GÜRCÜ YAZINI Baramidze, A. G., & Gamezardaşvili, D. M. (1968). Georgian literature. Tbilisi: Tbilisi University Press. İngilizce’den çeviren: Ulaş Başar Gezgin/ Ocak 2000
İÇİNDEKİLER 1) Giriş 2) Beşinci Yüzyıldan Onbirinci Yüzyılın Ortalarına Gürcü Yazını 3) Onbirinci Yüzyılın Ortalarından Onüçüncü Yüzyılın Ortalarına Gürcü Yazını 4) Onüçüncüden Onsekizinci Yüzyıla Gürcü Yazını 5) Ondokuzuncu Yüzyılın Açılışından Kırklara Gürcü Yazını. Gürcü Coşumculuğu 6) Ondokuzuncu Yüzyılın Ellilerinde Gürcü Yazını. Eleştirel Gerçekçiliğin Oluşumu 7) Gürcistan’da Altmışların Adamları. Gürcü Yazınında Eleştirel Gerçekçiliğin Sağlamlaşması 8) Ondokuzuncu Yüzyılın Seksenlerinde Gürcü Yazını 9) Ondokuzuncu Yüzyılın Doksanlarında Gürcü Yazını 10) Yirminci Yüzyıl Gürcü Yazını (Ekim Devrimi’ne doğru) 11) Gürcü Sovyet Yazını 1-GİRİŞ Gürcistan’da kitap yazımından çok önce, ülkede, çeşitli biçimlerde halkbilgisi, efsaneler, destansı şiirler ve lirik şarkılar, özellikle, göksel ateşi çalmış ve ceza olarak Kafkas dağlarında bir kayaya zincirlenmiş olan (Promete’ye karşılık gelen) tanrılar karşıtı Amirani’nin şiiri revaçtaydı. Halk şiiri, üzerinde hem içerik hem biçim açısından güçlü bir etki bırakmış olan Gürcü yazımının görünmesinden sonra serpilmeyi sürdürdü. Zengin ve çeşitli revaçta şiir yanında, Gürcü oymakları, Hıristiyanlık öncesi zamanlarda, o ya da bu biçim bir kitap yazımına sahip olmuş olmalılar. Bu yazılar, saldırgan Hıristiyan Kilisesi’nce, putperestlere karşı savaşımda yokedilmiş olabilir. Hıristiyanlık, Gürcistan’da dördüncü yüzyılın birinci yarısında (yaklaşık olarak 337) resmi din oldu. Gürcü yazımının en eski örnekleri arasında olan beşinci yüzyılın ilk yarısından kalma kitabesel anıtlar hala korunuyor. Aynı yüzyılın yetmişli yıllarında, Yacob Tsurtaveli, ince bir yazın yapıtı olan “Aziz Şuşanik’in Şehit Oluşu”nu ortaya koydu. İlk Gürcü dinsel kitaplarının (hem özgün metin hem çeviri) olduğu kadar, bunun yazınsal anlatımının ve biçeminin üstünlüğü de bu yazımın aşırı ölçüde eski kökenine etkili ve güzel bir kanıttır. Kilise yazarlarının Hıristiyanlık öncesi Gürcü yazımıyla yazınsal dili kaynaştırdığı yönünde az kuşku vardır. Hıristiyanlığı benimsemesinin Gürcü halkının yaşamı üzerinde uyarıcı bir etkisi oldu. Gürcistan, Doğu’nun ve Batı’nın gelişmiş ülkeleriyle bağlantılar kurdu ki bunun, onun ulusal ekininin (kültür) gelişiminde yararlı bir etkisi oldu. Gürcü yazını tarihi, tecrüben, beş döneme ayrılabilir: beşinci yüzyıldan onbirinci yüzyılın ortalarına (erken feodal devre; onbirinci yüzyılın ortalarından onüçüncü yüzyılın ikinci çeyreğine (feodal devrenin yükselişi); onüçüncüden onsekizinci yüzyıla (geç feodal devre); ondokuzuncu yüzyıl ve yirminci yüzyılın ilk çeyreği; ve 1921’den bugüne Sovyet devresi). 2- 5. Yüzyıldan 11. Yüzyılın Ortalarına Gürcü Yazını
Başlangıç döneminde, beşinciden onbirinci yüzyılın kapanışına, Gürcü yazını, zamanın Gürcü oymaklarına özgü toplumsal-siyasal koşullarca belirlenmiş olarak, ayırtedici ölçüde kiliseye ilişkin ve dini bir nitelik taşıdı. Feodal sıradizinin (hiyerarşi) ilkelerine dayanılarak, Gürcistan Hıristiyan Kilisesi, sonradan, birleşmemiş ve bütünleşmemiş bir ülkede, bilfiil, tek birleşik ve iyi örgütlenmiş güç ve dış düşmanlara karşı sürdürülen mücadelede güvenilir bir destekti; ülkenin başı çeken ekinsel gücüydü ve topluluğun üzerinde olduğu kadar bütün bir Gürcü ekininin gelişimi üzerinde de kesin bir etkisi oldu. Kilise’nin uygulamadaki gereksinimleri, Gürcü Hıristiyan topluluğunda çevirmenlerin çalışmasını teşvik etti. Kutsal tören kitapları, bunlardan başka, Kutsal Kitap metinleri (Mezmurlar, İnciller vd.) Gürcüce’ye çevrildi. Gürcü Kilisesi, çevirileri Atoslu (Atos Dağı) Corci’nin (1009-1065) sözüyle onayladı. Çeviriler, büyük ölçüde Yunanca’dan ve Süryanice’den yapıldı. Yakın bir eşgüdüm havası, Ermeni-Gürcü yazınsal ilişkilerinin evrimine etki etti. Hıristiyan dünyayla canlanmış yazınsal ilişkiler, Filistin’deki, Sina ve Atos Dağları’ndaki, Karadağ’daki (Suriye’de, Antakya civarında), Petritsoni ya da Bahkov’daki (şimdiki Bulgaristan’da), Kıbrıs’taki ve diğer yerlerdeki denizaşırı Gürcü kiliseleriyle korundu. Gürcistan’ın kendisindeki çok sayıda manastırda, kitap yazımı ve diğer yazınsal etkinliklerin, tam etkinlikte olduğunu söylemeye gerek yok. Bazılarında, Batı Gürcistan’daki Gelati Manastırı ve Doğu Gürcistan’daki İkalto gibi, din okulları ve kolejler kuruldu. Bir başka din okulu da, Petritsoni Manastırı’nda işlevdeydi. İlk dönem, tüm Hıristiyanlığa ortak olan, Büyük Basil (4. y.), Nasyanyuslu Kutsal Gregor (4. y.), Efraim Sirin (4. y.), Nissalı Gregor (4. y.), John Hrisostom (4.-5. yy.), İskenderiyeli Kiril (5. y.), Günahçıkartan Maksim (7. y.), Şamlı John (8. y.), Patrik Fotyus (9. y.) ve diğerlerinin yapıtlarını içeren neredeyse tüm yazının, Gürcüce’ye çevrilmesine tanık oldu. En değerli yapıtlardan kimisi, değişik çevirmenlerce, defalarca çevrildi (örn., Şamlı John’un “Bilgi Pınarı”nın belirli parçaları, üç defa çevrildi). Kutsal Kitaplar bir yana bırakılırsa, çeviriler, yerel toplumsal-siyasal ve eğitimsel gereksinimlere göre uyarlandı, çoğu zaman köktensice yeniden yazıldı ve sonuçta bir Gürcü rengi aldı. Artık elde olmayan özgün metinlerden yapılan birçok çeviri, Gürcü dilinde korundu, böylece Hıristiyan ve özellikle Bizans yazınında önemli bir çatlak doldurdu (örn., Hippolitus Roma’nın yapıtları, İzmirli Mitrofanus’un Papaz Tefsirleri). Gürcü verileri, bir büyük Bizanslı yazarın Simeon Logotete’nin, diğer adıyla Metafrastes’in, ve özellikle Bizans yazını tarihinde, hakkında hiç bir şey bilinmeyen, O’nun ardılı John Zifiline’nin yazınsal yapıtlarının doğasını aydınlattı. Özgün metinleri bilinmeyen bir miktar azizyaşamöyküsü de (Hacıoloji) bulundu. Yabancı dillerden Gürcüce’ye yapılan çeviriler dışında, Gürcüce’den de, yabancı dillere (Yunanca ve Arapça) çeviriler yapıldı. Bu şekilde, Atoslu Evtimyus (955-1028), Gürcüce’den Yunanca’ya, ünlü, yürek kaldıran hikayeyi “Balavar’ın Bilgeliği”ni[i] (Barlaam ve Yosafat) çevirdi; bu hikayenin Yunanca uyarlaması Rusça’yı içeren tüm Avrupai düzeltmeler için temel olarak alındı. Gürcü öğesi (aynı şekilde Slav ve Ermeni öğesi de) Yunan dilindeki Hıristiyan yazınının oluşmasında rol oynadı. Nutsubidze’nin ve Honigmann’ın bilimsel açıdan sağlam temelli kuramına göre (ki görüşleri bu ülkedeki ve dışarıdaki birçok bilgince destekleniyor), Areopagitik[ii]kitaplar, beşinci yüzyılda Suriye’de piskopos olan İberyalı Peter, yani Gürcü Peter’in kaleminden çıkmıştı.[iii] Kimi Yunan bilirkişilerine göre, Bizanslı düşünür John
Halus’un en içten ve sağlam öğrencilerinden biri, bir Gürcü’ydü, ki N. J. Marr O’nu Gürcü düşünür Yoané Petritsi (11.-12. yy.) ile özdeş tutar. Onbirinci ve onikinci yüzyılda Gürcü felsefel ve kiliseye ilişkin yazını çiçeklendi. "Onbirinci ve onikinci yüzyılda Gürcüler, hem Doğu'daki hem Batı’daki çağdaş dünyanın en gelişkin zihinlerini meşgul eden aynı felsefe sorunlarıyla ilgilendi”.[iv] Atoslu I. Evtimyus (955-1028) ve sonrasında Eprem Mtsire (öl. yaklaşık 1103) ve Arsen İkoltaeli (öl. yaklaşık 1125), kendilerini, Hıristiyan Kilisesi’nin “babaları”nın çeşitli dinbilimsel ve felsefel yapıtlarını çevirmeye ve onlar üzerinde yorum yapmaya adarlarken; Yoané Petritsi (öl. yaklaşık 1125) kendini, doğrudan, eski Yunan düşünürlerine (Aristoteles, Eflatun ve diğerleri) ve Yeni-Eflatuncular’a verdi. Petritsi’nin yazınsal kalıtının (miras) büyük bölümü kaybolmuş bulunuyor. Günümüze kadar gelen çevirileri arasında, Emesalı Nemesyus’tan “İnsanın Doğası”nı ve Proklus Diodokos’tan “Tanrısallığın İlkeleri”ni anmalı. Petritsi, Proklus çevirisine yönelik, özgün metni cilt yönünden aşan, kendi geniş “tefsirler”ini derledi. Onda, kendi felsefel ve dinbilimsel Yeni-Eflatuncu görüşlerini öne sürdü. Dinsel özgür düşünceleri yüzünden, Petritsi, Bizans ve Gürcü Kiliseleri elinde, kıyıma uğradı. Azizyaşamöyküsel yapıtlar, eski Gürcistan’da daha çok çevrildi. Düz, Kimenyan denilen biçimde olduğu kadar gözden geçirilmiş, birebir çeviri düzeltmelerde çok sayıda dinsel toplayım ve aylık olarak kaydolunan azizyaşamöyküsel toplama vardır. Gürcistan’da, apokrifa (Kutsal Metin dışı) yazını öyle geniş ölçüde dolaşımdaydı ki, onuncu yüzyılda, aykırı apokrifanın etkisini karşılamak için kilise sansür işleri kuruldu. Corci Amartol’un Günlemleri (Chronicle) gibi kimi tarihyazım kitapları, kilisenin yargılama hakkı üstüne yapıtlar (Patrik Fotyus tarafından yazılmış Büyük Nomokanon (Kilise Yasası)) da Gürcü diline çevrildi. Çevirilerle neredeyse aynı zamanda, Hıristiyan topluluğunun ideolojik gereksinmeleri ve ivedi gereksinimlerince varlık bulan özgün bir Gürcü kilise yazını, ortaya çıktı ve hızla gelişti. Bunlar, azizyaşamöyküsel (şehitbilgisel ve yaşamöyküsel) ya da, daha doğrusu, tarihsel ve yaşamöyküsel yazılardı. Kilise’nin inançlarını yürürlüğe koymak amacıyla, azizyaşamöyküsel yazın, hatırı sayılır ölçüde kurguyu ve tarihyazımını içine aldı. Biçemin özgüllüklerince, azizyaşamöyküsü türüne yüklenen belirli kısıtlamalara karşın, azizyaşamöyküsel parçaların kimisi, belirgin bir gerçekçi yaklaşım gösterir. Geçmişteki gündelik yaşamla ilgili ince ayrıntılar içerirler ve sıklıkla, Gürcüler’in yabancı fatihlere karşı sürdürdüğü mücadeleyi aydınlatmazlar. Yakop Tsurtaveli’nin, 475 ile 484 arasında yazılan hikayesi, “Azize Şuşanik’in Şehit Oluşu”[v], en eski Gürcü azizyaşamöyküsü yapıtıdır. Kartli hükümdarı Varsken’in karısının üzücü yazgısını anlatır. Varsken, bencil siyasal güdülerle harekete geçerek, İran Şahı’na teslim olmuş, Hıristiyanlık’tan dönmüş, Mazdacılık’ı kabul etmiş ve ailesini din değiştirmeye zorlamaya karar vermişti. Şuşanik, kocasının emrini öfkeyle reddetti ve vahşi işkencelere kondu. 475 yılında şehit oldu. “Azize Şuşanik’in Şehit Oluşu”, bir tarihyazımsal anıt olarak, büyük değerdedir. Bu yapıt, Gürcistan’ın Pers yönetimi zamanındaki, siyasal, toplumsal, dinsel ve ekinsel koşullarının birçok yönünü aydınlatır ve gündelik yaşamla ilgili ilginç bilgiler içerir. Mtshetalı Evstakyus, Abibos Nekreseli ve İlk Şehit Rajden’in şehitbilgileri, yine Pers egemenliği dönemine gider. Müslüman Arap egemenliğinin zor zamanlarını anımsatanlar, Yoane Sabanisdze (8.
yüzyıl) tarafından yazılmış Abo Tbileli’nin, Kahetyalı Konstantin’in (9. yüzyıl, isimsiz), Stepan Mtbevari (10. yüzyıl) tarafından yazılmış Mikael-Gobron’un ve diğerlerinin “Şehitoluşları”dır. “Abo Tbileli’nin Şehitoluşu” şimdiye kadar en iyisi sayılmaktadır.[vi] Abo Tbileli, 786’da işkence altında öldürüldü. “Şehit Oluş”un yazarı Yoane Sabanisdze, resmettiği olayların zamanında yaşamıştı. Ilımlı bir toplumsal düşünür ve usta bir yazardı. Sabanisdze, Gürcistan’ın, değeri hiç bir şekilde Bizans’ınkinden aşağı olmayan, gerçek bir Hıristiyan ülke olmasından övüngence sözederken, eşzamanlı olarak, O’nun Müslüman Arap boyunduruğu altında dinsel ve ahlaksal düşmenin tehlikeli yolağına girmiş olduğunu kederle belirtir. Bu can alıcı noktada, kendi istenciyle ezilen Gürcüler’e katılan ve eşi görülmedik bir yiğitlik ve özveri örneği oluşturan yabancı bir inançtan ve yabancı bir halktan olan, Arap ve Müslüman, Abo, ortaya çıktı. Sabanisdze, betimlediği şehit oluş vakasını genelleştirir ve Gürcistan’ın sekizinci yüzyıldaki siyasal yaşamının inandırıcı bir resmini çizer. Abo örneği, yazar tarafından, kitleleri, ezenlere karşı harekete geçirmek için tasarlanmıştır. Ünlü bir yazar ve düşünür olarak, John Sabanisdze azizyaşamöyküsel yazının alanını büyük ölçüde genişletti. Eldeki kaynaklar değerlendirilirse, azizyaşamöyküsel veya yaşamöyküsel Gürcü yazını, daha doğrusu, “Yaşamlar ve İşler” denilenler, biraz geç ortaya çıktı. Bunların en eskisinin, dokuzuncu yüzyıl döneminde oluşturulmuş, Gürcüler’in aydınlatıcısı “Azize Nino’nun Yaşamı” olduğu görünüyor. Onbirinci ve onikinci yüzyılda yaratılan yapıtların çeşitli, gözden geçirilmiş basımlarının kayıtları vardır. Tümü, Doğu Gürcistan’ın oymaklarında Hıristiyanlık’a dönmüş kadının yaşamı ve etkinlikleri üstüne sahte-tarihsel ve efsane benzeri veriler içermektedir. “Azize Nino’nun Yaşamı”, onikinci yüzyıl Gürcistan’ında revaçta olan, kadın kültünü yansıtır. Daha önce, dokuzuncu yüzyılda, Basil Zarzmeli, Samtshe’deki (Gürcistan’ın bir güney yöresi) Zarzma Manastırı’nın kurucusu ve başrahibi olan amcası Serapyon Zarzmeli’nin[vii] yaptıkları üstüne yazdı. Gürcü azizyaşamöyküsel yazınının klasik bir örneği, Corci Merçule[viii] tarafından 951’de yazılmış “Grigol Handzteli’nin Yaşamı”dır. Yazar, kendini, kahramanının gelenekselce biçimsel bir anlatılışıyla kısıtlamaz. “Geniş bir bakışı vardır ve kendisini çevreleyen dünyaya, kendine özgü bir ilgi gösterir” (N. Marr). O’nun bu dünyası, Tao-Klarceti’nin (Gürcistan’ın bir güney yöresi) karışık, toplumsal ve siyasal yaşamıdır. Burası, Müslüman Arap kıyımından kaçmak için Tiflis’ten ayrılmış olan ve güney Karadeniz sahilboyunun geçit vermez bölgelerine sığınmış Gürcü Bagratileri’nin yeni evi olmuştu. Artanuci küçük kenti, Bagrati devletinin yeni başkenti, Gürcistan’ın birleştirici ulusal güçlerinin özeği, bir ekin ve aydınlanma yeri oldu. Öykünün birinci kişisi Grigol Handzteli, yeni koşullar altında, kiliseli bir aydınlanmacı, inşacı, manastırlar kurucusu ve kitap nüshası çıkarma öncüsüydü. Gregori’nin ve öğrencilerinin yaşamı üstüne ayrıntılı bir rivayette, yazar, ülkesinin tarihindeki, dünyevi feodal bir topluluğun en belirgin, en tipik toplumsal ve gündelik koşulları olan en önemli olayları resmeder. Yaşamöyküsü, birtakım tümlemesel olarak tamam, bağımsız, coşumcu kısa romanlar içerir.
Corci Merçule, kolay, hayal yönünden güçlü, renkli ve Gürcü kilise ve dinsel yazınında geçilmez bir biçemde yazar. Özgün Gürcü azizyaşamöyküsel yazının diğer anıtlarının üzerinde durmadan, bu türde yalnızca iki tane daha yapıta değineceğiz, “Atoslu Evtimyus’un Yaşamı” ve “Hacyoslu Corci’nin Yaşamı”. İlki, Hacyoslu Corci’nin kendisi tarafından, ikincisi ise, Corci’nin öğrencisi ve dostu, Corci Mtsire tarafından yazıldı. Atoslular, Evtimyus (955-1028) ve Corci (1009-1065), onuncu ve onbirinci yüzyılda, Gürcü ekininde göze çarpan kişiliklerdi. Yunanistan’ın Atos Dağı’nda kaldılar, Evtimyus, Atos Gürcü yazınsal okulunu kurdu ve Corci, O’nun ünlü ardılı oldu. İkisi de, birinci sınıf yazarlardı ve Bizans dinsel ve kilise yazınının en önemli yapıtlarını, Yunanca’dan Gürcüce’ye çeviren aşırı derecede üretken çevirmenlerdi. Bu insanların Yaşamı, hem yazınsal hem de azizyaşamöyküsel değerleri dolayısıyla belirgindi. Bunun yanında, sürekli, Atos Dağı’ndaki İberyalı (Gürcü) manastırını zaptetmeye ve yasal sahiplerini oradan kovmaya çabalayan çeşitli Bizanslı çevrelerin vefasızlığını açığa vururlar. Yaşamlar, ateşli bir vatanseverlik ve dindaş zorbalara yönelik nefret duygularıyla doludur. Kiliseye ilişkin ve dinsel şiir, ya da ilahiyazım da, Gürcistan’da çiçeklendi. En çok, kuttören ve mes (Aşai Rabbani) ilahileri çevrildi. Sekizinci yüzyıl, ilahiyazımın ilk özgün Gürcü yapıtlarına tanıklık etti. Aziz Sabbas (Kudüs) manastırından isimsiz bir yazarca yazılmış, belirgin bir ilahiyazımsal yapıt olan “Gürcü Dili’ne Övgü”, dokuzuncu ya da onuncu yüzyıla uzanır. “Övgü”nün yazarı, kendisinin de belirttiği gibi, anadilinin “derinliği ve inceliği”nce etkilenmiş, ve onun, günün egemen dillerindeki aşağı (“utandırıcı”) yerini gözlemleyerek, gelecekteki “utku”su ve tüm parlaklığıyla yeniden dirilişi kehanetinde bulunmuştu. En erken profesyonel ilahi bestecilerinden biri, Tao-Klarceti’de elyazması nüsha çıkarma öncüsü Grigol Handzteli (759-861) idi. Onuncu yüzyılda, şarkılarını, hem tartımlı (ritmik) düzyazıda ve hem de şiirde yazan yetenekli ilahiyazımcılar gökadası (galaksi) ortaya çıktı. Yoane Mtbevari, Yoane Minçhi, Mikael Modrekili ve diğer kilise yazarları, şiirlerinde çeşitli ölçüleri, özellikle Bizans’tan ödünç alınan onikili heceli yambusu[ix]kullandılar, ulusal azizleri ve dünya azizlerini kutsadılar, ve en çok Yeni Ahit’ten kutsal kitaba ilişkin konularda da yazdılar. Onuncu yüzyılın ikinci yarısında, Mikael Modrekili, bu ilahilerin koca bir derlemesini yaptı ki, bize, parçalar halinde ve müziksel notalar eklenmiş olarak ulaşmış bulunuyor. Gürcü ilahiyazımcılarının kimi, Gürcü anadiliyle nadiren uyumlu olan yabancı yambus ölçüsünden hayal kırıklığına uğrayarak, yerel, revaçta şiirin çeşitli ölçülerinden yararlandılar. Böylece, bir onuncu yüzyıl yazarı, Sina Dağı Manastırı’ndan Yoane Zosime, ‘şairi’nin[x] bir çeşitlemesi olan revaçta, sekizli ölçüyü kullandı. Bir diğer belirtmeye değer yapıt, dokuzuncu ya da onuncu yüzyıldan isimsiz bir çevirmen tarafından yazılan, serbest ölçüde yazılmış ve romans için güçlü bir canlılığı olan azizyaşamöyküsel bir makale, “Aziz Sabbas Manastırlı Mikael’in Şehit Oluşu”dur. Revaçta olan ölçüleri, kilise yazını içine alan ilk kişiler olarak, Gürcü ilahiyazımcıları, Gürcü laik şiirinin sonraki oluşumuna katkıda bulundular.
