AFYON KOCATEPE ÜNİVERSİTESİ FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ SOSYOLOJİ BÖLÜMÜ
Hazırlayan : Selen Üregil Numara : 090113033
1
Kitabın Yazarı : Ahmet DAVUTOĞLU Kitabın Adı : Stratejik Derinlik ve Türkiye’nin Uluslararası Konumu
ÖZET Ahmet Davutoğlu’nun Küre Yayınları’ndan çıkan kitabı Türkiye’yi çevreleyen yakın kara, yakın deniz ve yakın kıta havzaları, coğrafi olarak dünya anakıtasının merkezini, tarihi olarak da insanlık tarihinin ana damarının şekillendiği alanları konu olarak kapsamaktadır. Soğuk Savaş sonrası dönemin getirdiği dinamik uluslar arası ve bölgesel olarak en yakın havzasından başlayarak dışa açılması kaçınılmaz olan Türkiye’nin stratejik derinliğinin yakın kara, yakın deniz ve yakın kıta bağlantıları ile yeniden tanımlanması, tanımlanırken de jeopolitik, jeoekonomik ve jeokültürel boyutlarını da ele alarak kapsamlı bir şekilde yeniden değerlendirmiştir.
BİRİNCİ KISIM KAVRAMSAL VE TARİHİ ÇEVRE
Güç Parametreleri ve Stratejik Planlama Ülkelerin güç parametreleri birbirinden bağımsız değil her biri yeni fonksiyonlarla birbirini etkileyen dinamik unsurlardır. Bu dinamik unsurlarda insan unsurlarıyla birlikte ele alınmaktadır. 1. Sabit Veriler : Coğrafya, Tarih, Nüfus ve Kültür Ülkelerin mevcut parametrelerinin içinde kendi iradeleriyle değiştirmelerinin mümkün olmadığı unsurlardır. Fakat bu unsurlar kendi içinde değişiklik 2
göstermektedirler. Ülkelerin güç dengeleri içindeki özgül ağırlıklarının değişime uğramasına yol açarlar. Örneğin: Türkiye’nin sabit bir verisi olan ve Hatay’ın ilhakı dışında son 75 yıldır değişmemiş olan coğrafyasının Soğuk savaş sonrası dönemdeki stratejik ağırlığı önemli farklılıklar gösterir. Jeopolitik, jeokültürel ve jeoekonomik tanımlamalar toplumların zaman ve tarih açıklamalarıyla da bir bütünlük oluşturur. Tarih sürecide sabit bir veridir. Örneğin: Türkiye’nin Osmanlı tarih mirasının Soğuk Savaş sonrası dönemde Türkiye’nin Balkanlar, Kafkaslar da çok daha aktif bir dış politika yapımına yönelmesine yol açmıştır. Asrın başında Osmanlı tarih mirasından yeni tanımlara dayalı bir devlet olarak çıkan Türkiye daha sonra bu mirasın jeokültürel ve jeopolitik sorumlulukları ile yüzleşmek zorunda kalmıştır. Türkiye’nin genç ve dinamik nüfus yapısı da önemli bir güç parametresi olmuştur. Avrupa Birliği ile olan ilişkilerde sürekli göz önünde tutulan bir unsur olmuştur. Göç hareketlerine sahne olan Avrupa ülkelerinin serbest dolaşım hakkı konusunda takındıkları tavır bu nüfus unsurunun güç parametreleri içindeki bir yerinin sonucudur. Belli bir insan unsurunun (nüfus), belli bir mekan içinde (coğrafya), belli bir zaman boyutunda (tarih) sahip olduğu kimlik ve aidiyet hissi ile ürettiği değerler dünyasına dayalı psikolojik, sosyolojik, siyasi, ekonomik yapı taşlarından oluşan kültür, bir ülkenin sabit güç verilerini potansiyel güç verilerine bağlayan en önemli unsurdur.1 Kültürel yapısı oturmuş toplumlar sürekli yenilenebilen stratejik açılımlar gerçekleştirme imkanına sahiptir. Buna karşılık kimlik bunalımı yaşayan, kültür buhranı yaşayan toplumlar stratejik bir açmaz içine düşerler. 