yapılması esnasında daima kitlenin yakınında olan güvenlik görevlilerinin olmaması dikkat çekicidir, patlamadan hiçbir güvenlik görevlisi etkilenmedi.” tespiti aktarıldı. İHD heyetinden Atilla Yazar ile Kadri Konak’ın Amara Kültür Merkezi’nde yaptıkları gözlemler raporda şöyle yer aldı: “Olay yerinde sivil halkta tedirginlik vardı. Olaydan yaklaşık üç saat sonra gelen bomba uzmanlarından sonra olay yeri inceleme geldi. Olay yerinde ilk karşılaştığımız görüntü, parçalanmış cesetler (patlamanın etkisiyle), cesetlerden ayrılmış uzuvlar, sağa sola, binanın camlarına, ağaç gövdelerine, çöp kutularına fırlayıp
yapışmış olan insan etleri vardı. Zaman zaman (40 – 45 derecelik yaz sıcağında) kokudan ve dehşet verici görüntülerden bunalan sağlık personeli ve AFAD görevlileri, güvenlik şeridinin dışına çıkıp yüzlerini yıkayıp dinleniyorlardı.” Suruç Devlet Hastanesi’ne gözlem yapan İHD üyesi Hasret Bulut Doğan ise hastaneye vardığında hastane önünde yoğun kalabalık olduğunu anlattı. Her taraftan çığlıklar, bağrışlar yükseldiğini aktaran Doğan, “Bahçede ağaçların gölgesinde şok geçiren ve insanlara anlamsız anlamsız bakıp hiç konuşmayan hafif yaralılar vardı. Bazıları ise patlamanın etkisiyle duymadıklarını söylüyorlardı. Başlarına geleni idrak edemeyen yaralılar da vardı.” dedi. Doğan, hastane içerisinde de büyük bir telaş ve tedirginlik olduğunu belirterek, görevlilerin ve gönüllülerin koşuşturduğunu şöyle aktardı: “Hastane yetkilileri, hastane kapasitesini artırmak amaçlı, normal hastalarla bir an önce ilgilenip hastaneyi boşaltarak hizmeti artırmayı amaçlıyordu. (Saldırıdaki hastalarla daha rahat ilgilenmek için).” Amara Kültür Merkezi sorumlusunun İHD heyetine anlattıkları ise raporda şöyle yer aldı: “Yaklaşık 300 kişi ile yapılan basının açıklamasının biteceği esnada, biz de kaymakamlıkla görüşüp 20 temsilci ile kültür merkezimize girmek üzereyken şiddetli bir patlama ile sarsıldık. Patlama 11.45’de oldu. Patlamadan hemen sonra ardıma baktığımda kanlar içinde yatan insanlar duruyordu. Patlama basın açıklaması için bir araya gelen insanların tam ortasında gerçekleşti. Olaydan önce kültür merkezinin etrafında hiçbir polis ya da güvenlik görevlisi yoktu. Oysaki tüm basın açıklamalarında çok yakınımızda bulunan emniyet görevlilerinin olmaması son derece dikkat çekiciydi.” İHD Urfa şubesi yönetim kurulunun gözlem ve izlenimleri ile oluşturulan raporun şonuç bölümünde şunlar aktarıldı: “Şanlıurfa’da meydana gelen patlamada 32 kişi yaşamını yitirdi. 104 kişi yaralanmış, yaralıların 50 ye yakını ayakta tedavi edilmiş, 46’sı Urfa’daki hastanelerde tedavi altına alınmış 8’i ise civar illerdeki hastanelere
gönderildi. Olay yerinde kimliği bulunan, Şeyh Abdurrahman Alagöz isimli Adıyaman 26.01.1995 doğumlu şahsın kimliği, olay yerinden alınıp emniyet yetkililerine gösterildiğinde; bu kişiden 6 aydır haber alınamıyordu. Olay yerindeki en büyük handikaplardan biri olay yerinde hiçbir güvenlik görevlisinin olmaması bölge insanlarında büyük bir tedirginlik oluşturdu. Patlamadan hemen sonra Urfa Valiliğinin; gösteri, basın açıklaması gibi demokratik faaliyetleri yasaklaması halkta tedirginlik yaratmakta. Güvenlik önlemlerinin alınmayıp, sadece demokratik faaliyetlerin yasaklanması insanları huzursuz etmekte. Basın açıklaması yapılması esnasında daima kitlenin yakınında olan güvenlik görevlilerinin olmaması dikkat çekicidir, patlamadan hiçbir güvenlik görevlisi etkilenmedi.”
IŞİD 4 ay önce tehdit etmiş: Urfa’yı mahvederiz. Gazete İpekyol’un genel yayın yönetmeni Mustafa Arısüt’e konuşan bir ‘IŞİD yetkilisi’, 22 Mart 2015’te yayımlanan röportajda, Suriye’nin kuzeyinde bulunan ve o dönem örgütün kontrolünde olan Tel Abyad kasabasına yönelik bir YPG ya da ÖSO saldırısına Türkiye’nin izin vermeyeceğini savunuyor. Adı ve örgütteki konumu bilinmeyen ‘yetkili‘, Arısüt’ün “Türkiye niye izin vermez?” sorusuna ise şu yanıtı veriyor: “Türkiye biliyor. Şu anda Ceyşul Hür (Özgür Suriye Ordusu) hem Telabyad’da hem Türkiye’de. Onlar da hazır. ‘Biz de Talebyad’ı istiyoruz’ dediler. İslam Devleti, Türkiye’ye şunu dedi; ‘bir köpek sizden bize girsin, Urfa’yı mahvedeceğiz’. Hemen 5 dakikada hem de. Say 1, 2, 3, 4, 5. 5’inci dakikada Urfa yerle bir olur. Türkiye bu yüzden İslam Devleti karşısında titriyor. İslam Devleti hazır buna. Bu yüzden kimse Telabyad’a gelemez.” Türkiye-Suriye sınırındaki Tel Abyad kasabası yaklaşık bir buçuk yıllık IŞİD hakimiyetinin ardından 15 Haziran 2015’te Suriyeli Kürt güçlerden oluşan Halk Savunma Birlikleri’nin (YPG) kontrolüne geçmişti. Tel Abyad’ı kaybeden IŞİD’in 25 Haziran’da YPG kontrolündeki Kobani’ye yönelik saldırısında 200’ü aşkın kişi yaşamını yitirmişti.
EN KANLI HAFTA
17 Suruç katliamının ardından Türkiye tarihinin en kanlı günlerine ev sahipliği yaptı. Bir haftada içinde 4 polis ve 2 asker şehit düşerken 2’si terörist hayatını kaybetti. PKK terörüyle yıllardır uğraşan Türkiye’nin IŞİD adı altında yeni bir örgütü daha oldu. İki örgüt bir haftada Türkiye’yi kan gölüne çevirdi. İşte son bir haftanın kanlı bilançosu. Türkiye geçtiğimiz hafta Pazartesi günü Suruç’tan gelen haberler sarsıldı. Saat 12:00 sıralarında meydana gelen olayda; Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF) üyesi 300 kişinin Amara Kültür Merkezi bahçesinde IŞİD’in Kobani Kuşatması sonrası Kobani’nin yeniden inşa çalışmaları konusunda basın açıklaması yaptığı sırada bir canlı bomba kendini patlattı. Saldırıda canlı bombayla birlikte 32 yaşamını yitirdi. Saldırıyı Adıyaman nüfusuna kayıtlı 20 yaşındaki Şeyh Abdurrahman Alagöz olduğu ortaya çıktı. Aynı gün Adıyaman kırsalından acı bir haber daha geldi. Adıyaman merkeze bağlı Kömür beldesindeki Kurk ve Derinsu mevkilerinde arazi arama tarama faaliyeti yapan güvenlik güçlerine Terör örgütü PKK mensuplarınca ateş açıldı. Çatışmada 3 asker yaralandı. Yaralı askerlerden Uzman Onbaşı Müsellim Ünal yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayrak şehit oldu. Suruç katliamından 2 gün sonra 22 Temmuz 2015′de PKK, Şanlurfa Ceylanpınar ilçesinde IŞİD’le ilişkili oldukları iddiasıyla 2 polis memurunu evlerinde şehit etti. 23 Temmuz perşembe günü IŞİD, sınırın Suriye tarafından ateş açarak Gaziantep Kilis’te devriye görevi yapan Astsubay Yalçın Nane’yi şehit etti. Olayın ardından tanklar IŞİD mevzilerine bomba yağdırdı. Aynı gün gece saatlerinde TSK’ya ait 4 savaş uçağı Suriye’deki IŞİD mevzilerini bombaladı. Şehit Yalçın ismi veriler operasyonda 30′dan fazla IŞİD teröristinin öldürüldüğü duyuruldu. Daha sonra yapılan ikinci dalga hava bombardımanında ise Kuzey Irak’da PKK’nın Kandil, Zap, Metina, Basyan ve Avaşin kampları bombalandı. Aynı zamanda Suriye’de de üç IŞİD mevzisi yerden top ateşine tutuldu. Türkiye IŞİD’e karşı yapılan operasyona kilitlenmişken bir hain saldırı haberi de Diyarbakır’dan geldi. Kent merkezinde bir trafik kazası ihbarına giden trafik polisleri PKK’lırca pusuya düşürüldü. Saldırıda 2 polisten Tansu Aydın şehit düştü mesai arkadaşı ise ağır yaralandı. Şehit Yalçın operasyonunun ikinci gününde Suriye’deki IŞİD mevzilerinin yanı sıra Kuzey Irak’taki PKK kampları da vuruldu. Kandil başta olmak üzere bölücü örgütün kamplarına F16′lar bomba yağdırdı. Tüm bu gelişmelerin üzerine Türkiye güne dev bir operasyonla uyandı. Birçok ilde IŞİD,PKK ve
DHKP-C gibi örgütlere düzenlen operasyonlarda şu zamana kadar 851 kişi gözaltına alındı. İstanbul Bağcılar’daki operasyonda ise polise ateş açtığı bildirilen DHKP-C militanı Günay Özaslan ölü ele geçirildi. Cumartesi gününde de yurt çapında başlatılan terör operasyonuna ve sınır dışındaki askeri harekata devam edildi. Okmeydanı’nda polise açılan ateş sonucu 2 polis memuru ile bir vatandaş ağır yaralandı. Diyarbakır’ın Lice ilçesinde askeri aracın geçişi sırasında teröristlerce bomba yüklü araç patlatıldı. Hain saldırıda 2 asker şehit oldu, 4 asker yaralandı. Pazar günü de yurt çapında hareketli geçti. Jetler Kuzey Irak’ta Kandil başta olmak üzere terör yuvalarına bomba yağdırırken yurt içinde de saldırılar devam etti. Gazi Mahallesi’nde düzenlenen Günay özaslan’ın cenazesinde çıkan olaylarda bir çevik kuvvet polisi Muhammet Fatih S. şehit oldu.
BURASI KOBANE Kobane 19 Temmuz 2012’de PYD’nin yönetimine geçti. Demokratik özerklik sistemiyle yönetilen Kobane, 16 Eylül’de başlayan IŞİD saldırılarına direniyor. Kobanê hem Kürtler hem de IŞİD için önemi nedir? Yerleşimin Arapça adı Ayn el-Arap. Suriye yönetimi sırasında Halep iline bağlıydı. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı toprakları içerisindeydi. Savaş sonrası bir süre Fransız egemenliğinde kaldı daha sonra Suriye kurulurken Suruç ile arasından sınır geçti. Kobanê Suriye iç savaşı sırasında 19 Temmuz 2012’de Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) silahlı kanadı Halk Savunma Birlikleri (YPG) yönetimine geçti Kobani’nin 2004 yılında kent merkezinde nüfus 44.821 idi; köylerle birlikte toplam nüfus 81.424 idi.* Yüzde 89’unu Kürtlerin oluşturduğu nüfusun yüzde 5’i Türkmen, yüzde 5’i Arap ve yüzde 1’i Ermeni.
19
AY’N EL ARAP Kürtler için: Demokratik özerklik yönetim biçiminin iki yıldır başarıyla yaşatıldığı örnek bir kent Kobanê. Abdullah Öcalan 12 Eylül 1980 öncesi Türkiye’den Suriye’ye Kobanê’den geçti. PKK örgütlenmesinin başından beri en yoğun olduğu bölge. Afrin ve Cizîri’yle karşılaştırıldığında ulaşılması güç ama aynı zamanda mühimmat ve insani yardım desteğinin en zor ulaştırılabileceği bir bölgede yer alıyor. Suriye için: Kobanê yoğun Kürt nüfusu dolayısıyla eski Suriye rejiminin baskı altında tuttuğu bir yerleşimdi. Bu nedenle Kobanê’nin adını Ayn al-Arab yani Arap Pınarı olarak değiştirmişti. IŞİD için: Kentin stratejik bir önemi var. Türkiye sınırı boyunca ele geçirdiği alanın ortasında ada gibi kaldı. IŞİD Kobanê’nin önemini göstermek için kente “Ayn al-İslam” (İslam Pınarı) adını veriyor. IŞİD asın hedefi petrol bölgesi olan Cizîri’ye doğru yürüyüşüne başlamak için cephesinin gerisinde Kürt bölgesi bırakmamak istiyor. Cizîre bölgesinde bulunan Rimelan ve Suveydiye Suriye’nin petrol açısından en zengin bölgeleri.
D SAVAŞA
Financial Times: Türkiye gerçek bir savaşa doğru gidiyor Financial Times gazetesinin uluslararası ilişkiler editörü David Gardner, Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki hava operasyonlarını iki ayrı yazıda değerlendirdi Gardner analizlerinde, Türkiye’nin Suriye politikasının başarısız olduğunu ve hava operasyonunun Erdoğan’ın parlamentoda çoğunluk kazanma umutlarını yeniden canlandırabileceğini yazıyor.
OĞRU
Yazar “Türkiye’nin bombaları başarısız Suriye politikasını ifşa ediyor” başlıklı yazısına, Türkiye’nin hava operasyonlarıyla “sonunda IŞİD’e karşı adım atmaktaki isteksizliğinden vazgeçmiş gibi görünmesini sağladığını” belirterek başlıyor. Ancak Gardner’a göre, Türk hükümeti dışında hiç kimse Ankara’nın IŞİD’e karşı 180 derece yön değiştirdiğine inanmıyor. Yazı şöyle devam ediyor: “Türkiye’nin politikası açıkça değişti. Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan da değişti. Geçen ay yapılan seçimde Türk seçmen AKP’nin parlamentoda çoğunluğu kazanmasını engelledikten sonra, Erdoğan ülkeyi erken seçime götürmekte kararlı görünüyordu.
Erdoğan milliyetçi oyları avlamaya ve seçim zaferi onu başkanlık planlarından alıkoyan Kürt yanlısı koalisyonu terörist olarak karalamaya çalışıyor.” Gardner son gelişmelerle birlikte, Türkiye’nin Suriye ve Kürtlere yönelik stratejisinin “artık çözüldüğü” değerlendirmesinde bulunuyor. Suriye’deki savaşın başladığı 2011’den bu yana yaşananları hatırlatan Gardner, Esad’ın giriştiği savaşa, Erdoğan’ın “reddedilmiş bir aşık” öfkesiyle tepki verdiğini belirtiyor ve yazısını şöyle sürdürüyor: “Güney sınırını Esad’a karşı savaşmak isteyenlere açtı. Ülkenin istihbarat servisi MİT, Suriyeli muhaliflere silah gönderdi. Ahrar el Şam örgütüne gitmesi planlanan bu yardımlar, El Nusra ve IŞİD gibi örgütlerin eline de geçti. IŞİD geçen sonbaharda Kobani’yi işgal ettiğinde Erdoğan IŞİD ile PYD’nin (Kürt Demokratik Birlik Partisi) bir farkı olmadığını söyledi. Diğer taraftansa PKK ile müzakerelere başladı. Kürtlerin çoğu kendileriyle oyun oynandığını düşündü”. Erdoğan’ın Kürtlerin desteğini kaybetmesiyle başkanlık hayallerinden olduğunu vurgulayan Gardner,
21
AKP’ye karşı olan Kürtler ve Türklerin partiyi IŞİD’in “suç ortağı” olarak görmeye başladığını ifade ediyor: “AKP’nin cihatçıların topraklarından geçişine yönelik yarattığı ‘izin verici ortam’ Türkiye’de IŞİD sempatizanları için yer açtı. Polisin, savcıların ve istihbarat servisin bağışıklık sistemi zarar gördü”. Gardner Türkiye’de IŞİD destekçileri ve cihatçıların rahat hareket edip gösteriler düzenleyebildiğine dair verdiği örneklerin ardından, hükümetin her zamanki gibi bu kişileri değil, bunları haberleştirenleri cezalandırdığını yazıyor: “MİT’in silah dolu tırlarını haberleştiren Cumhuriyet Gazetesi Editörü Can Dündar casuslukla suçlanıyor. Silah naklini durdurmak isteyen polis ve savcılar cezaevinde. Milliyet gazetesi yazarı Kadri Gürsel de, Türkiye’deki IŞİD saldırılarından Erdoğan’ın sorumlu olduğunu yazdığı için geçen hafta işten çıkarıldı.”
“Türkiye IŞİD’in PYD ile savaştığı yerleri vurmuyor” Gardner yazısında Türkiye’nin hava operasyonu düzenlediği noktalara da dikkat çekiyor ve vurulan yerlerin Suriye’nin kuzey batısında, Ahrar el Şam örgütüne yardım
gönderilen rota üstünde olduğunu belirtiyor: “Ancak Türkiye daha doğuyu, yani IŞİD’in PYD ile savaştığı yerleri vurmuyor. Bu da hükümetin gözünde bir ‘kötü IŞİD’, bir de PYD’nin ilerleyip Fırat’ı geçmesini engelleyen ‘iyi, daha doğrusu yararlı’ IŞİD olduğunu gösteriyor.” Gazetenin uluslararası ilişkiler editörüne göre “Bu bariz çelişkiler çok fazla dayanamaz. Öncelikle PYD sahada IŞİD’e karşı en etkili mücadeleyi veren örgüt. IŞİD ise ufak ayrıntıları önemsemeden, geri saldırıda bulunacaktır. Türkiye beğense de beğenmese de gerçek bir savaşa doğru gidiyor.”
“Erdoğan’ın parlamentoda yeniden çoğunluk kazanma umutları alevlendi” Operasyonun genel seçim sonrası geçici AKP hükümeti döneminde başlatıldığını hatırlatan yazar, “geçiş sürecindeki Türkiye’nin bir pusulası olmadığı” değerlendirmesinde bulunuyor. Gardner koalisyon görüşmeleri sürse de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ülkeyi sonbaharda erken seçime götürüp, burada başkanlık için yeterli desteği kazanmayı umut ettiğini belirtiyor. Yazıda görüşüne yer verilen, Washington’daki
Brooking Enstitüsü’nden Hakan Altınay, “Erken seçim çok riskli: AKP’nin yenilmezlik imajı kayboldu ve artık herkes ne kadar kırılgan olduklarını biliyor” diyor. Türkiye’nin IŞİD ile mücadeleye ne kadar sadık kalacağına dair endişelerin olduğunu belirten Gardner, yurt içi ve dışındaki operasyonlarda daha çok Kürtlerin hedef alındığını yazıyor. Haberde gazeteci Mustafa Akyol’un görüşlerine de yer veriliyor: “Kürtlerle barış süreci hiç bir zaman bu kadar kırılgan olmamıştı. İki ucu keskin bir bıçak üstünde yürüyoruz”.
Economist: Türkiye, Kürtlerin gücünü kısıtlamakta kararlI
ATEŞKES YOK
Economist dergisi “Türkiye ile Kürt militanlar arasındaki ateşkes bitti” başlıklı yazısında Türkiye’de son günlerde yaşananlara yer verdi.. “Nihayet IŞİD’e saldırmasından sadece bir gün sonra, Türkiye silahlarını eski düşman PKK’ya çevirdi” diyen dergi, örgütün hapisteki lideri Abdullah Öcalan iki yıldır hükümetle bir barış anlaşması müzakere ederken PKK’nın da ateşkese uyduğunu söylüyor. Economist PKK’nın geçen hafta polis öldürerek ateşkesi ilk bozan taraf olduğunu hatırlatıyor ve 25 Temmuz’da Türk jetlerinin Irak’taki PKK kamplarını hedef aldığını anlatıyor. Dergi çatışmaların PKK ile hükümet arasındaki ateşkese kesin bir nokta koyduğunu söylüyor. Economist’e göre durum Türkiye’nin IŞİD’i yok etmek için ABD’nin öncülüğünde girişilen askeri harekâta katılma konusunda ki yeni, istekli halini karmaşıklaştırıyor. ABD’nin PKK’yı terör örgütü olarak tanımladığını söyleyen Economist, Washington’ın PKK’yla yakın müttefik olan Suriye’deki Kürt YPG savaşçılarına destek verdiğini aktarıyor. Dergi “Suriye’de ele geçirebildikleri her yerde Kürt kantonları kurmaya başladılar. Türkiye, ABD’nin IŞİD’e karşı giriştiği harekâta katılmış olabilir. Ama saldırılar Kürtlerin bu savaşta elde ettikleri büyüyen gücünü kısıtlamaya kararlı olduklarını gösteriyor” diyor. Türkiye’nin saldırılarının içeriye dönük bir siyasi amacı da olduğunu söyleyen dergi, şöyle devam ediyor; “İktidardaki AKP, 7 Haziran’daki seçimlerde HDP yüz
de 10 barajını geçince tek başına iktidar olmak için gereken çoğunluğu kaybetti. AKP bir koalisyon hükümeti için gereken ödünleri vermeye isteksiz göründü. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan sonbaharda erken seçime gidebilir. Erdoğan iktidarı döneminde Kürt sorununa pragmatik yaklaşımıyla tanındı. Ama geçen yıl cumhurbaşkanı seçilmesinden bu yana Kürt karşıtı, milliyetçi bir tutum takındı. Çoğu kişi hükümetin HDP’nin yüzde 10 barajının altında kalması umuduyla PKK’ya saldırma ve Kürt karşıtı duygulara oynama fırsatını kullandığına inanıyor.” AKP’nin ezici üstünlüğüyle oluşacak bir parlamentonun Erdoğan’ın anayasayı değiştirmesini ve başkanlık sistemi projesini mümkün hale getirebileceğini söyleyen Economist yazıya şöyle son veriyor; “Amerika IŞİD’le mücadeleyi zayıflatabileceği korkusuyla, Türklerin Kürtlere karşı giriştiği yeni saldırılardan kaygılı. Erdoğan hala Türkiye’deki Kürtlerle barış yapmak istediğini ileri sürüyor. Ama Türkiye’deki çok sayıda Kürt de PKK’ya yoğun bir sempati beslerken örgütün kamplarını bombalamak, bu amaca ulaşmak için pek olası bir yol değil.”
23
Erken seçim şehit cenazelerine bağlı!..
KANLI TEZGAH AKP’nin üst düzey ismi: Ağustos ayında seçim anketi yapılacak. Kararımızı onu gördükten sonra vereceğiz.
Reuters haber ajansına göre AKP’nin erken seçim tercihi 1-10 Ağustos arasında yaptırılacak anket sonucu netlik kazanacak. Son terör olaylarının anketlerde AKP’ye nasıl yansıdığı ele anılacak. Başka bir deyişle “şehit cenazalerinin” AKP’ye yarayıp yaramayacağı incelenecek. Yani şehitlerimizin kanı yine siyasete alet edilecek. Reuters haber ajansı, AKP’li üst düzey bir yetkilinin açıklamalarına dayandırarak, “AKP’nin Ağustos ayı başında yaptıracağı anket sonucuna göre koalisyon ya da erken seçim için bir rota çizeceğini” öne süren bir haber-analiz yayınladı. 7 Haziran sonrası süreç özetlenerek, AKP ve CHP’li yetkililerin görüşlerine yer verildi. Analizde görüşü yer alan CHP’li üst düzey bir yetkili, CHP ile görüşmeler esnasında dahi AKP’nin MHP’yi hep yedeğinde tuttuğunu belirterek, “Türkiye’deki son gelişmelerle birlikte AKP ile MHP arasında bir hükümet seçeneği doğmaya başladı. Ama böyle bir hükümet kurulursa Türkiye için felaket olur. Belki AKP-MHP denenecek ama bu başarılamaz ve yeniden CHP’ye gelirler” dedi. AKP’li üst düzey bir yetkili ise, dönem dönem oy oranlarına dair anketler yaptırdıklarını ve 1-10 Ağustos
arasında sonuçlarını alacakları ankete göre koalisyon görüşmelerinde ne yapacaklarına karar vereceklerini kaydetti. Söz konusu AKP’li yetkili, “Bu anketlerde tek başına iktidar sonucunu yakalarsak koalisyon görüşmelerinin sona erdirilmesi beklenebilir. Bu durumda erken seçime gidilir. Ama anketlerde başka bir tablo ortaya çıkarsa iki alternatiften (CHP ya da MHP) birini bekleyebilirsiniz. MHP ihtimalini de kimse küçümsemesin” dedi.
‘IŞİD, PKK ve DHKP-C, hükümet çalışmalarını sabotaj için birlikte hareket ediyor’
HÜKÜMETE SABOTAJ Başbakan Ahmet Davutoğlu, PKK, IŞİD ve DHKP-C’nin aynı anda, birbiriyle mutabakat halinde hükümet kurma çalışmalarını sabote etmek harekete geçtiğini için öne sürdü.
31 kişinin hayatını kaybettiği Suruç saldırısıyla birlikte, PKK, DHKC ve IŞİD’in saldırı silsilesine başladığı iddiasında bulunan Davutoğlu, sözlerine, ” 7 Haziran seçimleri bir tablo ortaya koymuş, biz AKP olarak görevimizi yapmaya çalışırken, Türkiye’yi hükümetsiz bırakmamak için çalışırken üç terör örgütü üç eş zamanlı saldırı gerçekleştirmiştir” diye başladı. Son bir haftada yaşanan gelişmeleri Türkiye’ye karşı noktasal değil, eş zamanlı saldırılar olarak yorumlayan Başbakan, “Tam biz DEAŞ mücadelemizin nasıl olacağı yönünde planlamalar yaparken, aynı gün 20 Temmuz’da bu sefer Adıyaman’da PKK harekete geçti ve uzman çavuşumuz şehit edildi. Hani bugün PKK ve DEAŞ savaşıyor diye düşünenler var ya, zamanlamaya dikkat etsinler. Hemen 22 Temmuz’da bu sefer Ceylanpınar’da polis memurlarımız alçakça kalleşçe, uyurken enselerinden vurularak şehit edildiler” dedi. Davutoğlu, şöyle devam etti: “Biz istihbarat birimlerine talimat verdik ve bize gelen bilgilerle, PKK’nın telsiz konuşmalarından onlar tarafından gerçekleştirildiğini tespit ettik. Yine aynı gün, Suruç’ta katledilen vatandaşlarımızın nakli esnasında istanbul’da DHKP-C’liler harekete geçti ve İstanbul sokaklarının kendi hakimiyetleri altındaymışçasına gösteri yapmaya kalkıştı.” “Sanki perde arkasında bir odak, mutabakat içinde oldukları izlenimi veren üç örgütü aynı anda n
harekete geçirdi” diyen Davutoğlu, bu saldırıların hedefinin Türkiye demokrasisi olduğunu ve saldırıların AKP’nihükümeti kurma çabalarını baltaladığını savundu. Davutoğlu, “Hükümet kurmaya çalışıyoruz, bu üç terör örgütü hükümet kurma çabamızı sabote etmek için aynı anda harekete geçiyor” dedi. Suruç saldırısının ardından CHP dışında kimseden teröre karşı ortak metin imzalama çağrısına cevap alamadığını bir kez daha hatırlatan Başbakan, HDP’lileri Kandil’den talimat almakla suçladı: “Şimdi barış çağrısı yapanlar, biz ortak mutabakat derken neredeydiler? Kandil’den alacakları talimatı bekliyordu. Madem ki talimat aldıkları bir yer var, talimat aldıkları yeri gerektiği zaman gerektiği anda cezalandırırız ve cezalandırmaya kararlıyız.” Davutoğlu, HDP’nin gerçekleştirilen askeri operasyonlara hakkında niçin bilgilendirilmediğini ise şöyle açıkladı: “İkircikli tavırda olanlarla bizim görüşmelerimiz sınırlı olur. Terörle arasına mesafe koyamayanların terör bilgilendirmesi alma hakkı yoktur. Bir bilgi verdikten kaç dakika sonra bilgilerin Kandil’de olacağından nasıl emin olabiliriz?” Polisin yaptığı operasyonda vurularak öldürülen Günay Özarslan’ın cenazesinin üç gün boyunca Gazi Cemevi’nden polis saldırıları nedeniyle kaldırılamamasına da değinen Başbakan, ‘cenazeye saygı duyduklarını’ savunup, sözlerine şöyle devam etti: “Bir teröristin cenazesini bahane ederek yüzlerini maskelerle kapatarak sokağa çıkmak isteyenlere tepkimizi açıkça ortaya koyduk. Yüzüne maske takanlar hakettikleri muameleye maruz kalacak.”
25
‘Verilmiş haklar neyse bu hakları aynen kullanacaktır’
ÇÖZÜM SÜRECİ BİTTİ Cumhurbaşkanı Erdoğan: 78 milyon vatan evladı, bugüne kadar verilmiş haklar neyse bu hakları aynen kullanacaktır Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, çözüm sürecine ilişkin olarak “Milli birliğimize ve kardeşliğimize kast edenlerle çözüm sürecini devam ettirmek mümkün değil” dedi. Erdoğan, konuşmasının devamında “78 milyon vatan evladı, bugüne kadar verilmiş haklar neyse bu hakları aynen kullanacaktır” ifadesini kullandı. Erdoğan’ın Çin ziyareti öncesi Esenboğa Havalimanı’nda yaptığı basın açıklamasında çözüm sürecine dair kendisine yöneltilen soruya verdiği yanıt şöyle: “TSK’nın PKK kamplarına operasyonu devam etti. Ama bir yandan da başka sürece ilişkin soru işareti var. çözüm süreci. Çözüm süreci bitti mi? Devam edecekse hangi şartlarda devam edecek? Çözüm sürecinin başlangıcına bakalım, geldiğimiz noktaya bakalım. Demokratik açılım olarak başladık bu hükümetimizin samimi niyetiydi. Mesafe aldıkça milli birlik kardeşlik projesi olarak zenginleştirdik. Akil insanlar çalışmalarını başlattık. Anadolu’nun dört bir yanında temsileri göndererek Anadolu’nun nabzını aldık. O arada çözüm sürecini anlatıyorduk. Ve son seçimlere yerel 30 Mart seçimlerine bütün bunlara giderken bir şeyi gördük. Çözüm sürecinin istismarını gördük. Çözüm süreci Mart’ta başbakan olarak partimin başındaydım. Maalesef karşılığını bulmadı.