Hıristiyan Gürcistan’ın günah çıkarmaya yönelik dinsel ilgileri, ilk başta, en çok, tekbiçimcilere (Katolikoslar Kiryon (yedinci yüzyıl) ve Arsenyas’ın (dokuzuncu yüzyıl) yapıtları) yöneltilen kilise polemik yazınının gelişimine katkıda bulundu. Arsen İkoltaeli (yaklaşık olarak 1050-1125) tarafından toplanan “Dogmatikon” çok sayıda polemik makalesi içerir. Eski zamanlarda, Gürcü vaazbilginleri tarafından başarıya ulaşıldı ki en çok bilinen temsilcisi, kutsal kitaba ilişkin ve güncel konulardaki özlü, öğretici vaazları dolayısıyla, “Gürcistan Krisostomu” lakabı verilen Yoané Bolneli’dir (onuncu yüzyıl). Eski Gürcü tarihyazımsal yazını, doğrusunu söylemek gerekirse, onbirinci ve onikinci yüzyıllardan, birtakım önemli yapıtla temsil olunur (Leonti Mroveli, Cuanşer, Sumbat, Davud’un oğlu, Arsenyus, Kraliçe Tamara tarihinin isimsiz yazarları). İstisnasız, tüm Gürcü günlemcileri ve tarihçileri, ülkenin birliği ve özyönetimi düşüncesini öne sürer, prenslerin keyfi idaresini, büyük beylerin çekişmelerini ve kan davalarını kınar. [i] Balavaryani (Balavar’ın Bilgeliği), önsöz; Prof. İ. V. Abuladze, basıcı, Tiflis, 1962. [ii] Areopagitik: Yunan mitolojisindeki Savaş Tanrısı Ares’in (ya da Roma mitolojisindeki Mars’ın adıyla anılan, Atina’daki Ares tepesiyle ilgili. ç.n. [iii] Ş. İ. Nutsubidze, Sahte-Dionisyus Areopagitikus, Tb. 1942, aynı yazarca, İberyalı Peter ve eski felsefenin kalıtı, Tb. 1963; E. Honigmann, Pierre l’Ibérien et les écrits de Pseudo-Denys l’Areopagite, Bruxelles, 1952. [iv] N. J. Marr, Yoanné Petritsi, onbirinci-onikinci yüzyılların Gürcü YeniEflatuncusu… XIX, 1910, s.113. [v] Rusça çeviri: Pamyatniki drevnegruzinskoy agiografitçeskoy literaturiy (Eski Gürcü azizyaşamöyküsü anıtları), Tiflis, 1956, ss. 5-28; Latince çeviri: P. Peeters (Analecta Bollandiana, 53, Bruxelles, 1935, ss. 24-40). [vi] Rusça çeviri (Op. cit.), ss. 19-60; Almanca çeviri: K. Schultze (Texte und Untersuchungen No 8, VIII, 4, 1905). [vii] Pamyatniki… (Op. cit.), ss. 61-101; Latince çeviri, P. Peeters, Histoires monastiques Géorgiennes (Analecta Bollandina, XXXVI-XXXVII, ss. 168-207). [viii] Corci Merçule, Aziz Gregori Handzteli’nin Yaşamı. Üretim, basım, çeviri: N. Marr. Petersburg, 1911; Latince çeviri, P. Peeters (op. cit.), ss. 216-309. [ix] Yambus: Bir kısa bir uzun hece-sıradan oluşan bir şiirsel biçim. –ç.n. [x] Şairi, Gürcü şiirinde Rustaveli’nin dahiliğiyle ölümsüzleşen onaltı heceli bir yarım dize nazmıdır. ___________________________________________________________________________ 3)
On birinci Yüzyılın Ortalarından On üçüncü Yüzyılın Ortalarına Gürcü Yazını
Onbirinci ve onikinci yüzyıllarda, Gürcistan’ın toplumsal düzeni, olgun ve iyi gelişmiş bir feodalizm biçimini aldı. Yabancı düşmanların hücumunu geri çevirerek ve özekcil güçleri
her defasında daha başarılı bir şekilde düzene sokarak, ülke, birleşmesi ve tam siyasal bağımsızlık için güvenli bir şekilde çabalıyordu. Kurucu Davud (1089-1125), III. Corci (1156-1184) ve ünlü Tamara’nın (1184-1213) yönetimlerinde, Gürcistan, yalnızca yabancı hakimiyeti boyunduruğunu söküp atmakla kalmadı, ama, zorlu, feodal bir güç olarak, Yakındoğu halklarının yaşamında önemli bir rol oynamaya başladı. Gürcü halkı tarihinde bu, maddi ve manevi güçlerin kuvvetlice yükseldiği zamandı. Bu, yüce mimari, nefis zarif ve ince resim, mücevher, oyma yapıt, el sanatı vb. anıtlarının ihtişamı ve güzelliğiyle kendini açığa vurur. O günlerde Gürcistan, bilim alanında, toplumsal ve siyasal düşünce için olduğu kadar, kilise inakçılığı ve skolastikliğinden hatırı sayılır ölçüde özgür olan felsefel ve dinbilimsel düşünce için de belirgindi. Kitap ve dilbilimsel çalışmalar yazımı, göze çarpan başarılara ulaşmıştı. Kiliseye ilişkin ve dinsel yazının daha da gelişmesi yanında, laik yazın, özellikle şiir, erken onikinci yüzyıldan geç ortaya çıkmadı; sonunda başarıyla gelişti. Onikinci yüzyıl, Gürcü ortaçağ ekini tarihinde, klasik bir dönemdir. Sonraki dünyanın soyut ülkülerini değil, dünyevi, gerçek, maddesel ve aynı zamanda büyük ölçüde ahlaksal, ali insan arzularını ifade eden, o dönemin laik yazını, komşu ülkelerin yazınlarıyla, ilk olarak Fars dilinde yazılan Müslüman Doğu yazınıyla yakın ilişki içerisinde evrimleşmesine karşın, tamamıyla özgündür. Onbirinci ve onikinci yüzyıllarda, Gürcüce’ye, eski Yunan yazarları ve Farsça yazan, aralarında Firdevsi’nin “Şehname”si, Onsori’nin “Vamek ve Azra”sı, Nizami Gencavi’nin şiirlerinin (“Leyla ve Mecnun”, “Hüsrev ve Şirin”, “İskendername”), Gurgani’nin “Visaramin”i ve diğerlerinin de bulunduğu Fars, Tacik ve Azerbeycanlı şairlerin kimi belirgin yapıtları çevrildi. Öte yandan, Nizami’nin ve Hakani’nin yapıtları, iyice gelişmiş onikinci yüzyıl Gürcü ekininin etkisini gösterir. Gürcü klasik devresinin değerli yazınsal kalıtının çoğu, izleyen yüzyılların felaket türünden olaylarının (Moğol istilaları) bir sonucu olarak kaybolmuş bulunuyor. Bununla birlikte, eski Gürcü laik yazınının arda kalan yapıtlarıyla bir değerlendirme yapılırsa, çeşit çeşit ve değişik olduğu iddia edilebilir. Eski Gürcü laik yazınının ilk anıtlarından biri, bir şekilde Tanrılara karşı savaşan Amirani hikayesine benzeyen, bir kahramanca serüven hikayesi, “Amiran-Darecanyani”dir. Kahraman, Amiran Darecanisdze’nin, O’nun atlı neferlerinin ve diğer birçok yiğit şövalyenin olmuş olması aşırı derecede imkansız serüvenlerini anlatır. Hikayenin ayrı öyküleri, birbirine, ortak bir tasarı ve ortak bir konuyla bağlanır. Masalımsı serüven öyküleri arkatasarına karşı, bir cesur umar olarak, temel kişinin, Amirani’nin, gururlu ve zorlu mücadeleci, ülkesine sadık ve bağlı bir hizmetçi ve hükümdar, kötü ve hain adamların güçlerine karşı dövüşçü, mağrur devlerden ve korkutucu canavarlardan utkular almış, kardeşlerinin savunucusu, zayıfların ve kuvvetsizlerin hamisi, hanımefendilerin onurunun koruyucusunun imgesi ortaya çıkar. Hikayenin masalımsı niteliğine karşın, toplumsal-siyasal yönelimleri ve Gürcü Bagratileri’nin özekselleşmiş feodal devletinde başı çeken bir güç olmuş olan onikinci yüzyıl Gürcü şövalyeliğinin ahlaksal ve etik ülkülerini güvenilir bir şekilde yansıtır. Hikayenin yazarlığı, Mose Honeli’ye verilir.[i] Onikinci yüzyılın ilk yarısında, Sargis Tmogveli, Gurgani’nin iyi bilinen şiiri “Visoramin”ini Farsça’dan çevirdi ve Gürcüce’de “Visramyani” ismiyle yeniden yazdı. “Visramyani”nin tasarısının, ünlü ortaçağ romansı “Tristram ve İseult” ile temelde birçok
ortak noktası vardır. “Visramyani”nin yabancı kökenine karşın, bu parçanın düzyazıdaki dili, klasik mükemmelliği ve ulusal renkverişinin canlılığı belirgindir.[ii] Onikinci yüzyılda, bilginler ve şairler, Gürcü krallarının sarayına kabul ediliyordu: saray tarihçileri, resmi çevrelerin görüşlerini ifade ettikleri ve bilgili hukuk uzmanlarının krallığın kutsal hakkına kanıt sağladığı günlemler ve tarihsel yapıtlar yazdılar; ciddi saray kabullerinde, od yazarları, tumturaklı fakat zarif övgüler okurdu. Şavteli ve Çahruhadze,[iii] başta gelen od yazarlarıydı. Yoane Şavteli, görünüşte ismine övgüler dizilen temel kişilik olan İsa’nın kölesini kasteden övgü şiiri “AbdülMesih”in[iv] yazarıydı. Şavteli, hamisine ve hayır sahibine, ince nazımda övgüler düzer, onu kasıtlı olarak yüceltilmiş ve heybetli bir şekilde betimlerdi. Şavteli’nin odu, kiliseye ilişkin düşünce biçiminin güçlü etkisi altındadır, şiirin dili, hatırı sayılır ölçüde yapay ve modası geçmiş bir şekilde kitapsıdır. Çahruhadze, “Tamaryani”[v] başlığı altında, bir övgü dizeleri toplaması derledi. Kraliçe Tamara’yı ve eşi Davud Soslani’yi över. Yazar, Gürcü Kraliçe’nin yazgısı ve tüm Hıristiyanlığı kurtarma yönündeki kutsal görevi Mesihsi düşüncesini geliştirir. Çahruhadze’nin dizeleri düş doludur, biçemleri yüksek ve incedir. Od yazarları Çahruhadze ve Şavteli’nin engin bilginliği ve bilgileri anmaya değerdir, canlı bir şekilde, onikinci yüzyıldaki Gürcü ekininin yüksek ölçüsüne kanıt olur. Çahruhadze’nin ve Şavteli’nin odları, oniki heceli satırlarda yazılmıştı, içsel ve sonul uyaklar hazinesi içerirler; daha sonra bu dize biçimi “Çahrahauli” diye adlandırıldı. *** Rustaveli, bir yüzyıldan çok, Gürcü ruhani ekininin tacı ve aylası oldu. Ünlü şiiri, “Pars Derisindeki Şövalye”, eski Gürcü laik şiirinin eşsiz bir örneğidir. Rustaveli’nin yaşamöyküsü hakkında çok az güvenilir bilgi vardır. “Şövalye”yle ve yazarıyla ilgili temel bilgi kaynağı, şiirin önsözüdür. Önsözde iki kere anılır: Bir Rustaveli’dir, daha doğrusu Rustveli, yani “Rustavi şatosu (Rustavi mülkü) sahibi” ya da “Rustavi’nin yerlisi”. Şairin ismi, Şota, erken onüçüncü yüzyılın ikonyapımsal ve yazınsal yapıtlarında ve daha sonraki kaynaklarda belirtilir. “Pars Derisindeki Şövalye”, Şota Rustaveli tarafından, şanlı Kraliçe Tamara’ya (1184-1213) adanmıştı, O’nu ve eşi ve eşbaşkan Davud Soslani’yi (1189-1207) hürmetkarca göklere çıkarıyordu. Bu adayış, şiirin tarihi hakkında ipucu verir: geç 1180’lerden daha önce ve onüçüncü yüzyılın ilk onyılından daha sonra yazılmış olmamalıdır. “Pars Derisindeki Şövalye” Rustaveli’nin ilk yapıtı (ve tabii ki son yapıtı da) değildir. Şairin kendisi, önsözde, daha önce de göklere çıkarmış olduğu O’nu göklere çıkarmayı sürdürdüğünü teslim eder. Böylece, çıkarsanabilir ki Rustaveli, onikinci yüzyılın geç altmışlarında ya da erken yetmişlerinde doğmuştu. Kudüs’te, Kutsal Haç Gürcü Manastırı’nda bir direk üzerinde, Rustaveli’nin, belirgin bir efsanesi olan mükemmel bir portresi vardır. Bu efsane, manastırın ve duvarlarının resimlerinin onarımının üstlenilmesi onurunu Rustaveli’ye verir. Aynı manastıra ilişkin diğer belgelerde, Rustaveli “Meçurçletuhutsesi”, yani Devlet Haznedarı olarak anılır. Eski bir manastır elyazması, O’nun için yapılmış, onüçüncü yüzyılın ilk yarısına tarihlenen bir mes’i içerir. 1960’da, Gürcü SSC Bilimler Akademisi’nce karşılanan özel bir gezide, Kutsal Haç Manastırı’nda Rustaveli’nin, şimdiye kadar kayıp sanılan sözü edilen portresinin kendisi bulundu. Şair, Kraliçe Tamara’nın Devlet Haznedarı’na uygun olarak, bir laik ileri gelenin
zengin giysisi içinde temsil edilir. Rustaveli’nin yaşamının cezirinde cübbeyi nasıl aldığı, ölümü ve Kudüs manastırında gömülmesi hakkında, Gürcistan’da ve Kutsal Haç keşişleri arasında dolaşımda olan hadisler, efsanesel bir niteliktedir. “Pars Derisindeki Şövalye”nin tasarı, en ilginç ve en eğlencelisidir. İşleri iyi giden fakat O’ndan sonra gelecek oğlu olmayan şanlı Arap Kralı Rostevan, krallığı, şövalyece başkumandan ve saray üyesi Avtandil’e ince bir sevgi besleyen tek kızı, güzel ve bilge Tinatin’e verir. Birgün Rostevan ve Avtandil avlanırken, kazara, bir parsın derisine bürünmüş, gizemli, çok kederli bir şövalyeyle karşılaşırlar. Onunla konuşmak için tüm çabaları sonuçsuz kalır ve iz bırakmadan gözden yiter. Üzgün kralın içi, sıkıntıyla dolar, bu yüzden Tinatin, sevgilisini, bu gizemli yabancıyı her ne pahasına olursa olsun bulmakla görevlendirir. Avtandil, hanımının verdiği işi seve seve üstlenir. Uzun ve yorucu yolculuklardan sonra, adı Tariel olan gizemli kahramanı bulur. Kahraman, Avtandil’e üzücü öyküsünü gizlice anlatır: bir prens ve Hindistan Kralı Parsadan’ın emirberidir (askeri önder ve amiral). Tariel, Kral’ın güzel kızı, Nestan-Darecan’ın ateşli aşkıyla acı çekmektedir. Yazgı, iki aşığa sert davranmıştır. Kral Parsadan, Nestan-Darecan’ı Harezm kralının oğluyla evlendirmeye karar vermiş ve onu, Tariel’in haksahibi varis sayılmasına karşın, tahtına ardıl ilan etmiştir. Nestan-Darecan, sevgilisini, düşmanını öldürmeye ve krallık gücünü ele geçirmeye ikna eder. Prenses daha sonra, isyankar için ayartıcı aşkla suçlanır ve ağır cezaya çarptırılır: vahşice dövüldükten sonra, Hindistan’dan gizlice uzaklaştırılır. Tariel, sevgilisini aramak için koşuşturur, ama arayışında başarısız olur. O’nu bulma yönünde tüm umutlarını bırakarak, kendi ülkesini terkeder ve bir mağarada kapalı bir yaşam sürmeye başlar. Avtandil, Tariel’le kardeş oldu, O’nu rahatlattı ve cesaretlendirdi ve Nestan-Darecan’ı aramaya başladı. Uzun bir zaman sonra izine rastladı. Geçitvermez Kaceti hisarına hapsedilmişti. Tariel ve Avtandil, üçüncü (kan) kardeşleri Fridon’un yardımıyla, hisarı ele geçirdiler ve Nestan’ı çıkardılar. Kahramanlar, sevinçli ve mutlu olarak, kendi ülkelerine dönerler. Rustaveli’nin şiiri “Pars Derisindeki Şövalye”, aşka ilişkin yüce bir şükran şarkısıdır. Öyküsü, engin bir coğrafi alana açılır, şiirin kişileri (kurgusal olanları dahil) çeşitli ulusların temsilcileridirler. Şair, destansı anlatılara özgü yinelemeleri ve söz uzunluğunu önlemekte başarılı olur. Şiir, aşırı derecede devimseldir, tasar’ı, mantıksal ve doğal biçimde hızla gelişir. Gergin, dramsal durumlarla doludur. Rustaveli, yazınsal gizlenme yöntemini kullanarak, Arabistan ve Hindistan isimleri altında, onikinci yüzyıl Gürcistan’ının değişik ve karmaşık gerçekliğini sanatkarca ve doğru olarak resmeder. Şiir, şairin dinsel, felsefel ve toplumsal-siyasal görüşlerini öne koyar. Tasarın karmaşıklığına karşın, “Pars Derisindeki Şövalye”, bir tümleme olarak, iki temel öykü döngüsünü (Hint ve Arap döngüsü) fevkalade bakışımlı bir biçimde birleştiren bir tekparça şiir yapıtıdır. Tasarın hareketini açarken, Rustaveli, kişilerinin karakterlerini ustaca tasvir eder, onların çok yönlü ruhani yaşamını ortaya çıkarır. Karakterlerinin psikolojisine derin bir kavrayış ve görüngünün iç özünü açığa vurmada keskin anlak, Gürcü yazınsal sanatının ve Gürcü şiirinin karşılıksız ustası Rustaveli’nin yenilikçi yapıtının parlak niteliğini oluşturur. Rustaveli, doğru olarak resmedilmiş insan karakterlerinden bütün bir geçit oluşturmuş bulunuyor, hem erkekler hem kadınlar, adaletin utkusu ve insanlığın mutluluğu için dövüşen özgecil, yılmaz dövüşçüler. Şiirin kahramanı, namuslu, erdemli, iyi kalpli olan büyüleyici Nestan-Darecan, kendi istencine karşı olarak evlendirileceğini öğrenince, bir pars
hiddetiyle, isyancı bir itirazla yanar. Dayanıklılık ve cesaretle dolu olarak, zorbalık, ölçüsüz gaddarlık ve kasvetin simgesi olan Kaceti hisarındaki hapisliğine dayanır. Üç kahramanın insanüstü çabaları ve özgecil mücadelesi, utkuyla taçlanır: Kaceti, yıkıntı olmuştur, NestanDarecan, “ejderhanın ağzı”ndan[vi] kurtarılır, adalet egemen olur. “Güneş yakın olur bize, karanlık bizim için karanlık değildir artık. İyi, kötüyü yenmiştir; iyinin özü sürekli kalır.” Bu adaletin, keyfi yönetime, iyinin kötüye baskın gelmesi iyimser düşüncesi, “Pars Derisindeki Şövalye” şiirinin altında yatar: insan, cüret etmelidir, dünyada mükemmel mutluluğa ulaşabilir Şiirinin önsözünde Rustaveli, aşkın özünün açık seçik bir tanımını verir ve onun anlaşılması güç yasasını ortaya koyar. Şair, üç ana aşk türünü ayırır. İlki kutsal aşktır, “yüce kavramların çocuğu”. Kutsal aşkın en önemli ve değerli aşk biçimi olduğu, fakat o aşkın gizemi”nin, “bilgelerin dahiliğince anlaşılamaz” olduğu görüşüne sahiptir. Açıktır ki, Rustaveli, kendini birinci tür aşktan ayrı tutar. İkinci tür aşkın, ulu, dünyevi aşkın savunucusudur, kendisinin de “dünyevi tenden ve onun tutkularının güzelliğinden başkaca bir şeye övgüler düzmemiş olduğu”nu belirtir. Ulu aşk şarkıcısı, üçüncü tür aşkı –zevk ve eğlence düşkünlüğüne yakın vahşice kösnül, aşağılık aşkı –keskince reddeder. Rustaveli tarafından, övgüler düzülen aşk, soyut, amaçsız bir tutku değil, bir derin insan tutkusudur. Bu cins duygular, şairin kanaatine göre, yalnızca, ruhta güçlü ve ulu bir anlaklı, yüksek düzeyde ahlaksal, yiğit bir şövalye tarafından yaşanabilir. “Sevene, güzellik, muhteşem güzellik, bilgelik, gönenç, cömertlik, gençlik ve serbestlik yaraşır; güzel söz söyleyen, zeki, sabırlı, zorlu düşmanların üstesinden gelen olmalıdır; tüm bu niteliklere sahip olmayan, bir aşığın karakterinden yoksundur”. Önsözde açıklanan aşk kuramı, Rustaveli tarafından, şiirin kendisinde, sanatkarca gerçeklenir. “Pars Derisindeki Şövalye”ye göre, aşk, insan doğasında, doğuştan varolan tüm hoş nitelikleri varolmaya çağırır, insanlara en kahramanca yiğitlikleri yapmayı ve kendilerini kurban etmelerini esinler. Aşk, erkek ve kadın için eşit ölçüde sert bir denemedir. Bir adamın sevgilisinin kalbini kazanabilmesi, yalnızca kahramanca itki ve yiğitlik iledir; yalnızca şövalyece bir adanmışlıkla, toplumsal görevin suçlanamaz boşaltımıyla, insanın anavatanına özgecil bağlılığıyla, bir insan sevdiğinin güvenini kazanabilir. Bu, Nestan'ın Tariel'i nasıl uyardığıdır: “Acınası bayılma ve ölme, hangi aşkla düşünürsün bunu! Sevdiğin için kahramanca işler sergilemek daha iyidir”. Rustaveli’nin aşk anlayışı, yine önsözde öne sürdüğü şiir kuramına bağlıdır. Şiiri, bir “bilgelik dalı” olarak sunarak ve kutsal kökenini takdir ederek, Rustaveli, bir yandan, onun günlük, dünyevi, bilişsel, ve hatta yararcı amacına vurgu yapar. Rustaveli, aşkı ailenin ve evlenmeye ilişkin neşenin temeli sayar. Şair, eş seçiminde zorlama ve şiddeti kınar. Rustaveli’nin şiiri, kadına hayranlık düşüncesini canlı bir şekilde yansıtır. Bir kadının haremde kapatılması, Gürcü halkına yabancıdır. Beşinci yüzyıl Gürcü yazarı Yakup Tsurtaveli ve “Azize Nino’nun Yaşamı”nın isimsiz yazarı (8.-9. Yüzyıllar), hem kadının hem erkeğin, En Yüksek önünde benzer ve eşit olduğu görüşündedirler. Birkaç harika kadın karakteri, göze çarpan onuncu yüzyıl Gürcü yazarı, Corci Merçule tarafından resmedilmiştir. Kadınlar, ülkenin siyasal, toplumsal ve ekinsel yaşamında az sıklıkta, başı çeken rol oynamadılar. Ulusal, kiliseye ilişkin geleneklere göre, Gürcistan, Bakire Meryem’in arazisi sayılırken, Gürcüler’in
Hıristiyanlığa dönmesi, yine bir kadına, Azize Nino’ya yüklenir. Rustaveli’nin çağdaşı olan, onikinci yüzyıl kilise adamı, Nikolas Gulaberidze, kadın onuruna ve değerine ilişkin bir savunma ve övgü yazdı. Rustaveli’nin kendisi, Gürcü devletinin, bir kadının, Kraliçe Tamara’nın egemenliği altında, benzeri görülmemiş gücüne görgü tanığı oldu. Bu yüzden, Rustaveli’nin çağı, “kadın kültü”nü kabul etmeye ve yazında yansıtmaya hazırdı. Gürcü şairin yapıtının genel ideolojik yöneliminde, kadın onuruna ve sevgilisini seçme özgürlüğüne, kendinden geçmiş ilahisinde, Nestan-Darecan imgesini açışında kendini dışa vurur. Nestan-Darecan’ın sevdiğine mektubu, bir kadının ruhunun yüce gönüllülüğünün, aklın tutkular üstündeki utkusunun en çarpıcı şiirsel dışavurumudur; ulu ülküler uğruna, saf aşk adına, her kahramanca yiğitliği gösterebilecek ve her kurbanı verebilecek birinin esinlenmiş itirafıdır. Nestan’ın büyüleyici imgesinin yaratıcısı, erkeklerin ve kadınların eşitliğinin bir kanıtı olarak, şu şiirsel benzetmeyi sağlar: Aslan yavruları, ister erkek ister kadın olsun, eşittir. “Pars Derisindeki Adam”da, arkadaşlık fevkalade önemli bir yere sahiptir. Şiirde bir dize şöyle gider: “Kendi için arkadaş aramayan, kendi düşmanıdır”. Rustaveli’nin yapıtında, sıkı arkadaşlık bağları, (ortaçağ şiirlerinde alışılmış şekilde) iki kahramanı değil, (Gürcü halk destansılarındaki gibi) üç kahramanı bağlar. “Bir arkadaş, arkadaşı yararına, hiç bir dertten kaçınmamalıdır, kalbe kalp vermelidir, bir yol ve köprü olarak sevgi vermelidir”, diyor Rustaveli. “Pars Derisindeki Şövalye”deki kahramanların arkadaşlığı, özellikle Gürcü kankardeşliği biçimini alır. Üç mücadelecinin kardeşliği, halkların kardeşliğinin bir simgesidir. Arap Avtandil, Hint Tariel ve Mulgazanzar Friden, yalnızca can yoldaşı olmazlar, halklarını da arkadaşlık bağlarıyla birbirlerine bağlarlar. Rustaveli’nin kahramanları değişik uluslara aittir, fakat tek arzu, tek istenç, tek amaçla harekete geçerler. Birleşik çabalarının bir sonucu olarak, iğrenç kötülüğe ve zorbalığa karşı yengi kazanırlar. Rustaveli, halkların kardeşliğine doğru gelişen, Sovyet devremizle bir hayli uyumlu, kankardeşlerinin içe çekici, cesur, özgecil arkadaşlığının şarkıcısıdır. En dokunaklısı, Rustaveli’nin şiirinde resmedilen, iki cinsiyetin temsilcileri (Tariel ve Asmat) arasındaki arkadaşlıktır. “Pars Derisindeki Şövalye”, soylu vatanseverlik düşüncesiyle yüklüdür. Tariel de Nestan da, anavatanlarının çıkarlarını, devletinkileri, kendi kişisel çıkarlarının üzerinde tutmuştur. Ülkenin egemenlik haklarının ihlaline hiddetle karşı koymuştur: “Yo, hiç bir yabancı, Hindistan’da, ayak basacak yer kazanamaz”, diyor Nestan ve inançla sürdürüyor: “Asla olmayacak Hindistan’ımız, düşmanın kazancı”. Rustaveli’nin siyasal ülküsü, yönetimi elinde tutan aydın ve insancıl bir hükümdarla birleşik, güçlü ve kendi kendini yöneten bir devlettir. Şair, feodal beylerin uyuşmazlıklarını ve uyrukların ayrılıkçı arzularını kınar, akıllı devlet adamlarının kurulu’nca bir şekilde sınırlanan tamamıyla özekleşmiş bir güçten yanadır. Rustaveli, müstebitleri yüksek değerde tutar, okuru onların değerine saygı göstermeye ve örtük olarak, onlara boyun eğmeye yönlendirir. Bununla birlikte, hükümdarların kendileri tarafından adalet ve sağgörü ister. Kibar şövalye Tariel’in ağzından, Rustaveli, Kral Parsadan’ı uyarır: “Ama krallar, hükümdarlarımız, görev olarak, adalet dağıtmak zorundadırlar”. Rustaveli, her türden saltçılık (mutlakiyet) ve zorbalığın, saldırganlık ve hukuksuzluğun karşısındadır. Rustaveli, insancıl, korumacı toplumsal ilişkilerin savunmacısıdır.
