Popüler Sağlık Dergisi 56

Page 1

Sağlıklı yaşam dergisi

Kapak Konusu: Kalp Sağlığı

‘EN DEĞERLİ VARLIĞINIZ... O’na iyi bakın...’ Serviks Kanseri Önlemek Mümkün! Üretimden Tüketime Gıda Güvenliği Nöroradyoloji Beyin Anevrizmaları Metabolik Cerrahi Tip 2 Diyabet’e Çözüm Olabilir mi?

ISSN 1305 - 6913

Yeterlilik Endişesi!

Yıl: 10 Sayı: 56 Mayıs - Haziran 2015 / Fiyat: 15 TL




KÜNYE Arma Tanıtım Yayıncılık Bilişim Teknolojileri Danışmanlık San. ve Tic. Ltd.Şti Yayın Sahibi Temsilcisi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Cemil DİRİM Bilimsel Editör Op.Dr.Muzaffer YURTTAŞ Genel Yayın Yönetmeni Zeynep ÇETİNKAYA Grafik Tasarım ARMA TANITIM Katkıda Bulunanlar Şebnem CIRIT Hukuk Danışmanı Av. Birol KESKIN İLETİŞİM Yönetim Merkez İzmir 1720 Sok. N:26 D:5 Karşıyaka-İzmir Tel: 0232 465 32 32 Fax: 0232 465 30 94 Faks: 0232 465 30 94 info@populersaglik.com Haber Merkezi( İstanbul) Zeynep Çetinkaya Atatürk Cad Halk Sok Lale Apt 44/2 Sahrayıcedit-Kadıköy iSTANBUL Tel: 216 3550259 Gsm: 532 4700025 zeynep@populersaglikdergisi.com zeynep@populersaglik.com info@populersaglikdergisi.com Arma Tanıtım Yayıncılık Bilişim Teknolojileri Danışmanlık San. ve Tic. Ltd.Şti 1720 Sok. N:26 D:5 Karşıyaka-İZMİR Tel : 0232 465 32 32 Fax: 0232 465 30 94

Yayın Kurulu Op. Dr. Deniz Arslan Uz. Dr. Fatih Sürenkök Op. Dr.Emin Yılmaz Op. Dr. Tülin Eroğlu Kaynak Op. Dr. Ata Bozoklar Uz. Dr. Didem Dereli Uz. Dr. Arif Baysan Dr. Alpay Gökmen

Op. Dr. Mustafa Erşin Dr. Sevgi Postoğlu Op. Dr.Hilmi Güngör Uz. Dr.Ayşegül Barış Uz. Dr.Erdal Duman Uz. Dr. Aylin Çeçen Aksu Ecz.Vildan Semet Uz. Dr. Mehmet Özgür Niflioğlu

Bilimsel Editör Opr. Dr. Muzaffer YURTTAŞ Yayın Danışma Kurulu Prof. Dr. Fazıl Apaydın Ege Üniversitesi Tıp Fak. KBB Ana Bilim Dalı Prof. Dr. Mete Akısü Ege Üniversitesi Tıp Fak. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Prof. Dr. Galip Akhan İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.Okhan Akhan Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Ana Bilim Dalı Doç. Dr. Nejat Aksu İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekim Yardımcısı Doç Dr. Süleyman Bozkurt Bezmialem Vakıf Üniversitesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Prof Dr. Mustafa Cankurtaran Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları ABD Geriatri Ünitesi Prof. Dr. Tuğrul Dereli Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Dermatoloji Bölümü Prof. Dr. Bilun Gemici İ.Ü Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalılıkları Bilim Dalı Prof. Dr. İhsan Ertenli Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Av. Ümid Erdem HAYAD- Hasta ve Hasta Yakını Hakları Derneği Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Necmi Gökay İzmir Diş Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. Murat Gültekin Kanser Daire Başkanı Prof. Dr. Zeki Karagülle İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Ekoloji ve Hidroklimatoloji Prof. Dr. Süleyman Kaynak Türk Oftalmoloji Derneği Ege Bölgesi Şube Başkanı Prof. Dr. Gökhan Keser Ege Üniversitesi İç Hastalıkları ve Romatoloji Bilim Dalı Prof.Dr. Oğuz Kılınç Dokuz Eylül Üniversitesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Doç. Dr. Levent Köstem Spor Hekimi Prof.Dr. Nil Molinas Mandel VKV Amerikan Hastanesi Medikal Onkoloji Bölümü Prof. Dr. Fatih Öktem İ.Ü Cerrahpaşa Tıp Fakültesi KBB Hastalıkları Ana Bilim Dalı Prof. Dr. Erdem Özkara Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Prof. Dr. Semih Ötleş Ege Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof.Dr.Muhit Özcan AÜ.Tıp Fakültesi İç Hastalıkları ve Hematoloji Ecz. Tuncay Sayılkan İzmir Eczacı Odası Başkanı Prof. Dr. Fehmi Tabak İ.Ü Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Prof.Dr. Erol Tavmergen Ege Üni. Aile Planlaması ve Kısırlık Araştırma ve Uygulama Merkezi Prof. Dr. Hasan Tekgül Ege Üniversitesi Tıp Fak. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Ecz. Doç. Dr. Levent Tuğrul Doç. Dr. Işın Yaprak İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi *İsimler soyadı sırasındadır.

Popüler Sağlık Dergisi Arma Tanıtım Yayıncılık Bilişim Teknolojileri Danışmanlık San ve Tic. Ltd.Şti tarafından T.C. yasalarına uygun olarak yayımlanmaktadır. Yayımcının izni olmadan hiçbir yazı ve görsel alıntı yapılamaz. Popüler Sağlık Dergisi’nde yayınlanan makalelerin sorumluluğu yazarlarına, reklam ve ilan sorumluluğu reklam verene aittir. Yönetim Yeri: Tel: 0 232 465 32 32 (pbx) Tel: 0232 422 08 38 Faks: 0232 465 30 94 info@populersaglikdergisi.com info@populersaglik.com www.populersaglikdergisi.com www.populersaglik.com Yayın Türü: Yaygın / 2 Aylık

Renk Ayrım/Baskı/Cilt:Ar Matbaa / Baskı Tarihi: 17. 05. 2015 Yıl:10 Sayı: 56 Mayıs - Haziran

2 POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2105


POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2105 3


İÇİNDEKİLER K

APAK KONUSU: ALP SAĞLIĞI

Sağlıklı yaşam dergisi

Kapak Konusu: Kalp Sağlığı

‘EN DEĞERLİ VARLIĞINIZ... O’na iyi bakın...’ Serviks Kanseri Önlemek Mümkün! Üretimden Tüketime Gıda Güvenliği Nöroradyoloji Beyin Anevrizmaları Metabolik Cerrahi Tip 2 Diyabet’e Çözüm Olabilir mi?

ISSN 1305 - 6913

Yeterlilik Endişesi!

Yıl: 10 Sayı: 56 Mayıs - Haziran 2015 / Fiyat: 15 TL

6 EDİTÖR’den 11 Türkiye’de 1.5 Milyon Kişide Kalp Yetersizliği Var 12 Kalbiniz İçin Yol Haritası Prof. Dr. Bingür Sönmez 14 Kalp Hastalarına Yaz Tavsiyeleri 15 Buerger Sendorumu 16 Dosya Konusu: Girişimsel Kardiyoloji / En Yeni Tedavi Yöntemleri Türkiye’de 17 Stent for Life-Hızlı Davran Hayatını Kurtar 18 Kalp Kapağı Hastalıkları Ciddi Sonuçlara Yol Açıyor!

20 By Pass mı? Stent Mi? 21 El Bileğinden Koroner Anjitografi ve Stent 22 Kadın Kanserlerinde Tarama Programı 24 Rahim Ağız Kanseri ve Doğurganlık 25 Depresyon, Kanserin Seyrine Etki Ediyor 26 “Kanser Kaynaklı Ölümler Çözüm Bulunmazsa 2023 Yılında 13 Milyona Ulaşacak!” 28 Radyolog Gözüyle: “Erken Tanı İçin Tek Çare...” 30 Nöroradyoloji: Beyin Anevrizmaları 33 Sinsi Tehlike: Aort Anevrizması 34 Dosya: Metabolik Cerrahi Tip 2 Diyabet’e Çözüm Olabilir mi? 39 Çocuklarda Obezite Artıyor! 40 Endokrinolojinin Kalbi Antalya’da Attı 44 Tiroit Hastalıkları Kadınlarda Artış Gösteriyor 45 Yaşamsal Roller Arasında Sıkışmışlık 46 Dosya: Üretimden Tüketime Gıda Güvenliği 51 Sıcak Havaların Vazgeçilmezi Dondurma Aslında Masum! 52 Orta Doğu Jinekolojik Endoskopi (MESGE) Kongresi 54 Gebelikte Taramalar ve Tekrarlayan Gebelik Kayıpları 56 Anne Adaylarına Özel Tedavi:”Mini Tüp Bebek” 57 Hamilelik, Panik Atağı Tetikleyebiliyor! 58 Önce Sünnet Sonra Tatil.. 59 Manuel Tıp: “Ağrılarınız El Yordamı ile Son Bulabilir!” 60 “Herkes İçin Yeterli Beslenme” - MALNÜTRİSYON 62 ‘HAYATA EL VER’enler 64 Adı Zor Yaşaması Daha Da Zor Hastalık! - Mukopolisakkaridoz 67 Türkiye Realy For Life Etkinliği’ne Ev Sahipliği Yapacak 68 Cinsel Sağlık: Vajinismus Tedavisi Olan Bir Hastalıktır 70 Öğrenilmiş Çaresizlik: Aşırı Aktif Mesane Sendromu 72 Gilead Sciences Türkiye’den, Bilimsel Projelere Destek Sürüyor 73 Organ Nakli Uzmanları İstanbul’da Buluştu 74 Kitap Köşesi 75 Ayın Kitabı: “Kansere Kafa Tutanlar” 76 Kültür & Sanat / Şehirde Müzik Rüzgarı 78 DigiCon / Dijital Kongre Sistemleri 79 Kongre Takvimi

46

34


46

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015 05


EDİTÖR’DEN Merhaba; Değerli okuyucularımız; yeni bir sayı ile sizlerle olmanın mutluluğu içerisindeyiz. Bu sayımızda da dosya konularımız, özel röportajlarımız, kongreler, kitap tanıtımları ile kültür ve sanat dolu bir yayın daha hazırladık. Kapak dosyamız ‘Kalp Sağlığımız’. Kalp sağlığımızın yol haritasını çizdi Prof. Dr Bingül Sönmez. Türk Kardiyoloji Derneği uyarılarda bulundu. Girişimsel Kardiyoloji Derneği değerli üyeleri ise kardiyoloji cerrahisindeki yenilikleri aktardı. Sigara ile mücadelemiz hükümet politikamız ve hekimlerimizin uyarıları doğrultusunda devam ediyor. Dumansız Hava Sahası konusunda ülke olarak büyük bir başarıya imza attık. Ancak bir çok hastalığın temelinde sigara olduğu bilinse de ne yazık ki hala istenilen bireysel farkındalıkta kat edeceğimiz yollar var. Prof. Dr.Harun Arbatlı sigara içenlerin hastalığı olarak bilinen ‘Buerger Hastalığı’nı anlattı. Ülkemizde ve dünyada önemli sağlık problemlerinin başında gelen kanser hastalığının sistemik özelliği nedeniyle tıbbi onkolojinin kanser tedavisindeki önemi giderek artmaktadır. Her sayımızda yer vermeye çalıştığımız çağımızın önüne geçilemeyen hastalığı kanser; Nisan Ayı içerisinde düzenlenen 21. Ulusal Kanser Kongresi’nde uzmanlarca masaya yatırıldı. Türk Tıbbi Onkoloji, Türk Pediatrik Onkoloji Grubu ve Türk Radyasyon Onkolojisi Derneği’nin ev sahipliği ile düzenlenen kongrenin basın bilgilendirme toplantısında uzmanlar önemli uyarılarda bulundu. Toplantının öne çıkan başlıklarını kanser dosya konumuzda aktardık. Başarılı çalışmaları ile önemli farkındalık yaratan Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Müdürlüğü Kanser Daire Başkanı Doç. Dr. Murat Gültekin, Serviks Kanseri’nde uygulanan tarama programları hakkında ki sorularımızı yanıtladı. Anadolu Ajansı’nın deneyimli muhabirlerinden Yeşim Sert Karaaslan, zorlu mücadelede umutlarını yitirmeyen ‘Kafa Tutanları’ sevilen şairlerin mısraları ile umut dolu satırlara yükledi. “Kansere Kafa Tutanlar”ı sizin için okuduk ve yazdık... ‘’Tıbbın Gören Gözü; Radyoloji’’ çağımız teknolojisinin en geliştiği alanların başında geliyor. Girişimsel Radyoloji ise tıbbın hızla ilerleyen bir bilim dalı. Hem tanı hem de tedaviyi içeren bu bilim dalı teknolojinin gelişmesi sayesinde büyük çığırlar açmaktadır. Endovasküler yolla tedavi edilen damar hastalıklarının başında ise sinsi ve tehlikeli, Anevrizmalar geliyor. Dünyada da alanının önemli isimlerinden biri olan Prof. Dr. Firuzan Numan ‘Aort Anevrizmaları’nı anlattı. Prof. Dr. Civan Işlak ile Nöroadyoloji, Beyin Anevrizmaları ve Girişimsel Radyoloji’nin sorunlarını konuştuk. Endokrinoloji ve Metabolik Hastalıklar dosya konumuzda ise endokrin sistemi hastalıklarını, Türk Endokrinoloji ve Metabolik Hastalıklar Derneği’nin değerli hocalarının katkıları ile ele aldık. Gıda Güvenliği sorunu sadece üretim ve tüketim alanları ile sınırlı değil. Gıda Güvenliği Derneği Başkanı Samim Saner, üretimden tüketime dikkat edilmesi gereken kuralları, mutfaktan bulaşan hastalıkları anlattı, önemli uyarılarda bulundu. Kanser kadar yaşamı tehdit eden ‘diabezite’ diye ifade edilen diyabet ve obezite tedavisinde son dönemde cerrahi yöntemler uygulanmakta. Çözümü cerrahide arayanlar için de Obezite ve Metabolik Cerrahi çözüm gibi gözükse de bazı gruplarca hala sorgulanmakta. Bu sayımızda halk arasında şeker hastalığı ameliyatı diye bilinen ‘Metabolik Cerrahi tip 2’, diyabet tedavisinde çözüm olabilir mi? sorusunu ve bu konuda merak edilenleri Türkiye Metabolik Cerrahi Vakfı Başkanı Doç. Dr. Alper Çelik’e sorduk. Sosyal sorumluluk projeleri her zaman önemsediğimiz, desteklediğimiz ve yayınlarımızda yer verdiğimiz konularımızdan biri. Bu sayımızda da Hayata El Ver Derneği’nin başta kanser olmak üzere belirli hastalıklar sebebiyle sağlıklarını kaybeden çocuklarımız için umut vadeden çalışmalarına yer verdik. Türkiye’de, bir grup çocuğumuz, gencimiz ve aileleri ender görülen genetik hastalıklardan biri olan, MukoPoliSakkaridoz (MPS) ile mücadele ediyor. Okuması gerçekten zor olan ama yaşaması daha da zor olan bu hastalığa dikkat çekmeye çalıştık. Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği (TJOD) Başkanı Cansun Demir gebelikte tarama testlerinin önemini anlattı, anne karnındaki bebeğin değerlendirilmesi ve tarama testlerindeki yenilikler hakkında bilgi verdi. “Müzik ruhun gıdası.” Kültür-Sanat sayfamızda “Şehirde Müzik Var” dedik. Programı Popüler Sağlık’tan takip edebilirsiniz. Ve diğer güncel konularımızla elimizden geldiğince dolu dolu bir yayın hazırlamaya çalıştık. Emeği geçenlere, katkı sağlayanlara teşekkür ediyorum. Sağlıklı ve mutlu bir yaşam için kendinize ve dostlarınıza zaman ayırın. Spor yaparak bedeninizi, dostlarınızla ruh sağlığınızı koruyun. Sağlıkla kalın. Op. Dr. Muzaffer Yurttaş Genel Cerrahi Uzman

6 POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015


POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

7


KONGRE kazandırılması kursları ve çalıştaylar ile zenginleştirilmek. Kongremizin bilimsel programını oluştururken, ulusal ve uluslararası davetli uzmanların bilgi ve deneyim alışverişlerini daha verimli yapabileceği bir ortam hazırlamaya çalışıyoruz. 7. kongremizin bilimsel programını oluşturan ana konumuz Ürogenital Sistem ve Pelvik Taban Anatomisi. Ürojinekoloji biliminin gereklerinin, ülkemizde sağlık hizmeti sunan her kesimde

Ürogenital Sistem Ve Pelvik Taban Anatomisi Ve Fizyolojisi

Prof. Dr. Fuat Demirci Türk Ürojinekoloji ve Rekonstrüktif Cerrahi Derneği Başkanı

7. Ulusal Ürojinekoloji Kongresi 1517 Ekim 2015 tarihleri arasında İstanbul Harbiye Askeri Müze’de gerçekleşecek. Türk Ürojinekoloji ve Rekonstrüktif Cerrahi Derneği Başkanı Prof. Dr. Fuat Demirci kongre hakkında bilgi verdi. “7. Ulusal Ürojinekoloji Kongremizi Ekim ayında tekrar İstanbul’da, Harbiye Askeri Müze’de gerçekleştireceğiz. Kongremizde bilimsel gelişmelerin ışığında, alanımızda ki son yenilikleri, deneyimlerimizi, ulusal ve uluslararası katkılarla zenginleştirebileceğimiz, paylaşabileceğimiz bir ortam oluşturmak amacı ile hazırlıklarına başladık. Bu çerçevede ana hedeflerimiz; kongremizin bilimsel oturumlarının, multidisipliner temelde gerçekleştirilmesi yanı sıra fizyoterapi ve hemşire paralel oturumları, cerrahi video sunumları, tartışma oturumları, ürojinekolojide temel ve ileri becerilerin

aPelvik Taban Anatomisi aPelvik Taban Onarım Cerrahisinde Önemli Anatomik Noktalar aMiksiyon ve Defekasyon Fizyolojisi aKadında Cinsel Fonksiyon Ürojinekolojide Koruyucu Hekimlik Uygulamaları aPelvik Taban Bozukluklarında Genetik Yatkınlık aGebelik-Doğum ve Pelvik Taban aPelvik Tabanı Koruma Pelvik Taban Bozukluğu Risk Gruplarını Belirleme ve Yönetimi aPelvik Taban Fonksiyonlarını Koruma ve İyileştirmede Fizyoterapinin Yeri aPelvik Taban Kas Egzersizlerinin Önemi Ürojınekolojıde Multıdısıplıner Yaklaşımın Önemi aÜrojinekoloji Hemşireliği Değerlendirme aÜriner ve Anal Fonksiyonları Değerlendirme aÜrodinamik İnceleme a Sistoskopi aPelvik taban ultrasonografisi aÜriner / Fekal İnkontinanslı Hastanın Değerlendirilmesi aPelvik Organ Prolapsusunda Değerlendirme

8 POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

yaygınlaştırılması ve toplumun farkındalığının arttırılarak sonuçta kadınların ürojinekoloji alanında çağdaş düzeyde, kabul görmüş son teknolojileri içerir nitelikte bir sağlık hizmeti almalarına katkı sağlamak, ana hedefimiz. Bu hedefe ulaşmamızı sağlayacak alt yapının oluşturulmasında ve özellikle eğitim ayağında etkin rol almamızın öneminin bilinci içindeyiz. İlgi duyan tüm meslektaşlarımızı kongremize bekliyoruz”

Pelvik Taban Bozuklukları a Üriner İnkontinans aİşeme Fonksiyon Bozukluklarının Sınıflaması; İşeme Güçlüğü ve Kronik İdrar Retansiyonunun Yönetimi aAnorektal Fonksiyon Bozukluklarına Yaklaşım aCinsel Fonksiyon Bozukluklarına Yaklaşım aAşırı Aktif Mesane Sendromu aKronik Pelvik Ağrı ve Mesane Ağrısı Sendromu Ürojinekolojide Tedavi Seçenekleri ve Tedavi Başarısını Değerlendirme aİnkontinanslı Hastada Konvansiyonel Tedavi Prensipleri aÜriner İnkontinanslı Hastada Tıbbi Tedavi aÜriner / Fekal İnkontinans Cerrahisi aPelvik Organ Prolapsus Cerrahisi aPelvik Taban Rekonstrüktif Cerrahide Başarı Tanımı aÜrojinekolojide Endoskopinin Tanı ve Tedavide Önemi aYaşam Kalite Ölçekleri aÜrojinekolojide Komplikasyonların Yönetimi Ürojinekoloji Eğitiminde Olmazsa Olmazlar aKozmetik jinekoloji aSağlık çalışanları bakış açısıyla; himenoplastinın medikal, etik, hukuksal, sosyal ve cinsel boyutu



KAPAK KONUSU

EN DEĞERLİ VARLIĞINIZ

ONA İYİ BAKIN...

