Bisiklet ile Trans Kaçkar

Page 1


2


İ

Ç

İ

N

D

E

K

İ

L

E

R

ÖNSÖZ................................................................................................................................. 5 SPORA DÖNÜŞ..................................................................................................................  7 KAÇKAR’IN ZİRVESİNE..................................................................................................  10 BEKLE BİZİ KAÇKAR GELİYORUZ .............................................................................  11 MACERA BAŞLIYOR......................................................................................................... 13 YAYLALARA GİDİYORUZ............................................................................................... 15 DİLBERDÜZÜNE YOLCULUK.......................................................................................  17 ZİRVEYE GİDİYORUZ.....................................................................................................  20 ZORLU YOLLAR................................................................................................................  24 TRANS GERÇEKLEŞİYOR...............................................................................................  27 VE SONUNDA BAŞARDIK............................................................................................... 30

3



ÖNSÖZ Bisiklet ile Trans Kaçkar etkinliğinin benim tur hayatımda ayrı bir yeri var. Bu turla birlikte trafiğin, insanların az olduğu sessiz, sakin doğal güzelliklere pedal çevirmek için özen göstermeye başladım. İnsanlar genellikle deniz kenarlarında pedal çevirirken ben yokuşu olmayan yolları programımdan çıkardım. 2010 yılında bisiklete başladığımda yapmayı ilk düşündüğüm İstanbul’dan İzmir’e Ege bisiklet turu düşüncemi belki de bu nedenle bu güne kadar gerçekleştiremedim. Turdan hemen önce sevgili bisikletçi büyüğümüz Necati Bilgenle tanıştım. Rahatsızlığı nedeniyle yola çıkamadığı için çok üzülüyordu. Böylesine bisiklet sevgisi ile dolu birisinin arzusunu yerine getirememekten duyduğu üzüntü beni çok etkiledi bu turumu Necati Bilgen’e adadım. Bana inanıp böylesine zorlu bir maceraya çıkmakta hiçbir tereddütte bulunmayan sevgili Uğur ile Erhan’a ve ayrıca tur boyunca telefonla ulaşabildiği sürece her gün bizi arayıp nerede olduğumuzu, ne kadar gittiğimizi, kaç metreye tırmandığımızı öğrenip bu bilgileri sosyal medyada paylaşarak bizlere destek olan sevgili dostum Emin Oğuz’a çok teşekkür ediyorum. Yazıda konusu geçen turları ve videoları izlemek isteyenler ilgili linklerden ulaşabilirler. Turun detaylı ve bol fotoğraflı anlatımına www.bisikletgezgini.blogspot.com adresinden yurt içi turlar bölümünden ulaşabilirsiniz. Orhan Kılıç 7 Ekim 2013 Pazartesi, Bodrum – Kadıkalesi



SPORA DÖNÜŞ Binanın kapısında zil butonlarının yanındaki isimlere göz gezdirdim, aradığım isim en üstteki butonun yanında yazıyordu. Zili çaldım, az sonra kapı otomatiğinin sesi duyuldu. En üst kattaki daireye ulaşmak için basamakları çıkarken nefes nefese kalmıştım. Son günlerde kilom iyice arttı. Arık pantolonumu belimde tutmağa kemer de yetmediği için pantolon askısı kullanıyorum. Bir süredir yiyende ölüyor, yemeyende diye bir hayat felsefesi belirledim kendime ama artık merdiven çıkarken ve ayakkabımı bağlarken çok zorlanıyorum. Bir sabah tartıldığımda baskülün kadranında 92 rakamını görünce bunun bu şekilde devam edemeyeceğine karar verdim. Yürümeye üşeniyordum ve bisiklete binmek iyi bir fikir gibi görünüyotdu. Böylece çok uzun süredir ara verdiğim, hatta unutup yaşamımdan tamamen çıkarttığım bisikleti yeniden anımsadım. Bir yandan uygun bir bisiklet ararken diğer yandan rejim yapmaya başladım. Bir iki hafta sonra internetten çok uygun fiyatlı 2. El bir bisiklet bulup satın aldım ve böylece 36 yıldan daha uzun zaman ayrı kaldığım bisiklete yeniden kavuştum. İşlerimden fırsat buldukça sahil yolunda bisiklete binmeye başladım ama yıllar çok şeyi alıp götürmüştü. Dümdüz sahil yolunda bile hiçte kolay değildi pedal çevirmek. Yolda rastladığım bisikletle binen gençlere ayak uydurmaya çalışıyordum ama nafile bir türlü onlara yetişemiyordum. Aynı hızla pedal çevirmeme rağmen aramızdaki mesafe sürekli açılıyordu. Yine de çok mutluydum, yeniden çocukluk günlerime dönmüştüm ama bu mutluluk ve bisiklet ile beraberliğim fazla uzun sürmedi. İnternette dolaşırken gördüğüm bir başlık ilgimi çekti. Başlıkta şöyle yazıyordu: “Kilo vermek için bisiklet aldıysanız geçmiş olsun, en iyi kilo verme yöntemi yürümektir.“ Yazarın tezi bana çok mantıklı geldi. Yazar 1 km yürüyerek 1 km bisiklete bindiğinizden daha fazla enerji harcarsınız diye yazmıştı. Kararımı verdim. Bisikleti


bırakıp yürüyecektim. Zaten rüzgarda çok sert esiyordu o günlerde, bahaneyle rüzgarın zorlayıcı etkisinden de kurtulacaktım. Yaz boyunca her sabah yürüyüp rejim yapmaya devam ettim. Hızla kilo veriyordum ve çabalarımın karşılığını görmek beni mutlu ediyordu. Kış gelince yürüyüşe ara verdim ama rejime devam etmeme rağmen yeniden bir miktar kilo almıştım. Aldığım bisiklet depoda duruyordu. Bundan sonra birazda bisiklete binerek spora devam edeyim diye düşündüm. İnternette bir forumdan hafta sonları İstanbul’da tur yapanları incelemeye başladım. Bazıları çok iddialıydılar, onlarla yola çıkacak cesareti kendimde bulamadım. Kış olduğundan hava soğuk ve genellikle yağışlıydı. Bisikletimde çamurluk ve bedenimi soğuk ve yağmurdan koruyacak giyim kuşamım da yoktu. Her hafta niyetleniyor ama son anda hep vazgeçiyordum. Sonunda soğuk ve yağışlı bir Şubat günü üşümeyi ve ıslanmayı göze alıp bu guruplarda birisi ile Burgaz aday giderek ilk turunu gerçekleştirdim.

Bütün deliklerimi açmama rağmen nafile gerekli oksijeni alamıyordum. Dilim bir karış dışarı çıktı, sallanıyorum ha düştüm ha düşeceğim. Hiç olmazsa şu kızları yarım tekerlekte olsa geçtikten sonra durayım diyorum ama kızlarda dişli çıkmıştı. Oflaya puflaya da olsa pedalları çeviriyorlardı. Artık gözlerim kararmıştı ki kızlar pes edip durdular, son bir gayretle onları bir tekerlek boyu kadar geçtikten sonra bende durdum. Bu arada Uğur ile Gökhan da çıkamayıp aşağıya geldiler. Uğur çok dik bu yokuş çıkılmaz, lastik yola tutunamıyor kayıyor dedi. Çıkılmaz tabi Mert’in önderliğinde geniş bir dedim içimden her ne kadar yaş aralığındaki bir gurup bisik- benim lastiğim yola tutunuyor letli adada bisiklet sürüyorlardı. olsa da. Uğurla ilk tanışmamız Tanışma merasiminden sonra böyle oldu. O Uğurun dışında hep birlikte bisiklet sürmeye çok değerli başka dostlarla da başladık. Düz bir caddede bir tanıştım. Bu arkadaşların pek aşağı bir yukarı turluyorduk. Bu çoğu ile iletişimimiz hala devam arada Mert solumuzda kalan ediyor. bir yokuşa baktı, işte o anda Akşam eve geldiğinde adeeyvah yokuşa mı sapacağız ne ta çamurdan adam gibiydim, diye panikledim ama Mert yol eşofmanımın paçası zincire devam etti. Akıllı adammış hiç kapılıp yırtılsa da çok mutluybu yokuş çıkılır mı diye düşün- du. Uzun zamandır böylesine düm. Caddede bir süre gittikbir çılgınlık yapmamıştım. O ten sonra geri dönerken Mert turdan sonra her hafta sonu gu“arkadaşlar yokuşu çıkacağız” rupla turlara devam ettim. Artık dedi ve demesiyle Uğur ile hafta sonu bisiklet turları bende Gökhan akıncı süvarisi edası alışkanlık yapmıştı. Hafta içi ile yokuşa saldırdılar. Ardından yürümeye devam ediyor hafta gurubun diğer üyeleri de en sonları da bisiklet turlarına kaiçten bağlılıkları ile sorgusuz tılıyordum. Bu arada bisiklet ile sualsiz Mert’ii takip ettiler. Akşehirlerarası tur yapma isteğim lımdan bu yokuş çıkılır mı yahu her geçen gün çoğalıyordu, yalşuna bak duvar gibi diye geçir- nız bu iş için gerekli malzemememe rağmen çaresiz bende lerin finansmanı ciddi bir rakam o yöne saptım. Herkes tüm oluşturuyordu. gücü ile padallara abanmışBaharın gelip havanın ısınması tı. Önümdeki 2 kızda yokuşa ile hafta içi de tek başıma turlar sardılar. Onları görünce mecyapmaya başladım. Gittikburen bende sardım yokuşa. çe artan kilometrelerde turlar Türk erkeğinde egemen olan yapıp kendimi sınamaya başanlayış bende de vardı. Bir ladım. Artık güçlenmiştim. 19 kadın asla bir erkeği geçemez, Mayısta tatili fırsat bilip Mert bir erkekten daha güçlü, daha ile birlikte Yalova’dan Eskişezeki olamaz.


