FESTİVAL ÖZEL SAYISI
Cahide Ahmet Dalyanoğlu Ortaokulu Kültür/İletişim/Sanat Gazetesi Yayın Organı
Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Sezai KURTOĞLU
Yayın Kurulu Leyla SARIOĞLU UZUN Oktay ESGİN Ender ÇEVİRGEN Barış ÖZKURT Zahide KOÇYİĞİT Berna BACAK Gökmen KAHRAMAN Seçil AVCI Gökhan KARATEPE Fatma BAHTİYAR Fatma Nergiz ARSLAN Gülcan UYUMAZ Mustafa KURTULMUŞ Hülya ÖZDEM SÜR
Grafik Tasarım Oktay ESGİN Dizgi-Baskı
*Öğrenci yazıları dışındaki yazıların sorumluluğu yazara aittir. Dergideki yazılar kaynak gösterilerek başka bir yerde kullanılabilir. Basım Tarihi: 25 Mayıs 2015 Süreli Yerel Yayındır.
Bandrol Uygulamasına ilişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin 5. Maddesinin 2. fıkrası Çerçevesinde Bandrol taşıması zorunlu değildir.
Bu gazete, 13.01.2005 tarihli ve 25699 sayılı gazetede yayınlanan “Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim ve Ortaöğretim Kurumları Sosyal Etkinlikler Yönetmeliği” ne göre çıkarılmaktadır.
"Çocuklara kanatlar verin ama uçmayı onlara bırakın..." Marquez
“Doğru kitap çocuk için bir kanattır. Yanlış kitap yanlış ilaç gibidir...” Sedat SEVER
Yine, yeniden etkinliklerimizle ve dergimizle karşınızdayız. Bütün bu çalışmaları yapan arkadaşlarımın ve öğrencilerimizin takım ruhuyla, dayanışmayla, sevgiyle, keyif alarak yaptıkları çalışmaları görmek onların mutluluğuna ortak olmak, destek olmak… Mutluluğun resmi bu olsa gerek! Her yıl bir öncekinden daha anlamlı etkinlikler gerçekleştiriyoruz. Aramızdan ayrılan çok emek vermiş arkadaşlarımız oldu, yeni gelen arkadaşlarımız oldu, kurum kültürümüzle emeğini ortaya koyan arkadaşlarımızla çok anlamlı etkinlikler yaptık, yapmaya devam ediyoruz. Bu yıl kitap okuma kültürünü oluşturma etkinliklerimizin yanı sıra zekâ oyunlarını öğretme ve farkındalık oluşturma çabalarımızı da ortaya koyduk. Kuşkusuz oyun, çocuğun gelişiminde çok önemli bir etkinliktir. Biz çocuklarımızı hem sosyal ortamda hem de elektronik ortamda eğitici oyunlarla tanıştırmayı hedefledik. Bu oyunlarla ilgili bugüne kadar yıl içinde özellikle rehberlik servisimizin çalışmalarıyla çok önemli yol aldık ve önümüzdeki hafta yapılacak etkinliklerle daha da yaygınlaştıracağız. Geçmişten bugüne yaptığımız çalışmalarla okuma kültürü açısından okul olarak çok önemli noktalara geldik. Bu yıl içinde İzmir’de gerçekleşen çocuk edebiyatıyla ilgili iki ayrı etkinliğe çocuklarımızın konuşmacı olarak katılması çok anlamlıdır. Çocuklarımızın edebiyat ve sanat alanında başardıkları geleceğe yönelik umutlarımı çoğalttı. Bütün bu çalışmaların ve çabaların içinde olan arkadaşlarımla ve öğrencilerimle onur duyuyorum. Mesleğine olan aşkıyla özverisini ortaya koyan öğretmen arkadaşlarıma, gönüllü olarak çalışmalara katılan öğrenci ve velilerimize teşekkür ediyorum. Önümüzdeki yıllarda da bu çabaların artarak devam edeceğine olan inancımla; çıtayı daha yükseğe koyup çalışacak olanlara şimdiden başarılar diliyorum.
" Seni diğerlerinden farksız kılmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada kendin olarak kalabilmek dünyanın en zor savaşını vermek demektir. Bu savaş başladı mı artık hiç bitmez… " (E.E. Cummings) KİTAPLAR YOLDUR ve YOLCULUK. KİTAPLAR EVDİR. KİTAPLAR SOKAKTIR. GÖĞE BAKMAKTIR... KİTAPLAR DÜNDÜR, ŞİMDİDİR ve YARINDIR. KİTAPLAR BİLGİDİR VE SEVGİ. KİTAPLAR GÖRMEKTİR ve DUYMAK! KİTAPLAR OKULDUR, ve OKUL DEMEK KİTAP DEMEK. KİTAPLAR HAYATTIR. KİTAPLAR BAŞKA YERDİR. KİTAPLAR KEYİFTİR, SİHİRDİR, GİZEMDİR, MERAKTIR ve KUŞKUDUR. KİTAPLAR ÖZLEMDİR ve ÖZGÜRLÜKTÜR DE... [Oktay ESGİN]
Zeka Oyunları: Çocukların ve yetişkinlerin strateji geliştirme, planlama, mantık yürütme-mantıksal bütünleme, görsel-uzamsal düşünme, yaratıcılık, dikkat - konsantrasyon, hafıza ve bellek alanlarında gelişimini sağlayan, aynı zamanda; ileriyi görme, planlama ve sabır, kararlılık, karar verme, yenilgiyi hazmetme, rekabet gibi tutum ve davranışları geliştiren, kinestetik alanda uygulamaya imkan sağlayan oyunlardır.
* * * * * * * * *
Oyunun çocuğun dünyasındaki yerine dikkat çekmek Çocuğu ve veliyi Zekâ-Akıl Oyunları dünyasıyla tanıştırmak Çocuğa ve veliye Zekâ ve Akıl Oyunları'nın temel kavramlarını anlatmak Zekâ Oyunlarını uygulamalı olarak göstermek ve tanıtmak Zekâ Oyunları ile ilgili kaynakları sağlamak Farklı yaş seviyelerinde uygulanabilecek zeka oyunlarını tavsiye etmek Çocuklarda sıra dışı düşünme becerilerini geliştirmek. Dijital ortamlarda ulaşabilecekleri zeka oyunları ve siteleri tanıtmak. Kitap
Zuckerberg kitap kulübü kurdu. Her sene kendisine, takipçileriyle birlikte seçtiği bir konuda meydan okuyan Facebook'un kurucusu ve CEO'su Mark Zuckerberg, bu yıl da kitap kulübü kurarak iki haftada bir kitap okuyacağını açıkladı. Facebook sayfasında, kitapların insanların bir konuyu daha derin araştırmasını sağladığını belirten Zuckerberg, Facebook kullanıcılarını "Kitap Yılı" adlı gruba katılmaya çağırdı.
ZEKA: *Kavramlar ve algılar yardımıyla soyut ya da somut nesneler arasındaki ilişkiyi kavrayabilme, *soyut düşünme, *muhakeme etme ve *bu zihinsel işlevleri uyumlu şekilde bir amaca yönelik olarak kullanabilme yetenekleri zeka olarak adlandırılmaktadır. Zekanın farklı tanımlarının olmasına karşılık zekaya ilişkin kuramların tümü zekanın geliştirilebilecek bir kapasite ya da potansiyel olduğu ve biyolojik temellerinin bulunduğu noktalarında birleşir. Buna göre zeka, bireyin doğuştan sahip olduğu, kalıtımla kuşaktan kuşağa geçen ve merkez sinir sisteminin işlevlerini kapsayan; deneyim, öğrenme ve çevreden kaynaklanan etkenlerle biçimlenen bir bileşimdir. Zeka bir çok zihinsel yeteneğin değişik durum ve koşullarda kullanılmasını içerir. Sözel Anlayış: sözcükleri tanıma ve anlama, Sözel Akıcılık: sözel ve yazılı olarak sözcük ve ifadeleri çabucak bulabilme, Sayısal Yetenek: aritmetiksel işlemleri çabuk ve doğru olarak yapabilme, Alansal ve Uzay ilişkileri: iki ve üç boyutlu görsel algılamayı yapabilme, Bellek: işitsel ve görsel olarak belleme gücü, Algısal Hız: karmaşık bir nesnenin ayrıntılarını görebilme, zemin şekil ilişkisini ayırt edebilme, benzerlik ve farklılıkları doğru olarak algılayabilme, Mantıklı düşünme: muhakeme yürütebilme, Sembollerle düşünebilme 11 yaşında başlar. 12 yaştan sonra zekanın hızında azalma olsa da gelişmeye devam eder. Gelişmenin en üst düzeyine 1418 yaşlar arasında varılır. Zihinsel güç 30 yaşa kadar bu düzeyde kalır. Daha sonraki yaşlarda yeni malzeme öğrenmedeki başarı yavaş olarak azalmaya başlar, ancak öğrenilen bilgiler kaybolmaz tam tersine yaş ilerledikçe, deneyimden dolayı edinilen bilgiyi kullanmadaki beceri artar. “Oynamasını bilmeyen bir çocuk, hiçbir zaman düşünmesini öğrenmeyecek olan bir büyüktür.” Jean Chateau. Çocuklar oyun yoluyla hayatı deneyimleme fırsatı yakalarlar, farklı oyunlarla sahip oldukları becerileri ortaya çıkarırlar. Çocuklar sorunları bir yetişkin gibi ifade edemeyebilir ancak oyun ile ruhsal dışavurum gerçekleşir biz oyun ortamında izlediğimiz çocukları daha yakından tanıma fırsatı yakalarız.
Akıl ve Zekâ oyunlarının Faydaları: *Harfler, sayılar, renkler gibi kavramları daha kolay öğrenmelerini sağlar, * Planlı hareket etmeyi öğretir, planlı hareket etmenin önemini kavratır, * Doğru ve çabuk düşünebilmeyi ve karar verebilmeyi geliştirir, * Kendini ve yeteneklerini daha iyi tanımasını sağlar, * Belirli bir konuya odaklanma alışkanlığı kazandırır, * Merak duygusunu geliştirerek araştırmalar yapmaya yönlendirir, * Olaylara şüpheci yaklaşımı öğreterek ezberci zihniyetten uzaklaşmayı sağlar, * Düşünen, sorgulayan ve çözümleyen bireylerin yetişmesini sağlayarak yaratıcı düşüncelerin daha özgürce sunulabildiği bir ortam hazırlar, * Başarısızlıklar karşısında yılmamayı, başarı için sistemli ve disiplinli bir çalışmanın gerektiğini gösterir, * Kuralları anlamayı, kurallara uymayı öğretir.
