Bilginin Arkeolojisi - Michel Foucault

Page 1

TC AFYON KOCATEPE ÜNİVERSİTESİ FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ

MİCHEL FOUCAULT BİLGİNİN ARKEOLOJİSİ HAZIRLAYAN: Selamet AYDIN 090113038


MICHEL FOUCAULT VE BİLGİNİN ARKEOLOJİSİ MICHEL FOUCAULT

Fransız filozof Foucault, 15 Ekim 1926’da doğdu. Okul yıllarında eşcinselliğini fark etti. 1948’de felsefe, 1950’de psikoloji ve 1952’de psikopatoloji diplomasını aldı. Foucault, daha çok toplumdaki daimi doğruları inceleyen bir filozoftur. Nietzsche ve Heidegger’in düşüncelerinden oldukça etkilenen Foucault, çoğunlukla Karl Marx ve Sigmund Freud’un fikirleriyle mücadele etti. Hapishaneler, polis, sigorta, delilik, eşcinsellik ve sosyal haklar konularında çalıştı. Bütün çalışmalarını modernitenin bireyler üstündeki etkisi ve getirdiği yeni iktidar ilişkileri üstüne kurdu. Öte yandan Gerrard Raul’a verdiği röportajda post-modernist yahut post-yapısalcı olarak tasnif edilmeyi reddettiğini söylemiştir. Foucault’un felsefi yönünün anlaşılması, bir sosyal bilimler öğrencisi için aşılması ayrıcalık gerektirecek bir eşiktir1. Foucault, toplumdaki daimi doğruların oluşum sürecini modernist bir bakış açısı olarak görür ve kökten reddeder. Post-modernite kendini genel geçer doğruların aksine hareket eden bireylerde ve düşünüşlerde bulur. Bu nedenledir ki Foucault, deliler üzerinde araştırma yapmıştır. Deliler ona göre toplumun daimi doğrularına uygun hareket edemeyen bireylerdir. Toplumun genelini bir oda içerisinde gören Foucault bütün düşüncelerin, hareketlerin bu daimi doğrular çerçevesinde yahut kıskacında ortaya çıktığını iddia eder. Gay, lezbiyen, transeksüel, biseksüel, oryantasyonlar daimi doğrular çerçevesinde oluştukları için postmodernitenin varoloşunu ve modernitedençıkıldığını gösterir. Foucault kendi çalışmalarının bile genel geçer daimi doğrulardan olmaması gerektiğini inanır ve çalışmalarının kullanıldıktan sonra atılmasını öğütler. Foucault, 25 Haziran 1984’te Paris’te AIDS hastalığından ölmüştür.