10 POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015


“TÜRKİYE’DE 1,5 MİLYON KİŞİDE KALP YETERSİZLİĞİ VAR, 3 MİLYON KİŞİ RİSK ALTINDA” Türk Kardiyoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Lale Tokgözoğlu, Türkiye’de 1,5 milyona yakın kalp yetersizliği hastasının bulunduğunu, nüfusun hızla yaşlanması sonucu bu rakamın önümüzdeki 10 yıl içinde en az 2 kat artacağını ifade etti. Türkiye’de kalp yetersizliği yaş ortalamasının gelişmiş ülkelerden daha düşük olduğuna dikkat çeken Tokgözoğlu, kalp yetersizliği gelişimi açısından risk altında olanların sayısının bugün 9 milyon kişiye ulaştığını, bunların üçte birinde ise yakın zamanda kalp yetersizliği gelişeceğinin öngörüldüğünü söyledi. Tokgözoğlu, kalp yetersizliğinde beklenen yaşam süresinin birçok kanser türünden daha kötü olduğuna da dikkat çekti. Hastalığın önümüzdeki 15-20 yıl içinde toplum sağlığını tehdit eden boyutlara ulaşacağına dikkat çeken Türk Kardiyoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Lale Tokgözoğlu, Avrupa ülkelerinde 15 milyon, ABD’de 6 milyon, Türkiye’de ise yaklaşık 1,5 milyon kalp yetersizliği hastasının bulunduğunu bildirdi. Türkiye nüfusunun yaşlanması sonucu bu rakamın önümüzdeki 10 yıl içinde en az 2-3 kat artacağını öngördüklerini belirten Prof. Dr. Tokgözoğlu, bugün için ülkemizde 9 milyon kişinin kalp yetersizliği gelişimi açısından risk altında olduğunu ifade etti. Bu kişilerin üçte birinde ise yakın zamanda kalp yetersizliği gelişeceği öngörülüyor. Hastalıkta beklenen yaşam süresinin pek çok kanser türünden daha kötü olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Tokgözoğlu, hastalığın hayat boyu tedavi gereksinimi, sık hastaneye yatma ihtiyacı, komplike ve pahalı cihaz tedavisi uygulamaları nedeniyle aynı zamanda

sağlık ekonomisi üzerine yüksek maliyetler getirdiğine işaret etti. KALP YETERSİZLİĞİ ÖNLENEBİLİR BİR HASTALIK Kendini başlıca nefes darlığı, ayaklarda şişme ve çabuk yorulma şeklinde gösteren kalp yetersizliğinde ayrıca öksürük, iştahsızlık, vücut ağırlığında değişiklik, gece sık idrara çıkma, yorgunluk ve bitkinlik şikâyetleri de görülebiliyor. Ancak kalpte yapısal değişiklikler bu yakınmalar ortaya çıkmadan uzun süre önce başlıyor. Bu da kalp yetersizliğine adım atmaya hazır potansiyel büyük bir hasta grubunun olduğuna işaret ediyor. Hipertansiyon, şeker hastalığı, obezite, kalp damar hastalığı, kronik akciğer hastalığı, kronik böbrek yetmezliği, kalp kapak hastalığı, kalp ritim bozuklukları, kalp kası hastalığı veya doğumsal kalp hastalığı kalp yetersizliğine zemin hazırlıyor. Bu hastalıkların zamanında tespiti ve tedavisi kalp yetersizliğine gidişi yavaşlatıyor, hatta önleyebiliyor. Bu nedenle yakınmalar ortaya çıkmadan önceki dönemlerde yapılacak girişimler ile kalp yetersizliği önlenebilir bir hastalık olarak değerlendiriliyor. TÜRKİYE’DE KALP DAHA ERKEN YORULUYOR Yaşlı bireylerin hastalığı olarak bilinen kalp yetersizliği olgularının yüzde 50’sini 60 yaşın üstündeki bireyler oluşturuyor. Genel olarak toplumda görülme oranı yüzde 3 iken, bu oran 70 yaş sonrası yüzde 10 ve 80 yaş sonrası yüzde 15-20’ye çıkıyor. Avrupa ve Amerika’da kalp yetersizliği yaş ortalaması 70’e kadar çıkarken ülkemizde ortalama 62’ye kadar iniyor.

Diğer bir deyişle Türkiye’de kalp daha erken yoruluyor. Kalp yetersizliğinde yaşam beklentisinin prostat, kalın bağırsak, meme kanseri gibi pek çok kanser türünden daha kötü olduğu görülüyor. Kalp yetersizliği hastalarının yüzde 20’si 1 yıl içinde kaybediliyor. İleri kalp yetersizliği bulunan olgularda ise hastaların yüzde 50’si 1 yıl içinde kaybediliyor. Kalp yetersizliğinde erken tanı, hastalığın ciddiyetinin ortaya konması ve buna göre oluşturulacak tedavi planının yakın takip altında uygulanması ölüm oranlarının azaltılmasını sağlıyor. Bu hastalarda ilaç tedavisine ek olarak yaşam tarzı değişiklikleri (tuzsuz diyet, sebze meyve ağırlıklı beslenme, kilo kontrolü, düzenli egzersiz programları vb) ve gerekli olgularda kalp pili tedavisi veya kalp şoklama cihazlarının uygulanması yaşam kalitesinin düzeltilmesi ve ölümlerin azaltılmasında etkili oluyor.

POPÜLER SAĞLIK OCAK - ŞUBAT 2015

11


KARDİYOLOJİ

KALBİNİZ İÇİN YOL HARİTANIZ

hiç olmazsa birkaç kez kan şekeri, kan yağları, tansiyon kontrolü yapılmalıdır. KALP SAĞLIĞI AÇISINDAN EN RİSKLİ DÖNEM HANGİSİ?

Prof. Dr. Bingür Sönmez Memorial Şişli Hastanesi Kalp Cerrahisi Bölüm Başkanı

Türkiye, kalp krizinden ölümlerde Avrupa’da ilk sırada bulunuyor. Ülkemizde her yıl kalp hastalığı nedeni ile 200 bin insan yaşamını yitiriyor. 2020 yılında 400 bin kişinin kalp rahatsızlıkları nedeniyle hayatını kaybedeceği bekleniyor. Ancak önceden önlem alarak kalp krizinden korumak mümkün. Prof. Dr. Bingür Sönmez, 10 adımda kalp sağlığını korumanın yollarını anlattı. KALP KONTROLLERİ NE ZAMAN BAŞLAMALI? Kalp kontrolleri anne karnında başlamalıdır. 3. ayını bitirdikten sonra ultrason ile bebeklerin kalp odacıklarına bakılıp, sağlıklı olduğu teşhis edilmelidir. Doğumdan sonra beş yaş içinde ECHO yapılmalı, daha sonra 20 yaşına kadar

20 ila 30 yaş kalp sağlığı bakımından yıpranma katsayısının en fazla olduğu dönemdir. Üniversiteye gelene kadar süper zorlamalı sınavlar, üniversiteye başlayınca aileden ilk kez ayrılma, ilk aşk, evlilik, çocuk sahibi olmak kalbi yormaktadır. Doğduğumuzda kalbimiz sıfır yaşındadır. 20 yaşına geldiğimize ise kalp 20 yaşından daha fazla olduğu kesindir. Önemli olan kalp yaşı ile normal yaşı dengeli götürmektir. Bu dönem en çok sigaraya başlandığı dönemdir. Türkiye’de 15-27 yaşa arasında her gün sigara içme oranı %22, her üç üniversite öğrencisinden birisi (%33) sigara içiyor. 30 yaşına kadar kötü kullanılmış bir kalp erken kalp krizini hazırlar.

şamı yitirecek kadar ağır olabilir. HANGİ AĞRILAR KALP KRİZİNİ HABER VERİYOR? Göğüs, boyun, kol, sol bilek ya da parmakta ağrı, baskı hissi, uyuşukluk ve karıncalanma varsa hemen doktora gidilmelidir. Özetle bu bölgelerde daha önce olmayan herhangi bir his dikkate alınmalıdır. HANGİ HASTALARDA SESSİZ KALP HASTALIĞI GÖRÜLÜR? Ağrı, vücudu koruyan bir mekanizmadır. Ağrı mekanizması bozuk olan hastalar, diyabetliler, KOAH hastaları ve şişmanlardır. Yaklaşık % 20 hastamız bu gruba girmektedir. Ayrıca kadınların arıya tahammüllerinin yüksek olması nedeni ile erkelere nazaran sesiz kalp hastalığı daha çok görülmektedir.

KALPTEKİ HER AĞRI DİKKATE ALINMALI MI?

ERİŞKİNLERDE KALP KONTROLLERİ NE SIKLIKLA YAPILMALI?

Kalp, 24 saat durmadan çalışan ve normal bir adaleden daha fazla oksijene ihtiyaç duyan bir organdır. Damarlardan biri tıkanırsa ve yeteri kadar oksijen kalbe gitmezse kalp krizi oluşur. Kalp krizi yürürken ağrılarla başlayabilir ve sonrasında istirahat ederken de kendisini gösterebilir. Bunun yanında ağrısız kalp hastaları da (sessiz kalp hastalığı) vardır. Ağrısı olmayan hasta şansızdır. İlk ağrı kalp krizi, ilk kalp krizi ya-

Ailesinde erken kalp hastalığı, kendisinde veya ailesinde diyabet, yüksek tansiyon ve aşırı kilolu olanlar yüksek risk grubundadır. Risk grubundakiler 30, risk grubunda olmayanlar ise 40 yaşında sonra her yıl kan testleri, tansiyon kontrolü ve efor testi yaptırmalıdır. Özellikle 40 yaş sonrası yüksek riskli işlerde çalışan, adrenalini yüksek üst düzey yöneticiler için gelecek için bilgi-

12 POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015


sayarlı koroner anjiyografi yaptırmalarını öneriyorum. Bu mükemmel teknoloji sayesinde gelecek 10 yıl içinde kalp ve damar hastalıklarının durumu hakkında bilgi sahibi olmak mümkündür. Günümüzde gençlerin yaşlarını ve mesleki birikimlerini aşan işlerde çalışmaya başlaması, yaşları itibari ile alamayacağı sorumlulukları almaları, kendilerini ispat edebilmek için kendilerini tüketmeleri koroner kalp hastalıkları riskini artırmaktadır. YÜKSEK ENDORFİN KALP SAĞLIĞI İÇİN İYİ Mİ? Vücudumuzda kendi ürettiğimiz iki hormon var: adrenalin ve endorfin. Adrenalin, bizi ayakta tutan hormondur. Tansiyonumuzu ve nabzımı yükseltir. Ama çarpıntı, spazm ve yüksek tansiyon yapar. Endorfin ise damarları genişletir. Her ikisi de mutluluk verir ve alışkanlık yapar. İyi bir müzik dinlerken, iyi bir kitap okurken, sakin bir yürüyüşten sonra kan endorfin seviyemiz yükselir. Endorfin ne kadar yüksek, adrenalin ne kadar düşük olursa kalp sağlığı o kadar iyi olur. Kalp sağlığının gerçek formülü adrenalini azaltıp, endorfini artırmaktan geçiyor. ÇOCUKLAR KALP KRİZİ GEÇİREBİLİR Mİ? Çocuklarda kalpten gerçekleşen ölümler kalp krizi değildir. Kalp krizi olabil-

mesi için kalbi besleyen damarların içinde bir pıhtı oluşup, damarları tıkaması gerekmektedir. Çocuklardaki olaylar genellikle doğumsal olayların getirdiği nedenlerdir. Bu bir kapak darlığı (çoğunlukla aort kapak), doğumsal ritim bozukluğu ve kalbin iki duvarı arası kalınlaşması olabilir. Çoğunlukla çocuklardaki ölümler doğumsal anomalilere bağlı ritim bozukluğu ile olmaktadır. Yeni doğan bebeklerde emme zorlukları, emerken morarma gibi sorunlar yaşanırsa bu doğumsal bir kalp anomalisinin habercisidir. SOĞUK VE SICAK KALP SAĞLIĞINI NASIL ETKİLER? Kalp krizi ve damar hastalıkları kışın artmaktadır. Soğuk, bir spazm faktörüdür. Soğuk direkt göğüsten ya da nefes yoluyla ağızdan alınınca spazma neden olur. Özellikle soğuk havalarda dışarı çıkarken sıkı giyinilmeli ve mutlaka atkı takılmalıdır. Kış aylarında kullanımı artan kimi grip ilaçları ritim bozukluğuna neden olmaktadır. Yazın da aşırı sıcaklar oluşan su kaybı kalp sağlığını tehdit eder.

miktarı; idrar rengi açık olacak miktarda olmalıdır. Bu da yaz ayları için 2,5-3 litre demektir. KALP İÇİN HANGİ SPOR YAPILMALIDIR? Kalp sağlığı için en iyi spor hızlı yürümedir. Bünyeyi fazla yormayacak şekilde spor yapılmalıdır. Eğer vücut alışkınsa günde 45 dakika yürümek idealdir. Ancak ilk defa spor yapılacaksa çok yüklenmemek ve vücudu yormamak gerekmektedir. Kalp sağlığı için ikinci önemli spor dalı da yüzmedir. Yapılacak olan spor sırasında nabzın yüzün altında olmaması ama yüz yirminin de üzerine çıkarılması gerek yoktur. Kalp hastalıklarından korunmanın ilk adımı sigaradan uzak durmak olmalıdır. Sonrasında ise kilo, tansiyon ve şeker kontrol altında tutulmalıdır. Hayatınızdan şeker ve karbonhidratları çıkarınız. Sigara ile hiç tanışmayınız.

Terleme ile kaybedilen elektrolitler ritim bozukluğuna, kaybedilen su nedeni ile kanın koyulaşarak akışkanlığının azalması da koroner damar içinde mevcut masum bir darlığın tıkanıklık yapmasına neden olabilir. Yazın içilmesi gereken su

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

13


KALP SAĞLIĞI

KALP HASTALARINA YAZ TAVSİYELERİ Kalp hastaları için yaz ayları, aslında yaşam tarzlarına dikkat ettikleri takdirde kış aylarına göre daha az riskli. Kalp hastaları için yaz mevsiminin getirdiği yüksek moral ve açık alanda gerilimden uzak yaşamak bir avantaj sağlıyor. Kış aylarının soğuk havalarında ortaya çıkan damarlarda spazm gelişme riski ortadan kalkıyor. Ancak, bu rahatlık, beraberinde birçok riski de getiriyor; bunlara dikkat etmek ve bilinçli davranmak gerekiyor! Kalp hastalarının, gerekli önlemleri almaları durumunda son derece sağlıklı bir yaz geçirmeleri mümkün.

Prof. Dr. Bahadır Dağdeviren Kardiyoloji Uzmanı Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi

Kalp hastaları mevsim başlangıcında doktorlarına başvurarak, kullandıkları ilaçların dozlarını ayarlamalı. Ayrıca yine doktorlarına danışarak; yapacakları spor türleri ve bunların süreleri (yüzme, yürüyüş vs), yapacakları seyahat ve diğer aktivitelerin şekli ve süresi ile zorluğu konusunda bilgi almalıdırlar. Örneğin; kalp yetersizliği ve kanda pıhtılaşma öyküsü olanlar yolculuklarında sıkça mola vermeli, uzun süreli oturmayı gerektiren seyahatlerden kaçınmalıdırlar.

ARTAN NEM MİNERAL KAYBINA NEDEN OLUYOR

Sıcaklarla birlikte havada nem oranı da artmaktadır. Bu da su ve minerallerin kaybına yol açmaktadır. İdrar söktürücü ilaç kullanan hastalar, buna çok dikkat etmeli ve yaz başlangıcında doktoruyla görüşerek bu ilaçların dozunu azaltmalılar. Terlemeyle birlikte vücutta kaybolan sıvı, kan akışkanlığında azalma ve koyulaşmaya neden olmaktadır. Sıcak ortamda, kendini soğutmak amacıyla kan cilde hücum eder. Bunun sonucu olarak kan basıncı cevap olarak düşebilir ya da yükselebilir. Bu da kalbin aşırı çalışmasına, istenmeyen kalp krizi, ritm bozuklukları ve ani, hastaneye yatmayı gerektirecek kalp yetersizliğine yol açabilir. BOL SU İÇİN! Sağlıklı bireyler için de geçerli olan bol su içimi şarttır. Kalp hastaları almaları gereken ilaçların yanı sıra; yaz mevsiminin gelmesiyle çıkan bol sebze ve meyvelerden de yararlanmalı. Bunlar, bol su, mineral ve hatta antioksidanlar içerdiklerinden kalp hastaları için de çok yararlıdır. Sağlıklı bireyler için de geçerli olan bol su içimi şarttır. Günde 2-2.5 litre sıvı tüketilmelidir. Şeker hastalığı yoksa; yine de aşırıya kaçmamak koşuluyla meyve suları, çay ve su tüketilmelidir. EGZERSİZ SAATLERİNİZİ DÜZENLEYİN! Egzersiz, kalp hastaları için önerdiğimiz en başlıca tedavi unsurlarından birisidir. Önerilen egzersizlerin başında gelen yürüyüş için sıcak yaz aylarında elverişli zaman serin saatlerdir. Bu da; sabah serin saatler veya güneşin etkisinin azaldığı akşamüstü saatleridir. Kalp hastaları için önerdiğimiz diğer bir spor dalı olan yüzme de günün serin saatlerinde yapılmalı ve bu faaliyette amaç okyanusu geçmek olmadığından kıyıya paralel yüzülmelidir! Egzersizin ölçüsü hekim ve hasta görüşmesiyle belirlenmelidir. SICAK ÇARPMASINA DİKKAT! Aşırı sıcakta uzun süre kalmış ve olumsuz etkilenildiğinde çok soğuk duş alınmamalı; ani soğuma, hastalık ve bulantıya neden olabilir. Serin bir yere geçilip sırt üstü yatıp dinlenilmeli.Sıvı alınabilecek durumda ise; su, ayran, süt ve taze meyve suyu gibi sıvılar tüketilmeli. Vücut ısısı yüksek ise (40 derece), nemli ıslak havlu ile klima ve fanla soğutmaya çalışılmalı.Sıvı alınamayacak duruma gelindiyse ve bulantı ya da kusma şikayeti varsa; bir sağlık kuruluşuna başvurulup, damar yoluyla sıvı ve elektrolit alımı sağlanmalı.Bilinç kaybı veya kalp hastalığı varsa hastaneye nakil yapılmalı.

14 POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

“Özellikle kalp hastaları, yaz aylarının rehavetiyle saatlerce güneşin altında kalırlarsa, kontrolsüz spor yaparlarsa

kalp krizine

davetiye çıkarırlar!”


KALP VE DAMAR SAĞLIĞI

BUERGER HASTALIĞI SİGARA İÇENLERİ SEVİYOR Sadece sigara bağımlılarının yakalandığı Buerger hastalığı, çoğunlukla bacak, bazen de koldaki atardamarlarda tıkanmalara sebep olabiliyor. Türkiye’de sık görülen Buerger hastalığı, tedavi edilmediği takdirde kangrene sebep olarak uzuv kesilmesine ya da hayati tehlikeye neden olabiliyor. Memorial Hizmet Hastanesi Kalp Damar Cerrahisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Harun Arbatlı, Buerger hastalığının sebepleri ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.

ağrı olur. Hastalık ilerlerse parmaklarda ağrı, uzun süre iyileşmeyen yaralar ve kangrene sebep olur. Tedavi edilmediği takdirde kangrenler, parmaklarda ve bazen ayakta kesilmelere (ampütasyonlara) yol açabilir. Buerger hastalığına yakalanan hastaların dörtte birinde parmak ya da bacak ampütasyonu yapmak zorunlu hale gelir.