“Pars Derisindeki Şövalye”, yaşam sunan bir yapıttır. Akılcıl, tam ve dürüst bir kişiye değer bir yaşam, Rustaveli’nin karakterlerinin hoşuna gider. Ölüm korkuları yoktur. “Şanlı bir ölüm, namussuzca bir yaşamdan çok daha iyidir”, diye yazıyor Avtandil, vasiyetnamesinde. Rustaveli’nin, zorlukların ve hasımların üstesinden yiğitçe gelme, rezil düşmanlara karşı olan mücadelede katılık ve değişmezlik, insanın parlak ülkülerine sadıklık ve bağlılık ile ilgili ateşli şiirsel dizeleri, hep birlikte çağdaş bir sese sahiptir. Rustaveli, teşhir aracına, sahte şövalyeleri, yufka yürekli, üzgün savaşçıları, alçak korkakları ve hainleri, yalancı şahitleri ve aşağılık dedikoducuları, sadakatsiz dalkavukları ve ikiyüzlüleri vd. koyar. Rustaveli, şövalyeliği, yiğitliği, cüret edişi ve cesareti över. Şiirinde, Rustaveli, en çok, onikinci ve onüçüncü yüzyılların Gürcü feodal toplumunun iki toplumsal tabakasını, askeriye ve şövalyeler sınıfını, ve esnaf ve tüccar sınıfını resmeder. Şair, tüccarlara karşı açıkça olumsuz bir tavır takınır. Tüccarlarca yönetilen Gulanşaro ülkesinde, Tariel ve Avtandil’in işleri, bir “arif” –yani kralın en yakın arkadaşı ve danışmanıolan Usen tarafından görülür. Girşimci ve kurnaz bir tüccar, fakat ahlaksız bir adamdır. Usen’in fiziksel çirkinliği, alçak duygusal güdülerinin olduğu gibi yansımasıdır. Usen’in karısı Fatman’a, Gulanşaro’da en önemli rolü oynamak nasip olmuştur. Fatman, kusursuz olmasa da zeki bir kadındır: aşka eğilimlidir ve aile onurunu pek dikkate almaz; kocasını, bedensel eksiklikleri nedeniyle aşağılar. Fatman’ın karakteri, sanatsal bakış açısından, yaşama sadıktır. Kusurlarına karşın, bir kadına özgü şefkati de içten sıcaklığı da gösterebilme özelliğine sahiptir. Nestan-Darecan’ı kurtarmak için hiç bir çaba göstermez. Kendine özgüdür ki Fatman, Avtandil’in yolculuğunun amacını öğrendiğinde, sevdiği adamı kısa bir süre için bile yanında tutmaya çabalamaz. Tüccar sınıfı arasında aşk, alçakça bir şehvetin ve düşkünce bir kösnüllüğün ortaya serilmesine eşittir. Tüccar sınıfına ait insanlar, herşeyi tecimsel amaçlara tabi kılarlar, hırslı, açgözlüdürler, ve kolay kazanç için yanıp biterler. “Pars Derisindeki Şövalye” Batı Avrupa şövalyelik romanslarıyla ve Doğu destansıları ve şiir-romanslarıyla belli bir benzerlik gösterir. “Rustaveli’nin şiiri, aynı yüzyılın Doğu ve Batı romanslarıyla karşılaştırılırsa, birçok ortak nokta ayırt ederiz”, diye yazıyor Britanyalı bilgin Maurice Bowra; bununla birlikte Rustaveli’nin “kendi yolağını izlediği”ni vurgulayarak sözlerini sürdürüyor.[vii] Birçok ortaçağçının bağlaşık kanaatine göre, Rustaveli’nin dinsel düşünüşü, O’nu Avrupalı kardeşlerinin (örneğin, Wolfram von Eschenbach ve Christien de Troyes) üstüne çıkarıyor. Akademisyen V. F. Şişmarev’den alıntılanırsa, “Batı Avrupa’nın başlıca ortaçağ şairlerinin tersine, Şota, herhangi bir itirafsı ya da kiliseye ilişkin öğretiye yabancıdır”. [viii] Rustaveli, büyük bir insancıldır. Şair, ilgisini, bir içten duygular, duyumlar, tutkular ve arzular karmaşası olarak insan üzerinde yoğunlaştırır. Ortaçağa özgü bir münzevinin zihniyetini ve münzeviliğin kiliseye ilişkin ahlakını dengelemek için, Rustaveli’nin güçlü şiirsel dahiliği, bir kişilik olarak insanın özgürlüğünü, düşüncenin ve duygunun özgürlüğünü ilan eder.
Rustaveli, derin düşüncelerini ve duygularını, “şairi” ismiyle bilinen, çevik ve tınlayan onaltı-heceli dizelerde teslim eder. Rustaveli’nin nazmı, fevkalade müziksel niteliği ve ahenkliliği için belirgindir. Ses yinelemeleri ve yarım uyakları parlaktır. Mecazlar ve vecizeler, “Şövalye”nin şiirsel dilinde, hatırı sayılır ölçüde tipiktir. Rustaveli’nin derin ve özlü vecizeleri, insanlar arasında hala yaşamaktadır ve varlıklarını, revaçta sözler biçiminde sürdürmektedir; ders verici düsturlardan ya da gündelik mesellerden uzaktır. Vecizeler, lirik peşrevler, mektuplar, kısa ama betimleyici geçişler, devimsel hareketi bozmadan, tasar için renkli bir dekor oluştururlar ve anlatıyı canlandırırlar. Rustaveli, eski Gürcü kilise yazınının eskice, kitapsı ölçülerine itibar etmez. Yazınsal dili ve ortak ağzı birbirine yaklaştırarak, ulusal Gürcü dilinin sağlamlaştırırlmasına büyük oranda katkıda bulundu. Rustaveli, doğru olarak, yeni yazınsal Gürcü dilinin atası sayılır. Rustaveli’nin nazım dili rahatça akar, kolay, ince ve etkileyicidir. Ne yazık ki, bu dizeler, çeviride yansılanamaz etkileyiciliklerini yitirir. Rustaveli, Eski Gürcü yazılı ekininin tüm hazinesini içine çekmiş ve eşzamanlı olarak, halkbilgisinin en iyi geleneklerini izleyerek, Gürcü şiirini benzeri görülmemiş yüksekliklere geliştirmiş ve yükseltmişti. “Pars Derisindeki Şövalye” şiirinde yansıyan düşünceler, derinden derine özgün, revaçta ve ulusaldır. Rustaveli, Gürcü halkının en yüksek ülkülerinin ve arzularının şarkıcısıdır, ama aynı zamanda, her biçimde ulusal yalıtılmayı ya da dışarıda bırakmayı reddeder. Rustaveli’nin düşüncelerinin dünyası, evrensel önemdedir. Rustaveli’nin özgür düşünüşü ve ülküleri, erken Yenidendoğuş’un insancıl kavramlarını önceledi. Rustaveli’nin insancıl dünya görüşü ve şiirinin benzeri görülmemiş revaçta oluşu, kilise çevrelerinin hiddetini uyandırdı. Şiirin karşıtlarının kimi, metnini kasıtlı olarak tahrif edecekti, diğerleri, olası her yoldan ona sövüp sayacak ve yergiler gönderecekti, diğerleri ise elyazmalarını ve basılı baskıları yokedecekti. Ama rahipler, “Pars Derisindeki Şövalye”yi yoketmeyi veya Gürcü şiirinin gelişiminde hala güçlü olan yararlı etkisini küçümsemeyi başaramadılar. Rustaveli’nin dahiliği, zamanının toplumunun genel ölçüsünün üzerinde süzülerek yükseldi. Gelecek yüzyılları gönül gözüyle iyice anladı, ve bu anlayış, şairi, her yeni devrenin ve her ulusun ilerlemeci döngülerine uygun kıldı. Rustaveli, zamanımızın insanlarına uygundur, ilerlemeci düşünceleri, Sovyet devriyle uyumludur. Rustaveli’nin şiiri, Sovyetler Birliği’nin ve halk demokrasisi ülkelerinin halklarının tüm dillerine bilfiil çevrilmiş bulunduğu gibi, diğer çeşitli yabancı dillere de (İngilizce, Fransızca, Almanca, İspanyolca, İtalyanca, Japonca) çevrilmiştir; Rusça’ya, beş tamamlanmış ve ondan fazla parça çevirileri var. [i] Amiran-Darecanyani. Rusça’ya çeviren: B. Abuladze, Tb., 1965; R. Stevenson tarafından yapılmış İngilizce bir çeviri vardır (Londra, 1958). [ii] Rusça’ya çeviren: S. Yordanişvili (Tb., 1960); İngilizce’ye çeviren: Oliver Wardrop (Londra, 1914); “Visramyani”nin bir Almanca özet çevirisi 1958’de Zürih’te çıktı. [iii] N. J. Marr, Drevnegruzinskiye odopistsiy (Eski Gürcistan’ın od yazarları), Trudiy (Tutanaklar), IV, Petersburg, 1902. [iv] Abdül-Mesih, Rusça’ya çeviren: Ş. Nutsubidze, Tiflis.
[v] Tamaryani, Rusça’ya çeviren: Ş. Nutsubidze, Tiflis, 1943. [vi] Alıntılar, M. Wardrop’un çevirisinden. [vii] Esin ve şiir. Londra, 1955, ss. 52-53. [viii] Şota Rustaveli. SSCB Bil. Akad., 1938, No 9, ss. 40-41. __________________________________________________________________________ 4)
On üçüncüden On sekizinci Yüzyıla Gürcü Yazını
Onüçüncü yüzyılın otuzlarında, Gürcü tarihinin en karanlık zamanları başladı: ülke, istilacı Moğol güruhu tarafından harap edildi. Özellikle yıkıcı olan, öfkeli Aksak Timur’un (1336-1405) yinelenen istilalarıydı. Yaklaşık iki yüzyıl, Moğollar, Gürcistan’a sıkıntı verdiler. Devletin ekonomik gizilgücünün (potansiyel) ve siyasal birliğinin altını oyarak, ekonomisini soyup soğana çevirdiler. Moğol yönetimi altında, birçok özdeksel ve ruhani ekin anıtı yokedildi, ve bilgin ve yazın etkinlikleri özekleri çöküşe geçti. Bu dönemde, ne dünyevi yazında ne kilise yazınında önemli hiç bir şey üretilmese de, yazınsal etkinlik, bununla birlikte, bütünden bir durgunluğa girmedi. Onüçüncü yüzyılın ikinci yarısı, iki kilise yazarının, Arseni Bulmaisimisdze ve Tbeli Aburserisdze’nin nispeten verimli yapıtına tanıklık etti. İlki, Gürcü Hıristiyanlar’ı esinlemek amacıyla, ulusal ve diğer azizlere övgüler yazarken, ikincisi, Gürcistan’ın Celaleddin yönetimindeki Harezmlilerce yakılıp yıkılmasını betimledi. Ondördüncü yüzyıl, devrenin en iyi yapıtının, Cengiz Han’ın (ykl. 1155-1227) istilasının ayrıntılı bir anlatımını ve Gürcistan’da Moğol hakimiyetinin kurulmasını içeren “Günlem”in çıkışına tanıklık etti. “Krallık Sarayının Yönetmelikleri” ve Beki’nin ve Agbugi’nin yasaları da ondördüncü yüzyıl tarihlidir. Onüçüncü ve ondördüncü yüzyılda, Filistin ve Suriye’nin Müslüman yöneticileri tarafından işkenceyle öldürülen, Kudüs’teki Haç Manastırı’nın iki emektarı “Kudüslü Luka ve Nikolas Dvali’nin Yaşamları” kısa dinsel toplaması ortaya çıktı. Ondördüncü yüzyıldan daha geç olmayan bir zamanda, Meshyalı Makaryus, Süryanice’den “İberyalı Peter’in Yaşamı”nı çevirdi ve düzeltti. Timur’un 1405’te ölümü, Gürcistan’a, Moğollarca açılan yaraları iyileştirmesi için olanak sağladı. Onbeşinci yüzyılın ikinci yarısından başlayarak, koşullar, ekinsel ve eğitimsel etkinliklerin yeniden başlaması lehinde gelişti ve erken onaltıncı yüzyılda, yazın, yaşama dönmeye başladı. Rustaveli’nin şiirine ilk ek metinler yazıldığı dönem bu zamanken, onyedinci yüzyılın açılışı, başlıca ara metin döngüsünün tamamlanmasına ve “Pars Derisindeki Şövalye”ye devam bölümlerinin yaratılmasına tanıklık etti, örneğin, Tariel’in torunu Oman’ın maceralarının gerçekdışı hikayesi olan şiir “Omanyani”. Onaltıncı yüzyılın birinci yarısında, Başpapaz Simeon Şotadze, şairi nazmında, “Aziz Corc’a Övgü”yü yazarken, Bagrat Muhraneli, düzyazıda Müslüman-karşıtı bir polemik parçası yarattı. Geçen yıllarda, (Güney Gürcistan’da) Vani mağarası duvarlarında, birtakım belirgin duvar yazıları bulundu. Bu duvar yazıları, şiir biçimindeydi ve kimi zaman, çeşitli gündelik konularda, en çok aşka ilişkin içerikte lirik şiirleri bütün halinde içeriyor. Bu “mağara dizelerinin” yazarları, kadınlar (Anne Rçeulişvili, Tumyan Gocişvili ve diğerleri). “Mağara şiirleri” onaltıncı yüzyılın sonlarına tarihleniyor.
Onbeşinci yüzyılın ikinci yarısında, Fars dilinde yazılan Müslüman doğu yazınıyla önceki bağlar yenilendi. Onbeşinci ve onaltıncı yüzyıl boyunca, Firdevsi’nin (934-1025) ünlü destansı şiiri “Şehname”nin başlıca Gürcü çeşitlemeleri, Rostom (Rustam) şiirinin başkahramanının ardından, “Rostomyani” Gürcü başlığı altında yazıldı. Onüçüncü yüzyılın kapanışından geç olmayan bir zamanda yapılmış olan en erken Gürcü çevirileri kaybolmuş bulunuyor. Düzyazıdaki özgün onbeşinci yüzyıl çevirileri de bugüne kalmadı. Rus-Gürcü ekinsel bağlarının ilk işaretleri, onbeşinci ve onaltıncı yüzyılda ortaya çıktı. Rus imgelemi ve Rus yaşamının kavramları, Gürcü yazınına sızmaya başlarken, Gürcü konuları, Rus yazınında kabul gördü (“Babil Krallığı Ezgisi”, “Gürcistan Kraliçesi Dinara’nın Hikayesi”). Onyedinci yüzyıl boyunca, Gürcistan, Farslar’ın ve Osmanlı Türkleri’nin zalim egemenliği altında acı çekti. Fars dili ve Fars Müslüman yaşamı, Gürcü feodal toplumunun çeşitli çevreleri tarafından uyarlandı. Yazın, gösterişli fakat boş, geç İran şiirince etkilendi. Bilindiği gibi, onbeşinci ve onaltıncı yüzyıllarda, çok az Fars ve Orta Asya’da Farsça yazan şairler, nazmın ahlaksal niteliğini ve içeriğini önemsemeyip, salt biçim arayışı içerisinde, anlamı kasten karanlıkta bırakmak için hakiki “parça bulmacalar” yarattılar. Bu biçimsel arınmanın kimi aşırı gayretli ve az sayıda hayranları, Gürcü toprağında da ortaya çıktı. Bir büyük onyedinci yüzyıl Gürcü şairi ve devlet adamı, Kral I. Teymuraz (1589-1663), Fars biçimselci şiirinin şiddetli bir hayranıydı. I. Teymuraz, Fars I. Şah Abbas’ın (1587-1629) sarayında büyütülmüş, burada Fars diline hakim olmuş ve Fars yazını okumuştu. Prens Teymuraz, korumacısının siyasal umudunu boşa çıkardı. Moskova’yla, gayret içinde, yakın ilişkiler kurdu (1658’de bizzat Moskova’yı ziyaret etti ve Çar Aleksey Mihailoviç’le görüşmeler yaptı) ve yaşadığı sürece, Abbas’ın taleplerine inatla karşı koydu. Abbas, şiddetli bir öfkeyle, Teymuraz’ın ülkesini tekrar tekrar harap etti ve anasını, kzkardeşini, kızını ve iki oğlunu işkenceyle öldürdü. Son oğlu olan Davud da Farslar’a karşı mücadelede öldü. Teymuraz teslim olmadı ve ölümünü, Asterabad’ın uzak bir kasabasında, tutsaklık altında karşıladı. Fars karşıtı siyasetine karşın, Teymuraz, Fars şiirinin etkisine dayanamadı ve onun ölçütlerini Gürcü toprağına taşıdı. Fars dilinin tatlılığının şiir yazma sanatı için bir özlemi damla damla içine akıtmış olduğunu teslim etti. Teymuraz, birtakım iyi bilinen Fars şiirlerini Gürcü dilinde yeniden yazdı; “Coseb-Zilihyani” (“Yusuf ve Züleyha”), “Leyl-Mecnunyani” (“Leyla ve Mecnun”), “Vard-Bulbulyani” (“Bülbül ve Gül”), “Şem-Parvanyani” (“Mum ve Pervane”) Sözlerinde, şair, geçici ve hain dünyayı kınar ve ona sövüp sayar, akrabalarının ve arkadaşlarının yazgısı için yas tutar, kendisinin ve halkının kara yazgısı illetini, “İran’ın kana susamış Şahı”nı kargışlar. Teymuraz, etkileyici bir şekilde, anası Ketevan’ın şehit oluşunu anlatır ve bazı kızgın dizeleri, Abbas’ın askerlerinin Kaheti’deki katliamlarına ayırır. Teymuraz’ın şiiri, sıkıntı ve üzüntü motifleriyle kösnül aşk motiflerini birleştirir (“Şarap Tartışması ve Dudaklar”, vd.). Fars erosçu biçemi içerisinde şair, renkli bir şekilde, aşkın zevklerini, güzel kadınları ve şarabı över. Çeşitli Fars şairlerin şiirsel üslubunu izleyerek, Teymuraz, biçemsel arınmada aşırı ölçüde keskindi. Tamamıyla yapayca anlaşılması güç ve, bütünde, hantal, eşsesli dizelerden oluşan lirik bir şiir (“Macama”) yazdı.