Akıl yürütme, Problem çözme, İletişim, Dili doğru, etkili ve güzel kullanma, Eleştirel düşünme Yaratıcı düşünme, Araştırma, Karar verme, Bilgi teknolojilerini kullanma, Girişimcilik Akıl Yürütme Becerisi Zeka oyunlarında başarı hızlı ve doğru bir şekilde akıl yürütmeye dayanmaktadır. Geçmişte öğrenilen problem çözme yöntemleri zeka oyunlarını çözebilmek için az veya çok fayda sağlayabilse de zeka oyunları ezbere dayalı çözülemez. Zeka oyunlarını bu kadar eğlenceli kılan da sürekli değişen türleri ve zorluk seviyeleri olmasıdır. Akıl yürütme, sistemli problem çözme becerisi ile birlikte öğrencilerin ömür boyu kullanacakları en önemli zihinsel becerisi olacaktır. Akıl yürütme becerisinin kazanılabilmesi için öğrencilerde aşağıdaki becerilerin geliştirilmesi gerekir: Mantığa dayalı fikirler üretme Kendi düşüncelerini düzgün ifade etme Bir problemi analiz ederken tecrübelerini kullanma Problem Çözme Becerisi Zeka oyunlarının temeli problem çözmedir. Problemi sadece sayılar ve şekillerle değil gerçek hayat materyalleri ile kurgulayarak somutlaştırabiliriz. Motivasyon – İstek: Her konuda olduğu gibi istek olmazsa problemin çözümünde başarıya ulaşılması mümkün olmayacaktır. Bu nedenle istek ve motivasyon yaratılmalıdır. Problemi anlamak, kavramak: Problemi oluşturan koşulları ve kuralları kavramak, çoğu zaman çözümü ve çözüm yöntemini ortaya çıkartacaktır. Bu yüzden bu aşamaya yeteri kadar zaman ayrılmalıdır. Çözüm yönteminin seçilmesi, belirlenmesi: Problemleri çözmek için birçok farklı çözüm yöntemi mevcuttur. Deneme-yanılma, tüme varma, tümden gelme, varsayım kullanma, problemi dönüştürme, problemi parçalama gibi. Farklı düşünmeye vurgu yapmalıyız. İletişim Becerisi Günümüzde her birey bir takımın parçası olarak hayatını sürdürmek zorundadır. Bu yüzden eğitim sürecinde takım üyesi olmanın gerekleri öğretilmektedir. Zeka oyunları güçlü bir iletişim aracıdır ve profesyonel şirketlerin eğitimlerinde bile takım çalışmasını öğretmek amacıyla kullanılmaktadır. Ayrıca zeka oyunları entelektüel bilgi ve birikimin evrensel bir göstergesi olarak görülür. Bu sayede dünyanın her yerinde iletişim kurabilme imkanı verir. Duyuşsal Gelişim Hedeflerimiz: *Hobi olarak zeka oyunlarını sevmeleri *Zekanın ve zihinsel gelişimin faydalarını kavrama *Sabırlı ve sorumlu olma, *Problemleri çözebileceğine inanma, çözme isteği, motivasyonu kazanma *Zeka oyunları kültürünü sosyal becerileri için kullanmayı öğrenme *Empati geliştirme *Akıl yürütmenin önemini kavrama Psiko-motor becerilerin geliştirilebilmes: Birim küpleri kullanarak çeşitli oyun materyaller üretme Makas, maket bıçağı vb. malzemeleri kullanarak tangram vb oyunlar üretme Kağıt, karton vb. malzemeler katlayarak oyunlar üretme veya çözme Pergel, cetvel, iletki ve gönyeyi kullanma İki ve üç boyutlu şekiller ve cisimler çizme Bilgisayar yazılımlarını kullanma
Pedagojik Olarak İncelendiğinde; İnsanların zihinsel olarak sahip oldukları potansiyellerini ortaya çıkmasında etkili olur. Zihinsel gelişimi destekler, oyunların süreleri ve oynanış şekilleri farklı olduğu için sabır kazanılmasında önemli bir etkiye sahiptir. Aynı zamanda hayal gücü ve yaratıcı/yenilikçi düşünmeyi ortaya çıkarır. Sistematik düşünme, mantıksal çıkarımlar planlama ve strateji geliştirme konularında kişiyi destekler. Eğitimsel olarak incelendiğinde; Zeka oyunları ve oyuncakları üzerine yapılan araştırmalar ortalama olarak 13 puanlık bir zeka artışı olduğunu göstermektedir. (http:// seriousgamesmarket.blogspot.com/2009/12/new-research-serious-games-raide-kids.html) Bununla birlikte kişinin akıl yürütme, soyut düşünme, problem çözme, tüme varım, tümden gelim gibi bilişsel süreçlerine de pozitif etki etmektedir. Kişinin bu becerileri kazanması ile diğer alanlarda da kendine olan özgüveni gelmekte ve daha başarılı çalışmalar yapabilmektedir. Eğitimsel olarak bu oyunların en büyük faydası ise kişideki anlama, algılama, muhakeme etme ve yeni bakış açıları geliştirme yeteneklerini güçlendirdiği için, kişiyi sadece müfredattaki bilgileri öğrenen bir birey olmaktan çıkartıp çok yönlü ve eğitimden zevk alan bir birey haline getirmesidir. Sıralı düşünme, uzaysal düşünme, eleştirel düşünme, yaratıcı düşünme, çözüm yolları deneme ve bulma becerilerini geliştirdiği için hayata bakış açısı farklı ve çözüm odaklı bireyler haline gelmektedirler. Böylece bu kişiler hayatlarında kararlı, yenilgiden korkmayan, üretken, çalışkan, entelektüel, yaratıcı ve hedefe odaklı hale gelmektedirler. Bunun yanında küçük yaşlarda zeka oyunları ile tanışan çocuklara bir çok meslek alanının temelinin mantığını anlamada, bu mesleklerin zihinsel süreç becerilerini kazanmada yardımcı olmaktadır. Üreticiliği ve mucitliği tetikleyen bu oyun ve oyuncaklar kişilerin çok yönlü düşünmelerini geliştirdiği için başarının artmasında çok etkilidir. Sayısal veya sözel olarak ayrım yapılmaksızın bir çok zeka alanını desteklediği için çoklu zeka kuramına da uygundur. Aynı zamanda pratik zeka gelişimini de sağlamaktadır.
YAŞINIZ
CİNSİYETİNİZ Kadın Erkek
69 30
69,69% 30,30%
EVİNİZDE HİÇ ZEKÂ OYUNU VAR MI?
10-13 14-18 19-29 29-45 45+
77 6 1 13 2
77,77% 6,06% 1,01% 13,13% 2,02%
Evet 91 90,09% Hayır 10 9,90% DAHA ÖNCE OYNADIĞINIZ OYUNLAR HANGİLERİDİR? Go
6
0,93%
Satranç
98
15,26%
Dama
69
10,74%
Mangala
10
1,55%
Sudoku
72
11,21%
Tangram
61
9,50%
Nim
18
Kendoku
BİLGİSAYAR YA DA CEP TELEFONUNDAN ZEKA OYUNU OYNAR MISINIZ? Sürekli 18 17,82% Ara sıra 71 70,29% Hiç oynamam 12 11,88%
EN ÇOK OYNADIĞINIZ ZEKÂ OYUNU
Akıl yürütme
28
28,28%
İşlem oyunları
4
4,04%
9
9,09%
9,90%
Sözel oyunlar Geometrikmekanik oyunlar
3
3,03%
4
1,23%
Hafıza oyunları
17
17,17%
Sudoku
40
12,38%
Strateji oyunları
26
26,26%
Zeka soruları
12
12,12%
Tangram
18
5,57%
Nim
8
2,47%
13
4,02%
Go
6
1,99%
Satranç
59
19,60%
1
0,30%
Dama
26
8,63%
Mangala
7
2,32%
Sudoku
26
8,63%
Tangram
18
5,98%
Nim
8
2,65%
Kendoku
11
3,65%
2
0,66%
Go
1
0,30%
Satranç
70
21,67%
Dama
32
Mangala
2,80%
25
3,89%
Quarto
2
0,31%
Dokuz taş
49
7,63%
Üç taş
38
5,91%
Kendoku
Çin daması
14
2,18%
Quarto
Resfebe
57
8,87%
Origami
53
8,25%
Dokuz taş
Topolojik düğümler
5
0,77%
Üç taş
Hanoi kulesi
8
1,24%
Çin daması
Rübik küp
22
3,42%
Anagram
15
2,33%
Kakuro Diğer
5
0,77%
15
2,33%
NE TÜR ZEKÂ OYUNLARINI TERCİH EDERSİNİZ?
15 16 6
4,64% 4,95% 1,85%
Okulumuzda hangi zekâ oyunlarının turnuva/
Resfebe
38
11,76%
Quarto Dokuz taş
15
4,98%
Origami
23
7,12%
Üç taş
8
2,65%
Çin daması
8
2,65%
Resfebe
38
12,62%
26
8,63%
Topolojik
1
0,30%
AİLENİZLE BİRLİKTE OYNADIĞINIZ OYUNLAR HANGİLERİDİR?
Hanoi kulesi 3
0,92%
Origami
Go
3
0,96%
Rübik küp
3,09%
Topolojik
Satranç
65
20,90%
Dama
45
14,46%
Mangala
4
1,28%
Sudoku
34
10,93%
Tangram
23
7,39%
Nim
3
0,96%
Kendoku
6
1,92%
Aşağıda "Zekâ Oyunlarının Faydaları" sıralanmıştır. Size göre en önemli olan madde-
0,32%
Kavramların daha kolay öğrenilmesini sağlar.
15 5,05% 28 9,42%
Quarto
1
Anagram
10 10
3,09%
Kakuro
2
0,61%
Diğer
12
3,71%
5
1,66%
Hanoi kulesi 7
2,32%
Rübik küp
10
3,32%
Anagram
10
3,32%
Kakuro
4
1,32%
Diğer
7
2,32%
Dokuz taş
16
5,14%
Planlı hareket etmeyi öğretir.
Üç taş
13
4,18%
Karar verebilmeyi geliştirir
30 10,10%
Çin daması
9
2,89%
Kişinin yeteneklerini daha iyi tanımasını sağlar.
21 7,07%
Resfebe
23
7,39%
Bir konuya odaklanma alışkanlığı kazandırır.
29 9,76%
Origami
24
7,71%
Merak duygusunu geliştirir.
14 4,71%
Topolojik düğümler
2
0,64%
Kuralları anlamayı, kurallara uymayı öğretir.
10 3,36%
Hanoi kulesi
5
1,60%
Kişiye, başarı için sistemli ve disiplinli bir çalışma ge-
16 5,38%
Rübik küp
7
2,25%
Ezberci zihniyetten uzaklaşmayı sağlar.
20 6,73%
Anagram
6
1,92%
Düşünen, sorgulayan ve çözümleyen bireylerin yetiş-
32 10,77%
Kakuro Ailece oynadığımız oyun yoktur.
1
0,32%
Hafızayı güçlendirir.
55 18,51%
13
4,18%
Dikkat süresini artırır.
27 9,09%
Diğer
8
2,57%
2
kişinin
oynadığı
karşı bir
karşıya oyundur.
