Özelkalem Dergi - 86

Page 1


YEREL

YÖNETİMİN PROFESYONEL

DESTEĞİ A DAH

EN

R

LE E J O İ PR

LK E Z Ü

G

İN

İÇ R E L T

İY A DAH


E’pr Yerel Yönetim Ajansı, kentlerin ve yerel yöneticilerin imajlarını daha iyi yansıtabilmeleri, güzel projelerle kentlerine kalıcı değerler kazandırabilmeleri ve marka kent olma yolunda çok daha hızlı ilerleyebilmeleri için yerel yöneticilerin yanında. Etkili seçim kampanyası

Fuar konsepti ve stand tasarımı

Marka kent değerlerini yansıtan kent tanıtım kitabı

Festival projesi hazırlama ve içerik yönetimi

Etkinlik projesi hazırlama ve süreç yönetimi

Farkındalık yaratan PR hizmetleri

Turistik çekiciliği yüksek tanıtım filmi

Fotoğraf çekimi (Portre, İmaj, Aktüel)

Yerel Yönetim Ajansı

TÜRKİYE’NİN EN İYİ YEREL YÖNETİM DERGİSİ

AKADEMİ

/ozelkalemdergi

www.ozelkalem.com.tr

A h m e t F e t g a r i S o k a k N i l A p a r t m a n ı N u m a r a 7 / 1 Te ş v i k i y e / İ s t a n b u l


İMTİYAZ SAHİBİ

12

Yerel Yönetim Ajansı adına

Erengül Bilenser

EDİTÖR

Emine Civanoğlu SORUMLU MÜDÜR

Sevil Günsal Alkoç REKLAM

ozelkalemreklam@epr.com.tr DANIŞMA KURULU

Sadun Emrealp Prof. Dr. Cevat Geray Ali Fuat Güven Prof. Dr. Ruşen Keleş Mithat Kırayoğlu Aykut Taluy Prof. Dr. Mete Tapan Prof. Dr. Handan Türkoğlu Zekeriya Yıldırım GRAFİK TASARIM

e’pr

BASKI PORTAKAL BASKI

Huzur Mahallesi Tomurcuk Sokak Numara: 5 Kat: 1 4 Levent / İSTANBUL 0212 332 28 01

YÖNETİM ADRESİ

Ahmet Fetgari Sokak Nil Apartmanı Numara: 7/1 Teşvikiye / İSTANBUL Tel: (0212) 327 1 285 Faks: (0212) 327 1 286

www.ozelkalem.com.tr ozelkalemhaber@epr.com.tr

Yaygın süreli yayın. Özelkalem Dergisi, basın meslek ilkelerine uymayı taahhüt eder.

04-10

KISA HABERLER

12-22

KAPAK KONUSU

24-26

Büyükşehir Yasasındaki Büyük Ayrılık RÖPORTAJ / ESKİŞEHİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANI PROF. DR. YILMAZ BÜYÜKERŞEN

“O büyük kararlılık bir başka felakette yeniden çıkarılmak üzere adeta buzluğa konuldu”

28-30

RÖPORTAJ / BURSA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANI RECEP ALTEPE

32-33

SÖYLEŞİ / PROF. DR: MİKTAD KADIOĞLU

34-35

SÖYLEŞİ / NEVZAT ERSAN İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASI YÖNETİM KURULU BAŞKANI

Bursa Kentsel Dönüşümde Tarih Yazıyor

Yerel Yönetimlerde Afet Yönetimi Nasıl Olmalı

Ne Yazık ki Gerçek Bu


YIL: 9 SAYI: 86 AĞUSTOS - EYLÜL 2015

36 38 40 42

’den merhaba...

Güzel şeylerden söz etmenin, güzel günler ummanın, işimize her gün biraz daha güzellik katmanın, hayatı kendimiz ve başkaları için nasıl daha güzel kılarım diye meraklı bir arayışla etrafa bakmanın, güzel kentler hayal etmenin, her kent için güzel projeler düşünüp heyecan duymanın, güzel olana doğru yönelecek hevesi bulmanın, güzel bir fikirle büyük sevinç duymanın aslında tek bir koşulu var; her sabah güzel, daha umutlu bir güne başlamak.

Bu aralar güzel değil pek günler. Aklımızın karışık, günlümüzün hüzünlü olduğu zamanlardan geçiyoruz. Biraz ileriye baksak, bulanık bir dalga yeniden karıştırıyor suyu.

44

Oysa ne kadar kolay değil mi birbirimize güvenmek, keyifle komşuluk etmek, içtenlikle çalışmak, daha güzel yarınlar için bugünden daha güzel yapmak her şeyi? Ne kadar kolay değil mi oysa kalplerimizi de evlerimizin önünü de pırıl pırıl tutmak? Birbirimizin niyetine inanmak ne kadar kolay değil mi aslında? Hepimizin aynı güzel şeyin hayalini kurduğuna, hepimizin herkes için mutlu ve güzel bir hayat dilediğine, hepimizin kalbinde herkes için iyilik olduğuna inanmak çok kolay değil mi? Balkonumuza çiçek ekmek kadar kolay değil mi herkesin kalbine umut ve neşe ekmek ya da kentlerimizin her yerinde türlü çeşit çiçeklerle donanmış parklar yapmak, her kentimiz için kendimizle gurur duyacağımız güzellikte adımlar atmak.

46

Ülkemizde güzel fikirleri olan, ne yaparsa yapsın işine her seferinde bambaşka bir güzellik katan, güzel düşüncelerle yola çıkan nice güzel yerel yöneticimiz, akademisyenimiz, öğretmenimiz, öğrencimiz, doktorumuz, avukatımız, şehir plancımız, devlet memurumuz var. Onların yolunu açmak, onların elini güçlendirmek aslında ne kadar kolay değil mi?

Güzel bir hayatın aslında tek bir koşulu var; yüreği güzel insanlar. Biz öyleyiz. Öyleydik. Aslında hep öyle kalmak çok kolay değil mi?

Birbirimize güzel şeylerin haberini verebildiğimiz, her güzel haberden sahici bir mutluluk duyabildiğimiz sonsuz zamanlar dilerim. Saygılarımla,

48 50


4

KISA HABERLER

ADANA

“ADANA BU KREDİYE EN HAZIR BELEDİYE”

Japonya, Türkiye’nin insani sorumluluğuna ödeme süresi ise 25 yıl. Umarım Adana bizim duyarlılığını ve aslında Suriyeli sığınmacıkredimizin sağladığı avantajlardan yararlanır. ların tek başına Türkiye’nin sorumluluğu 400 milyon Dolar değerindeki kredi 10 beleolmadığı konusundaki samimi tutumunu diye arasında paylaştırılacak. Öyle sanıyorum somut adımlarla ortaya koyuyor. Japon Inki Adana 150 milyon dolardan faydalanacakternational Cooperation Agency (JICA) tır. Çünkü bu konuda en hazır belediye olduTürkiye Temsilcisi Mayumi Endo ve Yarğunuzu görüyorum.” dedi. Adana Büyükşedımcısı Satoe Sawado, Adana Büyükşehir hir Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü ise “Bu Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü’yü ziyaret kredi tek başına yeterli olmasa da elbette çok etti. Endo, mevcut belediyeler arasında proje Adana Büyükşehir Belediye iyi niyetle hazırlanmış bir proje. Japonların hazırlama ve aktivite konusunda en hazır be- Başkanı Hüseyin Sözlü samimiyetini görüyoruz. Bölgenin yükünün lediyenin Adana Büyükşehir Belediyesi olen az üçte birini Adana’nın çektiğini düşüduğunu da söyledi ve “Bu proje için Adana’nın başvuru yap- nüyorum. Bu kredi şartlarının iyileştirilmesi ve miktarının masını bekliyoruz. Kredinin geri ödemesiz dönemi 7, geri artırılması, Suriyeli sığınmacıların şehirlerimize bindirdiği yükü azaltması açısından önemli bir çalışma olur. Projeler bazında bölgenin en hazırlıklı belediyesi olduğumuz kanaatindeyim.” diye konuştu.

ANKARA / ÇANKAYA

ÇANKAYA ÖĞRENCİLERE GÜZEL BİR YUVA OLACAK Üniversiteyi kazanmak için yoğun bir emek rak ortak oluyor. Şehir dışından Ankara’ya veren öğrenciler ve aileleri için iş sadece sıgelen öğrencilerin kalacak yer sorununu ev navı kazanmakla bitmiyor. Sonrasında kakiralayarak çözmelerinin ardından sıra evin lacak yer sorununu çözmek de masraflı ve içini döşemeye geliyor. Burada da devreye zahmetli bir durum. Tercihini Ankara’dan ÇAYED Yarım Elma giriyor. Yarım Elma, yana kullananlar için fedakar bir yardım eli bağışçıların desteğiyle oluşturduğu ev eşyavar şimdi. Çankaya Yardımlaşma ve Ekosı mağazasına öğrencileri davet ederek talep nomik Dayanışma Derneği Yarım Elma, şu ettikleri ihtiyaçları karşılıyor. Kullanılmış ya günlerde en çok üniversiteli gençlere el uzada kullanılmamış eşya yardımında bulunmak tıyor ve üniversite öğrenimini Ankara’da ya- Çankaya Belediye Başkanı isteyenler, ÇAYED Yarım Elma’ya 474 00 pacak öğrencilere yuva kuruyor. LYS tercih Alper Taşdelen 10 numaralı telefondan ulaşarak destekleriyerleştirme sonuçlarının açıklanmasından ni verebiliyor. Bağışta bulunmak isteyenlerin sonra yoğun bir çalışma dönemine giren ÇAYED Yarım iletişime geçmeleri halinde Yarım Elma ekibi eşyaları buElma, öğrencilerin üniversite telaşına ev eşyası sağlaya- lundukları yerden alıyor ve öğrencilere ulaştırıyor.



6

KISA HABERLER

ANKARA / MAMAK

MAMAK’A BİR GÜZELLİK GELDİ Bir kentin güzelleşmesinin en etkili yollarınilk olan çocuk müzesinin iç dizayn çalışmadan biri ağaçlar ve peyzajdır. Buna biraz da larında da sona gelindi. Projenin sosyal ve iyi tasarlanmış sosyal alan eklerseniz, kensportif aktivite alanları ile yaşayan bir mertin güzelliği daha da göz alıcı olur. Mamak kez olacağını dile getiren Mamak Belediye Belediyesi, Mamak’ın en prestijli rekreasyon Başkanı Mesut Akgül, Kentpark’ın daha projelerinden biri olan Kartaltepe Kentpark şimdiden Mamak’a ayrı bir değer kattığını projesinin birinci etabını tamamladı. 150 kaydetti. Mamak için tam bir seyir terası bin metrekarelik dev rekreasyon projesinde olacak parkta inşa edilen değirmen kafe ile yıkılan gecekonduların yerini çam ağaçlarımerdiven kulelerinin ve 650 metrelik sentena bıraktığı çalışma kapsamında alan, görsel Mamak Belediye Başkanı tik çimle kaplı yürüme yolunun yapımı taMesut Akgül zenginliği, peyzaj çalışmaları ve aktiviteleri mamlandı. Yatırım kapsamında alana hâkim ile Mamak’ın yeni yüzü haline geldi. Karbir tepeye 7 tonluk dev kartal figürü yerleştaltepe Kentpark aynı zamanda ilkleri de barındırıyor. 3 bin tirildi. Pierre Lotti benzeri açık hava Türk kahvehanesi ve metrekarelik alanda yapımı tamamlanan ve Türkiye’de bir mini tiyatro da hazır.

DENİZLİ / MERKEZEFENDİ

MERKEZEFENDİ’DE MUTLULUK ÇOCUKLUKTAN BAŞLIYOR Unutulmaya yüz tutmuş oyunları tekrar gündeme getirmek için gereken her türlü desteği veren Merkezefendi Belediyesi’nin sosyal sorumluluk projeleri kapsamında önemli bir yere sahip olan Merkezefendi’de Mutlu Çocuklar Projesi devam ediyor. Merkezefendi Belediye Başkanı Muhammet Subaşıoğlu, ilçedeki her çocuğa uçurtma hediye ediyor ve uçurtmaların kurulumunu da kendisi yapıyor. Geleneksel kültürün çok önemli oldu- Merkezefendi ğuna dikkat çeken Belediye Başkanı Bu hediyeyi çocukBaşkan Subaşıoğ- Muhammet Subaşıoğlu larımıza vermekten lu, “Çocuklarımız dolayı çok mutluyuz. sabahtan akşama Geleneksel kültükadar bilgisayar başında oturu- rümüz çok önemli. Uçurtma biraz yor. Biz çocuklarımızın gelenek- unutulmuş bir oyuncaktı. Biz bu sel oyun ve oyuncaklarla da meş- oyuncakların çocuklarımızın güngul olmalarını istiyoruz. Bu yaz demine tekrar gelmesini istiyoruz. gittiğimiz her yerde çocukları- Çocuklarımız uçurtmalara büyük mızı uçurtmayla buluşturuyoruz. ilgi gösteriyor.” dedi.



8

KISA HABERLER

GAZİANTEP

GAZİANTEP KADAR ‘ENERJİK’ BİR KENT VAR MI Gaziantep Büyükşehir Belediyesi bünyesinde hizmet veren Gaziantep Su ve Kanalizasyon İdaresi (GASKİ), atık sulardan elde ettiği çamuru yakarak elektriğe dönüştürüyor. GASKİ, yüzde 55 oranında elektriği çamurdan sağlayarak kuruma yıllık 200 bin TL girdi sağlıyor.

Yılda 100 milyon metre küp atık su arıtan GASKİ Atık Su Tesisleri’nde, mevcut 3 Atıksu Tesisleri Sorumlusu Alper Uyanık, arıtma tesisine ek olarak 1,5 milyon metre GASKİ Atıksu Tesisleri Sorumlusu Alper Uyanık “2006 yılında kurduğumuz bu sistem 26 ay küp kapasiteli yeni bir tesis daha kurulması içinde kendini amorti ettiği gibi bu tarihten hedefleniyor. Yaklaşık 2 milyonluk kent nüitibaren de kâr elde ediyoruz. Türkiye’de ilk defa Gazianfusunun yanı sıra artan Suriyeli nüfusunun da ihtiyaçlarını karşılamak için çalışmalar yürüttüklerini söyleyen GASKİ tep Büyükşehir Belediyesi tarafından hayata geçirilen bu proje ile çamuru yakarak küle çeviriyoruz. Bu projeyi gerçekleştirirken ortaya ciddi anlamda enerji açığının çıkıyor. Bu enerji açığını kapatmak için de yeni bir proje başlattık. Atıksu tesislerinden çıkan sularla ise hidroelektrik santralı (HES) kurmayı planlıyoruz. Bunların hepsini yaptığımız zaman şuanda yüzde 55 olan elektrik gelirimiz yüzde 95’e çıkacak. Bu da Türkiye’de ve Avrupa’da en yüksek oran olacak.” dedi.

İSTANBUL / AVCILAR

AVCILAR DEPREME ÇOK SIKI HAZIRLANIYOR Avcılar Belediyesi’nde Afet Bilgi Sistemi toplama merkezleri gibi bütün hayati bilgiler (ABİS), tamamlandı. Avcılar Belediye Başde gerekli güncellemelerle harita üzerinde yer kanı Dr. Handan Toprak, “Avcılar Afet Bilgi alacak. İstanbul Teknik Üniversitesi ve Doğa Sistemi’nde, afet sonrası toplanma alanları, Hareketleri Araştırma Derneği (DOHAD) çadır alanları, öncelikli ve alternatif yollar, tarafından yürütülen ‘Deprem Öncü İşaretleri sahra hastanesi kurulacak alanlar, eczaneler, İzleme İstasyonu’ da ilçemizde veri toplamatrafik kontrol noktaları, afet istasyonları akıllı ya başladı.” dedi. Avcılar Belediyesi aynı zaharita üzerinde belirlendi. Olası bir afet anınmanda profesyonel ekipler olay yerine ulaşana da gerekli bütün merkezler Belediye’nin web kadar mahallelinin de arama kurtarma faalisitesindeki online harita üzerinden vatandaşın Avcılar Belediye Başkanı yetlerine etkin katılımını sağlamak için kısa erişimine açılacak. Dağıtım ve lojistik destek Dr. Handan Toprak adı AFİS olan ‘her mahalleye afet istasyonu’ noktaları, su istasyonları, fırınlar, soğuk hava projesi kapsamında içerisinde 960 parça aradepoları, kamu kurumları, belediye hizmet binaları, muhtar- ma kurtarma ve ilkyardım malzemesi bulunan 9 konteynırı lıklar, polis noktaları, su vanaları, yangın hidratları, ilk yar- çeşitli alanlara yerleştirdi. İlçede bir gönüllü bir yardım ekidım koordine merkezleri, ambulans bekleme noktaları, yaralı bi oluşturmak amacıyla ‘Avcılar Belediyesi Afet Gönüllüleri’ projesi başlatıldı.



