Intihar emile durkheim

Page 1

T.C. AFYON KOCATEPE ÜNİVERSİTESİ FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ SOSYOLOJİ BÖLÜMÜ

SOSYOLOJİ SEMİNERİ II KİTAP SUNUMU

İNTİHAR EMİLE DURKHEİM

HAZIRLAYANLAR: Zahide KARA 110110022 Özgür ALTINDAL 110113021(İÖ)

DANIŞMAN: Öğr. Gör. Osman METİN

Afyonkarahisar Bahar 2014


KİTABIN KÜNYESİ Kitabın adı: İNTİHAR Yazar: Emile Durkheim Yayınevi: Cem Yayınevi Yılı: 3. Basım Ocak 2013 Şehir: İstanbul-Beyoğlu Sayfa: 480 Çeviren: Prof. Dr. Özer Ozankaya YAZARIN BİYOGRAFİSİ 15 Nisan 1858 tarihinde Epinal-Loren'de dünyaya geldi. Felsefe öğretmenliği yaptı. 1885 de Almanya'da bulundu Fransa'ya dönüşte yayımladığı makaleler ilgi topladı. 1887 Bordeaux Üniversitesi'nde ders vermeye başladı. 1902 de Sorbonne Edebiyat Fakültesi'nde çalışmalarını sürdürdü. 1906 da Buisson'un ölümü üzerine Sorbonne Eğitimbilim Profesörlüğüne getirildi. Durkheim toplumbilimi kendi olgularını kendi ön dayanaklarıyla işleyen bir bilim durumuna getirdi. Auguste Comte'un fiziği, Herbert Spencer'in biyolojiyi örnek alıp inceledikleri toplumsal olaylar ona göre yalnız kendi türünden olaylarla açıklanabilir, "toplumsal olay" bireye bağlı ve bireyle başlayıp biten bir süreç değildir. Toplumsal olay bireyi aşkındır, birey ona katılır. Her birey için toplumsal olaya katılmak kaçınılmaz bir zorunluluktur. Çünkü toplumsal olaylar; genel zorunlu bireyi ve bireyler arası ilişkileri belirleyen din, ekonomi, hukuk, ahlâk, siyaset, bilim ve sanat türünden olaylardır. Durkheim bireyi bireyselliği toplum içinde tümüyle eritmez. İnsanın kendine özgü bireyliğini ve topluma özgü toplumsallığını saptar. İnsan genel doğruları hazırca, tartışıp araştırmadan toplumdan alır. Bu doğrular: bireyin, kendisi, başkaları, insanlar arası ilişkiler, doğa, evren olguları üzerine yargılarına temel dayanak olur. Toplum bir başka yanıyla da insana ilişkin her kurumun temeli olup doğal bir bileşimdir. Kurumlar örneğin din ve Tanrı anlayışı da topluma bağlıdır ve onunla birlikte gelişip evrimleşir. Durkheim bilgi anlayışında toplumun görüşünü örnek alır. Bilgide en genel kavramlar tek tek şeylerin tümünden bağımsız olmayıp tersine onlara uygulanabilen, topluma ilişkin kavramlar olduklarından en geçerli kavramlardır. Bunların mutlak, öncesiz sonrasızca doğru ve kesin kavramlar oldukları da söylenemez. Bilginin temel taşları olan genel kavramlar toplumla birlikte zaman ve uzam bağlamında değişip gelişen kavramlardır. 2


Din sosyolojisi ile ciddi olarak ilgilenen Durkheim'in eserlerinin bir kısmı Türkçeye çevrilmiştir. Comte'un takipçisidir. Toplumu, Tanrı yerine koymuştur. Burada kasıt inançlı bir kimse davranışlarda bulunurken Tanrı'sını nasıl gözetirse 'birey'inde davranışlarda bulunurken toplumu aynı şekilde gözettiğidir. 15 Kasım 1917’de Paris’te ölmüştür.1 ESERLERİ/YAYINLARI: •

Ahlaksal Terbiye

Ahlak ve Hukuk Kaideleri Hakkında Dersler

Meslek Ahlakı

Ceza Evriminin İki Kanunu

Dini Hayatın İlkel Biçimleri

Sosyolojik Yöntemin Kuralları

İntihar

Toplumsal İş Bölümü

İÇİNDEKİLER: Giriş………………………………………………………………………..………3 KİTAP I TOPLUMSAL DIŞI ETMENLER Birinci Bölüm: İntihar ve Ruhsal Sayrılık Durumları………………………………………………4 İkinci Bölüm: İntihar ve Normal Durumlar-Irk-Kalıtım…………………………………….…….6 Üçüncü Bölüm: İntihar Ve Kozmik Etkenler………………………………………………….……8 Dördüncü Bölüm: Yansılama………………………………………………………………………….9 KİTAP II TOPLUMSAL NEDENLER VE TOPLUMSAL ÖRNEKLER 1 Bu yazarın biyografisi http://www.felsefe.gen.tr/emile_durkheim_kimdir.asp adresinden alınmıştır.

3


Birinci Bölüm: Toplumsal Nedenleri ve Toplumsal Örnekleri Belirleme Yöntemi………………11 İkinci Bölüm: Bencil İntihar……………………………………………………………………...11 Üçüncü Bölüm: Bencil İntihar (Devam)……………………………………………………………12 Dördüncü Bölüm: Elcil İntihar……………………………………………………………………….13 Beşinci Bölüm: Kuralsızlık İntiharı………………………………………………………………..17 Altıncı Bölüm: Değişik İntihar Türlerinin Bireysel Biçimleri…………………………………….21 KİTAP III GENEL BİR TOPLUMSAL OLGU OLARAK İNTİHAR Birinci Bölüm: İntiharın Toplumsal Öğesi………………………………………………………24 İkinci Bölüm: İntiharın Başka Toplumsal Olaylarla İlişkileri…………………………………..26 Üçüncü Bölüm: Uygulamaya İlişkin Sonuçlar……………………………………………………30 Yazarın Yöntemi/Tekniği………………………………………………………..32 Kavramlar………………………………………………………………………..33 Sonuç…………………………………………………………………………….34

KİTABIN ANA HATLARINA GÖRE ANLATIMI GİRİŞ Bu kitapta ilk işimiz intihar adı altında olgular öbeğini belirlemek olacaktır. Genellikle intihar denince zihnimizde nesnel gerçeklikle ilgili ve kas gücünü ortaya konmasını gerektiren bir şiddet eğilimi canlanır. İnsan beslenme edimini geri çevirerek ya da bıçak ya da tabancayla yapabileceği gibi kendisini öldürebilir. Yani kurbanın kendisi

4


tarafından gerçekleştirilmiş olumlu ya da olumsuz bir edimin dolaylı ya da dolaysız sonucu olan her ölüm intihardır. Kaba anlamıyla intihar artık yaşama önem vermeyen bir kişinin umutsuzluğundan doğan bir edimdir. İntiharın bir yandan cesaret ve kendini öne atma kendini feda etme edimine öte yandan da ihtiyatsızlık ve basit ihmal edimlerine kesintisiz bağlı olduğunu kabul ettik mi artık bize çok farklı görünür. İntiharı birbirinden ayrı ve tek tek ele alınması gereken özel olaylar olarak görmek yerine belli bir toplumda belli bir zaman diliminde meydana gelmiş intiharların tümüne bakılırsa şöyle bir gözleme varılır; böyle elde edilen toplam bağımsız birimlerin basitçe üst üste konulması bir araya getirilmesi değildir. Daha uzun bir zaman dilimi ele alınırsa ciddi değişikler gözlemlenir. İntihar olaylarının gelişmesi birbirinden ayrı ve birbirini izleyen hareket dalgalarından oluşmaktadır. Üç bölümden oluşacak çalışmamızın konusu; Açıklamaya çalıştığımız olay ya çok genel toplum dışı nedenlerden ya da tam anlamıyla toplumsal nedenlerden doğar. Önce birincinin etkisine bakacağız ve göreceğiz ki bu etki ya hiç yok ya da pek sınırlı. Toplumsal nedenlerin doğasını etkilerinin hangi yoldan oluştuğunu ve değişik intihar çeşitleriyle birlikte görülen bireysel durumlarla olan ilişkilerini belirleyeceğiz. İntiharın ortak eğiliminin ne olduğunu öteki toplumsal olgularla ilişkisini daha iyi belirleyebilir, ne gibi yollar ya da araçlarla o ortak eğilimi etkileyebileceğimizi inceleyeceğiz.

KİTAP 1 TOPLUMSAL DIŞI ETMENLER BİRİNCİ BÖLÜM: İNTİHAR VE RUHSAL SAYRILIK DURUMLARI Toplumsal nedenlerin dışında kalan iki çeşit vardır ki, bunların intihar oranı üzerinde etkili olduğu söylenebilir. Bunlar kişinin organik ruhsal uygunluk durumu ile içinde bulunduğu fiziksel ortamın durumudur. Bu iki çeşit etmeni inceleyeceğiz ve bunların intihara etkisi olup olmadığına bakacağız. Bazı hastalıklar vardır ki bir toplumun içinde yıllık oranı pek değişmeden kalır işte delilikte böyle bir hastalıktır. Her intiharda bir akıl bozukluğu belirtisi görmekte haklı olsak ortaya koyduğumuz sorun çözülür; insanın isteyerek kendini 5


öldürmesi bireysel bir hastalık olur. İntiharın akıl bozukluğundan meydana geldiğini göstermenin iki yolundan birisi; intihar sui generis bir hastalıktır, özel bir deliliktir. Yahut intiharı ayrı bir tür saymaksızın deliliğin bir bölümü olduğu aklı sağlam kişilerde görülmediği söylenebilir. İkincisi ise daha az güçlüdür, daha az ispatlanabilir niteliktedir. Çünkü intihar olaylarını hepsinin eksiksiz bir sayımını yapıp da her birinde akıl hastalığının etkisini göstermek olanaksızdır. Bir takım özel durumlardan söz edilebilir onlarda sayıları ne denli yüksek olursa olsun bilimsel bir genellemeye tabi olamazlar. İntihar eğilimi kısmi bir deliliktir ve tek bir olayla sınırlıysa bir akıl bozukluğu olayı gösterebilir. Akıl hastalıklarını geleneksel terminolojisinde bu sınırlı saplantılara monomani denir. Saplantılı kişi bilinci tek bir nokta dışında sapasağlam olan bir hastadır. Tek bir noktada eksiklik gösterir oda sınırlı ve belirlidir. Bu durumda intihar deliliği diye bir şey varsa bu ancak saplantı olabilir. Yani monomani yoksa saplantı intiharı diye bir şeyde yoktur ve intihar ayrı bir delilik türü değildir. Genellikle uzmanlar deli intiharlarını sınıflandırmaya pek önem vermemişlerdir. Yine de en önemlilerinin dört başlık altında toplandığını söyleyebiliriz bunlar; Mani İntiharları: bu ya sanrılardan ya da düzensiz kurala gelmeyen düşüncelerden ileri gelir. Hasta sanrısal bir tehlike yada utançtan kurtulmak ve ya yüksek bir yerden aldığı gizemli bir buyruğu yerine getirmek amacıyla kendini öldürür. Bu intiharın gerekçeleri ve gelişme biçimi kaynağında ki hastalığın yani maninin genel niteliklerini yansıtır. Melankoli İntiharı: Bu çok genel bir çökkünlük ve üzgün olma durumuna bağlıdır. Üzüntü o dereceye varmıştır ki artık hasta çevresinde ki kişi ve ya nesnelerle arasındaki ilişkileri sağlıklı bir biçimde değerlendiremez durumdadır. Hazzın onun için bir çekiciliği kalmamıştır. Her şeyi kara görür, yaşam ona sıkıcı ve acılı gelir. Tüm bunlar sürekli olduğu gibi intihar düşüncesi de sürekli ve çok sabittir. Saplantı İntiharı: Bunda intihara neden olan ne gerçek nede uydurma hiçbir neden yoktur sadece bir ölüm saplantısı vardır ve bu gerçekte akla gelen herhangi bir neden olmaksızın hastanın tinsel varlığını eline almıştır. Hasta herhangi bir neden olmadığını bilmekle birlikte kendini öldürme isteğine saplanmıştır. İtkisel ya da Otomatik İntihar: bu intihar türü de saplantı intiharı gibi görünür bir gerekçesi yoktur. Ne gerçeklikte ne de hastanın düşlemin de herhangi bir nedene dayanmaz. Farkı, kısa ya da uzun bir süre zihni kovalayan ve istenci derece derece eline geçiren bir saplantı değil de birden gelen ve direnmek için arada bir boşluk bulunmayan bir itki tarafından üretilmiş olmasıdır. Şu halde pek çok intihar vardır ki akıl bozukluğunda ileri gelmez. Bunları şu iki işaretten tanırız; birincisi isteğe niyete bağlı olarak gerçekleştirilirler. İkincisi o istekte niyette 6


yer alan işaretler hiç de sanrısal değildir. Mademki akıl hastalıkları intiharların sadece bir bölümünü oluşturuyor o halde akıl hastalığına neden olan psikopatik durumlar intihara olan ortak eğilimi bütünlüğü içinde açıklamaya yetmez. Fakat tam akıl hastalığı ile zekanın tam dengeli durumu arasında pek çok ara durum vardır. Bunlar genellikle nevrastani ortak adı altında toplanan çeşitli anormalliklerdir. Nevrastani bir çeşit tam gelişmemiş deliliktir ve kişiyi intihara eğilimli hale getirebilmektedir. Çünkü nevrastenikler yaradılışları gereği acı çekmeye adeta yazgılıdırlar. Nevropat olan kişide her türlü etkilenme rahatsızlık, huzursuzluk nedenidir, her hareket yorgunluktur. Sinirleri sanki yüzeyde açıktaymış gibi en ufak bir temasta etkilenir. Nevropatın sinir sistemindeki çok ileri derece duyarlığın sonucu olarak düşünce ve duyguları her zaman kararsız bir dengededir. İçinde bulunduğu sarsıntılı durumda dolayı koşullar onu hep hazırlıksız yakalar. Yani toplumsal dizge yerine ne denli iyi oturmuşsa nevropat gibi hareketli bir bireyin o toplumda yaşaması o denli zordur. Pskopatinin bir çeşidi vardır ki uzun bir zamandan beri uygarlığımızın her hastalığı ona yakıştırılıyor. Bunu adı alkolizm, deliliğin, yoksulluğun ve suç oranının artması haklı ya da haksız alkolizmden biliniyor. Fakat ülkelerde yapılan araştırmalarla bunun böyle olmadığı ortaya koyulmuştur. Demek ki intiharla düzenli ve itiraz götürmez bir ilişki içinde olan hiçbir psikopatik durum yoktur. Bir toplumda başka bir toplumdakinden daha çok yada daha az nevropat ya da alkolik var diye orada daha çok ya da daha az intihar olması gerekmiyor. Kişinin içinde gizli olarak bekleyen intihar eğilimi ancak başka etmenlerin etkisi altında harekete geçebilir. Bizim aramamız gerekende bu başka etmendir.

