KÜNYE Arma Tanıtım Yayıncılık Bilişim Teknolojileri Danışmanlık San. ve Tic. Ltd.Şti Yayın Sahibi Temsilcisi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Cemil DİRİM Bilimsel Editör Op.Dr.Muzaffer YURTTAŞ Genel Yayın Yönetmeni Zeynep ÇETİNKAYA Grafik Tasarım Aslı KADILAR SAYILGAN Dijital Ajansım Katkıda Bulunanlar Şebnem Cirit Hukuk Danışmanı Av. Birol Keskin İLETİŞİM Yönetim Merkez İzmir 1720 Sok. N:26 D:5 Karşıyaka-İzmir Tel: 0232 465 32 32 Fax: 0232 465 30 94 Faks: 0232 465 30 94 info@populersaglik.com Haber Merkezi( İstanbul) Zeynep Çetinkaya Atatürk Cad Halk Sok Lale Apt 44/2 Sahrayıcedit-Kadıköy iSTANBUL Tel: 216 3550259 Gsm: 532 4700025 zeynep@populersaglik.com zeynep@ populersaglikdergisi.com info@populersaglik.com Arma Tanıtım Yayıncılık Bilişim Teknolojileri Danışmanlık San. ve Tic. Ltd.Şti 1720 Sok. N:26 D:5 Karşıyaka-İzmir Tel : 0232 465 32 32 Fax: 0232 465 30 94
Yayın Kurulu Op. Dr. Deniz Arslan Uz. Dr. Fatih Sürenkök Op. Dr.Emin Yılmaz Op. Dr. Tülin Eroğlu Kaynak Op. Dr. Ata Bozoklar Uz. Dr. Didem Dereli Uz. Dr. Arif Baysan Dr. Alpay Gökmen
Op. Dr. Mustafa Erşin Dr. Sevgi Postoğlu Op. Dr.Hilmi Güngör Uz. Dr.Ayşegül Barış Uz. Dr.Erdal Duman Uz. Dr. Aylin Çeçen Aksu Ecz.Vildan Semet Uz. Dr. Mehmet Özgür Niflioğlu
Bilimsel Editör Opr. Dr. Muzaffer Yurttaş Yayın Danışma Kurulu Prof. Dr. Fazıl Apaydın Ege Üniversitesi Tıp Fak. KBB Ana Bilim Dalı Prof. Dr. Mete Akısü Ege Üniversitesi Tıp Fak. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Prof. Dr. Galip Akhan İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.Okhan Akhan Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Ana Bilim Dalı Doç. Dr. Nejat Aksu İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekim Yardımcısı Doç Dr. Süleyman Bozkurt Bezmialem Vakıf Üniversitesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Prof Dr. Mustafa Cankurtaran Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları ABD Geriatri Ünitesi Prof. Dr. Tuğrul Dereli Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Dermatoloji Bölümü Prof. Dr. Bilun Gemici İ.Ü Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalılıkları Bilim Dalı Prof. Dr. İhsan Ertenli Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Av. Ümid Erdem HAYAD- Hasta ve Hasta Yakını Hakları Derneği Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Necmi Gökay İzmir Diş Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. Murat Gültekin Kanser Daire Başkanı Prof. Dr. Zeki Karagülle İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Ekoloji ve Hidroklimatoloji Prof. Dr. Süleyman Kaynak Türk Oftalmoloji Derneği Ege Bölgesi Şube Başkanı Prof. Dr. Gökhan Keser Ege Üniversitesi İç Hastalıkları ve Romatoloji Bilim Dalı Prof.Dr. Oğuz Kılınç Dokuz Eylül Üniversitesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Doç. Dr. Levent Köstem Spor Hekimi Prof.Dr. Nil Molinas Mandel VKV Amerikan Hastanesi Medikal Onkoloji Bölümü Prof. Dr. Fatih Öktem İ.Ü Cerrahpaşa Tıp Fakültesi KBB Hastalıkları Ana Bilim Dalı Prof. Dr. Erdem Özkara Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Prof. Dr. Semih Ötleş Ege Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof.Dr.Muhit Özcan AÜ.Tıp Fakültesi İç Hastalıkları ve Hematoloji Ecz. Tuncay Sayılkan İzmir Eczacı Odası Başkanı Prof. Dr. Fehmi Tabak İ.Ü Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Prof.Dr. Erol Tavmergen Ege Üni. Aile Planlaması ve Kısırlık Araştırma ve Uygulama Merkezi Prof. Dr. Hasan Tekgül Ege Üniversitesi Tıp Fak. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Ecz. Doç. Dr. Levent Tuğrul Doç. Dr. Işın Yaprak İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi *İsimler soyadı sırasındadır.
Popüler Sağlık Dergisi Arma Tanıtım Yayıncılık Bilişim Teknolojileri Danışmanlık San ve Tic. Ltd.Şti tarafından T.C. yasalarına uygun olarak yayımlanmaktadır. Yayımcının izni olmadan hiçbir yazı ve görsel alıntı yapılamaz. Popüler Sağlık Dergisi’nde yayınlanan makalelerin sorumluluğu yazarlarına, reklam ve ilan sorumluluğu reklam verene aittir. Yönetim Yeri: Tel: 0 232 465 32 32 (pbx) Tel: 0232 422 08 38 Faks: 0232 465 30 94 info@populersaglik.com www.populersaglik.com Yayın Türü: Yaygın /2 Aylık
Renk Ayrım/Baskı/Cilt:Ar Matbaa / Baskı Tarihi: 12.12.2014 Yıl:9 Sayı : 54 Kasım-Aralık 2014 Özel Sayı
2 POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
İÇİNDEKİLER 6 EDİTÖR’den 10 Kapak Konusu: Organ Nakli 16 Bilinçsiz ilaç tüketimi karaciğer yetmezliğine götürüyor 17 Organ bağışı konusunda toplumsal farkındalık gerekiyor 18 Dosya Konusu: A‘dan Z’ye Obezite ve Obezite Cerrahisi 24 Diyabetin Dünü Bugünü Geleceği… 27 Diyabet hakkında temel bilgiler 28 PKU: Bir Yaşam Biçimidir! 30 Kurumsal Sosyal Sorumluluk-BMS 33 Melanom 35 Meme Muayenesi 20 Yaşından Sonra Başlamalı 36 31.Ulusal Gastroentoroloji Kongresi 38 Barsaklarımızda bulunan bakterilerin önemli bir rolü var! 40 Türk Kalp ve Damar Cerrahisi Derneği 13. Kongresi 41 Aort Anevrizması anında ölüme yol açabilir. 42 Yapay kalp destek cihazları hayat kurtarıyor 43 Kılcal varis çatlaması mı varis mi? 44 Alzheimer hastalığının erken tanı yöntemleri deneysel de olsa umut vaat ediyor 46 YAŞLILAR İÇİN EL ELE :Yaşlı bakımında sektör doğuyor 48 “En iyi ve en kaliteli bakımı almak her yaşlının ve hastanın hakkıdır” 50 AHEF “En büyük sorunumuz ölçüsüz eklenen iş güçleri” 52 Türkiye robotik cerrahide eğitim merkezi oldu 53 KANSER Eski Bir Öykü-Nevval SEVİNDİ 54 PEMBE HANIM’dan Haberler 56 Genç Birikim Derneği : “Küçük Bir Destek Bile Hayati Önem Taşıyor” 57 BAYER - TOG - Bilim Tohumları Ekibi 6 Bin Çocuğu Bilimle Buluşturdu 58 Çocuğunuz teknoloji bağımlısı mı? 59 Ailesel Akdeniz Ateşi teşhisinde geç kalınıyor! 60 Bebeğinizin genetik riskleri artık basit bir kan testi ile belirleniyor 62 Hastalıkların tedavisinde genetik testler etkili olacak 63 Bebeğinizin canlı ve dağlıklı olma şansı doğumdan önce bilinebilir mi? 64 Kepçe kulak görünümü eğitim ve sosyal hayat başarısını olumsuz etkiliyor! 65 Bitki çayları mevsim geçişlerinde destekçiniz 66 Ruh Beden Zihin- Hayatın yönetmeni eski kayıtlar. 67 Şizofreni ile yaşamak 68 Sosyal yeme hataları 69 Kitap Köşesi 70 Kongre takvimi
“Yaşamak da Güzel, Yaşatmak da…” Merhaba Değerli okuyucularımız yeni bir sayı ile sizlerle birlikte olmanın sevinci içerisindeyiz. Bir yılı daha bitirirken ilk sayımızdan bu yana desteklerini bizden esirgemeyen yayın ve danışma kurulu üyelerimize, göstermiş olduğunuz ilgi ve destek ile dergimizin bugünlere gelmesini sağlayan siz değerli okuyucularımıza teşekkür ediyoruz. Her sayımızdan sonra çok sayıda okuyucumuzdan, sağlık kuruluşundan ve sağlık camiasının değişik kesimlerinden aldığımız olumlu tepkiler bizleri mutlu ediyor. Daha iyi bir dergi yapma konusunda çabalarımız sürecek. Yayın kurulundaki hekim dostlarımız, yazılarıyla desteklerini gösteren yazarlarımız, reklam verenlerimiz ve elbette ekibimizin birlikteliği bizi bu günlere getirdi. Bu sayımızda da sağlık yelpazesinin tüm renklerini sizlere sunmaya çalıştık ve elinizden bırakamayacağınız dopdolu bir içerik hazırladık. Kapak konumuz Organ Nakli. Akdeniz Üniversitesi Organ Nakli Merkez Müdürü Doç. Dr. Ayhan Dinçkan ile organ nakli haftasında organ nakillerini masaya yatırdık. En sık yapılan böbrek nakillerini, çok özel bir organ olan karaciğer naklini, organ nakillerinde ülkemizde son durum ve referans merkezlerinin başında gelen Akdeniz Üniversitesi Organ Nakli Merkezi hakkında konuştuk. Dosya Konumuz A’dan Z’ye Obezite ve Obezite Cerrahisi. Obezite dünyada salgın halinde büyümeye devam ediyor. Çeşitli yöntemlerle kilo vermeye çalışan ancak başarılı olamayanlar ise Obezite cerrahisine başvuruyor. Obezite cerrahisi dosya konumuzda ; merak edilen soruları Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Cerrahi ABD Öğretim Üyesi Doç. Dr. Süleyman Bozkurt’a sorduk ve cevaplarını sizler için aldık. Genç Birikim Derneği Kurucu Başkanı Salih Yüce kanseri yendikten sonra çocukları ve gençleri kansere karşı korumak ve toplumsal bir bilinç yaratma adına aktif çalışıyor. Salih Yüce derneğin faaliyetleri hakkında bilgiler verdi, gelecekteki projelerini anlattı. Ankara’da düzenlenecek olan "Uluslararası 3.Yaş Baharı ve Dinamikleri Kongresi " yaşlı bakım ihtiyaçlarının ve alanlarının inşa edilmesi konusunda büyük bir hareketi başlatacak. Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık Tanıtma Fonu, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi ve Anadolu Ajansı tarafından desteklenen ana teması "Yaşlılar İçin Elele'' olan kongrede; yaşlılık çözümlerinde en iyiler konusunda cevaplar aranacak. Her 7 kişiden 1’inin diyabetli olduğu ülkemizde, diyabet hastalığına karşı mücadeleye yeni bir boyut kazandırmak üzere kamu, hekim örgütleri, ilgili vakıf ve dernekler ile özel sektör temsilcileri, TBMM ev sahipliğinde bir panelde buluştu. Dünya Diyabet Günü kapsamında 17 Kasım 2014 Pazartesi günü “Diyabetin Dünü Bugünü Geleceği” TBMM’nin ev sahipliğinde ve TBMM Başkanı Sn. Cemil Çiçek’in katılımı ile mecliste düzenlendi. Toplantı sonucunda diyabet kontrol programı ile diyabetle mücadeleye devam kararı alındı. Her sayımızda olduğu gibi kurumsal /sosyal sorumluluk projeleri ve hasta derneklerimizin çalışmalarına yer verdik. Dileriz, toplum yararına çalışma yapan kişi ve kurumlar, tüm sektörlerden gerekli ilgi ve desteği sürekli olarak bulabilirler. Daha pek çok konuya yer verdiğimiz dergimizi ilgiyle okuyacağınızı umuyoruz. Popüler Sağlık Dergisi ekibi olarak yeni yılın sizlere sağlık ve mutluluk getirmesini diliyoruz. Opr. Dr. Muzaffer Yurttaş Genel Cerrahi Uzmanı
6 POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
KAPAK KONUSU - ORGAN NAKLİ
“Yaşamak da güzel, yaşatmak da..” ORGAN NAKLİ GERÇEKLERİ
Doç.Dr. Ayhan DİNÇKAN Akdeniz Üniversitesi Organ Nakli Merkezi Müdürü
“Organ nakli bekleyen hasta sayısının çok, kadavra organ bağışının az olduğu ülkemizde, organ nakillerinin %70-80’i canlı vericilerden yapılmaktadır. Organ naklinde başarılı merkezlerimiz, uzmanlarımız var. Ancak ne yazık ki bir hastasına canlı verici olarak gönüllü olan halkımız, nedense bir yakınının beyin ölümü gerçekleşmesi halinde organlarını bağışlamak adına aynı cesareti gösterememektedir.” Bağışın bu kadar az olduğu ülkemizde kaybedilecek bir tek organa bile tahammüllerinin olmadığını söyleyen Akdeniz Üniversitesi Organ Nakli Merkezi Müdürü Doç.Dr. Ayhan DİNÇKAN ile organ nakli haftasında organ nakillerini A’dan Z’ye masaya yatırdık. En sık yapılan böbrek nakillerini, çok özel bir organ olan karaciğer naklini, organ nakillerinde ülkemizde son durumu ve referans merkezlerinin başında gelen Akdeniz Üniversitesi Organ Nakli Merkezi hakkında konuştuk. - Öncelikle organ nakli temel ilkeleri ve çeşitleri nelerdir? Organ/doku nakli; vücutta kalıcı hasar nedeni ile görevini yapamayan organ ve dokuların yerine, aynı türden ama genetik yapısı farklı bireylerden alınan aynı organ ve dokuların ameliyat ile nakil edilmesi olayıdır. Organ kaynağı olarak beyin ölümü gerçekleşmiş kadavra ile bazı organlar (kalp ve akciğer için canlı verici söz konusu olamaz) için canlı vericiler kullanılır. Bu işin tüm dünyada kabul
edilen organ kaynağı esasında beyin ölümü gerçekleşmiş (beyin ölümü-geri dönüşü asla olmayan tıbbi ölüm) ama hala hayati organları kısa süre işlev gören kadavralardır. Kadavra bağışı yapıldığı zaman nakli yapılabilen tüm organlar nakil için değerlendirilir. -Kimler bağışçı olabilir? Canlı verici olarak yasalarımız 18 yaşını doldurmuş, kendi özgür isteği ile 4. dereceye kadar olan akrabalarına bağışta bulunmak isteyen bireylere izin vermektedir. Kan grubu uyan ve ciddi sağlık sorunu olmayan vericiler belli organlar (böbrek, karaciğer) için verici olarak detaylı incelenir. - Nakilden başka tedavi şansı olmayan hangi organ hastalıkları var? Öncelikle hayat kurtaran ve yaşam süresini arttıran bir tedavidir. En çok nakli yapılan organ üzerinden örnek verirsek böbrek nakli olan hastanın tahmini yaşam süresi (sağlıklı bireylerle benzer biçimde) diyaliz gören hastanın tahmini yaşam süresinin iki katı kadardır. Bir başka çarpıcı örnek de akut karaciğer yetmezliği için verilebilir, bu tür hastalarda birkaç gün içinde karaciğer nakli yapılmaz ise hasta kaybedilir. Çünkü nakilden başka karaciğerin yerine konabilecek bir tedavi seçeneği yoktur.
sum istekleri başta olmak üzere diğer devasa sıkıntılarını öncelikle hasta ve yakınları çok iyi bilir. Nakil olan hastalar aralıklı hastane kontrolleri ve günlük kullanmaları gereken ilaçları almak şartı ile sağlıklı bir bireyin yapması gereken günlük hayatın tüm faaliyetlerinde (işe girip-çalışma, beslenme, seyahat etme, üreme gibi) bulunabilirler. Ayrıca, organ naklinin ülke ve birey ekonomisine çok büyük katkısı vardır. Yine böbrek naklinden örnek verirsek diyalizin bir hasta için 5 yıldaki ülke ekonomisine yükü, böbrek nakli yapılan hastanın tam iki katıdır. - Hangi organların nakli yapılabiliyor ve ülkemizde en çok hangi organ nakilleri yapılıyor? Fantastik olarak zaman zaman beyin naklinin bile gündeme geldiği günümüzde gerçekte böbrek, karaciğer, pankreas, kalp-akciğer, ince bağırsak gibi organların yanında kornea, deri, tendon, kemik gibi dokuların da nakilleri yapılabilmektedir. Son yıllarda popüler olan kompozit doku (birden fazla dokunun bir arada olması) olarak bilinen yüz ve ekstremite nakilleri de yapılabilmektedir. Yani nakil edilecek organların sınırı ihtiyaç ve hayal etmekle sınırlı diyebiliriz. En çok nakli yapılan böbrek ve karaciğer ameliyatları başta olmak üzere dünyada yapılabilen organ nakillerinin tamamı ülkemizde de yapılabilmektedir.
Hastanın sosyal yaşamını etkiyen ve sağlık ekonomisine yük getiren bir durum da söz konusu değil mi?
- Ülkemizde yapılan nakillerde hasta sağ kalım başarı oranları nedir?
Organ naklinin sağladığı hayat konforu diğer replasman tedavilerine göre oldukça iyidir. Diyalize giren veya siroz tedavisi gören hastaların en başta doyasıya su içememek gibi en ma-
Sağlık Bakanlığı’nın 2013 yılı verilerine göre en çok nakli yapılan organlardan böbrek naklinin bir yıllık başarı oranı %95 iken, karaciğer nakli başarı oranı %84 olarak verilmektedir.
POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014 11
bağışlanacak organları beklemektedir. Bu hastalar içinde çoğu böbrek alıcısı olmak üzere yaklaşık iki bin civarında hasta merkezimizde organ nakli olmayı bir umutla beklemektedir. - Kadavra nakillerinde Türkiye ve dünya oranları nedir? (*)
Bu oranlar diğer ülkelerle kıyaslandığı zaman ülkemizin daha iyi durumda olduğunu söyleyebiliriz. Ancak şunu belirtmek gerekir ki ülkemizdeki nakillerin büyük çoğunluğu canlı vericilerden yapılmaktadır. - Organ Nakli Koordinatörü kimdir ve görevi nedir? Her türlü sağlık mensubunun tanımlandığı ülkemizde maalesef organ nakli koordinatörlüğü bir meslek olarak tanımlanmamıştır. Oysa ki organ nakli sistemi cerrah, klinisyen ve koordinatörden oluşan bir kaz ayağı üzerine kuruludur ve bu işin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Ülkemizde şu anda 700 civarında organ nakli koordinatörü sahada görev yapmakta ve organ bekleyen hastalara umut olmaktadırlar. Görevleri; halkın ve sağlık personelinin eğitimi, organ bağışı ile ilgili dökümanların (organ bağış kartı, broşür, anket vb.) hazırlanması, potansiyel organ donörünün belirlenmesi, beyin ölümü raporunun düzenlenmesi, donör ailesi ile temas ve onların rızasının alınması, donör organının hızlı ve korunmuş transportunun temini, alıcı hastanın hastaneye davet edilmesi, nakil bekleme listelerinin hazırlanması ve güncel tutulması ve bölgesel ve ül-kedeki nakil istatistiklerinin hazırlanması sayılabilir. - Akdeniz Üniversitesi Organ Nakli Merkezinin kurum yapısını biraz anlatır mısınız? Merkezde en çok hangi organ nakilleri yapılıyor? Son 2 yıl sayı ve başarı oranlarınız nedir? Akdeniz Üniversitesi organ nakli konu-
sunda her zaman ilklerin (1978’den beri) gerçekleştirildiği ve şu anda ülkemizde her türlü organ naklinin yapıldığı yegane kamu kurumudur. Dünya’da ve ülkemizde olduğu gibi merkezimizde de en çok böbrek nakli yapılmaktadır. 204 nakille %100 hasta sağ kalım başarısı gösterdiğimiz 2011 yılından sonra, 2012 yılında 255, 2013 yılında 285 böbrek naklini sırası ile %97 ve %96 başarı ile gerçekleştirdik. Bugüne kadar 300’ün üzerinde yapılan karaciğer nakillerinde (başarı oranı %85) son iki yılda özellikle canlı vericili nakilde büyük bir ivme yakalayarak yıllık yüz civarında karaciğer nakli yapmayı planlamaktayız. Aynı şekilde ülkemizde birkaç merkezde yapılabilen pankreas nakli merkezimizde hala yüksek başarı oranı ile yapılabilmektedir. Son iki yılda yapılan 10 hastanın pankreasları çalışmakta ve insüline ihtiyaç duymamaktadırlar. Özellikle başarı ile yıllık ortalama yapılan 10 civarında kalp nakli yanında yüz ve ekstremite nakillerinin ilk başarılı örnekleri de merkezimizde gerçekleştirilmiştir. Her türlü naklin yapılabilmesi merkezimizi kombine nakil (aynı anda birden fazla organ ihtiyacının olması) merkezi olarak öne çıkarmakta ve bu alanda ülkemizin her yerinden hasta çekmesine neden olmaktadır. - Ülkemizde bugün itibariyle organ nakli bekleyen hasta sayısı ne kadardır? Sağlık Bakanlığı verilerine göre bugün itibarıyla ülkemizde 21600 böbrek, 2100 karaciğer, 520 kalp, 240 pankreas, 50 akciğer ve 1 ince barsak (*) bekleyen hastalar büyük bir umutla
12 POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
Gelişmiş ülkelerde milyon nüfus başına 30-40 kadavra bağış yapılırken ülkemizde maalesef bu oran 8-10 kat daha azdır ve milyon nüfus başına 3-4 arasındadır. Kadavra bağışı yüksek olan toplumlarda nakillerin %80’i kadavra kaynaklı yapılırken, bizim gibi bağış oranı az olan ülkelerde bu oran %20’lerde kalmaktadır. Ülkemizde 2013 yılında toplam 2944 böbrek naklinin sadece 585’i, yani %19,9’u kadavradan bağışlanan organlarla gerçekleştirilmiştir. Yine toplam 1248 karaciğer naklinden 289’u (%23) kadavra vericilerinden yapılmıştır. Toplam nakil sayısı olarak çok iyi durumda olan ülkemizde organ kaynağı olarak kadavra yerine canlı vericiler kullanılarak tam ters bir durum söz konusudur. - Beyin ölümü gerçekleşmiş hastanın organları bağışlandıktan sonra nasıl bir süreç yaşanıyor? Beyin ölümü gerçekleşenlerden kimler, hangi durumda verici olamaz? Beyin ölümü gerçekleşmiş kişinin organları bağışlandıktan sonra artık donör olarak adlandırılır. Donöre ait tüm biyokimya testleri, kan grubu, hemogram, doku testi, kanama zamanı gibi kan ve idrarı testleri kontrol edilir. Donöre ait kültürlere göre infeksiyon var mı kontrol edilir, gerekli görülürse infeksiyon hastalıklarından görüş alınır. Ekokardiyografi ve ultrasonografi gibi tetkikleri yaptırılarak, ilgili bölümlerin değerlendirmesi sağlanır. Bu işlemler yapıldıktan sonra Türkiye Organ ve Doku Nakli Bilgi Sistemine donör kaydı yapılarak, organ dağıtımının yapılmasına başlanır. Bölge koordinasyon merkezi donör ile ilgili bilgilendirilir. Ulusal koordinasyon merkezi tarafından acil hasta var mı kontrol edilir. Acil hasta var ise organ öncelikle o hastanın kayıtlı olduğu merkeze sunum yapar. Acil hasta yok ise organlar önce bölge içinde, alıcı olmaması durumunda sonra ülke çapında dağıtılır. Dağıtım tamamlandıktan sonra organ çıkarımı planlanır.
20. yüzyılın Tıp Mucizesi: Karaciğer nakli - Karaciğer nakillerinde transplantasyonun çeşitleri nelerdir? Genel nakil prensipleri gereği karaciğer nakilleri de hem canlı, hem de kadavra vericili yapılmaktadır. Gönül istiyor ki tüm nakiller kadavra vericili olsun. Ancak bunun mümkün olmadığı durumlarda bekleme listesinde hastaların ölmesine razı olamıyor ve canlı vericili nakilleri düşünmek zorunda kalıyorsunuz. Özellikle çocuk alıcılar için çocuk kadavra çok daha zor bulunmaktadır. Dolayısı ile çocuk alıcıların ebeveynleri otomatik olarak çocukları için kriterleri uygunsa zorunlu olarak canlı verici olmaktadır. Karaciğer normalde tek bir organ gibi gözükmesine rağmen, cerrahi anatomisi esasında damarsal yapıları birbirinden ayrı 8 parçadan oluşmaktadır. Çeşitli hesaplamalar ile bu parçalardan bazıları birlikte alınarak ve bir kısmı da vericiye bırakılarak canlı vericili karaciğer nakilleri de tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde ve merkezimizde başarıyla yapılmaktadır. - Karaciğeri özel bir organ olarak ifade edilir. Özgün kılan nedir? Nasıl ki beyin tüm bedenin merkezi ise karaciğer de vücudun metabolizmasının merkezi ve beynidir. Dolayısı ile hayati bir organdır ve yokluğu yaşam ile bağdaşmaz. Bugün tıbbın bildiği karaciğerin 400’ün üzerinde görevi vardır. Karaciğerin ana görevi kan yoluyla alınmış besin maddelerini işlemektir. Ayrıca yapısı süngere benzer ve vücutta var olan kanın yaklaşık olarak 1 kg’nı her zaman emilmiş bir vaziyette depolar. Son olarakda alınan ilaç ve atık maddeleri vücuttan temizleyerek atılımını sağlar. Özetle; sindirim sisteminden gelen kan içindeki molekülleri parçalayarak kullanılabilir ve vücut içinde saklanabilir moleküller haline getirmek, sindirim sisteminden gelen faydalı molekülleri kan yoluyla diğer hücrelere göndermek, faydasız molekülleri böbreklere yollamak, yağ, protein ve şeker metabolizmasını düzenlemek, vücudun ısısını ayarlamak, vücudun ihtiyacı olan su ve vitaminleri yapmak denilebilir.
- Diğer organlardan farkı nedir? Karaciğeri diğer organlarda ayıran en önemli özelliği kendi kendini yenileyebilme özelliğidir. Canlı vericili nakilden sonra hem alıcı hem vericide karaciğerin yarım parçaları büyümekte ve nerdeyse normal hacme ulaşmaktadır. Bu büyüme hacimseldir, kaybedilen damar yapılarının tekrar oluşması anlamına gelmemektedir. Diğer bir değişle; anatomik olarak büyümüş bir yarım karaciğer parçası haline gelmektir. Ancak bu fonksiyonel olarak tam bir karaciğerin tüm görevlerini eksiksiz yerine getirmektedir. Dolayısı ile fonksiyonel görev açısından bir eksiklik yada kayıp söz konusu değildir. - En sık hangi hastalıklar sonucunda karaciğer nakil gerekiyor? Karaciğer nakli kronik karaciğer hastalığı yani siroz durumunda yapılır. Siroza yol açan hastalıkların başında da hepatit B, hepatit C, kronik alkol kullanımı, bazı safra yolu ve metabolik hastalıklar gelmektedir. Belli sınırlar dahilinde karaciğerin kendi tümörlerinde de nakil yapılabilmektedir. Kronik sebeplerin yanında infeksiyon, mantar zehirlenmesi veya ilaç kullanımına bağlı fulminan karaciğer yetmezliği denilen akut durumlarda da karaciğer nakli sık yapılmaktadır. Akut yetmezlikte nakil yapılma gerekçesi yine diğer organ nakillerinden farklı olarak karaciğere özgü bir durumdur. - Canlı vericili karaciğer naklinin avantajları nelerdir? Kadavra vericiden nakil yaptığınızda tam bir karaciğer nakil ederken, canlı vericiden karaciğer aldığınızda organ yarım olmaktadır. Buna karşın aldığınız organın anatomik yapısını, kapasitesini,infeksiyon durumunu, yağlanmasını iyice araştırarak planlı bir şekilde ameliyata hazırlanılmaktadır. Alıcı açısından bakıldığında ise kişinin nakle ihtiyacı olduğu en doğru an naklin yapılması sağlamaktadır. Şunu tekrar vurgulamak isterim; keşke bütün nakilleri kadavra vericilerden gerçekleştirsek ve sanki avantajmış gibi görünen ve mecburi-
yetten yapılan canlı vericili nakillerden hiç bahsetmesek ama bu kadavra sayısının çok çok az olduğu günümüz şartlarında pek mümkün görünmemektedir. -Vericinin karaciğerinin ne kadarı çıkartılmaktadır? Genelde karaciğerin % 40-% 70 arasında bir bölümü çıkartılır. Karaciğer sağ lob (8 parçanın dördü) ve sol lob olarak ikiye ayrılır. Karaciğerin anatomik olarak bu şekilde ikiye ayrılmış olması, fonksiyon olarak birbirinden özgür çalışabilen iki ayrı karaciğer parçası elde etmemizi sağlamaktadır. Sağ lob karaciğerin ortalama % 60’ını, sol lob ise karaciğerin ortalama % 40’ını oluşturmaktadır. Yetişkin alıcılar için genelde vericinin sağ lobu yani %60-70’lik kısmı alınmaktadır. Çocuk alıcılarda ise çok daha küçük (sol lobunda yarısı gibi) karaciğer parçası alınmaktadır. Nakil ameliyatında vericinin safra keseside alınmaktadır ki bu hiç önemli olmasa da hastalar tarafından en çok sorulan sorudur. - Karaciğer transplantasyonunda nakli öncesi, nakil süreci ve nakil sonrası değerlendirme kriterleriniz nelerdir? Süreç nasıl işliyor? Alıcı adayının yapılacak olan ameliyat sürecini atlatabilmesi ve ameliyatın başarılı olabilmesi için ayrıntılı olarak değerlendirilmesi yapılmaktadır. Bu ayrıntıların içinde özellikle kalp akciğer durumu, infeksiyonu, psikolojik durumu, madde kullanımı, sosyal desteği gibi fiziksel ve psikososyal değerlendirme yer almaktadır. Karaciğer vericilerinde ise kan grubu ile nakil edilecek karaciğer parçasının hacim uyumu yanında bulaşıcı hastalığın olmaması, aşırı kilolu olmaması, herhangi bir hastalık ve psikiyatrik rahatsızlığın olmaması yanında karaciğerin yapısal özelliklerinin (atardamar, toplardamar, safra yolları) uygun olması gerekmektedir. - Post transplant sonrası hasta bakımı nasıl sağlanıyor, Operasyon sonrası olası komplikasyonlar ve dikkat edilmesi gerekenler nelerdir? Bir kere hem alıcı hem verici çok ciddi
POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014 13
bir ameliyat sürecinden geçmektedir. Vericiler için ortalama hastanede kalış süresi 6 gün civarındadır. Kanama, safra kaçağı, infeksiyon, yara yeri sorunları görülebilen komplikasyonlardır ancak genelde çok ciddi sorun oluşturmaz. Alıcıların ise ortalama hastanede kalış süresi 15-20 gündür. Beklenen cerrahi ve medikal sorunlar ile bu sorunların oranı çok daha fazladır. Nakil edilen organın damarsal problemleri, hastanın genel durumu, infeksiyonlar genel anlamda sorun oluşturur ancak takılan organın hastada iş görme oranı
%95 düzeyindedir ki bu da sirozdan kurtularak hayata bağlanan bir kişi için gerçekten bir mucizedir. - Son olarak okuyucularımıza ve topluma nasıl bir mesaj vermek istersiniz? Sağlık Bakanlığı’mızın gayretli ve yoğun çalışmaları ile hazırlanan dünya çapında yönetmelik düzenlemesi ile bulunan her organın adaletli bir şekilde halkımıza dağıtıldığı kurallarımızın yanında tek eksiğimiz organ bağış sayısının azlığıdır. Yaşamakta güzel, yaşatmak da
güzel. Ömrümüz boyunca bize emanet olarak verilen organlarımıza toprak altında bizim ihtiyacımız yok, ama geride kalan hastalarımızın bu organlara hayati derecede ihtiyacı var. Bence tek bir organın bölümesi, karaciğerin değiştirilmesi, cerrahinin karmaşıklığı ve Atatürk’ü bizden alan siroz illetinden hastayı kökten kurtarması ile karaciğer nakli 20. yüzyılın tıp mucizesidir.
tabi tutulur. Laboratuarda kan ve idrar testleri yapılır. Önce sistemik olarak değerlendirilen ve engel olmayan verici kişinin sonra böbrek değerlendirmesi yapılır. Anatomik olarak tomografi ile, fonksiyonel olarak sintigrafi ile değerlendirilen ve normal sınırlar dahilinde olan iki böbrekten sonuçları iyi olan (genelde ikisi de eşittir) vericiye bırakılarak nakil işlemi yapılmaktadır. Verici kişi sağlıklı bir bireydir ve pozitif tıbbın önerdiği bazı sınırlar her ne olursa olsun aşılmamalıdır.
A’dan Z’ye Böbrek Nakli - Hangi durumda böbrek nakli gerekiyor? Evre 5 kronik böbrek hastalığı teşhisi almış kişilerde böbrek nakli hemodiyaliz ve periton diyalizi gibi diğer tedavi seçeneklerine göre başta mortalite ve morbidite olmak üzere avantajları fazla olan bir yöntemdir. Kronik böbrek hastalığına giden süreçte ise en sık karşımıza çıkan hastalıklar arasında şeker hastalığı, kronik nefritler ve hipertansiyon ilk üç sırayı oluşturmaktadır. Buna karşın akut böbrek yetmezliğinde ise böbrek nakli endikasyonu yoktur. - Kimler böbrek vericisi adayı olabilir? Kimler olamaz? Yaş sınırı var mıdır? T.C yasalarına göre 18 yaşını doldurmuş, akıl sağlığı yerinde, gönüllü ve sağlıklı olan her birey canlı böbrek vericisi olarak değerlendirilebilir. Yani burada ilk şart gönüllü olmaktır. Çünkü tıp alanında sağlıklı bir kişinin ameliyat olduğu tek durum organ vericisi olmaktır. Üst sınır yaş için bir eşik değer olmamakla birlikte genel sistemik hastalıklar ve böbrek sağlığı araştırıldıktan sonra tıbbi kriterler
- Naklin başarısı açısından kan grubu uyumu mu , doku tipi uyumu mu önemlidir?
dahilin de ise verici olunabilmektedir. Yasalarımıza göre dördüncü derece akrabalara böbrek bağışı yapılabilirken, bu kriterin dışında olan durumlarda etik kurul onayı ile nakil işlemi yapılabilmektedir. Kadavra böbrek bağışı söz konusu olduğu zaman genel anlamda kanser varlığı ve aktif infeksiyon durumu nakil için engel teşkil etmektedir. Bunun dışındaki vericin böbrek sağlığı araştırıldıktan sonra kullanılmaya karar verilen organlardan 18 yaş altı olanlar, aynı yaş grubu alıcılara nakil edilmektedir. Çok küçük (1 yaş altında) olan verici böbreklerin bazen ikisinin birden (en-blok) aynı alıcıya nakil edildiği cerrahi yöntemlerde vardır. Dolayısı ile alt yaş sınırı bulunmamaktadır. 60 yaş üstü kadavra donörler marjinal organ kaynağı olarak kabul edilir ve radyolojik, labaratuvar ve gerekirse biyopsi ile patolojik değerlendirmeyi takiben tıbben kullanılıp kullanılmayacağına karar verilir.
Kan grubu uyumu nakil işleminin olmazsa olmazıdır. Kan grubu uyumu dediğimizde alıcı verici aynı olmalı, bunun yanında alıcı “AB” ise ya da verici “O” ise karşı tarafın kan grubu önemli olmamaktadır. Organ naklinde kan grubu uyum şartında Rh faktörünün uyumu önemli değildir, Rh uyumu kan transfüzyonunda önemlidir.
Canlı vericilerde nakil için en uygun böbrek nasıl seçiliyor?
Kadavradan böbrek nakli organ nakli camiasının çok istediği ve olması gereken bir durumdur. Fakat ülkemizde organ bağışının yetersizliği nedeniyle canlı vericili nakiller ön plana çıkmıştır.
Verici kişi öncelikle nefrologlarca detaylı bir sorgulama ve muayene işlemine
14 POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
Organ nakillerinde önemli olan doku uyumu immünsüpresif ilaçlar sayesinde günümüzde böbrek nakli için sorun olmaktan çıkmıştır. Dokuları uyan ile uymayan böbrek nakilli hastaların uzun dönem sonuçlarına bakıldığında önemli fark saptanmamaktadır. Ancak yine de özellikle kadavra vericili nakiller söz konusu olduğunda doku grubu uyumu naklin kalitesini arttırmaktadır. - Kadavradan ve canlı vericiden alınan böbrekler arasında fark / avantaj var mıdır?