Ve daha sonra yapılan genel seçimlere geldiğimizde bu işin ciddi manada hasar gördüğünü gördük. Bu hasarla birlikte ortada bir gerçek var. Bu ülkede milli birliğimize kast edenlerle bir çözüm sürecini devam ettirmek, öyle zannediyorum ki mümkün değil. Olması gereken nedir? Ve daha sonra yapılan genel seçimlere geldiğimizde bu işin ciddi manada hasar gördüğünü gördük. Bu hasarla birlikte ortada bir gerçek var. Bu ülkede milli birliğimize kast edenlerle bir çözüm sürecini devam ettirmek, öyle zannediyorum ki mümkün değil. Olması gereken nedir? Milli birliktir, kardeşliktir. Bu kardeşlik zaten, çözüm süreci denilen başlığın çok çok önünde olan içeriği zengin bir başlıktır. Bununla bu ülkede 78 milyon vatan evladı, bugüne kadar verilmiş haklar neyse bu hakları aynen kullanacaktır. Geri adım söz konusu değildir. Ret politikalarını, asimilasyon politikalarını ayaklar altına alan iktidar, iktidarımızdır. Altyapı üst yapı yatırımlarını yapan iktidarımızdır. Hak ve özgürlükler noktasında hiçbir iktidarın veremediklerini veren bizim iktidarımız olmuştur. Ama bunun lafını yapıp, uygulamaya gelince acımasızca tehditlerle sandıklar silahların gölgesinde işlev görmeye kalkarsa bunun adı demokrasi olmaz. Biz demokrasinin gerçekten aklın, aklı selimin egemen olduğu bir ortamda sağlıklı şekilde yürüyeceğine inanıyoruz. Aklı selimin yeterli olmadığı ortamda demokrasi olabilir mi? Olamaz. Orada çılgınlıklar oluyor, bunun bedeli de maalesef çok çok ağır oluyor.”
AKP ve MHP el ele: ‘Terör olaylarının nedenini araştırmayalım’
MECLİS TERÖRE ‘EVET’ DEDİ TBMM Genel Kurulu, CHP’nin talebi üzerine bugün olağanüstü toplandı. ‘Terör olaylarının nedenlerinin araştırılması ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis Araştırması açılmasına ilişkin önerge’ AKP ve MHP’nin oylarıyla reddedildi TBMM Genel Kurulu, CHP’nin talebi üzerine bugün (29 Temmuz) saat 15.00’te olağanüstü toplandı. Meclis’te “Toplumsal barışı tehdit eden artan terör olaylarının nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis Araştırması açılmasına ilişkin önerge” görüşüldü. Meclis Başkanlığını Şafak Pavey yaptı. Hükümet sözcüsü olarak Bülent Arınç, AKP’den Mahir Ünal, CHP’den Levent Gök, MHP’den Ümit Özdağ, HDP’den Osman Baydemir konuştu. Oturumu yöneten CHP Meclis Başkanvekili Şafak Pavey insanların, öfkelerden, nefretlerden daha kıymetli olduğunu, oldukça hassas günlerde olunduğunu belirtti. Siyasi şiddetin, toplumsal huzursuzluğun her zamankinden daha acil, sağduyuya ve mantığa çağırdığını, felaketin neye benzediğini unutanlara su satmak için yangın çıkarmak fikrinin cazip geldiğini fakat yangın bir felaket olduğunu ve felaketten kar umanların da kül olacağını söyledi. Bülent Arınç’ın “hükümetin terörle, teröristlerle topyekun mücadele kapsamında yaptığı çalışmaların içerisinde konunun görüşülmesi gerektiğini” belirterek, bu nedenle toplantı çağrısını yapan CHP grubuna teşekkür etti. Arınç operasyonlarda 1061 kişinin gözaltına alındığını, 156 kişinin serbest bırakıldığını, 847 kişinin PKK ve DHKP-C’ye yönelik operasyonlarda, 136 kişinin de IŞİD’e yönelik operasyonlarda gözaltında alındığını, 31 kişinin de tutuklaındığını söyledi. 6-8 Ekim Kobane eylemlerini “kırılma noktası” olarak tanımlayan Arınç, HDP’yi hedef aldı. Arınç HDP’li siyasilerin “tehditkar açıklamalarla” süreci istismar ettiğini savundu. ‘IŞİD’i işitmediniz değerli milletvekilleri’ CHP adına araştırma komisyonu kurulmasını öneren Levent Gök, “Terör karşısında bütün partiler birlikte olmayacak da ne zaman beraber olacak?” diye sordu. Terörün sorumlusunun AKP hükümeti olduğunu söyleyen Gök, IŞİD tehlikesinin sadece sınır ötesinde değil sınırın içinde de olduğunu ifade etti. Gök şöyle konuştu: “Bugün çözüm süreci bitti diyorsa bunun sorumlusu iktidardır. Suriye’nin iç çatışmasında
taraf olanlar bugün yaşananların sebebidir. IŞİD tehlikesine karşı siyasi iktidarı uyardık. IŞİD tehlikesi sınırımız dışında değil içeride. Sincan’da hemen her gün IŞİD’e her gün dolmuşla sefer yapıldığını görmüyor musunuz? IŞİD’i işitmediniz.” “Çözümün adresi Meclis dedik size kredi veriyoruz dedik siz bizim teklifimizi elinizin tersiyle ittiniz” diyen Gök üç partiye de Kürt sorununun Meclis’te çözülmesi için çağrı yaptı: “Ülkemizdeki Kürt sorununun çözüm adresi de Meclis’tir. Biz CHP olarak bütün partilerle AKP’li kardeşlerimizi, HDP’li kardeşlerimi MHP’li kardeşlerimizi bir araya gelmeye çağırıyoruz.” ‘Müzakere olursa terör örgütü muhatabımız olacak’ MHP’li Ümit Özdağ ise Ortadoğu’daki savaşın dalgalarının Türkiye’yi vurduğunu, işin çığırından çıktığını söyledi. İşleri çığırından çıkaran durumun PKK ile müzakere ve dış politikalar olduğunu savunan Özdağ, AKP’yi suçladı ve “terör örgütü muhatap alınacak” diye çözüm girişimlerine de karşı çıktı. Esad’ı devirme tutkusuyla AKP’ninSuriye’de PKK’nin önü açtığını, Türkiye’yi Pakistanlaştırdığını savunan Özdağ, HDP’nin barış çağrılarına inanmadıklarını söyledi. ‘ Meclis’in ‘evet’ demesiyle savaş 48 saat içerisinde durur’ HDP’li Osman Baydemir, acıların yaşanmamasının yolunun Meclis olduğunu ifade etti. Ceylanpınar’da katledilen polislerin de kardeşi olduğunu söyleyen Baydemir, misliyle yanıt verme mantığıyla sorunun çözülemeyeceğini söyledi. El ele vererek toplumun tek bir ferdinin hayatını kaybetmeyeceği zemini inşa edelim çağrısı yapan Baydemir, Meclis’in ‘evet’ demesiyle savaşın 48 saat içerisinde duracağını belirtti. Konuşmaların ardından oylamaya geçildi ve CHP’nin terör olaylarının nedenlerinin araştırılmasına yönelik Meclis’e verdiği önerge AKP ve MHP’nin hayır oylarıyla reddedildi.
27
Sektör ağır darbe aldı eylemler durmadı
TERÖR TURİZMİ BAŞLADI Alanya İlçesi’nde terör olaylarını protesto için HDP ilçe binasına Türk Bayrağı asan grup ile bir başka grup arasında taşlı ve sopalı kavga çıktı. Polisin biber gazı kullanarak müdahale ettiği olaylarda 1’i polis 15 kişi yaralandıtaşlı ve sopalı kavgada yaralanan bir kişinin öldüğü iddiaları üzerine yeniden olaylar çıktı.
Alanya İlçesi’nde terör olaylarını protesto için HDP ilçe binasına Türk bayrağı asan grup ile bir başka grup arasında çıkan taşlı ve sopalı kavgada yaralanan bir kişinin öldüğü iddiaları üzerine yeniden olaylar çıktı. HDP İlçe binasının bulunduğu Bankacılar Caddesi’nde toplanan yaklaşık 500 kişilik grup, slogan attı. Grup daha sonra HPB binasını taşladı. Atılan taş nedeniyle binanın camları kırıldı. Cadde üzerindeki Doğu illerinden gelen vatandaşlara ait işyerlerin camlarını da taşlayan öfkeli kalabalık, zaman zaman kendilerine tepki gösteren esnafı da kovaladı. Olayların yeniden çıkması üzerine bölgeye Antalya’dan çevik kuvvet ekipleri sevk edildi. Jandarma ekipleri de bölgeye destek amacıyla gönderildi. Olay yerine elinde Türk bayrağıyla gelen Alanya Kaymakamı Hasan Tanrıseven, kalabalığı yatıştırmak istedi. Öfkeli kalabalık, Kaymakam Tanrıseven’e, tepki gösterdi. Grup daha sonra Kaymakam Tanrıseven aleyhine “Seni istemiyoruz” diye slogan attı. Kaymakam Tanrıseven, eline aldığı megafonla grubu sakinleştirmeye çalıştı. Kalabalığın tekrar slogan atması üzerine Alanya İlçe Emniyet Müdürü Mehmet Ömür Saka, Kaymakam Tanrıseven’in güvenlik koridorunun arkasına geçmesini istedi. Polis daha sonra TOMA, biber gazı ve gaz bombalarıyla gruba müdahale etti. Ara sokaklara dağılan grup, bir süre sonra Atatürk Caddesi’nde toplanarak yolu trafiğe kapattı. Bir kişinin öldüğü iddiası doğrulanmazken halen devam eden olaylarda şu ana kadar 1’i polis, 14 gösterici olmak üzere 15 kişi yaralandı.
Köylerde 8-12 yaşlarındaki çocuklarımıza kendi eğitimlerini verdiği iddia ediliyor
IŞİD’E 10 BİN TC VATANDAŞI 10 bin Türkiye vatandaşı IŞİD saflarında’ diyen CHP adına konuşan İstanbul Milletvekili Murat Özçelik Genel Kurul’da uyardı. Son bir haftada 46 vatandaşımız hayatını kaybetti. Acımız çok büyük. Bu olayların tamamına değindi ama Suruç’ta katledilen 31 vatandaşımız hayatını kaybetti. Ardından Binbaşımız, askerlerimiz, polisimiz şehit edildi. Yaşanan olaylardan dolayı büyük üzüntü duyuyoruz, bu terör eylemlerini gerçekleştirenlerini lanetle kınıyoruz. Şehitlerimize rahmet, ailelerine sabır diliyoruz. Olaylara silsileyle bakarsak Suriye’deki savaşla Türkiye’de başımıza gelenler arasında bazı irtibatlar kurabiliriz. 2013 yılında Cilvegözü’nde patlama oluyor burada 3 yurttaşımız 14 de Suriyeli kişi ölüyor. 11 Mayıs ‘ta Reyhanlı’da 50 kişi hayatını kaybediyor. 2014 Ocak ayında Hatay’da Suriye’ye silah götürüldüğü iddia edilen bir TIR durduruluyor. MİT mensuplarının aranmasına izin verilmiyor. Bundan bir kaç gün sonra Adana - Ceyhan’da 4 TIR aratılmıyor. 2014 Mart ayında Niğde’de IŞİD 1 polisimizi 1 askerimizi şehit ediliyor. Bu arada Türkiye sınırındaki bazı köylere saldırıyor. Burada IŞİD 15 kişiyi katlediyor. IŞİD 6 Haziran’da Musul’a saldırıyor. Musul Başkonsolosluğumuza, Irak yetkilileri IŞİD kapıda burayı terk edin deniyor ama Ankara’dan terk edin demediği için 46 vatandaşımız IŞİD’in elinde günlerce kaldı. Sonra Şengal’e yöneldi IŞİD ve sonrasında da Kobani’ye saldırı gerçekleşti. 5 Haziran’da HDP’nin Diyarbakır mitingine bombalı saldırı yapılıyor. Sonra da Suruç’taki olay yaşanıyor. Bir defa Suriye içinde IŞİD diye bir örgüt var ama Türkiye’nin aldığı tedbirlere baktığımızda hiç bir şey yok.
Suriye’den az sayıda mülteciler geliyordu. Bir süre sonra bütün güney illerimizde çok ciddi sosyal sorunlar ortaya çıktı ve öyle bir hal aldı ki bu Türkiye’de kendi vatandaşlarımız arasında da infiale yol açtı. Bir de baktık ki IŞİD’e dünyanın çeşitli ülkelerinden Türkiye’yi transit ülke olarak kullanan binlerce insan gitmiş. Ve öyle ki oradaki çatışmalar neticesinde Türkiye’deki hastaneler kullanıldı ve bu destek Türkiye’nin gözünü başka yere çekmesi Türkiye’de de önemli bir faliyetin başlamasına neden oldu. IŞİD bu zaman zarfında maalesef adam devşirme faaliyetine, eğitim faaliyetine girişti. Yaklaşık 10 bin kendi vatandaşımız ya IŞİD’in saflarına gitti savaştı ya da lojistik faliyetler içinde oldu. IŞİD, şu anda Gaziantep’in karşısındaki köylerde 8-12 yaşlarındaki çocuklarımıza kendi eğitimlerini verdiği iddia ediliyor. Her ne kadar Türkiye hükümetin aldığı kararlarla sanki bir politika değişikliğine gidiyormuş gibi görünse de bu böyle değil. Türkiye’de eş zamanlı başlatılan operasyonlar ve IŞİD ve PKK’ya yönelik sınır ötesi hareketler, Suriye politikası, çözüm süreci ve selefi gruplara yönelik göz yummanın devam edememesi üzerine başlatılmıştır.
29
Binbaşı Arslan Kulaksız sokak ortasında silahlı saldırıya uğradı
BİR KOMUTAN VURULDU Muş’un Malazgirt İlçe Jandarma Komutanı Binbaşı Arslan Kulaksız’ın şehit edilmesiyle ilgili soruşturmada, 10 kişi gözaltına alındı.
Muş’un Malazgirt İlçe Jandarma Komutanı Binbaşı Arslan Kulaksız, teröristlerce uğradığı silahlı saldırı sonucu şehit oldu. Binbaşı Arslan Kulaksız’ın katillerini bulmak için operasyonlar düzenleniyor. Binbaşıya siyah renkli bir otomobilden ateş açıldığını ve olayı gördüğünü belirten 13 yaşındaki Muhammet K.’nın ifadesi üzerine Malazgirt’i didik didik arayan polis, Binbaşı Kulaksız’ın şehit edildiği yere 200 metre uzaklıkta siyah renkli Balıkesir plakalı siyah bir otomobilde bulunan 4 kişiyi gözaltına aldı. Binbaşı Arslan Kulaksız, eşi ve çocuğunun da içinde bulunduğu araç PKK’lılar tarafından kurşunlandı. Olayda ağır yaralanan Kulaksız, kaldırıldığı Malazgirt Devlet Hastanesi’nde tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı. Olay, saat 19.00 sıralarında Malazgirt ilçe merkezinde meydana geldi. Arkadaşıyla görüştükten sonra eşiyle birlikte eve dönen Binbaşı Arslan Kulaksız yolda silahlı saldırıya uğradı. Ağır yaralanan Arslan Kulaksız hayatını kaybederken eşi ise hafif yara aldı. Evli ve 2 çocuk babası Arslan Kulaksız’ın uğradığı silahlı saldırı olayını gördüğünü belirten Muhammet K., “Önde giden arabaya arkadan siyah bir otomobil yanaştı ve ateş edildi. Ateş edilen otomobil durdu, diğeri
uzaklaştı” dedi.
Genelkurmay Başkanlığı, Malazgirt’te şehit olan Binbaşı Arslan Kulaksız’ın şehit olmasına ilişkin yaptığı açıklamada; ‘Silahlı saldırıya uğrayan Jandarma Binbaşı Arslan Kulaksız, saat 22.30’da şehit olmuştur. Hunharca, adice ve kalleşçe gerçekleştirilen bu saldırıyı şiddetle kınıyor, şehidimize Allah’tan rahmet, şehidimizin değerli ailesine ve Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarımıza başsağlığı ve sabırlar diliyor, saldırıda yaralanan eşine de acil şifalar temenni ediyoruz’ diye kaydetti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, şehit Binbaşı Kulaksız’a Allah’tan rahmet, ailesine ve TSK camiasına başsağlığı dileğinde bulundu. Erdoğan şehit binbaşının saldırıda yaralanan eşi Sibel Kulaksız ile de bir telefon görüşmesi yaptı; kendisine geçmiş olsun dileklerini iletti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Muş’un Malazgirt ilçesindeki terör saldırıyla ilgili olarak Genelkurmay Başkanlığından bilgi aldı. Cumhurbaşkanlığı kaynaklarından edinilen bilgiye göre Erdoğan, saldırıda ağır yaralanmasının ardından kaldırıldığı hastanede hayatını kaybeden Malazgirt İlçe Jandarma Komutanı Aslan Kulaksız’ın vefatı nedeniyle Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’e taziye dileklerini de iletti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şehit Binbaşı Kulaksız’a Allah’tan rahmet, ailesine ve TSK camiasına başsağlığı dileğinde bulunduğu öğrenildi.
Şehidin dedesinden örnek davranış
ATEŞ DÜŞTÜĞÜ YERİ YAKTI Mardin’de şehit düşen jandarma komando er 20 yaşındaki Barış Akkabak’ın dedesi Ramazan Akkabak, kendileri için toplanan yardım parasını, evlatlık verilen torunları ve fakir öğrencilerin eğitimi için kullanacağını söyledi.
31
Erdoğan Kahya
VE ARTIK SENSİZİM... Oldum olası severim şiirleri, şiir karalamayı ve okumayı… Şiir kendini yalnız hissettiği zaman sigara gibi bir dosttur. Yakarsın acı duymaz, söndürürsün kızmaz, çöpe atarsın sesi çıkmaz. Yalnızlık duygularını bastırmak istersen hemen yanı başındadır. Ben şiiri genellikle ağlamak için okurum. Gözyaşların sel olsun isterim okurken… İçimdeki bütün karan...lıkları aydınlığa çevirir ağlamak. Yüreğimdeki dinmek bilmeyen acıları dindirir ağlamak. Biri beni üzdü mü, hemen şiir kitaplarına sarılırım. İhanete uğramışsam koşar adım şiirler okurum. Ağlarım da sonunda… Tıpkı şarja bağlanmış akü gibi. İşte böyle bir günümde elime geçti “… ve artık sensizim” adlı şiir kitabı. Nevin Kurular’ın imzasını taşıyor. Şu şiiriyle özetlemek lazım aslında kitabını: Artık sensizim Gidiyorsun ya… Kara bulutları katmış ardına, Acıları yüklenmiş sırtına Dörtnala geliyor yalnızlığım. Gidiyorsun ya… Ne kadar da mutlu çaresizlikler Yüreğimin gergefinden cımbızlarla çekiyor, Nakış nakış umutları. Ankaralı Nevin Kurular’ın şiirlerini okurken bir şey daha fark ettim. Kadın duyarlılığı ve duygusallığı ile erkek arasındaki farkı… Kadınların, duygularını şiire dökerken
kendini belli etmeleri. Çünkü; şiirleri alıp, yazarına bakmazsanız, vereceğiniz ilk karar “Kesinlikle bu şiirler bir kadının duygusallığının ürünleri” dersiniz. Şiirdeki özlemler, coşku, isyan ve kırgınlıklar, ümitler ve bekleyiş kadını ele veriyor. Buna ister feministlik deyin, ister kadın duygusallığı ama bir gerçek var ki; kadınlar erkeklerden duygusallık konusunda daha önde. Kadın dayanışması, ya da kadınların ortak sesi olmak da cabası. Bunu şiirlerine yansıtıyor kadınlar… Bir de şairler yalnızlığı, yalnız kalmayı, hatta daha da ötesi terk edilmeyi aşık olmak kadar seviyorlar. Kadını da erkeği için de aynı bu. Daha çok acı çekmek istiyorlar adeta: “Sen gidersen… Ben biterim.. Biterim can biterim” derken adeta sevdiğinin gitmesini, bu gidişin ona acı vermesini yeğlerler… Kitabın adı da bu yüzden, “… ve artık sensizim” derken sevgili Nevin, vuslata ermenin, Allaha ulaşmış olmanın hazzını yaşıyor sanki. Bir düşünür şöyle demiş aşk üzerine: “Bülbül aşk şarkısı söylerken, dikenle bağrını delermiş. Bizler de öyle yapıyoruz, yoksa nasıl şarkı söyler, şiirler yazabiliriz?” Tıpkı Nevin Kurular gibi, tüm aşıklar ve aşık olacaklar gibi kendimizi şiirlerle büyütürken, yüreğimizi acıtmamız
SAVAŞA TIME: Rakamlarla Türkiye’nin savaşa girmesinin beş nedeni Amerikalı siyaset bilimci ve küresel politik risk analisti Ian Bremmer, ABD merkezli haftalık haber dergisi TIME’a, Türkiye’nin IŞİD ve PKK’ya karşı neden savaşa girdiğini yazdı. Bremmer, Türkiye’nin Suruç katliamının ardından IŞİD’e karşı verilen mücadeleye katıldığını ancak amacının belli olmadığını savundu. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın birkaç yıl önce önemli bir profil çizdiğini ve Türkiye’nin güçlü bir ekonomisinin olduğunu dile getiren Bremmer, şu anda hem Türkiye’nin ekonomisinin düşüşe geçtiğini hem de siyasetin parçalandığını vurguladı. Ian Bremmer, Türkiye’nin savaşa girmesine yol açtığını savunduğu beş nedeni şöyle açıkladı: Bozulan ekeonomi.. Türkiye ekonomisi 2010 yılında yüzde 9.2 büyümüştü ancak bu rakam 2013’te 4.1’e kadar düştü. Yavaşlama devam etti ve 2015’te bu rakamın 3.1’de kalacağı
Türkiye’nin IŞİD’e karşı mücadelesi ekonomiye doğrudan yardım edecek mi, belirsiz. Aslında etmeyecek hatta daha da fazla paraya mâl olacak. Ancak bu hamle yavaşlayan ekonomi nedeniyle zorluk yaşayan halkı bir süre oyalayacak.tahmin ediliyor. İşsizlik ise son beş yılın en yüksek seviyesine ulaşarak yüzde 11’e yükseldi. AKP’nin tökezlemesi Yavaşlayan ekonomi siyasetteki yükselişi de etkiledi. Türkiye, Erdoğan’ın AKP’sinin iktidara geldiği 2002’ye kadar laik bir Müslüman ülkeydi. AKP bu süreçte art arda dört genel seçim kazandı, 2011’de ise yüzde 49.9’a kadar yükseldi. Bundan sonra Erdoğan’ın popülaritesi de düşmeye başladı. Yüzde 71’lik rakam şimdilerde yüzde 37.5’a kadar indi. AKP’nin oyu ise son seçimlerde yüzde 10 geriledi ve tek başına iktidarı da kaybetti. Peki AKP’nin kötü seçim performansının sebebi ne? HDP’nin yüzde 13’le ilk defa parti olarak Meclis’e girmesi. Şimdi AKP ya koalisyon kuracak ya da yeniden tek başına iktidar olma amacıyla yeniden seçime gidecek. Türkiye’nin PKK ve IŞİD’e karşı mücadeleye
5 NEDEN
35
girmesinin iki amacı var. Birincisi HDP’yi PKK’yla ilişkilendirip terörle suçlamak ikincisi de MHP’lilerin oylarını alabilmek. Erdoğan Türkiye’de şu anda iki milyona yakın Suriyeli sığınmacı bulunuyor ve 2015 sonuna kadar 500 bin Suriyelinin daha gelmesi bekleniyor. Başka bir deyişle iç savaştan kaçan 4 milyon Suriyeli sığınmacının yarısı Türkiye’ye geldi. Ankara şu ana kadar 25 mülteci kampı kurdu ve işler şimdilik iyi gidiyor. Ancak asıl sorun bunun maliyeti. Kriz başladığından beri sığınmacılar Türkiye’ye 5.6 milyar dolara mâl oldu. Kötüye giden ekonomiyle birlikte Türkiye’nin bu duruma daha ne kadar dayanabileceği bilinmiyor. Suriye’deki savaşın bir an önce bitmesi, sığınmacıların geri dönmesini de sağlayacak. PKK’yla şiddetli geçmiş Türkiye’de işler karanlık bir hal almaya başladı. 20 Haziran’da Suruç’ta IŞİD canlı bomba saldırısı yaparak 32 kişiyi öldürdü. Kurbanlar, Suriye’de IŞİD’e karşı savaşan YPG’nin Türkiye kolu olan PKK’nın destekçileriydi. Suruç katliamının ardından bazı Türkler AKP’yi teröre karşı ülkeyi korumamakla suçlarken, Kürtler ise katliamdan doğrudan AKP’yi sorumlu tuttu.
AKP’nin Esad’a karşı savaştığı için ve Suriye’de bir Kürt bölgesi yaratılmasına engel olacağı gerekçesiyle IŞİD’e destek verdiği iddia edildi. Erdoğan söz konusu eleştirilere karşı IŞİD’e savaş ilan etmiş olabilir ancak bombaların Türklerle Kürtler arasındaki gergin ilişkiye atılmış olduğu konuşuluyor. Son 40 yılda Kürtlerle Türkler arasında yaşanan savaşta 40 binden fazla kişinin öldüğü öne sürülüyor. Mart 2013’e yapılan ateşkes de pek uzun sürmedi. Türk yetkililer PKK’nın sadece 2015’te 2 bin şiddet eylemi yaptığını iddia ediyor. Yeniden savaş kime karşı... Ankara’da Kürtlerin IŞİD’e karşı başarılı ilerleyişinin ardından alarm zilleri çaldı çünkü Kürtlerin bağımsızlık hayallerinden korkuyorlar. Suruç saldırısının ardından Türkiye içinde geniş çaplı bir operasyon başlatıldı ve 1300’den fazla şüpheli gözaltına alındı. Ancak her altı gözaltıdan sadece biri IŞİD şüphelisiyken beşi PKK şüphelisi. 23-26 Temmuz arasında 75 Türk jeti, 400’den fazla PKK hedefine 155 sorti yaptı. IŞİD hedeflerine karşı yapılar operasyon sayısı? Sadece üç. IŞİD’e karşı mücadeleye katılmak, Kürtlere karşı yapılan bombalamaları kamufle edecek. Washington, İncirlik Üssü’ne karşılık Kürtlere karşı yapılan saldırıları görmezden geleceğe benziyor.Türkiye ve ABD’nin politik ve askeri stratejisinin bedelini ödeyip ödemeyeceğini zaman gösterecek.
NATO’da, Genel Sekreter Jens Stoltenberg’den beklenen açıklama geldi
ASKERİ DESTEK İSTENİRSE?
Türkiye’deki operasyonları görüşmek üzere bugün olağanüstü toplanan NATO’da, Genel Sekreter Jens Stoltenberg’den beklenen açıklama geldi NATO, Türkiye’nin Kuzey Atlantik Antlaşması’nın danışma amaçlı 4′üncü maddesinin aktive edilmesi talebi doğrultusunda Brüksel’de toplandı. Suriye’de IŞİD, Kuzey Irak’ta da PKK hedeflerine yönelik operasyon yürüten Türkiye’nin talebiyle toplanan NATO’nun Brüksel’deki acil durum oturumu,toplantı öncesinde NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in, “Gelişmeleri çok yakından takip ediyoruz ve Türkiye ile güçlü dayanışma içindeyiz” açıklamasıyla başladı. TSİ 12:00’de ve önce bilgilendirme ve istişare amaçlı toplantının açılışında konuşan ve Türkiye ile dayanışma mesajı veren NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, teröre karşı Türkiye ile “güçlü bir dayanışma” içinde olduklarını belirtti. Kuzey Atlantik Konseyi’nden yapılan açıklamada, “Türkiye’ye yönelik terör saldırılarını şiddetle kınıyoruz. Suruç’ta ve polis ile askerlere yönelik diğer saldırılarda kurbanların ailelerine ve Türk hükümetine başsağlığı diliyoruz” denildi. Terörün NATO üyelerinin güvenliğine ve uluslararası istikrar ve refaha doğrudan tehdit oluşturduğu ve terörizmin sınır, milliyet veya din tanımayan küresel bir tehdit olduğu ve buna karşı ortak mücadele yapılması gerektiği vurgulanan açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Hangi şekil ve tezahürde olursa olsun terörizm asla hoş görülemez ve meşru gösterilemez. İttifak’ın güvenliği bölünemez ve Türkiye ile güçlü dayanışma içindeyiz. ATO’nun güneydoğu sınırındaki Ngelişmeleri çok yakından izlemeyi sürdüreceğiz.” Stoltenberg, toplantı kapsamında düzenlediği basın toplantısında ise, “Terörle mücadele konusunda elimiz den gelen yardımı yapıyoruz. Türkiye NATO’dan daha fazla yardım talep etmedi” dedi.
Stoltenberg, “NATO Konseyi’nde bugünkü toplantı çerçevesinde bazı tartışmalı konuların da olduğu söz konusu. Güvenlik kaygıları artarsa, Türkiye askeri destek talebinde bulunursa NATO bu desteği sağlayabilir mi?” şeklindeki soruya şu yanıtı verdi: “Toplantıda tam antlaşma söz konusuydu. Bütün müttefikler Türkiye’ye güçlü desteğini ifade etti. Ve hep birlikte, bir arada dayanışma içerisindeyiz Türkiye’yle. Bütün müttefikler terörizmi bütün şekilleriyle kınadılar.” Stoltenberg, “Türkiye’nin açıklamakta olduğu güvenli bölge konusunda NATO’nun tutumu ne şekilde?” sorusuna ise, “NATO bu çabaların bir parçası değil. İkili olarak Türkiye ve ABD arasındaki görüşmelerin konusu… Ve Burada Türkiye’nin çabalarını memnuniyetle karşılıyorum. Türkiye hali hazırda katlı sağlamakta. Ilımlı muhalefetin eğitimi konusunda katkı sağlamakta” diye yanıt verdi. Türkiye, şu ana dek NATO’dan herhangi bir askeri destek talebinde bulunmadı, ancak bu hakkını ileride durumun kötüleşmesi ya da ihtiyaç duyulması halinde devreye sokmak üzere hakkını saklı tutuyor. Türkiye 4′üncü maddeyi 2003 ve 2012’de de aktive etmişti. NATO’nun 4′üncü maddesi, “Taraflardan herhangi biri, taraflardan herhangi birinin toprak bütünlüğü, siyasi bağımsızlığı ya da güvenliğinin tehdit edildiğini düşündüğü zaman, tüm taraflar birlikte danışmalarda bulunacaklardır” ifadelerini içeriyor.
