Sağlıklı yaşam dergisi
Yıl: 11 Sayı: 61 Ağustos- Eylül 2016 / Fiyat: 15 TL
KAPAK KONUSU Şimdi Okul Zamanı Okul Öncesi Sağlık Taraması Mutlaka Yapılmalı! DİYABET DOSYASI Diyabet ve Diyabet Tedavisinde Güncel Gelişmeler SEKTÖR: Novo Nordisk “Hedefimiz: Diyabeti Değiştirmek... Gelecek İçin Heyecan Veren Çalışmalarımız Var” Serviks ve Rahim Kanseri Erken Teşhis İçin Yılda Bir Kez Muayene Yaşamı Her Yönüyle Etkileyen Bir Hastalık: SEDEF Tek Tedavisi Diyet Olan Hastalık: FENİLKETONÜRİ (PKU) Kablosuz Kalp Pilleri Hayat Kurtarıyor
21 EYLÜL DÜNYA ALZEHİMER GÜNÜ
KÜNYE Arma Tanıtım Yayıncılık Bilişim Teknolojileri Danışmanlık San. ve Tic. Ltd.Şti
BİLİMSEL EDİTÖR
Yayın Sahibi Temsilcisi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Cemil DİRİM
Ege Üniversitesi Tıp Fak. KBB ABD
Genel Yayın Yönetmeni Zeynep ÇETİNKAYA
Opr. Dr. Muzaffer YURTTAŞ
YAYIN DANIŞMA KURULU Prof. Dr. Fazıl Apaydın Prof. Dr. Mete Akısü
Ege Üniversitesi Tıp Fak. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD
Prof. Dr. Okhan Akhan
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji ABD
Prof. Dr. Mustafa Cankurtaran
Bilimsel Editör Op.Dr.Muzaffer YURTTAŞ
Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi İç Hastalıkları ABD Geriatri Ünitesi
Grafik Tasarım FD DESIGN
Prof. Dr. Tuğrul Dereli
Katkıda Bulunanlar Şebnem CİRİT Betül ÇUHADAROĞLU Evrim KAYA
Acıbadem Maslak Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümü
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Dermatoloji Bölümü
Prof. Dr. Özlem Er
Prof. Dr. İhsan Ertenli
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı
Av. Ümit Erdem
HAYAD- Hasta ve Hasta Yakını Hakları Derneği
Hukuk Danışmanı Av. Birol KESKIN
Prof. Dr. Necmi Gökay
İLETİŞİM
Doç. Dr. Murat Gültekin
Yönetim Merkez / İZMİR 1720 Sok. N:26 D:5 Karşıyaka-İZMIR Tel: 0232 465 32 32 -0232 422 08 38 Fax: 0232 465 30 94 info@populersaglikdergisi.com
Prof.Dr. Oğuz Kılınç
Haber ve İletişim Merkezi / (İSTANBUL) Zeynep ÇETINKAYA Atatürk Cad Cebesoy Sok 65/24 Sahrayıcedit-Kadıköy iSTANBUL Tel: 216 3550259 Gsm: 532 4700025
VKV Amerikan Hastanesi Onkoloji Bölümü
zeynep@populersaglikdergisi.com populersaglikdergisi@gmail.com
AÜ. Tıp Fakültesi İç Hastalıkları ve Hematoloji ABD
İzmir Diş Hastanesi Başhekimi Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Kanser Daire Başkanı
Arma Tanıtım Yayıncılık Bilişim Teknolojileri Danışmanlık San. ve Tic. Ltd.Şti 1720 Sok. N:26 D:5 Karşıyaka-İZMİR Tel : 0232 465 32 32 Fax: 0232 465 30 94 info@populersaglikdergisi.com
Dokuz Eylül Üniversitesi Göğüs Hastalıkları ABD
Doç. Dr. Levent Köstem Spor Hekimi
Prof. Dr. Nil Molinas Mandel Prof. Dr. Erdem Özkara
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp ABD
Prof. Dr. Semih Ötleş
Ege Üniversitesi Rektör Yardımcısı
Prof. Dr. Muhit Özcan Ecz. Tuncay Sayılkan
İzmir Eczacı Odası Başkanı
Prof. Dr. Fehmi Tabak
İ.Ü Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji ABD
Prof. Dr. Erol Tavmergen
Ege Üniversitesi Aile Planlaması ve Kısırlık Araştırma ve Uygulama Merkezi
Prof. Dr. Hasan Tekgül
Ege Üniversitesi Tıp Fak. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD
Ecz. Doç. Dr. Levent Tuğrul
Yayın Kurulu Op. Dr. Deniz Arslan Uz. Dr. Fatih Sürenkök Op. Dr. Emin Yılmaz Op. Dr. Tülin Eroğlu Kaynak Op. Dr. Ata Bozoklar Uz. Dr. Didem Dereli Uz. Dr. Arif Baysan Dr. Alpay Gökmen
Prof. Dr. Serhat Ünal Op. Dr. Mustafa Erşin Dr. Sevgi Postoğlu Op. Dr. Hilmi Güngör Uz. Dr. Ayşegül Barış Uz. Dr.Erdal Duman Uz. Dr. Aylin Çeçen Aksu Ecz.Vildan Semet Uz. Dr. Mehmet Özgür Niflioğlu
İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji ABD
Doç. Dr. Işın Yaprak
İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Opr.Dr Cem Yılmaz Özel Ataköy Hastanesi
Prof.Dr.Arzu Yorgancıoğlu
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları ABD *İsimler soyadı sırasındadır.
Popüler Sağlık Dergisi Arma Tanıtım Yayıncılık Bilişim Teknolojileri Danışmanlık San ve Tic. Ltd.Şti tarafından T.C. yasalarına uygun olarak yayımlanmaktadır. Yayımcının izni olmadan hiçbir yazı ve görsel alıntı yapılamaz. Popüler Sağlık Dergisi’nde yayınlanan makalelerin sorumluluğu yazarlarına, reklam ve ilan sorumluluğu reklam verene aittir. Yönetim Yeri: İzmir Tel: 0 232 465 32 32 (pbx) Faks: 0232 465 30 94 İstanbul İletişim Ofis: 0216 3550259 info@populersaglikdergisi.com www.populersaglikdergisi.com Yayın Türü: Yaygın / 2 Aylık Renk Ayrım/Baskı/Cilt: Ar Matbaa / Baskı Tarihi: 19.9.2016 Yıl:11 Sayı: 61 Ağustos-Eylül 2016
2
POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016
YOLLAR ÖDÜLE ÇIKTI. Uluslararası araştırma şirketi Frost & Sullivan, Borusan Otomotiv Premium Kiralama’yı “Türkiye’nin En İyi Müşteri Odaklı Uzun Dönem Araç Kiralama Şirketi” ödülüne layık gördü. Müşterilerimize, markalarımıza, Borusan Otomotiv Yetkili Satıcı ve Yetkili Servislerine ve ekip arkadaşlarımıza teşekkür ederiz.
İ Ç İ N D E K İ L E R 06 EDİTÖR’den 16 Okula Dönüş Sağlıklı yaşam dergisi
Yıl: 11 Sayı: 61 Ağustos- Eylül 2016 / Fiyat: 15 TL
17 Çocuğunuz Okula Hazır mı?
32
18 Bilinçli Hazırlanan Beslenme Çantaları Çocukları Zinde Tutuyor
KAPAK KONUSU Şimdi Okul Zamanı Okul Öncesi Sağlık Taraması Mutlaka Yapılmalı! DİYABET DOSYASI Diyabet ve Diyabet Tedavisinde Güncel Gelişmeler SEKTÖR: Novo Nordisk “Hedefimiz: Diyabeti Değiştirmek... Gelecek İçin Heyecan Veren Çalışmalarımız Var” Serviks ve Rahim Kanseri Erken Teşhis İçin Yılda Bir Kez Muayene Yaşamı Her Yönüyle Etkileyen Bir Hastalık: SEDEF Tek Tedavisi Diyet Olan Hastalık: FENİLKETONÜRİ (PKU) Kablosuz Kalp Pilleri Hayat Kurtarıyor
21 EYLÜL DÜNYA ALZEHİMER GÜNÜ
20 Kablosuz Kalp Pilleri Hayat Kurtarıyor 21 Sporcu Çocuk Ve Gençlerde Kalp Sağlığı
22
22 Tek Tedavisi Diyet Olan Hastalık: PKU 28 Osteoporuzu Önleyebilirsiniz 30 Kanser İmmünoterapisi: Tıbbi ve Tamamlayıcı Tedaviler
32 DİYABET DOSYASI - 1 33 “Komplikasyonlar Hastalığı” Diyabet 34 Tip 1 Diyabette En İyi Tedavi, İyi Kan Şekeri Kontrolüdür 36 Diyabet Gebeliğe Engel Değil Ancak Takip Önemli 37 Diyabete Renkli Diyet 38 İlaç Sektörü : Novo Nordisk 46 ‘Korkmayın Sedef Bulaşmıyor’’ 50 ESGO 2016 “Kadın Kanserlerinin Önlenmesi” Sempozyumu Antalya’da Gerçekleşti
54 46
52 Jinekolojik Kanserler: Erken Teşhis İçin Yılda Bir Kez Muayene 54 Her 3.2 Saniyede Yeni Bir Alzheimer Hastalığı Tanısı Konuluyor 56 Anne Karnındaki Bebeğe Sıkı Takip 58 Annelere Çocuklarının Diş Bakımı İçin 4 Önemli Tavsiye 59 Bebeklerde Göz Muayenesi İhmale Gelmez 60 Bilinçsiz ve Kontrolsüz Kullanılan Bitkisel Ürünlere Dikkat! 62 “Global Sağlık Turizmi Zirvesi ve Fuarı (Health Sumex)” 63 Uluslararası Organ Nakli ve Organ Bağışı Medya Çalıştayı 64 Sonbahar Hastalıklarına Dikkat 65 Sonbaharda Sağlıklı Beslenin, Yenilenin! 66 Kitap Köşesi 68 Kültür Sanat 70 Kongre Takvimi
65
POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016 5
Değerli okuyucularımız; Merhaba, Kısa bir aradan sonra sizlerin huzuruna yeni bir sayı ile çıkıyoruz. Her zaman olduğu gibi güncel ve faydalı konuları sayfalarımıza taşımaya çalıştık. Herkesin anlayabileceği bir dil kullanmaya gayret ettik. Amacımız yararlı olmaktır. Okulların yeni eğitim-öğretim dönemi başlıyor. Okul süreci sadece çocuklarımız değil, aile için de zor bir dönemdir. Bu dönemde mevsim geçişleri ile sağlık problemleri de ortaya çıkmaktadır. Okul öncesi çocuklarımızın sağlık taramasından geçirilmesi büyük önem taşıyor. Çocuğun okula uyum süresince eğitiminde, psikolojisinde, beslenmesinde ebeveynlere büyük görevler düşüyor. Konuyla ilgili uzmanlarımızın önerilerini sayfalarımızda bulabileceksiniz. Kadın kanserlerinin önlenmesi konusunda Antalya’da gerçekleşen sempozyum ESGO 2016 jinekoloji camiası açısından önemli olduğu kadar ülkemiz adına da önemliydi. Kadın kanserleri dünyada olduğu gibi ülkemizde de artmaktadır. Tüm yönleri ile masaya yatırılan kadın kanserlerinden en sık karşılaşılan Rahim Ağzı Kanseri ve Rahim Kanseri’ni Prof. Dr. Ateş Karateke anlattı. Her yıl dünyada 100 binden fazla hasta organ nakli beklemekte, uygun organ ya da donör bulunamadığı için yaşamını kaybetmekte. Ülkeler vatandaşlarına organ bağışı hakkında farkındalık yaratmaya devam etmekte, nakil sonrası hastaların kaliteli bir yaşam sürmesi için çalışmaktadırlar. Türkiye merkezli dünyanın ilk ve en büyük projesi olan International Transplant Network’un (ITN - Uluslararası Organ Nakli Ağı) amacı, bu projeye katılan ülkelerdeki bağışları ve transplantasyonları geliştirmek, ihtiyaçları analiz edip, sürdürülebilir bir uluslararası işbirliğini yaratmak. Proje kapsamında düzenlenen Uluslararası Organ Nakli ve Organ Bağışı Medya Çalıştayı İstanbul’da yapıldı. Bu çalıştayın misafir ülkelere önemli katkılar sağladığını umuyoruz. Toplumun büyük bir kesimini ilgilendiren ve komplikasyonları büyük sağlık sorunlarına yol açan Diyabet Hastalığı hakkında önemli bir dosya hazırladık. Diyabette güncel ve gelecek tedavileri inceledik. Sektörün bu konudaki çalışmalarını aktardık. 14 Kasım Diyabet Günü. Önümüzdeki sayımızda diyabet, dosya konumuz olarak devam edecek, farklı uzmanlarla diyabeti tüm yönleri ile sayfalarımıza taşıyacağız. Türkiye sağlık turizmi alt yapısını, 19-21 Ekim tarihinde Sağlık Bakanlığı’mız nezdinde gerçekleştirilecek olan “Global Sağlık Turizmi Zirvesi ve Fuarı” ile daha geniş bir pazar haline getirmeye hazırlanıyor. Zirve; ülkemizin geleceği açısından çok büyük önem arz eden sağlık turizmi konusunda imajını güçlendirecek ve sağlık sektörü alanındaki aktörler arasındaki işbirliğini arttıracak. Medya sponsorları arasında olduğumuz zirvenin yansımalarını bir sonraki sayımızda sizlerle paylaşacağız. Çok farklı konularda sahasında uzman bilim insanlarımızın katkılarıyla hazırlanan, akıcı bir dil ve görselle huzurunuza çıktığımız bu sayımızı da zevkle okuyacağınızı umuyoruz. Büyük bir özveri ve titizlikle hazırlanan dergimizde emeği geçenlere sonsuz teşekkürler. Sağlık ve huzur dolu bir yaşam dileği ile hoşça ve sağlıcakla kalın.
Opr. Dr. Muzaffer Yurttaş Genel Cerrahi Uzmanı
6 POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016
SAKIN GEÇ KALMA
BUGÜN
GEL! Kendinizi ve yakınlarınızı bir HPV testi ile rahim ağzı kanserine karşı koruyabilirsiniz. Aile hekiminize ya da KETEM'lere basvurun!
Detaylı bilgiye www.kanser.gov.tr adresinden ulaşabilirsiniz.
30 Yaş üzeri
kadınlara ÜCRETSİZ
KISA KISA... BURCU DENİZLİ EKŞİOĞLU, ASTRAZENECA TÜRKİYE SATINALMA, FİNANSAL PLANLAMA VE ANALİZ MÜDÜRÜ OLDU Burcu Denizli Ekşioğlu, Astrazeneca Türkiye Satınalma, Finansal Planlama ve Analiz Müdürü oldu. 2004’ten beri AstraZeneca Türkiye bünyesinde çalışan Ekşioğlu, AstraZeneca Türkiye Satınalma, Finansal Planlama ve Analiz Müdürü olarak yeni görevinde Türkiye için tüm Satınalma ve Finans süreçlerinden sorumlu olacak. Boğaziçi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümü mezunu olan Ekşioğlu, profesyonel iş hayatına 2002’de Deloitte and Touch’ta denetimci olarak başladı ve 2004’te finans analisti olarak AstraZeneca ailesine katıldı. 2007’de Finansal Analiz ve Kontrol Yöneticisi olarak atanan Ekşioğlu, sonrasında sırasıyla Pazarlama Planlama Yöneticisi, İş Geliştirme Yöneticisi ve İş Geliştirme Müdürü olarak görev yaptı. Ekşioğlu, 2015’ten beri AstraZeneca’da Finansal Planlama ve Analiz Müdürü olarak görev yapıyordu.
SİBEL KORAL, JANSSEN TÜRKİYE SAĞLIK EKONOMİSİ VE FİYATLANDIRMA GRUP MÜDÜRÜ OLDU Janssen Türkiye Kurumsal İlişkiler Departmanı Sağlık Ekonomisi ve Fiyatlandırma Grup Müdürü görevine Sibel Koral atandı. Bilkent Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nde lisans eğitiminin ardından aynı üniversitede MBA eğitimini tamamlamıştır. Sibel Koral, profesyonel iş hayatına 2000 yılında Şişecam’da Stratejik Planlama Uzmanı olarak başladı. 2000 yılı sonunda Pfizer’e geçen Koral, Proje Müdürü, Satış Temsilcisi ve Ürün Müdürü pozisyonlarında toplam 5 yıl boyunca çalıştı. Kariyerine 2005 yılı sonunda Astra Zeneca’da Ürün Müdürü olarak devam eden Koral, 2009’da yılında Pazar Erişim ve Fiyatlandırma Yöneticisi görevine atandı. 2013’te Lilly İlaç’a Sağlık Politikası ve Pazar Erişim Müdürü olarak geçiş yaptı. Haziran ayı ile birlikte Janssen Türkiye ekibine katılan Koral, yeni görevinde ürünlerin pazar erişim stratejilerine liderlik edecek ve fiyat ve geri ödeme süreçlerinden sorumlu olacak.
BOEHRİNGER INGELHEIM’IN TÜRKİYE OPERASYONU İLK KEZ BİR TÜRK GENEL MÜDÜRE EMANET Dünyanın en büyük 20 ilaç şirketinden biri olan Boehringer Ingelheim’ın Türkiye operasyonu, ilaç sektörünün yakından tanıdığı başarılı bir isme emanet edildi. 22 yıllık ilaç sektörü deneyimisüresince çok uluslu çeşitli ilaç şirketlerinde yöneticilik yapan ve Boehringer Ingelheim Türkiye’de 9yıldır farklı görevlerde hizmet veren Evren Özlü, Temmuz 2016 tarihinden itibaren Boehringer Ingelheim Türkiye Genel Müdürü olarak atandı. Özlü; 2002 - 2005 yılları arasında Boehringer Ingelheim Türkiye Ulusal Satış Müdürü, 2010 - 2013 yılları arasında da Türkiye Satış ve Pazarlama Direktörlüğünü Nisan 2014- Haziran 2016 döneminde, Dubai, Birleşik Arap Emirlikleri merkezli olmak üzere Orta Doğu, Türkiye ve Afrika (META) bölgesinde 69 ülkede Boehringer Ingelheim’ın pazarlama faaliyetlerini yönetti.
8 POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016
NOVO NORDİSK’E YENİ DİREKTÖR ODTÜ Ekonomi Bölümü’nden mezun olan Aysun Hatipoğlu, kariyerine TC Başbakanlık Özelleştirme İdaresi’nde başlamış ve burada görev yaptığı 12 yıllık süre boyunca büyük ölçekli satın alma ve birleşme projeleri ile uluslararası halka arz çalışmalarında görev yaptı. Başbakanlık’ta çalıştığı dönemde, Daire Başkanı olarak 1996-2003 arasında Dünya Bankası, IMF ve uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları gibi uluslararası finansal kuruluşların koordinasyonunu da yürüttü. 2003-2007 arasında British American Tobacco şirketinde Afrika-Ortadoğu Bölgesi’nin Kurumsal İlişkiler Bölümü’nde görev yaptı. Hatipoğlu, 2007’de Türk Telekom Strateji ve İş Geliştirme Bölümü Grup Başkanı görevine atandı. 2009’da Sanofi Grubu’na katılan Hatipoğlu, 2015 itibariyle Sanofi Avrupa Bölgesi’nden sorumlu Kurumsal İlişkiler Direktörü olarak görev aldı. Aysun Hatipoğlu, yeni görevinde Novo Nordisk Türkiye Yönetim Kurulu üyesi olarak pazar erişim, resmi ilişkiler ve kurumsal iletişim faaliyetlerine liderlik edecek.
ECZACIBAŞI-BAXALTA’NIN TÜRKİYE GENEL MÜDÜRÜ KANİYE ONAT OLDU Haziran ayında Shire ve Baxalta’nın dünya genelinde birleşmesinden sonra, nadir ve diğer yüksek uzmanlık gerektiren hastalıklar alanlarında dünyanın lider küresel biyoteknoloji şirketi haline gelen yeni Shire’ın ve Baxalta’nın dünya genelinde kurduğu tek ortaklık olan Eczacıbaşı-Baxalta’nın Türkiye Genel Müdürü Kaniye Onat oldu. Daha önce Sanovel İlaç’da Ürün Müdürü, Schering- Plough ve MSD Türkiye’de Onkoloji ve İmmünoloji İş Birimi Direktörü olarak görev yapan Kaniye Onat, 2015 yılından beri Shire Türkiye’nin Genel Müdürlüğü görevini sürdürmekteydi.
SAĞLIĞINIZI DÜŞÜNEN WEB SİTESİ www.florence.com.tr
Detaylı bilgi için kodu telefonunuza okutunuz.
www.florence.com.tr I 444 0 436 İstanbul I Şişli I Gayrettepe I Kadıköy I Göktürk
GRUP HASTANELERİ
KISA KISA... BECTON DICKINSON, FORTUNE’UN ‘DÜNYAYI DEĞİŞTİRENLER LİSTESİ’NE BİR KEZ DAHA GİRDİ İnovatif teknolojiye sahip geniş kapsamlı sağlık çözümleri sunan Becton Dickinson, Fortune dergisinin hazırladığı “Dünyayı Değiştiren 50 Şirket” listesinde bu yıl da yer aldı. Fortune dergisi “Dünyayı Değiştiren 50 Şirket” listesini, dünyanın önemli sosyal sorunlarının çözümüne yönelik katkılar sunan şirketlerin çabalarını göz önüne alarak hazırlıyor. Bu listede, 120 yıllık global deneyimi ile dünyanın önde gelen medikal teknoloji firması BD, 37. sırada yer alıyor. BD güvenlik alanındaki çalışmalarına ilk olarak, AIDS salgının hâkim olduğu 1980’li yılların başında başladı. Bu dönemde, elde edilen sektörel verilerin sağlık çalışanlarının iğne batması dolayısıyla ne kadar sık yaralandıkları ve enfekte olduklarını ortaya koyması sonucu, çok hızlı bir şekilde güvenlik donanımlı şırıngalar ve “iğnesiz” damar içi girişim sistemleri tasarladı. BD bugün, global çapta güvenlik projeleri yürütüyor. Bunun yanı sıra tüm dünyada ücretsiz kullanılan yaralanma takip sisteminin kurulmasını sağlayarak dünyanın dört bir yanındaki sağlık kuruluşlarıyla eğitim programları sürdürüyor. BD, “Herkes için sağlıklı yaşam” hedefiyle sağlık çalışanlarının maruz kaldığı yaralanmalar üzerine eğitici faaliyetlerine ve yeni teknolojiye sahip sağlık çözüm çabalarına devam etmektedir. BD, “SAĞLIK ÖNCÜLERİ PROGRAMI” İLE TÜRKİYE’DE DE FARK YARATIYOR BD Türkiye başlattığı BD Sağlık Öncüleri Programı sayesinde 3 yılda yaklaşık 50.000 sağlık çalışanına verdiği eğitimlerle de Türkiye’de sağlık sektöründe güvenli ve iyi uygulamaların iyileştirilmesi için önemli ölçüde katkı sağlıyor. Aralarında doktor ve hemşirelerin de bulunduğu, BD çalışanlarından uzman bir ekibin oluşturduğu BD Sağlık Öncüleri hastane infeksiyonları, iğne batma ve kesici-delici alet yaralanmaları, yanlış insülin enjeksiyon tekniği ile buna bağlı oluşabilecek komplikasyonlar, doğru kan kültürü alım tekniği ve kan sıçrama-
10 POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016
ları sonucu oluşabilecek hayati riskler gibi konularda eğitimler veriyor. BD Sağlık Öncüleri, şimdinin ve geleceğin sağlık çalışanlarına yönelik hem teorik hem de pratik olarak verilen bu eğitimlerle sağlık sektöründeki en önemli sorunların çözülmesine yardımcı olmayı ve iyi uygulamalar üzerine bilinci artırmayı hedefliyor. BD Türkiye Genel Müdürü Murat Erboz,, “Yapılan çalışmalarda kesici-delici alet yaralanmaları, yanlış uygulamalar ve hastane infeksiyonları nedeniyle hayatını kaybeden çok fazla kişi olduğu ortaya konularak, ABD ve AB mevzuatlarında hasta ve sağlık çalışanlarının güvenliği için yeni nesil teknolojiye sahip güvenlik donanımlı cihazların kullanımı zorunlu hale getirilmiştir. BD Türkiye olarak bizler de sağlık sektöründe güvenlik ve kalite standartlarının yükseltilmesi için çözümler üretiyor, mevzuatta gerçekleştirilebilecek iyileştirmelere destek vermek için konunun uzmanı isimler, sektörel paydaşlar ve karar vericiler ile işbirliği içerisinde çalışıyoruz,” şeklinde belirtti.
HASTA VE SAĞLIK ÇALIŞANI GÜVENLİĞİ PLATFORMUNDAN SAĞLIK ÇALIŞANLARINA DAVET
H
asta ve sağlık çalışanı güvenliğinin önemine dikkat çekerek ulusal sağlık standartlarını daha iyi bir noktaya taşımak amacıyla çalışmalar yürüten Hasta ve Sağlık Çalışanı Güvenliği Platformu, Kesici-Delici Alet Yaralanmaları Anketi’ni hazırladı. Hacettepe Üniversitesi’nden Prof. Dr. Serhat Ünal ve Prof Dr. Ali Naci Yıldız önderliğinde hazırlanan, isteyenlerin isim soyisim, iletişim bilgileri gibi kişisel bilgilerini vermediği anket çalışmasına katılarak mesleki standartların yükselmesine katkı yapmak isteyen sağlık çalışanları, anketi (http://www.hscgp.org/anket/) adresinden doldurabiliyor. Gönüllü olarak katılmak isteyen sağlık çalışanları arasında ülkemizdeki kesici-delici alet yaralanması rakamlarına ışık tutacak bir ön çalışma olan anket, sağlık çalışanlarına meslek hayatları boyunca kesici-delici alet yaralanmalarına maruz kalıp kalmadıklarına, şayet kaldılarsa hangi prosedürleri uyguladıklarına ilişkin sorular yöneltiyor. “BU TARZ YARALANMALARIN SIKLIĞINI, BOYUTUNU ÖĞRENMELİ VE NEDENLERİNİ ANALİZ EDEBİLMELİYİZ’’
Konu ile ilgili olarak Hasta ve Sağlık Çalışanı Güvenliği Platformu Başkanı Prof. Dr. Serhat Ünal şu bilgileri verdi: “Dünyada ve ülkemizde çok önemli bir konu olan hasta ve sağlık çalışanı güvenliğinin önemine dikkat çekmek ve ulusal sağlık standartlarını daha iyi bir noktaya taşımak amacıyla kurulan bir platform olarak önemli çalışmalara imza atıyoruz. Kısa bir zaman önce de ülkemizdeki hastanelerde meydana gelen kesici-delici alet yaralanmaları ile ilgili önemli veriler sağlayacağını düşündüğümüz bu anket çalışmasını başlattık. Maalesef Türkiye’de sağlık çalışanı güvenliği ile ilgili çok az veri var; var olan çalışmalar da oldukça dar kapsamlı. Konunun ciddiyetini algılamak için özellikle sağlık çalışanlarının konuyla ilgili bilinçlendirilmesi, doğru raporlama sistemlerinin geliştirilmesi ve uygulanması, böylece ülkemizdeki durumu göz önüne serecek rakamların ortaya çıkması gerekiyor. Ancak bu çerçevede referans uluslararası çalışmalara benzer, geniş kapsamlı yerel çalışmalar mümkün olabilir. Biz de daha kapsamlı çalışmalara ışık tutacak bir ön çalışma olarak bu anket çalışmasını hazırladık. Eylül ayı içerisinde sonuçlarını açıklayacağımız Kesici-Delici Alet Yaralanmaları anketinin önemli bir dönüm noktası olacağı inancındayım.” (http://www.hscgp.org/anket/)
KISA KISA... SAHANIN SESi ‘YILIN EN İYİ İLAÇ FİRMASI NOVO NORDISK’ DEDİ Mümessil Dayanışma Derneği (MÜDAD) tarafından yapılan 2015 yılı anket sonuçları açıklandı. İlaç sektöründen 1.700 kişinin katıldığı anket sonuçlarına göre Novo Nordisk tüm rakiplerini geride bırakarak Elmas Ödüllerini kazanan firma oldu. Türkiye’deki 20.000 ilaç mümessilini temsil eden tek kuruluş olan Mümessil Dayanışma Derneği (MÜDAD) sektörün en beğenilen ilaç firmalarını belirledi. Sektör çalışanları arasında yapılan anket sonucunda belirlenen ve “Çalışılabilecek En İyi İlaç Firması”, “Çalışan Memnuniyeti” ve “Yılın En Beğenilen İlaç Firması” olmak üzere 3 kategoride verilen ödüller sahiplerini buldu. Novo Nordisk Başkan Yardımcısı ve Genel Müdürü Dr. Burak Cem kazanılan ödül için şunları söyledi:“Müthiş bir sonuç. Her zaman en iyisini hedefleyen ve bunu başaran bir firma olarak hem kendi çalışanlarımız hem de diğer sektör çalışanları tarafından da bu başarımızın ‘En İyi’ olarak değerlendirilmesi çok gurur verici. Novo Nordisk’li olmak
ayrıcalıklıdır; biz bir aile ortamında çalışan birbirine seven destekleyen bir ekip olarak bu ödüle layık görüldük. Tüm aile bireylerini kutluyorum” Novo Nordisk İnsan Kaynakları Direktörü Emine Yeşil Güner de duygularını şu sözlerle ifade etti:“Bu şirkete yürekten bağlı ve her zaman en iyinin peşinde koşan çalışanlarımızla bir kez daha
gurur duydum. Novo Nordisk’i en iyi şekilde temsil eden ve ankete katılarak firmamıza destek veren tüm değerli çalışanlarımıza teşekkürler”
AVRUPA RİNOPLASTİ DERNEĞİ YENİ BAŞKANINI SEÇTİ Dünyanın en başarılı 50 estetik plastik cerrahı arasında yer alan Prof. Dr. Nazım Çerkeş, 7 Eylül 2016 Çarşamba günü Paris’te yapılacak Avrupa Rinoplasti Derneği – RSE toplantısında, kurucu üyesi de olduğu derneğin 2017-2019 Dönemi Başkanlığı görevini devir alacak.
Toplantı Masalarından Serin Sulara MSD DRAGONS KÜREK TAKIMI 16 farklı branşta şirket çalışanlarının yarıştığı Corporate Games’e bu yıl ilk kez katılan MSD Türkiye, Dragon Boat yarışındaki performansı ile dikkatleri üzerine çekti.19 kişiden oluşan MSD Dragons Kürek Takımı, aylarca süren antrenmanların ardından ilk yarışından zaferle dönerken; yarışların ilk gününde en iyi ikinci zamanı yaptı. 1.17 dakika ile iyi bir performans gösterdi. Bu yıl 14.sü düzenlenen Corporate Games, “Yaşam Boyu Spor” felsefesiyle kişilere spor bilinci vermeyi amaçlıyor. Şirketlerde takım ruhu ve motivasyonu artırmak, işyerinde verimlilik ve zindelik yaratmak amacıyla her yaştan sporseveri bir araya getiren organizasyonda yarışan MSD Türkiye ekibi şirket kültürüne paralel bir şekilde, centilmen ve mücadeleci bir ekip çalışmasını ortaya koymaya önümüzdeki yıllarda da devam edecek.
12 POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016
Türkiye ve dünyanın en prestijli estetik plastik cerrahi derneklerinin yönetiminde bulunan Prof. Dr. Nazım Çerkeş, kıkırdak kaybına uğramış hasarlı burunları onarmak için geliştirdiği “Karın Kası Zarı Tekniği” ile dünya literatürüne girmişti. Prof. Dr. Nazım Çerkeş, burun kemeri küçültülürken kemik ve kıkırdak zarının birlikte kaldırılması, burun ucu kıkırdaklarının yapısal desteklenmesi, zayıf burun ucu kıkırdaklarının güçlendirme yöntemleri ve eğri burunların düzel-
Prof. Dr. Nazım Çerkeş Estetik Plastik Cerrah
tilme prensipleri üzerine olan çalışmalarıyla da literatürde yer alıyor. ABD’de basılan ve 4 temel rinoplasti kitabından kabul edilen kitapların yazarlarından olan Prof. Dr. Çerkeş, şu sıralar yine ABD’de yayınlanacak olan ve tamamını kendi yazdığı rinoplasti kitabı üzerinde çalışıyor.
KISA KISA... BERKO İLAÇ’DAN BEBEKLERDE GAZ ŞİKAYETİNE YENİ FORMÜL
Abdi İbrahim’den Sağlık Profesyonelleri İçin Yenilik: ‘GEBELİK UYGULAMASI’
30 yılı aşkın süredir yeni doğan, bebek ve çocuk sağlığının gelişimine katkı sağlayan Berko İlaç, ürünlerini kendi ArGe laboratuvarlarında geliştiriyor ve kendi üretim tesislerinde üretiyor. Ürün portföyünde ağırlıklı olarak bebek-çocuk sağlığına odaklı ürünler bulunan Berko İlaç, uzun yıllardır bebeklerde gaz şikâyetlerini gidermekte kullanılan Zinco Damla’nın formülünü yeniledi. Berko İlaç Pazarlama Müdürü Gözde Özbilgen, yenilenen formülü ile Zinco Damla hakkında şu bilgileri veriyor: “Berko İlaç pediatri alanında öncü firmalardan. Üretim tesislerinde inovatif ürünleri sürekli olarak geliştirmeye çalışıyoruz. Dönem dönem kendi üretim tesislerimizdeki AR-GE laboratuvarlarımızda ürünlerle ilgili inovatif çalışmalar yapılıyor. Bu kapsamda Zinko Damla’nın formülü de yenilendi. Yeni formülünde, çinko ve sindirime yardımcı olan kimyon ve dereotu bitkisel yağları bulunuyor. Tamamen doğal ve bitkisel içeriğe sahip yeni formülüyle Zinco Damla’yı, anneler bebeklerinde oluşan gaz sancılarını azaltmaya yardımcı olmak amacıyla güvenle kullanabiliyor. Kimyon ve dereotu çocuklarda özellikle yenidoğan grubundaki bebeklerde kolik şikayetlerinde son derece etkisi olan bir bitki. Günde 2 defa 4’er damla olarak kullanılan Zinco Damla, yiyecek ve içeceklere karıştırılabilmektedir.”
ORAL-B GENIUS AKILLI DİŞ FIRÇALAMA TEKNOLOJİSİYLE YENİ BİR DÖNEM BAŞLIYOR
Abdi İbrahim, doktor ve hemşirelerin gebelerin takibiyle ilgili ihtiyaçlarından yola çıkarak ‘Gebelik Uygulaması’nı hayata geçirdi. Akıllı telefonlara indirilebilen bu aplikasyonla sağlık profesyonelleri, hamilelerle ilgili tahmini doğum tarihi ve fetüsle ilgili gelişim bilgilerine rahatlıkla ulaşabiliyor. ‘Gebelik Uygulaması’ hizmete sunulduğu Mart ayından bu yana büyük ilgi gördü ve 8 binden fazla sağlık profesyonelince telefonlara indirildi. ‘Gebelik Uygulaması’nda ‘Fetüs Gelişim İndeksi’, ‘Literatür Talep Formu’ ve ‘Uy-
gulamayı Paylaş’ bölümleri de bulunuyor. Doktor ve hemşireler, her hastanın son adet tarihini girerek tahmini doğum tarihi, fetüs boy ve kilo bilgilerine ulaşabiliyorlar. Ayrıca son adet tarihini bilmeyip elinde sadece ultrason sonucu olan hastalar için ‘Gebelik Haftası Hesaplama’ bölümü de bulunuyor. Bu özellik ile hastanın ultrason raporundaki bilgiler sayesinde gebelik haftası ve günü hesaplanabiliyor.
Bir Dakikada Hangi Vitaminlere İhtiyacınız Olduğunu Öğrenin VİTAMİN ÖLÇÜMÜ CEBE GİRDİ En ileri sağlık teknolojilerini son kullanıcı ile buluşturmayı ilke edinen PharmaPlant tarafından ithal edilen yeni nesil vitamin teknolojisi Newita Vitastiq, sağlığı teknoloji ile buluşturuyor. Yeni nesil vitamin teknolojisi Newita Vitastiq ile vitamin değerleriniz birkaç dakikada cep telefonunuzun ekranında. Tüm akıllı telefon ve tabletlerle uyumlu olan Newita Vitastiq ile birkaç dakikada hem ağrısız hem de kan alımına bile gerek olmaksızın tüm vitamin değerlerinizi öğrenebileceksiniz.
ZADE VİTAL®’DEN YETİŞKİNLERE ÖZEL NANE AROMALI OMEGA 3 BALIK YAĞI ŞURUBU Her yaşın sağlık kaynağı balık yağını yetişkinlerin ihtiyaçları doğrultusunda özel olarak geliştirerek, şurup haline getiren Zade Vital, Türkiye’nin ilk yetişkinlere özel Omega 3 balık yağı şurubunu toplum sağlığına sundu. Ege Üniversitesi ARGEFAR ile işbirliği içinde özel olarak formülize edilen Zade Vital Premium Omega 3 balık yağı şurubu “nane aroması”, “özel buhar teknolojisi” ve Zade Vital Tesisleri’nde GMP standartlarında üretimi ile eczanelerdeki yerini aldı.
