AFYON KOCATEPE ÜNİVERSİTESİ FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ SOSYOLOJİ BÖLÜMÜ
Hazırlayan : Selen Üregil Numara : 090113033
Kitabın Yazarı : Jürgen HABERMAS Kitabın Adı : Küreselleşme ve Milli Devletin Akıbeti
SUNUŞ Sunuş kısmında iktisadi anlayışların arka planını merkantalizm ve kapitalizmin oluşturduğundan bahsedilmektedir. Burada merkantalizm mantığını ticaretin gelişmesinden ve güçlenmesinden alırken, kapitalizm ise modern zamanlarda milli devletlerin temel iktisadi düşüncesini oluşturmaktadır. Bugün ise artık kapitalizm tamamen küresel bir boyut aldığını söyleyebiliriz. Örneğin: Birey ve toplumun davranış ilişkilerinden tutup da, doğal kaynaklara kadar bir çok unsura baktığımızda kapitalizmin kâr birikimine dönüştüğü alanlar haline geldiğini görürüz. Yani buraya kadar anlatılanlar modern dünya sisteminin siyasi birimi olan milli devlet yapıları ve kapitalist sistem arasındaki ilişkiyi içermektedir. Şimdilerde ise paradigmanın değişikliğe uğrayıp yeni bir biçim almaya başlamıştır. Her şeyden önce sistemi böyle bir değişikliğe zorlayan sebeplerin başında ülkeler arası göç olgusunun yoğun bir biçimde artışı gelmektedir. Bunun dışında hak ve özgürlüklerin dillendirilmesi süreci ile bugüne kadar gelmiş olan bilgi yapılarında yaşanan değişmeler yer almaktadır. Fakat göç, meşruiyet yitimi uç bilgi yapılarında yaşanan bu değişmeler milli devlet olgusunun genel sistem içinde yıprandığını ve tahrip edildiğini göstermektedir. Millet kavramında yaşanacak bu dönüşüm ister istemez devlet kurumlarını da etkileyecek ve devletlerde bu süreçte yeni yapılanmalara gitmek mecburiyetinde kalacaktır.
BİRİNCİ BÖLÜM KÜRESELLEŞME BANKASI VE MİLLİ-DEVLET
Milli-Devlet ve Demokrasinin Karşılaştığı Meydan Okumalar Habermas’ a göre küreselleşme, tarihi bir birleşimi köklü bir değişime uğratmaktadır. Bu birleşim, kendini devlet, toplum ve iktisadın aynı milli
sınırlar içinde bir arada gelişimi olarak göstermektedir. Milletler arası iktisat sisteminde, ticari ilişkileri iç ve dış ticaret diye ayıran sınırları devletler tespit etmektedir. Pazarların küreselleşmesi ile birlikte bu milletler arası iktisadi sistem, milletler üstü iktisada dönüşmeye başlamıştır. Bu değişimde görülen belirgin özellikler ise şunlardır: İlk etapta sermaye hareketleri bütün dünya çapında hızlanmış ayrıca milli iktisadi mevziler küresel bağlantı içinde olan piyasalara bağımlı hale gelmiş ve bu mevziler mali piyasaların icaplarına gösterdikleri uygunluk derecesine göre değer ve önem kazanmaya başlamıştır. Bütün bu gelişmeler bize devletlerin niçin ilişkilerin kavşak noktası olma özelliğini kaybettiğini açıklamaktadır. Habermas’ a göre artık devletler ve milletler arası ilişkilerin esas yapısını küresel ilişkiler oluşturmaktadır. Yani geçmişte milli iktisatlar devlet sınırları içinde yer alırken, şimdi ise devletler Pazar içine yerleştirilmiş durumdadır. Bunun yanında küreselleşme adı altında açıklanan gelişmeler, sadece göç ve kültürel tabakalaşma yoluyla ülke içindeki bütünlüğü tehdit etmekle kalmamaktadır. En mühim tarafı ise devletin artık özerkliğini, aksiyon kabiliyetini ve demokratik özünü yitirmeye başlamış olmasıdır. Bu durumu milli- devletin iktidar kaybını ortaya koyan 3 hususla sınırlı tutmak mümkündür. Bunlar; devletin kontrol kabiliyetini ve gücünü yitirmesi, karar mekanizmasında meydana gelen meşruiyet eksikliği ve devletin meşruiyet temin edici idari ve düzenleme hizmetleri sunmadaki yetersizliğidir.