ERKEKLERDEN SONRA KADINLARDA DA SIK GÖRÜLMEYE BAŞLANDI

• Yürümekle ayak tabanında ve bacak kaslarında ağrı. Bu ağrı diğer damar tıkanmalarındaki gibidir. Yürüyünce başlar, dinlenince geçer. Hızlı yürümek ve yokuş yukarı çıkmak çok zordur. • Ayak ve parmaklarda soğukluk olur. • Ayakta ve parmaklarda uyuşma. • Hastalık ilerlerse ayak parmaklarında ve topuklarda yaralar oluşabilir. • Parmaklarda kangren gelişir ve parmakların ve bazen ayağın kesilmesi gerekebilir.

Kanser, akciğer ve kalp hastalıkları sigara içmeyenlerde de görülebilirken Buerger hastalığı sadece sigara bağımlıları ve yoğun sigara dumanına maruz kalan pasif içicilerde görülmektedir. Buerger hastalığına yakalananların büyük bir çoğunluğu 30-50 yaş arasında bulunan sigara bağımlısı erkeklerdir. Son yapılan araştırmalarda kadınlarda da görülmeye başladığı belirlenmiştir. İYİLEŞMEYEN YARALARA SEBEP OLABİLİR Buerger hastalığı çoğunlukla ayak damarlarında, daha seyrek olarak da el ve kol damarlarında tıkanma şeklinde ortaya çıkar. Damar tıkandığında parmaklara giden kan akımını azalır. Yürümekle

BELİRTİLER YAŞAMI ALTÜST EDİYOR da herhangi bir ilaçla açılamaz. Buerger hastalığında en büyük sorun atardamarlarda oluşan tıkanmadır. Tüm şikâyetler buna bağlı olur. Bu nedenle kesin tedavi bu damarların tıkanmasının önüne geçilmesidir. Nadiren ameliyat ya da anjiyografi – balon dilatasyonu yöntemleri kullanılarak gelişme elde edilebilir. Ancak her hastanın mutlaka sigarayı bırakması gerekmektedir. Aksi halde damar yeniden tıkanır. BUERGER HASTALIĞINA YAKALANMAMAK İÇİN…

EN ETKİLİ TEDAVİ YÖNTEMİ SİGARAYI BIRAKMAK Sigara bırakıldığında Buerger hastalığı genellikle ilerlemesini durdurur. Bu an itibariyle hastalıkta kötüleşme pek görülmez. Tedavilerden daha önemlisi hastanın sigarayı bırakabilmesidir. Ancak sigara bırakılana kadar meydana gelen tıkalı damarlar kendiliğinden ya

Toplumun duyarlılığının arttırılması çok önemlidir. El ve ayaklarda duyulan soğuma, kaşıntı, uyuşmalar sigara kullanan bir kişide Buerger hastalığının ilk belirtileri olabilmektedir. Sigara kullanımından ve pasif içicilikten bir an önce kurtulmak bu hastalığı önlemekte en önemli adımdır.

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 15


GİRİŞİMSEL KARDİYOLOJİ

Prof. Dr. Beyhan Eryonucu, Prof. Dr. Mahmut Şahin, Prof. Dr. Ömer Göktekin, Prof. Dr. Lale Tokgözoğlu, Prof. Dr. Adnan Abacı, Prof. Dr. Oğuz Yavuzgil (Soldan sağa)

Türk Kardiyoloji Derneği ve Girişimsel Kardiyoloji Birliği “22. Ulusal Uygulamalı Girişimsel Kardiyoloji Toplantısı”nı 23 26 Nisan 2015 tarihinde gerçekleştirdi. Yurt dışından ve yurt içinden girişimsel kardiyoloji alanında önemli çalışmaları ve uygulamaları olan bilim insanları bu toplantı için bir araya geldi. Kongre kapsamında düzenlenen basın toplantısına katılan Prof. Dr. S. Lale Tokgözoğlu, Prof. Dr. Mahmut Şahin , Prof. Dr. Ömer Göktekin, Prof. Dr. Oğuz Yavuzgil, Prof. Dr. Adnan Abacı ve Prof. Dr. Beyhan Eryonucu Girişimsel Kardiyoloji alanında var olan yöntemler ve yeni yöntemler üzerinde bilgiler paylaştı. Türk Kardiyoloji Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Hacettepe Üniversitesi Kardiyoloji AD Öğretim Üyesi Prof. Dr. S. Lale Tokgözoğlu Türk Kardiyoloji Derneği çalışmaları hakkında şu bilgileri verdi: “Türk Kardiyoloji Derneği olarak gündemimizde üzerinde çalıştığımız bir çok konu var. Bunlardan biri de uzmanlığın 5 yıla çıkarılması. Bunun TUK’da değerlendirilmesini sağlıyoruz. Bunun yanı sıra girişimsel ve aritmi için yan dal sertifikasyon programları ile uğraşmaktayız. SGK ile kardiyak rehabilitasyon uygulaması ve diğer geri ödemeler ile ilgili görüşmelerimiz sürüyor. Kronik Hastalıklar Dairesi ile birlikte ‘Türkiye Kalp Damar Hastalıkları Önlenme ve Kontrol Programı’nı hazırladık. Bu büyük bir doküman ve önümüzdeki 10 yılın eylem planını çıkardık. Hedefimiz bütün dünyada olduğu gibi bizim de 2025 yılına kadar kalp damar hastalıklarını yüzde 25 düşürmek. Bunun söylemesi kolay uygulaması zor. Bu sebeple çok sayıda çalıştaylar ve toplantılarla alt birimlerini oluşturuyor ve dolduruyoruz.

“EN YENİ TEDAVİ YÖNTEMLERİ ARTIK TÜRKİYE’DE DE YAPILIYOR” Online-eğitim programlarımız yıl boyu sürüyor. Avrupa Kardiyoloji Derneğinin akredite eğitim kurslarını Türkiye’ye getirip sertifikasyonunu genç girişimsel kardiyologlara yapıyoruz.

projeye destek vermeye devam ediyoruz. Genç araştırmacılarımız için başarılı yayın, uluslararası araştırmalara teşvik ödüllerimiz, ilave destek ödülleri, kongrelere katılmaları gibi projelerimiz var.

Stent For Life projemiz, Türkiye Kalp Damar Hastalıkları Önlenme ve Kontrol Programı içine girdi. Yine kalp yetersizliği çalışma grubumuzla birlikte hazırladığımız “Türkiye Kalp Yetersizliği Yol Haritası Programı” da bu programın içine girecek.

Yeterlik sınavlarımızı dernek merkezimizde de başladık...

Hepimizin problemi olan medyanın yanlış bilgilendirmesi konusu ile de çalıştaylarda görüşülüyor. Ekran sertifikası ve akreditasyon zorunluluğu da yakında Sağlık Bakanı Müsteşarı’mızın açıkladığı şekilde gelecek.

‘GİRİŞİMSEL KARDİYOLOJİNİN YERİ GÜN GEÇTİKÇE ARTIYOR’

Kaliteli bilim üretmek ve buna destek vermek en önemli misyonlarımızdan biri. Bu sebeple eksik olan bazı kayıt çalışmalarını başlattık. Avrupa Kardiyoloji Derneği’nin de yürüttüğü, bizim de ortak olduğumuz akciğer fibrilasyon kayıt çalışmamız başlamak üzere. Dünya Bankası’ndan bir proje ile gebelerde kalp hastalıkları taraması programı başlatıyoruz. Kalp yetersizliği çalışma grubumuz kalp yetersizliği snapshot projesi, geriatrik grubumuz elder, kriyo ablasyon, pulmoner hipertansiyon çalışma grubunun ‘simurg’ projesi gibi bir çok kayıt çalışması eksik alanlarda verilere ulaşmamızı sağlayacak. Kaliteli bilim desteklemek en önemli hedeflerimizden olduğu için bir çok

16 POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

Son olarak bölgenin lider toplantısı olacak 31.Uluslararası Katılımlı Türk Kardiyoloji Kongresi’ni 22-25 Ekim’de Antalya’da gerçekleştireceğiz.”

“Kalp ve damar hastalıkları dünyada ve Türkiye’de en çok görülen hastalıklardandır. Yaşam süresini ve kalitesini en çok etkileyen hastalıklardır. Bu hastalıkların tedavisinde Girişimsel Kardiyolojinin yeri gün geçtikçe artmaktadır. Kalbi besleyen koroner damarların tedavisinde girişimsel tedavi yöntemleri ya da koroner by-pass ameliyatı sıklıkla kullanılmaktadır. Girişimsel kardiyolojideki son yıllardaki yenilikler giderek artan sayıda hastanın balon anjiyoplasti ve stent teknikleriyle tedavi edilebilmesine olanak sağlamaktadır. Son yıllarda kullanılan stent teknolojisinde son derece önemli değişiklikler olmuştur. Yeni jenerasyon ilaç salınımlı ve eriyebilen stentler ülkemizde de kullanılmaya başlanmıştır. Bu yeni cihazlar sayesinde girişimsel kardiyoloji işlemlerinin gerek erken dönem gerek uzun dönem başarı oranları da artmıştır. “


Türk Kardiyoloji Derneği tarafından yürütülen Stent for Life Projesi, Türkiye’de kalp krizi işaretlerini tanımanın ve zaman yitirmeksizin 112 Acil Servisi aramanın önemine değiniyor. Proje, insanları kendilerinin ve sevdiklerinin kalplerine özen göstermeye teşvik ederek kalp krizinin neden olduğu ölüm- hasarları azaltmayı amaçlıyor. Prof. Dr. Ömer Göktekin TKD Girişimsel Kardiyoloji Birliği YKB Bezmi Alem Vakıf Ünv. Hastanesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Başkanı

"Türkiye’de, her 10 ölümden 4’ü kalp krizi nedeniyle oluşmaktadır. Kalp krizine bağlı toplam ölümlerin yarısı belirtilerin başlamasını izleyen ilk 3-4 saat içinde, çoğunlukla hastaneye ulaşmadan önce gerçekleşmektedir. Ayrıca, kalbe gelen kan akımının eski düzeyine gelmesi ne kadar gecikirse, kalpte hasar oluşma olasılığı o kadar yükselmekte ve bu durum uzun süren sorunlara yol açmakta ya da kişinin ölmesiyle sonuçlanmaktadır. Bu nedenle kalp krizi geçiren bir kişi için en önemli faktörlerden birisi tedaviye başlanıncaya dek geçen süredir. Kalp krizi belirtileri ortaya çıkar çıkmaz acil tıbbi yardım çağrılmaması, kalp krizi tedavisinin önündeki en büyük engellerden biridir. Kalp krizi geçiren hastalarımızın geç kalmaması için, kriz belirtilerini tanımaları gerekmektedir. Kalp krizi söz konusu olduğunda her saniye önemlidir. Kalp krizine hızla müdahale edebilmesi için, hemen 112 Acil Servisi aramanın ne kadar önemli olduğu bilinmelidir. Hızlı Davran. Hayatını Kurtar Kampanyası, kalp krizinin verdiği zararı azaltmaya yardımcı olmak için başlıca dört konuya odaklanmaktadır: “Kalp krizinin tanınması, vakit kaybedilmemesi, 112 Acil Servis’in aranması ve en uygun tedaviyle hayat kurtarılması” STENT FOR LIFE İNİSİYATİFİ “Hızlı Davran, Hayatını Kurtar Projesi

“HIZLI DAVRAN, HAYATINI KURTAR” STENT FOR LIFE PROJESİ Avrupa Kardiyoloji Derneği’nin (European Society of Cardiology / ESC) bir dalı olan Avrupa Perkütan Kardiyovasküler Girişimler Topluluğu’nun (European Association of Percutaneous Cardiovascular Interventions / EAPCI) ve EuroPCR'ın ortak programı olan Stent for Life projesinin bir bölümüdür. Bu inisiyatif, hastaların bakım ve yaşam kurtarıcı bir tedavi biçimi olan primer perkütan koroner girişime (pPKG) erişimini artırmak amacıyla 2008’de oluşturulmuştur. Söz konusu inisiyatif 10 Avrupa ülkesi tarafından desteklenmektedir.” DÜNYA’DA İNME DE EN AZ KALP KRİZİ KADAR SIK GÖRÜLÜYOR “Dünyanın uğraştığı diğer bir konu da İnme. Türk Kardiyologları olarak da akurt stroke-inme konusuna önem veriyoruz. İnme, son dönemlerde teknolojinin gelişmesi ile önceden fark edilerek gerekli müdahale ile önlenebilen ve tedavi edilebilen hale geldi. Beyin damarındaki pıhtı kalp damarındaki pıhtıya çok benzemekte ancak bazı farklılıklar var. Girişimsel kardiyoloji alanının için-

BEYNİN KALP KRİZİ

İ N M E!

Prof. Dr. Adnan Abacı Türk Kardiyoloji Derneği Genel Sekreteri Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji ABD

“İ

nme veya felç beynin kalp krizidir. Beyin damarları tıkandığında beyin felci, kalp damarlarınız tıkandığında kalp krizi geçiririsiniz. Felçlerin bazıları kanamaya bağlıdır ancak çoğunluğu beyin damarlarının pıhtı ile tıkanmasıdır. Her ikisi de damar hastalığıdır.Bu güne kadar beyin damarlarınız zamanında açamayabiliyorduk ya da za-

de de inme tedavisi sıklıkla uygulanan önemli bir yöntem. Kardiyologlar olarak diğer 24 saat çalışma alnımızda sıklıkla karşılaştığımız inme, özellikle belli bir yaş sonrasında karşılaşılabilen doğru zamanında müdahale edilemediğinde kalıcı sakatlık yaratabilen bir hastalık. Artık ilk 6-12 saat arasında acil gelen hastanın nasıl kalp damarlarını açabiliyorsak beyin damarını da açabiliyoruz. Bezmi Alem Vakıf Üniversitesi kardiyoloji ünitesi inme merkezinde uyguladığımız inme programında başarı ile uyguluyoruz.” ‘BU HASTALARI KİM TEDAVİ EDECEK? ‘ “Nöroradyoji çok önemli bir branş , nöroradyologlar çok değerli hekimler ancak dünyada ve ülkemizde de sayıca azlar. Pratikte sadece onların bu işe soyunması düşünülemez. Stent yapan bir kardiyolog çok kısa sürede bunu öğrenebilir. Mutlaka kardiyologlarında bu işe girmesi lazım ki modern tedavi olarak yaşamımıza girsin.”

manında açamıyorduk.Veya pıhtıyı çıkarabildiğimizde de sonuçlar çok iyi olmayabiliyordu. Yeni teknoloji gelişmeler sayesinde artık, beyin damarlarındaki pıhtıyı, güvenli bir şekilde dışarı alabiliyoruz. Zamanında aldığımızda, nasıl damarı açarak kalp krizinde ölümü önleyebiliyorsak felci önleyebiliyor yada daha az bir sekelle kurtulmasını sağlıyoruz. Önemli olan hastaların bu konuda bilinçlenmesi kalp krizinde olduğu gibi en kısa sürede hastaneye ulaşılması lazım. Tıkalı damar erken açılması ile atlatması mümkün. Kalp krizinden farkı kalp krizinde damarı açmak için stent koyuyoruz. Felç de ise, damar içindeki pıhtıyı özel stentlerle dışarı çıkarıyoruz. Tek farkı stenti içeride bırakmıyoruz. Bu alandaki belki de son yılların en bu alandaki en önemli gelişmesi diyebilirim.”

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

17


GİRİŞİMSEL KARDİYOLOJİ

FARK EDİLMEYEN KALP KAPAĞI HASTALIKLARI

CİDDİ

SONUÇLARA YOL AÇAR

Prof. Dr. Oğuz Yavuzgil TKD Girişimsel Kardiyoloji Birliği Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ege Ünv. Tıp Fakültesi Kardiyoloji ABD

KALBİMİZİN KAPILARI ‘KAPAKÇIKLAR’ Kan akışının tek bir yönde olmasını sağlayan ve her bir kalpte dört adet bulunan kalp kapakçıklarının doğru çalışmaması kalp kapakçığı hastalıklarını meydana getirir. Çoğunlukla kapakçıktaki darlıklar veya yetmezliklerden meydana gelen bu hastalıklar doğumsal ya da sonradan meydana gelebilmektedir. Kalbimizde iki kulakçık, iki karıncık olmak üzere dört adet oda bulunur. Kalbimizden ayrıca Aort gibi akciğer ve diğer organlara ulaşan büyük damarlar çıkmaktadır. Kalp kapakçıkları bu yapılar arasında bir ‘kapı’ görevi görürler. Bir odadan diğer odaya kan geçişi sırasında bu kapaklar bir ‘kapı’ gibi açılıp kapanırlar. Bu açılma ve kapanma işlemi bir basınç dengesi ile çalışır. Dolayısıyla kanın kalp içindeki tüm dolaşımı bu kapaklar sayesinde meydana gelir.

HASTALIĞIN NEDENLERİ Bu hastalıkların belirli üç sebebi vardir. Birincisi doğumsal olabilmektedir. İkincisi ‘romatizmal kalp hastalığı’ dediğimiz nedenden ötürü kaynaklanmaktadır. Üçüncü sebep ise yaşlılıktan dolayı ‘dejeneretif kapak hastalığı’ denilen, Aort kapağının kireçlenmesine bağlı gelişen bir hastalıktır.

bir uğultu ile geçer. Dinleme yoluyla biz bunu üfürüm olarak duyarız. Ayrıca kalp yetmezliği ve kalp deliklerinde de ayni tanıya rastlayabiliriz. Ayrıca, “Taşikardi’ dediğimiz kalp çarpıntılarının kalp kapaklarıyla ilgisi olabilmektedir. Mitral darlığında bu tip çarpıntılara rastlayabiliriz. TEŞHİS VE TEDAVİ

‘ÜFÜRÜM’...

Fiziksel muayenede dinleme ile elde ettiğimiz bulgular çok önemlidir. Bu dinlemeler sırasında üfürüm duyabiliriz. Üfürümün türleri vardır ve buna göre değerlendirilir. Kalp kapaklarının sesleri vardır ve bu seslerdeki değişimlere dikkat ederiz. Dinleme sırasındaki bulgularımıza göre Ekokardiyografi denilen ve kalbin tüm çalışmasını, kapaklarını ve duvar hareketlerini gösteren yöntem çok önemlidir. Bu yöntem artık oldukça ulaşılabilir bir yöntemdir ve ülkemizin kardiyoloji bölümü bulunan tüm merkezlerinde bulunan bir cihazdır.

Kalp kapakları daraldığında buradan geçen kan dar bir yerden geçtiği için

Hastaların şikayetlerini azaltmak ve hastalık sürecini uzatmak bakımından

ROMATİZMAL KALP KAPAĞI HASTALIĞI Ülkemizde sık gözlenen kalp hastalıklarından bir tanesi romatizmal kalp kapağı hastalığıdır. Romatizmal kalp hastalığı kalbin gerek mitral gerek aort kapağında ciddi sorunlara yol açabilir. Ülkemizde de halen sık görülen bu hastalıklar hastaların gerek yaşam süresi gerek yaşam kalitesi üzerinde ciddi olumsuz etkiler göstermektedir.