2. Potansiyel Veriler : Ekonomik, Teknolojik ve Askeri Kapasite Bir ülkenin potansiyel verileri kısa ve orta vadede değişebilir nitelikte olan ve ülke potansiyelinin kullanım kapasitesini yansıtan unsurlardır. Yani güç denkleminin değişken unsurları olarak yer alır. Uluslar arası ilişkilerin Soğuk Savaş sonrası dönemdeki en önemli gerilim alanları jeopolitik ve uluslar arası ekonomi politiktir. Soğuk Savaş sonrası dönemde ekonomik kapasitenin ulusal güç parametreleri içindeki konumunda nitelikli bir değişme olmuştur. İletişim teknolojisinin olağanüstü sıçrama ile yüksek bir ivme kazanan küresel ölçekli karşılıklı bağımlılık ilişkisi devlet dışı aktörlerin ulusal strateji içindeki önemlerini arttırmıştır. Bilim ve teknoloji alanındaki üretkenliğin güç parametrelerindeki yeri de önemlidir. Teknolojik savaşın sonuçlarının sıcak savaşın sonuçlarından daha belirleyici olması buna etkendir. Bu yüzdendir ki dünya sisteminin merkezini oluşturan güçlerin en öncelikli hedefi teknolojik üstünlüğü elden bırakmamaktır. Bugünde Amerikan askeri yapılanmasın Amerikan ekonomisi ve diplomasisi arasında doğrudan bir ilişki vardır ve bu ilişki dünya ana kıtasında uzakta bir coğrafi konuma sahip olan ABD’yi uluslar arası ilişkilerin belirleyici gücü haline dönüştüren ana unsurlardan biridir. 1
bkz. Ahmet Davutoğlu : Stratejik Derinlik
3
Stratejik planlama, bir ülkenin dünya üzerinde belirleyici olan en önemli unsurlarından biridir. İyi bir stratejik planlama ve siyasi irade oluşumu, sabit ve değişken unsurları zayıf bir ülkeye kendi potansiyelinin üzerinde bir güç oluşumu sağlarken, tutarsız bir stratejik planlama ve zayıf bir siyasi irade potansiyeli güçlü bir ülkenin kendi ölçeğinden daha düşük seviyelerde bir güç denklemine sahip olmasına yol açabilir. Bu durum bir ülkenin en temel stratejik gücünün insan olduğunu da ortaya koymaktadır. Yani ülkenin stratejik açılımındaki siyasi irade ile sivil insan unsuru arasındaki devamlılık ilişkilidir. İçinde bulunulan dönemle özetlersek derin devletle derin milletin buluştuğu noktadır. Türkiye’de de stratejik planlamada sabit güç parametrelerini bir yoruma tabi tutarak ve değişken güç parametrelerini harekete geçirecek şekilde yeniden yorumlamak temel hareket noktası olmalıdır. Sabit güç parametrelerini doğru yorumlamak ve değerlendirmek en önemli unsurdur. Yanlış yorumlanıp uygulanması halinde sistem tersine de dönebilir.