10

KISA HABERLER

İZMİR / BUCA

BUCA DEPREM GERÇEĞİNİN FARKINDA Ülkemizin yüzde 96’sı deprem bölgesinde, nüfusun yüzde 95’i ise deprem tehlikesi altında yaşıyor. Bunun farkında olan Buca Belediyesi, AKUT ile işbirliği yaptı ve Deprem Haftası kapsamında Belediye binası önünde Akut ekipleri tarafından bilgilendirme seminerleri gerçekleştirildi. Olası depremlerde alınabilecek önlemler konusunda vatandaşları bilgilendirmek için kurulan standı ziyaret edenlere, acil önlemler anlatılıp bilgilendirici broşürler verildi. Buca Olimpik Yüzme Havuzu Konferans Salonu’nda da “Deprem ve Alınabilecek Ön-

lemler” konulu seminer düzenleyen AKUT ekibi, deprem öncesi, deprem anı ve deprem sonrası yapılması gerekenler konusunda Bucalılara bilgi verdi. Gönüllü AKUT görevlisi Gülay Öker’in örnek videolar eşliğinde yaptığı sunum dinleyicilerden ilgi gördü. AKUT, Buca Belediyesi ile imzalanan protokol çerçevesinde, Belediye’nin kendi personelinden oluşacak afet takımına da eğitim verecek.

AKUT İzmir Ekip Lideri Alper Özkarakaş

KONYA

KONYA’DA BİLİM VE İLİM BİR ARADA Tarihin en büyük ilim insanlarından biri olan Mevlana’nın evi Konya’da, bilim de insanın yolunu aydınlatan sonsuz bir ışık gibi parlıyor. Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılan Bilim Merkezi’ni hizmete girdiği 2014 yılı Nisan ayından bu yana 274 bin kişi ziyaret etti. Toplumda bilim kültürü oluşturmayı, öğrencilerde etkileşimli bilimsel etkinliklerle farkındalığı artırmayı amaçlayan Konya Bilim Merkezi, Türkiye’nin dört bir yanından misafirlerini ağırlamaya devam ediyor. Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, Türkiye’nin

Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek’in Bilim Merkezi ziyareti

TÜBİTAK destekli ilk Bilim Merkezinin sadece Konya’nın değil aynı zamanda bütün Türkiye’nin değeri olduğunu belirterek, Konya’nın, görsel zenginliği ve estetiğiyle dünyadaki en önemli bilim merkezlerinden birine sahip olduğunu söyledi. Hedeflerinin Bilim Merkezi’ni Konya’nın gücünü artıran bir yapıya dönüştürmek ve şehrin markalarından biri yapmak olduğunu vurgulayan Başkan Akyürek, Konya’nın Hazreti Mevlana’nın yanında Bilim Merkezi’yle, üniversiteleriyle anılmasının, şehrin değerini artıracağını dile getirdi.



12

KAPAK KONUSU / BÜYÜKŞEHİR YASASI

BÜYÜKŞEHİR YASASI’NDAKİ BÜYÜK AYRILIK Demokrasilerde her zaman herkes aynı fikirde olmaz, herkes aynı yolda yürümez, herkes aynı amaca odaklanmaz, herkes aynı şarkıyı söylemez. Ancak ortak paydanın genişliği, kabulün çoğunluğu demokrasinin nefes almasını sağlayan ana damarlardan biridir. Büyükşehir Belediyesi Yasası, son günlerde bu damarda bir tıkanıklığa neden oldu. Çok umutsuz olanlar da var, yasanın yerel yönetimler açısından daha geniş bir nefes almaya sağlayacağı yönünde olumlu düşünenler de... Sınırları değiştirdi, yetkileri değiştirdi, görev tanımlarını değiştirdi, personel durumunu değiştirdi, yerel yöneticiler açısından pek çok planı değiştirdi. Bütün bu değişikliklerle birlikte düşünceler, görüşler, fikirler, ön görüler de epeyce karıştı. Bu yasadan doğrudan ve kalıcı biçimde etkilenecek olan vatandaşın henüz çok fazla farkındalığı yoksa da konunun diğer tarafları, uygulayıcıları, akademisyenler Büyükşehir

Belediye Yasası’nı enine boyuna tartışmaya devam ediyor. Türkiye’nin yerel yönetim dergisi olarak 9 yıldır yerel yönetimlerin çalışmalarına odaklanan Özelkalem, meseleyi öncelikle yasadan dolayı büyük bir açmaza sürüklendiklerini düşünen yerel yöneticilerle ve bu konuda yoğun çalışmalar yürüten valilerle konuşarak son dönemin en konusunu masaya yatırıyor.



14

KAPAK KONUSU / BÜYÜKŞEHİR YASASI

SEFERİHİSAR BELEDİYE BAŞKANI TUNÇ SOYER

“KÖY KÖKTÜR, KÖY YOKSA GELECEK DE YOKTUR” Büyükşehir Yasası sonrasında köylerin durumu da büyük bir handikap haline geldi. Henüz yanıtlanmamış soruların yanı sıra köylü üreticinin pek de hoşuna gitmemiş yanıtlarla dolu her yer. Peki bu yasanın yeni sulara sürüklediği ‘köy’ hayatı, ‘köylü üretim’ nereye doğru gider? Büyükşehir Yasası dosyasını açınca ondan görüş almamak olmaz dedik ve Seferihisar Belediye Başkanı Sayın Tunç Soyer’e de Yasa hakkındaki düşüncelerini sorduk.


Biz en başından beri bu yasaya karşı çıktık. Yerel yönetimlerin merkezi yönetime bağlanmasıyla gelirlerinin azalacağını, bu nedenle çok zor duruma düşeceklerini, ayakta durmakta zorlanacaklarını düşündüğümüzü ifade ettik. Bugün geldiğimiz noktada bu düşüncelerimizde haklı olduğumuzu görüyoruz. Bütünşehir Yasası’yla Büyükşehir’e bağlanan birçok belediye başkanından, gelirlerinin azaldığı ve borç içinde kaldıkları yönünde serzenişler duyabilirsiniz. Bununla birlikte bizim Bütünşehir Yasası’nda daha fazla önemsediğimiz bir konu var; 16 bin köyün kapatılarak mahalleye dönüştürülmesi. 6360 sayılı kanunla beraber 16 bin köy mahalleye dönüştürüldü ve yerel yönetimlere bağlandı. Biz en başında beri buna itiraz ettik. “Köy köktür, köy yoksa gelecek de yoktur” diyerek ‘Geleceğin Köyleri’ hareketini başlattık. Köyler hem geçmişimiz hem geleceğimizdir. Tüketen insanın savaşların içine sürüklendiği bir çağda, köyler sakince üreten, geçmişle geleceğin harmanlandığı yerler olmalıdır diye düşünüyoruz. Bu nedenle köylerin kapatılıp mahalleye dönüştürülmesine karşı önemli ve olumlu bir karşı çıkış olan ‘Geleceğin Köyleri’ hareketini Seferihisar’da başlattık. İlk imzayı 9 köyümüz attı. Ardından imza atan köy muhtarlarımızın sayısı 1800’lere kadar çıktı. Küçük bir ilçe olarak diğer köy muhtarlarına ulaşmaya gücümüz yetmedi. Bu yasanın iptal edilerek köylerimizin tekrar tüzel kişiliklerine kavuşması için herkesin mücadele etmesi gerektiğine inanıyoruz. Çünkü köy kökümüz olduğu kadar, aynı zamanda da geleceğimizdir. Küçük üreticiyi yok ederseniz, işsiz potansiyelini arttırmış ve yeni bir potansiyel gecekondu nüfusu yaratmış olursunuz. Köylüler işsiz ordusuna katılır, ucuz maden işçisi olarak çalışmaya başlar. Daha da vahimi hayvancılık, tarım gibi çok temel iki alanı, sadece endüstriyel bir boyutta yapılabilecek bir hale getirmiş olursunuz. Bu yasa da açıkça gösteriyor ki bizim ülkemizde köylü küçük üretici bitirilmek, üretim işi tümden endüstriyel

15

boyuta taşınmak isteniyor. Oya dünya bu işe böyle bakmıyor. Hollanda’da çiçek üreticileri kooperatif çatısı altında bir arada. Benzer şekilde Fransa’da şarap üreticileri ve İtalya’da peynir üreticileri de köy merkezli küçük üreticileri güvence altına almış durumda. Yani en kapitalist dediğimiz ülkeler bile küçük üreticiyi, köylüyü koruyacak tedbirlerden taviz vermeyerek üreticiyi, üretimi destekliyor. Biz de “hayır sen köyde üretim yapamazsın, buralarda üretim olmayacak, üretimi büyük firmalar yapacak, sen de başka şeylerle uğraşacaksın” diyoruz. Bu akıl alacak bir şey değil. Biz Seferihisar Belediyesi olarak kurduğumuz üretici birlikleriyle, köylü üreticilerimizi destekledik ve köylülerimizi tekrar üretir hale getirdik. Üretici pazarları sayesinde köylümüze malını aracısız satma imkanı sağladık. Üretmekten vazgeçen köylülerimizi motive etmek için ‘başka neler ekip biçebiliriz’ konulu araştırmalar yapıyor ve onlarla bu araştırmaların sonuçlarını paylaşıyoruz. Ayrıca Bütünşehir Yasası’yla birlikte köylerin malları da yerel yönetimlere devredildi. Biz de Belediye Meclisimizde bir karar aldık ve köy malları kesinlikle satılmamalıdır dedik. Yeni yasayla belediyeye devredilen 9 köyün mallarının köylerde kurulan kooperatif, dernek ve vakıflara devredilmesine karar verdik. Yasanın bize bir gecede bahşettiği bu hakkı kullanmayı hem vicdanen hem ahlaki olarak uygun bulmuyoruz. Bu mülkler köylerin atalarından, dedelerinden imece usulüyle büyük fedakarlıklarla edinilmiş mülklerdir. Satışını kesinlikle tasvip etmiyoruz. Köylerimizin kooperatifler kurarak bu mülklere sahip olmasını sağlamak istiyoruz. Halen uzun süreli kiralama yönetimini kullanıyoruz, bu yöntemi kullanmaya devam edeceğiz. Bu kiralamaları da sembolik ücretlerle yapıyoruz. Bu kararlarımızın ve uygulamalarımızın bütün Türkiye’ye örnek olmasını ve Bütünşehir Yasası’nın yeniden gözden geçirilmesini diliyorum.


16

KAPAK KONUSU / BÜYÜKŞEHİR YASASI

FETHİYE BELEDİYE BAŞKANI BEHÇET SAATCI

YANLIŞTAN DÖNMEK BÜYÜK BİR ERDEMDİR Aynı yönden bakanların bile farklı düşündüğü, neye sebep olacağı konusunda olumsuz görüşlerin çığ gibi büyüdüğü Büyükşehir Yasası konusunda en büyük sorunları yaşayan belediye başkanlarından birisi de Fethiye Belediye Başkanı Sayın Behçet Saatcı. Bu yasa ile neler olur, neler olmaz hepsini kendisi ile detaylıca konuştuk. Sizce Büyükşehir Yasası’na neden ihtiyaç duyuldu? Sizce Büyükşehir Yasası’na neden ihtiyaç duyuldu? Büyükşehir yasası hükümetin ihtiyaçtan değil, bazı mercilere vermiş olduğu sözden dolayı Türkiye’yi eyalet sistemine götürmenin alt yapısını hazırlamak; İstanbul, Ankara gibi metropol şehirlerde tek yetkili bir belediye başkanı unvanı

oluşturmak, ayrıca kırsal kesimlerden gelecek muhafazakar oylarla daha fazla belediye kazanmak (Antalya, Balıkesir) için çıkardığı bir yasadır. Bu yasa hiçbir ön hazırlık yapılmaksızın, Fransız Siyaset sosyoloğu Maurice Duverger’in de dediği gibi, ‘Seçilmiş krallar oluşturmak’ için, halka sorulmadan, Türkiye’nin ihtiyaçları belirlenmeden, oldu bittiye getirilerek çıkarılmış bir yasadır. Halka ve hali hazırdaki belediye başkanlarına sorularak çıkartılan bir yasa olsa, ölü doğmazdı.


Büyükşehir Yasası ile hedeflenen faydaya ulaşılabildiğini düşünüyor musunuz?

Kesinlikle hayır. Türk belediyeciliğine ve hizmet verdiğimiz Türk halkına en ufak bir katkı sağlamamıştır ve sağlama ihtimali de yoktur.

Büyükşehir Yasası’ndan olumsuz etkilenen personel oldu mu? Bir defa personel arasında ikilik yarattı; büyükşehir veya ilçe belediye personeli gibi. Personelimizin aidiyet duygusunu yok etti. Çift başlılık oluştu. Siyaseten şişirilmiş kadrolarla çalışma mecburiyetinde bırakıldık. Bu da personelimizin sorumluluk duygusunu, motivasyonunu, iş disiplinini ve sahiplenme içgüdüsünü felce uğrattı.

Büyükşehir Yasası ile belediye başkanları açısından hangi işler zorlaştı?

Yanılmıyorsam kastettiğiniz büyükşehre bağlı ilçe belediye başkanlarının pozisyonu. Anlatayım; Bu yasa çıktığından bu yana, büyükşehre bağlı hiçbir ilçenin belediye başkanı, başkan değildir; Büyükşehir Şube Müdürüdür. Yüzde 60 gelirleri azalmış, yetkileri elinden alınmış, hele bizim gibi çok geniş bir coğrafyada hizmet etmeye çalışan şube müdürleri yeni bağlanan köyler ve beldelerle sorumluluk ve nüfus artışına karşın hem yasal yetki hem de ekonomik katkı anlamında kayba uğramıştır. Zaten ülkemizde koordinasyon konusunda ciddi bir sıkıntı varken, yatırımcı kuruluşlar olarak değerlendirebileceğimiz, başta Telekom ve Aydem gibi kurumlarla koordinasyonu sağlayamamışken, bir de başımıza büyükşehirle olan sıkıntılar eklendi. Belediyecilik alt yapı işidir. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir uygulama yoktur. Alt yapısı olmayan yerlere üst yapı yapmak, reklamdan öte bu milletin parasını çar çur etmektir. Göz boyamaktır. Şuan bu yasayla bize yaptırılmak istenen budur. Büyükşehir yasasının iptali için anayasa mahkemesine başvuran CHP’nin, sahip olduğu büyükşehir belediyelerinde, paylaşımı unutarak ve kendi partilerinin bu yasanın iptali için dava açtığını umursamaksızın, bu yasaya körü körüne bağlı hareket etmesini anlamakta güçlük çekiyoruz. Maalesef ülkemizde gücü elinde tutanın partisi olmuyor. Hepsi aynı davranıyor. Belediyecilik aynen piyade askerliği gibidir. Postalının basmadığı yer senin değildir. Ortada ne basacak postal, ne basılacak toprak var. Bu yasa Türk belediyeciliğinin yıkım yasasıdır. En büyük zararı, hizmet verdiğimiz kesim, yani ‘efendi’ dediğimiz ‘halkımız’ çekiyor. Yasanın verdiği sıkıntıların dışında, kendini seçilmiş kral sanan Büyükşehir belediye başkanları da yaptıkları uygulamalarla, bu yasayı tamamıyla içinden çıkılmaz hale getirdi. Şöyle ki; bir ilçede seçime girip kaybeden bir aday, büyükşehir belediyesinin bağlı olduğu siyasi partiden ise o ilçenin başına büyükşehir koordinasyon sorumlusu olarak atanıyor ve o ilçede iki başlılık oluşuyor. Vatandaş hangi kapıya gideceğini şaşırmış durumda. Bunun adı tamamıyla ceza yasasıdır, belediye yasası değil. Yasalar, hali hazırdaki yasanın eksiklerini tespit edip, daha güzel işler yapılması için çıkarılır. Bu yasa siyasi bir yasadır. İhtiyaçtan doğmamıştır.

Büyükşehir Yasası’nın sizce olumlu ve olumsuz yanları neler?

Zaman geçmiş değil. 1 Kasım’da genel seçim var. Her şeyin belirleyicisinin sandık olduğunu iddia eden, girdiği bütün seçimleri kazanan ve 13 yıldır da ülkemizi idare eden siyasi anlayışın, sandıktan korkmadan, özellikle yeni büyükşehir yapılan illerde, genel seçim sandığının yanına ‘büyükşehir yasasından memnun musunuz’ konusunda bir referandum sandığı koyması, bütün soru işaretlerini giderebilir. Halkın iradesine hiç kimsenin ipotek koyma hakkı yok. Yerel yönetimler, Türkiye’de demokrasinin uygulandığı tek kurumdur. Köy kültürü, Türk kültürünün ana ögesi ve kültürümüzü besleyen en büyük damarlardan bir tanesidir. Köylerimizin mahalleye dönüştürülmesiyle, şimdi fark edilmese bile 2019’dan sonra devreye girecek yeni yaptırımlarla bu kültür yok edilecek. Köylümüz o zaman birçok vergi, harç ve yaptırımla karşı karşıya kalacak. Türkiye’nin turizmde tanıtım objeleri olan Kekova, Kalkan, Ölüdeniz, Göcek, Dalyan, Gökova gibi beldelerimiz, sözde mahalleye dönüştürülüp bir ilçeye bağlanarak, bütün sorunları çözülecekmiş gibi bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Bu anlayış çok sakat bir anlayıştır. Bu beldelerimiz, bizim uluslararası fuarlarda tanıtım yüzümüzdür. Bu beldeleri mahalle yaparak hiçbir sorunu çözemezsiniz. Aksine bu beldeleri, Turizm Bakanlığı ile irtibatlandırarak daha özel bir konuma taşımalıyız. Başta alt yapı olmak üzere, eksiklerini giderme, ihtiyaçlarını tamamlama yoluna gidilmesi en akılcı çözümdür. Bu yasayla Türk belediyeciliği merkezileştirilmiştir. İlla olumlu bir yön bulmak istersek, metropol şehirlerde (Ankara, İstanbul) kanalizasyon, su, arıtma, çöp deponite, proje ve planlamanın tek merkezden yapılması doğru bir uygulamadır. Banliyöleşmenin gerçekleştiği, ilçeler arası sınırların sadece tabela olarak ayrıştığı bu metropol şehirlerde, yani bir ucundan bir ucu 400 km olan Muğla, 680 km olan Antalya ve yüzölçümü bakımından Avrupa’daki birçok devletten büyük olan Konya gibi illerde bu uygulamaların başarılı olacağını düşünmek, göle maya çalmaktan daha öte sadece bir beklentidir. Avrupa’da büyükşehir uygulamasını en başarılı şekilde yürüten ülke Almanya’dır. Genellikle model ülke olarak gösterilir. Büyükşehir yasası Avrupa’da 1. Dünya Savaşı sonunda başlamış, Sanayi Devrimi’nin getirdiği hızlı büyümenin kontrol edilmesi ve savaşın yaralarının sarılması amacıyla ortaya çıkmıştır. Ancak Almanya’nın eyalet sistemi ile yönetiliyor olması, büyükşehir yasasının uygulanmasını kolaylaştırmıştır. Almanya’daki başarının altında yatan en önemli faktör, coğrafi yapıdır. Muğla Büyükşehir Belediyesi’nin yüz ölçümü kadar olan alanda Köln, Düsseldorf, Bochum, Essen, Duisburg, Oberhauen şehirleri vardır. Bunlar Almanya’nın ön önemli maden, otomobil, demir çelik, kimya sanayi şehirleridir. Hepsi iç içe geçmiş (İstanbul – Kocaeli gibi) dümdüz ovada kurulmuş şehirlerdir. Böyle eyaletlerde büyükşehir uygulamasına tabii ki karşı çıkılmaz. Bizim coğrafyamızda Büyükşehir’in başarılı olacağını söylemek artık abestir. Bu yasa hizmet kalitesini düşürmüş, hizmet maliyetini en az üç katına çıkarmış, halkı iki kapılı yapmış güdük bir yasadır. En kısa sürede, oldu bittiye getirilerek ülkemizin başına musallat edilen bu yasanın değiştirilmesi, düzeltilmesi elzemdir ve yanlıştan dönmek de büyük bir erdemdir.