Teymuraz’ın adımlarını izleyen şairler ve yazarlar, çok sayıda değildi. Gürcistan’daki aydın toplumun ilerlemeci çevreleri, bu Fars şiiri için aşırı tutkuya karşı olumsuz bir tavır takındılar ve Teymuraz’ı keskin bir şekilde eleştirdiler. Bu çevreler, şair ve devlet adamı Kral II. Arçil (1647-1713) tarafından yönetiliyordu. Fars etkisine itirazlarında, Arçil ve destekçileri, ulusal şiirin derin, köklü geleneklerince ve, herşeyin üstünde, Şota Rustaveli’nin yapıtınca yönlendirildiler. Kral II. Arçil, Rusya’yla bir birleşmenin sadık bir destekçisiydi. Oğlu Aleksandr[ii] ve çok sayıda yüksek görevli eşliğinde, Rusya’ya göçetti ve 1699’dan itibaren (Moskova yakınında) Vsehsvyatskoye köyünde sürekli yerleşim yeri kurdu, böylece, Rusya’da, Rus ve Gürcü halklarının uzlaşmasında ve arkadaşlıklarını sağlamlaştırmalarında önemli rol oynamaya yönelen bir Gürcü kolonisi oluşturdu. Arçil, Vsehsvyatskoye köyünde bir Gürcü basımevi kurdu ve yaşamının geri kalanını yazına adadı. Arçil, Moskova’da (eski tarihle) 16 Şubat 1713’te öldü ve Don manastırı çevresine gömüldü. Arçil, Rustaveli’nin ve Teymuraz’ın şiiriyle büyümüştü, ama Rustaveli’yi herşeyden üstün tuttu. O’nu şiirsel dahilik örneği olarak gördü ve yazarları, daha da kusursuzlaşmaya ulaşmak için Rustaveli’den birşeyler öğrenmeye ve O’nu yansılamaya sevketti. Teymuraz’ı, sanatsal ilkeleri dolayısıyla keskin bir şekilde eleştirirken ve yasaklarken, kendini Rustaveli’nin yapıtının konularından da ayırdı. “Gerçekdışılık”ın, “olankdışılık”ın ve “yapaylık”ın cesurca karşısında durdu. Arçil, “olgusal” gerçekçi anlatımla “masallar” ve “uydurma”yı ayırdı. Arçil’in kaleminden, birçok noktada belirgin olan bir şiir, “Teymuraz ve Rustaveli Tartışması” çıktı. Arçil, kendi özel gerçekçi yönteminin ilkelerini, ulusal konuları ve Gürcü yazınsal dilinin saflığını destekledi. Kendi sanatçı yönteminin ilkeleri evrimleşirken, Arçil, tarihsel ve ulusal konuların büyük üstünlüğüne itibar etti. Teymuraz’ın duruş noktası, Arçil için kabul edilemezdir, çünkü, birincisi, Teymuraz, kurgusal kahramanlar üstüne yazdı, ve ikincisi, yabancı (Fars) tasarları yeniden biçimlendirdi. İnsan, Arçil’in sanatsal amaçlarının, genelde Gürcü toplumsal düşünce tarihinde ve özelde Gürcü gökçe yazınında yeni bir şey olduğunu kabul etmekten başka birşey yapamaz. Arçil, yazınsal ve hoşduyusal görüşlerini, yukarıda sözü edilen “Teymuraz ve Rustaveli Tartışması”nda uyguladı. Biçim olarak, şiir, bu iki belirgin Gürcü şairi arasında karşılıklı konuşmadır. Herbiri kendi yazınsal değerini savunur ve “karşıt”ının yanlışlarını ortaya serer. Yazarın kendisi, ilk bakışta, tarafsız bir duruş alır ve tatışmalara katılmaz, ama aslında rakip şairleri kendi görüşlerini öne sürmeye iter. Toplumsal, siyasal ve gündelik yaşama ilişkin can alıcı sorunlar gibi birçok sorun olduğu kadar ekine ve yazınsal tarihe ilişkin sorunlar da ortaya konur ve tartışma içinde çoğunlukla çözülür. Yarışan yazarların, çağdaş tarihsel olaylardan konuştuğu bu sorular ve yanıtlar, özel ilgidedir. Tarihsel olayların serilmesinde, yazar, nesnel yazarın edilgen rolünden veya o ya da bu önemli olayın tam bir kaydından hoşnut değildir, ama olayların en içerideki önemini açmaya ve toplumsal ve siyasal önemini değerlendirmeye çabalar. Yazar, anavatanlarına
sadık kalan o kahramanları över; böylece, gelecek kuşakları, Fars ezenlere karşı savaşmış ve ülkesinin mutluluğu uğruna ilk doğan çocuğunu kurban vermiş general ve siyasetçi Corci Saakadze’nin vatansever yiğitlikleriyle yönlendirilmeye sevkeder. Arçil, güçlü bir müstebit yönetimi savunur. Şair, anavatanlarına bağlı olan, geçmişin yılmaz ve özgecil kahramanlarını yardıma çağırır, büyük ailelerin kibrini kınar, insanın kişisel değerini över ve topraksız köylülere insancıl bir tutum ister. Arçil, mülkiyet ve toplumsal konum açısından adaletsizlik, eşitsizlik üzerine konuşan ilk Gürcü yazardır. Kaleminden, Poltava’da Ruslar’ın İsveçliler’i yenmesine adanmış, şiir biçiminde ilginç bir gönderi çıktı. ‘Sırp İskenderiyesi’ denilen yapıt yanında, kimi dini ve tarihsel yapıtları Rusça’dan Gürcüce’ye çevirdi. Arçil, sonraki yazarlar arasında çok sayıda izleyiciye sahipti. Burada iki geç çağdaşının, Peşangi Bertkadze’nin ve Cosef Saakadze’nin (Tbileli) sözü edilmeli. İlkinin kalemine, Arçil’in babası Kral Şahnavazyani’nin (1658-1675) yaşamına ve yapıtına adanmış tarihsel bir şiir olan “Şahnavazyani” ait. Cosef Saakadze, “Didmuravyani” (“Büyük General’in Yaşamı”, yani Corci Saakadze) şiirinin yazarı. “Didmuravyani”, onyedinci yüzyıl Gürcü şiirinin önemli bir yapıtı. Ulusal siyaset yöneliminin onyedinci ve onsekizinci yüzyıldaki Gürcü yazınının tüm türlerinde izine rastlanır olması, anılmaya değer. Bu ruh, destansı hikayelerde bile açıktır. Onyedinci yüzyılda isimsiz bir yazar tarafından derlenen, masalların geniş bir toplaması olan “Rusudanyani”, bu noktada, biraz ilginçtir. *** Onsekizinci yüzyılın ilk yarısında, Rus-Gürcü ilişkileri yeni ve kesin bir yönelme aldı. 1721’de I. Peter ve Gürcü Kralı VI. Vahtang (1675-1737), İran’a karşı birleşik bir sefer için askeri ve siyasal bağlaşıklık kararı aldı. Hayırlı bir şekilde başlamış olan sefer, bununla birlikte, kısa bir süre sonra askıya alındı ve belirsizce başka bir zamana bırakıldı. Vahtang ülkeden kaçmak zorunda kaldı ve 1724 yazında, izleyicilerinin yaklaşık 1200’ünden çok sayıda yüksek görevli eşliğinde, Rusya’ya gitti. Gürcistan, sonra, ilkin Farslarca ve sonrasında Türklerce işgal edildi. VI. Vahtang, zamanının Gürcistan’ında en göze çarpan adamlardan biriydi. Aydın bir hükümdar, bilgin, eleştirmen, ve çevirmendi. Gürcü aydın yaşamının, onsekizinci yüzyılın ilk üç onyılında başı olarak, Gürcü tarihyazımsal yapıtlarının toplanması ve bilimsel düzeltimini yönetti; yasalar da topladı ve çıkardı (“Vahtang Yasası”). O’nun teşviğiyle, ilk Gürcü yayınevi 1709’da kuruldu. Vahtang’ın matbaası, “Pars Derisindeki Şövalye” şiirinin ilk matbaa baskısını yaptı (Rustaveli’nin şiirinin “Vahtang baskısı” diye adlandırılan baskısı), düzeltti ve Vahtang’ın kendisince hazırlanan geniş, bilgince bir yorumla sundu. Çok sayıda ekinsel işle doğrudan doğruya ilgiliydi ve onları kişisel olarak yönetti ve gökçe yazına parasal destek verdi. Kendisi de yetenekli bir şair ve hünerli bir çevirmen olarak, diğer yazarları cesaretlendirdi ve onlara hem manevi hem parasal destek sundu, böylece, devletinde bilimlerin, sanatların ve yazının muhteşem ölçüde gelişimine yardım etti. O günlerin Gürcü aydınları, Vahtang’ın Tiflis’teki sarayına toplaştılar ki burada eğilimlerine ve deneyimlerine uygun işler buluyorlardı. Siyasal terslikler dolayısıyla, Vahtang’ın hükümdarlığı kısa sürdü. Yakın arkadaşı, iyi tanınan fablcı Sulkan-Saba Orbelyani’nin (1658-1725) Avrupa’daki diplomatik görevi, beklenen sonucu vermedi, ve kral, yerleşimini Moskova’da Presnya semtinde kurdu; Rus başkentinde, Vsehsvyatskoye’dekinden sonra ikinci ve daha güçlü bir Gürcü ekini mekanı oldu. Vahtang’ın arkadaşları arasında çok sayıda yazar ve bilgin vardı. Çabalarını birleştirerek, Moskova’daki Gürcü kolonileri, durmak bilmez ekinsel ve eğitimsel etkinlikler sürdürdüler;
Gürcü yerleşimciler, kitaplar bastılar. Rusça’dan Gürcüce’ye birçok kitap (kiliseye ilişkin, bilginliğe ilişkin, tarihsel, askeri, eğitimsel yapıtlar olduğu kadar kurgusal yapıtlar vd.) çevirdiler; özgün kitaplar da yazdılar ve kendilerini bilime adadılar. Kısa bir süre sonra, Gürcüce’den Rusça’ya ilk gösterişsiz çeviri çabaları ortaya çıktı. Moskova’daki Gürcü yerleşimi, birçok belirgin siyasal, kamusal ve askeri adam çıkardı. Moskova’daki Gürcü kolonisi, Rus ve Gürcü halkları arasında karşılıklı tanışıklık ve uzlaşmada önemli bir rol oynadı. En önce gelen Gürcü yerleşimcilerin yapıtları, Rus ekininin yararlı etkisini sergiledi, ki bu etki, yıllar geçtikçe daha derinleşti, tüm ekin dallarını (bilim, eğitim, toplumsal bilimler, yazın, sanat vd.) kapsadı. Özellikle anılmaya değer olan, II. İrakli (1762-1798) yönetiminde, Rus etkisiyle, ilk Gürcü profesyonel tiyatrosunun açılışıdır. Rus dramı, ilk Gürcü oyunlarını esinledi. Moskova’daki Gürcü kolonisi, Rus ve Gürcü halklarının hakiki kardeşlik ve arkadaşlık ilişkilerinin katı temeli olarak görev yaptı. Toplumsal, siyasal ve kişisel doğanın güçlükleri, Kral Vahtang şiirinin, karasevda niteliğini belirledi. Ahenkli ve etkileyici vatansever ağıtları, kasvet ve derin kederle içiçe geçmişti. Vahtang’ın ekinsel işlerinin hemen hemen tümü, çağdaşlarının yaşlıca kuşağına ait olan öğretmeni Sulhan-Saba Orbelyani (1658-1725) tarafından esinleniyordu. Kentsoylu bir nesepten geliyordu ve (eski tarihle) 24 Ekim 1658’de doğmuştu. Titiz bir eğitim almıştı. İranlı ezenlere karşı mücadelede etkin bir rol oynamıştı. 1713-1716’da, diplomatik bir görevle Avrupa’ya gitti ve Fransa Kralı XIX. Luis ve yardımını isteyeceği Papa’yla tanıştırıldı. Tüm ricaları yararsız oldu ve Kral tarafından biçimsel duygudaşlık ifadesi ve Katolik kilisesinin başının ikiyüzlü kutsamalarından başka hiç bir şey almayı başaramadı. Batı’da hayal kırıklığına uğramış olarak, 1724’te VI. Vahtang’ı Rusya’ya doğru izledi. Sulhan-Saba, 26 Ocak 1725’te öldü, ve (Moskova’daki) Vsehsvyatskoye’deki Gürcü kilisesinin çevresine gömüldü. Sulhan-Saba, çok sayıda dinsel yapıtın ve kilise yapıtının yazarıdır. Gürcü dilinin hala büyük bilimsel ve uygulamasal önemi olan açıklamalı bir sözlüğünü hazırladı. Bir günlük, Avrupa’daki yolculuklarının bir kaydını bıraktı. Kral Vahtang’ın, iyi bilinen masal toplaması “Kelile ve Dimne”den yaptığı çeviriyi düzeltti, ve ona bazı şahane dizeler ekledi. Özellikle revaçta olan, biraz uzun “çerçeve” hikayesi, “Yanlışlık Bilgeliği” ya da “Kurgu Bilgeliği”dir. [iii] Tasarının kurgusu, öyle bir şekildedir ki, öykülerin (fabllar, meseller, masallar vd.) uygun bir şekilde araya sokulmasına izin verir. Kitabın temel düşüncesi, ana anlatıda ortaya serilirken, içerdiği fabllar, meseller vd., yazarın çeşitli önermeleri için renkli gösterimler olma işine yarar. “Kurgu Bilgeliği”, Orbelyani’nin aydınlanma kavramlarını ve aklın ve bilginin tümden utkulu gücüne inancını açıkça somutlaştırır. Hikaye, insancıllık ve derin vatanseverlik ruhuyla içiçe geçer. Yazar, insansoyunun hünerli ve aydın olması gerektiğini vurgular, cahilliği, toplumsal kötülüklerin başlangıç nedeni olarak görür. Saba’nın kanaatine göre, fiziksel talim, ergenin başarılı zihinsel ve ahlaksal gelişimine büyük oranda katkıda bulunur; bu yüzden çocukta sevgiyi, işe saygıyı beslemeyi ve onları fiziksel olarak güçlendirmeyi öğütler. Yazar, genç insanların gayretli, yorulmaz ve çalışkan olmaları gerektiğinde ısrar eder. “Kurgu Bilgeliği”, feodal toplumun ahlaksal kusurlarını, güçlünün bağnazlığını acımasızca ortaya serer, cahil ve merhametsiz krallık zorbalarını keskin bir şekilde eleştirir, ve prenslerin ve orta tabakanın kendini nimetten saymasına ve feodal devletin uyumsuzluğuna damgasını basar. Yazar, hain saray dalkavuklarını ayrı tutmaz ve ezenleri, rüşvetçileri,
düşüncesiz yargıçları, hain ve fırsatçı aracıları, iftiracıları, küçük köy vekilharçlarını, bencillikleri, şiddetleri ve hukuksuzlukları için ayıplar. Sulhan-Saba, papazların ahlaksal düşmüşlüğünün, ikiyüzlülüğünün, kendini beğenmişliğinin, açgözlülüğünün maskesini düşürür, çeşitli tapınaklara yaptıkları, kutsallık taslayan Hac yolculuklarıyla, kutsal törenlere yönelik ikiyüzlü tutumlarıyla dalga geçer. Toplumsal ve ahlaksal tutumları ortaya sererken ve onlarla dalga geçerken, yazar, insan için büyük bir sevgi ve arzu gösterir, halkının ve tüm insansoyunun parlak geleceğine inancı vardır. “Kurgu Bilgeliği”, adaletin kötülük üstünde utku alacağı neşeli, iyimser düşüncesiyle içiçe geçmiştir. “Kurgu Bilgeliği”, hoş bir sanat yapıtıdır, dili açık, özlü, simgeseldir, bazen acı alay sınırına varan keskin bir espri gücüyledir. SulhanSaba Orbelyani, D. Guramişvili ile birlikte, çağdaş yazınsal Gürcü dilinin kurucusu sayılır. *** Vahtang’ın ölümünden sonra (1737), arkadaşlarının çoğu, Rus vatandaşı oldular, Gürcü Atlıları’na katıldılar, kendilerine Ukrayna’da toprak verildi. Bu, Ukrayna’daki Gürcü kolonisinin başlangıcına işaret etti, ki bu koloni daha sonra, ünlü şair David Guramişvili’yi (1705-1792) çıkardı. David Guramişvili, Gürcistan’ın eski başkenti Mtşketa’ya yakın olan Saguramo köyünde doğdu. Ailesi, iç siyasal uyumsuzluk ve yabancı istilaları yüzünden yerleşimlerini terketmek ve Lamiskana köyündeki bir dağ koyağına yerleşmek zorunda kaldıklarından, hiç okula gitmedi. Ama, kötü şans bu ya, 1728’de bir yaz sabahı, tarlalarda dışarıdayken, genç şair, silahlı bir Lezgin çetesi tarafından altedildi ve Dağıstan’ın uzak dağlarına götürüldü. Birçok zorluktan sonra, Guramişvili, tutsaklıktan kaçtı; paçavralar içinde ve bir parça yiyecek olmaksızın, yalnızca sağduyuyla yol bularak, Kuzey’e hareket etti. Oniki gün ve gece, garip, kayalık bir ülkede, fırtınalı havalarda mağaralara saklanarak ve çileklerle yaşayarak gezindi. Neyse ki, en sonunda, Kuzey Kafkasya yolunu buldu. Burada, sıradan bir Rus yerleşimcisi, O’na içten bir misafirlik sundu ve elinden geldiği kadar yardım etti. 1729’da Guramişvili, Moskova’ya vardı ve VI. Vahtang’ın yüksek görevlilerine katıldı. 1738’de Vahtang’ın ölümüyle, diğer göçmenlerle birlikte kendisine de Rus vatandaşlığı verildi ve Gürcü Atlı alayına kaydoldu. Kendisine Ukrayna’daki Mirgorod’da ve Zubovka köyünde toprak verildi. Rus ordusunun bir askeri olarak birçok sefere katıldı: 1739’da Besarabya’daydı, 1742’de Finlandiya’da konuşlandırıldı ve İsveçliler’e karşı Frederikşavn çarpışmasında yeraldı. 1756’da Yedi Yıl savaşının patlak vermesiyle, Küstrin yakınında Prusyalılar tarafından tutsak edildi ve bir süre için Magdeburg istihkamında hapsedildi. Daha sonra, 1759’da, serbest bırakıldı. Yıpranmış bir halde ve kötü sağlığıyla, yıkılmış mülkünü ve sağlığını onarmak için bir anda Ukrayna’ya döndü, bu arada, gelecekteki işler için tasarılar çizdi ve boş zamanını şiir yazmaya ayırdı. 1792’de Mirgorod’da öldü ve orada gömüldü. David Guramişvili’nin yapıtı, Gürcü yazın tarihinde önemli bir yere sahiptir: Gürcü şiirini, yabancı ülkeye özgü, doğuya ilişkin tavırlarından özgürleştirmiştir. Yazınsal yapıtında Guramişvili, bir yandan, Eski Gürcü şiirinin özellikle, sonsuz meyve veren bir ağaçla karşılaştırdığı Rustaveli’ninkilerce, öte yandan, şiirsel halkbilgisince yönlendirildi. Cesur bir yenilikçi olarak Guramişvili, esinini, doğrudan doğruya –Gürcü, Rus ya da Ukraynalı olsun- halk arasından aldı. Guramişvili, Gürcü şiirini, hakiki olarak demokratik yaptı. David Guramişvili’nin yapıtının özel önemi, ülkesinin tarihine ve toplumsal yaşamın gündelik olaylarına gerçekçi yaklaşımından oluşur. Guramişvili’nin yazınsal kalıtı, “David’inki” anlamında, “Davityani”[iv] olarak bilinir. Bu
toplamada en önemli parça, “Gürcistan’ın Kara Yazgısı” başlıklı tarihsel şiirdir. Şiir, yazarın, şiirselliğinin gerçekçi ilkelerini somutladığı ve geliştirdiği şiirsel bir ifade ile öncelenir. Gerçek bir şairin ve vatandaşın soyluluğuyla, Guramişvili, doğruluğun savunmasını yapar: “Niye yalan söyleyeyim, ne işe yarar ki? Doğruluk, en yüksek değerdir. Aşağılık adamlara, onların cazibesiz yüzlerine katlanamıyorum. Vurun başımı ve şarap tulumu yapın derimi (kabul edersem), onu hiç bir şekilde andırmayan Kahaberi’ye[v] benzetin. Bırakın doğruluğum başkalarını rahatsız etsin, doğrunun gizlenmesiyle dünya rahatlamaz. Bize kötü yazgı getirenler, emin olun, bunun için acı çekecekler. Onları ortaya seriyorum ki halk onların yaptıklarıyla isyan etsin”. Şiiri “Gürcistan’ın Kötü Yazgısı”, düşünce hazinesi, siyasal kesinlik, dramsal esinlenme, içtenlik, ve eğlendirici tasarıyla belirgindir. En büyük açıklık ve parlaklıkla, Guramişvili, bu şiirde, Gürcü tarihinde yürekler acısı bir devreyi (VI. Vahtang’ın zamanını), kendi çekmiş olduğu zorlukların destansılığıyla örülmüş bir şekilde betimler. Guramişvili, sadece bir günlemci ve ahlaklar ve görgüler çizeri değildir, anavatanının dış ve iç düşmanlarına karşı hiddetli ve acımasızdır. “Kötü insanları, O’nu zindana atsalar bile, esirgemeye asla razı gelmeyecektir”. Açıkça ifade edilen siyasal bir bakış açısından, tarihsel durumu resmeder, tüm dehşetini keskince hisseder, öfkesini açıkça ilan eder. Ne yöneticilerden ne büyüklerden ne krallardan, soylulardan ya da kilise adamlarından sözünü sakınır. Teşhir aletine, sıradan insan olsun papaz olsun, feodal hakim hizbin hain, fırsatçı, düşmüş temsilcilerini koyar. Yaşlı şair, gençliğinin engellenmiş umutları için yas tutar ve uzaktan, Ukrayna’dan, insanlara, ülkesi için daha iyi bir geleceğe doğru savaşmayı esinler. Guramişvili’nin şiirinin ulusal, siyasal ve yurttaşlığa ilişkin ruhu, bu şiirde özel bir güçle açığa çıkar. Şair, özel bir tarihsel ve felsefel (temelde ülküselci) anlayış geliştirir, ki buna göre, bir halkın ulusal başarısının ve yaşama yeteneğinin en başta gelen koşulu, nüfusun ahlaksal ve dinsel değişmezliğinden oluşur. Gürcü orta tabakasının çoğunun, ahlaksal düşme tehlikeli yolağına girmiş olduğu düşünülürse, şairde, yalnızca “Gürcistan’ın Kötü Yazgısı”nda değil “Davityani”sinin tümünde yansılanan kederli, kötümser duygu durumu baskın çıkmıştır. Bu noktada özgül olan, “Guramişvili’nin Geçici Dünyayı Şikayeti” şiiridir: “Güvenmiyorum bu aleme, sabit değil ve sahte…” aynı şekilde “David’in Feryadı”: “Ağlıyorum, keder dolu kalbim: Eyvahlar olsun, değişen, sahte dünya!”. Tamamıyla farklı olan, şairin, büyük, sanatkarca çekicilikle, eğlendirici ve kolay bir şekilde, iyi tasvir edilmiş Ukrayna manzarası arkatasarına karşı, çobansı köylülerin idilsi yaşamını, çobanları, çoban kızları betimlediği ikinci büyük şiiri “Çoban Katsvya”nın tasar’ıdır. Guramişvili, içten sıcaklık ve sevgiyle, sağlıklı ve şen köylülerin ahlaksal ilkelerinin yalınlığı, değişmezliği ve ahengini resmeder. Guramişvili’nin orta tabakada boşuna aramış olduğu ahlaksal saltlık ve yaşam gücü ülküsünü bulması, sıradan insanlar arasındadır. “Çoban Katsvya” şiiri, bir çok açıdan belirgindir: düşünceleri ve konuları tazedir, yaklaşımı gerçekçidir, tasar’ı eğlenceli, esprisi incedir. Bu şiiri yazarak Guramişvili, Gürcü yazını tarihinde yeni bir sayfa açtı. David Guramişvili, gökçe yazının birinci sınıf hakimiydi. Dizelerin dili, okuru, yalınlığı, zarifliği, kolay akışı ve müziksel uyumuyla büyüler. Ahenkliliğinde, Guramişvili, birçok ünlü Gürcü şairini aşmıştır. Eski Gürcü yazınının en hoş geleneklerini sürdürdü ve geliştirdi,
böylece yalnızca zamanının şairleri için değil, çağdaş yazarlar için de örnek oldu. Örneğin, Vaca Pşavela’nın Guramişvili’yi şiirde kendisinin öncülü sayması, nedensiz değildir. Guramişvili’nin yaşamı, toplumsal ve siyasal rolü ve şiiri, Gürcü, Ukraynalı ve Rus halkların kardeşliğini simgeler; bir Rus askeri olarak, daha büyük olan ülkesi adına yiğitçe çarpıştı; çalışkan bir çiftçi olarak, Ukrayna’nın verimli mısır tarlalarında çift sürdü; kamusal bir kişilik olarak, kendi ülkesinin yaşamında etkin bir rol oynadı; bir şair olarak, ulusal ruhla işlenmiş ve onunla yüklü büyüleyici Gürcü şarkıları yarattı. Parlak yeteneği, gerçek şiirsel gayreti, ulu amacı ve yapıtlarının revaçta niteliği, O’na, Gürcü halkın geniş kitleleriyle benzeri görülmemiş bir yaygınlık kazandırmış bulunuyor. Onsekizinci yüzyıl Gürcü yazınında bir durak, Moskova’da yaşayan bir Gürcü göçmen, Mamuka Barataşvili’dir. Mamuka Barataşvili, Kral Vahtang’ın Moskova’daki yazınsal cemiyetinin etkin bir üyesiydi. Ünü, Moskova’da 1731’de yazdığı “Çaşniki”ye, yani “Bir Ölçü Kuramı”na dayanır. Bu yapıt, iki bölümden oluşan, şiir yazma sanatı üstüne özgün bir elkitabıdır. Birinci, kuramsal bölüm, şiirin özünün ve amacının tanımlarını içerir ve ölçünün ilkelerine ilişkin temel bilgiler sunar. İkinci bölümü, Gürcü nazmına ait örneklerden oluşur. Yazını, ahlağı şekillendiren önemli bir araç olarak görerek, Mamuka Barataşvili, ona, ideolojik eğitimde büyük bir yer verir, ve bu varsayımdan hareket ederek, sanata ilişkin inancını bildirir. Fars yazınındaki gerçekdışı öğeye kuvvetle karşı çıkar, Fars konularına, “Tatar masalları” yakıştırmasını yapar, ve I. Teymuraz’ın ve taraftarlarının yazınsal eğilimini eleştirir. Yazarları, kahramanlık konularını ve ders verici konuları ele almaya çağırır. Mamuka Barataşvili, Gürcü şiir yazma sanatına yenilik getirdi, kimisi kendisi tarafından, diğerleri, Vahtang’ın çevresinin üyeleri tarafından bulunmuş yeni şiirsel ölçüler öğütledi. Şiirsel uygulamasında, Gürcüce ve Rusça’yı olduğu kadar, Ukrayna türkülerinin biçimlerini de yaygın olarak kullandı. Halk ölçülerini ve motiflerini kullanarak, Gürcü şiirsel biçeminin yenilenmesine ve zenginleşmesine katkıda bulundu. Kral VI. Vahtang’ın, koşullar tarafından Rusya’ya göç etmeye zorlanmış olmasından sonra, Gürcistan, sırasıyla, Türk istilacılarca (1734’e kadar) ve Fars istilacılarca (1747’ye kadar) yağmalandı. II. İrakli hükümdarlığında (1762-1798) ülke, önceki gücünün bir kısmını yeniden kazandı, ekonomisi ve ekini yeniden yükselişe geçti. Rusya lehine siyasetin sıkı bir taraftarı olarak, İrakli, yabancı düşmanların saldırılarını başarılı bir şekilde geri püskürttü, devletini Rus ve Avrupa saflarında çağdaşlaştırma amacıyla düzeltimler yaptı, özekselleşmiş bir yönetim kurmaya çalıştı, soyluların ayrıcalıklarını kıstı, köylülerin yazgısını iyileştirme zahmetine katlandı, ticareti ve yapımı (imalat) özendirdi, halk eğitimine çok önem verdi. Hükümdarlığı sırasında, Tiflis’te ve Telavi’de Rus din okulları örneğinde, kilise okulları açıldı. Bu din okulları, o aydın dinbilimci ve yazın adamı Katolikos Anton (1720-1788) tarafından yönetiliyordu; O, çöküş içinde olan kilise yazınını diriltti. Bir zaman Kral İrakli’nin sarayına bağlanmış Sayat Nova ve Vissaryon Gabaşvili (Besiki), onsekizinci yüzyılın ikinci yarısında, büyük bir farkla en parlak Gürcü şairleri oldular. Onyedinci ve onsekizinci yüzyıllarda, Gürcistan’da aşug şiiri, -yani şiirler doğaçlayan, müzikle söyleyen ve halk çalgılarıyla, az sıklıkta eşlik edilmeyen halk şairlerinin şiiri- serpildi. Aşuglar, nazımda, küçük kent tüccarının, zanaatçının, esnafın duygularını açığa vurdular.
Kafkasya halklarının özgün, uluslararası şairi Sayat Nova (1712-1801), belirgin bir aşugdu. Köylü bir soydan geliyordu ve doğuş itibariyle Ermeni’ydi, ama Gürcü toprağında (Tiflis’te) doğmuş, büyümüş ve eğitim görmüş ve tüm yapıtlarını vermişti; ki burada, şiirleri, üç dilde, Gürcüce’de, Ermenice’de ve Azerice’de söylerdi. Sayat Nova, bir zaman, “tüm Gürcistan’ın ruhu ve kalbi” diye adlandırdığı ve sözlerinin bazısını adadığı Kral II. İrakli’nin Saray Şairi idi. Bununla birlikte, 1765 civarında, kimi saray üyelerinin iftirasına kurban giderek gözden düştü. Sürgünlüğü, O’nu, seçkinlerin temsilcilerine geniş olarak dokundurarak, iftiracılarına vahşice saldırmaya itti. Sayat Nova’nın Gürcüce dizelerinin çoğu, iyi nükteyle içiçedir. İnsanlar şen, sağlıklı, bilgin olmalıdır der, soylu ve insanca duygularla, sevgi ve coşumcu tutkularla dolu olmalıdır. Sayat Nova, aşk ve şarap şairidir. Ama bunda çok ileri gitmez: şenlenmeye, bilgelik hükmetmelidir; aşırı düşkünlüğü ve kabalığı suç sayar. Hayal kırıklığına uğramış şair, kendini tümüyle kedere bırakır, yaşamdan yüz çevirir (manastır andı içer), “aşağılık ve değişken” dünyayı kargışlar ve insanların hainliklerini ve alçaklıklarını meydana çıkarmaya girişir. Sayat Nova’nın şiirindeki uzaklık ve keder motifleri, derin toplumsal öneme sahiptir. Bu motifler, ait olduğu sınıfın kara yazgısından olduğu kadar kişisel dertlerden çıkmaz. Sayat Nova, sırasıyla, geç onsekizinci yüzyılın kibirli ve küstah feodal beylerini şiddetli eleştiriye tuttu ve zamanının toplumsal kusurlarına ilişkin içten kederini dışa vurdu. Sayat Nova, bugünlerde “muhambazi” diye bilinen, (geç onsekizinci yüzyıl ve erken ondokuzuncu yüzyıl) Gürcü yazınının geçiş döneminde belirli bir rol oynamış Doğu dizelerinin ahenkliliğini ve bütünlüğünü Gürcü şiirine aşılamaya çalıştı. Besiki (1750-1791), Kral’ın günah papazı Zekeriya’nın oğlu Vissaryon Gabaşvili’nin lakabıydı. Babasının aforoz ve sürgün edilmesinden sonra (1764), geleceğin şairi, Kral II. İrakli’nin sarayında büyütüldü. Bir süre sonra (1777’de), O da Kartli’den sürgün edildi. İmereti kralının sarayına sığındı. 1787’de, Besiki, Rusya’ya, diplomatik bir görevle, İmereti için Rus korumasını güvence altına alma amacıyla yollandı. Besiki, elçi olarak, Mareşal Potemkin’in Ukrayna’daki ve Moldavya’daki karargahlarına katıldı. 1791’de öldü ve Yassi’de gömüldü. Besiki, şiirsel yaşamının doruğunda öldü. Yaşamının koşulları, şairin yazınsal yapıtına destek olmadı, elyazmaları, yurtdışında, bir daha ele geçmezcesine kayboldu. Besiki, yine de, Gürcü nazmı tarihinde belirgin bir iz bıraktı. En çok, lirik bir şair, şiddetli aşkın kendinden geçmiş şairi olarak bilinir. Sınırsız tutkular ve aşkın en ince demleri, Besiki tarafından, yankılanan ve zarif nazımda sunulur. Besiki, ciddi odlar ve şiirsel mektuplar da yaratmıştır. Özellikle ünlü olan, Gürcü birliklerinin (güney Gürcistan’daki), Aspindza yakınında, istilacı Türk ordularına karşı yengisini anan, Aspindza üstüne yazdığı vatansever od’udur. Besiki, (kendisi de tesadüfen –biraz yetenekli- bir şair olan Gürcü general, David Orbelyani’nin yiğitliğini, cesaretini ve kurnaz savaş hilelerini över. Yurtdışındaki yolculuklarında, Besiki, aynı kişiye, birçok mektupsu şiir adamıştır. Başka bir şiirde, “Rukh Çarpışması”nda, Besiki, od’un tumturaklı biçeminde, Gürcistan’daki iç savaşlar tarihinden kimi yürekler acısı olayları resmeder. Lirik şiirlerinin birçoğunda, Besiki, yazgısından kederlenir, geçici, değişken dünyaya söver. Besiki, bunun yanında, çok az yakıcı, hiciv niteliğinde, dizeler ve nükteli sözler de yaratmıştır.