Stratejik Zihniyet ve Kültürel Kimlik Bir toplumun stratejik zihniyeti; içinde kültürel, psikolojik, dini ve sosyal değer dünyasını da barındıran tarihi birikim ile bu birikimin oluştuğu ve yansıdığı coğrafi hayat alanının ortak ürünü olan bir bilincin, o toplumun dünya üzerindeki yerine bakış tarzını belirlemesinin ürünüdür. Geçmişi kuşatan kadim kavramı da, geleceği belirleyeceği iddiasını taşıyan Devlet-i Ebed müddet kavramı da bu stratejik zihniyetin muhtevasını dokuyan bir tarih ve kimlik bilincini yansıtmaktadır. Gerek Osmanlı Devleti'nin çözülme sürecinde gerekse Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana karşı karşıya kalınan uluslararası problemlerde ortaya çıkan en önemli gerilim alanı, bu stratejik bilincin süreklilik unsurları ile cari uluslararası güç dengelerindeki konum arasındaki farkın doğurduğu psikolojik gerilim ve bu gerilimin kimlik bilinci metindeki yıpratıcı etkisidir. Bu açıdan Osmanlı-Türk stratejik bilincinin ana unsurlarının süreklilik ve değişim yönleriyle yeniden tartışılması, yüzleşmemiz gereken en önemli meselelerden birisidir. Stratejik zihniyet bir varoluş iddiasına dayanmadıkça edilgenlikten kurtulabilmek mümkün değildir. Bunun içindir ki, stratejik zihniyeti oturmuş olan ve bu zihniyeti değişen şartlara göre yeni kavramlar, araçlar ve formlar ile yeniden üretebilen toplumlar uluslararası güç
4
parametrelerine de ağırlık koyabilme kabiliyeti kazanırlar. Bunun aksine, stratejik zihniyette radikal bir kırılma yaşayarak kimlik bilincini yıpratan toplumlar tarihi varoluşlarını tehlikeye atarken, bu zihniyeti diğer toplumları dışlayıcı bir araç olarak görerek donuklaştıran toplumlar ise ortak insanlık bilincinden kopmakta ve kendileri dışlanmaktadırlar.
Stratejik Planlama ve Siyasi İrade Meşhur stratejisyen Carl von Clausewitz taktik ile strateji arasındaki ilişkiyi tanımlarken “Taktik, askeri birlikleri muharebeler için, strateji ise muharebeleri nihai savaş için kullanma sanatıdır” demektedir. … Stratejik yönelişi belirlenmemiş bir ordunun birbirinden bağımsız küçük muharebelerde tek tek başarılar kazanması savaşın nihai kaderini belirleyici olamaz. Diplomaside de durum pek farklı değildir; sadece nihai hedefe ulaşmak için kullanılan araçlar farklıdır. Özellikle ittifakların geçici ve çıkar temelli olduğu, kısa dönemli taktik adımların belirleyicilik kazandığı dinamik güç dengesi yapılanmalarında başarılı olmanın en öncelikli şartı, uzun dönemli stratejik tanımlama ile kısa dönemli taktikler arasındaki dengeyi sağlayabilmektir. … Bu da diplomatik konumları mutlaklaştırmaksızın kararlı, ve değişik stratejik hedefler arasında bocalamaksızın esnek olmayı gerekli kılar. Gelecekle ilgili ufuk derinliğine sahip ülkelerin siyası öncüleri, belirlenmiş gündemlerin esiri olmazlar. Aksine gündem onların elinde şekillenir ve bu şekil alış o ülkeyi üçüncü ülkelerin ilişkilerinde bile etkin bir unsur haline getirir. Siyasi irade yetersizliği dolayısıyla dış siyasetini konjonktürel dalgalanmaların akışına bırakan ve zamanlama kabiliyetini kaybeden ülkeler ise, başkaları tarafından belirlenmiş gündemlere gösterilen anlık tepkilerin oluşturduğu karmaşık ve çelişik bir tablonun esiri olurlar. Atak ve belirleyici değil, savunmacı ve tepkicidirler. Bu kimliksiz seçkinler, kritik dönemlerde ön plana çıkıp belirleyici olmaktan çok, fark edilmemeye ve inisiyatif kullanmamaya şartlanmışlardır. Ülkelerini dünya gündeminde etkin bir konum da tutmak yeni mesuliyetler getireceği için edilgen olmayı daha emin ve risksiz bir siyaset olarak görürler. … Davranışlarına, saygı görmenin getireceği mesuliyetlerden kaçınmak ile kaale alınmamaktan korkmak arasında gidip gelen ürkek bir tavır hakimdir.