1

Yrd. Doç Ebru ÇOBAN

1


BİLGİNİN ARKEOLOJİSİ

Kitap üç bölüm ve bir de sonuç bölümünden oluşmaktadır. Kitabın giriş kısmında bilginin kaynağının iki farklı yolundan bahsetmektedir. Ada ve kıta diye iki farklı yol vardır. Bunlardan biri Ada, insan zihninin öteden beri boş levha olduğunu savunur ki buna ‘ampirizim’ diyoruz. Kıta ise bilginin insan zihninde doğuştan var olduğudur, bu da ‘rasyonalizm’ diyoruz. Bu tartışmalar böyle devam ederken 20. Yüzyılda Ada da ki düşünürler ampirizmden beslenerek felsefeyi çözümleyici bir dil felsefesi niteliğine taşırlar. Kıta da ise (Almanya, Fransa )daha çok teori, tarih ve edebiyata yöneldiklerinden çağdaş felsefe başlamıştır. Foucault çözümleyici felsefenin katılığı ve sıkıcılığından sıyrılarak Nietzsche ve çağdaş felsefenin başlatıcılarından Bergson’un canlı felsefi üslubunun içinde yer alır. Tarihe yönelir ve irdeleyici bir gözle batının el dokunulmamış konularına el atar. Bilginin Arkeolojisi, Foucault’un araştırmalarından başvurduğu yöntemin ilkelerinin tespit edilmesi, sınırlarının gösterilmesidir. Bilginin Arkeolojisi kitabıyla Foucault teorik problemler, süreksizlik, kopma, eşik, sınır, seri, dönüşüm kavramlarını betimler. Foucault çözümleme ustası bir beyne sahip ve bu beyinle sosyal kurum ve kuruluşların çözülmeleri, ortaya çıkan parçaları bir arkeologun höyüklerden çıkarttığı buluntuları birleştirmesine benzetilir.2 Foucault, sunuş bölümünde kitap hakkında, “Bilginin Arkeolojisi bir yöntem, bir çağın söylemlerinin normatifliği, bilginin normalleşmesi ve oluşum kurallarını inceleyen bir yöntemdir ama bir bilim değildir.’’3 demiştir. Foucault bu kitapta; söylemsel düzenler; ifade ve arşiv; arkeolojik betimleme; bilgi ve bilim başlıkları altında tarihsel alanın içinde incelenebilecek problemlerin özel alan olan tıp, psikoloji vb. içinde incelemenin ne derecede mümkün olduğunu göstermeyi amaçlar. Fakat bunu yapabilmek için bazı kavramlardan kurtulunulması gerektiğini söyler; gelenek, geçirme ve iletme, gelişme ve evrim vb. kavramlar. Bu kavramları askıda bırakıyor ama reddetmiyor. Hangi durumda bu kavramların geçerli olabilceğini belirlemek istiyor. Ve art arda sorular “geçici bile olsa onları desteklemekten, onlara bir tanım vermekten vazgeçmek mi gerekir? Onlar nedir? Nasıl tanımlanır ya da sınırlanırlar? Hangi eklemlemeye elverişlidirler.’’4 Kısacası bu kavramların belki de ilk bakışta sandığımız biçimler olmadığını dile getiriyor. Foucault söylemsel oluşumlar bölümünde söylem alanındaki ifadeleri ve bu ifadeler arasındaki mümkün ilişkileri tanımlamaya karar veriyor. Bu kararla beraber iki problem serisi ortaya çıkıyor. İfadede ki olayda, söylem terimleri hakkında gösterdiği çekingen kullanımlar. Diğer problem ise geçici ve gözle görülebilir grupların içindeki ifadeler arasındaki meşru halde betimlenen ilişkiler. Mesela kendini binlerce yıllık sürekliliklere ait gösteren ifadeler var. Ama bu birlikler nedir? Wills tarafından yapılmış baş ağrıları hakkındaki çalışmalar ile Charcot’un kliniklerinin aynı söylem düzenine ait olduğunu nasıl 2

Barış SAFRAN, 18 Kasım 2009 Michel FOUCAULT, Bilginin Arkeolojisi, s.11 4 Michel FOUCAULT, Bilginin Arkeolojisi, s.39 3