hir’e gittik. Böylece yıllar sonra şehirlerarası bir tur gerçekleştirdim. http://bisikletgezgini.blogspot. com/2011/01/bisiklet-ile-istanbuldan-eskisehire.html 27 Haziran 2010 Pazar Çınarcık’tan Erikli şelalesi ve Delmece yaylasına tur yapılacaktı. Kalabalık katılımla keyifli bir tur yaptık. Dönüş yolunda motorda önümüzdeki hafta Uludağ’a çıkma fikri ortaya atıldı. Bu fikir beni çok heyecanlandırdı. Uludağ’a defalarca teleferik ve araçla çıkmıştım ama o güne kadar bisiklet ile çıkmayı hiç düşünmemiştim. http://bisikletgezgini.blogspot. com/2011/01/erikli-selalesi-ve-delmece-yaylasi.html Ertesi hafta bisikletimle Uludağ’daydım. Günü birlik yaptığımız bu yorucu turda yokuş çıkmanın da keyifli olduğunu hatta çok keyifli olduğunu fark ettim. Kendi emeğinizle terleyerek, zorlanarak tepelere çıkıp aşağılara bakmak ve bu zorlu mücadeleyi kazanmanın keyfini çıkarıp oradan buraya

ben çıktım demenin keyfi hiçbir şeyde yok. Bu tura bir hafta önce Uludağ’a çıkma fikrini ortaya atan arkadaşlarımdan hiç birisi katılmadı ama Bursa’dan katılanlar oldu. Dinçer’le de o turda tanıştık. Dinçer benim küçük oğlumla yaşıttı. Zeki, sportmen, mücadeleyi seven ve asla vazgeçmeyen bir genç belki onda kendimi bulduğumdan, karakterlerimiz benzeştiği için kendisini çok sevdim ve iletişim kurabildim. Dağda oteller bölgesinden Çoban Kayaya ve Bakacak seyir terasına giderken zirve nerede şu görünen tepe mi diye sordum. Orası Keşiş tepe dedi Dinçer zirve buradan görünmüyor. Önceki yıl Dinçer ailesi ile zirveye trekking yapmış. Bisikletlerimiz ile zirveye bir tur düzenleyelim dedi. İnternette bu konuda başarısızlıkla sonuçlanan bir yazı okumuştum. Belki birazda o yazı beni cezbetti, yapalım dedim. 1 ay kadar sonrasına karar verdik. http://bisikletgezgini.blogspot. com/2011/01/uludag-turu.html Eve gidip internette biraz

araştırma yaptıktan sonra bu turu Trans Uludağ olarak yani bisikletlerimiz ile dağın arkasına inerek yapmaya karar verdim ve etkinliği Uludağ’ın zirvesine gidiyoruz başlığı ile duyurdum. İlk turu gerçekleştirmemiz insanların ilgisini çekmişti. Ummadığım sayıda bir katılımla Uludağ’ın zirvesine çıkıp oradan arkaya indik ve Bursa’ya geldik. Çok keyifli bir tur oldu ve pek çoğuyla hala iletişimimin devam ettiği yeni insanlarla tanıştım. http://bisikletgezgini.blogspot. com/2011/01/uludagin-zirvesine-gidiyoruz-dedik-ve.html Bu heyecanda bitmişti ama benim yeni heyecanlara gereksinimim vardı. Uludağ’ı geçtiğimize göre neden Kaçkar’ı geçmeyelim diye düşündüm. Hemen araştırmalara başladım. Kaçkar’ı daha önce Ankaralı bir gurubun geçtiği bilgisine ulaştım. Onlar başka bir rotadan geçmişlerdi ben tur şirketlerinin insanlara yaptırdığı Klasik Güney rotadan bu turu yapmaya karar verdim. Hemen çalışmalara başladım.


KAÇKAR’IN ZİRVESİNE

Kış boyunca rota çalışmaları yapıp onlarca video izledim, blog yazısı okudum. Dağa çıkış yapan bir dağcıya ve bu yolu geçen birkaç kişiye e mail yollayıp bu yolun bisiklet ile geçilip geçilemeyeceğini sordum ama maalesef hiç birisinden yanıt gelmedi. Kaçkar konusunda Tunç Fındık’ın ve Kate Clow un yazdığı kitapları alıp okudum. Kate Clow un The Kaçkar kitabı bu dağda yürüyüş ve tırmanış yapmak isteyenler için gerçek bir hazine değerinde. Kitabın Türkçe çevirisinin yayınlanmamış olması büyük eksiklik. Sonunda bu işi başarabileceğimize karar verip etkinliği açıkladım. Tura birkaç arkadaş ve sevgili Uğur katılmaya karar verdi. Bir anda 7 kişi olduk. Turun çok zor olduğunu dağda uzun süre bisikletlerimizi ve eşyalarımızı taşıyacağımızı, bi-

siklet sürme performansından çok kol ve bacaklarımızın kas gücüne ihtiyaç duyacağımızı söyledim. Uğur ben askerliğimi Tunceli’de jandarma olarak yaptım, dağa alışkınım dedi. Tura katılmak isteyen bir gurup arkadaşa internetten bulduğum fotoğraflar, videolar ve benim hazırladığım haritalar ile bir sunum yaptım. Katılımcı arkadaşlarımızdan birisinin abi ben yıllardır bisiklete biniyorum ilk kez böylesine kapsamlı bir sunumla karşılaştım. İşi adeta bir asker ciddiyeti ile hazırlamışsın aklımızda hiçbir soru işareti kalmadı dedi. Tarihi belirleyip aylar öncesinden gidiş uçak biletlerimizi aldık. Tura Erzurum’dan başlayıp Hopa da sonlandıracaktık. Geçeceğimiz yolun kitaptaki tarifini Türkçeye çevirip yolda zarar görmemeleri için PVC ile kaplattım.

Baharın gelmesi ile bisiklet sürerek hazırlanmaya başladım. Yaz başında 1600 km lik bir tur yaptıktan sonra Kaçkar’a hazır olup olmadığımızı görmek amacı ile yine bir Trans Uludağ turu yapmaya karar verdim. Bu seferki turda yüklerimizi de yanımızda taşıyıp yüklü bisikletler ile dağı geçecektik. Benim gibi adrenalin düşkünü arkadaşlarım Uğurla beni bu turda da yalnız bırakmadılar. Bir hafta sonu her zamanki gibi feribot ile Mudanya’ya geçip Uludağ’a tırmandık. Turu sorunsuz bir şekilde tamamladık. Tek sorun benim bisikletimin bagajının kırılması oldu. Bu bana bisiklet bagajının turun en önemli parçalarından birisi olduğunu öğretti. http://bisikletgezgini.blogspot. com/2011/07/2-trans-uludag-bisiklet-turu.html


BEKLE BİZİ KAÇKAR GELİYORUZ

Yola çıkacağımız tarihten 2 gün önce Erhan Almanya’dan Erzurum’a gidip bizi beklemeye başladı. Telefon görüşmemizde Erhan’a ocakta kullanmak için ispirto veya bulabilirse alkol almasını söyledim. Erhan bir bakkala gidip alkol var mı diye sorunca bakkal mübarek rama-

zan günü alkol mü arıyorsun diye tepki göstermiş. Erhan bunu bana telefonda anlatınca Erzurum’da alkol aramaktan vazgeçtik. Katılımcılar için bisikletlerimizin önüne asacağımız ön yüzde kimlik bilgileri, arka yüzde ise başımıza bir şey gelirse aranacak telefon numaralarının olduğu plaketler hazırlayıp onları da PVC ile kaplattım. 27 Ağustos 2011 Cumartesi Nihayet beklenen gün geldi, Uğuru bilmiyorum ama ben çok heyecanlıyım. Sonunda bu işi başarıp geri dönmekte var,

yüzümüze gözümüze bulaştırıp hüsrana uğramakta ama her ne olursa olsun hep birlikte sorunsuz bir şekilde evlerimize dönmeyi diliyorum. Özellikle bana güvenip yola çıkan arkadaşlarımın tırnağına zarar gelse kendimi suçlu hissederim. Erdal, Uğur ile beni alıp Sabiha Gökşen havaalanına götürdü. Yüklerimizi bisikletlerimiz ile tarttırıp bagaj hakkımızı geçen miktar için ek ücret ödeyip Erzurum’a uçtuk. Erzurum’da bisikletlerimizi ve yüklerimizi alıp havaalanı binasının dışına çıktığımızda bu yolculukta bizimle birlikte pedal