İKİNCİ BÖLÜM: İNTİHAR VE NORMAL RUHSAL DURUMLAR-IRK-KALITIM İntihar kişinin bünyesinde bulunur ve eğilimin sinir sisteminde ki herhangi bir bozukluğa bağlı olması gerekmez, tümüyle ruhsal nitelikli olaylardan oluşabilir. İntihar hakkında yapıt vermiş birçok yazarın kabul ettiği gibi her ırkın kendine özgü bir intihar potansiyeli varsa böyle bir varsayım akla yakın gelebilir. Çünkü her ırk ötekilerden sadece organik ve ruhsal niteliklerle ayrılır. Yani intihar ırktan ırka gerçekten değişiyorsa sıkı sıkıya bağlı olduğu bir organik yakınlık vardır. Irk benzeyiş ve nesep yani soy zinciri demektir. Morselli’ ye göre ırk dört tanedir: Cermen tipi ( bunun içinde Alman, İskandinav, Flaman lar bulunuyor), roma tipi (Belçikalılar, Fransızlar, İtalyanlar ), Slav tipi ve Ural Altay tipi intihar eğilimleri açısından çoktan aza doğru Germen, Roma ve Slav toplulukları diye sıralanıyor. Irk 7


başlığı altında birleştirdiğimiz her topluluk öbeği intihara az çok eşit eğilim gösterseydi ırkın intiharı etkileyebildiğini söyleyebilirdik. Fakat aynı ırk tan uluslar arasında intihar oranında çok büyük ayrılıklar bulunmaktadır. Çoğu zaman üst üste intihar görülmüş ailelerde intiharın hemen hemen birbirinin aynı olduğu saptanır. Sadece aynı yaşta değil aynı biçimde de intihar edilir. Bir ailede tutulan yol kendini asma diğer ailede gazla boğulma ya da kendini yüksek bir yerden atma yolu seçilir. Bu benzerlikler kalıtımdan yana bir kanıt olarak görülmüştür. Halbuki intiharı ayrı bir ruh bilimsel birim olarak görmemek için bir takım sağlam nedenler varsa da insanda kendini bir tabancayla ya da bir iple öldüreceğim yolunda bir eğilim olduğunu kabul etmek daha zor geliyor. Bu olaylar ölmeyip yaşamda kalanların kafasında ailelerinin geçmişini kana bulayan intiharların yaptığı etkinin ne denli büyük olduğunu göstermiyor mu? Çünkü öncüllerinin yaptıklarının tıpa tıp aynısını yapmaları için herhalde bu anıların onlara musallat olması ve hep rahatsız etmesi gerekir. Bu açıklamayı daha inanılır kılacak şey kalıtımın söz konusu olmayacağı ve derdin tek nedeninin sirayet yani bulaşma olduğu pek çok olayın aynı nitelikleri göstermesidir. Hepimiz 1972 yılında kısa bir süre içinde birbirini izleyerek bir hastanenin loş dehlizinde kendini aynı çengele asan on beş sakattan söz edildiğini duymuşuzdur. Çengel kaldırılınca salgın bitmişti. Şu halde görünürde birbirinden kaynaklanan intiharların hepsi aynı modeli üretir göründüklerinde bunları aynı nedene bağlamakta haklıyız. Hele ailede her şey o tek nedeni güçlendirme yönünde işliyorsa buna kesinlikle böyle bakılacaktır. (sf-69) Bir başka olay ise Falret’in anlattığı bir olaydır; 19 yaşındaki bir genç kız amcasını kendisini öldürmüş olduğunu öğrenir ve bu olaydan dolayı çok üzüntü duyar. Deliliğin kalıtsal olduğunu duymuştur kendisinin de bir gün aynı duruma düşeceği fikri zihnine yerleşir. O bu durumdayken babası da bir gün kendini öldürür. O andan başlayarak kız kendi sonunun zorunlu bir ölümle geleceğine inanır. Artık uzakta olmadığına inandığı ölümden başka bir şey düşünmez olur. Ağzından şu sözler düşmez; bende babam gibi amcam gibi öleceğim benim kanımda var bu. Bir intihar girişiminde bulunur. Oysa babası sandığı kişi gerçek babası değildir. Kızını korkularından kurtarmak için anne gerçekleri açıklar ve sahici babasıyla buluşmasını sağlar. Baba kız arasında ki fiziksel benzerlik o kadar açıktır ki kızın kuruntuları anında dağılır. İntihar eğilimi diye bir şey kalmaz sağlığı da düzelir.(sf-70) İntiharın yaşlara göre farklılık göstermesinin belirleyici nedeninin organik ve psişik bir neden olmadığı ispatlanıyor. Çünkü organizmadan gelen her şey yaşamın ritmine bağlı olduğundan sırayla büyüme duraklama ve gerileme dönemlerinden geçer. Sınırsız ilerleyen biyolojik ya da psikolojik karakter yoktur. Hepsi bir doruğa eriştikten sonra inişe geçer. 8


İntihar da tersine doruk noktasına yaşamın son sınırlarında ulaşıyor. Bundan da intiharın değişkenlerini oluşturan nedenin daha doğuştan gelen kıpırdamaz bir güdüleme değil toplumsal yaşamın ilerleyen etkisi içinde bulunduğu anlaşılmıyor mu? Nitekim intihar insanların topluma girdikleri yaşa göre erken ya da geç ortaya çıkıyor, insan topluma iyice yerleştikten sonra ortaya çıkma olasılığı büyüyor. Kuşkusuz intihar ancak bireyin yapısı bunu reddetmezse olabilir. Fakat intihara en uygun bireysel durum belirli ve otomatik bir eğilim değil, genel ve belirsiz bir yatkınlıktır. Koşullara göre değişik biçimler oluşturan bu yatkınlık intihara yeşil ışık yakar. Ama ille de intihara götürecek değildir. Şu halde intihara bir açıklama da getirilemez. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: İNTİHAR VE KOZMİK ETKENLER Bazı fiziksel nedenlerle organik ve psişik bir durumun bir araya gelmesinden doğan intihar, bütünüyle ya da önemli ölçüde hastalıklı bir ruhsal durumu gösterir. Bu çeşit etmenler arasında iki tanesine intihar yapar bir etki yakıştırılmıştır. Bunlardan biri iklim öteki mevsimsel sıcaklıklardır. Avrupa haritası üzerinde intiharın enlem derecesine göre dağılımına bakıldığında bu bölgenin genel görünümüne bakıldığında gösteriyor ki iklim oradaki çok sayıda intiharın nedeni değil. Mevsim sıcaklıklarını etkisi ise daha sağlam kanıtlarla ispatlanmış gibi görülmektedir. Hangi mevsimin intihara daha uygun olduğunu öngörmeye çalışsak göğün daha loş renkli, sıcaklığın daha düşük havanın daha nemli olduğu mevsimi söyleriz. Doğanın böyle havalarda aldığı görünüm insanı düşlere itmez üzüntülü duyguları uyandırır melankoliye davetiye çıkarmaz mı? Fakat intihar en üst dereceye ne kışın ne de sonbaharda erişir en çok intihar edilen mevsim doğanın en güler yüzlü sıcaklığın en tatlı olduğu aydır. Feri ve Morselli ısının intihar eğilim üzerinde doğrudan etkisi olduğu sonucuna vardılar. Sıcaklık beyin işlevleri üzerindeki mekanik etkisiyle insanı kendini öldürmeye itiyordu. İntiharın bir şiddet olayı olduğunu ve ancak büyük bir güç harcanmasıyla gerçekleşebildiği varsayılıyor. Sıcaklık intiharda gözlemlediğimiz iniş çıkışların ana nedeni ise intiharların da düzenli olarak sıcaklıkla birlikte değişmesi gerekir. Fakat yapılan istatistikler de durum böyle değildir. İnsanlar havanın biraz daha soğuk olmasına karşın ilkbaharda sonbahardakine oranla çok daha fazla kendilerini öldürüyorlar. İklim ve kozmik etmenlerle intihar arasında zorunlu bir ilişkinin olmadığını da, belirli bir toplumda çağdan çağa intihar oranının değişmesini göstererek belirtir. Bazı mevsimlerde intihar oranının

9


artması ya da gündüzleri intihar oranının geceye göre daha fazla olması, o zamanlarda toplumsal hayatın daha yoğun bir biçim almasındandır. Lombroso intiharı tetikleyenin sıcaklığın yüksekliğinden çok ilk sıcaklıkların gelişi yani giden soğukla gelen sıcak arasındaki zıtlık olduğu görüşündedir. Sıcak mevsim henüz o ısıya alışmamış olan organizmayı şaşırtmaktadır der. Fakat yapılan istatistiklerde bunun da böyle olmadığı ispatlanmıştır. Zaten ilk sıcaklıklar ne denli etkili olsaydı ilk soğuklarında aynı etkiyi göstermesi gerekirdi. Araştırmalardan da anlaşıldığı gibi gündüzün intihara en uygun zaman dilimi olmasını gün içinde toplumsal yaşamın en ateşli dilimi olmasıyla açıklanıyor. Yapılan araştırmalarda intiharın gün içinde dağılımına da değinilmiştir. Elde edilen sonuçlara göre intiharın en yüksek noktaya ulaştığı iki zaman parçası var. Bunlar işlerin gidişinin hızlandığı sabah ve öğleden sonra saatleridir. Guerry ise intiharın haftanın günlerine dağılımını saptamıştır. İntihar Cuma gününden başlayarak hafta sonuna kadar azalmaktadır. Özetlersek hava koşullarının doğrudan etkisinin intiharın aylık ya da mevsimlik sıcaklıklarını etkilemeyeceğini yani intiharların armasını sağlayan şeyin fiziksel çevre olmadığı sonucuna varırız. İntiharların azalıp çoğalması toplumsal koşullara bağlıdır. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: YANSILAMA Toplumsal nedenleri aramaya koyulmadan önce intiharı etkileyen taklit yani öykünmeyi inceleyelim. Aralarında hiçbir toplumsal bağ bulunmayan bireyler arasında öykünme olabilmesinden öykünmenin psikolojik bir olay olduğu bellidir. Öykünmenin kaynağı duygularda değil de yaşamımızın bilişsel yönünün hiçbir ortak etkiden doğmamış olan bazı özellikleri içinde bulunur. Öykünme ediminin intihar oranının belirlenmesine katkıda bulunduğu saptanmışsa bundan intiharın bireysel nedenlere bağlı olduğu sonucu çıkar. Öykünme üç olgu öbeğini göstermekte kullanılıyor: Bütün öğeleri aynı neden ve aynı nedenler demetinin etkisine bağlı olan bir toplumsal birim içinde farklı bilinçler arasında bir çeşit düzey eşitlemesi olduğu görülür. Herkes düzey eşitlenmesi gereği birlikte düşünür ya da birlikte hisseder. İşte bu uzlaşmayı doğuran işlemler bütününe çoğu zaman taklit etme ve ya öykünme denir. Aynı adı üyesi olduğumuz toplumla uyumlu olmayan ve bu amaçla bizi çevremizde genel olan düşünme ya da yapma biçimlerini benimsemeye iten gereksinime de vermişiz. Modayı gelenekleri böyle izleriz. Bir edimin eşini sadece o edimin gözü önünde olduğu ya da ondan söz edildiğini duyduğumuz için yapıyor olabiliriz. 10


Bu tanımlar fakat öykünme sözcüğü belirli bir anlama sahip olsun istiyorsak onu sadece bu öbekteki olgulara ayırmak gerekir. O halde bir edim kendinden hemen önce bir başka kişi tarafından yapılmış benzer bir edimin zihinde canlandırılmasını izliyorsa ve bu canlandırmayla uygulanma arasına yani edimin içsel özelliklerini konu alan herhangi bir açık ya da gizli zihinsel işlem girmemişse öykünme vardır. (sf-106) Öykünmenin intihar oranı üzerinde ki etkisini araştırdığımızda sözcüğü bu anlamda kullanmak gerekir. Öykünmeyi böyle tanımlarsak onu intiharın psikolojik bir etmeni olarak görmeye hakkımız olabilir. Çünkü karşılıklı taklit toplumsal bir olaydır. İntihar düşüncesinin bulaşıcı biçimde geçtiği kuşku götürmez. Örneğin 1813 yılında küçük bir köy olan Saint-Pierre –Monjau’ da bir kadın kendini ağaca asınca arkasından kısa bir süre içinde bir çok kadın kendini aynı ağaca asmıştır. Fakat intiharlarda öykünme edimini sorumlu tutmak için epeyce sayıda intiharın aynı zamanda aynı yerde olmasını gözlemlemek yetmez. Çünkü bunlar toplumsal çevrenin genel durumundan ileri geliyor, o durum toplulukta genel bir hazır oluş yaratıyor, o hazır oluş durumu da çoklu intiharlar biçiminde kendini gösteriyor olabilir. Özetlersek intiharın bireyden bireye bulaştığı kesinse de öykünmenin intiharların toplam oranını etkileyecek derecede yayıldığı görülmez. Öykünme bireysel bazı olaylara neden olabilir bu olaylar az ya da çok olabilir, fakat öykünmenin değişik toplumları ve her toplumun içinde daha özel öbekleri intihara iten ama bunların hepsinde eşit olmayan eğilimin oluşmasında katkısı yoktur. Öykünülen örnekten çıkarak yayılan etki her zaman çok sınırlıdır ve üstelik düzensiz olarak zaman zaman kendini gösterir. Bir yeğinlik basamağına vardığında da pek kısa ömürlü olur. şu halde diyebiliriz ki çok seyrek rastlanan bazı sıra dışı örnekler dışında öykünme özgün bir intihar etmeni değildir. Yaptığı şey sadece intihar edimini doğuran ve zaten öykünme olmasaydı da ne zaman olursa olsun doğal etkisini gösterme yolunu bulacak olan bir durum ortaya çıkarmaktır.