Genellikle 8×8, 10×10 ya da
12×12'lik
dama
tahtaları üzerinde oynanır. Satrancın
aksine
bütün
taşlar aynı biçimde hareket eder. Taşlar, ancak üzerlerinde bulundukları koyu karelerde, yani çapraz olarak ve her hamlede birer kare gidecek şekilde hareket ederler. Yol üzerinde kendi renklerinden bir taş varsa bu yol, o taş çekilene kadar kapalıdır. Karşı tarafın bir taşı bulunursa ve arkasındaki kare de boşsa bu taşın üzerinden atlayıp karşı tarafın taşını tahtadan uzaklaştırabilir. Eğer taşlardan biri tahtanın karşı tarafına ulaşırsa üzerine bir tane taş daha konarak bir dama elde edilir. Dama, normal taşların aksine çaprazlar üzerinde her hamlede birden fazla kare kat ederek hareket edebilir, normal taş gibi tahtadan uzaklaştırılabilir. İki taraftan kimin bütün taşları tahtadan önce uzaklaştırılırsa oyunu kaybetmiş olur. Kura ile oyuna başlanır. Oyuncu kuyudaki taşları alıp sağa doğru kuyulara birer birer dağıtır. Elindeki son taş kendi hazinesine gelirse tekrar oynama hakkı kazanır. Oyuncunun kuyusunda tek taş kaldıysa sırası geldiğinde taşı bir sağdaki kuyuya koyabilir. Her zaman eldeki son taş oyunun gidişatını ve sonucunu değiştirir. 2-Oyuncu taşları dağıtırken elinde kalan son taş kendi boş kuyusuna denk gelirse oyuncu hem o kuyudaki tek taşını hem de karşıdaki rakibin kuyusundaki taşları hazinesine aktarır. 3-Hamle sırası gelen oyuncu taşları kendi bölgesinde dağıtıp elinde taş kalırsa karşı tarafa rakibin bölgesine geçip taşları dağıtmaya devam eder. Eğer rakibin bölgesindeki kuyulardaki taşların adedini çift yaparsa o taşları kendi hazinesine aktarır. 4-Oyunculardan biri kendi bölgesindeki taşları bitirdiğinde oyun biter. Erken bitiren oyuncu rakibin taşlarını da kendi hazinesine aktarır. 5-Oyun sırasında rakibin hazine kuyusuna taş bırakılmaz.
Sudoku, standart biçimde oluşturulmuş 9×9 boyutlarında bir diyagram üzerinde çözülen ve her satırda, her sütunda ve her 3×3 boyutluk karede, 1’den 9’a kadar olan rakamların birer kez yer alması gerektiği temeline dayanan bir zeka oyunu çeşididir. Japoncada “Sayılar tek olmalı” anlamını taşıyan “Suuji wa dokishin ni kagiru” sözcük bütününün kısaltması olan Sudoku, günümüzde tüm kıtalara ve ülkelere yayılmış ve oldukça popüler olan bir zeka oyunudur.
Bir strateji ve
"Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince, bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydım, bu yaptıklarımın hiç birisini yapamazdım." [M.K.Atatürk]
zekâ oyunu
Dü n y a ç apın da tu r n u va lar ı dü ze nle n e n; s t rat e j ik o lduğu k a da r zek â y ı da ge lişt ir en sa t ra nç , k imile r ine gö r e o y u n da n ç ok bir s po r da lıdır. Sa tr a n ç iç in de ö ğren me, ö ğr e tme , pa y laşma, y a ra t ma, re k a be t e t me , e ğle nme ba r ın dıra n bir a kt iv it e dir. Bu o y u n, sa t ran ç ta h tas ı de n ilen 8 ×8 ′ lik k a r e bir a la n üze rin de sa tr a nç ta şla r ıy la o yn a n ır. To pla m 6 4 k a re nin ya rıs ı s iya h, ya r ıs ı be ya z r en k le rde n oluş u r. Ta r a fla r beya z ve s iy ah r e n k li ta şla r ı a lır la r, h e r o y u n cun u n b i r s e fe r d e b i r h a ml e ya p ma s ı y la o y u n g e l i ş i r . O yu n u n ba ş ında be ya z ve s iya h la r ın 1 6 ta ş ı bu lu n u r. Bu n la r bir şa h, bir ve zir, ik i ka le, ik i f il, ik i at v e sek iz piy on dan o luş u r. Oyunun a ma c ı k a rş ı ta ra fın şa h ını ma t e t me k t ir. M at et mek, sa t ra n çt a t a ra f la r da n bir in in şa hı t e h dit a lt ın da ike n yapa ca k h iç bir h a mles i o lma ma s ı du r u mu du r. O y u n b u du r u m da i k en ş a h ı t e h di t a lt ı n da o l a n o y u nc u ma t o lmuştur. E ğe r o yu n u ma t dur u mu na geç ir e n ha mle k u r a llı bir ha mle is e ma t o la n oy u n c u o y unu k a y be de r.
Satranç toplumların gelişmesine katkıda bulunur
Batılı satrançtan daha eski ve farklı milletlere özgü olan Caturanga ya da Şogi gibi satranç uyarlamaları da batı dünyasında satranç türevi olarak adlandırılır. Bu oyunlar da satranca benzerdir ve ortak bir geçmişe sahiplerdir.
ŞOGİ
S a tr a nç günümüzde , ma te ma t ik, f e n ve o kuma a lan lar ın da gö r ü le n baş arıların a rk as ın da k i giz li gü ç o lar a k ka bu l gö r me k te dir. Bununla birlik t e ka v rama ye t en eğin de k i ciddi ge lişme, bilgiye ve ma n t ığa da ya lı ç ıka r ımla r da v ar say ım, s t ra te jik düş üne bilme, ma n t ık , ge le ce ği k u rgu la ma ve k a r a r ve rme gibi a la n la rın ge liş imin de de sa t ra n c ın ço k ö n emli ro l o yna dığı, uz ma n la r t a ra f ın da n be lir t ilmek t edir . S a tr a nc ın, kiş is e l de ğe r le r i gü ç len dir me, baş ka lar ına sa y gılı o lma, sa bır ve fa rk lı ba k ış a çıla r ın ı k a bulle n e bilme gibi s os ya l da vra nış la r ın üz e r in de de e t k is i o lduğu bilin mek t edir .
Satrancın tarihçesi
E sk i ça ğın günümü ze e n de ğe r li h e diy es i o la n s at ra n ç, y a k laş ık o la rak 2 bin y ıldır ya şa ya n bir kü ltü r … 6 . y ü zy ılda H in dis ta n’da doğa n sat r a nç , t ü cca r la r la İran’a geç miş ; 7 . y ü z y ılda Ara pla r, İr a n ’ı a lınc a ; sat r a nç da A ra p to pra k lar ın da ya yılma ya ba ş lamış tır . A rap a k ınc ılar ı ile bir likt e K u z e y A frika ’da n İs pa n ya ’ya ge çe n s at ra n ç, İs pa n ya ’dan s on r a, İt a lya, F ra ns a, A lman y a, A me r ika ve R us ya ’da h ız la y a y gınlaş mış t ır. A r a p ve Avrupa e l ya zma la r ın da n so n ra İspan y o l Lu c en a ’n ın ilk ba sılı s at ra nç k ita bın da ( 1 4 9 7) satr a n ca e k len e n y e n i kura lla r a ç ıkla nmış tır . Bö y le c e gü n ü mü z e ka dar de ğiş me de n ge le n ku r alla r ı ile dinamik , ust a lık v e inc e lik do lu , bilgiye da ya na n mo de rn sa tra n ç dö ne mi baş lamışt ır .
Satranç çocukların zekâsını olumlu yönde etkiler
Bir ç o k ka vra mı iç in de ba r ın dıra n s at ra n ç ; aslın da ha ya tın k e n dis i gibidir. Ka za nma k, ka y bet me k, ke n din e gü ve nme k, dik k at li olma k, pla n y a pma k, alt e r na t if çöz ü mle r ge liş t irme k, pro ble mle rle müc a dele et me k gibi du ru mla r, gün lü k y aş an t ımızda ka rş ılaşt ığımız o lgu la r dır. Bu n e de n le rah a tlık la diye biliriz ki k üçü k y aş la r dan it iba r e n bu o y un a ba şla ma k, ço cuğu o lgu n la şt ır ır; t ecr ü be s ah ibi y a pa r ; proble mle rle müc a de le e de bilme yi v e so ğu k ka n lı o lma y ı ö ğre t ir . Ço cukla r s at ra n ca 7 ile 8 y aşın da n it ibar e n ba ş la ya bilir . Sat ranç e ğit imi o lan v e s at ra nç o y na ya n ç o c uk la rın o to ma t ik o la rak dah a k a r maş ık dü ş ü nme bec e r iler in i ka z a n mas ı s ağla nır. K ısac a sa t ra n ç, ç o cu k lar ı h a ya ta ha zır la r.
ALTIGEN SATRANÇ BAHÇE SATRANCI
Çin'de bile gerçek yaşı tam olarak bilinmeyen Tangram oyunu, özellikle Ming hanedanı tarafından çok rağbet gören yaratıcı zeka oyunuydu. Oyunun Çince adı Türkçe'ye "Yedi Parçalı Akıl Oyunu" veya "Bilgelik Oyunu" olarak çevrilebilir. Tangram'da amaç yedi farklı geometrik şekli kullanarak birbirinden farklı bütünler oluşturmaktır. Tıpkı her kurumda, birbirine benzer birimler bulunmasına rağmen her kurumun yapısının, işleyişinin ve ortaya çıkardıklarının farklı olması gibi,Tangram'da da benzer şekillerle yüzlerce hatta binlerce farklı şey yaratabilirsiniz.
Dokuz taş oyuncuların taşlarıyla bir sıra oluşturmaya çalıştığı bir oyundur. Bir yere iç içe üç kare çizilir ve kenarları orta noktalarından birleştirilir. Böylece 12 köşede ve 12 kenar üzerinde olmak üzere 24 nokta ortaya çıkar. Oyunun başında, KenDoku, Japon matematik öğretmeni Tetsuya Miyamoto tarafından 2004 yılında icat edilen, aritmetik ve mantığa dayalı bir oyundur.Kenken,Mathdoku, Calcudoku gibi isimleri de mevcuttur.
iki oyuncu sırayla birer birer taşlarını noktalara yerleştirir. Dokuzar taş yerleştirildikten sonra sırayla hamle yapmaya başlanılır. Yatay, dikey
3×3,4×4,5×5,6×6 vs. versiyonları mevcuttur. Her yaştan insanın oynayabileceği bir oyun olup kuralları da oldukça basittir. Örneğin 4×4 Kendoku’da her satıra ve her sütuna 1′ den 4′ e kadar olan
veya çapraz bir üçlü dize-
rakamları bir defa yazmak zorundasınız. Tabi bu arada +,-,/ ve x
bilen oyuncu rakibinin bir
işaretlerine dikkat etmelisiniz. Şöyle ki; örneğin 12 x’nın yazılı
taşını dışarı atma yani
olduğu üç kutucuk var. Siz bu üç kutucuğa çarpımları 12 olan üç
“kırma” hakkı kazanır.
rakam yerleştirmelisiniz. Bunlar ne olmak zorundadır? Tabi ki 4,3
Fakat bir üçlü dizi içindeki
ve 1.
taşlar kırılamaz. Eğer tüm hepsi üçlülerin bir parçasıysa herhangi biri kırılabilir. İki taşı kalan oyuncu, oyunu kaybeder.
Cevaplar 31. sayfadadır.