çevirecek olan ekibin 3. üyesi Erhan bizi bekliyordu. Bir yandan bisikletlerimizi monte edip yüklerimizi bisikletlerimize yüklerken diğer yandan Erhan ile sohbet edip şehir hakkında bilgi almaya çalışıyorduk. Nede olsa Erzurum konusunda bizden daha tecrübeli idi. Hazır olunca Erhan önde Uğur ile ben arkada Erzurum’a doğru yola çıktık. Erhan’ın yerleştiği Örnek otele geldik. Otelde İspanyol bisikletli çift bisikletlerini ambalajlıyorlardı. Onlarda İspir tarafını gezip

dönmüşler o gece ülkelerine geri uçacaklarmış. Eşyalarımı Uğur ile birlikte kalacağımız odaya çıkardıktan sonra bisiklet çantamı ve Uğurun balonlu naylonunu Hopa’ya yollamak için yan sokaktaki Yurtiçi kargoya gittim. Otele dönünce hep birlikte dışarı çıktık. Önce bir cağ kebap lokantasına gidip yemek yedik. Ardından yarın yolda yiyeceğimiz malzemeleri satın aldık. Bu bölge çok tutucu olduğu için yolda iftardan önce yiyecek bir şey bulamayabilir. Alışveriş-

ten sonra Erzurum’un meşhur sokak çaycılarından birisinden çay içtik ama çay benim için tam bir hayal kırıklığıydı. Hem açık hem de soğuktu. Sabah erkenden yola çıkacağımızdan yatmak için otele döndük. Resepsiyonda görevli gençle bir süre sohbet ettik. Bizim neden bisikletle gezdiğimizi, nerede kaldığımızı ne yediğimizi sordu. Sabah 05:00 te kalkmak için saatlerimizin alarmlarını kurup yattık.


MACERA BAŞLIYOR

28 Ağustos 2011 Pazar Sabah kalktığımda yan odadaki Erhan benden önce uyanıp aşağıya inmişti. Uğur ise hala uyuyordu. Giyinip bisikletlerimizi yükledikten sonra resepsiyon görevlisine otel önünde bir hatıra fotoğrafı çektirip saat 06:00

da yola çıktık. Hava güneşli ama serindi. Bu günkü hedefimiz Yusufeli’ne varmak. Yavaş bir tempoda pedal çevirerek Erzurum’dan çıktık. Biraz sonra karnımız acıktı. Kahvaltı için gözümüz yol kenarında bir çeşme arıyordu hele birde kavak ağaçları olur-

sa değme gitsin. Fakat yolda çeşmeye rastlamak mümkün değildi. Uzun bir süre pedal çevirdikten sonra karayolundan 1-2 km içerideki bir köyün yol kavşağında otobüs bekleyen adama çeşme sorduk. Köyde var dedi. Köye girdik. Köyde ortalık sakindi. Karşılaştığımız ahırındaki hayvan dışkılarını dışarı atan adamla selamlaştık, çeşmeyi sorduk. Az ilerideki çeşmeyi gösterdi. Boşalan su kaplarımızı doldurduk. Bu arada Uğur adamla ahbaplığı iyice ilerletmesinden cesaret alarak çeşme başında kahvaltı yapsak sakıncası var mı sorusunu sorunca hiç beklemediği var yanıtını aldı. Adam bu köyde herkes oruçlu onun için burada yiyemezsiniz girişteki kavaklığa gidip orada yiyin dedi. Aslında çeşme başı kahvaltı için pek uygun bir yer değildi çünkü adamın dışarı attığı dışkıları başka bir adam el arabası ile taşıyıp çeşmenin yanına döküyordu. Teşekkür edip ayrıldık. Yeniden kara yoluna çıkıp pedal çevirmeye başladıktan bir süre sonra yolun solunda uygun bir yer bulup mola verdik ve karnımızı doyurduk. Tam yola çıkacaktık ki Uğur karnının ağrıdığını söyleyip kendisini çalıların ardına zor attı, bağırsakları bozulmuş. Buna çok güldüm ama yola çıktıktan kısa bir süre sonra benimde karnımda dayanılmaz ağrılar oluştu artık gözüm yol kenarında uygun bir çalılık aramaya başlamıştı. Kıvranarak inle-


yerek pedal çevirip önümdeki yokuşu çıkarken bu yokuşta nereden çıktı güya bu gün Yusufeli’ne kadar sürekli inecektik diye düşündüm. Yol kenarında ileride bekleyen iki adam dur diye el işareti yaptılar, durmayacağımı anlayınca önüme geçip durdurdular. Nereden gelip nereye gittiğimi sordular. Bense bir an evvel kurtulsam diye dua ediyordum içimden. Neredeyse altıma yapacağım acilen gözden ırak uygun bir yer veya doğru dürüst bir tuvalet bulmam lazım. Sonra söz döndü dolaştı Ramazan’a ve dolayısı ile Oruç’a geldi. Oruçlu musun diye sordular hayır seferiyim dedim. Adamların suratları asıldı. Araba nasıl benzinsiz gitmezse bende özellikle su içmeden gidemem dediysem de pek ikna olmadılar ki arkalarını dönüp uzaklaştılar. Yola devam edip yokuşun tepesinde Güzelyayla geçidine ulaştım. Erhan geçitte bizi bekliyordu. Bisikletimi bıraktığım gibi tuvalet ihtiyacımı gidermek için kendimi otların arkasına zor attım. Rahatladıktan sonra geçitte fotoğraf çektirdim. Bu

arada Uğurda geldi. Güzel bir inişle yola devam ettik. Yol kenarındaki bir benzin istasyonunda demli bir çay içmek için durduk, koyu demli çay bağırsaklarımıza iyi gelir diye düşündük ama ramazan nedeniyle ocak kapalıydı, çay yoktu. Tortumda Uğur ile birlikte eczaneye uğrayıp ishal ilacı alıp içtik. Karnım hala ağrıyor pekiyi durumda değildim. Engüzekkapı Kalesi tabelasını gördüğümde bir yandan az ilerideki kaleye gidip görmek istiyordum ama diğer yandan hemen bir tuvalet bulmak istiyordum. Az sonra meyve satılan büyük bir tezgahın olduğu yerdeki tuvaleti görünce kendimi içeri zor attım. Artık yokuş yok sürekli ineceğiz beklentisi içinde giderken baraj gölünün yanında birden bire karşımıza bir yokuş çıktı. Yokuş kısa ama dikti. Son gücümü kullanarak yokuşu aşarken nehir üzerine baraj yapıp yolun gölün altında kalmasına neden olanların kulaklarını çınlattım. Pirinkayalar geçidine ulaştım. Uğur anlaşılan ishalden benden daha çok etkilenmiş ki yo-

kuşu yürüyerek çıkmayı tercih etti. Erhan çoktan aşağı inip gözden kaybolmuştu. İnişten sonra yolumuzun üzerindeki Tortum şelalesine uğradık. Bundan sonra yol belli belirsiz aşağı doğru iniyordu. Bir kanyondan geçerek Yusufeli yoluna girdik ve akşam Yusufeli’ne ulaşıp Greenpeace kampingde çadır kurduk. Kampingin lokantasından haşlanmış patates temin ettik. Sıcak su ile duşumuzu alıp patateslerimizi yedikten sonra Yusufeli merkezine gidip yarın için yiyecek alışverişi yaptım. İspirto satan iş yeri bu gün kapalı olduğundan yarın sabah yola çıkmadan ispirtoyu alacağım. Bu gün tuvalete gitmede Uğur ile tuvalet konusunda yarıştık. Bu durumun meydana gelmesinde cağ kebaptan şüpheleniyoruz. Uğur sabah iyi olmazsam yola çıkmam dedi. Yarın gideceğimiz Yaylalar köyüne minibüs olduğunu söyleyip iyileşmezse minibüsle gitmesini önerdim. Bu gün 150 km pedal çevirdik. Fazla geç olmadan yattık. Sabah yine 05:00 te kalkacağız.


YAYLALARA GİDİYORUZ

29 Ağustos 2011 Pazartesi Sabah 05:00 te kalktık. Kahvaltımızı yaptık. Durumum fena değil. Rahatsızlığım tam geçmese de dünkünden daha iyiyim. Uğur yola çıkmaya karar verdi ama eşyalarımızı minibüse verelim diyor. İlk başta buna karşı çıksam da sonunda bende eşyalarımı minibüse verdim. İşi öylesine abartmışım ki yama takımım ve anahtarları bile vermişim. Yolda bir arıza olsa arkadaşlarımdan yardım almadan devam edemem. İspirtoyu da aldık, artık kendi

yemeğimizi yapabileceğiz. Boş bisikletler ile güle oynaya güneşli bir günde yola çıktık. Hafif bir yükseltiyle Yusufeli’ni geride bırakıp nehri takip eden etrafı yeşilliklerle ve dağlarla çevrili pek araç geçmeyen asfalt bir yolda ilerlemeye başladık. Arada bir durup fotoğraf ve video çekiyor sonra hızla pedal çevirip önde gidenlere yetişiyorduk. Bazen hepimizin ilgisini çeken bir noktada hep birlikte durup hayranlıkla görüntüyü izliyorduk. Bu şekilde yol alarak Sarıgöl’e ulaştık. Burada dondurma ve içecek

molasının ardından yeniden yola düştük. Barhal’a geldiğimizde Barhal Pansiyonda çay molası için durduk. Sağ olsun pansiyon sahibesi oruçlu olmasına rağmen bize çay demledi. Çayımızı içerken kendisi ile sohbet ettik. Çay molasından sonra önce 19. Yüzyıl sonunda Ermeniler tarafından yapılan Barhal Kilisesini ziyaret edip ardından bu akşam konaklayacağımız Yaylalar köyüne doğru devam ettik. Barhal’dan sonra asfalt yol yerini toprak yola bıraktı ve zaten az olan araç trafiği iyice azaldı.