İKİNCİ KİTAP TOPLUMSAL NEDENLER VE TOPLUMSAL TİPLER 11


BİRİNCİ BÖLÜM: TOPLUMSAL NEDENLERİ VE TOPLUMSAL ÖRNEKLERİ BELİRLEME YÖNTEMİ Önceki kitapta varılan sonuçlar salt olumsuz değildir. Ne zaman bir kişi intihar etse hukuksal saptamalarda belirleyici neden olarak gerekçe kaydedilir. Bunlar bize görünüre göre çeşitli intiharların aracısız öncüllerini gösterir. Oysa olayı anlamak için önce en yakın nedenlerine sonra daha geride ki olaylar dizisine uzanmaktan başka iyi bir yöntem yoktur. İntihar yapar nedenlerin özel bireylerde ne biçim altında görülebildiğini araştırmadan önce intihar rakamlarının yüksek ya da alçak oluşunda rol oynayan çeşitli toplumsal çevrelerinin durumlarının neler olduğu ele alınmalıdır. İKİNCİ BÖLÜM: BENCİL İNTİHAR Bireyin bağlı olduğu din, politik zümre, aile vb. tarafından korunulmamış olmasından kaynaklanır. Yani, toplumsal bağlar gevşek olduğu, birey kendini yalnız hissettiği zaman belirir. Bireyin bağlı olduğu grup bağları zayıfladıkça ve gruba bağımlılığı azaldıkça, birey, kendi özel ilgileriyle baş başa kalır; yalnızlık hisseder. Kişi için hayat anlamını yitirir; oysa, o topluma bağlı olarak yaşamak ihtiyacındadır. Avrupa toplumlarının intihar istatistiklerine bakıldığında Katolik toplumlarda intihar oranı düşük, Protestan toplumlarda ise yüksektir. Önce çeşitli din ve mezheplerin intiharı nasıl etkilediğine göz atalım; Avrupa’nın intihar haritasına göz atarsak görürüz ki tümüyle Katolik, İspanya, Portekiz, İtalya gibi ülkelerde intihar pek azdır. İntiharın en çok görüldüğü yerler ise çoğunluğu Protestan olan Prusya, Saksonya, Danimarka gibi ülkelerdir. Katolikler de bu düşük oran dinin etkisinden olamaz intihar eğiliminin böyle az oluşu kültürdeki farklılıklardan ileri gelebilir. Fakat Katolik ve Protestan topluluklarının çoğu için aynı şayi söyleyemeyiz. Onlarda düşünsel ve tinsel açıdan aynı değillerdir. Ama benzerlikleri epeyce asal noktalardadır. Bu da intihar bakımından gösterdikleri ayrılığın mezhepten ileri geldiğini düşünmemizi haklı çıkarır. Yahudilere gelince onlarda ki intihar oranı Protestanlardan azdır. Genel olarak Katoliklerden bile biraz düşüktür. İntihar her şeyden önce kimseyi yaralamayan bir edim olduğundan intihar eğilimi başkalarına göre daha yüksek olan gruplar suçlanmazlar. İntiharın insanlara verdiği uzlaşma 12


duygusu cinayet ve suçun verdiği uzlaşma duygusu kadar güçlü değildir. Öte yandan dinsel katılık tahammülsüzlük çok güçlü olduğunda çok zaman ters bir etki yaratır. Bütün dinsel topluluklar arasında en az intihar kaydedilen Yahudiliktir. Hal bu ki Yahudilik eğitimin yüksek olduğu bir din değildir. Protestanlarla aynı düzeydedir. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: BENCİL İNTİHAR (DEVAM) İntihar oranlarına baktığımızda bekârlar da intiharın evlilere oranla daha az olduğunu görürüz. Evlilikle birlikte birçok sorumluluk gelmiyor mu? Ne kadar açık görünürse görünsün bu dışavurum yanlıştır. Çünkü yapılan araştırmalarda bekârların çoğunun 16 yaşın altında olduğu evlilerinse yaşlı olduğu unutulmamalıdır. Nitekim evliler bekârlardan daha az intihar etse de bazı yaşlarda kural dışı olarak bu kural tersine döndüğü olabilir. Evlilerin intihara bağışıklığı şu iki neden den birine bağlanabilir. Ya aile çevresinin etkisinden geliyordur. O zaman intihar eğilimini sıfırlayacak ya da onun patlak vermesini engelleyecek güç aile olacaktır. Ya da evlilik seçimi denen şeyden ileri geliyordur. Çünkü evlilik nüfusun tümünde mekanik olarak bir çeşit eleme yapar. Her canı isteyen evlenmez. Bir takım sağlık, varlık ve ahlak koşullarını bir araya getirmedikçe insanın aile kurmada işinin rast gitmesi olasılığı düşüktür. Bunu gerçekleştiremeyen kişiler ve ya herhangi bir sakatlığı olup evlenemeyen kişiler bekar sınıfında yer alır. Bu yüzden bekâr ölüm oranı fazla görülmektedir. Kuşkusuz evli kişilerin bekarlara kıyasla gerek somut gerek tinsel bakımdan daha iyi bir yapıya sahip olmaları epeyce akla yakın geliyor. Ne var ki evliliğe giden yoldaki ayıklama evliliğin kapısına ancak seçkinlerin varabilmesi sonucunu verdirmiyor. Hele parasız işsizlerin ötekilerden daha fazla evlendiklerini ileri sürmek kuşku götürür bir şey olur. zaten üst üste olan olaylar açıklayacaktır ki yoksulluk intihara sebep olan etmenler içinde yer almaz. Sakatlara gelince birçok nedenin onların sakatlıklarını görülmezden gelinmesini sağlaması bir yana intiharların çoğunun onlar arasından çıktığını ispatlan bir şey yoktur. İnsanı kendini öldürmeye iten organik psişik durumların başında tüm biçimiyle nevrasteni gelir. Günümüzde ise nevrasteni bir eksiklikten çok bir seçkinlik işareti olarak görülmektedir. Zihinsel şeylere aşık toplumlarda sinir hastaları neredeyse bir soylular sınıfı oluşturuyor. Sadece apaçık deli olanların evlenmesi istenmiyor. Bu sınırlı ayıklanma evli kişilerin büyük bir orana varan şıklığını açıklamaya yetmez. İntihar yükler arttıkça azaldığına göre demek ki olgular intiharın yaşamın yüklerinden ötürü meydana geldiği yolunda ki genel anlayışı doğrulamaktan uzaktır. 13


Sonuç olarak intihar nedenleri çok çeşitlidir. Bunlar arasında sosyal nedenler, psikiyatrik

nedenler,

biyolojik

yatkınlık,

fiziksel

hastalıklar,

genetik

yatkınlık

görülebilmektedir. İntihar kişinin kendini cezalandırması değil çaresizliğinin dışa vurumudur. İntihar planlanmış olsa bile kasıtlı değildir. İntiharda amaç yaşamdan uzaklaşmak değil kendine acı veren gerçekliğinden uzaklaşmaktır. Bugüne kadar intiharı önleme tedbirleri başarıya ulaşmış değildir. Ruhi çöküntünün tedavisi de intihar oranında belli bir azalma sağlayamamıştır. Hatta şiddetli depresyon sırasında intihar etmeyenlerin bazıları biraz iyileşince intihar etmektedir. İnsanın kendi hayatına kastetme işi akla gelebilecek hatta bazen akıl almayacak her türlü yolla olabilmektedir. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: ELCİL İNTİHAR Aşırı bireyselleşme intihara götürdüğü gibi, yeterince bireyleşmeme de aynı sonuçları doğurur. İnsan toplumdan koptuğunda kendini kolaylıkla öldürdüğü gibi, onunla aşırı biçimde bütünleştiğinde de kendini öldürmektedir. Bartholin’in De causis contemptae mortis a Danis adlı kitabında yazdığına göre, Danimarkalı savaşçılar yaşlılık ya da hastalık nedeniyle yatakta ölmeyi utanç verici bir şey sayıyorlar ve bu yüz karası durumdan sakınmak için intihar ediyorlardı(Durkheim, 2013:246). Bunun gibi Gotlar da doğal ölümle ölenlerin, zehirli hayvanlarla dolu mağaralarda sonsuza dek baygın kalmaya yazgılı olduklarına inanılırdı. Silvius İtalicus İspanyol Keltleri için şöyle diyor: ‘’Bunlar kanlarını savurganca akıtan ve ölüme can atan bir ulus. Bir Kelt, gücünün olgunluk yıllarını aşar aşmaz, zamanı aşağılık bir şey sayar; yaşamının sonu kendi elindedir.’’ Bu nedenle intihar edenlerin zevk dolu bir yaşama ulaşacaklarına, ya da yaşlılıkla ölenlerin ise yeraltının korkunç karanlıklarında kalacaklarına inanılırdı. Aynı adet Hindistan’da da uzun süre devam etmiştir. Bu düşünceyi kabul eden topluluklara göre, ölümü beklemek, yaşam için bir utançtır; bu nedenle yaşlılık sonucu ölenlerin cesetlerine hiçbir saygı göstermezlerdi. Keos’da belli bir yaşı geçenler görkemli bir törende bir araya gelip güle oynaya baldıran zehri içerlerdi. Yüksek ahlaklarıyla tanınan Trogloditler de ve Serlerde de aynı uygulamalar vardı. Bu toplumlarda yaşlılardan başka kadınların da kocaları ölünce kendilerini öldürmeleri çoğu kez istenmektedir. Bu yabanıl uygulama Hindu geleneklerinde yoğun bir şekilde yaşanmaktadır. 1817’de yalnız, Bengal eyaletinde 706 dul kadın kendini öldürmüştür. Bundan başka prens ya da kabile başkanı öldüğünde, hizmetçilerinin de ölmeleri gerekir. 14


Maiyet üyesi, başkanı öldükten sonra asla yaşamamalıydı. Aşantilerde, kral öldüğünde komutanlarının da ölmesi bir yükümlülük idi. Görüldüğü gibi bu tip intiharların ilkel topluluklarda çok sık olduğuna kuşku yoktur. Bütün bu durumlarda insanın kendisini öldürmesi, bunu bir hak olarak görmesinden dolayı değil, bundan çok farklı olarak kendisi için bir ödev olmasından dolayıdır. Bundan yola çıkarak, yaşlıların yaşamaya devam etmesi durumunda çevrenin saygısını yitirmektedir. Demek ki toplum onu kendisini öldürmesi için baskı altına almaktadır. Toplum bu durumlarda ölmeyi resmen buyurmaktadır. Elçilik intiharı bencilin tersi durumu, yani Ben’in kendisine ait olmadığı, davranışlarının hedefinin kendisinin dışında, içinde yer aldığı kümelerden birinde bulunduğu durumu anlatır. Bu nedenle bir elçilikten ileri gelen intihara elcil intihar adını vereceğiz ama bu intihar, aynı zamanda bir ödev gibi yapılma özelliğinde olduğu için, benimsenen terimin bu özelliği de anlatması gerekir. Bu nedenle bu intihar türüne zorunlu elcil intihar adını vereceğiz. Polonezya’da küçük bir hareket, çoğu kes bir insanın intihar etmesi için yeter nedendir. Kuzen Amerika Kızılderilileri arasında da durum böyledir; bir karı koca tartışması ya da bir kıskançlık dürtüsü, bir erkek ya da kadının kendisini öldürmesi için yeterlidir. Gördüğümüz gibi hem zorunlu elcil, hem de zorunlu olmayan fakat toplum tarafından onun doğru olduğu görüşü olan intiharlar vardır. Hindistan, bu tür intiharların en çok görüldüğü ülkedir. Bir erkeğin belli bir yaşa gelmiş olması ve geride en azından bir oğul bırakması gerekir. Ama bu koşullar yerine gelmişse, o adamın hayatla daha fazla bir alıp vereceği kalmamış demektir. Bencil kişi, dünyada birey dışında gerçek hiçbir şey görmezken, aşırı elcil kişinin üzüntüsü, bireyin hiçbir gerçekliği olmadığını düşünmesinden ileri gelmektedir. Birincisi, bağlanabileceği hiçbir amaç göremeyip kendini bir şeye yaramaz, varlık nedeninden yoksun bulduğundan yaşamdan kopmakta; ikincisi ise bir amaca sahip olduğu için, ama bu amaç yaşamın dışında yer aldığından yaşam ona ulaşmasını önleyen bir engel gibi göründüğü için intihar etmektedir. Görüldüğü üzere nedenler arasındaki fark, sonuçlarda da ortaya çıkmaktadır: birincinin iç karartısı, ikincininkinden büsbütün ayrı bir niteliktedir. Birincininki onulmaz bir bezginlik ve iç karartıcı karamsarlık duygusundan oluşmakta, yararlı bir kullanım alanı bulamayan çalışmanın tümden durmasını ve çökmesini anlatmaktadır. İkincisininki ise, tersine umuttan oluşmaktadır; çünkü doğrudan doğruya, bu yaşamın ötesinde çok daha güzel ufuklar bulunduğu inancına dayalıdır. Hatta gerçekleşmek için sabırsızlanan ve aşırı bir güçle kendini ortaya koyan bir inancın coşkusunu ve atılımlarını içerir. Hristiyan, bu dünyadaki yaşamını iç açıcı bir bakışla görmemektedir. Onun için yaşam, acı verici sınamalarla dolu bir süredir; ona göre de gerçek yurdu bu dünya değildir; ama yine de Hristiyanlığın intihara karşı ne denli tiksinti öğretip telkin ettiği bilinmektedir. Çünkü Hristiyan toplumlar bireye, eski 15