5
Stratejik Teori Yetersizliği ve Sonuçları Doksanlı yıllara damgasını vuran koalisyon hükümetlerinin değişken tavırları, stratejik planlamaları ortak bakış eksikliği nedeniyledir. AB serüveninde “ Ya gireceğiz, ya gireceğiz” tavrı daha sonra “ Girmesek de olur, onlar düşünsün resti” arasında gidip durmuş, İslam dünyasına yönelik kardeşlik tavrı gelecek tepkiler ne olur etkisiyle karışıp gitmiştir. Değişmeyen unsurlar toplumda kesimden kesime farklılık göstermiştir. Bir kesim dış politikada ki en önemli kaynağı tarih ve kültürel unsur olarak gösterirken bir kısım en büyük ayak bağları olarak söylemektedir. Örneğin: Türkiye’nin en önemli kozu olarak gösterilen nüfus yeri geldiğinde ise en büyük engeli olarak tanımlanabilir.
Tarihi Süreç İçinde Türkiye’nin Uluslar Arası Konumu Türkiye uluslar arası sistemi oluşturan hakim medeniyet ile asırlarca süren çok yoğun bir hesaplama sürecinin oluşturduğu tarihi mirasın eseridir. Osmanlı’da İttihat ve Terakki döneminin dış politikada tecrübesinin günümüze ışık tutması gereken en önemli boyutu orantısız bir uluslar arası konum arayışı ve reel güç arayışının taşıdığı risktir. Terakki liderlerinin Osmanlı’yı 1. Dünya Savaşı’na sokmasının temel nedeni Almanya’nın yenilmezliğine inanarak desteklerini alıp milliyetçi ideallerle bir stratejik sıçrama yaparak yeniden bir uluslar arası konum kazanma hedefiydi. Bunun tam tersi bir sonuç ile karşılaşınca o günün sömürge hedefi halini aldı. Bu durum toplumun siyasi ideallerini, tavrını, kültür ve kurumlarını derinden etkiledi. Daha sonra Lozan Anlaşması’yla diğer devletler iki farklı güç görüyordu. Osmanlı tarih sahnesinden çekilirken Türkiye Cumhuriyeti tarih sahnesine çıkıyordu. Bundan sonra Türkiye sınırları içinde kalan ortak dinli farklı etnik gruplar arasındaki sosyal farklılık ortak din bilinci ile, yurttaşlık kimliği ise ortak eğitimle sağlanmaya çalışıldı. Osmanlı iyi bir tarihi miras bırakırken yeni kurulan cumhuriyette birçok eksiklik ve borçlarla savaşmak zorunda kalındı.
6
İKİNCİ KISIM TEORİK ÇERÇEVE: KADEMELİ STRATEJİ VE HAVZA POLİTİKALARI
Soğuk Savaş sonrası devletler gücünü yeni sahalar üzerinde kuracakları hakimiyet ile belirlemeye başlayınca, bu yeni sahaların nereler olacağı konusunda da sorular sorulmaya başlandı. Kurulan hakimiyet nasıl korunur sorularıyla kara, deniz ve hava jeopolitiği dikkate alınarak kara, deniz ve kıta havzaları politikaları geliştirilmeye başlandı. Türkiye’nin yakın kara havzası, kara sınırlarının doğrudan irtibat halinde olduğu 3 bölgeyi kapsamaktadır. Bunlar Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkaslar dır. Türkiye daha öncekiler gibi Batı Avrupa’yla bütünleşme ve bölge ötesi ittifak ilişkilerinin cazibesiyle bu yakın havzalarla yabancılaşma hatasını düşmemelidir. Türkiye’nin uluslar arası konum içindeki siyasi, ekonomik, kültürel ağırlığı bu havzada sahip olduğu etkinliğe ve performansa bağlı olmakla doğrudan ilgilidir. Hatta Türkiye’nin iç bütünlüğü bu havzalar içindeki bütün faktörlerle yakından ilgilidir. Yakın deniz havzasında ise tarihi verilerin açık bir şekilde gösterdiği gibi Anadolu-Balkan eksenindeki bir ülkenin gerçek anlamda güçlü olması ancak bu ekseni çevreleyen deniz ve su yollarında hakimiyet sağlaması ile mümkündür. Osmanlı’nın da 3 kıtaya hakim olmasını sağlayan faktörlerin başında Ege, Akdeniz, Karadeniz üzerinde kurduğu hakimiyetle Kızıl Deniz, Hint Okyanusu, Hazar gibi çevre denizlere açılması sağlamıştır. Örneğin: Osmanlı Devleti’nin Yunanistan isyanı ile Balkanlarda başlayan çözülmelerle de Doğu Akdeniz de ki gücü yok olmaya başlamıştı. Boğazlar küresel ve bölgesel güvenlik stratejileri ve güç dengeleri açısından çok önemlidir. Türkiye’de dış ticaretin %88’i deniz ulaşımı ile sağlanmakta ve bu ulaşımın %65’lik kısmı da Ege Denizi’nden geçmektedir. Bu yüzden Türkiye bölgesel bir güç olmak için deniz yolları üzerinde siyasi ve ekonomik etkisini arttırmak zorundadır. Yakın kıta havzasında ise Soğuk Savaş dönemi Türk dış politikası genelde Yunanistan ile ilişkilere ayarlı bir seyir takip etmiştir. Bu da Türkiye’nin bölge ötesi ufuklara yönelmesini engellemiştir. Kıta ölçekli bir tercih olan AB ile ilişkiler dahi bir yandan blok-içi dengelere, diğer yandan Yunanistan ile yaşanan diplomatik rekabete göre ayarlanmıştır. Soğuk Savaş sonrası çift kutuplu örgütlenmenin yerini kıta ölçekli ve kıtalar arası bloklaşma almıştır. Türkiye belki de en karmaşık kıta havzası politikaları gerektiren özel bir konumdadır. Türkiye aynı anda birçok kıta bağlantısı kurabilen bir çok deniz ve su yolu havzası ile doğrudan temas halinde olan son derece çeşitli coğrafya özelliklerine sahip bir ülkedir.
7
Soğuk Savaş parametrelerinin yok olduğu yeni uluslar arası çevre içinde Türkiye jeopolitiğinin rolü de yeniden yorumlanmalıdır. Örneğin: Soğuk Savaş döneminde Türkiye’nin bütünlüğünü SSCB’nin sıcak denizlere inmesinin önünde bir engel olarak gören kimi müttefikler için bu jeopolitik konumun muhafazası önemli iken, aynı müttefikler değişen şartlar içinde bugün Ortadoğu’da Türkiye’nin su-petrol dengesine dayalı jeoekonomik etkinliğini kendi çıkarları için zararlı görüp bu sınırların değişmesini veya uluslar arası hukuk içinde görülmeyen fakat reel olarak kendini hissettiren yeni etki alanlarının oluşmasını isteyebilirler.
3.KISIM UYGULAMA ALANLARI: STRATEJİK ARAÇLAR VE BÖLGESEL POLİTİKALAR
Türkiye’nin Stratejik Bağlantıları NATO Türkiye Balkanlar, Kafkaslar, Orta Asya stratejik hatlarına sahip olabilecek konumda, deniz arası ve kıtalar arası etkileşim kuşaklarının üzerinde bulunduğu için NATO’nun yeni küresel stratejik misyon tanımlaması için vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Türkiye’nin NATO’nun yeni misyonu ile ilgili alanlarda sahip olduğu jeopolitik önem ve etkinin bir dış politikaya dönüşebilmesi Türkiye’nin kendi yakın kara ve deniz havzasındaki stratejik ağırlığına bağlıdır. Türkiye’nin AB ile yaşadığı bunalımlı dönem NATO’yu Türkiye’nin batı dünyası ile olan ilişkilerinin en önemli stratejik aracı haline getirmiştir. Türkiye’nin Ortadoğu’da üstlenilmesi Doğu Avrupa ve Balkan ülkesi olarak rol almaması bölgesel riskleri arttıracağı gibi Türkiye’nin iç dengelerini de olumsuz etkileyecektir. Türkiye’nin İslam dünyası ile olan ilişkileri de halifeliğin Osmanlı’dan sonra kaldırılmasıyla Türkiye İslam dünyasının koruyucu gücü olmaktan çıkmıştır. Ki Müslümanların kendi istekleriyle ABD, Avrupa ülkelerinde yaşaması da İslam örgütlenmesinde ayrı bir yargı taşımaktadır. Türkiye Osmanlı Devleti’nin aksine 8
daha homojen ve milli bir nitelik arz eden bir yapı oluşturmuştur. Osmanlı’dan sonra kurulan bu yeni devletin uluslar arası konumda tanınabilmesi için Misak-ı Milli sınırları içinde ki gücüyle orantılı makul ve rasyonel uluslar arası bir konum elde ermesi gerekir. Bu da Osmanlı Devleti’nin İslam dünyası derinliğine yönelik sınır-ötesi etkinliğinin kıskacından kurtulması gerekmektedir.