Buraya kadar farkında olmadan tırmandığımız yol zorlaştı. Arada bir çıkarken zorlandığımız yokuşlarla karşılaştık. Yola çıktığımızdan beri sürekli nehri takip ediyorduk. Bir ara yolda ayı pisliği görünce durup fotoğrafını çektim. The Kaçkar’ı okumamış olsaydım şehirde yetişmiş biri olarak ayı pisliğini tanımama imkan yoktu. Kitapta ayının pisliğini içindeki çok sayıda çekirdekten tanıyabileceğimiz yazıyordu ve aynı tarif edildiği gibiydi. Bu zorlu çıkışlardan birisinin ardından önümüze çıkan bakkalda içecek molası verdik. Yolda bir kez daha ayı pisliğine rastladım ama arkadaşlarımı tedirgin etmemek için onlara söylemedim. Akşamüzeri Yusufeli’nden 56 km uzaklıktaki Yaylalar köyüne ulaştık. Köyün muhtarı ve Yusufeli minibüsünün şoförünün pansiyonuna yerleştik. Akşam yanımızdaki yiyeceklerle yemeğimizi hazırladık. Yemekten sonra bakkaldan dağda yemek için ekmekten daha kolay taşıyabileceğimizden 10 pide ve ailelerimizi aramak içi telefon kartı alıp köydeki ankesörlü telefonla görüşüp durumumuzu bildirdik. Burada sadece Turkcell çekiyor ama maalesef bizde o operatörün kartı yok. Bir süre sonra yattık. Yarın bizi zorlu bir yol bekliyor. Araçların geçemediği yollarda bisikletlerimiz ve yüklerimizle birlikte yol alacağız.


DİLBERDÜZÜNE YOLCULUK

30 Ağustos 2011 Salı Bu gün bayram. Sabah Uğur ve Erhan bayram namazına gitmek için erken kalktılar ben biraz daha yattım. Namazdan önce Uğur döndü. Az sonra gelen Erhan bizi kahvaltıya bekliyorlar dedi. Bir gün önce sadece konaklama için anlaşıp ücretlerimizi ödemiştik. Bir yanlışlık olmasın dedik hayır dedi Erhan ısrarla beklediklerini söylediler. Aşağı indiğimizde bütün köy toplanmış herkes birbiri ile bayramlaşıyordu. Bizde bayramlaştık. Kahvaltıya girmeden biz kahvaltı için anlaşmadık yanlışlık olmasın dedik bu gün bayram kahvaltı size bayram ikramımız dediler. İçeri girdiği-

mizde masada yok yoktu. Sıkı bir kahvaltı yaptıktan sonra yeniden yola çıktık. Asıl macera bu gün başlıyordu. Köyün çıkışındaki çok dik yokuşta bisikletlerimizi iterek çıktık. 500 metre kadar sonra yokuş bitince bisikletlerimize bindik. Ne kadar binebilsek kar sayıyoruz. Toprak fakat düzgün bir yoldan giderek 3 km sonra Olgunlar köyüne ulaştık. Burası bu yolda araçla ulaşabileceğiniz son nokta. Aynı zamanda doğallığını koruyan çok beğendiğim bir yayla köyü. Köydeki telefon kulübesinden Uğur eşi ve çocukları ile telefonda bayramlaştı. Gözleri doldu, boğazı düğümlendi ve görüşmeyi yarıda kesmek zorunda kaldı. Burada sularımızı doldurup köyü gezdik, fotoğraf çektik, insanlarla sohbet ettik. Köy çıkışındaki büfe sahibi yolda soldaki yamaçlardan gelen suları içmemizi, sağımızdaki dereden su içmememizi söyledi. O dere kamp alanından geliyor ve oradaki tuvaletler ve insanlar suyu kirletiyorlar dedi. Konuştuğumuz bir genç yolun köy çıkışından bir süre sonra düzeldiğini Dilberdüzüne kadar olan yolun %80 inde bisiklete binebileceğimizi söyleyip bize moral verdi. Yüzümde gülümseme ile inşallah dedim ve ardından köyün çıkışındaki köprüden geçip Dilberdüzüne doğru devam ettik. Köy çıkışında kucaklarında küçük kızları olan bir aileye rastladık. Erzurumlu aile bayram tatilini fırsat bilip kendilerini doğanın kucağına atmışlardı. Yol düzelince Erhan ile birlikte bisikletlerimize bindik ama bu keyfimiz yüz metre kadar sonra bitti. Bisikletini iterek yola devam eden Uğur’a katılmak zorunda kaldık. Yer yer bisikletimizi güçlükle itiyorduk. Bir ara Dilberdüzünden dönen bir gurupla karşılaştık. Sonunda Nastaf yaylasına ulaştık. Burada yemek molası verdik. Molanın ardından bu günkü konaklama yerimiz olan Dilber-


düzü ana kamp yerine ulaşmak üzere hareket ettik. Nastaf yaylasından sonra yol yer yer dahad da zorlaştı. Patikanın iki yanında bel hizasındaki kayaların arasından geçerken bisikletlerimize taktığımız çantalar kayalara sürtüyor, geçmek çok zor oluyordu. Sürtünmekten çantalarımın ön tarafında aşınmaya bağlı küçük yırtıklar oluştu. Kayalara takılan pedallarımızı söküp çıkardık. Sabahtan beri yoldaydık ve yüklerle birlikte bisikletlerimizi ilerletirken oldukça zorlanıyor, sık sık durup dinleniyorduk. Uğur ve bana göre daha az yükü olan Erhan gençliğinin de verdiği enerji ile bizden daha hızlı ilerliyor, arada bir arayı açmaması konusunda uyarmak zorunda kalıyordum. Uğur nerede bu kamp yeri, daha ne kadar yolumuz var diye söylenmeye başlamıştı ama ne kadar yolumuz kaldığı ve kamp alanının nere olduğuyla ilgili en ufak bir bilgim yoktu. Onlar ne biliyorlarsa bende onu biliyordum. Sonunda Uğura çantaları bisikletlerden söküp eşyalarımızı ve bisikletlerimizi ayrı ayrı taşıyalım daha fazla yürümek zorunda kalacağız ama daha az yorulup daha hızlı hareket ederiz dedim. Erhan’ın böyle şeye ihtiyacı olmadığından ona bisikletini bıraktığında dönüp bize yardım etmesini söyledim. Uğur ile yüklerimizi bisikletlerimizden ayırdık. Uğur çantalarını götürürken moralini yükseltmek içi çantalarımı ileride bıraktıktan sonra dönüp Uğurun bisikletini aldım Erhan’da dönüp benim bisikletimi aldı. Bu şekilde bir süre daha yürüdükten sonra Uğurun soruları yeniden başladı. Gurupta bir karamsarlık ve bana karşı bir güvensizlik oluşmaya başladığını hissediyordum. Hemen kontrolü ele geçirmeliydim yoksa isyan kaçınılmazdı. Karşımda soldaki tepeyi fotoğraflardan tanımıştım. Burasının üstü Dilberdüzü olmalıydı. Aşağıdan gördüğümüz tepenin ucundan uçurtma uçuran bir gezginin videosunu izlemiştim. Hatta bende yola çıkmadan şu basit uçurtmalardan aramış ama bulamamıştım. İşte dedim şu tepeye çıkacağız geldik. Uğur tepeye bakıp bundan pek memnun olmadı. Oraya nasıl