toplumlardan çok daha büyük bir yer vermektedir. Ona, yerine getirmek zorunda olduğu ödevler vermişlerdir: öte dünyanın nimetlerine ulaşıp ulaşamayacağı, yalnızca bu dünya üzerine düşen görevi nasıl yaptığına bağlıdır ve bu nimetlerin kendileri de onlara hak kazandıran işler gibi kişisel niteliktedir. Böylece Hristiyanlık düşüncesindeki ılımlı bireycilik, insan ve yazgısı konusundaki görüşlerine karşın, onun intihar karşısında olumlu tutum olmasını engellemiştir. Bugün ise toplumumuzda elcil intiharın yoğun yaşandığı bir çevre vardır: Bu ordudur. Bütün Avrupa ülkelerinde genel bir olgu olarak, askerlerin intihara eğilimleri aynı yaştaki sivil halkınkinden çok daha yüksektir. Bu yükseklik %25 ile %900 arasında değişmektedir. Askerlerin intihar sayısı sivil nüfusun intihar sayısına oranla daha fazladır. Değişik ülkelerde yapılan araştırmalarında çok yüksek kısmı bu cümleyi doğrulamaktadır. Sivil toplum ile askerlik arasındaki intiharı değiştiren nedenleri açıklamaya çalışacağız. Yapılan araştırmalarda evli olmayan askerlerin evliliği olmadığı vurgulanmıştır fakat asker çevresinden soyutlanmış bir kimse olmadığından, bekarlık orduda sivil yaşamdaki kadar olumsuz sonuçlar doğurmamaktadır. Aynı yaştaki sivil toplumda bulunan gençlerin intiharına oranla askerde oluşan intihar sayısı daha artış göstermektedir. Fransa’da 1888-91 yıllarında bir milyon asker başına 380 intihar saptanmıştır; aynı dönemde 20-25 yaşlar arasındaki bekar erkekler için bu sayı yalnızca 237 idi. Astsubay intiharları aynı tutulacak olursa, bu katsayı daha yüksektir. 1867-74 döneminde bir milyon astsubay başına yılda ortalama 993 intihar olayı düşüyordu. 1866’da yapılmış bir sayıma göre bunların yaş ortalaması 31’in biraz üzerindeydi. Askerlikte olan bu intiharların sayısının sivil yaşama göre daha fazla olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. İşte tam burada bunun nedenlerini araştırmak gerekiyor. En sık öne sürülen nedenlerden biri askerlikten nefret etme duygusudur. Bu açıklama, intiharı yaşamın güçlüklerine bağlayan yaygın anlayışla uyum içindedir. Çünkü disiplinin katılıkları, özgürlük yokluğu her türlü rahatlıktan yoksunluk, kışla yaşamını özellikle çekilmez saymaya yöneltebilir. Askerliğin ilk yıllarında meslek tiksintisinin çok daha yoğun olduğunu ve asker kışla yaşamına alıştıkça azaldığını kabul etmek mantığa uygun gibi görünse de Fransız ordusunda yapılan araştırma tam tersini göstermektedir. Bu araştırmada, askerde olma süresi arttıkça intiharların sayısında bir artış gözlemlenmektedir. Aynı süre içinde sivil bekar erkeklerde ise artış oluyor fakat sadece 237’den 294’de çıkmaktadır, yani askerdeki kadar değildir. Durumun İtalya’da da aynı olduğu görülüyor. İngiliz ordusunda da durum böyledir. Nitekim Prusya’da askerliğin ilk altı ayında intiharların olağanüstü çok sayıda olduğu bildirilmektedir. Avusturya’da da aynı biçimde, 1000 intihardan 156’sı ilk üç ay içinde yapılmaktadır. Ama bu olgularla bundan 16


öncekiler arasında bir bağdaşmazlık yoktur. Çünkü bu bunalımlı dönemde görülen geçici ağırlaşma dışında, tamamıyla başka nedenlerden ileri gelen ve Fransa ile İngiltere’de gözlemlediğimize benzer bir yasaya göre artarak süren bir ağırlaşma durumu daha vardır. Ayrıca Fransa’da bile ikinci üçüncü yılların oranı birinci yılınkinden hafifçe daha düşüktür, ama bu daha sonraki yükselmeyi önlememektedir. Askerlik yaşamı subaylar ve astsubaylar için, askerlere göre çok daha az zahmetli, disiplin daha az katıdır. Fakat intihar olayında durum tam tersidir. İtalya’da 1871-75 yıllarında, subaylar arasındaki yıllık ortalama intihar oranı milyonda 565 iken askerler arasında yalnızca 230 idi. Astsubaylarda ise bu oran çok daha yüksek olup milyonda 1000 intiharı aşıyordu. Prusya’da rütbesiz askerlerin intihar oranı milyonda 560 iken astsubaylarınki 1140’dır. Görüldüğü gibi intihardan en çok etkilenen ordu üyeleri, bu mesleğe en istekli, onun gereklerine en uygun, sakınca ve sıkıntılarına karşı en korunmuş üyelerdir. Öyleyse bu mesleğe özgü bu özel ağırlaşma katsayısının nedeni, mesleğin iticiliği değil, tersine askerliğin özünü oluşturan türlü durumlar, edinilen alışkanlıklar ya da doğal eğilimlerin toplamıdır. Emredildiği anda yaşamını defa etmeye hazır olması gerektiğine göre, kendi kişiliğine az önem verecek biçimde yetiştirilmelidir. Bu emirler tartışmasız anında yerine getirilmelidir. Dış dürtülere böylesine uysalca uymak için kendi bireyliğine çok zayıf bir ölçüde bağlanması gerekir. Kısacası, askerin davranış kuralı, kendisinin dışındadır, bu ise elcillik durumunun tanıtıcı özelliğidir. Ordu, çağdaş toplumları oluşturan bütün parçalar içinde, aşağı toplumların yapısına en çok benzeyen kesimdir. Ordu bireyi güçlü bir biçimde kuşatan ve onu kendine özgü bir davranışta bulunmaktan alıkoyan yoğun ve sımsıkı topluluktur. Böyle bir manevi yapı, elcil intiharların doğal ortamı olmaya başlıyor. Ordusunda intihar eğilimleri en yüksek halklar, aynı zamanda en az gelişmiş olan ve adetleri aşağı toplumlardaki adetlere en çok benzeyen halklardır. Gelenekçilik bencil intihara karşı koruyucu olduğundan, güçlü olduğu yerde sivil nüfus içinde intiharların az olması doğaldır. Fakat belli bir ölçüyü aştığında, bizzat kendisi, başlı başına bir intihar kaynağına dönüşür. Ordu ise, bildiğimiz gibi, zorunlu olarak bunu abartmaya eğilimlidir ve kendi etkinlikleri çevreninkinden güç ve destek aldığı ölçüde bu yolda ilerler gider(Durkheim, 2013:268). İntiharın en az olduğu ordu kesimleri istihkâmcılar, mühendisler, sağlıkçılar, idari görevler yapanlar, yani asker özelliği en az vurgulanan kesimlerdir. Bunun gibi İtalya’da 1878-81 yılları arasında genel olarak orduda intiharlar bir milyonda 430’dan ibaret iken hafif piyade erlerinde 580, jandarmalarda 800, askeri okullarla eğitim taburlarında ise 1010 idi. Askeri intiharlar üzerinde yasaların etkisini ise doğrulayan kanıt ise intiharların her yerde 17


gerilemekte olmasıdır. Fransa’da 1862’de bu sayı bir milyon kişi başına 630 idi; 1890’da ise yalnızca 280’dir. Bu azalmanın, askerlik süresini kısaltan yasalardan ileri geldiği öne sürülmüştür. Prusya’da asker intiharları 1877’de bir milyonda 716’dan 1893’de 457’ye düşmüştür; bütün Almanya’da 1877’de 707 iken 1890’da 550 olmuş; Belçika’da 1885’de 391’den 1891’de 185’e; İtalya’da 1876’da 431’den 1892’de 389’a inmiştir(Durkheim, 2013:270). Gerçekten de aynı yıllarda bütün bu ülkelerde eski askeri zihniyette bir gerileme olduğu kesindir. Görüldüğü gibi her şey, asker intiharının elcil intiharların bir biçiminden ibaret olduğunu kanıtlıyor. Asker en küçük bir düş kırıklığı karşısında, en boş nedenler yüzünden, bir izin isteğinin reddi, bir azarlanma, haksız bir ceza, yükselmekte bir gecikme, bir onur sorunu, geçici bir kıskançlık nöbeti ya da hatta yalnızca gözlerinin önünde ya da bilgisi içinde başka intiharların yapılmış olması nedeniyle kendini öldürebilir. BEŞİNCİ BÖLÜM: KURALSIZLIK İNTİHARI Bu intihar türü toplumdaki normların çözülmesinden doğan bir intihardır. Özellikle ekonomik kriz dönemlerinde, toplumu bir arada tutan kurallar(normlar) çözülür. İnsanların davranışlarında kullanabilecekleri ölçüt bulmaları güçleşir. Ekonomik krizlerin intihara neden olduğunu belirten Durkheim, bunun nedeninin zenginlik ya da fakirlik değil; toplumsal yapıdaki değişiklik olduğunu belirtir. Meydana gelen bu değişiklik toplum için yararlı ya da zararlı olsun, bunun hiçbir önemi yoktur. Önemli olan toplumda meydana gelen değişikliğin bireyin yaşam koşullarını alt-üst etmiş olmasıdır. İntiharı arttıran kargaşalık halleri, sadece ekonomik bunalım, düzensizlik değil; aynı zamanda aile yaşamında meydana gelen kargaşalıklar da bu oranı arttırmaktadır. Çeşitli aile bunalımları arasında en önemlilerinden ikisi, kuşkusuz, dullukla, boşanma ya da mahkeme kararıyla ayrı yaşamadır. Gerçekten karıkocadan biri ölünce aile düzeni alt-üst olur, geriye kalan karı ya da koca bu yeni duruma kendini uyduramaz, bu yüzden de bu gibilerde kendi kendini öldürme eğilimi kolaylaşır. Dul erkek ya da kadınlarda intihar oranı, evlilerdeki intihar oranından çok yüksektir. Hemen hemen her toplumda boşanmışlarda intihar oranı, değil evlilerden, dullardan, bekârlardan bile daha fazladır. Viyana’da 1873’de mali bir bunalım olmuş ve 1874’de en yüksek düzeyine çıkmıştır; intiharların sayısı da hemen yükselmiştir. 1872’de 141 olan bu sayı 1873’de 153’e, 1874’de

18


de 1872’ye göre %51’lik 1873’e göre %41’lik bir artış göstererek 216’ya çıkmıştır(Durkheim, 2013:275). Prusya’da 1850’de buğday fiyatları, bütün 1848-81 döneminin en düşük düzeyine inmiştir. 50 kilogramı 6.91 marktır; oysa intiharlar sayısı 1849’da 1527 iken 1736’ya çıkmış, yani %13 oranında artmıştır. Ve düşük fiyatlar süregittiği halde intiharlar da artmaya devam etmiştir. İtalya’da ise, 1879’da toplam 54000 beygir gücündeki 4459 buhar makinesi sanayinin gereksinimini karşılamaya yeterken, 1887’de makine sayısı 9983’e çıkmış ve güçleri üç kat artışla 167000 beygir gücü olmuştur. Bununla birlikte işçilerin maddi koşulları öylesine düzeldi ki, aynı dönem boyunca ekmeğin fiyatı azaldı. Oysa bu toplumsal yeniden doğuşa koşut olarak intiharların sayısında da olağanüstü bir artış görülüyor. 1866’dan 1870’e değin aşağı yukarı durgun intiharlar, 1871’den 1877’ye kadar %36’lık bir artış göstermiştir. 1870 savaşının ertesinde yeni bir mutlu gelişme ortamına giriliyor. Almanya’nın birliği sağlanıp tümüyle Prusya egemenliğine giriyor. Çok büyük bir savaş tazminatıyla kamusal servet büyümüştür; ticaret ve sanayi büyük atılımlar yapmaktadır. İntiharlardaki artış da hiçbir zaman bu sıradaki kadar hızlı olmamıştır. 1875-76 arasında 3278’den 6121’e yükselerek %90 artmıştır. Böyle bir durumda yoksulluğun intihara karşı koruyucu bir özelliğini söylemekte fayda var. Köylülerin çok sıkıntılı bir yaşam sürdüğü İrlanda’da çok az intihar vardır. Sefalet içindeki Kalabriya’da hemen hiç intihar yoktur. İspanya’da intiharlar Fransa’dakinin onda biri kadardır. Yoksulluğun intihara karşı koruyucu olduğu bu örneklerle söylenebilir. Hiçbir canlı varlık, gereksinimleri olanaklarıyla yeterli bir orantı içinde olmadıkça

mutlu

olamaz,

hatta

yaşayamaz.