17


18

KAPAK KONUSU / BÜYÜKŞEHİR YASASI

MERKEZ VALİSİ DOÇ. DR. YUSUF ERBAY

YENİ BÜYÜKŞEHİR YASASI’NIN PENCERESİNDEN Sadece yerel yönetim yapılanmasını değil, ülkenin genel yönetim sistemini derinden etkileyeceği ileri sürülen 6360 sayılı yeni yasa üzerindeki tartışmalar artarak devam ediyor. Türk yerel yönetim sisteminin yeni yüzyılda alacağı şeklin habercisi olarak da değerlendirilebilecek bu düzenlemelerle ilgili olumlu ve olumsuz yaklaşımları, Merkez Valisi Doç. Dr. Sayın Yusuf Erbay, Özelkalem Dergisi için özetledi. Olumsuz Yaklaşımlar

Yasanın kamuoyunda yeteri kadar tartışılmadan ve yerel yönetim kaygılarından uzak bazı siyasal etkenlerle çıkarıldığını savunan eleştirel görüşler şöyle özetlenebilir: • Yeni yasa ülkenin bölünmesine hizmet edecektir. Bölücü örgütün söylemi olan ‘demokratik özerklik’ kavramının hayata geçirilmesini sağlamaya yönelik bir adımdır. Büyükşehir belediye sınırlarının il sınırlarına kadar genişletilmesi ve merkezi yönetimin bazı işlevlerini üstlenmeye başlaması ile Anayasa’nın öngördüğü İl İdaresi sisteminin ortadan kaldırılmasının yolu açılacak ve bölgesel yönetimler kurulmasının altyapısı hazırlanacaktır. • Valiler güç kaybına uğramıştır. İl idaresi sisteminin güç kaybetmesi taşrada devletin tarafsızlığını, hukukun üstünlüğünü ve kamu düzenini sağlayacak makamların zayıflamasına ve zaman içinde ortadan kalkmasına yol açacaktır. 30 ilde İl Özel İdarelerinin yerini büyükşehir belediyelerinin alması, valilerin görev alanlarını ‘devletin taşradaki temsilciliği’ durumuna indirgeyecektir. Buna karşın, yetki alanı ilin sınırlarına kadar genişletilmiş olan büyükşehir belediye başkanları, bir tür ‘seçilmiş vali’ kimliği kazanacaktır. Bu durumdan üniter devlet yapısının olumsuz etkilenmesi kaçınılmazdır. Başka bir deyişle, merkezden yönetim ile yerinden yönetim dengesi yerel yönetimler lehine üniter yapıyı tehlikeye düşürecek şekilde bozulacaktır. • Yasa sadece yerel yönetim yapılanmasını değil, bütün yönetsel yapıyı etkilemektedir ve ülke genelinde iki farklı yönetim yapılanmasının oluşması nedeniyle, üniter yapı temeline oturmuş olan Anayasa’ya uygun değildir. Bir yanda yeni büyükşehir yapılanması, diğer yanda ise eski sistem yapılan-

masının devam ettirmesi ile ülke genelinde ortaya çıkan ‘ikili’ yönetim dizgesi, kaçınılmaz olarak bazı yasal ve yönetsel sorunlar doğuracaktır. Ayrıca, farklı bölgelerde farklı yönetim dizgesi ve farklı kaynak aktarımlarından ötürü, bu yasa ‘kanun önünde eşitlik ilkesini’ de zedelemektedir. • Genel yönetim sistemi içindeki aktörlerin konumları ve karşılıklı ilişkileri sağlıklı bir değerlendirmeye tabi tutulmadan büyükşehir belediye başkanı odaklı bir yasa çıkarılmış ve yetkileri aşırı biçimde artırılmıştır. Demokratik bir belediye yapılanması içinde başkanın gücünü dengeleyecek olan belediye meclislerinin konumu orantılı bir şekilde düzenlenmemiştir. Oldukça geniş yetkiler devredilen bu yeni yapılanmanın karar alma organı olan büyükşehir belediye meclisi üyelerinin, doğrudan halk tarafından seçilmesi yerinde olurdu. Büyükşehir belediyelerinin çok geniş yetkilerle donatılmaları ve büyükşehir ilçe belediyeleri karşısında güçlendirilmiş olmaları, bir anlamda, ‘merkeziyetçiliğin yerel düzeyde güçlendirilmesi’ anlamına gelmektedir (merkezi yerel yönetim). Bu noktada belirtmek gerekir ki il sınırları ile örtüşen geniş alanlarda görev yapan ve bu yasayla aşırı güçlendirilen büyükşehir belediye başkanıyla hükümetin farklı siyasal partilerden seçilmesi durumunda kamu hizmetlerinde aksamalar olabilir. Yeni yasayla, devlet bütçe vergi gelirlerinden büyükşehir belediyelerine ayrılan pay % 2.50’den % 4.50’ye yükseltilmekte ve büyükşehir belediyesi sınırları içinde toplanan bütün vergilerden büyükşehirlere ayrılan pay % 5’ten % 6’ya çıkarılmaktadır. Buna karşılık bu oranların, öteki belediyelerde 2.85’ten % 1.50’ye indirilmesi ve büyükşehirlerin ilçe belediyelerinin payının azaltılması aynı merkeziyetçi yaklaşımın bir anlatımı olarak değer-


lendirilebilir. Yerelde merkezileşme eğilimlerini barındıran bu tür düzenlemelerin, yerelleşme söylemleriyle bağdaştırılması zordur. • Hizmetlerin sunumunda belediyelerin kapasite eksikliklerinden ve hizmet verilecek alanların büyüklüğünden dolayı aksaklıklar olabilir. Bütünüyle kent yerleşimine dönüşmüş olan İstanbul ve Kocaeli illerinde gerekli hale gelen ‘belediye ve il sınırlarının örtüştürülmesi uygulamasının’, büyükşehir statüsündeki diğer iller ve yeni büyükşehir yapılan iller için de uygun olduğunu söylemek zordur. Yerel hizmet sunumunda göz önünde tutulması gereken ‘optimal büyüklük alanı’ ölçütleri hesaba katılmamış, belde ve köyler mahalleye dönüşerek büyükşehir belediyesinin hizmet alanına sokulmuş ve böylelikle, uzaklık ve hizmetten yararlanan kişi sayısına bakılmaksızın belediyelerin yükü orantısız biçimde artırılmıştır. Yeni büyükşehir olan illerde, hizmet alanlarının çok geniş olması nedeniyle, merkezden uzak olan kırsal birimlerde yaşayanlara yeterince hizmet verilememesi söz konusudur. Hizmet alanı 50 kilometre yarı-çapı olan büyükşehir belediyelerinde bile uçlardaki yerleşmelere hizmet götürmekte büyük güçlükler yaşanmaktadır. Bu durumda, şehir merkezinden 300 kilometreyi bulan uzaklıktaki birimlere nasıl hizmet götürülebileceği önemli bir sorudur. Öte yandan, kentsel yönetim birimleri olarak teknik güçlerini ve kurumsal kapasitelerini geliştirmiş olan belediyelerin, herhangi bir hazırlık olmadan kırsal nitelikli hizmetleri yüklenmesi sıkıntılar doğurabilir. Kırsal hizmetler alanında yüzyılı aşkın kurumsal birikimi olan ve Türk yönetim tarihinde bir geleneği temsil eden İl Özel İdarelerinin, ülke nüfusunun nüfusun % 76’sından fazlasını kapsayan kesiminde kaldırılması, köylere götürülen hizmetleri olumsuz yönde etkileyebilir. Bu alanlarda, yine geleneksel yerel yönetim birimimiz olan köy muhtarlıkları tarihe karışmakta, köyler mahalleye dönüşmektedir. Köy Kanunu’na göre işleyen yapıda, Mahalle Kanunu olmamasından dolayı bir boşluk doğması söz konusudur. Mahalle muhtarlarının oldukça zayıf kalan yetkileriyle, her şeyi muhtardan beklemeye alışkın olan köylerin yönetimi zorlaşacaktır. Ayrıca, bu alanlarda görev yapan mahalli idare birlikleri ve özellikle son yıllarda etkin hizmetler veren köylere hizmet götürme birlikleri de kapatılmakta, kırsal alanda oluşan hizmet boşluğu büyümektedir. • Yasanın bazı hükümleri Türkiye’nin imzaladığı uluslararası sözleşmelere aykırıdır. - Kapatılan belde belediyeleri ve köy muhtarlıkları nedeniyle yerel demokrasi ve Subsidiarity (yerellik) ilkesi zedelenmiştir. Yerel demokrasinin dayanaklarından biri olan ‘Yerellik’ ilkesine göre, kamu hizmeti verilirken sorumlulukların, genellikle ve tercihen, ‘yurttaşlara en yakın olan yönetimler tarafından yerine getirilmesi’ esas alınmalıdır. Bu ilkeye açıkça aykırılık oluşturan yasa, Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın yerelleşme eğilimli temel yaklaşımlarına aykırı hükümler içermektedir. - Yerel Yönetimler Özerklik Şartına aykırı olan diğer bir nokta, yapılan değişiklik ve düzenlemelerde yerel halkın görüş ve onayının alınmamasıdır. Şartın 5. maddesi, yerel yönetimlerin sınırlarında değişiklik gerektiren bu tür düzenlemelerde, mümkünse bir halkoylaması yoluyla halka danışılmasını zorunlu görmektedir.

- Bu sistem demokratik açıdan sakıncalar barındırmaktadır. Yurttaşların seçilmiş kişilere yakınlığı ortadan kalkmakta ve karar almaya katılımı oldukça zorlaşmaktadır. Bu durum, ülkemizin taraf olduğu Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın katılıma ilişkin kurallarına ve yerel halkın katılımını artırmak amacıyla Avrupa Konseyi’nin 2009 yılında kabul etmiş olduğu Ek Protokole de aykırılıklar oluşturmaktadır. - Türkiye’nin 1988 yılında imzaladıktan sonra, Anayasal yöntemlere uygun biçimde kabul ettiği ve 1992 yılında yürürlüğe koyduğu Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı uluslararası anlaşma niteliği kazanmıştır. Dolayısıyla, Şarttaki bu hükümlerin uygulanmaması, 90. Maddesinde ‘Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası anlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası anlaşma hükümleri esas alınır’ düzenlemesini içeren Anayasa ile de çelişmektedir. • Yasanın çıkarılma sürecinde uygulanan yöntemler de eleştirilmektedir. Halkı çok yakından ilgilendiren bu tür yasa hazırlıkları hakkında kamuoyunun bilgilendirilmesi, ‘açıklık’, ‘katılımcılık’, ‘hesap verebilirlik’ ve ‘yurttaş odaklı olma’ gibi gelişmiş demokrasinin unsurları olarak ileri sürülen yönetim ilkelerinin gereğidir. Oysa bu yasa, kamuoyu yeterince bilgilendirilmeden, üzerinde bilimsel verilerin ışığında ve yeterince tartışılmadan hızlı bir şekilde çıkarılmış, gelişmiş demokrasinin sayılan ilkelerine uyulmamıştır.

Olumlu Yaklaşımlar

Yeni yasaya getirilen eleştirilerin yanı sıra yeni yönetim anlayışı ve yeni ihtiyaçların böyle bir düzenlemeyi gerektirdiğini düşünenlerin olumlu bakışları da özetle şu noktalarda toplanmaktadır: • Yasayla oldukça güçlenecek büyükşehir belediyeleri, kanun yapma gücü hariç, neredeyse ‘yerel hükümetlere’ dönüşecektir. Belediyelerin yönetim sistemindeki önemi ve halka hizmet sağlamadaki rolü önceki dönemlerle kıyaslanmayacak oranda büyüyecektir. Vatandaşlar artık Ankara’ya değil, bağlı oldukları büyükşehir belediyelerine yöneleceklerdir. Büyükşehirlerin sınırları içine alınan köylere yönelik hizmetler artacaktır. • Taşrada hizmet bütünlüğü sağlanmıştır. İmar ve planlamada sağlanan birlik ve bütünlük sayesinde, bugüne kadar engeller yaratan önemli sorunlar aşılabilecektir. • Ekonomik verimlilik ve optimal büyüklük anlamında olumsuzluklar taşıyan küçük belediyeler kaldırılmıştır. Bu düzenleme sayesinde, önemli ölçüde kaynak ve personel tasarrufu sağlanacaktır. • Valiler, illerde merkezi yönetimin politikalarını uygulayan bir konumda kalacak, yasaların uygulanması, kamu güvenliği ve kişisel özgürlüklerin korunması ile görevli olacak, diğer yerel hizmetlerle ilişkisi kesilecektir. Bu üniter devlet yapısına aykırı bir durum oluşturmaz. Bu yasayla yerel yönetimlere verilen yetkiler üniter yapı içinde gerçekleştirilen uygulamalarla ilgilidir. Ancak valilerin seçilmesi, üniter yapının federal yapıya dönüştürülmesi sürecinin kırılma noktası olarak görülmelidir. Valilerin seçimle işbaşına gelmesi, üniter yapının devamlılığı ve korunması açısından sakıncalıdır.

19


MAKALE / BÜYÜKŞEHİR YASASI

20

6360 SAYILI YASANIN GETİRDİKLERİ GÖTÜRDÜKLERİ PROF. DR. CEVAT GERAY 1. BÖLÜM*

Büyükşehir belediyelerine ilişkin 6360 sayılı yasanın getirdiklerini, götürdüklerini şu açılardan inceleyebiliriz; yerel yönetim kuramı ve politikaları, demokratikleşme, anayasa ve uluslararası belgeler, toplumbilim. Büyükşehir Belediyesi Kurulması ve Sınırlarının Belirlenmesi

Aydın, Balıkesir, Denizli, Hatay, Malatya, Manisa, Kahramanmaraş, Mardin, Muğla, Tekirdağ, Trabzon, Şanlıurfa ve Van illerinde, sınırları il mülki sınırları olmak üzere aynı adla büyükşehir belediyesi kurulmuş ve bu illerin il belediyeleri büyükşehir belediyesine dönüştürülmüştür. Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Diyarbakır, Erzurum, Gaziantep, İzmir, Kayseri, Konya, Mersin, Sakarya ve Samsun büyükşehir belediyelerinin sınırları il mülki sınırlarıdır. Bu illere bağlı ilçelerin mülki sınırları içerisinde yer alan köyler ile belde belediyelerinin tüzel kişiliği kaldırılmış, köyler mahalle olarak, belediyeler ise belde ismiyle tek mahalle olarak bağlı bulundukları ilçenin belediyesine katılmıştır. İstanbul ve Kocaeli il mülki sınırları içerisinde bulunan köylerin tüzel kişiliği kaldırılarak bağlı bulundukları ilçe belediyesine mahalle olarak katılmıştır. Bu illerdeki il özel idarelerinin tüzel kişiliği kaldırılmıştır. Bu illerin bucakları ve bucak teşkilatları kaldırılmıştır. Anlaşılacağı gibi yeni kurulan ve var olan büyükşehir belediyelerinin sınırları İstanbul ve Kocaeli’ndeki gibi il sınırlarıyla özdeşleştirilmiştir. Büyükşehir belediyesinin bulunduğu illerin il özel idareleri kaldırılmış, yerine valinin başkanlığında tüzel kişiliği olmayan, birer il yatırım izleme ve eşgüdüm (koordinasyon) kurulu oluşturulmuştur. Köylerin ve beldelerin tüzelkişilikleri kaldırılarak mahalleye dönüştürülmüş ve ilçe belediyesine mahalle olarak bağlanmışlardır. Yönetim basamağı olarak işlevini yitirmiş


olan bucaklar sahip olduğu örgütüyle birlikte kaldırılmıştır. Gerçekte, son bucak müdürü de görevden ayrıldıktan sonra bucaklar, yalnızca jandarmanın ileri bir karakolu olmaktan öte bir örgüt yapısına sahip olmayacaktır.

gerçeği karşısında demokratikleşmenin önkoşulunun yerine getirilmediği açıktır. Oysa, örneğin kapatılan belediyelerin, kurulabilmesi için nüfus ölçütünün uygun olmasına karşın yasa gereği halkoylaması yapılması ön koşuldur.