Tic Tac Toe bilinen en eski zeka oyunlarından. 3 e 3 lük bir tahtada X ve O koyarak yatay düşey ya da çapraz 3lü yapmaya çalışıyorsunuz. Oyunu ilk yapan kazanıyor. Efsaneye göre iki usta oyuncu daima berabere kalırmış.
Kütahya Bilsem tarafından ülke çapında yapılan RESFEBE yarışmasında okulumuz öğrencilerinden Açelya KAHRAMAN 29; Eren SEVİNÇ 43; Tuğba ÖRNEK 97. olmuştur. Yarışmaya toplam 5337 eser gönderilmiş ve ilk 118 eser katalog haline getirilecektir. İzmir’den toplam 6 öğrenci listeye girmiştir. Başarılarından dolayı öğrencilerimizi, ailelerini ve emek veren öğretmenlerimizi tebrik ederiz.
Cevaplar 31. sayfadadır.
E
P Ç “Aşkın Kötü Çocukları” ve “Kafka Maskeli 1 Zorro” adlı kitapların yazarı, okulumuz Mü-
zik Öğretmeni. Kelime veya kelime gruplarının, harf, 2 sayı ve resimlerle temsil edilmesiyle
S
oluşturulan oyuna verilen ad Büyümeyi reddeden haylaz bir çocuk ve Varolmayan Ülke Neverland adındaki 3 küçük adada başından geçen maceraların anlatıldığı çocuk kitabı.
H T
“Gürültüde Uyuyan Çocuklar” adlı kitabı ile bu yıl KEGEV, 4 Talat Sait Halman 2015 Şiir Ödülünü kazanan okulumuz Matematik Öğretmeni şair. Oyun tahtası üzerinde karşılıklı 6'şar adet olmak üzere 12 küçük kuyu ve her oyuncunun taşlarını toplayacağı birer 5 büyük kuyunun bulunduğu, 48 taş ile oynanan, Türk Zeka ve Strateji Oyunu.
N
6
7
Dünyanın en kısa şiir türü sayılan, bugün tüm dünyada bilinen geleneksel bir japon şiir türüdür.
Asıl adı Cevat Şakir Kabaağaçlı olan Bodrum'a olan aşkı ile tanınan ünlü roman ve hikâye yazarı.
8 Kiraz Kız, Anneannem, Sihirbaz ve Konuşan Kedi isimli kitapların yazarı.
9
Ankara Üniversitesi Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Uygulama ve Araştırma Merkezi (ÇOGEM) Müdürü, Türkçenin eğitim-öğretimi ile çocuk ve gençlik yazını alanının yetkin adlarından, geçen seneki festivalimize konuk olan değerli bilim insanı.
10 İnce ve renkli tahta çubuklarla oynanan bir zeka ve el beceri oyunu.
8×8’lik kare bir zemin üzerinde, oyuna ait özel taşlarla oynanan ve
11 rakibi mat etmeye dayalı bir zekâ oyunu.
Fransız yazar ve pilot Antoine de Saint-Exupéry tarafından yazılan ve 1943'te 12 yayımlanan hikâye.
U 13
Bugünün Saraylısı, Entelköy Efeköy'e Karşı, Diriliş Ertuğrul gibi yapımlarda rol alan yönetmen, oyuncu, yaratıcı drama eğitmeni sanatçımız.
Türk şiirindeki eski yapıyı temelinden değiştirmeyi amaçlayarak sokaktaki adamın 14 söyleyişini şiir diline taşıyan Garip Akımının kurucularından Kanık soyadlı şairimiz. 15 Şair Nazım Hikmet' in soyadı. Uçurtmam Bulut Şimdi, Çilekli Dondurma, Sıcak Çikolatalı Yolculuklar isimli kitap16 larını yazmış, geçen seneki festivalimize konuk olan yazarımız 17 Cemile'nin İnadı ve Kanatlı Sözler Bahçesi kitaplarının yazarı. Dostoyevski'nin en önemli romanlarından biri olarak gösterilen, Raskolnikov adlı 18 gencin ahlâki hesaplaşmasını anlatan eser
Cevaplar 31. sayfadadır.
Geçen sene ki festivalimiz “2.Uçan Kitaplar Festivali”nde; Ankara Üniversitesi Öğretim; Üy.ve Ankara Üniversitesi Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Uygulama ve Araştırma Merkezi (ÇOGEM) Müdürü Prof. Dr. Sedat Sever’ in konuşmacı olarak katıldığı “Çocuk Okur Büyük Düşünür” adlı konferans Çiğli Belediyesi Salonunda gerçekleştirildi. Prof. Dr. Sever, anne ve babanın okul öncesi dönemden başlayarak kitapla çocuğun dost kılınması gerektiğini ifade ederek, çocuğun yaşamında duyu algılarını uyaracak, belleğini besleyecek, yüreğini sevgiyle donatacak uyaranların, yer alması gerektiğini vurguladı. Her anne babanın çocuklarının okulda başarılı olmasını, iyi üniversitelerde okumasını öte taraftan yaşamda da başarılı olmasını istediğini belirten Prof. Dr. Sever, bu başarının çocukların belleğinde, yüreğinde kendiliğinden yapılanamayacağını, bunun için çabalara ihtiyaç olduğunu söyledi. Prof. Dr. Sever, “Anne babanın okul öncesi dönemden başlayarak kitapla çocuğu dost kılması gerekiyor. Çocuğun yaşamına, duyu algılarını uyaracak, belleğini besleyecek, yüreğini sevgiyle donatacak uyaranların, kitapların katılması gerekiyor. Her kitap çocuk için bir kanattır. Ünlü bir sanatçı ‘Çocuklarınıza kanatlar verin ama uçmayı onlara bırakın. Eğer çocuklar kanatsız kalırsa uçamaz’ diyerek, bir yaşından başlayarak çocukların okuryazar kılınması gerektiğini ifade etti. Toplumsal hayatta yaşanan insanları üzen ve sarsan olayların nedenine dikkat çeken Prof. Dr. Sever, “İnsanlar öldürülüyor, katlediliyor. Eğer yürek sevgi, bellek düşünce üretmiyorsa, kavrama yeteneğine sahip değilse ve insana ilişkin imgelerini güdülerle yapılandırmışsa doğal olarak şiddet kendiliğinden oluşmaya başlar. İnsanı seven, insan duyarlılığını kavrayan ve insan gerçekliğine kavramlar aracılığıyla ulaşan her çocuk için insanla sağlıklı iletişim kurma olanakları da yapılanmaya başlar. Çocuk küçük yaşta okursa, kavramsal birikimini beslerse, insana yaşama ve doğaya ilişkin duyarlılıklarını yüreğinde yapılandırırsa ilk gençlik, ergenlik ve yetişkinlik döneminde insana ilişkin eylemlerin öznesi olur” dedi. Çocuklar için her anne babanın evde bir okul oluşturması gerektiğini, bu okulun insanı ve yaşamı tanıtan nitelikli kitaplarla donatılması gerektiğini belirten Sever, “Yanlış kitap, yanlış ilaç gibidir, sizi hasta edebilir.” diyerek doğru kitap seçiminin önemine vurgu yaptı.
“Kelimeler olmasaydı, yazı olmasaydı, kitaplar olmasaydı; tarih olmazdı, insanlık kavramı olmazdı.” [FRİEDRİCH NİETZSC-
Ege Çağdaş Eğitim Vakfı İzmir Ekonomi Üniversitesi sahipliğinde 1. İzmir Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Günü’nü gerçekleştirdi. Çocuk ve gençlerimizin okuma ve edebiyat yolculuğunda en önemli yol göstericileri olan öğretmenlere, anne-babalara ve yetişkinlere rehberlik etmek, destek vermek amacıyla düzenlenen ve gün boyu süren etkinliği 300’den fazla öğretmen, yazar ve edebiyatsever izledi. Etkinlik çerçevesinde EÇEV Yönetim Kurulu Başkanı Berrin ERTÜRK, İzmir Ekonomi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Oğuz ESEN, Günışığı Kitaplığının kurucu ve genel müdürü yazar Mine SOYSAL, Ankara Üniversitesi Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü ve Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Sedat SEVER düşüncelerini aktardılar. Hidayet KARAKUŞ, Hacer KILCIOĞLU, Hüseyin YURTTAŞ, Birsen FERAHLI, Eşref KARADAĞ ve Nursel Çetin kendi öykülerinden parçalar seslendirdiler. Etkinlikte okulumuz öğrencileri Y. Bekir YURDAKUL’un yönetiminde kendi okuma yolculuklarını aktardılar. Öğrencilerimiz Dila DESTİCİOĞLU, Doğa KAHRAMAN ve Emre AŞKIN; yetişkinlere, çocuklara edebiyatı sevdirmek için neler yapmaları gerektiği konusunda görüşlerini neşeli bir şekilde dile getirdiler. Öğrencilerimiz söyleşi esnasında bilgileriyle, duygu ve düşüncelerini aktarmadaki özgür duruşlarıyla tüm salonun dikkatlerini üzerlerine çektiler. Onları yaptıkları katkıdan dolayı kutluyor ve başarılarının devamını diliyoruz.
İnsanlık yalanı ve adaletsizliği kılıçla değil, kitapla yenecektir.
Mert Mustafa ÇIRAKOĞLU
Bekir YURDAKUL
Nazlı GEZMİŞ
Okulumuz, gurur verici etkinliklere imza attı bu yıl da… İşte bunlardan biri... 20.İzmir Kitap Fuarı kapsamında yazar Bekir Yurdakul'un Nasreddin Hoca adlı kitabıyla ilgili öğrencilerimiz fuara davet edildi. Orada görev alan tek devlet okulu olduğumuzu öğrenince başka bir gurur duyduk. Etkinliğin ilk konuşmacısı olarak söz alan 7/A sınıfı öğrencisi Nazlı GEZMİŞ yaptığı konuşmayla salonu büyüledi. Nazlı konuşmasına kitabı çok beğendiğini belirterek başlamış ve devamında "Her ne olursa olsun, kimden gelirse gelsin her bilgi doğru bilgi değildir, acaba demeliyiz, doğruluğunu kendimiz de araştırmalıyız." diyerek bilimin izinde akılcıl, şüpheci adımlarla bilgiye ulaşmayı hedefleyen okulumuzun vizyonunu da dile getirmiş oldu. Ekinliğe katılan diğer öğrencimiz Mert Mustafa ÇIRAKOĞLU da yaptığı konuşmayla ilgi çekti. Mert Mustafa kitabı beğendiğini belirttikten sonra bu kitabı bir okurun neden okuması gerektiğiyle ilgili fikirlerini paylaştı. Etkinliğe katılan okulumuz Türkçe Öğretmeni Hülya ÖZDEM SÜR de söyleşide söz alarak "Bekir Beyi tebrik ederim. Bu çalışma ve öncekiler de tabii, bir tez konusu olacak kadar değerli, derin ve anlamlıdır, hem çocuk edebiyatı adına, hem günümüz edebiyatı adına, bir eğitimci ve edebiyatsever olarak teşekkür ederim." dedi. Okulumuz öğrencilerinin yazarların, kitapların dünyasında iyi bir ‘Okur ve yazar’ olma çabalarından dolayı ayrıca gurur duymaktayız. Yazıyı hazırlayan: Hülya ÖZDEN SÜR
"Kitaplık kurmak, tapınak yapmak kadar kutsaldır." [Victor HUGO]
Berkeley Üniversitesi’nde görevli Dr. Silvia Bunge tarafından yapılan araştırmada, 8 haftalık bir periyodu kapsayan bu araştırma sonucunun gösterdiği üzere haftada iki kez 1 –1,5 saatlik zekâ oyunları çalışmasının ardından çocukların IQ puanlarında ortalama 13 puanlık bir artış meydana geldiği görülmüştür. Bu araştırmadan çıkarılacak sonuç şudur; IQ seviyesi ne olursa olsun kişi, zekâ oyunları ile düzenli olarak vakit geçirdiği takdirde birkaç ay içerisinde zekâ seviyesinde büyük ilerlemeler kaydedebilir.