Sahip olduğu Hareket Sensörü ve Pozisyon Algılama Teknolojisi ile iki büyük yeniliğe imza atan Oral-B Genius, Oral-B App 4.1 uygulaması ile ideal diş fırçalama deneyimi sunarken, 12 güne kadar hiç şarj etmeden kullanılabilmesiyle de üstün bir performans sergiliyor. Akıllı telefonlara yüklenebilen Oral-B App 4.1 uygulaması sayesinde
14 POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016
Deniz kaynaklı Omega3 balık yağı takviyeleri erişkinlerde korunma amaçlı olarak, ayrıca koroner arter hastalığı, hiperkolestero-lemi, hipertrigliseridemi ve diyabet gibi kardiyovasküler ve endokrinolojik hastalıkların önlenmesinde, ani ölüm riskinin azaltılmasında da destek amaçlı kullanılabiliyor. İdeal Omega 3 desteği sağlamak üzere özel olarak formülize edilen Zade Vital Premium Omega 3 Balık Yağı Şurubu, her yaştan insanın Omega 3 balık yağı desteğini kolayca alabilmesini hedefliyor.
kullanıcılar, Oral-B Genius’ın ağız içindeki hareketlerini anlık olarak takip edebilirken, aktarılan veriler çerçevesinde genel diş fırçalama alışkanlıkları ile ilgili de bilgi sahibi olabiliyorlar. Oral-B Genius, ayrıca, sahip olduğu Salınım-Dönme-Titreşim teknolojisi ve yuvarlak fırça başlığı ile ağız sağlığının iyileştirilmesine yardımcı oluyor.
KAPAK KONUSU
OKULA DÖNÜŞ BAŞLASIN! ÇOCUĞUN OKULA UYUM SÜRESİ
Uzm. Psikolog Gizem Ünveren İstanbul Florence Nightingale Hastanesi
Uzun tatil sonrası rutine alışmak biz yetişkinlerde görüldüğü gibi çocuklar içinde zaman alır. Tatil birçok kişiye kısa da gelse bitiyor ve okullar açılıyor. Her yıl olduğu gibi bu yıl da eski öğrencilerin yanı sıra okula uyum sağlamaya çalışacak bir o kadar da yeni öğrenci başlayacak. YENİ BİR ORTAM, YENİ ALIŞKANLIKLAR… Okula yeni başlama ya da yeni bir okula gitmek çocuğun yaşamındaki önemli dönüm noktalarından birisidir. Alıştığı düzenden ve ortamdan çıkmak yeni farklı bir ortama adım atmak çoğu zaman çocuk için dolayısıyla da aile için kolay olmamaktadır. OKUL ÖNCESİNDE OKULA BAŞLAYACAĞI SÖYLENMELİDİR Çocuğun ilk gün yasadığı en önemli kaygısı, sürekli okulda kalacağı ve eve dönmeyeceği ile ilgilidir. Çocuk neleri merak ediyorsa, ihtiyacı olan bilgiler verilmelidir. Okul dönüşünde onu kimin alacağı endişesine kapılmaması için önceden bilgi verilmelidir. Çocuk okul konusunda ne kadar çok bilgi sahibi olursa yaşayacağı korku ve kaygı da o kadar az olur.
16 POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016
Çocuğun okulu tanıması ve temel kaygılarının giderilmesi ortalama 15 günlük bir süreci kapsamaktadır. Bu süreçte ailenin kararlı ve sabırlı olması gerekmektedir. Çocuk okula gitmek istemediğinde aile tarafından çifte mesaj verilmemelidir. Örneğin annenin tamam ilk gün okula gitmeyebilirsin derken babanın gitmen gerekiyor demesi gibi. OKUL REDDİ OKUL KORKUSU VE OKUL UYUMSUZLUĞU Okul reddi ve okul korkusu kavramları eşanlamlı olarak kabul edilmemelidir. Okul reddi terimi günümüzde daha çok tercih edilen bir terim olup çocukların okula devam edememe durumudur. Okul korkusu ise okul reddinin nedenlerinden birisidir. Okul korkusu adapte olamayan çocukların bazılarında ortaya çıkan bir durumdur. Çocuk okula gitme konusunda isteksizlik gösterebilir: Hatta kimi çocuklarda çok sık ağlamalar veya sabah okula giderken huzursuzlanma gibi şikâyetler görülebilir. Bitmeyen mide bulantıları: Okul korkusu bazı çocuklarda mide bulantısı, kusma, karın ağrısı, baş ağrısı, uykusuzluk gibi belirtilerle kendini gösterebilir. Bu belirtiler genellikle sabahları ya da okula gitmesi istendiğinde ortaya çıkar.
Anne-babaların okula yeni başlayan çocuklarında gördükleri bu tip belirtileri yalnızca fiziksel, organik bir rahatsızlık olarak değerlendirmemeleri, bunun okula adaptasyon güçlüğü nedeniyle ortaya çıkabilen psikolojik bir sorun da olabileceğini göz önünde bulundurmaları gerekir. Yetişkinlerin de bir olaya üzüldüklerinde veya kaygı duyduklarında bu tarz psikosomatik rahatsızlıklar yaşadıkları bilimsel bir gerçektir. Asla telaşa kapılmayın: Anne-babanın böyle bir durumla karşılaşması halinde telaşa kapılmadan okulla birlikte hareket ederek okulun rehberlik servisi ile görüşüp sorunu çözmeye çalışmaları uygun bir yaklaşım olur. Okula gitme konusunda bir sorun yaşamadığı halde, okuldaki düzene uyum sağlamak konusunda sorun yaşayan çocuklar da vardır. Bu tip çocuklar okuldaki kurallara uyum sağlamada sorunlar yaşarlar. Öğretmenlerine ya da arkadaşlarına karşı saldırganca eğilimleri olabilir. Bu tip uyum sorunlarının arkasında gelişim bozuklukları olabileceği gibi uyum, davranış bozuklukları veya duygusal sorunlar da olabilir. Bazı çocuklar ailesine karşı duyduğu öfkeyi ya da güvensizliği okuldaki öğretmen ve arkadaşlarına yönlendirerek bu sıkıntılarını, bu duygularını açığa çıkarma olanağı bulabilirler. Gerek okul korkusu gerekse okul uyumsuzluğu konularında ailenin bir uzmandan yardım almasında yarar vardır.
ÇOCUĞUNUZ OKULA HAZIR MI? OKUL ÖNCESİ SAĞLIK TARAMASI MUTLAKA YAPILMALI! Yoğun bir eğitim dönemine başlayacak olan çocukların, geleceğe doğru, güvenli ve sağlıklı adımlar atabilmeleri için ‘Okul öncesi genel sağlık muayenesi’ büyük önem taşıyor. Özellikle okula başlayınca fark edilen bazı sağlık problemlerinin erken teşhisi için okul öncesi sağlık taramasının mutlaka yapılması gerekiyor. Hem erken teşhis ve tedavi, hem de hastalıklardan korunma yollarının belirlenmesi adına, çocuklar okula başlamadan önce genel bir sağlık kontrolünden geçmelidir. Yapılacak olan bu genel sağlık kontrolü en az okul seçimi, kayıt işlemlerinin yapılması ve okul için gerekli materyallerin alınması kadar önemlidir. HASTALIKLAR KONUSUNDA VELİLER BİLİNÇLENDİRİLMELİ Okula başlamadan önce gerçekleştirilecek sağlık taramasında tekrarlayan veya devam eden mevcut hastalıkları tespit edilmeli ve korunma yolları üzerine yoğunlaşılmalı. Yapılmış veya yapılacak olan aşıların belirlenmesi de sağlık kontrolünde amaçladığımız önemli hususlardan biri. Obezite, hipertansiyon, diyabet gibi sinsi başlangıçlı hastalıklar
hakkında bilgilendirme yaparak, çocuğun tüm geleceğini etkileme olasılığı bulunan hastalıklar konusunda velileri bilinçlendirilmeli. Skolyoz gibi kas iskelet sistemi sorunlarında da erken teşhis büyük önem arz ediyor. SAĞLIK TARAMASI İLE OKUL DÖNEMİNDE BAŞARIYI ENGELLEYEBİLECEK ZAMAN KAYIPLARININ ÖNÜNE GEÇMEK MÜMKÜN Okul öncesi genel sağlık muayenesinde görme ve işitme yetileri değerlendirilmeli. Gelişme gerilikleri saptanmalı ve sebebe yönelik incelemeler yapılmalı. Varsa davranış bozuklukları belirlenmeli ve çözüm haritası oluşturulmalı. Böylelikle okul döneminde başarıyı engelleyebilecek zaman kayıplarının önüne geçilmiş olunur. Örneğin okula başlayacak çocuğun az da olsa görme problemi varsa okumayı öğrenme süreci uzayabilir. Bu rahatsızlığı fark edip dile getirene kadar hem zaman kaybı oluşur, hem de hastalık ilerleyebilir. Veya ebeveynlerin henüz fark edemediği bir gelişim bozukluğu söz konusu ise, özel eğitim alabileceği bir okul veya sınıfa yönlendirilebilir.
Dr. Nurdan Tunçözgür Çocuk Sağlığı Uzmanı Güven Çayyolu Hastanesi Sağlık Kampüsü
yınca karşılaşma sıklığı artan solunum yolu ve barsak enfeksiyonlarını önlemek amacıyla uyulması gereken sağlık kuralları hakkında bilgilendirme yapılmalı ve beslenme önerilerinde de bulunulmalı.
DERS: KONU:
Okul öncesi sağlık kontrollerinde, hem çocuklara hem de ailelere okula başlaPOPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016 17
Evnur Saray Beslenme ve Diyet Uzmanı Emsey Hospital
Beslenme düzeni çocuğun okul başarısını etkileyen faktörlerin başında geliyor. Sağlıklı bir şekilde hazırlanmış beslenme çantası çocuğun zinde kalmasına ve derslere odaklanabilmesine yardımcı oluyor. Beslenme çantası hazırlarken dikkat edilmesi gerekenlerle ilgili Beslenme ve Diyet Uzmanı Evnur Saray bilgilendirici açıklamalarda bulunuyor. ARA ÖĞÜNLER BÜYÜK ÖNEM TAŞIYOR Beslenme çantası hazırlarken hazır gıdalardan kaçınarak evde hazırlanmış yiyecekleri tercih etmek gerekir. Bes-
18 POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016
BİLİNÇLİ HAZIRLANAN BESLENME ÇANTALARI ÇOCUKLARI ZİNDE TUTUYOR lenme saatinde yiyeceği besinlere ek olarak tenefüslerde atıştırabilecekleri yiyecekler de beslenme çantasına ilave edilebilir. Ara öğünler sayesinde çocuklar aç kalmaktan kurtulacak, derslere odaklanmaları daha kolay olacaktır. Beslenme çantası kadar evden çıkmadan yapacakları kahvaltı da sağlıklı bir beslenme düzeni oluşturabilmeleri açısından önem taşımaktadır. Kahvaltıda ise çay yerine süt veya taze sıkılmış portakal suyu tercih edilmeli, haftada en az üç gün yumurta tüketilmelidir. Beslenme çantasında sulu yiyeceklerin taşınması zorluk yarabileceğinden sandviç tarzı yiyecekler tercih edilebilir. Tam tahıllı ekmekler besleyicilik açısından beyaz ekmekten çok daha faydalıdır mümkün olduğunca beyaz ekmek-
ten uzak durularak tahıllı ekmeği tercih etmek gerekir. Tam tahıllı ekmeğin arasına ızgara tavuk ve yeşillik konularak besleyici değeri yüksek sandviçler hazırlanabilir. Yanında tüketilebilecek ayran da yine sağlıklı bir öğün için doğru bir tercih olacaktır. Beslenme çantasında atıştırmalık olarak bulundurulabilecek fındık, ceviz ve meyve gibi alternatifler hem tok kalmalarını hem de zihinlerinin daha iyi çalışmasını sağlayacaktır. Hazır meyve suları ve kolalar ise beslenme çantasında asla bulundurulmaması gerekenler arasında yer alıyor. ÇOCUĞUN FİKRİ ÖNEMLİ Beslenme çantasında hazır gıdaların
bulunmamasına öncelikle dikkat etmek gerekir, konulacak her şey evde hazırlanmış olmalıdır. Bunun yanı sıra özellikle yeşilliklerin iyi temizlendiğinden emin olmak gerekir. Yiyeceklerin sağlıklı oldukları kadar çocuğun yemek isteyeceği türden olması da önemlidir aksi takdirde çocuk beslenmesine dokunmayacak ve bütün gününü aç geçirecektir. Sıcak havalarda bozularak çocuğun sağlığını tehdit edecek yiyecekleri tercih etmemek ve özellikle yaz aylarında kızartma gibi ağır yiyecekleri beslenme çantasından uzak tutmak gerekir. Son olarak beslenme çantası her akşam temizlenmeli, çocuğun hangi yiyecekleri tabağında bıraktığı tespit edilmelidir ki sonraki tercihleri daha bilinçli yapmaları mümkün olabilsin. HAZIR GIDALAR KANSER RİSKİ YARATIYOR Hazır gıdalar ömürleri uzaması amacıyla ilave edilen maddelerle sağlığı tehdit eder hale geliyor. Dayanıklılığı arttıran katkı maddeleri kanserojen özellikler taşıyarak özellikle çocuklar üzerinde olumsuz etkiler yaratıyor. Hazır gıdalar yetişkinlerde %30 kanser riski yaratırken çocuklarda bu oran %60’lara çıkıyor. Ayrıca hazır gıdalar obezite riskini de artırıyor. Tüm bu nedenlerden dolayı özellikle çocukları hazır gıdalardan uzak tutmak, doğal yiyeceklerle beslenmelerini sağlamak gerekiyor. KURUYEMİŞLERİN GÜCÜNDEN FAYDALANIN Beslenme çantası dört ana besin grubunun her birinden bir şeyler barındırmalıdır. Et grubundan et, tavuk, yumurta, peynir; süt grubundan yoğurt, süt; sebze grubundan yeşillikler ve meyve son olarak da tahıl grubundan ekmek, makarna, pirinç gibi besinler bir araya getirilerek sağlıklı menüler oluşturulabilir. Bu besinlere ek olarak kurutulmuş meyve ve fındık, ceviz gibi besinlerin de mutlaka ara öğün olarak beslenme çantalarında yer alması gerekir. En önemlisi her beslenme çantasında mutlaka su bulunmalı. Çocukların gelişiminde son derece gerekli olan protein, lif ve çinko gibi elementlerin tamamına yakını sert kabuklu yiyeceklerde bulunuyor. Beslenme çantasında öncelikle yer alması gereken kuruyemişlerden bahsedecek olursak: CEVİZ: Protein ve Omega-3 kaynağıdır. Omega-3 kalp sağlığı üzerinde etkili olduğu kadar vücudun iltihaplara karşı savunma mekanizmasını da güçlendirir. Omega-3 aynı zamanda beyin gelişimi-
ni de önemli ölçüde desteklemektedir. FINDIK: Enerji kaynağıdır ve kemik gelişimini destekleyici etkisi ile çocukların mutlaka tüketmesi gereken besinler arasında yer alır. KAJU: En iyi bakır kaynaklarının başında gelir ve günlük bakır ihtiyacının büyük çoğunluğunu tek başına karşılayabilir. İçerisinde barındırdığı çinko ile de çocukların büyüme ve gelişmeleri üzerinde olumlu etkiler yaratır.
KANTİNDEN ALIŞVERİŞ YAPMASININ ÖNÜNE GEÇİN Hazır gıdaların tümünden uzak durmak gerekir. Çocuğu okula asla beslenmesiz göndermemek, kantinden alışveriş yapmasının önüne geçmek gerekir. Hazır gıdalar anlık doygunluk sağlayarak çocuğun kısa sürede acıkmasına ve alması gereken faydalı besinlerden mahrum kalmasına neden olacaktır. Yeterli ve sağlıklı beslenemeyen çocukların okul başarıları da düşüş gösterecektir.
Tavuk ızgara ve salata malzemeleriyle hazırlanacak sandviç ve ayran.
Haşlanmış sebzelerden bir tabak, yanına tahıllı ekmek ve yoğurt.
Domates ve peynirle tam tahıl ekmeğine hazırlanacak sandviç.
Ton balığı ve yeşilliklerle tam tahıl ekmeğine sandviç, sıkma portakal suyu Haftanın son günü olduğu için çocuklara serbestlik tanıyarak evde hazırlanmış börek veya yağsız gözleme yanında da meyve suyu. Her menünün yanına mutlaka meyve veya ceviz, fındık gibi bir atıştırmalık mutlaka eklenmelidir.
POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016 19
KARDİYOLOJİ
KABLOSUZ KALP PİLLERİ HAYAT KURTARIYOR ARİTMİNİN TEDAVİSİ
Prof. Dr. Enis Oğuz Liv Hospital Kardiyoloji Uzmanı
Her yıl dünyada 17.5 milyon kişi kalp hastalıkları nedeniyle yaşamını yitiriyor. Ülkemizde 3,5 milyon kronik kalp hastası bulunuyor. Özellikle kalp ritim bozukluğu hayatı ciddi olarak tehdit ediyor. Kalbin dakikada ortalama 60-100 defa atması ve bu atışların belli bir ritmik düzeyde olması gerekiyor. Kalp ritminin bozulmasına ise aritmi adı veriliyor. Kalp kasının kasılması için elektrik uyarısına ihtiyaç var. Gereken elektrik uyarı kalbin sağ kulakçığında sinüs düğümü denen noktadaki özel hücreler tarafından üretiliyor. Kalp kasına elektrik geldiğinde bu elektrik bir kas hücresinden diğerine yayılarak kasılmayı başlatıyor. Bu yapılarda çıkan bozukluklar ise aritmiye yol açıyor. 75 yaş üzerinde her 10 kişiden birinde aritmi tespit edilebiliyor. Kalp atımının aşırı yavaşlaması durumunda vücuda yeterli miktarda kan ve oksijen gitmiyor. İşte bu durumda kalp pilleri önemli bir işlevi yerine getiriyor ve hayat kurtarıyor. ARİTMİNİN BELİRTİLERİ En sık görülen belirti kalp atışlarının rahatsız edici şekilde hissedilmesi, çarpıntı yapmasıdır. Çarpıntı hissi bazen saniyeler, bazen de saatlerce sürebiliyor. Baş dönmesi, bayılma, çabuk yorulma, halsizlik, göğüste sıkışma hissi gibi belirtiler de ritim bozuklukları ile beraber olabilir. Bazı aritmiler hiçbir belirti vermeyebilir ve başka bir sebeple yapılan muayene sırasında ortaya çıkabilir.
20 POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016
Bazı aritmi türlerinde hiçbir tedavi gerekmezken, bazılarında ritim bozukluğu ilacı verilmesi gerekiyor. En sık karşılaşılan ritim bozuklukları arasında olan atriyal fibrilasyonda, kalp içinde pıhtı oluşabiliyor. Bu pıhtının kalpten beyine atılması ile beyin damarı tıkanıp felç olabiliyor. Bu nedenle atriyal fibrilasyonlu hastalarda ömür boyu kan sulandırıcı ilaç kullanılması gerekiyor. Son yıllarda “kateter ablasyon” denilen tedavi yöntemi ritim bozukluğu hastaları için büyük umut oldu. Bu yöntemde bacak damarından kalbe ilerletilen özel teller kullanılıyor. Bu tellere kateter deniyor. Kateterlerin ucundan elektrik kaydı alınarak kalp içinde ritim bozukluğuna yol açan yer bulunabiliyor. Kateter ucundan verilen radyofrekans dalgaları veya kateter ucunun soğutulması ile bu yapılar donduruluyor. Böylece ritim bozukluğu ortadan kalkıyor. Birçok ritim bozukluğu türünde çok düşük riskle yüzde 100’e yakın başarı oranı ile tedavi mümkün oluyor. KALP HIZI YAVAŞLIYORSA... Kalp hızı yavaşlayan veya duraklayan hastalarda ise, kol saati büyüklüğünde kalıcı kalp pilleri yerleştiriliyor. Kullanmakta olduğumuz kalp pilleri enerji kaynağı ve elektronik devreler içeren bir metal kasa ve bu kasaya bağlanan elektrot kablolardan oluşuyor. Metal kasa köprücük kemiğinin aşağısında cilt altına yerleştiriliyor. Pilin yerleştiği yere pil cebi deniyor. Elektrot kablo ise köprücük kemiğinin hemen altından geçen toplardamar içinden kalbe gönderiliyor. Bir, iki veya üç kablolu piller var. Kablo sayısı düzeltilmek istenen hastalığa göre belirleniyor. Kalp pili yerleştirilen her on hastanın birinde istenmeyen durum meydana geliyor. Ne kadar çok kablo kullanılıyorsa o kadar problem yaşanma ihtimali var. Kalp pili bataryası tükendiğinde pil cebinin açılarak değişmesi gerekiyor. Çok operasyon istenmeyen durum ihtimalini arttırıyor. En önemli istenmeyen durumlar; iltihap, kablo kırılması, pil cebi erozyonu. Kablosuz kalp pillerinin çıkış nedeni bunları önlemek. BÜYÜK AVANTAJ SAĞLIYOR Kablosuz kalp pillerinin cilt altına yerleşti-
rilen bir parçası veya elektrot kablosu yok. Kasıktaki toplardamar içinden koroner anjiyografiye benzeyen bir teknikle yerleştiriliyor. Kullanmakta olduğumuz kalp pillerinin onda biri boyutunda bir cihaz. İstenildiği zaman kalp içinden geri alınabiliyor. Batarya ömürleri en az kablolu piller kadar. Manyetik alandan etkilenmedikleri için manyetik rezonans (MR) görüntüleme yapılabiliyor. Cilt altına yerleştirilen bir cihaz olmadığı için pil cebi iltihabı veya erozyonu gibi istenmeyen durumlarla karşılaşma ihtimali yok. Kablolu kalp pillerine bağlı ciddi problemlerden biri de kablolara bağlı istenmeyen durumlar. Kabloların kırılması, yalıtım problemleri, iltihabı hayati sonuçlara yol açabiliyor. Omuz bölgesine yakın yerleştirilen kablolu kalp pilleri hastaların beşte birinde ağrı, omuz hareketlerinde kısıtlılık gibi hayati olmayan ama can sıkıcı durumlara yol açabiliyor. KENDİ KENDİNE ŞARJ OLAN PİLLER ÇIKABİLİR Kablosuz kalp pilleri kalbi sadece tek noktadan uyarabiliyor. Bu nedenle tek kablolu kalp pillerinin eş değeri. Tüm kalp pillerinin dörtte biri tek kablolu kalp pili olarak takılıyor. Bu nedenle kablosuz kalp pilleri tüm hastalar için uygun değil. Kablosuz kalp pilleri yerleştirilmesi operasyonu ile ilgili riskler bildiriliyor. Operasyon başarısı yüzde 100’e yakın olmakla birlikte kalp pilinin bu yöntemle takılamadığı hastalar oluyor. Nadiren operasyon sırasında kalp kasının delinmesi gibi ciddi istenmeyen durumlardan bahsediliyor. Bununla beraber her yeni uygulamada olduğu gibi operatör deneyimi arttıkça istenmeyen durumların azalması bekleniyor. Kablosuz kalp pilleri birkaç yıldır birçok hastanın tedavisinde kullanıldı. Ülkemizde de bir hastaya başarıyla uygulandı. Yakın gelecekte dışarıdan görülmeyen, kalp içine yerleştirilen, çok noktadan daha etkin uyarı yapabilen hatta kendi kendine şarj olabilen kalp pillerine sahip olabiliriz. TEDAVİDEN SONRA DİKKAT EDİLMESİ GEREKENLER • Kalp pili hastalarının düzenli kontrolü; kalp pilinin hastanın ihtiyaçlarına göre programlanması, kalp pili tedavisinin etkisini ve batarya ömrünün daha uzun olmasını sağlıyor. • Kan sulandırıcı ilaç kullanan hastaların aylık kan ölçümlerinin takibi ise, inme ve kanama riskini azaltıyor. Fazla miktarda çay-kahve tüketilmesi, alkol alımı ritim bozukluklarının tetiklenmesine neden olabilir. • Başka hastalık için olsa bile yeni bir ilaç kullanılacaksa aritmiyi takip eden hekimin bilgilendirilmesi gerekir. • Ataklar halinde ritim bozukluğu olanların atak anında en yakın sağlık kuruluşuna giderek EKG kaydı yaptırması takip eden hekim için son derece değerli olacaktır.
KALP SAĞLIĞI
SPORCU ÇOCUK VE GENÇLERDE KALP SAĞLIĞI Sağlıklı yaşam için düzenli spor yapmak yetişkinlerde olduğu gibi çocuklarda da oldukça önemli. Bunun yanında eğlence, iyi vakit geçirme amaçlı spor yapan geniş bir toplum kesimi bulunmaktadır. Daha küçük bir grup ise sporu profesyonel bir iş olarak yürütmektedir. Her ne amaçla olursa olsun spora başlama yaşı genellikle çocukluk veya gençlik döneminde olmaktadır. Genç bir sporcunun, özellikle en sağlıklı göründüğü spor aktivitesi sırasında ani ölümü son derece dehşet vericidir. Bu nedenle, örnek olaylar toplumun dikkatini çok fazla çekmekte, medyada geniş yer almakta, bu tip olayların tekrarlanmaması için neler yapılması gerektiği tartışılmaktadır. Çocuk Kardiyolojisi Uzmanı Prof. Dr. Osman Küçükosmanoğlu, spora başlarken kalp sağlığı açısından yapılması gereken tarama ve çocuklarda kalp sağlığı hakkında önemli bilgiler verdi. GENÇ SPORCULARDA ANİ KARDİYAK ÖLÜM Çocuklarda ve gençlerde gerek okuldaki spor faaliyetleri sırasında, gerekse amatör veya profesyonel spor müsa-
bakaları sırasında görülen ani kardiyak ölüm (AKÖ) önemli toplum sağlığı sorunudur. Genç sporcularda travmaya bağlı olmayan ölüm nedenleri arasında en ön sırada yer alır. Sporcularda AKÖ çok çeşitli kalp-damar hastalığına bağlı olarak ortaya çıksa bile daha çok doğuştan veya edinsel malformasyonlar ile ilgilidir. SPORA BAŞLARKEN YAPILMASI GEREKEN TARAMA Kalp sağlığı açısından değerlendirme sadece profesyonel sporcular ile sınırlı tutulmamalıdır. Amatör veya eğlence amacıyla yapılacak yarışmalı spor aktivitesi öncesinde de mutlaka kalp taraması yapılmalıdır. İlk aşamada sporcu adayının ayrıntılı öyküsü, aile öyküsü alınmalı ardından tam bir fizik muayene yapılmalıdır. Daha sonra öykü ve fizik muayenesi normal olanlarda elektrokardiyografi (EKG) çekilmeli ve değerlendirilmelidir. Bu aşamada sorun saptanmaz ise spora katılım izni verilir. Öykü, fizik muayene ve/veya EKG de şüphe uyandıran bir bulgu saptanırsa
Prof. Dr. Osman Küçükosmanoğlu Medicana International İstanbul Hastanesi Çocuk Kardiyolojisi Uzmanı
ileri tetkik ve değerlendirme aşamasına geçilir. Bu aşamada ekokardiyografi, eforlu EKG, 24 saatlik Holter EKG kaydı, kalp sintigrafisi, bilgisayarlı tomografi, MR, kalp kateterizasyonu ve anjiografi incelemelerinden gerekli görülenler yapılır. Bu tetkikler arasında uygulanması kolay, hastaya zarar vermeyen (non-invaziv) bir yöntem olması nedeniyle ekokardiyografi incelemesi daha sık olarak yapılmaktadır. Çocuk ve gençlerin spora katılım öncesi kalp sağlığı yönünden değerlendirilmesi ile ani kardiyak ölümlerin büyük kısmı önlenebilir. Ailelerin, öğretmen ve okul idarecilerinin, spor yöneticilerinin farkındalığını artırmak öncelikle yapılması gereken işlerin başında gelmektedir.
POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016 21
KALITSAL METABOLİZMA HASTALIKLARI
TEK TEDAVİSİ DİYET OLAN HASTALIK: Fenilketonüri (PhenylKetonUria)
Tedavi edilebilen, erken tanı ve diyet ile kontrol altına alınabilen bir hastalık. Çok basit testlerle tanı konup uygun tedavilerle normal zekaya sahip, normal gelişim gösteren bireyler olabilirler. 22 POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016
Fenilketonüri, kalıtsal bir hastalık. Türkiye hastalığın en sık izlendiği ülkelerden biri. Doğan her 4500 bebekten biri fenilketonüri ile doğuyor. Hastalık erken tanı ile tedavi altına alınmadığı takdirde, beyine ciddi derecede kalıcı hasar veriyor. Tek tedavisi ise, ömür boyu diyet.
TARAMA TESTLERİ ÇOK ÖNEMLİ
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı ve Çocuk Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Serap Sivri, Fenilketonüri hakkında sorularımızı yanıtladı. PS: Fenilketonüri nasıl bir hastalık sebebi ve görülme sıklığı nedir? Prof. Dr. Serap Sivri: Doğuştan gelen kalıtsal metabolik ve genetik olarak çekinik genlerle (otozomal resesif) aktarılan dünya üzerinde de en sık görülen metabolik bir hastalıktır. Özellikle Türkiye bu hastalığın en sık görüldüğü ülke. Her 4-4.5 bin canlı doğumda bir görülüyor. Yılda 1.5 milyon çocuk doğduğunu varsayarsak, her yıl 500-600 çocuk bu hastalıkla doğuyor. Karaciğerde salınan Fenilalanin hidroksilaz denilen enzimin eksikliği bu hastalığın sebebi. Karaciğerde bulunan fenilalanin hidroksilaz enzimi çalışmadığı ya da az çalıştığı için, bu hastalıkla doğan çocukların yaşam boyu fenilalaninden kısıtlı bir diyet uygulamak zorundadırlar. Diyetle alınan ve vücudun fenilalanin gereksinimi karşılandıktan sonra kalan kısmı fenilalanin hidroksilaz enzimi tarafından diğer bir protein yapı taşı olan tirozine çevrilir. Ancak enzim görevini tam yerine getiremez ise, alınan fenilalanin kanda yükselir ve ciddi derecede kalıcı hasar verir. PS: Bu enzim nasıl çalışır?
Prof. Dr. Serap Sivri: Yediğimiz içtiğimiz besinlerden, en çok da protein kaynağı olan besinlerden sağlıyoruz. Protein kaynağı olan besinler ise; hayvansal kaynaklı tüm gıdalarda et süt, tavuk, balık, yumurta, peynir, yoğurt ve bunların girdiği tüm besinlerde yüksek oranda protein var. Bunun ışında tahılların içinde yani buğdaygiller, baklagiller, fasulye, nohut, un makarnada, erişte de yüksek oranda var. Meyve ve sebzelerde daha az protein olduğundan fenilalanin az. Ancak muz, patates gibi bazılarında yüksek oranda bulunabiliyor.
Prof. Dr. Serap Sivri: Bu enzim sağlıklı insanlarda doğuştan itibaren düzenli çalışır. Enzimin amacı besinlerle aldığımız proteinlerden biri olan fenilalanin dediğimiz aminoasiti metabolizma etmek. Bir nevi fabrikada öğütmek kullanılabilir hale getirmek gibi. Normalde yediğimiz içtiğimiz besinlerin içinde bulunan proteinin yapı taşı olan bu fenilalanin aminoasiti sayesinde gerekeni kullanır gerekmeyen idrar, dışkı ile atılımını sağlarız. Olmazsa olmaz bir aminoasit. Fenilalanin her insan belli miktarlarda gerekli, çünkü protein yapı taşı olduğu için organlarımızın doğru çalışması, beynin gelişmesi, büyüme, cilt sağlığı ve vücutta işleyen tüm metabolik yolaklarda çok önemli rol oynuyor. Hatta kan hücrelerinin yapısına bile giriyor. Dolayısıyla bu aminoasitin vücutta olmaması düşünülemez.
PS: Sağlıklı insan ve fenilketonüri hastanın değerlerini karşılaştırdığınızda nasıl bir tablo çıkıyor?
PS: Fenilalanini nerden sağlıyoruz?
Prof. Dr. Serap Sivri: Aslında tek bir or-
Prof. Dr. Serap Sivri: Hepimizin aç veya tok kan analizine baksak 0,5 mg-1.5 mg/dL kadar çıkar. Sağlıklı insan ne kadar çok yerse yesin, en fazla 1-1.5 mg/ dL çıkar. Yeni doğanda bu enzim eksikse, anne sütü veya anne sütüne benzer bir mama ya da inek sürü ile besleniyorsa, aldığı fenilalanini vücut metabolize edemediği için kan ve vücut sıvılarında artmaya başlıyor. Enzim eksikliği olanlarda ilk beslenmeye başlama ile yani anne sütünü almasıyla bile enzim 50 mg/dL gibi çıkabilir. Kısmi enzim çalışıyorsa 10-20 mg/dL arası seyredir. PS: En çok hangi organa zarar veriyor ve tanıda ilk bulgular nelerdir?
Prof. Dr. Serap Sivri Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD Çocuk Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı Öğretim Üyesi
gana zarar verir, o da beyin. Beyin gelişimi sırasında yüksek fenilalanin sinir kılıfına zarar veriyor, sinir kılıfının tamamen hasar görmesine, oluşamamasına ya da oluşanın yıkılmasına neden oluyor. İlk göze çarpan bulgu, gelişim basamaklarının geri olması. Yani bir çocuğun normalde birinci ayın sonunda başının dik tuttuğunu, gülümsediğini, annesini tanıdığını düşünürseniz PKU’lu bebeğin bütün bu basamakları yapamadığını görüyoruz. 3-5 aylık oluğunda bu bulgular çok bariz belli oluyor. Aileler de bu şikayetlerle başvururlar. PS: Tanı konulmaz veya tanıda gecikme olduğundan gelişimi nasıl ilerliyor? Prof. Dr. Serap Sivri: Bu hastalıkta zaman içinde tanı konup önlem alınmazsa POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016 23
“PKU ÇİFTLERİN SAĞLIKLI BEBEK DÜNYAYA GETİRME ŞANSI VAR” ANCAK...
gelişim geriliği ilerliyor ve ağır zihinsel yetersizlikle karşı karşıya kalıyor. Hastalıklı bireylerin ağır derecede zihinsel özürlü olmaması, hastalığın erken dönemde tanımlanıp, yaşam boyu kan fenilalanin düzeyinin güvenli sınırın altında tutulması ve yaşam boyu uygulanan düşük proteini diyet ile sağlanmaktadır. PS: Geç tanı alsa da düzenli diyet uygulandığında beyin gelişiminde olumlu bir seyir izlenebiliyor mu? Prof. Dr. Serap Sivri: Beyin bazı fonksiyonları düzeltebilme becerisine sahip. Bu hastalarda motor fonksiyonlar gecikmeli olarak da olsa, yerine gelebilir. Örneğin geçte olsa 3-5 yaşında yürümeye başlayabilir, merdivenden inip çıkabilir, koşabilir, oynayabilir ama zihinsel fonksiyonlar bir kere etkilendiğinde, bir daha düzelmesi mümkün olmaz. Bu çocuklar ömür boyu çok ağır zihinsel yetersizlikle baş etmek zorunda kalırlar. Konuşamazlar. Şiddet davranışları gösterebilirler. Çevreye kendilerine ciddi zarar verebilirler. Ancak tüm bu olumsuzluklara rağmen hastalık ağır seyretse de ölümcül değildir. PS: PKU’da yenidoğan tarama testi ile erken tanı şansı var. Başka hangi metabolik kalıtsal hastalıklar bu kapsamda taranıyor? Prof. Dr. Serap Sivri: Sağlık Bakanlığı 1993 yılından itibaren PKU tarama programı başlattı. 2006’dan itibaren de dört kalıtsal metabolik hastalığı da kapsayacak şekilde tarama ve kayıt altına almaya başladı. Her doğan çocuk PKU araş-
24 POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016
tırılmak üzere doğumu izleyen 1-2 gün içinde topuktan alınan birkaç damla kan ile test yapılıyor. Fenilketonüri dışında konjenital hipotiroidi, kistik fibrozis ve biyotinidaz eksikliği de araştırılıyor. Bugün Türkiye’de doğan ve hatta göçmen çocuklarımızda dahil tüm çocuklarımızın yenidoğan taraması Sağlık Bakanlığı tarafından ücretsiz olarak uygulanıyor. Bu sayede fenilketonüri hastalığı herhangi bir zihinsel engellik ortaya çıkmadan tanınmış oluyor. Eğer tarama uygun koşullarda yapılmış ise 10-15 gün içerisinde sonucu görmüş oluyoruz. PS: Fenilketonüri hastası çiftlerin sağlıklı bebek dünyaya getirme şansı var mı? Prof. Dr. Serap Sivri: Evet var, ancak gebe kalmadan yani döllenme olmadan önce üç ay çok sıkı diyet yaparak sağlıklı çocuk sahibi olabilir. Eğer uygun diyet yapmıyorsa, eşinden hastalığını saklayarak gebe kaldı ise ayrıca yüksek kan fenilalanin düzeyine sahip olursa, bu aynen çocuğuna yansıyor. Bu durumda anne karnında yüksek fenilalaline maruz kalan bebek hasta olarak doğuyor. Çocuğun baş çevresi küçük oluyor, doğum ağırlığı düşük oluyor, çeşitli organ ve beyin gelişimi anomalileri ve zihinsel yetersizlik oluşuyor. Dolayısıyla kesinlikle fenilketonürili bir anne kontrolsüz bir şekilde gebelik gerçekleşirse ağır özürlü bir çocuk sahibi olur. Mutlaka gebe kalmadan takip edildikleri merkezden danışmanlık almalarını istiyoruz. PKU kamplarımızda da ergen kızlarımıza bunu anlatıyoruz. PS: Anne karnında teşhis edilebilir mi?