İlçe Kurulması ve Sınırlarının Belirlenmesi

Anayasa ve Uluslararası Belgeler Açısından 5360 Sayılı Yasa

Metropol ya da anakent yönetimi diye de adlandırabileceğimiz büyükşehir belediyeleri, genelde bu niteliği gösteren insan yerleşmelerinde yaşayan yerel toplumların ortak gereksinmelerini karşılayan yerel yönetim birimleridir. Doğaldır ki söz konusu yerleşmelerin nüfuslarının belli bir ölçütün üstünde olması ve yapılaşma açısından süreklilik göstermesi, bütünleşmiş olması gerekir. Mülki yönetimin bulunduğu iller ve ilçeler, merkezi idarenin taşradaki uzantısı olan alt bölümlerdir. Burada kentsel toplulukların yaşadığı alanları, kentsel alanlar yanı sıra kırsal alanları, köyleri, tarıma elverişli olan olmayan toprakları, ormanları, amiyane deyimi ile dağı taşı da kapsar. İl özel yönetimleri, il sınırları içindeki tüm alanları kapsayan bir alan yerel yönetimi; belediyeler ise alan yerel yönetimi değil yerel toplulukların yerel yönetimidir. Bu yasayla büyükşehir belediyeleri metropol ya da anakent halkının yerel yönetimi olmaktan çıkarılmış, bir alan yerel yönetimi durumuna getirilmiştir. İstanbul, Kocaeli illerinde olduğu gibi nüfusun yoğun olarak yerleştiği ve yapılaşmanın kesintisiz bütünleştiği alanlarda belediye sınırlarının il sınırlarıyla çakışması, hizmetlerin götürülmesinde verimlilik ve eşgüdüm sağlanması açılarından elverişli olabilir. Ancak Antalya, Muğla gibi uzun kıyıları boyunca ve birbiriyle birleşmemiş il merkezine uzak yerleşmelerden oluşan illerde belediye sınırlarının il sınırıyla birleştirilmesi, hizmetlerin götürülmesindeki güçlükler, verimlilik ve eşgüdüm açılarından olduğu kadar hizmetlerin maliyeti açısından da uygun değildir. Buna bir de dağ ve orman köylerinin uzak ve ıssız köy yerleşmelerinin varlığı da eklenirse, hizmet götürmedeki güçlükler daha iyi anlaşılır.

Demokratikleşme Açısından 6360 Sayılı Yasa

Genelde demokrasi dünyasında yerel yönetimler ‘demokrasinin beşiği’ ya da ‘demokrasi okulu’ olarak kabul edilmektedir. İster doğrudan, isterse temsili ya da çağdaş çoğulcu katılımcı demokrasi dizgesinde olsun yerel halk ya da yerel topluluklar kendi kendisini yönetme geleneğini, alışkanlığını seçme ve seçilme düzenekleriyle kazanmakta, böylece kendi sorunlarına, gereksinmelerine çözüm arama, çözüm bulma ve karar verme olanağını yerel yönetimler yoluyla kazanmaktadır. Yerel düzeydeki bu davranış ve alışkanlığın ülke düzeyinde de demokratikleşmeye büyük katkısı olmaktadır. Bu nedenle demokratik ülkelerde yerel yönetimlerin kaldırılması, belli koşullar ve yöntemlerle sınırlanmaktadır. Örneğin, yönetsel yapımızla benzerlik taşıyan Fransa’da çok sayıda köyde kırsal belediyeler kurulmuştur ve bunların sayısı azalmamaktadır. 6360 Sayılı Yasa çıkarılmadan önce kamuoyunda tartışılmaya açılmadığı, ilgili kurum ve kuruluşların, bilim adamlarıyla uzmanların, meslek odalarının görüşlerinin alınmadığı, daha önemlisi oralarda yaşayan halkın oyuna başvurulmadığı

Coğrafya durumu, ekonomik koşullar, kamu hizmetlerinin gereğine göre merkezî yönetim illere, iller de alt basamaklara ayrılır. İllerin yönetimi, yetki genişliği ilkesine göre kurulur ve işler (Anayasa Md. 126). Yerel yönetimler ise il, belediye ya da köy halkının yerel ortak gereksinmelerini karşılamak amacıyla kurulan, yasada belirtilen karar organları yasayla belirtilen seçmenlerce seçim süreciyle oluşturulan kamu tüzel kişilikleridir (Anayasa Md. 127). Yerel yönetimlerin kuruluş görev ve yetkileri yerinden yönetim ilkesine göre yasayla belirlenir. Büyük yerleşmeler için özel yönetim biçimleri getirilebilir. Büyükşehir kurulmasının dayanağı bu Anayasa hükmüdür. Anayasaya göre yerel yönetimlere görevleriyle orantılı olarak gelir sağlanır. Mali tevzin (akçal denkleştirme) ile ilgili bu buyruk, 1961 Anayasası’nda da yer almasına karşın siyasal iktidarlarca yerine getirilmemiştir. Genellikle bunu yapacak yerde iktidarlar devlet gelirlerinden pay ayırmak yoluyla yerel yönetimleri merkeze bağımlı tutmuşlardır. Bu yasada da payın yüzdeleri ve dağıtım biçimi belirtilmekle yetinilmiştir. Bu yasaya göre büyükşehir belediyesi, sınırları il mülki sınırı olan ve sınırları içerisindeki ilçe belediyeleri arasında eşgüdüm sağlayan; yönetsel ve akçalı özerkliğe sahip olarak yasalarla verilen görev ve sorumlulukları yerine getiren, yetkileri kullanan; karar organı seçmenlerce seçilerek oluşturulan kamu tüzel kişisidir (6360 Md. 4). Burada dikkati çeken nokta, nüfus ölçütüne bu tanımda yer verilmemiş olmasıdır. Oysa büyükşehir kurulan illerin ortak yanı, merkez belediyelerinin nüfusunun değil, ilin toplam nüfusunun en az 750 bin olmasıdır (6360 Md. 5). Böylece Osmanlı’dan bu yana yönetim, siyaset ve toplum yaşamımızda varlığını sürdüren il özel idarelerinin yaşamına son verilmiştir. Aynı bağlamda, Cumhuriyetin ilk yılarında (1924’te) yasa ile kurulan köy tüzel kişilikleri de kaldırılmıştır. Her ne denli kentleşme yüzünden köylerde yaşayan nüfus azalsa da (yaklaşık beşte bire inse de) yine hem toplumsal hem de ekonomik açıdan ülkemizde köy gerçeği yadsınamaz. Yerleşme düzenimiz içinde de yaklaşık 80 bin kır yerleşmesi vardır. Bu irili ufaklı kırsal yerleşmeler yaklaşık 35 bin muhtarlığın çatısı altında toplanmıştır. Bunların yaklaşık % 47’sinin tüzel kişiliğine bu yasayla son verilerek yerel yönetim birimi olmaktan çıkarılmış, ilçe belediyesinin mahallesi durumuna indirgenmiştir. Mahalle muhtarlığının, köy muhtarlığının aksine, tüzel kişiliği, bütçesi yoktur yani yerel yönetim birimi değildir. Kamunun belli duyuru ve benzeri işlerini parası karşılığında yürütür. Mahalle muhtarlığının yeniden yapılandırılması, kent yaşamında daha etkin işleve kavuşturulması ayrı bir konudur. *Bu makalenin 2. bölümü, Özelkalem Dergisi’nin 87. sayısında yayımlanacaktır.

21


22

MAKALE / BÜYÜKŞEHİR YASASI

METROPOL VE METROPOLLEŞME ÜZERİNE DEĞİNMELER

DOÇ. DR. CAN UMUT ÇİNER 1980’li yıllardan itibaren, merkezi yönetim-yerel yönetimler ilişkilerinin karmaşıklaşmasıyla birlikte mekâna ve alana ilişkin kavrayışların özellikle yerelleşme ile birlikte bölgeselleşme, yetki devri ve federalleşme gibi diğer kamu politikaları çerçevesinde anlaşılabileceği düşünülmektedir. Gerçekten de gelişmiş ya da azgelişmiş bütün ülkelerde ölçeğe yönelik reformlar, daha özgül olarak ölçeğin büyütülmesi ya da küçültülmesi, çelişkili ve ancak bir dizi siyasal, ekonomik, sosyal etmenin incelenmesi sonucunda anlaşılabilir. Klasik kentbilimciler kentin tanımlanmasının en temel ölçütü olarak nüfusu ön plana çıkardılar. Ancak kentler, tarihsel gelişimleri dışında ve yönetsel sınırlarını aşan bir gelişmeye ve büyümeye tanık oldular. Bir diğer ifadeyle, kentin sınırları ile kentsel gelişme patikası arasında farklılık oluştu. Bu durum, özellikle Avrupa’da belediye yönetimi modelinin, gerek küçük gerekse de büyük ölçekliler yani metropoller (anakentler, büyükşehirler) açısından yeniden gözden geçirilmesinin gerekliliğini ortaya koymuştur. Kentsel yayılma birden fazla kent merkezinin ortaya çıkmasına, nüfusu azalan yerlerde ise sanayi üretiminin düşüşüne neden olmuştur. Bir diğer önemli gelişme ise kentsel olan ile kırsal olanın tanımlanması ve aralarındaki ilişkinin ülkenin koşullarına göre netleştirilmesi gerekliliğidir. Buna benzer bütün dinamiklerle birlikte, günümüz kentini farklı işlevlerin bir araya geldiği bir bütün olarak tanımlayanlar vardır. Bir diğer ifadeyle, ülkeler, küreselleşme ile birlikte mevcut sınırları tanımayan bir kentsel büyüme ile karşı karşıya kalmışlar ve bunun getirdiği sorunları çözmek zorunda bırakılmışlardır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sömürgeci devletlerin sömürgelerinden çekilmeye başlaması, Avrupa’nın refah devleti uygulamaları ve üretim biçimindeki postfordist tercihler, kapitalist üretim ilişkilerini köklü bir biçimde dönüştürdü. Böylelikle metropoliten alan ve metropolleşme kavramları günümüzdeki anlamına kavuştular. Metropol (anakent ya da büyükşehir) genellikle nüfus ve kentsel yayılma alanı gibi ölçütler etrafında tanımlanmıştır. Burada özellikle metropollerin belirli bir nüfus büyüklüğüne sahip olmaları ve kentsel alanın tanımlı ölçülerde merkezden çevreye doğru yayılmış olması gerekmektedir. Küreselleşme ile birlikte ise metropoller, türlü imkânların ve kaynakların dışarıdaki aktörlerle etkileşimini ve ilişkilerini kolaylaştıracak mekânlar olarak kabul edilmektedir. Bunun altında yatan temel dinamik, kentsel alanın girişimcilere ve yatırımcılara, bir başka deyişle, küresel sermayeye çekici kılınması ilkesine dayanmaktadır. Bu da günümüzde metropolü metropol yapan özelliktir. Metropolleşme ise bir kamu politikası olarak metropoliten alan yönetimi oluşturma eğilimi ve stratejisi olarak tanımlanabilir. Bu perspektiften hareketle, metropolleşme daha çok

küreselleşme dönemi ile birlikte kentsel yayılma sorununun çözümü, küresel ekonomik ilişkilerin iyi yönetimi için ortaya atılmıştır. Ayrıca metropolleşme, küresel kent-bölgelerinin ya da küresel kent ağlarının gelişimini tanımlamak için de kullanılmaktadır. Kabaca metropolleşme konusunda şu saptamaları yapmak mümkündür: Birincisi, metropolleşme sadece kentsel yoğunlaşma ya da büyüme ile ilişkilendirilemez. İkincisi, konu sadece ülke içinde değil, küresel ekonomik ilişkilerin neden olduğu sınırları aşan boyutları ile de düşünülmesi gereken bir çerçevededir. Üçüncüsü, azgelişmiş ülkelerdeki metropolleşme süreçleri dinamikleri itibariyle ayrıca analiz edilmesi gereken bir konudur. Metropoliten alan yönetiminde hemen her ülkenin iç içe geçen pek çok sorunu ve bu sorunların çözümü için kendi gerçeklerine uygun bir kamu politikası seçtikleri bilinmektedir. Bu da önemli ölçüde ülkelerin yönetsel kademelenmelerine, coğrafi bölümlerine, ekonomik-siyasal ve toplumsal ilişkilerine göre şekillenmektedir. Burada kritik olan, coğrafi yayılmanın derecesinin belirlenmesi ile hizmet/işlev bileşenlerinin tanımlanması ve bunların diğer kademelerle olan ilişkisinin netleştirilmesidir. Söz konusu kademelenme de dünyada, genel olarak, ölçek, belediye, metropoliten alan yönetimi ve metropoliten bölge yönetimi şeklindedir. Yönetim modellerinden vatandaşların talebi, genel olarak parasız ya da ucuz, yerinde ve iyi bir hizmet elde edilmesiyle gelişmiş bir katılımcı demokrasinin etkin kılınmasıdır. Bu talepler arasında denge bulmanın zorluğu bir tarafa bırakılacak olursa, sorun sağlam bir yönetsel kurgunun ve uygulama pratiğinin yaşama geçirilmesiyle giderilebilir. Gelişmiş ülkelerin maddi imkânları, söz konusu sorunların daha kolay üstesinden gelinmesine yardımcı olsa da, diğer ülkelerin kendilerine uygun bir modeli yeniden oluşturmaları ulaşılamaz değildir. Bu bağlamda, farklı ülkelerin metropoliten alan yönetimi uygulamaları üzerine akademik çalışmaların artırılması, Türkiye’deki büyükşehir belediye modelinin tartışılmasına katkı sağlayacaktır. 1. Romain Pasquier, Le Pouvoir Régional. Mobilisations, décentralisation et gouvernance en France, Sciences Po, Paris, 2012, s.21. 2. Gérard Marcou, “Villes et Agglomérations: Les Solutions Mises en œuvre par Les Pouvoirs Publics”, Annuaire européen d’Administration publique 2011, Presses de l’Université d’Aix-Marseille, 2012, s.107-108. 3. Guy Di Méo “La Métropolisation. Une Clé de Lecture de l’organisation contemporaine des espaces géographiques”, L’Information géographique, 74/3, 2010, s. 23-24.



24

KAPAK KONUSU / ROPÖRTAJ

ESKİŞEHİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANI PROF. DR. YILMAZ BÜYÜKERŞEN

“O BÜYÜK KARARLILIK BİR BAŞKA FELAKETTE YENİDEN ÇIKARILMAK ÜZERE ADETA BUZLUĞA KONULDU” Türkiye pek çok konuda kaderine mahkum bir ülke hala. Tümden fayda odaklı ve kalıcı çözümlerin, deprem konusunda da bir türlü üretilememiş Deprem hakkında kavramamız gereken olması çok acı ama bütünüyle gerçek. en basit ama en önemli nokta nedir? İşin içinde elbette büyük rant da var. Deprem, bütün dünyanın olduğu gibi ne yazık ki bizim Kim neye nasıl karşı duracak ve bundan ülkemizin de değiştirilemez gerçeklerinden biri. Bazı doğal afetler vardır ki alınacak önlemlerle zarar en aza indirilebilir sonraki ilk depremde Türkiye’ye ne hatta bazı afetler özelinde konuşacak olursak, zararlar tümden Örneğin sel felaketi. Eskişehir 1950’li yılların olacak? Depremin hem Türkiye hem de önlenebilir. ortalarına kadar Porsuk ve Sarısu’dan kaynaklı sel felaketlerini Eskişehir ölçeğindeki gerçeğini, deprem çok sık yaşardı. Porsuk Barajı’nın yapılması, Porsuk ve Sarısu yataklarının rehabilite edilmesi ile Eskişehir artık sel felaketi odaklı yasal durumu ve depreme yaşamıyor. Ancak aynı örneği deprem için verebilmek olanaklı değil. Depremi önleyebilmeyi bırakın, birkaç dakika öncesinde dayanıklı yapılaşma konusunda olsun haberdar olabilmek 21. yüzyılda hala insanlığın elinde Eskişehir’deki tutumu Eskişehir değil. Buna karşın rahmetli Ahmet Mete Işıkara’nın hepimize ezberlettiği gibi, ‘depremle yaşamak’ öğrenilebilir bir durum. Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Bu da ancak devlet politikaları ve devletin kamu kurum ve kuruluşlarıyla birlikte kararlı ve sabırlı tutumlarıyla olabilir. Yılmaz Büyükerşen’den dinledik.


En büyük sorumluluk devletin mi? Yerel yönetimlerin bu konuda üzerlerine çok önemli görevler düştüğünü söylemeliyim. Bu konuda Japonya örneğini vermek, daha net bir şekilde anlaşılabilmek için önemli. Japonya, üzerinde bulunduğu topraklar nedeniyle deprem gerçeğini en çok yaşayan ülkelerden biri. Çok sık 7 ve üzeri depremler yaşanıyor Japonya’da. Ancak Türkiye dahil, bir çok ülkenin yaşaması halinde çok büyük can ve mal kaybına neden olabilecek depremleri çok az zayiatla atlatabiliyor. İnşaat teknolojisi, planlı şehirleşme, sahip olunan ekonomik güç ve belki de en önemlisi Japon halkının deprem konusundaki eğitimli ve bilinçli tutumu en önemli etkenler. Halkın deprem konusundaki eğitimi de yine devlet politikasının bir sonucu. Yine de Japonya’da 2011 yılında meydana gelen 9 şiddetindeki deprem ve sonrasındaki tsunami felaketinde 16 bine yakın insanın yaşamını yitirmesi gösterdi ki bazı noktalarda insanoğlu ne yaparsa yapsın doğanın gücü karşısında çaresiz kalıyor.