Avrupa ve Dünya Habermas Avrupa Birliği’nin bugünkü haliyle pazarlar üzerinde yatay bağlantılar kurmuş olmasına rağmen, dikey düzlemde zayıf bir siyasi düzenleme görüntüsü verdiğini ifade etmektedir. Üye devletler para basma hakkını Avrupa Merkez Bankası’na devrettikleri için kur ayarlamalarını düzenleyebilme imkanını kaybetmişlerdir. Bu nedenle birlik halindeki rekabetin kızışması durumunda sorunlar ortaya çıkacaktır. Diğer yandan ise sosyal güvenlik sistemlerinde bir sürtüşme yaşanacaktır. Hatta farklı şekilde yapılandırılmış sosyal güvenlik sistemleri bugün dahi sorunlar yaşatacak niteliktedir. Avrupa bu sıkıntıları ya pazarlar üzerinden yaşanacak rekabet sayesinde yada siyasi tedbirlerle halletmeye çalışacaktır. Avrupa ortak pazar tarafları Avrupa’da ki mevcut statüyü muhafaza etmek istemektedirler. Bu statü sayesinde millidevletler pazar bütünleşmesine tabii kalmakta ve pazarlar altında bir konuma sahip olmaktadır. Şimdiye kadar sadece milli sınırlar içinde meydana getirilmiş vatandaşlar arası dayanışmanın bütün vatandaşları kapsaması gerekmektedir. İşte o zaman vatandaşlarını kendi hayat tasarılarını gerçekleştirmeye çalışırken diğerleriyle aynı şartlara katlanmaları ve asgari ücretle çalışmaları beklenebilir.
İKİNCİ BÖLÜM FELAKETLERDEN DERS ÇIKARMAK
Yüzyıla Yayılan Süreklilikler Bunların ilkini 19.yy’da Avrupa’da tıp alanında yaşanan gelişmelere bağlı olarak görülen hızlı bir nüfus artışı oluşturmaktadır. Ama 20. yy’dan itibaren bir araya toplamış, yürüyüşe geçmiş bedenler yerlerini insanlar arasında sembolik ortak şuura bırakmıştır. Bu sembolik şuur ise her geçen gün yayılan iletişim araçları meydana getirmektedir. İkincisi çalışma sisteminde meydana gelen değişmelerdir. Habermas’a göre emek tasarrufu sağlayan üretim usullerinin kullanılmaya başlanması bu gelişimin başlangıcını oluşturmuştur. Çalışma sistemindeki yapısal değişim biçimi 20. yy boyunca aynı kalmakla birlikte bu değişim temposu yükselmiştir. Örneğin: Kore gibi bir ülke 1960 yılından itibaren kalkınma diktatörlüğünün şartları altında sanayi öncesi toplumdan sanayi sonrası topluma geçişi tek nesil içinde gerçekleştirmiştir. Yani bu kalkınma taşradan şehre doğru olan göçün yüzyılın ikinci yarısından itibaren nasıl yeni bir nitelik kazandığını göstermektedir. Yüzyıla yayılan sürekliliklerin üçüncü ve en nihai unsurunun ise ilmi ve teknik ilerlemenin doğurduğu toplumsal neticeler oluşturur. Örneğin: Kitap ve gazete basımı 18.yy Avrupa’sında bile global ve istikbale yönelmiş bir tarih bilincinin doğmasına yol açmıştır.
Yüzyılın İki Fizyonomisi Tarihçilere göre bu asrın fizyonomisine asıl şeklini veren büyük hadiselerdir. Soğuk Savaş tarih yazımında kalkış noktası olarak ya Sovyetler Birliği’nin kapitalist batıya meydan okuyuşu, ya da liberal batının totaliter rejimlerle mücadelesi alınmak suretiyle bugünde aynı şekilde sürdürülmektedir. Yani her iki yorumda da farklı yollarla da olsa iki cihan harbinden de iktisadi, siyasi ve kültürel bakımdan sadece Amerika Birleşik Devletleri’nin kuvvetlenmiş olarak çıktığı vurgulanmaktadır. Yüzyılın birinci fizyonomisine göre 20.yy modernleşme sürecine sırt çevirmiş olan devlet gücünün ıslahını ve totalitarizmin karanlık hatlarını taşımaktadır. 1945 yılından sonra fikirlerde bir iklim değişikliği meydana gelmiştir. Zaten Habermas’a göre bu iklim değişikliği olmasaydı bu yüzyılın yenilik hareketi gerçekleşemedi. 1945 yılından itibaren
bu iklim değişikliği 3 siyasi gerilimin arka planını oluşturmuştur. Bunlar Soğuk Savaş, sömürgeciliğin sonu ve Avrupa’da sosyal devletin inşasıdır.