Mehtap Üzümcü
NOKTA KONDU; VİRGÜL İLE DEVAM Seçim dedik, seçin dediniz, seçtik. Biz yönetiriz siz vatandaş olun dediniz, yönetmek bizim işiniz dediniz, hakkınızı biz bilir savunuruz dediniz, doğru birdir dediniz, hırsızlığa müsemma göstermeyiz hesap sorarız dediniz, seçimlerde birçok vaatler, can alıcı noktalara değinilerek belki de hiç gitmediğiniz evlerde ziyaretler, aynı iyi niyet halleri , sevimli halleriniz yani seçilmek için yaptığınız şirinlikler vs vs … Geldiğimiz noktada gördük ki seçmenin bir anlamı yok. Evet dediğiniz gibi SİSTEM DEĞİŞTİ… Kimine göre kaygı verici, kimine göre olması gereken. Ancak seçimlerde halk size mesaj verdi. ‘’Artık durun ‘’ dedi. Anlamak kabul etmek o güzelim koltuklardan inmek ne kadar zor geldiyse size bi o kadar direndiniz. Dikta ettiniz başkanlık sistemi için. Çabalarınız hala devam , peki ya başkanlık sistemi olsaydı ! Henüz hayatında hiç bot’u olmamış, sıvasız evlerin çocukları vatan aşkı ile şehit olmayacak mıydı? Terör yeniden güçlenmeyecek , her gün şehit vermeyecek miydik ? Bakanımızın söylemeye çalıştığı gibi, başkanlık sistemini kabul etmediğimiz için yaşanılanlar, bize müstehak mı? Polislerimiz, askerlerimizin aileleri daha mı huzurlu olacaktı? Ağaçları korumak adına direnen çocuklarımızın gençlerimizin hayatta kalma olasılıkları daha mı fazla olacaktı ? İnsanlarımızın gözleri çıkmayacak, ruhları incinmeyecek miydi? Terörist ilan ettiğimiz insanlar burnumuzun dibinde olmayacak mıydı? Ülkemizde mezhep din ayrımı yapılmadan kardeşçe yaşamaya devam mı edecektik? Biz başkanlığı kabul etseydik, Türkiye ekonomisi refah seviyesine mi ulaşacaktı? Ticaret yapanlar iflas etmeyecek, borçlu vatandaş olmayacak mıydı?
Biz başkanlığı kabul etseydik, Türkiye ekonomisi refah seviyesine mi ulaşacaktı? Ticaret yapanlar iflas etmeyecek, borçlu vatandaş olmayacak mıydı? Başkan olsaydı ülkemizde kur yükselmeyecek miydi, mesela ? Dış boçlarımız daha da azalacak mıydı ? Çiftçimize destek olup, ithalatı durdurup tamamen yerli malına mı dönecektik ? Özelleştirme olmayacak , kendine yeten bir ülke olarak devam mı edecektik ? Sınır komşularımızla kardeşçe mi yaşayacaktık ? Adliyelerde daha az dosyalar görülecek , kız çocuklarına tecavüz edilip öldürülmeyecekler miydi? 12 yıllık iktidarlıkta tek bir parti hatta tek kişi iken, şuana kadar saydığım bir çoğunu yazmakta unuttuğum tüm olumsuzluklar yaşanmayacak mıydı ? Ve şimdi size soruyorum Sayın Muhalefet partisinin liderleri. 12 yıl boyunca siz ne yaptınız halkınız için. Ülkedeki yaşanan kaosu, ekonomik sıkıntıyı ,terörü, komşu ülkelerle yaşanan sorunları, toplumsal olayları durdurmak adına ne yaptınız, neredeydiniz. Diyeceksiniz ki biz iktidarda değildik. 2015 Haziran seçimlerinde bu halk size yetki verdi. Koalisyon yapın dedi. Siz ne yaptınız. Yok o varsa ben yokum, O şöyleyse ben böyleyim demekten başka. Üstün gayretlerinizin sonucu erken seçim. Gayret demeyeyim zaten beklenen oldu. Sonuç mu ? Seçim bütçe ister, reklam ister, olan yine millete oldu. Yaşananların bütününe bakınca seçime ne gerek var diyoruz. Koltuk aynı , oturanlar aynı , telaşları her zaman ki gibi çok büyük. Sistem sağlıkta, adalette, milli eğitimde, yönetimde tamamen değişti. Eee zaten her yerde siz vardınız, tek parti, tek kişi. Yönetim aynı mantık, kostümler farklı . Ha cumhurbaşkanımız olmuş, ha başkan değişen ne ki zihniyet değişmediği sürece. Farkındayız diye günah keçileriniz de arttı bu arada. Birileri usulsüzlükleri üstlenmeli değil mi ama … Biz mi ne yapıyoruz? Elbette şehitlerimiz var diye gurur duyuyor, sosyal medyada vatan için paylaşımlar yapıyor hop oturup hop kalkıyoruz. Ensemize vurulunca lokmalarımızı düşürüyor, beterin beteri var deyip şükrediyoruz. Merak etmeyin biz kaval dinlemeyi çok seviyoruz… Ali Sekmen derki ; Güdülmeyi bekler koyun sürüsü çoban kaval çalar aşk işte... güdülmeyi bekler koyun sürüsü yayar çoban sürüyü otlağa koyun eyvallah der gider bir çeşme başına koyun eyvallah der biri kurban olur eşkiya tilkiye bir kelle gitti der üzülmez çoban bir kaval üfler çoban; duyar sürü ! aşk işte... güdülmeyi bekler koyun sürüsü (!!!)
ARTIK HEPİMİZ ÖLDÜRÜLECEK Nasıl bir ülkede, hangi sınırlarda yaşıyoruz ya da katlediliyoruz. Bombalanan sınır köyleri, katledilen katırlar. Sınırlarımız, bir dehşet halinde. Ve bir de sınırlarımız yol geçen hanı. Prof. Dr. Neşe Özgen, bir akademisyen. Sınırlarda yaşayan bir bilim insanı. O bir sınır sosyoloğu. TÜBİTAK’ın desteğiyle 1999’dan 2008’e dek Türkiye’nin Güneydoğu ve Doğu Anadolu sınırlarındaki karşılıklı yerleşim birimlerinde araştırmalar yapan Prof. Dr. Özgen, sınır sosyolojisinde, Türkiye’nin ilk ve tek bilim insanı. 1992’de kaleme aldığı ‘’Kalkınma ve Girişimcilik’’ doktora teziyle Yunus Nadi Sosyal Bilimler Ödülü’nü kazanan Prof. Dr. Özgen son dönemde de Yunanistan ve Bulgaristan sınırında araştımalarda bulundu. Sınırların kanla sulandığı bir dönemde, Neşe Hoca ile Kutlu Esendemir roportaj yaptı. Roboski’de 34 kişinin bombalanarak katledilmesinin ardından katırlar da kurşuna dizildi. Sınır hattındaki bu bölgeden devletin ne alıp veremediği var? Roboski katliamının devam ettiğini, bitmemiş olduğunu söylemeliyiz. Hem yasal yollarla haklarını alamamaları, suçluların bırakın cezalandırılmasını aksine devlet sırrı olarak korunması, devlet tarafından korunmakta olması, katliama uğrayanların sürekli olarak sürgüne zorlanması, hayvanların öldürülmesi, köylülerin sürekli cezalandırılmakta olması, hepsi katliamın süreklileştiğini gösteriyor. Devletin o sınırı alabildiğine insansızlaştırmaya karar verdiğini düşünüyorum. Amaç ne peki? Bölgeyi insandan arındırıp, özel bir güvenlik bölgesi olarak tutacaklar sanırım. Böylece hem Kandil dağlarını ve PKK’yi kontrol etmek, hem de İran ve Irak Kürtleri arasındaki olası birleşme zeminini ortadan kaldırmak gibi çok kaba bir plan yapıldığını düşünüyorum. Yurtdışındaki sınır sosyologlarıyla ortak paydalarınız var mı? 2004 yılında Avrupa’nın sınır çalışan 17 akademisyeni bir araya gelip, halimize baktık. Aslında ulus-devletin sınırlar konusunda çalışan tüm akademisyenlere nasıl yaptırımlar uyguladığını, sınırı kollayanlar kadar zorlayanların da sınır çalışanlarından ne kadar rahatsız olduğunu, üniversitelerimizin bizlere bütçe ayırmak, izin vermek gibi konularda ne kadar benzer itici, reddedici, engelleyici tutumlar içinde olduklarını gördük. Anladık ki, üniversiteler de devletle şöyle ya da böyle mesafelenseler de, aslında sınırları var ve devletin sınırını da onaylıyorlar. Özgürce akademik çalışmalarınızı yürüteceğiniz, öğrencilerinize birikimlerinizi aktaracağınız bir
üniversite bulabiliyor musunuz kendinize? Sevindirici bir şekilde, sınır çalışan genç araştırmacılar artıyor. Ve yeni bir alan da olduğu için yayın, yükselme, gibi hayli fırsatları da var. Ancak ne yazık ki ben, konuyu üstlenebilecek ve yürütecek bir enstitü kurma şansından mahrum bırakıldım. Hatta bir üniversitede Sınır Araştırmaları Enstitüsü’nü bırakın kurmayı; genç bilim insanı yetiştirecek kadrodan da mahrumum. Ağır bir durum değil mi bu? Üniversitelerimizde hangi konuyu çalıştığınızdan ziyade, bunu nasıl çalıştığınız önemli. Uluslararası gümrük, anlaşma, sınır ihlali, sınırda ‘terör faaliyetleri’ gibi çoğunlukla devlet-işlevsel ve eleştirel olmayan biçimde konuyu çalışan onlarca insan var. Ama siz eğer aile, çocuk, gençlik, gibi gayet masumane bir konuyu dahi eleştirel bir sosyal bilim aklıyla çalışıp, bilimsel veriyi eleştirel zeminde kamuyla paylaşmaya başlıyorsanız, konunun sakıncalı olup olmadığı dahi çok önemli olmuyor. Elbette öte yandan, Kürt meselesi, azınlıklar, anadil, özerklik, nükleer silahların konumlanması, Osmanlı’da yönetsel erk, enerji hatlarının güvenlik sistemleri, eşcinselliğin Türkiye’deki sorunları, uyuşturucu trafiğinin gençliğe yönelmesindeki ipuçları, yasadışı organ ve kan ticareti, kadın subaylar, ensest gibi konularda çalışmak için hala izin alamaz ve üniversite kadrosunda görev almamayı göze alarak dahi doktoranızı, araştırmanızı bu konularda yapmakta diretirseniz, asla akademi içinde yer bulamazsınız. Siz buradan baktığınızda sınırları nasıl görüyorsunuz? Beni başlangıçtan beri en çok eğlendiren -affedin bir bilim insanı olarak bu deyimi kullandığım için ama- bir toprak parçasının birileri tarafından çevrilip-çitlenip, vatan olarak kutsallaştırılmasıdır. Bunu nasıl meşrulaştıracaksınız örneğin? Zira sonra birisi gelir, “Orası eskiden beri bizimdi, biz daha eskiyiz” deyiverir. Haydi! Al başına belayı. Sonra birisi daha gelir ve der ki, “İkiniz de yerleşik olabilirsiniz ama bende silah var, çıkın!” Ya da birisi der ki, “Tamam ama bende de altın var.” Vatanı çizen nedir? Sınırı belirleyen, bir toprağı vatan kılan nedir? Ya sınırın içinde yaşayanla, sınırın kıyısında yaşayanların farkı? “Vatandaş kimdir? Sınır içi ve dışında” diye bakıyoruz elbette. Mesela siz yurtdışından gelen arkadaşınıza vergisiz bir bilgisayar ısmarlarken de, faturasız ve vergi pazarlıklı bir mal alırken de basbayağı kaçakçısınız. Ama mesela Roboski’de katliam olduğunda, bir hayret bir hayret! “Kaçakçı”ymışlar. Tabii! Elbette…Bu ülkede kimse illegal mala talip olmamıştı ki zaten. Herkesler faturalı yaşıyor. Kimse de evdeki hizmetçinin pasaportunu devletten kaçırmıyor. Oğlanın askerliğini bakaya bırakacak torpil aramıyor. Böyle bakıldığında hepimiz kaçakçıyız.
39
KANI HELAL YABANCILARIZ “Artık hepimiz sınır vatandaşıyız. Ülkenin içi, dışı, sınırı, yerleşimi, vatandaşlık pazarlığı yok. Artık hepimiz kendi vatanının içinde, farklı hayatları yaşayan tampon bölgesinden geçmeye çalışırken, öldürülebilecek kanı helal yabancılarız”
En sert sınır hattı neresi? Kafkas sınırımız… İnsanlar sürekli olarak “Türk ve Müslüman” olduklarını göstermeye, sürekli olarak Türklüklerini kanıtlamaya zorlanmışlar. 2. Dünya Savaşı’ndan itibaren NATO, bizzat sınırı kontrol etmeye başlamış. O sınır yıllarca Türkiye Cumhuriyeti ve SSCB sınırı değil, Sovyet-NATO sınırı olarak, iki ülkenin değil, iki rejimin sınırı olarak yükseltilmiş ve sınır insanları çok ezilmişler. Ya Batı sınırı? Bulgaristan-Yunanistan sınırı AB döneminden itibaren çok sertleşti. Savaş sırasında dahi böyle sert ve geçirimsiz değilmiş. Şu anda AB en sert yaptırımları bu sınırı geçirimsiz tutarak gösteriyor. Sınır politikaları bizde nasıl bir devamlılık gösteriyor? Türkiye’nin sınır politikaları 100 yıldır pek değişmiyor. Sınır bölgelerinde yaşayanların tümüne “etnik bir ayaklanmanın –kimi zaman hayali de olsa- aktörlerine yardıma meyyal
vatan hainleri” ve “karşıyla işbirliğine hazır etnik kalıntılar” olarak bakıyor. Aslında bu dahi bir sabit düşmanlık olarak, başedilir bir durumdur. Ama öte yandan, sınırdaki bir kişi, asker, mevki sahibi ya da küreselin veya devletin temsilcisi, sınırı açabilir kapatabilir. Bir gün kaçak olan bir diğer gün kaçak olmayabilir. Sir gün yasak olan bir diğer gün yasal olabilir. Sınırın hangi zamanda kimin tarafından gerçek anlamda denetlenmediğini bilemiyor muyuz? Sınırın osmotik (geçirgen) yapısının kimi zaman sınıfı yüksek olanı, kimi zamansa parası çok olanı, kimi zaman ülkeden atılacak insanı, kimi zaman ülkeye alınacak altın, mal, uyuşturucu gibi değeri seçerkenki belirsiz iktidarı, sınırın vatandaşına yüksek bir güvencesizlik verir. Bu durumda, “Bir şey olmaz. Bir şey Bu sınırı tekinsiz kılmaz mı?
Elbette… Bu tekinsizlik örneğin sınır vatandaşına sonsuz pazarlık olanağı sağlar. Ama bir yandan da bu pazarlık şansının bir iktidar sahibinin iki dudağı arasında olduğunu, eğer o isterse birkaç saat içinde herkesin ölümüne -evet gerçekten ölümüne ve üstelik bu ölüm pazarlığını da edemeden öldürülerek- değiştirilebileceğini bilmenin büyük ıstırabıyla karşı karşıya bırakır. Roboski ‘de olan da budur. Bilge köyünde olan da budur. Sınır kimi zaman ülkenin içine girer ve hepimizi sınır vatandaşı kılar. Şimdi Türkiye nin İç Güvenlik Yasası ile kendi vatandaşını karşı karşıya bıraktığı da budur. Bunu nasıl açıklıyorsunuz? Artık hepimiz sınır vatandaşıyız. Ülkenin içi, dışı, sınırı, yerleşimi, vatandaşlık pazarlığı yok. Artık hepimiz kendi vatanının içinde, farklı hayatları yaşayan tampon bölgesinden geçmeye çalışırken, öldürülebilecek kanı helal yabancılarız.
II. Dünya Savaşı’nda Hitler Komutasındaki Müslüman Tümen: Hançer Birliği
MÜSLÜMAN NAZİLER MİT’in Ankara’da IŞİD’e karşı kurduğunu iddia ettiği Birleşik Türkmen Cephesi Dünya Savaşı’nda Hitler Komutasındaki Müslüman Tümen: Fesli Nazileri gündeme getirdi.
Suriye’de Bayırbucak Türkmen bölgesindeki silahlı birlikler, İkinci Sahil Tümeni adı altında birleşirken, Türkmen komutanı ve cihatçılara MİT silahlarının ulaşması için aracılık yapan Adil Orli, bu konudaki çalışmalarının bayram öncesinde başladığını söyledi. Suriye Türkleri Derneği Başkanı Ahmet Şirin de gelişmelerin olumlu olduğunu ancak geçmiş tecrübeler nedeniyle ihtiyatlı yaklaştıklarını söyledi. Daha önce de birleşme denemesi yaptıklarını ancak başarısız olduklarını belirten Orli, “Ramazan Bayramı öncesinde toplantılar yapıldı. Bir çerçeve oluşmuştu. Ardından bayramda gelen rejim saldırısına karşı birlik havasıyla topyekün mücadele edildi. Kaybedilen yerler geri alındı” dedi. Suriye Türkleri Derneği Başkanı Ahmet Şirin de gelişmelerin olumlu olduğunu ancak geçmiş tecrübeler nedeniyle ihtiyatlı yaklaştıklarını söyledi. Şirin, “Geçmişte birçok kez ‘Birleştik’ dedik ancak başaramadık. Ancak son gelişmelerde daha farklı bir heyecan ve dirilik var” ifadesini kullandı. Şirin’in yardımcısı Ahmet Vezir de Türkmen Dağı’nda yapılan istişare toplantısında, Türkmen Dağı bölgesindeki tüm tugayların ‘İkinci Sahil Tümeni’ adı altında birleştiğini belirtip şunları aktardı: “Türkmen Dağı genel komutanı Ahmet Arnavut oldu. Ömer Abdullah’ın komuta ettiği ‘Sultan Abdülhamit Han Tugayı’ da İkinci Sahil Tümeni’ne katıldı. Tümen komutanı olarak Tarık Solak seçildi. Bu toplantıda Türkmenlerin rejimle savaşması için gerekli altyapı çalışmalarının yapılması da prensip kararına bağlandı.” Öte yandan Suriye’nin Türkiye sınırındaki Lazkiye vilayetinde, Hatay’ın Yayladağı ilçesinin karşısında kalan, Türkmenlerin yoğun olarak yaşadığı Bayırbucak bölgesinde çatışmalar sürüyor. Türkmenler, Suriye’de oldukça dağınık bir coğrafyada yaşıyor. Nüfuslarının üçte ikisi, çoğu Halep olmak üzere Rakka’nın kuzeyinde yoğunlaşıyor. Türkmen Dağı’nda İkinci Sahil Tümeni ve Abdülhamit Han
Tugayı olmak üzere iki ana birlik bulunuyor. Üçüncü grup ise düzenli bir birlik olmayan, anlık gelişen saldırılarda çatışan Türkmenlerden oluşuyor. Suriye Ordusu ile Türkmen birliği arasındaki çatışmalarda Ramazan Bayramı boyunca, üçü Türkmen, beş muhalifin hayatını kaybettiği, 15 Türkmen’in yaralandığı açıklanmıştı. TSK da geçen hafta çatışmalara dahil olarak Suriye Ordusu mevzilerini bombalamıştı. Geçtiğimiz sene Lazkiye’nin Türkiye sınırındaki Kesab Kasabası’na Türkiye üzerinden giren cihatçılar çok sayıda sivili katletmişti. 3. Waffen-SS Dağ Tümeni Handschar y a da Fesli Naziler dünya savaşları boyunca Osmanlı’nın eskiden hüküm sürdüğü topraklarda Müslümanlar genelde işgal kuvvetlerine karşı direniş halindeydiler. Yunanistan’dan Bosna’ya kadar binlerce Müslüman Nazilere karşı mücadele etti. Ama Hitler yine Bosna’da o dönemler siyasallaşan bir İslam hareket ile buluşmayı bildi. Tümenin adı Handschar – Hançer idi. Hitler’in Yahudi soykırımının en önemli planlayıcılarından olan Himmler, Bosna’da örgütlenen siyasal islamcılara karşı da Yahudi kozunu oynadı. Buna göre Almanya’dan kaçan Yahudiler devlet kurmak için Kudüs’e geleceklerdi. Kudüs müftüsü Emin el-Hüseyni’ye ulaşan Himmler, Yahudi tehlikesine karşı propaganda çalışmaları başlattı. Böylece ari ırk peşindeki Nazi hareketi içinde, 38 tümenden biri olarak Müslüman bir dağ tümeni kuruldu. Hitler Müslüman askerlerinin motivasyon kaynağını bozmak istemiyordu. Birliğe özel fesler yapıldı. Ayrıca dağ tümeni, hem Almanya’daki eğitimlerinde hem de Bosna’da Alman ordu kurallarından farklı olarak topluca ibadet edebiliyordu. Almanya farklı ülkelerde benzer yapılanmalar planlasa da Handschar dini kimliği ili tekti.
41
Tugayı olmak üzere iki ana birlik bulunuyor. Üçüncü grup ise düzenli bir birlik olmayan, anlık gelişen saldırılarda çatışan Türkmenlerden oluşuyor. Suriye Ordusu ile Türkmen birliği arasındaki çatışmalarda Ramazan Bayramı boyunca, üçü Türkmen, benadı. Buna göre Almanya’dan kaçan Yahudiler devlet kurmak için Kudüs’e geleceklerdi. Hitler’in ortalığı karıştırma isteğinde yine ari ırk peşindeki fikirleri rol alıyor. Şimdi hızlıca okuyunuz. Almanlara ve Hırvatların bir çoğuna göre Hırvatlar aslında bir Slav ırkı değil. Hırvatların kökü Gotlara dayanıyor. Hitler’de bir Germen kolu olarak gördüğü Gotların bu sebepten ötürü ari ırk olduğunu düşünüyor. Hırvatlar yüzyıllar önce balkanlara başlayan akınlarla Slavlaştırılmış. Osmanlı döneminde ise Slavlaşmış Hırvatların bir kısmı Müslümanlaştırılmış. Bunlar, Bosnalı Müslümanlar oluyor. İşte Dünya Savaşı zamanında ortam bu kadar karışık. Her ırk üstün olduğu dönemlerin hayalini kuruyor ve savaş ortamında kendine mevki seçmeye çalışıyor. Bitti mi, tabii ki hayır. Bölgedeki son etkin güç, dağılmadan önceki Avusturya Macaristan İmparatorluğu. Ondan önceki de Osmanlı İmparatorluğu’ydu. Özelikle II. Bayezid öneminde İspanyol Engizisyonundan kaçan binlerce Yahudi, Saraybosna ve civarına yerleştirildi. Savaştan önce Bosna’da Yahudi nüfus 14.000 civarındaydı. Yahudiler, Osmanlı idaresinde dönemin koşullarına göre hayli iyi imkanlara sahiptiler. Ancak bu çok kültürlü yapı ve ırksal farklılıklar, Hitler gibi biri için bulunmaz fırsattı. “Sovyetler demek ölüm kampı demek, Churchill ise sarhoş piçin teki; zaten ikisi de Yahudi yanlısı” temalı propaganda çalışmaları Hitler dört yıl süren Belgrad işgali boyunca bu topraklarda yoğun bir propaganda çalışmasına girişti. Bir yandan komünist Sovyetlerin Marksist Leninist, diğer yandan Amerika ve İngiltere’nin “liberal demokrat” etkilerini silmek için hayli sıkı çalışmalar yapıldı. Hırvat, Sırp ve Boşnak halkları tarih boyunca birbirlerine kırdırılmıştı. Hitler fırsatı değerlendirmek istiyordu. Biz her ne kadar yakın tarihten dolayı Bosna soykırımı ve Yugoslav iç savaşını hatırlasak da, Hırvat-Sırp ve Boşnaklar arasında yaşananlar çok daha eskiye dayanıyor. Tarihin en kanlı infaz metotlarını birbirleri üzerinde
uygulamaktan çekinmemişler. Özellikle Hırvat Ustaşa ve Sırp Çetnik birliklerinin yarattıkları işkence ve katliam yöntemleri meşhur Çin işkencelerinden beter hale gelmiş. Almanların konumunun Hırvatlardan yana olduğunu söylemiştik. Onlara göre Sırp partizanlar vatansever değil, Sovyetler güdümünde Komünist ayrılıkçılardı. Ayrıca Katolik bile değillerdi. Katliam başladı. II. Dünya Savaşı boyunca Nazi güdümündeki Ustaşa rejimi sırasında 700.000 Sırp öldürüldü, 400.000’i göç etmek ve 250.000’i de Katolik olmak zorunda bırakıldı. Bu iklimde Müslüman tümeni hem Komünizm tehlikesine karşı Sırplara hem de Yahudi “tehlikesine” karşı kullanılacaktı. Handschar’ın hayali ise Osmanlı dönemindeki rahat koşullarını yeniden yakalamak gibi görünüyordu. Tüm bu ayrılıklara rağmen Josip Broz Tito, Almanlara karşı Yugoslav halklarını bir araya getirerek o ünlü direnişi başlatır ve dünya savaşı ikliminde bir şekilde Stalin, Churchill ve Roosevelt’in desteğini alır. Gerçi Tito sonrasında bu üçlüden önce İngiltere ve Amerika’ya ardından da Sovyetler’e sağlam ayarlar verir. Uzun süreler boyunca Yugoslavya adı altında inanılmaz bir ülke idare eder. Peki ya sonra? …Hırvatlar daha fazla hak ve ayrıcalık hayalindedir. Müslümanlar özgür bir şekilde yaşamaya devam edebilmenin planlarını yapar. Dünya savaşı zamanındaki çeteler ve katliam suçları sembolik cezalarla geçiştirilir. Tito her şeye sıfırdan başlanmadığı sürece bir devlet kurmanın imkansızlığını bilmektedir. Yüzyıllardır gelen din, mezhep, ırk farklılıkları ve durmak bilmeyen kan üzerinde, modern bir devlet kurma başarısını gösterir. Hançer tümeninde sadece Bosnalılar değil Müslüman Arnavutlar da vardı. Tümenin geri kalan kısmı Hırvatlardan oluşuyordu. Hem partizanlara karşı hem de Avusturya da çarpıştılar. 20.000 kadar olan sayıları savaş sonunda yarı yarıya azalmıştı. Sonunda İngiliz birliklerine teslim oldular. Aslında döngü hep aynı. Siyasal islamcılara göre solcular, solculara göre islamcılar, Katoliklere göre Ortodokslar, ırkçılara göre kendileri hariç herkes suçlu. Emperyalizme göre ise idare etmeyi planladıkları topraklardaki tüm kimlikler kullanışlı aptal. Barış ve özgürlük ise ütopyalar diyarından gülümseyen bir tatlı hayal.
‘Eğitimde son kararı komisyon başkanı yani Amerikan Büyükelçisi verecektir...’
EĞİTİM KİME EMANET 27 Aralık 1947′de imzalanan “Fulbright Antlaşması” ile Türk Eğitim Sisteminin ABD tarafından kontrol edildiği ortaya çıktı.
ihale edemez. Bu anlayışın hastalıklı bir beyinin ürünüdür. Türkiye’de görev yapan ve alanında uzmanlaşmış on binlerce eğitimcilerimize de hakaret olarak algılanır” ifadesini kullandı.
Büyük yapısal sorunlarla boğuşan Türk eğitim sistemini 64 yıldır ABD’lilerin kontrol ettiği ortaya çıktı. Milli Eğitim’de 27 Aralık 1947′de imzalanan “Fulbright Antlaşması” ile oluşturulan komisyon Türk eğitim sistemini şekillendirmiş. Anlaşma gereği komisyonun başkanlığını ABD’nin Türkiye’deki Büyükelçisi yapıyor.
Koncuk, “Ülke insanlarını yok sayarak, ABD’li uzmanlardan fayda sağlamak bize göre kompleksli bir anlayıştır. O halde bende Türk Eğitim-Sen Başkanı olarak şunu teklif ediyorum ki, Bakanlar Kurulu’nun yarısı ABD’lilerden oluşsun. Bu doğru bir teklif olur mu? Peki, Türk eğitim sistemine yapılanın benim bu teklifimden ne farkı var. Ben bu anlayışı kınıyorum” şeklinde konuştu.