çıkacağız zaten yorulduk, bu gece burada kalalım diye yanımızdaki küçük düzlüğü gösterdi. Eğer burada konaklarsak sabah 04:00 te zirve yolculuğuna çıkmamız hayal olurdu. Siz bekleyip dinlenin ben yukarı çıkıp bir bakayım dedim. Çantalarımı alıp yukarı doğru yürüdüm. Burası dik bir çıkıştı edindiğim bilgilere göre adı katır osurtan yokuşuymuş. Yokuşu çıkınca bir düzlükte kurulu çadırlarla karşılaştım. Kamp alanı aşağıdan gördüğümüz tepenin biraz daha aşağısıymış. Çantalarımı rast gele bir yere bırakıp heyecanla aşağıya indim ve arkadaşlarıma müjdeyi verdim. Uğur bisikletlerimizi burada bırakalım dedi ama ben kabul etmedim. Zaten çantalarımı çıkarmıştım ve bisikletimi bagajına bağlı olan çadırımla birlikte çıkarabilirdim. Uğura tura başlamadan ben Dilberdüzüne bisikletimle çıkacağım dedim ve çıkacağım deyip yürüdüm. Uğur ardımdan o meşhur “Arkadaş deli mi becerdi seni ya, Orhan abine uydun” tiradını atıp anı videoya kaydederek ölümsüzleştirmiş. Buyurun izleyin. Bisikletimle alana geldiğimi gören rehber Murat selam verip biz kendimize çılgınız diyoruz ama sen işi iyice abartmışsın, zirveye de bisiklet ile çıkmayı ummuyorsundur umarım dedi gülerek. Çılgınım ama o kadar da değil dedim. O anda tesadüfen çadırından çıkmakta olan İsrailli bisikletim ile beni görünce iki elinin ayalarını göğüs hizasında birbiri ile birleştirerek yarıya kadar eğilip selam verdi ve dönüp içerideki arkadaşına haber verip beni gösterdi. Ben çadırımı bir düzlüğe kurdum. Uğur benim çadır kurduğum yeri beğenmeyip biraz geriye Erhan’la birlikte çadır kurdu. Onlar bisikletlerini beni bekledikleri yerde bir kayanın arkasında birbirlerine kilitleyip bırakmışlar. Çadırlar kurulduktan sonra yemek işine giriştik. Sabahtan beri açtık. Nastafta doğru dürüst bir şey yememiştik. Uğur kamp yerinin yanında akan dereden tülbent ile süzdüğü suyu kaplarımıza doldururken ben yemek yapma işini üstlendim. Yemekte çorba ve makarna ve suyla karıştırıp içtiğimiz toz içecek var. Bulaşığı Erhan ile Uğur yıkadı. Yanımdaki çadırda kalan Selman, Cabir ve Mehmet ile tanıştım. Onlarda İstanbul’dan yola çıkıp buraya kadar gelmişler. Gündüz Deniz gölüne kadar gidip zirve yolunu keşfetmişler. Selman sabah 04:00 te zirve için yola çıkacağız gelir misin diye sordu. Gelirim beni de kaldırın dedim. Durumu Erhan ile Uğura da söyledim. Sabaha karşı kalkacağımızdan ve yorgun olduğumuzdan erkenden yattık.


ZİRVEYE GİDİYORUZ 31 Ağustos 2013 Çarşamba Gece doğru dürüst uyku tutmadı. Sık sık uyandım yeniden uyudum. Dışarıdan gelen sesler artınca kalktım. Kampta hareketlilik başlamıştı.

Birlikte zirveye çıkacağımız çadır komşularımızın dışında İsrailliler ve onların rehberleri Murat ile Ayşegül’de kalkmışlardı. Erhan ile Uğuru kaldırdım. Uğur gece uyuyamadığını, başının ağrıdığını söyleyip gelmeyeceğim dedi. Hiç olmazsa başını çadırından dışarı çıkarıp gökyüzündeki samanyoluna bir bak dedim. Hava çok soğuktu. Kat kat giyinip hazırlandım. Sonunda önde Selman ardında Cabir, Mehmet, Erhan ve ben yola çıktık. Nereye gidiyoruz nereden geçiyoruz hiçbir şey bilmiyordum. Önümdekini takip ederek ilerliyordum. Bir ara Selman yolu şaşırdığını söyleyip durdu. Kısa bir araştırmadan sonra doğru yol bulundu ve yeniden tırmanmaya başladık. Biraz gittikten sonra bir kez daha mola verdik. Dik yokuş beni terletmişti. Üzerimdeki giysilerin bir kısmını çıkarmaya başladım. Giysilerimin altından çıkan Beşiktaş formasını gören Selman abi sende bizdensin, zirvede bir video çekeceğiz katılır mısın diye sordu katılırım dedim. Hava hala karanlıktı. Bende programımda 04:00 te zirveye tırmanmak için yola çıkmayı planlamıştım ama bu arkadaşlar olmasa imkan yok yolu doğrultup çıkamazmışım. Elimde yolun tarifi vardı ama o karanlıkta o kerteriz noktalarını göremezdik.


İsrailliler ile rehberlerinin de geldiklerini ışıklarından görünce yola devam ettik. Hava aydınlanmaya başlamıştı. Ufuk çizgisi kıpkırmızıydı. Muhteşem bir manzara ile karşı karşıyaydık. Az sonra İsrailliler ile rehberleri bize yetiştiler. Biraz daha yürüdükten sonra Deniz gölüne geldik. Gölün üzeri turuncu renkteydi. Kendimi bir an bilimkurgu filmi çekim platosunda hissettim. Gölün kenarında durup bir süre gölü seyrettik. Buraya bir gün önce gelip kamp kuran 5 kişilik bir dağcı gurubuyla karşılaştık. Ardından yeniden yola çıktık. Biraz ilerledikten sonra kısa fakat çok dik bir yerden kaymamaya çalışarak aşağı indik sonra yeniden tırmanmaya başladık. Zemin tamamen çarsaktı ve çok dik değildi. Bastığımız her kaya oynuyordu. Yuvarlanmayacağından emin olmak için ayağımızla yokluyor emin olduktan sonra basıyorduk. Bir süre sonra rehber Murat İsraillileri Ayşegül’e emanet edip dik bir çarsak yardan elindeki batonların yardımı ile koşarak aşağı inmeye başladı. Biraz daha tırmandıktan sonra astım hastası olan İsraillilerden birisi tıkandı. Bizde sık sık mola verip yüksekliğe alışmaya çalışıyorduk. Dağcı gurup başka bir rotadan ilerliyordu. Zirveyi görünce Erhan ile birlikte guruptan ayrılıp yukarı çıktık. Zirveye çıktık diye sevinip fotoğraf çekerken yanımızda bizden daha yüksek bir tepe olduğunu gördüm. O esnada Erhan da zirvede bayrak olması lazım bayrak nerede diye sordu. Böylece zirvenin yanımızdaki tepede olduğunu anladık. Önce Erhan, ardından ben zirveye çıktık. 3932 metredeydik, bir hayalim daha gerçek olmuştu. Hava açıktı. Deniz gölü, Karadeniz, Kavrun, Naletleme geçidi ve diğer göller bulunduğumuz yerden net şekilde görünüyordu. Rüzgar çok şiddetliydi ve hava soğuktu. Üzerime rüzgarlığı-


mı giydim. Bir süre sonra önce Mehmet ardından diğerleri ve dağcılar geldiler. Tura başlarken bir plakada Necati Bilgen için yaptırmıştım ve yanımda zirveye taşımıştım. Kendisi bizlerle birlikte gelemese de plakası gelmişti. Fotoğraf çektikten bir süre sonra üşüyüp iniş için yola koyuldum, zirvede 45 dakika kalmıştım. İnmeye başladım. Önümde dağcılardan bir tanesi batonları ile iniyordu. Bende onu takip ediyordum ama geldiğimiz yolu bulamayıp başka bir yerden indim. Bu rota geldiğimize göre daha tehlikeliydi zaman zaman emeklemek zorunda kaldım. Hiç mola vermeden yola devam ettim. Deniz gölüne geldiğimde yolu şaşırıp yakın noktadan göle yaklaşınca patika bitti. Ya göle girip yüzmem ya da önümdeki kayaya tırmanmam gerekiyordu. Diğer bir alternatif ise geri dönüp geldiğimiz yolu kullanmaktı. Siz benim burada yol dediğime bakmayın aslında rota demem lazım çünkü ortada belirgin bir yol yok. Kayaya tırmanıp el ve ayaklarımın üzerinde emekleyerek tehlikeli bir yeri geçtikten sonra yolu doğrulttum. İnerken ayakkabılarımın ucu çarsaklara çarptığından iki ayağımın başparmakları çok acıyordu. Neredeyse yere oturup kalacaktım. Gözlerimden yaş gelerek zorlukla ilerlemeye çalışıyordum. Sola doğru dönerek kamp alanına doğru inmeye başladığımdan arkamdan keskin bir ıslık ve Orhan abi diye bir ses duydum. Mesafe uzak olduğu için arkadan gelenin Erhan olduğunu zannettim. Biraz sonra gelen bana yetişince Uğur olduğunu anladım. Murat ne diye oturuyorsun hiç olmazsa Deniz gölünü gör deyip Uğura yolu tarif etmiş eline de iki baton verip yollamış ama Uğur yolu bulamayıp kaybolmuş, beni görünce çok sevinmiş. Uğurla birlikte kamp alanına indik. Uğur abi ayakların birbirine dolanıyor dedi. Kolay değil Dedim. zirveden beri hiç mola vermeden yürüyorum. Kamp alanına geldiğimizde katırları görünce Uğur hemen bana iş teklifinde bulundu. Bakalım burada Uğur ne demiş. http://www.youtube.com/watch?v=KLUX-


D0XtBK0&feature=youtu.be Gelir gelmez hemen dinlenmek için yattım. İki ayağımın baş parmaklarının tırnak altları kan toplamıştı. Akşamüzeri kalktığımda Erhan ile Mehmet az önce gelmişler. Gelmişken birde bisiklete bineyim deyip 2850 metrede Dilberdüzünde bisiklete bindim. Aşağı indiğimizde bir rehberin daha geldiğini gördük. Koray yalın ayak dolaşan çılgın birisiydi. Bu coğrafyaya çok hakimdi. Dönüş yolu konusunda kendisinden bilgi aldık. Buradan Naletlemeye kadar katır kiralamamızı böylece yarın katırların yardımı ile Naletlemeye kadar çıkıp oradan aşağıya kendi imkanlarımızla inip transı tamamlayabileceğimizi aksi taktirde yolun bir gün daha uzayacağını ve Naletlemede çok zorlanacağımızı söyledi. Birde Kavrun tarafından inmememizi Çaymakçur inişini tercih etmemizi tembihledi. Kavrun tarafından inmeye kalkarsak Karadeniz gölüne indikten sonra yeniden bir tepeye tırmanıp aşmamız gerekeceğini ayrıca Kavrun inişinde çayırların içinde kalan kayalar yüzünden bisikletlerimizi itemeyeceğimiz bilgisini verdi. Hava kararırken Selman ile Cabir de geldi. Akşam yemeğinden sonra hemen yattık. Bu gün çok güzel ama bir o kadar da yorucu geçti. Uğur yarın için katır kiralamaktan yana bense kendi imkanlarımla gitmek istiyorum.