Stratejik Üçgen Mekanizması Ortadoğu jeopolitiğinin en temel coğrafi ve denge mekanizmasını MısırTürkiye-İran oluşturmaktadır. Bu ülkelerden ikisinin aynı anda dışlanması bölge için kaldırılmayacak bir yük oluşturur. Bu üç ülkeden herhangi ikisi arasında sistem dışında ittifak oluşturacak olursa tehdit kaynağı olarak nitelendirilir. Denge içindeki hakem rolünü Türkiye oynamaktadır. Türkiye – AB ilişkilerinde çelişkili bir yapı vardır. Bunun ilk nedeni AB’nin iç ilişkilerini aşarak oturmuş bir yapı olmaması, ikinci neden olarak da Türkiye istenildiği an mekanik bir şekilde kurgulanacak bir yapı arz etmemesidir. AB ve Türkiye arasındaki ilişki sadece bunlardan ibaret değildir. Bahsettiğimiz dış faktörler burada da yer almış bu ilişkiyi tamamen çıkmaza sokma isteği yaratmakta ve istenmektedir. AB Türkiye ile olan ilişkilerini germesi ve kendi etnik kabuğuna çekilip Türkiye’yi dışlaması durumunda sadece Türkiye’yi kaybetmiş olmayacak yeni sömürgeci bir dalgayı ve görüntüyü ortaya çıkaracaktır. AB Türkiye’yi bölmeye çalışan Avrupa imajını terk etmek zorundadır. AB’nin dile getirdiği insan hakları, Kıbrıs gibi unsurlar Türkiye’yi bir belirsizlik içinde tutmaktan çok sadece bahanelerdir. Bu unsurların oluşması AB’nin zaten uygulamayı düşündüğü stratejinin uygulanmasını kolaylaştırmaktadır. KEİ: Dünyada küreselleşme ve bölgesel düzeyde bütünleşme yönündeki siyasal ve ekonomik alanda yeniden yapılanma sürecini sağlamak amacıyla Türkiye tarafından ortaya atılmış bir fikrin ürünüdür. Amacı üye ülkelerin coğrafi yakınlıklarından ve ekonomisinin birbirlerini tamamlayıcı özelliklerinden yararlanılarak ticari, ekonomik ve teknolojik iş birliğini pekiştirmeleri olarak belirlenmiştir. Uluslar arası konumda devletler stratejik kabiliyetlerine göre 4’e ayrılmaktadırlar. Süper devlet, büyük devlet, bölgesel güçler ve küçük devletler. Büyük devlet olarak gösterilen İngiltere, Fransa, Almanya’nın amacı kendilerince daha az tehlikeli süper gücün stratejik planlamasına uyum sağlayarak güvenliklerini sağlama almak, etki alanlarını geliştirebilecekleri bir konuma gelmektir. Türkiye’nin dışlanması Arjantin, Irak gibi bölgesel güçler ise 9
etki alanlarını ve dış politikalarını bir süper gücün politikalarını bağımlı kılmak zorunda kalmışlardır. Fakat Türkiye’yi diğer toplumlardan farklı kılan en önemli faktör tarihtir. Dünyada neredeyse tamamen egemen olan özgün ve uzun ömürlü siyasi düzen kuran bir medeniyetin merkezidir.