Başka

deyişle,

gereksinimleri

onun

karşılayabileceğinden daha çok şey ya da başka bir şey gerekiyorsa, sürekli bir sürtüşme içinde olurlar ve acı vermeden işleyemezler. Organizmanın istediği bütün şey, yaşamak için durmadan kullandığı maddelerin ve gücün aynı miktarlarda ve düzenli aralıklarla karşılanması, yani onarımın yıpranmaya eşit olmasıdır. Hayvan, yaşamın kendi kaynaklarında yol açtığı boşluk doldurulduğunda doyuma ulaşır ve başka bir şey istemez. Ama bu durum insan için geçerli değildir, çünkü insanın gereksinimlerinin çoğu vücuduna bağımlı değildir ya da bağımlılık aynı ölçüde değildir. İnsan sadece maddi gereksinimler karşısında ayakta kalan bir organizma değildir, manevi ihtiyaçları ve psikolojik durumunu etkileyen türlü faktörler vardır. İşte tam burada intiharın oluşumunda çevresel psikolojik manevi öğelerin önemini vurgulayabiliriz. Birden bire alışkın olmadığı bir olayla karşılaştığında yada özgürlüğünden taviz verdiği bir durumda intihar olabilir. İnsan aynı düzene alışmışsa bu yoksullukta olsun zamanla alışabilir ve intiharın sayısı azalabilir, fakat insanı şoke edecek hızlı bir gelişme

19


karşısında ne yapacağını bilemez ve intihara kalkışabilir. Burada intiharın karmaşık bir yapısı olduğunu söyleyebilirim. Kuralsızlık durumu, bunalımın kayırmış olduğu sınıf artık eski durumuna katlanamaz hale gelmesiyle artış göstermektedir. Büyüyen dünya ve ekonomik buhranlar sonucu kamuoyu sınırlanamayan iştahlar karşısında artık nerede duracaklarını bilemezler. İhtiyaçların yerini ihtiraslar almıştır ki burada kuralsızlık durumu görülmeye uygun bir yer halini almıştır. İştahlar büyük bir azma sürecine girerler. Gönenç arttığı için isteklerde coşmuştur. Tam da geleneksel kurallar etkinliklerini yitirdiği sırada bu iştahlara konu olan şeylerin daha bollaşması onları daha hırslı ve daha kural tanımaz yapar. Böylece, tam da daha güçlü bir disipline gerek duydukları bir sırada tutkuların daha başıboş kalması nedeniyle, bu bozulma ya da kuralsızlık durumu daha da ağırlaşır. Kuralsızlık ancak yalnız arada sırada görülen ani çıkışlar olarak ve şiddetli bunalımlar biçiminde ortaya çıkarsa da, zaman zaman intiharların toplumsal oranını değiştirebilmektedir; ama intiharların düzenli ve sürekli bir etkeni değildir. Ancak toplumsal yaşamın bir alanı var ki, orada kuralsızlık fiilen çok ağırlaşmış bir durumdadır; ticaret ve sanayi dünyası. İnsanlar bulundukları bunalımı doğuran durumu genelleyip yaşamı kötü gösteren, zevkten çok acıyla dolu olduğunu ve insanı aldatıcı çekicilikleriyle ayarttığını ileri süren kuramlar ortaya çıkmaya başlar. Bu düzensizlik en çok ekonomik yaşamda görüldüğünden, kurbanları da en çok bu alanda olmaktadır. Gerçekten sanayi ve ticaret işleri intiharların en çok görüldüğü mesleklerdir. Özellikle tarımcı nüfusa göre çok daha büyük ölçüde etkilenmektedir. Çünkü tarım işçileri, eski düzenleyici güçlerin etkilerin etkilerini hala en büyük ölçüde sürdürdükleri ve ticaret yaşamının ateşinin ise en az ulaştığı işlerdir. Aşağı sınıfların ufku, en azından, kendi üstlerindeki sınıflarla sınırlanmakta ve bu yüzden istekleri daha belirli olmaktadır. Oysa kendi üstlerinde başka hiçbir kesim bulunmayan insanlar, kendilerini sınırlayan herhangi bir güç bulunmaması durumunda, bu boşlukta kaybolmaya neredeyse mahkûmdurlar. Bencil intiharlar, insanların artık yaşam için bir gerekçe gösterememelerinden kaynaklanıyor; elcil intihar, insanların, yaşamının gerekçesini yaşamın dışında görmelerinden ileri geliyor. Varlığını az önce saptadığımız intihar ise insanların etkinliklerindeki düzenin bozulmasından ve onların bundan acı duymalarından dolayıdır. Kökeni nedeniyle bu intihara kuralsızlık adını veriyoruz. Kuşkusuz bu iki intihar arasında benzerlik yok değildir. İkisi de toplumun varlığını bireylere yeterince duyuramamasından ileri gelmektedir. Bencil intiharlarda ortaklaşa etkinlikler bakımından toplum varlığı fark edilmemekte, böylece ortaklaşa çabalar amaç ve anlamdan yoksun kalmış olmaktadır. Kuralsızlık intiharında asıl olarak bireysel tutkular bakımından toplumun etkisi görülmekte, böylece onları düzenleyecek 20


hiçbir sınırlayıcı güç ortada kalmamaktadır. Sonuç olarak aralarındaki ilişkiye karşın, bu iki tür yine de birbirinden bağımsız kalmaktadır. İntihara yol açabilen, yalnız ekonomik nitelikteki kuralsızlık durumu değildir. Dulluk bunalımı ortaya çıktığında görülen, daha önce sözünü ettiğimiz intiharlar, gerçekten de, eşlerden birinin ölmesi üzerine doğan aile kuralsızlığından ileri gelmektedir. Bu durumda, yaşamda kalanı etkileyen bir aile yakını ortaya çıkmaktadır. Geride kalan karşılaştığı bu yeni duruma uyarlanmış değildir, bu nedenle daha kolaylıkla kendini öldürmektedir. Bay Bertillon, boşanma üzerine yayınladığı önemli incelemesinde; boşanmaların az olduğu ülkelerde intiharların sayısı az, çok olduğu ülkelerde ise intiharların fazlalaştığı sonucuna ulaşmıştır(Durkheim, 2013:298),(Çizelge XXV). Gerçekten de bir ülkede ne kadar çok birbiriyle uyuşmayan evli çift varsa, o kadar da çok boşanma olmaktadır. Boşanmaların artışı beraberinde intihar oranında artmaya neden olmaktadır. Evli çiftler hiç alışık olmadıkları bir yaşam stiline geçerler ve eşsiz bir hayata başlarlar, bu onları psikolojik yönden etkileyebilir ve intihara sebep olabilir. Yapılan araştırmalarda bu savı desteklemektedir. Uyuşmaz tipler ise özellikle düzensiz yaşamı olan, ahlak ve zekâsı kıt, bu nedenler dolayısıyla intihara da eğilimi yüksek bireyler arasından çıkmaktadır. Her iki cinste de boşanmış kişiler, daha genç oldukları halde, evlilere oranla 3 ila 4 kat daha çok intihar etmektedirler. Bu açıdan, boşanmanın manevi ve maddi düzeyde yol açtığı değişmenin etkisi olduğunda kuşku yoktur. Ama bu yeterli bir açıklama değildir. Gerçekten dulluk da yaşamı boşanma gibi baştanbaşa sarsar; hatta genellikle çok daha açık sonuçlara yol açar, çünkü eşlerce arzu edilmiş bir şey değildir; oysa boşanma çoğu kez eşler için bir kurtuluştur. Ama yine intiharı artırıcı etkisi göz ardı edilemez. Boşanma, evlilik düzenlemesinde bir zayıflamayı anlatır. Boşanmanın kabul edildiği, özellikle de hukuk ve geleneklerin boşanma yolunu aşırı ölçüde kolaylaştırdığı yerlerde evlilik, artık bir evlilik taslağından başka bir şey değildir; bu evliliğin aşağı bir biçimidir. Bu bakımdan yararlı sonuçlarını aynı ölçüde ortaya koyamaz. Arzuya koyduğu sınır artık aynı sağlamlıkta değildir; daha kolaylıkla sarsılıp yeri değiştirildiğinden tutkuları aynı güçlükle dizginleyemezler ve bunlar durmadan sınırları taşmaya koyulurlar. Sonuç olarak toplam intiharlar sayısı yükselir. Görülüyor ki boşanmalarla intiharların artışındaki koşutluğu açıklayan şey, boşanma kurumunun yol açtığı evlilikte kuralsızlık durumudur. Mutsuz aileler ve geçinemeyen çiftler arasında görülen ilişkilerde boşanmalar fazla olmaktadır.

21


ALTINCI BÖLÜM: DEĞİŞİK İNTİHAR TÜRLERİNİN BİREYSEL BİÇİMLERİ İntihar değil intiharlar vardır. Kuşkusuz intihar her zaman, ölümü yaşamaya yeğleyen bir insanın edimidir. Ama bu edimi belirleyen nedenler her durumda aynı nitelikte değildirler. Birbirinden nitelik bakımından farklı birçok intihar türü bulunduğu kesindir. Eski çağların da kuşkusuz bildiği, ama özellikle zamanımızda gelişen bir intihar biçimi vardır: Raphael de Lamartine bunun en güzel örneğidir. Bu intihar biçiminin tanıtıcı özelliği, etkinlikte bulunma gücünü ortadan kaldıran bir iç karartısı durumudur. Bu durumda kişi, işlere, kamusal görevlere, yararlı çalışmaya, hatta aile içi ödevlerine karşı ilgisizlik ve soğukluktan başka bir şey duymaz. Kendi dışına çıkmaktan tiksinir. Buna karşılık etkinlik yönünden yitirdiklerini düşünce ve iç yaşam yönünden kazanır(Durkheim, 2013:323). Kendisini çevreleyen şeylerden yüz çevirmekle, bilinç kendi üzerine kapanmakta, kendisine uygun tek konu olarak kendi kendisini almaktadır. Birey kendi kendisine böyle tutulduktan sonra, artık kendisi olmayan her şeyden durmadan daha çok kopar ve içinde yaşadığı yalnızlığı taparcasına güçlendirir. Bütün etkinliği kendi başına düşünmekten oluşan kişi çevresindeki her şeye karşı duyarsızlaşır. Hasta saatini seçmekte ve planı üzerinde çok önceden uzun uzun düşünmektedir. Yavaş işleyen araçlardan bile tiksinmektedir. Sakin ve kimi kez tatlı bir hüzün, onun son anlarını betimler. Sonuna değin kendi kendine çözümler. Falret’nin sözünü ettiği ıssız bir ormana çekilip kendini orda açlıktan ölmeye bırakan tüccarın durumu böyledir. Söz konusu kişi, üç hafta süren bir can çekişme boyunca izlenimlerini bir günce biçiminde kaydedip bize bırakmıştır. Bir başkası kendini öldürmek üzere ağzıyla karbon gazını soluklamakta, bir yandan da gözlemlerini yazmaktadır: ‘’Ne yüreklilik, ne de korkaklık gösterdiğim düşüncesindeyim; yalnızca kalan son birkaç anlık yaşamımı, insanın zehirli gazla intihar ederken neler duyduğunu ve ne kadar süreyle acı çektiğini belirtmek amacıyla kullanmak istiyorum.’’ Yine bir başkası, ‘’ baş döndürücü dinleme düşüncesi’’ dediği şeye doğru yürümeden önce, kendisini kanın döşemeye yayılamayacağı bir biçimde öldürecek karmaşık bir alet yapmıştır. Bu değişik özelliklerin nasıl bencil intiharla ilgili olduğu kolaylıkla görülmektedir. Bir şey yapma konusundaki bu tembellik, bu hüzünlü kopma, bu intihar türünün tanıtıcı özelliği olan aşırı bireyselleşmenin sonucudur. Birey kendisine iş edindiği tek şey, kişisel gereksinimlerini gidermektir; bunları da doyurulması daha güvenli olsun diye basitleştirmektedir. Başka hiçbir şey umamayacağını bildiğinden, fazladan hiçbir şey istememekte, ama bu tek amacına ulaşması engellenecek 22


olursa ortak bir gerekçesi kalmayacak olan varlığına son vermeye de tamamıyla hazır bulunmaktadır. Bu epikurosçu intihardır. Çünkü epikuros tilmizlerine ölümü çabuklaştırmayı buyurmuyor, tersine onlara yaşamı ilginç buldukları sürece yaşamayı öğütlüyordu. Fakat koşulların en küçük gerektirmesi durumunda yaşamdan ayrılmaya hazır olmayı özendiriyor. Yaşamlarını sürdüremeyecekleri kaçınılmaz an geldiğinde kendilerini alaylı bir sükunetle ve çok doğal bir şey yaparcasına öldüren zevk düşkünlerinin durumu böyledir. Kendini öldüren bencilin ayırt edici özelliği, ya hüzünlü bir bitkinlik ya da Epikurosçu bir kayıtsızlık biçiminde beliren bir genel çöküntü durumudur. Elcil intihar ise, bunun tersine, şiddetli bir duygudan kaynaklandığı için, belli bir güç harcamasını gerektirir. Zorunlu intihar durumunda bu güç aklın ve istencin hizmetindedir. Elçilik çok şiddetli olduğundan, bu edimde daha bir tutkuyla ve düşünmeden yapılma özelliği bulunur. Bu özellik, insanı ölüme koşturan bir inanç ve coşku atılımıdır. İlk girişiminde kendini asmayı başaramayıp yeniden deneyen, ama bundan önce son izlenimlerini yazılı olarak kaydetme özenini gösteren bir subay şöyle yazıyor: ‘’ Ne tuhaf yazgım var! Az önce kendimi astım, bilincimi yitirmişim, ip koptu sol kolumun üzerine düştüm… yeni hazırlıklarımı bitirdim, az sonra yeniden deneyeceğim, ama son olarak bir pipo daha içmek istiyorum; umarım bu sonuncu olur. Birinci kez duygularımla savaşmam gerekmedi, her şey çok iyi geçmişti; ikincisinin de böyle olacağını umarım. Olağandışı bir şey olduğunu kabul ediyorum, ama durum böyle. Hepsi doğru. Tam bir sükunet içinde ikinci bir kez öleceğim. Görülüyor ki, adamın sükuneti tamdır; hiçbir çabalama izi yoktur, edim doğrudan bir nitelik taşımaktadır, çünkü kişinin etkin durumundaki bütün eğilimleri ona yolları hazırlamaktadır(Durkheim, 2013:329). İnsan kimi kez ulaşabileceğini sandığı, ama gerçekte gücünün yetmediği amaca ulaşamaz; belirli toplumsal sınıflanma durumunun bulunmadığı zamanlar çok yaygın olan anlaşılmamış kişilerin intiharları böyledir. Kimi kez, bir süre tüm isteklerini ve değişiklik zevkini doyurmayı başardıktan sonra, birey birden bire yenemediği bir engele çarpar ve artık kendisi için çok sıkıcı gelen bir yaşama katlanamayarak kendini öldürür. Başarı üstüne başarı elde ettikten sonra kasıtlı bir ıslıklama, biraz sert bir eleştiri yüzünden ya da ünleri artık azalmaya başladığı için intihar eden bütün sanatçıların intiharları böyledir. Bunun daha başka türleri de vardır: Ne başkalarından, ne de koşullardan herhangi bir şikayeti olmaksızın, arzularını yatıştıracak yerde kışkırtan umutsuz bir uğraştan kendiliğinden usananlar. Bunlar o zaman genel olarak yaşama karşı çıkarlar ve onu kendilerini aldatmakla suçlarlar. Böyle intiharlar için Seneca şöyle demiştir; ‘’Bizi bunaltan hastalık yaşadığımız yerlerde değil, bizim kendimizdedir. En hafif yükü taşıyacak gücümüz yok, acıya katlanamıyoruz, zevkten yararlanamıyoruz, hiçbir şeye karşı sabrımız yok. Niceleri her türlü değişikliği denedikten 23