ZORLU YOLLAR 1 Eylül 2011 Perşembe Sabah kalkıp Selmanlarla birlikte kahvaltımızı yaptık. Onlar bu gün döneceklerinden yiyeceklerini bitirmek istiyorlar. Sizin daha uzun yolunuz var yiyecekleriniz kalsın dediler. Sucuklu yumurta, bal, birkaç çeşit peynir, zeytinden oluşan zengin kahvaltımızı yapıp çay ve kahvelerimizi içtikten sonra birlikte fotoğraflar çekildik.

Mehmet fotoğraf makinesini ayarlayıp otomatik moda aldı. Kadrajı ayarladıktan sonra otomatik çekim ışığı sönünce herkes aklına geleni yapsın, ister oynasın ister kendini yere atsın dedi. Makine peş peşe fotoğraflar çekecek ve ilginç pozlar ortaya çıkacakmış. Hakikaten çok güzel görüntüler ortaya çıktı. Kendi payıma çok eğlendim. Fotoğraf çekiminin ardından toparlandık. Evde hazırladığım ipi boynuma geçirip çantalarımı ön ve arkama gelecek şekilde ipe astım. Diğer ipi de Uğura verdim. Bisikletimi de elime alıp aşağı indim. Böylece yolda bisikletlerimizi ve çantalarımızı aynı anda götürüp daha hızlı edeceğiz. Yolda Selmanlar bize yetişip geçtiler. Çantalar vücudumuzda, pedallar sökülmüş olduğundan nispeten kolay ilerliyorduk. Bunda iniyor olmamızın da etkisi vardı tabi. 3 saat sonra Olgunlara ulaştık. Köy girişindeki lokantada kendimizi ödüllendirmek için balık yemeye karar verdik. Balıkları yerken şiddetli sağanak başladı. Bir saçak altında olduğumuz için kendimizi şanslı sayıyorduk. Az önce yağsa açık alanda ıslanacaktık. Yağmurun durmasını bekledik. 1 saat kadar sonra yağmur durdu. Lokantacıya yolun durumunu sorduk. Köy çıkışında biraz zorlandıktan sonra açık alanda rahatlıkla gidersiniz dedi.


Bu haberi alınca bisikletlerimizin pedallarını taktık, çantalarımızı bagaja monte ettik. Hadi dedim yolcu yolunda gerek. Ben yürüyorum ama Uğur ile Erhan bekliyorlardı. Uğur biz yemek yerken gelen katırcı ile konuşuyordu. Durup bekledim. Uğur yanıma gelip abi eşyalarımızı katıra yükleyelim dedi kabul etmedim. Senin hissene düşen parayı da ben vereceğim dedi. Ne katıra para veririm nede eşyalarımı ben gidiyorum isterseniz siz verin deyip yürümeye başladım. Katırcı başkasına söz verdiğini söyleyince Uğur ile Erhan da peşimden yürümeye başladılar. Patika çok dardı. Bir taraftan kayalar ve böğürtlenler sarmıştı, diğer taraf yamaçtı. Bisiklet ve yükler takılıyor zorlukla çekiştirerek ilerliyordum. Pedalları ve çantaları bisiklete taktığıma pişman olmuştum. Burası şimdiye kadar bisiklet ile birlikte geçtiğimiz en zor yerdi. Bir süre böyle boğuşarak Naletlemeye kadar zor olduğunu söyleyip o yokuşu nasıl çıkacaksınız merak ediyorum dedi. Bana yetişen Uğur adamlar ne diyor diye sordu. Biraz sonra tarlalara geldiğimizde bu dar patikanın biteceğini geniş bir alanda rahatlıkla gidebileceğimizi söylediler dedim. Ekibin bozulan moralini yüksek tutmak zorundaydım. Tarlalara ulaştığımızda bu dar ve dik tünelden kurtulup geniş bir alana çıktık ama kayalardan dolayı bu yüklerle gitmek yine de pek kolay değildi. Bir süre sonra Döbe yaylasına geldik. Bu yaylada Nastaf yaylasına göre daha çok insan vardı. Kimi evini onarırken kimisi de frambuaz topluyordu. Yaylada biraz soluklandıktan sonra yola devam ettik ama artık iyice yorulmuştuk. Uğur ile yeniden eşyalarımızı söküp


bisikletler ile eşyaları ayrı ayrı taşımaya karar verdik. Artık tek amacımız Döbedüzüne ulaşıp geceyi orada geçirmekti. The Kaçkarda Döbedüzünde bir çeşme olduğunu okumuştum. Bisikletlerimizi bırakıp eşyalarımızı götürdük ardından eşyalarımızı bırakıp geri döndük ama bir türlü bisikletlerimizi bulamadık. Farkına varmadan bisikletlerimizden oldukça uzaklaşmışız. Bisikletlerimizi eşyalarımızın yanına getirdiğimizde çeşmeyi aramaktan vazgeçip burada konaklamaya karar verdik. Hem çok yorulmuştuk hem de hava kararıyordu. Bir an önce çadırlarımızı kurup yemeğimizi yemeliydik. Burası Olgunlardan beri çadır kurulabilecek tek düzlüktü. Uğur ile Erhan çadırlarını yan yana kurdular. Ben zemini beğenmeyip biraz ileriye kurdum. Temizlik ve su ihtiyacımızı dağdan gelip çadırımın yanından akan su ile karşıladık. Yemek için kaynattığım suya çorba yerine yanlışlıkla makarnayı atınca önce makarna pişti. Ardından çorbanın suyunu koyduk. Karşımızda Naletleme geçidinin bulunduğu dağ ve iki yanımızda geldiğimiz yola paralel iki dağ sırası vardı. Naletlemeden sert esen poyraz bizi oldukça üşütüyordu. Rüzgar çorbanın kaynamasına da engel oldu. Sonunda çorbayı piştiği kadar içmeye karar verdik. Yemekten sonra dişlerim birbirine vurarak kendimi çadırıma attım. Yarın hava müsait olursa Naletleme geçidini aşıp transı gerçekleştireceğiz.


TRANS GERÇEKLEŞİYOR 2 Eylül 2011 Cuma Sabah kalktığımda kamp hala uykudaydı. Dün akşamki rüzgar durmuştu. Güneş parlıyordu ama gideceğimiz istikamette dağlar sis kaplıydı. Yolu keşfetmek için tepeye çıkan patikayı takip ederek bir süre yürüdüm. Kamp alanı yukarıdan çok güzel görünüyordu. Fazla uzaklaşmamak için geri dönerken geldiğim patikayı

şaşırıp başka bir yoldan indim. Kamp alanına geldiğimde Erhan kalkmıştı. Az sonra Uğurda kalktı. Kahvaltıyı yapıp toplandıktan sonra yola çıktık. Patika dik olduğu için önce çantaları çıkarıp dönüp bisikletlerimizi alarak bu şekilde dönüşümle Naletleme geçidine ulaşacağız. Uğura inerken yolu şaşırdığımı söyleyip bisikletler ile eşyalar arasında dünkü gibi mesafeyi fazla açmayalım yoksa bi-

sikletlerimizi otların arasında bulamayabiliriz dedim. Önde yükü bize göre daha hafif olan Erhan, ardından Uğur ve ben patikadan tırmanmaya başladık. Yol gerçekten zorluydu. Kitapta çıkarken bir pınar ve yanında 2 çadırlık düzlük olduğu yazıyordu hava bozarsa orayı bulmaya çalışıp konaklayacağız. Bir ara yolda makinemi alan Uğur ardımdan yine beni hedef alan bir video çekmekten geri kalmamış. Siz siz olun yanınıza alacağınız arkadaşınızı iyi seçin.  http://www.youtube.com/watch?v=FEhfYLBuRC8 Pınarı ve yanındaki düzlüğü gördük ama bir sorun olmadığı için devam ettik. Naletlemeye yaklaştığımızda yol iyice dikleşti ve zorlaştı. İnsanın yüksüz olarak bile tırmanması çok zordu. Toprak zeminde ayakkabı yere tutunamayıp kayıyordu. Burada önce ben bisikletini çıkarması için Uğura yardım ettim ardından da o bana yardım etti. Sonunda Naletlemeye ulaştık. Buradan sonra sis başlıyordu. Artık bu işin bittiğine inanıyorduk. Haydi dedim bitirelim artık bu işi hedefimiz Karadeniz gölü. Çantalarımızı yeniden bisikletlerimize yükledik nede olsa yokuş aşağı ineceğimizden güle oynaya gidebilecektik. Dar ve dik bir patikadan yürüyerek önümüzdeki sis tabakasının içine daldık. Patika belirgindi