18 POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015


bazı ilaçlar vardır ancak bunlar kesin çözüm değildir. Minimal rahatsızlıklarda ise hastaya ilaç dahi vermeden sadece takip yoluyla hastayı gözlemlenmektedir. KAPAK HASTALIKLARININ TEDAVİSİNDEKİ YENİ GELİŞMELER Kalp kapak hastalıkları zamanında teşhis edilmediğinde yaşam süresinin kısalması ya da felç gibi yaşam kalitesini ciddi düzeyde bozan durumlara yol açabilir. Bu nedenle hem hastaların bu konuda bilgilendirmesi hem de hekimlerin güncel tedaviler konusunda yeterli bilgi sahibi olmaları önemli bir noktadır. Günümüzde gerek girişimsel, gerek cerrahi yöntemlerle kalp kapak hastalıkları tedavisinde önemli aşamalar kaydedilmiştir. Toplumumuzda sık görülen mitral darlığı tedavisinde uygun hastalarda mitral balon valvüloplasti yöntemi bulunmaktadır. Kasıktan girilerek balon yardımıyla hastanın kalp kapağı genişletilebilir, bu yöntem sayesinde büyük cerrahi müdahalelere gerek kalmayabilir. Mitral kapak sorunlarında cerrahi tedavi yöntemleri kapak tamiri ya da kapak değişimi ameliyatları olabilir. Kapak tamiri için yapılan operasyonlar deneyimli bir kalp ekibi gerektirmektedir. Hastaların hangilerine kapak tamiri yapılabileceği operasyondan önce planlanabilir. Kapak tamiri için uygun olmayan hastalarda uygulanan cerrahi yöntem, kapağın yapay bir kapakla değiştirilmesidir. Özellikle mekanik kalp kapağı takılan hastalarda uzun dönem sonuçlar iyi olmakla birlikte, hastalar ömür boyu kan sulandırıcı ilaç kullanmaya gereksinim duyarlar. Uygun hastalarda yeni geliştirilen biyolojik yapay kalp kapaklarında bu sorun ortadan kaldırılmıştır. Kalp kapakçığı hastalıklarının tedavisinde girişimsel kardiyolojik tedavi yöntemleri son yıllarda ciddi ilerleme kaydetmiştir. Uygun hastalarda hastanın göğsünü kesmeksizin yapılabilen kapak girişimleri hastalar için ciddi bir alternatif haline gelmektedir. Aort darlığının tedavisinde çığır açan yeni bir yöntem olan ‘TAVI’ (Transkatater aort valv implantasyonu) ile tıpkı anjiyo operasyonlarında olduğu gibi hastanın kasığından girerek kalp kapakçığını değiştirmek mümkündür. Bu yöntemde bazen hastanın uyutulması bile gerekmeyebilir. Yeni bir yöntem olsa da başarı oranı çok yüksektir. Açık kalp ameliyatını kaldıramayacak kadar durumu ağır olan hastalarda kullanılabilen bir yöntemdir.

AMELİYATSIZ KALP KAPAĞI DEĞİŞİMİ Kalp kapağı hastalıkları ülkemizde genç yaşlarda azalmakla birlikte ortalama yaşam süresinin uzaması nedeni ile yaşlılarda daha sıklıkla görülmeye başlanmıştır. Kalp kapağı hastalıklarının daha etkin tedavisi, ilaç tedavisinin eskiye göre daha fazla gelişmiş olması ve kalp krizine daha erken ve daha etkin yöntemlerle artık müdahale edilebilmesi sayesinde eskiden 65 olan yaş ortalaması günümüzde 80’li yaşlara ulaşmıştır.

SENİL KALSİFİK KAPAK HASTALIĞI Bahsi geçen kalp kapakcığı hastalıklarına yaşlıların kireçli kapak kapağı hastalığı (Senil kalsifik kapak hastalığı) en sık olanı senil kalsifik aort stenozu denmektedir ki bunun da en sık gözleneni aort kapağının hastalığıdır. Kalbimizden çıkan ve tüm vücudumuza kan dağıtan en büyük damar olan aort damarının kalpten çıktığı yerdeki kapağa aort kapağı denmektedir. Bu kapak yaşla birlikte en sık kireçlenen, daralan ve hastalık yapan kapak olup bunun ilerlemesi halinde bayılma, gögüs ağrısı, göğüste sıkışma, ani ölüm, beraberinde koroner arter hastalığı dediğimiz kalbi besleyen damarların daralması, kalp krizi gibi durumlar meydana gelmekte olup hayatı tehdit eden ciddi bir hastalıktır.Kalp kapakcığı tedavi edilmez ise ani ölümle sonuçlanır. CERRAHİ TEDAVİ YÖNTEMİ HER ZAMAN UYGULANAMIYOR Kalp kapakçığı hastalıklarında genellikle tercih edilen tedavi cerrahi, yani ameliyat tedavisi olmasına karşın bu hastaların çoğu aynı zamanda başka hastalıklara ve ileri yaşa sahiptir. Bu nedenle de genellikle ameliyat olmak istememekte veya bu başka hastalıklar nedeni ile ameliyat olamamaktadırlar. Ameliyat şansını kaybeden veya ameliyat olmak istemeyen hastalar eskiden çaresiz kalmaktaydı. Oysa şimdi ameliyatsız bir yöntemle kalp kapakçığı anjiyografi (“anjiyo”) benzeri bir yöntemle değiştirilebilmektedir. AORT KAPAKÇIĞI DEĞİŞİMİNDE YENİ YÖNTEM: TAVI Amerikan İlaç ve Gıda Kurumu olan FDA (Food and Drug Administration) tarafından onaylanmış bir işlem olup 2010 yılından beri Amerika’da ve 2009 yılından itibaren de Türkiye’de uygulanmaktadır. Özel hazırlanmış bir yapay kalp kapağı (stent içinde paslanmaz çelik ve yama-

dan oluşan) kalbin ve eski kalp kapağının içine eski kapak yerine bir stent içerisinde yerleştirilmektedir. Burada kasık bölgesi lokal olarak uyuşturulmakta ve kasık damarının içerisinden gönderilen ince boru sistemleri ile kalp kapakcığına ulaşılmaktadır. AORT KAPAKÇIĞI GİRİŞİMİ İLE İŞLEM SÜRESİ BİR SAAT Aort kapakçığı girişiminde işlem yaklaşık bir saatlik bir sürede tamamlanmaktadır. Eski kalp kapağı çıkarılmamakta ve yeni kalp kapağı eski kapağı itecek biçimde içine takılmaktadır. Yani kalp kapağının içine kapak yerleştirilmektedir. İşleme kardiyoloji, kalp damar cerrahisi ve anestezi hekimleri beraber girmektedir. Bundan sonra kapaktaki basınç normale dönmekte, yeni kalp kapağı etkisini göstermekte ve normal çalışmaya başlamaktadır. Hastalar birkaç gün hastanede takip edildikten sonra sorunsuz ise bir kan sulandırıcı ilaç verilerek taburcu olmaktadır. 3-4 gün sonra kontrol sonrası takipleri düzenlenmektedir. Bu yöntem her merkezde uygulanmamakta ve özellikli bir işlem olup deneyimli eller tarafından uygulanmalıdır.

"Aort darlığının tedavisinde çığır açan yeni bir yöntem olan TAVI tıpkı anjiyo operasyonlarında olduğu gibi hastanın kasığından girerek yapılıyor. Hastanın kalp kapakçığı değiştiriliyor. Açık kalp ameliyatını kaldıramayacak kadar durumu ağır olan hastalarda kullanılabilen, bir saatte tamamlanabilen bir işlem"

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

19


GİRİŞİMSEL KARDİYOLOJİ

BY PASS MI, STENT Mİ? HANGİ HASTAYA HANGİ YÖNTEM? Prof. Dr. Beyhan Eryonucu TKD Girişimsel Kardiyoloji Birliği Yönetim Kurulu Genel Sekreteri Tugut Özal Ünv Hastanesi Kardiyoloji ABD

bağlı ölümleri engelleyen tedavi seçenekleridir.

Koroner damar tıkanıklıklarının tedavisinde kullanılan eriyen stent ve koroner bypass yöntemlerinin avantajları ve dezavantajlarını bilmek gerekiyor. Kalp hastalıklarının en önemli nedenlerinden biri koroner damarlarda oluşan darlıklardır. Damardaki bu darlıklar tam olarak tıkanır hale geldiğinde hastada kalp krizi oluşur. Hastanın bu daralmış damarlarının giderilmesi ve myokard enfarktüsü geçirmeden tedavi edilmesi için halen uygulamada olan iki yöntem bulunur. Bunlardan birisi koroner damarlara stent uygulama işlemi diğeri de koroner bypass ameliyatlarıdır.

Koroner bypass; Kanın, tıkalı damarın ilerisine yeniden yönlendirilmesi işlemidir. Koroner bypass ameliyatında bacaktaki safen veni denilen toplardamar veya göğüs kemiğinin altında bulunan atardamarlar veya koldan alınan atardamarlar kullanılır. Bu damarlarla kalbin yeteri kadar kan alamayan bölgelerine kan sevk edilir. Koroner bypass ameliyatı dünyada 40 yıldan beri uygulanır. Bugün, koroner arter hastalığının yanı sıra başka kalp hastalıklarının da birlikte olduğu hastalık grupları ve çok yaşlı hastalar halen başarı ile tedavi ediliyor.

KALP KRİZİ VE BUNA BAĞLI ÖLÜMLERİ ENGELLİYOR 2030 yılına kadar kalp hastalıklarından kaynaklanan ölümlerin 15 milyonu geçeceği tahmin edilmektedir. Koroner damarlarının daralması sonucu kalbin pompa fonksiyonu bozulmaya başlar. Koroner bypass hastalıklarının tedavisinde uygulanan stent ve koroner bypass işlemi, doğru hastada ve doğru ellerde uygulandığında kalp krizi ve

KORONER BYPASS

VAKAYA GÖRE İŞLEM SEÇİLMELİ Yapılan araştırmalarda stent ve koroner bypass ile tedavi edilen hastaların karşılaştırmalarında; riskli çok damar hastalarının yaşam süreleri ve komplikasyonları bakımından cerrahi işlemin daha iyi sonuçlar verdiği saptandı. Her gün artan sayıda hastaya koroner bypass yapılmadan önce stent uygulanır haldedir. Çoğu zaman daha güvenle yapılabilecek cerrahi işlem stent uygulamasından sonra riske girebilir. Stent uygulanmış

20 POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

çok damar hastalarında tekrar göğüste ağrı başlayınca koroner cerrahi işlemi akla gelir. Stent uygulamasını takiben yapılan koroner bypass işleminin başarı şansı azalır. Daha önce stent uygulanmış ve kalbin pompa fonksiyonunun azaldığı grupta olan hastalara cerrahi işlem uygulandığında kalbin performansının daha da azaldığı ortaya konulmuştur. Bu tip hastalar için stent işleminin bir risk faktörü olduğu ileri sürülür. Bazen stentler damar duvarının bozulmasına da sebep olabilmektedir. Stentler bazen küçük yan damarları da tıkayabilir. Şimdi bütün bu bilgilerin ışığı altında hastaya stent mi yoksa cerrahi mi uygulamalıyız? Stentten vaz mı geçeceğiz? Bir hastaya yapılacak işleme en sağlıklı kararı kalp cerrahı, kardiyolog ve hasta birlikte tartışarak vermelidir. Böylece en sağlıklı karara varılmış olunur.


HASTA İÇİN KONFORLU BİR İŞLEM:

EL BİLEĞİNDEN

KORONER ANJİYOGRAFİ VE STENT

Prof. Dr. Mahmut Şahin Türk Kardiyoloji Derneği Gelecek Dönem Başkanı 19 Mayıs Ünv Tıp Fakültesi Kardiyoloji ABD

“Tıp teknolojisindeki yeni gelişmeler kalp damar hastalıklarında hasta konforunu sağlayan yeni yöntemlerinde ortaya çıkmasını sağlıyor. Bu yöntemlerden biri el bileğinden koroner anjiyografi ve stent uygulamasıdır. Önceki yıllarda hastaların çoğunda hastaneye yatış yapılarak uygulanan koroner anjiyografi, aynı işlemin kasıktan değil el bileğinden yapılabilmesi sayesinde hastaneye yatış gerektirmeksizin ve hastanın yaşam kalitesini fazla etkilemeksizin yapılabilmeye başlanmıştır. Hasta bu sayede operasyondan hemen sonra yürüyebilmektedir, bu büyük bir avantajdır. Ayrıca, kasıktan işlem yapıldığında kanama ve ağrı olabilmekte, bu bölgeye kum torbası konulduğu için 6 saat hareketsiz kalınması gerekmektedir. El bileğinden işlem yapıldığında ise bu tür sorunlar oluşmamaktadır. El bileğinden uygulanan girişimsel yöntemlerle günümüzde kompleks koroner arter hastalıklarının büyük kısmı tedavi edilebilmektedir.“

yapısının ve işlevinin doğal haline dönmesini sağlamaktadır. Bu sistem en iyi ilaç kaplı stentlerin özelliklerine sahip olmaktan başka ek önemli avantajlar sağlamaktadır. Ayrıca hastalar normal stent işleminde olduğu gibi bir gün sonra taburcu edilebilmektedir. Dünyada çok az sayıda ülkede ve belirli deneyimli merkezlerde bulunmaktadır.” DEVRİM NİTELİĞİNDE BİR GELİŞME “Bypass ameliyatı yerine uygulanan kasıktan girip damar açma işlemi ilk olarak 1980'li yıllarda balonlarla başladı, daha sonra 1990'lı yıllarda çelikten yapılan stentler kullanılmaya başlandı, 2000 yılı ortalarında ilaç kaplı stentlerin çıkması bu alanda devrim niteliğinde bir gelişmedir. Son olarak da 2012 yılından itibaren ise 4. devrim gerçekleşmiş oldu ve damarı açıp, tıkanmasını önledikten sonra kendiliğinden absorbe edilebilen skafold (eriyebilen iskele sistemi) bulunmuştur. Bu teknoloji, damar açmayla uğraşan girişimsel kardiyologlar içinde çok önemli bir gelişmedir.”

‘HASTA İÇİN KONFORLU BİR İŞLEM’

‘ÖZELLİKLE GENÇ HASTALARDA EŞSİZ BİR TEDAVİ’

“Eriyen stentler işlevini tamamladıktan sonra 6 ayda erimeye başlayıp, 1 yıl sonra da kaybolup orijinal damar ortaya çıkmaktadır. Bu hasta açısından çok önemli bir durumdur. Diğerleri çoğunlukla 1 yılda erimeye başlayıp, 2 yılda damardan silinmektedir. Koroner arterlere (kalbi besleyen damarlara) yerleştirilen stentlerin ömür boyu hastanın kalbinde kalmasının aksine bu skafold sistemi, işlevini tamamladıktan sonra tamamen erimekte, hastanın damar

“Kalıcı bir metal olmadığı için damar doğal haline dönüp kasılma ve gevşeme fonksiyonlarını geri kazanarak, dolayısıyla örneğin efor sırasında damar rahatlıkla genişleyebilmektedir. Kalp damarının tamamına yakını kaplayan darlıklarda, hem bypass yöntemi hem de stent yöntemi çok uygun olmayabilir, bu hastalarda bu yöntem eşsiz tedavi imkanı sağlayacaktır. Özellikle genç hastalarda ileri dönemde ihtiyaç halinde tekrar girişim imkanı sağlıyor, eğer

cerrahi gerekirse daha önce bu stentin uygulandığı yere bypass yapılabilir. Tamamen eridiği için kalıcı stentlerde karşılaşılan uzun dönem kardiyak sorunlar elimine ediliyor. Yapılan araştırmalarda geç dönemde damar çapında genişleme gözleniyor ve kan iletimi artıyor.” ‘HER HASTAYA UYGULAYAMIYORUZ’ “Öncelikle buna karar verirken %70 darlık olması ve hastanın bütün olarak değerlendirilmesi gerekiyor. Kasık damarı daha kalın bir damar. El damarından stent uygulaması her hastaya özellikle yaşlı hastalarda, el bileği ince olan hastalarda daha zor. Anjiyografi olarak çok görülmese de ileride sorun yaratabilecek, klinik seyrinin durumuma göre 40-60 arasında arada kaldığımız zamanlarda diğer testler sizi ikna ediyorsa, yapılabilir. İyi bir ilaç tedavisi de hastanın yaşamını kaliteli ve uzun kılabiliyor, stent koymaya gerek kalmayabiliyor.” MALİYET GLOBAL OLARAK DA DAHA DÜŞÜK “Türkiye de merkezlere göre değişiyor. SGK'nin paket bir fiyat uygulaması var. El bileği, kasık anjiyosunda SGK aynı ödemeyi yapıyor. Ancak bu özel hastanelerinde biraz farklı uygulanabiliyor. Malzeme seçimine göre değişiyor.” SORUNSUZ İZLENEBİLİYOR “MR ve tomografi gibi görüntüleme yöntemlerinde sıkıntılar yaşanmıyor. Metal stentler bu görüntülemelerde parladığı için stent bölgesi iyi görüntülenemezken, eriyebilen iskele yönteminde damarın durumu anjiyo yerine rahatlıkla çok kesitli tomografilerle yapılabiliyor.”

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

21


KADIN KANSERLERİ

“S

erviks kanseri önlenebilir bir hastalıktır. Tarama sayesinde erken tanı ve etkin tedavi mümkündür

Serviks kanseri dünya genelinde kadınlarda en sık görülen 4. kanser, Türkiye'de en sık görülen 8. kanser türü. Kanser Daire Başkanı Doç Dr. Murat Gültekin, serviks kanserinde tanı, tedavi ve tarama programları hakkında sorularımızı yanıtladı. Serviks kanserinin HPV nedeniyle ortaya çıktığını belirten Doç Dr. Gültekin , HPV bulaşı önlendiğinde ENGELLENEBİLEN ve erken teşhis olduğunda TEDAVİ EDİLEBİLEN bir kanser olduğunu bir kez daha hatırlattı. PSD: Serviks ya da halk arasında bilinen adı ile rahim ağzı kanseri nasıl oluşuyor? Dr.Gültekin: Serviks kanserinin nedeni, insan papillomavirüsüdür (HPV). HPV toplumda rahim ağzı kanseri virüsü olarak bilinen, diğer adıyla insan siğil virüsüdür. Aslında ismiyle özdeş olarak siğil etkenidir ve yalnızca insandan insana bulaşır. Serviks hücreleri anormalleşip kontrolsüz bir şekilde büyümeye başladığında serviks kanseri oluşmaktadır. Yaklaşık 100 HPV tipi mevcuttur. Çoğu düşük riskli tipler yüksek riskli tipleri olsa da serviks kanserine yol açabilen anormal hücrelerin gelişmesine neden olabilmektedir. Bunlardan yaklaşık 15’inin rahim ağzı kanseri yaptığını biliyoruz. Serviks kanseri olgularının çoğuna iki tip HPV (HPV 16 ve 18) neden olmaktadır. Serviks kanseri olgularının aşağı yukarı % 70’inde bu iki tip bulunmuştur.