sonra aynı duygulara döndüklerini, hiçbir yeni deneyim elde edemediklerini görüp ölümü kendi kendilerine çağırıyorlar’’. İntiharların özellikle iki etkeni, birbirine büyük bir yakınlık göstermektedir: Bencillik ve kuralsızlık. Gerçekten bunların genellikle aynı toplumsal durumun iki ayrı yönünden başka bir şey olmadığını biliyoruz; bu bakımdan aynı bireyde görülmeleri şaşırtıcı değildir. Hatta bencil kişinin ölçüsüzlüğe bir ölçüde eğillimi olması bile kaçınılmazdır; çünkü toplumdan kopuk olduğu için, toplum onu bir düzene alabilecek ölçüde ona hakim değildir. Bununla birlikte arzularının genellikle azgınlaşamaması, tümüyle kendi içine kapanmış olmasından ve dış dünya onu ilgilendirmediği için tutkularının canlılığını yitirmiş olmasından dolayıdır. Buna karşılık kural tanımamazlıkta da bir bencillik tohumu vardır, çünkü eğer insan ileri bir ölçüde toplumsallaşmış olsa her türlü toplumsal ölçüye başkaldırmaz. Kuralsızlık elcillikle birlikte de bulunabilir. Aynı bunalım bir bireyin yaşamını altüst edebilir, onunla çevresi arasındaki dengeyi bozabilir ve aynı zamanda da ondaki elcil eğilimleri onu intihara yöneltecek bir duruma sokabilir. Özellikle kuşatılmışlık intiharları adını verdiğimiz durumlar böyledir. Örneğin Yahudilerin Kudüs düştüğü sırada yığınlar halinde intihar etmeleri, hem Romalıların yengisi olan Roma’nın boyunduruğu ve haracı altına sokarak alışmış oldukları yaşam biçimi yaşam biçimini değiştirme tehdidini içerdiğinden, hem de kentlerini ve dinlerini bunlardan herhangi biri yok olduğu takdirde artık yaşayamayacak ölçüde çok sevmelerinden dolayıydı. Bunun gibi, iflas eden bir insanın, yoksullaşmış bir durumda yaşamak istemediği için olduğu kadar, kendi adını ve ailesinin adını başarısızlık utancından sakınmak için de kendini öldürdüğü sık sık görülür. Son olarak, bencillik ile elçiliğin, yani bu iki karşıt öğenin kendileri de etkilerini birleştirebilirler. Dağılan toplumun artık birey etkinlikleri için amaç sağlayamadığı kimi dönemlerde, yine de, bu genel bencillik durumunun etkilerine uğramakla birlikte başka şeyler özleyen bireylere rastlanır. Bencil kişiler gerçek hiçbir şeye bağlanmadıkları için, kendilerini ancak bu işi görecek ideal bir gerçeklik uydurarak tatmin edebilirler. Böylece düşüncelerinde, kendilerini köle yaptıkları ve başka her şeyden, hatta kendi kendilerinden ne kadar koparlarsa kendilerini o kadar tam biçimde adadıkları tasarımsal bir varlık yaratırlar. Yaşama bağlanmalarının bütün gerçeklerini bu varlıkta bulurlar, çünkü onların gözünde başka hiçbir şeyin değeri yoktur. Böylece çifte ve çelişkili bir yaşam yaşarlar: gerçek dünyaya ilişkin her şey bakımından bireyci iken, bu düşsel varlıkla ilgili her konuda ölçüsüz bir biçimde elcildirler. Ama bu her iki eğilim de intihara götürmektedir. Stoacı intiharların kökenleri ve nitelikleri böyledir. Stoacı, birey kişiliğinin çevresi dışındaki her şeye karşı tam bir ilgisizlik öğütlüyor ve bireyi kendi kendine yetmeye özendiriyorsa da, aynı zamanda onu evrensel akla 24


sıkı sıkıya bağımlı bir duruma da sokuyor ve hatta bu aklın gerçekleşmesinde yalnızca bir araç durumuna indirgiyor. Stoacının işlediği intihar aynı zamanda hem bencilinki gibi duyumsamazlığa dayalıdır hem de elcilinki gibi bir ödev olmak üzere yapılmıştır. Bu intiharlarda hem birinin hüznü, hem de ötekinin etkin gücü vardır; burada bencillik mistisizm ile karışmaktadır. Her ulusun ve her ulus içinde de her toplumsal kümenin değişik ölüm biçimlerine verdiği göreli saygınlık intihar için önemli etkendir. Mesela elektriğin kullanılması yaygınlaştıkça, elektriğe dayalı yollardan intiharlar da daha sıklaşmıştır. Bunun gibi demiryolları yapıldıkça, kendini bir trenin altına atarak öldürme yolu da yaygınlaşmıştır. KİTAP III GENEL BİR TOPLUMSAL OLGU OLARAK İNTİHAR BİRİNCİ BÖLÜM: İNTİHARIN TOPLUMSAL ÖĞESİ Önce intihar edenin içinde bulunduğu dış durum vardır. Kendilerini öldürenler kimi kez aile acıları ya da aşkta düş kırıklıkları yaşamışlar, kimi kez yokluk ya da hastalık çekmişler, kimi kez de kendi kendilerini bir ahlaki kusurla suçlamışlardır vb. ama bu bireysel özelliklerin intiharların toplumsal oranını açıklayamadığını gördük; çünkü böylece özel intiharlara doğrudan doğruya örneklik eden koşullardaki değişik bileşimler aynı göreli sıklıklarını aşağı yukarı korudukları halde, intiharların toplumsal oranı çok büyük ölçülerde değişmektedir. Sık sık intiharlarla birlikte görüldükleri için ona neden oldukları sanılan durumlar neredeyse sonsuz denecek kadar çok sayıdadır. Biri varlık içinde kendine kıyar, öbürü yokluk içinde, biri aile yaşamında mutsuz olmuştur, öbürü kendini mutsuz kılan bir evliliğe boşanma yoluyla son vermiştir. Şurada bir asker işlemediği bir kusurdan dolayı cezalandırılması üzerine yaşamına son vermekte, başka bir yerde işlediği suç cezasız kalmış ve cani kendini öldürmektedir. Yaşamın en değişik, hatta birbiriyle en çelişkili olguları intihara bahane olabilir. Kimi insanlar korkunç mutsuzluklara karşı direnirken, başka kimilerinin küçük sıkıntılar yüzünden intihar ettiğini görüyoruz. Zaten daha önce, en çok intihar edenlerin en çok sıkıntı çekenler arasından çıkmadığını görmüştük. İnsanı kendi kendisine karşıt kılan şey, daha çok son derece rahat yaşam koşulları olmasıdır. Yaşamın en rahat olduğu dönemlerde ve sınıflarda insanlar en büyük kolaylıkla canlarına kıymaktadırlar. Nitekim bireysel koşullara en büyük ağırlığı vermiş olanlar bile, bunları bu dış belirişlerden çok intihar edenin iç yapısında, yani biyolojik yapısında ve bunu belirleyen fiziksel 25


özelliklerde aramışlardır. İntihar, böylece belli bir huyun ürünü, sinir bozukluğuyla birlikte görülen ve onunla aynı etkenlere bağlı olan bir olay gibi sunulmuştur. Oysa biz sinir bozukluğu ile intiharların toplumsal oranı arasında hiçbir doğrudan ve düzenli ilişki bulabilmiş değiliz. Bireyi bir yana bırakıp, her toplumdaki intihar eğiliminin nedenlerini doğrudan doğruya toplumların kendi yapılarında aradığımızda, büsbütün başka sonuçlara ulaşmış bulunuyoruz. Kadının erkeğe göre çok daha az intihar etmesi, ona oranla topluluk yaşamına çok daha az katılmasından dolayıdır; böylece topluluk yaşamının iyi ya da kötü olan etkisini erkekten daha az duymaktadır. Başka nedenlerle de olsa, yaşlılar ve çocuklar için de durum böyledir. Son olarak intiharların ocaktan hazirana değin artıp ondan sonra azalması da, toplumsal etkinliklerin de aynı mevsimlik değişmeleri göstermesinden dolayıdır. Bütün bu olgulardan, intiharların toplumsal oranının ancak toplum bilimsel yoldan açıklanabileceği sonucu çıkmaktadır. Herhangi bir anda gönüllü ölümlerin oranını belirleyen şey, toplumun manevi yapısıdır. Öyleyse her toplumda, insanları kendilerini öldürmeye iten belli bir enerjiye sahip bir ortaklaşa güç vardır. Her toplumsal kümenin intihar konusunda kendine özgü gerçek bir eğilimi vardır ve bireylerin bu konudaki eğilimi ondan kaynaklanır, yoksa o bireylerinkinden değil. Bireylere etkide bulunarak onları kendi kendilerini öldürmeye yönlendiren şey, topluluktaki bu eğilimlerdir. Örneğin, Fransızların büyük çoğunluğunun gösterdiği ve aynı ölçüde ve biçimde İtalyanlarda ya da Almanlarda bulunmayan bir dizi fiziksel ve manevi özellikler vardır. Bu özellikler toplumdan topluma değişiklik gösterir. Bir toplumu oluşturan bireyler bir yıldan öbürüne değişirler; ama yine de toplumun kendisi değişmedikçe intihar edenlerin sayısı değişmemektedir. Paris’in nüfusu çok yüksek bir hızla yenilenmektedir; bununla birlikte Paris’in Fransa’daki toplam intiharlar içindeki payı önemli ölçüde aynı kalmaktadır. Ordu mensupları birkaç yıl içinde baştan başa değiştiği halde, bir ulustaki asker intiharları oranı son derece yavaş değişmektedir. Bütün ülkelerde toplumsal yaşam yıl boyunca aynı ritme göre akışır; ocaktan yaklaşık temmuza kadar artar, daha sonra azalır. Toplumdan topluma değişik oranlarda da olsa bencilliği, elcilliği ve bir ölçüde de kuralsızlığı birleştirmeyen hiçbir ahlaki düşünce yoktur. Çünkü toplumsal yaşam aynı zamanda hem bireyin belli bir kişiliğe sahip olduğunu, hem toplum gerektiriyorsa ondan vazgeçmeye hazır olduğunu ve hem de bir ölçüde ilerleme düşüncelerine açık olduğunu anlatır. Bundan dolayı, insanı üç ayrı hatta çelişik yöne yönelten bu üç düşünce akımının bir arada bulunmadığı hiçbir toplum yoktur. Ama bunlardan biri öbürleri aleyhine belli bir şiddet ölçüsünü aştığında, daha önce belirtilen nedenlerle, bireyselleşirken intihara yol açıcı bir nitelik alır. Doğal olarak, bu ağır basma ne kadar şiddetli ise intihara yöneltecek ölçüde 26


derinden etkilediği bireyler de o kadar çok sayıda, ne kadar az şiddetli ise o kadar az sayıda olur. Bu şiddetin kendisi de yalnızca şu üç tür nedenlere bağlıdır: 1) Toplumu oluşturan bireylerin niteliği; 2) Bunların bir araya geliş biçimi, yani toplumsal örgütlenişin niteliği; 3) Ulusal, ekonomik, vb. bunalımlar gibi, toplu yaşamın anatomik kuruluşunu değiştirmeksizin işleyişini bozan geçici olaylar. Bununla birlikte intiharların sayısı, toplumsal koşullara bağlı olarak değişkenlik gösterir(Durkheim, 2013:371). İKİNCİ BÖLÜM: İNTİHARIN BAŞKA TOPLUMSAL OLAYLARLA İLİŞKİLERİ İntihar, temel öğesi bakımından, toplumsal bir olay olduğuna göre, bunun başka toplumsal olaylar arasında nasıl bir yer tuttuğunu incelemek de yerinde olur. Bu bakımdan ortaya çıkan ilk ve en önemli sorun, intiharın ahlakın izin verdiği edimler arasında mı, yoksa yasakladığı edimler arasında mı yer aldığıdır. İntiharı, bir ölçüde, bir suçluluk olayı mı saymalıdır. Sorunun çözümü için genellikle önce belli bir ideal ahlak anlayışı ortaya konulmakta, sonra da intiharın mantık açısından bu ideal ahlaka aykırı olup olmadığı araştırılmaktadır. Herkes bir öncül gibi konulan bu ideal ahlakı kendisine göre anlamaktadır. Biz böyle bir yol izlemek yerine önce toplumların tarih içinde intiharı ahlaki açıdan gerçekte nasıl değerlendirmiş olduklarını araştıracağız. Hristiyan toplumu kurulur kurulmaz, intihar buralarda resmen yasaklandı. Daha 452’de Arles Konseyi intiharların bir suç olduğunu ve ancak şeytanın uyandırdığı bir aşırı öfkenin sonucu olabileceğini ilan etti. Burada, intihar edenlerin ‘’ayinlerin kutsal sunuşlarında hiçbir biçimde anılmamaları ve gömülmemeleri sırasında Mezamir şarkıları söylenmemesi’’ kararlaştırdı. Kendini öldürenler Bordeaux’da ayaklarından asılıyordu; Abbeville’de sokaklarda bir toprak kalburu üzerinde sürükletiliyordu; Lille’de eğer kendini öldüren erkekse, cesedi dirginlere geçirilip asılıyordu, eğer kadınsa yakılıyordu. Genel bir suç olarak nitelendirilen intihar hafifletilmeden yasalaşmıştır. Delilik bile her zaman bir özür olarak görülmüyordu. Daha sonra mallarına el konuluyordu. Soylular soyluluktan çıkarılıyor ve avamdan sayılıyorlardı; ağaçları kesiliyor, sarayları yakılıyor, armaları kırılıyordu. Bununla birlikte 1789 Fransız Devrimi, sert bir tepkiyle bütün bu baskıcı önlemleri kaldırdı ve intihar yasal suçlar listesinden sildi. Ama Fransızların mensup oldukları bütün dinler intiharı yasaklamaya ve cezalandırmaya devam ediyorlar ve genel ahlak da bunu reddediyordu. Ahlaki olarak kusur olmaya devam eden intihar Fransız Devrimi ile yasalarla biraz olsun hafifletilmiştir. 27