ve 1-2 metreye kadar önümüzü görebiliyorduk ama iniş düşündüğüm kadar kolay değildi. Patikadaki kayaların üzerinden bisikleti geçirirken zorlanıyorduk. Bazı yerlerde bisikletin çantaları kayalara sürtüyor, bazen bisiklet ile birlikte aynı patikaya sığamayıp bisikleti patikadan geçirmek için kendimiz kayanın üzerine çıkmak zorunda kalıyorduk. Bir ara dar patikada sırt üstü düşünce bisiklette üzerime devrildi. Ayağa kalktığımda bisikletin pedalının çarptığı sağ ayağımın kaval kemiğinden kan akıyordu. Uygun yerlerde ise inişte bisiklete hakim olmak için sürekli fren sıkmaktan parmaklarım ağrıyordu. Bir süre yürüdükten sonra karşıdan sesler gelmeye başladı. Birileri geliyordu ama sisten göremiyorduk. Gelenler önce siluet halinde belirdiler. Önümüze geldiklerinde sırt çantaları ile Dilberdüzüne ulaşmak için yürüyen 3 kişilik ekip olduklarını gördük. Bu saatten sonra Dilberdüzüne ulaşmalarının mümkün olmadığını söyleyip yolu tarif ettim. Sisin neminin ince yağmur şeklinde bizleri ıslatması ve güneşin olmaması nedeniyle hava bir hayli soğuktu, üşüyordum. Arkadaşlara iyi yolculuklar dileyip yola devam ettik. Az sonra arkamızdan sesler gelmeye başladı arkadaşlar Dilberdüzüne gitmekten vazgeçip geri dönmüşler. Karadeniz gölüne ne kadar var diye sordum fazla yolunuz kalmadı deyip sisin arasında kayboldular. Uğur kayaların üzerinden bisikletini atlatırken bir eli ile selenin arkasından tutup bisikletin arka tekerleğinin yere vuruş hızını azaltmaya çalışıyordu. Ben artık bıkmış bir an önce göle ulaşmak için bisikleti hoplatıp zıplatarak itekliyordum ki, bu


hoplamaların birisinde bisikletimin sol tarafındaki çantanın bir kancası ve kancayı tutan kızak kırıldı. Yanımdaki iple çantayı bagaja bağlayıp yola devam ettim. Bu fotoğraf daha sonra Ayder’de çekilmiştir. İleride patika ikiye ayrıldı. Ben sağdaki belirgin patikaya doğru saptım ve eğimden aşağı doğru seğirttim, Uğurda beni takip etti. Erhan arkadan burada bir tabela var Kavrun yazıyor deyince geri döndük. Yolda paslı bir tenekenin üzerine elle yazılmış Kavrun yazısının olduğu bir tabela gördük.

Dikkatli bakınca sola doğruda bir patika olduğunu ve bu patikayı işaretlemek için taşların üst üste konduğunu gördük. Biz Kavrundan gitmeyeceğiz hem bak ilk girdiğimiz patika daha çok kullanılmış ki daha belirgin deyip yeniden sağa yöneldim. Suyumda bitmişti ve etrafta dere veya su kaynağı da yoktu. Biraz ilerledikten sonra patika kayboldu, otların arasında yürümeye başladık. İnce ince yağan ahmakıslatan beni tepeden tırnağa sırılsıklam ıslatmıştı. Uğur ile Erhan daha önce tedbir alıp

yağmurluklarını giydiklerinden üst bedenleri ıslanmamıştı. Bir belirsizliğe doğru yürüyorduk. Nerede olduğumuz ve nereye gittiğimiz konusunda hiçbir fikrim yoktu. Karadeniz gölüne ulaşacağımızı umuyordum. Biraz sonra karşımıza çıkan inek sürüsü yüzlerimizin gülmesine neden oldu. Bu iyiye işaretti. İnekler burada olduklarına göre yakında bir yerleşim yeri olmalıydı. Geniş bir otlak alana gelmiştik. İneklerden 100-150 metre kadar uzaklaşmıştık ki bir anda yağmur bardaktan boşanırcasına yağmaya başladı. Hemen buraya kamp kuralım dedim. Sağanak yağmur başladığında bu düz otlağa geldiğimiz için yine de şanslıydık. Yağmur daha önce yağsa mecburen devam edip daha da ıslanacaktık. Çadırı ıslatmadan kurabilmek için önce ben Uğura, sonra da Uğur bana yardım etti. Çantalarımızı çadırın içine attık. Yakından bir yerden su sesi geliyordu. Erhan suyu bulmak için sese doğru yürümeye başladı. Siste gittikçe görünmez olduğunu görünce gel buraya kaybolup bizi bulamayacaksın diye seslenip geri çevirdim. Hemen üstümü değiştirmek gerekiyordu, ıslak giysilerle çok üşüyordum. Çadıra giyip tişörtümü ve taytımı çıkardım. Bacaklarım kan ve çamur içindeydi. Yağmurda bacaklarımı ve vücudumu yıkamak için dışarı çıkıp kanlı bacağımı havaya kaldırıp ovalamaya başladım ama o anda yağmur doluya döndüğünden hiçbir yerim ıslanmadı ve yıkanamadım. Mecburen yanımdaki ıslak mendille silinip çadıra girdiğimde dişlerim birbirine vuruyordu. Hemen giyinip uyku tulumumun içine girip ısınmaya çalıştım. Su ihtiyacımı karşılamak için ocak takı-


mımdaki iki tencereyi çıkarıp dışarı koydum. Bir süre sonra dışarıdan ses geldiğini duyup başımı çadırdan dışarı çıkardığımda bir inekle burun buruna geldim. Az önce karşılaştığımız inek sürüsü çadırlarımızın etrafını sarmış meraklı gözlerle izliyorlardı. Biraz ilerideki ön ayağı ile yeri eşeleyen boğanın burun deliklerinden buharlar çıkıyordu. Kate Clow un kitabında inek sürüsünün meraklı hayvanlar olduğu bazen bu merakları nedeniyle çadırlara zarar verebildikleri yazıyor, kovalamak için önlerine küçük taşlar atın eğer gitmezlerse boynuzlarının ucuna batonunuzla hafifçe vurun diye yazıyordu. Çok heyecanlanmıştım. İnekler çadırların üzerine basıp geçebilirler veya boynuzları ile delebilirlerdi. Hey çıkın dışarıya kampı inek sürüsü bastı

siz hala uyuyorsunuz diyerek arkadaşlarıma seslendim. Hep birlikte ineklere bağırıyor, çağırıyorduk ama nafile istiflerini bozmadan bize bakıyorlardı. Uğur yerden aldığı koca bir taşı önündeki ineğin kafasına yapıştırdı. Ne yapıyorsun dediğimde kitapta taş atın diye yazıyormuş ya dedi. Koskocaman taşı kafasına atın demiyor küçük taş parçasını önüne atın diyor dedim. Boğada hala yeri eşeleyip burnundan soluyordu. Sonunda hayvanlar ağır hareketlerle bizden biraz uzaklaşıp durdular. Dolu sağanağı devam ediyordu mecburen çadırlarımıza girdik. Çantalarımdan süzülen sulardan çadırımın içi sırılsıklam olmuştu. Tuvalet kağıdı ile çadırı elimden geldiğince kuruladım. Yemek için toplanabileceğimiz bir ortam yoktu. Herkes yanında ne varsa onu

yesin diye çadırımdan seslendim. Birimizde peynir vardı, birimizde zeytin ama hepimizde pide vardı. Bagajı küçük olan Erhan’a yardımcı olmak için sadece kendi yiyeceği pideyi vermiştik ama Yaylalarda Uğurun aldığı ve bir daha bir türlü bulamadığımız şokella meğer Erhan’ın sırt çantasındaymış o da pide ile şokella yemiş. Karnım doyduktan sonra hararet bastı tencerelere biriken suları matarama doldurup içtim ama yutamadım. Tadı berbattı. Ağzımı çalkaladım. Uğurda çadırından süzülüp çadır altına serdiği örtünün üzerine biriken suları içmiş. Erhanda yarım matara kadar su vardı. Gök gürültüsü ve dolu sağanağının çadıra vururken çıkardığı sesler eşliğinde uyumuşum.