Canlı vericili nakillerin avantajı; alıcı–verici hazırlığı ile operasyon zamanlamasının daha planlı yapılması, organın vücut dışında daha kısa bekleme süresi, böbreğin daha erken fonksiyon görmesi yanında daha iyi kısa ve uzun dönem sonuçlar olarak ortaya çıkmaktadır. - Verici operasyonunda hangi cerrahi teknikler kullanılıyor. Açık/endoskopik nefrektomi teknikleri avantaj /dezavantajları nelerdir? Açık (konvansiyonel) yöntemde canlı böbrek vericilerine 10-15 cm uzunluğunda bel bölgesine yapılan lomber insizyon ile ameliyat yapılmaktadır. Ameliyatın kişinin karnına yerleştirilen özel aletler yardımı ile yapıldığı laparoskopik yöntemlerde ise cilt kesisi sadece böbreği çıkarmak için, daha küçük ve kasık bölgesine yapılmaktadır. Laparoskopik yöntemin avantajları; ameliyattan sonra hastanın ağrısı ve konforu daha iyidir, hastanede kalış ve işe dönüş süreleri daha kısadır, daha kısa ve gizli yara izi ile kozmetik olarak daha tatminkar olmaktadır. Bunun yanında ameliyat süresi daha uzun olmakta ve en önemlisi eğitimli cerrah ve uygun teknik ekipman gereksinimi ile belli bir öğrenme süreci gerektirmektedir. Dolayısı ile merkezimizde de rutin olarak yapılan bu tür laparoskopik cerrahi işlemlerin nakil konusunda deneyimli merkezlerde yapılması daha doğrudur. - Alıcı operasyonunun adımları nasıl gelişiyor? Nakil edilen böbrek normalde olması gereken yerin dışında alıcının kasık damarlarına implante edilmektedir. Bu aşamada böbreğin atar ve toplardamarı ile idrar kanalına uygun bağlantılar yapılmaktadır. Bu konuda en çok merak edilen alıcının çalışmayan böbrekleri ne oluyor sorusudur. Taş, kronik infeksiyon,
reflü ve kitle gibi durumlarda alıcının kendi böbrekleri çıkarılmakta, onun dışında çalışmayan eski böbreklere dokunulmamakta, nakil edilen böbrek alıcının kasığına yerleştirilerek nakil işlemi tamamlanmaktadır.
immünsüpresif ilaçlarını kullanmaya devam etmeleri gerekmektedir.
- Nakledilen böbreğin reddedilme ihtimali ve nakil sonrası riskler nelerdir?
Canlı vericiler açısından matematiksel olarak bakıldığında 2 böbreğinden biri alınmaktadır. Ancak biz biliyoruz ki tek böbreği ile bir ömür boyu sağlıklı yaşayan sayısız örnek var. Hatta çoğu çalışmada böbrek verenlerin daha iyi takip olduğu ve genel sağlık kurallarına daha iyi uyduğu için sağlıklı bireylerden bile uzun yaşadıkları gösterilmiştir. Dolayısı ile ameliyat olunan bir durumda sıfır riskten bahsetmek mümkün değildir. Ancak bir ömür düşünüldüğünde tek böbrekli kalmanın riski, beklide sağlıklı bir bireyin trafiğe çıkma riskinden bile düşüktür diyebiliriz.
Nakilden sonra genel olarak hiperakut, akut ve kronik olmak üzere red olayları yaşanabilmektedir. Günümüzde bazı testler ile hiperakut olayların önüne geçilmiş olup artık görülmemektedir. Nakilden sonra ilk üç ay içinde en sık olmak üzere böbrek çalıştığı sürece %10-20 arasında akut red görülebilmekte ancak bunların büyük çoğunluğu uygun tedaviler ile geri döndürülebilmektedir. Buda nakil sonrası düzenli takibin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Kronik red ise günümüzde hala oluş mekanizması ve tedavisi tam olarak aydınlatılamamış ve ortaya çıktığında organ kayıplarına neden olan önemli bir sebeptir. - İnfeksiyon riski nakil hastalarında sıkça karşılaşılıyor. Bunun sebebi nedir? Nakil olan hastalar immünsüpresif ilaç kullandıkları için bazı infeksiyonlara yatkın olabilmektedirler. Nakilden sonra 6 ay bu infeksiyonlardan korunmak için ilaç kullanan hastalar diğer infeksiyonlar geliştiğinde erken tanı ve normal kişilerdeki gibi uygun tedaviler ile müdehale edilmektedir. Bunun dışında nakil edilen organda da gelişebilen bazı böbrek hastalıkları olabilmekte, bunların bazıları erken tanı ve uygun tedavi ile düzeltilebilmektedir. Bu aşamada yine düzenli takibin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha tekrarlamak uygun olacaktır. - Nakledilen bir böbrek ne kadar süre ile çalışır? Nakil edilen bir böbreğin ameliyattan hemen sonra çalışma oranı %99 iken, bu oran 10 yıl içinde %60’a kadar düşmektedir. Bu uzun süreçte red olayları, nakil edilen böbrekte bazı hastalıkların tekrarı, infeksiyonlar böbreğin sonunu getiren durumlardır. Görüldüğü gibi nakil edilen organlarında bir ömrü vardır ve ömür boyu çalışma garantisi yoktur. Hastalar organları çalıştığı sürece
- Vericiler için tek böbrekle yaşamda riskler nelerdir. Verici de alıcı gibi yaşam boyu kontrol altında olmalı mı?
- Böbrek naklinden sonra günlük yaşamda nelere dikkat etmeleri gerekiyor. Nakil sonrası alıcı-vericilere yaşam sonrası uyması gerekenler ve önerleriniz nelerdir? Örneğin; psikolojik uyum, poliklinik kontroller, genel sağlık önlemleri, beslenme, egzersiz, cinsel yaşam vb… Nakilden sonra hastanın ilaç kullanımı, poliklinik kontrolleri, infeksiyonlar, beslenme, spor ve egzersizler, çalışma ve günlük yaşamda dikkat etmesi gereken prosedürleri vardır. Nakil olan kişi dikkatli olması gereken sağlıklı bireydir. 90 gün istirahat verilen nakilli birey sonrasında çalışabilir, öğrenci ise okuluna gidebilir. Nakil sonrası ilk 3 ay en kritik zamandır. İlaç kullanımı oldukça önemlidir. İlaçlarını doktorunun önerdiği dozda ve saatte almalıdır. İlk 3 ay poliklinik kontrolleri sıktır. Bu sürede kişi kalabalık, kapalı ortamdan kaçınmalı; girmek zorunda kalırsa maske kullanmalıdır. Sıvı el sabunu kullanmalı, tuvalet, banyo, tırnak ve kişisel hijyenine özen göstermelidir. 3 ay insanlarla yakın temastan kaçınmalı, eve ziyaretçi almamalıdır. Temizliğinden emin olmadığı yerlerden yiyecek tüketmemelidir. Spor hem kas iskelet sistemini çalıştırması, hem de kişinin kendini daha iyi hissetmesi için mutlaka yapılmalıdır.
Röportaj: Zeynep Çetinkaya
POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014 15
ORGAN BAĞIŞI KONUSUNDA TOPLUMSAL BİR FARKINDALIK GEREKİYOR düşünen bireyler aynı zamanda ailelerine de bu konuda vasiyette bulunmalıdır. Akraba bağlarının kuvvetli olması canlıdan canlıya nakil oranlarını artırıyor Prof. Dr. Koray Acarlı Memorial Şişli Hastanesi Organ Nakli Merkezi Başkan Yardımcısı
Memorial Şişli Hastanesi Organ Nakli Merkezi Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Koray Acarlı, organ nakli ve organ bağışının önemi hakkında bilgi verdi.
Batılı ülkelerle kıyaslandığında Türkiye’deki akraba bağlarının çok daha kuvvetli olduğu görülmektedir. Canlıdan organ naklinin ülkemizde daha fazla olmasının nedenleri arasında akraba ilişkilerindeki bu bağlılıktan söz etmek mümkündür. Bunun yanında Batılı ülkelerde kadavra sayısı fazla olduğu için canlıdan organ nakline ihtiyaç ülkemizdeki kadar fazla olmamaktadır. 90’lı yıllarda Türkiye’de yılda 3-4 tane karaciğer nakli yapılmaktaydı. Günümüze bakıldığında sayısal anlamda gelişmiş ülkeler seviyesine geldiğimizi görmekteyiz. Çok başarılı nakiller gerçekleştirilmesine rağmen bu durum bizi tatmin etmemekte her yıl binlerce insan hayatını kaybetmektedir.
Canlıdan nakiller yerine kadavradan bağışların artması gerekiyor.
Türkiye’de organ bağışı oranında artıştan bahsedilmesi doğru bir yaklaşım değildir.
Gelişmiş ülkeler kadavradan organ naklinde ilk sıralarda yer alırken, Türkiye canlıdan canlıya organ naklinde dünyada 2. sırada bulunmaktadır. Ancak organ nakli konusunda başarılı olduğumuzu söylemek için kadavradan nakil sayımızın fazla olması gerekmektedir. İnsanlar yeteri kadar organ bağışına yönlendirilmediği için operasyonlar canlıdan nakillerle gerçekleştirilmektedir.
Geçtiğimiz yıllarda ülkemizde sadece 10 tane organ nakli merkezi bulunurken, günümüzde bu merkezlerin sayısı 38’e çıkmıştır. Ancak gerçekçi bir artıştan
Organ bağışı ile tek bir insanın pek çok kişinin hayatını kurtarması mümkün olabiliyor. Ülkemizde yeteri kadar bağışın olmaması ise organ nakli konusunda en önemli sorun olarak gösteriliyor. Türkiye canlıdan canlıya organ naklinde dünya sıralamasında birinci olan Kore’den sonra 2. sırada yer alıyor.
Her insanın bir gün organa ihtiyacı olabilir. Organ bağışı sayısının az olması ülkemiz insanını rahatsız etmiyor gibi görünüyor ancak herkesin bir gün organa ihtiyacı olabileceğini düşünmesi gerekir. İnsanların bir yakınını kaybetmeleri durumunda organ bağışı konusunda ne düşündüklerini önce kendi kendilerine sormaları çok önemlidir. Bu konuda kişinin sadece organlarını bağışladığını beyan eden bağış kartı taşıması yeterli olmamaktadır. Organlarını bağışlamayı
16 POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
söz edebilmek için organ nakli yapan merkezlere düşen kadavra sayısının her geçen sene artması gerekir. Bir organ nakli merkezine düşen kadavra sayısı, 20’den 5’e geriliyorsa burada artıştan bahsedilmesi mümkün değildir. İstanbul’un potansiyeline bakıldığında kadavra sayısının yıllık 200 olması gerekiyor Organ nakli konusunda belli değerler kullanılmaktadır. Gelişmiş ülkelerde organ bağışı milyon kişi bazında 20-30 olarak belirlenmektedir. Bu açıdan bakıldığında İstanbul 10 milyon nüfus kabul edilse bile yılda 200 kadavra olması gerekmektedir. Bu neredeyse Türkiye genelinin sayısına yakın bir rakam olarak gözükmektedir. Toplumun destek vermesi gerekiyor Organ nakli haftası Türkiye’deki algının da değişmesinin başlangıcı olmalıdır. Yaşlılıkta rahat etmek için gençken para biriktirmek örneğinde olduğu gibi hasta olunca organ bulunacak bir ortamı şimdiden hazırlamamız gerekmektedir. Bu birkaç doktorun ve ilgili birimlerin tek başına altından kalkabileceği bir durum değildir. Sokaktaki insandan, medyaya kadar tüm toplumun destek vermesiyle oluşturulacak ortak bir duyarlılıktır.
GÜNCEL
BİLİNÇSİZ İLAÇ TÜKETİMİ KARACİĞER YETMEZLİĞİNE GÖTÜRÜYOR Hepatitler, bilinçsiz ilaç tüketimi, protein tozlarının kullanımı ve yanlış beslenme. Bunlar karaciğer yetmezliğine götüren sebeplerden sadece bir kaçı. Ülkemizde yaklaşık 8-10 bin kişi karaciğer yetmezliği ile mücadele ediyor ve bu hastaların önemli bir kısmı yeterli takip ve tedaviler uygulanmadığı için hayatını kaybedebiliyor. Son evreye gelen karaciğer yetmezliğinde ise tek çözüm karaciğer nakli olarak tanımlanıyor. Memorial Ataşehir Hastanesi Organ Nakli Merkezi Başkanı Prof. Dr. K. Yalçın Polat karaciğer nakline götüren sebepler hakkında bilgi verdi.
karaciğer rahatsızlığı olmadığı bilinen bir kişide aniden gelişen bir klinik tablodur. Bu süreç çok tehlikelidir ve ölüme yol açabilir. Bir takım ilaçları bilinçsizce kullanmak, toksik maddeler, mantar zehirlenmeleri, nedeni bilinmeyen bazı durumlar, spor ve diyet için kullanılan protein ekstreleri (protein, tozları, ilaçlar) kişinin akut karaciğer yetmezliğine girmesine sebep olabilir. Özellikle yabani mantar tüketimine dikkat edilmelidir. Çünkü bu mantarlardan bir tane bile tüketmek akut karaciğer yetmezliğine neden olabilir. Yüzde 50’si Hepatit B kaynaklı
Organ nakli bekleyen sayısı giderek artıyor Sağlık Bakanlığı’nın 2014 verilerine göre; 21.767 böbrek, 2.132 karaciğer, 537 kalp, 250 pankreas, 38 akciğer, 4 kalp kapağı, 1 ince bağırsak hastası kadavradan nakil olmak için beklemektedir. Maalesef bir o kadar da bu listeye kayıtlı olmayan hasta mevcuttur. Ülkemizde kadavradan nakillere göre canlıdan canlıya gerçekleştirilen nakil operasyonları daha sık yapılmaktadır. Organ bağışının az olması bunun en önemli sebebidir. 2002-2014 yılı istatistiki bilgilerine bakıldığında; Türkiye’de bugüne kadar toplam 31.783 organ nakli yapılmış ve bu nakillerin 8.666 kadavradan, 23.117’si canlıdan canlıya gerçekleştirilmiştir. Yaşamın devamı için karaciğer sağlığı şart Vücut ağırlığının yaklaşık %2’sini oluşturan karaciğer; metabolizmanın beyni, aynı zamanda vücudun fabrikasıdır. Karaciğer 500’ün üzerinde biyokimyasal işlem yapmaktadır. Vücutta birçok önemli görevi yerine getiren karaciğerin sağlığını korumak organizmanın hayatiyetini devam ettirmesi için oldukça önemlidir. Bilinçsiz ilaç tüketimine dikkat! Akut karaciğer yetmezliği, daha önce
Kronik karaciğer yetmezliğinin gelişiminde ise; hepatit A-B-C, aşırı alkol tüketimi, metabolik ve otoimmün hastalıklar gibi nedenler rol oynamaktadır. Hepatit A ve B’ye karşı aşılanma olmasına rağmen ülkemizde karaciğer yetmezliği en çok Hepatit B’ye bağlı olarak gelişmektedir. Kişilerin aşılanmaması ve hijyenik şartların sağlanmaması bunda büyük etkendir. Karaciğer yetmezliği batılı toplumlarda en çok alkol ve hepatit C’ye bağlı olarak gelişmektedir. Bir diğer neden de karaciğer yağlanmasıdır. Karaciğer, alkol tüketimine ve yanlış beslenmeye bağlı olarak yağlanabilmektedir. Yanlış beslenme gibi birtakım sebepler yüzünden oluşan karaciğerin yağlanmalarının bir kısmı çok hızlı bir şekilde ilerleyip, akut karaciğer yetmezliğine de dönüşebilmektedir. Karaciğer yağlanması olan
Prof. Dr. K. Yalçın Polat Memorial Ataşehir Hastanesi Organ Nakli Merkezi Başkanı
kişilerin alkol kullanması adeta intihar etmesi demektir. Siroza dikkat! Kronik karaciğer hastaları tedavi edilmediği takdirde “siroz” olarak adlandırılan son dönem karaciğer yetmezliğine girmektedirler. Karaciğer yeterince çalışmadığı için diğer organlar da etkilenir ve çalışamaz hale gelir. Karaciğer tümörü görülme riski de 10 kat daha artar. Dolayısıyla karaciğer rahatsızlığı olan kişiler karaciğer kanseri açısından risk grubunda ilk sıralarda yer alırlar. Karaciğer yetmezliğinde “dekompanse” denilen sürece giren hastaların yaklaşık yüzde 65-70’i 2 yıl içinde hayatını kaybetmektedir. Bu süreçte yemek borusu etrafında oluşan varislerden dolayı kanamalar da görülebilir. Tekrarlayan bu kanamalar hayati tehlikeyi gösterir. Organ nakli hastanın hayatına sihirli bir dokunuştur Karaciğer yetmezliğinin son evresinde olan hastalar için nakil sayesinde uzun ve kaliteli bir yaşam sağlanır. Karaciğer nakli, karaciğer yetmezliğinin son döneminde yapılmaktadır. Bu karar karaciğer nakli merkezlerinde yapılan tetkikler sonucu verilmektedir. Nakil sonrası kişiler sosyal hayatlarına daha aktif olarak devam edebiliyor. Bayan hastalar için nakilden 2 yıl sonra gebelik ve sağlıklı bir doğum mümkündür. Yine nakil sonrası sporcular, doktorunun kararı ve kontrolünde spor yaşamına geri dönebilmektedirler. Kısacası nakil sonrası hastalar fiziksel ve sosyal açıdan olumlu değişimler yaşamaktadırlar.
POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014 17
DOSYA KONUSU
A’dan Z’ye
OBEZİTE ve OBEZİTE CERRAHİSİ
18 POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
Avrupa verilerinde ise %60 obezite görülüyor. Obezite ile birlikte kronik hastalıkların riski de artıyor mu? Evet, obezite ve fazla kiloluluk global ölüm sebepleri açısından başı çeken risklerden biridir. Sadece fazla kilolu veya obez olduğu için ölen insan sayısı yılda 3.4 milyondur. Ayrıca diyabet hastalığının %44’ü, iskemik kalp hastalıklarının %23’ü ve bazı kanserlerin %4’ü fazla kiloluluk veya obezite ile ilişkilendirilmektedir. Ölçmek için beden kitle indeksi ölçümü kullanıyorsunuz. Bu ölçüme göre kimler obez ve morbit obez sayılır? Ölçmek için beden yada vücut kitle indeksi (VKİ) adı verilen, kilonun boyun metrekaresine olan oranı ölçüm kullanılır. VKİ tablosuna göre; 18.5 kg/m² nin altında ise zayıf, 18.5-24.9 kg/m² arasında ise normal kilolu, 25-29.9 kg/m² arasında fazla kilolu, 30-34.9 kg/m² arasında I.derece obez, 35-39.9 kg/m² arasında ise II. derece obez, 40 kg/m² üzerinde ise III. derece morbid obez olarak tanımlanmaktadır.
Obezite dünyada salgın halinde büyümeye devam ediyor. Bir zamanlar gelişmiş ülkelerin hastalığı olarak tanımlanırken, bugün gelişmekte olan hatta gelişmemiş ülkelerde bile bir halk sağlığı sorunu olmaktadır. Çeşitli yöntemlerle kilo vermeye çalışan ancak başarılı olamayanlar ise Obezite Cerrahisi’ne başvuruyor. Obezite Cerrahisi dosya konumuzda; kimler cerrahiye uygun? Teknikler neler? Cerrahi öncesi-sonrası neler yapılmalı? Ne kadar kilo verilir? Ne zaman hamile kalınabilir? Tekrar kilo alınır mı? Cerrahinin komplikasyonları var mı? Operasyon geçirenler neler diyor? Merak edilen bütün bu soruları Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Cerrahi ABD Öğretim Üyesi Doç. Dr. Süleyman Bozkurt’a sorduk. Obezite - Morbit Obezite artık günümüzün bilinen kavramları haline geldi. Bilimsel anlamda tanımı nedir? Obezite, vücutta sağlığı bozacak ölçüde, beklenen yaşam süresini kısaltan ve ek hastalıkları davet eden, aşırı yağ birikmesidir. Obeziteye neler sebep derseniz, yaşam tarzı değişiklikleri, çevresel faktörler, beslenme alışkanlıklarında hatalı seçimler, hareketsizlik, hormonal dengesizliklerin artması
Obezite tedavisi nasıl planlanıyor? VKİ’si yüksek olan herkes cerrahiye uygun mudur? Alt-Üst yaş sınırı var m?
obeziteye zemin hazırlayan sebeplerin başında geliyor. Dünyada obezite prevelansı nasıl? Gerçekten gittikçe şişmanlıyormuyuz? Tüm ülkeler bu konuda alarma geçmiş durumda. Sağlık Bakanlığımız da gerek beslenme, gerekse hareketsiz yaşama ilişkin önemli farkındalık çalışmaları yapıyor. Sadece kendimizle ilgili bir durum değil obezite. Gelecek nesilleri yetiştiren ailelere de önemli roller düşüyor. İstatiksel bilgiler farklılık gösterebiliyor. Son veriler net bir şekilde elimizde olmasa da kaynak olarak kullanabileceğimiz DSÖ verilerine baktığımızda, dünyada 20 yaş ve üzeri fazla kilolu insan sayısının 1.4 milyar olduğu.Aynı verilere göre 200 milyon erkek ve 300 milyon kadının da obez olduğu tespit edilmiştir. 2012 verilerine göre ise 5 yaş altı 40 milyon çocuğun fazla kilolu veya obez olduğu gösterilmiştir. Amerika ve
Obezite tedavisini kabaca 5 grupta toplayabiliriz; davranış tedavisi, diyet, egzersiz, ilaç tedavisi ve cerrahi tedavi. Cerrahi için konuşacak olursak,Bariatrik ve Metabolik Cerrahi Birliğinin önerisini baktığımızda,18 yaş alt ve üst sınır tartışmalı ancak şu an ancak kabul edilen yaş sınırı 65. Hasta seçiminde ise VKİ’si 40 ve üzeri olanlara ve VKİ’si 35 ve üzeri olup bir de tip 2 diyabet gibi ek hastalığı olanlara uygulanmasını önermektedir. Buna eşlik eden hipertansiyon, tip 2 DM, uyku apne sendromu gibi hastalıkları olması, en az 3 yıldır obezitenin var olması, hormonal hastalıkların bulunmaması, alkol ve ilaç bağımlılığının olmaması, hastanın uygulanacak yöntemi anlaması,ameliyattan sonra uyum sağlayabilecek durumda olması ve kabul edilebilir girişim riski olması gerekir. Cerrahi önerilmeyen veya dikkat edilmesi gereken özel bir grup var mı? Endokrinolojik açıdan obeziteye yol
POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014 19
açıp da cerrahiden fayda görmeyecek hastalıkların elenmesi gerekir. Örneğin cushing sendromu gibi. Endokrinolojinin görüşü yol haritamız için önemlidir. Ayrıva kabul edilebilir anestezi ve cerrahi riski olması da önemlidir. Psikiyatrik açıdan bazı hastalıkların olması obezite cerrahisi başarısını düşürebilir. Bunların önceden tespit ve tedavi edilmiş olması önemlidir.
tıbbi geçmişiniz hakkındaki tüm bilgileri eksiksiz verilmelidir. Bunlar geçirilmiş hastalıklar, geçirilmiş ameliyatlar, tedavi bilgileri, kullanılan ilaçlar, akraba ve yakınlarınızdaki hastalıklar gibi. Gerekli onaylar alındıktan sonra hasta artık ameliyata hazırdır.
Hangi cerrahi teknikler kullanılıyor? Hangi hastaya hangi tekniğin uygun olduğuna nasıl karar veriyorsunuz?
Ameliyat öncesi uyku, beslenme ve alışkanlıkları tekrar gözden geçirip varsa bir düzensizlik düzenli bir yaşam şekline geçmelerini öneriyorum. Günlük aktiviteler açısından kısa bir hazırlık dönemi ameliyat sırasında ve sonrasında hasta ve hekime kolaylıklar sağlar. Örneğin düzenli gece uykuları, bedenin enerji kullanımını düzenli hale getirir ve gece yemek yeme alışkanlığını sona erdirir. Beslenme açısından ise; düzenli, kısa aralıklı, daha çok sıvı, az kalorili ancak doyurucu barsak hareketlerini düzenleyici yiyeceklerin seçilmeli, miktarlarını ölçülü tutarak tüketilmelidir. Sigara mutlaka bırakılmalıdır. Sigaranın hem kilo vermeye, hem de yara iyileşmesine engelleyici negatif katkıları vardır. Ayrıca kısa ve tempolu fazla yorulmadan yürüyüşler yapmak ameliyat öncesi çok faydalıdır. Su ameliyat öncesi ve sonrası vazgeçemeyeceğimiz en önemli besinlerimizden biri. Mutlaka su içilmelidir.
Bu ameliyatları kabaca 3 başlık altında toplamak mümkündür. Restriktif (Kısıtlayıcı), Malabsorptif (Emilimi azaltıcı) ve Kombine (Birleşik). Bir kısmı yenilen gıda miktarını belli bir düzeyde tutmaya yönelik olan kısıtlayıcı ameliyatlardır. Bunların en bilinen örnekleri tüp mide ve mide kelepçesi ameliyatlarıdır. Bazı tipleri ise yeme miktarında belirgin bir değişiklik yapmaksızın alınan gıdalardan faydalanmayı azaltan malabsorptif ya da emilimi azaltıcı ameliyatlardır. Bunun en bilinen örneği ise biliyopankreatik diversiyon adı verilen ameliyattır. Sonuncu olarak da başta söylediğimiz bu iki yöntemin birlikte uygulandığı yani hem kısıtlayıcı hem de emilimi azaltıcı ameliyatlardır. Buna örnek olarak gastrik bypass verilebilir. Hangi tekniği uygulayacağımız ise, gerekli görüşmeler, yapılan tetkikler ve ekip kararı ile ortaya çıkar. Obezite cerrahisine karar vermeden önce hasta hangi test ve değerlendirme aşamalarından geçer? Cerrahi öncesi genel sağlık durumunu belirleyen kan sayımı, kan testleri, EKG, akciğer filmi, solunum fonksiyon testi gibi testlerin yanı sıra midenin durumunu belirlemek için endoskopi ve karın içi organların özellikle de safra kesesi ve karaciğerin durumunu belirlemek için, tüm batın ultrasonografisi yapılır. Ayrıca endokrinolojik açıdan ameliyata engel olup olmadığına dair özel hormon testleri istenir. Kan testlerinin içerisinde hastanın metabolik ve beslenme durumunu belirleyen testler de vardır. Testlerin sonrasında bu testlerde tespit edilen herhangi bir anormallik varsa ilgili klinikle hasta konsülte edilir, ilgili branş önerisi ve onayları alınır (Göğüs hastalıkları, anesteziyoloji, kardiyoloji, endokrinoloji, psikiyatri, nefroloji gibi). Testler sonrasında göreceğiniz konsültan doktorlara
Ameliyat öncesi nelere dikkat edilmeli ve nasıl bir hazırlık öneriyorsunuz?
Normal şartlarda operasyonlar ne kadar sürüyor? Ameliyat süresi tekniğe göre değişmekle beraber kabaca 60-180 dakika arasında tamamlanmaktadır. Ameliyat sonrası komplikasyonlar görülüyor mu ? Ameliyat sonrası görülen komplikasyonlar anesteziye, hastanın ek hastalıklarına ve yapılan cerrahi işleme bağlı komplikasyonlar olarak ayrılabilir. Ancak bu komplikasyonların hiç biri görülmeyebilir ya da bir kısmı görülebilir. Hastadan hastaya ve cerrahın uzmanlığına göre değişebilir. Ameliyat giriş yerlerinde enfeksiyon, kanama, fıtıklaşma, ameliyat dikiş hattında kanama, sızıntı ve buna bağlı geçici komplikasyonlar olabilir. Ameliyattan sonraki ilk günler hastalar neler yaşar? Bu süreci nasıl geçirir? Erken dönemde karında ağrı, gergin-
20 POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
lik, gaz varmış hissi ve bulantı olabilir. Bu konuda yanlış uygulamalar hastanın hem şikayetlerinin artmasına hem de yeni müdahaleler gerektiren bazı komplikasyonlara yol açabilir. Cerrahi sonrası hormonlarda etkileniyor mu ? Bariyatrik cerrahi sonrası kilo veriminde ayrıca cerrahiye bağlı olarak bazı hormonların vücuttaki değişimlerinin de rol oynadığı bilinmektedir. (ghrelin, leptin, peptid YY, GLP1,..) Cerrahiden önce ve sonrasında hastalara özellikle egzersiz öneriyormusunuz? Cerrahiden önce imkan dahilinde özellikle kalp damar sistemini daha sağlıklı hale getirecek egzersizler örneğin yürüme ve küçük egzersizleri öneriyorum. Cerrahi öncesi yapılmaya başlanacak bu egzersizler cerrahi sonrası olası komplikasyonları azaltmaya yardımcı olacaktır. Bunun dışında özellikle yağ yıkımına yardımcı olacak bir egzersiz programı cerrahi başarıyı artıracaktır. Bu nedenle özellikle vücut kitle endeksi çok yüksek olan hastalarda, gerek diyet gerekse yapılabilecek egzersizler ile bir miktar kilo kaybı sağlaması açısından da önemlidir. Cerrahiden sonra egzersize hemen başlanabilir mi? Ameliyattan sonraki erken dönemde düşük kalorili beslenmeden kaynaklanan yorgunluk nedeniyle çok ağır egzersiz yapılması önerilmez. Kilo kaybedildikçe, vücut buna uyum gösterdikçe ve alınabilen kalori miktarı arttıkça, spor miktarı ve düzeyleri de artırılabilir.Cerrahiden sonraki ilk 4 haftada doktorlarının görüşlerini alarak nefes egzersizleri, esneme egzersizlerine başlanabilir. Dördüncü haftadan sonra yüzme en ideal spordur. Böylece günlük normal fiziksel aktivitelere tekrar başlayabilmek kolaylaşır. Daha sonra yavaş yavaş aerobik egzersizlerle devam edilebilir. Genellikle ilk 6 hafta ağırlık çalışmaları yapılmaması gündelik hayatta da ağır kaldırılmaması tavsiye edilir. Karın egzersizleri ilk 8-12 hafta yara yerlerinin kapanmasına izin vermek ve olası fıtıklaşmalara engel olmak için önerilmez. Sıklıkla 3. aydan sonra kas gücü gerektiren ve kasların yoğun kullanıldığı sporlara belli ölçüler dahilinde geçilebilir.
Obezite cerrahisinden sonra ‘’Balayı Dönemi’’ olarak ifade ettiğiniz bir dönem var. Nedir bu balayı dönemi?
cih edilmeli, karbonhidrat içerenlerden uzak durulmalı ve tatlı seçeneğini taze meyveden yana kullanılmalıdır.
Obezite cerrahisi sonrası ilk 4-6 aylık dönem açlık duygusunun çok azalması nedeniyle hızlı kilo verilen dönemdir. Bu dönem ‘Balayı Dönemi’ olarak adlandırılmaktadır. Bu dönemde yapılan cerrahinin etkisi dışında, Ghrelin adı verilen iştah hormonu salgılanmasında da belirgin azalma olmaktadır. Özellikle birinci yıl sonuna doğru iştah duygusu yavaş yavaş artmaya başlar. Bu dönem artık balayı döneminin bittiği dönem olarak kabul edilebilir. Dolayısıyla bu döneme kadar yaşam tarzı ve yeme alışkanlıklarının değiştirilmiş olması gelecek için büyük önem kazanmaktadır. Genel diyet kurallarını yaşamın tüm dönemlerine yaymak gerekmektedir.
Ameliyat sonrası tekrar kilo almamaları için hastalara özellikle ne tavsiye edersiniz?
Obezite cerrahisi ile ne kadar kilo verilir?
Hamilelik planlayan obez anne adayları için obezite bir risk midir? Öncelikle ne yapmalarını önerirsiniz? Obezite cerrahisi sonrası hamilelik risk teşkil eder mi?
Ameliyat sonrası kilo kayıpları hemen erken dönemde başlamaktadır. Fazla kiloların kaybı sıklıkla 18. aya kadar devam eder. Eğer hasta hayatına uygun beslenme alışkanlıklarını başarılı bir şekilde sokarsa ve uygun yeterli egzersiz alışkanlığını da edinirse, bu kilo kayıpları hem sağlıklı hem de üst düzeyde olmaktadır. Genellikle uygun bir cerrahi seçimle hastalar fazla kilolarının yaklaşık %80-85’ini kaybederler. Genel diyet kuralları nelerdir? Şu şekilde sıralayabiliriz; Tüm öğünlerin ana unsuru protein olmalı, karbonhidrat alımı kısıtlanmalı, 3 ana öğün dışına çıkmamaya çalışmalı, ara öğün alınma zorunluluğu varsa protein bazlı ara öğün almalı, öğünlerin mümkün olduğunca önceden planlanması yapılmalı ve sıvı alımının kalorili sıvılardan oluşmamasını sağlamalı. Obezite cerrahisi sonrasında katı beslenmeye geçildiğinde nelere dikkat etmeliler? Obezite cerrahisinden sonra katı yiyecek dönemine geçildiğinde özellikle de ev dışında dikkat edilmesi gereken bazı ipuçları vardır. Kremalı, kızarmış yiyeceklerden uzak durulmalı, küçük bir kaşık ve çatal kullanılarak yeme hızı yavaşlatılmalı, iyi çiğnemeye her zamanki gibi dikkat edilmeli, protein içeren gıdalar ter-
Ameliyat sonrasında dikkat edilmesi gereken en önemli nokta doktorlarının önerilerine harfiyen uymalarıdır. Özellikle beslenme, kullanılacak ilaçlar, gün içersindeki hareket ve yaşam ile ilgili alacakları öneriler, ameliyat sonrası erken dönemde hem hızlı iyileşmeleri hem de komplikasyonlardan korunmaları açısından çok önemlidir. Uzun süreli başarı için ve geri kilo alımı yaşamamak için beslenme kadar sporun da çok önemli olduğu unutulmamalıdır. Hayat tarzı buna göre değiştirilmelidir.
Obez olan anne adaylarının gebelik öncesi öncelikle kilo vermesi büyük önem taşıyor. Çünkü gebeliğe obez olarak başlamak, gerek bebek gerekse anne adayı için pek çok riski de beraberinde getirmektedir. Bu riskler; bence hamilelik döneminde oldukça önemli.Örneğin gebelik diyabeti, preeklampsi adı verilen gebelikte tansiyonun yükselmesi, idrar yolu enfeksiyonları, damar tıkanıklıkları, tıkayıcı uyku apnesi, doğum sırasında epidural anestezide güçlükler, sezaryen ile doğum ihtimalinin artması, sezaryen sonrası yara iyileşmesinin gecikmesi gibi sıralanabilir. Günümüzde laparoskopik olarak yapıldığı için ileride gerek normal doğum, gerekse sezaryen için bir risk teşkil etmemektedir.
gerekir. Tüm gebelik süresinde kusma riskini azaltmak için küçük porsiyonlar halinde, yavaş ve çok çiğneyerek yemek yenmeli, yemekle beraber sıvı almamaya özen gösterilmelidir. Obezite cerrahisi uyguladığınız hastalarınızın hayatlarında, kilo kaybı dışında neler değişiyor? Duygularını size nasıl ifade ediyorlar? Bu sorunuzu onların ifadeleri ile yanıtlarsam sanırım daha anlamlı olacak: “Çok şükür artık nefes alabiliyorum. Yaşadığım bu süreçte en keyifli olan, kendimi her gün tekrar tekrar keşfetmek. Benim de kemiklerim varmış, sevdiklerime sarılınca eskiden onları hissedemiyormuşum, oturduğum her yer minderli değilmiş aslında. Aç olan sadece midem değilmiş meğerse ruhumun da doymaya ihtiyacı varmış. Yürüdükçe yürüyorum hatta koşuyorum. Artık hayatta yapmam dediğim şeyleri yapıyorum, lunaparka gidip eğlenmeyi öğreniyorum. Hazır kıyafet buldum! …” Son olarak söylemek istediğiniz ve vermek istediğiniz bir mesaj var mı ? Sıklıkla tekrarladığım ; Obezite cerrahisi her yolu denemiş başarılı olamamış uygun adaylarda, geri kalan hayatlarını daha rahat ve sağlıklı geçirmeleri için bir seçenek olabilir. Sağlıklı kilo kontrolü ve sağlıklı yaşam için yaşam tarzımızı değiştirmeliyiz. Sağlıklı beslenmeli, beslemeli ve hareketli yaşamı benimsemeliyiz. Röportaj: Zeynep Çetinkaya
Obezite cerrahisi sonrasında ne zaman hamile kalınabilir ve nelere dikkat etmeliler? Obezite cerrahisi sonrasında ilk 1-1,5 yıl gebelik planlanmamalıdır. Özellikle hızlı kilo verilen ilk aylarda gebe kalmamaya dikkat edilmelidir. Bu dönemde bebeğin beslenmesinde sorunlar ortaya çıkabilir. Obezite cerrahisi sonrasındaki gebelikte, gebeliği takip eden jinekoloğun özellikle B12 ve D vitamini, demir ve folik asit desteğine dikkat edebilmesi için geçirilen cerrahi ile ilgili iyi bilgilendirilmesi
POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014 21
kesine yakın mide dokusu kullanılır. Yeni oluşturulan bu küçük mideye ince barsaklar belli bir mesafeden bağlanır.
OBEZİTE CERRAHİSİ TEKNİKLER SLEEVE GASTREKTOMİ (TÜP MİDE AMELİYATI) Tüp mide ameliyatı midenin yaklaşık %80 kısmının cerrahi olarak çıkarılmasıyla gerçekleştirilen bir obezite ameliyatıdır. Birden fazla mekanizmayla hastanın kilo vermesini sağlayan bir ameliyattır. Öncelikle, yeni oluşturulan mide normal mideye göre belirgin derecede azalmış hacmi nedeniyle daha az gıda ve böylece daha az kalori alınmasına neden olur. Ancak asıl etkisinin gıda alımını kısıtlamaktan öte mide barsak sistemindeki özellikle açlık, tokluk ve kan şekeri kontrolünü sağlayan hormonlar üzerinde meydana getirdiği değişimdir. Kısa dönem sonuçlarına bakıldığında tüp mide ameliyatı nispeten daha eski olan gastrik bypass kadar hem kilo verdirmede hem de diyabet gibi metabolik bozuklukların tamamen düzeltilmesinde veya iyileşmesinde etkili bir ameliyattır. Ayrıca bu metabolik etkisi aynen bypasstaki gibi hastanın kilo vermesinden bağımsız olarak gerçekleşmektedir. Bir başka deyişle hasta ameliyattan çok kısa bir süre sonra henüz daha kilo vermeye başlamadan,diyabete bağlı yüksek kan şekeri düzeylerinin normale doğru yönelmesi, diyabet için kullanılan ilaçların ve insülinin tamamen veya kısmen bırakılması söz konusudur. Ayrıca tüp mide ameliyatı gastrik bypass ameliyatına göre daha az komplikasyonun görüldüğü bir ameliyattır.