OKULUMUZUN DIŞ CEPHESİ BOYANDI.
Gizem ALTAŞ, 8-H-581
Bir kış soğuğu ne kadar acıtabilir ki insanın yüreğini? Ellerini çatlatıp kabuk bağlatan bir kış… Bugün öyle bir kış yaşadım ki ne dibimdeki soba ısıtıyor yüreğimi ne de yün kazağım yokluğunla kalan bedenimi. Sabah uyandığımdan beri içimde bir türlü anlam veremediğim bir boşluk var. Sanki tüm gökyüzü ciğerime dolmuş gibi… Pencereden sızan kömür kokuları,
AKIL , ZEKA OYUNLARI ve
camımı buğulandıran soğuk ve durmadan öten horoz aynıydı oysaki. Evet, dış dün-
TURNUVALAR DÜZENLİYORUZ
yamda her şey aynıydı yine. Ama diyorum ya başka bir şey var içimde. Beni üşüten, beni yutuveren… Yüzümü yıkamaya koyuldum. Su her zamanki gibi buzluktan akıyordu sanki. Zar zor yüzüme su çarptım. İçim ürperdi. Havluyu alıp kurulandım ve ardından aynaya baktım. Gözlerim kıpkırmızıydı. “Akşamdan kalan yorgunluktur herhalde.” dedim. Umursamadım. Kahvaltı için çay suyu koydum. O kaynayana kadar bir şeyler hazırladım. Evin o koca sessizliğinde sobanın üstündeki güğümün çıkardığı ses tüm odaları dolduruyordu. Yine de büyük bir boşluk vardı. Hazırladıklarımı salona götürdüm. Oturup çayımı doldurdum ve yudumlamaya başladım. Bir elim kumandada, bir elim çay bardağının kulpunda, gözlerim güğümde, kulaklarım ise güğümün çıkardığı o inatçı seste… Bu sesten rahatsız oldum ve güğümü kaptığım gibi balkona koydum. “Oh be!” dedim içimden. “Cızz, cızz… Ne bu böyle!” Ardından tekrar oturup kahvaltıma devam ettim. Televizyonda her zamanki gibi sıkıcı kadın programları vardı. Kanallara göz attım ve televizyonu kapattım. Çayımın yarısına gelmiştim, bir dilim ekmeğim de bitmek üzereydi. Televizyonu kapatınca bir sessizlik oluştu. Sessizlikle birlikte hoş olmayan bir boşluk… Ben de sustum. Çaydan ve ekmekten vazgeçtim. Sessizlik canımı acıttı. Dışarıdaki güğüme acıdım. Kalktım, onu içeriye aldım. Sobanın üstüne koydum. Nedense ona acımıştım. Birkaç dakika sonra o rahatsız edici ses tekrar başladı ama bu sefer sinirlenmedim. Onu dinledim ve dalıp gittim uzaklara, çok uzaklara… Erişilmez, ulaşılmaz bir dağın tepesinde bir insan gözüküyordu. Boynunda kalın atkısı, üzerinde koyu paltosu ve elinde bir kâğıt vardı. Sanki beni çağırıyordu ama gidemiyordum. Ayaklarımda derman yoktu ve çok soğuktu. Ellerim donuyor-
AÇIKHAVA ETKİNLİKLERİ DÜZENLİYORUZ
du. Gidemedim bir süre. Ama nedense bir anda içimde bir his oluştu. Bu, oydu.
“Dünya Tiyatrolar Günü Oyunundan”
Ulaşamadığım, erişemediğim, o çok uzaktaki insan; annemdi. O heyecanla üşümeyi unutup koştum, koştum. Sonunda yanına gelmiştim. Ona sımsıkı sarıldım ve ağladık birlikte. Ona soru soruyordum ama o cevaplamıyordu. Sadece öylece bakıyor ve ağlıyordu. Ben de bir süre sustum. Kafamda “cız” diye sesler duyuyordum o an. Sonra ellerime baktım; kurumuş, çatlak ellerime… Dokundum. Keskin bir bıçak gibi, buz gibiydi. Annemin elinden mektubu aldım. Üzerinde “Kızıma” yazıyordu. Açtım ve tam o anda fokurdayan güğümden sobaya taşan suyun sesini işittim. Bu ses beni hayalimden, rüyamdan bir anda sıyırdı ve ben hiçbir şey öğrenemeden öylece sıyrıldım düşlerimden. İçimde koca bir boşlukla, yoklukla, soğukla…
Tüm öğ renciler imi kutluyo rum, siz lerle gurur d uyuyoru z.
15 Mayıs’ta her bir oyuncumuzun profesyonel bir edayla sergiledikleri “Amca size insan diyebilir miyim?” adlı Tiyatro oyunu büyük beğeni topladı. Öğrencilerimiz ve oyunun yönetmenliğini üstlenen Türkçe Öğretmenimiz Zahide Koçyiğit’e teşekkür ederiz.
urayı son ziyaretimde, içimi son defa akasya kokularıyla doldurduğumda saçlarım gözlerimi perdeliyor, hayallerim küçük bedenime sığmıyordu. Ahşaptan, minik bir el arabası yapması için gözlerinin içine bakarken annemin; dertler, mutsuzluklar kapımı çalmadan geçip gidiyordu. Tane tane yıldızların yerini, güneşin yoldaşı pamuktan bulutlar aldığında, ayçiçekleri güneşe doğrulduklarında ilk işim buraya gelmek olurdu. Kimseleri uyandırmadan, parmak uçlarımda usul usul inerdim yaşlı merdivenleri. Ve hissettirmeden kapıyı da kapattım mı kimse tutamazdı beni. Gün aydığında kimsecikler yokken banklarda, uykucular bağırırken inatçı horozlara bende ne bir korku gezerdi ne de bir endişe. Beni günün bu saatinde böylesine cesur yapan tek şey mavi yanakları, görkemli kanatları ve tirşe renkli gövdesiyle yeşil arı kuşuydu. Gözlerimde bir avuç mutlulukla akasyanın gövdesine yaslandığımda içimi bu minik kuşlar şenlendiriyordu. Babamın beşinci yaş günümde aldığı defterde ürettiğim en güzel hikâyeler, mavi yanaklıları simgeleyen renklerden oluşanlardı. O kadar severdim ki bu minikleri, o kadar âşıktım ki renklerine, akasyanın çiçekleri arasından onları korkutmadan seyredebilmek için dakikalarca kıpırdamadan bekleyebilirdim. Bütün oyunlarım, bütün içten kahkahalarım bu ağacın kıyısında arı kuşlarının yanında oldu. Toprağı adımlayışım, her zerresinin tadının çıkarışım çocukluğumun yarınlara bırakacağı mirasıydı.
“Kitaplar olmadan yaşayamam.” [THOMAS JEFFERSON]
DİLA DESTİCİOĞLU 7-L 537
Toprak gün gün ayaklarımdan kayıp giderken, büyüdükçe anılarıma duvarlar örerken daha iyi bir eğitim görmek için şehir dışına çıkmanın tedirginliği sarmıştı içimi. Aklımda gezinen onlarca düşünce arasından içimi en çok bu mavi yanaklıları, bu çiçekten yuvayı bırakmak ürpertiyordu. Onların tükenip gitmelerini, bir daha görüşememeyi düşünmek kanımı donduruyordu. Kendimi son kez gövdesine bıraktığımda, hatıralarımı sıkıca iliştirdim akasyanın yapraklarına. Bütün çiçeklerine gülücüklerimi fısıldadım. Malum, haziranda konuk ağırlamayı sever akasyanın dalları. Bu konuklara da yoldaşlık eder mavi yanaklılar. Seneler önce en son tam bugün görmüştüm o sevdalı olduğum mavi yanaklıları ve onların yuvasını. Şimdi yerinde değil o yuva. Kanat açıp gittiler mi buralardan, yoksa kanatlarını mı incittiler mavi yanaklıların. Bırakıyorum kendimi bir akasyanın kollarına, ama bulamıyorum onları. Alıyorum elime hatıralarla doldurduğum resim defterimi, ama boyayamıyorum şiirlerimi. Nereye baksam bulamıyorum, sanki kaybolmuşlar. Artık saçlarım perdelemiyor gözlerimi. Saçlarımın her telinde dert, her telinde hasret. Seneler geçtikçe renklerim soldu. Akasyaların yapraklarında misafirler yok artık. Kayıp giden mavi yanaklı bir nesilden yalnızca anılar, tebessümler kaldı insanın içinde huzuru uyandıran. Çocukluğum da diz çöktü bu kuşaktan, insanlığı andıranlardan.