Diğer çocukların da PKU olma riski nedir? Prof. Dr. Serap Sivri: Ailede herhangi bir metabolik kalıtsal hastalığın görülmediği ve sağlıklı olduğunu bilen çiftlerin bile doğuma kadar bebeğin hangi metabolik riski taşıdığını bilmek mümkün değil. Bebek metabolik hastalıkla doğabilir. Evlenmeden önce ve bebek sahibi olmaya karar verilmeden önce genetik danışmanlık almak, gen analizi yaptırmak hem maliyet hem de teknik olarak tercih edilmiyor. Şayet ilk çocukta bu tanı konulursa ikinci çocuğunda % 25 gibi ihtimalle aynı hastalığı olma riski vardır. Anne ve babanın taşıyıcı olduğu durumlarda doğan çocuk % 50 taşıyıcı olur ya da % 25 normal olur. Bu bilgiyi PKU’lu ailelere mutlaka veriyoruz, ikinci gebelikte anne karnında teşhis yöntemleri için bize başvurmalarını istiyoruz. PS: Bu yöntemler nelerdir? Prof. Dr. Serap Sivri: İki tür yöntem var. Gebelik gerçekleştikten sonra ve gebelik gerçekleşmeden önce aldığımız yöntemler. Aslında hastalıktan hiçbir şekilde korumak mümkün değil. Yumurta ile sperm birleşirken hangi genetik tip aktarılacak bunu önceden bilemezsiniz. Tamamen bir piyango gibi. Gebeliğin 12-14.haftasında ceninle plesanta birleşim noktasından alınan örnekle genetik analiz yapıyoruz. Analiz bize bebekte PKU veya başka bir kalıtsal hastalık var mı bilgisini veriyor. Eğer varsa ve aile gebeliği devam ettirmek istemiyorsa gebeliği sonlandırıyoruz. Veya preimplantasyon genetik tanı ile döllenme
aşamasında laboratuvar ortamında, aynı tüp bebekte olduğu gibi hücre halindeyken alıp analiz yapıyoruz, hasta ise o yumurtayı kullanmıyoruz. Sağlıklı yumurtayı anne rahmine transfer ederek tüp bebek yöntemiyle devam ediyoruz. PS: Tek tedavisi diyet olan PKU’lu bebekler doğumdan itibaren nasıl besleniyor? Prof. Dr. Serap Sivri: Yeni doğandan itibaren kullanılan çok özel bir mama var. Bu mamanın içinde fenilalalin hiç yok. Laboratuvar ortamında yapay üretilen bir ürün. Yapı taşı olan fenilalalin içermeyen proteinleri bu mamanın içine tek tek ilave ediyorsunuz. Çocuğun büyümesi için ihtiyacı olan tüm besinler, vitaminler ve mineraller bu mamanın içinde var. İlk 6 ay bu özel diyet mama ve az miktarda fenilalanin ihtiyacı da olduğundan bir miktar da anne sütü ile besleniyorlar. Anne sütü bebek için çok değerli olmasına rağmen fenilalanin yüksek. Bu sebeple bir öğün anne sütü öneriyoruz. Bazı anneler fenilalalini yükselttiği için sütlerini vermek istemiyorlar. Oysa belli oranda fenilalanin de almaları gerekiyor. Bu durumda normal bebek maması ile takviye yapıyoruz. Daha sonra bu bebeklere proteinden az sebze, meyvelerle beslenme programı uyguluyoruz. ‘‘İLK ÜÇ YIL TEDAVİNİN EN ÖNEMLİ OLDUĞU DÖNEM’’ Prof. Dr. Serap Sivri: Beyin gelişimi yaşamın ilk iki yılı %80, üçüncü yıl sonunda ise %90 tamamlanır. Çok hızlı bir gelişim olan bu yıllar bizim için en önemli yıllar. Tedavinin en yoğun olarak yapılması gereken yıllar. Sinir kılıfı gelişimi 10-12 yaşına kadar devam ediyor. Diyeti hiç bırakmıyoruz. İnsan yaşamında her şey yüksek zekayı gerektirmiyor. Ancak yönetici işlevlerinde yıkımlar olmaması ve yaşamı mümkün olduğunca kaliteli geçirmeleri için ömür boyu diyet tedavisi bu yüzden tüm dünyada kabul edilmiş bir tedavi.
rini takip etmek ve kontrole gitmek zorundadır. Son olarak vermek istediğiniz mesajınız var mı ? Prof. Dr. Serap Sivri: İki mesaj vermek isterim. Özellikle ailelere. Kalıtsal metabolik hastalıklar akraba evliliği olduğunda daha yüksek çıkıyor. PKU da taşıyıcılık %50-55 civarında. Her metabolik hastalık yüz güldürücü tedavilerle gitmiyor. PKU’lu bir çocuk doğduğunda bir sonraki çocukta da görülebilir. Bu sebeple PKU ile birlikte tüm metabolik kalıtsal hastalıklar için akraba evliliğine dikkat çekerek daha çok farkındalık yaratmamız gerekiyor. Diğer mesajım üreticilere. Tüketilmesi gereken diyet ürünleri ile ilgili sorunlarımız var. Felilalanin içermeyen mamalar oldukça pahalı. SGK kapsamında geri ödemesi oluğundan mamanın temini aileye çok yük getirmiyor. Ayrıca yaş gruplarına göre aylık 80-120 TL arasında da destek alıyorlar. Ancak, toplumumuzun beslenme alışkanlığında ekmek olmazsa olmaz. Yerleşmiş bir yemek kültürümüz var. Bizim çocuklarımız vejetaryen bile olamıyorlar. Çünkü bulgur, nohut gibi önemli tahılları da tüketemiyorlar, aileler verilen desteğin üç katını harcıyorlar. Bu katkı payı arttırılabilir, tümüyle geri ödeme kapsamına alınabilir. Marketlerde gördüğünüz her proteini kısıtlı ürünler PKU için uygun değil. Makarna, bisküvi gibi çok tüketilen ürünler üreticiler için cezbedici bir pazar olmayabilir ama buna bir sosyal sorumluluk olarak bakmaları, daha fazla ürün üretmeleri gerekiyor.
YASAK GIDALAR Et ve et ürünleri (tavuk, balık, hindi, kırmızı et, salam, sosis, sucuk, sakatat vb…) Süt ve süt ürünleri (yoğurt, ayran, cacık, peynir) Kuruyemişler (fındık, leblebi, fıstık, ceviz, badem vb.) Kurubaklagiller (kuru fasulye, nohut, mercimek, bakla, soya çeşitleri, barbunya vb.) Unlu mamüller (makarna çeşitleri, ekmek, poğaça, yumurta, simit, kraker, bisküvi)
PS: Diyet programı nasıl belirleniyor? Prof. Dr. Serap Sivri: Her çocuk için kan fenilalanin seviyesine, yaşına ve kilosuna göre farklı bir diyet programı uygulanır. Hekim tarafından günlük alması gereken fenilalanin miktarı hesaplanır ve bu miktarlar doğrultusunda ölçülü olarak tüketeceği ağırlıklı olarak bitkisel proteinli gıdalar (sebze-meyve) diyetisyen tarafından menüye dönüştürülür. Bu diyetin uygulanması ile kan fenilalanin düzeyi istenen sınırlarda tutulmakta, beyinde hasar oluşumu engellenmektedir. Diyet uygulayan bireyler yaşam boyu belli aralıklarla fenilalanin kan seviyelePOPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016 25
SOSYAL SORUMLULUK
DİYETLERİ GİBİ ÖMÜR BOYU SÜRECEK DOSTLUKLARIN TEMELİ ATILDI
B
u yıl üçüncüsü düzenlenen Fenilketonüri (PKU) Kampı’nda 41 şehirden, 9-17 yaş arasında 117 fenilketonürili (PKU’lu) çocuk biraraya geldi. Fenilketonüri ve diğer Kalıtsal Metabolik Hastalıklı Çocuklar Vakfı (METVAK) ile Geleceğin Yıldızları tarafından düzenlenen kamp, 17-23 Ağustos 2016 tarihleri arasında Uludağ’da gerçekleştirildi. Nutricia Medikal Beslenme’nin koşulsuz desteği ile düzenlenen kampa, PKU’lu çocukların yanı sıra doktor ve diyetisyenler de katıldı. Ömür boyu düşük proteinli bir diyet uygulamak durumunda olan çocuklar, kamp süresince hem sosyal aktivitelerle aynı diyetleri gibi ömür boyu sürecek dostluklar kurdu, hem de daha önce hiç tatmadıkları lezzetleri kendi diyetlerine uyarlamak üzere mutfağa girdi. Fenilketonürinin toplum genelinde farkındalığı oldukça düşük olduğu için, çocukların çevrelerine özel durumlarını aktaramadıklarını ve bu yüzden sosyal gelişimlerinde sıkıntı yaşadıklarını belirten METVAK Yönetim Kurulu Üyesi ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastalıkları ve Çocuk Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Serap Sivri, kampın çocukların
26 POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016
kendilerini ifade becerileri için de büyük önem taşıdığını vurguladı. Sosyal hayat içinde kendilerini ifade etme becerilerinden diyetini kendi düzenlemeye kadar pek çok alanda deneyimlerini paylaşan kampçılar, tıpkı diyetleri gibi ömür boyu sürecek dostlukların da temelini attı. Kamp süresinde kız çocuklarına PKU ve annelik konusunda bilgilerin verildiğini belirten Prof. Dr. Sivri, “İleride anne olacak çocuklarımızı bugünden gerekli bilgilerle donatarak PKU’lu çocukların bugünleri kadar yarınlarına da rehberlik etmeyi amaçlıyoruz” dedi. KAMP, DİYETİSYENLER İÇİN DE ÖNEMLİ BİR DENEYİM Kampın tüm mutfak eğitiminden ve yönetiminden sorumlu METVAK Yönetim Kurulu Üyesi ve METVAK-MUTFAK diyetisyeni Uzman Diyetisyen Elif Figen Kutluay da çocuklarla beraber mutfağa girip düşük proteinli yiyeceklerini kendilerinin nasıl hazırlayacağını birebir gösterdi. Kampta ömürleri boyunca kullanabilecekleri pratik tarifleri öğreterek çocukları geleceğe hazırladıklarını vurgulayan
Kutluay, kampın ayrıca diyetisyenler için de büyük önem taşıdığına dikkat çekti. Diyetisyenlerin de kampta mutfak deneyimi kazandığını ve bu şekilde PKU konusunda uzmanlaşmış, deneyim kazanmış bir diyetisyen topluluğu geliştiğini belirten Kutluay, “Bu çocuklar çok sınırlı bir besin grubunu tüketebiliyor. Diyetlerinden asla kopmamaları lazım ve bunu mümkün kılmanın tek yolu çocukların tüketebileceği tarifleri üretmekten geçiyor. Bu hassas reçeteler de mutfağa girmeden kağıt üzerinde oluşturulamıyor” dedi. TÜKETEBİLECEKLERİ HAZIR ÜRÜN AZ VE PAHALI Ülkemizde düşük protein içeren özel ürünlerin üretilmediğine dikkat çeken Elif Figen Kutluay; “Başka ülkelerin çocuklarına göre bizim çocuklarımız uyum konusunda biraz sıkıntı yaşıyorlar. Çünkü diğer ülkelerin çocukları belki ürün bulma konusunda çok daha şanslı. Ülkemizde hasta sayısı fazla ancak tüketebilecekleri ürün sayısı az. Devlet, çocuğun büyümesi gelişmesi için gerekli olan sentetik aminoasit dediğimiz mama konusunda destek oluyor. Az da olsa maddi katkı da veriyor ama bu da yeterli değil.
Ne yazık ki yaşam boyu sürecek olan bu diyette protein kaynağı olmayan ve daha düşük protein içeren özel ürünlerin ülkemizde üretimi yok. Örneğin paketi 1.5 -2 TL olan makarna, PKU hastaları için özel üretildiğinde 250 gramı 12 TL. Bu durum çocukların diyetini zorlaştırıyor. Bitkisel proteinli sebze-meyve dışında bu çocukların nişasta kökenli düşük proteinli unla yapılan bazı ürünleri tüketebilme şansları var. Diyetlerine yardımcı olanlarda bu ürünler. Nişastalı unla hazırlanan düşük proteinli atıştırmalıklar onların bu zoru diyetlerine bir ölçüde zenginleştiriyor. Yardımcı ürünlerimiz yok. Hastalara bu anlamda da zorluk yaşatmış oluyorsunuz. Hastaların yaşamlarını nasıl kolaylaştırabiliriz diye METVAK uygulama mutfağı aracılığı ile bu ürünlerin yapımı konusunda yardımcı oluyoruz. Tanı konulduktan sonra takip edildikleri merkez tarafından yönlendirilen diyetisyenler, hastanın alması gereken protein kaynaklarını hesaplıyor. Belirli aralıklarla da kontrole çağırılıyor. Ancak kontrol süreci dışında anneyi kaderi ile baş başa bırakıyorsunuz. Anneler bebeklerini kucaklara aldıklarında çocuklarına nasıl yetecekleri kaygısı ve suçluluğu ile yaşarken diğer kaygıları da mama dışında nasıl besleyecekleri oluyor. Ürünleri tamamen nişasta kökenli bir unla yapmaya çalışıyoruz. Bu her ürün için zor. Çünkü nişastada gluten yok bu yüzden de kabarmaz. İstenilen kalitede ürün yaratılamaz. Çocuğa bunu beğendiremezsiniz, yediremezsiniz. Bu durumda çocukta yiyecek çalma eğilimi oluşur ve kanda fenilalanin düzeyi sınırın üstüne çıkar. Anne suçlanır. Ve bu bir kısır döngüye girer. “OLMAZSA OLMAZ, EKMEK” Öncelikle bizden ekmek yapımını öğrenmek istiyorlar. Belediyenin böyle bir hizmeti var. Biz de METVAK olarak 3
Osman Gözet, Prof. Dr. Serap Sivri, Elif Figen Kutluay.
bin ekmek yapıyoruz. Ve ihtiyacı olanlara yolluyoruz. METVAK mutfakta tüm tüketebilecekleri ürünleri deniyoruz, annelere ekmekten peynire, sucuğa kadar nasıl yapacaklarının eğitim veriyoruz. Aile ne tüketiyorsa ona uygun ürün üretmeye çalışıyoruz. Bu sebeple Metvak Mutfak olarak elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Anneler bir şeyler öğrendikçe mutfaktan mutlu ayrılıyor.” ÖZEL ÇOCUKLARA DESTEK OLACAK KOÇLAR YETİŞİYOR Geleceğin Yıldızları Genel Müdürü Osman Gözet, PKU Kampı’nın örnek bir sosyal sorumluluk projesi olarak geleneksel hale gelmesinden ve projenin paydaşı olmaktan dolayı mutluluk duyduklarını belirtti. “Deneyimli ve dinamik Geleceğin Yıldızları kamp ekibi sayesinde 1 haftalık kamp süresince çocuklara çeşitli aktivitelerle sosyal ve fiziksel becerilerini geliştirme imkanı yaratıyor, hatta sadece çocuklara değil ailelerine ve yaşadıkları ortama taşıyabilecekleri deneyimleri onlara sunuyoruz. Her kamp sonunda çocuklardaki mutluluğu ve gelişimi görmek, ailelerin güzel yorum ve teşekkürlerini almak bizlere gurur veriyor” diye konuşan Gözet, geçen yıllarda PKU Yaz Kampına kampçı olarak bu programa katılan ve örnek liderlik özellikleri gösteren 18 yaş grubu 10 gencin eğitim programını tamamlayarak “özel çocuklara” destek olabilecek koçlar olarak görev aldıklarını dile getirdi. Gö-
zet, bir kampçının da koçluğun ötesine geçerek PKU diyetisyeni olma yolunda ilerlediğini ifade etti ve bu proje sayesinde pek çok başarı hikayesi çıktığını ve çıkmaya devam edeceğini belirtti. Sosyal sorumluluk yaklaşımı çerçevesinde kampa koşulsuz destek sağlayan Nutricia Genel Müdürü Evren Doğu, “Bu proje ile geleceğimizin mimarları çocuklarımızın hayatına bir nebze de olsun katkıda bulunmaktan mutluluk duyuyoruz. Türkiye’nin dört bir yanından gelen çocuklarımız, kendilerini yalnız hissetmiyorlar; hem kamp yapıyorlar, hem de deneyimlerini paylaşıyorlar. Onların mutluluğu ve enerjileri bizleri de mutlu ediyor” diye konuştu. DANONE GÖNÜLLÜLERİ’NDEN ÖZEL ETKİNLİK Kamp kapsamında; Danone’nin sütlü ürünler, su, medikal beslenme ve anne bebek beslenmesi iş birimi çalışanlarından oluşan Danone Gönüllüleri çocuklarla özel bir etkinlik gerçekleştirdi. Kamp katılımcısı çocuklar, yaş kategorilerine göre oluşturulan gruplarda 130 parçadan oluşan yap-bozları en hızlı şekilde tamamlamak için zamanla yarıştılar. Danone Gönüllüleri, yarışma sonunda kazananlara kitap armağan etti.
POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016 27
METABOLİZMA HASTALIKLARI
OSTEOPOROZU ÖNLEYEBİLİRSİNİZ Prof. Dr. Nilgün Güvener Demirağ Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Liv Hospital
Dünyada her yıl yaklaşık 9 milyon kolay kırılmadan sorumlu tutulan osteoporoz, kadınları ilgilendiren bir sorun olarak görülse de erkeklerde de ileri yaşlarda sıklıkla görülüyor.
lehine değişmeye başlar. Dolayısıyla bu yaşa kadar ne kadar yüksek zirveye ulaşılırsa, ileriye yönelik kemik kaybının getireceği sorunları önlemek o kadar kolay olur.
Osteoporoz yani kemik erimesi çoğunlukla ileri yaşta ve kadınlarda özellikle menopozdan sonra sıklıkla görülen bir hastalık. Ancak erken yaşta önlem almak kemik yoğunluğunu zirveye taşımak kemik erimesinin önlenmesi açısından hayati önem taşıyor.
Günümüz koşullarında özellikle kapalı mekan çalışanlarda, güneşle teması olmayanlarda, gıdalarla yeterli kalsiyum alamayanlarda; kemik problemlerinin çok daha erken yaşlarda başlıyor. Pek çok insan yaklaşık 30 yaşına kadar zirve kemik kitlesine ulaşır. Ancak bu yaş sonrasında yapım-yıkım dengesi yıkım
30 YAŞINDAN SONRA KEMİK YIKIMA BAŞLAR
28 POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016
Kemiğin önemli işlevleri arasında, vücut bütünlüğü ve yapısını sağlama, organları koruma, kasların tutunmasını sağlama ve kalsiyum başta olmak üzere mineral deposu olması mevcuttur.
Kemik sürekli yenilenen bir organdır ve yıkılıp yerine yenisi yapılır. Gençken yeni kemik yapımı yıkımdan daha hızlıdır kitlesini artırma yönünde bir denge mevcuttur. Pek çok insan yaklaşık 30 yaşına kadar zirve kemik kitlesine ulaşır. Ancak bu yaş sonrasında yapım-yıkım dengesi yıkım lehine değişmeye başlar. Dolayısıyla bu yaşa kadar ne kadar yüksek zirveye ulaşılırsa, ileriye yönelik kemik kaybının getireceği sorunları önlemek o kadar mümkün olabilir. FAZLA TUZ KALSİYUM KAYBI YAPIYOR Genetik, kuşkusuz hastalıklara meyilde çok önemli bir belirleyicidir. Çevresel etmenler, düzeltilebilir olmaları nede-
niyle çok önemlidir. Beslenmede yeterli kalsiyum alımı, D vitamini eksikliğinin önlenmesi ve buna yönelik yeterli gün ışığı maruziyeti, bunun mümkün olmadığı durumlarda D vitamini desteği, egzersiz, yüksek tuzlu beslenmeden kaçınma, dengeli beslenme, potasyum içerikli meyve sebze tüketimleri, sigara ve alkolden uzak durma kazanılması gereken yaşam alışkanlıklarıdır ve bu alışkanlıkların çocukluktan itibaren kazanılması, korunma adına oldukça önemlidir.
Türkiye’de de hazır gıdaların tüketiminin artışı, tuz tüketimini de artırmıştır.
suz olum uzun n a ı d r ısın ilaçla da ik aç n en Kem ları bilin ak zoru uma r m ç o n u k a n l so re kul ar için malı ve l ü a s an yodik hast ygul olan kolleri u ğu peri lu o prot k yoğun elidir. i m n m e e l k iz
Yoğun tuz tüketimi de kemik sağlığını olumsuz etkiler. Diyette alınan tuz miktarının fazlalığı, idrar kalsiyumunun geri emilimini bozup kalsiyum kaybına neden olur. Pek çok ülkede olduğu gibi
KEMİK SAĞLIĞIMIZI OLUMSUZ ETKİLEYEN FAKTÖRLER •Dengesiz beslenme, yetersiz kalsiyum, magnezyum, potasyum alımı •Hareketsizlik •Gün ışığından yeterli yararlanamama •Sigara ve alkol kullanımı
NORMAL
•Cinsiyet, düşük vücut kitle indeksi ve yaş •Beyaz ırk •Ailede osteoporoz öyküsü •Hormonel sorunlar (yüksek tiroid ve paratiroid hormon düzeyleri, kadında estrojen, erkekte testosteron eksikliği, yüksek kortizol salgısına neden olan Cushing hastalığı..) •Yeme bozuklukları, anoreksiya nevroza, bulumia, kilo verdirmeye yönelik yapılan bariatrik cerrahiler, Celiac hastalığı gibi malabsorbsiyona neden olan barsak hastalıkları •Kronik böbrek yetmezliği, transplantasyon •İlaçlar: Uzun süreli kortikosteroid içerikli ilaç kullanımı, epilepsi tedavisinde kullanılan ilaçlar, bazı antidepresanlar (SSRI), mide asit salgısını azaltmaya yönelik verilen proton pomapa inhibitörleri, aromataz inhibitörleri…
OSTEOPOROSIS POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016 29
ONKOLOJİ
KANSER İMMÜNOTERAPİSİ: TIBBI VE TAMAMLAYICI TEDAVİLER
kanserin vücudun diğer kısımlarına yayılmasını durdurarak veya immün sistemin kanser hücrelerini yok etme etkinliğini arttırmasına yardım ederek etkisini gösteriyor olabilir. PS: İmmünoterapide tıbbi tedaviler hangi başlıklarda toplanıyor ve klinik sonuçlar ne gösteriyor? Prof. Dr. Canfeza Sezgin: Monoklonal antikorlar, non-spesifik immünoterapiler ve kanser aşıları da dahil olmak üzere birkaç immünoterapi türü var. Kanser hücrelerine karşı pasif ve aktif olarak tanımladığımız bir dizi immünolojik müdahaleler yapılmaktadır. İki ana başlıkta toplarsak; Pasif Hücresel immünoterapi ve Aktif spesifik immünoterapi diyebiliriz. Pasif Hücresel immünoterapide lenfokin ile aktive edilen katil (LAK) hücreleri veya tümör-infiltrating lenfositler (TILS) gibi efektör hücreler hastadan elde edilerek laboratuvar ortamında çoğaltılır ve hastaya geri verilerek antikanser immun yanıt elde edilir. Son klinik çalışmalarda son derece umut verici sonuçlar elde edilmiştir. Pasif Hümoral İmmünoterapide ise dışarıdan antikorların verilmesiyle pasif hümoral immünoterapi yapılmaktadır. Bu teknikler henüz geliştirilmekte olup klinik yararları belirsizdir.
İç Hastalıkları ve Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Canfeza Sezgin kanser immünoterapisinde gerek tıbbi gerekse tamamlayıcı tedavi yaklaşımları ile ilgili sorularımızı yanıtladı. Prof. Dr. Canfeza Sezgin İç Hastalıkları ve Tıbbi Onkoloji Uzmanı
PS: İmmünoterapi kanser tedavisinde nasıl etki ediyor?
mmünoterapi kanserle savaşmak üzere vücudun doğal savunmasını arttırmak için tasarlanmış bir kanser tedavi türüdür Günümüzde kanserde iyileşme oranlarının arttırılmasında immün sistemin rolünün geçmişe göre daha iyi anlaşılması nedeni ile bu alanda yoğun bir şekilde tedavi ajanları geliştirilmeye çalışılmaktadır.
Prof. Dr. Canfeza Sezgin: İmmün sistem fonksiyonunu iyileştirmek, hedeflemek veya tamir etmek için ya vücut tarafından ya da laboratuvarda üretilmiş materyalleri kullanmaktadır. İmmünoterapinin kanseri nasıl tedavi ettiği tamamen açık olmamasına rağmen, kanser hücrelerinin büyümesini yavaşlatarak veya durdurarak,
İ
30 POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016
Aktif spesifik immünoterapi ise kendiliğinden kanser hücresine karşı etkin bir tepki geliştirmede başarısız bir konakçıda tümör antijenlerinin sunumunu arttırmak için kullanılan yöntemlerdir. Hücresel bağışıklık çok özel ve iyi tanımlanmış antijenlere uyarılabilmektedir. Konakçıyı uyarmak için farklı teknikler kullanılabilir. Bu teknikler peptidler, DNA veya tümör hücrelerinin verilmesini (konakçıdan veya bir başka hastadan) içerir. Peptidler ve DNA genellikle antijen sunan hücreler (dendritik hücreler) kullanılarak verilir. Dentritik kanser aşıları yoğun kullanılmakla beraber uzun süren hastalık kontrolü çoğu çalışmada elde edilememiş, az sayıda araştırmada başarılı sonuçlar bildirilmiştir. Yan etkilerinin az olması özellikle tedavi seçeneği olmayan hastalarda alternatif bir tedavi olarak görülmesini sağlamaktadır. PS: Günümüzde immünoterapi tedavisinde hangi grup ilaçlar daha başarılı? Prof. Dr. Canfeza Sezgin: Bağışıklık yanıtlarının gelişmesini baskılayan yolakların hedeflenmesine yönelik ilaçlar immünoterapinin ön plana çıkmasını sağlamıştır. Bu yolaklara etkili ilaçlar sayesinde kanser tedavisinde kemoterapinin önüne geçen çok etkili tedaviler geliştirilmiştir. Bu gruptaki ilaçlar bağışıklık sistemini doğal olarak baskılayan immun sistemin kontrol noktasını bloke eden antikorlardan oluşur. Sitotoksik T lenfosit ile ilişkili protein
4 (CTLA4), programlanmış hücre ölümü protein 1 (PD1) ve programlanmış hücre ölümü ligand 1 (PD-L1)’ i hedefleyen antikorlar günümüzde akciğer kanseri, melanom ve böbrek kanserinde başarılı faz III çalışma sonuçlarıyla tedavilerde ilaç ruhsatı ile kullanılmaya başlanmıştır. İpilimumab, pembrolizumab ve nivolumab gibi antikorlar bu gruptadır. İmmünoterapi ilaçları kemoterapinin etkisiz olduğu melanom ve böbrek kanserinde başarı sağlarken akciğer kanserinde de kemoterapiden daha iyi etkinlik göstermektedir. Şu an tedavilere dirençli kanserlerin tedavisinde kullanılırken önümüzdeki yıllarda daha erken aşamada kullanımlarının onaylanması beklenmektedir. Diğer kanserlerde de faz III çalışmaları devam etmektedir.
nin korunmasına katkısı büyüktür. Kemoterapi alan hastalarda kemoterapinin yan etkilerinin azalmasını, tedavinin zamanında tamamlanma şansının artmasını desteklemektedir. Düzenli egzersiz yapan kanser hastalarında hastalık nüksü daha az olurken yaşam süreleri daha uzun olmaktadır. Bunda ideal kilonun korunması, kanser tedavisinin uzun süreli yan etkilerinin azalmasının yanı sıra dolaşımda tümör hücrelerinin saklanması için gerekli pıhtı oluşumunu azaltmasının da katkısı bulunmaktadır.
PS: Kanserde tamamlayıcı-doğal tedavilere karşı farklı görüşler var. Sizin de bu alanda çalışmalarınız var. Bu tedavileri hangi temel başlıklarda topluyorsunuz?
MEDİTASYON VE DUA: Kanser hastalarında stres veya depresyon gibi duygu durum bozukluklarının olması ve bunun kronikleşmesi, kortizol yüksekliği ile immün sistemin baskılanmasına, kanser seyrinin kötüleşmesine, yaşam süresinin kısalmasına neden olmaktadır. Meme kanserinde stresin kanser hücrelerinin kemik metastazı yapmasını kolaylaştırdığı preklinik çalışmalarda gösterilmiştir. Sadece kanser hastaları değil sağlıklı insanların da kronik stres veya depresyon gibi sorunlarla mücadele etmek için kendilerine yardımcı uygulamalar belirlemesi gereklidir. Dua veya meditasyon gibi yaklaşımlar bu konuda oldukça yararlıdır. Ayrıca egzersiz en etkili antidepresanlardan biridir. Nefes terapileri insanların kendi kendilerine yapabileceği en önemli stres azaltıcı yaklaşımlardandır.
Prof. Dr. Canfeza Sezgin: Her bireyin duygu durumu, beslenmesi, stresi, egzersiz kapasitesi, hayat alışkanlıkları ve genetiği birbirinden farklıdır. Tamamlayıcı tedaviler bu farklılıklar temel alınarak bütüncül bir tıp anlayışı ile hastalıktan çok hastanın kendisinin iyileştirilmesini hedefler. Birçok disiplinin beraber kullanılmasıyla yapılan tamamlayıcı tedaviler, hastalıkların tıbbi tedavisinin yanında uygulanarak integratif tedavi kavramını oluşturur. Bu grubu oluşturan destek tedavilerini şu ana başlıklarda toplayabiliriz: BESLENME VE İDEAL KİLONUN KORUNMASI: Besinlerde sağlık için optimum yararı olan fitokimyasallardan zengin gıdaların tercih edilmesi çok önemlidir. Çalışmalarda halk arasında şeker olarak tarif edilen basit karbonhidratların yoğun tüketilmesinin kanserin metastaz yapmasını ve hastalık progresyonunu arttırabildiği gösterilmiştir. Beslenmede şeker, früktoz şurubu, alkol, işlenmiş gıdalar, trans yağlar, yanık yağlar / et, işlenmiş kırmızı et tüketiminin ağırlıkta olması kanser riskini arttırmaktadır. Bu gıdaların vücutta iltihabi reaksiyona neden olması, immün sistem hücrelerinin işlevlerini bozması nedeni ile gıdalar içinde alınmaması gereklidir. Yeni çalışmalar kanser tanısından sonra kilo alınmasının özellikle meme kanserinde yaşam süresini kısalttığı, kanserin tekrarlama riskini arttırdığı gösterilmiştir. Bunda yağ hücrelerinin kanser kök hücrelerini uyaran büyüme faktörlerini salgılaması kadar immün yanıtın bozulmasının da rolünün olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle ideal kilonun korunmasında beslenme ve egzersiz planlaması hayati önem taşımaktadır. EGZERSİZ: Egzersiz gerek ideal kilonun korunmasına gerekse hormonal denge-
Egzersiz yapılması ile immün sistemin desteklenmekte ve özellikle natural killer hücreleri başta olmak üzere antitümör efektör hücrelerin aktivitesinde artış sağlanmaktadır.
NUTRİSYONEL VE BOTANİK DESTEKLER: Çeşitli bitki ve besinsel faktörler bağışıklık sistemini olumlu yönde desteklemektedir. Bununla ilgili 3 grupta değerlendirme yapılabilir. T hücreleri üzerine etkisi: Astragalus, beta glukan, tıbbi mantarlar, ginseng, viscum album gibi bitkiler başlıca T hücrelerinin uyarılmasını destekleyerek antikanser özellik gösterirler.
Prof. Dr. Canfeza Sezgin: Çeşitli sağlık sorunlarında yardımcı olarak kullanılan hipertermi, kanserde uygulanan tıbbi tedaviler; kemoterapi, radyoterapi gibi kanserin temel tedavileri ile beraber kanseri iyileştirmek, kanser hastalarına ait yaşama süresini uzatmak ve hastaların hayat kalitelerini arttırmak amacıyla yardımcı ve tamamlayıcı kanser tedavisi olarak uygulanmaktadır. Yapılan bilimsel çalışmalarda yüksek ısının kanser hücrelerine hasar verdiği veya öldürdüğü gösterilmiştir. Kanser hücrelerinin öldürülmesi ve kanser hücrelerinin yapısını oluşturan proteinlere zarar verilmesiyle kanser kitlesinde küçülme sağlanabilmektedir. Hipertermi tedavisinin antikanser etkinliğinin altında ayrıca immün sistemi uyarıcı etkisinin de yattığı düşünülmektedir. Kanser hücreleri, hiperterminin zararından korunmak için hücre zarlarında HSP70 ekspresyonunu arttırmakta, bu da immün sistem hücrelerinin kanser hücrelerine bağlanıp yok etmelerine yardımcı olmaktadır. PS: Modern tıbbın yanı sıra geleneksel tedavilerinin önemine dikkat çekiyorsunuz ve bu konuda önemli araştırmalarınız da var. Bu araştırmalara “Tam Şifa” kitabınız da yer verdiniz. Kitabı hazırlama amacınızdan bahsedermisiniz? Prof. Dr. Canfeza Sezgin: Bu kitap aslında bir kılavuz, bir anahtar. Aynı zamanda 2329 bilimsel referans içeriyor. Kitap tanıtımında da belirttiğim gibi bütüncül tıp yaklaşımında sağlık sorunlarının tek bir organın veya sistemin hastalığından ziyade, vücudun bütününde bir soruna bağlı geliştiği kabul edilmektedir. Çünkü hastalık iyileşmez, insanlar iyileşir. Bu görüşe inanmam nedeni ile hastalıklarda tıbbi tedavinin yanı sıra beslenme tarzı, yaşam tarzı, gıda takviyeleri ve bitkisel destekleri de içeren bir kitaba ihtiyaç duyulduğunu gördüm. Yıllarca yaptığım araştırma ve bilgilerimi sadece sağlık çalışanlarına değil, bütün insanlara açık ve anlaşılır bir şekilde sunmam gerektiğine inandım. Röp: Zeynep Çetinkaya
Sitokin üretimine ve diğer immün efektör hücrelerine olan etkisi: Sarımsak, kakule, klorella, biber gibi bitkiler ile çinko ve selenyum gibi besinsel faktörler bu sahada etkili olup yardımcı olabilmektedir. Antikor üretimi üzerine etkisi: Kapari, ekinezya gibi bitkiler ile probiyotikler ve propolis gibi doğal destekler antikor üretimini arttırılmasına yardımcı olarak antikanser etki gösterebilmektedir. PS: Hipertermi son dönemlerde kanser tedavisinde sıklıkla kullanılıyor. Hipertermi nasıl etki gösteriyor? POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016 31
DOSYA KONUSU
Diyabet
“TİP 1 DİYABETTE EN İYİ TEDAVİ, İYİ KAN ŞEKERİ KONTROLÜDÜR” DİYABET VE GEBELİK: DİYABET GEBELİĞE ENGEL DEĞİL ANCAK TAKİP ÖNEMLİ DİYABET VE BESLENME: RENKLİ DİYET SEKTÖR ÖZEL: MAYANIN İNSÜLİNE DÖNÜŞEN YOLCULUĞU NOVO NORDİSK “DİYABET BİR TRAJEDİ VE ASLINDA BERBAT DURUMDAYIZ” Dr. Shaukat Sadikot-IDF Başkanı 32 POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016
T
üm dünya da olduğu gibi ülkemizde de diyabetli birey sayısı artmaktadır. TURDEP I, TURDEP II arasında %95’lere kadar yükselen artış görüldüğünün anlaşılması müthiş bir moral bozukluğu ve telaş yaratmıştır. Son yıllarda ülkemizdeki diyabetli sayısının 10-11 milyon civarında olduğunu söylemek abartı olmaz. Bunun yanısıra ülkemizdeki obezite oranlarının artışı gelecekte ülkemizdeki diyabetli sayısının düşünülenin de üzerine çıkaracağını beklemek gerçekçi bir yaklaşım olur. Ayrıca sağlık giderlerinin tahminen %11’inin sadece diyabet hastaları için harcandığı da bilinmektedir. Çok iyi bilenen başka bir özellik ise “Komplikasyonlar Hastalığı” olarak tanımlanan diyabette komplikasyon sayısı arttıkça maliyetlerin 8 kata kadar arttığıdır. Bu da diyabet tedavisinin daha dikkatli ve hassas düzeyde yapılması gerekliliğini gösterir. KOMPLİKASYONLAR Diyabetin çok bilinen ve çok konuşulan komplikasyonlarını mikrovasküler (nefropati, nöropati ve retinopati) ve makrovasküler (inme, kardiyak angına, MI, periferik arter hastalığı) olarak ikiye ayırmak mümkündür. Bu çok bilinen komplikasyonların yanısıra eklem, kas, yürüme, ayak, seksüel sorunlar, otonomik nöropati sıkıntıları gibi komplikasyonların ile depresyon, demans ve bilişsel fonksiyonlarda azalma, bazı ilaç gruplarının olumsuz etkileri de dikkate alınması gereken komplikasyonlar olarak dikkati çekmektedir. Özellikle depresyon, demans ve kognitif fonksiyon kaybı gibi komplikasyonların yaşlı diyabetli insan sayısı arttıkça daha da sık görüleceği beklenmelidir. Bu komplikasyonlar da hem insülin rezistansı hem glisemik kontrol düzeyleri ve hem de inflamasyon şiddetini etkileyen faktörlerle çok ilişkili gibi görünmektedir. Pankreasın, beta hücrelerinin dinamiğinin daha da anlaşılır olması, sağlıklı bireylerdeki fizyolojik ayarların anlaşılmasını sağlamıştır. Bu da diyabetiklere yeni tedavi çığırı açmaktadır. Diyabet tedavisinin ana hatları eğitim, beslenme, egzersiz ve ilaç tedavileri olarak sıralanır. Bunlar içerisinde ilaç tedavilerinde önemli gelişmeler olmaktadır. Son yıllarda kullanıma giren GLP-1 analogları ve DPP-4 inhibitörleri ile ilgili çok önemli yeni bilgilere sahip olduk. Bunlar pankreatik ve ekstrapankreatik etkiler olarak sıralanabilir. Özellikle ekstrapankreatik etkilerden çok fazla söz edilecekmiş gibi görünüyor. Dünyada kullanıma giren ülkemizde de yakın bir zamanda kullanıma gireceğini düşündüğümüz SGLT-2 inhibitörleri özellikle hiperglisemisi önlenemeyen, şiddetli ani kan şeker yükselmesi olan olgularda önemli düzelmelere vesile olabilir. Yeni geliştirilen bu ilaçlar ve kla-
“KOMPLİKASYONLAR HASTALIĞI” DİYABET
sik uygulanan ilaçlarla birlikte daha etkin kombinasyonlar yapma şansımız artmıştır. Diyabet tedavisinde insülin uygulama biçimlerinde (Autonomy çalışması) yöntemleri ve insülin pompa uygulama yöntemlerinde yeni gelişmeler diyabet ayarının kontrol altına alınmasında çok yararlı olacak gibi görünmektedir. Şüphesiz tedavilerdeki gelişmeler kadar kan şekeri ölçüm ve izlem yöntemlerinde de önemli gelişmeler olmaktadır. Bunlardan en çok önemsenmesi gerekeni non-invaziv uygulamaların giderek gelişiyor olması umut verici gelişmelerdir. OBEZİTE DİYABET İLİŞKİSİ Obezite ve diyabet arasındaki ilişkinin detayları endoplazmik retikulum stresi üzerinden gelişiyor gibi görünmektedir. Dolayısıyla hücre içerisindeki stresin iyi anlaşılması için daha detaylı incelemelere ihtiyaç var gibi görünmektedir. Bunun yanısıra genetik incelemelerin daha da geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması gerekmektedir. Diabetes Mellitus konusunda daha çok detaylı araştırma gereken alanlar beyin, bağırsak mikrobiyatası, kas dokusu ve yağ dokusu özellikle detaylandırılması gereken alanlardır.