Avantajları arasında kısıtlayıcı bir ameliyat olması, fazla kiloların %50-60’ını kısa sürede kolaylıkla verdirmesi, yabancı bir cisim vücuda adapte edilmek zorunda olunmaması, mide barsak sisteminde gıda geçiş güzergahında bir değişiklik gerektirmemesi (daha fizyolojik), göreceli ,hastanede kalış süresinin daha kısa olması, mide barsak sistemindeki açlık, tokluk ve kan şekeri düzenleyici hormonlara olumlu yönde etkilerde bulunması sayılabilir. Dezavantajları arasında ise; geri dönüşümsüz olması, ameliyat sonrası uzun dönem vitamin takviyesi kullanmak zorunda olunması sayılabilir. GASTRİK BYPASS Gastrik Bypass diğer obezite cerrahi yöntemlerine göre nispeten daha eski bir ameliyat türüdür. Bu nedenle dünyada günümüze dek en fazla yapılmış obezite cerrahi yöntemi olarak sayılabilir. İşlem iki aşamalı bir cerrahidir. Birinci aşamada kabaca 30 mililitre hacminde küçük bir mide oluşturulur. Bunun için yemek borusu mide bileş-
22 POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
İki tür bypass vardır.Bir türünde ince barsaklar hiç ayrılmadan bir halka şeklinde getirilerek mideye bağlanır. Buna Mini gastrik bypass denir. Diğer türde ise, ince barsak ayrılır ve bir ucu mideye diğer ucu ise yine ince barsağa ancak belli bir mesafeden sonra bağlanır.Buna da Roux en Y gastrik bypass adı verilir. Küçük teknik farklar dışında bu iki yöntem de kabaca yakın cerrahi sonuçlar vermektedir. Buradaki mekanizma tüp midede olduğu gibi hem kısıtlayıcıdır yani hasta daha sınırlı gıda miktarı tüketebilir hem de gıdalar onikiparmak barsağına dökülen safra ve pankreas enzimleri ile olması gereken yerden çok daha uzak ince barsak bölümlerinde karşılaşır. Böylece gıdaların parçalanması ve emilmesi zorlaşır ve buna bağlı emilimi bozucu bir mekanizma eklenmiş olur. Hasta kısaca az yer ve yediğinden az yararlanır. Burada mide barsak sistemi hormonlarındaki değişim tüp mideye oranla daha belirgin olur. Buna bağlı olarak da açlık hissi azalır, tokluk hissi artar ve kan şekeri daha düzgün seyreder. Avantajları arasında fazla kiloların %60-80’ini hasta verebilir.Gıda alımını kısıtlayıcı bir yöntemdir. Mide barsak sistemi hormonları daha belirgin etkiler. Nispeten geri dönüşümlü bir işlemdir. Dezavantajları ise teknik olarak daha kompleks bir ameliyattır.Buna bağlı olarak nispeten komplikasyon oranı, tüp mideye göre daha fazladır. Uzun süreli ilaç kullanımı gerektirir (vitamin, mineral, B12 vitamini, demir, kalsiyum, folat - (folik asit) gibi). Nispeten hastanede kalış süresi uzundur, takipler ve ilaç kullanımı hayat boyu gerekebilir. AYARLANABİLİR MİDE BANDI (GASTRİK BAND) Obezitenin cerrahi tedavisi için midenin üst kısmına, yemek borusundan biraz aşağıda mide etrafına sarılan ve istenildiğinde şişirilerek midenin içine geçecek gıdaların miktarını kontrol edebilen bir alettir. Şişirilebilen
bir silikon malzemeden üretilmiştir. Kısıtlayıcı yöntemle hastaya kilo verdirir. Diğer obezite cerrahisi yöntemleri gibi sadece hastaya kilo verdirmez. Ek hastalıklarda belirgin düzelme sağlayabilir. Mide bandının üzerinde kalan mide kısmı (mide poşu) yiyeceklerle hızla dolduğundan hastada tokluk gelişir. Mide poşu, birikmiş bu gıdaların aşağıya kontrollü geçişini sağlar. Mide bandı laparoskopik olarak takıldığında günübirlik bir işlemdir. İyileşme hızlı olur, ağrı ve iz daha az görülür. Vücuda uyumlu materyalden yapıldığı için komplikasyon gelişmediği müddetçe vucütta yıllarca kalabilir.Her ne kadar geri dönüşümlü bir cerrahi işlem olsa da, yabancı cisim reaksiyonu yaparak bazı komplikasyonlara yol açabilir. Bunlar arasında bandın kayması, göç etmesi, haznenin (port) ve bağlantı tüpünün (connecting tube) enfeksiyonu, mide poşunun ve yemek borusunun genişlemesi gibi komplikasyonlar sayılabilir. İNTRAGASTRİK BALON veya MİDE BALONU İntragastrik Balon veya Mide Balonu, 1982 yılından bu yana obezite tedavisinde kullanılmaktadır. Tokluk hissi yaratır ve yer kaplayıcı olması nedeniyle, midede hacim küçültücü olarak görev yapmaktadır. Günümüzde halen en çok kullanılmış ve kullanılmakta olan endolüminal (mide içi) araçtır. Sıvı veya hava ile şişirilen tipleri vardır. Ayrıca hacmi ayarlanabilir ve mideye implante edilerek (yerleştirilerek) ciltten şişirilen tipleri geliştirilmiştir. Sıvı içerikli olanlar yaklaşık 400-800 ml serum fizyolojik ve metilen mavisi boyası ile şişirilir. Mide balonu mide içinde en çok 6 ay kalabilir. Uzun süreli kalışlarda enfeksiyon, balonun sönmesi, korozyon gibi komplikasyonlar görülebilir. Birden fazla yani mükerrer 2 yada 3 kez uygulanabilir. Kısa ve orta dönem mide balonuna bağlı obezitedeki fazla kiloların kaybı oranları umut vericidir. Ancak uzun dönem sonuçları tartışılmaktadır. Mide balonu birincil obezite tedavisi için kullanıldığı gibi ayrıca süper obez hastalarda obezite cerrahisine bir ön hazırlık olarak da kullanılmaktadır. Özetle; mide balonu obezite cerra-
hisine sıcak bakmayan ya da obezite cerrahisi düşünüp de süper morbid obezite nedeniyle yüksek riskli hastalarda cerrahiye hazırlık olarak kullanılan geri dönüşümlü, maliyetli ve kabul edilebilir riskleri olan bir yöntemdir. SADI-S Açılımı sleeve gastrektomi (tüp mide) ile birleştirilmiş tek anastomozlu (barsaklar arası geçiş) duodeno-ileal bypassdır. Bu ameliyatta mide tüp haline getirildikten sonra onikiparmak bağırsağına bağlandığı yerden kesilir ve kalınbarsağa 250 cm uzaklıktaki ince barsağa bağlanır (anastomoz). Bu ameliyattaki amaç, hem yiyecek miktarını kısıtlamak hem de bu yiyeceklerden yararlanımı bozmaktır. Buna bağlı olarak da hasta kilo kaybeder ve ayrıca tip 2 diyabet, hiperlipidemi, hipertansiyon gibi metabolik problemleri de düzelir. Klasik duodenal switch adı verilen ameliyata üstünlüğü barsaklar arası geçişin tek bir yerde uygulanmış olmasıdır. Yani bu geçiş anastomoza bağlı komplikasyon riskini azaltmış olur. Mide çıkışındaki pilor adı verilen çekvalv sistemi korunduğundan dumping adı verilen metabolik komplikasyon da daha az olur.Ancak bu yöntem sonrası hastalar ömür boyu vitamin ve mineral takviyesi almak zorunda olurlar. Hasta takipleri çok önemlidir beslenme bozukluğu olmaması için, hekim kontrollerine dikkat edilmesi gerekir. Diyare, gaz ve safra kesesi taşları görülme sıklığı artabilir. Diğer obezite cerrahisine bağlı problemler bu cerrahi için de geçerlidir.
BİLİYOPANKREATİK DİVERSİYON (BPD) Biliyopankreatik diversiyon (BPD) ameliyatı hem kısıtlayıcı hem de emilimi azaltıcı bir ameliyattır. Bu ameliyatta midenin yaklaşık 2/3 aşağı kısmı vücut dışına çıkartılır. Kalan üst mide kısmı ince barsakların kalın barsağa yakın (ileum) kısımlarıyla (75-150 cm) birleştirilerek geçiş sağlanır. Böylece yiyecekler ince barsakların daha yukarıda bulunan duodenum (onikiparmak barsağı) ve jejunum (ince barsakların yukarı kısımları) kısımlarıyla bypass), yani besinlerden faydalanmamız için gereken parçalara ayırıcı enzimlerle ve sıvılarla karşılaşmaz. Bu da besinlerin emilimini azaltır.Avantajları arasında süper morbid obezlerde hem kilo vermede hem de ek hastalıkların düzeltilmesinde faydalıdır. Ayrıca dumping sendromu sıklığı daha azdır. Emilimi bozucu niteliğinden dolayı bu ameliyat sonrasında da uzun süreli takip ve vitamin mineral desteği gereklidir. Multivitaminler, kalsiyum sitrat ve yağda eriyen vitaminler mutlaka alınmalıdır. Bu takipler ve ilaç kullanımı ömür boyu olmak zorundadır. Bu ameliyat sonrasında safra kesesi taşları riski artar. Diyare ve barsak gazlarında artma gibi problemler diyetin ayarlanması ile aşılabilir.
POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014 23
GÜNCEL
Diyabetin Dünü Bugünü Geleceği Türkiye’de 7,2 milyon diyabet hastası var Diyabette değişim başlamazsa hasta sayısı 12 milyona çıkacak. Prof. Dr. Necdet Ünüvar TBMM Meclis Sağlık Komisyonu Başkanı
Her 7 kişiden 1’inin diyabetli olduğu Türkiye’de, diyabet hastalığına karşı mücadeleye yeni bir boyut kazandırmak üzere kamu, hekim örgütleri, ilgili vakıf ve dernekler ile özel sektör temsilcileri, TBMM ev sahipliğinde bir panelde buluştu Dünya Diyabet Günü kapsamında 17 Kasım 2014, Pazartesi günü TBMM’nin ev sahipliğinde ve TBMM Başkanı Sn. Cemil Çiçek’in katılımı ile mecliste düzenlenen “Diyabetin Dünü, Bugünü, Geleceği” başlıklı panele, TBMM Meclis Sağlık Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Necdet Ünüvar, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı Prof. Dr. Seçil Özkan, SGK Genel Sağlık Sigortası Genel Müdürü Uzm. Dr. İsmet Köksal ve Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Başkanı Dr. Saim Kerman katıldı. TBMM Başkanı Cemil Çiçek, günümüzde hızla artan diyabet hastalığının hem toplumsal hem de ekonomik açıdan son derece önemli sorunlara neden olduğunu açıkladı. Diyabetin sadece bireylerin sağlığını tehdit etmekle kalmayıp ailelerinin ve devletin ekonomik refahını da olumsuz etkilediğini belirten Cemil Çiçek, bu durumun değişmesi için atılacak adımları Meclis çatısı altında belirlemek üzere biraraya geldiklerini söyledi. Diyabette Değişim Başlamazsa Hasta Sayısı 12 Milyona Çıkacak TBMM Meclis Sağlık Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Necdet Ünüvar, yaptığı
konuşmada şunlara dikkat çekti: “Türkiye’de toplam 7,2 milyon kişi diyabetle mücadele ediyor. 2035 yılına gelindiğinde diyabetli hasta sayısının 12 milyon kişiye çıkması bekleniyor. Türkiye, Avrupa’da diyabetin en yüksek oranda yayıldığı ülke konumunda. 2035 yılında Türkiye’de yaşayan diyabetlilerin sayısı tüm Avrupa’da ilk sıraya yükselecek.” Diyabetlilerin Yüzde 45’i Hasta Olduğunu Bilmiyor Prof. Dr. Necdet Ünüvar, sözlerine şöyle devam etti: “Türkiye’de diyabetlilerin yalnız yüzde 55’ine tanı konulmuş durumda. Bu da mevcut 7,2 milyon hastanın sadece 3,96 milyonunun teşhis edildiği anlamına geliyor. Teşhis konulan hastaların sadece 3,5 milyonu tedavi görüyor. Tedavi gören hastaların ise sadece 1,75 milyonu tedavi hedeflerine ulaşıyor.” Diyabet Trajik Sağlık Sorunlarına Yol Açabilir Prof. Dr. Ünüvar, diyabetin yeterli şekilde kontrol edilmemesinin böbrek yetmezliği ve ampütasyon gibi kişinin yaşam kalitesini önemli ölçüde etkileyen komplikasyonlara neden olabildiğini açıkladı. Prof. Dr. Ünüvar diyabetin aslında önlenebilir olan bu sonuçlarının hem trajik hem de maliyetli olduğunu söyledi. Prof. Dr. Ünüvar, diyabetin sağlık yüküne dair şu çarpıcı bilgileri paylaştı:
24 POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
Diyabetin Ekonomik Yükü Artıyor. Diyabetin Kontrol Edilmesiyle 24 Milyar Euro Tasarruf Sağlanacak Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Genel Sağlık Sigortası Genel Müdürü Uzm. Dr. İsmet Köksal, panelde diyabetin ekonomik yüküne dair veriler sundu. Mustafa Kuruca şunları söyledi: “Sosyal Güvenlik Kurumu verilerine göre Türkiye’de toplam sağlık harcamalarının yaklaşık yüzde 23’ünü diyabet ve komplikasyonlarının maliyeti oluşturuyor. Diyabet kontrolünün tavsiye edilen düzeylere çekilebilmesi 2035 yılına kadar Türk toplumuna 24 milyar Euro’ya varan bir tasarruf sağlayabilecek. Daha iyi bir tedavi için bugün yapılacak yatırımlar, gelecekte olası maliyetlerden tasarruf edilmesini sağlayacak. Tek bir diyabet komplikasyonu bile hastaneye yatışla birlikte hastanın tedavi giderlerini yüzde 60 oranında artırıyor. Hastada gelişebilecek 4 komplikasyon olması halinde bu artış yüzde 500’ü buluyor.” Diyabet Önleme ve Kontrol Programı ile diyabetle mücadeleye devam Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı Prof. Dr. Seçil Özkan ise panelde, “Türkiye Diyabet Önleme ve Kontrol
Programı ve Diyabetle Mücadele’de Atılacak Adımlar” konulu bir sunum yaptı. Prof. Dr. Özkan, diyabetin önlenmesi, hastalarda diyabet bakım kalitesinin yükseltilmesi, komplikasyon oranlarının ve diyabete bağlı ölümlerin azaltılması için çalışmalar yürüttüklerinden bahsetti. Daha etkin diyabet yönetimi için Ar-Ge çalışmaları artırılmalı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Başkanı Dr. Saim Kerman ise diyabetli hastaların daha iyi tedaviye ulaşabilmeleri için Ar-Ge ve klinik çalışmaların önemli olduğuna dikkat çekti. Dr. Saim Kerman, klinik çalışmaların hastaların ihtiyaçlarına yönelik güvenli ve etkili tedavilerin geliştirilmesi için yürütülmesi gerektiğini söyledi. Yenilikçi tedavilere ihtiyaç var Diyabetin duayen hekimlerinden Prof. Dr.
Nazif Bağrıaçık ise ülkemizde hızla artan diyabet tehdidine dikkat çekerek diyabetli hasta sayısının ve komplikasyonların görülme sıklığının artmasının, diyabetli kişilerin daha sağlıklı bir yaşam sürmelerini sağlamak için yenilikçi tedavilere ve yeni yaklaşımlara duyulan ihtiyacı ortaya koyduğunu ifade etti.
Değişim Programı’nın Türkiye ayağında, diyabetin ulu-sal bir sağlık önceliği olarak kabul edilmesi, kaliteli ve yenilikçi ilaçların hastalara sunulması için çalışmalar yapılması, hastaların daha iyi tedavilere erişiminin sağlanabilmesi için inovasyonun sürdürülebilirliğine odaklanacaklarını açıkladı.
Diyabetle mücadelede değişim şart Novo Nordisk Kıdemli Başkan Yardımcısı Mike Doustdar ise panelde Türkiye’de özel sektörün diyabet tedavisindeki rolüne değinerek Diyabette Değişim Türkiye Programı hakkında bilgi verdi. Mike Doustdar Novo Nordisk olarak tüm çalışmalarının merkezine hastaları koyduklarını ve hastaların daha iyi bir tedaviye ulaşmaları için bütçelerinin yüzde 14’ünü inovasyona ve AR-GE’ye harcadıklarını ifade etti. ABD, Endonezya, Çin ve Bangladeş’te yürüttükleri Diyabette
.................... Diyabetin ilerlemesi, beklenen yaşam süresini yaklaşık 5-10 yıl kısaltıyor. 2013 yılında Türkiye’deki ölümlerin yaklaşık 60 bini diyabete bağlı nedenlerden kaynaklandı. Diyabetlilerde inme riski sağlıklı bireylere kıyasla 4 kat fazladır Türkiye’de diyalize girenlerin yarıya yakını diyabetlidir. Türkiye’deki diyabetlilerin yüzde 28’inde diyabetik retinopati bulunuyor. Tip 2 diyabet kalp krizi riskini 2,5 ila 5 kat artırıyor. Diyabet travma dışı nedenlere bağlı alt uzuv kayıplarının önde gelen nedenidir. ..................
POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014 25
GÜNCEL
14 KASIM DİYABET HAFTASI DİYABET HAKKINDA TEMEL BİLGİLER almak zorundandırlar. Bu nedenle Tip 1 diyabet, İnsüline Bağımlı Diyabet olarak da isimlendirilmektedir. Tip 2 diyabet ise insüline bağımlı olmayan ya da erişkin diyabeti olarak da adlandırılır. Diyabet, vücudumuzda pankreas salgı bezinin yeterli miktarda insülin hormonu üretmemesi ya da ürettiği insulin hormonunun etkili bir şekilde kullanılamaması durumunda gelişen ve ömür boyu süren bir hastalıktır. Sonuç olarak kişi, yediği besinlerden kana geçen şekeri yani glukozu kullanamaz ve kan şekeri yükselir (hiperglisemi). İnsülin hormonlarının eksikliği sonucu ortaya çıkan Tip 1 diyabet, sıklıkla çocukluk ve gençlik yaşlarında ortaya çıktığı için “Juvenil diyabet” adını da alır. Tip 1 diyabet, pankreasta bulunan ve insülin üreten beta hücrelerinin otoimmün bir süreç sonunda zedelenmesi ile meydana gelmektedir. Hastalar, mutlak veya göreceli bir insülin yetersizliği olduğundan ömür boyu insülin hormonunu dışardan (enjeksiyon yoluyla)
En sık görülen form Tip 2 Diyabet olup ana sebepleri obezite ve yetersiz fiziksel aktivitedir. Uluslar arası Diyabet Federasyonu’nun tahminine göre dünyada 382 milyon yetişkin diyabet hastasıdır. Son 15 yıl içinde Türkiye’de diyabet hastası sayısı yaklaşık 3 katına çıkmış ve yapılan diğer bir çalışmada da bu dönemde yetişkin nüfusta diyabetin %90 oranında arttığı gözlemlenmiştir. Tip 2 Diyabet Riski Ne Zaman Artar? . Ailesinde diyabetli olanlar, . Obezite (şişman kişiler), . 4 kg’dan daha ağır bebek doğuran kadınlar, . Stres altında yaşayan kişilerde diyabetin görülme riski daha yüksektir.
26 POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
Tip 2 Diyabet Belirtileri Nelerdir? . Sık idrara çıkma, . Açlık hissi, . Çok su içme, . Cilt yaralarında geç iyileşme, . Ağız kuruluğu, . Sık sık enfeksiyon geçirme, . Kuru cilt . Ellerde ve ayaklarda uyuşma gibi belirtiler Tip 2 Diyabette zamanla meydana gelmektedir. Tip 1 Diyabetin Olası Risk Faktörleri Nelerdir? . Aile bireylerinde Tip 1 diyabetli birey varlığı . Genetik bazı özellikler . Bazı virüslerin yol açtığı enfeksiyonlar . Beslenme faktörleri . Stres risk faktörleri olarak sayılabilir. Tip 1 Diyabetin Belirtileri Nelerdir? . Ağız kuruluğu, susama . Çok ve sık idrar yapma . Yorgunluk ve halsizlik
. Sık ve aşırı acıkma . İstem dışı kilo kaybetme . Bulantı, kusma, karın ağrısı, . Bulanık görme . Ayaklarda hissizlik veya uyuşma, karıncalanma
Günde üç ana öğün ve üç ara öğün yiyerek beslenmek ana kuralınız olmalıdır. Beslenme düzeninizin içeriğini de diyabet tedavi ekibinizde yer alan diyetisyeniniz ayarlayacaktır.
Gizli Şeker (Pre-diyabet) Nedir?
Beslenme Tedavisinde Nelere Dikkat Edilmelidir?
Eğer bir kişinin kan şekeri düzeyi normalden yüksek olmasına karşın diyabet tanısı koymaya yeterli yükseklikte değilse bu durumda kişi pre-diabetik (gizli şeker hastası) olarak tanımlanır. Diyabet Önleme Programına katılan pre-diyabetiklerin %11’inde diyabet gelişmiştir. Bazı çalışmalar pre-diyabetik çoğu kişide 10 yıl içinde Tip 2 diyabet geliştiğini saptamıştır. Yani Pre-diyabet Tip 2 diyabete adaylık durumudur.
Diyabetli birey hayatı boyunca uygulayabileceği ideal bir beslenme programını uygulamalıdır. Bu şekilde kan şekerini normal sınırlarda tutabilir, ideal vücut ağırlığını koruyabilir, hiperglisemi (kan şekeri yüksekliği) ve hipoglisemi (kan şekeri düşüklüğü) gibi komplikasyonları önleyebilir.
Tip 1 Diyabet Tedavisinde Beslenme Nasıl Olmalıdır?
. Uygun zamanlarda yemek yemek,
Tip 1 diyabetli kişilerin önerilen beslenme planı ve gıda seçeneklerine ile her gün aynı saatlerde yemek yemesi gerekmektedir. Diyabetlilere çeşitli besin öğelerinin bulunduğu yeterli ve dengeli bir beslenme planı sunulmaktadır. Besleyici değerleri yüksek, buna karşılık yağ ve enerji içerikleri ise düşük gıdalar daha çok tercih edilmelidir. Eğer tip 1 diyabet hastası iseniz, yediğiniz gıdalardaki karbonhidrat miktarlarını öğrenmeniz ve insülin dozajınızı buna göre ayarlamanız çok önemlidir.
. Bireysel özelliklerine göre yeterli ve dengeli bir beslenme programı uygulamak, . Besin çeşitliliği sağlamak, . Posalı besinleri tercih etmek, . Basit şekerleri(toz ve kesme şeker, bal, tatlı, meyve suyu) gibi besinleri diyetisyen kontrolünde tüketmek. Diyabetin Akut Komplikasyonları Nelerdir? Düşük Kan Şekeri (hipoglisemi): Kan şekeri fazla düştüğünde (çok fazla insülin, çok fazla egzersiz ya da yetersiz enerji alımı sonucu) kişi normal fonksiyonlarını yapamaz. Hipoglisemi, şekerli meyve suyu, kes-
me veya toz şeker almakla hızla düzelir. Ketoasidoz: Diyabetik koma da denen ketoasidoz insülin yokluğuna bağlı ağır bir durumdur. Esas olarak sıklıkla tip 1 diyabetli kişilerde sık görülür. Laktik Asidoz: Laktik asidoz, vücutta laktik asit birikmesidir. Hücreler enerji olarak glukoz dışı yakıt kullandıklarında laktik asit yaparlar. Eğer çok fazla laktik asit vücutta kalırsa, denge bozulur ve kişi kendini rahatsız hissetmeye başlar. Daha az sıklıkta görülen bu durum, esas olarak tip 2 diyabetli kişileri etkiler. Bakteriyel / Fungal (Mantar ) Enfeksiyonlar: Diyabetli kişiler cilt ve tırnaklarda sık olmak üzere tüm organlarda bakteriyel ve fungal kaynaklı, enfeksiyonlara daha açık hastalardır. Diyabetin Kronik Komplikasyonları Nelerdir? Uzun bir süre kan şekerinin yüksek olması, büyük ve küçük damarları ve sinirleri tahrip eder. Tahribat hangi organda ise ona ait sorunlar görülür. . Kardiyovasküler hastalık . Retinopati (Gözlerin hasar görmesi) . Nefropati (Böbreklerin hasar görmesi) . Nöropati (Sinirlerin hasar görmesi) . Ayak komplikasyonları . İmpotans (Cinsel güçsüzlük)
POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014 27
METABOLİK HASTALIKLAR
PKU (fenilketonüri) BİR YAŞAM BİÇİMİDİR! Doğumsal metabolik hastalıklardan biri olan fenilketonüri (PKU), ülkemiz için önemli sağlık sorunlarından biridir ve genetik geçişli bir hastalıktır. Bu hastalıkla doğan çocuklar, karaciğerde bulunan fenilalanin hidroksilaz enzimi yetersiz olduğu için, yaşam boyu bir protein yapı taşı olan fenilalaninden kısıtlı bir diyet uygulamak zorundadırlar. Fenilalanin vücutta oluşmayan, diyetteki protein kaynakları ile vücuda giren bir protein yapı taşıdır ve diyetle protein alımı kısıtlanarak kan fenilalanin düzeyi kontrol edilebilir. Yaşamın ilk günlerinde tanımlanmamış, diyet tedavisi baş-
lanmamış, ya da yaşamın özellikle ilk yıllarında diyet tedavisi iyi uygulanmamış hastalarda yüksek kan fenilalanin düzeyi nedeni ile beynin etkilenmesi ve zihinsel özür gelişmesi kaçınılmazdır. PKU hakkında bilgi veren METVAK kurucu başkanı Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Özalp “Yenidoğan tarama testi ile tanı konan bu hastalıkta bebeklikten itibaren tedaviye uyumun sağlanması fenilketonürili hastaların normal bireyler gibi gelişebilmelerini ve bu hastalar topluma kazandırılan bireyler olmalarını sağlamaktadır. Fenilketonüride tedavinin en önemli hedefi kan fenilalanin düzeyini normal sınırlarda tutabilmektir. Bu nedenle ömür boyu diyet ve diyete uyum çok önemlidir” dedi. Fenilketonüri (PKU) Nedir? Doğumsal metabolik hastalıklardan biridir, genetik (otozomal resesif) geçişli bir hastalıktır. Bu hastalıkla doğan çocuklar, karaciğerde bulunan fenilalanin hidroksilaz enzimi çalışmadığı ya da az çalıştığı için, yaşam boyu fenilalaninden kısıtlı bir diyet uygulamak zorundadırlar. Fenilalanin protein yapıtaşıdır, vücutta sentezi yoktur, diyetteki protein kaynakları ile alınır. Diyetle alınan ve vücudun fenilalanin gereksinimi karşılandıktan sonra arda kalan kısmı fenilalanin hidroksilaz enzimi tarafından diğer bir protein yapı taşı olan tirozine çevrilir. Ancak enzim görevini yerine getirmedi-
28 POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
ği için, alınan fenilalanin kanda yükselir ve beyine ciddi derecede kalıcı hasar verir. Hastalıklı bireylerin ağır derecede zihinsel özürlü olmaması hastalığın erken dönemde tanımlanıp, yaşam boyu kan fenilalanin düzeyinin güvenli sınırın altında tutulması ile sağlanabilir. Bu da vakaların tamamına yakınından yaşam boyu uygulanan düşük proteini diyet ile sağlanmaktadır. Nasıl Teşhis edilir? Hastalık her doğan bebeğe uygulanacak “Yenidoğan Tarama Testi” ile, hastalığa ait beyin hasarı oluşmadan yapılmalıdır. Ülkemizde 1983-2007 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından başlatılan ve İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin katılması ile yürütülen tarama programı 2006 Aralık ayından itibaren Sağlık Bakanlığı tarafından üstlenilmiş ve ücretsiz olarak yapılmaktadır. Konjenital hipotiroidi ve biyotinidaz eksikliği hastalıklarının da arandığı bu tarama programında özel bir kağıda, bebek doğumdan sonra 24-48 saat anne
sütü ile beslendikten sonra, birkaç damla kan alınmaktadır. Ülkemizdeki Hastalık Oranı Nedir? Dünyada kısaca PKU olarak bilinen Fenilketonüri (PhenylKetonUria) çoğu ülkede var olan bir hastalıktır. Ancak hastalığın ülkemizdeki görülme sıklığı çok yüksektir. Heryıl 1.200.000 den fazla bebeğin doğduğu ülkemizde doğan her 6000-6500 bebekten biri fenilketonüri ile doğmaktadır. Hastalığın ülkemizde yüksek sıklıkta izlenmesinin nedeni akraba evlilikleridir. Anne ve babanın taşıyıcı olması halinde bu çiftin her çocuğunda hasta olma riski % 25, taşıyıcı olma ihtimali %50, tam sağlıklı olma olasılığı % 25 dir. Akraba evlilikleri hasta bireylerin doğmasına yol açtığı gibi toplumda taşıyıcılık sıklığını da arttırmaktadır. Yaşam Boyu Diyet Nasıl Olmalı ? Her çocuk, kan fenilalanin seviyesine, yaşına ve kilosuna göre farklı bir diyet programı uygular. Hekim tarafından günlük alması gereken fenilalanin miktarı hesaplanır ve bu miktarlar doğrultusunda ölçülü olarak tüketeceği bitkisel proteinli gıdalar (sebze –meyve) diyetisyen tarafından belirlenir. Bu diyetin uygulanması ile fenilalanin düzeyi istenen sınırlarda tutulmakta, beyinde hasar oluşumu engellenmektedir. Diyet yaşam boyu uygulanmalıdır. Diyet uygulayan bireyler aralıklarla fenilalanin kan seviyelerini takip etmek ve kontrole gitmek zorundadır. PKU’lu bireyin fenilalanin içeriği yüksek proteinli gıdaları tüketmemelidir. Yasak Gıdalar Nelerdir? Et ve et ürünleri (tavuk, balık, hindi, kırmızı et, salam, sosis, sucuk, sakatat vb…) Süt ve süt ürünleri ( yoğurt, ayran, cacık, peynir) Kuruyemişler (fındık,leblebi, fıstık, ceviz, badem vb.) Kurubaklagiller (kuru fasulye, nohut, mercimek, bakla, soya çeşitleri, barbunya vb.) Unlu mamüller (makarna çeşitleri, ekmek, poğaça, yumurta, simit,kraker, bisküvi)
Serbest Gıdalar Nelerdir? Mısır nişastası, sade lokum, sade akide şekeri, çay, ıhlamur, adaçayı, sıvı yağ, çay şekeri, elma suyu, aspartam içermeyen içecekler (gazoz, kola, meyve suyu)
Ölçülü Gıdalar Nelerdir? Sebze, meyve, tereyağ, margarin, bal, zeytin, pekmez ve tüm düşük proteinli gıdalar. Türkiye’de bir ilk: PKU Kampı Kurulduğu 1996’dan itibaren fenilketonürili hastaların diyet tedavisinde yol gösterici olmak amacı ile gerçekleştirdiği eğitim faaliyetlerinin en somutu 2009 yılında başlatılan METVAK-MUTFAK uygulamasıdır. Fenilketonüri ve diğer Kalıtsal Metabolik Hastalıklı Çocuklar Vakfı (METVAK) ve Geleceğin Yıl-
dızları tarafından PKU Aile Derneği işbirliği ile ilk kez organize edilen PKU (Fenilketonüri) Kampı özel olarak kurulmuş olan mutfakta PKU konusunda tecrübeli diyetisyenler eşliğinde, 18-24 Ağustos 2014 tarihleri arasında Uludağ’da gerçekleştirildi. Kampa 10-18 yaş arası 100 PKU hastası çocuk, kamp süresince çeşitli spor aktivitelerinin yanında PKU diyetine uygun yiyecekler hazırladı. PKU Aile Derneği Başkanı Deniz Yılmaz Atakay PKU’lu hayatlar için projeler üreten PKU Aile Derneği’ni kuran ve başka illerde örgütlenmesine destek olan bir anne.13 yaşında PKU’lu bir kızı var. Amacı, değişik alanlarda projeler üreterek, ‘’Erken tanı ile zekaları kurtulan diyetli çocukların, sosyal yaşamlarını da kurtarmak ve onların toplumda iyi bir yerde olmalarını sağlamak’’ Bu sebeple de ‘’PKU’nun Yıldızları’’ projesinin mimarlarından. Atakay; ‘’Kampın kendilerini yalnız ve farklı hisseseden diyetli çocuklar için çok eğitici olacağının” altını çiziyor. METVAK ve PKU Hakkında detay bilgi için http://www.metvak.com/ http://www.pkuaile.com/
POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014 29
KURUMSAL SOSYAL SORUMLULUK
‘’YAPTIĞIMIZ İŞİN MERKEZİNDE CİDDİ HASTALIKLAR İLE MÜCADELE EDEN HASTALARIMIZA YARDIMCI OLMAK VAR’’
Şirin Şeyhoğlu Bristol-Myers Squibb Pazar Erişim Direktörü
tık Bu projede Sağlık Bakanlığı onayı ve desteğiyle televizyon spotları geliştirildi ve yayınlandı. Amaç, hastaların aşılanarak korunmasını sağlamak ve tanı ve tedavi konusunda bilgilendirmekti. Örneğin, ülkemizde halen aile içinde ortak kullanılan traş takımı, diş fırçası gibi hastalığın bulaşına sebep olabilecek alışkanlıklara dikkat çekildi. Hastalar açısından ise, o tarihte bazı bölgelerde tanı araçlarına erişim sıkıntısını gidermek amacıyla Sağlık Bakanlığı onayı ve Hıfzıssıhha laboratuarı desteği ile tanıya yönelik bir test projesi gerçekleştirildi. Bu sayede hastaların bulundukları şehir veya bölgede tanı ve tedaviye ulaşımları sağlanmış oldu. Bu destek yaklaşık 100 devlet hastanesine sağlandı ve 2 seneden uzun süren bir projeydi.
Kurumların sosyal sorumluluk projelerine verdikleri destek oldukça önemli. Bu sayımızda da Bristol-Myers Squibb’un Pazar Erişim Direktörü Şirin Şeyhoğlu ve Kurumsal İlişkiler ve İletişim Müdürü Dr. Yalçın Kaya ile sosyal sorumluluk kavramını, hasta derneklerine verdikleri destek ve gelecekteki projeleri üzerinde konuştuk.
jeler gerçekleştirmek gayreti içindeyiz. Ayrıca, Türkiye’de hastaların ilaçlara erişimini destekleyecek konularda da ilgili otoriteler ile birlikte çalışıyoruz.
PS: Bristol-Myers Squibb’in çalışmalarından ve misyonundan bahseder misiniz?
Şirin Şeyhoğlu : Evet öncelikle Hepatit B alanında sosyal sorumluluk projelerimizi hayat geçirdik. Çünkü Türkiye’de Hepatit B oldukça yaygın bir hastalık. Bu yaygınlığına rağmen toplum tarafından çok iyi bilinmiyor. 2007’de başlayan ve Viral Hepatit Savaşım Derneği ve Sağlık Bakanlığı ile ortak gerçekleştirdiğimiz projede, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri ağırlıklı olmak üzere düzenlenen bölgesel toplantılarda yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşları kanalıyla hasta ve hasta yakınlarını hastalıktan korunma, tanı, tedavi ve tedavi uyumu açısından bilgilendirme çalışmaları yap-
Şirin Şeyhoğlu : Misyonumuz; hastaların ciddi hastalıklar ile mücadelesine yardımcı olan yenilikçi ilaçları keşfetmek, geliştirmek ve sunmak. Bu misyonumuz doğrultusunda önemli oranda karşılanmayan tıbbi ihtiyaç bulunan hastalık alanları üzerine odaklanıyoruz. Amacımız sadece ilaçları keşfetmek bunları hastalara ulaştırmak değil, ilgilendiğimiz hastalık alanlarında sosyal sorumluluk projeleri dahil bir takım pro-
PS: Hangi projeler gerçekleşti örnek verebilir misiniz? Mesela en uzun soluklu projeniz Hepatit. Hangi konulara daha çok dikkat çekildi?
30 POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
“ÜLKEMİZDE HASTA DERNEKLERİ SON DÖNEMDE BAŞARILI ÇALIŞMALARI İLE ÖN PLANA ÇIKIYOR’’ PS: Hasta dernekleri ile bazı projelerde çalışıyorsunuz. Hasta derneklerinin gelişimini nasıl buluyorsunuz? Şirin Şeyhoğlu : Avrupa ve Amerika’da çok aktif ve etkili hasta dernekleri var. Bu dernekler Dünya çapında ve ülke bazında hastaları bilinçlendirici etkinliklerde ve karar alma süreçlerinde yer alıyorlar. İstiyoruz ki Türkiye’de de hasta dernekleri daha etkili olabilsinler. Çünkü hastaların sözcüsü olacakgruplara ihtiyaç var. Biz, ülkemizdeki hasta derneklerinin çalışmalarını umut verici buluyoruz ve BMS olarak bu derneklerin çalışmalarına kurallar çerçevesinde destek olmaya gayret ediyoruz. Örneğin son katıldığımız Genç Birikim Derneği tarafından Muş’ta düzenlenen 7.Uluslararası Onkoloji Günleri bu konunun başarılı örneklerden sadece birisi.