“Bana kitaplarını göster, sana çocuklarının ne ruhta olduklarını söyleyeyim. »Bana kitaplarını göster, sana çocuklarının ne ruhta olduklarını söyleyeyim.” [WİLHELM STEKEL]
Mîna PELİT, 7/L, 757 Tik tak... Tik tak... Zaman ilerliyor. Ardımızda bıraktığımız zaman ile gelecek saniyeler heyecanımızı tazeliyor. Bu yazıdaki her harf geçmişinizi oluşturuyor. Zamanı durduramıyoruz. Mükemmel insanlığımıza bu özellik eklenmemiş. Sadece anı yaşayabiliyoruz. Ardımızdakilere üzülebiliyor veya özleyebiliyoruz. İleriyi merak ediyoruz. Zaman geçiyor. Bakın, bir saniye daha geçti! Ne kadar da çabuk, değil mi? Üzülmek için çok kısa. Sevinmek, pişman olmak, zevk alabilmek için çok kısa. Neler yapıyoruz? Neler yapamıyoruz? Neleri isteyip de sorumluluklarımız yüzünden erteliyoruz? Bizler ölümlüyüz. Birden ölebiliriz. Belki de siz bu yazının yirmi altıncı cümlesindeyken göğsünüzde bir ağrı olacak. Önemsemezsiniz büyük ihtimalle. Ağrı sadece. Stresten de olur, damar tıkanmasından da. O ağrının gece uyurken geçireceğiniz kalp krizinin habercisi olup olmadığını kim bilebilir? Oysa daha ölmek için çok erken. Yapacak çok şey var. Amaçlarımız, isteklerimiz var. Evimin önünden geçen küçük kız hayalindeki oyuncağı istiyor. Ben pelüş lama istiyorum. Sizse biraz yalnız kalmak istiyorsunuz. Her hangi bir yere de razısınız. Sizi günlük işlerinizden, koşuşturmacalarınızdan uzak tutsun yeter. Yumuşak bir yastığa başınızı yaslayıp, yarı uykudayken sessizliğin boşluğunda kaybolmak istiyorsunuz. Haklıyım sanırım. Ama diğer yandan evinizin faturaları gelmiş olabilir. Onları bir ödemek lazım. Geçen gün alışveriş merkezinde çok güzel bir ayakkabı gördünüz hatta denediniz. Şimdiye kadar giydiğiniz en rahat ayakkabı olduğunu düşünüyorsunuz. Bence bir yanınız o ayakkabıyı almak için yanıp tutuşuyor. İnkar etmeyin. Aklınızda bir kitap da var. Şimdi hayatta adını hatırlayamazsınız. Ancak not aldığınız kağıdı bulmanız lazım. Kafanız çok karmaşık. Hatta sessizliğin kafanızı daha çok karıştırmasından korkuyorsunuz. Ne kadar da çok iş varmış meğer. Ev, iş ve siz. Sessizlik kimin umurunda? Evi de temizlemek gerekir. Hayatın bir sonu yok. Siz doğmadan önce de hayat vardı, siz öldükten sonra da olacak. Ama sizin bir sonunuz var. Hayat istediğini yapmakta özgür. Bugün yaptığı hatadan ders çıkarıp yarına biraz daha mükemmelliğe yaklaşabilir. Hepimiz hayatın koşturmacasının içindeyiz. İki yaşındaki bebek daha yürümeyi öğrenememişse kesin bir terslik var denebiliyor. Zavallı çocuk, belki de sadece koşturmacasına daha geç başlamak için bir bahanedir. İlkokul birinci sınıftaki çocuğun eline kitap yapıştı yapışacak. Çok sevdiği bisikleti yerine tuhaf etkinlikleri yapıyor. Yaşamdan zevk almamız gerekmez mi? O kitabı alıp okumanız sizin için mükemmel bir ödül olabilir onca işi aksatmadan yaptığınız için. Sadece üç saatinizi ayırıp o ayakkabıyı aldığınız için yıllarca kendinizi övüp durabilirsiniz. Onca zaman sorumluluklarınızı yerine getirdiniz. Ödülü hakediyorsunuz. Yapamadığım işler için zamanı suçlarım. Zaman çok çabuk geçti, aklımdan çıkmış yetiştiremedim. Geçmeye meyilli olan zaman değil, katili koşturmaca olan yaşama sevincimizdir belki. Gerçek mutluluğa erişmek için isyanla kabulleniş arasında bir basamak var. Bir gün ayak basabiliriz o basamağa umarım. Şimdilik tek isteğim o basamağa erişmek. Ha bir de pelüş lama istiyorum. Ondan önce de yapmam gereken ödevler var, yastıklarım ise oda zeminimi hükmeder halde. Sanırım daha basamağa çok var...
Dila DESTİCİOĞLU, 7L, 537
Yelkovan akrebi kovalarken, güneşin yerini dolunay çoktan almıştı. Tüm gökyüzünü sığdırdığım penceremden geceyi zenginleştiren pırıltıları sey-
sarsılan yaprakların
rediyordum. Pencerenin kenarından sızan hafif rüzgâr bencilce göz kapakları-
fısıltısını duy
mı ağırlaştırmıştı. Nefesim derinleşirken, kirpiklerimi kenetleyip kendimi usulca uykunun kollarına bırakmıştım. Yanımda yine o vardı. Tüm soğukluğuyla, dimdik duruşuyla… Ne zaman göz göze gelsek huysuz bir boğayla karşı karşı-
salıncağın dalı acıttığı yerden tutun bana
ya gibi hissederdim, tenim titrerdi. Zaman zaman kısa dalgalı saçlarımı içine çekecek diye endişelenirdim. Yüzüm ona dönükken uyuyamazdım. Ne ağlatır-
unut
dı beni ne de hayal kurmama izin verirdi. Kafamı ondan çevirip sakince bekle-
loş sözlerle kal
dim. Kalp atışlarım düzene girince gözlerimin önünden geçen, ama bir türlü dokunamadığım balıklara anlattım içimden geçenleri. Söyleyemediklerimi, söyleyeceklerimi. Her biri yüzgeçlerinde hapsettiği düşüncelerle ilerliyordu. Belki aynı amaç uğruna yol alıyorlardı, ama herkes farklı bir yere varacaktı.
bir ileri bir geri
“haroşa bir hayat” bırakmaya yetmez
Oysa balıklar da ağlardı, yalnızca denizin haberi olmazdı. Köpekler şarkılarını
bunca yalnızla yalnızlık arasında
söylemeye başlamışken tenimde beni tedirgin eden bir his duydum. Bakışla-
sus
rındaki hainlik hızla içime sızıyordu. Duruşu sabrımı olgunlaştırıyordu. Kıpırda-
yapraklarında sesinde kal
madan öylece bekledim. Belki gidecekti, belki de iyice tenime sinecekti. Henüz beş yıl olmuştu dünyaya geleli. Ondandır ki ağır geliyordu, kaldıramadım bakışlarını. Gözüme değen araba ışığıyla irkildim. Pencerenin kenarında küt kesilmiş tüllerin yanında uyuyakalmışım. Arabalar aynı yoldan hızla ilerliyordu. sanki parmaklarımın ucunda gibiydiler. Elimin tersiyle boncuk boncuk terleyen
sallanan bacakların bir uzun bir kısa bir geçimlik toz etmez bunca yolla yolcu arasında
alnımı sildim. Zihni ukalaydı, fikri zihninden fukaraydı rüyamın. Ama düşüncelerime kelepçe vuramazdı. Hemen yanımda, üstüme devrilmiş bir şekilde gitarım duruyordu. Narince kaldırdım onu. Kıyamadım hiçbir zaman tek teline. Kendimi toparladıktan sonra yatağıma sahiplik eden duvardan güç alarak kalktım. Tüm soğukluğuyla dimdik duruyordu. Yüreğimi serinleten bir bardak suyu içtikten sonra odama geri döndüm. Yatağımda kısa kıvırcık saçlı, beş yaşında bir kız yatıyordu. Koluna düşmüş gitarı, başını yasladığı penceresi.. tüm hikayesi uzun kirpiklerinin derinindeydi sanki.
ey gölgem belleğin boşluğunda öyle rahat sallana sallana benden cesur kalsana ZAHİDE KOÇYİĞİT
Mina Pelit, 7L, 757
13 Temmuz'un Ufuk Çizgisi
“Yabani uluslar dışında her ülke, kitaplar tarafından yönetilir.” [VOLTAIRE]
Yanağımda önce bir kıvılcım, sonra da buz görevi gören gözyaşımı aceleyle sildim. İşte karşımdaydı tüm dejavu hissiyle Vosvos. Elimdeki poşeti sıktım ve araba motoruyla vereceğim mücadeleyi yok sayarak arabaya atladım. Hava sıcak, içimse buz gibiydi. 13 Temmuz. En adaletsiz gün. En dengesiz, mutsuz, umutsuz. Poşetten iple bağlanmış saçlarımı çıkardım. Düne kadar benim saçlarımdı, birazdan denizin olacaktı. Mavi dalgalarıma buruk bir tebessümle baktım. Onunkilere çok benziyordu. 13 Temmuz hayatımdaki tek arkadaşımı yitirdiğim gündü. Onun adı bile yoktu. Her hangi bir eşya, adı olduğu için ondan 1-0 öndeydi. Hayatıma girişi, çıkışı kadar ani olmuştu. Bu tepecikte denize karşı elindeki limon ve bıçakla görmüştüm onu ilk. Sırıtarak ''Kesin bir problemin var. Haklıyım, değil mi?'' demişti limonunu kemirirken. ''Gel, benimle limon ye. İyi gelir!'' Sıcakkanlı fakat uzak biri gibi de gözükebilmişti gözüme. Ben de ona limon ziyafetinde eşlik etmiştim. O kadar hayran kalınası biriydi ki... Sahip olduğu pek bir şey yoktu. Arabası Polaris, düzenli olarak maviye boyattığı saçları ve limonları dışında. ''Adın ne?'' dediğimde gülmüş ''Adım yok ki benim!'' demişti. Onunla olan dostluğum boyunca ''Herkesin bir adı vardır!'' deyip durmuştum. Bana bıraktığı Vosvos'una 'araba' dendi mi sinirden köpürür, ''Polaris onun adı!'' diye tepinirdi durduğu yerde. Adsız oluşunu seven bir kızın arabasının ismini insanlara karşı ısrarla savunmasında bir ironi vardı. Sırf yarattığı ironiler için bile tapılırdı ona. Yalpalayarak deniz kenarına geldim. Önce 'onun' mavisine boyattığım sonra da kestirdiğim saçlarıma sarıldım. İroni Kraliçesi idi o. Bir dakika önce beni ölüm bahsinin basıklığıyla ezmeye çalışırken bir dakika sonra elinde limonuyla yarın yokmuş gibi gülen biriydi. Her şey ona özeldi. Onun arabası, onun cennet ve cehennem anlayışı ve yine onun mavisi. Denizle gökyüzünün, kavuşması neredeyse imkansız iki şeyin kesiştiği bir yer vardı. Normal insanlar o çizgiye 'ufuk çizgisi' derdi. Onun için cennetti. Cennet orasıydı. Ne göklerdeydi ne de diplerde. Tam ortada, bilmiş insanlara isyan edercesine ortadaydı. Ufuk çizgisinin mavisi sadece onundu, başka kimsenin değil. Bu yüzden ona Ufuk derdim. 364 günün ufuk mavisi onun, 13 Temmuz'un ufuk mavisi benimdi. Bir keresinde ona ''Ölmeye bu kadar meraklıysan intihar etmelisin bence. Neden etmedin?'' diye sormuştum bıkkınlıkla harmanlanmış bir korkuyla. Küçük bir kızın en yakınını kaybetme korkusuydu bu. ''Beynime hükmedeyim derken duygularının kontrolünü kaybetme.'' demişti. ''İntihar etsem ve ölsem belki şans eseri haberlere çıkarım. Hakkımda düşünmezler. Kalıcı olamam.'' Bunları söyledikten sonra bir şeyler anlamamı istercesine bakmıştı yüzüme. ''Uzun süre dayandım. Artık intihar kolay olur. Hiçbir zaman kolay olmadım, şimdi olmam saçma.'' Mavi saçlarının ucunu inceleyerek dikkatimi dağıtmaya çalışmıştı ama bunun ucunu bırakmamıştım. Gözlerimi gözlerine diktiğimde derin bir nefes vermişti. Baştan savarcasına '' İnsanlara katillerimmiş gibi hissettirmek daha tatmin edici.'' dediğinde ''Katil konusunda haklı olabilirsin...'' diye mırıldanmıştım. Ona ne olduğu hakkında bir şey bilmiyorum. Adını bilmiyorum. Limon yiyor mu? Yaşıyor mu? Onun ölebileceğini sanmıyorum. O zaten ölümdü. Ama arkamda bırakmam gerektiğini biliyordum. Yeni işimle yeni bir hayata başlayabilirdim. O gideli altı yıl oluyor. Evde beş tane 13 Temmuz ufuk çizgisi fotoğrafı var. Sularda saçlarım süzülüyor. Her şey aynı gibiydi. Sonra tuhaf bir şey oldu. Küçük bir kız çocuğu bana yaklaştı. Buğday teni ve iri kahverengi gözleriyle sevimliydi. Kısa saçı maviydi. Gülümsedim kıza. O da bana inci dişlerini göstererek tebessüm etti. Ona o kadar benziyordu ki... Yanıma geldi ve dikkatlice ''Mavi, kısa saçlı bir kadın sana hiç, ım... şey...'' dedi ve cümlesini unuttuğu için utançla başını eğmesiyle ipucu için etrafa bakınması bir oldu. ''Beynime hükmedeyim derken duygularının kontrolünü kaybetme mi dedi?'' diye sordum. Sevinçle minik ellerini çırptı. ''Demek sen annemin arkadaşısın!'' dediğinde onu arkamda bırakma planlarımı silerek ''Ufuk?!'' dedim. Kız şaşkınca ''Adımı nereden biliyorsun?'' dediğinde ağlamamak için mavi saçlara baktım. ''Annem sana benimle bir mesaj yolladı.'' dedi ve yanıma geldi iyice. ''Annem hala hayatta. Ben ölene kadar ölmeyi planlamıyormuş. Artık buraya gelmeni istemiyormuş. Ama saçlarının mavisini çok beğenmiş. Seni çok sevdiğini söylememi istedi. Ve son olarak ''Ona adımın Mîna olduğunu söyle.'' dedi.'' Kız elimdeki saçlarıma baktı ve onları hızla alıp koşarak uzaklaştı. Aynı annesi gibi.