1


söyleyebiliriz? Petty’nin icatları, Neuman’ın ekonometrisiyle süreklilik bakımından aynı mıdır? Port_Royal gramercilerinin yargı hakkındaki analizleri, Hint-Avrupa dillerindeki sesli harflerin art arda gelmeleri hakkındaki tespitte aynı alana mı aittir? O zaman tıp nedir? Dilbilgisi nedir? Siyaset ekonomisi nedir? Ya da onlar hiçbir şey değimlidir ki geçmişte olan yeniden gruplandırmadan dolayı çağdaş bilimler kendi geçmişleri konusunda yanılgıya düşer. Daha sonra ki tartışmasın da Foucault, nesnelerin oluştuğunu varsayıyor. Mesela delilik belirtileri bilindikleri, sınırlandırıldıkları halde göz önüne alınmış olan halüsinasyonlar ya da kayıt altına alınmış ama kullanılmamış davranış bozuklukları, cinsel sapma vb. suçluluğu ortaya çıkardığı tespit edildi. Kütüklere kayıt edildiler, adları yazıldı, düzeltildi, itiraz edildi ve ortadan kaldırıldı. Söylemin nesnesi olarak varoluş düzenleri nedir? Bu kütüklerin ortaya çıkışlarının ilk görünüşlerine işaret etmek gerektiğini söyler. Bunu takibende çözümlenebilmeleri için rasyonellik derecelerine, kavramsal kodlara ve teori çeşitlerine göre, hastalık akıl bozukluğu, sapıklık, bunama, nevroz veya psikoz, yozlaşma ve statüsü kazanacak olan bu bireysel farklılıkların birden bire ortaya çıktıkları yeri göstermek gerekir. Daha sonra belirleme ölçütlerin analizini yapmak gerektiğini savunur. Farklı delilikler söylemin nesnesi olarak yeniden gruplanıp tasnif edildiğinde birbirinden türeyen sistemler olduğunu görürüz. Ama sonraki cümlelerinde de bunun olması için alt yapının henüz yetersiz olduğunu söyler. Bir öldürme olayında, öldüren kişi paranoyaklık etkisi altında ise bununla ilgilenen sadece hukuk bilimi değildir. İfade biçimlerinin oluşması bölümünde Foucault, konuya bir çok soruyla giriyor: “ Kim konuşuyor? Bütün konuşan bireylerin içinde dilin bu çeşidini elinde tutmaya hakkı olan kim? Dilin sahibi kim? Kim özgünlüğünü, saygınlığını dilden alıyor ve karşılık olarak dil, gerçeklik garantisini değilse bile en azından gerçeklik kanısını kimden alıyor?” 5 Mesela; tıp halkın isteklerine cevap verir, bazen de bir iktidardan görev alır, bazen de kendisinden sağlık talebi isteyen halka cevap verir. Bu tıbbın görevidir. Bu görevi başkasına devredemez. Çünkü tıbbi söz herhangi birinden gelemez. Daha sonra Foucault, toplumlarımız için önemli yer teşkil eden hastanelerden bahsetmiştir. Hastanelerin hiyerarşik bir sistem içinde kodlandığını, sürekli olduğunu, sistematik olduğunu, farklılaşmış bir tıp personeli tarafından güvence altına alınmış bir gözlem yeri olduğunu söyler. Kütüphanelerden bahsederken, sadece kabul edilen kitaplar değil, yayınlanmış ve iletilmiş açıklamalar ve gözlemler bütünü içeren dökümanter alanlardır. Hastane ve kütüphanenin etkisi on dokuzuncu yüzyılda azalırken belgenin önemi artar. Özne bir söylemi gerçekleştirdiği zaman çeşitli statüleri kazanabilir, çeşitli yerleri işgal edebilir, çeşitli durumları alabilir. Söylemsel oluşumlar ne kelimeler, ne de şeylerle ilgili değildir. Foucault, bunu anlatıyor bize. Foucault, kavramların oluşmasında ifade alanının örgütlenmedi gerektiğini savunur, bu örgütlenme art arda geliş biçimleri içerir. İlk olarak ‘cins’ ya da ‘karakter’ varken sonra da ortaya ‘memeliler’ kavramı çıkıyor. On yedinci ve on sekizinci yüzyılda ifade alanının yapılandırılması için birlikte varoluş da gereklidir. Bu ifadeleri kopyalama yöntemi; niceliksel ifadeleri, niteliksel ifadelere çevirme yöntemi; sınırlandırılma biçimi, bir uygulama alanına ait ifadeyi başka alandaki ifadeye aktarılma biçimi, sistemleştirme tipidir. 5