Ekip olarak bu projeler sizde nasıl bir duygu yaratıyor? Sadece bir ilacı piyasaya sunmak değil, bunun yanında topluma değer sunan aktiviteler yapmak bizlere mutluluk veriyor. Daha önce de ifade ettiğim gibi, misyonumuz yenilikçi ilaçları keşfetmek, hastanın tedaviye erimişini sağlamak olsa da, aynı zamanda sosyal sorumluluk projeleriyle hasta dernekleri veya diğer sivil toplum kuruluşlarını desteklemek ve topluma hizmet etmeyi amaçlıyoruz. HASTALARIN SÖZCÜSÜ OLACAK GRUPLARA İHTİYAÇ VAR. PS: Artık ilaç firmaları hasta odaklı çalışmaya başladı. Hasta veya ilgili derneklerle işbirliği ile bir çok projeyi destekliyorlar. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Şirin Şeyhoğlu: Dünyada ve Türkiye’de bu anlamda olumlu gelişmeler sağlanmakta, ancak yine de halen gelişmesi gereken alanlar bulunmakta. Bu nedenle biz de kurallar ve imkanlarımız çerçevesinde hasta derneklerini desteklemeye çalışıyoruz. Çünkü hasta dernekle-rinin sayısal olarak artması, maddi imkanlar itibarıyla güçlü hale gelmeleri, bilinçlenmesi ve hastaları bilinçlendirmeleri ile hastalıklardan korunma için yapılan farkındalık çalışmaları hem sağlıklı yaşam adına, hem de doğru sağlık politikaları oluşturmak için önemli. Hastaların ihtiyacı sadece ilaç tedavisi ile sınırlı değil, ilaçla birlikte hem psikolojik, hem maddi, hem de manevi desteğe ihtiyaçları oluyor. Bu yüzden hasta dernekleri çok önemli ve onların uygun projelerini desteklemeye devam edeceğiz. PS: Son dönem Onkoloji alanında da projelere destek oluyorsunuz. İmmüno - Onkoloji’de yeni ürünlerle çalışıyorsunuz. Biraz bu alandan ve İlaca erken erişim programlarından bahseder misiniz? Şirin Şeyhoğlu : İmmüno-Onkoloji alanında yeni ürünleri dünyada ilk Bristol - Myers Squibb geliştirdi. Bu yeni tedavilere erişim esasen klinik çalışmalar ile başlıyor. Bu nedenle klinik çalışma aşamasındayken, bütün tedavi seceneklerini tüketmiş olan hastalarımızın bu çalışmalara dahil olabilmeleri ilaca erken erişimin ilk basamağı. Dolayısıyla, Türkiye’ye bu çalışmaların gelmesi hastaların bu tedavilere erken erişimi bakımından çok önemli.
Türkiye’de klinik çalışma mevcut değilse bu aşamada ihtiyacı olan hastalarımızın bu tedavilere ulaşımı hemen hemen imkansız. Klinik çalışmalar dışında diğer bir erişim fırsatı da “İnsani Amaçlı İlaca Erken Erişim Programları”dır. Amerika ya da Avrupa’da artık klinik çalışmalar kapanıp, otoritelere ruhsat için başvurulduğunda, ruhsat süreci tamamlanana kadar ihtiyaç olması halinde “erken erişim programı“ sağlanabiliyor. Yani firma mevcut tedavi alternatiflerini tüketmiş olan ve yeni tedaviye ihtiyaç duyan hastalara sağlık otoritelerinin de onayıyla bu yeni tedaviyi ücretsiz olarak sağlayabiliyor. Biz bu yöntem ile şimdiye kadar Türkiye’de yaklaşık 100 Kronik Miyeloid Lösemi (KML), 100 metastatik melanom ve 70 Hepatit C hastası için ücretsiz olarak tedavi olanağı sağladık. Bu çalışmalarımız İmmuno–Onkolojik tedaviler ile metastatik melanom ve akciğer kanseri tedavisinde devam edecek. Gerek sosyal sorumluluk projelerimiz gerekse insanı amaçla ilaca erişim programlarımız yolu ile hastalarımıza yardımcı olabilmek bizleri mutlu ediyor. “MELANOM PROJESİ,AB TAVSİYE KARARLARI ÇERÇEVESİNDE BİR UYUM ÇALIŞMASIDIR’’ PS: Melanom konusunda önemli bir farkındalık projesi başlattınız. Bu proje hakkında bilgileri de sizden alalım. Dr.Yalçın Kaya : Ben temel olarak onkoloji ürünlerinin pazar erişiminden sorumlu olmakla birlikte, portföyümüzdeki bütün ürünlerle ilgili hasta ve uzman dernekleri gibi sivil toplum kuruluşları ile
iletişimden de sorumluyum. BMS temel olarak 4 alanda faaliyet gösteriyor. Bunlar viroloji, immunoloji, kardiovasküler sistem ve onkoloji. Melanom prognozu çok kötü olan bir cilt kanseri. Gidişatı son derece kötü olan bu kanser türünde ciddi sağkalım sağlayan immuno-onkolojik tedaviye Türkiye’de erişimi sağladık. Bu arada melanomdan korunmayı sağlamak amacıyla topluma yönelik bilinçlendirme çalışmaları yapmaya başladık. Bu amaçla 2013 yılında tüm paydaşların katılımı ile Türkiye için “Melanom Yol Haritası” çalışması başlatıldı. Bu çalışma tüm padaşların katıldığı bu alandaki Türkiye’deki ilk ve tek örnektir. Bu aslında Melanom konusundaki ilgili bütün paydaşları, bir çok uzmanlık derneklerini bir araya getiren bir konsensus çalışmasıdır. PS: Melanom yol haritasının amacı neydi? Dr.Yalçın Kaya : Bu çalışma Melanom nedir, hangi aşamada nasıl korunulur, tanısı nasıl konulur, tedavide neler yapılması gerekir ve sonrasında yapılması gerekenleri tanımlayan bir tavsiye raporu. Bu çalışma Avrupa Birliği Parlementosunda Immuno-Onkoloji konulu toplantıyı takiben düzenlenen tavsiye kararları çerçevesinde Türkiye’de başlatılmış bir uyum çalışmasıdır. Raporun tamamlanmasını takiben, bunu tüm paydaşlar ile paylaşmak ve halkı melanom konusunda bilinçlendirmek amacıyla bir basın toplantısı düzenlenmiş ve bilinçlendirici çalışmalar yapılmıştır. Müteakiben, Avrupa Birliği Parlamentosu’nda gerçekleştirilen bir diğer İmmüno-Onkoloji oturumuna Türkiye de davet edildi ve bu oturuma bu alanda çalışan iki değerli hocamızla
POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014 31
birlikte katılma fırsatı bulduk. Toplantıda İmmüno-Onkolojinin öneminden, geleceğinden, Avrupa Birliği Parlamentosu’nun bu konuda neler yapacağından bahsedildi. Toplantı sonucunda Parlamento tarafından toplantıya katılan ülkelere birer davet gönderildi. Bu davette, oluşturulacak uzmanlar grubunun yaklaşık 9 aylık bir çalışma sonrasında İmmüno-Onkoloji konulu bir tavsiye raporu oluşturacağı, bu tavsiye raporunun da daha sonra Avrupa Birliği Parlamentosu tarafından ülkelere, ülkelerin sağlık politikalarına entegre edilmesi konusunda çalışmalar yapılacağından bahsedildi. Ülkemizi temsilen Doç. Dr. Burçak Karaca (Ege Üniversitesi) bu uzman grubuna kabul edildi ve AB ülkeleri dışından katılan tek ülke olarak ülkemizi çok başarılı bir şekilde temsil etti. Bu uzman grubu tarafından hazırlanan politika dökümanın 19 Kasım tarihinde AB Parlamentosu’nda lansmanı gerçekleştirilecek. Bu toplantıya da Türkiye’yi temsilen uzman ve hasta derneği temsilcileri ile katılarak politika dökümanının ülkemize adaptasyonu sürecini başlatıyor olacağız. PS: Melanom farkındalık çalışmanızda proje aşamaları nasıl oluşturuldu ve sonuçlar istenilen farkındalığı yarattı mı? Dr.Yalçın Kaya : Malign Melanom tedavisi BMS için önemli bir alan olmakla birlikte, bu hastalıktan korunmaya yönelik farkındalık çalışmaları da BMS-Türkiye’nin son yıllarda uygulamaya geçirdiği en kapsamlı sosyal sorumluluk projeleridir. Bu çerçevede, malign melanom gelişmesinin en önemli nedenlerinden olan güneş ışınları hakkında toplumu bilinçlendirmek ve çocuklarımızı malign melanom’dan korumak için “Çocuklarınızı Melanomdan Koruyun” başlıklı bir proje gerçekleştirdik. Bu, hiçbir şekilde ilaç ya da tedaviden bahsedilmeden, yalnızca çocuklarımızın saat 10.00 ile 16.00 arasında güneş ışınlarından
korunmasını hedefleyen bir sosyal sorumluluk projesiydi. Bu proje pilot ilçe olarak seçilen Sarıyer ilçesinde gerçekleştirildi. Projede Sağlık Bakanlığı, Türk Onkoloji Vakfı, Türk Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Derneği, Türk Onkoloji Grubu Derneği, Kanserle Dans Derneği ile işbirlği içerisinde toplumun bilinçlendirilmesine yönelik görsel materyaller geliştirildi. Farkındalığın sağlanmasına yönelik bir afiş ve korunma yöntemlerini anlatan bir el broşürü konu uzmanlarının katkılarıyla geliştirilerek Sağlık Bakanlığı’nın
da onayı alındı. Yaklaşık 2.000 haneye el broşürü ve apartman, eczane, muhtarlıklar ve kamu kurumlarına afişler asıldı. Kaynakların kısıtlı olması nedeni ile proje Sarıyer ilçesinde gerçekleştirildi, ancak projenin yazılı ve görsel medya aracılığı ile geniş toplum kitlelerine duyurulması için proje sonunda bir basın toplantısı gerçekleştirildi. Bu sayede projeyi bütün Türkiye’ye duyurmaya çalıştık. Proje 15 TV, 50 gazete, yüzlerce internet sitesinde haber olarak yayınladı. Bu projede hedeflediğimiz sonuca ulaştığımızı düşünüyorum. Diğer bir proje, Muş’ta Onkoloji Günleri’nde sergilediğimiz, “Kendi Kendine Deri Muayenesi” yapılmasını teşvik eden çalışma. Vücudumuzdaki benleri tespit edip onları takip etmek ve olası değişiklikleri erken evrede fark ederek hekime başvurmak malign melanom’un erken teşhisi için son
32 POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
derece önemlidir. Malign melanom erken evrede teşhis edildiğinde cerrahi yöntemler ile tamamen tedavi edilebilmektedir. Kişisel deri muayenesi de tıpkı meme muayenesi gibi, erken teşhis için ayda bir kere kişilerin kendi kendilerine ya da bir yakınları yardımı ile gerçekleştirebilecekleri koruyucu bir önlemdir. Bir kadın memesindeki doku değişikliğini en iyi ve en erken kendisi fark edebilir. Vücudumuzdaki benler de en iyi kendimiz tarafından bilinir ve rengi, büyüklüğü özellikleri hatırlanabilir. Bu proje kapsamında da ilgili uzmanlık ve hasta dernekleri ile işbirliği içerisinde kendi kendine deri muayenesi yapılması konusunda farkındalığı sağlamaya yönelik bir afiş ve muayenenin nasıl yapılacağı ve nelere hangi değişikliklere dikkat edilmesi gerektiğini görsel olarak anlatan bir el broşürü geliştirilmiştir. Bu materyallerin Sağlık Bakanlığımızca onaylanması sonrasında Türkiye’deki bütün sağlık kuruluşlarına, aile hekimlerine, hastanelere ve eczanelere yeterince çoğaltılarak ulaştırılmasını hedefliyoruz. Hedefimiz kişilerin melanomdan korunmasını sağlamak, hasta olmadan önce onlara korunmayı öğretmek. PS: Son olarak hasta dernekleri ile yapılan çalışmalar hakkında düşüncelerinizi kurumsal iletişim olarak vermek istediğiniz bir mesajınızı paylaşırmısınız? Dr.Yalçın Kaya : Türkiye’de sosyal sorumluluk projelerimize devam etmek istiyoruz. Bu çerçevede uzman ve hasta dernekleri, otoriteler ile çalışmalarımız devam edecektir. Bir çalışan olarak ilaca erişimi sağlamak dışında bu tür sosyal projelerde yer almak, ülkemize faydalı olabilmek bizleri manevi olarak mutlu ediyor. Röportaj: Zeynep Çetinkaya
ONKOLOJİ
MELANOM VE DERİ KANSERİNE KARŞI KENDİ KENDİNE DERİ MUAYENESİ ERKEN TEŞHİS İÇİN ÖNEMLİ da nasır gibi sert yara, ya da kırmızımsı tahriş olmuş bir alan, 2-3 haftada iyileşmeyen açık yara gibi derideki bir oluşum gösteriyorsa sık rastlanan deri kanserleri akla gelmelidir. Melanom İyi Huylu Benlerle Sıklıkla Karıştırılır
Prof. Dr. Sıdıka KURUL Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Uzmanı
Batı ülkelerine göre dünya ortalamalarının altında olsak da Sağlık Bakanlığı’nın son verilerine göre ülkemizde de melanom görülme sıklığı artıyor. Aşırı güneş ve 18 yaş altı solaryum kullanımı gibi önemli etkenler , önümüzdeki yıllarda artışın önemli sebeplerinin başında geliyor. Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Sıdıka Kurul, deride en sık görülen Malign Melanom erken tanısında kendi kendine muayenenin önemini vurguluyor. ‘’Her yeni oluşum, ben, leke, kahverengi nokta, yara , ülser varlığında mutlaka doktora danışılması gerekir. Vücudun koruyucu örtüsü olan deri üzerinde, çok değişik lezyonlar (sivilce, ben, kabarıklık, kızarıklık, yara vb) gelişebilir. Kanser de deride gelişen lezyonlardan biridir. Deri kanserleri, vücudun görünen yerlerinde ortaya çıktığı için, insanın kendi derisini kontrol etmesi (aynen kendi kendine meme muayenesinde olduğu gibi) derideki değişiklerin erken fark edilmesini, dolayısıyla deri kanserinin erken teşhis edilmesini sağlar. Herkesin ayda bir ayna yardımı ile kendi kendine derisi muayenesi yapması, yılda bir kez deri muayenesi için doktora gitmesi önerilmektedir. Deride kaşınan, acıyan, kabuk bağlayan, kanayan ya da akıntı yapan bir leke, siğil, inci gibi parlayan bir kabarıklık (nodül), çukurluk,beyaz, sarı ya
Melanom (maliğn melanom, malignant melanoma, ben kanseri) deri kanserleri içinde hayati tehlike riski yaratabilen bir tümördür. İyi huylu ben ile melanom arasında, kişinin kendinin fark edebileceği önemli farklar vardır. ABCDE kriterleri ile olası melanom , iyi huylu ben’den ayırt etmeye yardımcı olur. MELANOMUN ABCDE’si A(Asimetri) Ben asimetriktir, ortadan ikiye ayrıldığında parçalar birbirine eşit değildir, iki yarı birbirine uymaz. B(Border/sınır) Ben’ in çevresi, kenarları dantel gibi düzensizdir. C(Color/renk) Ben’ in renginde değişim olur. Renk koyulaşabilir ( esmer, kahverengi, mor, siyah),inci gibi yarı şeffaf hale gelebilir veya renk alacalanması, çok renklilik ortaya çıkabilir. Renk kaybolabilir. D(Diameter/çap) Ben’in çapı 6 mm den daha büyüktür. E(Evoluation/değişim) Ben deri ile aynı hizada iken üzerinde herhangi bir kabarıklık oluşabilir. Bende küçülme, silinme gibi değişimler görülebilir. DERİ KANSERİNE KARŞI KENDİ KENDİNE DERİ MUAYENESİ ERKEN TEŞHİS İÇİN ÖNEMLİ
ve bacaklarınızın arkasını kontrol edin. GÜNEŞİN ZARARLI ETKİLERİNDEN KENDİNİZİ VE ÖZELLİKLE ÇOCUKLARINIZI KORUYUN. Güneş enerjisi deri hücrelerinin DNA’sında kırılmalara yol açar, vücudun savunma mekanizmaları bu kırılmaları tamir eder. Güneş hasarı ve onarım süreci dengeli olmaz ise ve kişi risk grubunda ise, süreç kanser ile sonuçlanabilir. Yaşam boyu güneş ışınlarına maruz kalan kişilerde , özelikle yüz derisinde, melanom dışı deri kanserlerinin öncüsü olan aktinik keratozlar ileri yaşlarda sıktır ve bu lezyonlardan deri kanseri gelişebilir. Ancak bazal ve spinal hücreli adını verdiğimiz bu kanserlerin görülme yaşı düşmektedir. Çocukluk ve ergenlik döneminde (kabarcıklı) güneş yanığı geçirmiş olmak malign melanom Açısından ciddi risk oluşturmaktadır. Bu nedenle çocuklarımızı “doğru güneşlendirme “ bilinci ile güneş ışınlarının zararlı etkilerinden korumalıyız. Riskli Görünümlü Değişiklikler Varsa… Riskli ben veya riskli kabuklu yaralar varsa mutlaka plastik cerrah tarafından “koruyucu cerrahi “ müdahalesi ile kanser öncüsü oluşumlar ortadan kaldırılmalıdır. Varsa mevcut ben veya benleri iyi tanımalı, çok sayıda ise dermatoloji uzmanı ile gerekirse de plastik cerrahi uzmanı görüşü ile , riskli ben ameliyat ile çıkarttırmalıdır. Riskli kişilerin yılda bir düzenli deri muayenesi önerilmektedir.
-Yüzünüze ,özellikle burun, dudaklar, ağız ve kulakları, boynunuza, göğsünüze (kadınlar meme derisi ve meme altına da bakmalıdır) karnınıza, sırtınıza, bacaklarınızın ön, iç ve dış, yan ve arkasına, eller, parmaklar, avuç içleri, tırnaklar ve ön kolunuzun ön ve arkasını, kollarınızın alt ve üst tarafı dahil her tarafını kontrol edin. - Saçlı derinizi kontrol edin. - Gövdenizin alt kısmını, kalçalarınızı
POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
33
ONKOLOJİ
MELANOM TEDAVİSİNDE YENİ GELİŞMELER Prof.Dr.Özlem Er
Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji BD Başkanı Acıbadem Maslak Hastanesi
Melanom cilde rengini veren hücrelerin kanseridir. Sıklığı giderek artmaktadır. Güneş ışınlarına maruziyet en önemli risk faktörüdür. Vücutta çok sayıda atipik ben olması, açık tenli olmak (mavi/yeşil göz, kızıl/sarışın, kolay güneş yanığı), ailede melanom öyküsü olması, ileri yaş ve bağışıklık yetmezliği olanlarda melanom daha sık görülmektedir. MELANOMDAN KORUNMAK MÜMKÜNDÜR Gün içinde güneş ışınlarının en güçlü olduğu saatlerde (11.00 ile öğleden sonra 15:00 arası) güneşten sakınmak gerekir. Şapka, güneş gözlüğü, cildin mümkün olduğunca giysiyle kapatılması ve açıkta kalan cilt bölgelerine koruyucu kremler uygulaması dikkat edilmesi gereken konulardır. Solaryum benzeri uygulamalar güneş ışığına direk maruz kalındığında ortaya çıkan tehlikeleri içerir. MELANOM TEDAVİSİNDE ERKEN TANI İLE BAŞARI ORANLARI OLDUKÇA YÜKSEK Uzun yaşam süresi ve kaliteli bir ya-
şam sağlanması mümkün olabilmektedir. İleri evrede ise kemoterapi duyarlılığı düşük bir tümördür. Yakın zamana kadar bu nedenle sistemik tedavide başarı oranları yüksek değildi. Ancak immunoterapideki gelişmeler ve spesifik mutasyonları (BRAF) hedef alan ajanlar ile melanom tedavisinde sağkalım avantajı sağlandı. İMMUNOLOJİK YAKLAŞIM UZUN SÜREN KLİNİK YARAR SAĞLIYOR İmmünoterapide amaç hastanın kendi savunma sistemlerinin yeniden aktive olmasını sağlayarak hastalıkla mücadele etmesini sağlamaktır. İmmunolojik yaklaşım uzun süren klinik yarar sağlayabilmektedir. İpilimumab tedavisi ile uzun dönem sağkalım yararı gösterilmiştir, bu nedenle standart tedavi yaklaşımı olarak yerini almıştır. Anti-PD1 inhibitörler ise fren mekanizmasını kullanarak hastalığın kontrolünde etkili olmaktadır. 2014 yılının 2. yarısında bu konuda önemli çalışma sonuçları açıklanmıştır. Eylül 2014’te Pembrolizumab’ın melanom tedavisinde kullanımı FDA tarafından onaylanmıştır.
34 POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
Mutasyonları hedef alan ajanların geliştirilmesi ile melanom olgularının yaklaşık yarısında yeni tedavi hedefleri belirlenmiştir. BRAF mutasyonunu hedefleyen ilaçlarla MEK inhibitörleri adı verilen ilaçların kombinasyonu ile %70’lere çıkan tedavi yanıtları edilmektedir.Metastatik melanom tedavisinde son yıllarda gelişmeler hızla devam etmektedir. Sağkalımda ve yanıt oranlarında belirgin artış saptanmıştır.
* Ipilimumab bir monoklonal antikor olarak bilinen immünoterapi türüdür * Pembrolizumab monoklonal antikordur.
ONKOLOJİ
KENDİ KENDİNE MEME MUAYENESİ 20 YAŞINDAN SONRA BAŞLAMALI Meme kanseri yaşla birlikte artış gösterdiğinden, 40 yaşından sonra her kadının yılda bir kez düzenli olarak meme muayenesi ve mamografi yaptırması gerekir.
Prof. Dr. Abdullah İğci Memorial Şişli Hastanesi Genel Cerrahi Bölüm Başkanı
Kadınlarda en sık görülen kanser türü olan meme kanseri her yıl dünyada milyonlarca kadının hayatını kaybetmesine neden oluyor. Ülkemizde her 10 kadından 1’i hayatının bir döneminde meme kanseri ile karşı karşıya kalması tablonun ciddiyetini gözler önüne sererken, bu konu ile ilgili acil olarak kişisel ve toplumsal önlemler alınması gerektiğini işaret ediyor. Memorial Şişli Hastanesi Genel Cerrahi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Abdullah İğci, konu ile ilgili en sık sorulan soruları yanıtladı. Meme kanseri kadın kanserlerinin tümünün %33’ünden ve kanserle ilişkili ölümlerin %20’sinden sorumludur. Kansere bağlı ölümlerde ise akciğer kanserinden sonra 2’inci sırada gelmektedir. Meme kanseri yaşla birlikte artış gösterdiğinden, 40 yaşından sonra her kadının yılda bir kez düzenli olarak meme muayenesi ve mamografi yaptırması gerekir. Meme kanseri erken tanı ile tamamen tedavi edilebilir. Bu nedenle her ay kendi kendine meme kontrolü erken teşhis açısından hayati önem taşımaktadır. Meme kanseri konusunda yeterli ve doğru bilgiye sahip olmak da tedavide başarı şansını artıran önemli bir faktördür. Memede ele gelen her kitle kanser midir? Memede ele gelen kitlelerin % 90’nından fazlası kanser değildir. Bunlar genellikle meme içinde büyüyen kistler, iyi huylu bu tümörler olabilir veya memenin kendi dokusu kitle gibi bir hal alabilir. Daha çok regl öncesinde meme içyapısı çok yoğun olduğundan, bu dönemde yapılan meme kontrolleri kitle varlığı düşüncesi oluşturabilir.
Meme kanserinde en önemli risk faktörleri nedir?
Günümüzde meme kanserindeki cerrahi yaklaşım nedir?
Meme kanserinde en büyük risk faktörü kadın olmaktır. Kadın cinsiyeti, 100 kat artmış riski ifade eder. Menopozdaki kadınlarda risk daha da yüksektir. Östrojen hormonuna maruz kalınan sürede artış olması, meme kanseri gelişme riskini artırır. Göğüs bölgesine radyoterapi yapılması ve özellikle 15 yaşından önce tedavi görmüş olmak önemli bir risk faktörüdür. Yağ içeriği yüksek yiyeceklerin uzun süreli tüketimi ve her gün 1-2 kadeh alkol tüketimi meme kanserinin artışında etkilidir.
Meme kanseri ameliyatlarında günümüzde, hasta tıbbi açıdan uygunsa ve risk faktörü yoksa meme koruyucu cerrahi uygulanmaktadır. Hastanın me-mesinin alınması durumunda ise ikinci yıldan sonra bazı risk faktörleri ortadan kalktığında yeni meme yapılabilmektedir. Çünkü meme kanseri nedeniyle memenin kaybedilmemesi ya da daha sonra yeniden bir memeye sahip olunması hastayı psikolojik açıdan rahatlatarak, sosyal yaşama adaptasyonunu daha kolay sağlamasına yardımcı olmakta ve tedavi başarısını artırmaktadır. Son yıllarda, memesi alınmak zorunda olan hastalara deri koruyucu mastektomi ve hemen ardından da rekonstrüksiyon yapılmaktadır.
Kendi kendine meme muayenesi için en uygun zaman hangisi? Kadınlar kendi kendine meme muayenesine 20 yaşından sonra başlamalıdır. 20 yaş ve altındaki genç kadınlarda meme kanseri riski düşük olduğundan kafa karıştırıcı ve paniğe yol açıcı etkisi nedeniyle, kendi kendini meme kontrolü önerilmemektedir. Meme muayenesi yapmak için en ideal zaman, adet döneminin bitiminden 4-5 gün sonraki dönemdir.
Genç hastalarda meme korunur yaşlı hastalarda meme alınır mı? Tıbbi olarak böyle bir görüş kesinlikle doğru değildir. Meme, her yaşta kadın için önemli bir objedir. Yaşlı hastaların memesi alınacak diye bir kural ya da böyle bir anlayış yoktur. Uygunsa tümörünün evresi, şekli, biçimi ve yaygınlığına bakılarak 70-80 yaşındaki bir kadının memesi de korunabilir. Meme koruyucu cerrahi için kriterler nelerdir?
İlk mamografi ve meme ultrasonu ne zaman yapılmalı? Ailesinde meme kanseri öyküsü bulunanlar 26 ve ailesel olarak meme kanserine yakalanma oranı yüksek gruplar 32-34 yaşlarında bir kez, sonraki yıllarda 40 yaşına kadar 1-2 yılda bir mamografi yaptırabilir. 40 yaşından sonra ise her yıl düzenli olarak mamografi yaptırılmalıdır.
Hastanın memesinin alınmasını istememesi ve meme koruyucu cerrahiyi tercih etmesi gereklidir. Bu hastanın en temel hakkı ve tercihidir. Bu durumda doktorun öncelikli olarak meme koruyucu cerrahiyi düşünmesi gerekir. Kanserin bir bölgede olması gerekir. Memedeki tümörün de çok büyük olmaması, meme büyüklüğü ile kanserin orantısının bulunması gerekir. Kanser büyük meme küçükse memenin tümü alınmalıdır. Koltuk altı metastazları meme koruyucu cerrahi yapılmasını engellemez.
POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
35
KONGRE HABER
31. Ulusal Gastroenteroloji Kongresi Türk Gastroenteroloji Derneği (TGD) tarafından düzenlenen Uluslararası Katılımlı 31. Ulusal Gastroenteroloji Kongresi, 26- 30 Kasım 2014 tarihleri arasında 1048 doktor, hemşire, teknisyen ve öğrencinin katılımı ile Antalya’da gerçekleştirildi. Programda; Karaciğer Araştırmaları Derneği, Motilite Derneği, İnflamatuvar Barsak Hastalıkları Derneği, Gastrointestinal Endoskopi Derneği; Hepatobiliyerpankreas Derneği, Avrasya Gastroenteroloji Derneği’nin de dahil olduğu yoğun bir bilimsel içerik yer aldı. Kongrede Gastroentero-Hepatoloji alanında çok önemli ve ilgi çeken konuların yanı sıra, olgular eşliğinde sık karşılaşılan problemlere ve hastalıklara yaklaşım ile birlikte tıptaki yeni gelişmeler gözden geçirildi. Son gelişmelere ilişkin konferanslar, dünyadaki gastroentero-hepatolojideki son gelişmeler, programın ana başlıklarını oluşturdu. Kongrede konularında söz sahibi Türkiye’den 160 ve yurtdışından 12 konuşmacı ve oturum başkanı görev aldı. Kongre kapsamında düzenlenen basın toplantısına katılan; Türk Gastroenteroloji Derneği Başkanı Prof.Dr. Necati Örmeci, Kongre Başkanı-Türk Gastroenteroloji Derneği İkinci Başkanı Prof. Dr. Hakan Şentürk , Kongre Sekreteri Doç. Dr. Emrah Alper , Türk Gastroenteroloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. İbrahim Halil Bahçecioğlu ve APASL ve APASL 2015 Başkanı Prof. Dr. Abdülkadir Dökmeci gastroenterolojinin alanına giren , hastalıkların tanı
ve tedavisindeki gelişmeler hakkında önemli bilgiler paylaştı. Kongre Başkanı-Türk Gastroenteroloji Derneği İkinci Başkanı, Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hakan Şentürk, gastroenterolojinin ülkemizdeki durumu hakkında şu bilgileri verdi: “Dünyada toplumsal refah arttıkça gastrointestinal sistem hastalıkları (reflü, irritabl barsak Hastalığı vb.) da artmaktadır. Yeme alışkanlıklarının değişmesi, artan stres, kanserojenler ile temasın çoğalması irritabl barsak hastalığı gibi fonksiyonel, pankreas, kolon tümörü gibi organik hastalıkların görülme sıklığını arttırmaktadır. Ülkemizde dünyada uygulanan tüm minimal endoskopik tedaviler uygulanabilir hale gelmiştir. Önceki yıllarda ancak literatürden takip edebildiğimiz endoskopik tedaviler ülkemizin yetenekli gastroenterologları tarafından başarı ile uygulanmaktadır. Erken saptanan mide ve kalınbarsak tümörleri cerrahiye gerek kalmadan tedavi edilebilmektedir. Kronik hepatit B ve C gibi toplum sağlını tehdit eden hastalıklar son yıllarda başarılı bir şekilde önlenebilmekte ve tedavi edilebilmektedir. Ülkemizde he-patit B aşılama programları, gebelerin takibi, hastaların en etkin ilaçlar ile tedavisi hemen hemen her gastroenterolog meslektaşımız tarafından kolaylıkla ve başarı ile yapılabilmektedir. İnsanlarımızın en az bizim onların sağlığına verdiğimiz önem kadar, sağlıklarına önem vermelerini istiyo-ruz. Gastroenterologlar olarak, Sağlık Ba-
36 POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
kanlığı ile ortak yapılacak projeler ile halkımızı bilinçlendirmek, önlenebilir risk faktörlerinden kurtulmalarını sağlamak için onları bilgilendirme görevimizi de daha iyi yapmanın gayreti içindeyiz.” HEPATİT C VİRÜSÜ Prof. Dr. Necati ÖRMECİ Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Hepatit C virüsü (HCV) dünya nüfusunun yaklaşık % 3’ünü (yaklaşık 170 milyon kişi) enfekte eden önemli bir halk sağlığı sorunudur. Virüsle enfekte olan bireylerin yaklaşık % 80’i vücudundan virüsü atabilir, geriye kalan % 20’sinde virüs temizlenemediği için hastalık müzmin hale gelir. Müzminleşen hastalarda virüs kopyası, eşlik eden başka virüslerin varlığı, vücut kitle indeksi, şeker hastalığı mevcudiyeti, cinsiyet, hastanın yaşı gibi faktörlere bağlı olarak 10-30 yıl içerisinde karaciğer sirozuna yol açar. Karaciğer sirozu ilerlediği zaman karında su toplanması, bacaklarda şişlik, yemek borusunda varisler ve buna ait kanamalar, şuur bulanıklıkları, karın zarı iltihabı, karaciğer kanseri gelişimi gibi istenmeyen gelişmeler ortaya çıkar. Hastalığın en temel bulaş yolu hasta bireylerin kan ve kan ürünlerinin sağlıklı bireylere verilmesidir. Aile içi bulaş özellikle traş bıçaklarının, diş fırçalarının yanlışlıkla kullanımına bağlı olarak ortaya çıkar. İyi dezenfekte edilmeyen cihazların tanı veya tedavi amacıyla insanlarda
kullanılması bulaşa yol açabilir. Cinsel yolla bulaş % 1’in altındadır. Bağımlılık yapan ilaçların damardan veya kalçadan kullanımı, vücuda uygulanan dövmeler, eş cinsellik, berberler bulaşı kolaylaştıran faktörler olarak bilinir. Hastalığın virüs alındıktan sonra % 65 olguda sinsi ve sessiz seyretmesi, vücutta herhangi bir belirtiye yol açmaması müzminleşmeyi kolaylaştırmaktadır. Yaklaşık hastaların % 3’ünde halsizlik, bulantı, çabuk yorulma, iştahsızlık, sarılık ,idrarda koyulaşma, kilo kaybı gibi belirtilere yol açabilir. Hastalıktan şüphe edilen olgularda Anti HCV ve HCV-RNA testleri yapılarak tanı konulabilir. Müzminleşen C virüs enfeksiyonunun tedavisi yeni geliştirilen ilaçlarla çok yüz güldürücüdür. Çok yakın zamanda ülkemizde ruhsat alan ve ruhsat aşaması devam eden ilaçlarla hastaların % 90-98’i virüsden kurtulabilmektedir. Gelecek için umutluyuz. TEŞHİSİ KONMUŞ ÇÖLYAK HASTALARI ASLINDA BUZDAĞININ GÖRÜNEN YÜZÜDÜR Doç. Dr. Emrah ALPER İzmir Katip Çelebi Üni. Atatürk Eğitim Hast. Gastroenteroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi İncebarsakların gıdaları emen barsak kısımlarında vücudun kendi ken-dine oluşturduğu hasara bağlı olarak gıdaların yeterince emilmemesine ‘’Çölyak Hastalığı’’ diyoruz. Hastalığın nedeni ise buğday, yulaf ve arpa içeren gıdaların içindeki gliadın adlı proteinin barsakta oluşturduğu allerji. Çölyak hastalığı ileri hastaların barsaklarında emici yüzeylerde oluşan hasara bağlı olarak emilim kusuru oluştuğunda hastalar kansızdır, belirgin zayıftır, adetleri düzensizdir, geç adet görmeye başlamıştır, bağırsak rahatsızlık hissi mevcuttur. Ancak çölyak hastalarının çoğunda bu kadar ileri düzeyde şikayet olmadığı için teşhis konulamamakta ya da geç aşamada teşhis konulmaktadır. Günümüzde çölyak hastalığının tanısını koymak artık kolay. Kandan yapılan özel testler ile birkaç saat içinde çölyak hastası olup olmadığınızı büyük olasılıkla saptayabiliyoruz. Eğer çölyak hastalığı tanısı aldıysanız bundan sonraki hayatınız boyunca buğday, arpa, yulaf ve bunlardan üretilen yada bunlar ile temas
eden gıdalar yemeyeceksiniz demektir. REFLÜYÜ HAYATIMIZ BOYUNCA ÇEKECEK MİYİZ? Hemen hemen her gün göğüs kafe-sinizde yanma ve ağrı hissediyorsanız, muhtemel reflü (mide asidinin yemek borusuna geri kaçması) hastasısınız. Mide asidinin yemek borusuna kaçması ve bazen de yemek borusunun alt kısımlarında hasar oluşturması olarak tanımlanan reflü hastalığı yemek borusu kanserine de neden olabiliyor. Sigara kullanmanın, fazla alkol tüketmenin, akşam yatmadan önce yemek yemenin reflüye neden olabildiğini biliyo-ruz. Hayat standardınızda değişiklikler yaparak şikayetlerde azalma olup olmadığı anlaşılabilir. Yaşam değişikliği yapılmasına rağmen şikayetler devam ediyorsa mutlaka bir gastroenteroloji hekimine başvurulmalıdır. Uzun yıllarda beri güvenle kullanılan mide asit baskılayıcı ilaçları kullanarak ve yaşam standartları değiştirilerek reflü ve diğer şikayetlerde belirgin azalmalar olabilir. İlaç kullanılmasına rağmen şikayetler geçmiyorsa iyi cerrahlar tarafından yapılan ameliyatlar bu şikayetlerden kurtarabilir. HAZIMSIZLIK Prof. Dr. İbrahim Halil BAHÇECİOĞLU Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Hazımsızlık üst karın orta bölgesinde hissedilen yemeklerden sonra oluşan ve rahatsız edici dolgunluk hissi, erken doygunluk, ağrı ve yanma hissi yakınmaların olmasıdır. Hazımsızlık nedeni çoğunlukla organik ve yapısal bir bozukluğa bağlı olmaz. Çoğu zaman endoskopi dahil yapılan incelemelerde çok ciddi bir patolojik bulguya rastlanmaz. Mideden beyine gelen uyarıların algılamasında ve yönetilmesinde değişiklik olması, psikososyal faktörler ve midedeki helikobakter pylori enfeksiyonu ortaya çıkmasında rol oynayabilir. Müzmin seyredebilir. Hastalığın selim karakterli olduğu hastaya ifade edilmelidir. Özellikle yağlı gıdalar, çok fazla yemek, çok çeşit yemekte yakınmaların artmasına neden olur. Tedavisinde yağlı gıdaların tüketimi azaltılmalıdır. Mide asit salgısını inhibe eden ilaçlar, bazı hastalarda düşük doz antidepressan ilaçlar fayda edebilir.
İRRİTABLE BARSAK SENDROMU (İBS) Kalın barsakların etkilendiği sık görülen bir rahatsızlıktır. Sıklıkla karın ağrısı, şişkinlik, gaz, ishal veya kabızlık gibi yakınmalar vardır. Müzmindir. Barsakta herhangi bir yapısal bozukluk yoktur. Kolon kanseri riskini arttırmaz. Barsak kontraksiyonları normalden daha kuvetli ve daha uzun olabilir. Gaz şişkinlik ve ishal olabilir. Barsak kontraksiyonları yavaş olabilir. Sert, ve kuru dışkılama olmasına neden olur. Barsaklardaki sinir sisteminde anormallikler, Beyin ve barsaklar arası uyarılarda koordinasyon bozukluğu vardır. Karın ağrısı, ishal ve kabızlık ortaya çıkar. Tetikleyen faktörler kişiden kişiye değişir. Çikolata, yağlı ve baharatlı yiyecekler, süt, karbonatlı gıdalar bazı hastalarda belirti ve bulguları tetikleyebilir. Belirti ve bulguların 50 yaşın üstünde ve yeni başlangıçlı olması, kilo kaybı, makattan kan gelmesi, dışkılmayla geçmeyen karın ağrısı özellikle gecede oluyorsa, gecede uyandıran ishal, demir eksikliği anemisi varsa kolonoskopi gibi daha ileri incelemeler gerekebilir. 24. ASYA PASİFİK KARACİĞER KONGRESİ, MART 2015’DE İSTANBUL’DA YAPILACAK Prof. Dr. Abdülkadir DÖKMECİ APASL ve APASL 2015 Başkanı Gastroenteroloji ve Hepatoloji yanı sıra, İnfeksiyon, İç Hastalıkları, Çocuk Gastroenterolojisi ve Cerrahi Gastroenteroloji alanlarında çalışan hekim arkadaşlarımızın da katılımı ile 1.500 civarında yerli katılımcı ön görülen 24. Asya Pasifik Karaciğer Kongresi (24th Conference of Asian-Pacific Association for the Study of the Liver) 12 - 15 Mart 2015 tarihleri arasında İstanbul’da HEBIPA - Hepato Bilio Pankreatoloji Derneği evsahipliğinde gerçekleştirilecektir. APASL tarihinde ilk defa, Avrupa’ya köprü olan İstanbul gibi bir merkezde düzenlenmesi, sadece Asya-Pasifik bölgesine değil, Avrupa, hatta Amerika kıtasına hitap eden bir etkinlik haline gelmesine imkan vermektedir.
POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
37
GASTROENTEROLOJİ
HASTALIKLARIMIZIN ÖNEMLİ BİR KISMINDA ASLINDA BARSAKLARIMIZDA BULUNAN BAKTERİLERİN ÖNEMLİ BİR ROLÜ VAR!
Prof. Dr. Hakan ŞENTÜRK Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi
Artık insan organizması yalnızca kendi organlarından müteşekkir olmaktan öte, barsak bakterilerinin de içinde bulunduğu bir süper organizma olarak kabul ediliyor. Hatta eğer barsak bakterilerini hacim ve çeşitlilik olarak göz önüne alırsak, belki de organizmamızdaki en büyük organ. Çünkü barsaklarımızda kilolarca bakteri bulunuyor. Bunların hem genetik çeşitliliğe hem de sayısı organizmamızdaki hücrelerden 10-100 kat daha fazla. Barsak bakterileri doğumdan itibaren bulunduğu için çocuğun mental ve fiziksel gelişmesinden, ruhsal gelişmesinden başlayarak; erişkinde de organizmanın metabolik dengesinin sağlanmasında çok önemli bir rol oynuyor. Toplumumuzda sık rastlanan karaciğer yağlanması, şeker hastalığı gibi metabolik dediğimiz şeker ve yağ metabolizmasıyla ilgili bozukluklarda barsak bakterilerinin hem başlatıcı, hem de ilerletici rolü olduğunu düşünülüyor. Önümüzdeki 10 yıl içinde şu ana kadar sadece organizmamızın kendi hücrelerinin bozukluğuyla izah ettiğimiz hastalıklarımızın önemli bir kısmında aslında barsaklarımızda bulunan bakterilerin de önemli bir rolü olduğunu ortaya konulacaktır. KARACİĞER YAĞLANMASI. TOPLUMDA YAKLAŞIK %15-30 ORANINDA RASTLANAN BİR HASTALIK Karaciğer yağlanması, toplumda en sık rastlanan karaciğer hastalığının ötesinde, en sık rastlanan hastalıklardan birisi haline gelmiştir. Çoğu zaman sessizdir.
Bazen halsizlik, yorgunluk ve karın sağ üst kısmında şişkinlik, dolgunluk gibi bulgular verebilir. Türk toplumunda son yıllarda şişmanlığın ortaya çıkışıyla her 9-10 kişiden birinde karaciğerin yağlanmış olduğunu tespit ediyoruz. Normalde karaciğerdeki yağ oranı %5’in altında olmalı. Bu oran, yağlanmanın derecesine bağlı olarak % 90’lara kadar çıkabilmektedir. Karaciğerde yağ birikmesinin uzun süre devam etmesi, sertleşme ve sonuçta siroz, karaciğer yetersizliği ve kansere yol açabilmektedir. Toplumda karaciğer yağlanma oranı, son zamanlarda, toplumdaki global şişmanlamanın sonucu olarak, % 15’lere kadar yükselmiştir Karaciğer yağlanmasının temel nedeni, çoğunlukla, aşırı beslenme ve egzersiz azlığı, seyrek olarak da yüksek derecede alkol alımı ve genetik hastalıklardır. Alınan yağlar ve şeker yakılarak tüketilmedikleri taktirde karaciğerde yağ birikmesine yol açmaktadırlar. Bu uzun vadede hem o kişinin karaciğer sağlığı açısından son derece zararlı , hem de bu yağ hacminin artması o hastanın önündeki dönemde damar sertliği, şeker hastalığı, meme kanseri, pankreas kanseri gibi hastalıklarla karşılaşma riskini arttırması sebebiyle de önemli. Tedavisindeki temel nokta egzersizin arttırılması ve beslenmenin uygun tarzda düzenlenmesidir. İlaçların etkisi çok sınırlıdır. İNSANLAR ACIKTIĞI ZAMAN YEMELİ, YAVAŞ YEMELİ VE DOYDUĞU ZAMAN DA DURMALI Barsak bakterileri bizzat organizmada kalorik değeri olan şeyleri kendileri üretebiliyor. Onun için bir çevrim oluştuktan sonra artık o şişman kişi çok fazla bir şey yemese dahi şişmanlamaya devam edebiliyor. Bunlar tartışıldığı zaman artık toplumda biraz da magazin haline
38 POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
gelen sık yiyin, az yiyin gibi tartışmalara da halkın anlayacağı şekilde açıklık getirilmesi açısından fikrimiz şu: İnsanlar acıktığı zaman yemeli, yavaş yemeli ve doyduğu zaman da durmalı. Yani bu hastalıkların temelinde vücut ritmini iyi bir şekilde dinleyememek söz konusu. SİNDİRİM SİSTEMİ HASTALIKLARINI ÖNLEMENİN YOLU SAĞLIKLI VE DOĞRU BESLENME Bizler genetik olarak bazı hastalıklara eğilimli olarak doğuyoruz onun için artık tıpta şöyle bir kavram var. Kişiselleştirilmiş tanı ve kişiselleştirilmiş tedavi. Bu genetik yapımızda az önce bahsettiğimiz bakteriyel genetik yapıda da önemli. Anca bu genetik yapımız bazı hastalıklara eğilimli olsa da eğer beslenmemiz iyi ise sağlıklı koşullara uygunsa o zaman o hastalıklar ortaya çıkmayabiliyor. O yüzden sağlıklı beslenmek sindirim sistemi hastalıklarının korunmasında en önemli faktör. ÇOK LEZZETLİ GIDADAN UZAK DURULMALI! Standart beslenme sisteminde yediklerinizin lezzetine alışmışsanız bundan sonra sizin kılavuzunuz şu olmalı ; eğer ağzınıza aldığınız gıda çok lezzetli ise o zararlı demektir. Bu sebeple çok lezzetli gıdadan uzak durun diyoruz. Yediğiniz yemek için ne kadar lezzetsiz, tuzu az diyorsanız, o sağlıklı gıdadır. Bir müddet sonra o yiyeceklere alışmaya başladığınızda size lezzetli gelmeye başlayacaktır . DÜNYA TOPLUMLARINDA İLTİHABİ BARSAK HASTALIKLARI ARTIYOR İltihabi barsak hastalıklarının en önemli sebebi market tipi beslenme. Bazı TV
programlarında izliyoruz hijyenik beslenme bakterilerden uzak durma diye. Bu çok mantıklı değil. Zaten bakterilerimizin büyük kısmı barsaklarımız da bulunuyor. Çocukların barsaklarının tamamen hijyenik bakterilerden uzak olması mantıklı değil. Kuzey Avrupa ve ABD’de görüldü ki, aşırı hijyenik market ürünlerinin tüketimi barsaklardaki iltihabi hastalıkların oranını ciddi şekilde arttırıyor. Doğal beslenme daha önemli. Mikroplarla hiç karşılaşmamak mikroplarla çok karşılaşmaktan daha zararlı. BARSAK BAKTERİLERİ BİR TAKIM KALORİK BİOKİMYASAL MADDELER ÜRETİYORLAR. Kişi şişmanlamaya başladığı zaman bu bağırsak bakterileri ile vücuttaki yağ dokusu birbirini olumsuz yönde iki odak teşkil ediyor. Bir tarafta vücuttaki aşırı yağ dokusu, bir tarafta buna bağlı olarak değişmiş bağırsak bakteri yapısı. İşte bu yapı içinde o kişi mesela egzersizleri yeteri kadar yapmazsa
ne kadar diyetle kontrol altına almaya çalışırsa çalışsın, başarılı olamıyor. Çünkü sürekli barsak bakterileri ile vücudun yağ dokusu olumsuz etkileşim içinde. Bu etkileşim mide de değil kalın barsakta oluşuyor. Midede daha çok zararlı olan bakteriler var. Yaklaşık 3 kilo bakteri olduğu tahmin ediliyor. KATKI MADDELİ ÜRÜNLERİN TÜKETİLMESİNDE AŞIRIYA KAÇILDIĞINDA RİSK ORTAYA ÇIKIYOR. Bu tip ürünlerin alınan hacmi arttıkça riski artıyor. Örneğin en sık tartışılanlardan biri yoğurt. Siz herhangi bir yoğurdu günde 1-2 kaşık yediğiniz zaman bunların içinde kanserojen madde olsa bile, çok ciddi bir zarar görmeniz mümkün değil. Bunların aşırıya kaçılmasında risk ortaya çıkıyor. Her gün yarım kilo yoğurt yemek zorunda değilsiniz ama herhangi bir yoğurttan 1-2 kaşık yediğiniz zaman çok büyük bir zarar görmeniz mümkün değil. Organizmamız her şeye olduğu gibi
kansere karşıda çok iyi koruma altında. O yüzden benim özgün önerim, her şeyi ölçüsüyle tükettiğiniz taktirde içinde kanserojen madde olsa da size çok fazla zararı olmayabilir. Hiçbir zaman şu anki beslenme sistemimize göre doğal gıda alabilmemiz mümkün değil.Çünkü pek çok gıdanın içinde raf ömrünü uzatmak için binlerce katkı maddesi, kimyasal var. Bunların önümüzdeki dönemde azalmasını beklemeyelim. Hatta artmamasını dileyelim. Bunlardan kaçınamayacaksak bu maddeleri çok fazla tüketmemek ya da ne kadar az alsak o kadar iyi.
POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
39
KONGRE
Uluslararası Katılımlı Türk Kalp ve Damar Cerrahisi Derneği 13. Kongresi Türk Kalp ve Damar Cerrahisi Derneği tarafından 30 Ekim-2 Kasım 2014 tarihleri arasında Titanic Deluxe Otel Belek, Antalya’da gerçekleştirildi. 2200’e yakın doktor, hemşire ve perfüzyonist katılımı ve yurtdışında bulunan EACTS, ISMICS, ISHLT gibi derneklerin kurumsal katılımı ile gerçekleşen kongrede ,kalp ve damar cerrahisindeki önemli ve ilgi çeken konuların yanı sıra, olgular eşliğinde sık karşılaşılan problemler, dünyadaki kalp ve damar cerrahisindeki son gelişmeler ana başlıklarını oluşturdu. Kongrede konularında söz sahibi Türkiye’den 427 ve yurtdışından 52 konuşmacı ve oturum başkanı görev aldı. Kongre kapsamında düzenlenen basın toplantısına katılan Prof. Dr. Ali Gürbüz , Prof. Dr. A.Rüçhan Akar, Prof. Dr. Anıl Apaydın ve Prof. Dr. A. Kürşat Bozkurt , kongre hakkında, kalp ve damar hastalıklarının cerrahi tedavisinde güncel durumu aktardı. SUT’un son düzenlemeler çerçevesinde kalp ve damar cerrahisinde yaşanan uygulama sorunların ile ilgili dernek görüşlerini paylaştı. Türk Kalp ve Damar Cerrahisi Derneği Başkanı Prof. Dr. Ali Gürbüz ‘’Kalp ve damar hastalıklarının hem sağlığımız, hem hayatımız, yaşam konforumuz üstünde çok önemli etkileri mevcut. Sadece hasta olan kişi için değil,
yakınlarının yaşamlarını da önemli ölçüde etkilen kronik hastalıkların başında geliyor. Bizler, kalp ve damar cerrahları olarak, en zor tıp branşlarından birinde hizmet veriyoruz. Riskli hastalıkları tedavi etmeye çalışıyoruz. Ülkemizde kalp ve damar ameliyatları, girişimleri ve tedavileri dünyadaki en üst standartlarda yapılmaktadır’’ dedi. TÜRKİYE’DE KALP DAMAR CERRAHİSİ “Şu anda 1350 üyemiz tarafından, 42 Sağlık Bakanlığı, 52 Üniversite, 164 özel hastane olmak üzere toplam 260 kalp merkezinde yıllık 75.000 açık kalp ameliyatı yapılmaktadır. Bu ameliyatların başarı oranları dünyanın en önde gelen merkezleriyle çok yakındır. Almanya ve İngiltere’de 1-1,5 milyon nüfusa 1 merkez düşerken, Ülkemizde 250-300 bin kişiye 1 merkez düşmektedir. AVRUPA STANDARTLARINDA BİLGİ VE TEKNOLOJİYE SAHİBİZ Yıllar önce halkımız çocuk kalp ameliyatları ve kalp yetmezliği ameliyatları için yurtdışına giderken, günümüzde çok ileri kompleks konjental kalp hastalıkların ameliyatları ile kalp nakli ve yapay kalp cihazları gibi yüksek bilgi ve tecrübe gerektiren ameliyatlar ülkemizde de büyük bir başarıyla yapılabilmektedir. Artık halkımızın hiçbir kalp ameliyatı için gitmesine gerek yoktur. Bu rakamlar Avrupa standart-
40 POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
larına ulaştığımız, hatta merkez ve doktor sayısı bakımından onun da üzerine çıktığımızın göstergesidir. “ “KALP EKİBİ” VE “KALP MERKEZİ” KAVRAMINI DÜNYADA EN İYİ UYGULAMAYA SOKABİLEN ÜLKELERDEN BİRİYİZ. “Kalp merkezi kavramını dünyada en iyi uygulamaya sokabilen ülkelerden biri de ülkemizdir. Bu konuda büyük çabası, emeği olan Sağlık Bakanlığımıza da teşekkür etmek istiyoruz. Dünyada yılların birikimi ile oluşan deneyimler, günümüzde “kalp merkezi” ve “kalp ekibi” kavramını ortaya çıkarmıştır. Kalp merkezi kavramının mantığı, kalp krizi geçiren bir hastaya en kısa sürede, mümkünse ilk 90-120 dakika içerisinde müdahale edebilme imkanı yaratmaktır. Bu süre içerisinde kalp merkezine getirilebilen hastaya hemen gerekli tetkik ve tedavisi yapılacaktır. Ekip kavramı kardiyolog ve kalp cerrahının ortak karar vererek çalışmasını temsil etmektedir. Kalp ekibinin dünya da yaygınlaşmasının nedeni de ekip çalışmasının getirdiği başarıdır. Kalp ve damar hastalıkları gibi riski yüksek hastalıklarda da bu ortak karar vermek ve ekip ruhu oldukça önemlidir.”
DAMAR HASTALIKLARI : AORT CERRAHİSİ
Çoğu zaman belirti vermeyerek sinsi şekilde ilerleyen AORT ANEVRİZMASI hayati tehlike oluşturan bir kanamaya veya anında ölüme yol açabilir. Aort vücudumuzun en büyük atardamarıdır. Kalpten çıktığı bölüm çıkan aort, beyin damarlarını verdiği bölüm arkus, sol göğüs boşluğunda ilerlediği kısım inen aort, karın boşluğundaki bölümü abdominal aort olarak adlandırılır. TEDAVİ EDİLMEZSE HAYATİ TEHLİKEYE YOL AÇAR Aort hastalıkları anevrizma (balonlaşma) ve diseksiyon (katlarına ayrılma, çatlama) şeklinde iki ana gruba ayrılır. Her iki hastalık da yırtılıp kanamaya neden olacağından tedavi edilmezse hayati tehlikeye yol açar. Bazen ilk belirtileri yırtılmadır ve çok acil bir durumdur. ENDOVASKÜLER Mİ, CERRAHİ Mİ? Bu hastalıklar açık cerrahi (geleneksel, konvansiyonel) ya da kapalı girişimsel (endovasküler, kesisiz) yöntemlerle tedavi edilebilmektedir. Bu yöntemlerin birbirlerine göre bazı üstünlükleri ve zayıflıkları vardır. Açık cerrahide; kesi gereği, hastanede uzun kalış süresi
ve daha yüksek erken dönem risk söz konusuyken, kapalı girişimler; anevrizmanın tam kapatılamaması, anevrizmadan dal çıkışlarının olduğu bölgelerdeki uygulama kısıtlılığı, sık takip için yüksek radyasyona maruz kalma gibi sorunları içerir. Kapalı yöntemde tekrar girişim oranı daha yüksektir. Bir iki yıllık takipte genel risk oranları benzerdir. AORT CERRAHİSİ VE GİRİŞİMLERİ YÜKSEK DÜZEYDE TIBBİ BAKIM, DENEYİM VE TEKNOLOJİ GEREKTİRİR. Aort cerrahisi ve girişimleri pahalıdır. Çünkü yüksek düzeyde tıbbi bakım, deneyim ve teknolojiye ihtiyaç duyar. Özellikle girişimsel yöntemlerde kullanılan greftlerin (suni damar) yeni ve ileri teknolojik ürünler olması nedeniyle fiyatları açık cerrahiyle takılan greftlere göre yüksek kalmaktadır. Yıl içinde dahi sürekli değişen geri ödeme politikaları nedeniyle bu
Prof. Dr. Anıl Z. Apaydın
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi ABD Türk Kalp ve Damar Cerrahisi Derneği Başkan Yardımcısı
yöntemin uygulanması dönem dönem sekteye uğramakta hem hastane yönetimleri, hem doktorlar, hem tedarikçi firmalar en başta da hastalar sıkıntı yaşamaktadır. BELLİ MERKEZLERDE YAPILMALI Çıkan aort ve aort kökünün cerrahisi pek çok merkezde çok iyi sonuçlar elde edilerek yapılabilmektedir. Ancak arkus, inen aort ve özellikle torakoabdominal aort (hem inen hem abdominal aortun birlikte genişlemesi) cerrahisi için aynı şeyleri söylemek olası değildir. Bu durum yurtdışında da benzerdir. Amerika Birleşik Devletleri’nde 1988-1998 yılları arasındaki torakoabdominal aort anevrizması nedeniyle ameliyat edilen elektif olgulardaki mortalite oranının, bu tür ameliyatların çok yapıldığı hastanelerde, az yapılan hastanelere göre daha düşük olduğu ortaya konmuştur. Bu tip ameliyatların belli merkezlerde yapılması gereği vurgulanmıştır. Elbette bu merkezlere gereken destek (personel, malzeme) sağlanmalı, zaten kısıtlı olan kaynaklar dağıtılmamalıdır. Bu tedavilerin kesintisiz ve yeterli düzeyde uygulanabilmesi için malzeme geri ödemesi başta olmak üzere tutarlı bir yaklaşım gereklidir. Sosyal Güvenlik Kurumu’nun giderek artan yükünü azaltmak amacıyla kısmen hasta katkısını da içeren alternatif ödeme politikaları gündeme gelebilir.
POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
41
KALP SAĞLIĞI
oluşacak bozulmanın önüne geçmek ve uzun süreli bir destek sistemi uygulayana kadar hastayı hayatta tutabilmek için köprülemeye köprüleme (kısa süreli kullanım) amacıyla.
Prof. Dr. A.Rüçhan Akar Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Cerrahisi Ana Bilim Dalı Türk Kalp ve Damar Cerrahisi Derneği Genel Sekreteri
Yapay kalp destek cihazları, son evre kalp yetersizliğindeki hastada kalbin pompalama görevini üstlenen, ileri teknoloji ürünü cihazlardır. Hastalar için kısa süreli yapay kalp destek cihazları olduğu gibi, hastanın kalan hayatı boyunca kullanabileceği uzun süreli yapay kalp destek sistemleri de mevcuttur. Ağırlığı 160 gram olan yapay kalbin kapladığı hacim 40 ml’dir. YAPAY KALP DESTEK CİHAZLARI HANGİ HASTALARDA UYGULANIR?
Kalp destek cihazları, ani yada zamanla gelişmiş son evre kalp yetmezliğindeki hastalarda başlıca dört amaç için kullanılmaktadır. Aniden kalp yetersizliği gelişen hastalarda, diğer organ fonksiyonlarında
Miyokardit (kalp kasının virüs vb. sebeplerle iltihabı) gibi aniden kalp yetersizliği oluşturan ama ilaç tedavisi sonucu tamamen iyileşen hastalıklarda, hastalığın şiddetli seyrettiği dönemde hastanın hayatta tutulabilmesi için iyileşmeye köprüleme amacıyla. Kalp nakli için bekleme listesinde olan, ancak kalp beklerken kalp yetersizliği ilerleyen hastalarda kalp nakline köprüleme amacıyla.
destek cihazı ameliyatı, takılan cihazın türüne göre değişse de, eğer bir komplikasyon gelişmez ise ortalama 3-10 saat süren bir ameliyattır. AMELİYAT SONRASI DÖNEM Ameliyat sonrası ilk 2-3 günü yoğun bakımda geçiren hastalar, ardından servisteki özel odalarına alınırlar. Ameliyat sonrası hastanede kalış süresi ortalama 20-25 gündür. Bu hastalar, cihazla yaşadıkları süre boyunca kan sulandırıcı ilaçlar kullanmak ve düzenli olarak kan testleri yaptırarak bu ilaçların dozlarını doktorlarına danışmak zorundadırlar. YAPAY KALP İLE YAŞAM
Çeşitli sebeplerden (ileri yaş, ciddi böbrek, karaciğer hastalığı vb.) dolayı kalp nakli olamayacak durumda olan hastaların yaşam süresini ve kalitesini arttırmak için hayat boyu kullanım amacıyla.
Yapay kalp ile insanlar günlük hayatlarını devam ettirip, spor dahi yapabilmektedir. Daha sağlıklı olarak kalp nakli adayı olmaktadır. Dünyada en uzun yaşayan hasta şu an 11’inci yılındadır.
YAPAY KALP DESTEK CİHAZI AMELİYATI NASIL YAPILIR?
SGK KARŞILIYOR
Yapay kalp destek cihazları, vücud içine yerleştirilen (implantable, minyatür) ve vücüd dışında (parakorporal) olan olmak üzere iki farklı gruptur. Hangisinin takılacağı, hastanın kalp yetersizliğinin ve genel durumunun özelliklerine göre uzman ekiplerce belirlenir. Yapay kalp
42 POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
SGK’lı hastaların kalp nakli ve yapay kalp destek cihazları ameliyatları, hazırlık, yoğun bakım ve hastane dönemlerindeki bakım ve tedavileri paket ödeme sistemi yoluyla SGK tarafından karşılanmaktadır. En çok total yapay kalp nakli yapan ülkeler arasında Türkiye de yer almaktadır.
DAMAR HASTALIKLARI
KILCAL DAMAR ÇATLAMASI MI VARİS Mİ? Kılcal damar çatlaması bir varis midir?
Opr. Dr. Okan DOST Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı
Kılcal varis çatlaması nedir ? Sık sık adını duyduğumuz bu rahatsızlık, aslında pek çoğumuzun bildiği anlamı taşımamaktadır. Ciltte yüzeyel yerleşim gösteren 1 mm den daha az çaptaki deriden kabarık olmadıkları için elle hissedilemeyen mavi , yeşil veya kırmızı çizgisel renk değişiklikleri olarak görülebilen ince damarlardır. Bölgesel olarak örümcek ağına benzer yaygın çizgisel oluşumlar şeklindedirler. Varis ise Kalp her atışta vücudun ihtiyaçlarını karşılamak için bir miktar kanı atardamarlar ile dokulara gönderir. Bu temiz kan, gerekli oksijeni ve besleyici maddeleri hücrelere verir ve ortamda oluşan artık maddeleri toplar. Oluşan bu kanın artık rengi koyudur ve toplardamarlar aracılığı ile kalbe geri taşınır. İşte varis kirli kanı taşıyan bacaktaki bu yüzeyel toplardamarların uzaması, düz veya kese şeklinde genişlemesi, incelmesi ve kıvrımlı bir hal almasıdır.
Evet, kılcal damarlar telenjiektazi ismini verdiğimiz bir varis tipidir. Kılcal damarlarda husule gelen bir sorundur. Genel olarak oluşabilecek varislerin en erken hali olarak da tanımlanabilir. Kılcal damarların daha ciddi damarsal problemlerin ilk habercisi olduğu unutulmamalıdır. Kılcal damar çatlamaları vücudun nerelerinde görülür? En sık bacaklar ve yüz de olmak üzere vücutta her yerde görülebilir. Bacak ve yüzde oluşan bu kılcal damarlar birbirine benzemekle birbirlerinden de farklı yapılardadır. Yüzdeki kılcallar daha çok arteryal yapıda olup bacaklardakiler ise venöz yapıdadır.
lar damar ve yedek damar sisteminde oluşan reflüler ( kaçak) çok etkilidir. Derin ve yüzeyel damar sisteminde oluşan kaçaklara bağlı olarak artmış olan damar içi basınç, ilk olarak kılcal damar şeklinde bulgu verir. Bunun yanında genetik yatkınlık, yaş, cinsiyet, uzun süre ayakta veya oturarak çalışmayı gerektiren meslekler, hamilelikler, doğum kontrol hapı kullanımı, geçirilmiş damar enfeksiyonlar, alt extremite travmaları vs. oluşumlarında etkili sebepler olarak sayılabilir. Kılcal damarların herhangi bir zararı varmıdır? Salt kılcallar kötü görünüm ve sıcak havalarda kaşıntı yapmaları haricinde altta yatan başka bir sebep yoksa zararsızdır. Herhangi bir şikayet oluşturmazlar. Nasıl tedavi edilir ?
Ne kadar sürede oluşur? Genellikle yıllar içerisinde oluşurlar. Ancak dikkatle bakıldığında ve özellikle sıcak ortamlarda genişlediği zaman fark edilirler. Kılcal damar oluşumunun sebepleri nelerdir?
Öncelikle renkli doppler ultrasonografi ile venöz yetmezlik kontrol edilir,bir problem var ise tespit ve tedavisi yapıldıktan sonra kılcal damarlar Skleroterapi veya ND-YAG lazer ile kolaylıkla tedavi edilebilir.
Özellikle bacaklardaki kılcal damarların oluşumunda % 90-95 oranında ana top-
POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
43
GERİATRİ
ALZHEİMER HASTALIĞININ ERKEN TANI YÖNTEMLERİ DENEYSEL DE OLSA UMUT VAAT EDİYOR Günümüzde tüm dünyada 44 milyon bunama hastası var. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre 2023 yılında ülkemizin 65 yaş üstü yaşlı nüfus oranının %10’un üzerine çıkacağı ve bunama hastalıklarının sıklığının büyük bir hızla artmaya devam edeceği tahmin ediliyor. Bu artış trendi sürerse 2050 yılında hasta sayısının tüm dünyada 135 milyona çıkması bekleniyor.
Türkiye’nin de dahil olduğu 84 ülkeden üyesi olan Dünya Alzheimer Örgütü’nün (ADI) Türkiye Alzheimer Derneği Başkanı Prof. Dr. Işın Baral Kulaksızoğlu, Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Haşmet Hanağası ve Yönetim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Başar Bilgiç Alzheimer’da yeni bulunan proteinler, yaşam tarzının Alzheimer hastalığı üzerine etkisi, dünyada yapılan çalışmalar ve tedavide yeni gelişmeler hakkında bilgiler verdi. Dünya Alzheimer 2014 Raporu’nu 21 Eylül Dünya Alzheimer Günü’nde açıklamıştı. Türkiye Alzheimer Derneği Başkanı Prof. Dr. Işın Baral Kulaksızoğlu rapor hakkında “Bu salgın denebilecek durum karşısında özellikle yaşlı nüfusa sahip gelişmiş ülkelerin alarma geçerek eylem planları oluşturdular. 2012 yılında oluşturulan ve G8 zirvesinde de taslak olarak kabul edilen ABD Ulusal Alzheimer Planına göre 2025 yılında Alzheimer hastalığının (AH) önlenmesi ve etkili bir şekilde tedavisi hedefleniyor. Özellikle hastalık açısından risk yaratan durumların azaltılması ve koruyucu olduğu bili-nen faktörlerin desteklenmesinin bu salgını azaltabilmesi bekleniyor” dedi.
44 POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
SIKLIK AZALSA DA YAŞLI NÜFUS ARTIYOR Prof. Dr. Haşmet Hanağası Tüm dünyada Alzheimer ve bunama hastalarının sayısı artsa da gelişmiş ülkelerden (ABD, Almanya, Hollanda, İsveç ve İngiltere) gelen umut verici yeni verilere bakıldığında yaşlılarda bunama hastalığının görülme sıklığında geçmişe oranla azalma görülüyor. Tıp dünyasında oldukça ünlü olan Framingham çalışmasında 30 yıl önceki yaşlılara göre şimdiki yaşlılar arasında yeni bunama hastası görülme sıklığında %44’e varan azalma mevcuttur. Araştırmacılar bu düşüşü eğitim düzeyinin artması, daha fazla zihinsel işlev gerektiren iş kollarının artması, hipertansiyon ve hiperkolesterolemi gibi damarsal risk faktörlerinin daha yaygın olarak kontrol altına alınması, sigara tüketiminin azalmasına bağlamaktadır. Günümüzde artan şeker hastalığı ile daha etkin mücadele ile bu oranın daha da azalması mümkün olabilir. Gelişmekte olan ve gelişmemiş ülkelerdeki hastalık oranlarının düştüğüne dair henüz bir veri yok.
Alzheimer Hastalığından Korunma Genç Yaşlarda Başlıyor Alzheimer hastalığında genç yaştan itibaren risk faktörleri ve koruyucu faktörlerin birbirleri ile yarıştığı ve orta yaşlarda risk faktörlerinin azaltılarak fiziksel ve zihinsel aktivitelerin arttırılmasının yararlı olduğu bilinmektedir. Bu yıl Dünya Alzheimer Kongresi’nde sunulan yeni bulgulardan birisi de orta yaşlarda daha fazla kart oyunları, dama oynayanlar ve bulmaca çözenlerin beyinlerinin daha hacimli olduğu ve bu kişilerin zihinsel yetilerinin bu aktiviteleri yapmayanlara göre daha iyi bulunduğu şeklindedir. Alzheimer’den Korunmak İçin Her Yaşta Aktif Olmak Gerek Orta yaşlarda koruyucu faktörlerin etkisi daha aşikar iken, risk altındaki yaşlılarda koruyucu faktörlerin ve risk faktörlerinin düzenlenmesinin yararlı etkisinin olup olmadığı bilinmiyordu. Bu soruya cevap olarak 2 yıl boyunca İskandinav ülkelerinde 1260 yaşlı kişi (60-77 yaş arası) ile yapılan bir çalışma, yaşlı kişilerde beslenme önlemleri, zihinsel egzersiz, sosyal aktiviteler ve kalp sağlığı önlemleri ile yaşlılardaki zihinsel gerilemenin azaltılabileceği ve bunamanın kısmen önlenebileceğini göstermiştir. Böylelikle düzenli beslenme, daha sosyal bir hayat ve zihinsel egzersizlerin hastalığa karşı etkili yöntemler olduğu bilimsel olarak ispatlanmıştır ve yaşlılar bu konuda yönlendirilmeli ve sağlık politikaları bu bilgiler ışığında oluşturulmalıdır.
konusunda bazı şüphelerin olmasıdır. Güncel bilgiler ışığında orta yaşlarda tempolu yürüyüşler gibi fiziksel aktiviteler özendirilmelidir. ALZHEİMER HASTALARINDA HASTALIKTAN ÖNCE KOKU ALMA BOZUKLUĞU BELİRMEKTE Doç. Dr. Başar Bilgiç Hastalığı tanımak günümüzde artık daha kolay hale geldi. Gerek pozitron emisyon tomografisi gerekse de beyin omurilik sıvı analizi ile henüz hastalığa ait şikayetler başlamadan tanı konulabilmekte ve risk belirlenebilmektedir. Beyinde biriken iki protein olan amiloid ve tau proteinleri artık görüntüleme yöntemleri ile gösterilebilir hale gelmiştir ama bu yöntemlerin yaygınlaşması teknik sorunlardan dolayı oldukça zordur ve bu yöntemler pahalı yöntemlerdir. Bu amaçla çok daha kolay uygulanabilir biyolojik belirteçlere ihtiyaç vardır. Göz birebir beyinle bağlantılı bir organ olduğundan beyindeki değişimler sıklıkla kendini gözde de göstermektedir.
birikim zamanla artış göstermektedir. Bu yöntem rüştünü daha fazla ispatladığında hem tanı hem de takip amaçlı olarak kullanılabilir. Benzer şekilde Alzheimer hastalarında hastalıktan önce koku alma bozukluğu belirmektedir ve koku alma yeteneği beyin hacmi ile birebir ilişki göstermektedir ve hastalık ile beraber zihinsel yıkıma paralel şekilde koku alma yeteneği de azalmaktadır. Böylelikle koku testleri ile riskli bireylerin belirlenebileceği ve hastalık takibinde kullanılabileceği öne sürülmüştür. Alzheimer Hastalığında Yeni Bir Protein Bulundu Alzheimer hastalığında beyinde biriken iki önemli protein amiloid ve tau proteinleridir. Bu yıl ortaya konan önemli bilgilerden birisi de hastalarda bu iki protein dışında bir üçüncü protein olan TDP-43 isimli proteinin beyinde biriktiği ve zihinsel fonksiyonlar ve beyin hacmi ile ilişkili olduğudur. Tedavi girişimlerinde bu proteinin de beyinden temizlenmesi yeni ve etkili bir strateji olabilir.
Bu hastalıkta beyinde biriken beta-amiloid isimli maddenin son yıllarda gözde retina katmanı ve lens içinde de biriktiği saptanmıştır ve basit bir şekilde gözde bu maddenin birikimi gösterilerek hastalığın tanısının yapılabileceği öne sürülmüştür. Gözdeki bu
90 Yaşa Gelirseniz, Hipertansiyon Zararlı Bir Bulgu Değil Ortaya çıkan oldukça ilginç bulgulardan birisi de 90 yaş ve üstü bireylerde tansiyon yüksekliğinin koruyucu bir faktör olduğunun saptanmasıdır. Oysa orta yaş ve 90 yaş altındaki kişilerde tansiyon yüksekliği Alzheimer hastalığı açısından ciddi bir risk faktörüdür. Bu ilginç bulgu her yaşta risk faktörlerinin değiştiğini ve dinamik olduğunu göstermektedir. Bu dinamik duruma bir diğer örnek de Mayo Clinic tarafından yapılan çalışmalarda orta yaşlarda (50-65 yaş) yapılan fiziksel aktivitenin Alzheimer hastalığı açısından koruyucu olmasına karşın 70 yaş ve üstü kişilerde fiziksel aktivitenin koruyuculuğu
POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
45
KONGRE
Yaşlı bakımında sektör doğuyor YAŞLILAR İÇİN ELELE “Günümüzün yaşlıları ve geleceğin yaşlılarına sağlıklı, konforlu bir yaşam sağlamak insanlığımızın yüce vazifelerindendir.”
Uzm. Dr.Sinan İbiş Medikal Turizm Derneği Başkanı Kongre Koordinatörü
Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık Tanıtma Fonu, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi ve Anadolu Ajansı tarafından desteklenen; Ankara Ticaret Odası, Samsung, Microsoft, Avea, Darülaceze Müessesesi, Darülaceze Vakfı, Flavius Klinikleri işbirliği ile Medikal Turizm Derneği tarafından 15-16 Aralık 2014 tarihlerinde Ankara da gerçekleştirilecek “Uluslararası 3. Yaş Baharı ve Dinamikleri Kongresi“ yaşlı bakım ihtiyaçlarının ve alanlarının inşa edilmesi konusunda büyük bir hareketi başlatacak. Medikal Turizm Derneği Başkanı ve Kongre Koordinatörü Uzm. Dr. Sinan İbiş, ‘’Yaşlılar için El ele’’ sloganı ile düzenlenecek kongre ve son dönemde öne çıkan teknolojiler hakkında bilgiler paylaştı. “Ülkemizde yaşlı bakım ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik ulusal bir uyanışa ihtiyaç var. Medikal Turizm Derneği bu konuda 4 yıldır çalışmalar yürütüyor. Yaşlılıkla ilgili ülkemizdeki potansiyel dinamiklerin harekete geçirilmesine yönelik olarak; 2013 yılında gerçekleştirdiğimiz “Yaşlı Bakımı Turizmi Kongresi”, 2014 yılında gerçekleştirdiğimiz” Yaşlı Bakımında Sürdürülebilir Politikalar ve Stratejiler “projelerinden sonra 3.adım olarak yaşlılık sektörünün harekete geçirilmesine önayak olacak “3.Yaş Baharı Turizmi ve Dinamikleri Kongresi”ni düzenliyoruz. 15-16 Aralık 2014 tarihlerinde Ankara’da düzenleyeceğimiz kongremize davetli olan uluslararası yaşlı bakımı endüstrisinde rol sahibi uzmanlar deneyimlerini paylaşacak.”