Prof. Dr. İlhan Yetkin Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı
madan), yeni medikal yöntemleri bulmak gerekir. Sonuç olarak diyabet ve diyabetlilere hizmet olarak daha fazla zaman ayırmanın yanısıra, diyabet ve obezite konusunda yeni araştırmalara da ihtiyaç olduğu tartışmasız gereklidir.
Obezite tedavisinde, özellikle de morbid obezlerde bir tedavi seçeneği olarak uygulanan bariatrik cerrahi yöntemlerinde başarı ve başarısızlıkların çok dikkatli ve gerçekçi bir anlayışla irdelenmesine ihtiyaç olduğu gerçeği ortadadır. Bu uygulamalarda Tip 2 diyabete olan etkilerinin de özenle irdelenmesi gerektiğine inanılmaktadır. Obez bireylerin yağ dokularını hangi yöntemle olursa olsun azaltmayı başardığımızda benzer sonuçları alma ihtimali yüksek gibi görünmektedir. Dolayısıyla yağ kütlesinin azaltılmasının, ciddi organ travması yaratmadan (ameliyat yapPOPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016 33
DOSYA BELİRTİLER
TİP 1 DİYABETTE EN İYİ TEDAVİ, İYİ KAN ŞEKERİ KONTROLÜDÜR
Tip 1 diyabette en sık gözlemlenen belirtiler; yoğun ani ve soğuk terleme, baygınlık hissi, çarpıntı, sıkıntı, bulanık görme, acıkma, gerginlik, durgunluk, konsantrasyon güçlüğü, kişilik değişikliği, ellerde titremedir. KOMPLİKASYONLAR Diyabetli bireyin diyabetini etkili bir şekilde tedavi etmesi hayatidir. Eğer insülini düzenli yapılmazsa hatta insülin dozlarını atlarlarsa, Tip 1 diyabette vücutta hiç insülin üretilemediği için 2. veya 3. enjeksiyonu atlanmasından sonra kan şekerinin çok yükselmesine ve alınan besinleri vücudun kullanamamasına bağlı olarak şeker yüksekliği komasıyla karşı karşıya kalabilirler. Bu ‘Ketoasidoz’ dediğimiz tablo, ölüm riski taşır. Bu nedenle diyabetin düzenli olarak tedavi edilmesi, insülin dozlarının vücudun artan ihtiyacına göre arttırılması diyabetin sağlıklı bir şekilde izlenmesi açısından çok önemlidir.
TİP 1 DİYABETİN SEBEPLERİ
Prof. Dr. Oğuzhan Deyneli Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma BD.
Diyabet, insülinin eksikliği veya etkisizliği sonucu ortaya çıkan bir hastalık. Toplumda daha sık görülen diyabet formu olan Tip 2 diyabet, insülinin yeterince etki gösterememesi sonucu ortaya çıkar. Toplumun genellikle %90-95’i Tip 2 diyabetlidir. Tip 1 diyabet ise daha seyrek olarak görülmesine rağmen küçük yaşlardan itibaren başlar ve ömür boyu insülin kullanılmasını gerektirir. Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma BD öğretim üyesi Prof. Dr. Oğuzhan Deyneli ile tanıdan tedaviye Tip 1 diyabette güncel durumu ve gelecek tedavileri konuştuk.
34 POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL- EKİM
Tip 1 diyabette vücut kan şekerini hissedip ona göre insülin salgılayan pankreasımızdaki beta hücrelerini yabancı bir hücre gibi zannediyor ve ona saldırıyor. Bu saldırının sonucunda da pankreastaki beta hücreleri fonksiyon göremez hale geliyor ve bir süre sonra da tümüyle yaşamsal işlevlerini yitiriyor. Tip 1 diyabetin kesin sebebi bilinmemektedir. Ancak genetik yatkınlığı olan bir kişide bir viral infeksiyon ya da çevresel bir tetikleyici söz konusudur. Risklere baktığımızda aile öyküsü, genetik ve bulunduğunuz coğrafya etkilidir diyebiliriz. TİP 1 ÖNLENEBİLİR Mİ? Tip 1 diyabetliler yani vücudunda hiç insülin olmayan bireyler için dışarıdan mutlaka insülinin yerine konulmasına ihtiyaç var. Vücudun direnç sistemini zayıflatan bir takım ilaçlar süreci 6-7 ay geciktirebiliyorlar ama yaptıkları iş bununla sınırlı kalıyor. Dolayısıyla vücudun direncini zayıflatarak enfeksiyon riskini artıran bu tedavilerin kullanımının karşılığında ne yazık ki diyabet ancak birkaç ay ertelenebiliyor. Tip 1 diyabetin önlenmesi konusunda araştırmalar yapılıyor ancak şu anda tıbbın elindeki imkânlar ve kullanılan tedavi seçenekleriyle diyabeti önleyecek bir tedavi gösterilememiştir. 2016
Eğer kan şekerler iyi kontrol edilmezse, düzenli kontroller yapılmazsa, tansiyon ve kan yağları yükselir ve tedavi edilmezse ilerleyen dönemde hızlıca böbreklerde hasara, süzme fonksiyonunun kaybına yol açan değişiklikler meydana gelebilir. Böbrek yetmezliği ile diyalize ihtiyaç gösterebilecek bir süreç içerisine girebilirler. Göz damarlarında hasar meydana gelerek görmenin bozulmasına ve körlüğe yol açabilmektedir. Sinir hücrelerinin harabiyetine yol açan bir değişiklik olur, ayakların yeterli hissetmemesine, ağrıyı hissedilmesine yol açabilir. Ağrının hissedilmemesinin aslında çok önemli olumsuz sonuçları da olabilir. Sinir hücrelerimiz fonksiyon göremez hale gelebilir. Kan şekerinin aniden düşmesi : HİPOGLİSEMİ Düzenli kan şekeri izlemi, hipogliseminin önündeki en önemli etkendir. Eğer kan şekeri düzenli izlenirse, fark etmeden meydana gelecek bir kan şekeri düşüklüğü de erken dönemde fark edilerek önlem alınabilir, tekrarlamasının da önüne geçilebilir. Diyabetli bireyler her zaman hipoglisemilerini hissettiklerini iddia ederler ama aslında bu çoğu zaman doğru değildir. Genellikle hipoglisemilerin ancak 1/3’ünü ya da yarısını hissedebilirler. Diyabetli bireyler kan şekerini düzenli izlediklerinde aslında hipoglisemilerinin ne kadar azını fark ettiklerini, önemli bir kısmını fark etmeden günlük yaşam içinde geçirdiklerini ve o dönemde de bir takım hatalar yaptıklarını göreceklerdir. Dolayısıyla sağlıklı kalmak için kan şekerinin düzenli izlenmesi en önemlisidir.
TANI KRİTERLERİ Diyabet tanısı koymak biraz da nasıl başladığıyla fark edilen bir durumdur. Amerikan Diyabet Cemiyeti (ADA; American Diabetes Association), Avrupa Diyabet Çalışmaları Birliği (EASD: European Association for the Study of Diabetes) ve Uluslararası Diyabet Federasyonu (IDF: International Diabetes Federation) yayımladıkları klavuzlarda Tip 1 diyabet tanı kriterlerini ve testlerini belirlemişlerdir. Bu laboratuvar testleri doktorlara kesin tanı koymada yardımcı olur. Tip 1 diyabet genellikle daha gürültülü bir tabloyla başlıyor ve hızlı kilo kaybı, çok su içme, sık idrara çıkma, halsizlik, yorgunluk, bulanık görme gibi kan şekeri yüksekliğinin belirtilerinin daha belirgin olduğu bir klinik tabloyla kendini gösteriyor. Glikozile hemoglobin (A1C: HbA1c) başta olmak üzere açlık plazma glukozu (APG), günün herhangi bir zamanında ölçülen kan glukozu gibi birçok test ile tanı konuşmaktadır. Tip 1 diyabetin tanısında C-peptid testi de pankreasın ne kadar insülin salgıladığını gösteren bir laboratuvar testidir ve bunun ölçülmesi doktorlara yardımcı olur. Beta hücrelerine yani kan şekerini ölçüp ona göre salgılayan hücrelerimize yönelik antikorların kanda ölçülmesi de yine tip 1 diyabetin tanısının konulmasında doktorlara yardımcı olan testlerdir. Fakat bunların ölçülemiyor olması veya bu testlerin sonucunun henüz elimizde olmaması da tanı koyulmasına engel değildir. Eğer klinik tablo uygunsa yine bunu Tip 1 diyabet gibi kabul edip insülin tedavisine başlıyoruz. Tedaviye başlanması ile takip döneminde, belli aralıklarda ek olarak farklı laboratuvar testlerinin periyodik aralıklarla yapılması gerekir. İNSÜLİN İĞNELERİ ARTIK KORKUTMUYOR İnsülin ilk kullanıma girdiği zaman enjeksiyon sistemleri zor sistemlerdi. Bugün kullanılan sistemler teknolojik gelişmeler sayesinde insülin keşfinden sonraki mucize diyebiliriz. İnsülin uygulama sistemleri o döneme göre kıyasladığımızda çok ince uçlarla ve keskinlikle enjeksiyonu mümkün olduğunca ağrısız hale getirilmiştir. Sadece iğneler değil, sistem de değişti. Kalemler günlük hayatınıza devam ederken rahatlıkla uygulanabiliyor, cepte taşınabiliyor ve oda sıcaklığında bozulmuyor. Diyabetli bir bireyin dışarıdan aldığı insülinle diyabeti olmayan bir birey gibi yaşamanı sürdürmesi mümkün. Ancak insülin tek başına kan şekeri düzeyini kontrol etmez. Eğer verilen diyet programlarına uymaz ve düzenli egzersiz yapılmazsa dünyadaki hiçbir insülin diyabeti kontrol altına alamaz.
İ
yi kan şekeri kontrolü diye özellikle vurgulamamızın sebebi, diyabeti olmayan bireyler gibi sağlıklı ve uzun bir ömür sürmelerini istememizdir.
TEDAVİDE SEÇENEKLER ARTIYOR Diyabetin tedavisinde teknolojinin de gelişmesi ile seçeneklerimiz artıyor. Bir tedavi seçeneği olarak biyonik pankreas ya da yapay pankreas üzerinde ciddi çalışmalar var. Gelecekte pankreasımızın yaptığı gibi şekeri ölçüp yine pankreasımızın yaptığı gibi de yapılan ölçümlerinin sonucuna göre, kan dolaşımına insülin veren bir cihaz ile diyabet tedavi edilebilir. Elimizde sürekli insülini cilt altından vücudumuza veren insülin pompaları var. Bu cihazlar 24 saat boyunca sürekli bizim ayarladığımız dozda insülini cilt altına gönderiyorlar. Yemek yediğimizde de yiyeceğimiz yemeğin miktarına göre ne kadar insülin göndermemiz gerekiyorsa biz üstünden ayarlama yaparak gönderiyoruz, cilt altına giden insülinle kan şekerimiz dengede kalıyor. Bu intredermal sistemler bir fark yaratabilecek gibi görünüyor. Aynı şekilde 7 güne kadar varan süreyle 24 saat boyunca kan şekerini ölçüp bunu kaydeden ve 7 gün üzerinizde taşıyabildiğiniz şeker ölçüm sistemleri var. Bu sistemler kan şekerlerini gösteriyorlar, pompa insülini vücuda gönderiyor. Eğer bu iki sistemi birleştirebilirsek biyonik pankreas elde edebilir. Tip 1 diyabet tedavisi için tümüyle olmasa bile pankreasın işlevini bizim yükümüzü oldukça hafifletecek şekilde üstlenen cihazlar kullanıma girecek gibi görünüyor. Dolayısıyla biyonik ya da yapay pankreas ilerleyen yıllar için belki 5-10 yıl içinde diyabet tedavisinde biraz daha ulaşılabilir bir tedavi seçeneği gibi görünmektedir. Nano teknoloji alanında da birçok çalışma var. Kola takılan plasterdeki gözle görülmeyen küçük iğnelerle terdeki
şekeri ölçerek insülin yollama üzerinde çalışmalar var. Uygulamayı kolaylaştıracak astım tedavisinde kullanılan inhaler sistemleri üzerinde çalışmalar var. Yemeklerden önce tokluk kan şekerini kontrol edilebilecek şekilde günde üç kez kullanılabiliyor. Günümüzde elimizdeki imkanlarla kan şekeri kontrolünü sağlayabiliyoruz. Gelecekte teknolojideki gelişmelerle ve AR-GE çalışmaları ile diyabeti olan bireyleri tamamen diyabeti olmayan bir insanınkine benzer hale getirilecektir.
Sık idrar etme Çok susama Bulanık görme Yorgunluk Bulantı Huzursuzluk Acıkma Konsantre olamama
KAN ŞEKERİNİZİ ÖLÇTÜRÜN!
POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016 35
DOSYA
DİYABET GEBELİĞE ENGEL DEĞİL ANCAK TAKİP ÖNEMLİ
Yrd. Doç. Dr Seçil Kahveci Elsürer Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Konya Medicana Hastanesi
Tanı ve tedavi yöntemleri gelişmediği yıllarda anomalili bebek doğumları, zor doğumlar, doğum yaralanmaları, düşükler, anne hayatını tehdit eden komplikasyonlar hatta ölümler sık gözlenirken, günümüzde binlerce diyabetik kadın problemsiz bir gebelik dönemi geçirerek sağlıklı bebek sahibi olabilir. Diyabetle yaşamayı bilen ve kontrollerini düzenli yaptıran bu hastalarının diğer gebelerden pek bir farkı yoktur. Ancak gebe kalmadan önce ve gebelik döneminde bilinmesi, dikkat edilmesi gereken bazı noktalar vardır. Gebelik isteyen diyabetik kadınlar gebelik öncesi danışma için başvurmalı ve gebelik öncesinde şeker kontrolü sağlanmalıdır. Gebelik öncesi detaylı bir fizik muayene yapılmalı, böbrek, göz, kalp, sinir sistemi ve dolaşım sistemi kontrolleri yapılmalıdır. Şeker hastalığı uzun süreli olduğunda damarlarla ilgili sıkıntılara yol açtığı için detaylı bir sistem taraması yapılmalıdır. Bu sistemlerle ilgili bir problem varlığında gebelik sıkıntılı olacağı için önce gerekli tedaviler yapılmalı sonra gebeliğe izin verilmelidir. Gebelik öncesi kan şekeri kontrolü çok önemlidir. Kanda bakılan Hemoglo-
36 POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL- EKİM
bin A1c yakın zamanlı şeker kontrolünü değerlendirmede (8-12 hafta) etkilidir. Hemoglobin A1c değerinin 6’yı aştığı durumlarda bebekle ilgili anomali gözlenme riski artmaktadır. Beslenme değişikliği ve egzersiz oldukça önemli olmakla birlikte özellikle insülin tedavisi çok iyi sonuçlar vermektedir. Daha önce kullanılan ağızdan alınan şeker ilaçları gebelikte önerilmediğinden insülin tedavisine geçmek faydalı olacaktır. GEBELİKTEKİ FİZYOLOJİK DEĞİŞİMLER DİYABET HASTALARI İÇİN RİSK YARATABİLİR Gebelikte vücudun enerji ihtiyacı artar. Artan enerji gereksinimini karşılamak için vücut kan şekerini yüksek tutma eğilimindedir. Bunu da kan şekerini arttırıcı yönde etki eden bazı hormonların kandaki seviyesini arttırarak yapar. Bu hormonların ve yine gebelikte artan östrojen, progesteron gibi hormonların etkisiyle insülin direnci gelişebilir. Yani insülin hormonu etkisiz hale gelir, görevini yapamaz. İnsülin hormonunun bu şekilde etkisiz hale gelmesi kan şekerinin yüksek kalmasına neden olur. Gebelikteki bu fizyolojik değişimler diyabet hastaları için risk yaratabilir. Düzenli kontroller ile insülin doz ayarlamaları bu süreci rahat atlatmayı sağlayacaktır. GESTASYONEL DİYABET Bazı gebelerde de pankreas hücrele2016
ri gebeliğin ilerlemesiyle yeterli insülin salgılayamaz, bu nedenle daha önce diyabet belirtisi olmadığı halde gebelik boyunca kan şekeri yükselebilir. ‘Gestasyonel Diyabet' olarak adlandırılan bu tablo, gebelik bitiminde genellikle düzelir. Genellikle ailesinde çok sayıda diyabetik kişiler bulunan, 30 yaşın üzerinde, fazla kilolu hamileler gestasyonel diyabet açısından risk taşırlar. Hiç risk taşımasa bile yaklaşık tüm gebelerin %4’ünde gözlendiği için anne adaylarına 24-28. gebelik haftalarında tarama testi önermek gerekir. Tarama testi sonuçlarına göre riskli grupta beslenme önerileri, egzersiz ile kan şekeri takibi önemlidir. Bir grup hastada insülin gereksinimi olmaktadır. Erken başlanan tedavilerle bu hastalarda anne ve bebek açısından oldukça iyi bir gidişat izlenir. Kan şekeri kontrolü iyi olmayan gebelerde anomalili bebek (kalp, santral sinir sistemi, iskelet sistemi, genitoüriner sistem ve sindirim sisteminde çeşitli anomaliler ) düşük, gelişme geriliği, iri bebek, gebelik tansiyonu, zor ve travmatik doğum, bebek doğduktan sonra da başta hipoglisemi (kan şekeri düşmesi), hipokalsemi (kalsiyum düşüklüğü) ve hiperbilirubinemi (bilirubin yüksekliği) olmak üzere ciddi yeni doğan problemleri ortaya çıkma riski artmıştır. DÜZENLİ KAN ŞEKERİ KONTROLÜ İLE SIKI BİR GEBELİK TAKİBİ BU RİSKLERİN ÖNLENMESİNE YARDIM EDECEKTİR Anne adayının durumunun farkında olması ve önerilere uyması çok önemlidir. Doğum şekli hastanın durumuna göre değişir. Eğer iri bebek ya da başka bir nedenle sezeryan gerekli değilse diyabetik anne adayı normal doğum yapabilir. Normal doğum yapmasına izin verilen gebeler doğum eylemi esnasında CTG ile sürekli monitorizasyona tabi tutulurlar ve bebekle ilgili sıkıntı bulgusunda doğum sezaryen ile gerçekleştirilir. Diyabetik anne adayının doğum yapacağı hastanenin yeni doğan ünitesinin diyabetik anne çocuğu bakımı konusunda tecrübesi olmalıdır. Doğumun hemen sonrasında insülin ihtiyacı azaldığından annenin insülin dozları tekrar ayarlanır. Bu hastaların doğum sonrasında düzenli kontrollerini yaptırması gerekmektedir. Diyabet hastalığı bazı sorunlara yol açabilmektedir ama günümüz şartlarında gelişen sağlık bilimleri ile düzenli takip olan gebeler problem yaşamadan gebelik sürecini geçirebilir ve sağlıklı bebek doğurabilirler.
DİYABETE RENKLİ DİYET Diyabet tedavisinde kan şekeri kontrolünü sağlamak, sağlıklı ve kaliteli bir yaşama sahip olmak için doğru beslenmenin öneminin büyük olduğunu belirten Uzman Diyetisyen İpek Ağaca Özger; ‘Doğru beslenme, yeterli meyve ve sebze tüketimini de kapsamalıdır. Lif bakımından zengin olan rengarenk meyve ve sebzelerin, kan şekeri yükselme hızını düşürmek, kabızlığı önlemek ve tokluk hissinin oluşmasını sağlamak gibi olumlu özellikleri var’ diyor. Sebze ve meyvelerin içindeki kompleks karbonhidratlar, vücudumuzda şekere yani glikoza dönüşür. Bu yiyeceklerin içeriğindeki karbonhidratların şekere parçalanma hızı yavaş olduğundan kan şekerini daha geç ve daha yavaş yükseltirler; bu yüzden meyve tüketiminden korkulmamalıdır. Tabii meyvelerin tüketim miktarına dikkat edilmelidir; ara öğünlerde 1 porsiyon meyve (kişinin ihtiyacına göre değiişmekle birlikte) tercih edilmelidir. Meyve ve sebzelerin renklerine dikkat etmek ise daha fazla çeşitte vitamin, mineral ve antioksidan alımını sağlar. Diyabetli kişilerin 5 renkte meyve ve sebze tüketmeye dikkat etmeleri gerekiyor. İşte Özger’in renkli sebze-meyveler listesi ve diyabet için faydaları: KIRMIZI MEYVE & SEBZELER Aşkın rengi kırmızıyı meyve ve sebzelere veren pigment likopen antioksidanıdır. Kırmızı meyve ve sebzeler: domates, karpuz, kuşburnu, çilek, kırmızı ahududu, greyfurt, nar, kırmızı biber, kızılcıktır. Kırmızı renk grubunda en düşük glisemik indekse sahip olan meyve greyfurt, en yüksek glisemik indeksi olan ise karpuzdur. Çok güçlü antioksidan kaynağı olan kırmızı sebze ve meyveler, diyabetli kişilerin sofrasından eksik olmamalıdır. SARI-TURUNCU MEYVE & SEBZELER Enerjinin sembolü olan turuncu renkteki meyve ve sebzeler, doğal bir bitkisel pigment olan, karotenoidler tarafından renklendirilmişlerdir. Bunlar; bal kabağı, havuç, şeftali, kayısı, kavun, mango, nektarin, portakal, mandalina, trabzon hurması, muşmula, malta eriği, ananas, papaya, limon, sarı biber, tatlı patates, mısır ve sarı domatestir. Turuncu renk grubunda yer alan turunç-
gillerin tüketiminde diyabetlilerin dikkat etmesi gereken nokta; meyvenin suyunu sıkmak yerine kendisini tercih etmeleridir. Böylece daha fazla posa alarak kan şekerlerinin hızlı yükselmesini engellemiş olurlar. Ayrıca; taze sıkılmış da olsa meyve sularının glisemik indeksinin bir miktar daha yüksek olduğu unutulmamalıdır. Sebzelerden tatlı patates ve havucun; meyvelerden ise kayısı ve kavunun glisemik indeksleri yüksek olan seçimler olduğu unutulmamalıdır. Bu meyve sebzeler, diğerlerine göre daha dikkatli tüketilmelidir. Diyabetlilerde meyvenin kurusundansa tazesini tüketmek daha doğrudur. Diyabetlilere bağışıklık sisteminin güçlenmesi için günde en az 1 avuç sarı ve turuncu meyve sebze tüketilmesini öneririm. YEŞİL MEYVE & SEBZELER Tabiatın, huzurun rengi olan yeşilin, meyve ve sebzelerdeki kaynağı ‘klorofil’ dir. Bu gruptaki besinler yüksek C vitamini içermeleri ile dikkat çekerler. Bunlar: yeşil üzüm, yeşil erik, kivi, lime, yeşil soğan, avokado, brokoli, kara lahana, marul, roka, taze nane, dereotu, tere, kuzukulağı gibi tüm otlar, taze fasulye, kabak, yeşil dolmalık biber, yeşil sivri biber, kuşkonmaz, bezelye, bruksel lahanası, salatalık, ıspanak, pazı, hardal, semizotu, tere ve diğer tüm yeşil yapraklı sebzelerdir. Diyabeti olan kişinin öğünlerde tüketeceği salataya yeşil renkteki sebzelerden en az bir tanesini koymasını öneriyorum. Kivi hem çözünür hem de çözünmez posadan zengin olması; hem de glisemik indeksinin çok yüksek olmaması sebebiyle diyabetli kişiler tarafından sıkça tercih edilmelidir. MOR MEYVE & SEBZELER Sakinleştirici özelliğe sahip olduğu bilinen mor renge sahip olan meyve ve sebzelere mavi-mor rengi veren pigment, ‘antosiyanin’ dir. Patlıcan, kırmızı pancar, mor lahana, kırmızı soğan, mor/ kırmızı turp ,böğürtlen, siyah ahududu, yabanmersini, incir, mor erik, kuru erik, mor&kırmızı&siyah üzüm, vişne, kiraz, kuş üzümü, siyah dut, kuru üzüm, kan portakalı gibi mor renkteki bu meyve ve sebzeleri mevsiminde ve düzenli tüketmeyi ihmal etmeyin.
İpek Ağaca Özger Uzman Diyetisyen
Mor üzüm, mor renkli meyveler arasında en yüksek glisemik indeksi olan meyvedir; diyabetlilerin tüketim miktarına daha çok dikkat etmeleri gerekir. Hücreleri hasar almaktan korumak için güçlü bir antioksidan olan antosiyaninlerden zengin mor renkteki meyve ve sebzelerin her gün en az 1 avuç tüketilmesini tavsiye ederim. BEYAZ MEYVE & SEBZELER Temizliğin, saflığın simgesi olan beyaz renkteki meyve ve sebzeler, rengini ‘antoksantin’ isimli pigment sayesinde almışlardır. Antoksantin, antioksidan özellikte olan bir flavonoidtir. Kaliteli posa içerikleriyle dikkat çeken beyaz renkli meyve ve sebzeler, diyabette oldukça etkilidirler. Beyaz grupta yer alan meyve ve sebzeler: muz, elma, armut, ayva, karnabahar, beyaz lahana, sarımsak, soğan, zencefil, mantar, patates, turp, yer elması, hindiba, kereviz, enginar ve pırasa’dır. Beyaz grupta yer alan patates ve muz, glisemik indeksi yüksek olduklarından daha dikkkatli tüketilmesi gereken meyve ve sebzelerdir. Meyvelerden elma, armut ve ayva hem glisemik indeksleri düşük olması sebebiyle hem de pektin içermeleri sebebiyle diyabetli kişilerin bu meyvelere öncelik vermelerini öneririm. Bu meyveleri kabuğu ile tüketmenin daha fazla posa alımını sağladığını hatırlatmak isterim. Tüm beyaz renkli sebzeler, diyabetli kişiler tarafından rahatlıkla tüketilebilir. Her gün salatalara en az bir beyaz sebze eklemeyi veya bu beyaz renkteki sebzeden yapılmış yemeği tüketmek ihmal edilmemelidir.
Diyabetli kişilerin salatalarında mor renkteki sebzeler de mutlaka bulunmalıdır. POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016 37
SEKTÖR ÖZEL
MAYANIN İNSÜLİNE DÖNÜŞEN YOLCULUĞU
G
enel merkezi Danimarka’da bulunan Novo Nordisk diyabet tedavisi alanında 90 yıllık geçmişe ve liderliğe sahip global bir sağlık şirketi. Diyabet dışında hemofili tedavisi, büyüme hormonu tedavisi ve hormon replasman tedavisi konularında da öncü. 75 ülkede yaklaşık 42.300 çalışan çalışanıyla faaliyet gösteriyor ve ürünlerini 180’in üzerinde ülkede satışa sunuyor. Novo Nordisk 1-2 Eylül tarihlerinde Danimarka Bagsvaerd merkez ofisinde Uluslararası Diyabet Basın Bilgilendirme Konferansı düzenledi. İki gün süren toplantıya 8 ülkeden 33 gazeteci katıldık.
Konferansta; Novo Nordisk CEO’su Lars Rebien Sørensen, Global Bilimsel Araştırma Sorumlusu Mads-Krogsgaard Thomsen, Uluslararası Operasyonlar ve İş Stratejisi Bölge Kurumsal Başkan Yardımcısı Emil Kongshøj Larsen ve Dünya Diyabet Federasyonu Başkanı Dr Shaukat Sadikot diyabetin dünü, bugünü, geleceği hakkında önemli bilgiler
38 POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016
paylaştılar, tedavide yenilikleri aktardılar. Dünyanın insülin üretiminin yarısını sağlayan, aynı zamanda biofarmasötik ürünlerin de üretildiği 1,000,000 m² alana yayılmış Kalundborg’taki tesisinde, Novo Nordisk API Üretim Kıdemli Başkan Yardımcısı Michael Hallgren ve İş Destek Kıdemli Uzmanı Jens Kirkegaard Bæk rehberliğinde, mayanın insüline dönüşen yolculuğunun da tanıkları olduk. 1923 YILINDAN BUGÜNE... Novo Nordisk hikayesi ise oldukça ilginç. Danimarkalı Nobel ödülü sahibi August Krogh ve hekim aynı zamanda diyabetli eşi Marie’nin Kanada’da insülinin keşfedildiğini öğrenmesi ile başlıyor. 1922 yılında Profesör Macleod ile Toronto’da bir araya gelirler. Profesör Macleod’u ikna edip, insülin üretme iznini alırlar. Kopenhag’a döndükten sonra August Krogh, Danimarkalı hekim
Hans Christian Hagedorn ve Danimarkalı eczacı August Kongsted ile birlikte Nordisk Insulinlaboratorium’u kurarlar. Birkaç ay sonra üretime geçerler ve 1923 yılının ilk hastalarını ürettikleri insülinle tedavi ederler. Novo Nordisk’in ilk temeli bu şekilde atılmış olur. O tarihten bu güne firma, diyabet tedavisi alanında kullanılan insan insülini ve dünyanın ilk insülin enjeksiyon kalemi NovoPen® gibi birçok önemli ilerlemeye imza atmış, modern insülinleri geliştirmiş ve bugün diyabet tedavisinde yeni bir sınıf olan GLP-1 alanında dünyada lider haline gelmiştir. Diyabet alanındaki tecrübelerini hemofili ve büyüme geriliği tedavisine yönelik biyofarmasötik ürünlerle geliştirmiş, son dönemde kök hücre, obezite ile ilgili çalışmalarını hızlandırmıştır.
HEDEFİMİZ DİYABETİ DEĞİŞTİRMEK Lars Rebien Sørensen Novo Nordisk CEO ÇOK ÇALIŞARAK DİYABET SORUNUNU ÇÖZEBİLİRİZ Lars Rebien Sørensen yaklaşık 35 yıldır Novo Nordisk’te çalışıyor.16 yıldan beri CEO olarak görevini sürdürüyor. 2015 yılında Harvard Business Review tarafından en başarılı CEO’su seçilen Sørensen, Novo Nordisk’te çalışmanın kendisine çok şey kattığını ifade ediyor. İş yapış felsefelerinin ‘Temel Üçgen Prensibi’ olarak adlandırdıkları finansal, sosyal ve çevresel faaliyetleri dengeli biçimde sürdürmek olduğunu belirten Sørensen, özel röportajımızda Türkiye için de önemli mesajlar veriyor. NOVO NORDİSK GİRİŞİMCİLERİN TARİHİNİ YANSITMAKTADIR Novo Nordisk bugüne girişimciliği ve işbirlikleri ile geldi. Danimarka’da çok sayıda çiftlikte büyük baş hayvan yetiştiriciliği yapılır. Şirket ilk kurulduğunda domuz ve ineklerden insülinin hammaddesini elde ediyorduk ancak insülinin hijyenik bir ortamda üretilmesi gerekiyordu. Bu aşamada süt ve süt ürünleri üreticileri etkin bir rol oynadı. Çünkü süt üretimi yapan şirketler hijyenik gıda üretimi konusunda uzmanlar. Biz bu hijyenik üretim yapan uzmanları getirdik. Daha sonra yeni teknolojilerden yararlandık. Modern biyoteknolojiden yararlanarak, insülini hayvan kaynaklı değil fermantasyon kaynaklı hale getirdik. Yani bütün dünyanın ihtiyacı olan insülini bu fermantasyon yöntemi sayesinde gerçekleştiriyoruz. Artık herhangi bir hayvan kökenli madde kullanmıyoruz. Bu sayede kalite ile ilgili sorunlar çok azaldı. Dini endişeler de ortadan kalktı. BİRÇOK AÇIDAN FARKLI BİR ŞİRKETİZ Hisselerimizin büyük bir kısmı Novo Nordisk Vakfı’na ait. Vakıf her zaman Novo Nordisk’in sahibi olmaya devam edecek. Bu vakıf sayesinde her zaman bağımsız bir şirket olacak. Başka ilaç şirketleri şirketi satın alamaz.Vakıf bizim geleceğimizi belirliyor. Kaderimiz vakfın elinde bu aynı zamanda diyabet hastaları içinde ideal bir teminat. Çünkü şirketin her zaman temel amacı diyabet hastalığını iyileştirmek olacak. Diyabeti tamamen tedavi edebilene kadar ya da
Novo Nordisk CEO’su Lars Rebien Sørensen ve Dergimiz Genel Yayın Yönetmeni Zeynep Çetinkaya
hayat tarzımızı diyabet hastalığı olmayacak şekilde değiştirene kadar, faaliyetlerimize devam edeceğiz. Dünya’da 25 milyon diyabet hastası her gün bizim ilaçlarımızı kullanıyorlar, kullanmasalar yaşamlarını sürdüremezler. İşte asıl bu işimize anlam katıyor.
yapmasının da zor olduğunu biliyorum. Birçok şirket bu felsefeyi takip etmiyor. Çünkü şirketin hissedarları kendi çıkarlarını gözetiyorlar. Kısa vadede öngörülebilir getiriye daha fazla önem veriyorlar.