Deprem açısından bakınca Türkiye’nin büyük resmi bize ne anlatıyor? Türkiye, sonuncusunu 17 Ağustos 1999’da yaşadığı türden büyük depremleri belli aralıklarla yaşıyor, bundan sonra da yaşamaya devam edecek. Doğu Anadolu’dan başlayıp Karadeniz bölgesini geçen, İstanbul, Marmara Denizi ve Çanakkale’den geçip ülkeden ayrılan Kuzey Anadolu Fay Hattı, dünyanın en tehlikeli ve en aktif fay hatlarından biridir. Öyle ki Eskişehir bu fay hattında olmamasına karşın 17 Ağustos’ta bir binanın tamamen yıkılması sonucu 30’dan fazla kayıp verdi. Deprem elbette yıkıcı ancak söz konusu binanın tamamen insan hatası sonucu (binanın alt katındaki işyerinde alan açılması için kolonlar kesilmiş) yıkıldığını da söylemeliyim. Türkiye’deki yapı stokunun yüzde 60’tan fazlasının depreme dayanıksız olduğunu biliyoruz. Yıllar boyunca çeşitli nedenlerle göz yumulan, yeterince denetlenmeyen, rastgele her yere yapılan yapılar böyle bir sonucu doğurdu. 1999 depreminden sonra harekete geçen hükümetler, o dönemde çok önemli yasalar, yaptırımlar, denetimler konusunda katı kararlar almış olsalar da 17 Ağustos’un üzerinden geçen zaman arttıkça, acılar giderek hafiflemiş, deprem konusundaki hassasiyetler kaybolma noktasına gelmiş durumda. Depremin yaratacağı zararları en aza indirmeye yönelik o büyük kararlılık, bir başka felakette

yeniden çıkarılmak üzere adeta buzluğa konuldu.

Peki bu konudaki yasalar! Onların bir yaptırımı yok mu? 2012 yılında çıkartılan 6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ve buna bağlı olarak bugüne kadar yapılan uygulamalar bize gösteriyor ki yasanın ruhu, üstesinden gelinemeyecek şekilde kör bir kuyunun içine atılmış; dikkatli bakılınca görülen durum ve uygulamaların yarattığı his bu. Söz konusu yasa, sanki insanların depreme dayanıklı yapılarda yaşamalarını sağlamak için değil de bir takım farklı hesaplar üzerine kurgulanmış gibi.

Eskişehir’de depreme yönelik yaklaşım nasıl, siz neler yapıyorsunuz hazırlıklı olmak ve kentin geleceğini enkaz altında kalmayacak şekilde kurgulamak için? 1999 yılında Eskişehir’de yerel yönetime gelmemizin üzerinden 5 ay gibi bir zaman geçmişti ki 17 Ağustos Depremi’ni yaşadık. Çok büyük bir felaketti. Allah bir daha ülkemize böyle bir acı yaşatmasın. Çalışmalarımızı ve yapacağımız projeleri daha yeni organize etmiştik ki bu büyük felaket geldi, biz de bütün imkanlarımızı deprem bölgelerine kanalize ettik, projelerimizi ertelemek durumunda kaldık. Bu zaman zarfı içinde böylesine büyük depremlerden ülke olarak en az zararla çıkmak için neler yapılması gerektiği üzerinde yoğunlaştık. Önümüze çıkan sonuç şuydu; sağlam ve sağlıklı yapılaşma yani en küçük bir depremde insanların üzerine yıkılmayacak binaların yapılmasını sağlamak. Teoride bu denli basit ama hayata geçirilmesi son derece zor

25


26

KAPAK KONUSU / ROPÖRTAJ

bir süreçle karşı karşıyaydık. Derhal İmar Yönetmeliğimizi değiştirdik. Çok sıkı kurallar getirdik, asla taviz vermedik, hala da vermiyoruz.

İnşaat sektörü büyümek, yükselmek, hiç durmadan yeni kat çıkmak ister. Sizin taviz vermeyen tutumunuz, inşaat sektörü tarafından coşkuyla karşılanmamış olsa gerek.

Kat artırımı taleplerine karşı kararlılığımızı aynen sürdürüyoruz. Yasalarla verilen yetkilerimizi en katı ve kararlı şekilde uygulamaya soktuk ve doğru söylüyorsunuz, bu tavır nedeniyle özellikle şehirdeki inşaat sektörü tarafından eleştirildik. Bu eleştiriler hala devam ediyor. Ancak biz 1999’daki kararlı duruşumuzu, hassasiyetimizi aynen ve her koşulda muhafaza ediyoruz.

Sizce bugün ve bundan sonra kararlılıkla yapılması gerekenler neler? Depremi önleyebilmek olanaklı değil. Ancak, ‘deprem öldürmez, bina öldürür’ gerçeğinden hareketle depremin hatalı binalardan kaynaklı olumsuz sonuçlarını değiştirmek mümkün. Bu cümle, gerçek bir saptama olmasından öte, yapılması gereken en temel görevi göstermesi açısından çok önemli. Eğer gerekli zemin etütlerini sağlıklı bir şekilde yapar, binalarımızı da o etüt sonuçlarına uygun şekilde inşa edersek, çok önemli bir mesafe kat etmiş oluruz. 1999 yılından sonra yapılan binalarda, hassasiyetin azalmasına ve denetimlerin giderek zayıflamasına karşın sağlam ve kurallara uygun yapılaşma önemli ölçüde gerçekleştirilebildi. Asıl sorun, 1999’dan önce yapılan yapıların sağlıklaştırılması, güçlendirilmesi, gerekirse yıkılıp yeniden inşa edilmesi. Bunun da

ancak ve ancak devletin sahip olduğu imkanlarla yapılabileceği çok açık. Şu anda bu konuda bütün yetki, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda. Bizler, ancak Bakanlığın izin ya da görev verdiği ölçülerde müdahil olabiliyoruz. Neresinden bakarsanız bakın, eski yapı stokunu rehabilite edebilmek zor bir süreç.

Türkiye’nin geleceğinde, deprem çalışmalarının mevcut durumu bakımından umut görüyor musunuz?

Ne kadar iyimser olmaya çalışırsak çalışalım, yaşanan öyle gelişmeler var ki insanın umutları kırılmıyor değil. Örneğin İstanbul’da, Afet Toplanma Alanları olarak bilinen ve bir afet anında insanların toplanabilecekleri güvenli ve boş alanlar ranta kurban ediliyor. Yani imara açılıyor, satılıyor ve yapıyla dolduruluyor. Böyle bir ortamda, gelecekte önünde sonunda yaşanacak bir deprem felaketi için çok da iyimser olamadığımı söylemek zorundayım.

Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen



28

KAPAK KONUSU / ROPÖRTAJ

BURSA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANI RECEP ALTEPE

BURSA KENTSEL DÖNÜŞÜMDE TARİH YAZIYOR Deprem gerçeğinin hayata geçirdiği, kimi yerlerde tartışmalı biçimde olsa da kimi yerlerde ideal niteliklerde uygulamalarını görebildiğimiz ‘kentsel dönüşüm’, her kenti başka bir hale dönüştürüyor; kimini yıllar sonra da alkışlayacağız, kimi için şimdiden açık ki çok üzüleceğiz. Bursa da kentsel dönüşüm projeleri bakımından Türkiye’nin en atak kentlerinden biri. Bursa’nın kentsel dönüşüm sürecini, Belediye’nin kentsel dönüşüm yaklaşımını, kent halkının kentsel dönüşüm algısını Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Recep Altepe’ye sorduk.


Bursa, sizinle birlikte nasıl bir ‘kentsel dönüşüm’ yaşadı? Bu dönüşüm modelinde ve sürecinde izlediğiniz yolu hangi rasyonel noktalara hizaladınız? Bursa’da kentsel dönüşümü anlayabilmemiz için öncelikle kentsel gelişimin seyrine bakmamız gerekir. 1939 yılında Bursa’nın yerleşim alanı 838 hektar iken 2011 yılında yerleşim alanı 16 bin 397 hektara çıktı. Yani 72 yılda yerleşim alanları 20 kat artmış. Sanayinin gelişmesine bağlı olarak yaşanan hızlı göç ise planlı kentleşmeden çok kaçak ve çarpık yapılaşmaya neden olmuş. 2009 yılında Büyükşehir Belediyesi’nde göreve geldiğimizde karşımızda böyle bir tablo vardı. Kent merkezinin önemli bir kısmının doğal ve tarihi sit alanı kapsamında olması, geniş çaplı bir dönüşüme imkan sağlamıyor. Bu nedenle biz kentsel dönüşümü, boş alanlara yeni binalar yapmak yerine, daha çok eskiyen ve depreme dayanıksız halde olan yapı stokunu eritmek olarak ele aldık. Binaları kamulaştırıp yıkarak bu alanlara park, yeşil alan, spor tesisi ve kentin ihtiyacı olan yeni yollar yaptık. Örneğin, 2010 yılında yaşanan şiddetli yağışlar sonucu Cilimboz Deresi taştı ve dere yatağında bulunan evlerin büyük bölümü sel suları altında kaldı. Aslında bölgenin durumu belliydi, olacakları görmek mümkündü. Görüyorduk ancak durumun vahameti hak sahipleri tarafından yeterince anlaşılmış değildi. Biz bu bölgedeki evleri yıkmak için daha öncede girişimlerde

bulunmuştuk ancak hak sahipleri kamulaştırmadan yana sıcak bir tavır sergilemiyordu. Sel felaketi yaşanınca bu durumu fırsata dönüştürdük ve dere yatağındaki 42 binayı kamulaştırıp yıktık. Daha önce riskli alan olan bölge, şimdi park ve rekreasyon alanı olarak bölgeye değer kattı. Bu o bölge için bütün o çalışmalar önemli bir kentsel dönüşümdür.

Kentsel dönüşüm demek sadece yeni yapılar inşa etmek değil, yeni bir yaşam inşa etmek. Bursa’nın bu bakış açısıyla atılmış somut adımları neler? Kentsel dönüşüm Türkiye’nin en önemli gündemi. Bursa olarak biz de bu alanda örnek uygulamalar gerçekleştiriyoruz. Basit bir hesapla, Bursa’da 350 bin bina olduğunu ve bunun yüzde 15’inin acil yenilenmesi gerektiğini düşünürsek, 50 binayı yenilememiz gerekli. Bu da eski yapı stokunun yıkılması demek. Biz de hem eski yapı stokunu eritecek hem de o bölgeleri hizmetle buluşturacak projelere ağırlık veriyoruz. Çelebi Mehmet Bulvarı bu çalışmalara en güzel örnek. Soğanlı, Fatih ve Çiftehavuzlar Mahallelerini kapsayan bu bölgedeki dar sokaklarda belediye otobüsleri bile zor çalışıyordu. Hem bölgedeki eski yapı stokunu eritmek hem de Ankara yoluna alternatif bir güzergah oluşturmak için hayata geçirdiğimiz projede 245 binayı kamulaştırıp ortadan kaldırdık. Yine Yıldırım bölgesindeki Davutkadı Dağ Yolu Caddesi’nin genişletilmesi için 38 binayı yıktık. Vişne, Eflak, Derya, Köklü ve Kervan Caddesi gibi bütün yol genişletme çalışmaları için eski binaları yıkıyoruz. Ortalama her iş günü bir bina yıkıyoruz desem abartmış olmam. Son beş yılda bu tür projeler için yıktığımız bina sayısı bine yaklaştı. Bunun yanı sıra sadece özel şahıslara ait binalarda değil belediyemize ait eski yapı stokunun güçlendirilmesi için de çalışmalarımız sürüyor. Ertuğrulgazi Mahallesi’nde Büyükşehir Belediyemizin lojmanı olarak kullanılan 21 bin metrekare alana yayılı 26 parselde bulunan 13 bloğu Ocak ayında yıkmıştık. Burayı 180 dairelik modern bir yaşam alanına dönüştürecek projemiz de hızla ilerliyor. Yeni binalar yükselmeye başladı. Projeyi 2015 yılı içinde tamamlamak istiyoruz.

Kentsel dönüşüm çalışmalarında Bursa için bugünlerin odak projesi nedir? Bugüne kadar yaptığımız gibi yeni yollar, park, yeşil alan ve spor tesisi gibi hizmet ve yaşam alanları için eski yapı stokunun kamulaştırılıp yıkılmasına yönelik çalışmalarımız bundan sonra da devam edecek. Bununla birlikte belli bölgelerde kentimize de büyük prestij katacak dönüşüm projeleri üzerinde çalışıyoruz. Bunlardan en önemlisi kentin merkezinde bir çöküntü bölgesi olarak duran Sıcaksu Tabakhaneler Bölgesi. Bilindiği gibi buradaki dericileri tasfiye ettik ve alanın büyük bir kısmını da temizledik. Buranın Bursa’nın en prestijli bölgesi olması için uzun süredir çalışıyoruz ancak yaklaşık 98 bin metrekare alanda 357 hak sahibi olması süreci uzatıyor. Bir projeyi uygulamak için bütün hak sahiplerinin muvafakati gerekli. Daha önce geliştirdiğimiz farklı projelerde bir sonuca gidemedik. Son geliştirdiğimiz proje ise bölgenin termal kür merkezi olmasına yönelik. Bu konuyu da çok ince eleyip sık dokuduk. Almanya’daki Bad Füssing ve Avusturya’daki Obernberg termal

29


30

KAPAK KONUSU / ROPÖRTAJ

bir anlayış yok. Vatandaşlar öncelikle bulunduğu bölgedeki diğer konut sahipleriyle bir araya gelecek. Kentsel dönüşüm için karar verecek. Bir müteahhitle masaya oturup anlaşacak. Bu noktada belediye olarak biz devreye gireceğiz. Vatandaşlara fazla yük getirmeyecek şekilde gerekli imar düzenlemelerini yapacağız. Öncelikle herkes kendi can güvenliğini düşünecek, “bu bina yıkılırsa, altında ben kalacağım” düşüncesiyle hareket edecek. Nasıl kamu kurumları kendi binalarında dönüşüm başlattıysa, vatandaş da oturduğu binanın güvenliğinden kendi sorumlu olmalı.

Kentsel dönüşüm açısından nasıl bir Bursa hayal ediyorsunuz ve hedefliyorsunuz? tesislerini yerinde inceledik. İstatistiklere göre sıradan bir turist, gittiği ülkeye 800 dolar, sağlık turisti ise 8 bin 500 getirisi oluyor. Bu açıdan bakarsak böyle bir tesis hem yapıldığı alana değer katacak hem de Bursa’yı termal turizm açısından bir adım öne geçirecek. Sıcaksu Koruma Alanı’nda ve 3. Derece Doğal Sit Alanı kapsamında kalan, içinde 2 sondaj kuyusu bulunan Sıcaksu Kentsel Dönüşüm Proje Alanı’nın sağlık turizmine hizmet edecek nitelikte termal kür merkezlerini barındırabilmesi amacıyla çalışmalarımız devam ediyor. Hak sahipleri ile birebir görüşmeler yaparak hisseleri oranında proje paydaşı olmaları ya da kamulaştırma kabulü konusundaki tekliflerimizi sunuyoruz. Öncelikle kamulaştırma talep eden hak sahiplerinin işlemlerine başladık. Yakın bir zamanda sonuç alıp bir an önce bu projenin startını vermek istiyoruz.

Kentsel dönüşüm projelerinde karşılaştığınız en zorlayıcı engeller neler? Dönüşümde yaşadığımız sıkıntıların başında mülkiyet sorunu geliyor. Az önce söylediğim gibi mesela Sıcaksu Bölgesi’nde 357 hak sahibi var. Her biriyle tek tek görüşüp ikna etmek, projenin hem kente hem de onlara neler kazandıracağını anlatmak zaman alıyor. Bir bölgenin dönüşümünde hızlı ve kalıcı bir başarı için hak sahiplerinin tamamının mutabakatı şart. Bir diğer sorun ise vatandaşların sergilediği tutum. Kentsel Dönüşüm Yasası olarak gündeme gelen yasal düzenlemenin ardından vatandaşta yanlış bir algı oluştu. Vatandaş diyor ki, “Benim evim depreme dayanıksız. Devlet gelip yıksın, yenisi yapılana kadar bana kira yardımı yapsın. Yeni ev için de ben hiç para vermeyeyim.” Böyle

Bursa’nın 2030 yılını hedef alan 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planını 60 akademisyenin koordinatörlüğünde, toplumun bütün katmanlarının görüşlerini alarak hazırladık. Burada kentimizin ortak vizyonunu, ‘Doğal ve kültürel zenginliğini koruyan ve yaşatan, sektörel çeşitliliğini insan, çevre ve bilgi odaklı geliştirip yöneten, rekabet gücüne sahip, yenilikçi, yaşam kalitesi yüksek, güvenli ve bölgesinde öncü Bursa’ olarak belirledik. Yani sadece kentsel dönüşümde değil bütün hizmetlerde önceliğimiz yüksek yaşam kalitesi. Bunu sağlamak için de bütün mahallelerimizi yeşil alanlar, parklar, spor ve sağlık tesisi gibi sosyal donatı alanlarıyla buluşturmaya çalışıyoruz. Halkımız eğitimden sağlığa, spordan sosyal hayatına kadar bütün ihtiyaçlarını bulundukları mahallelerde karşılayabilsin istiyoruz.