Dünyada yaşlanma hızının ve nüfusunun giderek artması karşısında uluslararası kuruluşlar, ülkeler, hükümetler çözüm arayışlarını artırmışlardır. Ancak oluşturulan politikalar ve çözüm modelleri maalesef yaşlanmanın ihtiyaçlarını karşılar nitelikte değildir. Yaşlılığın ihtiyaçları ile oluşturulan çözümlerin birbirlerini karşılama oranları arasında fark giderek açılmakta ve ihtiyaçlar her geçen gün daha karşılanamaz problemler yumağına dönüşmektedir. Genç nüfusa sahip ülkemizde genç ve yaşlı oranı yaşlılık lehine artış göstererek; yaşlılık nüfusu yüksek ülkeler sıralamasında yer almaya başlamıştır. Bu demek ki yakın gelecekte Türkiye de yaşlı ülkelerden birisi olacaktır.Gerek ülkesel yaşlanma konusundaki politikaların ve çözümlerin üretilmesi konusunda devlet, üniversite, sivil toplum ve özel sektör kuruluşlarının el ele vererek çalışmasına ihtiyaç vardır. Diğer yandan özellikle AB ülkeleri başta olmak üzere, dünyadaki yaşlanma ihtiyaçlarının karşılanmasında ülkemizin insan gücü ve bölgesel özellikleri de fırsatlar yaratmaktadır. “Yaşlıların uzaktan teknolojik bakım destekleri ile yalnızlıklarını gidermek, ihtiyaçlarına anında telefon ile erişim ile paniği önlemek ve çözüm yollarını oluşturmak mümkün.” Telefonla Bakım Hizmetleri (TeleCare) ve İhtiyaca göre sensörler gibi destek, bilgi ve iletişim teknolojisini kullanarak uzaktan yardım sağlanması gelişmiş toplumlarda öne çıkan önemli desteklerden sadece birkaçı. Bu teknolojik destekler ile yaşlı bakımında büyük mesafeler kaydedilerek; yaşlılığın doğurduğu maliyetlerin kontrolünde büyük bir mesafe kaydedilmiştir.
mektedir.Stres yaratan tüm psikolojik ve fiziksel durumlarda anında çözüm sağlama imkanı bulunmaktadır. Sensörler aracılığıyla kullanıcıları, sürekli otomatik ve uzaktan izlenebilmektedir. TeleCare kişisel bir alarm sistemi olup, bu alarm sistemi genellikle boynuna takılan düğmeli bir kolye, ya da bileğinde ve telefon sistemi ile çalışan bir baz ünitesi şeklinde olmaktadır.İngiltere genelinde yaklaşık 135 merkez bulunmaktadır. Evler için ya da kişisel sağlık sensörleri, evde güvenliği sağlamak için kullanılır. Örneğin; yatak veya sandalye doluluk sensörü, gaz dedektörleri ev içinde karbon monoksitin tehlikeli seviyele-rini tespit etmek ve alarmı harekete geçirmek üzere tasarlanmıştır. Doğal gaz dedektörleri, epilepsi sensörleri, kalp hızı ve solunum gibi vital bulguları ölçen ve izleme merkezine gönderen dedektörler, düşmeye duyarlı dedektörler gibi güvenlik sorunu kontrolünü de gerçekleştiren sistemler bulunmaktadır. Uluslararası 3.Yaş Baharı ve Dinamikleri Kongresi “Yaşlılar için elele’’ sloganı ile düzenlenecek kongrede; Yaşlılıkta Uluslararası Vizyon, Yaşlanma Çözümünde Ulusal Otoriteler ve AB’de Yaşlanmanın İhtiyaçları başlıklarında düzenlenecek oturumlarda ;Yaşlılıkta Sosyal Güvenlik,Yaşlılık Ekonomisinde Mali Kaynak Yaratılması,Yaşlı Endüstrisinde Ekonomi Bakanlığının Rolü gibi önemli konularda bilgi paylaşımında bulunulacak. Ayrıca, kongre kapsamında düzenlenecek çalıştayda , konuşmacılar ve misafirlerle yaşlılık çözümlerinde en iyiler konusunda cevaplar aranacak. Yaşlı bakımı alanın hizmet, ürün, inşaat, eğitim, arge, teknoloji ve ekonomi yaratmak isteyen firmaların da yer alacağı kongreye katılım ücretsiz olup, kayıt ve detay bilgi için: www.yaslibakimiturizmi.org
Günümüzde toplumların gelişmişliklerine paralel olarak yaşlıların bakım ortamlarında tesis edilen telecare sistemleri sayesinde yaşlılar daha mutlu yaşamaktadır. Aileleri ve çevreleri ile iletişimleri güçlen-
POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
47
YAŞLI BAKIMI
“EN İYİ VE EN KALİTELİ BAKIMI ALMAK HER YAŞLININ VE HASTANIN HAKKIDIR” Vildan KANDEMİR BÜTÜN Uzman Geriatri Hemşiresi MEVA Huzurevi Bakımevi Danışmanı Evde yaşlı ya da hastaya bakım verebilmek için, bakım alan/alacak kişinin hastalıklarına/hastalığına, bakımında özellik gerektiren durumlarına göre çok farklı bilgi birikimlerinizin olması gerekmektedir. Bu nedenle öncelikle bakım alacak kişinin ihtiyaçlarını iyi belirleyip bakım ve tıbbi tedavinin devamı için bir plan oluşturulmalıdır. Ülkemizde son yıllarda profesyonelleşmeye başlayan bakım hizmetleri (Tıbbi Bakım ve Tıbbi Tedavinin Devamlılığı), çok defa hastane ya da evlerde çeşitli şekilde yapılmaya çalışılsa da “bakımevi”, “yaşlı bakım merkezi” vb isimler altında 10-15 yıldır yapılmaya çalışılmaktadır. Bakımevleri çeşitli hastalıklar sonucu evde bakılan bir yaşlının ya da hastanın maliyetlerini azaltarak güvenli ve donanımlı bir ortamı 24 saat bu kişilerin bakılması için açılan kuruluşlardır. En iyi ve en kaliteli bakımı almak, bakıma ihtiyaç duyan her yaşlının/hastanın hakkı olduğuna göre onun bu hizmeti kesintisiz ve
sürekli alması gerekmektedir. Bu süreçte aile ya da tek bir bireyin bu sorumluluğu üstlenmesi bazen zor, bazen yıpratıcı bazen de maddi olarak sıkıntılı olabilir. Bakım verilecek kişiye evde bakımda oluşacak istek ve problemlerle başa çıkmak ailenin ve yakınlarının yaşam kalitesini düşürür. Bu istek ve problemler; sürekli personel temini ve takibi, ilaç ve malzeme temini ve takibi, tahlil ve tetkik için bazen gerekli-gereksiz planlama yapma, doktor bulma ve getirme, acil durumlarda saat mevhumu olmaksızın hastaya refakat etme, eve değişerek gelip-giden bazen sürekliliği olmayan hemşire ve bakıcılar, evde bulunan çocukların kişilik gelişimlerinin olumsuz etkilenmesi, bireylerin psikolojilerinin bozulması v.b. olarak sayılabilir. Bakım alacak kişinin fiziki ortamı mutlaka ona uygun olmalıdır. Bakıma muhtaç kişinin sürekli ve düzenli olarak gözetim altında kesintisiz bir bakıma, tıbbi desteğe, muayeneye, tahlillere ve sağlık profesyonellerinden oluşan bir ekibe (konsültan hekimler, hemşire, yaşlı bakıcı-psikolog, fizyoterapist v.b.)
48 POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
ihtiyacı vardır. Bakım alacak kişinin fiziki ortamı (ısısı-nemi-hijyeni-havalandırması-bakıma uygunluğu) mutlaka ona uygun olmalıdır. Tıbbi Bakım ve Tıbbi tedavinin devamı esas alınacağı durumlarda başta uygun ve hareketli yataklar,hastane yatakları olmak üzere, sarf malzemeler, tıbbi donanım ve medikal aletler (solunum cihazları, aspiratörler, oksijen sistemleri, monitör v.b.), çeşitli ilaçlar, pansuman malzemeleri her zaman gerekli olacaktır. Yaşam Kalitesi , Bakıma Muhtaç Olan Kişi Kadar Yakınları İçinde Önemli! Bakım verilecek kişiye evde bakımda oluşacak istek ve problemlerle başa çıkmak ailenin ve yakınlarının yaşam kalitesini düşürür. Bu istek ve problemler; sürekli personel temini ve takibi, ilaç ve malzeme temini ve takibi, tahlil ve tetkik için bazen gerekli-gereksiz planlama yapma, doktor bulma ve getirme, acil durumlarda saat mevhumu olmaksızın hastaya refakat etme, eve değişerek gelip-giden bazen sürekliliği olmayan hemşire ve bakıcılar, evde bulunan çocukların kişilik gelişimlerinin olumsuz etkilenmesi, bireylerin psikolojilerinin bozulması vb. olarak sayılabilir.
Evde Bakımın Psikolojik Etkileri Bazen evde tek bir kişinin bakım vermesinde, bakım alan kişinin hastalığı kişiyi ajite ve hırçın yapabilir. Bu da istemeyerek bakan kişiye zarar vermeye kadar gidebilir. Ya da bakan kişinin sürekli aynı kişi olması tahammül ve sabır gücünü zayıflatabilir. Aile bireylerini ya da bakım vereni tükenmişlik sendromuna sürükleyebilir. Kurumlarda sürekli bir eğitim ve motivasyon personeli daha pozitif tutar. Bakım alan kişinin evde kişisel temizliği, hayati bulgu takipleri ve herhangi bir olumsuz genel durum bozukluğu için belirti veren bulguların takibi yetersiz olabilir. Evde farkına varılmayabilir. Hareket eden ya da ettirilmesi gereken bir yaşlıyı ya da hastayı bakım veren kötü niyetli kişiler hareket ettirmeyebilir, yürütmeyebilir, ilaçlarını kafasına göre takip ederek, sürekli uyutabilir. Bazen de durum olacağı varsa olur hali alır. Profesyonel hizmet veren kurumlar kayıt altına aldıkları bilgilerle bunların sürekli takibini yapar.
Bakım Alan Kişinin Beslenme Sorunları Beslenme için diyet uygulanması gerekebileceği gibi, enteral (Burundan-Mideden)ve parenteral beslenme (damardan)uygulanabilir. Bu malzemelerin temini, uygulanması, pansumanı ve malzemenin vücudun doğru yerinde takılı olmasının sürekli takibi önemlidir. Yanlış bir işlem ya da malzemenin yerinden çıkması, akciğerlere besin/ mama kaçması saniyeler içinde müdahale gerektirir.Evde siz ya da bakıcı varsa ortaya çıkacak bir olumsuzluk sizi vicdani olarak sorgulamaya itebilir. Yaşlılar ve Kişiler Çok Farklı Nedenlerle Bakıma İhtiyaç Duyabilirler. Mesela yalnızlıktan sıkılan ya da evinde bir takım işleri yapmakta zorlanan yaşlılarımız, Demans, Alzheimer, Paralizi (İnme/felç), Parkinson, Multiple Skleroz, ALS, Ameliyat öncesi ve sonrası (Post op ve Pre op), Rehabilitasyon ve Fizik Tedavi Hizmeti
(yatarak ve Ayaktan), Kronik Yatağa Bağımlı Hastalar,Yoğun Bakım Sonrası Bakım hastaları, Ev Tipi Solunum Cihazına Bağımlı Hastalar, Onkoloji Bakım ve Terminal Dönem Hastaları, NGS (burnundan beslenen) ve PEG (midesinden beslenen) Hastaları, kısa dönem ve aralıklı olarak (tatil-aylık-haftalık) yaşlısını ya da hastasını güvenilir bir yere bırakmak isteyebilirsiniz. Bu donanımlara sahip bakımevlerinden kısa dönem hizmet alabilirsiniz. Tıbbi Bakım ve Tedavinin Devamlılığı Profesyonellik Gerektirir. Donanımlı, sürekli eğitim alan bir ekip ve hazır tıbbi araç-gereç bu işin olmazsa olmazıdır. Kişiler bakım alacakları ya da bakım verecek mekanı seçmekte özgürdür. Bakım işi sağlıkla paralel ve iç içe olduğundan sağlık altyapısı ve donanımlı personelin çalıştığı, yöneticilerini sağlık personelinden seçmiş kurumlar çözüm ortağınız olsun…
POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
49
AİLE HEKİMLİĞİ
“EN BÜYÜK SORUNUMUZ ÖLÇÜSÜZ EKLENEN İŞ GÜÇLERİ”
Dr. Murat Girginer
AHEF (Aile Hekimliği Federasyonu) 5.Kongresi 19-23 Kasım 2014 tarihinde Belek Antalya-Kaya Palazzo Golf Resort Otel’de düzenlendi. 1. basamağın en büyük kongresi olan 5.AHEKON kongresinde yoğun bilimsel programın dışında aile hekimlerinin sorunlarının da tartışıldığı panelde sağlık yöneticileri ile birlikte çözümler arandı. Aile hekimliği algısında ciddi sıkıntılarının olduğunu belirten AHEF Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Murat Girginer kongre hakkında bilgiler verdi ve sorularımızı yanıtladı. PS: Bu yıl 5.sini düzenlediğiniz AHEKON, bilimsel programlar dışında sorunların da tartışıldığı önemli bir kongre oldu. Beklentileri ne ölçüde karşıladı? Dr. Murat Girginer: AHEKON, sahada özveri ile görev yapan 21.000 aile hekiminin ulusal kongresidir. Aile hekimliği uygulamasında her gün artan iş yüküne karşı aile hekimliğini, etik ilkelere bağlı kalarak çalışan hekimlerimize sahada en çok ihtiyaç duyulan konuları içeren güçlü bilimsel program hazırladık. Bu yıl ki kongremizin temelini bilimsel oturumlarının dışında aile hekimlerinin sorunları oluşturdu. Bakanlık yetkililerin de katıldığı güncel sorunlarımızın tartışıldığı bir kongre oldu.81 ilden gelen başkanlarımızla başkanlar meclisini yaptık. Genel sorunlarımızı ve tavrımızı tartıştık. Kısaca Aile Hekimlerini geleceğinin tartışıldığı önemli bir toplantı oldu. PS: Aile Hekimliğinde bir çok sorun oldu-ğunu dile getiriyorsunuz ancak en önemli sorun sizce hangisi? Dr. Murat Girginer: En büyük sorunumuz ölçüsüz eklenen iş güçleri. 1.Basmakta dünyada Aile Hekimliği, Acil Tıp,Adli Tıp ve Halk Sağlığı olmak üzere 4 ayrı tip di-
siplini bulunmaktadır. Bizim ülkemizde bu 4 disiplinlerin görevi aile hekimlerini yüklenmek istenmektedir. Oysa Avrupa ve dünyadaki meslektaşlarımıza göre 2 kat hastamız ve 4 kat iş yükümüz var. Bu da bizim aile hekimliği tanımındaki gerçek görevlerimizin yapılmasını engelliyor. PS: Aile Hekimliği istenilen başarıyı sağladı mı? Dr. Murat Girginer: Aile hekimliğinin 2005 yılında başlaması ardından 2014 yılında da tüm ülkede uygulaya geçilmesinden bugün geldiğimiz noktada ,yanlış kararlar ve uygulamalarla asıl tanımından gittikçe uzaklaştığını görüyoruz. Bir çok sorun ve hukuksuz uygulamalar da gittikçe artıyor. DSÖ’nün yaklaşık bir ay önce yayımladığı son raporda, ülkemizle ilgili bir değerlendirme var. Bu değerlendirmeye göre özellikle bulaşıcı olmayan kronik hastalıklarda diyabet, hipertansiyon gibi, aile hekimlerinin koruyucu hekimlik vasfının tanı ve tedavide yetersiz kaldığını gösteriyor. Bir çok aile hekimi arkadaşımız buna tepki gösterdi .Ben bunun objektif bir gözle değerlendirildiğini ve doğruyu yansıttığını düşünüyorum. Çünkü sadece aile hekimliği yapmıyoruz. Gereksiz iş yükünden de bu önemli konulara vakit ayıramıyoruz. DSÖ belli kriterlere göre yetersiz bulu-yor. Aslında biz de bunu savunuyoruz. Bu değerlendirmenin ülkenin sağlık politikalarını yöneten kişiler tarafından yapıcı bir eleştiri olarak algılanmalı ve gelecek çalışmalar için ışık olmalı. Bunun dışında SGK ilaç ödemeleri ile de ilgili sorunlar var. PS: Mesai saatlerinin arttırılması, nöbet, iş yükünün fazlalığı gibi sorunlar dile getiriliyor. AHEF olarak bu talepleri kabul etmiyorsunuz. Örneğin aile hekimlerinde nöbetlere uyum ne oranda ?
50 POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
Dr. Murat Girginer: Tüm ülkede acil nöbetine gidilmeme oranı %67 civarında diyebilirim. Aile hekimlerinin mesai saatleri 08:00-17:00. İstenilen aile hekimlerinin günde 12 saat çalışması. Bu durumda 72 saate çıkıyor. 7x24 hizmet sunan acilde çalışan meslektaşlarımızda haftada 40 saat olacak şekilde hizmet veriyorlar. Aile hekimlerine tanımlanan hiçbir sözleşmeye uymuyor. Bu süre her meslek grubu için uluslararası sözleşmelere aykırı bir durum. Aile hekimlerinin ve aile hekimliğinde çalışanlarının da bir ailesi var. Aslında insan haklarımız ihlal ediliyor. Sağlık hizmeti talep edilen bir hizmettir. Acillerdeki yığılmanın sebebi talep olduğundandır. Sunulan bir hizmet değil talep edilen bir hizmettir. Hastalarımızdan da örneğin cumartesi hizmet alımı gibi bir talep yok. Her Türk hekimi gibi olağanüstü durumlarda tabii ki bizde 7/24 çalışırız. Ancak bu halka bir hizmet olarak sunulduğunda, haklarımızın gasp edilmesi durumu ortaya çıkıyor ve biz de buna karşıyız. PS: Bu talepler sağlıkta dönüşüm programı dışında mı oluşuyor? Dr. Murat Girginer: Evet dışına çıkılıyor. Bu tanıma bir sağlık politikası diyemiyoruz. Aile hekimleri mutsuz, tükenmişlik sendromları ile karşı karşıyalar. Herkes görevi bırakmaktan bahsediyor. Çünkü bahsedilen şartlarda diğer hastanelerde aile merkezleri dışında toplum sağlığı merkezlerinde, müdürlüklerde çalışan meslektaşlarımız 40 saat ü-zerinden çalışırken, bir aile hekiminin 72 saat çalışması kabul edilebilir bir uygulama değil. Bu durumda aile hekimlerinin daha rahat yerlere kaymak istemelerini haklı bir durum olarak kabul etmek gerekecek ve bu durum aile hekimliğinin geleceğini zedelenecek, tehlikeye düşürecek.
AHEF Yönetim Kurulu PS: AHEF olarak gerçekleştirmek istediğiniz projeleriniz var. Nedir bu projeler, biraz bahseder misiniz? Dr. Murat Girginer: Diyabet araştırması önemli projelerimizden biri. UEMO dönem başkanlığını İtalya Aile Hekimleri Birliği aldı.İtalyan aile hekimleri ile sıkı işbirliklerimiz var. Ortaklaşa iki ülkeden bir bilimsel bir komite oluşturuldu. Türkiye-İtalya arasında 5000 aile hekiminin olduğu aile hekimlerinin diyabet yaklaşımı ile ilgili büyük bir diyabet çalışması planlıyoruz. Ancak güncel sorunlarla bir türlü yol kat edemiyoruz. Burada amaç iki ülkedeki diyabet hastalarının aile hekimliği yaklaşımı ile değerlendirilmesi. Tanı, tedavi, komplikasyonlarının gelişmesi, hasta sayıları gibi iki ülke arasındaki farklılıklar, iki ülkenin diyabet yönetimindeki başarıları, başarısızlıklar karşılaştırılacak çözümler ortaya konulacak. Ortak bir algoritma ile başarı başarısızlıklarımız ve iyileştirmeye yönelik katkıları ile, ülkemizde aile hekimliğini zirveye taşımak hedefimiz. AHEF olarak bir diğer büyük projemiz hatta hayalimiz, Türki Cumhuriyetleri Aile Hekimliği Birliği. Azerbeycan, Özbekistan, Balkanlar gibi cumhuriyetlerle Türki Cumhuriyetleri Aile Hekimleri Birliğini oluşturmak.Büyük bir güç olduğunu düşünüyoruz. Başvurumuzu yaptık. Türkiye’nin bu konuda önder olmasını istiyoruz. “ANNE ADAYLARI VE BEBEKLER BİZİM İÇİN ÖNEMLİ” Dr. Murat Girginer: Aile hekimleri işlerini severek yapıyorlar. Özellikle iş yükümüz ne kadar artsa da anne adaylarımıza , gebelerimize , bebeklerimize gereken önemi gösteriyoruz. Bizim için çok önemliler. İzlemlerimizi iş yükünden dolayı tüm olumsuzlara rağmen takip ve hizmette
sorun yaşanacağını düşünmüyorum. Bizim gönülden bağlı olduğumuz ve sahip çıktığımız en önemli izlemlerimiz diyebilirim. PS: Aile hekimlerinde ödeme sisteminde de sorunlar var mı ? Dr. Murat Girginer: SGK’ nın yaptığı düzenlemelerde aile hekimlerinden çıkarılan kalemlerden 2. ve 3. basamağa bir kayma var. Aile hekimliğinin genel yapısına bakınca, aile hekimliği genel bütçeden pay alan, SGK’dan bağımsız bütçesi olan bir yapılanması var. Aile hekimliği içerisinde yapılan laboratuar hizmetleri için SGK’nın herhangi bir ödemesi yok. Aile hekimlerinin temel bütçeleri ile hizmeti sağlıyor. Bu 3 yıldır da artmıyor. Efektif kullanmak adına da hastalar ulaşmamız gerekiyor. Verilere ulaşılamıyor. Sunucular tarafından analiz edilemiyor. Aile hekimliğine başvuru gittikçe artıyor.2. ve 3. basamağa başvuruların azalmaya başladığını düşünüyorum.4bin lira sabit bütçe ile yaptığımız hizmet hacmi ve kalite artarken diğer basamaklardaki bütçenin 18 bin TL den, 32.bin TL’ sına çıktığını ,aile hekimliğinin 4 katı bir artış olduğunu görüyoruz. Demek ki burada yanlış giden bir politika var. AHEF olarak ülke sağlık göstergelerinin tümünün değişmesinde paydaş olarak aktif görev almak istediğimizi bir kez daha belirtmek isterim. Çünkü bu bizim ülkemizin sağlığı. Yaşlanan nüfus bizim ülkemizin nüfusu, bizde yaşlanıyoruz. PS: Gebe izlemleri ile ilgili sıkıntımız var demiştiniz. Neden kaynaklı ?
Tamamen yönetmeliklerle yönetiyoruz. Kanun içinde yer alması gereken standartlarımız olması gerekir.Yönetmeliklerde sürekli değişiklik oluyor ve bu değişiklikler aile hekimliğine yük ve sorumluluk veriyor. Bizim en önemli sıkıntımız gebelerin aile hekimliğine başvurması yönünde eksik bilgilendirilmesi ya da bilgilendirilmemesi. Hastaların zorunluluğunu olmaması. Oysa İngiltere de bir anne adayı gebe kaldığında ilk aile hekimine girmek ve provizyon açtırmak zorunda. Daha sonra 2.3. basamakta gerekli işlemleri yaptırabilmekte. Bizde böyle değil. Diğer taraftan da hastanelerde gebelik bildirimlerinde hatalar var. Sahaya çıkan aile hekimlerinin görüşleri değerlendirilmeli! Bu yaşanan problemlerin tamamı çözülebilir.Sistemin doğru kurgulanmaması. Defalarca gerek SGK, gerekse Bakanlıkla paylaşmamıza rağmen henüz olumlu gelişmeler olmadı. Sorunlar bundan kaynaklı. PS: Halkımız aile hekimliğin nasıl yaklaşıyor. Doğru kullanıyor mu ve hala ulaşamadığınız bir kesim var mı ? Dr. Murat Girginer: %35-40 kadar hiç gelmeyen bir kesim var. Bizim takip ettiğimiz hastalarda hizmet kalitesinden memnun olan, aile hekimine, hemşiresine güvenen, sağlık sorunlarının onlar tarafından bilinmesinden memnun bir nüfusumuz da var. Ama gelemeyen bir grupta var. Direkt 2.ve 3. basamağa başvuran var. Bizim bunlara ulaşmamız gerekiyor. PS: Son olarak vermek istediğiniz bir mesaj var mı ? Dr. Murat Girginer: Aile hekimleri her şeye itiraz eden sorun yaratan bir grup olarak görünüyor. Oysa itirazımızın kaynağında uygun koşullarda çalışmak ve daha iyi hizmet sunmak geliyor. AHEF olarak aynı zamanda sorunları, mevcut aksaklıkları tespit etmek, sağlık otoriteleriyle birlikte çözüm aramak ve katkıda bulunmak için iş birliğine her zaman hazır olduğumuzun bilinmesini istiyoruz. Sorunlar çözülmediği sürece aile hekimliği sisteminin çökeceğini tekrarlıyor ve hatırlatıyoruz. Röportaj: Zeynep Çetinkaya
Dr. Murat Girginer: 5258 sayılı yasa ile bazı sıkıntılarımız var. Yasanın içeriğinin zayıf olması. Yasa kısa ve özet yasa.
POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
51
HABER
TÜRKİYE ROBOTİK CERRAHİDE EĞİTİM MERKEZİ OLDU... Prof. Dr. Fatma Tülin Kayhan Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kulak Burun Boğaz Klinik Şefi
Cerrahinin geldiği en sok nokta olan robotla ameliyatlar giderek yaygınlaşıyor. Türkiye’de kamu ve özel hastanele-rinde bulunan robotik cerrahi sistemleri ile üroloji ve kadın hastalıkları başta olmak üzere çok sayıda ameliyat başarı ile gerçekleştirilebiliyor. Öyle ki Türkiye bu alanda , çevre ülkeler için de önemli bir ülke. Çok sayıda cerrah robotik cerrahi eğitimi için çevre ülkere gidiyor. Türkiye robotik cerrahi merkezi olma yolunda hızla ilerliyor. ROBOTİK CERRAHİ SERTİFİKASI ARTIK TÜRKİYE’DE VERİLEBİLİYOR. Acıbadem Üniversitesi tarafından hayata geçirilen Case, İleri Düzey Endoskopik / Robotik Cerrahi Eğitim Merkezi sayesinde cerrahların robotik cerrahi sertifikası almak için yurtdışına gitmesine gerek kalmadı. KBB alanında da ilk eğitimler başarılı kadın cerrah Prof. Dr. Fatma Tülin Kayhan tarafından verildi.
CERRAHLARA KADAVRA ÜZERİNDE ROBOTİK CERRAHİ EĞİTİMİ Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kulak Burun Boğaz Klinik Şefi, Prof.Dr. Fatma Tülin Kayhan, cerrahların robotik cerrahiye başlamadan önce hayvan ve kadavra üzrerinde eğitim görmeleri gerektiğini kaydediyor. Prof. Dr. Kayhan; “Bu eğitimler şimdiye kadar Amerika Birleşik Devletleri, Fransa ve Belçika’daki merkezlerden alınıyordu. Artık Case’in sağladığı altyapı ile ülkemizde de yapılabilecek. Biz de Kulak Burun Boğaz alanındaki ilk serikifa prgramını gerçekleştirdik. Meslektaşlarımız kurs sonrası sertifikalarını aldılar. Cerrahlara robotik cerrahi eğitimi verilmesinin en önemli şartı, çalıştığı hastanede Da vinci cerrahi sisteminin olmasıdır.Bu kurs aynı zamanda diğer ülkelerden meslektaşlarımızın da Türkiye’de eğitim almasını sağlayacaktır.” HEMEN KONUŞTURAN AMELİYAT… Prof.Dr. Fatma Tülin Kayhan, robo-tik cerrahi ile kulak burun boğaz ameliyatlarının hasta açısından önemli avan-
52 POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
tajlarının olduğunu kaydediyor. “Hastaların ağız yoluyla, ameliyata bağlı sekel ve fonksiyon kaybı oluşturulmaz. Kemo-radyoterapi ihtiyacı azalır veya gerekmez. Robotla ameliyatlarda, solunum yolunu güven altına almak için, trakeotomi adı verilen, solunum yoluna delik açma işlemine gerek olmaz. Normal konuşma ve yutmaya ameliyattan hemen sonra veya en kısa zamanda başlanır. Ameliyat sonrası dönemde ağrı çok azdır. Ameliyat sırasında kan kaybı çok az olur. Ciltte yara olmadığı için yara izi olmaz. İyileşme süresi çok kısalmıştır ve hastanede kalış süresi çok kısadır.” Prof.Dr. Fatma Tülin Kayhan; robotla kulak burun boğazda önemli pek çok ameliyatın yapıldığını ifade ediyor.‘’Gırtlak, boğaz ve bademcik bölgesinin tümörlerinde ve uyku apnesinin cerrahi tedavisinde kullanıyoruz. 180 den fazla olguda Robotik cerrahi uyguladık. Ülkemizde ve yurtdışında en deneyimli kliniklerden biriyiz.”
KONUK YAZAR
KANSER Eski Bir Öykü Nevval Sevindi
“ Kanser eski Mısır’da bilinen bir hastalıktı ve en popüler tedavi yöntemi hasta bölgeyi dağlamaktı .(iyi ki artık bu yöntem kullanılmıyor!) “
MS.130-200’lerde eski Yunan’da anatomist Caudius Galen kanserle ilgili çalıştı ve meme kanserinin gelişmesinde en önemli etken olarak “melankolik” olma halini gösterdi. O zamanlar kansere diyet uygulanırdı. Rönesans döneminde, Andreas Vesalius (Hollandalı anatomist) göğsü cerrahi müdahale ile almayı, kan kaybını kontrol altında tutmayı sağlayarak modern cerrahi uygulamaların yolunu açtı. Dağlama yöntemi yavaş yavaş terk edildi. Meme kanserinin bölgesel olmadığı koltukaltına ve lenf bezlerine sıçradığını ilk bulan Dr.LeDran oldu. Bu bir devrim yarattı. Göğüs kanseri anlayışını toptan değiştirdi. Bu nedenle cerrahi tedaviyi izleyen ilaç tedavisi gerekliliği saptandı. Fakat bunları bulmak ilkel, hurafe haline dönüşmüş tedavilerin hemen terk edildiği anlamına gelmemeli. İnsanlar tedavi kültürlerini ve inanışlarını çok zor bırakır. 1800’lü yıllarda kanser olduktan sonra on yıl yaşayabilme yüzdesi sadece %12. 1930 ve 1950‘lerde tedavi yöntemlerinde dikkate değer değişimler yaşandı. Klinik yöntemler gelişti ve kanserin safhaları izlenmeye başlandı. Çağımızın en güncel ve önemli sorunu kanser, korku, umutsuzluk, suçluluk, çaresizlik, terk edilme ve ölüm duygusu tepki düşüncelerini çağrıştırdığından fiziksel olduğu kadar ruhsal ve psikososyal bileşkeleri yoğun olan bir sorun. Kanser ciddi ve kronik bir hastalık olmanın ötesinde, belirsizlikler içeren, ağrı ve acı içinde ölümü çağrıştıran, suçluluk, terk edilme, kaos ve panik, kaygı uyandıran bir hastalık. Bu konumda bir diğer hastalık. AİDS. Üstelik sadece hastalar değil, hekim ve hemşirelerle yapılan tutum ve davranış biçimi araştırmalarında “Kanser ya da AİDS olursam, ölmeyi
yeğlerim’’gibi düşünceler, karamsar tutum görülmüştür. Bu haliyle kanser bir yıkım olarak algılandığından insanın psikolojik dengesinde krize neden oluyor. Kriz; sağlıklı yaşamdan, hastalık ve ölüm tehdidine uyuma uzanan bir süreç. ‘‘Yalancı Ölüm’’ Gerçeği kabul etmek istemediği için “yalancı ölüm” denilen halde altı ay kalan bir kanser hastası kadın tanıdım. Kanser teşhisinin konmasından sonra altı ay yemeden içmeden, gözleri kapalı “yalancı ölüm” halinde yatmış. Gerçeği kabullenince kanserle mücadelesi başlamış ve normal yaşamına dönmüştü. 1950’lerde Amerikalı doktorlar asla hastalarına kanser olduğunu söyleyemiyordu. Kanser gizlenen bir felaket oldu o yıllarda. 1975’ de can alıcı bir buluşla kanserin sırrı çözüldü. Kaliforniya Üniversitesi araştırmacıları normal hücrelerin bir sebeple anormalleştiğini keşfetti. O güne kadar kansere neyin sebep olduğu ve nasıl olduğu bilinmiyordu. Kanseri yapan genler olduğu keşfedildi, en az on iki genin böyle bir anormal büyümeye sebep olabileceği ortaya çıktı. Bu yönde çok gelişme sağlandı. Bugün kanserli hücreye doğrudan tespit ve tedavi bile mümkün ama henüz kanseri önlemenin yolu bulunamadı. Herkesin kanseri kendine! Kanser, bence çok bireysel bir hastalık. Çünkü kanser her bireyde farklı nedenler ve sonuçlarla ortaya çıkıyor. Kanser bir kitle tedavi yöntemi ile yok edilemez. Sizin psikolojiniz, yaşam tarzınız ve inançlarınızla tedavi aranızda ilişki kurmak gerekiyor..
Kanser sadece genetik, sadece psikolojik ya da fiziksel değil; belki toplamı her şeyin. Genetik testler Amerika’da yapılıyor. Bu testlere izin belgeleri onlarca sayfa tutuyor. Kız kardeşiniz ve annenizin kan örnekleri ile birlikte sizinkiler teste tabi oluyor. Ama test olmadan önce imzaladığınız kağıtlarda bazı riskleri göze almanız isteniyor. Eğer kanser olacağınız okunursa genlerden göğsünüzü almak istiyorlar. Buna kız kardeşlerim izin vermedi haklı olarak! Aile öyküsü önemli bir risk faktörü Meme kanseri gelişmesinde aile öyküsü önemli bir risk faktörü olarak bilinmektedir. Genç yaşlarda görülen göğüs ve yumurtalık kanserlerine eğilim yaratan,gen olan BRCA1 mutasyonları, meme kanseri nedeni. Çevresel faktörler de çok önemli bulunmakta. Örneğin; Japonya’da kadınlar daha az meme kanserine yakalanırken Amerika’ya göç eden Japon kadınlarında pek yükselmeyen kanser oranı ikinci kuşakta Amerikalı kadınlarla eşit seviyeye yükseliyor. Yeme içme alışkanlıkları ve beslenme etkileyici faktör. Kamyon çarpmış gibi olmak! Size bir kamyon çarpmış gibi kanser olduğunuz mu söylendi ya da sizden gizlediler siz kazara duydunuz; İlk birkaç dakika, hayat alt üst oluyor. Çamaşır makinesinde dönen çamaşıra benziyor insan. Alt ve üst oluyor, durmadan. Şok! Korku! Suçluluk! Kızgınlık! Sersemleme!.Tüm bu reaksiyonlar dünyada her hastanın paylaştığı duygular. Tüm kanser hastalarının ilk tepkileri. Kanserden korkmayın ama kanser korkusundan korkun! Önce cesaret, sonra yaşama sevinci ile her şeyi yenebilirsiniz.
POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
53
PEMBE HANIM’dan Haberler “Kanser grip değil! Kanser hayatımız için verdiğimiz bir savaş. Ve bu savaşta sevgi ve bilgiye ihtiyacımız var. Sevgi yakınlarımızdan ve sevdiklerimizden, bilgi hekimlerimizden...”