Sosyal Devlet Uzlaşmasının Sonuna Yaklaşırken Devlet, büyüme, fiyat istikrarı ve tam istihdam gibi hedefleri gerçekleştirebilmek için üretim ve dağıtıma müdahale edebilmektedir. Fakat arsa yönelik iktisat politikasının neticesi olarak sosyal devlet yeniden düzenlenip küçültülmüştür. Habermas’a göre bu durumda sosyal devlet uzlaşmasından cayılması ile dizginlenmiş olan kriz yeniden ortaya çıkma tehlikesiyle karşılaşmıştır. Örneğin: Tam gün yada yarım gün çalışanların hayat standartları ile işsizlerin hayat standartları arasındaki uçurum her geçen gün daha da derinleşmektedir. Milli devletler kendi ekonomilerine dayanarak dış ticaret ilişkileri üzerinden birbirleriyle rekabet ve mücadele etmektedirler. Milletler ötesi model ise en güçlü siyasi örgütlerin bile pazarlara bağımlı olduğunu ve bu pazarlara gittikçe daha az nüfus edebildiğini dikkate almaktadır. Kısacası milli devletin elindeki imkanlar gittikçe daha çok azalmaktadır. Hatta bu imkanın 2 tanesi tamamen elenmiş durumdadır. Bunlar; himayecilik ve talebe yönelik bir iktisat politikasına geri dönüştür.
Milli Devletin Ötesi Mi? Habermas sadece iktisadi alanda kalmayan küreselleşme sürecinin bizi yeni perspektiflere alıştırdığını ve bu perspektiflerin bize toplumsal alanın darlığını, insanların ortak risklere maruz kaldığını ve bir kader birliğinin oluştuğunu göstermektedir. İletişim ve ulaşımın hızlanması ile bir yandan zaman ve mekan uzaklıklar küçülürken diğer yandan ise pazarların yayılması sınırlarımıza dayanmış ve kaynakların sömürülmesi de tabiatın engelleriyle karşılaşmıştır. Yani bu dünyanın küçüldüğünü, mesafelerin bir öneminin kalmadığını, etkileşimlerin hızlı bir şekilde yaşandığını küresel bir kültüre doğru gidişin olduğu bir süreci göstermiştir. Vatandaşlık şuurunun değişmesiyle küresel aktiviteye sahip aktörlerin zihniyeti de değişmiştir. Yani bu aktörler kendilerini milletler-arası bir toplumun mensubu olarak görmeye başlamıştır. Yine zihniyet dönüşümüyle birlikte devletler arası ilişkilerin siyasi ve kültürel parametreleri de değişmiştir. Fakat yine de bu zihniyet dönüşümü küresel problemlerin çözümünde yetersiz kalmıştır.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM MİLLET SONRASI TERKİP VE DEMOKRASİNİN İSTİKBALİ Habermas ulus devlet ile başlayıp bugüne kadar varlığını sürdüren demokrasinin artık sonuna gelindiğini ileri sürerek batı tipi kitle demokrasisinin küreselleşmesinden etkilendiğini belirtmektedir. Demokrasi küreselleşme sürecine kadar ulus devlet sistemi ve ulusal ekonomi ile kurumsallaşmış iken, bugün ise ulus devletle anılma durumundan çıkmak üzeredir. Bunun yanında ulus üstü birleşmelerin ulus devlet dışında yeniden biçimlenmiş bir demokrasi ile demokrasiyi ulussuzlaştırma atılımları vurgulanmaktadır. Habermas ulus devlet demokrasisinin alacağı yeni biçimi AB ve BM’nin rekabete etki eden iç politikasının geliştirilme olanaklarını değerlendirerek ortaya koymaya çalışmıştır. Bu konudaki görüşlerini özellikle AB ile ilişkilendirerek anlatır. Ulus devletlerin yapısal dönüşüm süreci içinde çıkmazları vardır. Habermas bu çıkmazların en önemlilerini vergi ve toplumsal politikaların yeni yapılanma süreci karşısında yetersiz kaldığını düşünür. Habermas’ın “dünya toplumu” olarak adlandırdığı yeni toplum, bilgiye çabuk ulaşabilme sayesinde ulusalcılıktan uzak bir topluma doğru geçiş sürecinde bulunmaktadır. Bu durumda Habermas toplumların yeniden kendi içlerine dönmeleri olanaklı mıdır ve bu ne kadar gereklidir, gerekli ise bu nasıl sağlanacaktır? Sorusunu sorar. Küreselleşme olgusunun