Milli Eğitim Bakanlığı, 1947 yılında yapılan anlaşma ile “Fulbright komisyonu” olarak bilinen komisyona bağlanmış. Fulbright Anlaşması’nın 5. Maddesine göre komisyon 4 Türk, 4 ABD’li 8 üyeden oluşuyor. Oylamalarda eşitlik olursa, nihai karar ABD’nin Türkiye Büyükelçisi tarafından veriliyor. Fulbright komisyonu, ilkokuldan İmam Hatip’e kadar, tüm eğitim müfredatını belirleyebiliyor. Yarısı ABD’lilerden oluşan komisyona ABD’nin Türkiye büyükelçisi başkanlık ediyor. Komisyonda ABD’li uzmanların yer almasına tepki gösteren Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, eğitim sisteminin yabancılara ihale edilemeyeceğini söyledi. Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, Milli Eğitim Bakanlığı’nda yapılan anlaşmalar kapsamında ABD’li pek çok uzmanın görevlendirildiğini hatırlattı. Yıllardır uygulanan bu usulün son derece yanlış bir yaklaşım olduğunu belirtti. Türkiye her alanda insan yetiştirme başarısını yakalamış bir ülke olduğunu dile getiren Koncuk, “ABD’li uzmanların Türk Milli eğitim sistemine en küçük bir katkıları olduğunu kimse söyleyemez. Türkiye’nin meselelerine ve eğitim öğretim meseleleri yabancılara
Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı Yusuf Tanrıverdi, Türk Milli Eğitim sisteminin 1947 yılında yapılan anlaşmadan bu yana ABD’liler tarafından denetleniyor olmasının kabul edilemez olduğunu kaydetti. “Bu tamamen resmi ideolojinin ürünüdür. Türk Milli Eğitim sisteminin artık yalnızca adı milli” diyen Tanrıverdi, “Türkiye’de eğitim sistemi, bu topluma ait olan değerlerden oldukça uzaktır. Türk eğitim sisteminde ABD etkisini görüyoruz. Örneğin hiçbir kitapta başörtülü anne ve sakallı baba figürü, resmi göremezsiniz. Bu ülkenin kültürünü yansıtmaz” dedi Tanrıverdi, “Türk Milli Eğitim sistemini ABD denetliyorsa ortaya çıktıysa, bu ülkenin üniversiteleri, eğitim fakülteleri ne iş yapıyor? Eğitim fakülteleri ne amaçla çalışıyorlar?” şeklinde konuştu. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde devlet kademelerinde yabancı uzman ve danışmanlara kapılar ilk olarak Milli Eğitim’de 27 Aralık 1947′de imzalanan “Fulbright Antlaşması” ile aralandı. Fulbrigh denilen Amerikalının
43 hazırladığı bu anlaşmanın asıl adı “Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkındaki Anlaşma. Türkiye’deki bütün eğitim aşamalarının müfredat ve kitaplarının tespit edildiği, tüm eğitim sisteminin biçimlendirildiği bir komisyon. 1947 yılından beri, Türkiye eğitim sistemi bu komisyonun denetiminde. Bu komisyon, ilkokuldan İmam Hatip’e kadar, tüm eğitim müfredatını belirliyor. Bu anlaşma ile Türkiye Milli Eğitimi 4’ü Amerikalı ve 4’ü Türk, 8 kişiden oluşan bir komisyonun idaresine bırakılmıştı. Bu komisyonun başkanlığını ABD’nin Türkiye’deki Büyükelçisi’nin yapması kabul edilmişti. İsmet İnönü: Türkiye’nin, Amerikan’ın yarı sömürgesi olduğunu, yalnızca Milli Eğitim’in değil, diğer pek çok bakanlıklarının, 19490dan başlayarak Amerikalı uzmanlar tarafından yönetildiğine ilişkin acı gerçekleri 19630de, timsah gözyaşlarıyla şöyle itiraf etmişti ”Daha bağımsız ve kişilik sahibi dış politika izlenmesini istiyoruz. Herkes aynı şeyden söz ediyor. Nasıl yapacağım ben bunu? Karar vereceğim ve işi teknisyenlere havale edeceğim. Onlar ayrıntılı çalışmalar yapacaklar ve öneriler hazırlayacaklar. Yapabilirler mi bunu? Hepsinin çevresinde uzman denen yabancılar dolu. İğfal etmeye çalışıyorlar. Başaramazlarsa işi sürüncemede bırakmaya çalışıyorlar. O da olmazsa karşı tedbir alıyorlar. Bir görev veriyorum sonucu bana gelmeden, Waşington’un haberi oluyor. Sonucu, memurlardan önce sefirden öğreniyorum. Bağımsızlık Savaşı’ndan sonra, Lozan’da, asıl savaşım da bu uzmanlar konusunda oldu. Yoksa sınırlar zaten belli idi. Tazminat işini iki devlet aramızda çözerdik. Bütün savaşım, hükümetimize yapılmak istenen müdahale yüzünden çıktı. Bir tek uzman vermek için büyük ödünlerde bulunmaya hazırdılar. Dayattık. Biz onların neden ısrar ettiklerini biliyorduk. Onlar da bizim neden inatla reddettiğimizi biliyorlardı. Böyledir bu işler, peygamber edasıyla size dünyaları verir gibi yaparlar. İmzayı attınız mı,
ertesi günü gelmişlerdir. Personeli gelmiştir, teçhizatı gelmiştir, üsleri gelmiştir. Ondan sonra sökebilirsen sök. Gitmezler. Ancak bu sorunun üzerine vakit geçirmeden gitmek gerek. Yoksa ne bağımsız dış politika ne de bağımsız iç politika güdemezsiniz. Havanda su döversiniz. Fakat, sanmayın ki bu kolay bir iştir. Denediğinizde başınıza neler geleceği bilinmez.”
Kurulun ABD vatandaşı olan dört üyesinden ikisinin, elçilikteki CIA mensupları arasından seçileceğinden kuşku duymamak gerekir. Böylece, CIA, Milli Eğitim Bakanlığı’na rahatça sızma olanağı bulacak ve kurul üyesi sıfatıyla; öğrenci ve eğitim üyeleri arasında casuslar devşirmekte hiçbir güçlükle karşılaşmayacaktır.
Türkiye’nin, Şubat 1948ode 705 bin dolar olan yabancı para varlığını, Mayıs 1950ode eksi(-) 12 milyon dolara; 1946oda 214 ton olan altın varlığını, 1949 sonunda 123 tona indiren, ülkenin dağarcığında yeterince altın ve yabancı para bulunmasına karşın, Amerika’dan borç alan ve kendini r Amerikan güdümüne bir ülke oldu. Amerikalıların Türk Milli Eğitimine 1949 dan beri süregelen ilgileri günümüze dek hiç eksilmedi. Köy Enstitülerinin kapatılmasından, yatılı bölge okullarının işlevsizleştirilmesine, “ vakıf üniversitelerinden” yabancı dilde eğitime dek yaratılan kargaşa ortamında; paralı hale getirilen Türk Milli Eğitimi bugün, altından kalkılması güç sorunlar içindedir. Türkiye’nin 5. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay 1968 yılında şunları söylüyordu: “ Bugünkü okullarda yetişen gençlere ülke yönetimi teslim edilemez.. Biz, laik okullara karşı imam- hatip okullarını bir seçenek olarak düşünüyoruz. Devletin kilit mevkilerine yerleştireceğimiz kişileri bu okullarda yetiştireceğiz.” Senatör Haydar Tunçkanat’ın, “İkili Antlaşmaların İç Yüzü” ve “Amerikan Emperyalizmi ve CIA” adlı kitabında açıkladığı üzere, 27 Aralık 1947’de imzalanan eğitim kurulu’yla ilgili anlaşmanın 5. maddesi şöyleydi: “Kurul; dördü TC vatandaşı, diğer dördü de ABD vatandaşı olmak üzere, sekiz üyeden kurulu olacaktır. Bunlara ek olarak, Türkiye’deki ABD heyetinin başı Amerikan büyükelçisi, kurulun fahri başkanı olacaktır.Komisyonda oyların eşit oluşması durumunda kesin oyu misyon şefi (Amerikan büyük elçisi verecektir.”
İzmir’in işgalinde ABD bayrakları?
‘Suriyedeki çatışmalar Türkiye’ye büyük zarar verdi...’
ÜLKE YANGIN YERİ “Yatırımının güvencesi olmadığı için yabancılar Türkiye’ye girmek istemiyor. turizm son yaşanan olaylardan dolayı ciddi anlamda etkilendi. Gelen turist %50 azaldı. Genel olarak bakıldığında Amerikalı, Yunan ve Japon turistler arasında iptaller çok fazla arttı. Rus turist girişi yarıya indi...” Gündemdeki siyasi ve ekonomik konuların tartışıldığı, en etkin kurullar arasında gösterilen EGİAD Danışma Kurulu 13. Yönetim Dönemi ikinci toplantısını Mövenpick Hotel’de gerçekleştirdi. Ender Yorgancılar başkanlığında toplanan kurulda, Türkiye gündemine ilişkin sorunlar masaya yatırılarak, iş dünyasının değerlendirmeleri ve önerileri alındı. EGİAD Danışma Kurulu Başkanı ve EBSO Yönetim Kurulu Başkanı Ender Yorgancılar konuşmasında son günlerde yaşanan terör olaylarına değindi. “Biz bugün ekonomiyi, kalkınmayı, 2023 hedeflerini konuşmamız gerekirken bambaşka bir ortamdayız” diyen Yorgancılar, seçimin üzerinden 55 gün geçmesine rağmen hala hükümetin kurulamamasının Türkiye’yi çıkmaza soktuğunu dile getirdi. Hükümet’in 17 Ağustos tarihine kadar kurulması gerektiğini vurgulayan Ender Yorgancılar, aksi takdirde, seçmen listeleri yenilenmezse Ekim sonu, yenilenirse Kasım sonunda erken seçimin kaçınılmaz olduğunu ifade ederek, “Bu durumda Meclisin oluşması da Ocak ayını bulacak. Sonuç olarak 2015 yılı heba olacak. Türkiye yine kaybedecek. İŞİD, PYD ve PKK sorunlarına baktığımızda İŞİD operasyonlarında yalnı z olmadığımızı görüyoruz. NATO ve AB yanımızda görünüyor. Ancak PKK ile mücadelede yalnızız. Anlaşılır gibi değil. Türkiye bu mücadelelerde akıllı bir politika yürütmeli, dikkatli davranmalı. Baktığımızda sorunların temelinin işsizliğe dayandığını söyleyebiliriz. O yüzden iş vermek, çalışmak, iş kurmak zorundayız. İşsizlik fonuna ilk 5 ayda başvuran kişi sayısı yaklaşık 65 bin kişi iken bu rakam 6.ayda 123 bin kişiye çıktı. Bu önemli bir göstergedir. İşsizlik ve cari açık ekonomideki öncelikli sorunumuzdur. Ekonomik büyümenin % 2 olarak gerçekleşmesi bekleniyor. Bu büyüme rakamlarıyla Türkiye istihdam yaratamaz. Türkiye’deki yatırımcılar artık dışarıda yatırım yapmaya
başladı. Artık yatırımcı dışarıya kaçıyor. Güçlü bir hükümete ve kararlı bir ekonomi yönetimine ihtiyaç var” dedi. Ender Yorgancılar ayrıca Türkiye’nin komşuları Irak ve Suriye’deki çatışmaların Türki ye’ye büyük zarar verdiğini, sınır güvenliğinin sağlanması ve terörle mücadelenin kararlılıkla devam ettirilmesi gerektiğini belirtti. EGİAD Başkanı Seda Kaya ise, yargıya güvensizlik nedeniyle ülkeye yatırımcı çekilemediğine dikkat çekerek, “Yatırımının güvencesi olmadığı için yabancılar Türkiye’ye girmek istemiyor. Diğer taraftan turizm son yaşanan olaylardan dolayı ciddi anlamda etkilendi. İzmir’e gelen turist %50 azaldı. Genel olarak bakıldığında Amerikalı, Yunan ve Japon turistler arasında iptaller çok fazla arttı. Rus turist girişi %50 azaldı. Turizm bu tip olumsuz gelişmelerden ilk etkilenen ve en geç toparlanabilen sektördür. Bazı durumlarda bu yılları bulabiliyor” diye konuştu. İşadamı Oğuz Özkardeş ise, erken seçim olasılığının güçlü olduğunu ve bu durumu dünyanın sonu olarak görmemek gerektiğini ifade ederek, “Erken seçim ülkemiz ve ekonomi miz için kayıptır. Ancak bu olasılığı da gözönüne alıp bu senaryo için hazırlıklı olmalıyız” diye konuştu. İşadamı Bülent Akgerman ise, AKP milletvekillerinden koalisyon isteyenlerin çoğunlukta olduğuna vurgu yaparak CHP’nin de bazı ödünler vererek koalisyon kurmaya istekli olduğunun altını çizdi. İşadamı Şükrü Ünlütürk de, ülkenin adeta yangın yerine döndüğünü üzülerek gözlemlediklerini vurgulayarak, “Ülkenin hükümetsiz kalmaya tahammülü kalmadı. Ciddi ekonomik kriz bekliyoruz. Türkiye artık yatırım yapılmaz bir ülke haline geliyor. Eylül ayında FED’in faiz arttırımı ciddi ekonomik kriz yaratacak. En iyimser ihtimalle bu yıl Türkiye’nin %2 büyümesi bekleniyor. Bu kötü bir sinyal. İşsizlik de giderek artıyor. Son 3 senedir büyümede özel sektör yatırımlarının payı % sıfır. Bu maalesef ekonominin gidişatı için kötü bir gösterge. Hukukun üstünlüğünün gerçek anlamda yaşandığ ı, demokratik ve vesayet altında olmayan bir meclisin oluşmasını diliyorum” diye konuştu. Hükümetin üretime odaklanmasının da istendiği toplantıda, “İvedilikle yeni bir sanayi-üretim sürecinin ve heyecanının hayata geçirilmesine ihtiyacımız vardır. Çünkü üretim yoksa kalkınmak hayaldir. Bizler her platformda uzun zamandır yapısal reformların önemine vurgu yaparak, yapılması gerekenleri alt alta yazarak paylaştık...” denildi.
Kadri Güler
3-5 ÇAPULCUDAN 3-5 ŞEHİT MEHMET’E
PKK terörünün ilk eylemi olarak 15 Ağustos 1985 tarihi telaffuz edilir. İlk şehitlerin verildiği o günden bu güne 30 yıl geçmiş. 30 yıl içinde teröre verilen vatan evlatların sayısı: asker 5500, polis 300, vatandaş 6000 civarında olmak üzere toplamda 13000… Bu otuz yıl içinde sadece 2000 – 2002 yılları arasında sıfırlanmış terör. Özal Hükümetleri zamanında 3-5 çapulcu, AKP Hükümetleri sırasında 3-5 Mehmet öldü şeklinde yorumlanmaya çalışılsa da; milletin gözünde ülkenin en önemli meselesi olarak sürekli terör gözüktü. İlk kez olay, Kürt Meselesi olarak da Tayyip Erdoğan tarafından dile getirildi. Anayasa incelendiğinde; Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan hiçbir zümreye ayrıcalık verilmediği gibi kısıtlamalar da bulunmadığı açıktır. Hani “Kürt kardeşler pevaz naka, şeker buka” yani “Kürtler soğan yemesin şeker yesin” diye bir yasa çıkarsak bile bunun Anayasa Mahkemesinden döneceği malumumuz. Bunun yanında Kürde sorun olarak bakan hiçbir vatandaşımız da yoktur. Hiçbir siyasi parti, hiçbir dernek de Kürtler’e faaliyet engeli koymamıştır. Kürdü karşına alıp: “Nedir senin sorunun?” deyince alacağınız mantıklı bir cevap da yoktur. Matematikte bir problemi çözmek için öğretmenlerimizin hepimize öğrettikleri bir yol var. Verilenler, istenenler ve çözüm yolları… Ortada problem yoksa istenenler ve çözüm yollarını konuşmak kadar saçma bir şey olamaz. Türk vatandaşlarının problemleri denirse yığınla problemimiz var. Eğitimden, sağlıktan, ulaşımdan, yoksulluktan, işsizlikten, adaletten, hırsızlıktan, adam kayırmaya kadar… Bir o kadar da çözüm yolları var tabii ki… Şehitler Türk bayrağına sarılıp gelirken vatandaş tartışabilir Kürt meselesi var mı, yok mu? Milletin meclisi de tartışabilir ama Devleti yönetenlerin anayasa maddeleri değişene kadar böyle bir hakkı yoktur. Kanun maddelerini rafa kaldırıp görüşme yaparak, imtiyazlar tanıyarak, kafasına göre takılarak tavır koyması suçtur. Anayasa uyulması gereken kurallar manzumesi olup onları uygulamak durumundadır. Kanun maddelerini değiştirmek; Meclisin yani yasamanın,
uygulamak; Hükümetin ve Devlet organlarının yani yürütmenin, bunların doğru uygulanıp uygulanmadığını denetlemek ise yargının işidir. Cumhuriyetin mütemmim cüzü olan yasama, yürütme ve yargıda denge bozulursa arıza veren araba gibi duvara toslaması kaçınılmaz olur. Ülkemde bugün olup bitenin sebebi budur. Kürt meselesi vardır, verelim. Kürt meselesi yoktur, vuralım. Oy meselesi vardır, açalım. Oy meselesi yoktur, kapatalım. Günübirlik kararlar, hele pozisyon avantajına yönelik kararlar yönetmek olarak tariflendirilemez. Varsa probleme teşhis konulur, yasal çözüm yolları aranıp problem çözülür. Devlet ciddiyeti denilen olgu da budur. Bülent Ecevit’in azınlık Hükümeti iş başındayken Cumhurbaşkanı Demirel’in de katkılarıyla kararlı bir şekilde Türk Devleti Öcalan’ı yok etmeyi hedefine koydu. Kaçacak delik bulamayan Öcalan “savaşı kaybettik” mesajını verirken Kenya’dan bir operasyonla yakalanıp getirildi. Katil Apo Suriye’de iken Moskova, Atina ve 12 Arap ülkesinin kendisine olan destekleri dikkate değer bir durumdur. Hatırlayın katil Öcalan uçakta “ Ülkemin hizmetindeyim” diyordu… Daha sonra kurulan koalisyon hükümeti zamanında da terör bitirildi. Artık şehit cenazeleri gelmiyor, teröristler teslim oluyor; Bitlis’in Yolalan Köyü’nde Türk öğretmenleri ve çocuklarını şehit edip Kürt öğretmenleri nasıl serbest bıraktıklarını anlatan itiraf kitapları yazılıyordu. Uzun uzun yazmayalım… Bugün gelinen noktada 13 yıldır Devleti yönetenlerin terörle mücadele gibi bir dertlerinin olmadığı açıktır. Öyle bir dertleri olsaydı bitirilmiş bir terör örgütü ile Dolmabahçe sarayında mutabakat imzalanmazdı. Milliyetçilik nidaları artık alamayacakları Kürt oylarına ağıt yakmadan başka bir şey değildir. Hükümette kalma mahkûmiyetleri ve mecburiyetleri olanların, fakir fukaranın zürriyetine güvenip sağa sola savaş açmak yerine daha fazla ülkeye zarar vermeden iktidardan uzaklaşmaları, biraz ders çalışmaları gerekmektedir. Hiçbir devlet kucağına oturtup şefkat gösterdiği kimsenin sakallarını yolmasına müsaade etmez. Türk’ün gösterecek şefkati vardır ama yolunacak sakalı yoktur. Kaygılarımla
Müslümanlara yönelik saldırıların endişe verici boyutta arttığı belirtiliyor
EKONOMİ KÖTÜ yapma günü değildir.” Antalya Ticaret ve Sanayi Odası (ATSO) Başkanı Davut Çetin, ekonomi ve siyasetteki Ekonomi cephesinden bakıldığında dışarda ve belirsizliğe rağmen ekonomiden sorumlu içerde belirsizliğin arttığını dile getiren Davut Çetin, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın uzun dövizdeki artışın girdi maliyetlerini artırarak ekonomiyi zorladığını dile getirdi. Siyasi belirsizlik ve ABD’de faiz zamandır ortada olmadığını söyledi. ATSO’nun Temmuz ayı meclis toplantısında IŞİD ve PKK terörü, ülke ve Antalya ekonomisine yönelik sorunlar ele alındı. ATSO Meclis Başkanı İzzet Bayar başkanlığında ATSO Yönetim Kurulu Başkanı Davut Çetin, yönetim ve meclis üyelerinin katıldığı toplantıda, 2015 yılı Antalya’nın Kadın Girişimci Yarışması’nın ödülleri de verildi. Asker ve polis şehitlerimize rahmet, yakınlarına, görev arkadaşlarına ve bütün Türkiye’ye sabır ve başsağlığı dileyen ATSO Başkanı Davut Çetin, Türkiye’nin başında PKK katilleri belası varken, şimdi bir de İŞİD tehdidi oluştuğunu söyledi. Türkiye’nin 40 yıldır aralıksız terörle yaşadığını kaydeden Çetin, “Bugüne kadar bu millet teröre boyun eğmedi, bundan sonra da eğmeyecek. Hiç kimse Türk milletini terörle, tehditle teslim alamayacaktır. Asker ve polisimizi haince, barbarca şehit eden katilleri nefretle kınıyoruz. Suruç’ta sivil insanları katledenleri de lanetliyoruz” dedi. Bölgede ve Suriye sınırında uzun zamandır güvenlik boşluğu yaşandığını ve alınan önlemlerin yerinde ve hatta geç kalınmış olduğunu belirten Çetin şöyle konuştu: “ Keşke, bu noktaya gelinmesine de izin verilmeseydi. Ancak bu noktada terör riskinin çok artmış olduğu da açıktır ve her tür terör eylemine, provokasyon veya kışkırtmalara karşı dikkatli ve temkinli olunmalıdır. Bu yangının Türkiye’yi sarmaması için devletin bütün kurumları siyaset üstü ilke ve değerler çerçevesinde toparlanmalıdır. Eğer ulusal birliğimizi güçlendirmez, siyasi uzlaşmayı gerçekleştiremezsek, bu terörü ve getireceği siyasi riskleri önleyemeyiz. Gün, kişisel hesap, grup, parti hesabı
artışı beklentisinin Türkiye ekonomisini daha kırılgan hale getirdiğini anlatan Çetin, “Siyasi uzlaşmanın sağlanması, ekonomik programın gözden geçirilmesi önümüzdeki aylarda daha acil hale gelecektir” dedi.
Antalya verilerinde de olumlu bir tablo ortaya konulamadığına işaret ATSO Başkanı, şirket kayıtlarında yüzde 4’e yakın, yatırım teşviklerinde yüzde 50, ihracatta yüzde 9 düşüş yaşandığını söyledi. Turizmde yıllık olarak yüzde 7’lik kaybın sürdüğünü belirten Çetin, son terör olaylarının olumlu beklentileri iyice bozduğunu kaydetti. Çetin şunları söyledi: “Turist sayısı dışında, fiyat indirimleri ve geceleme düşüşleri, toplam gelire ve Antalya ekonomisine yansıdı. Doluluk oranı ve fiyatlarda da yüzde 10- 15 civarında düşüş görüyoruz. Bunun sonucunda Antalya’nın Mayıs ayı net KDV tahsilatı geçen yıla göre sıfır oldu, yani artmadı.” Sadece ekonomide değil, siyasette de belirsizlik olduğunu dile getiren Çetin sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu belirsizlikte yatırım zaten olmaz. Sonbaharda bir de dış piyasadan döviz ve faiz baskısı bu duruma eklenecek. Bu duruma rağmen ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı sayın Ali Babacan uzun z amandır ortada yok. Koalisyon görüşmelerine kimse inanmıyor. Kasımda seçim olsa istikrar getireceği garanti değil. Dolayısıyla şu anda bizi dinleyecek kimse yok, ama biz yine de uyarılarımızı yapalım. Belki riskler görülür, herkes fedakarlık yapar ve bir uzlaşma ortamı doğar.”
47
Hangi şirket ne kadar pay aldı?..
33 MİLYAR NEREDE?.. CHP Antalya Milletvekili Çetin Osman Budak, yargı kararlarına rağmen yurttaşlardan tahsil edilmeye devam edilen kayıp-kaçak bedellerini gündeme taşıyarak, “33 milyar TL’lik kayıp-kaçak bedelinden hangi şirket ne kadar pay aldı. Yargı kararlarını uygulamak yerine, neden daha fazla kayıp-kaçak tahsilatının yolu açılıyor” diye sordu.
CHP’li Budak, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı’nın yanıtlaması istemiyle verdiği önergede, elektrik dağıtım sisteminin 12.7 milyar dolar bedelle özelleştirilmesinin ardından geçen dönemde (2006-2014) yurttaşlardan yalnızca kayıp-kaçak bedeli adı altında yaklaşık 33 Milyar TL (eski parayla 33 Katrilyon lira) tahsil edildiğine dikkat çekti. Temmuz 2015 dönemi için elektriğe zam yapılmadığı açıklanmasına karşın, tarifelerde değişikliğe gidildiğini ve dağıtım şirketlerinin tahsil edebileceği kayıp-kaçak bedelinde yine artış yapıldığını vurgulayan Budak, “Hedef kayıp-kaçak oranlarında sürekli yapılan değişikliklerle, yurttaşların faturasında indirim yapmak yerine şirketlere daha fazla tahsilat yolu açılmaktadır” dedi. Elektrik dağıtım şirketlerinin 2005-2010 ile 20102015 döneminde kayıp ve kaçak hedeflerinin yıllara göre, bölgeler bazında ve Türkiye ortalamasında yüzde kaç olarak belirlendiği konusunda bilgi isteyen Budak, “Belli olan gerçekleşmeler ne olmuştur? Söz konusu dönemlere ilişkin belirlenen hedeflerde kaç kez değişikliğe gidilmiştir? Bu değişikliklerle şirketlerin tahsil edebileceği kayıp-kaçak bedelleri ne kadar arttırılmıştır? Bu yıl içinde (2015) kayıp-kaçak hedeflerinde bir değişiklik yapılmış mıdır? Hangi dağıtım şirketlerinin hedef kayıp ve kaçak oranları nasıl değiştirilmiştir?” diye sordu. Budak şöyle devam etti: “Belirlenen kayıp-kaçak oranları doğrultusunda tarife gruplarına göre faturalardan yıllara göre ne kadar tahsilat yapılmıştır? Resmi olarak 33 Milyar TL’yi aştığı açıklanan bu kayıp-kaçak tahsilatlarından hangi dağıtım şirketi ne kadar pay almıştır? 2015 yılı sonrasına ilişkin yeni hedef kayıp ve kaçak oranları belirlenmiş midir? Belirlenmişse bunlar hem bölgesel bazda hem de Türkiye bazında ne olarak öngörülmüştür? Belirlenmemişse ne zaman belirlenecektir? Söz konusu hedef oranlar kamuoyuyla paylaşılacak mıdır? Yargının kayıp-kaçak bedellerinin iadesi yönünde aldığı kesin kararları yerine getirmek yerine, daha fazla
kayıp-kaçak bedeli tahsilatının yolunun açılmasının gerekçesi nedir?” “ Belirlenen kayıp-kaçak oranları doğrultusunda tarife gruplarına göre faturalardan yıllara göre ne kadar tahsilat yapılmıştır? Resmi olarak 33 Milyar TL’yi aştığı açıklanan bu kayıp-kaçak tahsilatlarından hangi dağıtım şirketi ne kadar pay almıştır? 2015 yılı sonrasına ilişkin yeni hedef kayıp ve kaçak oranları belirlenmiş midir? Belirlenmişse bunlar hem bölgesel bazda hem de Türkiye bazında ne olarak öngörülmüştür? Belirlenmemişse ne zaman belirlenecektir? Söz konusu hedef oranlar kamuoyuyla paylaşılacak mıdır? Yargının kayıp-kaçak bedellerinin iadesi yönünde aldığı kesin kararları yerine getirmek yerine, daha fazla kayıpkaçak bedeli tahsilatının yolunun açılmasının gerekçesi nedir?” Hükümetin bir çok konuda yargı kararlarını uygulamadığını, kayıp-kaçak bedeli ile ilgili kararların da buna örnek oluşturduğunu belirten Budak, “Türkiye hukuk devleti olmak istiyorsa, yargı kararlarına uymalıdır. Kayıp-kaçak bedeli ile ilgili kararlar da bu kapsamdadır. Hükümet, yurttaşlardan haksız yere tahsil edilen bedellerin geri ödenmesini sağlamak yerine, tersine bu konudaki yargı kararlarını geçersiz kılmak için adım attı. Ama ömrü yetmedi. Yargı kararlarına rağmen, bu bedel tahsil edilmeye hem de yükseltilerek tahsil edilmeye devam ediliyor. Yargı yolu henüz açıktır. Yurttaşlarımız haklarını yargıda arayabilir” dedi
Şiddetin tırmanması halinde iptaller baş gösterecek
TERÖR KORKUSU
Türkiye Otelciler Federasyonu (TÜROFED) Başkanı Osman Ayık, Suruç saldırısı, ardından PKK ve IŞİD hedeflerine yönelik Türkiye’nin hava operasyonları ışığında turizm sektörü açısından öngörülemez bir sürecin başladığını belirterek, “Şu ana kadar rezervasyon iptali söz konusu olmadı. Şiddetin tırmanması halinde iptaller gündeme gelebilir” dedi. Türkiye’nin turizmdeki en önemli markası Antalya, turizm sezonuna en büyük pazarı Rusya’da yaşanan ekonomik krizin yarattığı yıkımla başladı. Antalya, gelen turist sayısı açısından, yılın ilk 6 aylık dönemini 2014 yılına oranla yüzde 9’luk kayıpla kapattı. Kente geçen yıl Ocak- Haziran ayları arasında havayoluyla gelen turist sayısı 4 milyon 553 bin 989 olurken, bu yılın aynı döneminde rakam 4 milyon 210 bin 711’e geriledi. Küresel ölçekte artan terör olaylarının dünya çapında turizm hareketliliğini olumsuz etkilemesi, Türkiye’de 7 Haziran seçim süreci ve ardından siyasi belirsizlik ortamı, Rusya nedeniyle ortaya çıkan krizin nitelik değiştirmesine neden oldu. Doluluk oranının düşmesiyle oteller mal alımında kısıtlamaya gitti. Ortalama 500 personelle
çalışan oteller de personel çıkarmak zorunda kaldı. Sadece Haziran ayında Antalya’da sektörün toplam oda sayısı üzerinden odabaşı elde edilen gelirde yüzde 16.8 düşüş yaşandı ve odabaşı gelir 64.8 euro oldu. Turizm sektörü, temmuz ayına ise hızlı giriş yaptı. 26 Temmuz itibariyle Antalya’ya havayoluyla gelen turist sayısı 5 milyon 903 bin 940’a ulaştı. 2014’ün ayrı döneminde Antalya ve Gazipaşa havalimanlarından kente gelen turist sayısı 6 milyon 321 bin 824 oldu. Yılın ilk 6 ayında yüzde 9 olan daralma, sezonun en yoğun yaşandığı ağustos ayına sayılı gün kala 2 puan aşağı çekildi ve yüzde 7 olarak gerçekleşti. TÜROFED Başkanı Osman Ayık, son günlerde şiddetin tırmanmasının, sektörde soru işaretlerine neden olduğunu kaydetti. Şu ana kadar rezervasyon iptalinin söz konusu olmadığını aktaran Ayık, “Fakat öngörülemez bir süreç içinde olduğumuz da bir gerçek. Şiddetin tırmanması halinde rezervasyon akışında iptaller gündeme gelebilir” dedi. Turizm sektöründe 2014 yılında olduğu gibi üniversite sınav sonuçlarının belli olması, Ramazan ayının geride bırakılmasıyla hareketli bir dönemin başladığını kaydeden Ayık, mevcut durumun devamı halinde eylül ayı ortasına kadar aynı hareketliliğin süreceği öngörüsünde bulundu.
