T.C. AFYON KOCATEPE ÜNİVERSİTESİ FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ SOSYOLOJİ BÖLÜMÜ SOSYOLOJİ SEMİNERİ I
DÜZENİN YABANCILAŞMASI –İDRİS KÜÇÜKÖMER
Hazırlayan Coşkun BİLGİÇ 090113042
AFYONKARAHİSAR 2011
Özet: Bu kitapta anlatılmak istenen Türkiye’nin, Osmanlı’nın son dönemleri ve Cumhuriyet döneminden bu yana süre gelen süreçte Türkiye’deki sağ ve sol kavramlarının yanlış anlaşıldığıdır. Aslında Türkiye’nin sağcılarının solcu, solcularının ise gerici olduğudur. Küçükömer’e göre Türkiye’nin ilericileri “sağ” cenahta yer alan geniş İslamcı halk kitleleridir.
Önsöz Bu kitapçık Akşam gazetesinde 14-17 Ekim 1968 tarihleri arasında “ortanın solu” denen akımı eleştirmek üzere yayımlanan dört makalenin genişletilmesiyle ortaya çıkmıştır. Kitapta, Osmanlı ve dolayısıyla Cumhuriyet düzeninin nasıl yabancılaştırılmış bir düzen olduğu ve bunun sonuçları özet olarak açıklanmak istenmiştir. Küçükömer’e göre, düzenin yabancılaştırılması ile bugüne kadar gözlemlenen batılılaşmak özdeş olarak görünmektedir.
Sunuş Sunuşu yapan Yücel YAMA; Kimin “sağcı” kimin “solcu” olduğunu anlamak için bir turnusol kağıdı olan düzenin yabancılaşmasında yaptığı tespitler ve İdris KÜÇÜKÖMER’in günümüze dek etkisini sürdürecek görüşlerini şöyle sıralayabiliriz demiştir; -
Türkiye’nin solcuları gericidir. Üretim güçlerinin gelişmesinden yana değillerdir. Tek merkezli yukardan aşağı otoriter bir örgütlenmenin savunucularıdırlar. Halkı yönetilecek sürü olarak görürler.
-
Türkiye’nin ilericileri, sağ cenahta görülen geniş İslamcı halk kitleleridir. Onlara bu niteliği kazandıran, onların değişmeye ve gelişmeye, dönüşmeye açık olan sosyal, ekonomik istekleridir. Bu istekler üretim güçlerini geliştiricidir, toplumdaki monolitik iktidar yapısını çatlatıcı ve çoğulcudur.
-
1960 Anayasası gerici, antidemokratik bir anayasadır.
-
Bu Anayasada MGK antidemokratik bir oluşumdur. Sivil iradeyi, askeri, monolitik, antidemokratik topak bir güce mecbur edicidir.
-
Türk Milli Kurtuluş Savaşı anti- emperyalist değil, bir Türk-Yunan savaşıdır.
Türkiye Batılılaşamaz
Bölümün başında Sait Halim Paşa’nın görüşlerine yer verilmektedir; -
“ Sultan Hamid dünyaya gelmemiş olsaydı gene kendi çağdaşları bir Sultan Hamid’in meydana gelmesine sebebiyet vereceklerdi ”
Bu bölümde İdris Küçükömer şunlardan bahsetmektedir; -
Türkiye’de iki akım vardır. Birisi gelenekten gelen Doğucu- İslamcı akım diğeri ise Batıcı - Laik akım. Bu iki akım bütün süreçlerde birbirleriyle çelişki içinde olmuşlardır. İslamcılar hep kendilerine ilerici diyen Batıcılara ( Tanzimatçılar, Yeni Osmanlılar, Jön Türkler ve günümüzde CHP ) nazaran daha tutarlı görünmektedirler. Batıcılar; batılılaşma yolunda batının devlet ve kurumları düzeyini taklit ederek Türkiye’ye
uyarlamaya çalışmışlardır ve böylece sivil toplum sistemi yaratmaya çalışmışlardır. Fakat bu sayede kapitalizme ön ayak olmuşlardır. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının verdiği Kurtuluş Savaşı’na rağmen ülkeye kapitalizmin sızmasına neden olmuşlardır. Bunlarla beraber: Bu grup, üretim araçlarının kullanımı yönünde bir engel teşkil etmişlerdir ve halkçı diyebileceğimiz akım içinde gerçek bir sınıf hareketinin önünde engel teşkil etmişlerdir. İslamcı-Batıcı tartışmaları zaman zaman çok ciddi boyutlara vararak Türkiye’ye kapitalizm ve dış güçlerin girişinde bir zemin hazırlamışlardır.
Osmanlıda Kapitalist Düzene Neden Geçilmedi
Burada başlıca üzerinde duracağımız konu Osmanlının Merkantalist düzene neden geçemediğidir. İlk olarak şunu söyleyebiliriz; Osmanlı batının aksine üretim ilişkileri ve ekonomik bakımdan bir ileri gidiş değil gerileme yaşamıştır. Bunun için ilk önce içsel sebeplere bakalım; -
Üretim güçlerimiz batı gibi ilerde olmamıştır. Osmanlıda tarım üretimde asıl araçtır fakat ileri bir teknik yoktur.