ÖNLEMEK MÜMKÜN

PSD:Dünyada görülme sıklığı ve ülkelere göre dağılımı nasıl? Dr.Gültekin: Rahim ağzı (serviks) kanseri dünyada en çok ölüme neden olan jinekolojik kanserdir. Yılda yaklaşık 266 bin kadın serviks kanseri nedeniyle ölmektedir. Bu ölümlerin çoğunluğu gelişmekte olan ülkelerde olmaktadır. Dünya genelinde kadınlarda en sık görülen 4. kanser türü olan serviks kanseri; Afrika, Güney Amerika ve Güney Asya’da toplam 39 ülkede en sık görülen kadın kanseridir. PSD: Bulaşıcı özelliği ile diğer kanser türlerinden farklı özellikler taşıyor .Tanı ve tedavide de farklılıklar var mı ? Dr.Gültekin: Günümüzde nedeni net olarak belli olan birkaç kanserden biridir. Bütün serviks kanserlerinin neredeyse tamamı HPV nedeniyle olur. Kadınların genç yaşta, genellikle ilk cinsel birliktelikleri sırasında, aldığı HPV enfeksiyonu 10 yılı bulan bir sürede kansere dönüşür. Bu sürede serviksteki lezyonu henüz kanser olmadan tespit etmek mümkündür. Erken tespit edilen serviks kanseri de küçük bir cerrahi işlemle kolaylıkla tedavi olur. İleri evrede saptanan kanser ne yazık ki genellikle ölümcüldür. PSD: Virüs nasıl yayılmakta? Dr.Gültekin: HPV oldukça yaygındır, cinsel temasla kolayca geçebilmektedir. Gerçekte cinsel yönden aktif kadınların % 80’e varan bölümü yaşamlarının bir anında, bir HPV virüs tipiyle enfekte olmaktadır. HPV virüslerini aldığımızın far-

22 POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

kında olmasak bile bağışıklık sistemimiz HPV enfeksiyonlarını savaşarak uzaklaştırabilmektedir. Ancak bazen yüksek riskli virüs tipleri servikste kalmakta ve zamanla serviks kanserinin gelişmesine neden olabilmektedir. PSD: HPV’nin etken olduğu kanserler hangileri? Dr.Gültekin: Rahim ağzı kanseri ve diğer genital kanserler,ağız,orafarinks, anüs. Ayrıca bu sadece kadınları değil, erkekleri de etkileyebilen bir kanser türü olduğu bilinmelidir. PSD: Kanser Daire Başkanlığı olarak serviks kanseri tarama programı başlattınız. Şu ana kadar elinizdeki verilerle ülkemizde durum nasıl ? Dr.Gültekin: Ülkemizde serviks kanseri en sık görülen 10. kadın kanseridir. Yılda yaklaşık 1600 kadınımıza serviks kanseri tanısı koymakta ve bunların yaklaşık yarısını ne yazık ki geç tanı nedeniyle kaybetmekteyiz. Serviks kanseri esas olarak doğurgan dönemde yani genç yaşta görülmektedir. Tanı aldığı zamanda gelecek kaygısı duymaktadır. Bunun yanında erken evrede kanser tanısı konulursa ya da hatta daha hiç kansere dönmeden HPV enfeksiyonu ve preinvaziv lezyon aşamasındayken sınırlı bir operasyonla serviks kanserinden tamamen korunmak mümkündür. Ülkemizde yaklaşık 20 yıldır yapılan kanser taramaları, özellikle de serviks kanseri taraması, son yıllarda belirgin bir şekilde arttı. Bunda Kanser Daire Başkanlığı’nın aldığı bir dizi önlemin et-


kisi büyüktür. Öncelikle taramada HPV testlerini kullanarak insan kaynakları ve alt yapı sorunları büyük ölçüde aşılmıştır. Aile hekimlerinin taramaya entegrasyonu ile hizmet yaygınlaştırılmış ve hizmetin ulaşılabilirliği arttırılmıştır. Kurulan merkezi laboratuar ile hem hız hem de kalite kontrolü sağlanmıştır. PSD: Taramalar nerede yapılıyor ve merkeze yönlendirme ne şekilde sağlanıyor? Dr.Gültekin: Taramanın yapılacağı birinci basamak; Aile Sağlığı Merkezleri (ASM),Kadın ve Aile Sağlığı Merkezleri, Toplum Sağlığı Merkezleri (TSM) bünyesindeki Kanser Erken Teşhis, Tarama ve Eğitim Merkezleri yani KETEM’ ler de yapılıyor. PSD: Türkiye için neden HPV taraması gerek gördünüz? Dr.Gültekin: Daha yüksek oranda riskli kişileri tespit edebilmesi , iş gücü avantajı, merkezi kalite kontrolü ,ülkemizde HPV pozitifliğinin düşük olması, kesin tanı için geçen zamanın kısalması,gelecekte kendi kendine örnek alma (self-test) imkanı,farkındalığın yeniden sağlanması için yeni bir test ,büyük hedef nüfus için merkezi ihale avantajı gibi sıralayabiliriz. PSD:Programın başarı ve ulaşılabilirlik oranları nasıl ? Dr.Gültekin: Kanser Daire Başkanlığı olarak bilimsel veriler ışığında yenilenen ve geçtiğimiz yıl hayata geçirilen yeni servikal kanser tarama programı, başarının katlanmasına neden olmuştur. Smear ile ayda 25 bin olan tarama sayısı HPV testi ile ayda 100 bini geçmiştir. Ayrıca bilimsel verinin smear testine göre en az %70 daha başarılı olduğunu gösterdiği HPV testi tarama aralıklarını güvenle 5 yılda tutmayı sağlamıştır. Artık HPV testi negatif bulunan bir kadına 5 yıl için serviks kanseri konusunda daha fazla güvence vermemiz mümkündür. PSD:Türkiye Ulusal HPV Laboratuarı nasıl çalışıyor?

Dr.Gültekin: Ulusal HPV laboratuarı Ankara’da kurulmuş ve geçtiğimiz yıl hizmet vermeye başlamıştır. Laboratuara tüm yurttan gönderilen yaklaşık günlük 4000 örneğe sonuç verecek şekilde ileri teknoloji moleküler tetkik sistemleri kurulmuştur. Ayrıca laboratuar kapasitesi günlük 10 bin örneğe sonuç verecek kadar arttırılabilir durumdadır. Gönderilen numunelerde HPV-DNA varlığı Amerikan FDA ve Avrupa CE sertifikalı bir sistem olan HC2 (hibrid capture) tekniği ile tespit edilmektedir. Pozitif bulunan numunelerde HPV tiplendirmesi yapılmakta ve smear çalışılmaktadır.Laboratuvara ulaşmasından itibaren 10 gün içinde sonuç verilmektedir. Tüm doktorlar ve vatandaşlar, http://hpvtarama. saglik.gov.tr/duyurular/SonucSorgula web adresinden sonuçlara ulaşabilir. PSD: HPV pozitifliği tespit edildiğinde süreç nasıl işliyor? Dr.Gültekin: HPV pozitif olgularda çoğunlukla kadın doğum uzmanına sevk edilmektedir. HPV pozitifliği saptandığında olguda kanser olmadığının kesin bir şekilde anlatılması gereklidir. Bu enfeksiyon çok büyük bir ihtimalle bir yıl içinde tamamen temizlenecektir. Bu anlamda HPV pozitif olan hanımlar takipte olacağı için belki de serviks kanseri hiçbir zaman olmayacak şanslı bir grup. HPV pozitif olduğunda smearde bir anormallik olup olmadığına ve HPV’nin hangi tipinin bulunduğuna bakılmalıdır. HPV 16 ya da 18’in pozitif olması durumunda ya da smearde hücresel anormallik bulunuyorsa olguda serviks kanseri gelişme ihtimali artmıştır. Bu durumda kolposkopi adı verilen bir işlemle serviksin detaylı muayene edilmesi işlemi yapılır. PSD: Kaç kişiye tarama yapıldı ve ilk sonuçlara göre

ülkemiz HPV pozitif oranları nedir? Dr.Gültekin: Laboratuvar ilk hizmet vermeye başladığından beri yaklaşık 500 bin vatandaşımıza HPV testi yapılmıştır. Yaklaşık 15 bin kadınımızda HPV-DNA pozitif tespit edilmiştir ve ülkemizde HPV pozitifliği oranı %3.3’tür. PSD: Erken evrede yakalananlardan tedavi prosedürü ne şekilde işliyor? Dr.Gültekin: Yeni tarama programıyla erken evrede saptanan yaklaşık 250 serviks kanseri olgusu erken dönemde tedavi alma şansına sahip olmuştur. Yani 250 vatandaşımızın sadece HPV testi ile hayatı kurtulmuştur. Bununlar beraber yaklaşık 3 bin kişi de preinvaziv servikal lezyon nedeniyle takibe alınmıştır. Merkezi olarak yapılan tarama mevcut haliyle çok daha etkin kontrol edilebilir ve izlenebilir hale gelmiştir. Bugün Türkiye’nin HPV sıklık ve tip haritasına sahibiz. Alanında bir ilk niteliğinde olan HPV taraması uluslar arası arenada da geniş ilgi uyandırmış bir örnek niteliğinde yakından izlenmektedir. Serviks kanserinin kontrolü bir anlamda toplumun kadına verdiği değer ve gelişmişliğinin bir göstergesidir. Çünkü rutin taramaya katılan bir kadının serviks kanserinden ölmeyeceğini söylemek yanlış olmaz. PSD: Son olarak vermek istediğiniz bir mesaj var mı ? Dr.Gültekin: Düzenli test yaptırmayan kadınlarda serviks kanseri riski artmaktadır. Ulusal serviks kanseri tarama standartlarına göre 30 yaşından sonra her 5 yılda bir testi yaptırılması önerilir. Testler kanseri erken evrede yakalanmış olduğundan birçok yaşam kurtulmuştur. O halde ne yaparsanız yapın test randevunuzu anımsayın. Düzenli testler kendinizi korumanıza yardımcı olacaktır. Zeynep Çetinkaya

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

23


DOSYA

RAHİM AĞZI KANSERİNDE DOĞURGANLIK KORUNABİLİR Rahim ağzı kanserinin sebebi HPV (human papiloma virus) isimli bir virüstür ve kanserli hastaların %99’unda tespit edilmektedir. HPV virüsüne karşı geliştirilmiş aşılar mevcuttur. Aşılamanın kızlarda 9-26 yaşlar arasında yapılması önerilmektedir.

Prof. Dr. Ateş Karateke TJOD Genel Sekreteri Kadın Hastalıkları Doğum ve Jinekolojik Onkoloji Cerrahisi Uzmanı

Rahim ağzı kanserinin uzun bir ‘kanser öncesi’ dönemi bulunur ve bu dönemin smear testi taraması ile erken tanısı mümkündür. Günümüzde HPV virüsü smear ile aynı anda alınan örneklerden kolaylıkla tespit edilebilmektedir. Bu sebeplerden dolayı rahim ağzı kanseri uygun tarama ve tedavi ile ‘önlenebilir’ bir kanser olarak kabul edilmektedir. Smear taraması

RAHİM AĞZI KANSERİ GENÇ HASTALARDA DAHA SIK GÖRÜLÜYOR! Rahim ağzı kanserinin tedavisi için, kanser öncesi lezyonlarda veya çok erken evrede kanseri olan hastalarda konizasyon (rahim ağzının küçük bir kısmının alınması) işleminin yapıldığını, daha ileri evredeki kanser durumunda ise kapsamlı ameliyatlar veya radyoterapi (ışın tedavisi) ve kemoterapinin beraber uygulanır. Günümüzde vajinal veya abdominal (karın) yolla yapılabilen trakelektomi operasyonu sıklıkla gerçekleştirilmektedir. Trakelektomi operasyonunda yalnızca kanserli rahim ağzı ile kanser sıçraması muhtemel dokular birlikte alınmaktadır, rahim alınmamaktadır. Hasta böylece çocuk doğurma şansını kaybetmemiş olmaktadır. Trakelektomi operasyonunda hasta seçimi önemlidir. Kanserin erken evrede olması, küçük boyutta olması, hastanın 40 yaşından küçük olması, lenf düğümlerinde kanser olmaması ve gebeliğe engel başka bir durumun olmaması aranan kriterlerdir. Dünyada giderek küçük boyutlu kanserlerde daha küçük boyutlu operasyonlar yapılması savunulmaktadır. TARAMA KONUSUNDA DUYARLILIK HAYAT KURTARIYOR Rahim ağzı kanseri ile mücadelenin en önemli adımı kadınların tarama konusunda duyarlı olmasıdır. Rahim ağzı kanserinin tarama ile önlenebilir bir hastalık olduğu unutulmamalıdır. Günümüzde uygulanan tedavi yöntemleri oldukça başarılıdır. Erken yakalandığında hastanın yaşam süresini yaşam kalitesini ve çocuk doğurma yeteneğini bozmadan tam olarak tedavi edilmesi mümkündür. Kadınların kanserle mücadelede üzerlerine düşeni yapması ve hekime gitmesi çok önemlidir. Aile hekiminizin ve kadın doğum hekiminizin rahim ağzı taraması için davetlerine uyulması önemlidir. Unutmayınız sağlıklı kadın, mutlu toplumun esasıdır.”

24 POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

21-65 yaş arasında bakire olmayan tüm kadınlara önerilmektedir. HPV tarama testi ise 30 yaşından sonra yapılmalıdır. Smear testi tek başına bakılırsa 3 yılda bir, HPV testi ile birlikte yapılırsa 5 yılda bir yapılmalıdır. Tarama testleri sonucunda şüpheli sonuçları olan hastalar kolposkopiye yönlendirilir. Kolposkopi yaklaşık 30 cm.’den çalışan gelişmiş bir mikroskop ve özel boyalarla rahim ağzının incelenmesidir. Gerekli durumlarda eşzamanlı biyopsi de alınabilmektedir. Sonuca göre operasyon kararı verilebilir. Kolposkopinin ve hastalığın yönetiminin konusunda deneyimli hekimlerce yapılması önerilmektedir.


KANSER VE RUH SAĞLIĞI

DEPRESYON, KANSERİN SEYRİNE ETKİ EDİYOR

Prof. Dr. Sedat Özkan Memorial Şişli Hastanesi Liyezon Psikiyatrisi Bölüm Başkanı Kanser hastalarının sayısı gün geçtikçe artıyor. Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre önlem alınmazsa 2030’da 20 milyondan fazla yeni kanser vakasının ortaya çıkacağı tahmin ediliyor. Kanserle mücadeleye ise bir bütün olarak bakılması gerekiyor. Tedavide beden kadar ruhun da onarılması ve desteklenmesi büyük önem taşıyor. STRES VE ÇARESİZLİK KANSERİ SÜRECİNİ HIZLANDIRIYOR Beden, beyin ve ruh bir bütündür. Bedendeki olumsuzluklar beyni etkiler; ruha yansır; ruhun sıkıntısı da beyin kanalıyla bedene geçer. Kişinin ruh hali, kanserin ortaya çıkışında önemli rol oynadığı gibi hastalığın seyrini de etkilemektedir. Duygusal çatışmalar, kronik stres, travmalar, kayıp, çaresizlik ve yas kişideki mevcut kanser sürecini hızlandırır. Zihinde çözülemeyen problemler ruh sağlığını bozar ve hormonlar aracılığıyla bağışıklık sistemini zayıflatır.

Kanser tedavisinde, hastanın psikolojisinin de iyileştirilmesi gerekmektedir. Kanser hastasının iyi hissetmesi, tedaviyi kolaylaştırmakta ve hastalığın seyrini önemli ölçüde etkilemektedir. Bir kanser hastası ruhsal çöküntü içerisindeyse, depresyonu tedavi edilmediği sürece kanseri atlatsa da tam anlamıyla tedavi edilmiş sayılmaz. Depresyon sebebi ve süreçleri, hastanın beyin kimyasını bozacağı için hormonal sistem kanalıyla kanserin seyrine de etki edecektir. HER İKİ KANSER HASTASINDAN BİRİNİN PSİKOLOJİK DESTEĞE İHTİYAÇ VAR Kanser hastalarında sıklıkla görülen psikiyatrik sorunlar arasında; uyum ve anksiyete bozuklukları, depresif sendromlar, organik beyin sendromları ve kişilik bozuklukları yer almaktadır. Her iki kanser hastasından birinin psikolojik desteğe ihtiyacı vardır. Psikolojik sorunların düzeltilmesi veya azaltılması tedavide çok önemlidir. ÇOK YÖNLÜ BİR TEDAVİYLE DAHA İYİ MÜCADELE MÜMKÜN Kanser hastalarının sağlığına kavuşması; uygun tıbbi hizmet, fiziksel tedavi ve bakımla birlikte psikiyatrik tedavi ve psikososyal bakım hizmetinin eş zamanlı sunulmasıyla mümkündür. Kanser hastalarına psikolojik destekte; kaygı ve acıyı azaltmak, uyumu sağlamak, yaşam kalitesini artırmak, duyguların ifadesine yardımcı olmak, mücadele ve yaşama gücünü artırmak, hastalığın yarattığı çok yönlü krizle baş etmek, var olan yanlış algıları düzeltmek, 'ya hep ya

hiç' tarzı davranış ve düşünceleri düzeltmek, sosyal destek ve iletişimi güçlendirmek önemlidir. YETER Kİ RUHUNUZ KANSER OLMASIN! İnsanlar hayatla nasıl mücadele ederlerse, hastalıkla da öyle baş ederler. Psikologlar sadece bu mücadeleyi daha işlevsel ve uyumlu hale getirmekte, hastalık sonrasında da insanların hayatına sağlıklı bir şekilde devam etmelerini sağlamaktadır. Son günlerde sıkça kullanılan “Anti-kanser zihni” kavramının içeriğini iyi anlamak gerekir. Kanser olunca değil, oldum denildiğinde hastalığın seyri olumsuz yönde gelişir. Önemli olan ruhun da kanser olmamasıdır. Bu nedenle hayattan da hastalıktan da bir şeyler öğrenmek gereklidir. ZİHİN VAZGEÇERSE BEDEN DAHA ÇABUK VAZGEÇER Hastaların kimi kanseri kabul ederken bazıları da reddeder. Önemli olan mücadele etmektir. İnançlı, bilime güvenen, paylaşımcı ve mücadeleci bir yapıya sahip olmak önemlidir. Kanser tedavisi süresince önemli olan ayrıntılardan biri de normal hayatı sürdürebilmektir. Kemoterapi görürken bile haberler izlenmeli, neye ilgi duyuluyorsa bunlar yapılmaya devam edilmelidir. Zihin, dünyaya ne kadar açık olursa o kadar çabuk toparlanacaktır. Zihin vazgeçerse, bedenin daha çabuk vazgeçtiği unutulmamalıdır. Kanserle ustalıkla mücadele eden ve kanseri yenen kişiler, hayatına daha mutlu, üretken ve huzurla devam etmektedir.

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

25


KONGRELERDEN

“KANSER KAYNAKLI ÖLÜMLER ÇÖZÜM BULUNMAZSA

2023 YILINDA 13 MİLYONA ULAŞACAK!” T

ürkiye’nin, alanında en köklü kongrelerinden biri olan “21. Ulusal Kanser Kongresi” Türk Tıbbi Onkoloji, Türk Pediatrik Onkoloji Grubu ve Türk Radyasyon Onkolojisi Derneği’nin ev sahipliği ve DMR Kongre Organizasyonu ile 2226 Nisan 2015 tarihleri arasında Antalya Kaya Palazzo & Riu Otel’de düzenlendi. Kongreye Türkiye’den ve dünyanın dört bir yanından konusunda uzman bilim adamları katıldı.