Tarihi mirası kentsel dönüşüm kapsamında değerlendirince Bursa özelinde nasıl bir fotoğraf çıkıyor ortaya? Tarihi çarşı ve hanlar bölgesi, sultan külliyeleri başta olmak üzere kentin her köşesindeki ecdat yadigarı eserlerin ayağa kaldırılması aslında tam bir kentsel dönüşüm. Düne kadar harabe, metruk halde bulunan ve bulundukları bölgelerde mahalle halkının şikayetlerine konu olan bu eserlerin her biri şimdi bulundukları yere değer katan mekanlar haline geldi. Ayrıca tarihi yapıları çevreleyen ve sonradan yapıldığı belirlenen binalar da kamulaştırılarak yıkıldıktan sonra bu eserlerin çevresi de açılmış oldu. Görev süremiz boyunca 200’e yakın eserin ayağa kaldırılarak ihya edildiği düşünüldüğünde kentsel dönüşümün ulaştığı boyutu da görmek mümkün.

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe



32

KAPAK KONUSU / SÖYLEŞİ

Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu - İTÜ Öğretim Üyesi

YEREL YÖNETİMLERDE AFET YÖNETİMİ NASIL OLMALI Depremin neden bir türlü gerçekten anlaşılmadığı, yerel yöneticiler tarafından da halk tarafından da yeterince kavranamadığı, yüzeysel önlemlerin ötesine gidilemediği bizim için muamma. Bu sorunun yanıtını aramaya karar verdik ve İTÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sayın Mikdat Kadıoğlu’na Türkiye açısından depremi, yerel yöneticilerin acilen ne yapması gerektiğini sorduk.

Afetler sevimsiz olaylar olduğu için üzerinde konuşulması zor. Ayrıca daha önce 1999 Marmara depremlerinde basın yayın yoluyla da olsa travma geçirenler, deprem kelimesinden bile çok rahatsız. Maalesef deprem gerçeği ile yüzleşmek ve afet yönetimi biliminin gereğini yerine getirmek zorundayız. Afet Yönetimi kavramı, her türlü tehlikeye karşı hazırlıklı olma, zarar/risk azaltma, müdahale etme ve iyileştirme amacıyla mevcut kaynakları organize eden analiz, planlama, karar alma ve değerlendirme süreçlerinin tümüdür ve zarar/ risk azaltma, hazırlık (risk yönetimi), müdahale ve iyileştirme (kriz yönetimi) olmak üzere 4 ana evreden oluşur. 2005 yılında çıkan 5393 Sayılı Belediye Kanununun 53. maddesi ve 5302 Sayılı İl Özel İdaresi Kanununun 69’uncu maddesi, belediye ve il özel idarelerine afet ve acil planlarını yapmak, afet zararlarını azaltmak, halkı eğitmek, gerekli donanımı hazırlamak gibi görevler vermekte. Fakat böyle bir kanuni zorunluk olmasına rağmen yerel yönetimler gerçek anlamda harekete geçip bu yasal zorunlulukları bir türlü yerine getiremiyor.


33

Kanun gereği yerel yönetimler öncelikle şu çalışmaları yapmalı: 1. Halkın, deprem, yangın, sel ve heyelan gibi afetlere hazır-

lık ve temel afet bilinci, güvenli yaşam gibi konularda sürekli eğiterek bilinçlendirmek. 2. Mahalle, sokak, site ve kurum ya da kuruluş bazında Yerel Afet Gönüllüleri birimleri oluşturularak halkın ilk yardım, yangın söndürme ve hafif arama kurtarma konusunda beceri sahibi olmasını sağlamak. 3. Mahalle bazında yaralı toplama, ilk yardım, sahra hastanesi, aş evi, barınma, toplanma, haberleşme, bağış dağıtımı gibi acil durum yolları ve alanları belirlemek/oluşturmak. 4. Yılda en az 2 sefer mahalle bazında haberli, kurumlar bazında ise haberli/habersiz tatbikat yapmak. 5. Afet sırasında kullanılabilecek okul, spor salonu gibi sağlamlığından/güvenliğinden şüphe edilmeyecek binalar belirleyerek bu alanlarda ve parklara acil durumlarda kullanılacak her türlü malzeme depolamak.
 6. Tehlikeli binaların neden olabileceği can ve mal kaybı risklerini halka iyi anlatmak ve Kentsel Dönüşümle yapısal riskleri mümkün olduğunca çok/yaygın ve çabuk azaltmak. (Yapı Denetim sistemine ilave olarak Belediye Kontrolleri de mutlaka devam etmeli.) 7. Afet öncesi ve sonrasında, Valilik çalışmaları ile STK benzeri birimlerle Ankara’daki afet yönetimi çalışmalarını koordine edebilecek birimin kapasitesini geliştirmek. 8. Ankara halkı için yapılan çalışmaları toplum tabanlı esasına göre yapmak ve halkı bu çalışmalardan otobüs duraklarında, muhtarlıklarda, apartmanların girişlerinde, okul ve konutlarda tek tek toplantılar düzenlenerek toplanma alanları, eğitimler gibi konularda bilgilendirmek. 9. Uluslararası standartlara (ISO22301) ve yeni yönetmeliklerimize uygun Afet Müdahale Planı yapmak. Marmara depremlerinde aslında çok şey öğrenildi ama öğrendiklerimizi uygulamaya koyamadık. Maalesef afet çalışmalarımız hala bilimsel ve toplum tabanlı da değil. Halk bu çalışmalarda paydaş olarak görülmüyor, bu sürece daha çok ‘afetzede’ olarak dahil oluyor. Hala afetlerin kendisini, sanki depremin oluşumunu engelleyebilirmiş ya da tahmin edebilirmiş gibi tartışıp duruyoruz. Afet olduktan sonra da insanları enkaz altından kurtarmak ya da benzeri müdahale çalışmaları için büyük gayretlere giriyor ve kurtarılan bir kaç kişi için de destanlar yazıp övünüyoruz. Aslında ve aksine modern afet yönetimi önceliği (müdahale çalışmalarına duyulabilecek ihtiyacı minimize edebilmek için) insanları tehlikelerden korumak ve mevcut riskleri afetler olmadan önce azaltmaya ve toplumun afetlere karşı direncini artırmaya yöneliktir. Yani afet yönetiminin amacı, ‘insanları nasıl enkaz altından kurtarırız’ değil, ‘insanlar nasıl enkaz altında kalmaz’ yaklaşımı ile çalışmaktır. Örneğin eğer İstanbul’da beklenen deprem gerçekleşirse klasik kriz yönetimi yöntemiyle vereceğimiz kayıplar çok büyük olacak ve İstanbul’daki depremin ortaya çıkardığı riskler asla yönetilemeyecektir.

İstanbul’da kentsel dönüşüm olarak adlandırılan uygulama geç kalınmış, içerik olarak eksik ve yaygınlaştırılamamış da olsa, çok doğru bir risk azaltma adımıdır çünkü İstanbul’da depremin oluşturacağı ve yönetilemez olan riskler yönetilebilir bir seviyeye indirgenmeden hazırlıklar yapamayız. Bu açıdan ülkemizde afetlere doğru hazırlanmış örnek bir şehir yok. Bütün tecrübemiz hep yara sarma üzerine. Halbuki afet yönetiminde esas olan, önce afet risklerini baş edilebilir bir seviyeye kadar azaltmak, sonra geri kalan risklere karşı hazırlıklar yapmaktır. Şuan olduğu gibi basit bir kaç hazırlığı yeterli görmek, adı ‘güven tatbikatları’ olan tatbikatlarla ve uzay üssü şeklinde inşa edilen afet yönetim merkezleri, kedi köpek, gösterişli alet gereçle, üniformalarla toplumda ve yöneticiler seviyesinde yanlış algılar yaratılmasının sonucunda büyük trajediler yaşamaktayız. Örneğin şuan İstanbul’da olası bir depremin ardından beklenen en iyimser sonuçlarla baş edilebilmesi asla mümkün değil. Bunun için yeni keşfedilen diri faylara bağlı olarak yeni deprem risk haritası hazırlanıp bir an önce yayımlanmalı ve yeni inşaatlar bu haritaya göre yapılmalı. Özetle önce risk mümkün olduğunca azaltıldıktan sonra deprem tehlikesine karşı önlemler alarak, zamanında, en uygun şekilde plan, eğitim ve yöntemler ile müdahale edebilmeye hazırlanılmalı.


34

KAPAK KONUSU / SÖYLEŞİ

Nevzat Ersan İnşaat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı

NE YAZIK Kİ GERÇEK BU

Deprem gerçeğinin arkasında başka hangi gerçekler var? Çok korkulan bu gerçeği, ülkemiz açısından gerekenlerinin tümünün yapıldığı ve güvende olduğumuz gerçeği ile değiştirmemizin bir yolu var mı? Öyle bir yol varsa, bunu bilenlerden birisi de mutlaka İnşaat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Nevzat Ersan’dır dedik ve kendisiyle deprem hakkında söyleştik. 99 Depremi sonrasında Türkiye’de yapı niteliği bakımdan değişen en önemli ve belirgin şey ne oldu?

1999 depremleri sadece yapı niteliğini değil, o güne kadar bilinen ancak bilinmezden gelinen pek çok gerçeği görünür kıldı. Sorunuza yanıt verebilmek için önce mevcut durum tespitini yapmak ve yapı niteliğine ilişkin süreci tartışmak gerek. Resmi kayıtlara göre, 1999 Marmara depreminde 96 bin 796 konut, 15 bin 939 işyeri yıkıldı. Az, orta ve çok hasarlı yapıları da hesaba katınca, ortada ne kadar vahim bir tablo olduğu görülecektir. TÜİK verilerine göre ülkemizde mevcut yapı stoku 20 milyon civarında. Bir envanter çalışması olmadığı için yapı stokunun depremde bir bütün olarak ne tepki vereceği bilinmemekle birlikte, yapı stokunun yüzde 60’ının 20 yaş ve üzerinde bulunduğu, büyük oranda ruhsatsız ve niteliksiz olduğu, mühendislik hizmeti almadan veya kısmen alarak üretildiği, yapı denetime tabi tutulmadığı, pek

çoğunun güçlendirilmesi ya da yıkılarak yeniden yapılmasının zorunluluk olduğu söylenebilir. Türkiye bir deprem ülkesi. Ülke topraklarının yüzde 66’sı 1. ve 2. derecede deprem bölgesinde, nüfusu bir milyonun üzerindeki 11 büyük kent, ülke nüfusunun ise yüzde 70’i ve büyük sanayi tesislerinin yüzde 75’i deprem tehlikesiyle karşı karşıya. Yapı stokunu ve nitelikli yapı üretimini tartışırken bu gerçekleri bilmeli ve yapılaşmayı da içerecek şekilde bütün bir toplumsal hayatı buna uygun düzenlemeli ki sorun da tam bu noktada başlıyor.

Özellikle büyük kentlerimizdeki yapılaşma hızı, ülkemizdeki deprem gerçeği göz önünde bulundurularak mı artıyor sizce?

Ülkemizde konut açığı bulunduğunu bilmemizde fayda var. Arz ve talep dengesi konut üretimini teşvik ediyor. Ekonominin motor gücü olarak değerlendirilen konut sektörü,


merkezi yönetim tarafından da teşvik görüyor. TOKİ projeleri bir başka tartışmanın konusu ancak özellikle dar gelirliler için üretilen konutların niteliğine ilişkin soru işaretleri bulunduğunu hatırlatmak isterim. Ne yazık ki nitelikli yapı üretimini sağlamaktan uzağız. Mevcut yapı stokunun iyileştirmeyi de yeni üretilen yapıları eksiksiz ve işlevsel bir yapı denetim sisteminden geçirmeyi de sağlayamadık. Elbette 2007’de yayımlanan ‘Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar Hakkında Yönetmelik’ sonrası üretilen yapıların, daha önceki yıllarda yapılanlara göre daha nitelikli olduğu söylenebilir ancak yönetmeliğe ne kadar uyulduğuna ilişkin tartışma bizleri yapı denetim sisteminin ne kadar sağlıklı işlediği tartışmasına taşıyacaktır. Kentsel dönüşüm projeleri kapsamında TOKİ tarafından üretilen konutlar yapı denetimden muaf. Bunun anlamı açık. O on binlerce konutun deprem esnasında ne tepki vereceği muğlak. Kaldı ki yapı denetimin mevcut işleyişi de sağlıklı değil çünkü işveren sıfatıyla müteahhit, kendisi tarafından belirlenen yapı denetim firmasıyla anlaşıyor, yapı denetim firması da ücret ilişkisi kurduğu işvereni denetliyor. Bu ilişkiden sağlıklı bir denetim beklemek maalesef mümkün değil.

Depremin yıkıcı şiddetini de artıran unsurların başında kaçak yapılar geliyor ve ülkemiz açısından bu fotoğraf pek de iç açıcı değil. Bu hep böyle mi sürecek dersiniz? Hiç umut yok mu?

Aslında yukarıdaki yanıtlarla fotoğraf açığa çıkmış oluyor. Siz de durumun çok da iç açıcı olmadığını tespit etmişsiniz. Hiç umut yok mu sorusunun yanıtı ise duygularla açıklanamayacak kadar ciddi bir durum. Şu nokta açık: İnşaat mühendisliği her zeminde, her şart altında sağlıklı, güvenli yapılaşmayı gerçekleştiren bir bilim dalı. İnşaat mühendisliğinin mesleki ve bilimsel gerekleri yerine getirildikten, kentler ranta değil, insana ve insanın ihtiyaçlarına göre düzenlendikten sonra umutsuz olmak için neden yok. Umutsuzluk ise yapı denetim sisteminin ihtiyaca göre düzenlenmemesi, mevzuat değişikliklerinin yapılmaması, deprem bilincinin toplumsal kültürün değişmez bir parçası haline getirilememesi, yenilenme ve güçlendirme çalışmalarının ihmal edilmesi, deprem önlemlerine merkezi bütçeden pay ayrılmaması, Deprem Toplanma Alanları’nın imara ve yapılaşmaya açılması, deprem sonrasında kullanılacak güzergâhların otoparka dönüştürülmesi, afete hazırlık çalışmalarının yeterli düzeyde olmamasından kaynaklanıyor. Yazık ki gerçek bu.

İnşaat Mühendisleri Odası (İMO), deprem odaklı kentsel dönüşüm açısından yerel yöneticilere ne öneriyor?

Kentsel dönüşüm projelerinin deprem odaklı olduğunu düşünmüyoruz. Öyle olsaydı, TOKİ projelerinin, rantı yüksek bölgelerden değil, deprem tehlikesi altındaki bölgelerden başlaması, projelerin orta ve üst gelir düzeyine hitap eden değil, ağırlıkla yoksul ve dar gelirliler için yapılması gerekirdi. TOKİ inşaatlarını ve kentsel dönüşüm projelerine yön ve-

35

ren zihniyeti anlamamız açısından kamuoyuna yansımış pek çok rapor var. Odamız da 2009’da TOKİ Raporu hazırladı ve kamuoyuyla paylaştı. Kentsel dönüşüm konusu başlı başına bir önem taşıyor lakin buradaki tuhaflık mevcut hükümetin kentsel dönüşüm dışında yapıların iyileştirilmesi için bir önlem düşünmemesi ve daha da kötüsü kentsel dönüşüm projelerinin meşruiyetini deprem tehlikesi üzerinden sağlama gayretkeşliği içinde olması. Yerel yöneticiler, gerçekten deprem güvenliği olmayan yapıları deprem güvenliği olan yapılara dönüştürmeyi amaçlamalı.

Kaliteli bina için elbette malzeme ve işçilik önemli ama bunlardan çok daha önemli olan ve esas olan ne sizce?

Yapı denetimi konusu yapı üretim sürecinin vazgeçilmezi. İnşaat, yaklaşık 200 alt sektörü doğrudan ilgilendiren bir alan. Tek tek malzemelerin niteliğinden başlayarak, bütün bir yapı üretim sürecinin nitelikli kılınmasının yolu eksiksiz bir yapı denetim sistemi kurmaktan geçiyor. Yapı denetim sisteminin önce 19 ille sınırlı sınırlı olarak uygulamaya alınması bile başlı başına tuhaflığa işaret ederken, mevzuat hazırlama süreçlerinin katılımcılığa kapalı olması, dolayısıyla sistemi zafiyete uğratacak hükümler barındırması nedeniyle bugün için güvenli yapı üretimini sağlamaktan uzak.

Deprem, tarihi yapıların kaderini de belirliyor. Tarihi hazinemiz bu kadere mahkûm mu? Bu konuda en büyük eksiğimiz ya da yanlışımız ne?

Bu sorunu, soru olarak kurgulamış olmanıza teşekkür etmek gerek. Ne yazık ki bu sorun yeterince ilgi görmüyor. Odamız bu konuda üzerine düşeni yapmaya çalışıyor. Şimdiye dek, ‘Tarihi Eserlerin Güçlendirilmesi ve Geleceğe Güvenle Devredilmesi’ konulu dört sempozyum düzenledik. Beşincisini yakında Erzurum’da gerçekleştireceğiz. Bilim insanlarının, akademisyenlerin, uygulamacıların, inşaat mühendislerinin bir araya geldiği sempozyumlarda konu enine boyuna ele alınıyor, çözüm önerileri üretiliyor. Tarihi eserler konusunda toplumsal hassasiyet yaratılması için uğraşıyoruz ancak bu konunun merkezi yönetimin ilgi alanında olması şart. Olası bir depremin bizi tarihsel köklerimizden kopartacağı bilinmeli.