Ezgi KÖMÜRCÜ, 7/ L, 897
Güneş yerini kara bulutlara bırakırken yağmur hafif hafif çiselemeye başlıyor. Bense kasabanın dapdar sokaklarında ufak adımlarla ilerliyorum. Hava kararmaya yüz tutmuşken ben hala bazı şeylerden kaçıyorum. Belkiyerini de bir kara süreliğine kaçtığımıbırakırsanıGüneş bulutlara Hayatınhafif inanması zor olan gerçekkenyorum. yağmur hafif çiselemeye lerindenBense yavaş yavaş uzaklaştığımı düşü- sobaşlıyor. kasabanın dapdar nürken pat diye birden karşıma çıkıyor bükaklarında ufak adımlarla ilerliyorum. tün gerçekler. Hava iyice karardı ve yıldızlar Hava kararmaya yüz tutmuşken ben bir daha hiç kaybolmayacaklarmış gibi parhala bazıHer şeylerden lıyorlar. gün ayrı birkaçıyorum. sokak gezerek Belki hade yatımın bir süreliğine kaçtığımı geri kalan günleri birersanıyorum. birer azalıHayatın inanması olan gerçeklerinyor. Saatin baya geçzor olduğunu fark edince içinyavaş kendimeuzaklaştığımı bir yer bakınıyorum. denyatmak yavaş düşüKüçükpat bir bank ve üzerineçıkıyor uzanürken diyebuluyorum birden karşıma nıyorum. Bir yıldızlara bakıyorum birde ve bütün gerçekler. Hava iyice karardı karşımdaki duvara. Yıldızlar çok güzel ve yıldızlar bir daha hiç kaybolmayacakparlak gözüküyor. Duvar ise rutubetten bolarmış gibi parlıyorlar. Her gün ayrı bir yası kalkmış. Yıldızlar çok anlamlı gözükürsokak gezerek hayatımın geri kalan ken hiçbir şey anlatmaz, duvarlar ise çok günleri birer birer azalıyor. Saatin epey anlamsız gözükürken o kadar çok şey anlageçtırolduğunu fark edince yatmak ki. Uyku gözlerimi ele geçirmeye başlı-için yor. Gözlerimle birlikte bedenimi de ele gekendime bir yer bakınıyorum. Küçük için en anlamlı günler böyle bir çiriyor. bank Benim buluyorum ve üzerine uzanıgeçiyor.Bir yıldızlara bakıyorum birde yorum.
karşımdaki duvara. Yıldızlar çok güzel ve parlak gözüküyor. Duvar ise rutubetten boyası kalkmış. Yıldızlar çok anlamlı gözükürken hiçbir şey anlatmaz, duvarlar ise çok anlamsız gözükürken o kadar çok şey anlatır ki. Uyku gözlerimi ele geçirmeye başlıyor. Gözlerimle birlikte bedenimi de ele geçiriyor. Benim için en anlamlı günler böyle geçiyor.
RUKİYE İLKAY TÜRKAY, 7/L , 855
Uzaktan gelen serin rüzgarın etkisiyle genç kızın saçları arkasına savruldu. Genç kız güneşin parladığı ve insanı sımsıcak saran bir havanın olduğu bir günde, dedesi ile küçükken yaptıkları ahşap salıncakta bir aşağı bir yukarı sallanıyordu. Salıncakta sallanırken aklına salıncağı yaptıkları gün geldi birden. Dedesini çok severdi o. Ne zaman başı derde girse, üzülse hemen kendini dedesinin yanında bulurdu; ona sığınırdı… Gözyaşlarını durdurmak istercesine yüzüne dökülen bir tutam saçı kulağının arkasına itip salıncağı durdurdu ve o gün yaşadıklarını düşündü. Nasıl da heyecanlıydı o gün! Yaz günüydü. Artık uçurtma uçurmanın, salıncak yapmanın vakti gelmişti. Dedesine gidip ondan salıncak yapmasını istemişti. Dedesi de onu kırmayıp küçük hanımın teklifini kabul etmişti. Bir ip ve birkaç tahta parçası alıp yola koyulmuşlardı. Çok ısrarcıydı küçük kız salıncağın deniz kıyısında olması konusunda. Dedesiyle el ele deniz manzaralı, asırlık bir ağacın bulunduğu yere gelmişlerdi. Çok hevesliydi küçük kız o gün. Bir an önce salıncağı kurup özgürce sallanmak istiyordu. Çünkü bir kuş gibi hissediyordu kendini sallanırken. Kısa bir süre sonra salıncak hazırdı. Dedesi de kızın heyecanına ortak olmak istercesine bir hatıra fotoğrafı çekmek istedi. Torununa son kez “Gülümse!” dedi ve elini kalbine götürerek yere düştü. Küçük kız önce aldırmayıp dedesinin dalga geçtiğini düşündü ve kahkahalar atmaya başladı. Çünkü dedesi bazen ona böyle şakalar yapıyordu. Genellikle kanardı bu şakalara ama bu defa inanmamıştı işte. Oysa gerçekti… Bir süre sonra dedesinin şaka yapmadığını anlayınca korkuyla titredi küçük bedeni. Dedesinin öldüğünü anlayabiliyordu ama ölümün ne olduğunu tam olarak anlayamıyordu. Annesi babası ona “ Derin bir uykuya dalmak gibi…” demişti. “ Nasıl olsa dedem biraz sonra uyanır.” diye düşünmüş ve dedesinin yanına kıvrılmıştı. Genç kız salıncakta bunları düşünürken gözlerinin yaşarmasına engel olamadı. O anki bir damla yaş bin damla yaşa bedeldi…
Ecenur GÜNER, 8-E, 1482 Bilge TUZCUOĞLU, 6/C-98
Kitapsız bir ev, ruhsuz bir vücuttur. Kitapsız bir ev, ruhsuz bir vücuttur. [ Cicero ]
Sabahın 9’unda sokağa çıkıp oyun oynayan, öğlen “Anne, ekmek arası yap!” diye bağıran çocuklardınız. Mahalle maçlarından sonra terlerinizle yapış yapış, omuz omuza kaldırımda kola içip cips yiyen çocuklardınız. Kavga olduğunda topluca gidip, komşu mahalledeki çocukları talan edip güle oynaya mahalleye dönen çocuklardınız. Akşam babanız işten gelince sokakta kapkara ellerinizle boynuna atlayıp, dondurma parası için zıplayan çocuklardınız. Mahalle duvarlarını çatapatla kirleten çocuklardınız. Bisiklet yarışında tekerin arkasına şişe yerleştirip mahallede yaşlıların kafasını şişiren çocuklardınız. Ne ara bugünleri unutup yalana sığınan, burnu dik, havalı, “cool” çocuklar oldunuz? Ne ara yediğiniz o 50 kuruşluk dondurmaları sattınız? Ne ara öğrendiniz kavgadan kaçmayı? Ne ara kardeşim dediğiniz insanların arkasından oyun çevirmeyi öğrendiniz? Ne ara babanıza sarılmayı, annenizi öpmeyi unutup onlara rest çeken insanlar oldunuz?
Bir iyi yönüm varsa bile bunun bilinmesini istemiyorum. Çünkü o zaman insanlar sizden bir şeyler beklemeye başlıyor. Başarılıysan her yaptığın işte başarılı olmak zorundasın sanki… Derslerin iyiyse her sınavdan yüksek not almanı beklerler. Oysa düşük notlar alan çocuk, aile içinde her zaman daha fazla ilgilenilen, bir kereye mahsus da olsa orta düzeyde başarılı bile değil, orta düzeyde- not alsa, o gün pohpohlanan çocuktur. Yüksek notlar alan bir çocuksa tam puan almadıkça her zaman için sanki dünyanın en kötü notunu almış gibi hissettirilen çocuktur. İnsanlar hep daha fazlasını ister. Hiçbir zaman elindekiyle yetinmez, gözü daima biraz daha fazlasında kalır. Bazen onları mutlu etmek gerçekten çok güç oluyor.
Belki çocukların en sık sorduğu sorulardan biri de budur. Aslında kitap okumak çok eğlencelidir. Maalesef bazıları bunun farkına varmakta zorlanır. Çoğunlukla buna sebep olanlar hem aileler, hem de çocukların kendi istekleridir. Eğer çocuklar gerçekten kitap okumak istemezlerse ve merak etmezlerse gerçekten işleri zordur. Mesela bir çocuk birçok kitap okumuş ve bu kitaplar hoşuna gitmemişse kendisinin hoşuna gidecek farklı kitaplara yönlendirilebilir. Eğer çocuk çok kitap okumamış ve arkadaşları kitap okumayı sevmiyor diye o da kitaplardan hoşlanmıyorsa, ailesi onu kitap okumaya zorlamamalı ve yaşına uygun kitapları seçmesini sağlamalıdır. Çocukların kitap okumamasının en büyük nedeni de ailelerin kitap okumaması ve çocuklarını kitap okumaya zorlamalarıdır. Kitap sevgisinin oluşması için anne babanın da kitap okuması, çocuğuna yaşına uygun kitapları ve iyi kitapları önermesi gerekir. Çocuğu sıkmadan kitap seçme hakkını vererek çocuğu serbest bırakmaları gerekir. Mesela ben kitap seçerken yazara, sayfa sayısına ve arkasındaki yazıya dikkat ederim. Böylelikle kitap seçmek çok daha kolay olur. Bu yüzden kitap okuyalım ve kitapların ne kadar eğlenceli olduğunu anlayalım.