NOVO NORDİSK ÇALIŞILABİLECEK EN İYİ YERLERDEN BİRİ
HEDEFİMİZ DİYABETİ DEĞİŞTİRMEK, BİLİNÇ DÜZEYİ OLUŞTURMAK. BUNUN İÇİN BASINA İHTİYACIMIZ VAR
Sahibimiz vakıf şirketi olduğu için uzun vadeli düşünmemiz gerekiyor. Bir şirket, kurum olarak uzun vadeli düşündüğünüzde, sadece her çeyrek elde edilen sonuçlara odaklanmazsınız. Aynı zamanda çalışanlarımıza, hastalarımıza ve müşterilerimiz yönelik sorumluluklarımız kadar çevreye karşı sosyal sorumluluklarımızda önemli. Biz buna üçlü hedef diyoruz. Bir taraftan şirketimizi iyi yönetmeliyiz, bunu uzun vadede sürdürebilmek için de mutlaka toplumsal konulara ve çevreye odaklanmamız lazım. Bunun söylemesi kolay ama
450 milyon diyabet hastası olduğunu düşünüyorum. Bunların yüzde 10’dan daha azı tedavisinden iyi sonuç elde ediyor. Bunu daha yukarlara taşımamız, her ülkede bir bilinç düzeyi yaratmamız gerekiyor. Sağlık sisteminin diyabete maruz kalan kişilere yatırım yapması gerekiyor. Biz bu konuyu çözebilecek durumdayız çünkü elimizde gerekli en iyi tedavi imkânları ve ilaçlar var. Tüm bunları çözerken de basına ihtiyacımız var. Çünkü basın dikkat çekme konusunda önemli bir konumda. Diyabetin bir tsunami olduğunu anlatmamızda POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016 39
basının desteğine yardımına her zaman muhtacız. Basın dikkat çekmez ise ülkeleri aşan bir durum ortaya çıkacaktır. Bazı ülkelerde tedavi masraflarını bireyler kendi ödemek durumunda. Diyabet hastaları diyabete bağlı birçok hastalıklara da maruz kalıyorlar. Birçok ülkede sosyal güvenlik sistemi olmadığından, kimse bu maliyeti karşılayamıyor. Hatta devletler de bu yükü karşılayamıyor. Burada bir sorun olduğunu kabul etmek gerekiyor ve akıllı bir şekilde ele alarak, toplumun bilinç düzeyini arttırmak gerekiyor. Bu sayede daha çok kişi kendini koruyabilsin. Gelecekte diyabet hastası olmamaları için özellikle çocuklara sağlıklı yaşam anlatılmalı. Egzersiz yapmalılar, sağlıklı belenmeliler ve sağlıklı yaşamalılar. Basın bu konuda yol gösterici olabilir. GELECEK İÇİN HEYECAN VEREN ÇALIŞMALARIMIZ VAR Oral insülinler yıllardır üzerinde çalıştığımız çok büyük bir proje. Projedeki temel amacımız hastaların enjeksiyon yapma ihtiyacını tamamen ortadan kaldırmak. Maalesef dünyanın bir çok yerinde enjeksiyon ve iğneler konusunda korkular var. Kültürel stigmaya dönüşüyor. Madde bağımlısı gibi görünüyor. İnsülin diyabette son aşama gibi görüldüğü için ciddi sorun yaşıyorlar. Geçtiğimiz aylarda yeni bir faz II sonucu açıklandı. Bu çalışmaya göre uzun etkili insülinin tablet olarak kullanılması mümkün hale gelecek. Bu ürünün geliştirilmesi için de en az 5-7 yıl var. TÜRKİYE AVRUPA ÜLKESİ GİBİ DEĞERLENDİRİLEBİLİR Türkiye’de geri ödemenin yapılması bütün diyabet hastalarının da tedaviye erişebildiği anlamına geliyor. Bu büyük bir avantaj ancak bunun bir de yüklü maliyeti var. Devlet ciddi ekonomik yük altında. YENİ JENERASYON İLAÇLAR HENÜZ TÜRKİYE’DE YOK Türkiye’deki arkadaşlarımız sağlık otoriteleri ile görüşmelerini sürdürüyor. Şu an Türkiye’de kullanılan insülinler bir önceki nesil, yani modern insülin dediğimiz ürünler. KÖK HÜCRE ÇALIŞMALARINDA ÇOK YOL KAT ETTİK Kök hücre çalışmalarında insülin üreten hücreler elde ettik. Bizim ürettiğimiz hücreler pankreastaki insülin etkisini yaratabiliyor. Şeker düzeyi yüksek iken insülin salgılıyor, şeker düzeyi düşükken insülin salgılamıyor. Ancak kök hücrelerin üretilmesi çok pahalı. İkincisi
40 POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016
Bugün, dünya çapında yüzlerce çalışan olarak tutkuyla, tecrübeyle ve adanmışlıkla bu yolda devam ediyoruz. Sadece diyabeti önlemek ve tedavi etmek değil, diğer ciddi kronik hastalıklarla mücadele eden hastaların da yaşamlarını iyileştirmek için mücadele ediyoruz. Bunu sağlamak için: Diyabet alanında liderliğimizi güçlendirmek istiyoruz. Yenilikçi ilaçlar keşfedip geliştirerek tüm dünyadaki hastalar tarafından erişilebilir olmalarına imkan sağlıyoruz. Hemofiliyi değiştirmek ve diğer ciddi kronik hastalıkların tedavisinde fark yaratmak istiyoruz. Finansal sorumluluk ile işimizi büyütüp, hastalara daha iyi yaşamlar sunmak, topluma fayda sağlamak ve hissedarlarımıza kazanç sağlamak istiyoruz. Kaliteden ve iş etiğinden asla ödün vermiyoruz. İş yapış felsefemiz, ‘Temel Üçgen Prensibi’ olarak adlandırdığımız finansal, sosyal ve çevresel faaliyetlerimizi dengeli biçimde sürdürmektir. Daima açık ve dürüst, hırslı ve güvenilir, herkese saygılı davranan bir şirketiz. Çalışanlarımızın kendi yetkinliklerini geliştirmeleri için fırsatlar sunuyoruz. Her gün zor kararlar almak durumunda olduğumuzda, her zaman hastalarımız, çalışanlarımız ve hissedarlarımız için en iyi olanı düşünürüz. Bu bizim tarzımızdır. Bu, Novo Nordisk Tarzı’dır.
bağışıklık sistemi kendini bu hücrelere karşı korumaya çalışıyor. Tıpkı bir hücre nakli gibi algılıyor. Red etmemesi için farklı etkileri olan ilaçların kullanılması gerekiyor. Bu konudaki biraz daha teknolojimizi geliştirmemiz gerekiyor. Bir diğer konu da maliyet ve bu konuda da bir şeyler yapmamız gerekir. Bu aşamada söz konusu kök hücreleri ancak enjeksiyonla kontrol edemediğimiz çok az sayıda diyabeti kontrol edilemeyecek hastada kullanabileceğiz. BİYOLOJİK BİR PANKREASA DOĞRU YOL ALIYORUZ. Öncelikle söz konusu hücrelerin kanserojen hücrelerden olmamasını sağlamamız gerekiyor. İkincisi bu hücrelerin bağışıklık sistemi tarafından saldırıya uğramaması için bir şekilde kaplanması korunması gerekiyor. Bunun üzerinde çalışmamız gerekiyor. Bu aşamadan sonra insanlarda test etmemiz gerekiyor. Biyolojik pankreasa doğru zorlu ve uzun bir süreç olacak. 15 yıl sonra ama o aşamaya mutlaka geleceğiz.
Novo Nordisk Tarzı, aldığımız her kararı destekleyen kılavuz niteliği taşıyan iş yapış şeklimiz ve prensiplerimizdir. Novo Nordisk Tarzı, birbirimize ve dünya çapındaki sağlıklı yaşam için ürünlerimize güvenen milyonlarca hastaya vermiş olduğumuz bir sözdür. Lars Rebien Sørensen
“Tek başımıza bizim veya yenilikçi tedavilerin Türkiye’de ortalama HbA1c düzeyini azaltabileceği gibi bir iddiamız bulunmamaktadır. Diyabet, birçok farklı paydaşın ortak hareket etmesini gerektiren karmaşık bir sorundur. Bizler sadece bu sürece bir katkıda bulunabilmeyi umuyoruz.” Novo Nordisk Yenilikçi Raporu’ndan...
“YENİ NESİL İNSÜLİNLERİN TÜRKİYE PAZARINA VERİLMESİ KONUSUNDA ÇALIŞMALARIMIZI SÜRDÜRECEĞİZ” Novo Nordisk Türkiye Başkan Yardımcısı Genel Müdürü Dr. Burak Cem ile, Novo Nordisk’in Türkiye ilaç pazarındaki konumunu, Türkiye’de büyüme hedeflerini ve Novo Nordisk’li olmayı konuştuk. PS: Novo Nordisk Türkiye ilaç pazarına ne zaman girdi, pazardaki konumunuz faaliyetleriniz ve globalde yeriniz nedir? Dr. Burak Cem: Novo Nordisk, 1923 yılından beri diyabet tedavisi için yapılan araştırmalar ve başarılarla dolu bir geçmişe sahip global bir sağlık şirketi. Nordisk insülinleri ilk kez Türkiye’ye 1974 yılında geldi. O dönem Müderrisoğlu tarafından yürütülen ithalat ve dağıtım faaliyetleri, iki Danimarkalı şirket birleştikten sonra 1995 yılında Novo Nordisk Sağlık Ürünleri olarak devam etti. Diyabet bugün en önemli odağımızı oluşturmaktadır. Dünyada ve Türkiye’de diyabet alanının lideri olan Novo Nordisk insülin portföyü ile Türkiye’de yaklaşık 650.000 hastaya hizmet sunmaktayız. Türkiye toplam ilaç pazarı satış verilerine göre ilk 30 firma arasında Novo Nordisk 13. sırada yer alıyor. Novo Nordisk Türkiye; İran, Irak, İsrail,
Ürdün ve Pakistan’ın da içinde bulunduğu Yakın Doğu Bölgesi içerisinde faaliyet göstermekte. Türkiye, artan nüfusu ve diyabet sıklığı nedeniyle diyabetle yoğun mücadele eden ülkelerin başında yer alıyor. Stratejik konumu ve diyabetle mücadelede örnek girişimleri ile Novo Nordisk Türkiye, bölgenin üssü konumunda ve Yakın Doğu Bölgesi’nin tüm faaliyetleri de İstanbul’da bulunan bölge ofisinden yönetilmekte. Faaliyetlerimizin büyük bir bölümü diyabet ile ilgili. Türkiye’de, insan insülinleri, analog insülinler ve enjeksiyon sistemleri temin eden lider firmayız. 2001 yılından bu yana hemofili, büyüme hormonu eksikliği, hormon replasman tedavileri alanlarında aktif olarak çalışıyoruz ve bu alanlara da önderlik ediyoruz. Novo Nordisk Türkiye diyabet ve diğer ciddi kronik hastalıkların tedavisi için yıllardır araştırma ve geliştirme yapmakta ve Türkiye’de bu araştırmalarda önemli bir rol üstlenmektedir. Yeni tedavilerin geliştirilmesi ve hizmete sunulması için aktif olarak kinik çalışmalar yürütüyoruz. Toplam yürütülen klinik çalışma sayısı olarak değerlendirildiğinde Novo Nor-
disk Türkiye ilk beş ilaç firması arasında yer almakta. PS: Türkiye kadrosu nasıl oluşuyor? Kaç çalışanınız var? Dr. Burak Cem: Türkiye’de İstanbul ve Ankara olmak üzere iki ofiste yaklaşık 300 kişilik çalışanımızla faaliyet göstermekteyiz. Diyabet dışında, büyüme hormonu eksikliği tedavisi, hemofili, hormon replasman tedavisi alanlarında da öncü firma olarak çalışmalarımızı sürdürmekteyiz. PS: Birkaç ay sonra 2017 ye giriyoruz Türkiye’de Novo Nordisk’in büyüme hedefleri neler olacak? Dr. Burak Cem: Novo Nordisk tarafından son dönemde geliştirilen, diyabet hastalarının yaşamlarını kolaylaştıran ve komplikasyonları en aza indirgeyen birçok yeni tedavi mevcut. Bu tedavilerin diyabetle mücadelede sağladığı faydaları ve sağlık harcamalarına sağladığı tasarrufu en iyi şekilde karar vericilere anlatmak temel görevlerimiz arasında. Yeni nesil insülinlerimizin Türkiye pazaPOPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016 41
rına verilmesi konusunda çalışmalarını sürdürecek ve Tip2 diyabet tedavisi için geliştirilen GLP-1 analoğumuzu da daha geniş kapsamda hastaların erişimine sunmak için çalışmalarımızı yürüteceğiz. Novo Nordisk olarak temel hedefimiz diyabet hastalarının en iyi şekilde tedavilerini sağlayabilecek ürünlere erişebilmelerini ve devlete büyük bir yük getiren bu komplikasyonların azalmasını sağlamaktır. Bu hedefle devletin diyabetle mücadele politikalarını yakından takip etmeye ve kamu-özel sektör işbirlikleri geliştirerek katkı sağlamaya devam edeceğiz. “AR-GE’YE YATIRIM YAPMAYA VE YENİLİKÇİ ÜRÜNLERİN TÜRK TIBBININ HİZMETİNE SUNULMASI İÇİN ZEMİN OLUŞTURACAK KLİNİK ÇALIŞMALARA DEVAM EDECEĞİZ.”
Sağlık mesleği mensuplarının diyabet tedavisi ile ilgili en yeni bilgilere erişebilmelerine sürekli eğitim projeleri ile destek olmaya devam edecek ve diyabet hastalarının öz bakım konusunda ve diyabetlerini kontrol altına almaları için farklı tedavi seçenekleri hakkında bilgilendirilmelerine imkan tanıyacağız. Sürdürülebilirlik hedefimizin önemli bir parçası olan çalışan bağlılığı ve gelişimi konusunda da çalışmalarımıza devam edeceğiz.Sahip olduğumuz ‘Çalışılacak En İyi Firma’ ödüllerimize yenilerini ilave edeceğiz. Elbette tüm faaliyetlerimizi gerçekleştirirken etik değerlerimizden asla ödün vermeden çalışmaya devam edeceğiz. PS: Novo Nordisk'in sizce başarısının sırrı nedir? Dr. Burak Cem: 90 yılı aşkın süredir Novo Nordisk terapötik proteinler üzerine uzmanlaşarak, diyabet ile ilgili birçok yeni tedavinin geliştirilmesinde öncülük etmiş, diyabetli ve nadir kanama bozukluğu olan kişiler için hayat kurtarıcı tedaviler sağlamıştır. Diyabet bugün en önemli odağımızı oluşturmaktadır ve dünya çapında yaklaşık 25 milyon kişi Novo Nordisk’in enjekte edilebilir diyabet tedavi ürünlerini kullanmaktadır. Bence başarısının sırrı bu tecrübe ve uzmanlık. Novo Nordisk portföyünde bulunan yeni geliştirdiği ürünlere baktığımızda 2020 yılına kadar neredeyse her yıl 2 ürünü değişik terapötik alanlarda piyasaya verebilecek düzeydedir. TEMEL ÜÇGEN PRENSİBİ
Novo Nordisk, “Temel Üçgen” prensibi ile yönetilmektedir. Bu, yaptığımız işi
42 POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016
finansal, sosyal ve çevresel sorumluluk bilinci ile yönettiğimiz anlamına gelmektedir. Stratejik olarak şirketin sürdürülebilirliğine olan adanmışlığımız, paydaşların bağlılığı ve yüksek kalitede hizmetlerimiz ile şirketimizi bugünün ortamında lider bir oyuncudur. Geçtiğimiz yıl Novo Nordisk, Corporate Knight’ın en sürdürülebilir Global 100 Kuruluş listesinde, Farmakoloji ve Biyoteknoloji endüstri grubunda en üst sıralarda yer almıştır. AR-GE’ye verdiği önemle de Novo Nordisk farklılaştığını düşünüyorum. 50’den fazla ülkede klinik çalışmalar yürüten Novo Nordisk, 7.000 çalışanıyla AR-GE alanında hizmet vermektedir. Geçtiğimiz yıl, AR-GE’ye 12 milyar Danimarka Kronu yatırım yapan Novo Nordisk bu özelliği ile diğer firmalardan farklı bir konumdadır. PS: Uzun zamandır Novo Nordisk’te çalışıyorsunuz. ‘Novo Nordisk'te çalışmak’ diye sorsam neler söylersiniz? Dr. Burak Cem: Novo Nordisk’in çalışanlarına verdiği önem de bugünkü lider konumunda büyük rol oynamaktadır. Dünyada 47 ülkeden 700 firmanın değerlendirildiği ‘Çalışılacak En İyi Uluslararası Firma 2015- Great Place to Work listesinde ilk 25’te yer alan tek araştırmacı ilaç firması oldu. Elde edilen bu başarı Novo Nordisk’in her zaman çalışan memnuniyetini ön planda tutan bir firma olduğunu göstermektedir.
Ben Novo Nordisk’i büyük bir aile olarak görüyorum. Aile üyeleri olarak binlerce hastanın tedavi edilmesi için gerekli ve en iyi koşulları oluşturmak için mücadele ediyoruz. Değerlerimizden asla ödün vermeden hem paydaşlarımız, hem toplum hem de çalışanlarımız için değer yaratmaya çabalıyoruz. Şirket çalışanları olarak her daim neyi daha iyi yapabilir ve hastaların hayatlarında fark yaratabiliriz diye düşünüyoruz. Her bir Novo Nordisk çalışanının yaptığı işe olan bağlılığı ve adanmışlığı tartışılmaz bir destek ve güç. Bu sayede daha şevkle ve geleceğe dair daha umutla çalışıyoruz ve her zaman daha iyisini hedefliyoruz. Kişisel başarıdan çok takım başarısı ön planda tutuyoruz. Genel Müdür olarak ben de çalışma arkadaşlarıma kılavuzluk ediyor ve yol gösteriyorum. Röportaj: Zeynep Çetinkaya
araya getirmeye çalışıyoruz. Amerika’da gelecekte oral insülin kullanılmaya başlanacak. Öncü çalışmayı başlatmış durumdayız. Küçük bir çalışmadan çıkan oral insülin kullanımı sonuçlarını da geçtiğimiz ay yayınladık. Şunu gösterdi; günlük bir kez bazal enjeksiyon yerine günde bir kez verilen insülin tableti ile iki aylık bir dönemde gruplarda sonuçları belirleyebiliyoruz. 50-100 hastada aynı seviyede kan şekeri düzeyi sağlandı. Tablette yüksek doz kulİNOVASYON BİZİM İÇİN ÖNEMLİ lanmanız lazım. Çünkü tamamen emilim sağlanmıyor, ayrıca bunun çok fazla dalBiz sadece biyolojik ilaçlar geliştiriyoruz. galanmamasını sağlamanız lazım. Küçük moleküler tıp bizi ilgilendirmiyor. Özellikle söylememin nedeni de şu; hem FDA, Victoza için özellikle kardiyovasküler ilgilendiğimiz hem de yetkinliğimiz olan etkisi açısından sonuçları görmek istedi. alanlara baktığımızda görüyoruz ki, insan Victoza, 9 binden fazla hastada denendi ve vücudundaki proteinin bir kaybı söz konu- bu sonuçlar Diyabet Derneği toplantısında su. İnsülin, büyüme faktörleri gibi. Genetik sunuldu. Victoza kalp - damar ölümlerini veya başka sebeplerle biyolojik hormon vü- aşağı çeken ilk ajan ve yaşam kalitesini de cutta yetersiz oluyor ya da hiç olmuyor. Bu- artırıyor. radan yola çıkarak söz konusu olan proteinin vücuttaki biyolojik etkilerini inceliyoruz. Oral GLP-1 agonisti için semaglutide çalışSağlığı ve normal fizyolojiyi oluşturmak için mamızda faz III aşamasındayız. İnsülinde ne tür şartlar olması gerektiğini belirliyoruz. güvenlik penceresi dar, hipoglisemi artaDaha sonra vücuda bu proteini veriyoruz. biliyor. Fakat sonuçlar hipoglisemide en iyi seviyeye varmış durumda yani gelecek PROTEİNLERİ BU KADAR SPESİFİK vaat ediyor. İstenen insülin seviyelerine ÜRETMEMİZ MÜMKÜN DEĞİL oral GLP1 ile ulaşamayabiliriz, ancak bu bir devrim olacak. 2019’da ruhsatlandıracağız Biz hipofiz, bağırsak bezi ya da pankreas ve 2020’de piyasaya sunacağız. değiliz. Yapmaya çalıştığımız şey kendi teknolojilerimizle doğanın yaptığını tekrar- Önleme konusunda da çalışıyoruz. Önlelamaya çalışmak. İnsülin posatin olarak me dediğimiz diyabet ortaya çıktıktan sonyemeklerden sonra salgılanacaksa ve ra komplikasyonların önlenmesi. Liraglutid öğünler arasında bazal olarak sabit ola- (Victoza®) LEADER çalışmasında sadece caksa, Novo Nordisk’in kimyagerleri de kardiyovasküler ölümler yüzde 20 oranınbu profilin aynısını yaratmaya çalışıyorlar. da azalmadı, aynı zamanda diyabet kayElimizde de sadece enjekte edilecek bir naklı böbrek hastalığının ortaya çıkması da ürün olduğundan, bu çok kolay değil. Mo- yine yüzde 20’nin üzerinde azaldı. lekülleri mümkün olduğunca pankreasın fonksiyonlarına benzer hale getirmek için Kök hücre araştırmalarında 50 bilim insanı, çalışma yapmamız gerekiyor. Buradan beta hücre gibi çalışan hücre nasıl yaratırız yola çıkarak biyolojik ürünlere odaklandık. üzerinde çalışıyor. Embriyonik kök hücreBireylerin, özelliklerine göre günde 1-4 kez leri farklı bir şekilde eğiterek sağlıklı pankinsülin uygulamaları gerekebiliyor. Bu yüzreas hücreleri gibi çalıştırmaya den mümkün olduğunca hastalara normal çalışıyorlar. bir hayat sunmaya çalışıyoruz. Diyabetli birçok kişi kendilerini dışlanmış hisseGenetik çalışmalar hızdiyor. Rutin olarak enjeksiyon yapması landı. Akademisyenler gerekiyor. Esnek ve verimli çözümler 5 farklı diyabet tipini üretmeliyiz ki istenildiği zaman uygutanımlamak üzereler. lanabilsin. Sadece etkinlik sağlayan Asya-Avrupa-Afrika poürünler değil aynı zamanda fizyoloji propülasyonu farklı bir difili doğayla yakın hale getirilebilen ilaçlar yabet tipine sahip olabilir. üretmeye çalışıyoruz.
DİYABET VE GELECEKTEKİ TEDAVİLER Mads Krogsgaard Thomsen Global Bilimsel Araştırma Sorumlusu DİYABET, ÜRETİM SÜREÇLERİ VE MALİYET
Novo Nordisk olarak diyabet için 90 yıldır AR-GE ve inovasyon yapıyoruz. AR-GE için 2 milyar Euro harcıyoruz ve bunun için 7 bin kişi çalışıyor. Kendi araştırmamızı ve ürün geliştirmemizi yapıyoruz. Hastalarla doktorlarla doğrudan çalışmayı tercih ediyoruz. Aynı zamanda sürdürülebilir bir yaklaşım sergiliyoruz. Etkinlik açısından daha iyi ilaçlar üretmeye çalışıyoruz. AR-GE’de bir laboratuvar ürünün ilk fikirden lansmanına kadar asgari 12 yıl geçiyor ve bunun maliyeti 1 milyar dolar. Bu sürecin bu kadar uzun olmasının birkaç nedeni var. Yeni ilaçlar geliştirilmesi ve pazarlanması, ortalama 10-15 yıl sürüyor. Araştırılan her 10 bin molekülden ancak bir tanesi ilaca dönüşerek pazara ulaşabiliyor. Bir molekülün başarılı olma olasılığının düşük olması, AR-GE’nin maliyetinin bu kadar yüksek olmasının temel nedeni. AR-GE’de her şeyi belgelendirmek zorundayız. Eskiden 2 bin kişi ile bir ilaç araştırması yapmak mümkündü. Şimdi 8 bin kişiye çıktı. Genellikle uyguladığımız programlarda 8-9 bin diyabet hastası üzerinde çalıştıktan sonra lansmanı yapabiliyoruz. Danimarka’daki AR-GE merkezimizde üç farklı merkezimiz var. Amerika’da iki, Çin’de bir merkezde yüzlerce bilim insanı araştırma yapıyor. Bu bin kişi AR-GE üzerinde çalışıyor. Ürün lansmanı yapıldıktan sonra da bu hastaları takip ediyoruz, uzun vadede sonuçlarının ne olduğunu belirlemeye çalışıyoruz. Eskiden ürünü ruhsatlandırmadan önce ve sonra ispat yükü çok ağırdı. Ancak, bu ispat yükü sayesinde ilacın sağladığı faydaları çok açık bir şekilde gösterebilir hale geldik. Bütçemizin üçte birini araştırmaya, üçte ikisini de geliştirmeye yönelik ayırıyoruz. 50 ülkede çalışmalarımız var. Buralarda en iyi klinik çalışmaları takip ederek araştırmalar yapıyoruz. Bu sayede etkinliği ve güvenliği artırabiliyoruz. Etnik ve coğrafi konularda çok farklı
DAHA İYİ İLAÇLAR OLACAK
Victoza ve Tesiba’yı bir
K
ök hücre araştırmalarında elli bilim insanı, beta hücre gibi çalışan hücre nasıl yaratırız üzerinde çalışıyor. Embriyonik kök hücreleri farklı bir şekilde eğiterek sağlıklı pankreas hücreleri gibi çalıştırmaya çalışıyorlar. Genetik çalışmalar hızlandı. Akademisyenler 5 farklı diyabet tipini tanımlamak üzere. Asya-Avrupa-Afrika popülasyonu farklı bir diyabet tipine sahip olabilir.
POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016 43
T
ürkiye’deki milyonlarca diyabet hastasına hak ettikleri tedaviyi sunmak istiyoruz. Türkiye’de yaşamış, Türk insanlarını bilen biri olarak ben bunu çok arzu ediyorum.
Emil Kongshøj Larsen Novo Nordisk İş Stratejisi, Uluslararası Operasyonlar Kurumsal Başkan Yardımcısı
DİYABETTE HENÜZ BUZDAĞININ TEPESİNİ GÖRDÜK Diyabet küresel bir hal aldı. Merkezimizde binlerce bilim insanı özellikle diyabet konusunda yeni inovasyonlar bulmaya çalışıyor. Bugün biz en büyük insülin tedarikçisiyiz. Günlük 27 milyon insana enjekte edecekleri insülini sağlıyoruz ancak 10 yıl içinde 13 milyon kişiden bu sayılara geldik. Bu da diyabetin giderek arttığı anlamına geliyor. Diğer taraftan yeniliklerle aynı zamanda insanların daha iyi tedaviye erişim sağladıkları anlamına da geliyor. Çünkü insülin sorun değil çözüm. Artık diyabetli insanların daha iyi bir hayat yaşamasını sağlıyoruz. Çok şey değişti ancak bir henüz buzdağının tepesini görüyoruz. DİYABET MALİYETLİDİR, DİYABETİ TEDAVİ ETMEMEK DAHA DA MALİYETLİDİR
Amacımız diyabetin yayılmasını engellemek ve bir tedavi sunabilmek. Bunun için hükümetlere, hastaların, hasta derneklerinin, hekimlerin herkesin desteğine ihtiyaç var. Diyet ve egzersizle belki çok şey yapabiliriz ama ne yaparsak yapalım mevcut rakamlara milyonlarca insan daha ekenecek. Enfeksiyon hastalıklarında ölüm oranı düştü. Daha uzun yaşıyorlar ama 400 milyondan sadece bir kısmı diyabetten kurtuluyor. Farkındalık çalışmaları ile hastaların komplikasyon yaşamadan veya semptom göstermeden hekime gitmesini sağlayabilirsek daha iyi sonuçlar elde edebiliriz, maliyeti düşürebiliriz; tansiyonu ve kan şekeri düzeylerini kontrol altına alabiliriz. OBEZİTEDE TEDAVİ SEÇENEKLERİNİ ARTTIRMAK İSTİYORUZ
44 POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016
Obezite ciddi bir hastalık. Popülasyonun yüzde 50’si aşırı kilolu ve belki de 1/3’ü obez. Uzun zamandır obezite molekülleri üzerinde çalışıyoruz. Bizim 4 kilit alanımız var. İşimizin yüzde 75-80’inini diyabet oluşturuyor. Ancak obeziteyi de odaklanacak alanlardan görüyoruz. İlk adımı attık. Obezitede tedavi seçeneklerini arttırmak istiyoruz ve bu yüzden obezite molekülleri üzerinde çalışıyoruz. Diyet ve egzersiz önemli ama bir gün bu da işe yaramayacak. GLP1 gibi moleküllere ihtiyacımız var. Son derece invaziv olan bariatrik cerrahide bir seçenek olarak uygulanabiliyor. Obezitede en gerçekçi tedavi seçeneği, diyabeti de etkileyecek. TÜRKİYE’DEKİ SAĞLIK SİSTEMİ SON 10 YILDA CİDDİ YOL KAT ETTİ
Çok fazla tedavi artık Türkiye’de mevcut ve alt yapıya da çok daha fazla yatırım yapılıyor. Geri ödeme konusunda özellikle de diyabet ürünleri geri ödeme kapsamında. Devlet çok kapsamlı çalışmalar da yaptı. Ancak mevcut fiyat yapısı ile özellikle de döviz kurlarının sabitlenmesi, Türkiye’ye yeni molekül sokmayı zorlaştırdı. Ayrıca bunun üstüne devlet ciddi bir iskonto da talep ediyor. Bu da söz konusu moleküllerin ülkeye gelmesini zorlaştırıyor. Nisan ayında alternatif tedavilerle ilgili yeni bir kılavuz yayınlandı. Bizim açımızdan olumlu bir gelişme. Bu yeni kılavuza göre eğer elinizde benzersiz bir molekül varsa devlet alternatif çözümleri değerlendirmeye hazır. Bir yandan maliyeti kontrol altına almaya çalışıyorlar bir taraf-
tan da hastalara yeni tedaviler sunmaya çalışıyor. Biz toplam tedavi maliyetine bakmanın önemi olduğuna inanıyoruz. Diyabet tedavisi ilaçların maliyetin yüzde 5’ini kapsıyor. Hastaların bu ilaçları her gün kullandığını düşünürseniz, yaşam kalitelerini arttırırsak ve komplikasyonları aşağı çekebilirsek aslında küresel anlamda iyi bir yatırım anlamına gelir. İnovatif ürünlerin Türkiye’ye gelmesi hastaların güncel tedaviye erişimi için çok önemli. Çözüme ulaşacağımızı ümide ediyorum. Ulaşamazsak, bu ürünlerin bu kadar iyi doktorla, sağlıklı sisteminin olduğu halde sunulamaması yazık olacak. YATIRIM İÇİN ÖNCELİKLİ KRİTERLERİMİZ VAR
En önemli kriterimiz ideal üretim kalitemizi tutturabilmek. Büyük tesislerde ciddi kalite standartlarına uymak bizim yatırımda birinci kriterimiz. İkincisi söz konusu üretimi hastaların satın alabileceği bir fiyatta yapabilmek. Üçüncüsü üretim merkezinin bulunduğu bölgedeki tedarik şartları, talep nedir buna bakmak. Bu kadar yüksek kalite standartlarını tutturarak aynı zamanda verimli bir üretim yapmayı da hedeflediğinizde, çok sayıda merkez olmasının da bir fizibilitesi yok. Şu an 5 küresel stratejik merkezimiz var. Bir ülkeye yatırım denilince üretim merkezi akla geliyor. Hâlbuki yatırım dediğimiz şey, üretimden çok daha fazlası. Yapılan bütün bu klinik çalışmalar, hasta eğitimleri, doktor eğitimleri, yaşam kalitelerinin arttırılması için farkındalık çalışmaları, destek verilmesi de çok önemli yatırımlar. Maddi olmayan manevi yatırımlar var. Bunların da ciddi yatırımlar olarak değerlendirilmesi lazım. Türkiye’de 300 çalışanımız var ve Türkiye’de kalma konusunda inançlıyız. Ancak yatırım yapma konusunda uzun vadeli düşünüyoruz. Klinik çalışmalarda çok aktifiz. Birçok hastane ve doktorla AR-GE konusunda çalışıyoruz. Özellikle ürün geliştirme konusunda yapılan klinik çalışmalar önemli. Yeni geliştirdiğimiz moleküllerin testlerini Türkiye’de de yapıyoruz. Bu klinik araştırma sonuçları dünya ile paylaşılıyor, çok sayıda yayın ortaya çıkıyor. Yerel üretim konusunda görüşmeye açığız, fırsatları değerlendirmeye hazırız. Ama çok ciddi bir yatırım söz konusu olduğundan kısa vadede değil önümüzdeki 10-20 yılı düşünerek bu yatırımın değerlendirilmesi yapmamız gerekiyor. Ülkenin uzun vadeli görünümünün ve istikrarının ne olduğuna bakılması gerekiyor. Çerçeveyi anlama aşamasındayız. İstanbul ekibimizden Dr. Burak Cem bu konuda Ankara ile temaslarını sürdürüyor.
DİYABET BİR TRAJEDİ VE ASLINDA BERBAT DURUMDAYIZ Dr. Shaukat Sadikot Uluslararası Diyabet Federasyonu (IDF) Başkanı Öncelikle diyabet bir hastalık doğru ama herhangi bir kişiyi ‘diyabetli’ olarak tanımlamamalıyız. Biz “Diyabeti olan kişi” diyoruz. Çünkü bu sadece kan şekeri meselesi değil. Hayatı boyunca insan olacak ve diyabet hastalığı olacak. Diyabeti olana hastaya bu şekilde yaklaşırsanız, bakışınız da değişecek. 2015 verilerine göre dünyada 415 milyon diyabeti olan kişi var. Komplikasyonlardan 6 saniyede 1 kişi diyabete bağlı komplikasyonlardan hayatını kaybediyor. 2040 yılında 642 milyon kişi yani 10 kişiden birinin diyabeti olacağı öngörülüyor. Diyabetin maliyeti ise 673 milyar dolar. 2011’ de Diyabet Atlasını hazırladığımızda çok sayıda veri elde ettik. Elimizde birçok istatiksel sayı, oran var. Bu sayılara değil, ne yapacağız buna odaklanmamız lazım. Yeni ilaçlar üretiliyor, yeni kılavuzlar yayınlanıyor ancak diyabeti olan hastalar açısından durum daha da kötüleşiyor, Sorun da aslında burada. HIZLI CEVAPLAR BULMALIYIZ… SONRA… ÇOK GEÇ OLABİLİR!
Diyabetin maliyeti 673 milyar dolar düzeyinde dedik. Sağlık harcamalarının yüzde 12’ si diyabete gidiyor. Büyük şehirlerdeki yaşam tarzındaki zorluklar diyabeti de tetikliyor. Fast-food, ucuz yiyecekler, sağlıksız beslenme ve hareketsiz yaşam bunların en büyük sebeplerinden biri diyoruz. Dünyadaki en iyi ilaçlar elimizde olabilir, hatta pankreası normal hale getirebilecek ilaçlar da olabilir, ama insanların yarısı diyabet hastası olduğunu bilmiyor. Bir kısmı da neden diyabet hastası olduğunu bilmiyor. Örneğin benim ülkem Hindistan’da diyabetli kişi çok fazla. Dünyanın diyabet özeti deniliyor. Hindistan’da diyabet tedavisini sağlık sigortası kapsamında alamıyoruz. Kronik hastalık teşhisi konulduğunda aile yoksulluk sınırı altına düşüyor. Hindistan’da yoksulluk sınırı günde 1 dolardan daha az. Bu bir örnek ve dünyanın birçok yerinde de bu durum var. Zaten teşhis konulduğunda genellikle geç kalınmış oluyor. IDF olarak herkese soruyoruz: BİZ NE YAPABİLİRİZ?
IDF olarak biz bu konudaki en büyük sivil toplum kuruluşuyuz. Diyabet hastalarının hayatını iyileştirmek için uzmanlarla çalı-
şıyoruz ve büyük bir ekibimiz var. Önemli yayınlar hazırlıyoruz, kılavuzları da belirliyoruz ama bunlar yeterli değil. Sadece kılavuz yayınlamak yeterli değil. Görece daha pasif davrandığımız da ortada. Fildişi kulelerde konuşmak bir işe yaramıyor. Birleşmiş Milletlerde tanıtım faaliyetleri yapıyoruz. Çeşitli global hedeflerimiz var, tuz tüketimini azaltmak, diyabet artışını önlemek, fiziksel aktiviteyi arttırmak ve ilaçlara erişimi yüzde 80 oranında arttırmak gibi… Ama yeterli değil. ASIL FARK YARATACAKLAR; AİLE HEKİMLERİ VE DİYABET EĞİTİMCİLERİDİR
Birçok ülkede endokrinolog sayısı, nüfusa ve diyabet hastası sayısına göre düşük. Hastaları genelde 1.basamak veya aile hekimleri görüyor ama derneklerin toplantılarında, ulusal ve uluslararası kongrelerde bu hekimlere odaklanılmıyor, sonra diyabet ile bu hekimlerin başa çıkmasını bekliyoruz. Katıldığım birçok toplantıda kongrede bu hekimler yoktu, diyabet eğitimcisi, diyabet hemşireleri yoktu. Asıl fark yaratacak insanlar bunlar. Aynı uzmanlar, aynı toplantılarda hep aynı kişilere aynı konuşmaları yapıyorlar. Neyi kanıtlamaya çalışıyoruz, ne kadar çok şey bildiğimizi mi? Önemli olan hekimlerin bilgileri ne olursa olsun bu bilgilerin diyabeti olan insanlar tarafından kullanılması. IDF olarak biz iki farklı şey planlıyoruz. Bunlardan biri, online diyabet okulu. Bu okul hekime hastaya yönelik olacak. Online forumun aktif kullanılması sağlanacak, soru sorabilecekler, sorunlarını paylaşabilecekler. Diğeri de profesyonellere yönelik eğitim ağırlıklı bir okul.