36 36

İÇERİK / NEPAL DEPREMİ

NEPAL’İN YARASI ÇOK DERİN

Depremin asla yıkamayacağını düşündüğünüz şeyler yok mu? Sanki yaşamın başlangıcından beri oradaymış gibi, oraya köklenmiş gibi, yeryüzünün oradan çıkan bir parçasıymış gibi düşündüğünüz şeyler... Nepal’in yüzlerce yıllık anıtları, tapınakları, dünyanın bir daha asla sahip olamayacağı türden bu tarihi ve kültürel miras yıkıldı. Nepal’de hayat kadar tarih de hasar aldı ve yara pek de iyileşebilecek türden değil. Bhaktapur, Patan ve başkent Katmandu’da 12. ve 18. yüzyıl arasında inşa edilmiş olan bir çok tapınak ve heykel ya zarar gördü ya da tamamen yıkıldı. UNESCO depremin neden olduğu zararla ilgili bilgi toplamaya devam ediyor. Zararın çok ileri boyutlarda olmasından endişe ediliyor. Deprem Budist tapınaklarına da büyük ölçüde zarar verdi. Katmandu’nun merkezindeki dünyaca ünlü Maymunlar Tapınağı’dan geriye yalnızca bir kaç sütun kaldı. Ülkenin en önemli kültür varlıklarından olan Tapınak’ın neredeyse yeniden inşa edilmesi gerek. Hindistan Madras Üniversitesi’nden uzman P.D. Balaji, bu

yapıların yeniden tamamen onarılabileceğine dair bir umut olmadığını söyleyerek, “Bu Nepal ve dünya için telafisi mümkün olmayan bir kayıp.” dedi. Patan kentinde de durum aynı. Askerler, tapınaklardan kalan son sağlam parçaları kurtarmaya çalışıyor. Ancak en büyük tehlike, benzer bütün durumlarda da yaşandığı gibi yağma ve tarihi eser hırsızlığı... Uzmanlar, Nepal’in paha biçilmez tarihi zenginliklerinin yağmalanmasının önüne geçebilmek için kalan bütün tarihi eserleri fotoğraflarla belgelemeye uğraşıyor. 62 metre uzunluğundaki dokuz katlı Dharahara Kulesi, dep-


37 37

Tarihçi Prushottam Lochan Shrestha: “Katmandu, Bhaktapur ve Lalitpur’un Dünya Mirası anıtlarının çoğunu kaybettik. Bu yapılar yeniden özgün şekillerine kavuşturulamaz.”

remden önce Katmandu’nun olağanüstü marlardan oluşan bir ekibin bu arkeolojik Nepal Arkeoloji güzellikteki tarihi mirası arasının kıymetrestore etme görevini üstlendiğini Bölümü Başkanı Bhesh alanları li bir parçasıydı. Ne üzücü ki Dharahara ve iki ana işlerinin olduğunu belirten yetNarayan Dahal: Kulesi de Nepal’i yerle bir eden depremkililer, birinci işin hasarın tam ve detaylı de, geriye kendinden pek bir şey kalmayabir kaydının çıkartılması, ikincisinin ise “Size söz veriyorum, cak kadar ağır bir yara aldı. 200 basamaklı sanırım 5 ila 7 yıl içinde, yeniden yapım için bir planın hazırlanmerdivene sahip kuleden geriye artık yalması olduğunu belirttiler. zaman alacak ama bu nızca tabanı kaldı. Kulenin enkazın pek Tabii ortada başka bir problem daha var. anıtları yeniden inşa çok kişiye de mezar oldu. 1826 yılında 12 Deprem sonrası ülke genelindeki sorunkatlı olarak inşa edilen kule, 1934’te meylar, havalimanlarının karmaşası, ulaşımın edeceğiz. dana gelen depremde de zarar görmüş anhenüz tam çalışamaması gibi nedenlerle Çünkü buna ihtiyacımız cak yeniden onarılmıştı. ekibin bu hasarlı arkeolojik bölgelere ulavar ve bu bizim UNESCO Nepal Temsilcisi Christian şımı da pek kolay hatta mümkün olmadıManhart da depremin ardından bir açıkğı için bu tarz bir araştırmanın bile yıllar gururumuz.” lama yaptı ve “Bu kayıp hem Nepal halkı sürebileceği söyleniyor. hem de bütün insanlık için çok üzücü bir kayıp çünkü burada Bir yandan da dijital olarak ne yapılabileceği konuşuluyor. yıkılan anıtların hepsi eşsiz bir değere sahipti.” diye konuştu. Dünya Anıtlar Vakfı bu gibi durumlara çözüm bulmak amaUNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Merkezi, Katmandu cıyla on yılı aşkın süredir Getty Konservasyon Enstitüsü ile Vadisi Dünya Mirası Eserler Listesi üzerine Budist anıtları ortaklaşa ‘Arches’ adlı bir proje üzerinde çalışıyor. Bu yazıve MS 5. yüzyıla tarihlenen Hindu tapınaklarını da kapsayan lım sistemi Farallon Geographics tarafından duruma uygun bir rapor yayımladı. Toplamda yedi eserin yer aldığı 3 ar- özelliklerde geliştiriliyor ve her ölçekte grubun hatta kişinin keolojik alanın neredeyse tamamen yok olduğu, heykellerin -mühendisler, mimarlar, korumacılar- olay öncesine ve sonkırıldığı ve kulelerin yıkıldığı belirtildi. rasına ait bilgi yükleyip paylaşarak olayın boyutlarının anlaArkeologlardan, tarihçilerden, bilimcilerden ve yerel mi- şılmasını, dijital bir kültür envanteri oluşturulmasını sağlıyor.


38 38

ISAO NAKAYAMA

ISAO NAKAYAMA

DEPREMDE MÜZEDE MİYDİNİZ

Türkiye’nin deprem hazırlıkları, önlemler, olasılık hesapları hep kentler ve insanlar üzerine. Peki ya müzeler ve tarihi eserler? Onlar ne kadar güvende? Japon Profesör İsao Nakayama’nın incelemelerine bakılırsa Türkiye’de bu açıdan durum pek de umut verici görünmüyor. Çorum Müze Müdürlüğü, Japonya Uluslararası İşbirliği Ajansı ( JICA) ile birlikte Japonya’da Müzeler ve Deprem konferansı düzenledi. Konferans’ta, müze koleksiyonlarını tehdit eden en önemli faktörlerinden biri olan depremin hasarlarına karşı önleyici tedbirlerin alınması konuşuldu. Konferansa konuşmacı olarak katılan Japon Sanat Tarihi ve Müze Uzmanı Prof. İsao Nakayama, deprem veya bir doğal afet durumunda tarihi eserlerin nasıl korunması gerektiğini kendi ülkesinden örneklerle anlattı. Prof. Dr. İsao Nakayama, Türkiye’ye 2 ay önce geldi. Bir yandan Türkçe öğrenmeye başlayan Nakyama, deprem kuşağında olan Türkiye’de AB Hibe programları aracılığıyla tarihi eserlerin deprem ve doğal afetlere karşı korunmasına yönelik bir sunum yaptı. Japonya’nın depremlerle mücadelede dünyanın en etkileyici uygulamalarını ortaya koyan bir ülke olduğunu söyleyen Nakayama, Ankara başta olmak üzere Türkiye’deki müzelerde deprem ve doğal afet risklerine karşı yeterince önlem alınmadığını dile getirdi ve Japonya’da tarihi eserleri depremlere karşı nasıl koruduklarını anlattı. Bütün deprem tatbikatlarını sadece insanların korunması üzerine kurgulayan, çalışmalarını sadece insanın hayatta kalması yönünde projelendiren, önlemleri sadece insanın yaşam güvenliğine uygun biçimde tasarlayan bir bakış açısıyla elbette tarihi eserlerin korunması söz konusu olamaz. Tarihi eserlerin müze depolarında çürümeye terk edildiği, yağma-

lanmasına göz yumulduğu, yöre halkı tarafından bilinçsizce tahrip edilmesine ses çıkarılmadığı dönemler yaşadı Türkiye. Tarihi mirasının önemini yeterince bilmeyen nesiller yetiştirdi. Depremler ve tarihi miras konuları aynı cümlenin iki öznesi olarak pek de sık bir araya gelmedi denilebilir. Oysa durum, tarihi mirasının kıymetini bilen ülkelerde ve özellikle de Japonya’da hiç de öyle değil. Japonya’da el yapımı tarihi eserlerin sergilenmesi bile ayrı bir uzmanlık konusu. Müze uzmanlarının bu eserlerin nasıl korunacağı hakkında üniversitelerde dersler vererek bilgilendirme yaptığını anlatan İsao Nakayama, ayrıca müze görevlilerinin de böyle eserlerle ilgilenirken kendi üstlerindeki her türlü metal takıyı hatta kol saatini bile çıkarmak zorunda olduğunu söyledi. Konferansta Türkiye’deki müzelerin durumunu anlatan Nakayama, teknolojik donanımlarına rağmen müzelerde önemli eksiklikler gördüğünü belirterek, eserlerin yüksek yerlerde muhafaza edilmesinin sakıncalı olduğunu, ayrıca en ufak bir sarsıntıda bu eserlerin yerinden oynayarak, düşerek, devrilerek zarar görebileceğini söyledi. Bu eserlerin korunması için daha sağlam şekilde yerlerine sabitlenmelerinin ve yüksekte değil alçak raflama ya da konumlama yolu ile sergilenmesinin daha doğru olacağının altını çizen Nakayama, “Türkiye’deki müzelerde bu tip eserler yüksek yerlerde olması beni endişelendiriyor. Bu ayrıntı, Türkiye’deki müzelerin önemli bir handikabı.” dedi.


39


40

KAPAK KONUSU / SÖYLEŞİ

Prof. Dr. Abdul Hayır

İTÜ Deprem Mühendisliği ve Afet Yönetimi Enstitüsü Müdürü

“HALK BİLİNÇLENMEK ZORUNDA” Deprem, bir coğrafyanın kaderi olsa bile bir kentin ve o kentte yaşayanların kaderi olamaz, olmamalı. Bunun için de yerel yöneticilere çok görev düşüyor. Yerel yöneticilerin yapması gerekenleri, İTÜ Deprem Mühendisliği ve Afet Yönetimi Enstitüsü Müdürü Sayın Abdul Hayır’a sorduk. “Deprem, bilinen en büyük doğal afetlerden biri. Yüzyıllar boyu belirli aralıklarda yeryüzünde çeşitli bölgelerde yer kabuğu hareketine bağlı olarak meydana geliyor. Bu hareketliliğin sonucu olarak milyonlarca insan hayatını kaybetti, yaralandı ve trilyonlarca dolar maddi zarar oluştu. Yer kabuğunun heterojen yapıya sahip olması, deprem oluşturacak fayların hareketine sebep olacak gerilme artışlarının miktarı, bu gerilme artışlarına bağlı olarak fayların tam ne zaman ve nerede kırılacağı henüz belirlenemiyor. Ancak meydana gelen depremlerin oluş sıklıklarına ve büyüklüklerine bağlı olarak istatistik çalışmalar mevcut. Bu istatistiklere bakılarak yeni oluşacak depremlerin zamanı ve büyüklükleri tahmin edilebilir. Son yıllarda gelişen teknolojiler sayesinde Coğrafi Bilgi Sistemlerinden (CBS) faydalanarak bilinen fayların birbirlerine göre hareketleri izlenebiliyor ve fayın kırılma zamanı eskisine göre daha doğru bir şekilde belirlenebiliyor. Bu tür teknolojik gelişmelere rağmen, oluş zamanı ancak yıllar mertebesinde tahmin edilebilir durumda. 1999 Marmara depreminin üzerinden 16 yıl geçti. Her geçen yıl İstanbul ve çevresinde beklenen depreme biraz daha yaklaştığımız bir gerçek. Bu sebeple belediyeler, üniversite ve AFAD gibi yetkili kurumlarla işbirliği yaparak, halkı ve yaşadığı mekânları depreme karşı hazırlamak durumunda. Belediyelerin, sorumlu olduğu sınırlar içerisinde yapı stokunun miktarı, bu yapıların depreme karşı dayanım durumunu ve mevcut yapılar içerisinde yaşayan bireyler ile sayıları hakkında bilgisi sahibi olması önemli. Belediye sınırları içerisindeki mahallelerde nüfus yoğunluğunu tespit etmek, yapı stokunun depreme karşı risk seviyesini belirlemek ve depremden sonra kullanılacak toplanma alanlarını

gösteren bilgi haritaları oluşturmak, yıkıcı bir depremin meydana gelmesi durumunda, can ve mal kaybının önlenmesine büyük katkı sağlar. Toplanma yerleri olarak belirlenen alanlar konusunda vatandaş bilgilendirilmeli, eğer yerleşimin yoğun olduğu bölgelerde böyle alanlar yok ise mevcut yaşamda da herkesçe bilinen ve kullanılan yerlerin toplanma yeri olarak belirlenmesi sağlanmalı. Bu toplanma yerleri herkes tarafından bilinir ve herkes için en kısa zamanda ulaşılabilir konumda olursa, daha kısa sürede ilk yardım alınabilir. Bu toplama yerleri parklar, okullar ve bahçeleri, spor salonları, camiiler ve bahçeleri, kongre merkezleri, tek katlı alışveriş merkezleri olabilir. Bu yerlere kolaylıkla yardımlar ulaştırılabilir ve buralar çok hızlı biçimde yaşam merkezleri haline dönüştürülebilir. Bu toplanma yerleri depremden hasar görmeyecek şekilde düzenlenmeli ve inşa edilmeli, toplanma alanı olarak belirlenen yer eğer hali hazırda mevcut bir yapı ise mutlaka güçlendirilmeli. Bütün toplanma alanları kısa sürede yaşam merkezi haline dönüştürülecek durumda olmalı. Ayrıca mahallelerde her cadde ve sokak itfaiye, ambülans ve gerektiğinde iş makinelerinin girmesine imkân sağlayacak şekilde düzenlenmeli. Cadde ve sokakların belirli yerlerine depremde özellikle doğalgaz boru hatlarında oluşacak olan yangın risklerine bağlı olarak yangın hidranları konulmalı ve düzenli bakımları yapılmalı. Belediyelerin bilinen sorumlulukları dışında özellikle 1999 Marmara depreminden sonra ön plana gelen Kriz Yönetimi, Afet ve Acil Durum Yönetimini gibi kritik sorumlulukları var ve bütün belediyeler bu konuda hazırlıklarını eksiksiz, doğru, nitelikli, sürdürülebilir, uygulanabilir şekilde yapmak durumunda. Özellikle risk oluşturacak yapılanmalardan uzak durulmalı. Belediyeler çeşitli yollarla halkı depreme ve diğer afetlere karşı bilinçlendirmeli. Depremle, deprem sırasında ve sonrasında yapılacaklarla, uyulması gerekenlerle ilgili broşürler hazırlanabilir, panolara ilanlar asabilir, konferanslar düzenlenebilir. Bunun için belediyeler devletin ilgili diğer kuruluşlarından yardım da alabilir. Belediye halk ile iç içe olması gereken bir kurum, bu yüzden diğer devlet kurumlardan daha fazla sorumluluk içinde olmalı.”