İngiltere’de ise X. Yüzyılda Kral Edgard, yayınladığı kanunnamelerden birinde intihar edenleri hırsızlara, katillere, her türden canilere benzetiyordu. 1823’e değin, intihar edenin cesedini bir sopaya geçirip sokaklarda sürüklemek ve hiçbir tören yapılmaksızın bir yol kenarında gömmek adet idi. İntihar eden hain ilan edilir ve malları krala kalırdı. Ancak 1870’ dedir ki, hainlik nedeniyle her türlü zoralımlarla birlikte bu hüküm de kaldırılmıştır. Yasalar burada da hafiflemiştir ve intihar etmenin ahlaki olarak kusur sayılması devam ederek intiharın yasalarda bir delilik anında yapılmış olduğunu söyleyerek cezalar hafifletilmiştir. Zürih’de kendini öldürenin cesedi eskiden tüyler ürpertici bir işleme uğratılırdı. Eğer intihar eden kendini bıçaklamışsa, bıçağı üzerine sapladıkları bir ağaç parçasını vücudunun başına yakın bir yerine sokuluyordu, eğer suda boğmuşsa suyun 5 ayak yakınına, kuma gömüyorlardı. Prusya’da 1871 Ceza Yasası’na gelinceye değin, gömme sırasında hiçbir gösteri ve dinsel tören yapılmazdı. Yeni Alman Ceza Yasası, intihara yardımcı olmayı hala üç yıl hapisle cezalandırmaktadır. Avusturya’da ise eski dinsel hukuk kuralları hemen bütünüyle yürürlükte kalmıştır. İspanyol hukuku, dinsel ve manevi cezalardan başka mallara el koymayı öngörüyor ve her türlü suç ortaklığını cezalandırıyordu. Rus hukuku daha da katıdır. Eğer intihar eden, sürekli ya da geçici bir akıl hastalığının etkisi altında davranmış görünmüyorsa vasiyet ve ölüm dolayısıyla yapmış olabileceği bütün işlemleri geçersiz sayılmaktadır. Hristiyanlardaki gibi gömülme hakkı da tanınmamaktadır. Son olarak New York Eyaleti Ceza Yasası, yakın bir tarihte kabul edilmiş olduğu halde(1881), intiharı suç saymaktadır. Gerçi buna karşın, ceza suçluyu hiçbir biçimde etkileyemeyeceği için uygulamaya ilişkin nedenlerle intihar eden kişiyi cezalandırmaktan vazgeçilmiştir. Ama intihar girişimi, 2 yıla kadar hapis ya da 200 dolara kadar para cezasına, ya da ikisine birden çarptırılabilmektedir. Müslüman toplumlar da intiharı aynı şiddetle yasaklıyorlar. Muhammed, ‘’İnsan ancak Tanrı’nın onun ecelini saptayan kitapta beliren iradesiyle ölür’ der. – ‘’Ecel geldiğinde insanlar onu ne bir an geciktirebilir, ne de öne alabilirler.’’ – ‘’Ölümün sizi birer birer almasını emrettik ve kimse bizden önce davranamaz.’’ Gerçekten de hiçbir şey İslam uygarlığının genel ruhuna intiharlardan daha ters düşemez; çünkü bütün erdemlerin üstünde tutulan şey, tanrısal istence kesinlikle uyma, ‘’her şeye sabırla katlanma sağlayan’’ uysal tevekküldür. Boyun eğmeme, başkaldırma davranışı olan intiharların, bu bakımdan, temel ödevde ağır bir kusur sayılması doğaldır. Müslüman toplumlarda intihar tamamen yasaklanmış ve din tarafından kesinlikle taviz gösterilmeyen net bir hal almıştır. Kutsal kitap Kur-an’ da geçtiği 28


gibi intihar Allah tarafından yasaklanmış ve ancak bir kişi eceliyle ölür denmiştir. Bu kurallar bugün hala devam etmektedir. İntihar edenler belli bir cezaya çarptırılmıyorlar fakat onlar için en büyük ceza ahiret güzelliklerinden men edilmeleridir. Çağdaş toplumlardan, tarihteki daha eski toplumlara yani Yunan-Roma kentlerine dönersek, bunlarda da intiharla ilgili yasal düzenlemeler bulunduğunu, ama bunların tamamıyla aynı ilke üzerine dayalı olmadığını görürüz. İntihar, ancak devletin izni dışında yapıldığı zaman yasadışı sayılıyordu. Örneğin, Atina’da kendini öldüren bir adam, kente karşı bir haksızlık yapmış gibi ‘atimia’ cezasına çarptırılıyordu; olağan gömülmenin gerektirdiği saygı gösterileri ondan esirgeniyordu. Atina’da birey kendini vurmadan önce, Senato’ya, yaşamı kendisi için çekilmez kılan nedenleri bildirerek izin verilmesini istemesi ve bu isteğin usulüne göre kabul edilmesi durumunda, intihar meşru bir edim sayılmaktaydı. Devlet burada intihar için belirleyici faktördü o izin verirse olur vermezse suç sayılırdı. Buradan şunu söyleyebiliriz, hakkında bilgi sahibi olduğumuz bütün toplumlar içinde bireye kendisini öldürme hakkını sınırsız olarak tanıyan bir tanesi bile yoktur. İntihar, bütün ahlakımızın

temelindeki

bu

insan

kişiliğine

derin

saygıya

aykırı

düştüğü

için

reddedilmektedir. Bizim intiharı, eski çağ uluslarından tamamıyla başka türlü anlamakta olmamız, bu açıklamayı doğrulamaktadır. Eskiden intihar yalnızca devlete karşı işlenmiş basit bir yurttaşlık kusuru olarak görülüyordu; din bu konuyla ilgilenmiyordu. Tersine, bugün asıl olarak dinsel nitelikteki bir hareket haline geldi. Onu mahkum eden kilise kuralları oldu; laik iktidarlar, intiharı cezalandırırken, dinsel makamı izlemekten ve yansılamaktan başka bir şey yapmış değildirler. Ferri ve Morselli’nin yaptıkları araştırmalardan bahsetmek istiyorum. Bu iki düşünür ‘’intihar’’ ile ‘’adam öldürme’’ arasındaki ilişkiyi araştırmışlardır. Onlara göre intiharlar ile adam öldürme arasındaki karşıtlık, kesinlikle genel bir yasa oluşturmaktadır. İster bunların yeryüzündeki dağılımı, isterse zaman içindeki evrimi söz konusu olsun, bunların her yerde birbirine ters yönde geliştiklerini söylemektedirler. Her ikisi de hava sıcaklığının her iki olay üzerinde etkiye sahip olduğunu söylemektedirler. Her ikisi de yılın aynı anında, sıcak mevsim yaklaştığında en yüksek düzeylerine çıkmaktadırlar; her ikisi de erkeklerde kadınlara göre daha sık görülmektedir ve son olarak Ferri’ye göre her ikisi de yaşla birlikte artmaktadır. Demek ki kimi bakımlardan birbirlerine karşı olmakla birlikte bir ölçüde de aynı niteliktedirler(Durkheim, 2013:394). Adam öldürme ve intihar kimi kez birbiriyle aynı oranda artsa da kimi kez birbirinden farklı yöne doğru hareket edebilmektedir. Ferri ve Morselli intiharlar arttığında cinayetlerin azaldığı düşüncesi yapılan birkaç araştırma sonucu çürütülmüştür. Fakat bu 29


araştırmalar her yerde aynı geçerlilikte değildir toplumdan topluma değişmektedir. Fransa’da intihar, 1826’dan 1880’e değin daha önce gördüğümüz gibi düzenli olarak artmaktadır: Adam öldürme ise, aynı hızla olmakla birlikte, intiharın tersine olarak azalmak eğilimi göstermektedir. Kimi ülkelerde intiharlarla adam öldürmeler birbirine ekleniyorsa da, bu hiçbir zaman aynı oranlarda değildir; bu iki olay en yüksek yoğunluklarına hiçbir zaman aynı noktalarda ulaşmamaktadırlar. Hatta adam öldürme olaylarının çok olduğu yerde, bunun intihara karşı bir tür bağışıklık sağladığı, genel bir kuraldır. Savaşların intiharları azaltıcı bir etkisi olduğunu da söyleyebiliriz. Hırsızlık, güveni kötüye kullanma vb. gibi sonuçlar üzerinde de aynı etkide bulunmaktaydı. Savaş sırasında zaten tüm toplumsal yapı çöküntüye uğramaktadır. Toplumun aklında savaş ve yapılan zulümler mevcuttur herkesin düzeni bozulmuş ve belirli bir yönde dert sahibidirler. İntihar kırsal olmaktan çok daha fazla kentsel bir olaydır. Adam öldürmede ise durum bunun tersinedir. Tasarsız adam öldürmeler, anne-baba ve çocuk öldürme olayları hep birlikte ele alındığında, 1887 yılında kırsal alanlarda 11,1, kentlerde ise yalnızca 8.6 bu tür cinayet işlendiğini görüyoruz. Katolikliğin intihar eğilimini azalttığını, Protestanlığın ise artırdığını söyleyebiliriz. Buna karşılık Katolik ülkelerde adam öldürme olayları, Protestan toplumlardakinden çok daha fazladır. Son olarak, aile yaşamı intiharları azaltıcı bir etkide bulunduğu halde, adam öldürme olaylarını daha çok artırıcı olmaktadır. 1884-87 yılları arasında bir milyon evli erkek başına yılda ortalama 5.07 cinayet oluyordu; 15 yaşın üzerindeki bekar erkek nüfusu için ise bu oran milyonda 12.7 idi. Aile yaşamı, evli insanı yalnızca adam öldürmeden sakınıcı olmamakla da kalmamaktadır; ona doğru itici olduğu da düşünülebilir. Gerçekten evli nüfusun, ilke olarak, ahlak ölçülerine bekar nüfusa göre daha çok uyduğu söylenebilir. Bireyin kendi başına yalnız kaldığı zaman, her an aile ortamının sağlıklı disiplinini duyduğu duruma oranla, ahlak ölçülerini daha az sindirip benimsemiş olacağına hemen de kuşku yoktur.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: UYGULAMAYA İLİŞKİN SONUÇLAR

30


Bu bölümde intiharın ne olduğunu, türlerini ve başlıca yasalarını bildiğimize göre, günümüz toplumlarının buna karşı nasıl bir tutum takınmaları gerektiğini tartışacağız. Günümüzde intiharın normal mi, yoksa anormal mi olduğu sorusunu soracağız. Gerçekten ahlakdışı olan her şeyi anormal görmeye alışmışızdır. Bu bakımdan eğer intihar, daha önce saptamış olduğumuz üzere, ahlak anlayışını incitiyorsa, bunu bir toplumsal hastalık saymamak olanaksız gibi görünür. Ama hastalık sözcüğü ya hiçbir şey anlatmaz, ya da kaçınabilecek bir şeyi gösterir. Kuşkusuz kaçınılabilecek her şey hastalıklı bir nitelik taşımaz, ama hastalıklı olan her şeyden, hiç değilse çoğu durumda kaçınılabilir. Değişik biçimler altında da olsa, az ya da çok sayıda cinayetin görülmediği, bilinen hiçbir toplum yoktur. Her toplumda her gün ahlaka aykırı davranışlar görülür. Öyleyse suçun zorunlu olduğunu, olmamasına olanak bulunmadığını, bilinen biçimleriyle toplumsal örgütün temel koşullarının mantıkça onu gerektirdiğini söylemek zorundayız. Sonuç olarak suç normal şeydir. Suçun normal bir şey oluşu onun cezalandırılmasını da normal yapmıştır. Ceza ve suç, ayrılmaz bir çiftin iki birimleridir. Ceza düzenindeki her türlü normal dışı gevşeme, suçluluğu artırma ve ona normal dışı bir yoğunluk kazandırma sonucu verir. Bu düşünceleri intihara uygulayacak olursak. İntiharın görülmediği hiçbir toplumun bulunmadığından emin olmaya yetecek ölçüde bilgiye sahip değiliz. Bu konuda istatistikler bize ancak az sayıda toplumlar hakkında bilgi vermektedir. Öbürlerine gelince buralarda yoğun bir intiharın varlığı, ancak yasalara yansıyan izlerinden çıkartılabilmektedir. Oysa intiharın her yerde hukuksal bir düzenlemeye konu olup olmadığını kesinlikle bilmiyoruz. Ama en yaygın durumun böyle olduğu söylenebilir. İntihar kimi kez emredilmekte, kimi kez yasaklanmaktadır; kimi kez bu yasaklama kesindir, kimi kez de istisnalar ve sınırlılıkları vardır. Ama bütün karşılaştırmalar gösteriyor ki intihar hiçbir zaman hukuk ve ahlakla ilgisiz kalmamıştır. İntihara yol açıcı durumlar her zaman olmuştur. Özellikle Avrupa uluslarında görülmüştür; istatistikler geçen yüzyıldan bu yana, hukuksal anıtlar da daha önceki çağlar için bunu kanıtlamaktadırlar. Demek ki intihar bu toplumların normal kuruluşlarının, hatta öyle görülüyor ki her toplumsal kuruluşun bir öğesidir. Günümüz de intiharların sayısı kimi toplumlara göre 3 4 kat artmıştır. Bu artışın sebebi olarak intiharın temel getirilerinden insan yaşamının hızlı değişimi ve insanın buna ayak uyduramaması olarak söyleyebiliriz. Dünyada ki bu gelişme ve değişme aşikardır. Bununla beraber insan yaşamları da türlü şekillerde değişmektedir. Değişimden etkilenen insan intihara yakınlaşmaktadır. Günümüzde eski toplumlarda ki gibi intihara ceza yaptırımı yoktur. Fakat