Nizamettin Özmen
BÜYÜKŞEHR’İN ATATÜRK İLE İMTİHANI Konyaaltı Caddesi ile deniz arasındaki bölüm “Atatürk Parkı” idi. Hasan Subaşı Kültür Parkı’nın adı Bekir Kumbul tarafından “Atatürk Kültür Parkı” olarak değiştirildi. Öyle ya “Atatürk” olursa bunu kimse değiştirmeye cesaret edemezdi. Bu arada Lara’daki kocamaaaan alan düzenlenecek, adı da “Kumul Park” olacaktı. “Valla Kumbul değil, bildiğin kumul. Bu tartışma bitti, eski Atatürk Parkı’nın revizyonu geldi gündeme. Tam on yıl önceymiş. Oysa ıhlamur ağaçlarının kesilip yerine otopark yapıldığını izlediğimiz günler dün gibi. Türel ekibinin en doğru tespitlerinden olan “ne idüğü belirsiz” şeklinden kurtulup bir cazibe merkezi haline gelişine ne sevinebildik, ne üzülebildik. O yıllara geri dönerseniz park mevzuunda en çok tartışılan konu “Baykal’ın evinin önüne AKP’nin ampulünü çağrıştıran havuz yapıldı” haberidir. O havuzun tam ortasına Türkan Saylan heykeli dikmekte Mustafa Akaydın’a nasip olmuştu. Törenin açılış konuşmasını yapan Türel, Atatürk Parkı’nın, “Atatürk” adını hak etmez bir hale geldiğini ifade ederek, “Bu alan maalesef madde bağımlı geçlerin yuvası halindeydi. Biz parkı bu halde aldık” demişti.”Ampul Havuz”u ise şöyle savunmuştu Türel: “Biz belediye olarak hizmetlerimize siyaseti bulaştırmadık, bulaştırmayacağız da.” “Kaç yıl geçti aradan ayrı ayrııı….” Bu ne ya sabah sabah. Hepi topu on yıl işte. Ayrı falan da değil, Atatürk Parkı ile iç içeyiz. Gaziantep Restaurant, Alara Restaurant, Park Beyzade bizzat uğradığım ve memnun da kaldığım mekanlar. Beni takip edenler bilir, bir zamanların ünlü Derya Motel’i üstünde yer alan Alara Restaurant’ın altındaki Sanat Güneşi Zeki Müren’in kullandığı mağaranın neden kullanıma açılmadığını sorgularım hep. Üstelik Müren’e ilk “Paşa” diyen kişinin Başkan Türel’in annesi olduğu söylenirken. Neyse, bugüne dönelim. Yaşanan kaosa bakalım. Geçtiğimiz günlerde Atatürk Parkı’nın 10 yıllık
kullanım süresinin bittiği, işletmeci firmaya boşaltma talimatı yollandığı haberi yer aldı gazetelerde. Daha sonra tahliye tarihi 22 Ağustos’a ertelendi. Şimdi kira süresinin bitmesi, Türel’in mevcut firma ile çalışmak istememesi, süre dolduğu için tahliye istemesi normal. Gidip işletmelerle konuşmadım, “taraf” olmak istemiyorum, yanlışa düşebilirim. Bildiğim kadarı ile buradaki işletmeler kiraladıkları mekana devasa harcamalar yaptılar. Bu tür işletmelerde risk budur. En az 39 yıllık filan olmalı kiralamalar. 10 yıl olunca bu sıkıntının yaşanması normal. Şimdi benim yaptığımı yapın, her hangi bir işletmenin kiralandığı günkü çıplak duvar halini getirin gözünüzün önüne. Bir de bugünkü halini. Orada kullanılan ekipmandan, masa sandalyeden söz etmiyoruz. Mekanlardaki yapılan çalışmalardan söz ediyoruz. Şimdi bu işletmeler burayı söküp mü teslim edecek? Olduğu gibi bırakırsa yeni dönemde kendisine kiraya verilmezse yaptığı masrafı unutup birilerinin yeni gözdelerine “hediye”mi edecek? Oturduğum yerden ahkam kesiyorum evet. “Adrasan Plajı’nı önümüzdeki yıl Tanju Çolak Beach Park olarak işletecek” deniyor. Sorduk, tık yok… Türel’in bu görev döneminde kırıp döktüğünü, arkasına bakmadığını biliyoruz. “Bütünşehir”in bi gömlek büyük geldiği izlenimi veren süreçte başta sivrisinek olmak üzere birçok sorunun kangrene döndüğünü biliyoruz. Dağ başına otobüs durağı koyup ilçe otobüslerine “Denetimli toplu taşıma aracı” yazarak gelire ortak olunduğunu, ama bunun ne vatandaşa ne sektör temsilcisine faydası olmadığını görüyoruz. Şimdi soru şu: Atatürk Parkı’nı siz yaptınız, siz kiraladınız. Bugün bu işkence neden? İşletmeci firmanın Akaydın’ı desteklediği, sizin de intikam peşinde olduğunuz iddia ediliyor. Sahi?
470 BİN RUS T Yılın ilk 6 ayında Türkiye’nin en büyük turizm pazarlarından Rusya’dan kayıp 470 bine ulaştı. Rus pazarındaki bu kaybın 400 bin civarı Antalya’da yaşandı. Turizmin başkenti Antalya’da geçen yılın son çeyreğinde Rusya’daki devalüasyon ve ruble krizi nedeniyle başlayan kötü gidişat, Avrupa’daki imaj kaybı sorunlarının yanı sıra, son günlerde artan terör olayları nedeniyle ciddi boyutlara ulaştı. Antalya Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü verilerine göre, bu yıl 15 Ağustos 2015 günü itibariyle Antalya ve Gazipaşa havalimanlarından 7 milyon 284 bin turist girişi gerçekleşti. İki havalimanından geçen yıl aynı dönemde 7 milyon 720 bin turist girişi gerçekleşirken, bu yıl yüzde 6 oranında düşüşle 436 bin turist eksisi yaşandı.
Akdeniz Turistik Otel İşletmecileri Birliği (AKTOB) Antalya’ya gelen yabancı ziyaretçilerin ülkelere göre dağılımına yönelik Ocak- Temmuz aylarını içeren 7 aylık dönem için bir rapor hazırladı. AKTOB’un raporuna göre Almanya pazarından gelenlerin sayısında artış görülürken, Rusya pazarındaki düşüş devam etti. Önceki aylara göre Rusya pazarındaki düşüş eğiliminin zayıfladığı görüldü. Rusya başta olmak üzere BDT pazarları ile Batı, Kuzey ve Orta Avrupa’nın önemli pazarlarında duraklama ve gerilemenin yaşandığı 7 aylık dönemde, Antalya 400 binden fazla turist kaybetti. Görece toparlamanın yaşandığı temmuz ayı ile birlikte Antalya 7 aylık dönemde ziyaretçi trafiğini 6 milyon 220 bin 762’ye ulaştırdı. Antalya, geçen yılın aynı döneminde yurtdışından 6 milyon 644 bin 905 z iyaretçi çekmişti.
51
TURİST KAYIP Antalya’nın gerileme yaşadığı 7 aylık dönemde İstanbul’da ise gelişme yaşandı. 7 ayda yüzde 8.3 büyüyen İstanbul, transit yolcular dahil 7 milyon kişiye ulaştı. Bu dönemde, Muğla ve İzmir illerinde de gerileme yaşandı. 7 aylık dönemde yüzde 6.1 düşüş yaşayan Muğla 1.5 milyon ziyaretçiye geriledi. Son iki yıldır kruvaziyer turizmindeki daralmadan etkilenen İzmir ise 7 ayda yüzde 9.9 düşüşle 643 bin kişiye kadar geriledi. AKTOB’un turizm raporunda, Haziran ayında ülkemizi ziyaret eden yabancı sayısının yüzde 4.89 azalarak 4 milyon 335 binden 4 milyon 123 bine düştüğü kaydedildi. 6 aylık dönemde ise ülkemizi ziyaret eden yabancı sayısı yüzde 2.25 gerileyerek, 15 milyon 238 binden 14 milyon 894 bine düştü. Altı aylık dönemde, Almanya pazarından gelenlerin sayısı yüzde 10.9 artarak 2 milyon
109 bini aştı. Aynı dönemde Rusya’dan gelenlerin sayısı ise yüzde 24.3 düştü. Daha önce gelen Rus turist sayısı 2 milyona yaklaşırken bu dönemde 1 milyon 400 binlere kadar indi. Rus turist sayısında 6 aylık kayıp 470 bin olarak gerçekleşti. Bu dönemde Finlandiya hariç İskandinav pazarları, İngiltere, Fransa, Hollanda ve Avusturya gibi merkez pazarlarda gerileme yaşandı. Diğer yandan Polonya, Macaristan gibi Avrupa’nın orta ve doğu kesimlerindeki ülke pazarlarında toparlanma yaşandı. Moldova ve Kırgızistan haricinde tüm BDT pazarlarında düşüş yaşanırken, Afrika ve batı Asya’da da düşüş eğilimi halim oldu. İsrail’deki düşüş ise yüzde 25 dolayında gerçekleşti. Güney Asya bölgesinden gelişlerde yüzde 13 dolayında büyüme yaşandı.
Doluluk oranları yüzde 7.9 düşerek 66.6 yüzde oldu
TURİZM ÖLDÜ Turistik Otelciler İşletmeciler ve Yatırımcılar Birliği’nin (TUROB) açıkladığı, dünyanın önde gelen veri ve analiz şirketlerinden STR Global Haziran 2015 verilerine göre, Türkiye otel doluluklarında Avrupa’da en sert düşüş yaşayan ülke oldu.
TUROB’un rapora ilişkin değerlendirmesinde, Türkiye’nin Haziran 2015 otel doluluklarında geçen yılın aynı ayına göre yüzde 7.6 düşüş kaydedildi. Haziran 2014’te Türkiye genelinde otel doluluk oranı yüzde 68.6 olarak açıklanırken, bu oran bu yılın aynı ayında yüzde 63.4 olarak gerçekleşti. Bu oranla Avrupa ülkeleri arasında, Türkiye’nin en büyük düşüş yaşayan ülke olduğu kaydedildi. Raporda, haziran ayında tüm Avrupa genelinde yüzde 62.1 ile Rusya ve yüzde 63.4 ile Türkiye’nin en düşük doluluk oranına sahip iki ülke olarak öne çıktığı da ifade edildi. Ocak-Haziran 2015 dönemini kapsayan yılın ilk yarısında ise Türkiye’nin otellerdeki doluluk oranı geçen yıla göre yüzde 2.3 artış ile yüzde 62.5’i gösteriyor. TUROB’un açıklamasına göre, İstanbul’da Haziran 2015 otel dolulukları bir önceki yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 7.9 düşerek, yüzde 66.6 oldu. 2014 yılının aynı ayında bu oran yüzde 72.3 olarak gerçekleşti. Bu düşüş tüm Avrupa’da ana destinasyonlar arasında en büyük düşüş olarak kaydedildi. Haziran 2015’te Avrupa’da en düşük doluluk oranına sahip iki şehir yüzde 64.4 ile Moskova ve yüzde 66.6 ile İstanbul oldu. Aynı düşüş trendi fiyatlara da yansıdı. ADR (Average Daily Rate) olarak adlandırılan ortalama günlük satılan oda bedeli 134.5 Euro olarak, 2014’e göre yüzde 9.8’lik bir düşüş gösterdi. Haziran 2014’te bu rakam 149.1 Euro oldu. RevPAR denilen toplam oda sayısı üzerinden odabaşı elde edilen gelirlerde de geçen yıla oranla yüzde 16.9’luk bir düşüş yaşandı ve 89.6 Euro olarak ölçüldü. Haziran 2014’te bu rakam 107.7 Euro olarak kayıtlara geçti. İstanbul’da Ocak-Haziran 2015 dönemini kapsayan ilk 6 aylık dönemde ise doluluk oranı 66.8 oldu. 2014’ün ilk 6 ayında bu oran yüzde 64.7 olarak gerçekleşti. Ortalama günlük satılan oda bedeli ise 130.9 Euro’dan 123.5 Euro’ya geriledi
Türkiye’nin en fazla turist ağırlayan kenti Antalya’da ise Haziran 2015 otel dolulukları sektörün moralini bozdu. Antalya’da doluluklar Haziran 2015’te bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 9.7 düştü ve yüzde 68.4 olarak gerçekleşti. Haziran 2014’te bu oran yüzde 75.8 olarak gerçekleşti. Ortalama günlük satılan oda bedeli 94.7 Euro olarak gerçekleşirken, 2014’e göre yüzde 7.9’luk bir düşüş gösterdi. Haziran 2014’te bu rakam 102.8 Euro olarak gerçekleşti. Toplam oda sayısı üzerinden odabaşı elde edilen gelirlerde ise ( RevPAR) geçen yıla oranla yüzde 16.8’lik düşüş yaşandı ve 64.8 Euro olarak ölçüldü. Haziran 2014’te bu rakam 77.9 Euro oldu. Antalya’da ilk 6 aylık dönemde ise doluluk oranı geçen yılki yüzde 56’dan yüzde 53.4’e geriledi. 6 ayda ortalama günlük satılan oda bedeli 70.9 Euro oldu. 2014’ün ilk beş ayında bu rakam 71.8 Euro olmuştu. Oda başı elde edilen gelir ise beş aylık dönemde 40.2 Euro’dan 37.8 Euro’ya geriledi. Ankara’da da Haziran 2015 otel dolulukları bir önceki yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 12.1 düşerek, yüzde 55 oldu. Haziran 2014’te bu oran yüzde 62.6 oldu. Ortalama günlük satılan oda bedeli de 80.6 Euro olarak, 2014’e göre yüzde 4.5’lik artış gösterdi. İlk 6 ayda ise doluluk oranı 63.6 olarak gerçekleşti. Geçen yıl ilk 6 ayda bu oran yüzde 60.4 oldu. 6 ayda ortalama günlük satılan oda bedeli geçen yılki 75.6 Euro’dan 82.1 Euro’ya yükselirken, oda başı elde edilen gelir ise 52.3 Euro oldu. TUROB Başkanı Timur Bayırdır, 2013 yılında başlayan düşüşün geçen yıl sektörün çabalarıyla bir nebze toparlandığını, bu yıl gerek global durum, gerekse Türkiye’de devam eden kaygı ortamı, Ramazanın etkisi ve genel seçimler sebebiyle yeniden ortaya çıktığını söyledi. TUROB’un derleği verilere göre Haziran 2015’te Avrupa’daki turizm destinasyonlarının otel doluluk oranları yüzde bazında şöyle sıralandı: Malta 90.5, Çek Cum. 83.9, İngiltere 83.5, Litvanya 82.4, Belçika 82.2, Yunanistan 82.2, Macaristan 81.8, Avusturya 80.7, Portekiz 79.8, Hollanda 79.4, Polonya 79.1, Almanya 77.1, İspanya 76.5, İsviçre 76.4, Romanya 75.8, İtalya 74.5, Finlandiya 71.4, Slovakya 71.1, Hırvatistan 70.9, Bulgaristan 66.7, Türkiye 63.4, Rusya 62.
53
Satılık otellerin ilan sayısı bir yılda yüzde 129 artı
BİNLERCE OTEL SATILIK Bankalara olan borçlar ve bu sezon turizmde yaşanan sert düşüş ve ortaya çıkan kârsızlık, satılık otellerin ilan sayısı bir yılda yüzde 129 artırdı, 1750 otel sahibinden.com’dan satışa çıkarıldı. Turizmdeki kriz derinleşiyor. Türkiye’ye gelen turist sayılarında ciddi düşüşler yaşanırken sahibinden.com’un sisteminde şu anda 1750 otel 290 apart otel, 533 butik otel, 49 motel, 121 pansiyon, 37 kamp yeri ve 59 da tatil köyü satılık ilanı bulunuyor. Bu ilanların bir kısmı uzun yıllardır var olan, vazgeçilen, aktifliğini yitirenleri de içeriyor olabilir. Ancak şu bir gerçek ki satılık ve kiralık ilanlar arasında 5 yıldızlı oteller de bulunuyor. Sitede turistik tesis kategorisi adı altında toplamda 3 bin 329 adet satılık ve kiralık ilanı da yer alıyor.Cumhuriyet.com.tr’den Şehriban Kılıç’ın haberine göre, Turizm sektörü uzmanlarına göre otellerin satılığa çıkmasının ana nedeni bankalara olan borç ve turist gelmediği için işlerin döndürülememesi ve kârsızlık olarak gösteriliyor. Sahibinden.com’un verilerine göre, otel ilanları bir yılda yüzde 129, satış fiyatları ise yüzde 67 arttı. 1 Ocak – 17 Temmuz 2014 ile bu yılın aynı dönemini kapsayan verilere göre, en çok satılık otel ilanı verilen şehir İstanbul oldu.Avrupa ve çevre ülkelerdeki ekonomik belirsizliğin etkisiyle bu yıl oldukça durgun geçen turizm sezonu, Türkiye genelinde otel satışlarında yüzde 129 oranında artışa neden oldu. Otel ilan fiyatlarının ortalama yüzde 67 arttığı Türkiye’de Antalya, Muğla, İstanbul ve İzmir başı çeken şehirler arasında.
sahibinden.com’un verilerine göre satışı gerçekleşen 1 ve 5 yıldız aralığındaki otellerin sayısında artış görülüyor, araştırmanın yapıldığı tarihlerde 5 yıldızlı otel satış sayısında yüzde 157’lik bir artış söz konusu. Aynı dönemde 4 yıldızlı otellerin satış adedinde yüzde 160’lık, satış fiyatlarında ise yüzde 131’lik bir yükseliş görülüyor. 2014’te satışa çıkarılan otellerin ortalama fiyatı ise 3 milyon TL olurken 2015’te bu rakam 5 milyon TL’ye çıkıyor. Çeşme Turistik Otelciler Birliği (ÇEŞTOB) Başkanı Veysi Öncel, eskiden otel yatırımlarının geri dünüşlerinin 7 yıl olduğunu şimdi bunun 17-20 yıla kadar çıktığını belirterek, “Otel yatırımı yapmak çok maliyetli, bunları öz sermaye ile yapmak mümkün değil. O nedenle bu iş kârlı olmadığı için bazı yatırımcılar bu işten çıkıyor otellerini satıyor. Bir otelin ayakta kalabilmesi için en az yüzde 7580 doluluk oranını yakalaması gerekiyor. Ama bu oran şu anda yüzde 50’ler civarında” dedi.
Bireysel emekliliği tercih eden iller arasında Antalya 5. sırada
GENÇ EMEKLİLER KENTİ Fiba Emeklilik ve Hayat A.Ş. Genel Müdürü Ömer Mert, en fazla bireysel emekliliği tercih eden iller arasında Antalya’nın 5. sırada olduğunu söyledi Antalya’nın önde gelen iş adamlarını her hafta Salı günü kahvaltıda bir araya getiren Salı Sanayici ve İşadamları Grubu’nun bu haftaki konuğu Fiba Emeklilik ve Hayat A.Ş. Genel Müdürü Ömer Mert oldu. Salı Grubu Başkanı Muharrem Koç başkanlığında Antalya Tenis İhtisas ve Spor Kulübü’nde(ATİK) gerçekleştirilen kahvaltıda konuşan Fiba Emeklilik ve Hayat A.Ş. Genel Müdürü Ömer Mert, bireysel emeklilik ve fon yönetimi konusunda Salı Grubu üyelerine bilgi vererek sorularını cevapladı. Bireysel emeklilik sisteminin özellikle son dönemlerde çok fazla duyulmaya ve gündeme gelmeye başladığını belirten Mert, bireysel emeklilik sisteminin hükümetin de en çok önem verdiği konulardan biri olduğunu söyledi. Sektörün 19 şirketten kurulmuş bir sektör olduğunu anlatan Mert, “Bütün sektörün yaklaşık 5.4 milyon müşterisi var ve yürütülen para da 41 milyar TL’ye ulaştı. Aslında bireysel emeklilik sektörünün kendi bireylere önerdiği faydalarının dışında ülke ekonomisi açısından da ciddi faydaları var” dedi. Türkiye’de de yaklaşık 12 sene geçmesine rağmen 42 milyar TL gibi bir paranın biriktiğinin altını çizen Fiba Emeklilik Genel Müdürü Ömer Mert, bu paranın çok önemli bir rakam olduğunu belirterek şöyle devam etti:
“Orta uzun vadede de ülkemizin böyle uzun vadeli asarruflara ihtiyacı var. Bugünkü sosyal güvenlik sisteminin sağladığı faydalar var ama tabi ki insanların oradan sağladığı faydalar kısıtlı olabiliyor. Çünkü tüm vatandaşlara iyi bir gelir sağlamak mümkün olmuyor. Ama devlet tarafından iyi standartta bir gelir sağlanabiliyor. Bireylerin kendi başına para ödeyip sitemde para biriktirmeleri gerekiyor. Erken ölüm denilen şeyin günümüzde tanımının değiştiğini aktaran Genel Müdür Ömer Mert, “Eskiden yetmişi görene bir hayli yaşamış gözüyle bakılırken; şimdi 85’leri görmeye başladık ki bu da normal. Türkiye’nin beklenen ömürleri şuanda erkekte bile 70’in üzerine çıktı ve 80’e yaklaşıyor. Dünyada da zaten çok ciddi bir yaşlanma problemi var. Bundan dolayı kişilerin 60-65 yaşlarından, yani emekli olduktan sonra beklenen ömrü 25-30 yıllık daha bir ömrü var. Bu ömürde de ciddi para ihtiyacı var. Bu para ihtiyacının devlet büyük bir kısmını özellikle sağlık tarafından karşılayabilirken, emeklilik maaşları tarafında da bireylerin ciddi bir para ihtiyaçları olacak. Kişilerin ödediği desteğin yüzde 25’i kadar devletdepara veriyor. Yaklaşık yılda 3 milyar TL civarında parayı devlet nakit olarak bireysel emeklilik sistemiyle kişilerin hesabına aktarıyor. Bu 2013’ün başında başladı ve devam ediyor. Bu önemli desteğin amacı kişileri uzun süreli tasarrufa teşvik etmek. O nedenle önümüzdeki dönemde artık ölmek değil fazla yaşamak ciddi bir risk haline geliyor. İnsanların bu yaşlarını yaşarken ciddi bir maddi desteğe ihtiyacı olacak.”
Umut Özen
Turizmde Rus pazarında yüzde 30’ları bulan kayıp endişelendiriyor. Türkiye Otelciler Federasyonu ve 14 bölgesel dernek yöneticisi bir araya gelerek durum değerlendirmesi yaptı. Turizmin istihdama katkısından ülke ekonomisine kazandırdığı milyarlarca dolarlardan bahsedilirken yerli turist hedefleri de açıklandı. Yeni turizm teşviki talepleri dillendirilirken, ‘turizmde işsizlik 100 binleri bulabilir’ çıkışı ise bana göre blöfçülüktür. Bugün Rusya pazarı çöktü, yarın Almanya, İngiltere, Fransa veya başka bir Avrupa ülkesi ne olacak. Bu yıl açığı yerli turistle kapatıldı, gelecek yıl da aynı yönteme mi başvurulacak. Yeni turizm teşvikinden söz ediliyor. Devlet de biliyor altın yumurtlayan tavuğun turizm olduğunu, yıllık istatistiklere hep birlikte gözden geçirelim. Sürekli teşvik alan turizmci üzerine düşeni yapmış mı? Hala Antalya’da bir çok otelin gece gündüz çalışan tur şoförlerine bırakın bir kap yemek vermeyi bir çay dahi vermediği gibi kapısından içeri dahi adım atmalarına müsaade edilmediğini biliyorum.‘şu ülkenin turistleri parasız alışveriş dahi yapmıyor otelde yiyip içip yatıyorlar’ diyen kimler acaba. Bölgesel pazarlama stratejileri artık tükenmiştir. Turizmciler nerede hata yaptıklarını biliyorlar fakat bunu kamuoyuna yansıtmıyorlar.Yurt dışı pazarlarda Antalya için deniz, kum ve güneşin daha çok pazarlanmaya çalışılması alışkanlıklarından vazgeçilmelidir. Antalya artık bir dünya markası ve turist denizi de, kumu da güneşi de biliyor. Türk gecelerini de artık öğrendi. Yaprak sarma dolmayı da şişi de kebabı da bol tahinli kabak tatlısını da… Turizm Birlikleri ayrı, otelci ayrı, bakanlık da ayrı tanıtım yapacak. Broşürler turisti doyuran nitelikte olacak.
TURİZMCİ DAHA ÇOK İSTİYOR Bir kere her ülke ayrı ayrı ele alınmalı, vatandaş profilleri iyi belirlenmelidir. Her ülkenin kendine özgü kutladığı günleri, gelenekleri bir yaşam şekli var. Bol köpüklü disco eğlencelerinin de yer aldığı broşürlere bunlar da konulabilir. İyi çalışırsan turist senin kapını zaten çalar. Alın size bulunmaz bir fırsat gelecek yıl Nisan ayında EXPO 2016 Antalya kapılarını açacak. Kaç ülkenin kaç tane fuarında reklam yaptınız. Bir elin parmaklarını geçer mi ? Biliyorum ki bir çoğu Expo’nun logosunu bile kullanmamıştır. Turizmde Teşvikler sürüyor, hiç kesilmedi ki yeni yeni teşvikler işinize yarayacaksa devlet yine üzerine düşeni yapar size teşvik verir. Bakınız teşvikler ne zaman başladı neler verildi. 1982 yılında yürürlüğe giren, 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu, yürürlük tarihinden bugüne turizm sektörünün ülke gündeminde kalmasına, turizm için olmazsa olmaz olan konaklama, yeme-içme-eğlence gibi alanları kapsayan sektörel gelişime katkı sağladı. Örneğin, 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 1982 yılından bugüne, ülkemize gelen turist sayısında yaklaşık 22 kat, turizm gelirlerinde ise yaklaşık 62 kat artış kaydedildi.. Söz konusu rakamlarda turizm işletmelerine sağlanan teşvik ve destekler önemli bir paya sahip. Bu çalışmada Turizm yatırımcılarına sağlanan teşvikler, KOSGEB kapsamında sağlanan teşvikler, Yatırımlarda Devlet Yardımı Hakkında Bakanlar Kurulu Kararı kapsamında sağlanan teşvikler, 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu, Emlak Vergisi Kanununda yer alan muafiyet, Türkiye İhracat Kredi Bankası (EXIMBANK) tarafından sağlanan kredi imkanları, Yabancı sermaye yatırımlarının teşviki ve Yurtdışı turizm fuarlarına katılım destekleri. Basın olarak bizim de üzerimize düşenler vardır, daha fazlası mı isteniyor. Yaparız.
Zengin turistlere zevk için çocuk servisi
SEKS KÖLESİ ÇOCUKLAR
Sivil toplum örgütleri tarafından hazırlanan bir rapora göre, turizm seyahat sektöründe çocuk istismarı olduğu haberi gündemi sarsarken Antalyalı turizmciler iddialara sert tepki gösterdi. Çocuklara Yönelik Ticari Cinsel Sömürüyle Mücadele Ağı’nın hazırladığı “Turizm ve Seyahatte Çocukların Ticari Cinsel Sömürüsü Türkiye Raporu”nda, turizm ve seyahatte çocuğa yönelik cinsel sömürünün endişe verici düzeyde olduğu ortaya çıktı. Ankara, Batman, Bursa, Diyarbakır, Hatay ve Sakarya Baroları ile Uluslararası Af Örgütü, Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği, Yeniden Sağlık ve Eğitim Derneği, Çocuk İstismarını ve İhmalini Önleme Derneği’nin de aralarında bulunduğu 40 aşkın sivil toplum örgütü tarafından oluşturulan mücadele ağının raporunda, sivil toplum kuruluşu üyelerinden turizm öğrencilerine, hukukçulardan sektör yöneticilerine kadar birçok kişi ile yapılan görüşmelere yer verildi.Antalya’da turizm sektöründe çalışanlarla yapılan görüşmelerde, Türkiye’ye ticari cinsel sömürü amacıyla yurtdışından kız çocuklarının getirildiği, bazı eğlence yerlerinde çocukların fuhuşta kullanıldığı yönünde duyumlara dikkat çekiliyor. Sivil toplum örgütü üyesi bir kadın, yaşadığı tanıklıkları ise şöyle anlatıyor: “Çocuklar, bazı otellere kimliksiz alınıyor; fuhuş yaptırdıklarına şahit oldum. Zengin adamlarla babalar
arasında acenteler aracılık yapıyor. Bazı acenteler yurtdışından gelen şeyhlere, zenginlere tüm hizmeti vermek adı altında ihtiyaçlarını gideriyorlar. Bakirelik yaşı eskiden 18 ile 20 yaş arası iken şimdi 8-9 yaşlarına düştü. Yazın daha fazla olmaktadır” Raporda Ankara’da görüşülen bir hakimin bazı turizm acentaları ve otellerin yanı sıra kimi masörlerin de “hizmete aracılık” yaptığına ilişkin ifadeleri dikkat çekiyor: “Çocuklar burada anlaşıp Antalya’ya gidiyorlar. 1 hafta-15 gün fuhuş yapıp geri geliyor. Bir çocuk bir kadının evinde bu şekilde kalıyor. Cinsel sömürüde en dirençli, en güvenirliği düşük olan masörler. Çocuk çalıştığı işlerden memnun. Bilgi vermek istemiyor. Polis müşteri gibi, sonra kız inkar ediyor. Bazı masaj salonunda çoğunlukla oral seks yapılıyor. Zaman zaman cinsel birleşme oluyor.” Görüşülen Turizm ve Otel İşletmeciliği Bölümü öğrencilerinin yüzde 74’ü çocukların turizm ve seyahatte çocukların cinsel sömürü mağduru olduğunu düşünüyor. Otellerde ve rehberlik bürolarında stajyer olarak çalışan bazı kızlar cinsel sömürüye maruz kalıyor. Antalya’da bir otel yöneticisinin anlatımı raporda şöyle yer alıyor: “Turizmde kalifiye elaman bulmak çok zor. Çünkü stajyer adı altında çoğu öğrenci köle gibi ya belirli bir maaşla ya da parasız otellerde çalıştırılır. Otel departman müdürleri, çalışanlar tarafından da istismara uğrayanlar oluyor. Türk stajyerlerde de aynı durum yaşanıyor. İlk defa
57
denizi gören, çoğu farkındalığı hiç olmayan çocuklar da fuhuşta otel içinde ve dışında kullanılabiliyor. Bunu bu sektörde sürekli duyuyoruz.” Raporda, Turizm ve Otel İşletmeciliği Bölümü öğrencilerinin de arkadaşlarının saldırı boyutunda sorunlarla karşılaştığını belirttiği kaydedildi. Raporda öğrencilerin; şefin kızların resmini çekmesi, otele gelen turistlerin taciz etmesi, staj için gidilen işletmelerde çalışanlar tarafından sözlü ve fiziksel taciz gibi sorunlarla karşılaştığı dile getiriliyor. Türkiye’ye ticari cinsel sömürü amacıyla yurtdışından kız çocuklarının getirildiği, bazı eğlence yerlerinde çocukların fuhuşta kullanıldığı, ayrıca acente ve otellerin yanı sıra kimi masörlerin de bu hizmete aracılık yaptığı, otellerin çocuklardan kimlik almadığı ve yurtdışından gelen şeyhlere pazarlandığına ilişkin ifadelere sektör temsilcileri şu yanıtları verdi: Akdeniz Turistik Otelciler Birliği (AKTOB) Başkanı Yusuf Hacısüleyman sektörde böyle bir şey ne gördüğünü nede duyduğunu ifade ederek “Görmediğim, bilmediğim bir şey için yorum yapmam. Böyle bir şey ne duydum ne de şahit oldum. Kesinlikle ve kesinlikle bu raporda yazılanların gerçek olduğuna inanmıyorum”
Türkiye Otelciler Federasyonu (TÜROFED) Başkanı Osman Ayık ise, raporu hazırlayanlara ateş püskürdü. Ayık, “Bu insanlar kafayı yemiş. Bir kişinin yaptığı bir şeyi koskoca sektöre mal edemezsiniz. Böyle saçma sapan bir şey için yorum bile yapmam. Bu konuyu gündemde tutmak da son derece yersiz. Dışarıdan tahminlerle, olasılıklarla, olmayan şeylerle kocaman bir sektörü karalamak tamamen kötü niyetli bir şey” diye konuştu. Konuya en sert tepkilerden biri de Antalya Kültür ve Turizm Müdürü İbrahim Acar’dan geldi. Bu tip haberlerin ahlaksızlıktan başka bir şey olmadığını ifade eden Acar, “İnsanlar bindiği dalı kesiyor. Antalya güvenli ve huzurlu bir destinasyondur. Emniyet güçlerimize bu yönde gelen hiçbir şikayet yok. Turistlerle yaptığımız anketlerde Antalya’nın ailece tatil yapılabilecek huzurlu ve emniyetli bir yer olduğunu görüyoruz. İnsanlar aklından ne geçiyorsa onu yazıyor. Bu terbiyesizlik ve sektörü karalamaktan başka bir şey değil” dedi. Antalya Emniyet Müdürlüğü ise geniş çaplı bir araştırma başlattı. Yetkililer bugüne kadar çocuk istismarına ve çocuk fuhuşuna yönelik bir olay yaşanmadığı ve kendilerine bu yönde bir şikayet intikal etmediğini açıkladı.