21. Ulusal Kanser Kongresi kapsamında gerçekleştirilen basın toplantısına katılan Kongre Başkanı Prof. Dr. Pınar Saip, Türk Tıbbi Onkoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Gökhan Demir, Türk Radyasyon Onkolojisi Derneği Başkanı Prof. Dr. Serdar Özkök, Kongre Eş Başkanı Prof. Dr. Sedat Koca, Türk Pediatrik Onkoloji Grubu Derneği 2. Başkanı Prof. Dr. Mehmet Kantar ve Türk Radyasyon Onkolojisi Derneği Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Esra Sağlam kongre hakkında genel bilgi vererek panelde tartışılan konular ile ilgili açıklamalarda bulundu. Prof. Dr. Pınar Saip Kongre Başkanı Kanser alanındaki önemli bilimsel gelişmelerin sunulduğu, kurumsal ve sosyal

sorunların tartışıldığı en önemli fırsatlardan biri olan 21. Ulusal Kanser Kongresi programında güncel konuları içeren çok disiplinli paneller, sempozyumlar, tümör konseyleri, karşıt görüş tartışmaları, ülkemizdeki önemli bilimsel çalışmalar, sözel ve poster oturumları düzenlendi, onkolojik çalışmaları desteklemek amacıyla ödüller verildi. Bu yıl Ulusal Kanser Kongresi’ne; kanser hastalığının yönlendirilmesi, çözümü ve kanser politikalarının belirlenmesi konusunda dünyada yol gösterici olan kanser kuruluşlarının başkanlarını davet ettik. Kongremize Amerikan Klinik Onkoloji Derneği (American Society of Clinical Oncology-ASCO) Önceki Dönem Başkanı Clifford Hudis, Amerikan Radyasyon Onkolojisi Derneği (American Society for Radiation Oncology-ASTRO) Başkanı Bruce D. Minsky , Avrupa Medikal Onkoloji Derneği (European Society of Medical Oncology- ESMO) Gelecek Başkanı Forunato Ciardello ve Dünya Kanser Kontrol Örgütü (Union for International Cancer Control -UICC) Başkanı Prof. Dr. Tezer Kutluk katıldı. “Global Kanser Yükü ve Çözümler” panelinde ise “Dünya Kanseri Nasıl Kontrol Edecek?” konusunda devlet ve sivil toplum kuruluşlarının işbirliği imkanları

26 POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

değerlendirildi. BİYOTEKNOLOJİK İLAÇ PAZARI BÜYÜYOR Prof. Dr. Gökhan Demir Türk Tıbbi Onkoloji Derneği Başkanı Biyoteknolojik ilaçlar (biyofarmasötikler), kimyasal bileşimler yerine biyolojik yöntemlerle, organizmalardan ve canlı sistemlerden üretilen ürünlerdir. Biyobenzer ürünler, referans biyoteknolojik ürünlerin versiyonlarıdır. Referans ürünlerin patent süresi dolduktan sonra üretilirler. 2006 yılında, biyoteknolojik ilaçlar, 58,5 milyar Euro’luk satış değeriyle dünya ilaç pazarının yaklaşık %12’sini oluşturmaktadır. Bu alanda çalışan firma sayısı yaklaşık 4.500, istihdam ise yaklaşık 200.000’dir. Şu anda, sadece ABD ilaç pazarında 200 civarında biyoteknolojik ürün bulunmaktadır, 300 civarında ürün de klinik test aşamasındadır. 2010 yılında, dünyada ilk kez ruhsat alan ilaçların %50’si biyoteknoloji ürünüdür. 2010 yılından itibaren biyoteknolojik ilaç pazarı her yıl %12–15 oranında büyüyor. TÜRKİYE PAZARI 2007 yılında, Türkiye’de biyoteknolojik ürünlerin, 421 milyon Euro ile reçeteli


ilaç pazarının %6,8’ini oluşturduğu tahmin edilmektedir. Ülkemizde 50’ye yakın biyofarmasötik ilaç bulunmaktadır. Türkiye pazarındaki ürünlerin tümü ithaldir. Ülkemizde, henüz biyoteknolojik ilaç üretilmemekte ve biyoteknolojik ilaç üretmeye yönelik onaylı bir tesis bulunmamaktadır. Avrupa’da ilk beş biyobenzer ilaç, 2006 ve 2007 yıllarında ruhsat almıştır. Biyobenzer ilaçlar, son 20 yılda eşdeğer ilaçların yapmış olduğu gibi, sürdürülebilir sağlık koruma sistemleri için fırsat sağlamaktadır. Biyobenzer rekabeti ile sadece 5 patent dışı biyoteknolojik üründe % 20’lik düşük fiyatla gerçekleştiğinde bile AB’de yılda 1,6 milyar Euro’luk bir tasarruf sağlanabileceği ifade edilmektedir. Yakın gelecekte, biyobenzer ilaçların, Avrupa pazarındaki payının artması ve bu ürünlerin hastalara ulaştırılma sürecinin hızlanması beklenmektedir. KANSERLİ OLGULARIN YAKLAŞIK YÜZDE 60’INDA MALNÜTRİSYON YA DA MALNÜTRİSYON RİSKİ BULUNUYOR! Prof. Dr. Serdar Özkök Türk Radyasyon Onkolojisi Derneği Başkanı Kanser hastalarının % 20’sinin primer hastalıklarından ziyade beslenme bozukluğunun yol açtığı sorunlar nedeniyle kaybediliyor. Malnütrisyon, beslenmenin içerik veya miktar açısından yetersiz olması sonucunda, vücudun gereksinimlerine karşın, sağlanan enerji ve besin öğelerinin yetersiz kalmasından kaynaklanan klinik durumdur. Kanserli olguların yaklaşık % 60’ında malnütrisyon yada malnütrisyon riski teşhis anında mevcuttur. Kanser hastalarının %20’si primer hastalıklarından ziyade beslenme bozukluğunun yol açtığı sorunlar nedeniyle kaybedilmektedir.

AR-GE’YE DAHA FAZLA KAYNAK AYRILMALI! Bugün ülkemizde, kanser ve tedavisi ile ilgili olarak, erişilen düzey dünya ölçüleri içinde iyi bir konumda. Bugünden sonra erişmek istediğimiz iki hedefimiz var. Birincisi; tedavi süreçlerini daha üst seviyeye taşıyıp, hastaların sadece büyük şehirlerde değil, ülkenin her yerinde en üst tedavi kalitesinde hizmet almasını sağlamak. İkinci hedef ise ‘araştırma’ yapan meslektaşlarımıza gerek organizasyonel gerekse çok sınırlı da olsa finansal desteğin artırılmasıdır. Maalesef ülkemizde ilgili endüstri ‘araştırma ve geliştirmeye’ kaynak ayıramamaktadır. Bilimsel-klinik araştırmaların endüstriyel fonlar olmadan yapılması olanaksıza yakındır. Günümüzde büyük ses getiren araştırmaların hemen hepsinin arkasında mutlaka endüstrinin desteğini görmekteyiz. DÜZENLİ EGZERSİZ KANSER RİSKINI AZALTIYOR! Prof. Dr. Esra Sağlam Kaytan Türk Radyasyon Onkolojisi Derneği Başkan Yardımcısı Egzersiz ve kanser arasındaki ilişki son birkaç yılda oldukça sık gündeme gelmektedir.Özellikle kolon ve rektum kanserlerinin; beslenme ile beraber egzersiz yapmayan bireylerde daha fazla görüldüğü bildirilmiştir. Yine kadınlarda en sık görülen tümör tiplerinden olan meme kanseri sıklığı egzersiz ile azalmaktadır. Meme kanseri ile ilgili yapılan araştırmada düzenli egzersiz yapan kadınlarda kanser riski anlamlı olarak azalmakta; haftada 1-3 saat arasında egzersiz yapan kadınların meme kanseri olma riski % 30, 4 saatten fazla egzersiz yapanlarda ise % 55 oranında düşük olduğu görülmüştür. Meme kanserinde

obezite, kanser gelişimi üzerinde etkili bir risk faktörü olarak bulunmuş, bu durum vücuttaki yağ dokusunun artışına bağlanmıştır. Egzersizin kanser ile ilişkisinde asıl mekanizmanın immün sistem üzerinden olduğuna dair kanıtlar vardır. İYONİZAN RADYASYONA MARUZ KALMAK SAĞLIĞI TEHDİT EDİYOR! İyonizan radyasyona maruz kalmak sağlığa zararlıdır ve kanser yapıcı etkisi vardır. Eşik doz yoktur, çok küçük dozlarda bile etki görülebilir. Bu tip radyasyonun etkileri iyi bilinmektedir. Buna rağmen iyonize olmayan radyasyon radyo ve televizyon dalgaları, mikrodalgalar, baz istasyonları, yüksek gerilim hatları ve elektrikli ev aletleri gibi pek çok yerde vardır. Temel tanımlama Specific Energy Absorption Rate (Radyasyon kaynağından çıkan radyofrekans enerjinin vücut tarafından absorblanma miktarı) (SAR Değeri) olarak yapılır. Sar değerlerine bağlı olarak yayılan ve vücut tarafından alınan radyasyon da kanser etkenlerinden biridir. İyonize olmayan radyasyon etkilerinden korunmak için bilinçli tüketiciler olmakta fayda vardır. HER KANSERLİ ÇOCUĞA HAK ETTIĞİ TEDAVİ ORTAMI SAĞLANMALI Prof. Dr. Mehmet Kantar Türk Pediatrik Onkoloji Grubu Derneği İkinci Başkanı Çocuk onkoloji merkezlerinde ciddi hekim açığı ve yan dal uzmanlık öğrencisi açığı var. Çözüm için; çocuk hematoloji ve onkoloji yan dal eğitimlerinin tekrar ayrılması, çocuk onkolojisinin tek başına yapılanmasının tekrar kazandırılması ve daha çok sayıda yan dal uzmanlık öğrencisi kadrolarının üniversitelerde açılmasının ciddi katkıları olacaktır.

‘RADYOTERAPİ VE KEMOTERAPİDE BESLENME ÇOK ÖNEMLİ’ Radyoterapi ve kemoterapi tedavileri sırasında hastaların beslenmesi çok önemlidir. Radyoterapi uygulanan olgularda tedavinin uygulandığı bölgeye göre değişiklik olmakla birlikte diş bakımının düzenli yapılması, günde 8-10 bardak su içilmesi, protein ağırlıklı (et, balık, süt, peynir, yumurta vb) beslenme yapılması önerilir. Tedavi sırasında aşırı sıcak, asitli, acı ve baharatlı yiyeceklerden kaçınılmalı, alkol ve sigaradan uzak durulmalıdır. Tedavi sırasında kilo kaybının olmaması tedavi başarısını arttıracaktır.

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 27


KÖŞE YAZISI

OG OL E: Y D RA ZÜYL şit GÖ Zafer Ak

pe H. Dr. Yedite tesi i s i ver Üni stanes anı a z H U m loji o y Rad

MEME KANSERİNDE ERKEN TANI İÇİN TEK ÇARE: Ben olabilecek meme kanserinin en erken safhada yakalanması için yıllık tarama programı uygulayan bir Radyoloğum. Bir gün, “meme kanserinden kurtulmak için gereken koşullar” üzerinde konuşmam için bir TV programına çağrıldım. Programa 10 dakika var, bir bayan prodüktorün program sunucusuna gelip, “doktor bey radyologmuş, bir cerrah çağırsaydık” dediğini duydum. Haklıydı. Alıştığı, meme kanseri programlarına çıkardığı doktorlar hep cerrahlardı. Televizyon programlarında hep cerrahlar görülür, onların her defasında meme kanseri tanımı olarak verdikleri standart tanım; “derideki kızarıklık, deride portakal kabuğu gibi kalınlaşma, ele gelen sert kitle, meme ucundan gelen kanlı akıntı” bir daha tekrarlanırdı. Bu nedenle, kadınların meme problemleri için gidebilecekleri iki doktor vardır. Ya, “derideki kızarıklık, deride portakal kabuğu gibi kalınlaşma, ele gelen sert kitle, meme ucundan gelen kanlı akıntı” gibi nedenlerle cerrahlara giderler, veya (ancak hemen belirteyim, durum cerrah arkadaşlarının tanımladığı gibiyse, maalesef iş işten geçmiş olabilir), her yıl ‘meme kanseri taraması’ için, meme görüntülemesinde eğitimli bir radyoloğa gidebilirler. Bunun en iyi kanıtı dünyada meme kanseri üzerine yapılmış en kap-

“YILLIK TARAMA” samlı çalışma, Dr Laszlo Tabar’ın halen devam eden, 30 yıllık tarama programından elde edilen istatistiklerdir. Bu çalışma, meme kanserinin 9 mm çapa varmadan yakalanması halinde, tümör iç özellikleri de uygunsa, sadece basit bir cerrahi ile bertaraf edilebileceğini göstermiştir. Tümörün 9 mm çaptan küçük yakalanması halinde bundan tamamen kurtulma şansının %98 olduğu görülmüştür. 14 mm çapdan küçük yakalan kanserler içinde (tümörün iç özellikleri uygunsa), kurtulma şansı %9495’dir.

daha erken yaşta görüldüğünü ortaya koymuşdur. Bu nedenle US görüntüleme çok önemlidir.)

Meme kanserinden kurtulma tümörü küçük yakalamak olduğuna göre, bir kadının hayatında yapması gerekenleri şöyle sıralayabiliriz.

GÜNÜMÜZ BİLGİ KİRLİLİĞİ GÜNLERİDİR

a18 yaşından itibaren her ay, adet dönemi bittiği, memelerin en yumuşak olduğu hafta yapılacak ‘kendi kendine meme muayenesi (2K2M) ile başlar. Burada kadınlardan istenen, memede hissettiklerini “teşhis” etmeleri değil (ben “doktorculuk oynamayın” diyorum), her ay tekrarlayan bu muayene ile meme yapılarını ezberlemeleridir. a30 yaşından itibaren her yıl meme Ultrasonografisi (US) yaptırın. (Türkiye Meme Hastalıkları Federasyonun yaptığı çok güzel çalışma, meme kanserinin Türk kadınlarında, batılı kadınlara göre

28 POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

a40 yaşında her yıl mammografi çektirmeye başlayın. Mammografide ve ultrasonografide görülenler farklı doku/değişikliklere ait bulgular olabilir. Bu nedenle bu iki tetkik birbirinin yerini tutmaz. Mammografiye başlanılan ‘erken’ yaşlarda, mammografi ve ultrasonografi beraber yapılamalıdır.

Mammografi çekiminde kullanılan ışınların zararlı olacağı lafları tamamen yanlıştır, maksatlı yanıltıcıdır. Maruz kaldığımız günlük manyetik alanlar, kozmik radyasyon, yıllık mammografi dozu kadar olabilir. Meme kanseri için yapılan yıllık tetkiklerin daha geniş zaman dilimlerine yayılabileceği söylentileri ise (meselâ iki yılda bir), kadının hayatına kastetmek ile eş değerdir. Mammografinin her yıl yapılmasına sebep, meme kanserinin 5 farklı çeşit kanser olmasında yatar. Hepsi meme kanseridir ama biri kendisini 6-7 senede katlarken, diğeri 10 ayda kendini katlayabilir. Yani 2-3 senede bir ta-


rama için gelen kadınlar için “çok geç” olabilir. Bu nedenle taramalar her sene yapılmalıdır.

tehlikeli bir hastalıktır. Erken teşhis ile bu ölümler çok önemli oranda düşürülebilir.

İyi bir merkezde (digital mammografi cihazı olanlar tercih edilmelidir) elde edilecek yıllık mammmografi ve takibinde, uygun şartlarda (Amerikan Meme Görüntüleme Cemiyeti her meme için 10 dakika ultrasonografi tetkik zamanı öngörür), elde edilecek ultrasonongrafi tetkiki, sizi meme kanserinden ölümden büyük ölçüde koruyacaktır. Ultrasonografi tetkikinizi, bu konuda deneyimli, eğitimli, mammografinizide gören, gerekirse, gördüğü, tanımladığı muhtemel bir patolojiden biyopsi yapabilecek bir Radyoloğa yaptırın.

YENİLİKLER, ÇALIŞMALAR…

TÜRK KADINI, MAALESEF, TARAMA PROGRAMLARINA ÇOK RABET ETMEMEKTEDİR Doktora gitmek için ele gelen kitlenin, diğer fiziksel değişikliklerin oluşmasını beklemek, olası bir tümörün bir miktar ilerlemiş olduğuna işaret olabileceği gerçeği hatırlanarak, bir tarama programına dahil olunmalıdır. Bir tarama programında değilseniz ve elinize bir kitle geldi, yapılan tetkikler sonucu bunun bir tümör olabileceği belirlendiyse, önce iğne biopsisi ile kitlenin cinsi tayin edilmeli, eğer habis (malign) bir kitle ise, memenin başka yerlerinde ikinci bir tümör olup olmadığının tesbit için ilaçlı meme MR yapılmalı, böylece uygun cerrahi seçilmelidir. İğne biopsisi ile tanı, tümör bulunursa, cerrahi adıma geçirildiğinde, koltuk altı lenf bezlerinin de tetkikini mümkün kılacaktır. Büyük habis tümörlerde, vücudun herhangi bir yerinde tümör uzantısı olup olmadığı PET tetkiki ile yapılabilir. Bu safhalara gelmemek için, yıllık tetkikler sizi koruyacaktır. Eğer iyi bir merkezde takip ediliyorsanız, ortaya çıkacak yeni bulguların biyopsilerinden ürkmeyin. Dünya standardı, her 10 biyopsiden 8’inin tümör olmayan değişikliklere bağlı olacağı, ancak 2’sinin tümör teşhisi vereceğini bilin. Şüpheli bir görüntünün (ki bazen selim bir değişiklik ile tümör aynı görüntüyü verebilir), ayırıcı tanısı ancak biyopsi ile yapılabilir. Biyopsi mutlaka görerek, nereden alındığı bilinerek yapılmalı, “kör” biopsilerden daima kaçınılmalıdır. Memeden alınan her doku/sıvı mutlaka patoloji bölümünde incelenmeli, sito/ histopatolojik tanıya vardırılmalıdır. KADIN TOPLUMUMUZDA AİLENİN DİREĞİDİR Meme kanseri de, kanser nedeniyle, kadınlarda en çok ölüme yol açan çok

Dünyada büyük bir çaba var. Bir numaralı kanser sonucu kadın ölümlerinin şampiyonu Meme Kanserine çare için herkes bir çaba içinde.Bir taraftan ‘bir miktar gelişmiş’ tümörleri alt etmek, yok etmek için gösterilen ‘ilaçlı’ çalışmalar ki bu çabalar çok önemli, diğer taraftan, tümörler daha ele gelmeden, metastaz (diğer organlara atlama) olasılığı oluşmadan, onları en küçük, gelişmemiş, onlardan kurtulmanın en olası dönemlerinde yakalamak için, görüntüleme metotlarını geliştirmeye yönelik harcanan çaba. ‘İlaçlı’ çalışmalar, meme kanseri sonucu ölümlerdeki bir miktar azalmaya sahip çıkarken, genellikle onlar için tarama programları olmayan erkeklerdeki meme kanseri ölümleri oranının düşmemiş olması, kadın meme kanseri ölümlerindeki düşüşün buna bağlı olmadığını söylüyor. 1975’de başlayıp halen sürmekte olan, bu yıl, evvelce açıklanmış 20 yıllık sonuçlarından sonra 30 yıllık istatistikleri açıklanacak olan Isveç Meme Kanseri Tarama Çalışmaları’nın da belirgin şekilde gösterdiği gibi, ancak görüntüleme metotlarıyla 9mm altında yakalanan tümörlerden tamamen kurtulma şansı %98’dir. Yine aynı çalışmada, sadece görüntüleme metotlarıyla yakalanabilen 0.9-1.4cm çapındaki (eğer tümör karakteristikleri de uygunsa), meme kanserlerinden kurtulma şansı %93-95 oranındadır. Bu bilgiler, görüntüleme metotlarının gelişmesi için gösterilen yoğun çabaları açıklar. Mammografi halen, meme kanserini erken yakalamak için savaşımızdaki altın standardımızdır. Yapılan çalışmalar, mammografide görülen ‘yoğun’ meme yapısının mutlaka meme ultrasonografisi (US) ile de incelenmesi gerektiğini ortaya koymuştur. Buna birde Türkiye Meme Hastalıkları Federasyonunun yaptığı çalışma ile, Türk kadınlarında, batı toplumu kadınlarına göre daha erken yaşta meme kanseri görüldüğü gerçeğini ortaya çıkarması ışığında, mammografi sonrası US şart olmuştur. ‘Yoğun meme’ görünümünün mammografi bulgularını etkilediği bilindiğinden, önce mammografi bulgularını artırıcı, incelemeleri daha etkin kılan “digital mammografi”, bu platform üzerinde de,

meme kanserini tanıma özelliğini %30 artıran “tomosentez” özelliği geliştirildi. Mammografide yapılan çalışmalar halen devam ederken US’de de önemli gelişmeler yapıldı. Sheer Wave elastografi ve Doppler US’deki gelişmeler çok önem kazandı. Habis ve selim tümörleri birbirinden ayırabilmek için kullanılan elastografi, meme US cihazlarının ‘olmazsa olmaz’ özelliği haline geldi. Yine US cihazları için geliştirilen 3D görüntüleme, tümör yayılımının görüntülenmesi için mükemmel, kolay, ucuz bir yöntem oldu. Bu yeni teknolojik adımlar, tanı metotlarını günün en üstün seviyesine ulaştırdı. Meme kanserlerinin %40-60’ının birden fazla noktadan geliştiği bilgisi, biyopsi ile netleştirilmiş kanser teşhisinin, ameliyat öncesi haritasını çıkarmak, ameliyat türünü belirlemek için kullanılan ‘manyetik rezonans’ (MR) cihazlarının geliştirilmesini tetikledi. Bu cihazların meme görüntüleme kapasitelerinde de büyük gelişmeler oldu. Bu gelişmeler giderek, ‘yüksek risk’ gurubu olan, gen mutasyonları belirlenmiş veya aile hikâyesinden gen mutasyonu ‘muhtemel’ kadınların MR ile taranmaları olasılığını sağladı. Yakın gelecekte, ‘meme sıkıştırmasını’ ortadan kaldıracak, konik ışınlı meme bilgisayarlı tomografileri (MBT) ortaya çıkacak. Ama buna daha zaman var. Tüm bu teknolojik gelişmeleri anlattıktan sonra, tüm bu geniş endüstrinin çabalarını boşa çıkaracak, etkisiz kılacak, kadınlarda kanser nedeniyle ölümler içinde, meme kanserinin yine 1 numara kalmasını sağlayacak bir davranış modeli var. Kadınların meme kanseri tarama programlarına katılmamaları. “Bana olmaz” fikrinin sahte güvencesi ile Rus ruleti oynamaları.Bilin ki o silahın ne zaman patlayacağı belli olmaz. Olan geride kalanlara olur. BUNLAR SİZİ KORUMAZ; aErken çocuk doğurmak ve emzirmek, aİnce ve küçük memeli olmak, aİyi beslenmek, aAilede meme kanseri olmaması, TARAMA PROGRAMLARI KORUR. Erken teşhis, ya şans eseri, ya da yıllık yapılacak tarama programları ile elde edilir. Unutmayın ki, meme kanseri bulunmuş kadınları %75’inde, hiçbir risk faktörü yoktur. Sağlıklı bir yaşam dileği ile...