Bu bölüm erişimin kısıtlı olacağı bir alan olacak. 9 ay sürecek eğitim sonunda 1. Basamak hekimlerine, pratisyenlerine, diyabet eğitimcilerine, diyabet hemşire eğitimcilerine diyabet eğitimi ile sertifika vermiş olacağız. Diyabetle ilişkili ilaçlardan da bahsedeceğiz ancak tamamen jenerik olacak, hiçbir ilaç firmasının adı geçmeyecek. IDF olarak farklı programlar üzerinde de çalışıyoruz. Örneğin afet yanıt programlarımız olacak. Bu programla afetlerde, acil durumlarda diyabet hastalığı olan insanlara gerekli tedaviyi ulaştırmayı hedefliyoruz. UYGULANABİLİR ÇÖZÜMLER SUNMAK GEREKİYOR
IDF olarak diğer ülkelerdeki tüm tedavileri ve çalışmaları bilemeyebiliriz. Ancak daha iyi ne yapabiliriz bilmemiz lazım. Ülkelerden gelen fikirler bizim için önemli. Bu yüzden geri bildirim almak bizim için önemli. Bütün bunlar kolay değil ama çaba gösteriyoruz. Gandi’nin bir sözü vardır; “Herhangi bir şey yapmadan önce dünyanın en yoksul en savunmasız insanını düşünün. Eğer yaptığınız şey o insanın yüzünde ufak bir gülümseme yaratabiliyorsa, bedeli ne olursa olsun onu yapmalısınız.” Biz diyabetle savaşıyoruz ve bu savaşı kaybediyoruz. Diyabet önümüzdeki yüzyıllarda da kaybolmayacak. Birlikte bunun önünü kesmemiz lazım. Bu rakamlar olumsuz olsa da umutsuz olmamalıyız. Tünelin sonunda gördüğüm tek ışık ise, eğitim. Herşey bilgi sahibi olmakla ilgili. IDF olarak amacımız bu konuda insanları eğitip güçlendirebilmek. POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016 45
GÜNCEL
KORKMAYIN SEDEF HASTALIĞI
BULAŞMIYOR
46 POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016
Novartis’in 31 ülkede 25 hasta derneğinin desteği ve 8.338 sedef hastasının katılımıyla düzenlediği, küresel olarak bugüne kadar yapılmış en büyük sedef hastalığı (psoriasis) anketinin sonuçları açıklandı. Araştırmanın amacı; Sedef hastalığının rasyonel, kişisel ve duygusal etkilerini anlamak. Hastaların tamamen tedavi edilmiş bir cilde kavuşabilme konusundaki bakış açısını anlamak ve sedef hastalığının birey üzerindeki etkilerinin daha iyi bilinmesini sağlamak. Türkiye’den Sedef Hastaları Dayanışma Derneği işbirliğinde yürütülen ve 381 sedef hastasının katıldığı 6 ayda tamamlanan anketin sonuçları hastaların yüzde 84’ünün ciltlerindeki belirtiler nedeniyle ayrımcılık ve aşağılanma ile karşılaştıklarını gösterdi.
TOPLUMSAL ÖNYARGILAR HASTALIK KADAR ZORLUYOR “Rahatsız edci bakışların endişesi olmadan yüzmeye gitmeyi hayal ediyorum”
Novartis, sedef hastalığı hakkında bugüne kadar yapılan en büyük küresel anket olan “Sedef Hastalığını Anlamak” Hasta Anketi’nin sonuçlarını basın toplantısıyla açıkladı. Çalışmanın Türkiye’deki danışman hekimi Dermatoloji Uzmanı Prof. Dr. Sibel Alper’in paylaştığı sonuçlar sedef hastalığının hasta üzerindeki psikolojik, sosyal ve finansal etkilerini ortaya koyarken hastaların tamamen tedavi edilmiş bir cilde kavuşabilme konusundaki bakış açısını da gösterdi. “YAŞAMI HER YÖNÜYLE ETKİLEYEN BİR HASTALIK” “Dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 3’ünü etkileyen Sedef hastalığı (psoriasis), yaygın olarak görülen, bulaşıcı olmayan bir bağışıklık sistemi (otoimmün) hastalığıdır. Plak psoriasisi en yaygın olarak görülen formudur ve ciltten kabarık, kırmızı plakların üzerini gümüşümsü beyaz kabukların kapladığı cilt belirtileriyle kendini gösterir. Sedef hastalığı sadece bir cilt hastalığı veya kozmetik bir problem değildir. İnatçı, kronik (uzun süreli) ve çoğu zaman hastaların günlük yaşamlarının en basit yönlerini etkileyebilecek kadar sıkıntı verici bir hastalıktır. Sedef hastalığı olan kişilerin yaklaşık yüzde 30’unda psoriatik artrit (sedefe bağlı eklem iltihabı) vardır ya da ileride gelişecektir. Psoriatik artrit, eklemleri etkileyerek, ağrı, eklem katılığı ve geri dönüşü olmayan eklem hasarı gibi kısıtlayıcı belirtilere neden olmaktadır. Sedef hastalığı ayrıca, diyabet, kalp hastalığı ve depresyon gibi başka ciddi sağlık sorunları ile de ilişkili bir hastalıktır.” “AYRIMCILIK VE AŞAĞILANMAYA MARUZ KALANLARIN ORANI YÜZDE 84” Dünya genelinin sonuçlarını aktaran da-
nışman hekim Prof. Dr. Sibel Alper, orta-şiddetli sedef hastalığı olanların yüzde 84’ünün ayrımcılığa ve aşağılanmaya maruz kaldığını, yüzde 45’inin ise hastalığın bulaşıcı olup olmadığı sorusuyla karşılaştığına dikkat çekti. “HAYATIMDA BİRİ YOK VE SONSUZA KADAR BÖYLE OLACAĞINI DÜŞÜNÜYORUM. YAPAYALNIZ ÖLECEĞİMDEN KORKUYORUM” “Ankete katılanların yüzde 43’ü sedefin ilişkilerini etkilediğini ve bu hastaların yüzde 15’i sedef nedeniyle ilişkilerinin sona erdiğini belirtiyor. Yüzde 54’ü sedefin iş hayatlarını etkilediğini söylüyor. Yüzde 38’i sedef nedeniyle psikolojik bir tanı almış. Bu sonuçlar sedef hastalığının bireyin yaşam kalitesine ciddi etkileri olan bir hastalık olduğunu açık bir şekilde ortaya koyuyor. Sonuçlar ayrıca bize
Prof. Dr. Sibel Alper Dermatoloji Uzmanı
katılımcıların tam veya tama yakın iyileşme beklentilerinin de düşük olduğunu gösteriyor.” POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016 47
yorlar, bazıları sedef hastalığının hayatlarını ele geçirdiğini düşünüyor, bazıları cildinden utanıyor. Tüm bunların gerek kişisel ilişkilere gerekse iş hayatına olumsuz etkileri oluyor. SEDEF HASTALIĞI BİRİNCİ DERECE YAKINLARININ DA YAŞAMLARINI ETKİLİYOR
“Cildimde bu pulların ve kabukların olmamasını isterdim...”
Türkiye’deki katılımcıları yüzde 51’i sedef hastalığının iş hayatlarını etkilediği belirtiyorlar. Sonuç itibarıyle sedefin bir cilt hastalığının ötesinde etkilerini görüyoruz. Sedef, yaşam kalitesini belirgin olarak olumsuz etkiliyor, hastalar çoğunlukla dışlanma nedeniyle içe kapanarak izole yaşıyorlar. Sedef yalnızca hasta için değil, ailesi için de psikolojik, sosyal ve finansal sorunlara neden oluyor. Sistemik bir hastalık olan sedefle birlikte sedefe bağlı artrit, kalp hastalıkları ve diyabet gibi eşlik eden hastalıklar gelişebiliyor. Türkiye’deki katılımcıları yüzde 69’unda sedefe bağlı eklem iltihabı (psoriatik artirit) görülüyor. Tüm bu olumsuzluklara ek olarak hastaların tedavi konusundaki umutlarının çok yüksek olmadığını görüyoruz. Hastalar normal bir hayat süreceklerine inanmıyorlar. Maalesef alternatif tedavilere de umut bağlayabiliyorlar. Ankete katılan hastaların yüzde 50’si sedef hastalığının gelecekte kontrol altında tutulacağına ve normal bir yaşam sürebileceğine inanıyor.” DÜNYA ÇAPINDAKİ EN BÜYÜK ANKET
Hastaların çoğunluğu sedef hastalığının birinci derece yakınlarının yaşamlarını da çok etkilediğini düşünüyor: “Kızıma sedef hastalığının bulaşıcı olmadığını defalarca söylesem de, ona sarılmama izin vermiyor.” “BULAŞICI MI?” DÜŞÜNCESİ EL SIKMAYI ÖNLÜYOR... “Anketin Türkiye sonuçları dünya sonuçlarıyla benzer bir tablo ortaya koyu-
48 POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016
yor. Türkiye’de de katılımcıların yüzde 84’ünün ayrımcılığa ve aşağılanmaya maruz kaldığını görüyoruz. Ancak sedefin bulaşıcı olup olmadığı sorusuna maruz kalanların oranı Türkiye’de yüzde 56’ya yükseliyor. Katılımcıların yüzde 46’sı toplum içinde rahatsız edici bakışlarla karşılaşmış, yüzde 26’sı insanların ellerini sıkmayı istemediğini söylüyor. Hastalar kendilerini çaresiz hissedebili-
Novartis’in katkılarıyla gerçekleştirilen “Sedef Hastalığını Anlamak” Hasta Anketi, bir pazar araştırma şirketi olan Gesellschaft für Konsumforschung (GfK), İsviçre tarafından yürütüldü. Anket, tüm dünyadan önde gelen sağlık uzmanlarından oluşan bir yönetim komitesi tarafından desteklendi. 31 ülkeden 8 bin 338 katılımcısıyla, sedef hastalığı konusunda bugüne kadar yapılan dünya çapındaki en büyük anket olarak dikkat çekerken, ayrıca, ciltte tam iyileşmeye ulaşmanın sedef hastalığı olan kişilerin yaşam kaliteleri üzerindeki anlamına odaklanan, alanındaki ilk anket olma özelliğini taşıyor. SONUÇLAR KONGREDE DE SUNULACAK Anketin sonuçları, bilimsel dergilerde makale olarak yayımlanmak üzere hazırlanırken, 25. Avrupa Dermatoloji ve Veneroloji Derneği Kongresi’nde de sunulacak.
T
SEDEF, SADECE BİR CİL HASTALIĞI DEĞİL...
in • Yaşam kalitesini belirg stalar ha or, iliy etk uz ms olu olarak çoğunlukla dışlanma nedeniyle içe kapanarak izole oluyor stalık • Sedef sistemik bir ha artrit ğlı ba efe sed n da olduğun ve kalp i eşlik hastalıkları ve diyabet gib yor bili lişe ge da ar lıkl sta ha eden ailesi ğil, de • Yalnızca hasta için ve l sya so k, loji iko için de ps finansal sorunlara neden oluyor sundaki • Hastaların tedavi konu ğil, de sek umutları çok yük tif rna alte tedavilere de yönelip yönlendiriliyorlar
Sedef Hastaları Dayanışma Derneği Başkanı Mustafa Yıldırım Türkiye’deki sedef hastalarını temsil etmek ve toplumu bilinçlendirmek amacıyla çalıştığını ve diğer kurum ve kuruluşlarla işbirliğinin bu çerçevede önemine dikkat çekti. Yıldırım; “Dünya çapında bu ankete destek veren 25 hasta derneğinden biri olmaktan gurur duyduğumuzu belirtmek isterim. Toplumda sedef hastalığı hakkında çok fazla yanlış bilgi var. Bu yanlış bilgiler ve önyargılar nedeniyle sedef hastaları çok zorluk yaşıyorlar. Ben de bir sedef hastası olarak bunları bizzat yaşadım. Hastaların yaşadıklarının toplum tarafından daha iyi bilinmesi gerekiyor. ‘Sedef Hastalığını Anlamak’ Hasta Anketi bu çerçevede çok önemli bir çalışma. Toplumsal önyargıların azaltılarak sedef hastalığının bulaşıcı olmadığının bilinmesi hastaları izolasyondan kurtarmak için çok büyük bir adım olacaktır.” SEDEF HASTALARI DAYANIŞMA DERNEĞİ HAKKINDA: Sedef Hastaları Dayanışma Derneği, sedef hastalarının dayanışmalarının gerekliliği ve istekleri üzerine kurulan, kamu yararına çalışan, sedef hastaları ve yakınlarından oluşan ve kar amacı gütmeyen bir oluşumdur. Dernek, ulusal ve uluslararası organizasyonlara katılarak, Türkiye’deki hastaları temsil etmek, sedef hastalığı hakkında bilgilendirmek, toplumu bilinçlendirmek, hasta haklarını korumak, sedef ile ilgili sivil toplum faaliyetlerinin etkinleştirilmesi ve geliştirilmesini sağlamak ve bu konuda çalışmalar yapan kişi ve kuruluşlara destek vermek
“BİZİ TOPLUM DIŞINA İTEN HASTALIĞIMIZ DEĞİL TOPLUMDUR!”
amacı ile 2010 yılında kurulmuştur. Dernek IFPA ( Uluslararası Sedef Hastalığı Dernekleri Federasyonu) üyesidir. Detaylı bilgi için: www.psoriasis.org.tr
“KENDİMİ YENİDEN SEVMEK İSTİYORUM”
Mustafa Yıldırım Sedef Hastaları Dayanışma Derneği Başkanı
Sedef hastaları, yaşadıkları zorlukları şöyle anlatıyor: “Hayatımda 15 yıldır cinsellik diye birşey yok. Biriyle yakınlaşmak istiyorum. Aşık olmak istiyorum...”
“Hastalığım o kadar şiddetlenmişti ki, neredeyse tüm vücudumu kaplamıştı. O yüzden psikiyatrik destek aldım. Sanki cehennemde yaşıyorum. Kendimi tekrar sevmek istiyorum.” “Rahatsız edici bakışların endişesi olmadan yüzmeye gitmeyi hayal ediyorum.” “Hastalığımın en şiddetli olduğu zamanlar, tabanlarımdaki çatlaklar o kadar kötüydü ki ortalıkta topallayarak dolaşabiliyordum. Sadece yürümek bile korkunç acılar çekmeme neden oluyordu. Keşke acı çekmeden bir adım atabilsem.”
SEDEF
hasta anketi POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016 49
KONGRE/ HABER
“KADIN KANSERLERİNİN ÖNLENMESİ” SEMPOZYUMU ANTALYA’DA GERÇEKLEŞTİ Avrupa Jinekolojik Onkoloji Topluluğu’nun (ESGO) Prevention in Gynaecological Malignancie “ESGO 2016 State of the Art Conference” Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Kanser Daire Başkanlığı’nın ev sahipliğinde 8-10 Eylül’de Antalya/Belek’te gerçekleşti. Üç gün süren 50 ülkeden toplam 500 kişinin katıldığı sempozyum kapsamında düzenlenen basın toplantısına Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Eyüp Gümüş, ESGO Başkanı Prof. Dr. David Cibula, ESGO Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Murat Gültekin, Prof. Dr. Xavier Bosch, Prof. Dr. Jack Cuzick ve konusunda uzman akademisyenler katıldı. Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Eyüp Gümüş, IUCC Prof. Dr.Tezer Kutluk ve Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Kanser Daire Başkan Doç. Dr. Murat Gültekin kadın kanserlerinin tarama, düzenli kontrol ve erken teşhisle önlenebileceğine vurguladılar. “TÜRKİYE’DE 30 BİN KADIN KANSERDEN ÖLÜYOR” Prof. Dr. Eyüp Gümüş Sağlık Bakanlığı Müsteşarı
“Türkiye’de 30 bin kadın kanserden ölüyor. Bununla ilgili Türkiye’de kanserlerin branş bazında değerlendirmelerini yapıyoruz. Türkiye’de 100 bin kişiden erkeklerde 277, kadınlarda 188 kişide kanser görülüyor. Kadınlarda meme
50 POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016
kanseri birinci sırada yer alıyor. 18 bin kişi yılda meme kanserine yakalanıyor. Hedefimiz; kanserde birinci planda iyi bir kayıt elde edebilmek. Kanserle ilgili tüm basamakları Türkiye’de kurguluyoruz ve planlar yapıyoruz. Önce bunların önleme programlarını, daha sonra erken teşhis imkanlarını sağlamak için çalışıyoruz.’’ “ULUSAL KANSER PROGRAMINDA GÜÇLÜ ÜLKELER ARASINDAYIZ” “Bakanlık olarak öncelikle veri toplamada Kanser Erken Teşhis Tarama ve Eğitim Merkezlerimizi (KETEM), kanser kayıtçılığını kullanıyoruz. Türkiye’de 81 ilimizde yüzde 100 kanser kayıtçılığı var. Doğru data ve veriyi elde etmek onunla ilgili politikalar geliştirilmesini sağlıyor. Bununla beraber erken teşhiste KETEM’lerimiz birçok ilde devreye girdi. Bundan sonraki süreçte kamu hastanelerimizde de aktif uygulamaya sokacağız. Kanser erken teşhis tarama merkezlerimizde şu an itibarıyla servikal ve meme kanser taramaları tamamıyla ücretsiz yapılmaktadır. Taranma ile ortaya çıkacak olan hastalığın erken teşhis ve aktif tedavisiyle yaşam sürelerinin artması hedeflenmektedir.” “TÜTÜN VE OBEZİTE KONUSUNDA ÖNEMLİ MÜCADELE VERİYORUZ” “Kanser önleme ile ilgili bugün iki risk
faktörü var. Tütün ve obezite ile mücadele. Türkiye tütünle mücadelede çok etkin rol oynadı. Kanun düzenlemeleri, algı yönetimi, vatandaşların bu konuda bilgilendirilmesiyle beraber tütün kullanımında ciddi azalmalar meydana geldi. Son yıllarda Türkiye’de akciğer kanserinde erkeklerde yüzde 10’a varan azalmalar görüyoruz ancak kadınlarda akciğer kanserinin arttığını da görüyoruz. Kadınlarda da tütünle mücadele konusunda daha aktif olmamız gerekiyor. Sağlıklı bir kadın popülasyonu ülkenin geleceği için çok önemli. Obezite ile mücadele başka bir alanı oluşturuyor. Toplumumuzda Avrupa ve Amerika’ya baktığımızda benzer oranda bir obez nüfus var. Kadın popülasyonunda, 2 kadından 1’i obez durumunda. Obezite özellikle birçok kanserin sebebini oluşturuyor. Bununla ilgili mücadele Sağlık Bakanlığımızın ana hedeflerinden biri. 1 milyon bisiklet kampanyası başlatarak burada fiziksel aktiviteyi öne alacak politikaları da geliştiriyoruz. " KANSERİN DÜNYAYA MALİYETİ 1.2 TRİLYON Prof. Dr. Tezer Kutluk UICC Başkanı
“Her yıl 15 milyon kanserliden 9 milyonunu hayatını kaybediyor. Kanserle barışmak için iki önemli nedenimiz var. Bir taraftan çare buluyoruz diğer taraftan da insanlar ölmeye devam ediyor. Dünyanın problemi sadece sayı değil.
Kanserin dünyaya maliyeti 1.2 trilyon düzeyine çıktı. O nedenle zengin fakir demeden bütün ülkelerin sorunu bu. Bu konuda çalışan birçok dernek var. Her gün toplantı, aktiviteler yapılıyor. Sonuçta 15 milyon insan kanser oluyor 9 milyonu ölmeye devam ediyor. Önemli olan kanserle ilgili olan eşitsizlikleri ortadan kaldırmak. Bunları azaltmak ve stratejileri yaygınlaştırmak lazım. Kanseri devletlerin, ülkelerin ajandasına sokmalıyız. 1990’lardan sonra kanser politikalarını bu yönde stratejik olarak uygulayan ülkeler kanser ölümlerinde ucunu aşağıya doğru döndürdü. Hemen harekete geçersek bugün olan 9 milyon ölümü yarısını önleyebiliriz. Eğer böyle devam ederse 2025 yılında 15 milyon olan kanser vakası artacak, 22 milyon kanserden ölümler olacak." “TÜRKİYE’DE BİR YILDA 75 BİN KANSERE BAĞLI ÖLÜM OLUYOR” Doç. Dr. Murat Gültekin Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Kanser Daire Başkanı ESGO Başkan Yardımcısı
“Yönetim kurulu başkan yardımcılığı görevini yürüttüğümüz Avrupa Jinekolojik Onkoloji Topluluğu olarak düzenlediğimiz “Kadın Kanserlerinin Önlenmesi” konulu sempozyumu “Kanserden Hızlı ve Meraklı Ol” ve “Kadınlar Bizim İçin Önemli: Önlenebilir Kanserlerden Kadınlarımızın Ölümünü Engelleyelim” sloganlarıyla gerçekleştirdik. Avrupa ve Ortadoğu’dan 500 uzman ve dünya genelinde ünlü bilim adamının katıldığı bu önemli sempozyumda bilimsel toplantıyla eş zamanlı olarak Avrupa Kadın Kanserleri’nin Önlenmesi Topluluğu’nun (ENGAGe) toplantısı da yapıldı. Burada kanser alanında çalışan çok sayıda ulusal ve uluslararası derneğin temsilcileri olan hasta ve hasta yakınları katılım sağlandı ve eş zamanlı olarak farkındalık etkinlikleri gerçekleştirildi. "Kanserden Hızlı ve Meraklı Ol" etkinliğinde, futbol sahasına yerleştirilen kondisyon bisikletlerinde doktorlarımız ile birlikte 50'si kanseri yenmeyi başarmış hastalarla toplam 30 bin kaloriye ulaştık. Amacımız obezitenin kanser yapıcı, fiziksel aktivitelerin de kanseri önleyici etkilerini vurgulamak istedik. Düzenli sporla kan dolaşımı ve iyileşme sürecinin hızlandırıyor, hastaların moral ve motivasyonu olumlu etkiliyor. Son beş yılda kansere bağlı ölümlerin ortalama yüzde 20 sabit gittiğini görüyoruz. Ancak yine de dünya verilerine bakıldığında bir numaralı ölüm nedeni kanserdir. Ülkemizde kanserden ölüm
ikinci sırada kalp hastalıklarından sonra geliyor. Yılda 75 bin ölümün 30 bini kadınlarda diğer kalanı ise erkelerde görülüyor. Kanserde birinci sırada akciğer kanseri yer alıyor. Türkiye'deki kadın kanserleri ise, Avrupa ve gelişmiş ülkelere göre daha düşük. Kadınlarda ilk on kansere bakıldığında meme kanseri birinci, rahim beşinci, yumurtalık kanseri yedinci, rahim ağzı onuncu sırada yer alıyor. Bu kanserlerin büyük bölümü, tütün ve obeziteyle mücadeleyle önlenebilir. “RAHİM AĞZI KANSERİ YÜZDE YÜZ ÖNLENEBİLİR” Dünyada 500 bin kadına teşhis konuyor her yıl yaklaşık yarısını ne yazık ki geç tanı nedeniyle de kaybetmekteyiz. Oysa kanser erken teşhis edilirse iyileşme şansı yüksek bir hastalıktır. Kanser tedavisinde asıl sorun hastalığın geç tanımlanmasıdır. Ülkemizde serviks kanseri en sık görülen 10. kadın kanseridir.
Serviks kanseri esas olarak doğurgan dönemde yani genç yaşta görülmektedir. Tanı aldığı zamanda gelecek kaygısı duymaktadır. Bunun yanında erken evrede kanser tanısı konulursa ya da hatta daha hiç kansere dönmeden HPV enfeksiyonu ve preinvaziv lezyon aşamasındayken sınırlı bir operasyonla serviks kanserinden tamamen korunmak mümkündür. Son yıllarda ülkemizde özellikle de serviks kanseri taraması ile erken evrede yakalama şansımız belirgin bir şekilde arttı. Sağlık Bakanlığı aldığı bir dizi önlemin etkisi bunda büyüktür. Aile hekimlerinin taramaya entegrasyonu ile hizmet yaygınlaştırılmış ve hizmetin ulaşılabilirliği arttırılmıştır. KETEM ve kurulan merkezi laboratuvar ile hem hız hem de kalite kontrolü sağlanmıştır. Dünyanın en iyi testi olarak kabul edilen HPV-DNA ile 1.7 milyon kadınımız tarandı ve her 100 bin kadında 50 riskli olguya rastlandı. Bunların yüzde 90’ı birinci evrede yakalandı.”
ESGO (European Society of Gynecologic Oncology) topluluğu 1983 yılında İtalya’da kadın kanserleri ile ilgili çalışan akademisyenlerden oluşan küçük bir grup olarak kurulmuştur. Yıllar içinde büyüyerek, bugün 40’tan fazla ülkeden 1400’ü aşkın üyesi ile jinekolojik onkoloji alanında çalışan herkesi birleştirme misyonunda, çıkar amacı gütmeyen, büyük bir sivil toplum örgütü halini alarak uluslararası bir kuruluş düzeyine ulaşmıştır. ESGO, kadın kanserleriyle ilgili çalışmalarını uluslararası platformda paylaşmak için her iki yılda bir dünyanın çeşitli bölgelerinde toplantı düzenlemekte olup, bu toplantıya ülkelerin konuyla ilgili temsilcileri katılmaktadır.
POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016 51
JİNEKOLOJİK KANSERLER
ERKEN TEŞHİS İÇİN: YILDA BİR KEZ MUAYENE
tedir. Meydana gelebilecek akıntının kan gibi olması ancak yoğunluk bakımından farklı olması, hemen bir uzmana başvurulması gerektiğinin önemli bir işaretidir. Kanserlerde gözle görülen belirtilerin ortaya çıkması, basit hastalıklarda olduğu gibi tedavisinin kolaylaştığı anlamına gelmemektedir. Kanser rahatsızlıklarında ise gözle görülür belirtiler ortaya çıktıktan sonra kanserli hücrelerin gelişmiş olduğu ve tedavi için erken zamanın sağlanamadığı gözlemlenmektedir. Bundan dolayı, kadınların izlem tarih aralıkları içerisinde kontrollerini yaptırmaları, bu sayede gözle görülen belirtiler ortaya çıkmadan kanser tanısının konulması gerekmektedir. RİSK FAKTÖRLERİ
HPV - SERVİKS KANSERİ ARASINDAKİ İLİŞKİ
Prof. Dr Ateş Karateke Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Jinekolojik Onkoloji Cerrahi Uzmanı-Ürojinekolog
Kadınlarda en çok görülen kanserlerden birisi olan rahim ağzı kanseri, dünyada 2 dakikada 1 kadının ölmesine sebep olmaktadır. Meme kanserinden sonra en sık görülen ikinci kanserdir. Kanser türleri arasında tehlike sırasına göre dördüncü sırada da rahim kanseri yer almaktadır. Prof. Dr. Ateş Karateke ülkemizde sık görülen rahim ağzı ve rahim kanserini anlattı. RAHİM AĞZI KANSERİ Rahim ağzı kanseri, özellikle az gelişmiş ülkelerde kadınların ölümüne sebep olan kanser türlerinden birisidir. Görülme sıklığı bakımından 1990’lı yıllara kadar tüm kadın genital kanserleri arasında birinci sırayı tutmaktaydı. Bu oran, günümüzde ikinci hatta üçüncü sıralara gerilemesine rağmen, yine de her yıl ortalama 450-500 bin kadında rahim ağzı kanseri tanısı konulmaktadır. Tedavileri gerçekleştirilse bile 200-250 bin kadın bu hastalık yüzünden hayatını kaybetmektedir. Serviks kanseri; dünya üzerinde her 2 dakikada bir kadının ölümüne neden olan ve değişik ülkelerde yapılan çalışmalarda kadınlarda meme kanserinden sonra en sık görülen ikinci kanserdir. Serviks kanseri, servikal kanser ya da rahim ağzı kanseri, rahim ağzının kötücül kanseridir.
52 POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016
Başlıca nedeni HPV virüsüdür. HPV, insan vücudunda belirli dokularda yer tutarak dokuları kendi zarıyla örter ve deri üstünde siğil gibi olgulara yol açar. Rahim ağzı kanserinde bir diğer risk faktörü de sigara ve alkol kullanımıdır. Bu tür maddeler, bağışıklık sistemini güçsüz duruma getirdiğinden kanserli hücrelerin oluşumu ve yayılmasında aktif rol oynamaktadırlar.
Rahim ağzı kanserlerinin hemen hepsi HPV tipi rahatsızlıklardan meydana gelmektedir. Human Papilloma Virüs (HPV) bulaşıcı, yaygın ve belirti göstermeyen, 100’den fazla tipi olan bir virüstür. Örneğin ellerde ve ayaklarda görülen yaygın siğiller bunlardandır ve göreceli olarak zararsızdır. Yaklaşık 30 Human Papilloma Virüs (HPV) türü genital bölgeye etki eder. Bazı türleri rahim ağzı kanserine veya serviks (rahim ağzı) duvarında normal olmayan hücrelerin oluşmasına sebep olabilir. Bunların kansere dönüşme riski vardır. Diğer tipler genital bölgede siğillere ve rahim ağzında iyi huylu yani, anormal fakat kansere yol açmayan değişikliklere yol açabilir. HPV cinsel yoldan bulaşan bir hastalıktır. Bu virüsü taşıyan bir kişiyle yalnızca genital temas ile bu virüs kapılabilir. Prezervatif bu hastalığa karşı tam olarak bir koruma sağlayamaz. Çünkü prezervatifin kaplamadığı genital bölgelerden de bulaşabilir. Bu tür durumlarla karşılaşmamak için mümkün olduğunca bilgili olmalı ve temizliğe dikkat edilmelidir. İç kıyafetlerini sağlıklı seçmeli ve sterilizasyona özen göstermelidirler.
Erken tespiti konusunda ülkemizde yaygınlaşan aile hekimliği sisteminden azami derecede faydalanılmalı ve kadın izlemlerin zamanında yapılması belirtilen durumlar görüldüğünde uzmanlara başvurulması gerekmektedir. Bunun yanında jinekolojik muayenenin bir parçası olan pap testi ile teşhis edilebilir. Bu test ile serviks duvarında mevcut olan anormal hücrelerin tespiti sağlanmaktadır.
BELİRTİLERİ
RAHİM AĞZI KANSERİ TEDAVİ EDİLEBİLİR Mİ?
Kadınlarda belirli dönemlerde kanamalar olması normal görülen olaylardır. Ancak adet kanaması haricinde görülen kanamaların çoğunluğu bir rahatsızlığın işareti olarak kabul edilmekte ve kontrolünün sağlanması gerekmektedir. Rahim ağzı kanserinin en belirgin habercisi de özellikle cinsel ilişki sonrasında görülen kanamalardır. Bu gibi durumlarda hemen bir uzmana başvurmakta fayda görülmek-
YILDA BİR KEZ MUAYENE ÖNEMLİ 21 yaşından itibaren cinsel hayatı aktif olan her kadının yılda bir kez muayene olması ve rahim ağzı kanseri olup olmadığını kontrol ettirmesi için gereklidir. Pap-smear testi normal değil ya da şüphe uyandırıyorsa, kolposkopi adı verilen bir tür büyüteçle rahim ağzının değerlendirilmesi ve biyopsi alınması gerekebilir. Şayet biyopsi neticesi kanser öncüsü bir değişiklik saptanırsa LEEP adı verilen bir yöntemle bu doku alınabilir. Bunun yanında kriyoterapi veya lazer tedavisi yapılarak da bu bölge ortadan kaldırılabilir.
Diğer kanserlede olduğu gibi rahim ağzı kanseri de tedavi edilebilmektedir. Ancak bu durum sadece erken teşhis konusunda oldukça etkili sonuçlar verecektir. Kanserin tedavisinin olumlu olmasını sağlayacak kriterler ise; yaşı ve mevcut sağlık durumu, kanserin hangi boyutta olduğu, nerelere yayıldığı ve hastanın tedavi konusunda tercih ve kararlılığıdır.
MENOPOZ SONRASINDA MEYDANA GELEN KANAMALARI DİKKATE ALIN!
RAHİM KANSERİ Rahim kanseri, diğer bir adıyla uterin veya uterus kanseri kadınlarda sıklıkla görülen kanser türleri arasında tehlike sırasına göre dördüncü sırada yer almaktadır. Rahim kanseri, genellikle menopoz dönemine yakın ve menopozu takip eden yıllarda ortaya çıkmaktadır. Genellikle 50-60 yaşlar arasında görülür. Rahim kanseri, endometrium dokuda türeyip geliştikten sonra üreme sistemindeki diğer organlara yayılma eğilimi göstermektedir. Bu hastalık, öncelikle rahim ağzında ürer ve sonrasında tüpler ile yumurtalıklara yayılır. Hastalığın en ileri evrelerinde lenfatik damarlar yardımıyla üreme sisteminden çıkarak vücudun diğer organlarına yayılma gösterir. Herhangi bir kanserin kanal veya lenf yolu ile diğer organlara yayılması ile metastaz gelişebilir. RİSK FAKTÖRLERİ . Çok eşlilik, mevcut hastalıkların rahimde tümör oluşturmasına sebep olabilir. . Cinsel ilişkiye 20 yaş altında başlanması ve sıklıkla tekrarlanması . Düşük sosyo-ekonomik düzeyden dolayı kişisel bakımların yapılmaması . Viral ve bakterial enfeksiyonlara karşı önlem alınmaması, . Sigara ve alkol kullanımı . C vitamini eksikliği yüzünden bağışıklık sisteminin tam olarak gelişmemiş olması Genel anlamda risk faktörü olarak adlandırılabilecek bazı durumlar da mevcuttur: Şişmanlık: Böbrek üstü bezlerde üreti-
len bazı hormonların mevcut yağ dokuda östrojene çevrilmesiyle endometrial kanserin gelişimini hızlandırdığı bilinmektedir. Diyabet ve hipertansiyon: Bağışıklık sistemini zayıf düşüren ve vücut direncinin azalmasına neden olan bu tür rahatsızlığa sahip kadınlarda rahim kanseri görülme ihtimali çok daha yüksektir. Hiç doğum yapmamış olma: Doğum yapmamış kadınların taşıdığı risk durumları ve yumurtalar ile rahim kanallarında görülebilecek enfeksiyonlar, rahim kanseri olma ihtimalini artıran faktörlerdir. BELİRTİLERİ Kadınlarda görülen düzensiz kanamaların tamamı, bir risk faktörü oluşturabilecek niteliktedir. Ancak rahim kanseri hastalığının belirtilerinde de kanamaların etkin rolü olduğu unutulmamalıdır. Özellikle menopoz sonrasında meydana gelen kanamalar, genellikle rahim kanserinin işaretçisidir. Bundan dolayı, görülen düzensiz kanamaların tamamında bir uzmana başvurup jinekolojik muayene yaptırılması gerekmektedir. Ağrı, bu hastalığın teşhisinde pek aktif rol oynamasa da rahim içerisinde bulunan cerahat miktarının artmasıyla ağrılar görülebilir. Bu gibi durumlarda iltihap ile karışık kanamalar artmaya başlayacaktır. Bu gibi durumlarda Tanının kesinleştirilmesi ve desteklenmesinde ultrason vb. diğer yöntemler de kullanılmaktadır. RAHİM KANSERİNİN EVRELERİ Rahim kanseri, hastalığın teşhisinden
önce başlar ve son olan 4. Evrede hastalık ilerlemiş ve en ileri seviyesine gelmiştir. 1. Evre: Kanserli hücreler, sadece rahimdedir. Tedavisi en kolay/hızlı evredir. 2. Evre: Kanserli hücreler, rahimde ve serviks adı verilen rahim ağzında ilerleme göstermiştir. 3. Evre: Yumurtalıklarda, rahim etrafındaki dokularda ve lenflerde yayılmaya başlayan kanserli hücreler, tehlike arz etmeye başlamıştır. 4. Evre: metastaz ( kanserli hücrelerin diğer organlara lenf ve kanallar yoluyla yayılması) safhasına geçilmiş ve tedavinin en zor olduğu evredir. TANI VE TEDAVİ YÖNTEMLERİ Bu şikayetlerle doktora giden bir hastaya sırasıyla vajinanın fiziksel muayenesi, ultrason, örnekleme, histeroskopi gibi teşhis edici yöntemler uygulanır. Eğer hastada kanserli hücreler görülürse, bu kez kanserin kapsamını ve yayıldığı alanı anlamak adına, CT taraması, MR, göğüs röntgeni, kan testi, anestezi ile yapılan rahim kontrolü, mesane ve rektum kontrolü gibi bazı testler ve tanı yöntemleri kullanılır. Uterus kanserinde en yaygın olan ana tedavi yöntemi ameliyattır. Yapılan total abdominal histerektomi, bilateral salpingo-oforektomi ve lenfadenektomi gibi cerrahi operasyonlarla, pelvis bölgesindeki ve aort çevresindeki bazı lenf düğümleri, rahim, fallop tüpleri, yumurtalıklar alınır ve kanserli dokular çıkarılır. Bazen ameliyat dışında kanserin hangi evrede olduğu ile alakalı olarak kemoterapi ya da radyoterapi gibi yöntemlerden de faydalanılır. POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016 53
GERİATRİ
HER 3.2 SANİYEDE BİR YENİ BİR ALZHEİMER HASTALIĞI TANISI KONULUYOR! Doç. Dr. Barış Topçular-Nöroloji İstanbul Florence Nightingale Hastanesi
A
lzheimer hastalığı çağımızın en önemli sorunlarından biri. Dünya genelinde 44 milyon Alzheimer hastası olduğu tahmin edilmekte. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre her 3.2 saniyede bir yeni Alzheimer hastalığı tanısı konulmakta. Tüm dünya gayrisafi milli hasılasının %1’inden fazlası hastalığın tanı, tedavisi ve bakımına harcanmaktadır. Terminolojide önemli karmaşalardan biri Alzheimer Hastalığı ve Demans farkıdır. Demans yani bunama tek bir hastalık değil farklı hastalıklara bağlı ortaya çıkan bir hastalıktır. Demans hastalarında zihinsel fonksiyonlarda günlük yaşa-
54 POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016
mı etkileyecek derecede bozulma olur. Bu beraberinde problem çözme, planlama, davranışların kontrolü gibi yetenekleri bozarken kişilik özelliklerinde de değişikliklere yol açar. Bellek bozukluğu demans seyrinde en sık ortaya çıkan yakınmadır. HER UNUTKANLIK DEMANS ANLAMINA GELMEZ! Stres, zihinsel yorgunluk, uykusuzluk, çeşitli ilaçlar da unutkanlığa neden olabilir. Alzheimer hastalığı, demans grubu hastalıklar arasında en sık görülen hastalıktır. Alzheimer hastalığı sıklıkla unutkanlıkla başlar ve zaman içinde dil, görsel ve mekansal fonksiyonları da bozar.