Besiki’nin şiirsel biçemi, yabansı, özgün, ve ustaca işlenmiştir. Şair, şiir yazma sanatında, dize bütünlemede, kimi yeni yöntemler kullandı ve bazı yeni sözcükler uydurdu. Gürcü şiirini yenileştirdi ve taze mecazlar, cesur benzetmeler, yerinde karşılaştırmalar ve ince şiirsel kişiliklerle zenginleştirdi. Şiirlerinin bazısı, örneğin, “İki Ardıçkuşu” ya da “Karatavuklar”, aşırı derece karmaşık ve ayrıntılı mecazlardan oluşmaktadır. Besiki’nin şiirleri çok müzikseldir, bir yarım uyak ve güçlü uyaklar hazinesi içerirler, tartımları mükemmeldir. Ama yapıtı, nazımda biçim yani tartım için aşırı bir tutku, ve şiirsel kalıbın anlamı zararına belirli bir yapaylığı açıkça ortaya koyar. Geç onsekizinci ve erken ondokuzuncu yüzyılda, Gürcistan’da, bir sürü yazın adamı, yazınsal yapıt işine koyuldu. Ondokuzuncu yüzyılın ilk çeyreğinde, eski Gürcü yazını yönelimleri, her halukarda, hala bir hayli etkindi. Bu sözümona geçiş döneminin yazarları, eski motiflerin yinelenmesiyle uğraştılar ve, eğer yarattılarsa, az yeni ve özgün yapıt yarattılar. Biraz yazınsal ilgiye değer olan, John Bagratyoni’nin (1768-1830) 1828’de tamamlanan “Kalmasoba” ya da “Nükteyle Öğretme” başlıklı şümullü ansiklopedisidir. “Kalmasoba”nın[vi] tasarı çok yalındır. Diyakoz yardımcısı Yonah Helaşvili, Gori’nin düzenbaz ve neşeli şehirlisi Zurab Gambaraşvili eşliğinde, manastır için para toplama amacıyla, Doğu ve Batı Gürcistan gezisindedir. Yonah ve Zurab, yolda, çeşitli insanlarla karşılaşır ve sohbet ederler. Yonah Helaşvili, kurgusal bir kişilik değildir, “Kalmasoba”nın yazarının çağdaşı olan, ünlü bir kilise adamıdır. Ne de Zurab Gambaraşvili, tüm görünüşüne karşın, hayali bir kişidir. Genel olarak, Yoane Bagratyoni, yazınsal kişiliklerinin çoğunu (Yonah Helaşvili’yle konuşanlar) kişisel olarak tanıyordu. Amacı, bir yandan, zamanın Gürcü toplumunun ahlakının, tarihinin, yaşam biçiminin ve ekininin yaşama sadık bir resmini sağlamak, ve diğer yandan, kimi bilimlerin ve sanatların temel ilkelerini en yalın biçimde halklaştırmaktı. “Kalmasoba”, gününün bilgisinin hakiki bir kitabıdır. Yazar, zamanında ulaşılabilir olan, bilim üstüne (en çok Rusça) kitapları, geniş olarak kullandı. Batı Avrupa toplumsal düşüncesinin yeni yönelimlerine, özellikle ansiklopedici aydınlanmacıların ve Voltairecilerin düşüncelerine eğilimlidir ve dinin belirli konularında özgür bir düşünürdür. “Kalmasoba”nın temel öyküsü, zamanın göze çarpan insanlarının yaşamlarından alınmış eğlenceli öyküler ve şakalarca ustaca karıştırılır. Şen adam Zurab’a, özel bir işlev sağlanır – yazarın sanatkarca niyetlerini açığa çıkarmak. Özgür ve hafif nüktesiyle, “Kalmasoba”nın sıkıcı, bilgince, ansiklopediye özgü anlatımına, taze bir ruh aşılar. Y. Bagratyoni, kendisi de feodal soyluların üst tabakasının bir temsilcisi olarak, feodal Gürcistan’daki toplumsal ilişkilerin kusurlarını içten bir şekilde, suçlu sayar. İnsani bir yazar olarak, topraksız köylülerin insan gibi yaşama hakkını tanır. Yazar, prenslere özgü evlerin çocuklarını resmeder ki bu çocukların tam da görünüşleri, bırakalım ahlaksal değersizliklerini, hayvan gibidir. Orta tabakanın ahlaksal düşmüşlüğü ve ikiyüzlü ruhbanlar için yas tutar, hükmeden kentsoylularca yönetilen yavan, değersiz yaşamın yaralarını cesurca açığa koyar. Son Gürcü Kralı XIII. Corci’nin (1798-1800) oğlu Yoane Bagratyoni, yapıtında, kendi sınıfının, Bagrati hanedanlığının çok sayıdaki temsilcilerinin siyasal ve ahlaksal düşmüşlüğünü, ve aralarında yaygın olan dolapları, imrenmeleri ve ikiyüzlülüğü ortaya serer. Yoane Bagratyoni, uzun süre acı çekmiş ülkesini içten seven ateşli bir vatanseverdi. Kendini, kendi toplumsal çevresine hapsetmedi ve, toplumsal ve siyasal ayrımına karşın, çağdaş toplumun kusurlarını, kendine özgü bir tutkuyla, acımasızca ortaya serdi. Krallık evinin diğer üyelerinin ve soyluların temsilcilerinin yapıtları, Gürcü feodal devletinin ortadan kalkmasından ve ataerkil geleneklerin ivme kazanmış düşüşünden kaynaklanan kötümserlikle doludur.
Kraliçe Ketevan’ın şehit oluşu, Andreas Grifyus’un (1616-1664) iyi bilinen ağlatısı “Catharina von Georgien”de resmedilir. [ii] Arçil’in oğlu Aleksandr, I. Peter’e yurtdışındaki yolculuklarında eşlik etti. Titiz bir Avrupa eğitimi almıştı ve Rusya’ya dönüşünde General-Fieldzeichmeister görevine getirildi. İsveçliler tarafından Narva’da hapsedildi ve 1710’da tutsaklık içinde öldü. Aleksandr Arçiloviç, Rusça’dan Gürcüce’ye çeviri yapan bir çevirmendi. [iii] “Kurgu Bilgeliği”nin Rusça çevirisi, hem Moskova’da hem Tiflis’te birden çok kez basıldı; hikaye, İngilizce’ye (“The Book of Wisdom and Lies”, Londra, 1894), Almanca’ya (“Die Weisheit der Lüge, Berlin, 1933) ve başka dillere çevrilmiştir. [iv] David Guramişvili. Davityani, Rusça’ya çeviren: N. Zabolotskiy, Moskova, 1955. [v] Eski Gürcistan’ın bir ulusal kahramanı. [vi] Bu benzeri görülmedik büyüklükte yapıt, henüz, özgün olarak, tamamıyla basılmış değildir. Kimi parçalar, Rus dilinde (Prens Yoane, Kalmasoba. Çeviri ve bir önsöz ve yorumla tamamlama: V. Dondua, Tiflis, 1945) basılmıştır. ___________________________________________________________________________ 5)
On dokuzuncu Yüzyılın Açılışından Kırklara Gürcü Yazını. Gürcü Coşumculuğu
1801 yılı, Gürcistan’ın Rusya’ya katılışını gördü. Bu tarihsel olay, Gürcü ulusunun çeşitli kesimlerinin muhalefetiyle karşılaştı. Çoğunluğu kentsoylu olan Gürcü aydınlar, siyasal güçten yoksun bir halde, Gürcü bağımsızlığını yeniden kurmak amaçlı gizli bir tasarıya katıldılar. 1832’de, bu tasarı ortaya çıkarıldı, ve köylülerin topraksız köylülük düzenine ve kolonici kıyıma karşı yönelttikleri ayaklanma bastırıldı. Fakat zaman geçtikçe, Gürcü halkı ve aydınları, Gürcistan’ın Rusya’ya katılmasının ilerlemeci öneminin adım adım bilincine vardılar. Doğulu saldırganlara karşı durma ve ekinsel ve eğitimsel etkinliklerin olduğu kadar Rus ve Gürcü düşünürlerin karşılıklı uzlaşmasının da genişlemesi, bu iki halkı, güçlü arkadaşlık bağlarıyla bağladı. Gürcistan’ın Rusya’ya katılması, anamalcı ilişkilerin evrimine ivme kazandırdı ki bunun anaçizgileri binsekizyüzkırklarda açık olarak ortaya çıktı. Haklarından mahrum olmuş Gürcistan’da, yazın, halkın aziz rüyalarını ve umutlarını seslendirmek için en uygun araç oldu. Yeni (ondokuzuncu yüzyıl) Gürcü yazını, Eski Gürcü yazımının doğal bir devamını temsil eder; bu yüzyıl, Gürcü sanatçı düşüncesinin gelişiminde, sonra gelen ve daha yüksek bir aşamadır. Gürcü yazını tarihinde ondokuzuncu yüzyıl, klasik bir devre olarak adlandırılır, ki bu,
eski geleneklerin yaratıcı gelişimi yanında, yeni bir konular ve düşünceler sanatsal dünyası getirdi ve işledi. Coşumculuğun öğeleri, keskin bir siyasal bunalımın bir sonucu olarak, Gürcü yazınında onsekizinci yüzyıl kadar erken bir dönemde bulunabilir. Bu noktada, büyük ilgide olan, VI. Vahtang’ın ve O’nunla birlikte Rusya’ya göç etmiş olan o şairlerin (M. Barataşvili, D. Saakadze, V. Orbelyani ve diğerleri) şiiridir. Krallık tahtının kaybı, kendi ülkesinden sürgün ve siyasal göçmenlerin zor yazgısı, VI. Vahtang’ı ve izleyenlerini ezdi. Kendi ülkelerinde yabancı gaspçılara karşı sürekli olarak savaşırken, ülkelerinin yazgısına yas tutmuşlardı. Ve şimdi, hiç bir gelişim için bir dem umut olmaksızın, Anavatan’larından uzakta, çevredeki dünyaya umutsuzlukla bakıyorlardı. Ülkelerinin geleceği, tüm ümitlerden yoksun görünüyordu. Ve yalnızca Gürcistan’ın şanlı geçmişi, sıkıntılarını dindiriyordu. Sonuç olarak, yapıt, kötümserlikle yüklüdür ki bunu, nadir de olsa, ülkelerinin güzel geçmişinin görüntüleri izler. Buradadır ki, Maryam’ın, Ketevan’ın, Teklé’nin, David Bagratyoni’nin ve diğerlerinin yapıtlarında daha fazla telaffuz edilen Gürcü coşumculuğunun doğuşuna tanık oluruz. Erken ondokuzuncu yüzyıldan itibaren, Gürcü yazınında Coşumculuk, egemen bir yönelim oldu. Gelenekleri, Kral Ereklé’nin Rusya Büyükelçisi Garsevan Çavçavadze’nin oğlu Aleksandr Çavçavadze (1786-1846) gibi yetenekli bir sanatçı ve büyük bir bilgin tarafından sürdürüldü ve geliştirildi. Gürcü coşumculuğu, birtakım toplumsal ve yazınsal etmenlerden kaynaklanan özgünlüğü dolayısıyla belirgindir. Avrupa ve Rus coşumculuğunun tersine, bir anamalcı gelişim devresinde toplumsal güçlerin yeniden toplaşmasından hareket etmemişti; ülkenin ulusal bağımsızlığının kaybının yol açtığı bir siyasal bunalım, hayal kırıklığı ve karışıklığın bir sonucu olarak gelişmişti. Vatanseverlik, Gürcü coşumcularının yapıtının akışı olmuşken, ilgilerinin dünyasında, toplumsal sorunların önemsiz bir yer işgal etmesi, bundandır. Gürcü coşumculuğunun özgünlüğü, farklı bir yazınsal çevre tarafından da belirlendi. Avrupa ve Rus coşumcuları, klasikçilik ve aşırı duygusalcılıkla öncelenmişken, Gürcü coşumculuğunun böyle öncülleri yoktu. Gürcü yazınındaki yazınsal yönelimlerin tarihi, Rustaveli’nin ve zamanının şiirsel inanç ve geleneklerinin yaratıcı gelişimiyle ilişkilenen ve coşumculuğun doğuşu ve gelişimi için aşırı derecede uygun bir ortam yaratmış olan onyedinci ve onsekizinci yüzyıl Gürcü yazınına dayanan coşumculukla açılır. A. Çavçavadze’de, Eski Gürcü yazını, Batı Avrupa coşumculuğu ve Doğu şiirinin konularının ve düşüncelerinin özel bir karşılıklı etkisini algılarız. A. Çavçavadze yapıtı, iki temel döneme ayrılabilir: 1832 tasarısının yenilgisinden önce, ve ondan sonra. Yapıtının ilk döneminde, şair, çoklukla, Gürcistan’ın önceki ihtişamına, ulusal bağımsızlığın yitirilmesine ve ona bağlı kişisel karayazgısına kederlenir; Rus imparatorluğuna katılmış kendi ülkesi, O’na bir mahpus gibi görünür, ve onun şimdiki durumunu kasvetli renklerle çizer. 1832’de tasarının açığa çıkarılmasının, ve tarihsel olayların daha ölçülü bir şekilde anlaşılmasının ardından, Çavçavadze’nin şiirinde ulusal sorun, biraz farklı bir muamele görür. Şair, kendi toprağının kurtuluşunun O’nun en aziz rüyası olarak kalmasına karşın, Gürcistan’ın Rusya’ya katılmasıyla ortaya çıkmış olan o olumlu sonuçlara belirsizliğe yer vermez şekilde işaret eder. A. Çavçavadze’nin yapıtı, yalnızca ulusal kıyımın ağırlığını açığa vurmaz, toplumsal eşitsizliğin kötülüğünü de damgalar. Felsefel bir incelemede, şair, toplumsal kötülüğün
kaynağını, özel mülkiyeti inandırıcı bir şekilde ortaya koyar. Şair, insanın insan tarafından herhangi bir şekilde sömürülmesini, tamamıyla, kabul edilemez ve haksız bulur. Cesurca, ezilen çoğunluğun, ezenleri yeneceği bir zamanın geleceği öngörüsünde bulunur (“Eyvahlar olsun egemeninin zalim olduğu dünyaya”). Şairin kanaatince, yalnız halkının yaşamı değil, genelde insanın yazgısı da zordur. İnsanın kendisi kadar, insan yapımı herşey de dayanıksız ve geçici iken, Doğa’nın tek başına heybetli ve sonsuz olduğu kanaatindedir. Bunun yanında, insan hiç bir yaşta mutlu olmaz –yaşama ağlayarak girer ve dünyevi yolağını inlemeyle sonlandırır. Çavçavadze’nin şiirindeki Weltschmerz’in[i] kaynağı böyledir. Ama, dünyanın kırılganlığına karşı, Çavçavadze, yaşama ve aşka, çalışmaya ve harekete aşıktır. Besiki’nin zamanından beri, Gürcü gökçe yazınında, daha büyük coşkuyla, güzelliği ve aşkı söylemiş olan kimse yoktur. Aşk, kanaatine göre, herkesi kendine bağlayan, herşeye gücü yeten bir güçtür; ve bu, şaire göre, yine de doğaldır, çünkü duygunun düşünceden açık bir farkla daha üstün olduğunu düşünür. Şairin kanaatince, aşk, kederi iyileştirebilir; sevdiğinin hem duygusal yüce gönüllüğü hem bedensel sevimliliğiyle büyülenir. A. Çavçavadze, Gürcü şiirinde, coşumcu aşk anlayışını kurmuştur. A. Çavçavadze, ziyafetleri ve eğlenceleri söylemiştir, ama ağır içiciliği sert bir şekilde eleştirmiştir. Düşünüşüne göre, yalnızca akılcı olan şeylerden doğru bir biçimde zevk alınabilir. Çavçavadze, Rusça’dan, Fransızca’dan ve Farsça’dan çevirdiği çok sayıda ilginç yapıtla da, Gürcü şiirini zenginleştirmiştir. Gürcü okuru, Puşkin’in, Lermontov’un, Cukovskiy’in, Ogarev’in, La Fontaine’in, Voltaire’in, Corneille’in, Hugo’nun ve diğerlerinin bazı yapıtlarıyla tanıştırdı. A. Çavçavadze’nin nazmı, belirgin bir şekilde ahenkliyken, yapıtlarında, orada burada bulunan eski sözler, kesin bir anlama ve duygusal yüke sahiptir. Yapıtında A. Çavçavadze, Gürcü yazınının en iyi geleneklerini geliştirir; bir şaircoşumcu olarak, Gürcü halkının ağlatısının (trajedi) sözcülüğünü yaptı ve vatanseverlik yüklü çokyönlü lirik şiirlerinde, çağının ilerlemeci düşüncelerini derinden anlayışına ve benimseyişine tanıklık eden önemli siyasal ve toplumsal sorunlar yükseltti. Bir şair ve düşünür olarak, tüm insanlığa ortak sorunların bir kavranışına ve Weltschmerz şiirine erişti. Grigol Orbelyani ve Nikoloz Barataşvili gibi yetenekli Gürcü coşumcuların yolunu açmıştı. Grigol Orbelyani (1804-1883), A. Çavçavadze gibi, soydan feodal bir beyin oğluydu. Yaşamı ve yapıtı, son yüzyılda Gürcistan’ın toplumsal yaşamına geçişmiş o çelişkileri canlı olarak yansıttı. Daha sonra Rus ordusunda piyade generalinin safına yükselecek G. Orbelyani, 1832 tasarısında yeralmıştı. Şiirsel ilgisini, A. Çavçavadze’den bile daha fazla olarak, ülkesinin şanlı geçmişine odakladı ve yüksek sanat değerinde yapıtlarında, sözlerini alıntılamak gerekirse, II. Ereklé ile birlikte mezara girmiş olan İberya’nın daha önceki ihtişamına övgüler düzdü. Ölüm gününe kadar, şair, eski Gürcistan’a tapındı, düşünü gerçekleştirecek bir kahramanı düşledi. G. Orbelyani’nin vatansever sözü, özgür ve bağımsız bir Gürcistan’ın yeniden oluşması için dövüşen bir dövüşçü-şairin yürekten itirafıdır. Bir insanın en ulu amacı, O’na göre, Anavatan’a hizmet etmektir. Şairin kederi, ülkesinin özgürlüğünün yitirilişine üzülürken, kendi ülkesinin ve halkının
geçmişteki onurunu ve şanını hatırlayınca iki kat artar (“Duran Ekmek”). G. Orbelyani, yaşamın hazlarını reddeden bir coşumcu değildir. Tersine, ulusal ağlatının neden olduğu keskin esef, yaşam aşkı arkatasarına karşı tamamıyla daha gözüpek bir avuntu olarak çıkar. Şair, şafağın gelişine, yaşamı ve şarkıyı uyandırması dolayısıyla, bir çocuk gibi sevinir; Doğa’nın güzelliklerinden gözlerini alamaz ve O’na bir sevgiliymiş gibi hayrandır. Güçlü ve özgecil aşk, G. Orbelyani’yi kendinden geçirir. Yaşamın kederleri ve hazları, O’nun için, sanki eşit ölçüde değerlidir, çünkü şair, onları, insanın ruhsal yükselişinin bir kaynağı olarak görür. Şairin yazgısına, uzun ama dertli bir yaşam düşer. Yüzyılın ikinci yarısına, soluk, büyük bir yaşla rastlar ama hiçbirşey O’na bu kadar haz vermemiştir. “Oğullar”ı, genç kuşağın yazarlarını, büyüklerine saygısız tutumları için ve tamamıyla farklı bir yaşam görüşü öğütledikleri için sert bir şekilde azarlar (“Bir Yanıta Yanıt”). Bununla birlikte, şair, kısa bir süre sonra, onların işlerinin ve yeteneklerinin ayırdına varır. Cömert esin perisi, O’nun, duygudaşlığını dışavurduğu işçinin canlı bir imgesini yaratmasını bile olası kıldı. Yine de ona, kurtuluşuna giden yolu göstermekten acizdi. Gürcü okur, Gr. Orbelyani’nin çevirileriyle olduğu kadar Krilov’un, Cukovskiy’in, Rileev’in, Puşkin’in, ve Lermontov’un yapıtlarına dayanan şiirleriyle de tanışıktır. Gr. Orbelyani, Gürcü nazmının sanatsal haznesini, yeni biçimlerle zenginleştirmiştir, böylece, yapıtları, Gürcü lirik şiirinin doruğunu temsil eden dahi yeğeni Nikoloz Barataşvili üzerinde belirli bir etkiye sahip olmuştur. Gürcü yazınında coşumculuğun zirvesi, Nikoloz Barataşvili’nin (1818-1845) şiiriyle temsil edilir. Bu büyük şairin yaşamı ve çalışması, halbuki kısa oldu. Yalnızca on yıl yazdı, ve bu on yıl, zorluklar ve kara yazgılar açısından kalabalıktı. Okur, N. Barataşvili’nin şiirlerinde, hem zamanının çelişkili Gürcü toplumsal yaşamının bir resmini hem de coşumcuları tutsak eden sorunların özgün bir yorumlanışını bulur. En başından beri, N. Barataşvili, Gürcü toplumsal yaşamının gelişiminin tarihsel gerekliliği ve düzenliliğinin doğru bir anlaşılışını gösterir. Halkının kahramanca geçmişi, şair için azizdir, ama o geçmişe dönmenin olanakdışılığının ayırdına varır. O’nun için başlıca şey, geçmişin ülküselleştirilmesi değil, varolan gerçekliğin nesnel bir değerlendirimidir, çünkü bu, geleceği kavramayı kolaylaştırır. Şair-coşumsalcı, ülkesinin bağımsızlığının yitirilişini keskin bir şekilde hisseder. Özgürlükten yoksun olan bir ulusun mutlu olamayacağını ve tam bir yaşam süremeyeceğini, kusursuzca iyi bir şekilde anlar; Anavatan’ın kurtuluşunu ve bağımsızlığını düşler. Bununla birlikte, Gürcistan’ın Rusya’ya katılmasını, Gürcü halkı için fiziksel varlığını güvence altına alan ve Avrupa aydınlanma alanına daha kararlı bir şekilde girişini garanti eden tarihsel bir zorunluluk olarak düşünür. Ülkesinin yazgısı için yas tutarken, şair, Doğa’da ve halk arasında avuntu bulur. Aziz tutulan bir arkadaş olarak, kendisine sadık bir bağlaşık ve “yüreği için için kaynayanlara bir arkadaş” olarak hayal ettiği güzel Doğa’yı esenler. Çok kederli olduğunda, alacakaranlıkta
Doğa’ya gider, çünkü O da, “yaslı ve karasevdalı” olarak ancak böyle görünür. Fakat kederli görünüm, O’nun için, gökkubbenin tek çekiciliği değildir; şair, güneşli sabahın başlayacağına ve karanlığı dağıtacağına inanır (“Mtatsminda’da Alacakaranlık”). Şair, Doğa’da O’nu cezbeden aynı uyumu, insanda da bulmayı arzular. Kalbi, bir büyük aşka açıktır. Sanki bir sevgili bulmuştur –“türbe buldu”- ki orada sönmez, kutsal bir ikon lamba, doğaüstü ışınlarıyla, insanın zalimliği ve yazgıdaki değişmelerle kırılmış kalbini sürekli yakıyor, ısıtıyordur. Ama Yazgı, kimse için bu kadar uzun teslim olur mu? Ve şaire Umut Kapıları’nı kapatır, O’nu yalnızlığa ve sığınmasızlığa bırakır. Şair, “Güzellik’in mührünün, diğer damgalar gibi, birgün yıpranmaya ve silinmiş olnaya yazgılı olduğundan” emindir. Güzel ruh, tek başına ölümsüzdür. Şair, ülkesinin zor yazgısı ve kendi sıkıntılarından kaynaklanan acılığın ve kederin üstesinden gelmeye çabalar, tüm yaşayan varlıklara iyilik ve mutluluk getirmek için yaşamın üstüne çıkmak ister. Hem uyanık saatlerinde hem rüyalarında, gizli bir ses, şairi, uygun bir yazgı aramaya sevkeder. Fakat kötü bir ruhun, kendi içinde bir gencin kör inancını öldürdüğünün, O’nu zihninin huzurundan ve tutkuların boş heyecanından yoksun bıraktığının bilincindedir. Yaşamanın anlamını yitirmiş olan, acı çeken halk şairinin, kötü ruhu kargışlamasından ve onu, baştan çıkarıcı olarak adlandırmasından başka yapacağı birşey kalmamıştır. Kendi vatanı, sevgilisi, ve özel görevi, şairi, bu şekilde mutlu etmesi gereken bir üçlemedir. Ve şair, hiçbirinin rüyalarını ve umutlarını karşılamadığına ikna olmuştur: ülkesi, özgürlüğünü yitirmiş, sevgilisi, duygusuz çıkmış, özel görevi, ete kemiğe bürünmeyi başaramamıştır. Şairin, duygusal yalnızlığın kasvetli duygu durumuna saplanması bu nedenledir. Yalnızca annesinin kucaklamasının bilincinde olan ve “dünyevi tutkuların bilincinde olmayan” küçük çocuğa imrenir (“Çocuk”). Bakışı gökyüzüne saplanmış ve “göğün renkleri; mavi renk, birincil ve göksel”e övgüler düzen şairi günlük hiçbirşeyin çekemeyeceği görülüyor. Felsefel lirik şiirinde Barataşvili, birçok can alıcı sorun ortaya atıyor ve onlara kesin yanıtlar sunuyor. İnsanın özünün ve insanın yaşamının çözümlemesi, şairi, mantıksal olarak, kötümserliğe yöneltiyor: insan yaşamı, zor ve kısa, sıkıntı ve kalp ağrısı dolu; insan, yazgısından asla hoşnut olmadı, çünkü doğası gereği, “doldurulmayacak bir tas”tır. Bununla birlikte, N. Barataşvili, dünyada varoluşun ve özgecil etkinliğin meşrulaştırılmasında, ikna edici bir tartışma bulur. İnsanın, sadece Doğa’nın bir parçası değil, bir halk kütlesinin bir temsilcisi de olduğunu hep hatırlatır. Bencil güdülerle yönlendirildiğinde kendi yazgısını bile düzeltmeye hakkının olmaması bu yüzdendir; insanlara sonuna kadar hizmet etmek, ve torunlarına dikkat etmek, O’nun görevidir (“Mtkvari Kıyısı’nda Düşünme”). Bu inançla Barataşvili, kendi yalnızlığını, kötü ruhu, ya da tarihin değişikliklerini tamamıyla yenmekten acizdir. Hızlı atı Merani’yi çağırmaya yetecek cesareti toplar, uğursuz kara karganın ardından uzaklara doğru gitmesini ve şairin karanlık düşüncelerini dağıtmasını ister. Şair, uçan Merani’yi, yıpranmış binicisini esirgemeye karşı uyarır; O’nu teslim almakta hiç bir zaman başarılı olamamış olan Yazgı’nın engellerinin üstesinden gelmek için, tümüne, Anavatan’ını terketmeye, sevgilisinden koparılmaya, atalara ait yeraltı kemerlerine gömülme