31


ahlaki açıdan bir suç sayılmaktadır. Günümüzde intiharı önlemek için hangi yollara başvurmak gerekir? Sorusuna cevap vermeye çalışacağız. Ahlaka aykırı olduğuna göre daha sert ve daha açık bir biçimde reddedilmeli ve ret belli dış göstergelerle, yani cezalarla anlatıma kavuşmalıdır. Ancak biraz katı cezalar konulması olanaksızdır: Kamuoyu böyle cezaları hoş görmez. İnsan haklarının korunmasının geliştiği ve insanı merkeze alan bu yeni yaşam biçiminde ağır ceza yaptırımı olanaksız gibi görünüyor. Bu nedenle kamuoyu, intihar konusuna ilişkin değişik yargılar arasında kolaylıkla bölünebilmektedir. İntihar, bir ölçüye kadar saygı gören duygulardan kaynaklandığı için, kamuoyunca kınanması da sınırsız ve kesin değildir. Bütün bu nedenlerle, yalnızca manevi cezalar konulabilmektedir. Yapılabilecek tek şey, intihar edenden olağan gömülme töreninin esirgenmesi, intihar girişiminde bulunanın siyasal ya da ailesel kimi yurttaş haklarından, örneğin kimi babalık yetkilerinden ve kamu görevlerine girebilme haklarından yoksun kılınmasıdır. İntiharı azaltmada eğitim faktörü üzerinde duracak olursak; eğitim toplumun görüntüsü ve yansımasından başka bir şey değildir. Eğitim toplumu yansılar ve onu kısaca yeniden üretir. Topluluklar sağlıklı bir durumda bulunduklarında eğitim de sağlıklı olur; ama onlarla birlikte eğitim de bozulur, yoksa kendi başına değişemez. Ahlaki ortam bozulmuşsa, öğretmenlerin kendileri de orada yaşadıklarından, bundan etkilenmemeleri olanaksızdır. Bencil intihar, toplumun, bütün üyelerini kendisine bağımlı tutabilecek ölçüde her noktasında bütünleşmiş olmamasından ileri gelmektedir. Bundan dolayı bencil intiharın aşırı ölçüde artması, ona yol açan söz konusu durumun kendisinin de aşırı ölçüde yaygınlaşmış olmasından ileri gelmektedir; huzuru bozulmuş ve zayıflamış olan toplumun, aşırı sayıda bireye,

yine

aşırı

ölçülerde

kendi

etkisinin

dışına

kaçma

fırsatı

vermesinden

kaynaklanmaktadır. Bu nedenle hastalığı çözmenin tek yolu, toplumsal kümeleri, bireylerini daha sıkı biçimde tutmaları ve bireylerin de ona karşı bağlılık duymaları için yeterli tutarlılığa kavuşturmaktır. Birey her yönden kendisini aşan bir toplumsal varlıkla daha çok dayanışma içinde hissetmelidir. Bu sayede kendi içine kapanıp bencil intihara kalkışmasına engel olacağını düşünmekteyim. Elcil intihara karşı çare ise, bireyi çevreleyen kümeleri daha tutarlı kılmak. Birey üzerinde ki etkisine bakarak toplumsal olanı araştırmak ve insanı intihara iten olumsuz sonuçlara karşı duyarlı olmak gerekir. Bugün insanların eskiye göre daha çok intihar etmeleri, yaşamımızı sürdürmek için daha zahmetli çabalarda bulunmamız gerektiğinden, ya da meşru gereksinimlerimiz daha az karşılanmakta olduğundan değildir; ama meşru gereksinimlerimizin nerede durduğunu artık bilmememizden be çabalarımızın yönünü kestiremememizden dolayıdır. Bugün intiharın 32


sayısı eskiye oranla fazladır. Bunun en büyük nedeni olarak insanların manevi düşkünlüğü olarak gösterebiliriz. Manevi değerlere önem verilmemeye ve maddiyata karşı bir albeni oluşmuştur. Böylece insan kendi ruhsal durumuna bakmaz ve çevresini bir eşya olarak görmeye başlar. Düştüğü ruhsal bunalımla birlikte hayat ona anlamsız gelir böylece intihara sürüklenip gider… YAZARIN YÖNTEMİ / TEKNİĞİ Durkheim, araştırmalarında sadece bireye tutulup kalmamıştır. Bireyi çözümleyen, aynı zamanda toplumsal yapı içerisindeki durumundan bahsetmiştir. Toplumsal fenomenleri açıklamak ve olaylara sosyolojik açıdan bakmakta çok başarılıdır. Onun yöntemi hayata sosyolojik yönden bakmaktır. Ona göre toplum bireyden aşkındır ve her birey bir toplumsal olaya girmek kaçınılmaz bir zorunluluktur. Çünkü ona göre toplumda bireyler arası ilişkiler toplumsal olayları doğurur ki bu da Durkheim’in ilgi alanıdır. İnsanın kendine özgü bireyliğini ve topluma özgü toplumsallığını saptar. İnsan genel doğruları hazırca, tartışıp araştırmadan toplumdan alır. Bu doğrular: bireyin, kendisi, başkaları, insanlar arasındaki ilişkiler, doğa, evren olguları üzerine yargılarına temel dayanak olur. Toplum bir başka yanıyla da insana ilişkin her kurumun temeli olup doğal bir bileşimdir. Kurumlar örneğin din ve Tanrı anlayışı da topluma bağlıdır ve onunla birlikte gelişip evrimleşir. Durkheim bilgi anlayışında toplumun görüşünü örnek alır. Bilgide en genel kavramlar tek tek şeylerin tümünden bağımsız olmayıp tersine onlara uygulanabilen, topluma ilişkin kavramlar olduklarından en geçerli kavramlardır. Bunların mutlak, öncesiz sonrasızca doğru ve kesin kavramlar oldukları da söylenemez. Bilginin temel taşları olan genel kavramlar toplumla birlikte zaman ve uzam bağlamında değişip gelişen kavramlardır. Durkheim merkezine toplumu almıştır ve adeta toplumu tanrı yerine koymuş her şeye sosyolojik açıdan bakmıştır. Araştırmaları derinlemesine araştırmalardır ve bir olayın tüm yönünü araştırmaktadır. O, nicel verilerden yararlanmıştır ve en ufak bir karşıt görüş ortaya çıkması onun o görüşü araştırmaya itmesine yeterlidir. Ona göre bir kimse davranışlarda bulunurken Tanrı'sını nasıl gözetirse "birey"inde davranışlarda bulunurken toplumu aynı şekilde gözettiğidir. Durkheim’e göre sosyolojik açıklama psikolojiden ve öznel bilinçten bağımsız bir yerde olmalıdır. Ona göre sosyal olayların nedeni başka sosyal olaylardır. Sosyal olaylarda toplum öncüdür. KAVRAMLAR:

33


İhtiyatsızlık: Önlem almadan davranmak, gereken önlemi almamak demektir. Nevrasteni: sinir zafiyeti olarak da bilinir. 1868'de G.M. Beard'ın tanımladığı hastalık tablosu, sinir sistemi fonksiyonunda aşırı çalışma sonucu baş gösteren zayıflık ya da bitkinlik durumu. Çabuk yorulma, bedensel ve ruhsal güçsüzlük duygusu, baş ağrısı, kol ve bacaklarda ağrılar, ter boşanması, uyku bozuklukları nevrasteninin belirtilerindendir. Öykünme: Birinin yaptığı gibi yapmak, birine veya bir şeye benzemeye çalışmak, taklit etmek. Suı Generis: Kendine özgü özellikleri olan ve başka bir örneği olmayan nesne ya da olayları anlatmak için kullanılır. Monomani: hastalarda sade tek bir düşünce veya düşünce tipinin baskın olduğu, hastaların onu aşırı düşündüğü, belli bir sanrının olduğu zihinsel hastalık. Kelt: Tarih öncesi ve ilkçağ dönemlerinde yaşayan Avrupa kavimlerinin bir bölümüne verilen addır. Gotlar: Ortaçağda, orta Avrupa’da yaşayan bir halktır. Troglogit: Mağarada yaşayan insanlara denir. Maiyet: Üst görevlinin yanında bulunan kimselerdir. Bir kimsenin buyruğu altında çalışmadır. Brahman: Hintlerde toplumsal sınıflar arasında ilk basamakta bulunandır. Hint felsefesi geleneğinde, hem içkin hem de aşkın olan, hem evrende ve hem de kendisinde var olan en yüksek varlığa kendisiyle birleşmenin nihai ve en yüksek hedef olarak addedildiği dünya ruhudur. Jainizm: Güney Asya kökenli din ve felsefe akımıdır. Jainizm insana ait en yüce mükemmelliğin ortaya çıkarılmasına uğraşır. Bu mükemmellik, orijinal saflığı içinde bütün ıstıraplardan, doğum ve ölüm engelinden bağımsızdır. Jainizm, her yaşam biçimine büyük saygı gösterilmesini katı vejetaryen kurallarını, çileciliği, kendini savunurken bile şiddet uygulamamayı ve savaşa karşı olmayı öğretir. Hepsinden önemlisi de, Jainizm bir sevgi ve merhamet dinidir. Panteizm: Bir bütün olarak kavranan evrenin Tanrı ile özdeş olduğu ve evrende açığa çıkan bileşik töz, güçler ve yasalar dışında Tanrı olmadığı öğretidir. Her şeyi kapsayan içkin bir tanrı veya evrenin ya da doğanın tanrı ile aynı olduğu görüşüdür. İnak(dogma): Asla değişmeyeceği kabul edilen mutlak değerleri kabul eden, bu bilgilerin mutlak hakikat olduğunu, inceleme, tartışma yahut araştırmaya ihtiyacın olmadığını savunan anlayıştır.

34


İstihkam: Düşmana karşı savunma için taş veya topraktan vesair maddelerden yapılan kale, duvar, set, hendek gibi müdafaa yerledir. Gönenç: Bolluk, rahat ve varlık içinde bir yaşam sürdürme. Melankoli: Psikolojik bir hastalığın tanısı olup, Psikotik depresyon anlamına gelir. Bedensel etkileri de gözle görülebilir. Ruhsal ve bedensel yavaşlama olarak tanımlanabilir. Durduk yere içi kararmış olaylar kendine ağır gelen bir durumdur. Tilmiz: Öğrenim görmek amacıyla ders alan kimse, talebe, çırak, demektir. Mistisizm: Doğaüstü güçlerin var bulunduğu ve bunlarla ilişki kurulabileceği temeline dayanan dinsel dünya görüşüdür. A priori: Her türlü deneyden önce ve bağımsız olarak yalnızca akla dayanan; tanımlardan ya da kabul edilmiş İlkelerden çıkarılmış bilgiye a priori denir. Mezamir: Ölen kişinin arkasından yapılan dualardır. Atimia: Eski Yunanda, medeni ve siyasi haklardan yoksun bırakılma halidir. SONUÇ: Durkheim, sosyal bir olay olan intiharı açıklarken başka sosyal etkenleri de ele alarak incelemiştir. Tarihten örnekler vererek nicel verilerden faydalanarak ve ayrıntısına kadar inceleyip yorumlamıştır. Bir olaya neden olan tüm etkenler onun için incelenmesi gereken şeylerdir. İntihar kitabında ‘’intihar’’ olgusu bireyselliğin içinde anlaşılabilmektedir fakat Durkheim onu toplumsal etkenlere bağlı bir oldu olarak karşımıza çıkarır. Ona neden olan her ne varsa araştırıp bize bir bilgi şöleni sunmuştur. Durkheim, intihar olgusunu incelerken ‘’toplumsal yaşamın başlıca alanlarını örgütleyen eş güdülmüş, yön verici düşünceler ve davranış kuralları toplamı’’ demek olan toplumsal kurumların ve kurumsallaşma süreçlerinin önemini anlatmakta. Toplum biliminin kullanım alanlarını ve yollarını bize sunmaktadır. Durkheim, ‘’insan olaylarının toplumsal yönleri vardır; toplumsal olguların etkenleri de ancak toplumsal nitelikte etkenler olabilir’’ görüşünü vurgular. Kapitalist, sanayi toplum koşullarına girmiş bulunan Batı Avrupa toplumlarında, temel toplumsal işlevleri yerine getirmesi gerekli kurumların, bu yeni koşullara uyarlanamamış bulunduklarını göstermektedir. Aile, eğitim, siyasal erk, ekonomi, inanç ve ideoloji gibi kurumlarda ortaya çıkan değişimlerin anlaşılıp açıklanabileceğini ve bilgili olarak belli amaçlara doğru yönlendirilebileceğini vurgulamıştır. Durkheim, intihar gibi ancak bireyselliği içinde anlaşılabileceği düşünülen bir davranış bozukluğu olgusunun bile ‘’toplumsal etkenleri’’ bulunduğunu ve bu nedenle toplum bilimsel yöntemlerle ele alınması gerektiğini bizlere göstermiştir. Durkheim’ in ‘’intihar’’ kuramı, 35


aradan yüz yıl geçilmesine rağmen aşılamamıştır. Onu öyle açıklamıştır ki bunun üzerine çıkan daha olmamıştır. Bunun temel nedeni Durkheim’ den kısa bir süre sonra başta ABD olmak üzere kapitalist Batı ülkelerinde toplum bilimlerinin ‘’mikro-sosyoloji’’ ye dönüşmesi ve ruh bilim araştırmalarının da toplumsal-kültürel etkenlerin kendi bulgularıyla bütünleştirmeye gerekli özeni göstermemiş olmasıdır. Son olarak, ‘’Uzayın derinliklerini keşfeden insan, kendi kendisini tanımada kısıtlamaları aşamamaktadır.’’ Diyerek bitirmek istiyorum...

36


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.