Pembe Hanım Kanserli Hastalar Ve Yakınları Derneği, kanserli hasta ve hasta yakınları tarafından kurulmuş, ticari amaç gütmeyen tam bağımsız bir sivil toplum kuruluşu. Kanser hastası ve yakınlarının bilgiye erişimi, yaşam kalitesini yükseltmek gibi önemli faaliyetleri hayata geçirirken, kanserli hastaların haklarının savunuculuğu görevini de üstleniyor. Sağlık politikalarında etkili ve çözüm ortağı olarak çalışmalarını sürdüren Pembe Hanım Genel Koordinatörü Seda Kansu ile gelecek projelerini konuştuk. PS: Pembe Hanım bu yıl bir çok proje gerçekleştirdi. Ülkemizde ve dünyada kanser konusunda faaliyetleri bulunan önemli kuruluşlarla da iş birliği içindesiniz. Yeni yıla girerken hedefte yeni projeler var mı ? Seda Kansu: Çok projemiz var ancak öncelikle dernek olarak amacımız; eksik sosyal hakları düzeltmek ve hakları için doğru mücadele veren sözcüler haline getirmek. Avrupa Birliği işbirliğimiz sadece kanser konusunda değil, ancak bu sene ESMO’ da konuşulduğu gibi, ortak çalışmalarımız gerçek hasta dernekleri ile olacak. İlk hedefimiz EFA ile ortak projeler hazırlamak. 2015’de Avrupa Birliğinin en önemli Kanser Koalisyonu ECPC'ye ortak üye oluyoruz. Eğitim ve bilinçlendirme çalışmalarımız artık AB ortaklarımız ile yürüyecek. Dubai de çok büyük bir başarı ile 5 senedir yapılan Dubai Goes Pink etkinliğini gerçekleştiren Breast Cancer Arabia Vakfı ile görüştük ve aynı projeyi çok sevdiğimiz
bir sloganla İstanbul'a getiriyoruz. Ankara'da kamu, sigorta şirketleri, bankalar ve hastanelerin yer alacağı kanser hastalığının maddi sorunlarını, bu sorunlarda paydaşların sorumlulukları ve önemini tartışacağımız mini çalıştayın ön hazırlığını yapıyoruz. İstanbul Pespembe projesi için İstanbul Büyük Şehir Belediyesi ile görüşmelerimiz başladı. Bu proje diğer meme kanseri çalışmaları yapan tüm sivil toplum kurumlarına ve meme kanseri hastaları yakınları ve gönüllülere açık olacaktır. Bu sene 2. gerçekleştirilen Hasta Dernekleri Zirvesi gelecek sene 2 gün ve Uluslararası olacak. Türkiye’nin ve Amerika’nın en önemli iki yüksek öğretim eğitim kurumu ile hasta dernekleri için hazırlayacağımız "Yönetici Master Sağlık Hizmeti Liderliği" eğitim programını hazırlıyoruz. RELAY FOR LİFE TÜRKİYE PS: Bir sohbetimizde "Yeminin var ölmeden önce yapacağım son şey bile olsa Relay for Life’ı Türkiye'de başlatacağız. Bu benim hayalim "demiştiniz. Relay for Life’ artık ülkemizde de düzenlenecek.Biraz bahseder misin? Seda Kansu: Evet bu ifadeyi kullanmıştım ve gerçek oldu. Dünyanın en büyük, en etkin kanser hastaları organizasyonu olan American Cancer Society lisansı ile , İTÜ ve Türk Tıbbı Onkoloji Derneği paydaşlığıyla Relay for Life Türkiye Pembe Hanım Kanser hastaları ve yakınları dayanışma Derneği olarak gerçekleştireceğiz. Relay for Life dünyanın toplumsal alanda en büyük kanser mücadelesinde farkındalık etkinliği. Önce İstanbul'dan başlayacak bu orga-
54 POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
nizasyon daha sonra üniversitesi olan her ilde yer alabilecek. Türkiye komşu ülkeleri hakkı da derneğimizde. Sonraki hedefimiz Türki Cumhuriyetleri olacak. PS: Yurt dışında derneklerin faaliyetleri, vakıflar tarafından gerçek anlamda büyük organizasyonlarla düzenleniyor ve destekleniyor. Bizde bu gerçek anlamda gelişmedi. İstenilen destekler sağlanıyor mu? Seda Kansu: Sağlanmıyor. Çünkü bizde sosyete yemeklerinden öteye pek gitmiyor. Dünya ise artık hayırsever sosyetenin düzenlediği yemeklerden elde edilen gelirleri çok geride bıraktı. Ciddi zenginler vakıflar kuruyor Bill Gates gibi. Büyük ölçeklerde hem araştırma, hem de insani yardım yapıyorlar. Yardım birçok şekilde yapılır. Asıl önemli olan hasta derneklerine, araştırmaya ve tedaviye yönelik yardımlar. Toplumsal kolektif etkinliklerde ise halk ve hastalar sadece eğlenme amaçlı değil kanser araştırmalarına akıtılacak araştırmalar için ciddi rakamlar topluyorlar. Mesela 24000 kişinin yaşadığı Belçika’da bir kasabada Relay for Life için 201.000 Euro toplandı ve bu para direkt araştırmalarda kullanılacak. Yani kanser adına yapılan her etkinlikte sorulması gereken ilk soru, kanser hastalığının tedavisi veya hastanın sağ kalım süresi için ne faydası var? Her gün parti yapalım balonlar uçuralım, resimler çizelim şarkılar söyleyelim ile bu işler yürümez. PS: İnternet ve sosyal medyada kanserle ilgili bilgi akışı paylaşımlar hakkında düşüncelerin nedir? Güvenilirliği sence nasıl ? Seda Kansu: Bunu bir örnekle vermek isterim. ESMO’da düzenlenen bir toplantıda genel kanı ciddi araştırmacı akademisyen ve hekimler internet üzerinden yapılan yayınların ve sosyal medyadaki sağlık iletişiminin artık güvenirli-
liğini sorgulanması gerektiği. Onların sözleriyle sadece güvenilirliği kanıtlanmış sitelerde bilgi aramak gerek. Çünkü sosyal medyadaki kontrolsüzlük bilhassa sağlık alanında, bazen çok gereksiz aşırı medikal bilgilerin bazen de yanlış bilgi içeren hasta tartışmalarının yaşandığını gösteriyor. Oysa hasta haklarının savunuculuğunun ilk görevi hastaların doğru tedaviye çabuk ulaşmalarındaki engelleri bulmak, deşifre etmek ve düzeltilmesini talep etmek. "GERÇEK MORAL VE GERÇEK UMUT, HER ZAMAN GERÇEK STRATEJİ VE GERÇEK RAKAMLARDA VAR." PS: Dernek koordinatörü ve tedavi gören bir hasta olarak sağlık politikalarında kanser hastalarına yönelik mevcut düzenlemelerinde eksik bulduğunuz neler var, yeterli mi ve neler yapılmalı? Birkaç örnek verebilir misiniz? Seda Kansu: Sağlık politikalarının daha güçlü olmasını ve sosyal sigorta şartlarının hastalar lehine düzenlenmesini sağlamak çok önemli. Ağır şartları ve uzun prosedürleri iyileş-
tirmek gerekiyor. Çünkü iyileştirilen her sağlık kanunu hastalığı ne olursa olsun her hastanın yaşam kalitesini de düzenliyor Çıkan her doğru kanun hastaya faydalı. Ayrıca, 2004 yılında kanser hastalarının çalışması için kanun çıkartan İtalyan Kanser Federasyonu Başkanı önemli bir yorumunda ‘’Kanser hastalarının gerçekçi bir şekilde moral bulması isteniyorsa ulusal kanser dairesi istatistiklerine kanserden kurtulan ve uzun sağ Kalım senelerinde olan hastalarında sayısın koyulmalı ve kanser hastaları bu sayıları görmeli ‘’demişti. Bu gerçekten önemli ve ülkemizde de bu çalışmanın yapılması lazım. Çünkü gerçek moral gerçek ve umut, her zaman gerçek strateji ve gerçek rakamlarda var. Sağlık Bakanlığımız, Halk Sağlığı Kurumumuz ve Kanser Daire Başkanlığımız son dönemlerde oldukça başarılı çalışmalar yapıyor. Değişiklik, düzenleme ya da iyileştirme adına yapılması gereken bir çok şey olabilir. Bakanlığın ve kurumların düzenlediği toplantılarda dile getirdiğimiz sorunları ve çalıştaylarda sunduğumuz raporları değerlendireceklerine inancım sonsuz.
"MÜCADELE EDİLEN HASTALIK DEPRESYON VEYA GRİP DEĞİL, KANSER!" PS: Son olarak vermek istediğiniz mesajın var mı ? Seda Kansu: Kanser grip değil! Kanser hayatımız için verdiğimiz bir savaş. Kimimiz için tanı alınan gün, kimimiz için ameliyatta, kimimiz kontrollerde, kimimiz için kemoterapinin ilk veya son günü bu savaşa dahil oluyoruz. Ve bu savaşta sevgi ve bilgiye ihtiyacımız var. Sevgi yakınlarımızdan ve sevdiklerimizden, bilgi hekimlerimizden. Evet, kolay değil ama hayat mevsimler gibi. Tüm sıkıntılarımıza rağmen güldüğümüz, sevindiğimiz zamanlarda oldu ve olacak. Ne olursa olsun unutmayalım sevgiye ve desteğe her zaman ihtiyacımız var ama bizi olduğumuz gibi kabul edin ki bu ypldaki mücadelemizde adım adım ilerleyebilelim. Bizi anlayın. Yaşama sevincinizi bizimle paylaşın ki o seviç bize iyi gelsin. Bize destek olun ki ellerimiz sizinkilerle birleşsin. Unutmayın bir çok elin gücü var....
POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
55
DERNEKLER
GENÇ BİRİKİM DERNEĞİ Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre; 2020 yılında 10 milyon kişi kanser nedeniyle ölebilir! Dünya Sağlık Örgütü’nün bu verilerinin iyi okuması ve her ülkenin kendine göre yorumlaması gerekmektedir.
Salih YÜCE Genç Birikim Derneği Kurucu Başkanı
Son yıllarda tüm dünyada kanserle mücadelede farkındalık yaratmak, korumak, kanser hastalarına destek olmak adına devlet, sektör ve dernekler büyük çabalar harcıyor.Ülkemizde başarılı çalışmalar yapan derneklerden Genç Birikim Derneği Kurucu Başkanı Salih Yüce kanseri yendikten sonra çocukları ve gençleri kansere karşı korumak ve toplumsal bir bilinç yaratma adına aktif çalışıyor.Salih Yüce derneğin faaliyetleri hakkında bilgiler verdi, gelecekteki projelerini anlattı. TOPLUMSAL BİR BİLİNÇ YARATILMALI! Benim yaşadığım şehir olan Muş Türkiye’nin doğusunda küçük bir şehir. Muş ekonomik göstergeler açısından Türkiye’nin diğer illerine oranla daha alt sıralarda yer alıyor. İlk olarak Muş’da “Onkoloji Hastaları Yardımlaşma ve Sevgi Derneği”ni kurarak çalışmalarımıza başladık. Ardından kansere karşı mücadelede özel olarak çocukları ve gençleri hedefleyen, onların sosyal ve kültürel yaşamlarını zenginleştirmeyi amaçlayan “Genç Birikim Derneği”ni kurduk. Bu iki dernek vasıtasıyla 2004 yılından bugüne değin kanserle mücadele konusunda çok sayıda çalışma gerçekleştirdik. Dernek olarak çalışmalarımızı belli bir eksen içerisine oturtmaya gayret gösteriyoruz ve kanserle ilgili olarak elimizden geldiğince her platformda yer almaya çalışıyoruz. Farkındalık , Bilgi ve Erken Tanı Önemli! Genç Birikim Derneği olarak hedeflerimizin başında, toplumun kaynağı olan çocukları ve gençleri kansere karşı korumak ve hastalar için savunuculuk
yapmak geliyor. Kanser çok tehlikeli bir sağlık problemi ve erken teşhis kanser tedavisini kolaylaştırıyor. Bu nedenle kansere karşı ailelerin, çocukların ve gençlerin doğru bilgilendirilmesi hastalığın önlenmesi ve erken teşhis açısından oldukça önemli. Kanser, Psiko-Sosyal ve Ekonomik Tarafları Olan Çok Yönlü Bir Sağlık Sorunudur. Ailelerin, gençlerin ve sivil toplum kuruluşlarının kanserle mücadele sürecinde etkin olarak yer alması, kanserle mücadele alanını genişletmekte, güçlendirmekte ve toplumsal bir bilinç yaratılması konusunda yapılan çalışmalara katkı sağlamaktadır.Sınır tanımayan bir hastalık olan kanser alanında, uluslararası ve ulusal düzeyde deneyimlerin ve iyi örneklerin paylaşımı da büyük önem taşımaktadır. Bir ülkenin kanser alanında yaşadığı tecrübe, bir diğer ülke için rehber niteliğinde olabilmektedir. Küçük Bir Destek Bile Hayati Önem Taşıyor Yaklaşık 10 yıl önce yakalandığım yumuşak doku kanseri “rabdomyo sarkom” nedeni ile uzun bir sure kemoterapi ve radyo terapi tedavisi gördüm. Tedavi süreci sonunda eğer kanseri yenebilirsem; bir hasta, bir baba ve birey olarak edindiğim tecrübeleri, toplumla ve kanser hastalarıyla paylaşmayı ve kanserle mücadele konusunda Türkiye’de toplumsal bir eylem planı oluşturulması ve uygulanması üzerine çalışmayı planladım. Çünkü anladım ki; insan hayata kıl payı tutunduğu en zor zamanlarda, küçük bir desteğin bile hayati önem taşıyor. PROJELERİMİZ Uluslararası Onkoloji Günleri İlkini 2007 yılında kamu kurumları, bilim adamları, sivil toplum kuruluşları, uluslararası kuruluşlar, gençlik merkezleri ve gençlik sivil toplum kuruluşlarının katılımıyla her yıl farklı bir temayla düzenle-
56 POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
diğimiz Uluslararası “Yeşeren Bir Bitki” Onkoloji Günleri, uluslararası alanda iyi örnekler ve deneyimlerin paylaşıldığı, kanserle mücadele alanındaki gelişmelerin tartışıldığı bir paltform özelliği taşımaktadır. 2015 yılında 8.sini düzenleyeceğimiz Uluslararası Onkoloji Günleri’ni “Kadın Kanserleri ” teması üzerine gerçekleştireceğiz. Mobil Mamografi Projesi Muş’da ve yakın diğer illerde kanserli hasta sayısının artışı, kanserin koruma ve erken teşhis üzerine daha fazla çalışmamız gerektiğini ortaya koydu. Japonya Büyükelçiliği Kalkınma Programı ve Novartis Onkoloji’nin de desteği ile mobil kanser tarama aracı projesini hayata geçirdik. Eğer Kanser Olmasaydım… Bazen şunu düşünüyorum; hasta olduğumu öğrendiğim ilk günlerde Allah ile ölmemek için surekli pazarlık yapıyordum! Ölmemek için hep yeni bir şans diliyordum... Bugun o günlere dönüp baktığımda ise, ben kanserle mücadele etmeyi öğrenmek ve öğretmek için kansere yakalandım diyebiliyorum. Kanserle mücadele konusunda hastalığım süreci de dahil olmak üzere, 15 yıldır, birçok çalışmanın koordinasyonunda aktif roller üstlendim. Kanser hastalarına şunu söylüyorum; ben başardım, sizlerde başarabilirsiniz yeter ki buna gerçekten inanın... Kanser tıbbi dünyasındaki gelişmeler neticesinde yenmeyi başarabileceğimiz bir hastalık haline de geldi. Bunu başaran insanları görebilmek beni çok mutlu ediyor.
KURUMSAL SOSYAL SORUMLULUK
Bilim Tohumları Ekibi 6 Bin Çocuğu Bilimle Buluşturdu Bayer Genç Bilim Elçileri (BGBE) Bilim Tohumları Ekibi, altı ayda 20 il ve 60 kırsal yerleşim gezerek, toplam 6 bine yakın çocuğu bilimle buluşturdu. Bayer’in, Türkiye’deki 60. yılı vesilesiyle Toplum Gönüllüleri Vakfı (TOG) ile birlikte Mayıs ayında başlattığı Bayer Genç Bilim Elçileri (BGBE) Bilim Tohumları Ekibi projesi, 2014 yılının Mayıs ile Ekim ayları arasında 20 il ve 60 kırsal yerleşim gezerek 6 bine yakın çocuğa ulaştı. Tamamı gönüllülerden oluşan BGBE Bilim Tohumları Ekibi, Mayıs ayında proje için tasarlanan özel araçla çıktığı Türkiye turunda sırasıyla Mersin, Adana, Hatay, Adıyaman, Şanlıurfa, Mardin, Diyarbakır, Kahramanmaraş, Malat-
bilimi sevdirmeye yönelik deneylerle tanıştıran Bilim Tohumları Ekibi, gençlerde ve çocuklarda gözlemlenen motivasyon, istek ve talepler doğrultusunda 2015 yılında da 20 farklı il ve 40 nokta hedefiyle yoluna devam edecek.
ulaşıp çocukların bilime ilgi duymalarını ve bilimi sevmelerini sağlamak üzere bir dizi etkinliği hayata geçiriyor. Etkinliklerde çocukların ilgisini çeken, günlük hayatlarında merak ettikleri şeyleri sorgulamalarını sağlayan yedi eğlenceli deney yapılıyor. Her bir deney TOG Vakfı ilkeleri doğrultusunda ve Bayer’in küresel iş stratejileriyle örtüşen, artan ve yaşlanan dünya nüfusu, artan enerji talebi, artan gıda ve yem ihtiyacı, artan yaşam kalitesi ve azalan kaynaklar gibi dünyanın geleceğini ilgilendiren mega trendlere farkındalık
Bilim Tohumları Ekibi
ya, Trabzon, Rize, Tokat, Samsun, Balıkesir, Manisa, İzmir, Çanakkale, Bursa, Edirne’nin ardından İstanbul ile final yaptı. Kırsal yerleşimlerde buluştuğu 10-12 yaş arası çocukları
Bilim Tohumları Ekibi projesi ile önce üniversiteli gençlere sonra da gençler aracılığı ile çocuklara doğa bilimle-rinin sevdirilmesi amaçlanıyor. Projede üniversiteli gönüllü gençler yer alıyor ve öncelikle, ‘Bilim Okuryazarlığı’ başlığında formal olmayan eğitim modülleriyle tasarlanmış bir eğitime katılıyorlar. Bilim okuryazarı olmak, bilim hakkındaki her şeyi bilmek değil, bilimin gerçekten nasıl çalıştığını merak etmek, araştırmak ve anlamak olarak tanımlanıyor. Ardından Toplum Gönüllüsü gençler bir gezici eğitim aracı ile yola çıkarak Türkiye’nin dört bir köşesine
oluşturacak şekilde hazırlandı. Bayer ile TOG’un 2011 yılında başlattığı ve okul döneminde yürütülen Bayer Genç Bilim Elçileri projesinin kısa dönemli bir uzantısı olarak tasarlanan Bilim Tohumları Ekibi, çocuklardan ve ailelerden gelen talep doğrultusunda önümüzdeki dönemde de hedefine yeni rotalar katarak yola devam edecek.
POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
57
ÇOCUK SAĞLIĞI
ÇOCUĞUNUZ TEKNOLOJİ BAĞIMLISI MI? olmalı. Çocuklarla daha çok iletişimde olmak ve onların ilgi duydukları alanları takip etmek güven ortamı sağlıyor. Ailelerin denetim ve gözetimini de kolaylaştırıyor. Çocukların yaşlarına göre saatler, ilgilendikleri alanlar ve içeriklerle ilgili düzenlemeler de getirilmeli. ÖNCE AİLE BAĞIMLILIKTAN KURTULMALI
Uzm. Dr. Banu Küçükkırım Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı İçinde bulunduğumuz teknoloji çağı hem hayatımızı kolaylaştırıyor, hem de yeni sıkıntıları beraberinde getiriyor. Yetişkinlerin uzun saatler meşgul olduğu cep telefonu, tablet, televizyon, elektronik oyunlar çağımızın kaçınılmaz zorunlulukları gibi gözükse de, sadece yetişkinler için değil çocuklar için de yarattığı bağımlılıkla birlikte sakıncalar doğuruyor. TEKNOLOJİK ALETLERİN BAĞIMLILIK YAPICI ETKİLERİ GÜÇLÜ Teknolojik bağımlılık denilen tanım-lamada çocuk gittikçe daha çok zamanı söz konusu teknolojik aletlerle geçiriyor. Toplumsal yaşamdan kaçma, içe kapanıklık, bu aletleri kullanması anne ve babası tarafından engellendiğinde aşırı tepkiler verme gibi belirtiler psikolojik travmanın yarattığı etkiler arasında sayılabiliyor. Bu grup çocuklarda depresyon, otizm, dikkat eksikliği ve bipolar bozukluk daha fazla görülebiliyor. FİZİKSEL ZARARLAR DA VERİYOR Yüksek teknolojik hız ile gerçek ha-yat arasındaki farklılık çocukların davranışlarına hoşgörüsüzlük, empati yapamama, olaylar karşısında çözüm üretememe olarak yansıyor. Çocuklar zamanla agresif kişilik yapısına sahip olabiliyor. Toplumda iletişim kurmakta güçlük çe-
ken çocuklar hayal ile gerçeği ayırt edemeyecek kadar teknolojik aletlerden etkileniyor. TEKNOLOJİK ALETLERİN ÇOCUKLARDA YARATTIĞI FİZİKSEL OLUMSUZLUKLAR • Görme sorunları. • Duruş ve iskelet bozuklukları. • Radyasyon alımı. • Hareket kısıtlılığının getirdiği kas ve eklem problemleri. • Obezite riski. • Uyku kalitesinde bozulmalar ve uykuya dalış sorunları. İnternet bağımlılığının tanısının ölçütleri alkol ve madde bağımlılığı tanı ölçütleriyle benzerlik gösterir. •İnternet başında uzun zaman geçirmek • Bağlı kalma süresinde artışa ihtiyaç duymak • Kullanımı azaltmakla ilgili başarısız girişimlerde bulunmak • Azalttığı durumlarda yoksunluk belirtileri göstermek • Okulda ve iş yerinde bu duruma bağlı sorunlar yaşamak • Daha az kullandığını söyleyerek yalan söylemek • Depresyon, umutsuzluk, suçluluk, kaygı gibi duygu durumları yaşamak. ANNE BABALAR NELER YAPMALI? Öncelikle çocukların nelerle ilgilendikleri konusunda ebeveynler bilgi sahibi
58 POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
Ebeveynler çocuklarına rol model olduklarını unutmamalı ve ilk önce kendileri iş dışında uzun saatler teknolojik aletlerle ilgilenmemeli. Çocuklar sanal ortamlar, şifreler ve güvenli internet kullanımıyla ilgili okul desteğini de alarak bilgilendirilmeli. Şiddet içerikli programların izlenmemesi, oyunların satın alınmaması konusunda azami dikkat gösterilmeli. Bilgisayarın ortak kullanım alanında olması da önemli. Bu sayede hem çocukların teknolojik aletleri kullanmaları konusunda anne ve babanın denetimi altında olmaları sağlanmış oluyor hem de bilgisayarın ortak kullanımı nedeniyle, süre konusunda kısıtlama getirilmesi kolaylaşıyor. Aile ile birlikte dışarıda geçirilecek zaman ve çocukların herhangi bir spor dalıyla uğraşması, kitle iletişim araçlarına olan ilgiyi azaltabiliyor ve çocukları daha sosyal kılıyor. Çocuklarımıza güçlü aile ve arkadaşlık bağları kazandırmalıyız ki, sanal ortamdaki hiçbir paylaşımın gerçek hayattaki paylaşımlarımızın yerine geçemeyeceğini anlamalılar. Çocukları teknolojiden uzak tutmak gerçekçi bir yaklaşım değil. Ancak anne ve babaların çocuklarına doğru bir rol model olarak, teknolojik bağımlılıktan uzak kalmaları mümkün olabilir.
ROMATİZMA HASTALIKLARI
AİLESEL AKDENİZ ATEŞİ TEŞHİSİNDE GEÇ KALINIYOR! bozukluğu taşıyan kişi sayısı değişik çalışmalarda %14-20 olarak rapor edilmiştir. Yanı pek çok insan genetik bozukluğu taşıdığı halde hastalık belirtisi göstermeyebilir. Hastalığın klinik bulguları periyodik olarak oluşur. Bu döneme atak dönemi adı verilir ve atak dışında hastaların hiçbir yakınması olmaz. Prof. Dr. Sedat Kiraz Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi
Ailesel Akdeniz Ateşi (AAA), Akdeniz havzası civarında yaşayan Yahudi, Ermeni, Kuzey Afrikalı, Arap ve Türk popülasyonlarını etkileyen, yaşam boyu süren genetik bir hastalık. Ülkemizde de sık görülüyor, ancak hala hastalığın teşhisi çok geç konuyor. Tanısı geç konulduğunda ve iyi tedavi edilmediğinde olumsuz sonuçlara sebep oluyor. Görülme Sıklığı Ailesel Akdeniz Ateşi (AAA)’nin ülkemizde görülme sıklığının, AAA çalışma grubu raporlarına göre yaklaşık 1/1000. Moleküler gelişmelere rağmen, ülkemizde oldukça sık görülen ve oldukça önemli klinik sonuçlara yol açan bu hastalığın tanısında hala hatırı sayılır bir gecikme (7-10 yıl) ve tedavi kararı ile ilgili olarak hala önemli problemler yaşanmakta.
maddeli ilaçlar kullanılır. Düzenli kullanılırsa atakları ve amiloidozu önler. İlaç %65 tam hastalık kontrolü, %30 kısmi hastalık kontrolü sağlar, %5 hasta ise ilaca yanıtsızdır. Bu yanıt vermeyen hastalarda bile kolşisine amiloidozu engellediği için devam edilir. İlaç tedavisi ömür boyudur. İlaç, gebelik ve süt verme dönemlerinde bile kesilmez.
Ailesel Akdeniz Ateşi Belirtileri Hastalığın en önemli bulgularından birisi ateş yükselmesinin olması ve ateş yükselmesini seröz zarlar dediğimiz karın zarı, akciğer zarı, kalp zarı, eklem zarı iltihabının eşlik etmesi ile periyodik olarak ortaya çıkan bir hastalıktır ve dönem dönem ortaya çıkmaktadır. Bu dönemlere atak dönemi diyoruz. Karın ağrısı, göğüs ağrısı ya da eklem şişliği ve ağrısının olmasına rağmen atak geçtikten sonra herhangi bir sıkıntıya sebep olmuyor. Tamamen hasta kendisini iyi hissediyor. Ailesel Akdeniz Ateşi Tedavisi Eğer hastayı iyi tedavi etmezseniz vücutta amiloid birikimi olur ve bu madde başta böbrekler olmak üzere hastanın organlarının yeterli bir şekilde çalışmamasına sebebiyet verir. Bu da zamanla kalp yetersizliği, böbrek yetersizliği ve karaciğer yetersizliğine yol açar. Hastalığın tedavisinde kolşisin etken
Bu Belirtilere Dikkat Edilmeli! • Ateş; 38-40 derece arasındadır • Peritonit (karın zarı iltihabı); karın ağrısı • Plörit (akciğer zarı iltihabı) göğüs ağrısı • Artrit; eklemlerde özellikle diz ve ayak bileklerinde ağrı şişlik • Erizipel benzeri deri lezyonu; atak sırasındwa oluşan ayak bilekleri etrafında ağrılı kırmızı şişlikler ki hastalığın özgün bulgusudur • Perikardit (kalp zarı iltihabı) göğüs ağrısı • Miyozit / miyalji; kas iltihabı ve ağrısı (özellikle egzersiz sonrası) • Skrotum atağı (vajinalit) – orşit • Bazen hastalık şiddetli adet sancıları ve çok hafif ateş ile seyredebilir; pelvik atak olarak anılır
Hastalık Genetik Özellik Taşıyor Hastalık genetiktir ve hastalığa neden olan genetik bozukluk 1997 yılında iki ayrı grup tarafından aynı anda bulunmuştur. Bozukluğun olduğu MEFV geni ürünü protein Fransız Grubu tarafından ‘Marenostrin’ (Latince Akdeniz), Uluslararası konsorsiyum tarafından “pirin” (Yunanca ateş) olarak adlandırılmıştır. Bu gen üzerinde bugüne kadar 130’un üzerinde nokta mutasyonu(normalden farklı dizilim) belirtilmiştir. Türkiye’de 1090 FMF’li hastanın genetik incelenmesinde; M694V %51.4, M680I %14.4, V726A %8.6 bozuklukları bulunmuştur. Ülkemizde genetik
POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
59
GENETİK
BEBEĞİNİZİN GENETİK RİSKLERİ ARTIK BASİT BİR KAN TESTİ İLE BELİRLENİYOR Türkiye’de de uygulanan yeni yöntem ile başta down sendromu olmak üzere anne karnındaki bebeklerin taşıdığı genetik riskler yüzde 99,7 gibi mükemmel bir doğruluk payı ile öğrenebiliyor. Gebeliğin 10. haftasında yapılacak basit bir kan testi, gebelik süresince anne adaylarının yaşadığı bir çok endişeyi yenmesine sebep oluyor. Amniyosentez gibi düşük riskine sahip testlerden en iyi tarafı anne ve bebek için tamamen güvenli ve risk teşkil etmiyor. Anneden alınan 8ml gibi az standart kan örneği ile trizomi 21 (Down Sendromu), trizomi 18 ve trizomi 13 anomalilerinin en yüksek güvenilirlikte taramasını yapar. Harmony Prenatal test İkiz gebeliklerde yapılabilen ve dünyada en geniş klinik performansa sahip olan NİPT’ tir. Ayrıca, Harmony Test down sendromunun dışında X ve Y kromozomu bozukluklarının da incelenebildiği dünyadaki ilk kan testi özelliğini taşıyor. Çoğul gebelik ve tüp bebeklerde de uygulanabilen, ileri
ABD teknolojik özellikleri sayesinde dünyadaki kadın doğum uzmanlarının özellikle önerdiği, 93 ülkede 500 bine yakın hamile kadında uygulanan ve bugüne kadar dünyada yayınlanmış en geniş klinik çalışma sayısına sahip yeni yöntem, “amniyosentez” öncesi annelere yeni bir şans sunuyor. Amerika’da ve diğer ülkelerde yapılan çok sayıda bilimsel çalışmada bu yöntem ile anneden alınan birkaç damla kan sayesinde, bebeğin genetik sağlık taraması basit bir şekilde gerçekleştirilebiliyor. Bu test riskli yani düşük tehdidi gebelik yaşayan anne adaylarına uygulanıyor. Türkiye’de de önde gelen merkezlerde ABD ile eş zamanlı başarıyla uygulanıyor. Dünyada 70’ e yakın ülkede, Türkiye’de ise 7.000 gebede uygulandı.
60 POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
“Son Yıllarda Prenatal Genetik Tanı Çok İlerleme Kaydetmiştir” Prof. Dr. Aydan BİRİ
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Gebelik ve yeni bir bireyin dünyaya gelmesi olağanüstü bir süreçtir. İnsanlık tarihinden bu yana anne karnındaki bebek merak edilse de son 50 yıla kadar bebeğe yönelik herhangi bir tanı ya da girişim olmaksızın doğumlar gerçekleşmiştir. Oysa tüm bebekler sağlıklı değildir ve bebeklerin bir kısmının (%3-14) fiziksel kusurlarla (kalp anomalileri) dünyaya gelirken bir kısmının da (%0.5-1) kromozom (down sendromu) ya da diğer genetik hastalıklarla dünyaya gelir.
Bu doğumsal sorunların bir kısmının bebek doğmadan önce teşhisi (prenatal tanı) ultrasonografi ile bebeğin incelenmesi, bebekten materyal alma (amniyosentez, plasenta biyopsisi) ve genetik tanı yöntemlerinin geliştirilmesi ile mümkün olmuştur. Genetik hastalıklarda prenatal tanının başlıca amacı; yaşam boyunca ağır bedensel ve zihinsel özürlere neden olan ve tedavisi olanaksız kalıtsal hastalıkları ve malformasyonları, gebeliğin erken dönemlerinde tanımlamak, aileye bilgi vermektir.
incelemenin maliyetli olması nedeniyle tüm gebelere önerilmesi mümkün değildir. Bu yüzden tüm gebelere önermek yerine riski grubun belirlemesi yoluna gidilmiştir. “RİSKLİ GEBELİKLERDE ÖZELLİKLE ÖNERİYORUZ” Op. Dr. Orhan ORHAN Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı
1950’lerde eldeki tek imkân genetik danışmanlıkken 1968’de amniyosentez ile tanı koymak mümkün hale gelmiş ve bu alanda aniden büyük bir değişim olmuştur. 1982-1984 yılları arasında plasenta (koryon villüs) biyopsisi ile 11-14 gebelik haftasında prenatal tanı imkânı ortaya çıkmıştır.
Test sonuçları riskli gelen gebelere anne karnından su alma işlemi yani amniyosentez önerilir. Bu işlemde bebeğin içinde bulunduğu su kesesine iğne ile girilerek su çekilir ve tahlile yollanır. Bu işlemdeki amaç, amniyos sıvısının içine dökülen bebeğin kendi hücrelerine ulaşmak, bu hücreleri genetik olarak incelemek ve kromozom yapısına bakmaktır. Bu işlem daha net bir sonuç verir ve bebekte genetik bir bozukluk olup olmadığını söyler.
Bebekten örnek almayı gerektiren bu girişimler kesin sonuç vermesi açısından üstün olsalar da özellikle gebelik kaybı gibi riskler taşıması ve genetik
Ancak, amniyosentez işlemi iğne ile yapılan girişimsel bir işlem olduğu için annenin iltihap kapması, bebeğin iltihap kapması, suyunun erken gelmesi, hatta
200’de 1 oranında bebeğin anne karnında ölmesi, yani düşük riskleri vardır. Bu düşük riski hekimi ve aileyi tereddütte bırakmakta, ayrıca işlemin korkusu ve bebeğine zarar gelme ihtimali anneyi strese sokmaktadır. Örneğin, ikili tarama testinde Down Sendromu riski olan bir gebeye amniyosentez önermek zorunda kalıyorsunuz. Ancak amniyosentez yaparken de bebeği düşük riskiyle karşı karşıya bırakıyorsunuz. Belki de normal genetik yapıya sahip bir bebeği down sendromu var mı yok mu diye araştırırken kaybediyorsunuz. Bu çelişki üzerine bilim adamları uzun yıllardır düşük riski olmayan ve güvenilirliği yüksek bir tarama testi üzerinde çalışıyorlardı. Ve bebeğin hücrelerinin gebelikte anne kanına karıştığını tespit ettiler. Anneden alınan kanda bebeğin hücrelerine ulaşıp trizomi 21-18-13 var mı buna baktılar. Ve %99.7 duyarlıkta bebekte genetik bozukluk olup olmadığını tespit ettiler. Maternal Kanda Serbest Fetal DNA İncelemesi adı verilen bu yöntem en güvenilir tarama testi olarak literatürlerde yerini aldı.
Trizomi Nedir? İnsanlarda, DNA dizilerinden oluşan ve genetik bilginin taşınmasını sağlayan 23 çift kromozom bulunmaktadır. Trizomilerde ise normalde 2 kopya olarak bulunan kromozomlardan herhangi birisi 3 kopya olarak bulunur. Trizomi 21 veya Down Sendromu olarak bilinen ve mongolizme neden olan hastalık 21 numaralı kromozomun 3 kopya olarak bulunması sonucunda ortaya çıkar. Tüm doğumsal anomaliler içerisinde en sık görülen hastalıktır. Yapılan çalışmalarda, her 600-800 doğumun 1 tanesinde Down Sendromu saptandığı gösterilmiştir. Trizomi 18 veya Edward’s Sendromu olarak bilinen hastalık genellikle düşük ile sonuçlanır. Canlı doğan gebeklerde ise genellikle ağır kalp hastalıkları ve/veya yaşam ömrünün kısalmasına neden olan başka rahatsızlıklar gözlenir. Ortalama olarak her 5000 doğumda 1 görülür. Trizomi 13 veya Patau Sendromu olarak bilinen hastalık genellikle düşük ile sonuçlanır. Canlı doğan bebeklerin bir yıldan daha uzun süre hayatta kalma olasılıkları çok düşüktür. Ortalama olarak her 16.000 doğumda 1 görülür. Harmony Prenatal Test, maternal kandaki kromozomların göreceli olarak miktarını ölçerek trizomi 21 (Down Sendromu), Trizomi 18 ve trizomi 13 riskini belirler.
POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
61
GÜNCEL HABER
Hastalıkların tedavisinde genetik testler etkili olacak
Doç. Dr. Korkut Ulucan Üsküdar Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü
Günümüzde hastalıkların tanı ve tedavisinde genetik analizlerin büyük önemi olduğunu vurgulayan uzmanlar, genetik yapıya göre tedavinin özellikle bazı kanser türleri ile psikiyatri gibi alanlarda uygulandığına ve başarılı sonuçlar alındığına dikkat çekiyor. Üsküdar Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Korkut Ulucan genetik testler hakkında önemli bilgiler paylaştı.
saklı. Birçok hastalığın genetik nedenlerini daha iyi anlıyoruz. Gelişen teknoloji ile beraber genetik testlerin maliyetleri de düşmekte. Durum böyle olunca tanı testlerinin uygulanması da gün geçtikçe artacak. Bu sayede klinisyen hekimler ile genetik testleri yapan uzmanlar, hastalıkların genetik temelleri ile bilgilere daha net erişebilecekler. Bu bilgiler de hastalığın tedavisinin seyrine etki edecek. Genetik yapıya göre tedavi özellikle bazı kanser türleri ile psikiyatri gibi alanlarda uygulanmakta ve başarılı sonuçlar alınmaktadır. Farmakogenetik adı verilen alandaki gelişmeler sadece hastalığa neden olan genetik yatkınlıkların tanımlanması veya sadece hastalığın tanımlanması amaçlı değil, aynı zamanda tedavinin de seyrine ve başarısına etki etmektedir.
Bilgiler Genetik Analizlerde Saklı Bir hastalık veya hücresel sorunla ilgili en net bilgilerin genetik analizlerde
62 POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
DNA bankaları çok önemli Bireylerin genetik yapılarına uygun tedavilerin tedavi zamanını kısalttığına ve ilaç giderlerini azaltarak hastalarda olabilecek yan etkileri en aza indirdiğine dikkat çeken Doç. Dr. Korkut Ulucan, ‘Aynı zamanda genetik yapıya uygun bireysel ilaçların geliştirilebilmesi için de müthiş bir bilgi bankası olabilecektir. Yararları oldukça fazla, zararları ise olmayan genetik testlerin yaygınlaşması hiç şüphe yok ki tedavi giderlerini de azaltacak. Tabi ki bu testlerin uzmanları tarafından yapılıp klinisyenler tarafından yorumlanması şartıyla’’ dedi.
GEBELİK
Hamile bir annenin özlemi bebeğinin canlı ve sağlıklı olmasıdır. Bebeklerin ölüm veya sağlık sorunları olmasına neden olan faktörler 4 gruba ayrılır: 1- Anneye veya plasentaya ait nedenler 2- Anne adayının diabet, hipertansiyon, kalp, böbrek hastalıkları, trombofili gibi sistemik hastalıkları olması 3- Plasenta yetmezliğine neden olabilecek gebeliğin neden olduğu hipertansiyon, plasentaya ait sorunlar, bebekte büyüme geriliği 4- Erken doğum-Doğumun 37 haftadan önce olması/ Doğum sırasında olabilecek travmalar BU RİSKLER AZALTILABİLİR Mİ? Perinatoloji (riskli gebelik) bilimi son yıllarda çok canlı gelişmeler kaydetti. Dolayısı ile bu riskleri öngörmek ve azaltmak artık mümkün. Bunları sırasıyla şu şekilde sıralayabiliriz; DOĞUMSAL ANOMALİLER Gebelik öncesi danışma ile bir bölümü önlenebilen doğumsal anomalilerin büyük bölümünün gebelikte tanısı mümkündür ve bir bölümü anne karnında tedavi edilebilirken, bir bölümünde aileye gebeliğe devam edip etmeme kararını verebilme şansı verilirken geri kalanında ise doğumda alınacak önlemlerin belirlenmesi şansını sağlar. Daha gebeliğin ilk üç ayında, detaylı muayene ile bu anomalilerin yaklaşık yarısının ve 1820. Haftada ise organ sistemlerine göre
değişmekle birlikte yüzde 90’a yakının tanısı mümkündür. Kısacası tüm gebeliklerin yüzde 2.5’inde görülen doğumsal anomalilerin çok az bir bölümüne tanı konulamamaktadır. ANNEYE VEYA PLASENTAYA AİT NEDENLER
Prof. Dr. Ali ERGÜN
Gebelik öncesi ve gebelikte yapılabilecek sistematik değerlendirme dışında, gebeliğin 20-22. haftasında yapılacak ayrıntılı perinatal muayene ile önemli bilgiler elde edilebilir. Örneğin, yüksek riskli gebelerde daha etkili olmakla beraber tüm gebelerde bu dönemde yapılacak “uterin arter Doppler ölçümü ile gebeliğin neden olduğu hipertansiyonun yüzde sekseni öngörülebilir. Sıklıkla 32. haftadan önce doğum yapmak zorunda olduğumuz ve anne ölümlerinin ilk nedenlerinden biri olan ağır preeklampsi ve eklampsi gibi ciddi tablolara yol açabilen gebelik hipertansiyonu’nda komplikasyon oranı azaltılabilir. Ayrıca yine bu muayene ile bebekte büyüme geriliğinin yüzde yetmişinin öngörüsü mümkündür. Gebelerin yüzde 8’inde görülebilen bu hipertansif bozukluk ve yüzde 4’ünde görülebilen büyüme geriliği sadece anne adayının daha iyi beslenmesi ile de ilgili değildir.