Akdeniz Belediyeler Birliği sorunları masaya yatırdı
BELEDİYECİLER TOPLANDI Akdeniz Belediyeler Birliği Başkanı ve Kepez Belediye Başkanı Hakan Tütüncü, Burdur İli Değerlendirme Toplantısı için Bucak ilçesine geldi. Bucak Belediyesi’nin organizasyonunda yapılan toplantı için Bucak’a gelen Akdeniz Belediyeler Birliği Başkanı ve Kepez Belediye Başkanı Hakan Tütüncü’nün yanısıra Ağlasun Belediye Başkanı Aydın Kaplan, Çavdır Belediye Başkanı Mustafa Uysal, Karamanlı Belediye Başkanı Fatih Selimoğlu, Altınyayla Belediye Başkanı Ahmet Serttaş, Kızılkaya Belediye Başkanı Canan Atasoy, Kocaaliler Belediye Başkanı İsmail Durmaz ve beraberindeki heyetler Bucak Belediyesi’ni ziyaret ederek Belediye Başkanı Süleyman Mutlu’yu ziyaret ettiler. Ziyaretle ilgili olarak bir açıklama yapan Akdeniz Belediye Birliği Başkanı ve Kepez Belediye Başkanı Hakan Tütüncü,”1 yıl içerisinde Burdur’daki Belediye Başkanlarımız ile ikinci kez bir araya geldik. Tabi bu bir araya gelişlerimizin arka planında neler yattığına baktığımızda. Gerçekten anlamlı ve güzel bir çalışmayı burada gerçekleştiriyoruz. Buna devam edeceğiz. İnşallah el ele vermek suretiyle , gönül gönüle vermek suretiyle yerel siyasette gönüllere iz bırakan Belediye başkanları olmayı , Belediye idarecileri olmayı her birimiz hedefliyoruz. Gerçekten Bucak Belediye Başkanımız Süleyman Mutlu’ya huzurlarınızda çok teşekkür ediyorum. Kendisinin başarılı çalışmalarının devamını diliyorum ve bütün Belediye başkanı arkadaşlarımıza da başarılar diliyorum” dedi. Bucak Belediye Başkanı Süleyman Mutlu da “Burada bütün belediye başkanı arkadaşlarımız ile birlikte olmak bizim için çok önemli çünkü dert hepimizin derdi sorun hepimizin sorunu. 2000 nüfuslu bir Belediye ile 50.000 nüfuslu bir belediyenin birbirinden farkı yok. Gayret aynı gayret. Ben başkanıma çok teşekkür ediyorum. Bu anlamda bizi bir araya getirdiği için… Bu adımı attığı için.. . Daha önceki dönemlerde böyle çalışmalar yapılmadı ki; biz Burdur Belediyeler birliğinde bile böyle çalışmalara rastlayamıyoruz. Ben başkanıma bu ince düşüncesinden dolayı teşekkür ediyorum” dedi. Başkan Mutlu, yurt içi ve yurt dışı ziyaretleri tertipleyen Başkan Tütüncü’ye teşekkürlerini sunarak “ Başkanım sadece bu toplantılarla da kalmıyor yurt içi ve yurt dışı gezilerinin tertibini sağlıyor. Gerçekten gezilerin akabinde de ben Belediyelerimize güzel katkıda bulunduğunu düşünüyorum. Gezdikçe gördükçe, oraların kültürünü, adetini bir şekilde ilçelerimize nakış gibi işlemekte artık
Belediye başkanlarına kalmış bir beceri… Bu konuda ben şahsım adına ve Belediyemiz adına Hakan Başkanıma, Akdeniz belediyeler birliği başkanı olarak da şahsına teşekkür ediyorum” ifadelerini kullandı. Bucak Belediyesini ziyaret eden heyet daha sonra Oğuzhan Kent Ormanı’na geçerek burada basına kapalı bir toplantı yaptı. Toplantıda belediyelerin ortak sorunlarına birlikte hareket edilerek çözüm önerileri ve çözüme katkı olacak çalışmaların yapılması yönünde değerlendirmeler yapıldığı öğrenildi. Toplantının ardından Oğuzhan Kent Ormanı’nda hatıra fotoğrafı çektiren heyet Bucak ilçesinden ayrıldı.
Yavuz Şahin
SONUÇTA A N A.... Yüce Yaratıcı kusursuz denilebilecek bu iki cinsi yaratırken asla bunların anlaşamayacaklarını ve hatta birbirlerini boğazlayacaklarını düşünmemiş olmalı. O nun yarattığı hiçbir şeyi yaratamıyoruz ama yarattığı her şeyi hiç e sayarak Öldürebiliyoruz.Peki asırlardır bunca kadın öldürüldü,işkencelere maruz kaldı.Ne uğruna;çok basit. Erkek Egemenliği ve gelişmemiş insancıl duyguların ön plana geçirdiği egoizm… Eğer ALLAH bunu düşünseydi Kadını da erkek gibi kaslı yapılı yaratır hadi ikinizde güçmen eşitsiniz ,yiyin birbirinizi şimdi der izlerdi.O zaman da erkekden bir farkı kalmayan kadın,tüm narinliğini tüm çekiciliğini tüm fiziksel zerafetini kaybedeceği için erkekten bir farkı da kalmayacağı için orangutanlarla arkadaşlık yapacak erkeklerde her halde dişi şempanzeleri seçerken, insanlık yeni bir humanistik fiziksel değişime doğru yola çıkmış olur, böylece bir evrimleşme süreci ile daha karşı karşıya kalırdık….ALLAH 2 tanede olmazsa olmaz Kura’n a yasa koymuş ; ’’ 1 . Bana her türlü suç ile gelin affederim ama asla Kul hakkıyla gelmeyin…2 .Kim ki yarattığım bir canlıyı nefis-i müdafaa harici öldürmüştür,O tüm insanlığı öldürmüş olur ‘’ Varmı daha ötesi. İnsanoğlu kendini yaradandan bu kadar korkup çekinmezse ne olur sonumuz,ben düşünmek bile istemiyorum.Kadınıyla Erkeğiyle biz ALLAH ın kulları ve O yüce yaratıcının birer parçasıyız….Burada niyetim asla hiç kimseye din dersi ahlak dersi vermek değil , demiyeceğim çünkü gerçekten bu derslere çoooook ihtiyacımız olduğu düşüncesindeyim.Bunun içinde elimizi çok çabuk tutmak ve en azından şu önümüzdeki jenerasyonu eğitmeye daha 2 yaşından itibaren öncelikle insan ve canlı sevgisini hücrelerine kadar işleyip anlatmak zorundayız.CANLILARIN YAŞAMA HAKKI HERŞEYİN ÜZERİNDEDİR.Evlerde,okullard a,üniversitelerde,sokakda ,dağda,bayırda,bahçede,işyerl erinde ama her yerde bunu çevremize defaten söylemek kanına beynine işlemek zorundayız… Annelerimiz bu günden 2 yaş ve üzeri bebeklerine anlatmaya başlarsa , çok değil iki jenerasyon sonra
Kadınına çok değer veren mutlu bir dünya bizim olacaktır.Zaten cennet de Annelerin ayakları altında değimlidir. Tüm sorumluluk annelerde bu konuda.Kadın evinde şiddet görüyor olsa dahi, çocuğuna; sen böyle olmayacaksın yavrum,sen kadına değer verecek onu sevecek şevkat ve ehemmiyet göstereceksin diye yetiştirecek ve şiddet gördüğü ilk anda asla affetmeden gidip suç duyurusunda bulunup şikayetçi olacak.Eğer ‘’kol kırılır yen içinde kalır,kocamdır döver de sever de ’’ mantığını güderse ömür boyu sinmek bu korkuyla traumayla yaşamak zorunda kalacaktır.Erkeğe gelince baktın ki ilişkinde olumsuzluklar var oturur konuşursun,zaman verirsin, hatalarını düzeltmesi için,hatta destek ve yardımcı da olmalısın.Baktınki bu sürenin sonunda da düzelmiyor,verirsin mahkemeye ayrılırsın.Başkasıyla aldattı diye kadın öldürülürmü yok böyle bir şey,boşanırsın gider.Bu erkek için de geçerli.Bırak kendi hatalarıyla karakteriyle ihanetiyle kendi vicdanıylahesaplaşsın.Kadın erkeğinden ne ister : aş – aşk – sadakat = MUTLU BİR YUVA…Açacak olursak AŞ : Yuvayı geçinderecek helal bir gelir. AŞK : Kadının ruhunu doyuracak sevgi ve sağlıklı bir cinsel birliktelik ile yuvanın yapışkanı bir yavru. YÜKSEK SADAKAT : Ahlaklı dürüst aldatmayan kendisine sadık bir koca… Kurallara uyacağız,yasalarla yürüyeceğiz ve hukukla mutlu sona ulaşacağız.İşte çocuklarımızı da bu eğitimle yarınlara hazırlarsak ne Kadına şiddet,doğaya katliyam ne de savaşlar olmayacaktır.Çünkü benim verdiğim bu reçete toplumların barış temellerini daha iki yaşında atacak bir projenin reçetesidir…Buradan yine son nefesime kadar haykırıyorum ; KADINA ŞİDDETİ YİNE KADI NIN ÇOCUĞUNU YETİŞTİRMEDEKİ AZMİ YENECEKTİR. BARIŞ DOLU GELECEK NESİLLER ÖNCE ANNELERİN SONRA ÖĞRETMENLERİN ESERİ OLACAKTIR. NE MUTLU ŞİDDETE BAŞVURMAYAN YÜCE , İNSAN GİBİ İNSANLARA…
Tüm engeller Sosyal Hizmetler Daire başkanlığınca ortadan kaldırılıyor
UMUTSUZLUĞA ASLA YER YOK Antalya Büyükşehir Belediyesi Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı yürüttüğü başarılı çalışmalar ve projeler ile Antalya da yaşayan her kesim ve her yaş grubunda ki vatandaşlara ulaşıyor. Yaşlısından gencine, kadınından, çocuklara ve ailelerin sosyal yaşam alanlarda yer almasını sağlayan Büyükşehir Belediyesi Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı Sanem Öztürk’ün kaptanlığında çok önemli hizmetlerin altına imza atıyor.
‘Sanem Hanım biz sizi tanıyoruz. Okuyucularımızın da sizi tanıması adına kendinizden bahseder misiniz? 1976 Diyarbakır doğumluyum. İlkokulu ve liseyi Diyarbakır’da tamamladıktan sonra Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden mezun oldum. 1997 -2001 yılları arasında özel sektörde çalıştıktan sonra 2004 yılında Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin Sosyal Hizmetler Bölümü’nde, çocukluğumdan beri kurmuş olduğum, insanlara ulaşabilme ve yardımcı olabilme hayaline ulaşma fırsatı buldum. 2009 yılında İl Özel İdaresinde 1yıl çalıştıktan sonra çalıştığım alandaki eğitimi tamamlamak ve pekiştirmek adına Amerika Birleşik Devletleri’ne gittim. Mesleki alanda kendimi geliştirdim. 2014 yılı itibariyle Sayın Başkanımızın görevlendirmesi suretiyle Antalya Büyükşehir Belediyesi Sosyal Hizmetler Dairesi Başkanlığı görevine geri geldim. Evliyim ve bir kızım var. İyi derecede İngilizce biliyorum. Sosyal hizmetler alanında uzman bir kişisiniz. Menderes Başkan ile daha önce de çalıştınız. 5 yıl sonra tekrar aynı göreve gelince ilk neler yaptınız? Sayın Başkanımızın kaliteli hizmet anlayışı rehberliğinde ilk yaptığımız çalışma iş, uzman kadroların kurulması ve eksiklerin giderilmesi yönünde oldu. Daha önce mevcut bulunan okul öncesi eğitimindeki bütün öğretmenler sadece lise mezunuydu. Okul öncesi eğitimde olmazsa olmaz olan çocuk gelişimi uzmanları ile dört yıllık üniversite mezunu personelleri görevlendirdik. Sosyologlar, psikologlar ve alanında uzman kişiler ile muhatap olan vatandaşların gerçek ihtiyaçlarının doğru şekilde tespit edilmesi ve karşılanması da personellerin uzmanlaşması ile oldu. Eğitim bizim için çok önemli. Sosyal Hizmetler, belediye için önemli bir birim. Bütün ihtiyaç sahipleri size geliyor. Size başvuran kişileri nasıl bir süreçten geçiyorsunuz? Yardım için başvuran bütün vatandaşlarımıza önceliğimiz şu: Gerçek bir güler yüz ve empati.
Başvuruya gelen herkes eminim ki muhtaçtır ve istemek çok zor. Personelimizin en çok hassasiyet göstermesini istediğimiz konu buraya gelen herkesle empati kurmalarıdır. Büyükşehir Belediyesinin en doğru adres olduğunu hissettiriyoruz. Verdiğiniz hizmetlerden ve projelerinizden bahseder misiniz? Antalya Büyükşehir Belediyesi Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı olarak maddi manevi olarak öğrencilerimizin yanındayız, onların destekçiyiz. Sayın Başkanımızın Eşi Değerli Hanımefendi Ebru Türel’in de desteklemiş olduğu “Başarılı Öğrenciye Tatil İyi Gelecek Projesi” Türkiye’de ilk defa uygulanan bir proje. Antalya’da başarı göstermiş olan 19 ilçenin tamamındaki okul birincileri hiçbir ücret ödemeksizin beş yıldızlı otelde aileleri ile birlikte tatil yaptı. Hepsi çok memnun kaldı. Umut ediyoruz ki ilerleyen yıllarda okul birincileri, ikincileri ve üçüncüleri için de olacak. Öğrencilere eğitim öğretimlerinde daha da başarılı olmaları yönünde ki çalışmalarınız nelerdir? Milli Eğitim Müdürlüğümüz ile görüşmelerini yaptığımız yeni bir protokol ile önümüzdeki yıl öğrencilere yeni yardım yapmayı planlıyoruz. “Başkan Türel Gençlerle Buluşuyor” Başkanımız her hafta salı günü bir okula giderek öğrenciler ile bir araya geliyor. Karşılıklı diyalogda bulunuyor. Onların Antalya’ya ilişkin fikirlerini alıyor. Gençlerden de bununla alakalı çok güzel geri dönüşümler alıyoruz. Öğrencilere eğitim öğretimlerinde daha da başarılı olmaları yönünde ki çalışmalarınız nelerdir? Milli Eğitim Müdürlüğümüz ile görüşmelerini yaptığımız yeni bir protokol ile önümüzdeki yıl öğrencilere yeni yardım yapmayı planlıyoruz. “Başkan Türel Gençlerle Buluşuyor” Başkanımız her hafta salı günü bir okula giderek öğrenciler ile bir araya geliyor. Karşılıklı diyalogda bulunuyor. Onların Antalya’ya ilişkin fikirlerini alıyor.
61 Gençlerden de bununla alakalı çok güzel geri dönüşümler alıyoruz.
el görmeyecek şekilde yapıyoruz. Sosyal kart sahipleri marketten kendi ihtiyaçlarını normal bir şekilde alacak.
Bütünşehir Yasası uygulaması ile merkezde yürütülen çalışmaların ilçelerde yansıması nasıl oluyor ? Bütünşehir Yasası’ndan sonra bizler artık Antalya’da geniş bir aileye sahip olduk. Hizmet kalitemiz ve hizmet anlayışımız 19 ilçeye yayıldı. İlçelerden bize gelen talepleri bizzat değerlendirmek suretiyle oralarda neye ihtiyaç duyulmakta ise ona göre hizmetler veriyoruz. Demre’de Antalya Büyükşehir Belediyesi Kreşi’mizi açtık. Çalışmalarımız diğer ilçelerde de devam edecek. Gerçekten hem anne açısından hem çocuk açısından çok güzel bir proje. Büyükşehir Belediyesi Anaokulu’nu Cam Piramidin içerisindeki eski Nikah Salonu’nda açmış bulunmaktayız. Selim Kazak diye devam eden eski anaokulumuzu da Milli Eğitim Müdürlüğü’müz ile bir protokolle anaokulu haline getirdik ve tamamen uzman kadroya geçerek güzel bir hizmet içerisine girmiştir.
Yaşlı ve emeklilere yönelik yaptığınız çalışma var mı? Emekliler lokali, kadınlar lokali gibi projelerimiz var. Özellikle denize uzak olan ilçelerimizde, vatandaşlarımızın kendilerine farklı olarak güzel vakit geçirebilecekleri mekanları oluşturmaktayız. Elmalı’da Kadınlar Lokali yapacağız. Elmalı’daki hanımlarının hizmetine sunmayı planlıyoruz. Şuan da Mobil Anaokulu Eğitimi’nin projesini başlattık.
Büyükşehir Belediyesi Özel Eğitim okulu hakkında bilgi verir misiniz? Göreve gelir gelmez yaptığımız en önemli işlerden biri de Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin Özel Eğitim vermiş olduğumuz Özel Büyükşehir Belediyesi Özel Eğitim Okulu’na el atmak oldu. İlk geldiğimizde gerçekten çok büyük eksiklikler vardı. Aile Eğitim ve Sosyal Hizmetler Merkezleri’miz var. Engelliler ile ilgili projelerinizi anlatır mısınız? Engelsiz Taksi Projemiz var. Engelli vatandaşların ulaşım engellini kaldırmak için hayata geçirilen bir proje. Engelli vatandaşımız bir gün önceden randevu almak suretiyle burayı arayarak, nereye gidecekse söylüyor. Üstelikte hiçbir ücret alınmıyor. “Engelsiz Mekanlar Projesi” yeni hayata geçti. Engelli vatandaşlarımızın evlerinde engelleri kaldırıyoruz. Onların yaşam alanlarında erişilebilir şekilde hayat sürmelerine katkı sağlıyoruz. Mutfak veya lavaboların engelliye uygun bir şekilde tasarlanması başta olmak üzere bir çok detay onlara göre düzenleniyor Büyükşehir Belediyesi Sosyal Kart ile hakkında bilgi verir misiniz? Bu yıl içerisinde sosyal kart projemiz hayata geçirilecek. Temizlik, gıda ve kırtasiye ürünlerinde kullanmak üzere ihtiyaç sahibi vatandaşların kolayca kullanabilecekleri bir hizmet. Yapılan bütün yardımları insan onurunu rencide etmeyecek ve yapılan yardımı diğer
Mobil araç ve hizmetlerle köy ve beldelere ulaşmaktasınız. Nasıl bir hizmet götürmektesiniz? İçerisinde anaokulu olmayan, kreşi olmayan köylerimizde, beldelerimize özel olarak tasarlanan tırlarımız ile hizmet götüreceğiz. İlçelerimize tırlarımız ile giderek oralarda üçer aylık ve dörder aylık sürelerle okul öncesi eğitim vereceğiz. Bizim yapmış olduğumuz etüt kurslarımızda var. Özellikle 10 yaşına kadar olan çocuklara ihtiyaç oldukları alanlarda ders veriyor. Özellikle Kepez Bölgesi’nde okuma yazma bilmeyen vatandaşlarımıza yönelik okuma yazma kurslarımız devam ediyor. Danışma merkezlerimiz var, burada da Antalya illerinde yaşayan sınavlara hazırlanan gençler başta olmak üzere üniversiteye başlamış, uyum sorunu yaşayan psikolojik danışmanlık ihtiyacı duyan gençlerimize yardımcı oluyoruz. Gençlerimiz direk buraya başvuruyor. Her konuda destek veriyoruz. Kadına yönelik şiddet alanında çalışmalar başlatmış bulunuyoruz. Kadın danışma merkezimiz, “Alo Şiddet” hattımız mevcut. Onlara sahip çıkıyoruz. Her türlü anlamda onlara yönlendirme yaparak destek oluyoruz. Daha farklı yardım ve desteklerinizden söz eder misiniz ? Değişik yardım tiplerimiz var. İkinci el ve sıfır eşya yardımı yapıyoruz. Kıyafet, ev eşyası, beyaz eşya ve diğer türlü eşya yardımımız var. Sosyoekonomik seviyesi düşük, yemek yapamayacak durumda olan mağdur hastalar, yaşlılar, engelliler, yalnız anne ve toplumda yaşayan dezavantajlı kurumlara, kişilere sıcak yemek, sıcak çorba yardımı yapan bir birimimiz var. Tekerlekli sandalye ve akülü araca ihtiyacı olan vatandaşlara başvurdukları taktirde yardımcı oluyoruz. Engeli %40 olan vatandaşlara ulaşımı ücretsiz sağlıyoruz. AKM’yi engelsiz hale getirdik. Engelsiz Park Projemiz var.
“Halkımızın nitelikli sağlık hizmetine erişimi kısıtlanmaktdır. Nitelikli sağlık hizmetine bütün yurttaşlarımızın ücretsiz ulaşabilmesini talep ediyoruz’’
“Tıp fakültelerini bitirenler hekimlik yapmaktan korkmaya başladı”
ÇAĞDAŞ KÖLEYİZ Antalya Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Ertan Yılmaz, 14 Mart Tıp Bayramı öncesinde kara tablo çizdi. Tıp Bayramı’na artan iş yükümlülükleri ile girdikleri belirten Yılmaz, “Tıp fakültelerini bitirenler hekimlik yapmaktan korkmaya başladı. Çükü 500 öğrenciyi hasta olmayan yerlere tıkıyorlar, hasta görmeden mezun oluyorlar. Bu eğitim sistemini kabul etmiyoruz” dedi. “Hekim değil çağdaş köleyiz” diyen Prof. Dr. Ertan Yılmaz, “ Bugün neden grev yaptığımızı soran bir Sağlık Bakanımız var. Herkesin, eşit, ücretsiz, ulaşılabilir ve nitelikli sağlık hizmeti alabilsin diye, taleplerimizin yerine getirilsin, halkın sağlık hakkı kısıtlanmasın diye 14 Mart Tıp Bayramı öncesinde bugün acil ve yoğun bakım gibi birimler hariç, sağlık hizmeti verilen her yerde, sağlık emek-meslek örgütleri ve tüm sağlık çalışanlarıyla dayanışma içinde sağlık hizmeti sunamayacağımızı ilan ediyoruz” şeklinde konuştu.
63
Yılmadan mücadeleye devam ediyor
UMUT’TAN SELAM VAR Lösemi hastalığını yenen 13 yaşındaki Umut Oktay, tedavisi sırasında kendisinin yanında olduğunu belirten İstanbul’daki okulundaki öğretmen, arkadaşları ve ailelerinden oluşan 4 bin yüreğe selam gönderdi. Antalya Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Ertan Yılmaz, 14 Mart Tıp Bayramı öncesinde kara tablo çizdi, “Tıp bayramı değil, dert bayramı yapacağız” dedi. Yılmaz, Tıp Bayramı’na giderek artan iş yükümlülükleri ile girdiklerini belirtti. Yılmaz, ’’ Bugünkü grevin neden yapıldığını soran bir Sağlık Bakanımız var. Mezun olan hekimler hekimlik yapmaktan korkmaya başladı. Çünkü 500 öğrenci hasta olmayan yerlere tıkılıyor. Hasta görmeden mezun oluyor. Bu eğitim sistemini kabul etmiyoruz. Taleplerimizi dile getirmek için eylem düzenliyoruz’’dedi. Prof. Dr. Yılmaz, “Herkes, eşit, ücretsiz, ulaşılabilir ve nitelikli sağlık hizmeti alabilmeli. Bunun için de taleplerimiz yerine getirilsin istiyoruz. Halkın sağlık hakkı kısıtlanmasın diye bugün günü acil ve yoğun bakım gibi birimler hariç, sağlık hizmeti verilen her yerde, meslek örgütleri ve tüm sağlık çalışanlarıyla dayanışma içinde sağlık hizmeti sunamayacağımızı ilan ediyoruz, halkımızın da iş bırakma eylemini anlayışla karşılanmasını bekliyoruz” diye konuştu. Prof. Dr. Ertan Yılmaz, sağlıklı, nitelikli ve bilimsel sağlık hizmeti verilebilmesi için isteklerini ise şöyle sıraladı: ‘’Tüm sağlık çalışanları insanüstü bir çabayla, performans/ciro baskısı altında, şiddet baskısı altında, sağlıksız koşullarda, taşeron sistemiyle çalıştırılmaktadır. Çalışma koşullarımızın acilen düzeltilmesini talep ediyor; Sağlık Bakanı ve tüm yetkilileri yeni angaryalar yükleme, nöbetler ekleme gayretleri yerine, taşeron sistemine “çağdaş köleliğe” son vermeye çağırıyoruz. Çalışırken de emeklilikte de insanca yaşayabilecek güvenceli bir gelir istiyor; emekliliğe yansıyan temel ücretlerimizin artırılmasını, yoksulluk sınırı altında kalan emekli hekim ücretlerinin artırılmasını talep ediyoruz. Yıllarca haftada 40 saatlik yasal sürenin çok üzerinde ve ağır koşullarda çalıştığımız halde bugüne dek bir türlü verilemeyen “fiili hizmet zammını” talep ediyoruz. Sağlık alanındaki mesleki eğitimin niteliğinin giderek bozulduğunu, bunun halkımızın geleceğini tehdit ettiğini görüyoruz. Sağlık eğitiminde meslek örgütleriyle ve ilgili kuruluşlarla işbirliği yapılmasını, sayıyı değil niteliği önceleyen bir politikayı talep ediyoruz. Katkı, katılım paylarıyla, İlaç parası, reçete parası derken alınan ücretleri yurttaşlar artık ödeyemez hale geldi. Katkı payı, muayene ücretleri eczanelerde vatandaşın önüne çıkınca ilaç almak iyice zorlaştı. Biriken muayene ücretleri ilaç ücretlerini geçince, ilaçlar ücreti cepten ödenerek tek tek alınmaya başladı. İstisnai hizmet tanımıyla, fark ücretleriyle, 5 dakikalık randevu süreleriyle halkımızın nitelikli sağlık hizmetine erişimi kısıtlanmaktadır. Nitelikli sağlık hizmetine bütün yurttaşlarımızın ücretsiz ulaşabilmesini talep ediyoruz’’dedi
İstanbul Halkalı Doğa Ortaokulu 6’ncı sınıfında okurken 6 ay önce rahatsızlanan Umut Oktay’a kesin teşhis konulamayınca ailesi Akdeniz Üniversitesi Hastanesi’ne getirdi. Antalya’da Umut Oktay’ı muayene eden doktorlar, ‘lösemi’ teşhisi koydu. Umut Oktay’ın tedavisi sürerken ziyaretine gelen okuduğu ortaokulun müdürü Temel Kahveci ve müdür yardımcısı Mustafa Küçük, o dönem yoğun bakım servisinde bulunan Umut’u göremedi. Öğretmenleri, arkadaşlarının Umut için hazırladığı hediyeleri, karne ve takdir belgesini annesi Ayşe, babası Fevzi ve kardeşi Hatice Nur’a teslim etti. Öğretmenler ayrıca Umut’un arkadaşlarının destek için çektiği kısa filmi, taraftarı olduğu Galatasaray Futbol Kulübü formasını, duygularını yazdıkları ve birlikte çektikleri fotoğrafların yapıştırıldığı hatıra defterini de Oktay ailesine teslim etti. Okul müdürü Kahveci, hediyelerini verirken “İstanbul’dan ona selam getirmedik, yürek getirdik. 1500 öğrencimiz, 1500 velimiz, 72 öğretmen ve idarecimiz ile birlikte yaklaşık 4 bin yürek getirdim. Umut’a onların sevgi ve dualarını getirdim” dedi. Akdeniz Üniversitesi Hastanesi’ndeki 140 günlük tedavisinin ardından hastalığı yenip taburcu olan Umut Oktay, ziyaretine gelen öğretmenlerine, arkadaşlarına ve ailelerine selam ve sevgilerini gönderdi. Arkadaşlarıyla en kısa zamanda yeniden bir arada olmanın hayalini kurduğunu söyleyen Umut Oktay, “Şimdi kendimi daha iyi hissediyorum. 7’nci sınıfa geçtim. Önümüzdeki yıl okula gideceğim. Bana forma yollayan arkadaşlarıma, hastanede ziyaretime gelen öğretmenlerime teşekkür ediyorum” dedi.