-
Ele alınan dönemde önemli nüfus artışı.
-
Köylüler, artan nüfusla beraber köylerini, çiftlerini bozup şehirlere gelmiş ve üretici konumdan tüketici konumuna geçmişlerdir.
-
Madenler konusu vardır. Osmanlı, sahip olduğu değerli madenleri etkin bir biçimde kullanamamıştır.
-
Gittikçe artan nüfus, genişleyen topraklarda askerlerin yeterli olmaması ve daha çok askere ihtiyaç duyulmasıyla birlikte Osmanlının içine düştüğü paradoks vardır. Buna Küçükömer Hegemonya paradoksu demektedir. Önemli bir kavram olan Hegemonya paradoksunu açıklayacak olursak, giderek topraklarını genişleten Osmanlının bu
gelişimle birlikte daha fazla askere daha fazla gıdaya ihtiyaç duyarak bir yandan fakirleşmesidir. Bu toprakları korumak için sınırlara atayacağı askerler, fethe devam etme zorunluluğu gibi sebeplerden Osmanlı bir paradoks içinde kalır ve bu paradoksla beraber güç kaybetmeye başlar. -
Osmanlının Kapitalist düzene geçemeyişinin bir sebebi de ihracatın değil ithalatın teşvik edilmesidir.
-
Coğrafi keşifler sonrasında önemini kaybeden ticaret yollarımızı da burada düşünebiliriz.
-
Bir değerlendirme olarak; bütün bunlara baktığımızda, Osmanlının verdiği kapitülasyonların bir lütuf değil, zorunlu olarak verildiğini söyleyebiliriz.
Ortanın Solunda Paşalar Ve Abdülhamit
İmparatorluk, hegemonya paradoksu ile birlikte kapana düşmektedir. Batının üstünlüğü kabul edilmiştir. Öncelerde kurumların taklit edilmesiyle birlikte batıya karşı direnilebilir sanılmıştır fakat öyle olmamıştır. Yenileşmeye ilk önce Padişah başlayacaktır. Bu dönemde ayanlar ve bürokratlar aynı safta padişahın yanında yer almaktadırlar. Bunun nedeni ayanların zamanla güçlenip büyük toprak sahipleri haline gelmek istemeleri iken bürokratlar ise kendi hayatlarını kurtarmak için padişahla aynı safta yer almayı tercih etmişlerdir. Bu dönemde Avrupa’da romantik milliyetçilik akımı başlamıştır. Bu akım Türkiye’yi de etkilemiştir; nitekim bu dönemde Türkiye’deki azınlıklar çok fazladır. İlk önce bu azınlık isyanları, yenileşme adı altında gününü gün eden devlete karşı Patrona Halil isyanıyla görülmüştür.
Daha sonra ayanlar toprak mülkiyetini sağlayan hukuki üstünlüğünü elde edince Padişah ve bürokratlardan ayrılıyor ve İslamcı cepheyi tutmaya başlıyorlar. 1938’de İngilizlere en ağır kapitülasyonları verdiğimiz ticaret anlaşmasını imzalıyoruz. (Mustafa Reşit Paşa )
Son Bürokrat Paşaya Sorular ve Stratejik İpuçları
Bu bölümde CHP ve İsmet İnönü eleştirisi görmekteyiz. Başından beri geniş halk kitlelerinin zararına rol alan bu grubun nasıl oluştuğundan bahsedilmiştir. Bürokratlar eninde sonunda üretim aracı sahiplerinin; 1-) Ya karşısına çıkacak, 2-) ya da onların emrine girip emekçilerin karşısına çıkacak, 3-) ya da bir grup yabancı sermayenin emrine gireceklerdi. İşte eleştiri getirilen grup 3.Yolu tercih edenlerdir. Bu grup politik güce devamlı sahip olmak isteyen bürokratlardı.
Sonuç Yapılan analizler Türkiye’nin stratejik reyinin önemini vurgulamaktadır. Türkiye’nin daima iki kampa bölünebilirliğini göstermektedir. Yapılan analizde Batıcı-laiklerin yeri tespit edilmeye çalışılmıştır. Bu grup talihsiz olarak emperyalizmin paraleline düşmekten kurtulamamıştır. Günümüze kadar gelen süreçte bürokratın rolü ve politik güce asılarak yaptıklarına değinilmiştir. Tabandaki büyük halk kitlelerinin tarihi rolü iyi bilinemedikçe, onlara gerici, yobaz, karşı devrimci demek yanlış bir tutumdur.
Üretim güçlerini halk kitlelerinin mutluluğu için geliştirmeyen batıcı-laik bürokratlara da devrim yobazı denilebilir. Türkiye’de tarih boyunca yenilikler, halkın kendisini savunacak şeylerin elinden alınması şeklinde olmuştur. Bu yüzden halk sosyalizm gibi bir devrime de kuşkuyla bakmıştır ve bu da emperyalizmin işine gelmiştir.