SONUÇ Türkiye'nin coğrafi derinlik anlamında oturduğu zemini tahlil ederken yakın kara, yakın deniz ve yakın kıta havzaları gibi tanımlamalar geliştirdik ve ilgili bölümlerde bu havzaların iç yapılarını ve uluslararası sistem içindeki konumlarını Türkiye'nin stratejik yapılanmasındaki önemleri açısından ele aldık. Böylesi bir analiz Türkiye'nin cari sınırları göz önüne alınarak yapılacak bir tasvirin ötesinde yeni açıklama, anlama ve anlamlandırma zeminleri oluşturmaktadır. Türkiye’yi çevreleyen Balkanlar-Kafkaslar-Ortadoğu kuşağından oluşan yakın kara havzası, Karadeniz-Boğazlar-Marmara- EgeDoğu Akdeniz-Kızıldeniz-Basra-Hazar iç denizleri ve su geçiş yollarından oluşan yakın deniz havzası ve nihayet Avrupa-Kuzey AfrikaBatı ve Orta Asya'dan oluşan yakın kıta havzası ayrı ayrı ele alındıklarında da, bir bütün olarak incelendiklerinde de, coğrafi olarak dünya ana kıtasının merkezini, tarihi olarak da insanlık tarihinin ana damarının şekillendiği alanları kapsamaktadır. Türkiye'nin birbirinden farklı özelliklere sahip olmakla birlikte birbirleriyle etkileşim içinde bulunan yakın kara, yakın deniz ve yakın kıta havzalarının oluşturduğu zeminde strateji geliştirme zorunluluğu ile karşı karşıya kalması avantaj ve riskleri en üst düzeye çıkarabilecek bir çeşitliliğe sahiptir. Soğuk Savaş sonrası konjonktürde Türkiye ile ilgili yapılan tasvirlerin mihver ülke (pivotal state) ile parçalanmış ülke (torn country) uçları arasında gidip gelmesi aslında bu çok yönlü dinamizmin ortaya çıkardığı bir çelişkidir. Kişiler gibi toplumların da güçleri aynı zamanda zaaflarıdır. … Güç kaynaklarını iyi kullanamayan ve harekete geçiremeyen topluluklara bu güç kaynakları zaaf odakları şeklinde geri dönerken, bunalım kaynaklarını bir hayatiyet belirtisi olarak güce dönüştürebilen topluluklar için bu zaaf unsurları dahi yeni güç kaynakları oluştururlar. Türkiye ikinci grup ülkeler arasındadır ve içe kapanarak değil, yeni bir özgüven ve iddia ile dışa açılarak bunalım unsurlarını güç unsurları haline dönüştürebilir. Dünyanın kuzey-güney ve doğu-batı istikametindeki en stratejik
10
kuşağının merkez hattı üzerinde bulunan Türkiye'nin içe kapanması coğrafi açıdan mümkün değildir. Türkiye'yi 20. yüzyılın konjonktürel şartları içinde ortaya çıkan sıradan ulus-devletlerden ayıran tarihi miras farkı da içe kapanmayı imkansız hale getirmektedir. Yoğun bir medeniyet bunalımının yaşandığı, insanoğlunun bütün doğrularını yeniden kurma çabası içine girdiği, bu çerçevede de bütün tarihi kültür birikimlerini yeniden keşfetmeye çalıştığı bir dönemde Türkiye gibi köprü ülkelerin farklı medeniyet birikimlerini bünyesinde barındırıyor olmaları yeni bir medeniyet açılımı için ciddi bir kaynak oluşturmaktadır. Bizi diğer toplumlardan farklılaştırarak tarih sahnesine özel bir konumla çıkartacak olan da temelde bu özgün niteliklerimizdir.
11