Michel FOUCAULT, Bilginin Arkeolojisi, s.66

1


“Nesnelerin oluşum kurallarını çözümlemek için ne şeylerin içine yerleştirmek ne de kelimelerin alanına bağlamak gerekiyor; ifade çeşitlerinin oluşumunu çözümlemek için onları ne bilen özneye ne de psikolojik bir bireyselliğe bağlamak gerekiyor. Aynı şekilde kavramların oluşumunu çözümlemek içinde onları ne idealliğin ufkuna ne de düşüncelerin ampirik yoluna bağlamak gerekiyor”6 Stratejilerin oluşumunda, stratejilerin analizi için ayrıntıya girmek Foucault’a oldukça zor geliyor. Sebebi ise nesnelerin ifade çeşitlerinin kavramlarını her defasında tanımlamak gerektiğini söyler ve bunun da şu an da şu olanaklarla zor geldiğini söyler. Nesnelerin oluşumu kelimelerle ya da şeylerle değil, ifadelerinin oluşumu bilginin saf hali ya da psikolojik özneyle alakalı değil, kavramların oluşumu idealliğin yapısı ya da düşüncelerin art arda gelmesiyle alakalı değil, teorik seçimlerin oluşumunun da temel bir projeyle ya da kanıların ikincil bir oyunuyla ilgili olması gerekmez. Foucault, ifadeleri anlatmaya çalışırken birçok kavram kullanmıştır ama herhangi bir tanım yapma gereği duymamıştır. Kavramların tanımlarını bölümleri okurken içerik içine serpiştirmiş. Ama ifade için özellikle bir tanım yapmıştır; “…ilk bakışta ayrışmaz kendi başına bırakılmaya elverişli ve kendine benzer başka öğelerle ilişki içinde olabilen son öğedir. Yüzeyi olmayan fakat bölüşüm planlarının ve özel gruplama biçimlerinin içinde tespit edilebilen bir nokta. Kurucu öğesi olduğu kumaşın yüzünde görünen pütür. Söylemin atomu.”7 “İfadenin eşiği işaretlerin varoluşunun eşiğidir.” 8 Yani işaret vardır ve ifadelerin var olabilmesi için işaretlerin var olması yeterlidir. İfade isim olarak betimlendiği şeyle gösterildiği şeyle aynı ilişkiye sahip değildir. Bir cümle ne kadar anlamsız olursa olsun bir ifade olarak o bir şeyle ilgilidir. Bir ifadenin betimlenebilmesi için ilk olarak söz dağarcığını saptamak gerek. İfade gizli olmayabilir, ama ifadenin gizli olmaması boşunadır, çünkü yine de ifade gözle görülemez, açık bir şekilde sınırları verilemez. Söylemsel bir oluşumu analiz etmek; zayıflığın ilkesini aramak, onu değerlendirmek ve onun özel biçimini belirlemektir. Yani ifadelerin değerini ölçmek demek, onları ‘yorumlamak’ demektir. Foucault’a göre arşiv: “ ne bir medeniyet tarafından koruma altına alınmış metinlerin tamamı ne de bu medeniyetin yıkımından kurtarılabilmiş kalıntıların bütünü” diye tanımlıyor. Ona göre bir kültür içinde ifadelerin ortaya çıkışını ve yok oluşunu, olayların şeylerin sürekliliklerini, paradoksal varoluşlarını belirleyen kurallar oyunudur. Arkeolojinin işlevini ise; bir şeyi önceden düşünüp bildirme gibi görmüyor. “Arkeoloji sadece ifadenin ve arşivin düzeyini, ifade düzenlerini ve pozitifliklerini gösterir.” “Aslında, belki sadece bir düşünce tarihçisiyim. Fakat çekingen ya da öne sürebileceği gibi kendini beğenmiş biriyim. Düşünce tarihi disiplinini baştan aşağı yenilemek isteyen, hiç kuşkusuz ona yeterince yakın bunca tanımın son zamanlarda kazandığı kesinliği vermek isteyen; fakat bu eski analiz biçimini gerçekten değiştirecek biriyim.” 9 Düşünce Tarihi; başlangıçların ve bitişlerin disiplini, belirsiz sürekliliklerin ve geri dönüşlerin betimlenmesi, 6

Michel FOUCAULT, Bilginin Arkeolojisi, s.80 Michel FOUCAULT, Bilginin Arkeolojisi, s.101 8 Michel FOUCAULT, Bilginin Arkeolojisi, s.106 9 Michel FOUCAULT, Bilginin Arkeolojisi, s.161 7

1


tarihin çizgisel biçiminin içindeki gelişmelerin yeniden kuruluşudur. Peki düşünce tarihi ne yapar? Bilimsel bilginin nasıl yayıldığını, felsefi kavramlara nasıl yer verdiğini ve edebi eserlerde nasıl biçim kazandığını gösterir, problemlerin, kavramların, temaların dile getirildikleri felsefi alandan bilimsel ya da siyasal söyleme doğru nasıl yer değiştirdiklerini gösterir. Eserler, kurumlar, alışkanlıklar ya da sosyal davranışlar,teknikler, ihtiyaçlar ve sessiz pratiklerle ilişkiye sokar. Son olarak da arkeolojik analizin özelliklerine değinmiştir Foucault. Arkeoloji, söylemlerin içinde gizlenen kurallara uyan pratikler olarak bu söylemleri tanımlamaya çalışır. Arkeoloji, söylemlerin henüz olmadıkları andan hareketle oldukları şey haline geldiği anı gözetlemez. Onun problemi söylemleri özellikleri içinde tanımlamak. Bu durumda arkeolojinin kendisine başvurduğu görüş alanı bir bilim alanı, bir akılsallık alanı, bir zihinsellik alanı ya da bir kültür alanı değildir, sınırları ve gelişme noktaları hemen tespit edilemeyen birbirleriyle ilişkili pozitifliklerin bir karışımıdır.

1


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.