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı
riski yüksektir. Titiz bir risk analizi ve özellikle yüksek riskli veya erken doğum belirteçleri gösteren gebelerde yapılabilecek vaginal ultrason ile bunların yüzde 90’dan fazlası öngörülebilir. Doğru yaklaşımla erken doğumu önlemek için gereksiz yere riskli ilaçların kullanılması azaltılabildiği gibi tedaviye muhtaç olanlar belirlenerek akciğerlerinin gelişmesi için uygulanacak ilaca zaman kazandırılabilir. Ayrıca bu bebeklerin iyi bakım alabilecekleri merkezlerde doğumları sağlanabilir. Böylece erken doğan bebeklerin ölme veya sağlıksız olma riskleri yarı yarıya azaltılabilir. DOĞUM KOMPLİKASYONLARI
ERKEN DOĞUM
Halk arasında bilinenin aksine bebek kaybı veya sağlıksız olmasında en az nedenlerden biri budur ve tüm doğum hekimlerinin dikkatli takibi ile buna bağlı sorunlar günümüzde en aza indirilmiştir.
Yaklaşık on bebekten biri erken doğmaktadır. Bu durum bebek ölümlerinin birinci nedenidir ve bu bebeklerin önemli bir bölümünde sağlıksız olma
Özet olarak tüm bunları sağlamak için gebelerin 11-14, 20-22 ve 30-32. haftalarında bir perinatolog tarafından görülmesi, ideal olacaktır.
POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
63
ESTETİK ve PLASTİK CERRAHİ
KEPÇE KULAK GÖRÜNÜMÜ EĞİTİM VE SOSYAL HAYAT BAŞARISINI OLUMSUZ ETKİLİYOR! mamlandığı dönem olan ilkokula başlamadan önce 5,5- 6 yaş civarıdır. Bunun nedeni ise okulda çocukların arkadaşları tarafından sosyal travmaya uğramasını engellemek ve çocuğun kendine olan güveninin kaybolmasının önüne geçilmesidir. Ayrıca erken yaşta yapılacak bir operasyon çocuklar tarafından daha rahat tolere edilebiliyor.
Doç. Dr. Erdem Güven Estetik ve Plastik Cerrahi Uzmanı Estecenter Plastik Cerrahi Merkezi
“Toplum içinde yaşanan görüntü farklılıkları hayatın her döneminde insanlar için psikolojik bir yük oluşturur. Söz konusu farklılıklardan biri ise kepçe kulak görünümüdür. Tedavi edilmediği takdirde özelikle okul çağı çocukluk döneminde, çocukların eğitim ve sosyal hayat başarısını etkileyen bir durum olarak karşılaşılan kepçe kulak rahatsızlığı, doğum sonrası kulak kıkırdak kıvrımlarının tam olarak oluşmamasından kaynaklanıyor.” Nedeni tam olarak bilinmeyen bu durum, kulak kıvrımları yeterince oluşmadığından kulakların başın her iki yanında dışarı doğru çıkık bir şekilde konumlanmasıyla oluşuyor. Genetik geçişi direk olarak gösterilmemekle birlikte ailede bulunması çocuklarda da bir yatkınlık oluşturabiliyor. Kepçe kulak durumu ameliyat ile düzeltilebilen ve işin ehli tarafından yapıldığında kesin ve kalıcı tedavisi olabilen kulağın şekil bozukluklarından en sık görülenidir. Ailelerin durumu takip edip mümkün olduğunca okul öncesi döneme tedavi yoluna gitmeleri çocuklar için oldukça yararlı olacaktır. Çocukların okula olan ilgisinin azalmasını, sosyal fobi yaşamalarını engellemek için kritik bir öneme sahip olan bu adım ile, ilerde yaşanabilecek psikolojik sorunlarında önüne de geçilmiş olunacaktır.
KEPÇE KULAĞIN KESİN TEDAVİSİ CERRAHİDİR Plastik cerrahide kepçe kulağın kesin tedavisi cerrahidir.Ancak yeni doğan bebeklerde ilk bir yaşında saç bandı kullanılması da tavsiye edilir. Bant kullanılmadan da kendiliğinden düzelebilen birçok bebek bulunduğundan saç bandının kesin etkisinin olup olmadığı tam olarak saptanamamıştır. Farklı cerrahların ip ile kepçe kulak düzeltilmesi de mümkün olabilen ancak zaman içinde açılamalara yol açabilen bir yöntemde mevcuttur. Bu yöntemde kulağın arkasından iplerle kulak geriye doğru çekilmektedir. Lokal anesteziyle gerçekleştirilen bu işlemde kulak kıkırdakları yeniden şekillendirilmediği için sadece ip ile çekilen kulakta zaman içinde iplerin gevşemesi veya açılması ile rahatsızlık tekrar edebilmektedir. Bu nedenle kalıcı işlemin gerçekleştirilmesi daha çok tavsiye edilmektedir. KEPÇE KULAK GÖRÜNÜMÜ 6 YAŞINDAN SONRA KENDİLİĞİNDEN DÜZELMEZ Kulak kıkırdak gelişimi 5-6 yaşlarında tamamlandığından sonraki dönemlerde problemin kendiliğinden düzelmesi söz konusu değildir. Kepçe kulak deformitesi çocukların üzerine oldukça büyük bir
İDEAL TEDAVİ DÖNEMİ OKUL ÖNCESİ 5.5 – 6 YAŞ Kulağın yapısını oluşturan kıvrımların temel olarak doğumdan sonra ilk 5-6 yaşlarına kadar oluşuyor ve rahatsızlığı genel olarak fonksiyonel veya işitsel bir bozukluğa yol açmıyor. Tavsiye edilen ideal tedavi yaşı, kulak gelişiminin ta-
64 POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
psikolojik yük getirebilmektedir. Özellikle ilkokul döneminde arkadaşları tarafından alay edilen çocuklar da kendine güven kaybı, toplum içine çıkamama, topluluk önünde konuşma zaafiyeti, derslerde başarısızlık, okula gitmek istememe gibi psikolojik travmaya bağlı semptomlar görülebilmektedir. TEDAVİ HASTANE YATIŞI GEREKTİRMİYOR Cerrahi tedavinin genellikle lokal anestezi altında gerçekleşiyor.Küçük çocuklarda ise sedasyon anestezisi ile sakinleştirilip uygulanabiliyor. Genellikle 1-1.5 saatlik bir operasyon olup hastanede kalmayı gerektirmeyen günübirlik bir işlem şeklinde uygulanmaktadır.Cerrahi girişimde kulak arkasından girilerek kulak kıkırdakları inceltilir, gerekiyorsa yumuşatılır ve özel iplikler ile geri pozisyonda ve kıvrımları yeniden oluşturularak şekillendirilir. Kulak arkası kıvrımından girilerek yapıldığı için ameliyat sonrasında görülebilir bir iz kalması söz konusu değildir.Ameliyat sonrası kafa sargısı 1 veya 2 günde çıkartılarak saç bandına geçiliyor.Saç bandının ise 1 hafta gece gündüz kullanılması tavsiye ederiz. İlk iki gün hafif bir ağrı kesici önerilir genellikle antibiyotik kullanımı gerekmez. 5 yaşından itibaren her yaşta kepçe kulak ameliyatı yapılabiliyor.Genellikle çocuk hastalarda ameliyat daha iyi tolere ediliyor. Çocuklar ameliyat sonrasında hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam edebiliyorlar. Erişkinlerde ise biraz daha ilk gün ağrı hissedilebilir. Ancak genel olarak ağrılı bir ameliyat olmayıp iyileşme dönemi rahat ve sorunsuz geçirilen bir işlemdir.
GÜNCEL SAĞLIK
BİTKİ ÇAYLARI MEVSİM GEÇİŞLERİNDE DESTEKÇİNİZ Sonbaharın gelmesiyle ortaya çıkan mevsim geçişi döneminde vücudu ve bağışıklık sistemini koruma altına almak gerekiyor.
Prof. Dr. Erdem Yeşilada Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi ve Fitoterapi Anabilim Dalı Başkanı
Mevsim geçişleri soğuk algınlığı ve gribal enfeksiyonlara yakalanma olasılığı çok yüksek. Mevsim geçişlerinde dikkat etmeniz ve bağışıklık sisteminizi kuvvetlendirmeniz gerekiyor. Bağışıklık sisteminizi güçlendirmek için bitki çaylarından destek alabilirsiniz. EKİNEZYA Üst solunum yolu hastalıkları denince akla ilk gelen bitkilerden biri “ekinezya”dır. Yapılan bilimsel nitelikteki deneysel ve klinik çalışmalar bu bitkinin soğuk algınlığı etkilerine karşı vücudun bağışıklık sistemini desteklediğini ortaya koymaktadır. Yayımlanan çalışmalarda ekinezya ürünlerinin soğuk algınlığına yol açan (influenza virüsü ve solunum sinsityal virüs) ve uçuk virüsü gibi virüsler üzerinde öldürücü etkisi bulunduğu gözlenmiştir. Bu çalışmalarda, ekinezyanın hem bu virüsleri öldürdüğü hem de virüslerin yol açtığı iltihap etkenlerinin (sitokinler) miktarını kontrol ederek üst solunum yollarındaki iltihabın yol açacağı hasarı engelle-
ADAÇAYI Kış mevsiminin etkilerini yoğun bir şekilde hissettirmeye başlamasıyla, insanlar ağız ve boğazda görülen iltihapların tedavisinde öncelikli olarak bitkilere başvurur. Adaçayı içeriğindeki uçucu bileşenler sayesinde ağız ve boğazda yerleşen enfeksiyon ve iltihaplarda (farenjit, jinjivit gibi) oldukça yararlıdır.
diği gözlemlenmiştir. IHLAMUR Soğuk algınlığından korunma denince aklımız ilk gelen bitkilerden bir diğeri de “ıhlamur” çiçekleridir. Birkaç yıl önce yaptığımız bir araştırmanın sonuçlarına göre; Ihlamur çiçeklerinin “iltihap giderici” ve “ağrı giderici” etkileri bulunduğunun deneysel olarak ortaya koyduk.Yürüttüğümüz bu çalışmanın sonucunda ıhlamur içerisindeki bileşenlerden bazılarının (flavonoit) iltihap giderici ve ağrı kesici etki gösterirken, bazı bileşenlerin (müsilaj) de boğazı yumuşatması neticesi boğazda tahrişi önlediğini ve bu suretle soğuk algınlığı şikayetlerinin hafifletilmesinde tedaviye yardımcı olduğunun gördük.Üzerine taze kaynatılmış sıcak su ilave edilerek çay şeklinde demlendiğinde içeriğindeki bazı uçucu bileşenlerinin (linalool) yatıştırıcı etkisi deneysel olarak gösterildiğinden bilhassa inatçı öksürüklerde kişilerin rahatlamasını sağlaması bakımından da yararlı olabilmektedir.
ZENCEFİL Soğuk algınlığının önlenmesi ve tedavisinde yararlı olacak bu üç bitkinin yanı sıra zencefil rizomlarının yararları, beklenen etkinin desteklenmesi bakımından önemlidir. Bilimsel çalışmalar zencefil içerisindeki bazı bileşenlerin (gingerol, şogaol) kuvvetli iltihap giderici etkisi bulunduğunu ortaya koymaktadır.
POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
65
RUH BEDEN ZİHİN
HAYATIN YÖNETMENİ ESKİ KAYITLAR... Temiz bir sayfa için bilinçaltı temizliği... Bilincin oranı yüzde 10 iken bilinçaltı yüzde 90 oranında hayatımızda daha etkili. etkiliyor. Güzellikleri hak etmediği inancıyla yaşamını sürdürüyor ancak farkında değil. Güzel bir ilişkiyi, bolluk bereketi, huzurlu bir yaşamı kendimize çekmek için bilinçaltına yerleşmiş olumsuz kayıtların temizlenip yeniden programlanması gerekiyor. Sürekli şikayet ettiğiniz yere bakın negatif kodlar oradadır…
her alanda güzelliği çekmenin sırrı bilinçaltı temizliğinde yatıyor. Olumsuz duygu, inanç ve düşünce kalıplarından geçmiş kayıtlardan kurtulmadan hayatın bizlere gülümsemesi zor gibi görünüyor.
Anıl CAN Kişisel Gelişim Uzmanı
Hayatın yönetmeni bilinçaltı. Hayatımızı zihnimiz değil bilinçaltımız yönetiyor. Bilincin oranı yüzde 10 iken bilinçaltı yüzde 90 oranında hayatımızda daha etkili. Sürekli tekrarlanan olumsuzluklar, kötü alışkanlıklar, hüsranla biten ilişkiler, bereketsizlik, düzelmeyen sağlık sorunları gibi hayat kalitesini düşüren her olumsuzluğun altında geçmiş kayıtlarımız, bilinçaltımız yatıyor. Bugünümüzü ve geleceğimizi yaşadıklarımız değil yaşananlara yüklediğimiz anlamlar yönetiyor. Hayatımıza
Kainatın işleyiş prensibine göre bilinçaltında oluşturulan düşünce ve inanç kalıplarını gerçeğimiz gibi kabul edip yaşıyoruz. Geçmişteki korkularımız, endişelerimiz bugünümüzü şekillendiriyor. Bilinçaltına yerleşmiş olumsuz kodlarımızı değiştirmeden hep aynı olumsuz sonuçlarla karşılaşmamız da şaşırtıcı değil. “İLK ALINAN KAYITLAR BÜTÜN HAYATIMIZI DERİNDEN ETKİLİYOR…’’ Bilinçaltı temizliği için hipnoz, regresyon, nefes, duygu boşaltım terapisi (EFT) NLP, meditasyon vb pek çok yöntem bulunuyor. Daha anne karnındayken başlayan aile ve okul dönemlerinde alınan ilk kayıtlar bütün hayatımızı derinden etkiliyor. Değer görmemiş, yeterince sevgi ve güven duygusu tatmamış bir çocuk, değersizlik inancına sahip yetişkin biri olarak karşımıza çıkıyor. Kişinin değersizlik inancı, ilişkilerini, iş hayatını parayla olan ilişkisini hayatının her alanını
66 POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
Benzer benzeri çeker, kişi ne verirse onu alır. Neye odaklanırsanız onu çekersiniz karmanızda erkeklerle ilgili güvensizlik yaşıyorsanız hep güven vermeyecek erkekleri çekersiniz diyen Can, kendisine gelen çoğu kişinin “Ben fakirim hiç param olmayacak”, “Hayat çok zor erkeklere güven olmaz”, “Çok şansızım, hep problemli insanlar, sorunlar bana mı denk gelir” vb kurban psikolojisinde olan kişiler olduğunu belirtiyor. Çoğunlukla hüsranla biten ilişkiler, çalışıp çok para kazanmasına rağmen bereketsizlik, işlerinin rast gitmemesi vb şikayetlerle karşılaştığını belirten Can, “Danışanlarımızın geçmişten bugüne bilinçaltlarına yerleşmiş ana duyguya olumsuz çekirdek inanca ulaşıyor, yerleşmiş negatif tohumları çıkarıyor geçmiş kayıtları nötrlüyoruz. Yerine temiz düşünce ve yeni inanç tohumları ekiyoruz. Danışanlarımızın ilişkileri, evlilikleri, iş hayatları düzeliyor. Birkaç seanstan sonra hayatlarına her anlamda güzellikleri çekerek yeni bir döneme geçiyorlar” diyor. “Zihnimiz neyi nasıl düşünüyorsa o enerjiyi yayar.” Bilinçaltımız olumsuzlukları kayıt altına aldığı için kayıtta ne varsa yaydığı enerji de o oluyor. Kişiler, öncelikle enerjisini yüksek tutmalı, değerli olduğuna, güzellikleri hak ettiğine inanmalı ve değişimi istemeli.
RUH SAĞLIĞI
ŞİZOFRENİ İLE YAŞAMAK
Şizofreni ile yaşamda hasta yakınlarına tavsiyeler… Düşünme, algılama ve duygulanım bozukluklarıyla ilgili bir hastalık olan şizofreni, kişiyi gerçeklerden, dış dünyadan koparıp, kendi içe kapanık dünyasında yaşatan, düşünce, idrak, konuşma ve davranış problemleri gösterebilen bir beyin hastalığı… Kişinin çevresinde olup bitenleri değerlendirme biçimi, olaylara bakışı, diğer insanlarla ilişkisi hastalığın etkisi ile yeniden şekillenirken bu süreçte yakınları ve çevresindeki kişiler de önemli problemlerle karşılaşıyor. Psikiyatrinin en ağır hastalığı olarak tanımlanan şizofrenide hastalığı yaşayan kadar çevresindeki-ler de önemli sorunlar yaşayabiliyor. Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Nöropsikiyatri Hastanesi tarafından hazırlanan ‘Şizofreni Psikoeğitim El Kitapçığı’ nda hastayla yaşamak zorundaki kişilere, yaşamı kolaylaştıracak önemli tavsiyelerde bulunuyor. İşte o tavsiyeler... • Şizofreninin nadir görülen bir hastalık olmadığını kabul etmelisiniz. • Şizofreni hakkında mümkün olduğunca fazla bilgi edinmelisiniz. • Asla kendinizi suçlamamalısınız. • Bu konuda sağlık profesyonellerinden yardım istemelisiniz. Bu kişilerin şizofreniyle mücadele konusunda sizinle iş birliğine istekli olmasına, hastalığı anlamanıza yardımcı
olabilecek özellikte olmasına dikkat etmelisiniz. • Şizofreni Dostları Derneği gibi, hasta yakını dernekleriyle bağlantı kurabilirsiniz. • Şizofreni gibi karmaşık bir hastalıkla mücadele ederken sadece kendi doğru bildiklerinize göre davranmanın yetmeyeceğini kabul etmelisiniz. Hastanın yakınları olarak bu konuda eğitime ihtiyacınız vardır. • Yakınları olarak sizlerin maruz kaldığı, giderek artan baskıların nereden kaynaklandığını düşünmelisiniz. • Ailenin diğer üyelerinin gereksinimlerine de dikkat etmelisiniz. • Şizofreni hastalığı olan yakınınız için kendinizi sınırsızca feda etmenin etkili bir bakım ve mücadeleye zarar verdiğini unutmamalısınız. • Şizofrenisi olan yakınınızla sabahtan akşama kadar vakit geçirmenin size de yakınınıza da faydası olmayacağının farkına varmalısınız. • Özellikle evden dışarı çıkmanızı kolaylaştıracak hobiler edinmeli, arkadaşlıklar kurmalısınız. • Kendi sağlığınıza dikkat etmelisiniz. • Beslenmenize dikkat etmelisiniz. • Yeterince uyumalısınız. • Mümkün olduğunca yürüyüş yapmalısınız. •Her gün kendiniz için belirli bir süre ayırmalısınız.
• Bir kursa devam edebilirsiniz. • Üzüntü ve sorunlarınızı yakınlarınızla paylaşabilirsiniz. • İmkanlarınız uygunsa tatile çıkabilirsiniz. • Kendinizi suçlamaktan ve eleştirmekten kaçmalısınız. • Aile içinde iş bölümü yapmalısınız. • Diğer aile bireyleri ihmal edilmemeli. • Her şeye karşın hayatın devam ettiğini unutmamalısınız. • Hem kendinizin hem yakınınızın özgürlüğünü sağlayacak bir bakış açısı geliştirmelisiniz. • Bu mücadelede başarıya ulaşan hasta yakınlarını diğerlerinden ayıran şeyin değişebilme ve olaylara farklı bakabilme yeteneği olduğunu unutmamalısınız. • Kendinize özen göstermelisiniz. Ailenin tutumu nasıl olmalıdır? Gerçek dışı beklentilerden kaçınmalısınız. Bu hem size hem de hastanıza zarar verir. Hastayı kendi bakımı ve diğer becerileri için sorumluluk almaya yüreklendirme-lisiniz. Hastaya karşı aşırı koruyucu tutum onun kendine güvenini düşüreceğinden bundan kaçınmalısınız. Söylediği şeyler mantık dışı da gelse sabırlı olmalı, duygusunu anlamaya çalışmalısınız. Ailenin daha sakin, telaşsız davranabildiği durumlarda hasta kendini güvende hisseder. Hastalığın alevlenme dönemi yatıştıktan sonra hastayla sakin ve yavaş sesle konuşmalı fazla kontrol etmemelisiniz.
POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
67
DİYET - BESLENME
SOSYAL YEME HATALARI
Sosyal çevre kilo almada oldukça önemli rol oynuyor.
Gamze Şanlı Ak Uzman Diyetisyen
Yapılan araştırmalar yemek yeme hatalarında sosyal çevrenin çok büyük etkisi olduğunu gösteriyor. Genç ve yetişkinler, arkadaş grubuyla beraber yemek yediğinde besin tüketim miktarları da ciddi oranda artıyor. En çarpıcı sonuç ise eğer arkadaşınız kilolu ise sizinde kilolu olma ihtimaliniz %57 ve eğer bu kişi çok yakın arkadaşınız ise bu oran %171 oranında artış gösteriyor. Uzman Diyetisyen Gamze Şanlı Ak, sosyal yeme hatalarının sosyal çevre ile bağlantısının olduğunu ve kilo almada oldukça önemli rol oynadığını belirtiyor.
Sosyal yaşamı çok yoğun olan kişilerin çoğu zaman arkadaşlarıyla dışarıda buluşup yemek yemeği tercih ettiğini söyleyen Gamze Şanlı Ak, kilo almamak veya kilo kontrolü için hem porsiyon kontrolü yapmak, hem de doğru seçimlere yönelmek olduğunu da vurguluyor. Uzman Diyetisyen Gamze Şanlı Ak sosyal yeme hatalarımızı, yanlış-doğru seçimle-rimizi anlattı, “Ertesi Gün Toparlama Diyeti”nin reçetesini verdi.
Yanlış seçim Orta boy hamburger menü (orta boy hamburger + patates + gazlı içecek) = ortalama 1000 kalori Doğru seçim Akdeniz salatası + 1 kutu ayran + 1 dilim ekmek = ortalama 300 kalori
SOSYAL YEME HATALARIMIZ, YANLIŞ - DOĞRU SEÇİMLERİMİZ
SENARYO-2 Bütün haftayı çok yoğun geçirdiniz. Cuma akşamı eğlenmek ve tüm haftanın stresini atmak için iş arkadaşlarınızla balıkçı planı yaptınız.
SENARYO-1 İş çıkışı çok açsınız ve en yakın arkadaşınız ile bir alışveriş merkezinin üst katındaki yemek bölümünde buluştunuz. Çok aç olduğunuz için hemen yemek yemek istiyor ve fast-food cazibesine kapılıp hamburger menü seçiyorsunuz arkadaşınız ise salata seçimi yapıyor.
Yanlış seçim 1 dilim beyaz peynir + 1 dilim kavun + 1 dilim kızarmış ekmek + 3-4 ye-mek kaşığı yoğurtlu-zeytinyağlı meze + 2 yemek kaşığı karides güveç + 4 adet kalamar tava + ızgara balık+ salata + 1 duble rakı + ½ porsiyon dondurmalı irmik tatlısı = ortalama 1200 kalori
68 POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
Doğru seçim Izgara balık + bol yeşil salata + 1 kadeh beyaz şarap = ortalama 300 kalori SENARYO-3 Uzun zamandır üniversiteden yakın arkadaşlarınızla buluşamıyorsanız ve cumartesi akşamı için kebapçıya gideceksiniz. Yanlış seçim 1 dilim tulum peyniri + 1 adet lavaş + 4-5 yemek kaşığı yoğurtlu-zeytinyağlı meze + 1 ufak lahmacun veya içli köfte + 1 porsiyon adana + yeşil salata + 1 adet gazlı içecek + 1/2 porsiyon künefe = 1200 kalori Doğru seçim 1 porsiyon tavuk veya et şiş + yeşil salata + 1 bardak ayran+ ½ lavaş= 450 kalori ERTESİ GÜN TOPARLANMA DİYETİ Bir gece önce çok yemek yediğiniz için kendinizi kötü hissediyor ve neden bu kadar yedim diye kendinizi suçluyor olabilirsiniz. Bir an önce toparlanmak istiyorsanız ertesi gün diyeti imdadınıza yetişecektir. Ertesi gün diyeti hem aldığınız yüksek kalorilerin vücudunuza yapışmadan gitmesini sağlayacak, hem sindirim siteminizi dinlendirecek hem de ödem ve şişkinlikten kurtulmanıza yardımcı olacaktır. Kahvaltı Moso- Yeşil Detoks smootie + 15 adet çiğ badem Yeşil Detoks Smootie Tarifi: 1 avuç ıspanak, 1 kivi, 1 salatalık, 1 yemek kaşığı yulaf ezmesi, 1 tatlı kaşığı keten tohumu, 1/2 çay kaşığı zencefil, 2 yemek kaşığı yoğurt, 3/4 bardak su ile hepsini blenderde karıştırıyoruz.
krem peynir. Yapılışı; kabak, bulgur, kuşkonmaz, dereotu, soğan 6 bardak su ile pişirin, blenderden geçirin kaynamaya başlayınca yavaş yavaş karıştırarak sütü veya peyniri ilave edin ve doyana kadar içilebilir. Ara 1 yeşil elma + 1 bardak kefir veya probiyotik yoğurt Akşam Kinoa salatası + 1 bardak ayran + 1 adet wasa Kinoa Salatası Tarif: 1/2 su bardağı kinoa, 1/2 avokado, 1 adet orta boy salatalık, 5 adet cherry domates, ¼ demet maydanoz, ¼ demet maydanoz, 1/2 limon suyu, 1 tatlı kaşığı zeytinyağı, 1 tatlı kaşığı nar ekşisi, tuz, çekilmiş karabiber. Yapılışı; Kinoayı pişirmeden önce 10-15 dakika oda sıcaklığında suda bekletin. Daha sonra orta ateşte yaklaşık 15 dakika taneler yumuşayana kadar pişirin. Üzerine avokadoyu ve salatalığı küp küp kesip ve diğer tüm malzemeleri de ekleyin. Ara 1 dilim ananas ***Gün boyu kahve içilmeyecek ve ödem atıcı çay uygulanacaktır. ERTESİ GÜN EGZERSİZİ Bir gece önce alınan ortalama 1000 kalorilik akşam yemeğini eritmek için toparlanma diyetinin yanında egzersiz de yapmak önemlidir.
EGZERSİZ İLE HARCANAN KALORİ (70 kilodaki bir bireyin yaktığı kalori) •1 saat yürüyüş (tempolu) 250 kalori •1 saat bisiklet 280 kalori •1 saat dans 315 kalori •30 dakika koşu 273 kalori •30 dakika yüzme 280 kalori ALKOL ANA YEMEĞE BEDEL Alkolün 1 gramı, 7 kalori içerir ve her içkinin alkol oranı farklıdır. Alkol oranı yüksek olanlar çok kalori içerirken, alkol oranı düşük olanlar ise daha az kalori içerirler. Örneğin; şarap %12-14 i alkol içerirken, rakının alkol oranı ise % 45’dir. Bu da demek oluyor ki; 1 duble rakı içtiğinizde 3 kadeh şarap içmiş kadar kalori alırsınız. Alkol aldığınız Ertesi gün ne yapmalı? Ertesi gün alkolün vücudunuzda yaratacağı toksin ve ödemi atmak için; 1 yeşil elma, 1 salatalık, 1 havuç, ½ ceviz büyüklüğünde zencefil, 1 tatlı kaşığı keten tohumu ve ½ limon suyunu katı meyve sıkacağından geçirerek içmenizi öneriyorum. Gün içinde de bol limonlu ve taze naneli su tüketmek ve sebze ağırlıklı beslenmek yardımcı olacaktır. Alkol almak ama aynı zamanda da daha az kalori almak isteyenlere önerim; beyaz şarabınızı, maden suyu ile karıştırarak için ve kırmızı şarabınızı veya rose tercih ise bol buzlu tercih edebilirsiniz.
ÖDEM ATICI VE TOK TUTUCU ÇAY TARİFİ
Ara 2 dilim ananas + yeşil çay
1.5 litre suda,
Öğle Moso-Ödem atıcı çorba (doyana kadar) + 2 adet wasa
2 dal kabuklu tarçın, ½ ceviz büyüklüğünde taze zencefil (rendelenmiş olmalı),
Ödem Atıcı Çorba Tarifi: 3 orta boy kabak, 1 yemek kaşığı bulgur, 3 adet kuşkonmaz, 1 demet dereotu, 1 orta boy soğan, 1/2 çay kaşığı zencefil, 1 su bardağı light süt veya 3 adet light
6 -7 adet taze nane yaprağı, 2-3 adet karanfil eklenmelidir.
1 demet maydanoz, 1 tutam mısır püskülü, 1 tutam kiraz sapı,
beraber kaynatılıp süzüldükten sonra içine 1 adet limon suyu,
POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
69
KİTAP KÖŞESİ
Kadınların Altın Kitabı Erkan Şamcı
HAYYKİTAP Zehirli kimyasallara son! Eviniz için en sağlıklı, en ucuz formüller!.. Evinize doğallık geliyor. Zamanla yarışan, eviyle barışan, yavrusunu kucaklarken dünyayı ıskalamayan kadının altın kitabı bu. Erkan Şamcı yeni dünyanın sürekli hızlı, hijyen çılgını, hep yetişmeye çalışan kadınının imdat çığlığına yardım eli uzatıyor. Hayat kurtarıyor, evle ilgili her derde deva oluyor. Mutfaktan banyoya, dekorasyondan ev ekonomisine, temizlikten aşçılık sanatına kadar her konuda doğayla dost bilgiler veriyor. Kitabın Bölümleri: Evim Evim Güzel Evim Ev Temizliği Ve Eşyaların Bakımı Mutfakta Temizlik Ve Düzen Çamaşır Ve Ayakkabı Bakımı Aile Bütçesine Katkı Mutfak Alışverişi Ve Gıda Saklama Yöntemleri Yemek Hazırlama Ve Sunum Sağlıklı Yaşam İçin Pratik Bilgiler Birinci Baskı: Kasım 2014
Kanser İyileşir
Dinle Sebastian
Uzm. Dr. Elif Güveloğlu
Mustafa Çay
HAYYKİTAP
ÇAY YAYINLARI Demlenmiş Kitaplar
“Vücudumuzda kansere karşı birçok savunma sistemi olduğu gibi, kanseri iyileştirecek güçler de var! Zaten var olan ‘anti kanser’ bağışıklık sistemlerimizi yeterince çalıştırabilirsek, kanserin oluşmasını veya oluştuktan sonra ilerlemesini durdurmak mümkün.”Dr. Elif Güveloğlu, patoloji uzmanı, ayrıca fitoterapi konusunda da yüksek lisans yapmış bir hekim. Patoloji ihtisası sırasında hem kanserleşmiş hem de normal dokuları inceleme şansı bulmuş. Kitabın Bölümleri Doğal Tıp Kanserden Nasıl Korunuruz, Nasıl Kurtuluruz? Kanser Tedavisinde Doğal Güçler Kanser Tedavisinde Hayvansal Takviyeler Mutfaktaki Kansersavarlar İlaç, Sebze ve Meyveler Sofradan Eksik Edilmemesi Gerekenler Kanser Bu İçecekleri Sevmiyor Kanser Düşmanı Yağlar Hangi Şeker Kansere Dost, Hangisi Düşman? Kemoterapi ve Radyoterapi İle Uyumlu Bitkisel İlaçlar Ruha Dokunmadan Tedavi Olmaz Kanser Hastaları İçin Özel Reçeteler Kansersavar İksirler
70 POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
(O Yer Burası,O Zaman Şimdi, Ve O Kişi Sensin!) Subliminal Kitap Bilinçaltı zihne yönelik mesajlar içeren ilk kitap olma özelliğini taşıyan “Dinle Sebastian”, tamamen subliminal mesajlar verecek bir tipografi ile kaleme alındı. Sosyal medya’nın dilinden düşmeyen “Sebastian” kahramanı, Mustafa Çay’ın 16.kitabı olan “Dinle Sebastian” ile okuyucularla buluşuyor. İlk olarak; bir hizmetçi, bir uşak olarak nam salan Sebastian, bu kitapla birlikte, “İçimizdeki Ses” olarak karşımıza çıkıyor. Sebastian, ona vereceğimiz emirleri dinlemek üzere hazır bir şekilde bekliyor. Aldatmaya Gittim Dönücem ve Mutsuz Olmak Günahtır kitaplarının yazarı Mustafa Çay, bu kitabında okuyucuları eyleme geçirecek, zorluklara meydan okumalarını sağlayacak ve en sert yüzleşmeleri yapacakları bir yolculuğa davet ediyor. Kimdir Bu Sebastian? İnternet dünyasının fenomeni olan hayal kahramanı Sebastian bu kitapla karşımıza bilinçaltımızın uşağı olarak çıkıyor.16. Kitabı “Dinle Sebastian” ile Mustafa Çay; Kendi nefsimizin ve egomuzun efendisi olmayı, insanlığın ve bilgeliğin sırlarını paylaşıyor.
KONGRE TAKVİMİ
KASIM 2014 6. Uluslararası Hasta ve Çalışan Hakları Kongresi 30.Ekim-2.Kasım 2014 Limak Limra Otel Antalya / Kemer Organizasyon:Dünya Kongre 16. Acil Tıp Sempozyumu 30.Ekim-1.Kasım 2014 Erdoba Elegance Otel Mardin Organizasyon:bizZkon Kongre 2. Ulusal Probiyotik Prebiyotik ve Fonksiyonel Gıdalar Kongresi 30.Ekim-2.Kasım 2014 Miracle Otel Antalya / Lara Organizasyon: Prime M.I.C.E. Türk Kalp ve Damar Cerrahisi Derneği 13. Kongresi (Uluslararası Katılımlı) 30.Ekim-2.Kasım 2014 Titanic Deluxe Belek Otel Antalya / Belek Organizasyon: Serenas Turizm 1. Ulusal İntegratif Tıp Kongresi 31.Ekim-2.Kasım 2014 Limak Ambassadore Otel Ankara Organizasyon: Manuel Akademi 2. Ulusal Ürolojik Cerrahi Kongresi 5-9.Kasım 2014 Kaya Palazzo Otel Antalya / Belek Organizasyon: Serenas Turizm
6. Ulusal Obezite Kongresi 27-29.Kasım 2014 Radisson Blu Şişli Otel İstanbul Organizasyon: Consensus Kongre
ARALIK 2014
2. Sağlık Ekonomisi Kongresi 4-5. Aralık 2014 HiltonSA Otel Ankara Organizasyon :Ventio Organizasyon 5. Ulusal Dermatolojik Cerrahi Günleri 4-7.Aralık 2014 Hilton İstanbul Organizasyon :VIP Veskon 4. Multidisipliner Tıp ve Aile Hekimliği Kongresi 4-7. Aralık 2014 Titanic Deluxe Belek Otel Belek Antalya Organizasyon :Bros Turizm 3. Yutma Bozuklukları Kongresi 4-6. Aralık 2014 Hacettepe Kültür Merkezi Ankara Organizasyon :Diamed Kongre Uluslarası Ruhsal Travma Toplantıları-8 5-7.Aralık 2014 Ortaköy Princess Otel İstanbul Organizasyon : Flap Tour
24. Ulusal Patoloji Kongresi 19-23.Kasım 2014 KTÜ -Trabzon Organizasyon: Serenas Turizm
5. Uluslararası Sağlık ve Hastane Yönetimi Kongresi 10-13 .Aralık 2014 Spice Otel Antalya Organizasyon :Dünya Kongre
AHEKON 2014 “5. Uluslararası Katılımlı Aile Hekimliği Kongresi” 19-23.Kasım2014 Kaya Palazzo Golf Resort Otel Antalya / Belek Organizasyon: Contrust Turizm
27. İstanbul Masterclass Sempozyumu 11-13.Aralık 2014 İ.Ü. Tıp Fakültesi Organizasyon: K2 Kongre
31. Ulusal Gastroenteroloji Haftası 25-30.Kasım 2014 Titanic Deluxe Belek Otel Belek Antalya Organizasyon: Serenas & GL Events
4th International Gastrointestinal Cancers Conference (IGICC 2014) 12-14.Aralık 2014 The Marmara Otel İstanbul Organizasyon:Serenas Turizm
1.Bezmialem Obezite Cerrahisi ve Anestezisi Sempozyumu 12 Aralık 2014 Bezmialem Vakıf Ünv. Tıp Fakültesi-İstanbul Düzenleyen:Bezmialem Vakıf Ünv.Tıp Fakültesi Uluslararası 3.Yaş Baharı Turizmi ve Dinamikleri Kongresi 15-16. Aralık 2014 Rixos Otel Ankara Organizasyon: Medikal Turizm Derneği 1. Ulusal Kadın Hastalıkları ve Ana Çocuk Sağlığı Kongresi 18-19.Aralık 2014 Ege Üniversitesi Muhittin Erel Amfisi İzmir Organizasyon: Odet Turizm 12. İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Günleri ve 5. Onkoloji Enstitüsü Çalıştayı 19-21.Aralık 2014 İÜ Kongre ve Kültür Merkezi-İstanbul Organizasyon: Bros Turizm 13. Diyabete Bakış Sempozyumu 25-28.Aralık 2014 Dedeman Konya Otel Konya Organizasyon: Consensus
OCAK 2015 13. Hepatoloji Sempozyumu 17.Ocak 2015 Ramada Plaza Ankara Organizasyon : Flap Tour Meme Kanserinde Yeni Yaklaşımlar Eğitim Toplantısı 2015 24-25Ocak 2015 Wyndham Grand İstanbul Levent Otel Organizasyon: Humanitas Turizm Türk Oral İmplantoloji Derneği 26. Uluslararası Bilimsel Kongresi 16-17 Ocak 2015 Raffles Otel-Zorlu Center W İstanbul Organizasyon: Prime Kongre
POPÜLER SAĞLIK KASIM - ARALIK 2014
71