Kazı çalışmaları büyük oranda tamamlandı
KİBYRA CANLANIYOR Vali Hasan Kürklü, Kibyra Antik Kentinde 2015 kazı sezonu içerisinde başlanan ve Anadolu’nun en büyük hamamına aday olan tarihi hamamı ziyaret etti.
Kibyra Antik Kent’in Kazı Başkanı Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Şükrü Özüdoğru Vali Hasan Kürklü’ye ilk olarak tarihi Meclis Binasını gezdirdi ve burada bulunan kırmızı, yeşil ve beyaz mermerden yapılmış dünya da tek olarak bilinen yapımı tamamlanmış Medusa Başı hakkında bilgi veridi. 2006 yılında başlayan Kibyra Antik Kent kazılarında, stadyum ve çarşı pazar yeri, agorası ve anıt mezar çalışmaları hakkında Özüdoğru, yapılan alandaki kazı çalışmaları büyük oranda tamamlandığı bildirdi. “Kazı çalışmalarımız haziran ayında başladı. Hamam 3 bin 500 metre kare alana sahip. Anadolunun en büyük hamam yapılarından biri olmaya aday. Tahminen 3-4 kazı sezonundan sonra hamam kazısını tamamlayıp gün yüzüne çıkarmak ve bu görkemli yapıyı Anadolunun kültür turizmine kazandırmayı istiyoruz” dedi. Vali Hasan Kürklü, Kazı Başkanı Yrd. Doç. Dr. Şükrü Özüdoğru başta olmak üzere Arkeologlara ve kazılarda görev yapan geleceğin arkeoloklarına, Kültür Turizmine katkı sağladıkları ve tarihi gün yüzüne çıkardıkları için teşekkür etti.
,
Zeki Ayık
YUNANISTAN’DA UMUTLAR BiTTi Alexis Populos 30 yıldır turizm işi yapıyor otel ve restorant işletiyor. Cok öfkeli birazda mahcup. Öfkesini anlıyorum ama mahcubiyetini soruyorum. Bana bankaların avrupa halklarına gerçek dışı bilgiler verdiğini söylüyor. Avrupa vatandaşı her kesin Yunan halkından 600 euro alacağı oldugu bilgisinin yayıldıgını söylüyor. Bu durum yunan halkında mahcubiyet yaratırken özelikle Alman ve Fransiz vatandaslarının alacaklı gözüyle bakmalarının kendilerinde psikolojik etki yaptığını söylüyor. Yaşananlardan Yunan halkınında sorumlu olduğunu kabul eden Populos, 45 yaşinda kendisinin de emekli olduğunu bunun faturasını şimdiki gençlerin ödediğini üzülerek söylüyor. Ekime kadar bekleriz yeni seçim olur ve eurodan çıkarız diyor. Bu çözüm mü? Bilmiyor ama hiç degilse değişik binsey yapalım hep aynı reçete ve aynı kriz tekrar ve daha derinden diyor. Troika şartlarıyla girdap sarmalına yenileri eklenen Yunanistan’a gittim halkın tepkilerini yakından izledim. Komşu umutsuz, öfkeli ve mahcup. Aleksis Cipras’in secilmesiyle umutlanan Yunan halkı, Avrupa Birliğiyle yapılan yeni borç yapılandirması ile bir kez daha yıkıldı. İlk ettapta kabul edilmeyen kreditor şartları, halkın yuzde 60 ının hayır demesine rağmen referandum sonrası kabul edilmesi hatta daha ağır şartlarla kabul edilmesi halkta tam bir hayal kırıklığı yaratmiş. Politikacılara olan güven bitmiş. İşsizlik ikinci dünya savşından buyana gelinen en yüksek seviyede. Halkın yuzde 28 ‘i işsiz. Gelirinin büyük bölümü turizme dayanan Yunanistan’da ard arda gelen kötü haberlere bir yenisi daha eklendi...
Truzim gelirleri geçen yıllara bakarak yüzde 10 azaldı. 11 milyar euro gelir beklenen sektöre, her gün binlerce rezervasion iptali geliyor. Atina’da bir yosullar evine gittim. Burda caritas denilen bu evlere, halk uzun kuyruklar oluşturmus yardım alabilmek icin saatlerce bekliyor. Papaz Antonio Voitsinos gelenlerin yuzde 55’inin temel gıda ihtiyaçlarından mahrum olduklarını anlattı. Diğer ihtiyaç sahiplerini genelde borçlarını ödemek için gelenler yakacak ve psikolok desteği olarak sıraladı. Gelenlerin yalnız işsizlerden ibaret olmadığını söyleyen Voitsinos, calışanlarında maaşlarının yetersiz oldugunu bu yüzden onlarında ihtiyaçlarını karşılamak için geldigini anlattı. Birçok eski iş yeri sahibi varlıklı insanların şimdi yoksullarla birlikte sıra beklediğini belirten papaz, durumun vahemetini umutsuz gözlerden anladığını anlattı. Ne yazikcki biz de gördük o umutsuz gozleri. Ve cocuklar... Onlar her zaman en masum olanlar, en cok acı cekenler. Son beş yılda cocuklarını terk etmek zorunda kalan aile sayısı yüzde 336 artmış. Bu bilgiyi veren ise Agia Sofia Pedon Çocuk Hastahanesi’nin sosyal yardımlar gorevlisi Xenia Apostoloi. Hastaneye getirilen cocukların bakım ihtiyaçlarını karsılayamayacağını beyan eden ailelerin izin vermesiyle cocuklar devlet guvencesine alınıyor. Ancak Apostoloi sosyal hizmetler fonundada yeterince paranın kalmadığınıi belirtiyor. Ve en korkunc oran son beş yılda yani krizin en yoğun olduğu dönemlerde yüzde 43 oranında sosyal hizmetler fonunun kesilmesi. Yunanistan’da 15 - 24 yas arası gençlerin yüzde 33.7’u calısmıyor okula gitmiyor ve hiç bir eğitici geliştirici kursa gitmiyorlar. Bu 0ran avrupa ortalamsının yuzde 19.9 puan fazlasi.
Bir platform kuran esnaf otokontrolü sağlayacak
KALEİÇİ PROTOKOLU Kaleiçi’nde açık havada müzik yasağı nedeniyle en çok karşı karşıya gelen bar ve pansiyon esnafı, aralarında bir platform kurdu ve kendi otokontrolünü sağlayacak protokol imzaladı. Kaleiçi’nin trafiğe kapatılmasından yetkili kurullarda temsil hakkına, antik tiyatronun ortaya çıkarılmasından Kesik Minare’nin müzeye dönüştürülmesine kadar çeşitli taleplere de protokolde yer verildi.
Antalya’nın eğlence merkezi Kaleiçi’nde açık havada müzik yasağının devam etmesi ve diğer birçok sorun nedeniyle Otelciler ve Pansiyoncular Derneği ile Kaleiçi Kültür Derneği üyesi esnaftan oluşan ortak bir platform kuruldu. Her iki esnaf grubunun da içinde yer aldığı platform kendi içinde otokontrolü sağlayacak. Esnaf aynı zamanda bu otokontrolü sağlamak ve Kaleiçi’ndeki uygulamalar ve taleplerine yönelik bir de protokol imzaladı. Bu protokol ise Valilik, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Büyükşehir ve Muratpaşa belediyeleri, ATSO, Vakıflar gibi ilgili tüm kurumlarla paylaşılacak.
Protokolun ilk maddesi ise en büyük şikayet konusu olan gürültünün önlenmesi. Kaleiçi Kültür Derneği Başkanı Fikret Çağlan, pansiyoncunun barcıyı, barcının pansiyoncuyu rahatsız etmeyeceğini söyledi. Zaten varolan komşuluk ilişkilerinden bahseden Çağlan, “Sıkıntı varsa önce kendi aramızda çözüm arayacağız. Konuşarak çözemezsek yanlış yapan esnafın arkasında durmayacağız. İlk şikayet eden grup da biz olacağız. İşletmeler ruhsatlarına uygun kurallara uyarsa Kaleiçi’nde eğlence ve dinlence sektörleri birlikte çalışabilir” dedi. Otelciler ve Pansiyoncular Derneği Başkanı Hikmet Öztürk ise esnafın gürültü sorununu öncelikle kendi arasında çözeceğini dile getirdi. Öztürk, “Herhangi bir pansiyonun bir bardan dolayı sıkıntısı olursa gece kaç olursa olsun Fikret beyi arayacağım, çözecek. Pansiyonculardan yana bir problemde de Fikret bey beni arayacak, ben çözeceğim. Eğer çözemesek, iki taraf olarak yetkili mercilere bunu bildireceğiz. Ama en son başvuracağımız nokta önce kendi içimizde diyalogla bunu çözmeye çalışacağız. Saat 24.00’e kadar amfi kullanmadan kısık müzik rahatsız edici olmaz” dedi. Kaleiçi’nin sadece işletmeleriyle değil tarihiyle anılması gereken bir yer olduğunu belirten Fikret Çağlan,
67 “Burada yaşayanlar da var. ‘Kaleiçi eğlence yeri, barlar çok güzel, pansiyonlar çok güzel’ gibi şeylerin dışında, Kaleiçi’ni kesik minaresi, yat limanı, iskelesi, 2-3 bin yıllık tarihiyle anılması gereken bir yer olarak düşünüyoruz” dedi. Kurulan platformun sorunların çözümü ve talepler doğrultusunda ATSO, AESOB, belediyeler, Expo 2016 gibi kurumlarla toplantılar planladığını açıklayan Fikret Çağlan, “Bütün yetkili kurumlardaki Kaleiçi’ne yönelik kurullarda mutlaka bizden de bir temsilci olması kararını verdik. Çünkü bu kurumların Kaleiçi’ne yönelik kurullarında Kaleiçi’ne girip de kaybolacak insanlar var ama ‘Kaleiçi danışmanı’ diye geçiyorlar. Kaleiçi’nde hepimizin tanıdığı birisi olması gerekiyor” dedi. Yurtdışı veya yurtiçi turizm fuarlarında da Kaleiçi’nden temsilcilere yer verilmesini istediklerini belirten Çağlan, “Kaleiçi’ni iyi bilen ve burada iş yapan insanların bu tanıtımlarda daha yararlı olacağını düşünüyoruz. ‘Siz oturun biz tanıtırız’ demesinler. Burada Kaleiçi’ni çok iyi tanıyan, tarihi yerleri karış karış bilen insanlar var. Çok iyi yabancı dil de biliyorlar ve bu insanlardan yararlanılması gerekiyor. Kaleiçi’ni katalogdan tanıyıp anlatmaya çalışanlar olmaması gerekiyor” dedi. Kaleiçi’nde Gazeteciler Cemiyeti binası yanında kalıntılarına rastlanılan antik tiyatroyu hatırlatan Çağlan, “Ortaya çıkartılmayan bir antik tiyatromuz var. Bu değil Kaleiçi, Antalya, Türkiye’ye önemli değer kazandıracak bir tiyatro. İlk hedeflerimizden biri de o tiyatronun gün yüzüne çıkartılması. Bununla beraber Kesik Minare, Karatay Medresesi gibi alanların da turizme tam anlamıyla kazandırılması gerekiyor” dedi. Esnafın talepleri arasında Antalya Müzesi’nde yer sorunu nedeniyle sergilenemeyen binlerce eser bulunduğu ve bu eserlerden özellikle Kaleiçi’nde bulunan eserlerin sergilenmesi de isteniyor. Çağlan, “Kaleiçi’nde belirli alanlarda bu eserler güvenlikli şekilde sergilenebilir. Kaleiçi’nden elde edilen birçok lahit, heykel, müze depolarında yer yokluğundan sergilenemiyor” dedi. Kesik Minare’nin atıl durumdan kurtarılması ve açık hava müzesine dönüştürülmesi gerektiğini belirten Hikmet Öztürk ise Mermerli ve Adalar plajının yetersiz olduğunu, Hıdırlık Kulesi altında doğaya uyumlu yeni bir plaj oluşturulması gerektiğini söyledi. Tarihi ve doğal dokuyu bozmayacak yeni bir proje hazırlığında olduklarını da anlatan Öztürk, “Eylül ayı sonuna doğru bir proje çizdirip belediyeden yer tahsisi için talepte bulunacağız. Çünkü Mermerli ve Adalar tıklım tıklım” dedi.
15 dönüm arazi, yarım dönüm orman ve bir ev yandı
1 GÜNDE 4 YANGIN
Antalya’nın Gazipaşa ilçesi Zeytinada Mahallesi’nde aynı gün içinde 4 yangın meydana geldi. Akşam saatlerinde meydana gelen yangınlarda 15 dönüm arazi, yarım dönüm ormanlık alan ve bir ev yandı. Zeytinada’da akşam saatlerinde art arda meydana gelen yangınların ilki boş alanda çıktı. Tarım alanının temizlenmesi sonucu ortaya çıkan otları yakmak isteyen bir vatandaşın sebep olduğu yangına itfaiye ekipleri kısa sürede müdahale etti. Yangının ardından yarım dönümlük tarım arazisi yandı. Diğer bir yangın ise Zeytinada Öğrenci Yurdu’nun altındaki boş arazide çıktı. Yine temizlik amaçlı yakılan otların tutuşturduğu kurumuş otlar, çevreye korku saçtı. Yangın öğrenci yurduna ve hanelere ulaşmadan söndürüldü. Yangın sonrası 15 dönümlük tarım arazisi yandı. Zeytinada Jandarma Karakolu’nun olduğu bölgede ise elektrik kontağından çıktığı tahmin edilen ev yangını meydana geldi. Sedat Özal isimli vatandaşın tek katlı evinde çıkan yangında evde kimsenin olmaması can kaybını önledi. İtfaiye ekiplerinin müdahalesi sonucu söndürülen yangın sonrası ev kullanılmaz hale geldi. Çecek mevkiindeki çıkan yangın da ekipler tarafından büyümeden kontrol altına alındı. Helikopter ve Orman İşletme Müdürlüğü’ne bağlı ekiplerin müdahale ettiği yangın kısa sürede söndürüldü. Yangın sonrası yarım dönümlük orman alanı kül oldu. Gazipaşa Orman İşletme Müdürü Halil Kısacık, Kasım ayı sonuna kadar yangına elverişli bir iklimin hüküm sürdüğünü belirterek vatandaşları riskli bölgelerde ateş yakmamaları konusunda uyardı. Kısacık, “Elimizdeki veriler Eylül ayında yangın oranının arttığını gösteriyor. Nem oranının düştüğü ve poyrazın başladığı bu ay, yangının en çok sevdiği aydır. Küçük bir kıvılcımla başlayan yangınlar bu mevsimde çok kısa bir sürede büyüyüp yayılabilir. Bu nedenle vatandaşlarımızdan bizlere yardımcı olmasını istiyoruz” dedi.
Aktif halde 3 bin 556 adet, toplam 24 bin 492 hektar izinli saha mevcut
KATLİAMDA BİRİNCİ TCK Türkiye’nin orman varlığının yüzde 5’ine sahip Antalya’da, taş ve maden ocakları için 1979 hektar orman alanında izin verildiği açıklandı. Bu rakamın kentin orman varlığının ancak binde 1.7’si olduğu, ulaşım yatırımları için izin verilen orman alanını ise 10 bin 262 hektar olarak belirtildi. Antalya Valiliği’nce düzenlenen yılın üçüncü ‘Koordinasyon Kurulu Toplantısı’, Milli Eğitim Müdürlüğü toplantı salonunda yapıldı. Vali Yardımcısı Hüseyin Ece başkanlığında kamu kurum ve kuruluş temsilcilerinin katıldığı toplantıda, kentin yatırım programında yer alan projelerin haziran ayı sonu itibariyle genel değerlendirmesi yapıldı. Vali Yardımcısı Ece, 2015 yılında genel ve özel bütçeli kamu kurumları ve yerel yönetimler tarafından 627 proje yürütüldüğünü söyledi. Toplam bedeli 7.9 milyar lira olan bu projeler için 2015 yılında 1.65 milyar lira ödenek ayrıldığını aktaran Ece, yıl içinde yapılan çalışmalarla 108 projenin tamamlandığını, 399 projenin devam ettiğini, 32 projenin ihale aşamasında olduğunu ve 89 projeye henüz başlanmadığını aktardı. Vali Yardımcısı Ece, ödeneklerin sektörlere göre dağılımında ise ulaşım sektörünün 308 milyon lira ile birinci sırada yer aldığını açıkladı. Ulaşım sektörünü 261 milyon lira ile eğitim, 133 milyon lira ile tarım sektörleri takip ederken, sağlık alanına 131 milyon, turizme 119 milyon, enerji sektörüne ise 53 milyon liralık ödenek ayrıldı. Antalya Orman Bölge Müdürü Mustafa Türk, Türkiye’nin sahip olduğu 21 milyon 678 bin 135 hektar orman varlığı alanının 1 milyon 157 bin 249 hektarının Antalya’da olduğuna dikkat çekti. Türkiye’nin orman varlığının yüzde 5.1’inin yer aldığı kentte oluşturdukları eylem planı çerçevesinde
2007- 2014 yıllarında 51 bin 572 hektar bozuk orman alanının rehabilite edildiğini aktaran Türk, 2015 yılında da 1300 hektar alanda çalışma yapıldığını kaydetti. Bölge müdürlüğünün sürdürdüğü rehabilitasyon çalışmaları kapsamında Antalya ve Alanya, Serik ve Gazipaşa’da 21 bin 500 yabani zeytin, delice fidanı aşılaması, 22 bin 715 ceviz, badem, fıstıkçamı, harnup fidanı dikilerek gelir getirici tür ağaçlandırması yaptıklarını kaydeden Türk, okul, mezarlık, ibadethane, sağlık ocağı-hastane, yol kenarı ağaçlandırmaları ile 32 hektar alanda 5 bin 500 fidan dikildiğini söyledi. Bugüne kadar Antalya’da 4 bin 517 başvuruya karşılık 29 bin 939 hektar alanda ilgili kanun gereğince izin verdiklerini kaydeden Türk, “Aktif halde 3 bin 556 adet, toplam 24 bin 492 hektar izinli saha mevcut. Bu sahalar Antalya il ormanlık alanının yüzde 2.12’sine tekabül etmektedir” dedi. Verilen izinler içinde maden ve taş ocağı için 278 başvuru karşılığında 1979 hektar orman alanında izin verildiğini belirten Türk, maden ve taş ocağı sahasının genel ormanlık alana oranının binde 1,7 olduğunu söyledi. Burada bir keyfiyetin söz konusu olmadığını, olamayacağını kaydeden Türk, süresi biten maden ve taş ocaklarının rehabilitasyonu yapılarak yeniden doğaya kazandırıldığını, 2015 yılında çalışmaları sonlandırılan 15 maden ocağı alanında 57 hektar sahanın rehabilite edildiğini aktardı. Mustafa Türk, orman alanı içinde en fazla iznin ulaşım için verildiğini açıkladı. Türk, bu alanda 850 başvuruya karşılık 10 bin 262 hektar orman alanında çalışmaya izin verildiğini aktardı. TEDAŞ ve TEİAŞ’a, 458 başvuruya karşılık 5 bin 771 hektar orman alanında verilen çalışma iznini ulaşım sektörünün takip ettiğini kaydeden Türk, taş ve maden ocakları için 1979 hektarda verilen iznin üçüncü sırada yer aldığını belirtti.
69
Önemli dalış noktaları, macera tutkunları için cazibe merkezi haline dönüştü
DİPDEKİ CAZİBE
Antalya ve çevresinde yer alan önemli dalış noktaları, macera tutkunları için cazibe merkezi haline dönüştü. Doğal dalış noktaları dışında savaş uçakları ve gemilerinin bulunduğu dalış noktalarına, bir yenisi eklendi. Side Su Altı Müzesi, dalış severlerin yeni gözdesi oldu. Dalış noktalarına günlük turlar düzenlendiğini, günler öncesinden rezervasyon yaptırarak dalışa gelen turistlerin gördükleri manzaralara hayran kaldığını belirten Deniz Ticaret Odası Antalya Şube Başkanı İnanç Kendiroğlu, “Odamız ile Batı Antalya Kalkınma Ajansı (BAKA) işbirliğiyle hazırlanan Side Su Altı Müzesi dalış tutkunlarına eşsiz bir ortam sunuyor. İkinci Dünya Savaşı’na tanıklık etmiş savaş uçakları ve gemilerinin bulunduğu noktalar da Antalya dalış turizmine büyük destek sağlıyor” dedi. Antalya ve çevresinde odaya bağlı faaliyet gösteren dalış şirketleri bulunduğunu söyleyen Kendiroğlu, “Dalış şirketleri, dalış noktalarına günübirlik turlar düzenliyor. Geçen sezon 100 binin üzerinde turistin dalış yaptığı dalış noktalarına yenilerinin de eklenmesiyle bu yıl 250300 bin turistin dalış yapacağını düşünüyoruz. Side Su Altı Müzesi de turistik dalışların merkezi konumunda yer alacak” dedi. İkinci Dünya Savaşı sırasında bölgeye düşen savaş uçakları ve batırılan savaş gemilerinin oluşturduğu resiflerin de turistlerin tercih ettiği noktalar arasında yer aldığını aktaran Kendiroğlu, savaş batıkları arasında Fransız Sosyete Batığı’nın Yat Limanı girişine yakın konumda olmasının da buraya ilgiyi artırdığını kaydetti. Kendiroğlu, “Merkezdeki diğer dalış noktaları ise falezler ve Sıçan Adası. Sıçan Adası’nın doğusunda ufak bir mağaranın olması, dalış tutkunlarının ilgisini çeken bir nokta. Lara ve Konyaaltı plajları arasında kalan bölgedeki falezler de ilginç yapısıyla ilgi çekiyor” diye konuştu. Antalya’daki diğer savaş batıklarından biri Kaş’ta,
diğeri ise Manavgat’ta bulunuyor. Manavgat’taki B-24 Amerikan Savaş Uçağı Batığı, 1944 yılında Romanya üzerindeki hedefleri bombaladıktan sonra Kıbrıs’taki üssüne geri dönerken Ege Denizi üzerinde vurulduktan sonra Antalya açıklarında denize gömülen bir uçağa ait. Kaş civarındaki batık ise neden düştüğü bilinmeyen bir İtalyan uçağına ait. Uçak, motorları haricinde bir bütün olarak sualtında yatıyor. Uçakların görünümünün eksiksiz olması, dalgıçları keşfedecek zenginlikler sunuyor. Tekirova açıklarında bulunan ve Üç Adalar olarak adlandırılan bölge, küçük adalardan oluşmuş bir dalış bölgesi. Çok çeşitli derinliklere sahip olması, dip yapısının Antalya’ya oranla zengin olması, görüş netliği ve birçok dalış merkezine yakınlığı nedeniyle en popüler dalış bölgeleri içinde yer alıyor. Finike’deki Gök Mağarası da mağara dalgıçlarının ilgisini çeken tatlı su kaynaklarından biri. Antalya Körfezi’nin kuzeyinde, deniz dibinde yatan Gelidonya Antik Batığı, Genç Tunç Devri’ne ait olması ile ün saldı. Kemer Limanı’ndan 1.5 kilometre açıkta kum zemin üzerinde 25 metre derinlikte yatan Paris Batığı da turistik dalış noktaları arasında.
Küçük bir ülke olsa da ağırlığı büyük; pasaportu, kendisine ait parası var
3 KİŞİLİK ÜLKE Sealand, 1967’de İngiliz ordusunun eski binbaşısı Roy Bates ve ailesi tarafından kurulan ve hukuki statüsü tartışmalı olan platform-ada şeklinde bir “ülke”. Dünyanın en küçük ülkesi. Bates ülkesinin egemenliğini, yakınlardan geçen Kraliyet Donanması botlarına uyarı ateşi açarak test ediyor. Bir kez mahkemeye çıkarılsa da, bulunduğu bölge Britanya sınırlarında olmadığı için dava düşmüş. Bu olayın ardından Britanyalı üç işadamı bir iş önerisiyle Sealand’e gitmiş. Bates’in yokluğunda orada bulunan oğulları Prens Michael ve Regent’i, çıkan bir anlaşmazlık üzerine Sealand’in mutfağında ‘hapse’ mahkûm etmişler. Bunu öğrenen Bates hemen bir helikopterle ülkesine dönüp bir tüfekle yönetimi tekrar ele geçirmiş. İşadamlarından ikisini ülkeden sınırdışı etmiş. Kendisine Sealand pasaportu hediye etmiş olduğu üçüncü işadamını ise yargılayıp ‘gemi hapishanesine’ koymuş. Sealand küçük bir ülke olsa da ağırlığı büyük; pasaportu, kendisine ait parası var. Üstelik ciddi bir kalkınma planıyla ekonomik atağa da hazırlanıyor. Sealand, bir ABD’li bilgisayar girişimcisinin yardımıyla ‘veri cenneti’ haline gelmiş. Dünyanın dört bir yanından müşteriler ‘daha az hoşgörülü’ olan hükümetlerinin izin vermediği verilerini Sealand’de saklayabiliyor.
Yine kendisi gibi birçok ülke tarafından tanınmayan KKTC ile bir milli maç yapmış ve KKTC 6-1 maçı kazanmıştır. Ülke,Ocak 2007 de 10 000 000 sterline satılığa çıkartılmıştır.
Jan Paรงal
Girdiğimiz bu büyük kitlesel yokoluş evresi insanlığı tehdit ediyor
6.BÜYÜK YOKOLUŞ BAŞLADI
Science Advances ‘da yayımlanan ve Stanford University’den araştırmacıların yaptığı bu yeni çalışmada, bilim insanları; tehlike altındaki türleri, populasyonları ve habitatları korumak için hızlı bir önlem alınması gerektiği konusunda uyarıda bulunuyorlar. Araştırmacılardan Prof. Paul Ehrlich; yaptıkları çalışmanın, artık altıncı büyük yokoluş evresine girdiğimize dair hiçbir şüphe olmadığını gösterdiğini söylüyor. Paul Ehrlich ‘in yokoluşlar üzerine yaptığı çalışmalar, 1981 yılında yayımladığı “Extinction: The Causes and Consequences of the Disappearance of Species” (Yokoluş: Türlerin Kaybolşunun Nedenleri ve Sonuçları) isimli kitabına kadar gidiyor. Ehrlich çalışmasını; vahşi yaşam populasyonları ve türlerin kaybı konusuyla ilişkili; birlikte-evrim, ırklar, cinsiyet, ekonomik adalet ve nükleer kışa dayandırmıştı.
Makalenin yazarlarından Gerardo Ceballos; böyle devam ederse, yaşamın yeniden oluşmasının milyonlarca yıl alacağını ve ilk yok olan türlerden birisinin de kendi türümüz olacağını söylüyor. Fosil kayıtları ve bir dizi kayıttan elde edilen yokoluş sayılarını kullanarak, araştırmacılar mevcut yokoluşun arka plan oranına dair oldukça ılımlı tahminleri geçmiş analizlerdeki yaygın tahminlerle karşılaştırdığında; ılımlı tahminlerin geçmiş analizlerden 2 kat daha yüksek bir orana sahip olduğunu gördüler. Omurgalılara –en güvenilir, modern ve fosil verileri mevcut olan grup– odaklanarak, araştırmacılar; geçmiş ve mevcut yokoluş oranları arasındaki en düşük tahminlerin bile şu sonuca hak verip vermediğini sordular: “İnsanlar biyo-çeşitlikteki kaybın küresel tetikleyicisi midir?” Cevap ise; “kesinlikle evet”. Makalede, araştırmacılar; hesaplamalarının büyük olasılıkla yokoluş krizlerinin ciddiyetini gözardı ettiğini, çünkü amaçlarının biyo-çeşitlilik üzerindeki insan etkisinin gerçekçi bir temelini ortaya koymak olduğunu söylüyorlar.
Bilim insanları arasında, yokoluş oranlarının, 66 milyon önce dinozorların tamamen yok olmasından beri benzersiz seviyelere ulaştığı noktasında genel bir fikir ortaklığı mevcut. Fakat bazı bilim insanları geçmişte yapılan tahminlerin krizi abartmış olduğuna inanıyor.
Tarihin sürekli işaret ettiği gibi, insan populasyonundaki artış; kişi başına düşen tüketimdeki artış ve ekonomik eşitsizlik, doğal yaşam alanlarını yıktı ve değiştirdi. Bu etkiler:
Yeni yayımlanan bu çalışmaya göre; son derece ılımlı tahminlerle bile, türler geçmişteki büyük yokoluşlar arasındaki normal oranlardan yaklaşık 100 kat daha hızlı bir şekilde yok oluyorlar.
*Ağaçların kesilmesi, yapılaşma, tarım arazileri için toprağa verilen zarar *İstilacı türlerin yayılışına ortam hazırlama *İklim değişikliği ve okyanus asidifikasyonuna sebep olan karbon yayılımı
73
*Ekosistemleri zehirleyen ve değiştiren zehirli atıklar. Yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan ve yok olmuş türlerin listesini tutan International Union for Conservation of Nature ‘a göre; yokoluş “hayaleti” amfibi türlerinin yaklaşık %41’inin ve bütün memelilerin %26’sının üzerine geliyor. Zaten hali hazırda, yeryüzünde büyük oranda ölmeye başlayan tür örnekleri mevcut. Ehrlich tehlikenin boyutunu şöyle tanımlıyor: “Tür kaybının mevcut oranlarıyla insanlar üç nesil içerisinde biyoçeşitliliğin birçok faydasını kaybedecek. Yani aslında bindiğimiz dalı kesiyoruz.” Bu kasvetli tabloya rağmen araştırmacılara göre anlamlı bir çıkış yolu var: Altıncı bir yokoluştan kurtulmak için; hızlı olmalı, hali hazırda tehlike altındaki türlere dair yoğun bir koruma çabasına girişilmeli ve bu türlerin populasyonları üzerindeki baskılar kaldırılmalı –özellikle de habitat kayıpları–, ekonomik kazanç noktasında yapılan sömürüye son verilmeli, iklim değişimine dair önlemler alınmalı.