ulus devletleri ve demokrasileri etkilediği ortadadır. Toplumların dışa açılımlarının engellenmesi için ulus devlet yönetimlerinin piyasaları tekrar elinde tutmaları gerekmektedir. Yani devlet yeniden bu dengeyi gözetmelidir. Habermas demokratik yönetim biçiminin ulus devletler açısından oluşum şeklini; yürütme ve vergi devleti, teritoryal devletin egemenliği, kolektif kimlik olarak sınıflandırılır. Bugünde batı tipi demokrasilerde en etkili unsurları bu aşamalar oluşturmaktadır. Kamusal gücü elinde bulunduran ulus devlet demokrasileri küreselleşmeyle birlikte piyasalar ve çok uluslu devletler karşısında işlevlerini ve yetkilerini yitirmeye başlamıştır. Bu küreselleşme sürecinden en çok etkilenen kurum ise ekonomidir. Habermas yeni ekonomik sistemin ulus devletlerin vergilenebilir kaynaklarını etkilediği düşüncesiyle devletin hazineden yarattığı zararların ulus devleti yıprattığı kanısındadır. Küreselleşmeyle birlikte yurttaşlar ulusçuluğun gerilemesi nedeniyle bilgi uyumsuzluğu farklılaşma durumuyla karşı karşıya kalmıştır. Habermas ulusallığın küreselleşme sonrası yara almasını sadece çok kültürlülükle değil, pazarların küreselleşmesi ve kitle tüketim toplumu olma eğilimi ile ilişkilendirilir.Buna insanların aynı mamulleri kullanması, aynı tv programlarını ve aynı şarkıları dinlemesi örnek gösterilebilir.Habermas’a göre küreselleşmenin ortaya çıkardığı tehlikeleri en aza indirebilmenin yolu yeni demokrasi arayışlarıdır.Ulus devletlerin küreselleşme karşısında girmiş olduğu kaos ortamı ulus devletlerinin geleceği kadar demokratik sistemlerinde geleceğinin sorgulamaya itmiştir.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM İNSAN HAKLARI VASITASIYLA MEŞRULAŞTIRMA ÜZERİNE
Demokratik Anayasa Devletinin Prosedür Yoluyla Meşrulaştırılması Habermas’a göre modern hukuki düzenler sübjektif haklar üzerine inşa edilmiştir. Bu haklar hukuki şahıslara kendi özelliklerine uygun hareket edebilmeleri için kanuni hareket serbestliği sağlamaktadır. Yani hiç kimse hukuken serbest oldukları sınırlar içinde yapmış oldukları şeylerden devlete hesap vermek zorunda değildir. Bir hukuk kuralının geçerli oluşu devlet otoritesinin hem yaşamanın meşruiyetini hem de fiili geçerliliği sağlaması demektir. Devlet her iki husus da sağlamak zorundadır. Yani bir taraftan yasallığı, diğer taraftan ise meşruiyeti temin etmesi gerekmektedir. Hukuka dayalı düzenlerin meşruiyeti dikkate alındığında bu hukukun pozitif niteliği önem kazanmaktadır. Bu durum ortaya siyasi kanun koyucu tarafından her an değiştirilebilecek kuralların meşruiyeti nasıl sağlanabilir sorusunu ortaya çıkarmaktadır. Siyaset kuramı meşruiyet meselesine iki farklı cevap getirmiştir. Bu iki farklı bakış açısına göre değiştirilebilir niteliğe sahip hukuk şahsi ve siyasi özerkliğini aynı derecede teminat altına alabilecek bir araç olarak meşrulaştırmaktadır. Ancak Habermas vatandaşların kendi siyasi özerkliklerini uygulayabilecekleri aracı seçme haklarının bulunmadığını gözden kaçırmamak gerektiğini söyler. Yani ilk olarak bir hukuk kadrosunun hazır bulunması gerekmektedir. Bu hukuk kadrosunun düzenlenip kurumlaşması için ise ilk olarak şahıs statüsünün oluşturulması gerekmektedir. Habermas’a göre vatandaşların şahsi özerklikten aynı ölçüde yararlanabilmeleri siyasi özerkliklerini kullanabilmeleri ile mümkündür. Liberal ve siyasi hakları bu nedenle birbirinden ayırmak mümkün değildir. Bu görüşe sahip olanlar için asıl özgürlükçü haklar, çekirdeği temsil etmekte bu haklar iletişim ve iştirak haklarına nispetle öncelikli olmaktadır.