hakkını yitirmeye hazırdır. Kabul edemediği gerçekliğe karşı savaş ilan eder, çünkü ardında yeni izler bırakma yeteneğine, böylece adımlarını izleyecek olanlara yolu kolaylaştırmaya inancı vardır (“Merani”). Kavgacı şair, yalnızca, Yazgı’nın üstüne çıkmış olan güçlü istençli insanlardan haz duyar (“Napolyon”). Şiirinin başlıca esini, mücadelenin ve hareketin bir savunmasıdır. Şiirinde, tüm bunların, dünyaya ilişkin yaşamın coşumcu bir değerlendirmesinin yanısıra temsil ediliyor olması, şiir yapıtlarının ilerlemeci düşüncelerinin önemini zerre kadar azaltmaz, tersine, onlara artan oranda ikna gücü ve hareket kuvveti verir. N. Barataşvili, Gürcü coşumculuğunun bu üç temsilcisi (A. Çavçavadze, G. Orbelyani, N. Barataşvili) yanında, çok az sayıda diğer yazar da (V. Orbelyani, M. Tumanişvili, S. Razmadze, D. Maçabeli ve diğerleri) Gürcü coşumcu okuluna mensuptu, böylece, çeşitliliğe ve çokyönlülüğe katkıda bulundular. Gürcü coşumculuğu, en çok, kavgacı ve devrimci niteliktedir. Çağdaş toplumsal yaşam ve düşünceyi daha tam ve canlı yansıtmasını olası kılmış olan gerçekçiliğin öğelerini, büyük ölçüde içine çekmesi bu yüzdendir. Gürcü coşumculuğunun en çok lirik şiirle temsil edilmesi de dikkate değerdir. Bu, şiirin çiçek açmasına ve büyümesine izin verirken, dram ve düzyazı üstünde zararlı bir etkisi oldu. 6)
On dokuzuncu Yüzyılın Ellilerinde Gürcü Yazını. Eleştirel Gerçekçiliğin Oluşumu
Binsekizyüzelliler, Gürcü toplumsal yaşamında kökten değişmelere tanık oldu. Topraksız köylülüğe dayanan feodal ilişkiler, bir bunalım geçiriyor ve anamalcı gelişime “yol açıyor”du; değiştokuşun genişlemesine, toprak sahipleriyle topraksız köylüler arasındaki çelişkilerin kızışması eşlik etti. Ülkenin ekin yaşamı da yeni bir gelişim yolağına girmişti. 1850 yılı, bir Gürcü tiyatrosunun açılışını görürken, 1852, bir Gürcü yazınsal dergisinin, “Tsiskari”nin ilk basımına tanık oldu. Eşzamanlı olarak, okullar ağı büyüyordu ve benzeri. Gürcü yazınsal yaşamı da çağ açan bir değişme geçirdi: bu değişme, Corci Eristavi’nin ilk temsilcisi olduğu yeni bir yazınsal yönelimden, eleştirel gerçekçilikten oluştu. 1832 tasarısına katılmış olması dolayısıyla Gürcistan’dan sürülmüş olan G. Eristavi (1813-1864), geç binsekizyüzotuzlarda, coşumculuğun ilkelerine ihanet etti ve gerçekçi dramın kurucusu oldu. Bir süre sonra hem dramda (Z. Antonov, G. Caparidze, İ. Kereselidze ve diğerleri) hem de düzyazıda ve şiirde (D. Çonkadze, L. Ardazyani, M. Mamatsaşvili, R. Eristavi ve diğerleri) çok sayıda taraftarı oldu. Eleştirel gerçekçiliğin ilk temsilcileri, coşumcuların başlıca konularını ilgisizlik içine tamamıyla gömmüşler ve kendilerini en çok, toplumsal yaşamda başlamış olan o değişmeleri resmetmeyle kısıtlamışlardı. Yeni konu dağılım alanına uyarak, yeni türleri (gündelik yaşamın güldürüsü, ve toplumsal/siyasal güldürü, gündelik yaşamın dramı, toplumsal roman, kısa güldürü, yergi, vd.) yeğlediler. Sınıfsal ilişkilerinde kesin olarak farklı, uzun bir kişilikler geçidi yaratmışlardır. G. Eristavi’nin oyunlarının ilerlemeci niteliği, herşeyin üstünde, geri kalmış toplumsal yaşamın ve topraksız köylülük ilişkilerinin tutuculuğunda tüm kötülüklerin kaynağını keşfetmeden oluşur. G. Eristavi, insanların yaşamının yüküne dönüşmüş olan, güç anlayan,
bön, hiç bir işe yaramaz derebeyi kişilikleri yaratan ilk Gürcü yazın adamıdır. Güldürüsünün okuru; ayrıcalıklı temsilcileri, tembeller, cahiller, yüce soydan değersiz küçük insanlar olan topraksız köylülük düzeninin kaçınılmaz tehlikeye yazgılı olduğundan kuşku duymaz. Revaçta olan toplumun daha genç kuşaklarını çeken eğitim ve aydınlanma bir yandan, iş dünyasında kenterlerin (burjuvazi) çıkışı öte yandan, topraksız köylülük düzenini kaçınılmaz olarak parçalanmaya götürüyorlar. Genç kentsoylulara, dedelerinin mülklerini ne korumak ne de geri almak nasip oluyor. Yeni yaşamın hücumuna karşı herhangi bir ciddi direnç gösterme gücüne sahip değiller. G. Eristavi, binsekizyüzellilerin Gürcistan’ında, tecimsel kenterliğin doğumunu ve adım adım sağlamlaşmasını gösteren ilk kişiydi. Bununla birlikte, oyun yazarı, üst-orta sınıfın temsilcileri için iyi duygular beslemez. Onları da, halka sıkıntı veren, paragöz ve sinsi dolandırıcılar olarak görür. G. Eristavi, Çarcı Rusya’nın rüşvetçi ve bilgisiz memurlarına karşı acı yergi kullanır, ki bunlardan olan ahlaksız ve iğrenç kişilikler, “Bölünme” adlı güldürüsünde, özel bir canlılıkla resmedilir. Yapıtlarında, çalışan insanların gerçek temsilcileri bulunmadığından, G. Eristavi, olumlu bir kişilik yaratmakta doğal olarak başarısız olur ama, Gogol gibi, şunu söylemeye tam hakkı vardır: “Gülme, güldürülerimin olumlu niteliğidir”. Gürcü yazınında G. Eristavi tarafından başlatılan gelenekler, Z. Antonov (1821-1854) tarafından daha da geliştirildi. Dramı, ilginç güldürüler ve öğretmeninin yarattıklarına benzer kişiliklerle zenginleştirmiştir. Bununla birlikte, Z. Antonov’un başlıca marifeti, kimi gündelik yaşam dramları (“Bir Hevzur Nikahı”, “Ker-Ogli”) yazmış ve sıradan halkın yaşamını göstermiş olmasıdır. Binsekizyüzelliler, en göze çarpan temsilcilerinin Lavrenti Ardazyani ve Danyel Çonkadze olduğu Gürcü gerçekçi düzyazısının kuruluşuna da tanık oldu. Romanlarında (“Solomon Mecganuaşvili”, “İtaatkar Kadın”) ve kısa güldürülerinde (“Tiflis Kaldırımlarında Geziş”), L. Ardazyani (1815-1870), zamanının toplumsal gerçekliğindeki kökten değişimi, gerçekçi bir şekilde temsil etti, ve zamanın aydınları hakkındaki kanaatini seslendirdi. Doğru; topraksız köylülük düzeninin düşüşünün kaçınılmazlığının tamamıyla ayırdına varmayı başaramadı, ama yine de, romanlarında, bu tarihsel zorunluluğu inandırıcı bir şekilde göstermekte başarılı oldu. Baş karakteri, Solomon İsakiç Mecganuaşvili’nin kişiliğinde, L. Ardazyani, orta sınıftan bir satıcıya özgü bir imge yaratmıştır. Yaşamöyküsü, Gürcistan’da tecimsel kenterliğin ilk kuşağınca geçilen yolu yansıtır. Yazar, özel olarak, resmi bürokrasinin “etkinlikler”ini resmetme amacını izlemez, ama buna karşın, polis memurlarının, hukuk işlerinde hile yapan yargıçların, ve rahiplerin ustaca bir şekilde resmini çizer. Kendi sözlerini alıntılamak gerekirse, L. Ardazyani, olası tüm bilgiçlerin ve sözümona bilginlerin maskesini düşürmeyi kendine amaç edindi, kısa güldürülerinde başarıya ulaştığı bir amaç. L. Ardazyani, kimi ilginç eleştirel denemelerin de yazarıdır.
L. Ardazyani’nin romanlarının tersine, topraksız köylülük düzeninin sert eleştirisi, D. Çonkadze’nin (1830-1860) tek yapıtı, “Surami Hisarı” hikayesinin ideolojik yönelimini oluşturur. Yazar, topraksız köylülük düzeni ilişkilerinin tüm çirkinliğini ortaya sererek etkileyici resimler çizer, ve bu ilişkilerin her zaman kötülüğün ve toplumsal kıyımın araçları olduğu gerçeğine vurgu yapar. D. Çonkadze, rahiplerin hainliğini ve onların kan emen toprak sahipleriyle doğrudan bağlantılarını canlı olarak gösterdi. D. Çonkadze’nin hikayesi, kimi tüccar resimleri de içerir. Yazar, çalışan insanları sömürerek ve kandırarak zenginleşen yeni bir beyefendinin, kenterin, yaşamın yeni sahibi olmakta olduğunu anlamamızı sağlar. Gerçekçi ruh, şiire de akmıştır. Bu yönde adım, Rafael Eristavi (1821-1900) tarafından atıldı. Binsekizyüzellilerde, topraksız köylülük düzenini azarlayan Gürcü gerçekçi lirik şiirinin çok sayıda nefis örneğini verdi. Eleştirel gerçekçilik, ellilerin Gürcü yazınındaki tek yönelim değildi. Bir düzyazı yazarı olan Grigol Rçeulişvili’nin (1821-1875) kişiliğinde değerli bir sözcü bulmuş olan coşumculuk, onunla yanyana serpilmeyi sürdürdü. Bununla birlikte, coşumculuk, bir süre için, bir bunalım geçirmişti, yeni bir söz söylemeye gücü yoktu ve binsekizyüzaltmışlarda, coşumculuğun son temsilcileriyle daha sonra saygınlık kazanacak altmışların yazın adamları arasında sürdürülmekte olan ideolojik mücadelede son yenilgiyi aldı. 7)
Gürcistan’da Altmışların Adamları. Gürcü Yazınında Eleştirel Gerçekçiliğin Sağlamlaşması
Binsekizyüzaltmışlar, Gürcü ekini tarihinde aşırı ölçüde verimli bir zamandır. Aziz Petersburg Üniversitesi’nde eğitim görmüş olan ve Rus devrimci demokratların hoşduyusal öğretileriyle çok iyi tanışık olan altmışların göze çarpan Gürcüleri, Gürcü yazınında ve kamu düşüncesinde kökten bir devrimi başardılar. Altmışların büyük Gürcüleri (İlya Çavçavadze), Akaki Tsereteli, Niko Nikoladze, Corci Tsereteli ve diğerleri), yeni türden kamusal kişilikler ve çokyönlü yazın adamlarıydılar. Gürcü yazınının ufkunu zenginleştirmek ve genişletmenin yanında, halklarının önderliğini de üstlendiler. Göze çarpan klasik yazarlardı ve aynı zamanda ulusal kurtuluş hareketinin bayraktarlarıydılar. Altmışlarda, Gürcü halkla şanlı çocukları, altmışların ünlü adamları arasında kurulandan daha samimi bağ ve yakınlığı hayal etmek zordur. Ulusal ilerleme davasında oynadıkları rolün aşırı ölçüde büyük olması, ondandır. Altmışların adamlarının, Gürcü yazını için yaptıkları belli başlı hizmet, eleştirel gerçekçiliği kurmaktan ve özdekçi hoşduyunun ilkelerini getirmekten oluşur. Altmışların Gürcüleri, İlya Çavçavadze (1837-1907) tarafından yönetiliyordu. Ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında O’nun ya kılavuzluğu ya katılımı olmadan, Gürcü halkın yaşamıyla ilgili tek bir sorun çözülmemiştir. Gürcü şiiri ve düzyazısı, eleştirisi ve siyaset yazarlığı, bir yazar olarak İlya Çavçavadze’ye çok şey borçludur. Bir yandan, çok yetenekli ve ilkeli bir gazeteciydi. Basıcısı (editör) olduğu yayınlar (“Sakartvelos Moambe” ve “İberya” dergileri, “İberya” gazetesi), Gürcü gazetecilik tarihinde tamamıyla yeni bir devreye öncülük etti. Toplumsal ve ulusal kıyıma karşı bir savaşçı ve büyük bir yazar ve düşünür olarak
İlya Çavçavadze, yerli yazını, çağ açan kurgusal, eleştiri ve siyaset yapıtlarıyla zenginleştirmiştir. İlya Çavçavadze’nın yazınsal yaşamı, halen Lise’ye giderken başladı. Aziz Petersburg Üniversitesi’nin bir öğrencisiyken, O’nun kimi erken dönem şiirlerini basan “Tsiskari” dergisine katkıda bulunmaya başladı. Gelişme çağında olan şair, Gürcü coşumculuğu üzerinde büyümüştü; bununla birlikte, şiirsel inancını ve bir yazar olarak amacını belirlemesi uzun sürmedi. Geçmişi övme geleneğini ilkesel olarak reddetti ve hemşerilerini, “başka bir yıldızı izlemeye”, “Gürcü halkının yazgısını şekillendirmeye” çağırdı (“Bir Gürcü Anaya”). Genç şair, Gürcü anayı, halkı ve kendi ülkesi için büyük sevgiyle yüklü, “kardeşlik, birlik, kurtuluş” için savaşma gücünde cesur oğullar yetiştirmeye çağırır. Zamanının Gürcü toplumsal yaşamını izlemek, O’na acı verdi, bakışı geleceğe, emeğin kurtuluşuna ve ulusal kurtuluşa saplıydı. İzlence çalışması, “Hayalet”te (1859), İlya Çavçavadze, Gürcistan’ın geçmişi ve şimdiki durumuna yönelik tutumunu kesin bir şekilde tanımlar ve toplumsal ve ulusal kıyıma olan tiksintisini dışa vurur. Topraksız köylülük düzeninin kaçınılmaz yıkılışının ve emeğin kurtuluşunun büyük kesinliğini de dışa vurur (“Hayalet”). Topraksız köylülük düzeninin ortadan kalkmasından önce bile, İlya Çavçavadze, topraksız köylülük düzeni ilişkilerini ortaya seren ve kınayan birtakım yapıtlar yaratmıştı (“Çeşitli Resimler, ya da “Bir Hırsızın Yaşamından Bir Parça”, “Dilencinin Öyküsü” ve “O, İnsan mı?!” hikayeleri). Bu yapıtlardaki, Gürcü okuru üzerinde büyük etki bırakan, derebeylerinin kişilikleri ve köylülüğün temsilcilerinin imgeleri, okuru, toplumsal kıyıma karşı kışkırttı. Büyük insancıl ve klasik, ezinlenlere sevgiyi ve insanların eşitliğini savundu, topraksız köylülerin kurtuluşunu ve ruhsal uyanışlarını istedi. İlya Çavçavadze’nin ulusların ulusal kurtuluş hareketlerine tepki verişi, derin duygudaşlıklaydı. Garibaldi’nin askeri saflarına katılmayı düşledi. Kafkasya halklarını bir özgürlük mücadelesinde birleşmiş olarak göreceği günü ülkü olarak resmetti. İlya Çavçavadze, Paris Komüncülerinin kahramanca çarpışmalarını coşkuyla karşıladı ve söylediği gibi, tarihin ilerlemesini engelleyen gerici güçlerin yengisinde, aşırı ölçüde öfkeyle doldu (“Paris Komünü”). Yazar, yapıtlarında, kimi düzeltim sonrası dönemin Gürcü köylü kimliklerini yarattı (“Darağacında”, “Otar’ın Dulu”). Mücadelenin ve eylemin gerçek bir savunucusu, İlya Çavçavadze, propagandası yapılan yaşamdan kaçınma gibi felsefel görüşlere karşı her zaman düşmanca bir tutum içine girdi. Bu sorun, “Münzevi” şiirinde ayrıntılı olarak işlendi. İlya Çavçavadze’nin aziz tuttuğu ülkü, kişiliklerinden birinin ağzına, “Kendi yaşamlarımızın hakimi olacağız” sözüyle koymuş olduğu düşünceydi ve öylece kaldı (“Bir Yolcunun Notları”). İlkesine sadıktır: “Hareket ve hareket yalnızca”. Gözünü yaşamdan başka yöne çevirmeyecek ve yurttaşlarını şu sözlerle cesaretlendirecekti: “Şimdi, bizden yana değilse de, gelecek bizimdir” (“Şirin Ülkem”).
İlya Çavçavadze’nin en yakın savunucusu büyük Gürcü şairi Akaki Tsereteli (18401915), göze çarpan arkadaşıyla yarım yüzyıl omuz omuza yürüdü. Birbirlerini bütünledikleri ve güçlendirdikleri görüldü, ortak dava için çalıştılar, ve bu dava, Gürcü halkın daha iyi geleceği için savaşmaktı. Akaki Tsereteli, halkının öyle büyük sevgisini kazanmıştı ki, O’nu haklı olarak, “Gürcistan’ın taçsız kralı” ve “Gürcü bülbülü” olarak adlandırıyorlardı. Başka bir yazarın bu ölçüde sevgi ve revaçtalıkla yaşamı boyunca onurlandırılmasıyla bir insan çok nadir karşılaşır. Akaki Tsereteli, yüksek sanatsal değerde şiirler, dramlar ve düzyazı yapıtları yazdı, ama herşeyin üzerinde, büyük bir lirik şairdi. Yapıtlarının izlekleri gösterir ki Akaki Tsereteli altmışların özgül bir adamıdır –çünkü onlar, kendi ülkesindeki ulusal ve toplumsal durum ve görüş açısı arayışınca belirlenirler. Yukarıda belirtildiği gibi, coşumcular, Gürcü yazınında en çok ulusal motifi geliştirmişken, ellilerin gerçekçileri, kendilerini, toplumsal izleklerle kısıtlamışlardı. İlya Çavçavadze, Akaki Tsereteli, ve genel olarak altmışların adamları, gerçeklikte gözlemledikleri kalıptan sonra, bu iki başlıca izleği işlediler. Hakiki gerçekçi sanatçılar olma ününü kazanmaları ondandır. Saf lirik motifler yanında, Akaki Tsereteli’nin şiirinde, taşlamalar, fabllar ve kinayeler boldur. Şair, halkın birliği ve özgeciliğinin şanlı örneklerini üretirken, atalarının kahramanca yiğitlikleri için hayranlığını gizleyemez. Ve bunda, sınırsız şiirsel ekinle tutsak edilmiştir. Şairin nazmı, rezillik ve adilik gördüğünde, huysuz ve alaycıdır. Katlanabilen insanlara, yani kendini beğenmiş ikiyüzlülere ve cahillere, çirkinliğin tüm biçimlerinde, acımasız hiciv silahıyla vurur. Akaki Tsereteli, topraksız köylülerin çocuklarını, topraksız köylülüğün boyunduruğundan kurtuluşlarında ilk kutlayandı ve yeni bir yaşamın açılışında, onlara, mutlu bir gelecek öngördü. Şair, sürekli olarak, halkın ve köylülerin yaşamını geliştirmeyi düşledi. Halk, şiirsel lirinin müziğini iyi takdir etti; sıradan halk, Akaki’nin şiirlerini ezberlerdi ve neşe ve üzüntü içinde söylenirlerdi. Kendi ülkesinin ulusal yenidendoğuşu ve özgürlüğü, şairin tek düşünü oluşturdu. Geçmiş savunmanların (“Tornike Eristavi”, “Başi-Açuki”, “Patara Kahi”, vd.) yüce kişiliklerini diriltti, aynı zamanda, sahte vatanseverlerin (“Farizi”, Rusetume”, “Oyuk Ağaç”, “Testi”) maskesini düşürdü. Ulusal kurtuluş hareketinin gerçek bir bayraktarı olarak, A. Tsereteli, müstebitlerin hain siyasetlerini sert bir şekilde kınadı ve ona karşı mücadeleyi selamladı (“Bahar”, “Kahrolsun”, “Hançere”). 1905 devrimine, tutkuyla ve coşkuyla övgüler düzmesi ondandır. Şair, genç kuşak için büyük umutlara sahipti ve parlak geleceklerine inancı vardı (“Tkveni Çirime”). Doğru; gerici güçlerin şiddeti, şairin duygularını bir kereden fazla incitmiş, O’ndan acı ve keder dolu sözcükler koparmıştı; ama tüm bunlara karşın, her yapıtı, savaşan bir ruhla yüklüdür. Akaki Tsereteli, büyük bir öğretkeci ve ahlakçıydı. Şair, insanların psikolojik
deneyimlerini incelikle ve etkileyicilikle sunmakta başarılı oldu. Her zaman, insan kalbinin değerlerini ve kusurlarını derin bir anlayışı, onların öznel ve nesnel nedenlerini anlayışı amaçladı. (“Kılavuz”, “Sinsi Tamara”, “Başi-Açuki”, “Patara Kahi”). Şair, genç insanların ahlaksal yetiştiriliminin tüm ulusun yaşamındaki önemini ortaya serdi. Akaki Tsereteli, büyük bir uluslararasıcı ve halkların kardeşliğinin gerçek bir şairiydi. Herhangi bir halkta, ilerici güçlerin başarısı, O’nda büyük hayranlık duygusu kışkırtır ve candan karşılamasını uyandırırdı. Değişik ulusların temsilcilerinde eşit ölçüde revaçtaydı. Akaki Tsereteli’nin halka yakın ve devrimci demokrat coşkuyla dolu olan sanatsal yapıtı, Gürcü yazınının kavramsal dizininin ayrılmaz parçası olmuştu. Şairin yerli yazını, ölümsüz sanatsal gelenekler için O’na borçludur. Ondokuzuncu yüzyılın Gürcü lirik şiiri, iki büyük şairce temsil edilir: Nikoloz Barataşvili ve Akaki Tsereteli. Gürcü nazmının sanatsal mükemmelliğine ve felsefel lirik şiirin sağlamlaşmasına büyük ölçüde katkıda bulundular. İ. Çavçavadze ve A. Tsereteli’nin yanında, bir hayli ünlü olan; Gürcü yazını tarihinde en çok düzyazısal ve siyasal yapıtlarıyla bilinen, altmışların bir başka adamı, Corci Tsereteli’dir (1842-1900). Büyük çağdaşlarının tersine, bir sanatçı ve düşünür olarak C. Tsereteli, ilgisini, Gürcistan’da yeni bir görüngünün, kenter ilişkilerin evrimine odakladı. Romanları (“İlk Adım”, “Gulkan”) ve kısa öyküleri (“Asmat Teyze”, “Bir Yolcunun Notları”, “Gri Kurt”) büyük bir bütünlükle, o zamanki Gürcistan’ın toplumsal yaşamında gözlemlenen değişmeleri yansıttı. Yazar, okuru, yokolmaya yazgılı eski ayrıcalıklı kuşağın ve gün geçtikçe daha da güçlenen genç kenterlerin temsilcileriyle tanıştırır. C. Tsereteli, gerçekçi bir şekilde, zamanının Gürcistan’ını resmetmekle kalmadı ama sonraki gelişim yönelimlerini ve onların doğalarını doğru bir şekilde ayrıştırdı. Ve bir sanatçı ve bir düşünür olarak değeri, burada yatar. C. Tsereteli’nin kurgusal yapıtları, okura, bazı toplumsal düzenlerin çıkarını dışa vuran çağdaş entelijensiyanın çeşitli çevrelerinin temsilcilerini tanıtır. Altmışların Gürcü adamları arasında, C. Tsereteli, bir sanatçı ve toplumsal değişimlere ve yeni gelişim yönelimlerine ilgi gösteren bir toplumbilimci olarak ilgi çeker. Bu noktada, kuşkusuz, büyük Gürcü siyaset yazıncı ve düşünür Niko Nikoladze’nin (1843-1928) siyasetini sürdürür. Ünlü Rus devrimci demokratların göze çarpan can yoldaşı N. Nikoladze’nin siyaset yazıncı ve eleştirel kalıtı, altmışların adamlarının ideolojik öğretilerinin ve hoşduyusal inançlarının ete kemiğe bürünmesi ve sağlamlaşmasına büyük bir katkı yaptı. Altmışların adamlarının gökadasında, göze çarpan diğer kişiliklerle omuz omuza yürüdü. Altmışların Gürcü adamları, tutucu düşünürlere ve coşumcu yönelimin geç kalmış savunucularına karşı ateşli bir ideolojik ve yazınsal mücadele içine girmişti. Bu mücadelenin bir sonucu olarak Gürcü yazınında üstünlük, eleştirel gerçekçilik tarafından kazanıldı, özdekçi hoşduyunun ilkeleri yerleşti, ve yazınsal dil daha da demokratikleşti.