Dünya bugüne kadar 5 büyük yokoluşa tanık oldu. 443 milyon yıl önce görülen Ordovisyen-Silüriyen yokoluşu deniz yaşamının %83’ünü yoketti. Bundan 93 milyon yıl sonra Son Devoniyen yokoluşu Dünya üzerindeki yaşamın dörtte üçünü yoketti. “Büyük Ölüm” olarak adlandırılan Permiyen yokoluşu 248 milyon yıl önce türlerin %96’sının yok olmasına sebep oldu. Bundan 48 milyon yıl sonrasında da Dünya türlerinin yarısının yokolmasına iklim değişimi ve göktaşı etkileri sebep oldu. Son yokoluş dinozorların da sonu oldu.
Bilim insanları endüstriyel karbondioksit dönüştürme tesisi geliştiriyor
AĞAÇLARI TAKLİT EDİNCE Kanadalı bilim insanları endüstriyel karbondioksit dönüştürme tesisi geliştiriyorlar. Bu tesis atmosferdeki karbondioksidi çekip, sıfır-karbon dizel yakıta çeviriyor. Teknoloji girişimcisi Carbon Engineering firması tarafından geliştirilen sistem, kısmen Bill Gates tarafından da destekleniyor. Sistem temel olarak ağaçların yaptığını taklit ediyor. Ancak ağaçların yetişemeyeceği buzlu alanlar ya da çöllerde de kullanılabiliyor.
sağlamak istemiyorlar. Ayrıca birinin bu desteği sağlamayı istemesi durumunda ise, dünya ikliminde farkedilebilir bir fayda sağlayabilir bir sistemin kurulması için milyarlarca doları gözden çıkarması gerekiyor. Ayrıca bu geliştiricilerin, yatırımcılara karşılık olarak kıymetli bir değer önermesi gerekiyor ki bu da yakıt.
Karbondioksit dönüşüm tesisi, karbondioksidi sudan ayrılan hidrojenle birleştirerek hidrokarbon yakıtını oluşturuyor. Bu yeni teknoloji, yenilenebilir enerjiye tamamlayıcı çevre dostu yakıt üretme hedefiyle geliştiriliyor.
The Guardian’a konuşan Kaliforniya tabanlı Karbon Temizleme Merkezi’nden Noah Deich, “Bilim insanları, iklim değişikliği ile mücadele için çok daha büyük sistemlere ihtiyaç duyulduğuna artan şekilde inanıyorlar. Direk hava yakalama heyecan verici ve kayıtlara geçen önemli bir teknoloji olabilir” diyor.
Carbon Engineering İş Geliştirme Yöneticisi Geoff Holmes, The Guardian’a verdiği demeçte “Ucuz güneş ve rüzgar, elektrikten kaynaklanan emisyonu azaltma işinde harikalar yaratıyor. Geriye ulaşım sektörü kalıyor” diyor ve bu açığın da geliştirilen yeni sistemle kapatılabileceğini ima ediyor. İklim değişikliğine karşı yapılan güzel girişimin benzerleri; New York merkezli Global Thermostat ve İsveç merkezli Climeworks tarafından yapılıyor. Ancak bu sistemin ekonomik olarak nasıl yapılacağı hâlâ soru işareti. Sorunlardan biri karbondioksidi 400ºC dereceye kadar ısıtmanın yüksek mâliyeti. Bir diğer sorun ise projelerin fizibilite raporları hazırlanıncaya kadar çok az sayıda şirketin mâli destek sağlaması. The Guardian gazetesinin haberine göre, hükümetler çevre için ne kadar faydalı olursa olsun, sadece çevredeki karbondioksidi emen bir sisteme mali destek
Hâli hazırda Carbon Engineering’in sistemi yılda sadece 450 ton karbondioksit yakalayabiliyor. Bu da ortalama Kanadalıların karbon emisyonunun yüzde 33’üne karşılık geliyor. Ancak bu sistemin daha pratik olması açısından 20 bin kat büyütülebileceği de ilave ediliyor.
Girişimcilerin havadan karbondioksit çekip yakıt yapması ne zaman günlük hayata geçer henüz belirsiz, ancak haberi bile oldukça heyecan verici…
75
Dünyanın fosil yakıta ihtiyacı olmadığını kanıtlayan 5 ülke
EN DOĞAL EN DOĞALI Yaklaşık 10 yıl önce, yenilenebilir enerji hareketi büyük zorluklarla karşılaşmaktaydı. Dünya kaynaklarını tüketen şirketler, yenilenebilir enerjiyi bir yalan olarak göstermekte ve halkı bunun gerçekliğine ikna etme girişimindeydi ancak bu savaştan başarıyla çıkan alternatif enerji kaynakları ciddi miktarlarda para tasarrufu sağlarken bir taraftan da dünyanın doğal kaynaklarını korumayı başardılar. İşte dünyanın petrol şirketlerinin bahsettiği tüketim alışkanlığı yalanını ortaya çıkarıp, yenilenebilir enerjiyi misyon edinen 5 ülkenin gülümseten istatistikleri: Kosta Rika Kosta Rika dünyanın yenilenebilir enerji konusunda şüphesiz ki en başarılı ülkelerinden biri. 2015 yılının başlamasıyla birlikte tüm enerji ihtiyacını yenilenebilir enerjiden karşılayan ülke, daha önce de tüm hayvanat bahçelerini kapatmasıyla gündeme gelmişti. Tartışmalı hidroelektrik santralleri her ne kadar ülke imajını zedelese de, Kosta Rika, jeotermal kaynaklar, rüzgâr türbinleri, biyoyakıt ve güneş panellerinden de enerjisini üretiyor. Kosta Rika’nın bu ilerleyişi, fosil yakıt ve nükleer enerji destekçilerine adeta bir ders niteliğinde.
Danimarka
Yıllar önce kurduğu rüzgâr türbinlerinin meyvelerini gelişen teknolojisiyle toplamaya başlayan Danimarka, okyanus üzerine inşa ettiği yenilenebilir enerji santralleri ile meşhur. Rüzgâr enerjisi konusunda ipi göğüsleyen ülke 2014 yılında bu alanda bir dünya rekoru da kırdı. Ülke ihtiyacının yüzde 40’ını rüzgar türbinlerinden karşılayan Danimarka, 2020’ye kadar yüzde 50’sini, 2050’ye tamamını yenilenebilir enerjiden karşılamayı planlıyor. Temmuz ayı içerisinde bir rekor daha kıran ülke, rüzgârların şiddetlenmesiyle birlikte ihtiyacın yüzde 140’ını rüzgâr türbinlerinden karşıladı. Ülkedeki enerji uzmanları daha önce planlanan 2020 ve 2050 planlarına çok daha önceden ulaşılacağını düşünüyor.
İskoçya İskoçya ve yenilenebilir enerji kaynakları açısından 2014 yılı oldukça verimli bir yıldı. Aralık 2014’te yenilenebilir enerji alanında kendi rekorunu kıran ülke, yalnızca rüzgâr enerjisi kullanarak büyüyen ulusal enerji ihtiyacının neredeyse tamamını (1300 MWh) karşıladı. Ürettiği enerji 4 milyon evin elektriğini karşılamaya yetti. İskoçya günümüzde rüzgâr enerjisini kullanarak ülkedeki hane halkının elektrik ihtiyacının neredeyse tamamını karşılayabiliyor. Durum bununla da sınırlı değil. Yaz aylarında, Aberdeen, Edinburgh, Glasgow ve Inverness şehirlerindeki güneş panelleri sayesinde ortalama bir evin ihtiyacı olan elektrik de karşılanabiliyor. İsveç Tartışmalı kömür yatırımları bulunan İsveç de İskandinav komşusu Danimarka gibi yenilenebilir enerjide bir atılım yapmak isteyenlerden. Ülke gün geçtikçe kömüre bağımlılığını terk ederken gelişmiş biyoyakıt enerji sistemlerini de geliştirmeyi ihmal etmiyor. Yaptığı yatırımlar ise ilk defa istatistiksel anlamda meyvesinin aldığını 2010 yılında kanıtladı. Biyoyakıt alanında yaptığı geliştirmeler, o yıl içerisinde fosil yakıtlardan ürettiği enerjinin daha fazlasını biyoyakıttan elde etmesini sağladı. İsveç her ne kadar yenilenebilir enerjiye önem veren ülkeler arasında toy kalsa da, yaptığı girişimler kendisini bu alanda üst sıralara taşıyacağının bir işareti. Finlandiya Finlandiya, İskandinav komşuları arasında yenilenebilir enerji alanında geri planda kalmaktan mutlu değil. Rüzgâr enerjisini her geçen gün geliştiren ülke, fosil yakıtlardan kaynaklanan sera gazı salımında ciddi düşüşler sağlamayı başardı.
Konu yenilenebilir enerji olduğunda Finlandiya, İsveç ya da Danimarka kadar başarılı değil, ancak attığı adımlar oldukça olumlu. 2012 yılı itibarıyla yenilenebilir enerji ile ülke ihtiyacının yüzde 34.3’ünü karşılayan ülke, 2020 yılına kadar bu oranı yüzde 40’a taşımayı planlıyor. Komşularının hızla ilerlediği bu alanda Finlandiya’nın da geleceği oldukça parlak gözüküyor.
Wampirlerin aramızda yaşadığını söyleyen Prof. Dr. Richard Hift uyardı...
‘CİN VARSA WAMPİRDE VAR’ Gazeteci Yazar Jan Paçal’ın son romanı Wamp/Gece Avcısı’nda anlatılanlar doğru çıktı. Wampirlerin aramızda yaşadığını söyleyen Prof. Dr. Richard Hift,’e destek veren Paçal, Cinlere inananlar wampirlere neden inanmıyor”diye sordu. Gazeteteci Yazar jan Paçal’ın son romanı Wamp/ Gece Avcısı’nda anlatılanlar doğru çıktı. Wampirlerin aramızda yaşadığını söyleyen Prof. Dr. Richard Hift, Türkiye’deki hekimlere halk arasında vampir hastalığı olarak da bilinen ‘porfiria’ya ilişkin bilgi verdi. Wamp ismini verdiği romanda baş kahramanın adının Ayşegül olmasının ironi barındırdığını söyleyen jan Paçal, wampirler konusunda, “Neden olmasın ki, cinlere cadılara inananlar neden vampirlere inanmıyor; dahası meleklere şeytanlara… Hatta ve hatta dünyanın dönmediğini söyleyen alimler de var. daha geçen yüzyılda hayal vede olmaz öyle şey denilen ne varsa hepsi bugün
hayata geçti. Bu Dünya’da her şey mümkün…” diyor. Güney Afrika’daki KwalaZulu-Natal Üniversitesi’nin Klinik Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Richard Hift, “Türkiye’deki vampir hastasının en az 1000 civarında olduğunu düşünüyoruz” dedi. Prof. Hift, Türkiye’deki hekimlere halk arasında vampir hastalığı olarak da bilinen porfiriaya ilişkin bilgi vermek üzere İzmir’e geldi. Enzimlerde bozukluk olduğu için geçmiş yıllarda bazı hastaların kan ihtiyacını karşılamak üzere bazı olaylara karışmış olabileceğini ifade eden Prof. Dr. Hift, “Bu nedenle hastalar için vampir oldukları şeklinde mitolojik söylentiler üretilmiş olabilir” dedi. Türkiye’deki hasta sayısının da tahmin edilenden yüksek olduğunu düşündüğünü belirten Prof. Dr. Hift, “Dünya popülasyonundaki oranına bakıldığında alt gruplarıyla birlikte Türkiye’deki hasta sayısının en az 1000 civarında olduğunu düşünüyoruz” dedi.
Sevilay Zorlu
ZOR KİŞİLİKLER İLE BAŞETMEK Anlımda gelin beni kulanın mı yazıyor.? Karşıma kim çıktıysa beni maddi manevi kullanıyor. Neden bu hep benim başıma geliyor? Adeta sorunlu insanları mıknatıs gibi çekiyorum ben…” Hayatımızda benzer patolojik ilişki tarzlarını olumsuz yanlarını fark edene kadar yaşamaya devam ederiz. Kişiliğimizi oluşturan temelleri doğduğumuz andan itibaren oluşturmaya başlamışızdır. İnsan etkileşiminin başlıca üç ilkesi vardır. Karşımızdaki insanlar, ancak bizim hoş gördüğümüz davranışları sürekli yaparlar. Sözgelimi, OBSESİF-KOMPULSİF (TAKINTILI) bir kişi, etkileştiği herkesi kendi istediği gibi davranmaya zorlar, onlar üzerinde bir denetim kurmaya çalışır. Aşırı kontrolcü ve mükemmeliyetçidir. Başlangıçta böyle bir yaklaşım sergiler, büyük bir dirençle karşılaşırsa bu yaklaşımını bırakır. Ancak, belirli bir kişi üzerinde bu dayatmalarının işe yarar olduğunu görürse, o kişiyle ilişkisinde bu yaklaşımını sürdürür. Dolayısıyla, sözgelimi eşiniz ya da ana babanız, sizin yaşamınızı çekip çeviriyorsa,bu ilkeyi anımsayın ve siz, onlara, öyle davranmayı öğrettiğiniz için size öyle davranıyor olduklarını bilin. Bunu, siz onlara nasıl öğrettiniz? İstediklerini elde etmelerini sağlayarak….davranışlarını ödüllendirdiniz ve güçlendirdiniz. Sözgelimi, bir anne, yemeğe gelmesi için çocuğunu çağırıyor ve çocuk oynadığı oyunu bırakmıyorsa, o andan başlayarak ne yaptığına büyük özen göstermelidir. Birçok kez çağırmak zorunda kalıyorsa, sesi yükselene ve kızana dek ona aldırmasını öğretmiş olduğu içindir. Çocuk, geçmiş yaşantılarından, annesi sesini yükseltene ve kızana dek bir 10 dakika daha kazanarak oynamayı sürdürebileceğini öğrenmiştir. Davranışlarımızın büyük bir çoğunluğu öğrenilmiş davranışlardır. Çevresini denetim altında tutmayı öğrenmiş olan kişiler bu davranışlarını nereden öğrenmişlerdir? Birlikte yaşadıkları ya da çalıştıkları ve üzerlerinde egemenlik kurdukları kişilerden… Önce biz değişmedikçe başkaları değişmeyecektir.
İnsanlar bize kötü davranıyor olabilirler; çünkü biz onların kötü davranmasına izin veriyoruzdur. Dolayısıyla, onların bize karşı olan davranışlarını değiştirebilmeleri için, önce biz, kendimiz değişmeliyiz. Nelerin değiştirilmesi gerekir?. Yanıtı, aşırı edilgenliğin değiştirilmesidir. Ancak bunu nasıl yapacağız? Kendimizi doğru ortaya koyarak… Haklarınızı öfkelenmeden savunduğunuz zaman, kendinizi doğru ortaya koymuş olursunuz. Haklarınızı büyük bir öfke içinde savunduğunuz zaman, saldırganlaşmış olursunuz. Bir şiddet uygulaması karşısında olunmadığı sürece, saldırgan bir tutumun savunulabilir hiçbir yanı yoktur. Genellikle ilişkinin daha da kötüleşmesine yol açar. Kendini ortaya koyma, zor kişiliklerle baş etmede kullanabileceğiniz başlıca yöntemdir. Her zaman işe yarar mı? Hiçbir yöntem her zaman işe yaramaz. Ancak, kendinizi daha doğru ortaya koyabilir ve saldırganlıktan uzak durabilirseniz, isteklerinize kavuşma olasılığınız daha yüksek olur. Bizim başkalarından bütün isteğimiz bizimle işbirliği yapmaları, bize saygı ve sevgi göstermeleridir. . Birincisi, biri sizin için iyi bir şey yaparsa, sizde ona iyi bir şey yapın. Böylece, size gösterdiği davranışı ödüllendirmiş olacak ve yeniden öyle davranışta bulunma olasılığını artırmış olacaksınız. İkincisi,biri size karşı kötü bir davranışta bulunursa ve kötü davranışta bulunduğunun ayrımında değilse, bu davranışının üzerinde düşünmesini sağlamanız gerekir. Neyin hoşunuza gitmediğini ve nasıl davranış beklediğinizi açıkça söylemelisiniz. Yeniden, istemediğiniz bir biçimde davranırsa, yeniden bu davranışının üzerinde düşmesini sağlamanız gerekir. Öfkelenmeyin… Sabırlı ve anlayışlı davranarak, sevgi dolu bir tutum sergilemiş olursunuz. Ancak üçüncü bir kez aynı kötü davranışla karşılaşacak olursanız ne yapmanız gerekir? Ne yaparsınız yapın ancak sözel yakınmalarınızı artık yinelemeyin. Karşınızdaki kişinin yeterince olgun olmadığını ve yaptıklarının üzerinde düşünmek istemediğini anlayın. Durmaksızın yakınmayı sürdürmeniz, önemsenmemeniz sonucunu doğuracaktır. Sözlerin yerine artık eylemlerin geçmesi zamanı gelmiştir. Kolay olabilir, ancak sert davranılma ya da parasal bir kötülük görme korkularıyla benzer biçimde baş etmek öyle kolay olmayabilir. Onun için sert davranışlarda bulunacak gibi olan insanlardan uzak durmaya çalışmanız, parasal yatırımlardan uzak durabilmek içinse kendinizi parasal olarak güvence altına almanız gerekir.
Felsefeden Doğan Müzikle “Miya” Karşınızda Yıllardır yeni yeteneklere yaptığı yatırımlarla müzik sektöründe farklı bir misyon edinen Sony Music’ten yepyeni bir sanatçı ve albüm… “Uzaklaşmalıyım” albümü ile müzik sektörüne yeni bir soluk: “Miya” Japonca’da hep iyiye hep güzele giden, Arapça’da yüzde yüz anlamınına gelen Miya’yı yaşam felsefesi haline getiren ve müzik sektöründe dinleyicilerin karşısına bu felsefeyle hazırladığı albümle merhaba demek isteyen MİYA, “Uzaklaşmalıyım” albümüyle müzikseverlerin karşısına çıkıyor. 25 Nisan’da Sony Music etiketiyle müzik marketlerdeki yerini alacak olan albüm, Murat Matthew Erdem ve MİYA produktörlüğünde hazırlandı. MİYA albümü, müzik marketlerdeki yerini almadan önce sözü ve müziği MiYA imzası taşıyan çıkış şarkısı “Uzaklaşmalıyım”ı dijital müzik platformları ve radyolar aracılığıyla müzik severlerin beğenisine sundu. 1,5 yılı aşkın bir çalışma sürecinin sonunda hazırlanan Uzaklaşmalıyım albümünde yer alan 10 şarkının da söz ve müziği MİYA imzası taşırken, 9 şarkının düzenlemesi, albümün mix ve masteringini de yapan yıllardır Tarkan ile yaptığı çalışmalardan tanıdığımız Murat Matthew Erdem’e, Büyüme şarkısının düzenlemesi ise Gürsel Çelik’e ait. Albüm kartonetinde bulunan ve parçalara hayat veren çizimler ise ünlü çizer Ergün Gündüz’e ait. “Uzaklaşmalıyım” albümünde MİYA, müziğiyle, içinde yaşadığımız dünyayı sor gulamanın yanı sıra, genel olarak pozitife, iyiye, doğruya doğru bir arayış içinde…
Türkiye’nin en önemli müzik insanlarından biri olan, Müslüm Gürses’in sevenlerinden ayrılmadan önce hazırladığı son albümü “Veda. “Veda”nın kayıtları Müslüm Gürses hastaneye yatmadan önce tamamlanmıştı. Ancak sanatçının ailesinin isteği üzerine albüm, sanatçının ölümünün 40. gününün ardından müzikseverler ile buluşuyor. Ameliyata girmeden önce albüm için üç şarkı daha okuyan Müslüm Gürses’in tek vasiyeti buydu: “Ölürsem albümün adını ‘Veda’ koyun…” Müslüm Baba “Veda”sını; büyük halk ozanlarının unutulmaz eserleriyle yapıyor… 11 eserden oluşan Veda albümünde, Mahzuni Şerif, Aşık Daimi, Yavuz Top, Mehmet Ali Metin, Selahattin Çelik ve Abdülkadir Algın gibi değerli isimlerin eserleri ile birlikte Anonim eserler de yer alıyor.
Müzik çalışmalarına uzun yıllardır devam eden Melis Balcılar, ilk albümü “Melix” i Arpej Yapım etiketiyle müzikseverlere sunuyor. Şarkıların tüm söz ve müzikleri kendisine ait olan genç sanatçı, bu albümde Rock ve Elektronik soundları harmanlayarak oldukça farklı bir tür ortaya koyuyor. Kendini bildi bileli farklı müzik türlerini ve kişilik yapılarını, değişik ruh hallerini içinde barındırmayı sevdiğini söyleyen Melis; bunu kendi müziğine de çok belirgin bir şekilde akıttığını düşünüyor. Toplam 7 parça ve 1 remix’ten oluşan albümün Prodüktörlüğünü Melis Balcılar ve Gürkan Kömürcü birlikte üstleniyorlar.
79
stanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, Türkiye’nin yüzlerce yıl öncesine uzanan göç geçmişini “Türkiye’nin Göç Tarihi: 14. Yüzyıldan 21. Yüzyıla Türkiye’ye Göçler” adlı kitapta derledi.
Genç Latin Amerika edebiyatının parlak bir örneği olaraka gösterilen Alejandro Zambra’nın Ağaçların Özel Hayatı adlı romanı raflardaki yerini aldı. Şilili yazar Alejandro Zambra, İspanyolca yazan en iyi yazarlar arasında gösteriliyor. İkinci romanı Ağaçların Özeagaclar-fulll Hayatı’nda geçmiş ve geçmişin belkileri ile gelecek ve geleceğin getirebilecekleri üzerine bir hikâyeler zincirini takip ediyoruz. Notos Yayınları arasından çıkan Ağaçların Özel Hayatı, Verónica’nın resim kursundan dönmeyişiyle başlıyor. Öğretmen ve pazar günü yazarı Julián’ın önce küçük Daniela’yı uyutmak için anlattığı doğaçlama hikâyeler olarak. Bekleyiş uzadıkça Julián hikâyeleri istemsizce kendi hayatlarına döndürüyor. Anımsayışlarla, çağrışımlarla, gözlemlerle ve bunlardan yaratılmış bir gelecekle, Daniela’nın geleceğiyle dolu özel hayatlar Verónica’nın yokluğuyla şekilleniyor, her sözcüğünde onun dönüşünü bekliyor. “Kitap o dönene ya da Julián onun dönmeyeceğine emin olana dek sürüyor.”
Kapsamlı eser, Romanlardan Çerkeslere, Kırım Tatarlarından Suriyelilere kadar Anadolu’ya gelen göçmenlerle birlikte göçün dünden bugüne ulaşan etkileyici hikâyesini okura aktarıyor. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları’nın, “Türkiye’nin Göç Tarihi: 14. Yüzyıldan 21. Yüzyıla Türkiye’ye Göçler” kitabı, Osmanlı Devleti’nden günümüze Anadolu’da yaşanan göç serüvenini konu ediyor. Kapsamlı çalışmayı, İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayhan Kaya ve Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi Müdürü Doç. Dr. M. Murat Erdoğan derledi. Her biri alanında uzman bilim insanlarının özgün çalışmalarının yer aldığı kitap, göçün tarihini, göçlerin yaratmış olduğu toplumsal, ekonomik, siyasal ve kültürel sonuçlarıyla birlikte ele alıyor. Romanlar, Çerkesler, Kırım Tatarları, Afrikalılar ve Suriyelilere kadar dünyanın çok çeşitli bölgelerinden Anadolu’ya gelen göçmenlerin hikayelerine yer verilen kaynak niteliğindeki eser, çok kültürlü Anadolu coğrafyasını tüm zenginliği ve renkleriyle resmediyor.
BBC’nin sanat editörü Will Gompertz tarafında kaleme alınan, Türkiye’de Yapı Kredi Yayınları tarafından basılan Pardon Neye Bakmıştınız? okuru modern sanatın 150 yıllık tarihinde heyecanlı bir tura çıkarıyor. Gallery’nin eski direktörlerinden Will Gompertz sanatçıları uzman bilgisiyle anlatıyor. Sanat camiasını, tarihini çok iyi bilmesinin verdiği yetkinlikle modern sanata dair bilgileri damıtarak, akıcı, eğlenceli bir dille aktarıyor. Monet’nin nergislerinden Van Gogh’un ayçiçeklerine, Warhol’un çorba konservelerinden Hirst’ün formaldehit içindeki köpekbalığına, başyapıtları, sanatçıları anekdotlarla, günlük yaşamın içindeki halleriyle yorumluyor. Sanatın büyüsünü hayatın içinden anlatıyor. Süreyyya Evren’in çevirisiyle Türkçe’ye kazandırılan Pardon Neye Bakmıştınız? taptaze, cesur ve baştan sona dürüst bir çalışma. Sanatın kasıntılı kısmını delip geçerek en temel soruları soruyor. Okurların bu kitabı okuduktan sonra müze ve galeri ziyaretleri daha keyifli, daha ilginç geçecek. Kitabın önsözünden bir alıntı: “E. H. Gombrich’in klasik kitabı Sanatın Öyküsü’nden Robert Hughes’un hırçın ve öğretici eseri The Shock of the New’a [Yeni Olanın Yarattığı Şok] modern dönemi kapsayan çok sayıda mükemmel sanat tarihi kitabı çoktan yazılmış durumda...”
‘Padişahım seni Hüda’ya ısmarladım’
LAGARİ HASAN ÇELEBİ Lagari Hasan Çelebi, “Padişahım seni Hüda’ya ısmarladım” diyerek temcid ve tevhid ile evci asumana huruc eyledi… Zamanın akışı 1633 yılında seyr-ü seferine devam ederken IV. Murat’ın güzeller güzeli kızı Kaya Sultan’ın doğum gecesine şahitlik eder.O gece şenlik gecesidir, o gece coşku gecesidir…Sarayburnu semâları o gece havai fişeklerle rengarenk ışıldamaktadır. Şenlikler devam ederken zayıflığı dolayısıyla “Lagari” diye anılan Hasan Çelebi de padişahın müsaadesiyle bir ilki gerçekleştirecektir. Kendi yaptığı rokete bindikten sonra onu ateşleyerek metrelerce yükselen Lagari Hasan Çelebi, Hezarfen Ahmet Çelebi gibi İstanbul semalarında uçan, o devrin çılgın bir mucididir. Bugün bir kısım Batılı kaynaklar bile roketi icat edenin bir Türk olduğuna işaret etmekteler. Weekly World News dergisi, Norveç Havacılık Müzesi Müdürü Mauritz Roffavik’e dayanarak, dünyada ilk insanlı uzay uçuşunu Hasan Çelebi isimli bir Osmanlı Türk’ünün yaptığını yazmıştır. Dergiye göre, Hasan Çelebi, barutla çalışan iki katlı roketi ateşlemiş, 2.5 kilometre yükselen roket daha sonra denize düşmüştür. ABD’deki ünlü Smithsonian Enstitüsü Uzay Araştırmaları Bölümü Başkan Yardımcısı Frank Winter da bunu doğrulamış, “Türk roket adam Hasan Çelebi’nin 1633′teki denemesi şimdiye kadar kayıtlara geçen ilk insanlı uçuş denemesidir” demişti. Lagari Hasan Çelebi’nin roketiyle tam olarak kaç metre yükseldiği hakkında çeşitli rivayetler vardır.Kimine göre 35 metre, kimine göre 300 metre, bahsettiğimiz dergiye göre de 2,5 kilometre…Diğer bir görüş ise, roket 2.5 km kadar yükselmiştir ama 300 metrede Hasan Çelebi paraşütüyle ( diğer bir rivayete göre takma kanatlar ile) roketi terk ederek Sinan Paşa Kasrı önüne yumuşak bir iniş yapmıştır.Evliya Çelebi’ye göre Hasan Çelebi,50 okkalık barut macunuyla dolu 7 kollu, kendi îcadı olan bir fişeğe binerek yardımcılarının ateşlemesiyle uçmayı başarmıştır. Gelin, olayın işleyişini sevimli tarihçimiz Evliya Çelebi’den dinlemeye devam edelim.
yetmiş akça ile sipahi yazıldı. Sonra Kırım’da Selamet Giray Han’a gidüp orada merhum oldu. Rahmetli yar-i gaar-ı sadıkımız idi.”
Bu başarısı üzerine Hasan Çelebi’ye padişah tarafından bir kese akçe ihsan edilir. Ayrıca yetmiş akçe maaş ile sipahi ocağına kaydedilir. Ancak bazı rivayetler , padişahın çevresindeki bir kısım insanların ,Hasan Çelebi’nin bu buluşunun saray için bir tehlike arz ettiğini düşündüklerini “Lagâri Hasan Çelebi, Murad Han’ın Kaya Sultan nam söylemekte… Böylece Padişahı ikna ederek Çelebi’yi duhteri pakizesi vücude geldiği gece akube şadmanlığı idam ettirdiklerine dair söylentiler olsa da tarihi kayıtlarda oldu. Lagari Hasan, elli okka barut macunundan yedi kollu böyle bir olaya rastlanmadığı söylenmektedir.Her halûbir fişeng iacad etti. Sarayburnu’nda Hünkar huzurunda karda bundan sonraki ömrünü Kırım’da geçirdiği ve orada fişenge bindi ve şakirdleri fişengi ateşlediler. Lagari, “Padi- öldüğü kabul edilmektedir. şahım seni Hüda’ya ısmarladım” diyerek temcid ve tevhid ile evci asumana huruc eyledi… İlginç olan bir şey daha vardır ki o da, Hasan Çelebi’nin ölümünden yüzyıllar sonra ,modern anlamdaki ilk roket Yanında olan fişengleri ateş edip ruyi deryayı çeragan çalışmalarının yine Kırım’ı içine alan Ukrayna’da gerçekeyledi. Bam-ı felekde fişengi kebirinin barutu kalmayıp da leştiğidir. zemine doğru nüzul ederken, ellerinde olan kartal kanatlarını açıp Sinanpaşa Kasrı önünde deryaya indi. Oradan Bugün Ankara Türk Hava Kurumu Müzesi’nde temsili şenaverlik ederek uryan huzurı padişahiye geldi. Zemini heykeli bulunan Lagari Hasan Çelebi’nin roketle uçuşunu bus ederek selam verdi. Bir kise akça ihsan olunup gösteren bir 17. yüzyıl gravürü de bulunmaktadır.