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015 29


GİRİŞİMSEL RADYOLOJİ

GİRİŞİMSEL NÖRORADYOLOJİ İLE BEYİN DAMAR HASTALIKLARI TEDAVİSİ DAHA AZ RİSKLİ

Prof. Dr. Civan Işlak İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Başkanı Tıp dalları içerisinde belki de en hızlı değişen ve evrim geçirenlerin başında radyoloji gelmektedir. Son 25 yıl içinde teknolojideki yenilikler radyolojide sadece tanı değil, hastalıklarının tedavisinde çok büyük değişimlere ve gelişmelere yol açtı. Girişimsel radyolojik işlemler damar (vasküler) tedavileri ve damar dışı (nonvasküler) tedaviler olarak iki büyük gruba ayrılıyor. Girişimsel radyolojinin ilgilendiği damar tedavileri, kalp damarları dışındaki tüm damarları kapsıyor. Damar tedavilerinin, beyin damarları ile ilgili olanları nörovasküler girişimler, di-

ğer uzuv ve organ damarları (beyin ve kalp dışı) ile ilgili olanları ise periferik vasküler girişimler olarak gruplanmaktadır.

konuştuk.

Girişimsel nöroradyoloji beyin,omurilik ve damar hastalıklarının endovasküler tedavilerinin yapıldığı bir bilim dalı. Damar içinden ilerleme yöntemi olarak kullanılan sistem, bütün diğer damarlarla ilgili (vasküler) girişimsel radyolojik işlemlerde olduğu gibi anjiyografidir.

Prof. Dr. Işlak: Çok çeşitli beyin ve omurilik damar hastalıkları bu yöntemlerle tedavi edilmekle birlikte en sık; Serebral Anevrizma Embolizasyonu ile beyin atardamarlarında kanamaya neden olan yada olabilecek damar baloncuklarının (anevrizma) tedavisi, Serebral AVM/AVF (arteriovenöz malformasyon/ arteriovenöz fistül) Embolizasyonu yani beyindeki anormal damarsal yumakların tedavisi, Karotis Stentleme ile de beyni besleyen ana şah damar darlıklarının tedavisi diyebiliriz. Ayrıca damar duvarında madde birikmesine bağlı darlıklar oluşabiliyor. Bu darlıkların tedavisi de aslında nöroradyolojinin tedavi alanı içerisine giriyor. Burada bahsedilmesi gereken en önemli şey damar yollarının tedavisinde kullanılan yaklaşımlar.

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi (CTF) Radyoloji Ana Bilim Dalı Nöroradyoloji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Civan Işlak, anevrizma vakaları üzerine çalışan ve son dönemlerde de Hemodinamik Tedavinin (damar duvarının bilgisayarda modellemesi) öncülerinden önemli bilim insanları arasında yer alıyor. Prof. Dr. Işlak ile nörovaküler hastalıkların tedavisinde nöroradyolojinin katkısını ve girişimsel radyolojinin sorunlarını

30 POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

PSD: Nöroradyoloji en sık hangi hastalıkların tedavisinde kullanılıyor?

Cerrahi çıkarma, içini doldurma, ışın


yapma ya da bunları kombine kullanmak merkeze göre değişen yöntemlerdir. Ama yaygın eğilim bunların hepsini birlikte kullanarak mümkün olan en az riskle hastanın hayatına kastedebilecek olan problemi çözmeye çalışıyoruz. Bu embolizasyon adı verilen tıkama işleminde Türkiye çok ön sıralarda yer alan bir ülke ve umarım bu pozisyonunu kaybetmez. PSD: Beyin hastalıklarında özellikle anevrizmalarda hangi problemler daha sık karşılaşıyorsunuz? Anevrizma’nın nedeni nedir? Prof. Dr. Işlak : İki tür problem var beyinde; birincisi atardamar ile toplardamar birbirlerine normal şekilde bağlanmıyor yani bir şekil bozukluğu söz konusu olabiliyor ve bunlar beyin için kanama riski, nöbet riski taşıyorlar ikincisi ise edimsel yollarla ortaya çıkan hastalıklar, yani bir damar duvarı bozulabiliyor. Anevrizma herkeste olabilir. Bunda genetik yatkınlık da önemli olabiliyor. Bazı ailelerde damar duvarına gücünü veren kompozit malzemelerde bir problem varsa anevrizma daha sık görülebiliyor. Ama biz günümüzde damar duvarında deformasyona yatkınlık gösteren yerlerde akımın stresi ile bunların oluştuğunu kabul ediyoruz. PSD: Beyin damar baloncuklarının yaşamsal önemi nedir?

PSD: Girişimsel işlem nasıl gerçekleşiyor?

Prof. Dr. Işlak : Damarın zayıf noktasında baloncuk oluşumu olan anevrizma, beyin damarlarında olduğunda patlayarak beyin kanamasına neden olabilmektedir. Baloncuk patladığında oluşan beyin kanaması yüksek oranda ölüm veya felçle sonuçlanmaktadır.

Prof. Dr. Işlak : Girişimsel nöroradyolojide diğer anjiyografi ile yapılan tedavilerde olduğu gibi, kasık damarlarından girilerek beyin damarlarına ulaşılır ve çok özel malzemeler kullanılarak tedaviler yapılır. Tedavi edilen damarlar çok ince olduğu için işlemler sırasında kullanılan malzemeler de çok ince olup, ileri teknoloji ürünüdürler. Bunlar mikro kateterler, mikro rehber teller, mikro sarmallar (koiller), özel tıkayıcı sıvılar, mikro stentler, mikro balonlar vb olarak tanımlanmaktadır.

Damar zayıflaması nedeni olarak kalıtım söz konusu olabileceği gibi sigara kullanımı da damar duvarını zayıflatan sık ve önemli bir faktördür. Anevrizması olan kişilerde hipertansiyon kanamayı kolaylaştıran bir faktördür. Ağrı kesicilerle geçmeyen sürekli baş ağrılarının nedeni bazen beyin damar baloncukları olabilir. PSD: Beyin damar yumaklarının nasıl bir yapısı var? Prof. Dr. Işlak : Tıbbi isimlendirmede serebral arteriovenöz malformasyon veya arteriovenöz fistül dediğimiz bu hastalıklar beyin damarlarındaki anormal damar yumakları olarak görülür. Çoğunlukla doğumsal olarak bulunsa da ortaya çıkmaları 20-30 yaşından sonra olur. Bir kısmı ise doğumsal değildir. Başka hastalıklara bağlı oluşur. Bunlar da beyin kanaması nedeni olabilmektedirler. Ayrıca epilepsi nöbetine sebep olarak da karşımıza çıkabilirler.

İşlemler genel anestezi (narkoz) ile yapılmakla birlikte, kafa cerrahiden farklı olarak açılmadığından, risklerin oranı azalmaktadır. Bu işlemleri kapalı beyin damar cerrahisi olarak tanımlayabiliriz. İşlemler sonrası normal hayata dönüş de açık cerrahi yöntemlere göre çok daha hızlıdır. PSD: Her cerrahi operasyonda olabileceği gibi nöroradyolojide minumum da olsa riskler var mı? Cerrahi ile karşılaştırdığınızda risk ne ölçüde farlılık gösteriyor? Prof. Dr. Işlak : Bu girişimler kapalı yöntemle de olsa bir çeşit cerrahi olduğundan riskleri sıfır değildir. Diğer yandan

beyin damar hastalıklarının tedavisinin bir ekip işi olduğunu da unutmamak gerekir. Hastaların durumları beyin cerrahları ile değerlendirilmeli ve en uygun tedavi yöntemi için muhasebe yapılmalıdır. Örneğin İkinci grup anevrizmalar, kanayarak bireyin yaşamına kastettiği için tedavi edilmesi gerekiyor. İçini doldurarak ya da anevrizmayı oluşturan akım faktörlerini değiştirmek için damar içine bazı cihazlar koyarak tedavi edilen bir grup hastalık ve gerçekten de damar içi yolla yapılan müdahale cerrahi yolla yapılan müdahaleye göre çok daha az risk taşımaktadır. PSD: Hemodinamik tedavide de dünyadaki öncülerinden biri olarak isimlendiriliyorsunuz. Hemodinamik tedavi nedir? Prof. Dr. Işlak : Hemodinamik tedavilerde damardaki şekilsel problemleri düzeltmiyorsunuz, şekilsel problemleri yaratan akım faktörlerini düzeltiyorsunuz. Akımı alıp başka bir yere doğru yönlendirebiliyorsunuz, ters çevirebiliyorsunuz ya da bölebiliyorsunuz. Akımı düzenliyorsunuz ve anevrizma kendiliğinden kaybolup gidiyor. Bu genellikle kesenin pıhtılaşması ile oluyor. Ayrıca akım faktörünü ortadan kaldırdığınız zaman balonun tekrar oluşmasını da engelliyorsunuz; Akım yönlendirici stentler, anevrizmaların yüzde 5’iyle yüzde 10’u arası bir bölümde kullanıyor.

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

31


PSD: Nörovasküler girişimdeki en güncel konulardan biri inme. İnmenin önlenmesinde girişimsel nöroradyolojinin katkısı nedir ? Prof. Dr. Işlak: Damar sertliğine (ateroskleroz) bağlı, beyni besleyen şah damarı (karotis arteri) daralmaları felç oluşumundaki önemli risk faktörlerinden biridir. Ciddi daralma saptandığında, girişimsel nöroradyolojinin bunu stentle tedavi etmesinin felçleri önlemede çok önemli katkı sağladığı gösterilmiştir. Beyin dokusu özellikleri itibariyle düzeltilmesi çok mümkün olmayan bir organ. Örneğin; beyin damarının tıkanması durumunda üzerinden 10 ila 20 dakika geçtikten sonra çok fazla yapabileceğiniz bir şey kalmıyor. İki tür inme yaklaşımı vardır. Bunlarda ilki koruyucu inme yaklaşımı. İnmeye sebep olabilecek hastalıkları tedavi edebiliyorsunuz. Bunlar boyun damarındaki darlık ya da kafanın içindeki darlık gibi durumlardır. İkincisi ise inmenin oluştuğu dönemde özellikle ilk birkaç saatlik süre içerisinde inmeye neden olan pıhtı bir şekilde o damarın içerisinden dışarı çıkarılırsa, bu hasta için önemli bir nörolojik kazanım olabiliyor. Ancak bu tedavinin bu konuda deneyimli girişimsel nöroradyoloji hekimlerince yapılması, işleme ait risklerin azalması için gereklidir. Çünkü bu bölgenin stentlenmesi teknik olarak diğer stent tedavilerinden farklı olup daha karmaşıktır. Risklerinin sonuçları da diğer bölge stent tedavileri ile karşılaştırıldığında çok ciddidir.

yebiliyor. Radyoloji alanında bu alanda çalışan bir uzman olarak öngörünüz nedir ve sorunlar nasıl çözülmeli? Prof. Dr. Işlak: Bilim dalının bir anlam kazanması için ihtisas tüzüğü içerisinde yan dal olarak bulunması gerekiyor. Bu tanımlılık olmadığı için eğitim veremiyorsunuz. Eğitim veremediğiniz zaman insanlar el yordamıyla öğrenmeye çalışıyorlar. Tıpta el yordamıyla öğrenmek mantıklı değildir. Bedeli çok ağır olur. Son beş, altı senede bir bilgi zinciri kırılması var. Bu bilgi zinciri kırılmasının yanında, bir de yapısallığın olmamasının getirdiği sorunları eklerseniz, bu sistemin liyakatlı işlem yapacak doktor yetiştiremediği ortada. Bence temel sıkıntı budur. Girişimsel radyolojinin her alanında çok iyi olanlar var. Kendimize soralım kaç kişi yetiştirdik? Ben şuan da sadece 7 kişi yetiştirdim. Çünkü yapısallık yok. Yetiştirilmekten kaçıyorlar çünkü bu bir resmi ana dal değil. Bu konuda uzun süren hem TRD hem TGRD olarak girişimlerde bulunduk, uğraştık. Kişisel olarak Sağlık Bakanlığı ile görüştüm. Sağlıkta karar verilirken ver-

Cerrahi yöntemde çok değerli bir yöntemdir ama bazı hastalıklarda damar içi tedavi yöntemi gerek hasta konforu gerekse etkinliği açısından son derece olumludur ancak maliyet probleminden dolayı tercih edilmeyebiliyor. İnmenin bu tür bir tedavisinin yapılabilmesi için çok önemli bir organizasyon gerekiyor. Ne yazık ki birçok konuda olduğu gibi bunda da organize olamıyoruz. Umarım Türkiye’de de bu işlerin yapıldığı günler gelecektir. PSD: Hastaların zaman zaman girişimsel tedavilere ulaşmasında zorluklar olabiliyor. Her merkezde girişimsel radyoloji kliniği ve uzmanı yok. Ayrıca girişimsel radyolojide uzmanlık, yan dal, nitelikli eğitim gibi mesleki sorunlarınız var. Bu durum özellikle nörovasküler hastalıkların tedavisini etkile-

32 POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

diğimiz kararın bilimsel doğruluğu, riyakatı kadar bu kararın siyasal bir boyutu da var. Popülasyonu radyolojinin 5-10 katı olan bir alana karşı karar alırken çok defa düşünürsünüz. Ancak bunun bedeli çok ağırdır. İnsanlar el yordamıyla öğrenmeye çalışıyorlar. Bu öğrenmenin sonucunda insanlar ciddi olarak kaybediliyor, sakatlanıyor. Bu nedenle bir şekilde yapısallaşması gerekiyor. PSD: Nöroradyoloji alanında ülkemiz örnek gösterilen bir seviyede. Uluslararası düzeyde çok önemli eğitimler de gerçekleştiriyorsunuz. Son olarak vermek istediğiniz bir mesajınız? Prof. Dr. Işlak: Nöroradyoloji ile ilgili son dönem tedavilerin birçoğu bizim ülkemizde yapıldı ve buradan yayıldı. Hatta uzun bir süre boyunca yurt dışından hekimler bu yöntemi öğrenmek için Türkiye’ye geldiler. Engeller kalkarsa daha donanımlı eğitim verebileceğiz. Umarız bu sorunlar yakın zamanda çözülür ve hastalarımıza yararlı olma imkânımız artar. Zeynep Çetinkaya


GİRİŞİMSEL RADYOLOJİ

SİNSİ TEHLİKE AORT ANEVRİZMASI Aort anevrizmaları, vücudun en büyük atardamarı olan aort damarındaki balonlaşma olup, yaşamı tehdit eden önemli bir sağlık sorunudur. Bu hastalık sıklıkla sinsi seyreder ve anevrizma herhangi bir belirti vermeden büyür. Bazı kişilerde karın ağrısına neden olabilir ya da zayıf hastalarda genişlemiş aort damarı karında atan güçlü nabız şeklinde hissedilebilir. Ancak anevrizma belirtileri çok genel belirtiler olduğu için tanı sadece radyolojik görüntülemeyle konabilir. Anevrizmalar tehlikelidir, çünkü yırtılarak iç kanamaya neden olabilir. Memorial Şişli Hastanesi Girişimsel Radyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Firüzan Numan aort anevrizmalarını anlattı. ANEVRİZMA NE KADAR BÜYÜRSE YIRTILMA İHTİMALİ DE O KADAR ARTAR Damar ne kadar büyük ve ne kadar hayati bir bölgedeyse o kadar büyük sorun yaratır. aort anevrizmaları çok büyük olduğu için, kanadığında ölüm ihtimali oldukça yüksektir. Önemli olan kanama olmadan tanı koyarak anevrizmaya yönelik onarım tedavisi yapmaktır. Ülkemizde her yıl 5 bine yakın insan aort anevrizması yırtılması nedeniyle hayatını kaybetmektedir. KİMLER DİKKATLİ OLMALI Tanısı sıklıkla başka bir sebeple yapılan radyolojik görüntüleme tetkikler sırasında şans eseri konulmakta olup, ülkemizde bu hastalığa yönelik özel bir

tarama programı yoktur. Özellikle sigara içen veya hayatının bir döneminde sigara içmiş, hipertansiyonu olan 60 yaş üzeri erkekler, aort anevrizması açısından bir hekim tarafından değerlendirilmelidir. Anevrizma kanamalarına bağlı ölümlerden korunmak için yapılması gereken; anevrizmanın yırtılma olmadan zamanında tespit edilmesi, gerekiyorsa hemen tedavi edilmesi, o an tedavi gerekmiyorsa belli zaman aralıkları ile büyüme gösterip göstermediğinin takip edilmesidir. KAPALI (ENDOVASKÜLER STENT- GREFT) YÖNTEM İLE HIZLI İYİLEŞME Aort anevrizmalarının tedavisinde yıllardan beri açık ameliyatlar başarıyla uygulanmaktadır. Ancak bu ameliyatın riskleri oldukça yüksek olup, ameliyat sonrası hastanede kalış süresi uzundur. Diğer yandan bazı hastalarda narkoz verilemediği için ameliyat şansı olmamaktadır. Girişimsel radyoloji alanındaki son gelişmeler ile birlikte kapalı endovasküler (damar içerisinden) yöntem artık aort anevrizması tedavisinde ilk seçenek olarak yerini almıştır. YÜKSEK BAŞARI ORANLARI Bu yöntemle tedavi edilen hastalar genellikle 1-2 gün sonra evlerine ve normal yaşamlarına dönebilmektedirler. Karına bir ameliyat uygulanmadığı için ameliyata ait sorunlar görülmez. Tedavi sonrası hastanın sahip olduğu bu konfor, günlük yaşamına adaptasyonu da çok kolaylaştırır. Sağlık alanındaki baş dön-

Prof. Dr. Firüzan Numan Memorial Şişli Hastanesi Girişimsel Radyoloji Böl. Bşk. dürücü teknolojik gelişmeler ile birlikte kapalı yöntem tedavide kullanılan özel üretilmiş yapay damarlar her geçen gün gelişmektedir. Şu an kapalı yöntemle tedavi edilemeyen küçük bir grup hasta, yakın zamanda yeni geliştirilmekte olan teknolojiler sayesinde bu yöntemle tedavi olabilecektir. DONANIMLI BİR EKİBİN ROLÜ ÖNEMLİ Anjiyografi ile yapılan ameliyatsız kapalı tedavi, Girişimsel Radyoloji bölümünde özel olarak hazırlanmış anjiyografi ünitelerinde farklı branşlardan hekimlerin yer aldığı donanımlı bir ekip tarafından uygulanmaktadır. Bu konuda en büyük eksiklik, aort anevrizmaları gibi damar hastalıklarının tedavilerinde Girişimsel Radyoloji hekimlerinin neler yapabildiği hakkında toplumun ve diğer meslektaşlarımızın yeterince bilgilendirilememiş olmasıdır. Toplumsal bilincin artmasıyla çok daha fazla hasta girişimsel radyoloji ünitelerinde başarıyla tedavi edilebilecektir.