Altmışların adamlarının bir başka değeri, kamuoyuna kılavuzluk eden ve onu şekillendiren güç olmuş olan Gürcü gazeteciliğinin ulaşmış olduğu yüksek düzeydi. Altmışların adamlarının vatansever etkinlikleri, Gürcü tiyatrosunun ve Gürcü okulunun yükselişini ve gerçekten ulusal niteliğini belirlemişti. Altmışların adamlarınca düzenlenen ve tanıtılan ilkeler, sonraki dönemdeki Gürcü yazını ve gazeteciliğine temel oluşturdu. Çokyönlü gelenekleri, yaratıcı bir şekilde, Sovyet yazını tarafından da emilmiş bulunuyor. 8-On dokuzuncu Yüzyılın Seksenlerinde Gürcü Yazını Geç yetmişlerde, Gürcü eleştirel gerçekçiliğinin temsilcileri arasında bir yazarlar çevresi (Ant. Purtseladze, N. Lomuri, S. Mgaloblişvili, İ. Davitaşvili, E. Gabaşvili ve ötekiler) çıktı, ki bunların Halkçı hareket üzerinde biraz etkileri oldu. Yazınsal çalışmada, bu okulun yazarları, kendilerini, neredeyse tamamen, kır yaşamının ve köylülerin yaşamının bir temsiliyle kısıtladılar. Düzeltim sonrası kırın günlük yaşamının süssüz resimlerini çizdiler, ama buna karşın, Gürcü kamu düşüncesinin doğasını ve yönelimini belirleyen ulusal kurtuluş hareketi, görüş alanlarının dışında kaldı. Halkçı yazarlar, kendi yazınsal süreli yayınlarını (“İmedi” dergisi) çıkardılar, ve siyasal yazıncı ve yazınsal eleştirmen olan kendi kuramcılarına sahiplerdi. Bununla birlikte, herhangi bir güçlü yönelim oluşturmayı başaramadılar. Doğru; Gürcü eleştirel gerçekçiliğini bazı yeni demlerle karşılaştırdılar, ama hiçbiri, büyük bir sanatçı olmaya yükselmedi ya da geniş bir sanatsal tuval yaratmadılar. Dikkatlerini ülkenin toplumsal yaşamına odaklamalarıyla, kuşkusuz, biraz öneme sahiplerdi, yine de izleklerin aşırı kıtlığı ve basmakalıp simgesel araçlar, Halkçı yazarların yazınsal çalışmasını tekdüzeleştirdi. Eşit oranda dar olan, halk yapıtlarının etkinlik alanıydı. Bu nedenle, Gürcü yazını tarihinde, altmışların adamlarıyla karşılaştırıldıklarında, çok gösterişsiz bir konum işgal etmişlerdir. Halkçılar’ın altmışların yazınsal geleneğini tek taraflı görüşleri ve yetersizce anlamışlıkları, Gürcü yazını için biraz tehdit yaratmıştı; ama hemen hemen aynı zamanda, yazında, Dağ Okulu diye adlandırılan okulun temsilcileri ortaya çıktı: Aleksandr Kazbegi (1848-1893), Vaca-Pşavela (1860-1915), Baçana (1866-1927), Tedo Razikaşvili (1869-1922), ki bunlar altmışların adamlarının hakiki ardıllarıydı. Dağ Okulu’nun yazarlarının, devrelerine uygun olarak, toplumsal sorunlara yetersiz ve kıt bir ışık tutmuş oldukları doğrudur, yine de ulusal kurtuluş mücadelesinin çıkarlarının sonucu olarak ulusal motifi, büyük sanatsal güçle temsil etmişlerdir. Bir Gürcü yöresindeki, Hevi’deki yaşamı örnekleme yoluyla, Aleksandr Kazbegi, Gürcü halkı resmetti ve onların ruhsal ve ahlaksal değerlerini gösterdi. Belirgin düzyazı yapıtlarında (“Elguca”, “Hevisberi Goça”, “Papaz”, “Ana/baba Kıyımı”, “Eliso”, “Serseri” vö. ), yazar, kanaatine göre, sömürgeci kıyım ve anamalcı ilişkilerce halkın duyguları ve ahlakı üstünde uygulanan olumsuz etkiyi vurgular. A. Kazbegi, insanın üstün ahlaksal niteliklerine övgüler düzer. Kanaatince, ulusal bağımsızlığın yitirilişi ve kenter etiğinin bulaşması, Gürcü halkın doğal nitelikleri olan dürüstlük ve açık yürekliliği paramparça etti; böylece, öbür şeylerin yanında, uzakta,
Gürcistan’ın en güzel yerinde yaşam süren dağ oymaklarının yaşamını ve davranışını belirleyen yazılı olmayan yasayı bozdu. Bu yasa, şöyledir: birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için. Dağlılar arasında, kendini yüzyıllık yasaya bağlı saymaz türden insanlar türedi; dağların, kendi yörelerinin özgürlüğünü savunmak, halkının ahlaksal soyluluğunu korumak ve yeniden sağlamak için, kendi yoldan çıkmış çocuklarını kesmeye hazır, gerçek vatanseverlerinde büyük kedere yol açan bir durum. Bu önemli ve karmaşık toplumsal görüngü, Al. Kazbegi tarafından, kişiliklerinin coşumcu ve aşk dolu serüvenleri arkatasarına karşı resmedilir. Bu yüzden, huzurumuzda, ilk bakışta yıllanmış aşk izleğiyle büyülenen bir yazar olarak görünür. Kazbegi, bunun yanında, usta bir manzara çizeridir. Yine de, Doğa’yı kendi olarak resmetmez, yalnızca O’nun yüceliğini göstermek için böyle yapmaz, ama Doğa’nın ilk çocuğu insanı, çırılçıplak ortaya sermek içindir. Bu romancı tarafından çizilen kişilikler kimi zaman benzerdir, yine yetenekli sanatçı, okur üzerinde güçlü duygusal izlenimler bırakmakta öyle değişmezcesine başarılı olur ki ideolojik ve sanatsal niyetini itaat ederce izler, kişilikleriyle acı çeker, düşünceleri ve duygu durumlarıyla duygudaş olur, onları en yakın akrabamız sayarken, olumsuz kişilikler, nefretimizin bir nesnesi olur. Duygusal güçte yine de daha etkileyici olan, Vaca-Pşavela’nın yapıtı, şairin bol yeteneğinin öz-dışavurumudur. Şairin esin perisinin nerede daha çok teklemiyor olduğunu söylemek güçtür: lirik şiirde, destansıda, dramda, siyasal yazında, ya da eleştiride. Vaca-Pşavela’nın dünya görüşü ve sanatsal dünyası, kişisel ve toplumsal, ulusal ve tüm insanlara özgüyü biraraya getirir ve özgün bir şekilde birleştirir. Büyük bir sanatçı olarak, etkileyiciliklerinde eşsiz olan şiirsel imgeler yaratır. En derin felsefel düşünceleri, hayret verici bir kolaylıkla, saydam sanatsal imgeler içinde ete kemiğe büründürebiliyormuş gibi görünür. Tümcelerinin herbiri, bizi düşünmeye iterken, şiiri, insanı, okuru etkisi altına alan, çok sayıda ırmak ayağıyla beslenen çalkantılı bir düşünce akımının zihnine sokar. Doğa ve insan, kişilik ve toplum, insansoyunun yazgısı –bunlar, Vaca-Pşavela’nın sürekli olarak düşündüğü sorunlardır. Vaca-Pşavela, bir doğa şairi olarak rakipsizdir. Doğa’yı tüm yönleriyle görür ve üstelik, tutumunu, olağandışı özgün demler ve imgeler yardımıyla dışavurma yetisindedir. Doğa, güzelliği, türlütürlülüğü ve şaşkınlığa düşürücü uyumuyla, şairi büyüler. Bu uçsuz bucaksız dünya, bir tansıklar bolluğu havuzudur: sırasıyla iyi kalpli ve kötüdür. Bununla birlikte, bu karşıtlıklar, kesin bir düzenliliğin ve herşeyin kesin amaçlara tabi olduğu bir dünyaya özgü tansıksı uyumun çerçevesiyle kısıtlıdır. Daha önce belirtildiği gibi, şair, insan ve Doğa ilişkisiyle, her defasında daha ilgilidir. İlişkileri, bir oğulun anası için aziz tuttuğu sevgiyi andırır. Gereklilik, insanı, doğaya boyun eğdirmek zorunda bırakır, çünkü insan, geçimini sağlamalıdır, şairi engin bir şekilde inciten bir durum (“Yılanyiyen”). Vaca-Pşavela, toplumu, yani bir insan kütlesini, Doğa’daki en büyük güç olarak görür; herşey ve herkes onun istencine boyun eğer. Bununla birlikte, şair, bir bireyin değeri ve özgürlüğü
önünde başını eğer. Toplumun bile üstüne çıkan, böylece O’nun önüne görüş açısı manzaraları açan, güçlü ruhları ve yılmaz istençleriyle belirgin insanlara hayranlık duyar (“Evsahibi ve Misafir”, “Aluda Ketelauri”). Şair, insanın güzellik ve iyilik için sevgisiyle tutsak olur. Ama halkı ve kendi ülkesini, hepsinin en iyisi ve en güzeli olarak görür. Kendi ülkesinin ve halkının zorunlu olduğu yerde, başka herşey, arkatasara itilir. Böyle bir zamanda, seçenek yoktur; insanın yaşamını feda etmesi ve bu şekilde yaşamı yüceltmesi, insanın kutsal görevidir, ki ancak soylu toplumsal ülkülerin gerçekleşmesine çabaladığında büyük ve güzeldir (“Bahtrioni”, “Gogotur ve Apşina”). Yüceltilmiş insancıllık, derin insan ahlakı, zengin ve güçlü doğa –bunlar, şairin, insanda taptığı niteliklerdir; ve yapıtlarında böyle insanlar güzellikçe ve gizemce bol Doğa tarafından çevrelenirler. İnce bir psikolog ve felsefel sanatçı, Vaca-Pşavela, eşi görülmemiş duygusal güçle, -çeşitli ulusların temsilcisi- insanlar için iyi kalplilik ve sevgi öğütlemiştir. Vaca-Pşavela’nın şiirsel okulu, yerli yazın tarihinde yetenekli bir lirik şair (Baçana) ününü ve yetenekli bir çocuk yazını yazarı (Tedo Razikaşvili) ününü kazanmış olan kardeşleri Niko (Baçana) ve Tedo Razikaşvili’yi kapsıyordu 9-On dokuzuncu Yüzyılın Doksanlarında Gürcü Yazını Doksanlar, Gürcü halk yaşamında, sanayi kenterlerinin gelişimi ve sağlamlaşmasıyla belirgindi. Tarihsel gelişimin düzenliliğince konulmuş yeni ve önemli işlerle karşılaşan işçi sınıfının ilk devrimci eyleminin zamanıydı. Toplumsal ve ekonomik alanda gerçekleşen devresel değişimler, yazını da kapsayan kamu düşüncesinde yanılmaz bir şekilde ifadesini buldu. Doksanların Gürcü siyasal yazını, Marksçılığın bilinçli propagandasının kuruluşuna ve onun toplumsal ve siyasal görüngülere uygulanmasına tanık oldu. O yıllarda, üyeleri ülkedeki toplumsal ve siyasal duruma yeni bir ışık tutan ve çalışan sınıfı, büyük tarihsi göreviyle başa çıkabilmesini sağlaması için kıpırdatmaya başlayan Marksçı bir öbek oluşturuldu. Bu dönemin Gürcü yazınının en parlak kişiliklerinden biri, yeni devrenin istemleriyle uyum içinde Gürcü eleştirel gerçekçiliği geleneğini sürdüren ve Toplumsalcı (Sosyalist) gerçekçiliğe yol açan Egnate Ninoşvili’dir (1859-1894). Kısa öykülerinde (“Gogya Uişvili”, “Yazman Musa”, “Simona”, “Ülkemizin Şövalyesi”, “Kristine”, “Palyastomi Gölü”, “Gurya’da Ayaklanma”, “Öğretim”, “Garip Bir Hastalık”, v.ö.), Egnate Ninoşvili, gerçek renklerle, topraksız köylülük düzeninin yıkılışının ardından kır yaşamını, ve başka şeyler arasında, sınıf mücadelesinin kızışmasını, nedenlerini ve doğasını anlatır. Yazarın öykülerinin kişilikleri, en çok, haksızlığa uğramış, ezilmiş köylülerdir; sabırları taşar, ve ortakçı ve devrimci mücadelenin gerekliliğinin ayırdına varmış olsalar da, yine de, dayanılmaz toplumsal ve sömürgesel kıyıma karşı, kendiliğinden ve bireysel olarak keskin bir karşıduruş gösterirler. E. Ninoşvili’nin çalışması, Gürcü halkının devrimci birliğinde ve öz-bilincin büyümesinde engin bir rol oynamıştır. Yazarın, çalışan sınıfın yaşamının derin bir kavrayışını elde etmeye ve büyük geleceğini önceden görmeye çok kısa bir zamanı olmuş olsa da, yine de, yoksullaştırılmış köylülerin ateşli bir savunucusu olarak, devrimci düzeltimlerin kaçınılmazlığına mantıksal olarak varmış olacaktı. Ne de Lalyoni (A. Manulaşvili), çalışan sınıfın yaşamını ve geleceğini betimler. “Hırsız
Davladze” öyküsü, yükselen devrimci duyguları yansıtır, ama eylem, yine kırda açılır. İrodyon Evdoşvili, Gürcü yazınında, çalışan sınıfın ilk şairidir. Yazınsal yaşamının başlangıcı, binsekizyüzdoksanlara kadar gider, ama yalnızca yirminci yüzyılın açılışında, şairin yeteneği, çiçeklenişinin doruğuna ulaşır. Aynısı, David Kldiaşvili ve Şio Aragvispireli gibi düzyazının yetenekli yazarları için de geçerlidir. 10-Yirminci Yüzyıl Gürcü Yazını (Ekim Devrimi’ne doğru) Yirminci yüzyılın dönüşüyle, hem altmışların göze çarpan adamları hem de yazınsal yaşamlarına binsekizyüzseksenlerde ve doksanlarda başlamış olan yazarlar, güç ve ün kazanmıştı. Aynı zamanda Gürcü yazını, artan sayıda yazın adamıyla hatırı sayılır ölçüde pekiştirilmişti. Yirminci yüzyılın dönüşüyle, hem altmışların göze çarpan adamları hem de yazınsal yaşamlarına binsekizyüzseksenlerde ve doksanlarda başlamış olan yazarlar, güç ve ün kazanmıştı. Aynı zamanda Gürcü yazını, artan sayıda yazın adamıyla hatırı sayılır ölçüde pekiştirilmişti. Yirminci yüzyılın ilk yılları, Rusya’nın ve Gürcistan’ın yaşamında hatırı sayılır önemde olaylarla belirgindi. 1905 devrimini hazırlayarak kendini gösteren devrimci durumun derinleşmesi, yazını, tamamıyla yeni sorunlarla karşı karşıya bıraktı. Devrime inanç, onu ulusal kurtuluşun bir kaynağı olarak gören Gürcü yazın adamlarını esinledi. Hemen hemen tüm kuşaklardan yazarların, devrimi, savaşçı coşku ve engin bir neşeyle selamlaması, bunun içindir. Bu noktada özellikle anılmaya değer olan, sanki, eski kuşaktan Akaki Tsereteli ve yeni kuşaktan İrodyon Evdoşvili’dir. İrodyon Evdoşvili (1873-1916), yazınsal saflara, çalışan sınıfın çıkarlarını savunma arzusuyla esinlenmiş olarak katıldı. Sınıf mücadelesi, şiirinin esas notasını oluşturdu. Şair, kenter ilişkilerin halk karşıtı doğasının keskin bir şekilde bilincindeydi ve çalışan sınıfın dayanılmaz yaşam koşullarını ve çoğunluğun bir azınlık tarafından sömürülmesinin zararlı sonuçlarını açıkça algıladı. Özdeksel gönenci üreten işçi, hiç bir zaman zengin olmazken, anamalcı asalakların zengin olduğu, şairin sağlam inancıdır; yoksulluk, çok sayıda insanı köyden kente sürmüştü ki kentin, onlar için kötücül bir üvey anadan başka bir şey olmadığı ortadaydı. İ. Evdoşvili, olayların salt kaydedilmesinden hiç bir zaman hoşnut olmadı. Mücadelenin toplumsal adaletsizliğe tek başına son vereceğini savundu ve halkı savaşmaya çağırdı. 1905’in ateşli günlerinde, şair ve halk savunmanı İ. Evdoşvili, işçilerle omuz omuza yürüdü ve onları, özgürlük için savaşmaya esinledi. Devrimciler, Evdoşvili’nin şiirlerini ezberliyor ve söylüyorlardı. İ. Evdoşvili, Gürcü yazarlara, sanatlarını işçi sınıfının hizmetinde konuşlandırma gereksinimini getirdi (“İşçi ve Esin Perisi”). Gericiliğin şiddeti sırasında hüküm süren keder ve ümitsizliğin, kavgacı şairin sesini bile düşünce ayrılığına boyamış olmasına karşın, yine de, iyilik için seçmiş olduğu yoldan sapmadı. Lirik şiir, İ. Evdoşvili’nin yazınsal çalışmasının büyük bir bölümünü oluşturur. Ama siyasal düşünürlerce uyandırılmış, esinlenmiş düzyazı kurgunun yazarı olarak da dikkat toplar. Yani, devrimci düşünceler için uygun sanatsal biçimler bulmakta başarılı olmuştur ve Gürcü gökçe yazınında devrimci ve demokrat motiflere yeni bir ışık tutarak ve Toplumsalcı gerçekçiliğin sağlamlaşmasını sağlayarak olumlu bir rol oynamış olan kendi şairler okulunu da (G. Çhikvadze, V. Ruhadze, G. Kuçişvili v.ö.) yaratmıştır.
Devrimin fırtınalı günleri ve vahşi gericiliğin felaketli zamanları, Çola Lomtatidze’yi, yetenekli bir düzyazı yazarı (1878-1905) ve ilginç bir sanatçıyı ortaya çıkarmıştı. Yapıtları, ustaca bir şekilde ve yüksek sanatsal biçimlerde, hem devrimin ayaklanmasından kaynaklanan büyük neşe hem de yenilgisini izleyen misillemelerden kaynaklanan karışıklığı yansıtır. Ç. Lomtatidze, yeni devrenin insanlarını ve zor yazgılarını, büyük psikolojik kavrayışla resmeder. Kendisi de birden çok kez işkence görmüş bir devrimci olarak, Ç. Lomtatidze, okuru, hapsedilmiş devrimci savaşçıların duyguları ve üzgüleriyle tanıştırdı. Yaşam ve ölüm sorununu psikolojik olarak işlemeye çalıştığı kısa öyküleri, okurda, derin ve silinmez bir etki bırakır. Temel bir amaç, insan yaşamının özü üzerine düşünme amacını izlerler. Lirik düzyazı, yazara, kişiliklerine kendi düşüncelerini ve duygularını üflemek için daha büyük olanaklar sundu. Ç. Lomtatidze, bir yazar ve devrimci, gericiliğin hastalıklı etkisinden kaçamadı, ama bir savaşçı ve coşumcu olarak konumunu bırakmadı ve özgürlük ve eşitlik ülkülerine sadık kaldı. Sözkonusu devredeki Gürcü yazınının en parlak kişilikleri, adları Gürcü düzyazısının gelişiminde yeni bir evre açacak olan, David Kldiaşvili (1862-1931) ve Şio Aragvispireli (18671926)’dir. Aynı zamanda binsekizyüzaltmışların yazınsal geleneklerinin özgün sürdürücüleriydiler, böylece devrim öncesi Gürcü kurgusunda çökmüş yönelimlere yolu kapatıyorlardı. Düzyazı ve dram yapıtlarında, David Kldiaşvili, büyük sanatsallıkla, yoksullaşmış Gürcü orta tabakasının yaşamını ve genel olarak devrim öncesi kırı resmeder. Bir sanatçı olarak, özgül kişilikler ve nükteli anlatılar yaratmada fevkalade iyidir. Kişiliklerinin hatırlanması, okurun dudaklarına değişmez olarak bir gülümseme getirir. Alışıldık yaşam çerçevelerinden, yeni ekonomik yaşamca itilmiş olan insanların imrenilmeyecek yazgısı, yazar tarafından, büyük canlılık ve ince nükte ile gösterildi. Anlatılarında doğru ölçüyü tutturmakta bir kez bile başarısız olmaz, ne de bir noktayı uzatır ya da umulmayan bir durum yaratır. Hikayenin ya da yaşamın kişiliklerince üretilen tüm durum, okuyucuyu kahkahaya boğdurur. Orta tabakanın yaşamıyla dalga geçişiyle eşzamanlı olarak D. Kldiaşvili, okuru, zahmetli köylülüğün neşesiz varlığıyla, onun geç kavrayışı ve bilgisizliğiyle tanıştırır. Yazar, devrimden sonra da, yeni yaşama olan ilgisine ve onu içten bir şekilde kabullenişine tanıklık eden birtakım yapıtlar yarattı. Şio Aragvispireli, tamamıyla farklı türden bir yazardır. Kişiliğinde, büyük yaratımsal özgünlükte bir insan, Gürcü düzyazı ustalarının saflarına katıldı. Yetenekli bir kısa öykü yazarı ve psikolojik düzyazının bir büyük ustası olarak, Ş. Aragvispireli, haklı olarak, Gürcü Maupassant olarak adlandırıldı. Ş. Aragvispireli, kenter gerçekliğin etkisi altında insanın iç yaşamında şekillenen değişimleri, psikolojik bir bakış açısından göstermeyi kendine amaç edindi. Toplumsal ve ulusal motifleri işleyerek, yazar, altmışların adamlarının geleneklerini sürdürür, ama, herşeyin üstünde, çağdaş toplumun duygusal varlığı ve psikolojik duygularıyla yönlendirilmektedir. Aynısı, aşk izleğine ilişkin iyilik için de geçerlidir. Evren kadar eski olan ve Gürcü gökçe yazınında defalarca resmedilmiş bu izlek, Ş. Aragvispireli tarafından yeni bir şekilde yorumlanır. Güçlü aşk duygusu da, devrenin genel niteliğinin etkisini taşır ve herkesçe aziz tutulmasının nedeni
olan yüksek değerini az sıklıkta olmaz bir şekilde yitirir. Toplumsal ve ulusal kıyımın karşısında bir savaşçı olarak, insanın ruhsal yoksullaşmasının tümden açığa çıkışını korkunç bir felaket olarak gördü. İnsan zihniyeti üzerinde büyük bir iz bırakan o toplumsal ve siyasal çevrenin kuvvetli bir muhalifidir. Büyük Gürcü düzyazı yazarı Vasili Barnov’un (1857-1934) amacı, halk yaşamının psikolojik ve felsefel yönünü temsil etmektir. Bu amacı güvence altına almak için, en özgün yolu seçer: romanlarının ve kısa öykülerinin konusu, en çok eski Gürcistan’dan ve o uzak günlerin Gürcüler’inden oluşur. Geçmişten, bile bile, ülküsel çevreler ve kişilikler seçer; bu yüzden, V. Barnov, huzurumuzda, Coşumcular’ın geleneğinin bir tür geç kalmış ardılı olarak görünür. Bununla birlikte, tarihsel bir yazar olarak, gerçekçi bir duruş alır. Zamanının toplumsal yaşamını, kusurlarından arındırmaya ve onun mükemmelliğine katkıda bulunmaya çabalar. Bu yazar, iyinin, güzelin ve doğruluğun bir savunmacısıdır; psikolojik ve felsefel çözümleme ve ulu ahlakın yayılması aracılığıyla, kabul edemeyeceği gerçekliğe karşı koymaya çalışır. Çalışmasını çağdaşlarına çekici kılan, bu özelliktir. Gürcü kurgusu, Ekim devriminden hemen önceki karmaşık durumda bile eleştirel gerçekçilik geleneklerini korumak ve daha da geliştirmekte başarılı oldu. Bununla birlikte, gericilik döneminde, “Paskunci” dergisine (1908-1909) katkıda bulunan bir çökmüş simgeci okulun ortaya çıkmışlığı belirtilmelidir. Bu dergi, S. Şanşiaşvili tarafından çevrilmiş olan Edgar Poe’nun “Kara Kuzgun”unu ve simgeci şairlerin kimi diğer çevirilerini yayınladı. Simgeciliğe övgüler düzen Gürcü şairlerin özgün şiirlerini ve bildirilerini de sunduğunu söylemeye gerek yok. Simgeci okulun temsilcileri, 1916’da aynı isimde bir derginin yayınına başlayan, “Mavi Boynuzlar” ismiyle bilinen bir öbek kurdular. Bu öbeğin üyeleri (P. Yaşvili, T. Tabidze, K. Nadiradze, V. Gaprindaşvili ve ötekiler) Gürcü nazmında kökten bir yenileme için çabaladılar ve klasik geleneklere karşı bir tür savaş ilan ettiler. “Mavi Boynuzlar”dan sonra, simgeci yönelimin yazarları, içinde, T. Tabidze, V. Gaprindaşvili, P. Yaşvili, S. Tsikeridze, S. Kldiaşvili, C. Leonidze ve başkalarının şiirlerini ve makalelerini sunan “Meotsnebe Neamorebi” (1918-1923) dergisinin basımına başladılar. Böylece, gericilik döneminde Gürcü yazınında çıkmış olan çökmüş simgeci duygular, Menşevik yönetimi yıllarında, güç ve alan kazandı, durumun doğal olarak, kendine özgü toplumsal nedenleri vardı. Ne de devrim öncesi Gürcü yazınının saflarına, okurun, en erken yazınsal çabalarıyla dikkatini çeken, çiçeklenen yeteneklerce katılındığı gerçeğini gözden kaçırabiliriz. Sayım, ilk olarak, N. Lordkipanidze, İ. Grişaşvili, A. Abaşeli’yi kapsamalıdır. Çoğu, Çökmüş etkiye yenilmemişti ve Gürcistan’da Sovyet gücünün kurulmasına hazırlıksız yakalanmadılar. Hem eski kuşak yazarların hem de yeni yaşamın ilgilerine kendilerini adamış olan simgeci okulun temsilcilerinin, onlarla yanyana olduğu da belirgindir. 11- GÜRCÜ SOVYET EDEBİYATI Gürcistan’da Sovyet gücünün kuruluşu, ulusal ekinin ve yazının engelsiz gelişimi ve güçlü yükselişine yolaçan fevkalede tarihsel önemde bir olaydır. Tamamıyla yeni toplumsal ve tarihsel durum; insanların yaratıcı yeteneğinin benzeri görülmemiş bir çiçeklenmesine neden oldu. Ve Sovyet gücünün ilk yıllarında, Gürcü yazınının çelişkilerle dolu bir yolaktan geçmesinin ve kendisine yabancı yazınsal etkilerin ve anlayışların üstesinden gelmesinin gerekmesine karşın, Toplumsalcı gerçekçiliğin ilkelerini geliştirme ve düzenleme yönünde yeterince güçlü olduğu ortaya çıktı.