Ayça ÖZDEMİR, 7-M, 920 Deniz kenarında yine iç sesimle baş başa idim. Denizin o mis gibi kokusunu içime çekiyordum. Ardından gözüme bir balık takıldı. Denizin üstünde oradan oraya zıplıyordu. Denizin enginlerine baktığımda sanki ufka açılan bir kapı görüyordum. Deniz gökyüzünün rengini almıştı yine, simsiyahtı. Rüzgarın hafiften esmesiyle çarşaf gibi dalgalanıyordu. Birden yanıma iki tane çocuk yanaştı. İkisinin de ellerinde dümdüz taşlar, denizin üzerinde oradan oraya sektiriyorlardı. Karşıdaki iskelede çalışan vincin ışığı denize çarptıkça sanki denizin büyüsü bozuluyordu. İşte doğal şeylerin yok olmasının, büyüsünün bozulmasının bir kanıtı daha. Fabrikaların bacasından çıkan dumanlar, çevreyi kirleten çöpler, ağaçlar yerine dikilen apartmanlar ve daha niceleri… İşte böyle gelecek nesillere miras bile kalamadan yok olup gidiyor dünyamız. Tüm bunlar insanı hayal kurup denizin güzelliğini tatmaktan bile alı koyuyor.
Irmak NAYCI, 5G, 125
“Okumadığın gün karanlıktasın.” [Nuri Pakdil]
KİTAP TAVSİYE EDİYORUM
Yazar, Pick Ricordon’ın bu kitap serisini okumanızı tavsiye ederim. Seri Beş kitaptan oluşuyor: Bunlar sırasıyla Şimşek Hırsızı, Canavarlar Denizi, Titanın Laneti, Labirent Savaşı, Son Olumposlu ve Melez Dosyalar. Serinin kahramanı Percy Jackson, Annabeth Chase ve Kıvırcık Çalıdibi. Bu kitap serisi Tanrılar, Melezler ve Tanrıçalarla ilgili; PERCY JACKSON:Percy Jackson hiperaktif, dikkat bozukluğu ve disleksi olan bir çocuktu. Bir gün gittiği okul gezisinde öğretmeni Bayan Dodds onu yanına çağırdı ve sonra Fuliara’ya dönüştü. Böylece Percy büyük bir maceraya girdi ve babasının tanrı Poseidon olduğunu öğrendi. ANNABETH CHASE: Annabeth Chase daha küçükken Thalia, Luke, kıvırcık ve kendisi ile Kiklop’tan kaçarken kıvırcık sakatlanır. Annebeth ve Luke onu taşırken Thailia kendini feda eder ölmek üzereyken babası Zeus onu melez kampını canavarlardan koruyan bir kalkan yapan ağaca çevirir. Annabeth Athenanın çocuğudur. KIVIRCIK ÇALIDİBİ Kıvırcık bir satıdır. Satıların görevi fakir okullara gidip orada melezleri bulup güvenle melez kampına götürmektir. Ve satırların tanrısı Pan‘dır. THALİA GRACE: Üç büyüklerden Zeus’un kızı’dır. Daha önce bir ağaçtı. Sonra Luke ağacı zehirledi. Annebeth, Percy, Clarisse ve Kıvırcık Altın Postu alıp oraya koydular. Altın Post büyüsünü fazla gösterince Thalia’da ağaç olmaktan kurtulup eski haline dönüştü. Yani bir melez. LUKE CASTELLAN: Hermesin oğlu. Kronos’u (Büyük tanrı, tanrıların tanrısı) canlandırmaya çalışır ve sonra Kronos’a ruhunu verir. Böylece ölür. CLARİSSE LA RUE: Ares’in kızı Ares savaş tanrısıdır. TYSON: Percy’nin kardeşi. Ama Posedion’un su perisinden olan Kiklop çocuğu. İnsan boyunda ve tek gözlü. Kiklop: Tek gözlü dev. (Canavar) Melez: Yarı tanrı yarı insan. Hermes: Hırsızlık ve postacılık tanrısı Zeus: Gök tanrısı ve baş tanrısı Posedion: Deniz tanrısı Athena: Bilgelik ve zeka tanrıçası Hades: Ölüler ve yeraltı dünyasının tanrısı. Altın Post: Her şeyi iyileştiren, düzelten bir tür büyülü post.
ZAMANI YAKALA Mert MERAL, 8-I, 504
Hadi kalk yerinden. Tut zamanın yakasından. Kaçırma, yanında kalsın. Yoksa gittikçe gidecek.
Cennetin her zaman bir kütüphaneye benzediğini hayal etmişimdir. [Borges]
Sen biteceksin.
HAYALLER Mert MERAL, 8-I, 504
Mutlu olmak ister herkes. Hayatı yaşamak, havayı solumak… Gezip dolaşmak ister insan. Yeni insanlar tanımak, Mutlu olmak ister.
KELEBEK Sema TÜZEN, 8F, 709
Uçup gitmişti yıllar Kelebek gibi. Tıpkı sen gibi… İçimde oluşturduğun kelebekler Tek tek uçmuştu. Tıpkı sen gibi… Sen ayrı, ben ayrıydım. Ve gittik ikimiz de O kelebekler gibi özgürlüğümüze.
Sevgi ister. O duyguyu tatmak yaşamak ister. Küçük bir evde, küçük bir kalbin içinde…
SADECE YAZMAK Irmak ÇAY, 7-C 569
Dünya’nın en güzel ülkelerinden biri olmak yerine, en kötülerinden biri olmayı istemek çok saçma. Bazı insanlar var ki, ben bu ülkeyi çok kötü bir yere çevireceğim diye çabalıyor. Böyle insanlar o kadar fazla ki, iyiye çevirmeye çalışanlar da yok oluyor. Bu ülkede yakında çok büyük bir savaşın başlaması beni hiç şaşırtmayacak, biliyorum. Zaten şu an bile, ülkede şiddet söz konusu. Her gün milyonlarca kişi ölürken veya şiddete uğrarken , insanlar nasıl rahat oluyor anlayamıyorum. Belki de bazı kişiler, her şeyi televizyonda gördüğü kadar sanıyor. Halbuki televizyona çıkmayan onca çocuk, bebek, kadın, erkek cinayeti var ki. Dünya çöküyor, ülke çöküyor, ama beki de bunu bilmeyenler var. Belki de yakında ülkemizde çok az kadın kalacak, belki de kadınlar köle durumuna düşecek. Kabullenmesi zor bir gerçek bu. Ama sonuç olarak gerçek. Önlem alınmadıkça, yasaklar konulmadıkça gerçek. Ama olmuyor işte, ülkede 2000-3000 kişinin benim gibi düşünmesiyle yürümüyor bu iş. Ben sadece kadına şiddete kızmıyorum, üzülmüyorum ki. Çocuklar, erkekler de bunun içinde. Küçücük çocuklara nasıl kıyıldığını anlamıyorum, insanların kendi çocuklarını nasıl öldürdüğünü, nasıl dövdüğünü anlamıyorum. Erkeklerin kadınları küçük görüp, nasıl öldürdüğünü , nasıl dövdüğünü anlamıyorum. Kadının ve erkeğin eşit olduğunu düşünüyorum. Kim başlattı? Erkeklerin kadınlardan üstün olduğunu kim söyledi , bilmiyorum. Ama bir şey biliyorum. Neredeyse bütün erkekler , kadınlardan üstün olduğunu kabul etti. İnsanlar böyle oldukça , cinayetler de, şiddetler de, korkular azalmayacak ve benim yapabildiğim şey sadece yazmak.
Kitapsız bir ev, ruhsuz bir vücuttur. Kitapsız bir ev, ruhsuz bir vücuttur. [ Cicero ]
Yaren Naz SARI, 7-L, 520 Merhaba! Ben Polaris. Yani çevremdeki herkes bana böyle seslenir. Ben gök adada yaşayan kıvırcık bir kızım. Saçlarımı en çok uzayda seviyorum. Neden mi? Çünkü burada rüzgar yok,benden başka hiçkimse yok. Kim bakar bana, saçlarıma. Burada yalpa hareketleriyle yürünür demeyi çok isterdim. Ama bunların hepsi hayal. Polaris hariç. Mahallede Polaris’i sorarsanız kimse size gökyüzünü göstermez. Sayemde. Gök bilimci olmak istiyorum. Her gün yeni bilgiler öğreniyorum evren hakkında. Bugün sınıfta arkadaşlarıma öğrendiklerimi anlatırken oradan Ozan bana bağırmaya başladı. “ Yeter! Kes artık! Her gün hava atarcasına gelip bize laf yapıyorsun. Biliyor musun? Polaris en parlak yıldız değil. O nedenle boşuna uğraşma sen hiç parlayamayacaksın. “ Bunları ben de biliyorum ve bunu duymayı sevmediğimi o da biliyor. Fazla takmak istemesem de sonuçta boş fıçı çok langırdar. Neden polaris olduğumu sorarsanız nedeni şu: Benim için önemli olan; bu hayattta en parlak olan değil insanların kendine en parlakmış gibi benimsediği olmak. En parlak olanın ismini kim biliyor da görüyor ama kutup yıldızını görüyorlar seviyorlar. Sevgi... Bana sevgi lazım hayatta. Gerisini takmadığım boş fıçılar doldursa da olur.
Ekinsu Eylül Aslan, 6-F, 114 Karanlık bir çukurun en dibindeydim. Çaresiz ve yorgun... Bir muma muhtaçtım. Bir ışık gördüm. O ışığa ulaşmak için kitabımın her sayfasına tek tek tırmandım. Düşüyordum... O karanlığa çekiliyordum... Kitabımın elinden tuttum... Benim arkadaşsız bir geçmişim oldu ama kitaplarla arkadaşlık ettim. İlk sayfasında bir buluta binip yeni diyarlara gidiyorum. Yeni arkadaşlar edinip yeni ufuklara açılıyorum. En zor anımda kitaplara anlatıyorum derdimi. Bir gün ben deli miyim diye düşündüm ama ben deli değildim. Kitaplardan başka arkadaşı olmayan yalnız bir çocuktum. Şimdi çok arkadaşım var. Sevilen, değer verilen biriyim. Hayatımda hep iki elimi bir teraziye benzettim. Bir kefesinde arkadaşlarım, diğer kefesinde kitabım vardır. Kitaplar sonsuzdur ya... İşte ben her kitapta o sonsuz yolculuğun içinde kendimi bulurum.
1-Oktay Esgin 2– Resfebe 3-Peter Pan 4– Seçil Avcı, 5-Mangala 6– Haiku 7– Halikarnas Balıkçısı 8– Muzaffer İzgü, 9-Sedat Sever, 10-Mikado, 11-Satranç, 12– Küçük Prens 13-Hamir Demir, 14-Orhan Veli 15-Ran 16– Sevim AK, 17-Bekir Yurdakul, 18– Suç ve ceza.
Resfebe cevapları: 1-Balerin 2-Paragraf 3-Doğalgaz
http://www.destanpide.com
(0232) 386 3483 Destan Ocak başı Pide Kebap Salonu ÇİĞLİ’DE KALİTENİN ADRESİ! Adres : Egekent girişi 8050 Sk. No:21/A Çiğli - İZMİR