41


42

MAKALE / RUŞEN KELEŞ

DOĞAL AFETLERİN DOĞALLIĞI ÜZERİNE PROF. DR. RUŞEN KELEŞ 1999 Marmara Depreminin üzerinden 15 yılı aşkın bir zaman geçti. Her yıl Ağustos ayının ortalarında, bu büyük yıkım olayının yol açtığı can ve mal kayıplarının derin hüznünü bütün toplum yeniden yaşıyor. Aradan geçen sürenin uzunluğuna karşın, bu tür yıkım olaylarının yeniden ve hiç değilse benzer boyutlarda yaşanmaması için, toplum olarak üzerimize düşen sorumluluğun gereğini yapıp yapmadığımız sorusuna, ne yazık ki olumlu yanıt verebilecek durumda değiliz. Deprem uzmanı bilim insanları, önümüzdeki on yıllardan daha uzun olmayan süreler içinde, Marmara Denizi’nin altındaki fayların yeniden hareketlenmesinin neredeyse kaçınılmaz olduğunu ısrarla vurguluyor. Bilim insanları ve uzmanlar, ülkemizin başka yörelerinde de benzer risklerle ve hatta tehditlerle karşı karşıya bulunduğumuz gerçeğinin altını önemle çizmekten geri kalmıyor. Bu uyarıların ve 1999 depreminden öğrendiklerimizin ışığı altında atılması gereken adımlar, gerçekte bilinmeyen şeyler değil. Başta deprem (yer sarsıntısı) olmak üzere, sel, toprak kayması ve benzeri olayların ‘doğal afetler’ olarak adlandırıldığını ve ülkemizin pek çok yöresinin bu tür olaylarla karşılaşma olasılığının yüksek olduğunu da biliyoruz. Jeolojik, jeomorfolojik, topografik ve benzeri, ekosistemin ‘doğal’ özelliklerinden kaynaklanan pek çok farklı etmenin, yaşanan olayları doğrudan doğruya etkilediğinden kimsenin kuşkusu yok. Bu nedenledir ki doğal afetlerden önce, afetlerin devamı süresince ve afetlerden sonra alınması gereken önlemlerin ancak bir ölçüde etkili olabileceği genellikle kabul edilmekte. Durumun böyle olması hiç kuşku yok ki ulusal, bölgesel ve yerel düzeylerde kamu yönetimlerinin doğal afetler karşısında sessiz ve hareketsiz kalmalarını hiçbir gerekçe açıklayamaz. Marmara Depremi’nin meydana geldiği tarihten bugüne, doğal afetlerle savaşım konusunda, merkezi ve yerel yönetimler düzeyinde hiçbir şey yapılmadığını söylemek de tabii haksızlık olur. Yetki dağınıklığının bir ölçüde giderildiği açık. AFAD’ın kurulması bu gözlemin örneklerlinden biri. Uluslararası kuruluşlarla ilişkiler ve gönüllü kuruluşların doğal afet sürecinin her aşamasında devreye sokulması, eşgüdüm karmaşasının bir ölçüde giderilmiş olması küçümsenecek adımlar değil. AFAD’ın, bir ölçüde ‘zihniyet değişikliği’ anlamına gelen, ‘kriz yönetimi’ yerine ‘risk yönetimi’ yaklaşımının benimsenmesi kararı gerçekten önemli. Her iki yaklaşımdan birbirlerini tamamlayıcı bir biçimde yararlanılmalı. Ne var ki, bu tür anlayış değişikliklerinin söylem olmaktan çıkarılıp eyleme dönüştürülmesinin yaşamsal önemi var. Yüksek

afet riski taşıyan yörelerde, toprak kayması olasılığı yüksek yamaçlarda ve tepelerde çok yüksek yapılaşmaya yalnız göz yummakla kalmayıp destek verilmesi; dere yataklarında yapı izni verilerek yerleşmeler oluşturulması, bırakınız risk yönetimi yaklaşımını, salt akılcılıkla bile bağdaştırılması kolay olmayan durumlar. TOKİ’nin birçok kentimizde, doğal güzelliklerin tahribiyle sonuçlanan gökdelen uygulamaları, Marmara Denizi çevresindeki illerimizde, 15 yıl önce yaşanan yıkımdan ders almaksızın, göğe tırmanmakta birbirleriyle yarışa giren yapılara hoşgörü gösterilmesi, Karadeniz kıyılarındaki illerimizden birçoğunda dere yataklarındaki yerleşmelere izin verilmesi sonucunda yaşanan can ve mal kayıpları, sayıları kolaylıkla artırılabilecek örnekler arasında. Bu örnekler karşısında, ülkemizdeki doğal afetlerin doğallık özelliği gerçekten sorgulanmaya açık çünkü karşılaştığımız afetlerden birçoğunda, doğal etmenler kadar ve hatta zaman zaman onlardan da çok, insan elinden çıkmış olan afetlerden söz edilebileceği rahatça söylenebilir. Yapılması gereken, doğal afetler politikasıyla, kentleşme, yerleşme ve yapılaşma politikaları arasında sıkı bir eşgüdümün kurulması. Önleyici ve risk azaltıcı önlemler alınırken, imar, planlama ve kentleşme disiplinlerinin kurallarından kesinlikle uzaklaşılmamalı. Aksi halde, yazının başlığında da anlatmaya çalıştığım gibi, karşılaştığımız afetlerin doğru adı, doğal afet değil, insan elinden çıkmış afet olacaktır.


43


44

GÜZEL BİR TÜRKİYE

CUMALIKIZIK – SAINT PAUL DE VENCE

İKİ FOTOĞRAF ARASINDAKİ SONSUZ FARKI BULUR MUYUZ

Cumalıkızık

Saint Paul De Vence

Portofino

Cumalıkızık

Saint Paul De Vence

Cumalıkızık ve Saint Paul de Vence. Kaderleri farklı ama ikisinin de en kederli hallere bile iyi gelen doğal bir güzelliği var. Tabii herkes güzel ya da herkes şanslı doğmuyor; doğru. Bazı köyler, bazı sokaklar, bazı kentler de güzellik açısından pek şanslı olmuyor. Bazen iklimi, bazen tarihi, bazen kendi insanı daha güzel yapıyor kimi yerleri, bazen de türlü sebeplerle güzelliğinden oluyor kimi yerler. Kusuru kendimizde aramazsak, kusurumuzla yaşamaya mecbur kalırız. Daha yakından, daha derine, daha iyi niyetler ve daha geniş bakarsak gerçeği, çareyi, gelecek güzel günleri de birlikte görürüz. Güzel Bir Türkiye sayfalarımızda bu kez de bu iki güzel köye, Cumalıkızık ile ona çok benzeyen Saint Paul de Vence’e bakalım ve iki fotoğrafı çeşitli açılardan karşılaştıralım istedik.


Cumalıkızık

Saint Paul De Vence

Cumalıkızık

Saint Paul De Vence

Cumalıkızık’ta köy kadınlarının yaptığı ve köyün girişindeki meydanda ya da evlerinin önünde sattığı tazecik reçeller, tarhanalar, turşular ne kadar leziz olsa da tezgahlar son derece iptidai. Saint Paul de Vence’te ise bu tip ürünlerin satıldığı minik dükkanlar var.

Cumalıkızık doğal güzelliği ile fotoğraf sanatçılarına ilham verse de sanatla pek de derin ve yakın bir ilişkisi yok ama Saint Paul de Vence göz alıcı güzelliği ile Picasso, Chagall, Matisse, Léger, Dufy, Jean-Paul Sartre, Yves Montand, James Baldwin, Miles Davis gibi dünyaca ünlü pek çok sanatçının ve yazarın ilham kaynağı olmuş. Köyün her sokağında başka bir sanat galerisine açılan pek çok kapı var. Osmanlı’nın ilk yerleştiği bölgede bulunması, Bizans döneminden kalıntıların yer alması, özgün köy kimliğine sahip olması, Uludağ’ın eteklerinde misafirlerine mis gibi tertemiz bir hava sunması onu çok meşhur yapmaya yetmediyse de köyün adını minibüslerde ‘Kınalıkar’ olarak değiştirecek kadar sevilen dizinin ardından yedi cihanda bilinir oldu Cumalıkızık. UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınması boşuna değil. Daracık taş sokakların arasından akan serin sular, bu vakıf köyünde yaşamın ferahlığının bir temsili gibi. 180’i halen kullanılan, bazılarında ise koruma ve restorasyon çalışmalarının aralıklarla devam ettiği toplam 270 ev ile Osmanlı Dönemi konut dokusunu günümüze taşıyan Cumalıkızık’ın aslında Fransa’nın o zengin mi zengin, güzel mi güzel, ünlü mü ünlü Saint Paul de Vence köyünden ne

farkı var diye sorduk kendi kendimize. İki köyün fotoğraflarını yan yana koyduk sonra. Muhteşem manzaraya nazır bir tepede yer alan orta çağ köyü Saint Paul de Vence, deyim yerindeyse Côte d’Azur bölgesinin sanat üssü. Etrafı yüksek surlarla çevrilmiş Saint Paul de Vence köyü, tam bir ortaçağ mimarisine sahip. Köyün ortasında 1615 yılından kalma harika bir çeşme var ve çeşme olduğu gibi korunmuş durumda. Surların içinde daracık sokaklardaki taş binalarda ünlü ressamlarının reprodüksiyonlarının satıldığı resim galerileri ve bölgeye has ürünlerin satıldığı minik dükkanlar, surların dışında ise şapeller, zeytinlikler, bağlar ve bahçelerin içine gizlenmiş muazzam villalar var.

Cumalıkızık

Saint Paul De Vence

45


46 46

KÜLTÜR SANAT

İZMİR BORNOVA

BORNOVA TİYATRODA MAPPING İLE EN BÜYÜK ALKIŞI HAK ETTİ 20 yıldır sahnesini büyük alkışlarla ve uluslararası ilgiyle açan Bornova Belediyesi Şehir Tiyatrosu, Eylül’de yeni sezona başlıyor. Beş ana kadro hazır. Kostümler hazır. Dekorlar hazır. Bu yıl için yeni oyunlar da hazırlayan ekip, tiyatro sahnesine yenilik de getiriyor. Tiyatro seyircisi bu kez kendisini oyunun içinde bulacak çünkü Türkiye’de tiyatro alanında henüz çok yeni kullanılmaya başlanan ‘mapping’ teknolojisi Bornova Belediyesi Şehir Tiyatrosu bambaşka bir boyuta taşıyacak.


47

Sezon açılışları hep çok heyecan verici olur ancak bu defa hem oyuncuları hem izleyicileri hem de teknik ekibi bambaşka bir heyecan bekliyor. Bornova Belediyesi Şehir Tiyatrosu Altındağ Sahnesi’nde şaşırtıcı, etkileyici bir sürprizle açılacak perde. Türkiye’de tiyatro alanında yeni uygulanmaya başlanan mapping animasyon tekniği bu sezon Bornova Belediyesi Şehir Tiyatrosu tarafından da kullanılacak. Uluslararası etkinliklerde, film lansmanlarında, alışveriş merkezi açılışlarında son yılların en etkileyici dijital performansı olan ve büyük yankı uyandıran ‘mapping’, tiyatroda da seyirciyi oyunun masalsı dünyasına taşıyor ve günümüzün teknolojisini sanatsal dünyanın etkileyici bir unsuru haline getiriyor. Her sezon yeniliklerle seyircisinin karşısına çıkan, her sezon

daha iddialı işler ortaya koyan Bornova Belediyesi Şehir Tiyatrosu bu yıl da büyük bir adım atarak kendinden beklenen performansı fazlasıyla sergilemeye hazır. ‘Küçük Denizkızı’ ismiyle sahnelenecek oyunda özel tasarlanmış projeksiyon sistemi sayesinde oyuncular ve animasyon birleştirilerek görsel bir şölen sunulacak. Denizler altının büyülü dünyasının masalsı bir dille seyirciye anlatıldığı ve bütün ana kadro ekibinin de dahil olacağı oyunun metnini Tiyatro’nun dramaturgu Arzu Söğüt yazdı. Oyunun yönetmenliğini ise Onur Erdoğan yapacak. Geçen sezon sahnelenen ‘Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü’ ve ‘Kral Lear’ bu sezon da Bornova Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nda sahnelenecek oyunlar arasında. Bu sezon Tiyatro’da üç yeni ana kadro oyunu da sahnelenecek.


48

ÇEVRE / İZMİR KONAK

KONAK MUHTARLARI İŞ BAŞINDA İzmir’in Konak Belediyesi’nde, Türkiye’de sık rastlanmayan türden bir durum var. İşin başında da muhtarlar... İlçede umut ve ilham verici bir geri dönüşüm çalışması yapılıyor. Geri dönüşüm, aslında insanın kendisine olan saygısının, dünyaya olan sevgisinin ve hayata olan bağlılığının bir göstergesi; ne ölçüde geri dönüşüm yatırımı yapıyorsak, o ölçüde çoğaltıyoruz bütün bunları da. Konak’ta muhtarların öncülüğünde bu çaba herkesin dahil olduğu, çevreye değer kattığı bir davranışa dönüşmüş durumda.


49

Konak Muratreis Muhtarı Zafer Çam Çevre kirliliği oluşturmada ve geri dönüşüm sürecine dahil edilmede en zorlayıcı maddelerden biri de atık yağlar. Yağların çevreye verdiği zararlar, bugünün en önemli çevre sorunları listesinde üst sıralarda yer alıyor. İzmir’in merkez ilçesi Konak’ta, çevre kirliliğine sebep olan kullanılmış atık yağlar duyarlı muhtarlar sayesinde toplanarak geri dönüşüme kazandırılıyor. Üstelik bu çalışma yeni de değil. Toplanan atık yağ miktarında her yıl bir önceki yılı geride bırakan rakamlara ulaşılırken bu yıl Ocak ayından bu yana 35 ton atık yağın 4 tonu muhtarlar aracılığıyla toplandı. Ortaya koydukları özveriyle örnek olan muhtarlar, mahallerindeki duyarlı vatandaşları atık yağ toplama konusunda bilinçlendirme çalışmaları da yürütüyor. Atık yağ toplama konusunda tam anlamıyla birbiriyle yarış halinde olan muhtarların büyük bir hevesle yürüttüğü bu geri dönüşüm sürecinde, mahalle sakinlerine atık yağlarını dökmek yerine muhtarlık ofislerine getirmeleri söyleniyor. Vatandaşların getirdiği atık yağlar varillerde biriktirerek geri dönüşüme kazandırılmak üzere belediye tarafından yetkilendirilmiş firmaya teslim ediliyor. Lisanslı firmalar tarafından geri dönüşüm sürecine kazandırılmak üzere belediyelerden alınan atık yağların

büyük çoğunluğu, ilçe sınırları içinde faaliyet gösteren gıda sektöründeki işletmelerden toplandı. İzmir’in eğlence ve sosyal yaşam merkezi konumundaki Alsancak ve Kordon’da bulunan işletmeler, atık yağ toplama konusunda ilk sırada yer alırken, Kemeraltı, Güzelyalı ve Basmane bölgelerinden de önemli miktarda atık yağ geri dönüşüme kazandırıldı. Konak’taki 113 muhtar arasında en çok atık yağı 350 kilogram ile Alsancak Mahallesi Muhtarı Hicran Akuzun topladı. Hicran Akuzun’u 250 kilogram ile Muratreis Mahallesi Muhtarı Zafer Çam takip ederken, Kılıçreis Mahallesi Muhtarı Yücel Mumcular 240, Çankaya Mahallesi Muhtarı Metin Bekar ise 200 kilogram atık yağ toplayarak üçüncü ve dördüncü sırada yer aldılar. Muratreis Mahallesi Muhtarı Zafer Çam, çevre duyarlılığı konusunda örnek bir mahalle olduklarını vurgulayarak, “Ben her sabah muhtarlık ofisini açmaya geldiğimde kapımın önünde mutlaka bir iki şişe atık yağ buluyorum. Mahallemizde yaşayan herkese bu duyarlılıklarından ötürü teşekkür ediyorum.” diye konuştu. Çevreye duyarlı vatandaşların şişelere doldurarak Konak Belediyesi’nin hizmet binalarına getirdikleri veya geri dönüşüm firmalarının evlerden aldığı yağ miktarı ise yedi ayda 1 tona ulaştı.


50 50

KENT İÇİ ULAŞIM / KOCAELİ

KOCAELİ MODERN KENTLEŞMEYE DOĞRU PEDAL ÇEVİRİYOR

Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu

Bisiklet, dünyanın en modern ve en sevilen kentlerinin en popüler ulaşım aracı. Amsterdam denilince akla ilk gelen şey. Avrupa’nın neredeyse bütün kentlerinde en az otomobil kadar yaygın. Türkiye’de de bisiklet konusunda son zamanların en büyük gelişmelerinden biri Kocaeli’de yaşanıyor. KOBİS, kente şimdiden keyifli ve doğal bir enerji getirmiş durumda. Yatırımın her detayı doğru ve sürdürülebilir biçimde planlanmış görünüyor.


Ülkemizde bisiklet sadece gezinti aracı. Spor amaçlı kullanımı yavaş yavaş artsa da kent içi ulaşımda bir alternatif olarak görülmesi için yerel yöneticilerin bundan çok daha fazlasını yapması gerek. Yalnızca sistemi getirmek de yetmiyor tabii, çok yönlü bir entegrasyon şart. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, kent içi ulaşımda sağlıklı, çevreci, modern ve kesinlikle keyifli bir attı. KOBİS yani Kocaeli Bisikletli Ulaşım Sistemi, kent içi erişimi kolaylaştırmayı, toplu taşıma sistemlerini besleyici nitelikte ara imkânlar oluşturmayı, çevresel ve sürdürülebilir bir ulaşım aracının kullanılmasını özendirmeyi hedefliyor. Köseköy, Alikahya, Yıldız Konutları ve Yahya Kaptan’dan başlayıp Plaj Yolu’na kadar devam eden mesafede toplam 18 istasyon bulunuyor. İstasyonlarda en az 8, en fazla 15 olmak üzere 208 bisiklet park ünitesi var. Sisteme şimdilik 120 bisiklet kayıtlı. Herhangi bir istasyondan kiralanan bisiklet,

istenilen bir başka istasyona teslim edilebiliyor. Sistem kullanıma açılmış durumda. Sistemde henüz KOBİS Üye Kartı ve Kent Kart ile bisiklet kiralanabiliyor ancak ileride kredi kartı ile de kiralama yapılabilecek. Park alanından üye kartıyla alınan bisikletlerin 30 dakikalık süresi ücretsiz. 30 dakikayı aşan süreler ve sonraki her bir saat için 1 TL ödeniyor. Çocuklar çok küçük yaştan itibaren bisiklet kullanmaya başlasalar da ve bisiklet için ehliyet gerekmese de KOBİS yetişkinler için planlanmış bir sistem olduğundan, çocuklar bu sistemin dışında tutulmuş. Akıllı bisikletler 18 yaşın altındakilere kiralanmıyor. 18 yaşın altındakilerin üye kartı edinemediği sistemde, üye kartları kullanıcıya bisikletin sorumluluğunun yüklendiği bir sözleşme ile kiralanıyor. Sistemin sürekliliği için de çok önemli detaylar düşünülmüş. İstasyonlarda üç adet boş yer kalması ya da üç bisiklet kalması durumunda sistem otomatik olarak merkeze uyarı gönderiyor ve bu noktalara müdahale ediliyor.

Bisikletler Takipte

Bisikletlerin takibi, istasyonlara bırakılmaması durumu, kullanıcının karşılaşacağı herhangi bir sorun için teknoloji de iş başında. KOBİS, her bakımdan akıllı bir sitem olarak hayata geçirilmiş. Üzerlerindeki GPS verici sayesinde bisikletlerin konum bilgisi takip ediliyor. Bu sayede olması sorunlara da müdahale mümkün.

51





Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.