Batının Kendini Tenkidi Habermas insan haklarından herkesin sınırsız bir şekilde yararlanması gerektiğini söyleyip bunun nasıl sağlanabileceği üzerinde durur. İnsan haklarının küresel çapta yaygınlaşması sonucu bir yandan bütün devletlerin demokratik hukuk devletine dönüşeceğini diğer yandan da fertlerin istedikleri devletlere
tabii olma hakkını elde edebileceklerini düşünmek mümkündür. Batılı entelektüellere göç ise insan haklarının evrensel geçerlilik iddiasının arkasında batının iktidar talebi bulunmaktadır. Batılı entelektüellerin bu itirazı kimseyi şaşırtmamaktadır. Çünkü kendi geleceğine mesafeli durmak ve dar bakış açılarını genişletmek batı rasyonalizmin niteliklerinden biridir. Herkese eşit şekilde tanınmış gibi olan haklar aslında ezilenlere, ayrılmış olanlara zamanla uygulanmıştır. Örneğin: İşçiler, kadınlar, Yahudiler, Çingenler şiddetli siyasi mücadele sonucunda eşit muamele hakkına sahip insanlar olarak kabul edilmiştir.
Diğerlerinin Söylemi “Asya’ya Has Değerler” Singapur hükümetinin açıklaması ve Singapur, Malezya, Tayvan ve Çin’in Bangkok’ta yaptığı ortak açıklamalardan sonra bir tartışma ortamı doğmuştur. Asya’nın eski kültürü cemaati, fertlerden üstün tutmakta, hukuk ve etik arasında keskin bir ayrım yapmamaktadır. Siyasi topluluklar geleneksel olarak haklar değil vazifeler sayesinde bütünlük sağlamışlardır. Habermas’ a göre ise bu tartışma kültürel farklılıklara dayanarak yanlış bir yere sürüklenmiştir. Çünkü hukuk güvencesi, hesap, tahmin ve itimata dayanan ilişkilerin kesin şartıdır. Bu bakımdan asıl alternatif küresel değil sosyo-ekonomik düzlemde aranmalıdır.
Fundamentalizmin Meydan Okuyuşu Fundamentalist şekilde yorumlanan bir İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik anlayışına göre, bu dinlerin hakikatleri mutlaktır ve bundan dolayı gerektiğinde siyasi şiddet kullanmak suretiyle hakim kılınma hakkına sahiptir. Bu anlayışın, cemiyetin dışa karşı kapanışı üzerinde büyük tesiri olmuştur. Dini ve dünya görüşüne dayalı meşruiyet temini, farklı inanç sahiplerinin topluma eşit haklara sahip olarak dahil edilmesi fikri ile uzlaşmamaktadır. Dini alanların devletten ayrılışı özel alana hapsedilmiş dini güçleri gerçekten zayıflatmış olabilir, fakat hoşgörü kuralı dini inanışların ve hayat tarzlarının özgürlüğü ve hakikat olma iddiasına karşı cephe almış değildir. Buradaki karşıtlığın özünü, dinin önemi ve farklı kültürlerin kendi dinlerine yükledikleri değer üzerine yapılan tartışmalar oluşturmaktadır. Habermas müdafaa nitelikli fikirlerini batı tipi meşrulaştırmayı sadece batı medeniyetinin değil diğer medeniyetlerinde maruz kaldığı genel bir meydan okumaya karşı cevap olarak sunmuştur. Habermas’a göre insan haklarını yorumlama tartışmalarında esas nokta “modern zihniyetin” yerleşmesini savunmak değil aksine insan haklarını modern dünyanın hakkını verebilecek şekilde yorumlayabilmektir.