HASTALIK GENELLIKLE 65 YAŞINDAN SONRA BAŞLAR… Nadiren daha erken yaşlarda da Alzheimer hastalığı görülebilmektedir. Alzheimer sıklığı yaşla beraber artış gösterir. 65-74 yaş arasında sıklığı %5 dolaylarında iken, 85 yaş üzerinde neredeyse %40'a yaklaşmaktadır. Ancak Alzheimer hastalığının normal bir yaşlanma olmadığı unutulmamalıdır. Yaş Alzheimer Hastalığı için en önemli risk faktörüdür. 65 yaşından sonrasında hastalık sıklığı her 5 yılda bir ikiye katlanmaktadır. Aile öyküsü de
Alzheimer Hastalığı için önemli bir risk faktörüdür. Özellikle erken başlangıçlı Alzheimer Hastalığında genetik faktörler daha çok rol oynar. 60 yaşından sonra başlayan hastalıkta ise ailevi özellikler daha az rol oynamakla beraber çeşitli genlerin risk oluşturduğu bilinmektedir. Kolesterol taşıma görevi üstlenen ApoE proteinini kodlayan gen bunun için tipik bir örnektir. YAVAŞ BAŞLAR VE SİNSİCE İLERLER Başlangıçta genellikle tek şikayet unutkanlıktır. Bazen bu unutkanlık yaşa bağlı unutkanlık olarak değerlendirilip ihmal edilebilir ve bu tanı ve tedavinin gecikmesine neden olur. Unutkanlık belirginleştikçe günlük aktivitelerdeki olumsuz etkisi daha da şiddetlenir. Hastalığın orta evrelerine gelindiğinde hastalar diş fırçalamak, elbiselerini iliklemek gibi basit şeyleri yapmakda güçlük çekmeye başlayabilirler. Dışarıya çıktıklarında yol bulmada güçlük, anlamada, okumada ve yazmada zorluklar, konuşmada bozulma olabilir. Hastalık ilerledikçe hastalar özbakımlarını yapamaz ve yardıma muhtaç hale gelirler. Alzheimer Hastalığı şüphesi olan bir hastanın öncelikle şikayetleri dinlenirve muayenesi yapılır. Ardından tanıyı desteklemek için doktorunuz nöropsikolojik testler(unutkanlık testleri), beyin görüntüleme testleri(tomografi ya da MR) gibi testler istenir. Bazı durumlarda tanıyı doğrulamak ya da diğer olası hastalıkları ekarte etmek için hastada beyin-omurilik sıvısı(bel suyu) alınması ya da EEG(Beynin elektriksel etkinliğinin değerlendirilmesi) çekilmesi gerekebilir. Özellikle son yıllarda Alzheimer Hastalığına yönelik görüntüleme yöntemlerindeki gelişmeler hastalık tanısında çığır açmıştır. Beyinde amiloid protein denilen proteinin birikimi karakteristik bir özelliktir. Artık amiloid pozitron emisyon tomografi denilen görüntüleme teknikleri amiloid proteinin birikimi hastaların şikayetlerinin başlamasından 20 yıl kadar önce dahi gösterilebilmektedir. Bu hastalığın erken tanı ve tedavisi için çığır açıcı bir gelişmedir. Ayrıca son yıllarda yapılan çalışmalarda tükürük örneğinde yapılan bazı analizlerin dahi Alzheimer hastalığı taramasında başarı ile kullanılabileceğini göstermiştir ancak bu test henüz araştırma aşamasındadır. YENİ ÇALIŞMALAR GELECEĞE UMUTLA BAKMAMIZI SAĞLIYOR Günümüzde ne yazık ki Alzheimer hastalığını durduran ya da tamamen geçiren bir tedavi yoktur.
Ancak Alzheimer hastalığı tedavisi dünya genelinde en çok araştırma yapılan konulardan biridir. Halen şikayetleri azaltmaya yönelik olarak kullanılan iki ilaç grubu (asetil kolin esteraz inhibitörleri ve memantin) iki grup ilaç Alzheimer Hastalığı tedavisinde kullanılmaktadır. Ancak bu yıl Temmuz ayında Washington’da gerçekleştirilen Dünya Alzheimer Kongresi’nde son derece umut verici gelişmeler bildirildi. Sonuçları merakla beklenen aşı çalışmalarının erken evre sonuçlarında aşı tedavisinin hastalığın ilerlemesini büyük oranlarda azalttığı gösterildi. Bu verilerin başka çalışmalar ile teyid edilmesi gerekmekle beraber , sunulan verileri günümüze kadar elde edilen en yüz güldürücü sonuçlar arasında yer alıyor ve geleceğe umutla bakmamızı sağlıyor. Eğer diğer çalışmalarda da benzer sonuçlar elde edilirse belki bir kaç yıl içinde Alzheimer Hastalığı’na karşı elimizde çok daha etkili tedaviler olabilir. Alzheimer Hastalığının erken evrelerinde hastanın gözetimi, ileri evrelerde ise bakım gerekebilmetkedir. Bu nedenle hasta yakınları da hastalık sürecinde önemli rol oynamaktadır. Hasta yakınlarının eğitimi ve bilinçlendirilmesi bu süreci daha başarılı bir şekilde geçirmelerine yardımcı olur. Bu konuda ülkemiz-
de Alzheimer Derneği yıllardır önemli bir görevi başarıyla sürdürmektedir. Günümüzde Alzheimer hastalığının nedeni kesin olarak bilinmemekle beraber bu konuda çok sayıda araştırma devam etmektedir.
21 EYLÜL DÜNYA ALZHEİMER GÜNÜ Alzheimer sıklığı yaşla beraber artış gösterir. Alzheimer hastalığı sıklıkla unutkanlıkla başlar ve zaman içinde dil, görsel ve mekansal fonksiyonları da bozar.
POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016 55
ANNE/BEBEK SAĞLIĞI Hamilelikte düzenli kontroller, hem annenin hem de bebeğin sağlığı için yaşamsal öneme sahip oluyor. Gebelik takiplerinde, gebeliğin başından doğum sonrasına kadar anne ve bebeğin durumunu değerlendirmek, anne ve babayı bilgilendirmek, anne ve bebekle ilgili olası sorunları önlemek amacı ile muayeneler, testler ve ultrasonlar yapılıyor.
ANNE KARNINDAKİ BEBEĞE SIKI TAKİP
Annede mevcut hastalıkların, gebeliğe bağlı oluşabilecek sağlık sorunlarının erkenden belirlenebilmesi, gerekli önlemlerin zamanında uygun şekilde alınabilmesi, bebekteki yapısal bozuklukların erken gebelikte tespit edilebilmesi ve doğumun doğru zamanda iyi koşullarda yapılabilmesi için gebelerin hamilelik süresi boyunca düzenli aralıklarla kontrollerini yaptırmaları çok önemli. KONTROLLER MÜMKÜNSE GEBELİK ÖNCESİ BAŞLAMALI Gebeliğin önceden tasarlanması, bu sürecin normal seyretmesini ve bebeğin sağlıklı olma şansını artırıyor, beklenmedik bazı risklerle karşılaşma olasılığını azaltıyor. Bu amaçla, gebeliğin planlandığı zamandan en az 3 ay öncesinde kadın doğum hekiminden danışmanlık hizmeti alınması öneriliyor. Anne adayının öyküsünün alınması, kan tahlilleri ve ultrason muayenesi sonuçlarına göre gebelik açısından oluşabilecek riskler belirlenerek önlenmeye çalışılıyor.
testler ve muayeneler sağlıklı nesillerin devamı için büyük önem taşıyor. Down sendromundan nörolojik sorunlara kadar birçok sorun henüz anne karnında iken tespit edilip gerekli önlemler alınabiliyor.
Prof. Dr. Nilgün Turhan Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Bayındır İçerenköy Hastanesi Özel Bayındır Levent Tıp Merkezi
Hayalindeki bebeğe kavuşacağı haberini alan anne adayının hem kendisinin güvenli bir gebelik geçirmesi hem de sağlıklı bebeğine kavuşabilmesi için düzenli takip edilmesi gerekiyor. Gebeliğin belli dönemlerinde anne adayına ve anne karnındaki bebeğe yapılacak
56 POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı ve Perinatoloji (Yüksek Riskli Gebelikler) Uzmanı Prof. Dr. Nilgün Turhan anne karnındaki bebeğin değerlendirilmesinin önemini ve gebelik sürecinde anne ile bebeğe yapılması gereken rutin kontroller ile ilgili bilgiler verdi. SAĞLIKLI BEBEKLER İÇİN ANNE KARNINDA TAKİP YAŞAMSAL ÖNEME SAHİP Son adet döneminin ilk gününden itibaren ortalama olarak 40 haftalık bir süreç olan gebelikte, tüm vücudu etkileyen belirgin değişiklikler meydana geliyor.
Tıp teknolojisindeki gelişmeler ve bilgi birikimi sayesinde, anne ile bebeğin yaşamını tehdit edebilecek pek çok problem, hamileliğin henüz ilk haftalarında belirlenebiliyor. Bu nedenle hamilelik tespit edildiği andan itibaren gebelik takipleri başlamalı. Gebelik süresince yapılması gereken, tüm dünyaca benimsenmiş ve bir kısmı olmazsa olmazların arasına alınmış bir dizi tetkik ve takip programları bulunuyor. Gebeliğin ilk 32. haftasına kadar en az ayda bir, 32-36. haftalarında iki haftada bir ve 36. haftadan doğuma kadar haftada bir takip gerekiyor. Bu takip programı yüksek riskli gebelerde daha sık gerçekleştiriliyor. ANNE KARNINDA BEBEĞE YAPILMASI GEREKEN TESTLER:
İLK 14 HAFTA:
Gebeliğin ilk 14 haftası veya ilk 3 ayı “birinci trimester” olarak tanımlanıyor. Gebeliğin bu ilk günlerinde, annenin sağlığı açısından elde edilecek bilgiler gebelik sürecinde karşılaşabilecek problemler konusunda hekime bilgi veriyor ve alınabilecek erken önlemlerle gebeliğin seyrinde olumlu katkılarda bulunuyor. İlk muayenelerde; gebenin önceden mevcut olabilecek sağlık sorunları ve
rinci veya ikinci trimester tarama testleri (ikili, üçlü ve dörtlü tarama testleri); hormonal kan tetkiklerinin sonuçları ve ultrason verileri dikkate alınarak yapılıyor. Bu testlerde, yüksek riske sahip anne adaylarının bebeklerinde kromozom bozukluğu olup olmadığının kesin belirlenmesi için koryonvillus biyopsisi (CVS), amniyosentez ve kordosentez gibi girişimsel tanı koydurucu işlemler uygulanıyor. En sık uygulanan yöntem amniyosentez oluyor. Bu işlemde; bebeğin içinde bulunduğu amnion sıvısından örnek alınarak, bebeğe ait hücreler, kültür ortamında çoğaltılıyor. Böylece kromozomlardaki olası sayısal ve yapısal bozukluklar analiz ediliyor. GENETİK İZLERİNİ BIRAKIYOR
önceki gebelikleri ile ilgili bilgiler, ailedeki kalıtsal hastalıklar ve kronik hastalıklar, sigara, alkol ve ilaç kullanımı sorgulanıyor. Fizik muayene, ultrasonografi bulguları ve yapılan testlerle, daha sürecin başında riskli gebeler belirleniyor. Tam kan sayımı, HBsAg tayini, anne ve babanın kan grubu ve Rh durumu, karaciğer-böbrek fonksiyon testleri, Rubella (kızamıkçık) kan tetkiki, idrar tetkiki, son 12 ay içerisinde yapılmamış ise servikal sitoloji (smear testi), açlık kan şekeri, şeker yükleme testi yapılıyor. Gebeliğin sağlıklı normal bir rahim içi gebelik olduğunun ve gebelik haftasının tayini için ultrasonografi yapılıyor.
11-14. gebelik haftaları arasında yapı-
lan ayrıntılı ultrason incelemesinde; ense kalınlığı ölçümü, gerekirse kalbe uygulanan duktus venozus Doppleri ve kalp kapağı Doppler ölçümlerinin yanı sıra burun kemiği değerlendirilmesi, ikili tarama test ile kombine ediliyor. Böylece bebekte Down sendromu gibi önemli kromozom anomalilerinin tahmin edilme şansı yüzde 90’lara ulaşıyor. Detaylı ultrasonografi incelemesinde ayrıca; bebekte anensefali, karın ön duvar anomalileri, mesane ve ağır nörolojik sistem anomalilerine erken tanı konabiliyor. Uterin arter Doppler kan akımı ölçümleri, gebelikte ortaya çıkabilecek problemleri öngörebiliyor. Riskli gebeliklerde 10. haftadan itibaren anne kanında Serbest Fetal hücre tayini (DNA testi) yapılabiliyor. FETUSA DİKKAT!
gebelik takibinde kritik bir önem taşıyor. Bu dönemde, riskler ve öncelikler göz önünde bulundurularak, şu tetkiklerin yapılması gerekiyor:
18-22 haftalarda ayrıntılı ultrason, uterin arter Doppler kan akımı ölçümleri, 35 yaş üzeri gebelere amniosentez, kalpte anomali şüphesi olan gebelerde 20-24 haftalarda fetal ekokardiyografi, 24-28 haftalarda Glukoz testleri, tam kan sayımı, tam idrar tahlili yapılıyor. Son beş yıl içerisinde tetanoz aşısı olmamış veya hastane koşullarında doğum yapmayacak olan anne adayının 20. haftada tetanoz aşısı yaptırması gerekiyor. 28. HAFTADAN DOĞUMA KADAR:
Gebeliğin üçüncü 3 ayı “üçüncü trimester” olarak kabul ediliyor. 32-34 haftada; fetal gelişim ultrasonografisi ile bebeğin gelişiminin, amnion sıvısının ve plasentanın değerlendirilmesi yapılıyor, rahim damarlarının akımları inceleniyor. Ayrıca tam kan sayımı tekrarı, Rh uygunsuzluğu varsa gerekli önlem alınıyor, vajinal kültür yapılıyor. Gebeliğin 37. haftasından itibaren haftalık NST takipleri, 40. haftadan sonra doğum gerçekleşmemiş ise 3 günde bir biofizik profil veya NST ve amnion sıvısı ölçümü yapılıyor. AMNİON SIVISI ÇOK ŞEY SÖYLER!
Anne adayının kanında, gebelik boyunca bebeğe ait bazı hücreler dolaşıyor. Serbest Fetal DNA testinde; bu hücrelerin içeriğindeki bebeğe ait genetik materyal olan ”fetal DNA”, anne kanında gebeliğin 10. haftasından itibaren incelenerek, fetal hücrelerdeki kromozomlar araştırılıyor. Kesin bir tanı testi olmamakla birlikte, güvenilirliği yüksek bir tarama testi olarak kabul ediliyor. Serbest Fetal DNA testi, şu durumlarda öneriliyor: Doğum anında 35 yaş ve üzeri olma, fetal ultrason ile saptanmış artmış anöploidi (kromozomal anomali) riski, daha önce trizomili bebek (Down Sendromu) sahibi olma, standart tarama testlerinde (İkili test veya üçlü tarama test) anöploidi için artmış risk.
BUNLAR OLUYORSA HEMEN DOKTORA! •Yoğun vajinal akıntı veya idrar yaparken yanma hissi •Ateş yükselmesi •Şiddetli karın veya kasık ağrısı •Vajinal kanama •Bebek hareketlerinin azalması veya hissedilmemesi •Suyun gelmesi •Belirli aralıklarla gelen ritmik kasılmaların (ağrı) hissedilmesi •Yaygın vücut ödemi (şişlik), görme bozuklukları, şiddetli mide ağrısı veya baş ağrısı •Beklenen tarih geçmesine rağmen doğum ağrılarının başlamaması
Gebelerde rutin tarama testleri olan bi-
14-28 HAFTALAR ARASI:
Gebeliğin ikinci 3 ayı, “ikinci trimester” olarak tanımlanıyor. Fetusa ait sakatlıkların (yapısal anomalilerin) saptanabildiği bir dönem olan ikinci 3 ay, bu nedenle POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016 57
ÇOCUK DİŞ SAĞLIĞI
ANNELERE ÇOCUKLARININ DİŞ BAKIMI İÇİN
4
ÖNEMLİ TAVSİYE
hatıralarıdır. Özellikle diş hekimi korkusunu arttıracak korkutmalar, tehditler çocukların korkularının yerleşmesine sebep olur. Böyle bir durumda çocuk daha önce hiç diş hekimine gitmemiş olsa bile diş hekimi korkusunu anne ve babasından öğrenebilir. Ağrısının giderildiğini, tedaviden sonra mutlu olduğunu söyleyen anne-baba, çocuğa çok daha olumlu bir mesaj vermiş olur. Aynı zamanda tedavi aşamasında diş hekimi ile kurulan iyi diyalog çocuğun diş hekimine alışmasına yardımcı olur. Böylece çocuk, diş hekimi ziyaretlerinin normal ve düzenli olması gerektiğini öğrenir. Böyle yetişen bir çocuğun hayatı boyunca zaten dişleriyle sorunu olmayacaktır.
3.
Çocuklar dişlerini fırçalamaya ne zaman başlamalıdır?
Çocuklar dişlerini 2-2,5 yaşından itibaren fırçalamaya başlamalıdır.
Ağız ve diş bakımının sağlanması ve diş fırçalama alışkanlıklarının kazandırılması konularında anne-babalara çok iş düştüğünü ifade eden Bakırköy Hospitadent Diş Hastanesi Başhekimi Dt. Selma Kurtoğlu, çocuklarda ağız ve diş bakımına yönelik en çok sorulan soruları yanıtladı. İŞTE O SORULAR Dt. Selma Kurtoğlu Bakırköy Hospitadent Diş Hastanesi
Düzenli hekim kontrolü, çocuğun hekim ile ilişkisinden kaynaklanan bilinçlenme, diş fırçalama alışkanlığının kazandırılması çocuğun ileriki yaşlarda rahat etmesini sağlayacak olan en büyük kazançlardır. Dt. Selma Kurtoğlu, “Genel anlamda çocukluk çağında uygulanan koruyucu hekimlik uygulamaları, sürecin daha az zahmetli, daha az masraflı ve daha az ağrılı olmasını sağlar. Bu nedenle 0-18 yaş diş sağlığı ağırlıklı koruyucu hekimlik olmak üzere, tedaviler de başta masraflı görünse de uzun vadede masrafların azalmasını sağlayacaktır” diye konuştu.
58 POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016
1.
Çocuklarda ilk diş kontrolü ne zaman yapılmalıdır?
6-8 ayda ilk süt dişleri sürmeye başlar. Süt dişlerinin sürmesi ile birlikte temizlik işlemi de başlar. Anormal bir durum yok ise ilk diş hekiminin muayenesi 2 yaşına kadar bir kere yapılmalıdır. Daha sonra kontroller düzenli olarak 6 ayda bir yapılır.
2.
Diş hekimi korkusu olan çocuklara nasıl yaklaşılmalıdır?
Çocukların diş hekiminden korkmalarında en büyük etken anne, baba ve yakın çevredeki insanların diş hekimi hakkında konuşmaları, korkuları ve kötü
4.
Çocuğa diş fırçalama alışkanlığı nasıl kazandırılır?
Diş fırçalamayı öğretmenin en kolay yolu anne-baba olarak ona örnek olmaktadır. Ev içinde büyüklerin diş fırçalamasını izleyen çocuk, bu alışkanlığı daha kolay kazanır. Bunun ile birlikte özellikle akşam yatarken dişlerini fırçalayan anne-baba aynı zamanda çocuğun fırçalamasını da kontrol etmiş olur, hem de örnek davranış ile ona verilecek en iyi eğitimi verir. Çocukların kullanabileceği ürünler yeterince eğlenceli, renkli ve çocuklara hitap edebilecek ürünlerdir. Sağlıklı ürünler ve özellikle diş hekimin önerdiği ürünleri kullanmalıyız.
GÖZ SAĞLIĞI
BEBEKLERDE GÖZ MUAYENESİ İHMALE GELMEZ Doğumda görme fonksiyonları henüz gelişmiş değildir. Yaşamın ilk aylarında görme keskinliği giderek artar, bebek her iki gözünü kullanarak bir hedefe odaklanmayı öğrenir. Üç boyutlu görme henüz yoktur ve yaşamın bu erken evrelerinde bebek yakın mesafeden annesin yüzünü ve hareketleri ayırt edebilmektedir. Erişkinlerinkine yakın bir görme fonksiyonuna çocuklar 2 yaşında ulaşırlar. Göz sağlığı bütün hayat kalitesini etkileyen ve son derece önemli bir durum. Bebeğinizin göz sağlığı ilgili ihmaller ileride hiç de istenmeyen sonuçlara neden olabilir. Doğumdan itibaren göz muayenesinin çok önemli olduğunu söyleyen Göz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Tuğrul Altan çocuklarda yapılması gereken göz muayenelerini anlattı. İLK GÖZ MUAYENESİ DOĞUMDAN SONRA… İlk göz muayenesi doğumdan sonra çocuk hekimi tarafından yapılmalıdır. Bu muayenede çocuk hekimi göz küresi ve çevre dokularda bir anormallik olup olmadığını makroskopik olarak değerlendirir. Sonra göze ışık tutarak ışığın gözden geri yansımasını inceler. Işığın geri yansımasında bir sorun varsa veya gözbebeğinden kırmızı yerine beyaz bir yansıma alınıyorsa bebek hemen varsa
göz hekimine yönlendirilmelidir. BEBEK ERKEN DOĞDUYSA RETİNOPATİ RİSKİ ARTAR! Eğer bebek 35. haftadan önce doğmuşsa doğumdan 4 hafta sonra prematüre retinopatisi açısından göz dibi değerlendirmesi yapılmalı ve duruma göre uygun aralıklarla takip ve gerekirse tedavi edilmelidir. Doğum haftası ve tartısı düştükçe prematüre retinopatisi risk de artmaktadır. ŞAŞILIK VE GLOKOMA KARŞI 6. AYDA TEKRAR DOKTORA! Doğumdan sonra, 6. ayda göz kontağı kurmama, gözlerde kayma, gözleri ovuşturma, ışık duyarlılığı, fotoğraflarda gözbebeğinde beyaz renkte yansıma varsa göz muayenesi mutlaka tekrarlanmalıdır. Bu dönemde ortaya çıkan veya belirginleşen en önemli sorunlar bebeklik şaşılığı, retinoblastoma denilen göz tümörü ve doğumsal glokomdur. GÖRME KUSURLARI OKUL BAŞARISINI DA ETKİLER! Çocuklarla iletişim kurmanın nispeten daha güç olduğu 2 yaş dönemine girmeden önce 18’inci ayda muayenelerinin tekrarlanması uygundur. Bu muaye-
Doç. Dr. Tuğrul Altan Göz Hastalıkları Uzmanı Liv Hospital
ne çocukta ileride göz tembelliğine yol açabilecek olan kırma kusurlarının saptanabilmesi için önemlidir. Gözlük gerekliliği saptanırsa çocukların bu dönemde gözlüğe alışması mümkündür. Gözler tamamen normal görünse dahi göz muayenesi 3-4 yaşlarında tekrarlanmalıdır. Bu yaşta çocukla genellikle iyi bir iletişim kurmak mümkün olmakta ve çocukların önemli bir kısmında görme keskinliği ölçümü, biyomikroskopik muayene ve göz dibi muayenesi yapılabilir. Genellikle tek gözde bulunan göz tembelliği, muayene edilmedikçe gözden kaçabilir. Okul öncesi dönemde de muayene tekrarlanarak çocuğun görme keskinliği değerlendirilmelidir. Okul çağında düzeltilmemiş kırma kusurları çocuğun okul başarısını ve sınıftaki iletişimini etkileyebilmektedir. POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016 59
BÖBREK SAĞLIĞI
TÜRK BÖBREK VAKFI UYARIYOR:
BİLİNÇSİZ VE KONTROLSÜZ KULLANILAN BİTKİSEL ÜRÜNLERE DİKKAT!
Timur Erk Türk Böbrek Vakfı Başkanı
S
on yıllarda oldukça yaygın olan “Tamamlayıcı ve Alternatif Tıp” (TAT) uygulamaları, geleneksel tıp uygulamaları dışında kalan bütün sağlık hizmetlerini, yöntemlerini ve uygulamalarını kapsayan geniş bir sağlık alanıdır. Tamamlayıcı ve alternatif Tıp içerisinde; doğal ürünler (bitkiler, vitaminler, mineraller, balık yağı), zihin ve bedene dayalı uygulamalar (masaj), diğer TAT tipleri (Çin tıbbı, nöropati, hemopati, pilates, terapötik dokunma) yer alır. Bunların
60 POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016
arasında ise hastalar tarafından en sık tercih edilen, bitkisel ürünlerdir. Amerikan Ulusal Böbrek Vakfı tarafından verilen bilgilerde, özellikle kronik böbrek hastalarında bitkisel destek tedavilerin sakıncalı olabileceğine vurgu yapılıyor ve aşağıdaki noktalara değiniliyor: BİTKİSEL DESTEK TEDAVİLERİNİN KRONİK BÖBREK HASTALIKLARINDA KULLANIMI ï Çok az sayıda bitkisel ürün böbrek hastalıklarında araştırılmıştır. Sağlıklı in-
sanlarda güvenli olabilecek ürünler böbrek hastaları için uygun olmayacağı gibi bazen de tehlikeli olabilmektedir. ï Bitkisel ürünlerin içeriğindeki maddeler yeterince bilinemediği için doğruluğu şüpheli olabilmektedir. ï Bazı ürünler böbrek hastaları için zararlı olabilecek maddeler içerebilmektedir (örneğin; Potasyum).
Bu nedenle birçok ilacın yapımında da kullanılan bitkiler bilinçsizce kullanılacak kadar masum da değildir. Mutlaka doktor kontrolünde kullanılması gerekmektedir. Hali hazırda tedavisi devam eden kronik böbrek yetmezliği hastaları, nakil olmuş kimseler veya farklı evrelerdeki böbrek hastası olanların kati suretle doktorunun bilgisi olmadan alternatif tedavilere veya destek bitkisel ürünlere başvurmaması gerekir. Amerikan Ulusal Böbrek Vakfı’nın açıkladığı bilgilerin yanı sıra, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi bünyesinde yapılan araştırma da, bitkisel ürün kullanımı açısından tehlikeli olabilecek durumları ortaya koyuyor.'' “HASTALARIN KULLANDIĞI BİTKİSEL ÜRÜNLERİN GÜVENİRLİĞİ TARTIŞMALIDIR” Araştırmada, “diyaliz tedavisi almayan kronik böbrek hastaları hastalığın ilerlemesini engellemek, diyaliz hastaları ise diyalizin yol açtığı bulgular ve sorunlardan kurtulmak için alternatif tıp yöntemlerini, özellikle de bitkisel ürünleri kullanmaktadır. Bununla birlikte, hastaların kullandığı bitkisel ürünlerin güvenirliği tartışmalıdır” noktalarına yer veriliyor.
• Bazı bitkisel ürünler ilaçlarla etkileşime girebilmektedir. Bunlar sarı kantoran, ekinezya, ginkgo, sarımsak, ginseng, zencefil örnek olarak verilebilir. Böbrek nakilli hastalar da bu etkileşimlere özellikle dikkat etmelidir. Bu etkileşimlerden ve yan etkilerden kaçınmak için doktorunuzun onayı olmadan hiçbir ürünü kullanmayınız. Unutulmamalıdır ki, (özellikle böbrek hastaları için) doğal denmesi güvenli olduğu anlamına gelmemektedir.
Söz konusu bilgileri Türkiye için değerlendiren Türk Böbrek Vakfı Başkanı Timur Erk ise, Türkiye’de hastalar tarafından en çok tercih edilen Tamamlayıcı ve Alternatif Tıp uygulamaları içerisinde bilinçsiz bitkisel ürün kullanımı büyük tehlike oluşturduğuna dikkat çekiyor. Erk, bitkisel ürün kullanımının yaygın olmasının sebebinin ise kolay ulaşılabilir olması şeklinde değerlendiriyor. TBV Başkanı Timur Erk; “Özellikle internette ve radyolarda ‘tamamen doğal’ sloganıyla satışa sunulan ürünler, sağlıklı insanlar için dahi tehdit oluştururken böbrek hastaları için çok daha büyük bir tehlikeye zemin hazırlamaktadır.
Sonuç olarak, bitkisel ürünlerin kullanımının giderek artmasına karşın bu ürünlerin güvenirliği tartışmalıdır. Bitkisel ürünler kronik böbrek hastaları için tehlikeli olabilir. Bu ürünlerin kronik böbrek yetmezliğindeki farmakokinetiği (söz konusu ürünlerin vücutta emilimi, dağılımı, dönüşümü ve atılması süreçleri) bilinmemektedir. Günümüzde kullanılan tıbbi ilaçların böbrek yetmezliğinde farmakokinetiği değişebilmektedir. Bitkisel ürünlerin böbrek yetmezliğinde emilimi, dağılımı, metabolizması ve atılımı değişebilir ve hastalar için toksik (zehirli) olabilirler. Ayrıca kronik böbrek hastalarının rutin kullandıkları ilaçlarla bitkisel ürünler etkileşebilir'' noktalarına yer verildi.
POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016 61
HABER
TÜRKİYE, GELİŞMİŞ ALT YAPISINI “GLOBAL SAĞLIK TURİZMİ ZİRVESİ VE FUARI (HEALTH SUMEX)” İLE DAHA GENİŞ BİR PAZAR HALİNE GETİRMEYE HAZIRLANIYOR “Global Sağlık Turizmi Zirvesi ve Fuarı (Health Sumex)” TC Sağlık Bakanlığı himayesi başta olmak üzere, TC Ekonomi Bakanlığı ile TC Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) desteğinde 18-22 Ekim 2016 tarihlerinde JW Marriott Hotel Ankara’da düzenlenecek. HHB EXPO fuar şirketi organizasyonu ile düzenlenecek olan zirve ve fuara katılan yaklaşık 28 kurum, kuruluş, dernek önemli katkı sağlayacak. DÜNYANIN ÖNDE GELEN KİŞİ VE KURUMLARI AYNI ÇATI ALTINDA
Başkent Ankara’nın sağlık turizminde marka kent olması amacıyla gerçekleştirilen Health Sumex 2016, Ankara’nın sağlık turizmi konusunda imajını güçlendirecek ve sağlık sektörü alanındaki aktörler arasındaki işbirliğini arttıracak. Fuarla eş zamanlı düzenlenecek ve iki gün sürecek olan konferanslarda önemli konu başlıkları, uluslararası düzeyde sektörün önde gelen konuşmacıları yönetiminde pek çok kanaat önderini bir araya getirerek; katılımcılar arasında bilgi ve deneyim paylaşımının yanında iyi örneklerin öne çıkarılmasına da olanak verecek. Fuara yurtiçi ve yurt dışından 3 binin üzerinde ziyaretçi gelmesi beklenirken, Avrupa, Asya, İskandinav Ülkeleri, Ortadoğu Ülkeleri, ABD, Balkan Ülkeleri ve Afrika ülkelerinden TC Ekonomi Bakanlığı destekleri kapsamında gelecek olan ülke heyetleri fuar katılımcıları ile buluşacak. TÜRKİYE SAĞLIK TURİZMİNDE İNSAN ODAKLI HİZMET ANLAYIŞI İLE GELİŞİYOR
TC Sağlık Bakanlığı himayesinde gerçekleştirilen tek fuar olma özelliğine sahip olan Health Sumex’in tanıtım lansmanına; ONKİM Kök Hücre Teknolojileri Yönetim kurulu Başkanı ve MediaSa Yönetim Kurulu Başkanı Demet Sabancı Çetindoğan, TC Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Hüseyin Çelik, TC Sağlık
62 POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016
Bakanlığı Sağlığın Geliştirilmesi Genel Müdürü Yrd. Doç. Dr. Hacı Ömer Tontuş, HHB Expo Yönetim Kurulu Başkanı Şule Dadak Dayangaç, büyükelçiler, 28 kurum, kuruluş ve derneğin temsilcileri ve çok sayıda gazeteci katıldı. Açılış konuşmalarında Türkiye’ye 2018 yılına kadar 2.5 milyona yakın sağlık hizmeti almak isteyen turist geleceği açıklandı. Türkiye’nin son yıllarda sağlık turizminin en gözde destinasyonları arasında yer aldığı, 2015’te 746 bin turist sağlık turizmi kapsamında ziyaret ettiği, maliyet avantajı ve gezme fırsatının yanı sıra kaliteli teknolojik altyapı sunması ile uluslararası hastaların tercihlerinin başında geldiği belirtildi. HHB Expo Yönetim Kurulu Başkanı Şule Dadak Dayangaç fuar hakkında şu bilgileri verdi: TÜRKİYE SAĞLIK TURİZMİNDE BÜYÜK ATAK HALİNDE
“Hasta sayısı açısından bakıldığında ilk sırada ABD, ikinci sırada Almanya, üçüncü sırada Tayland, dördüncü sırada Hindistan ve beşinci sırada Türkiye bulunmakta. Yapılan çalışmalar sonucunda dünya standardına ulaşan sağlık faaliyetleri ve doğal kaynakları sayesinde Türkiye son yıllarda sağlık turizminin en gözde destinasyonları arasında. Bunun neticesinde dünyanın birçok yerinden özellikle Avrupa’dan ciddi bir hasta akımı var. Türkiye, tıbbi operasyonlar için ciddi bir merkez. Örneğin dünyada en çok plastik cerrah uzmanına sahip olan ülkeler arasındayız. ABD’de ve Avrupa’da çok pahalı olan estetik işlemlerini Türkiye’de hem daha başarılı hem de daha uygun fiyatla gerçekleştiriyoruz.” TÜRKİYE YURTDIŞINDAKİ HASTALARIN GÖZ BEBEĞİ
“Türkiye’ye gelen sağlık turistleri için başka avantajlı bir konu da hem sağlık imkânlarından hem de doğal ve tarihi turizmi sonuna kadar yaşayabilmeleri. Tedavi amaçlı ülkemize gelen bir sağlık turisti ülke içerisindeki diğer turizm alanlarına da destek oluyor. Bizde bu ne-
denlerle Health Sumex ile birlikte Sağlık Turizmi alanında dünyanın önde gelen kişi ve kurumlarının aynı çatı altında bir araya getirerek Başkent Ankara’nın marka kent olması amacıyla çalışmalar gerçekleştireceğiz. Avrupa, Asya, İskandinav ülkeleri, Ortadoğu ülkeleri, ABD, Balkan Ülkeleri ve Afrika ülkelerinden TC Ekonomi Bakanlığı destekleri kapsamında gelecek olan ülke heyetleri fuar katılımcıları, Ankara’nın sağlık turizmi konusunda imajını güçlendirecek ve sağlık sektörü alanındaki aktörler arasındaki işbirliğini arttıracak.” CAZİBE MERKEZİ OLACAĞIZ
“Türkiye’nin 2023 sağlık vizyonu ve hükümet programında belirtildiği üzere, sağlık bölgesinin cazibe merkezi olacak ve sağlık turizminde lider konuma gelecektir. Sağlık dönüşüm programı sonrasında, kamu hastaneleri yüksek kalitede ve ileri teknoloji ile hizmet vermeye başlamıştır. Buna paralel olarak kamu hastanelerinde tedavi olan yabancı uyruklu hasta sayısı artmaktadır. Özellikle 22 şehir hastanesi olarak planlanan sağlık kampüsleri ile yurt içi ve yurt dışında ileri seviyede sağlık hizmeti sunulacaktır.” BİYOLOJİK TERÖR KARŞITI UZMAN ANKARA‘YA GELİYOR
“Global Sağlık Turizmi Zirvesi ve Fuarı (Health Sumex)” sağlık alanında dünya devlerini de Ankara’da bir araya getiriyor. Fuara biyolojik terör karşıtı çalışmalarıyla tanınan Fuad El-Hibri, Biyolojik Savunma alanında kullanılan anditot ve aşıları üreten Allen Shofe ve şirketin CEO’su Daniel J. Abdun Nabi, erken kanser teşhislerinde kullanılan sıvı biyopsi (kandan kanser teşhisi) sisteminin geliştiricisi Behrad Vahidi ve şirketin CEO’su Andre de Fusco, insan kaynaklı kan ürünlerinin ve immunolojik kanser ilaçları üretim teknolojileri başkanı Marvin White da katılacak. Detay bilgi: www.healthsumex.com
HABER
ULUSLARARASI ORGAN NAKLİ VE ORGAN BAĞIŞI MEDYA ÇALIŞTAYI’NDA ORGAN NAKİLLERİNİN ÖNÜNDEKİ SORUNLAR TARTIŞILDI Her yıl dünyada 100 binden fazla hasta organ nakli beklemekte, uygun organ ya da donör bulunamadığı için yaşamını kaybetmekte. Ülkeler vatandaşlarına organ bağışı hakkında farkındalık yaratmaya ve transplantasyon çalışmalarını geliştirmeye devam etmekte, nakil sonrası hastaların kaliteli bir yaşam sürmesi için çalışmaktadırlar. Ancak istenilen bağış sayısına ulaşılamamaktadır. Türkiye merkezli Dünya’nın ilk ve en büyük projesi olan International Transplant Network’un (ITN- Uluslararası Organ Nakli Ağı) Sağlık Bakanlığı, Ekonomi Bakanlığı, SESRIC ve TİKA tarafından desteklenen, Türkiye Organ Nakli Vakfı’nın (TONV) koordinasyonunda 5 üniversite ve 5 sivil toplum örgütünün yürüttüğü ortak bir proje. Amaç; bu projeye katılan ülkelerdeki bağışları ve transplantasyonları geliştirmek, ihtiyaçları analiz edip, gerekli olan geliştirme çalışmalarını başlatarak, proje kapsamında belirlenen ana maddeleri bu ülkelerde sürdürülebilir bir uluslararası işbirliğini yaratmak. TONV koordinatörlüğünde Asya, Afrika ve Doğu Avrupa olmak üzere 3 kıtadan 70 ülkeyi kapsayan ITN Projesi’nin 2. fazı olan ‘Organ Nakli ve Organ Bağışı Medya Çalıştayı’ İstanbul’da gerçekleştirildi. 17-19 Ağustos, 24-26 Ağustos ve 7-9 Eylül tarihinde üç ayrı çalıştaya 45 ülkeden 90 gazeteci katıldı. Yaşanan sorunlar “Organ Bağışı ve Naklindeki
Zorluklarla Yeni Yaklaşımlar” ana başlığında; Organ Nakli ve Organ Bağışında Medyanın Etkisi ve Gücü, Sağlık İletişimi, Organ Ticaretiyle Mücadele, Asılsız Habercilik, Yeni Medya gibi konularla tıp, akademi ve medya sektörünün tanınmış isimleri ile tüm yönleri ile tartışıldı. TONV Başkanı Dr. Eyüp Kahveci proje hakkında şu bilgileri verdi: “Projeye yaklaşık 70 ülke katıldı. Bu bizim için önemli bir avantaj. Türkiye’nin dışa açılım politikası anlamında yürüyen şu andaki en büyük ölçekli sağlık projesi. Projenin 1. fazı geçen sene tamamlandı. Ülkelerdeki durum tespiti yapıldı, öncelikler belirlendi ve bir eylem planı hazırlandı. İkinci fazda da bu eylem planlarının uygulanma aşamasına geçildi. Bu aşamanın ilk programları medya çalıştaylarıyla başladı. Aynı şekilde AB üye ve aday ülkelerin gazetecileri her yıl Brüksel’de düzenlenen toplantılarda, teknik anlamda organ bağışı ve naklini konuşuyor. Biz de bu çalıştayla öncelikle gelişmekte olan ülkelerden gelen gazeteciler ile bir araya geldik. Ülkelerindeki organ bağışı ve naklinin gelişimi konusunda politika geliştricileri, sağlık otoriteleri ile temas kurmalarını, aynı zamanda da ülkelerinde toplumsal farkındalığı arttırmaları yönünde yapacakları çalışmalara katkıda bulunmak istedik. Türkiye yılda 5 bin nakille ciddi klinik tecrübeye ve altyapıya sahip. TONV olarak bu tecrü-
Dr. Eyüp Kahveci Türkiye Organ Nakli Vakfı Başkanı
bemizi aktarmak ve basın mensuplarını doğrudan bilgilendirmek için toplantılar düzenlemeye devam edeceğiz. “FARKINDALIK YARATILMASINDA BASININ ROLÜ ÇOK BÜYÜK “Organ Nakli için canlı veya kadavradan organa ihtiyaç var. Organ yoksa, organ nakli de yok. Bağış yoksa organ nakli de yok. Burada konu sağlığın dışına çıkıyor. Din, ekonomi, kültür ve etik gibi konular devreye giriyor. Bu noktada da toplumsal farkındalık son derece önemli. Farkındalık yaratılması bireysel kararlara da etkili. Bunun yaratılmasında en önemli aktör, basın ve basın mensupları. Network’e katılan 70 ülkenin 24’ünde organ nakli ve organ bağışı ile ilgili herhangi bir yasal çerçevenin olmadığını biliyoruz. Yaklaşık 25 ülkede yasal düzenleme olmasına rağmen, herhangi bir aktivitenin olmadığını görüyoruz. Bu yasal düzenlemelerin bir an önce yapılması gerekiyor. Bu noktada da yetkili otoriteleri hareket geçirmede, motivasyonun sağlanmasında, toplumsal farkındalığı yaratılmasında, organ bağışı haberlerinin iletilmesi aşamasında basın mensuplarının rolü son derece değerli. Haberlerin etik kurallar çerçevesinde ve doğru verilmesi çok önemli.”
POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016 63
MEVSİM HASTALIKLARI ğine sahip olması nedeniyle soğuk algınlığından ve diğer solunum sistemi hastalıklarından farklıdır. Ateş, üşüme, titreme, terleme nöbetleri, öksürük, burun tıkanıklığı, baş ağrısı, boğaz ağrısı, halsizlik, kas ve eklem ağrıları ile seyreder.Bulgular soğuk algınlığına benzemekle birlikte gripte baş ağrısı, kas ağrıları ve özellikle 38 derecenin üstünde ateş daha ön plandadır.Grip genellikle 7-10 günde iyileşme ile sonuçlansa da sinüzit, bronşit veya zatürree gibi bazı ciddi enfeksiyonlara yol açabilme riski nedeni ile tedavi ve korunma önem taşır. Özellikle çocuklarda, yaşlılarda, bağışıklık sistemi baskılanmış kişilerde ve kronik hastalığı olanlarda ciddi seyredebilir.
SONBAHAR: HASTALIKLARA DİKKAT
GRİP TANISI KONULDUĞUNDA TEDAVİ İÇİN GECİKMEYİN! Enfeksiyon ortaya çıktığında, uygun tedaviye biran önce başlamak gerekir. Uygunsuz antibiyotik kullanılmamasına özellikle dikkat edilmeli, eğer viral enfeksiyon varsa şikayetleri azaltıcı ilaçlarla ve istirahat ile şikayetler takip edilmelidir. 2-3 günü geçen şikayetlerde mutlaka doktora başvurmak önem kazanmaktadır. Sağlıklı insanların hastalıktan korunmak için alacağı basit önlemler de toplum sağlığı açısından büyük önem taşır. KURALLAR BELLİ:
de gripten korunma yönetemleri hakkında bilgiler verdi. HASTALIKLARI HAFİFE ALMAYIN
Dr. Esin Çeliker Oğul Göğüs Hastalıkları Uzmanı Medicana International İstanbul Hastanesi
Sonbahar denilince akla soğuyan hava kısalan günler, yağmur, dökülen yapraklar, artan trafik ve şehir kalabalığı, biten tatil, okulların açılması, yoğunlaşan iş yükü gelir.Yani hayatımızda fiziksel, sosyal ve iklimsel anlamda ve de ruhsal anlamda pekçok değişikliğin olduğu geçiş dönemidir sonbahar. Medicana International İstanbul Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Esin Çeliker Oğul, mevsimsel geçiş dönemin-
64 POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016
Güneş ışınlarının bize az uğradığı bu dönemde hastalıkları hafife almamak gerekiyor.Bu hastalıklar genellikle enfeksiyon kaynaklı olmakla birlikte, allerjik hastalıkları ve depresyonu da unutmamak gerekır. Havaların aniden ısınıp soğumasıyla ortaya çıkan kısa süreli ısı değişimleri, vücudun adaptasyonunu da zorlaştırır, vücudu strese sokarak savunma sisteminin zayıflamasına neden olur. Böylece enfeksiyonların bulaşma ihtimali de artar. Grip, nezle sinuzit, farenjit, bademcik iltihabı, orta kulak ilthabı, bronşit, zatürre ve astım, KOAH gibi hastalıkların enfeksiyon nedenli alevlenmesi kolaylaşır. NEZLE VE GRİP BİRBİRİNDEN FARKLIDIR, KARIŞTIRMAYIN Nezle (soğuk algınlığı) ile çok karıştırılan Grip , influenza virüslerinin yol açtığı akut solunum yolu hastalığıdır. Ciddi akciğer hastalıklarına ve ölüme yol açabilmesi, ülkeler ve kıtalararası yaygınlaşma özelli-
• Ellerinizi kurallara uygun bir şekilde sık sık yıkayın. Eve gelince kıyafetinizi değiştirin • Kapalı mekanlardan, havalandırması iyi olmayan yerlerden uzak durun. • Sigara ve sigara içilen ortamlardan uzak kalın • Mevsime uygun giyinin. • Ortam ısısını normal zamanda 25, uyku sırasında 22 derece tutmaya özen gösterin. • Grip hastalarıyla yakın temastan kaçının, aynı ortamda kalmamaya dikkat edin. • Ofis ve okullarda kalem, kitap, bilgisayar ve bardak gibi özel eşyaları ortak kullanmayın. • Taze meyve ve sebze tüketmeye özen gösterin, sindirimi zor, ağır ve şekerli gıdalardan uzak kalın. • Bol sıvı, bitki çayları ve özellikle su tüketin. • Düzenli egzersiz ve spor yapın ve günde en az 6-8 saat huzurlu bir uyku uyuyun. • Günlük stresinizi atmak için mutlaka kendinize keyif alarak geçireceğiniz bir zaman dilimi ayırın. • Kendinizi çok sevin, insanları, hayvanları,doğayı sevin, başkalarını olduğu gibi kabul edin.Sevdiklerinizle güzel zaman geçirin.
BESLENME Sıcak yaz aylarından sonra fiziksel aktivitenin azaldığı sonbaharda metabolizmamız yavaşlamaya başlar. Sonbaharda vücudumuzu sağlam tutmak ve mevsim hastalıklarından korunmak için beslenme düzenimizi tekrar gözden geçirmek gerekiyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Nil Şahin Gürhan, metabolizma hızını korumak ve sağlıklı bir mevsim geçişi yapmak isteyenlere tavsiyelerde bulunuyor.
SONBAHARDA SAĞLIKLI BESLENİN, YENİLENİN!
“Mevsim sebzelerine ve meyvelerine sofranızda daha fazla yer verin. Mevsimine uygun taze meyve ve sebzelerle beslenme metabolizmayı güçlü kılar. Havaların soğuması iştah metabolizmasına etki yaparak yemek yeme isteğini artırır. Bu durumda yolumuz mutfaktan daha çok geçer ve abur cubur dediğimiz gıdalara yönelme artar. Sonuç olarak kilo almak kaçınılmaz olur.” SAĞLIKLA YENİLENME ZAMANI! Mevsimler değişirken genellikle kendimizi yorgun, halsiz ve isteksiz hissederiz. Sonbahar mevsimi ile birlikte, güneşin etkisinin yavaş yavaş azalması, ısının düşmesi de psikolojimizi ve vücudumuzu oldukça etkiler. Sağlıklı ve düzenli bir beslenme programı ile mevsim geçişini formunuzu koruyarak ve yenilenerek geçirebileceğiniz bu dönemde Beslenme ve Diyet Uzmanı Nil Şahin Gürhan, “Özellikle her besin grubundan gün içinde vücudumuza uygun miktarlarda almak bağışıklık sisteminin güçlenmesine yardımcı olur ve mevsim hastalıklarından korur” dedi. SONBAHARIN YORGUNLUĞUNU YOK EDEBİLİRSİNİZ! Günlerin kısaldığı ve havaların soğumaya başladığı sonbahar ayında sağlıklı bir başlangıç yapmanın tam zamanı. Sonbahar yorgunluğunun olumsuzluklarını yok edecek beslenme önerileri: • Her sabah uyandıktan sonra 1 saat içinde kahvaltıyı yapmış olmalısınız. Kahvaltıda yumurta, peynir, mevsim yeşillikleri, tam buğday veya çavdar ekmeği ana besinler olmalı. • Kahvaltıdan 2-3 saat sonra ara öğün alternatifi olarak taze sütle yapılmış kahve içmek sonbaharın tadını çıkarmanıza yardımcı olacaktır. • Karnabahar, bamya, barbunya, ıspanak, kereviz, semizotu, lahana gibi sonbahar sebzelerine sofranızda yer verin. Mevsimine uygun taze sebzelerle beslenmek metabolizmanızı güçlü kılar. • Öğle yemeğinizde sebze yiyecekseniz yanında mutlaka protein grubu yoğurt veya ayran tüketmeye özen gösterin. Protein ve yağ uzun süre tok kalmanıza yardımcı olacaktır.
• Öğle yemeğinde sebze yerseniz akşam yemeğinde et grubuna yönelmenizde fayda var. Zeytinyağlı salata ve tam buğday ekmeği ile birlikte kendinize sağlıklı bir öğün oluşturabilirsiniz. • Meyve alternatifi olarak başrolleri; armut, ayva, elma, incir, kivi, mandalina, nar ve portakal alsın. Mevsim meyvelerini porsiyonlarına uygun tüketmek günlük almanız gereken besin elementleri ihtiyacınızı karşılamanız için en sağlıklı yoldur. • Gün içinde 2.5 litre su için. Su her mevsimde tüketilmesi gereken en temel gıdadır. • Spor yapmak metabolizmanızı hızlandırır. Mevsim geçişlerine adapte olmaya çalışan vücudunuza dost olur. Her gün
Nil Şahin Gürhan Beslenme ve Diyet Uzmanı
yarım saatlik orta tempolu yürüyüşler bedeninize yapacağınız en büyük iyilik olacaktır. POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016 65
KİTAP KÖŞESİ AZİZ SANCAR VE NOBEL'İN ÖYKÜSÜ Yazar: Orhan Bursalı KIRMIZI KEDİ "Nobel almak güzel ama ondan da güzel şey Nobel'i almaya giden yol ve yapılan keşiflerdir." -Aziz Sancar“Bilim gazeteciliği” denilince ülkemizde akla ilk gelen isim olan Orhan Bursalı, 2015 Nobel Kimya Ödülü'ne değer görülen Aziz Sancar'ın yaşamını ve çalışmalarını anlatıyor. Mardin'in Savur ilçesinden Stockholm'deki Nobel törenine uzanan müthiş bir başarı öyküsü yer alıyor elinizdeki kitapta. Laboratuvarlarda geçen bir ömrün ve bilim dünyasını sarsan keşiflerin yanı sıra Aziz Sancar'ın özel dünyasına çok yakından bakıyor, bu büyük bilim insanının tutkularına tanıklık ediyorsunuz. Kitap; futbol tutkusundan kanser tedavisinde açtığı yeni kapılara, altı şişe birayla eve kapanmasından en çok etkilendiği Nobel tebrikine, ailesinden çalışma arkadaşlarına kadar, Nobelli bir bilim insanının dört dörtlük portresini sunuyor.
BEN SENİN SONSUZLUK REHBERİNİM Yazar: Hasan Sonsuz Çeliktaş DOĞAN NOVUS Sonsuz yaşamın yol haritası… Koskocaman bir gülümseme kapladı yüzünü. “Çok az kaldı biliyor musun? Hem de çok az... Doğmak üzere olan bir bebek gibisin. Rahmin duvarlarını yokluyorsun. Ama çok az daha sabret. Sorularının yanıtını bulmakla kalmayacaksın, tahmin edebileceğinden çok daha fazlası gelecek hayatına. Sadece sen değil, bu mesajı okuyan ve yüreğinde hisseden herkes hazırlansın.” Hasan “Sonsuz” Çeliktaş’tan varoluşu, yaşamın sırrını çözmek isteyen herkes için…
“TAM ŞİFA” Yazar: Prof. Dr. Canfeza Sezgin HAYYKİTAP İç hastalıkları ve tıbbi onkoloji uzmanı olan Prof. Dr. Canfeza Sezgin, binlerce bilimsel yayını tarandıktan sonra, hekimlik tecrübelerini de katarak 2000’i aşkın referansla bu kitabı yazdı. Tam Şifa bu anlamda hem dünyada hem de ülkemizde bir ilk! Kitapta, hastalıklara göre farkı tıbbi çayların ve yağ karışımlarının formülü de veriliyor. Kitap, 952 sayfada 2329 bilimsel referans içeriyor.
66 POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016
BEYİN SENİN HİKAYEN Yazar: David Eagleman DOMİNGO “Nörobilimin dahice yazılmış hali. Soluksuz okunuyor.” Guardian Büyük ilgi gören kitabı Incognito ile nörobilimi geniş kitlelerle buluşturan David Eagleman, bizi içimizdeki kozmosa doğru hızlı ve nefes kesici bir yolculuğa çıkarıyor: Gerçek nedir? "Sen" kimsin? Nasıl karar veriyorsun? Beynin neden başkalarına ihtiyaç duyuyor? Teknoloji "insan olmak" ın anlamını değiştirebilir mi? Durak durak ilerleyen bu büyüleyici yolculuk ekstrem sporlar dünyasından ceza hukukuna, yüz ifademizden beyin ameliyatlarına, içgüdülerden ölümsüzlük arayışına kadar uzanıyor. Yol üstünde, muazzam karmaşıklık barındıran beyin hücreleri ve onları birbirine bağlayan trilyonlarca sinirin arasında görmeyi pek de beklemediğiniz bir şey beliriyor: kendiniz.
HAYATA YOLCULUK Yazar: Hasan Söylemez HAYYKİTAP İnsan, insana ve tabiata dokundukça insan kalır! Hayata Yolculuk sevgi, dayanışma, paylaşım, vefa ve umut üzerine bir ‘iç’ gezi kitabı. İnsanlığın ölmediği yerde, Anadolu’da geçiyor. Her şeyi bırakıp gitmek isteyenlere, gerçek hayatın gökdelenlerden uzakta olduğuna inananlara cesaret veriyor. Yolculara şöyle fısıldıyor: “Yolunuzu kaybetmemenin tek yolu ruha dokunmaktır; kendinizin, insanların ve tabiatın ruhuna...” Şimdi tüm kişisel gelişim kitaplarını bir tarafa bırakın, sadece yola çıkın. Farkı anlayacaksınız!
TÜRKİYE’DE BİR İLK’İN KİTABI Kalp sağlığıyla ilgili risk faktörlerine dikkat çekmek ve halkı daha sağlıklı bir yaşam tarzı konusunda bilinçlendirmek hedefiyle Türk Kardiyoloji Derneği (TKD), Novartis’in işbirliğinde hazırladığı ‘Kalp Dostu Yemek Tarifleri’ kitabıyla bu kez de kalp ve damar sağlığı için beslenmenin önemine dikkat çekti. TKD üyelerinin bilimsel katkı yaptığı kitabı yemek blogu yazarı Nilgün Bodur ve diyetisyen Prof. Dr. Murat Baş yayına hazırladı. Türkiye’de bir ilk olma özelliği taşıyan ‘Kalp Dostu Yemek Tarifleri’ kitabında lezzetli ve kalp sağlığı açısından faydalı onlarca tarif ve güvenilir bilgi bulunuyor. TKD Başkanı Prof. Dr. Mahmut Şahin, hedeflerinin kalp dostu sağlıklı beslenmenin önemine dikkat çekerek, insanları beslenme alışkanlıklarını gözden geçirmeye teşvik etmek olduğunu belirtti. Prof. Dr. Şahin; “Ne tür bir beslenmenin sağlıklı olduğu ve kalp damar hastalıklarını önleyeceği konusunda toplumda büyük bir bilgi kirliliği ve karmaşası var. Beslenmeyle ilgili önerilerin çoğu zayıflamaya yönelik diyet tariflerini içeriyor. Amaç sadece zayıflamak değil, sağlıklı beslenme alışkanlığı kazanmak olmalı. Derneğimizin değerli üyelerinin katkılarıyla hazırladığımız ve ücretsiz dağıtacağımız bu kitapla doğru ve güvenilir bilgiyi kalp hastalarına ve halkımıza ulaştırmış olacağız. ‘Kalp Dostu Yemek Tarifleri’ kitabının da bir referans kaynak olmasını hedefliyoruz” dedi. “TARİHTE İLK KEZ BİR SONRAKİ NESİL BİR ÖNCEKİNDEN AZ YAŞAYACAK” TKD Önceki Başkanı Prof. Dr. Lale Tokgözoğlu ise; “Kalp ve damar hastalıkları dünyada olduğu gibi ülkemizde de
erişkinlerde bir numaralı ölüm nedeni. Bu hastalıkların büyük bir kısmı aslında kontrol altına alınabilen, hatta tedavi edilebilen risk faktörlerinden kaynaklanıyor. Çocukluktan itibaren başlayan sağlıklı yaşam tarzı değişiklikleri ve kalp dostu beslenme ile kalp ve damar hastalıklarını engellemek veya geciktirmek birçok kişi için mümkün. Sağlıklı beslenmek ve hareketli olmak birçok kronik hastalığı olduğu gibi kalp damar hastalıklarını da önler. Ülkemizin mutfağı sağlıklı besinler, zeytinyağlı yiyecekler, sebze meyve yönünden şanslı bir konuma sahip. Bu avantajı kullanmamız gerekir” dedi.
hazırladığı ‘Kalp Dostu Yemek Tarifleri’ kitabına katkıda bulunan uzman hekimler arasında Prof. Dr. Lale Tokgözoğlu ve Prof. Dr. Mahmut Şahin’in yanı sıra Prof. Dr. Meral Kayıkçıoğlu, Prof. Dr. Alparslan Birdane, Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız, Prof. Dr. Mehmet Birhan Yılmaz ve Prof. Dr. Necla Özer yer alıyor. HEM TARİF HEM DE SAĞLIKLA İLİGLİ BİLGİLER VAR ‘Kalp Dostu Yemek Tarifleri’ kitabı yüksek kolesterol, yüksek tansiyon, şeker ve kalp yetersizliği hastalarına özel beslenme bilgilerini ve tariflerini de içeriyor.
Yemek bloğu yazarı Nilgün Bodur ve diyetisyen Prof. Dr. Murat Baş’ın yayına
Tuz tüketimi günde 5 gramın altında olmalı. Ülkemizde ekmekten alınan tuz miktarının fazla olduğu göz önüne alınmalı. Günde 30-45 gram lif tüketilmeli. Liften zengin gıdalar ve tam tahıllı gıdaları tüketmenin kan şekerini ve kötü kolestrolü düşürdüğü unutulmamalı. Günde 2-3 porsiyon meyve tüketilmeli. Günde 2-3 porsiyon sebze tüketilmeli. Haftada 1-2 kez balık tüketilmeli, bu öğünlerden birisi yağlı balıktan oluşmalı. Günde en fazla 30 gram tuzsuz ve yağda kavrulmamış kuruyemiş (ceviz, fındık, badem gibi) tüketilebilir. Ancak kalorisi yüksek olduğundan kilo sorunu olanlar dikkatli tüketmeli. Trans yağ ve katı margarinlerin ve bunları içeren pastane ürünlerinin tüketilmesinden kaçınılmalı. Doymuş yağlar toplam enerji alımının %10 altında olmalı, doymamış yağlarla değiştirilmeli. Şekerli içecek ve alkollü içecek sınırlandırılmalı.
KİTAPTAN ÖNERİLER
Kalp sağlığına uygun beslenme konusunda bir referans kaynak olmaya aday ‘Kalp Dostu Yemek Tarifleri’ kitabı tüm Türkiye’de kardiyologlar tarafından ücretsiz dağıtılacak. Kitaba ayrıca www.kalbinidinlesen.com adresinden de ulaşmak mümkün. POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016 67
KÜLTÜR-SANAT
Dünyanın En Renkli Kuklaları Ekim’de İstanbul’da Sanatseverlerle Buluşacak...
Cengiz Özek UNESCO Kültürel Miras Taşıyıcısı Festival Genel Sanat Yönetmeni
D
ünyanın en renkli ve başarılı kukla oyunlarını her yıl İstanbul’da bir araya getiren, İstanbul’un en köklü ve renkli festivallerinden Uluslararası İstanbul Kukla Festivali, 15-30 Ekim 2016 tarihleri arasında 19. kez kapılarını açmaya hazırlanıyor. Bu yıl Festivale Almanya, Avusturya, Belçika, Çek Cumhuriyeti, Fransa, Hollanda, İtalya, Macaristan, Singapur, Yunanistan ve Türkiye’den yaklaşık 20 ekip katılacak. 0-3 yaştan başlayarak tüm yaş gruplarına hitap eden gösterilerin sahneleneceği Festival’de el kuklası, animasyon, gölge kuklası, gezici oyunlar, ipli kukla, maskeler, bunraku gibi pek çok farklı kukla tekniği seyircilere görsel şölen yaşatacak, onları bambaşka dünyalara götürecek. Festival, bu yıl İstanbul’un her yerinde AVM’lerde, konsolosluklarda, belediyelerde, kültür merkezlerinde, tiyatro sahnelerinde, okullarda tüm kesimden izleyicilerle buluşacak.
68 POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016
ULUSLARARASI İSTANBUL KUKLA FESTİVALİ UNESCO Kültürel Miras Taşıyıcısı ve Festival Genel Sanat Yönetmeni Cengiz Özek, Festival’in Proje Ortağı Beze Group Kurucu ve Başkanı Bengü Bilik ve Proje Koordinatörü Gizem Şenyurt festival hakkında şu bilgileri verdi: Cengiz Özek Festival Genel Sanat Yönetmeni “1997’den beri dünyanın en önemli kukla sanatçılarını ve oyunlarını İstanbul’a getiriyoruz. Bir önceki yılların başarılarına bakarak her yıl heyecanımız daha da artıyor. Bu yılki festivalimizde daha fazla mekan, daha renkli oyunlar, daha fazla seyirci olacak. İstanbulluları ve İstanbul’u ziyarete gelenleri kukla sanatı ile bir festival havasında buluşturacağız.” Bengü Bilik Festival’in Proje Ortağı Beze Group Kurucu ve Başkanı “Uluslararası İstanbul Kukla Festivali, organize edildiği 1997 yılından bu yana kesintisiz devam ederek Tür-
kiye’nin en köklü uluslararası festivalleri arasında proje yönetiminde gerçek bir sürdürülebilirlik örneği olarak yer alıyor. 19. Festival’in proje yönetim ortağı olarak 30 yıllık tecrübemizle tüm dünyada yükselişe geçen bu güzide görsel sanat ile İstanbul’u buluşturmaktan mutluluk duyuyoruz. ” Gizem Şenyurt Proje Koordinatörü “Binlerce yıllık geçmişiyle kukla sanatı, en önemli kültür materyallerinden biri olarak öne çıkıyor. Kukla sanatını çok önemli bir kültürel hazine yapan özelliği ise çağdaş gündeme ve modern sanata tam anlamıyla uyarlanabilmesi… Biz de Uluslararası İstanbul Kukla Festivali’nde kukla sanatını her yaştan, her kesimden eğlence ve sanatseverlerle buluşturacağımız için çok heyecanlıyız. ” Detay bilgi için: www.kuklafestivali.com
POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016 69
KONGRE TAKVİMİ
EKİM 2016 Türkiye 12. Gıda Kongresi 5-7 EKİM,2016 Trakya Üniversitesi Balkan Kongre Merkezi EDİRNE Düzenleyen: Gıda Teknolojisi Derneği -Trakya Üniversitesi Gıda Müh. XX. Ulusal Pediatrik Endokrinoloji & Diyabet Kongresi 5 - 9 Ekim 2016 Susesi Otel / Belek ANTALYA Düzenleyen: Dokuz Eylül Üniversitesi Pediatrik Endokrinoloji Bilim Dalı ve Çocuk Endokrinolojisi ve Diyabet Derneği Organizasyon: SymCon Turizm
EYLÜL 2016 19. Ulusal Psikoloji Kongresi 6-9 Eylül 2016 Tepekule Kongre Merkezi İZMİR Düzenleyen: Türk Psikologlar Derneği-Gediz Üniversitesi Organizasyon: MOTTO Turizm Dermotoimmünoloji 6. Güz Okulu 7 – 10 Eylül 2016 Hilton Bodrum Türkbükü Hotel MUĞLA Düzenleyen: Dermatoimmünoloji ve Allerji Derneği Organizasyon: Serenas Kongre Organizasyon 15Th International Congress On Antiphospholipid Antibodies 21 – 24 Eylül 2016 Elexus Hotel Girne - Çatalköy Mevkii K.K.T.C. Organizasyon: Serenas Kongre Organizasyon 3. Hematolojik Onkoloji Kongresi 21-25 Eylül 2016 Acapulco Resort Hotel K.K.T.C. Düzenleyen: Hematolojik Onkoloji Derneği Organizasyon: Fortuna-Events 29Th International Symposium On The Chemistry Of Natural Products The 9th International Conference on Biodiversity” (ISCNP-29 & ICOB-9) 24 – 27 Eylül 2016 Kaya Termal Kongre Merkezi İZMİR Düzenleyen: IUPAC Organizasyon: Serenas Kongre Organizasyon 10. Aile Hekimliği Güz Okulu 28 Eylül -2 Ekim 2016 Su Sesi Hotel Belek ANTALYA Düzenleyen: TAHEV Organizasyon: DMR Kongre Organizasyon
70 POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016
18. Ulusal İç Hastalıkları Kongresi 12-16 Ekim 2016 Sueno Deluxe Hotel & Kongre Merkezi Belek ANTALYA Düzenleyen: Türk İç Hastalıkları Derneği Organizasyon: Serenas Kongre Organizasyon 3. Sterilizasyon Ameliyathane Dezenfeksiyon (Sad) Kongresi 13 - 16 Ekim 2016 Grand Yazıcı Hotel MARMARİS Düzenleyen: Dezenfeksiyon Antisepsi Sterilizasyon Derneği (DAS) Organizasyon: Humanitas MICE VII. Uluslararası Avrasya Hematoloji Kongresi 13-16 Ekim 2016 Hlton Bosphorus İSTANBUL Düzenleyen: Hematoloji Uzmanlık Derneği Organizasyon: L.O.V.I 38. Ulusal Kongresi ‘’Solunum 2016’’ 15-19 Ekim 2016 Çeşme Sheraton Otel İZMİR Düzenleyen: Türkiye Solunum Araştırmaları Derneği Organizasyon: K2 Kongre ve Etkinlik Hizmetleri
14. Ulusal Jinekoloji Ve Obstetrik Kongresi 05 - 09 Ekim 2016 Kaya Palazzo Golf Resort, Belek - ANTALYA Düzenleyen: Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği Organizasyon: Opteamist Turizm 10. Ulusal Genç Yaşam & 1. Klinik Romatoloji Kongresi 06 – 09 Ekim 2016 Elexus Hotel Resort Girne – K.K.T.C. Düzenleyen: Genç Yaşam Derneği Organizasyon: Contrust Kongre Organizasyon
42. Ulusal Hematoloji Kongresi 19-22 Ekim 2016 Titanic Deluxe Otel Belek ANTALYA Düzenleyen:Türk Hematoloji Derneği Organizasyon: Serenas Kongre Organizasyon 33. Ulusal Nefroloji, Hipertansiyon, Diyaliz Ve Transplantasyon Kongresi 19-23 Ekim 2016 Susesi LuxuryHotel & Kongre Merkezi Belek ANTALYA Düzenleyen : Türk Nefroloji Derneği Organizasyon: Serenas Kongre Organizasyon
Uluslararası Katilimli Türk Kalp Ve Damar Cerrahisi Derneği 14. Kongresi 3 - 6 Kasım 2016 Titanic Deluxe Otel Belek ANTALYA Düzenleyen: Türk Kalp ve Damar Cerrahisi Derneği’ Organizasyon: Serenas Kongre Organizasyon 60. Türkiye Milli Pediatri Kongresi 09 - 13 Kasım 2016 Sueno Otel Deluxe Belek ANTALYA Düzenleyen: Türkiye Milli Pediatri Derneği Organizasyon: Symcon Endobridge 2016 20-23 Ekim 2016 Cornelia Diamond Hotel Belek ANTALYA Düzenleyen: Endokrin Derneği, Avrupa Endokrinoloji Derneği Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Organizasyon: DMR Kongre Organizasyon
Breastanbul Meme Kongresi 10-13 Kasım 2016 Wyndham Grand Levent Otel İSTANBUL Organizasyon: Serenas Kongre Organizasyon
33. Ulusal Gastroenteroloji Kongresi 22-27 Kasım 2016 Regnum Carya Golf & Spa Resort Belek ANTALYA Düzenleyen: Türk Gastroenteroloji Derneği Organizasyon: DMR Kongre Organizasyon
26. Ulusal Türk Ortopedi Ve Travmatoloji Kongresi 25 – 30 Ekim 2016 Sueno Belek Kongre Merkezi Belek ANTALYA Düzenleyen : Türk Ortopedi Ve Travmatoloji Birliği Derneği (TOTBİD) Organizasyon: Serenas Kongre Organizasyon Ulusal Romatoloji Kongresi 26-30 Ekim 2016 Cornelıa Dıamond Hotel Belek ANTALYA Düzenleyen : Türkiye Romatoloji Derneği Organizasyon: DMR Kongre Organizasyon
KASIM 2016 37. Ulusal Radyoloji Kongresi (TÜRKRAD 2016) 1 – 6 Kasım 2016 Sueno Deluxe Otel Belek ANTALYA Düzenleyen : Türk Radyoloji Derneği Organizasyon: Serenas Kongre Organizasyon 26. Ulusal Patoloji Ve 7. Ulusal Sitopatoloji Kongresi 2-6 Kasım 2016 Susesi Otel Belek ANTALYA Düzenleyen: Patoloji Dernekleri Federasyonu, Ege Patoloji Derneği ve Sitopatoloji Derneği Organizasyon: Opteamist
16 – 20 Kasım 2016 Titanic Deluxe Otel ANTALYA Düzenleyen: Türk Mikrobiyoloji Cemiyeti Organizasyon: Serenas Kongre Organizasyon
Uluslararasiı Katılımlı 3. Ulusal Biyosidal Kongresi 23 - 26 Kasım 2016 Marıtım Pıne Beach Belek ANTALYA Düzenleyen: Sağlık Bakanlığı Organizasyon: FTS Turizm Kongre Organizasyon
Ahekon 2016 16-20 Kasım 2016 Gloria Golf Resort Belek ANTALYA Düzenleyen: Aile Hekimleri Dernekleri Federasyonu Organizasyon: GenX Kongre Organizasyon 8.Uluslararası Hasta Ve Çalişan Hakları Kongresi 16-19 Kasım 2016 Limak Limra Resorts Hotels Kemer ANTALYA Düzenleyen: SAD – Sağlık Akademisyenleri Derneği, HAKSAD - Hasta Hakları Savunma Araştırma Ve Geliştirme Derneği Organizasyon: Dünya Kongre Turizm Organizasyon 37. Türk Mikrobiyoloji Kongresi
VII. Ulusal Akciğer Kanseri Kongresi 24-27 Kasım 2016 Sueno Deluxe Otel Belek ANTALYA Düzenleyen: Türk Akciğer Kanseri Derneği (TAKD), Organizasyon: Serenas Kongre Organizasyon 15. Ulusal Jinekolojik Onkoloji Kongresi 30 Kasım - 4 Aralık 2016 Titanic Deluxe Hotel Belek ANTALYA Düzenleyen: Türk Jinekolojik Onkoloji Derneği Organizasyon : Figür
ARALIK 2016 Disiplinler Arasi Üroonkoloji Toplantısı 16 - 18 Aralık 2016 Xanadu Otel Belek ANTALYA Düzenleyen: TTOD-Türk Radyasyon Onkolojisi Derneği-Üroonkoloji Der. Organizasyon: Serenas Kongre Org. POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016 71
Popüler Sağlık Dergisi’ne abone olmak isterseniz; abone@populersaglikdergisi.com veya info@populersaglikdergisi.com adreslerine iletişim bilgilerinizi yazarak talebinizi lütfen iletiniz. Talebinizin ardından formun tarafımıza ulaşmasıyla aboneliğiniz başlayacaktır. Yıl: 11
si
Sayı:
stos-
61 Ağu
Eylül
2016
t: / Fiya
15 TL
m dergi
yaşa Sağlıklı
Yönetim Merkezi (İZMİR) : 0 232 465 32 32 (pbx) 0232 422 08 38 Faks: 0232 465 30 94 İstanbul Haber Merkezi...: 355465 02 32 59 32 GSM: 0 532 470 0008 2538 Faks: 0232 465 30 94 Yönetim Merkezi (İZMİR)0 :216 0 232 (pbx) 0232 422 info@populersaglikdergisi.com İstanbul Haber Merkezi...: 0 www.populersaglikdergisi.com 216 355 02 59 GSM: 0 532 470 00 25
NUSU K KO anı KAPA Okul Zam aması Şimdi lık Tar cesi Sağ lı! Okul Öna Yapılma I Mutlak SYAS avisinde t Ted ET DO DİYAB t ve Diyabe Diyabe l Gelişmeler Günce
disk o Nor mek... R: Nov Değiştir SEKTÖ abeti en imiz: Diy ecan Ver “Hedef k İçin Hey ” Gelece alarımız Var ne seri Çalışm Muaye im Kana Bir Kez Rah ve Yıld ServiksTeşhis İçin Erken EF üyle ı Her Yön talık: SED Yaşam en Bir Has talık: n Has Etkiley et Ola avisi DiyRİ (PKU) Ted yor NÜ Tek ETO Kurtarı Hayat FENİLK Pilleri z Kalp Kablosu
info@populersaglikdergisi.com info@populersaglik.com www.populersaglikdergisi.com www.populersaglik.com YL 21 E
72 POPÜLER SAĞLIK AĞUSTOS-EYLÜL 2016
ÜL
DÜN
YA
ALZ
EHİ
MER
GÜN
Ü