Toplumsalcı sanat mücadelesinde, Gürcü yazarları ve şairleri, her zaman ulusal, derinden vatansever, insansı ve demokrat olan Gürcü yazınının geleneklerinden yararlanmışlardır. Toplumsalcı gerçekçiliğin ilkeleri, yirminci yüzyılın açılışı gibi erken bir zamanda Gürcü yazınında kök salmaya başladı. İleri düşünceli Gürcü yazın adamları, işçi sınıfı ve onun büyük tarihsi görevinin gerçellenmesi mücadelesinde çıkarlarını koruyan partisiyle yanyana yürüdü. Gürcü yazarların, Ekim devrimiyle karşılaştıklarında ve özelde, Gürcistan’da Sovyet gücünün kurulmasında eyleme hazır olmaları bundandır. Gürcü yazınında Toplumsalcı gerçekçiliğin ilkelerinin sağlamlaşması, ilerlemeci Rus yazarlarıyla güçlü bağlarla daha da ilerletildi. Toplumsalcı gerçekçiliğin kurucusu Maksim Gorki, ilk yapıtını Gürcistan’da bastırdı; yaşamı ve çalışması, Gürcü yazınsal sanatçılarıyla değişmez bir şekilde bağlıydı. Benzer bir doğrudan bağlantı, Gürcistan’ı ve aydınlarını, Gürcistan’da doğmuş ve büyümüş olan, bu ülkede geçirmiş olduğu yılların sıcak hatıralarını her zaman aziz tutmuş, Sovyet yazınının bir başka büyük klasiği Vladimir Mayakovski’yle birleştirdi. Gürcü Sovyet yazınına tamamıyla yeni ve geniş manzaralar açıldı. Şimdi, sanatsal biçiminde, özünde yeni bir gerçekliği, yeni bir yaşamı ve onun yaratıcısı Sovyet insanını temsil etmeliydi. Toplumsalcı gerçekçiliğin ilkelerine dayanarak, Gürcü Sovyet yazını, ulusal kökler, devrimci insancıllık ve Komünist Parti ruhundan, anamalcılığın ve devrimci coşumculuğun kalıntılarına karşı uzlaşmaz bir tutumdan yararlanmıştır; yaşamın özgül yanlarını resmetme ve o yaşamın doğruluğunu algılama yeteneğini göstermiştir. Kendilerine yaratıcı çalışma için tüm kolaylıklar sağlanan yeni yazar kuşakları, yazınsal arayışlara girişmişlerdir. Gürcü Sovyet yazını, yeni Sovyet insanındaki ulu ruhsal ve ahlaksal nitelikleri düzeltmek davasında, gerçekten dev bir güç olmuştur. Hem devrim öncesi hem de sonraki kuşakların temsilcileri, Gürcü Sovyet yazınının gelişiminde büyük bir rol oynamışlardır. Galaktion Tabidze (1892-1959), Niko Lordkipanidze (1880-1944), Mihail Cavahişvili (1880-1937), Corci Leonidze (1896-1966), Leo Kiaçeli (18841955), Yosif Grişaşvili (1889-1963), Simon Çikovani (1902-1967), Şalva Dadyani (18751959), Konstantine Gamsahurdya (d. 1891) ve öteki yazarların adları, Gürcü Sovyet yazınının sağlamlaşma ve gelişim tarihine geçmiştir. Gürcistan’ın bir şairler ülkesi olarak adlandırılması rastlantı değildir. Çok sayıda yetenekli şair yanında, bu, rakipsiz revaçta şiir haznesiyle de desteklenir. Bir Gürcü yazını tarihi öğrencisi, yirminci yüzyıldan beri, şiirin onda, anahtar bir konumu işgal ettiğini not almadan edemez. Bu, Rustaveli’nin yetkesince daha az ölçüde desteklenmiş değildir; bununla birlikte, başlıca neden, herhalde, Gürcü kişiliğinin, huyunun, kendine özgülüğünde ve Gürcü halkının tarihsel yanlarında aranmalıdır. Uzun ve en ilginç bir yolak, Gürcü lirik şiirinin güzelliği ve debdebesi, Ekim devriminin tarihsi günlerini candan karşılayan ve nazmında, insanlık tarihinde yeni bir devrenin başlayışını söyleyen Galaktion Tabidze tarafından geçilmiştir. Şairin, çökmüş ve simgesel yönelimlerin yazınsal inançlarını reddetme ve Sovyet gerçekçiliğinin gerçek ve içten bir şairi olmaya başlaması süreci, uzun sürmedi. İnce zevkli bir şair, ahenk ustası olarak, G. Tabidze, halkının düşüncelerini ve umutlarını ve onun bükülmez yiğitliğini en özgün bir şekilde yansıtmıştır. G. Tabidze’nin şiirinde, okur, tarihsi Ekim günlerinde, özgürlük aşığı, zahmet içindeki halkı kavrayan duygusal heyecanın bilincine varır; yeni bir yaşamın kuruluşu sırasında Sovyet halkı için esin kaynağı olan yüce devrimci romansın da bilincindedir (“John Reed”, “Devre”, “Dünya Orkestrası”, “Edilgencilik”, “Devrimci Gürcistan”). G. Tabidze, yalnızca, yeni devrenin fikirleriyle cesaretlenmiş halkın düşüncelerini ve umutlarını değil, halkın, başarılarını savunmadaki öfke ve özgecilliğini de yeniden üretti. G. Tabidze’nin ateşli şiirsel dehası, Alman faşist istilacılara karşı, Büyük Vatansever Savaş cephesinde kahramanca savaşan vatansever askerlere cesaret aşıladı (“Anavatanım”,
“Anavatan”, “İhanet Etmeyeceğim Sana”). Lirik bir şair olarak G. Tabidze, insanın iç yaşamına ve psikolojik duygularına her zaman büyük ilgi göstermiştir. Şairin keskin duyuş duyusu, hışırdayan otun ve oyuncu meltemin gizlerini kavrar. Zifiri karanlık bir gece, bir karasevdası ay, bir özgür rüzgar, ve suskun gömütlük, O’nda çoğunlukla, derin düşünce ve geniş genellemeler esinler (“Gece ve Kendim”, “Mtatsminda Üzerindeki Ay”, “Gömüt Kazıcı”, “Kar”, “Mary”, “Onüçündesin”, “Yolunda”, “Rüzgar”). G. Tabidze’nin şiiri, duygusal güce sahiptir, olağanüstü olarak zengin ve çokyönlüdür. G. Tabidze, şiirsel biçemin büyük bir ustasıdır. Şaşkınlığa düşürücü ölçüde, özgür ve özgün nazmın simgesel araçları, tartımsalları ve ahenksellerinin hakimiyetine sahiptir. G. Tabidze’nin söz dağarcığı, ölçüsü, tartımı ve uyağı, tümü, büyük şair tarafından izlenen şiirsel amaca tabidir. G. Tabidze’nin yapıtları, yeni şiirsel biçimler ve izleklerle, klasik nazmın ölçü, tartımsal ve söz dağarcığının özgün ilişkisiyle belirgindir; şair, kesin içerik için karmaşık, sanatsal bir yapı yaratır. Şiirsel yapıtları, okuru, güçlü düşüncesi ve dışavurum biçimiyle aşırı düzeyde şaşkınlığa düşürür. Çarpıcı bir şekilde ahenkli olan ve kulağa hoş gelen Tabidze’nin nazmı, Gürcü Sovyet şiirinin büyük başarılarından biridir. G. Tabidze, Gürcü şiirinin ölçü düzeyini her defasında daha da yükseltti. Hem geniş okura ve şair kitlelerinehem de genel olarak tüm yazınsal sürece büyük bir etkide bulunması, bu yüzdendir. Tamamıyla farklı bir biçim ve özgün sanatsal görüş, yazınsal yaşamını G. Tabidze’yle aynı zamanda başlatan iyi bilinen Gürcü şairi İ. Grişaşvili’nin özelliğidir. Erken dönem şiirlerinde İ. Grişaşvili, yıllanmış aşk izleğini işler ve şairin kalbine yakın duran eski Tiflis’i söyler. Aşk sözleri, Gürcü şiirinde, Besiki’nin ve A. Çavçavadze’nin zamanından beri, daha adanmış bir savunucuya sahip olmamıştır; eski Tiflis’in resimlerini çizişinde ise, İ. Grişaşvili, G. Orbelyani’yle aynı düzeydedir. Bununla birlikte, özel sanatsal ilgilerine karşın, şair, yeni yaşam biçiminin gereklerinin çok önce bilincindeydi. Çalışması, açık kalpli ve yüksek düzeyde sanatsal bir biçimde, geçen yarım yüzyılda Sovyet halkınca geçilmiş şanlı yolu tasvir eder. Özel bir güçle, şairin liri, Büyük Vatansever Savaş yıllarında çalındı. Savaşçı coşkuyla dolu, en iyi şiirleri, geniş okur kitleleri arasında, yaygın revaçtalık kazandı. İ. Grişaşvili’nin nazmı, haklı olarak, yalnızca O’na özgü ve özgül sayılabilecek yansılanamaz bir biçim ve kulağa hoşgelirliğe sahiptir. Gürcü Sovyet şiirinin gelişimine engin bir katkı ve onun biçimlerinin işlenmesi, yazınsal yaşamı Ekim devriminden önce başlamış olan Corci Leonidze tarafından yapılmıştır. C. Leonidze’nin yazınsal utkusu, şairin, Gürcü halkın kahraman geçmişini, şimdiki mutlu halini ve yine de daha parlak geleceğini derinden anlayışına dayalıdır. Yazınsal çalışmasında, büyük sanatsal yeteneğini Gürcü halk şiirinin zengin geleneğiyle, ustaca bir şekilde biraraya getirir. Lirik şiiri, hem eski hem yeni Gürcistan’ın ruhsal ihtişamını yansıtan konuların uyumlu bir harmanlanışını gösterir. C. Leonidze, aynı zamanda, salt ulusal ülkülerin ve tüm insanlığa ortak olanların sanatsal bir genellemesini yaratmakta başarılı olur. Bu izleklerle eş düzeyde, C. Leonidze’nin şiiri, şairin güçlü, sözene (hatip) yaraşır sesini yankılar, yorulmaz bir erke ve ateşli, içedönük bir coşkuyla ağzına kadar doludur. Bununla birlikte, sanatsal imgelerini süslemekten geri durmaz. Hafif lirik denilen şiirleri, büyük sıcaklık ve zariflikle geçişmiştir. Hiç bir şairin, lirini, seçtiği konuya, bu kadar kolay uyduramadığı iddia edilebilir. Fakat buna karşın, C. Leonidze’nin canlı şiirsel kişiliğini hiç bir zaman anmadan geçemeyiz. Lirik minyatürleri yanında, büyük destansılar da yaratmıştır. Şiirleri (“Çocukluk ve Ergenlik”, “Portohala”, “Berşule”, v.ö.), Sovyet destansı yazınının en değerli parçaları arasındadır. Büyük bir vatansever ve parlak geleceğin bir şairi olarak C. Leonidze, yazınsal çalışmasında, kendi ülkesini, geçmişini ve şimdiki halini, Gürcü halkının ulu ruhsal niteliklerini,
gerçek insan duygularını ve duyuşlarını överek, en canlı şekilde göstermiştir. Genç şairler arasında birçok izleyicisinin olması, bunun içindir. Geçen elli yılda Gürcü Sovyet şiiri haznesine öyle büyük başarılar eklenmiş bulunuyor ki kısaca başarıların anlatmak ve üstüne üstlük başarılarını resmetmek zordur. Ama Gürcü Sovyet şiirinin ilerlemesinin, yaşamın kendisi ve bir çok şair kuşaklarının verimli çalışmasıyla ortaya çıkmış olduğu vurgulanmalıdır. Gürcü Sovyet şiirinin gelişmiş olduğu yolakların izi sürülürse, insan, yazınsal yaşamları devrimden önce başlamış olan S. Euli, N. Zomleteli, İ. Vakeli, G. Kuçişvili, ve öteki şairlerin payını anmaktan geri duramaz. Sovyet gücünün ilk yıllarında, onun kuruluşunda çok önemli bir rol oynadılar. Bu, yazınsal çalışmaya Sovyet gücünün ilk yıllarında başlamış ve yeni yaşamın kurucularının saflarına katılmaktan geri durmamış şairler için de iyice geçerlidir. Şiire, genç canlılıklarını ve savaşan itkilerini getirdiler ve devrenin tartımını ve yeni insanın duygusal akışını keskincesine hissettiler. Bu yazarlar arasından, insan, Alyo Mirtshulava, İlo Mosaşvili, Karlo Kaladze, Corci Kaçahidze, Kale Bobohidze ve ötekiler gibi iyi bilinen Gürcü şairleri anabilir. Toplumsalcı gerçekçilik tarafında duran Gürcü şairleri saflarına, çökmüş ve simgeci duyguların etkisinden önceden kaçmış olan şairler kuşağınca çok önce katılındı. Çokyönlü yazınsal deneyimleri ve parlak şiirsel yetenekleri nedeniyle, okurların kısa zamanda sevgisini ve onlarda revaçta olmayı kazanmışlardı. Bu şair kümesinin temsilcilerinin (S. Çikovani, P. Yaşvili, T. Tabidze, K. Nadiradze, ve ötekiler) çabaları sayesinde, Gürcü Sovyet şiiri, renkte ve biçimde zenginleşmiştir. Eski kuşak Gürcü şairler saflarına, bindokuzyüzotuzlarda, şu an iyi bilinen şairlerce duraksamasız katılındı: İ. Abaşidze, Gr. Abaşidze, A. Gomyaşvili, V. Gabeskirya, G. Şatberaşvili, M. Beraşvili, D. Gaçeçiladze ve ötekiler. Çalışmaları, Toplumsalcı Gürcüstan’da olmakta olan toplumsal değişimleri tutarlı bir şekilde yansıtmıştır. Aynı zamanda ve büyük içtenlik ve sanatsallıkla, yeni insanın, yeni yaşamın bir kurucusunun değişmiş iç yaşamına ışık tutmuşlardır. Bu şair kuşağının temsilcileri, değerlerini, özellikle, Büyük Vatansever savaş sırasında, yüksek ilkeli ve derinden vatansever sanat yapıtları yaratarak gösterdiler. Gürcü Sovyet şiirinin, ulusal geleneklere bir kez olsun sadakatsiz olmadığı, anılmaya değer. Sovyet şiiri ortak haznesini, içerikte uluslararası, biçimde ulusal ve ustalıkta özgün sanat yapıtlarıyla zenginleşmiştir. Yapıtlarını, Vatansever Savaş’ın patlak vermesinden önceki yıllarda yayınlamış olan şairler kuşağı da, yazında, kendi seslerini duyurmakta ve yüksek oranda renkli şiirsel imgeler şekillendirmede başarılı olmuştur. Şiirsel olgunluklarına, Savaş sırasında ve savaş sonrası yıllarda ulaşmışlardır. Şimdi, birçoğu Gürcü şiirinde başı çeken bir güç oluşturuyor. L. Asatyani, İ. Noneşvili, R. Margyani, H. Berulava, A. Şengelya, O. Çelidze, L. Sulaberidze ve kimi başkaları, bu kuşağın en yetenekli ve önemli temsilcileri olarak saygınlık görmüşlerdir. Bu şairlerle aynı safta, sonraki kuşağın, O. Çiladze, N. Kilasonya, C. Çarkvyani, N. Gureşidze, M. Potshişvili ve ötekiler gibi yetenekli temsilcileri vardır. Şimdiki Gürcü şairlerin yazınsal çalışması, bir izlek çeşitliliği, ulu ideolojik içerik, ve yorulmak bilmez bir yeni sanatsal biçimler arayışıyla belirgindir. Şiirleri, gösterimsel araçlar farklılığıyla göze çarpar. Herbirinin şiirsel biçemi, çarpıcı bir şekilde özgündür. Nitelik olarak yenilikçi olan çağdaş Gürcü Şiiri, aynı zamanda, çokbiçimli şiirsel geleneklerle ayrılmaz bir şekilde bağlıdır ve sapmaz bir şekilde, hakiki gerçekliğin ilkelerinin tarafındadır.
Gürcü Sovyet düzyazısı, varlığının yarımyüzyıllık döneminde, yüksek bir gelişim ölçüsüne ulaşmıştır. Yirminci yüzyılın başlarında bir çöküş yaşamasına karşın (daha sonra neredeyse tamamıyla unutuluşa bırakılmış olan etkileyici destansılar yaratma uygulaması), Sovyet gücü yılları, birçok yetenekli romancı ortaya çıkardı. Gürcü Sovyet düzyazısı, Mihail Cavahişvili, Niko Lordkipanidze, Leo Kiaçeli, Konstantine Gamsahurdya, Şalva Dadyani, Konstantine Lordkipanidze, Demna Şengelaya, Sergo Kldiaşvili, Racden Gvetadze, Aleksander Kutateli, Akaki Belyaşvili, Corci Şatberaşvili, Otar Çelidze ve öteki isimlerden haklı olarak gurur duyar. Gürcü romancıların yazınsal yapıtlarında bulunan canlı imgeler, Toplumsalcılığın kurulması devresinde Gürcü halkın yaşamında yer almış olan o büyük değişimlere ayna tutar. Okuru, Gürcü halkın, yabancı ezenlere karşı kahramanca mücadelesiyle tanıştıran birtakım ilginç tarihsel romanlar da ortaya çıkmıştır. Birçok Gürcü düzyazı yazarı, Ekim devriminden önce geniş olarak biliniyordu, ama yine de, Sovyet gücü yıllarında, olgun yazınsal sanatçılara dönüştüler. Bu kuşağın yazarları arasında, Gürcü yazını tarihinde en derin izler, Niko Lordkipanidze ve Mihail Cavahişvili tarafından bırakılmıştır. N. Lordkipanidze (1880-1944), yazınsal yaşamına, yirminci yüzyılın başları kadar erken bir dönemde başlamıştı. Erken dönem minyatürlerinde, yazar, en çok, toplumsal eşitsizlik tarafından ezilen, “Yazgı” tarafından kötü davranılan halk kişiliklerini tasvir eder. Bununla birlikte, yazar, kendini, en çok psikolojik gözlemlerle kısıtlar. Ama çok önce, N. Lordkipanidze, bu hakiki işi gerçekleştirmişti; halkının zihnini meşgul eden ulusal ve toplumsal sorunlar üzerine düşünmeye başlamıştı. Daha erken dönem kısa öykülerinde (“Başörtülü Kadın”, “Aile Ocağı Yararına”, “Kahramansız Bir Ağlatı”), yazar, devrim öncesi Gürcü kırının günlük yaşamının ürkütücü resimlerini çizmişti. N. Lordkipanidze, zahmet çeken halka ne geniş manzaraların açılmakta olduğunun henüz ayırdına varmamıştı. Zamanının gerçekliğini, süslü bir geçmişle karşıtlık içinde eleştirmesi, bunun içindir (“Zor Zamanlar”, “Mahvolmuş Yuvalar”); doğru; yazara, geçmiş bile ülküsel görünmedi, ve ortaçağ Gürcistan’ının toplumsal kötülüklerini yeterli bir sertlikle ortaya serdi (“Korkunç Sahip”). Sonuç olarak, devrimi izleyerek, N. Lordkipanidze, tarihsel gelişimin ilkelerinin daha iyi anlaşılışını kolayca kazandı ve hakiki gerçekçi öyküler yarattı (“Bir Yolaktan Demiryollarına”, “Heykelyontucu”). Büyük Vatansever Savaş sırasında, yazar, Sovyet halkının güçlü, vatansever yükselişi ve Toplumsalcı Anavatan’ı kendini feda ederek savunmasından esinlendi. Ve bu, okurun saygısını kazanmış olan, N. Lordkipanidze’nin yapıtlarının kimisi (“Tutsaklıktan Dönüş”, “Yenilmez”) için konu olarak iş gördü. Niko Lordkipanidze, “ruhu resmetmek, bedeni resmetmekten daha zordur” derdi. Ama kendisi de, bu zorluktan yılmış değildi; kısa öyküleri ve kısa romanları, derin felsefel düşüncelerle yüklüdür. Yazar, o ya da bu tarihsel devreyi canlandırmak için, Gürcüce’nin çeşitli sözcüksel tabakalarını ustaca kullanır; birçok yüksek oranda renkli ayrıntıya karşın, yapıtları, özlüdür; gereksiz hiç bir şey içermezler, gerçekliğin tam temsili kesin işine tamamıyla tabidirler. N. Lordkipanidze, haklı olarak, yapıtları eksilmez ilgiyle okunan hakiki bir yazınsal sanat ustası ününü taşır. Gürcü düzyazı kurgusu, büyük yetenekli bir yazar, Mihail Cavahişvili’nin (1880-1937) yaratıcı çalışmasına büyük ölçüde borçludur. Erken dönem öyküleri 1903-1906’da basıldı, ama sonra ancak 1923 yılına kadar kesilmeyen bir “yazınsal sessizlik” dönemine girdi. Kısa bir sürede, birbiri ardına, etkileyici özgül kişiliklerle dolu olan ve kimi acil ve can alıcı sorunlara ses veren birtakım yüksek düzeyde kısa öyküler ve romanlar (“Hizani Cako”, “Beyaz
Boyunbağı”, “Kvaçi Kvaçantiradze”, “Givi Şaduri”, “Dik Abdulla”, “Lambalo ve Kaşa”, “Ormanlı Adam”, “İki Karar” v.ö.) yayınlamıştı. M. Cavahişvili, başından beri, özgün bir kişilik (“Çançura”) şekillendirmede hüner ve psikolojik tasvirinde bir yetenek açığa vurur. Yazar, sıradan halkın yazgısı (“Ayakkabıcı Gabo”, “Evsiz”, “Eka”), yoksul halkın sıkıntıları, toplumsal adaletsizliğin kurbanlarıyla ilgilenir.