VE SONUNDA BAŞARDIK 3 Eylül 2011 Cumartesi Sabah kalktığımda hava günlük güneşlikti. Aşağıdaki vadide küçük bir bulut dolaşıyordu. Buraya nereden geldik, nasıl geldik hiçbir fikrim yoktu. Geldiğin yoldan geri dön deseniz dönemeyeceğimi hissediyordum. Etrafımız birbirinin benzeri dağlarla çevriliydi. İpodumu çalıştırıp kulaklığını kulağıma taktım. Fotoğraf makinemi, çaydanlığı ve mataramı yanıma alıp su kaynağını bulmak için yürüyüşe ve çevreyi tanımaya çıktım. Aşağıdaki vadiye dikkatli bakınca bir yerleşim yeri olduğunu fark


ettim. Makinemle zoom yapıp fotoğrafını çektikten sonra görüntüyü makinenin ekranında yeniden büyütünce aşağıdaki yapıları gördüm. Burası Yukarı Çaymakçur olmalıydı. Dün kavşaktan Çaymakçura doğru sapmışız. Karadeniz gölü Kavrun istikametindeymiş. Bu görüntü moralimi yerine getirdi artık en azından ne yöne doğru gitmemiz gerektiğini biliyordum. İçim daha rahat bir şekilde sesin geldiği yöne su kaynağına ulaşmak için yürüdüm. Ses dağdan akan dereden geliyordu ve bizim kamp yaptığımız yere 150-200 metre mesafedeydi. Suya bu kadar yakın olup ta susuz kalmamız çok ilginçti. Mataramı ve çaydanlığı doldurup geri döndüm, ocağı yakıp çayı demledim. Bu arada Erhan ile Uğurda uyandı. Arkadaşlarıma yerleşim yerine çok yakın olduğumuzu kurtulduğumuzu söyledim ama o arada vadiyi dolduran sis bulutu görüntüyü kapattığından evleri göremediler. Neşe içinde kahvaltımızı yapıp yüklerimizi bisikletlerimize bağladık ve son bir hatıra fotoğrafı çekildik. Şansa bakın ki, objektif önümüzdeki bir ota odaklanınca biz fulü çıkmışız. İstesem böyle bir odaklanma yapamazdım. Çaymakçura doğru yola çıktık. Önümüzde çok dik bir iniş vardı. Eğimi azaltmak için mecburen zikzaklar çizmeye başladık. Yaylaya ulaşabilmek için önümüze çıkan dereyi taşların üzerine basarak geçtik. Daha sonra aynı dereyi 4 kez daha geçmek zorunda kaldık. Başlangıçta seçtiğimiz rota muhtemelen yanlışmış. Uğur ve Erhan yol uzayıp aynı dereyi defalarca geçince yanlış yöne gidiyoruz diye umutsuzluğa kapılmaya başladılar. Çay-


makçuru görmek mi istiyorsunuz diye sordum, evet dediler. Gelin dedim ve makinemin ekranında çektiğim fotoğrafı gösterdim. Moralleri yerine geldi. Az sonra sis dağılınca Çaymakçur bir kez daha göründü. Sisin dağılması fazla uzun sürmedi, sis yeniden etrafımızı sardı. Rüzgarla duman bir geliyor, bir gidiyordu. Hafif bir yağmurda başlamıştı. Yolumuza devam ettik ama siz bakmayın yol dediğime. Gittiğimiz işte böyle bir yer. Patika çok kötüydü bisikleti sürekli kayaların üzerinden atlatmak gerekiyordu üstelik patikadan akan su yüzünden ayakkabılarımızın içine su dolmuştu. Daha düzgün görünen sağımızdaki çayırlık dik yamacı gösterip oradan gitmeyi teklif ettim. Arkadaşlarım bu fikrimi kabul ettiler. Yamaç dikti ama nasıl olsa ineceğimizden en azından kayalardan ve sudan kurtulacaktık. Gel gör ki, iş göründüğü gibi değilmiş, çayırdaki yüksek otların arası kayalarla doluydu. Biraz aşağıya inip durumu kavradığımızda artık bu dik eğimde yeniden tırmanıp patikaya ulaşmamız imkansızdı. Mecburen inmeye devam ettik. Uzun uğraşın sonunda nihayet Çaymakçura ulaştık. Buradan itibaren araba yol başladığından Ayder’e bisikletlerimizin üzerinde daha hızlı bir şekilde inebilecektik. Köprüyü geçtikten sonra yeni yapılan binanın inşaatında çalışan işçiler bizi içeri davet ettiler. Gürül gürül yanan sobanın başında üzerimizi kuruttuk, ısındık. Sağ olsunlar yemek hazırlayıp karnımızı da doyurdular. Çoraplarımızı ve ayakkabılarımızı biraz kuruttuktan sonra yeniden yola çıktık. Hafif yağmur altında toprak bir yoldan


inerek önce Aşağı Çaymakçura daha sonra Galerdüzüne geldik. İnişte sürekli fren yapmak zorunda olduğumdan avuçlarım ağrıdı acaba bisikletim disk frenli olsaydı daha az kuvvet uygulayarak aynı frenleme gücünü elde edebilir miydim? Galerdüzünden 6 km sonra Ayder’e ulaştık. Bayram olduğundan oteller doluydu. Zaten araştırma yapabilecek durumda da değildik. Nasıl olsa bu tur için ayırdığımız bütçe fazla vermişti. Geceliği 60 TL ye Kuşpuni pansiyona yerleştik. Bu fiyata sadece konaklama dahil. Dağın güneyinde Barhal ve Yaylalar pansiyonda 50 TL ye hem konaklayıp hem de kahvaltı ve akşam yemeği yiyebilirsiniz. Dağın kuzeyinde her şey çok pahalı. Otele yerleştikten sonra yağmur daha da şiddetlendi. Ayder’den ertesi gün ayrıldık. Erhan Rize’ye, Uğur ile ben Hopa’ya gittik. Hopa’da 3 gün uçağımızın kalkmasını bekledikten sonra İstanbul’a döndük. Bu kısa turda 3 kilo verdim. Tur sonrası Ayder’de hepimizin görüşlerini video-

ya kaydettim. Kayıtta ortak fikir bu turu yapmanın akıl işi olmadığıydı. Ama yine de herkes bu turu yapmaktan, turun bir parçası olmaktan mutluydular. Yaptığımız iş akıl işi değildi. Saim amca ile burada yine karşılaşsak “Deli desem deliye benzemiyorsun ama yaptığın iş akıllı adamın yapacağı iş değil” derdi. Zaten küçük oğluma ne zaman gel birlikte bisiklet ile tura çıkalım desem “Yok, senin yaptığın iş akıllı adamın yapacağı iş değil” diyor. Uğur Acun gelsin de Survivor görsün, maceranın hası burada diyordu. Şimdi bu yazıyı hazırlarken fotoğraflara baktıkça anılar tazelendi ve yeni bir bisiklet ile trans Kaçkar neden olmasın diyorum. Artık dağın veya yokuşun olmadığı tur planları hiç ilgimi çekmiyor. Bisikleti yaşama benzetiyorum. Daha çok kazanıp daha rahat yaşamak için pek çok zorluğa katlanıyoruz ama iş bisiklete binmeye gelince yokuşu olmayan, deniz seviyesinde giden kolay yolları seçiyoruz. Yani su gibi davranıyoruz. Su hep yokuş aşağı

ve kendisine en kolay yolu seçerek akar. Önüne bir engel çıktığında durup arkadan gelen suyun desteği ile yüksektisinin, basınç kuvvetinin artmasını bekler. Önündeki engeli aşacak yüksekliğe veya yıkacak güce eriştiğinde tekrar yoluna devam eder. Bazen de bu esnada arkada daha zayıf veya alçak bir engel bulup yoluna oradan devam eder. O noktaya kadar ön saflarda gelmiş olanlar orada kımıldamadan kalıp çaresiz buharlaşıp yok olmayı beklerler. Zorlu yokuşları çıkarken yanımdan akan dereye bakıp onunla aynı yönde gitmeyi istediğim çok olmuştur. Tepeye ulaşıp yokuş bittiğinde o düşüncelerimi unutup arkamda kalan yollara, aşağıda görünen ovalara hep gururla bakarım. Buraya kendi gücümle çıktım, kimsenin yardımı olmadan ben başardım derim. Her zaman kendinize güvenin inandıktan sonra aşamayacağınız engel gidemeyeceğiniz yer yoktur. Denemeden başaramazsınız. Yolunuza aşamayacağınız bir engel çıktığında planınızı değiştirir bir şekilde yolunuza devam edersiniz veya en azından geri dönerseniz ama su gibi arkadan gelenlerden destek beklerseniz gün gelir olduğunuz yerde kalır ve yardım almadan tek başınıza geride dönemezsiniz. Antakya’ya vardığımızda parkın önünde yanıma gelen genç bir delikanlı İstanbul’dan geldiğimizi öğrenince yaptığınız iş zor değil mi diye sormuştu. Bende ona sence dedim. Zor elbet ama zaten hayatın kendisi de zor deyince bak sen işi çözdün demiştim. Evet, yaptığımız iş zor ama insanca yaşamaktan daha zor değil elbet. Unutmayın bazen güzellikler yükseklerde, erişilmesi zor yerlerde oluyorlar. Mücadele edemeyenler onlara


ulaşıp göremiyorlar. Bu turdan sonra Erhan’la Almanya’ya uçmak için İstanbul’a geldiğinde bir kez telefonla görüşebildim, daha sonra ne ben nede Uğur kendisinden haber alamadık. Uğur ile hala görüşüyoruz ve bu turdan sonra Abant, Yedigöller turunun tamamına, Van turunun bir kısmına katıldı. Hala bana bırakıp gittin diye kızmaya devam ediyor. İşin ilginci bu söylem öyle bir noktaya geldi ki geçenlerde ilk kez karşılaştığım bir arkadaş yaptığınız turlarda sabah yola çıkıp tekrar akşam kamp yerinde mi buluşuyorsunuz diye sordu.




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.