HAYATIN LABİRENTLERİ (SIKINTI ve RASYONEL DÜNYA) BAĞLANTI Hayatın binbir labirentinden geçtikten sonra...diye başlayan bir cümle, eski kafalılar için heyecanlandırıcı olsa da, yeniye uyumsuz. Üstelik hiçbir şey söylememekten farkı, bir gıdım. Nedir o labirentler? İçgüdüsel yaşamı bilinçli, araçlı yaşama çeviren eğitim mi?...Hayır! Sayma örnekleri...Bu da aynı cümle! Hayatımda başıma gelen şeylerdi labirentler; mesela yirmibeşime kadar sardunyayı, kırkıma kadar radikayı tanımamış olmak. Bir de tersinden söylemeli; onsekizimde türev ve integrali öğrenmiş olmak da labirentin parçaları. SIKINTI “Sıkıntı, yabancılaşmanın saf bir biçimidir.” demiş, içimdeki filozof. İlave etmiş: “... ve ikinci doğanın temel bir hakikati.” Gözümüzün önündeki pek çok şey, göremediğimiz gibi, yabancılaşmanın kaynaklarını da görememişiz- bildiklerimden. Emeğin yabancılaşması, metalaşması v.s. Dil ile mi başladı yabancılaşma? Dilin yetkinleşmesiyle mi? Söylediğimiz, yazdığımız, yaşadığımız, kavramlaştırdığımız, sembolleştirdiğimiz, dışına çıkamadığımız dil, içinde var olduğumuz, sevgimizi, öfkemizi dışa vurabilen dil, sevgili dil...İkinci doğanın habitatı 'DİL'. Öyle doğal ki... İkincil doğal! Birinci olan, esas olan doğa, bir ayrıntı. Hayır; verili bir varsayım. Bizim için sıkıntı kaynağı olan, evrim sonucu düşürmek istediğimiz kuyruğumuz. İkinci doğamızın derin uçurumlarındaki fantazilerimizi hiçbir zaman doyuramayacak olan asıl doğa. Ruhsal karmaşaların bedensel çözümlerini aramak için yarattığımz, asıl doğamızı bu işe alet ederken bile farkında olmadığımız, karanlık dehlizler. Marque de Sade! Hayatın binbir labirenti... Sıkıntı, unutulmaya yüz tutmuş bir kavram. İkinci doğanın evrimi ilerliyor. Otuz kırk yıl öncesine kıyasla, bu duyguyu hiç tanımamış, ya da unutmuş kuşakların geldiğini seziyorum. Sıkıntı, bir çocuk olarak beni korkuturdu. Oyun oynamak isterdim hemen. Gençliğimde, oyundan bir ölçüde uzaklaş(tırıl)mış olduğum dönemde ise resim yapmak...Kendimi içinde unutabileceğim bir eylem yapmak...'Kendimi' unutmak. Eğitim, oyun, aile, radyo, iş, tiyatro, sinema... boşluklar kalıyordu yine de...ve televizyon! Önce siyah beyaz, sonra renkli, sonra uzaktan kumandalı...'Sıkıntı' gerilemeye başladı. Cep telefonu ve internet ise 'sıkıntı'yla mücadelede tam bir devrim yaptı. Eskiden sıkıldığımızda, 'Ne yapayım?' sorusu yakıcı bir hal alırdı. Şimdi bu sorunun cevabı cebimizde. Kendimizle karşılaşmaktan kaçmak daha kolay şimdi. Hem de televizyon izlemek gibi edilgin bir iş yapmak yerine, internette etkinleşmek de mümkün. İkinci doğa açıklarını kapatıyor. Artık ekonomik işlev sahibi bireyler olarak, yalan dünyasının içinde mükemmele yakın bir aldanışı