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

33


DOSYA: METABOLİK CERRAHİ

METABOLİK CERRAHİ TİP 2 DİYABET TEDAVİSİNDE ÇÖZÜM OLABİLİR Mİ? Dr. Alper Çelik: Diyabet gittikçe artıyor hatta diyabet hastalığının % 9095 tip2 ve ne yazık ki yaş ortalaması da gittikçe düşüyor. Öncelikle genç erişkinlerde yaşam tarzı ve eğitimle farkındalık yaratılması lazım. Şunu önemle vurgulamak istiyorum; diyabetle ilgili bildiğimiz her şey doğru değil. Diyabet tedavisinde yapılan en büyük hata hormonları bilmemek,diğeri ise tedavide izlenen yol. Bu yol doğru olmayabiliyor ya da diyabet tedavisini yapan meslektaşlarımızdan iş uygulamaya geldiğinde yapılan tedavi, izlenen yol doğru yol olmayabiliyor.

Metabolik Cerrahi Vakfı Başkanı Genel Cerrahi Uzmanı Opr. Dr Alper Çelik

Obezite, Metabolik Sendrom ve özellikle tip 2 diyabet tüm dünyayı tehdit eden önemli bir sağlık problemi haline gelmesi ile tedavi metotlarını da sorgulatıyor. Uzmanlar, hareketli yaşam, beslenme ve medikal tedavilerle kontrol altına alınabileceğini belirtiyorsa da, bir grup uzman da standart tedavi, öneriler ve yaşam tarzı değişiklikleri ile diyabet pandemisiyle mücadele edilmesinin tek başına mümkün olmayacağını, hastaların ancak %3 lük bir kısmınca kısa bir süre için başarılacağını belirtiliyor. Metabolik Cerrahi son zamanlarda gündemde olan tip 2 diyabet tedavisinde uygun hastalarda etkili bir tedavi seçeneği olarak uygulanıyor. Obezite, diyabet, beslenme alışkanlıkları ve tip 2 diyabet hastalığında metabolik cerrahinin yerini, Metabolik Cerrahi Vakfı Başkanı Genel Cerrahi Uzmanı Opr. Dr Alper Çelik ile konuştuk. PSD: Diyabetin önüne neden geçilemiyor? Başarısız bir diyabet tedavisinde bundan sadece hasta mı sorumlu?

34 POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

Diyabet konusu atıl kalmış bir konu. Hep günü kurtarmak üzere yoğunlaşmışız.Hastalığın temellerine yönelik adım atmamışız.Yapılan en büyük hatalardan biri,bireylerin kendi hormonları ne durumda,ölçmüyoruz.İnsülin depoları ve bu depoların davranışlarını bilmiyoruz ve bilmeden tedavi uyguluyoruz. Kendi vücudu insülin üreten ama bunu kullanamayan bir bireyde doğru tedavi daha fazla insülin vermek mi? Hayır değil. Çünkü kendi vücudu insülin üreten bir bireye dışarıdan daha fazla sentetik verirseniz ki insülin birleştirici anabolik bir hormondur ve kendi bedenindeki insülinin de aktivitesi varsa bu hasta balon gibi şişer. “İNSÜLİN TEDAVİSİNİ GÖZDEN GEÇİRMEMİZ GEREKİYOR” PSD: Diyabet hastalarına özellikle de metabolik sendromu olan hastalara ilk söylenen “Kilo Ver” bu ne kadar doğru? Bu tedaviyi nasıl etkiliyor? Dr. Alper Çelik: Öyle bir tedavi düşünün ki en büyük yan etkisi kilo alışı olsun. Hayır öncelikle insülin tedavisini gözden geçirmemiz gerekiyor. Hasta karşınıza geldiğinde şayet hastalara diyet-egzersiz önerisi ile konuya yaklaşırsa o hekim diyabet konusunda çok fazla bir şey bilmiyor demektir. Ben bu hastanın neden diyabet olduğunu bilmiyorum demek-


tir. Çünkü o hasta eğer kendi endojen hormonları ile mücadele vererek kilo verebilecek durumda olsa idi, hekime gitmezdi. Yapılması gereken ilk şey o hastanın öncelikle hormonal dengesizlini düzeltmektir. Bunun yolu da daha fazla insülin vermek değildir. Biz diyabet tedavisinde fazla tedavi uyguluyoruz. Hastaların çoğunun insüline ihtiyacı yok. PSD: Tip 2 diyabet hastalarınının tip 1 diyabet hastalarından ayıran farklı özellikleri nedir? Dr. Alper Çelik: Bu hastalar tip 1 diyabet hastalarından farklıdır. Ani akut bir başlangıç yok. Tip 2 diyabet yıllar içinde yavaş yavaş gelişiyor. Yavaş gelişen bu durumu günü kurtaran tedavilerle idare edemezsiniz. Radikal ve rasyonel tedaviye ihtiyacımız var. Diyet yapmaya başladığınız zaman, kilo vermeye başladığınızda ilkel hayatta kalma içgüdüleriniz harekete geçer. Der ki; “Metabolik dengeden uzaklaşıyorsun!” Bu hayatta kalma içgüdüleri, mevcut metabolik profilinizi korumaya sevk eder. Direnç hormonlarınız artma başlar. Diyet yaparken hormonlarınızla mücadele edersiniz ve çoğu zamanda hormonlar kazanır. 2-3 yıl içinde de tekrar kilo almaya başlarsınız. Bu hormonların çoğu ince bağırsağın son kısmında salgılanır. Yani bizim iştahımızı belirleyen, yemek algı ve davranışlarımızı belirleyen hormonların çoğu, ince bağırsağın son kısmında salgılanıyor. PSD: Obezite cerrahisi midenin küçülmesi ile gıda alımının azalması diğer taraftan şeker hastalığını kontrol altına almış oluyor mu?

Dr. Alper Çelik: Obezite cerrahisinde yapılan en sık hata, hastanın midesini küçülttürsem kilo verir. Evet verir belki ama, hormonları değiştirmediğiniz sürece başarısız olursunuz. Çünkü, yapılan işin başarısını belirleyen şey,ne kadar küçük mide yapıldığı değildir. Yiyeceklerin mideyi terk etme ve ince bağırsağa ulaşma hızıdır.Yedikleriniz ne kadar kısa sürede incebağırsağa ulaşırsa, son kısımda bulunan hormonal ve sinirsel uyarılar midenin altındaki kapağı kapatır.Yiyecekler midenin içinde birikmeye başlar midenin üst kısmında oluşan gaz son lokmayla yer değiştirir,geğirmeyle birlikte doygunluk hissi oluşturur. Tokluk bu şekilde oluşur. “SORUN YİYECEKLERDE VE YAŞAM TARZINDADIR. ÇÜNKÜ YEDİĞİMİZ YİYECEKLERİN BİYOKİMYASI DEĞİŞTİ” PSD: Günümüz koşullarında beslenme tarzımızdaki değişiklikler doğal sindirim sistemimizi nasıl etkiyor? Dr. Alper Çelik: Sindirim sistemi ve ince barsaklar vücudumuzdaki en büyük endokrin organıdır. GLP-1, Oxyntomodulin, P-YY gibi tokluk hissine neden olan ve insülin duyarlılığı arttıran hormonların hemen hemen tamamı ince barsakların son bölümünden yani ileumdan salgılanır. İnsülin direnci ve açlık hissine neden olan hormonların hemen hemen tamamı da duodenum ve mideden salgılanır. Yani gastrointestinal sistemde yemek ince bağırsağın son kısmına ulaşacak ve o hormonları uyaracak. Ancak bizim modern çağ beslenmemiz GDO ya da işlenmiş gıdalar. Herkes rafine, iş-

lenmiş gıdalar tüketmekte. Bunlar ince bağırsağın ortasına geldiğinde işi bitmiş oluyor. Biyokimyasal anlamda sindirilmiş oluyor. Çünkü adı üstünde bu işlenmiş gıdalar ön sindirimden geçmiş olduğundan, ince barsağın son kısmına uyarı işlemine gerek kalmıyor. Geriye, besin içeriği çok azalmış posa kalıyor. İnce barsağımızın başlangıç bölümünden insülin direnç hormonları, son bölümünden ise insülin duyarlılık hormonları salgılanır. Son kısma gelen besin içeriği fakirleştikçe duyarlılık hormonlarının da etkinliği azalıyor. O yüzden diyabet ve obezite bu kadar arttı. Yediğimiz yiyeceklerin biyokimyası değişti. Sorun yiyeceklerde ve yaşam tarzındadır Bu yüzen de diyabete yakalanmış hastalarda cerrahi dışında yapabileceğimiz fazla bir şey yok. Keşke medikal tedavi çözüm getirse. PSD: Metabolik cerrahi hangi tip hastalara uygulanıyor? Dr. Alper Çelik: Tip 2 diyabetin klasik tedavi algoritması olan eğitim, diyet, egzersiz ve ilaç kullanımıdır. Bu tedavilere rağmen kan şekeri kontrol altına alınamadığında tüm bu tedavilere rağmen hastalık bazen ilerleyici bir seyir gösterir ve organ hasarları ortaya çıkar. Yoğun insülin kullanımına rağmen istenilen sonuçlar alınamıyorsa, 3 aylık şeker ortalaması 7.5 altına alınamayan hastalara metabolik cerrahi uyguluyoruz. Bunun tek istisnası, yoğun tedavi ile şeker ortalaması 7.5 altına çekilebilen ancak organ hasarı olan, yüksek ve ailevi enfarktüs riski bulunan bireylerdir ve önceliklidir. Bu durumda metabolik cerrahi etkili bir tedavi seçeneği diyebilirim.

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015 35


DOSYA

Tip 2 diyabet hastasının takibinde genellikle 10-12 yıllık bir süre zarfında kendi insülin rezervlerini tükettiği kabul edilir ve genellikle bu dönemden sonra organ hasarlarına ait emareler kendini belli etmeye başlar.

PSD: Diyabet tanısı ile birlikte erken başvuru tedaviyi nasıl etkiliyor? Hastalar size hangi aşamada başvuruyor? Dr. Alper Çelik: Tip 2 diyabette orta ve büyük ölçekli damar hasarı hastalık tanısı konmadan önce başlar. Zaten hastaların önemli bir kısmının tanı anında 2-3 yıllık bir hastalık geçmişi olduğu kabul edilir. Düşünün, tanı aldığınız anda hâlihazırda damarlarınızda bir etkileşim var. Ne var ki tip 2 diyabetin genellikle ılımlı bir seyri vardır. Yani, komplikasyonların önemli bir kısmı yıllar içinde yavaş yavaş kendini belli eder. Bu sebeple “sinsi” hastalık olarak da tanımlanır. Tip 2 diyabet hastasının takibinde genellikle 1012 yıllık bir süre zarfında kendi insülin rezervlerini tükettiği kabul edilir ve genellikle bu dönemden sonra organ hasarlarına ait emareler kendini belli etmeye başlar. Hastaların da genelde bize tedavi için başvurduğu dönem budur. Tabii ki, organ kaybı olmadan ve insülin rezervleri tam tükenmeden başvurmanın pek çok olumlu sonucu vardır. Bu ameliyatların gücü, yandaş hastalıkları tedavisindeki gücü,diyabetin standart tedavisinden daha güçlüdür. PSD :Metabolik Cerrahi dünyada ne za-

mandır uygulanıyor? Dr. Alper Çelik: Bu ameliyatın çıkış yeri Brezilya’dır. Brezilyalı cerrah Aureo De Paula tarafından dünya tıp literatürüne kazandırılmış bir uygulama. Brezilya’da 1999’dan beri uygulanmakta.Yöntemin adı İleal İnterpozisyon ameliyatıdır. Bu uygulama mide, oniki parmak barsağı ve ince barsakları içeren bir işlemdir. Midenin sol-üst-dış kısmı kapatılarak dışarı alınır.Mide ile oniki parmak barsağı arasındaki bağlantı kapatılarak midenin yönü aşağıya çevrilir ve ince barsağın başlangıç kısmı ile son kısmı yer değiştirilir. PSD: İleal İnterpozisyon yönteminin diğer obezite cerrahi yöntemlerinden farkı,avantaj-dezavantajları nelerdir? Dr. Alper Çelik: Obezite ameliyatlarında temel hedef kilo kontrolüdür. Şeker kontrolü bu ameliyatların tali bir sonucudur. Zaten ciddi kilo problemi olan bir hastada sadece kilo kaybı ile ciddi ölçüde kan şekeri kontrolü sağlayabilirsiniz. Oysa obezite sınırında olmayan şeker hastalarında durum çok daha farklı ve zordur. Obez hastalarda temel sorun yağ dokusu fazlalığına bağlı insü-

36 POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

lin direnci iken, çok ciddi kilo problemi olmayan hastalarda pankreas, ince barsak ve karaciğer dokusu kaynaklı direnç hormonları ön plandadır. Bu hastalarda sadece kilo kaybı ile kan şekeri kontrolü sağlayamazsınız. Bu hastalarda daha geniş kapsamlı ve birden fazla hormonal hedefi olan ameliyatları yapmanız gerekli olacaktır. Bunu sağlayabileceğiniz tek ameliyat da İleal İnterpozisyon’dur. Ayrıca, ince barsak bypass’ı veya diversiyonu gibi obezite ameliyatlarından sonra, hastaların ömür boyu vitamin ve mineral takviyesi almaları gerekmektedir. Oysa hastalar İleal İnterpozisyon ameliyatından bir yıl sonra vitamin ve mineral takviyesine hiç ihtiyaç duymazlar. Tam anlamı ile özgür bir hayat söz konusudur. İNSÜLİN REZERV FONKSİYONU VE AKTİVİTESİ OLMASI GEREKİYOR PSD: Ameliyat kararı nasıl veriliyor? Dr. Alper Çelik: En önemlisi hastanın tip 2 diyabet olduğundan emin olmak. Ancak bu yetmiyor. Belirli bir düzeyde


insülin rezerv fonksiyonu ve aktivitesi olması gerekiyor. Artı yağ dokusu kaynaklı insülin direnç hormonlarının pozitif ve insülin üreten hücrelere zarar veren maddelerin de normal olması gerekiyor. Tabii en önemlisi hastanın kan şekeri veya diğer metabolik sendrom bileşenlerini kontrol altında tutamıyor olması lazım. Çok ciddi ön tetkikler sonrasında hastanın bu ameliyata uygun olup olmayacağını, fayda görebileceğine ikna olduktan sonra yapıyoruz. Burada önemli olan hastanın cerrahiye ihtiyacı var mı ve cerrahiden ne oranda fayda görecek mi ve hangi cerrahi teknik? Bunlara karar vermeniz için detaylı bir tetkik sürecinden geçirmeniz gerekiyor. Çok sıklıkla yapılan ve cerrahi uzmanlığı bu konuda yetersiz olanlar tarafından yapıldığı takdirde ileride bu ameliyatları olan hastalar ciddi sorunlarla karşılaşabilir. Belli özelliklere sahip hastalarda yapılması gerekiyor. PSD :Tüm operasyon laparoskopik mi yapılıyor? Cerrahi dezanavantajı var mı? Dr. Alper Çelik: Bu ameliyat laparoskopik (kapalı) olarak yapılmaktadır. Hasta açısından konforlu olsa da teknik olarak zor. Çok ciddi bir eğitim ve teknik beceri gerektirmektedir. Ameliyattan birkaç saat sonra hastalar su içmeye başlarlar. 3-4 gün sıvı yemeklerle beslendikten sonra yavaş yavaş yumuşak kıvamlı sebze yemeklerine başlamak mümkün olur. altıncı aydan sonra hastalar her türlü yemeği yiyebilirler. PSD: İleal İnterpozisyon yönteminde, cerrahi tekniğine özgü komplikasyonları var mı? Dr. Alper Çelik : Bu konuyu ameliyat sonrası erken dönem ve sonraki yıllarda ortaya çıkan geç dönem komplikasyonlar olarak ikiye ayırmak lazım. Her ameliyat için belirlenmiş bir komplikasyon oranı vardır ve üst sindirim sistemi ameliyatlarında bu oran yaklaşık %10’dur. Bu ameliyatlarda da aynı oran geçerlidir. Bunlar arasında kanama, enfeksiyon, sızıntı, kaçak, narkoza bağlı sorunlar yer almaktadır. Benim kendi hastalarımda bu komplikasyon oranı %6 civarındadır. Yani kitabi oranların altındadır. Uzun dönemde ortaya çıkması muhtemel iki sorun vardır. Bunlardan biri sindirim sorunları olabilir. Barsaktaki bakteri tipi değişikliğine bağlı sıkıntılar çıkabiliyor. Özellikle ishal. Biz her ne kadar bypass işlemi yapmasak ta barsaktaki bakteri tipi biraz değişiyor.Takip eden dönemlerde karın ağrısı, bulantı yapabiliyor.Oranı %2 gibi.Yeme intöleransında ise hormonal değişiklikten ortaya çıkan iştahsızlıktır. Midedeki iştahla ilgili hormonlar %10’dan sorumludur. Tüp mide

PSD: Metabolik Cerrahi sonrası ilaç, insülin kullanımı sona eriyor mu veya kontrol sağlanabiliyor mu? Dr. Alper Çelik: Tip 2 diyabet hastasının bu ameliyattan ne ölçüde fayda göreceğini belirleyen, kendi rezerv ve aktiviteleridir. Ne kadar çok insülin rezervi var ve aktivitesi de ne kadar yüksekse o kadar yüksek bir başarı şansı söz konusudur. Ancak unutulmaması gereken en önemli nokta diyabetin hormonal, sinirsel ve psikojenik temellerinin olduğudur. Bu ameliyatlar sadece diyabetin hormonal yönünü tedavi ederler. Çok kaba bir ifade ile hormonal kontrol sağladığınız bir hasta herhangi bir nedenle üzüldüğünde, sevindiğinde, sinirlendiğinde kan şekerinde bir dalgalanma olacaktır. Aslında, bu tip dalgalanmalar şeker hastası olmayan bireylerde de görülür. Ameliyattan sonra da bu dalgalanma daha hafif seyreder ve daha kısa sürede normale dönüş olacaktır. Tip 2 diyabet zaman içinde varyasyonel seyir gösteren dinamik bir hastalıktır. Önemli olan 3 aylık ortalama kan şekeri değerleri ve organ hasarının varlığıdır. Bu açıdan baktığınızda 10 yıllık süre zarfında hastaların % 90’ından fazlasında kontrol sağlanacaktır.

ameliyatından 6 ay sonra karşımıza çıkabiliyor. Ama metabolik cerrahiden sonra hastaların canları istemez. PSD: Ameliyattan sonra beslenme ile ilgili ne gibi değişiklikler olur? Dr. Alper Çelik: Birkaç önemli değişiklik olur. Ameliyat olmuş bireyler çok acıkmazlar. Yemek tercihleri ve yemeğe bakış açıları değişir. Mütevazı porsiyonlarda yemek yerler ve bu yemekler hastaları daha uzun süre tok tutar. İsteseler bile çok yemek yiyemezler. PSD: Kaç hasta tedavi ettiniz ve ilk hastanızdan bugüne başarı oranı nedir ? Dr. Alper Çelik: Şimdiye kadar kliniğimizde 900’e yakın hastayı İleal İnterpozisyon yöntemi ile tedavi ettim. Sonuçlar hastaların %90’ından fazlasında ilaç ve

insülin kullanımına gerek kalmaksızın kan şekerinin kontrol altına alınabildiğini göstermektedir. Efektif kilo kontrolü sağlamak mümkün ama burada asıl önemli olan mesele şu; Tip 2 diyabet dinamik ve çok faktörlü bir hastalık. Bugüne kadar tip 2 diyabette gidişatı belirleyen dökümante edilmiş 8 parametre var. Cerrahi ile bunların altısını değiştirebilirsiniz. İkisini değiştiremezsiniz. Santral sinir sitemini yani bireyin karakterini ve böbreklerdeki şeker tutulum oranları ki çünkü bunlar otonomdur. Bu yüzden metabolik cerrahinin başarısı %100 olmayacaktır. Diğer tedavi seçeneklerinle karşılaştırdığımızda mutlak yüksektir. Cerrahiden sonra sorun yaşayan hastalarda çoğunlukla psikojenik sorunlar vardır. Özellikle belirli yaş grubundaki yani yaşlı hasta-

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015 37


DOSYA larda bunu görüyoruz. Takip sonuçlarına göre %90 başarılıyız. İlk hastam 7 yıl önce bu ameliyatı yaptığım hastamdır ve gayet konforlu bir şekilde yaşamını sürdürüyor. ‘HASTA TAKİBİ CERRAHİDEN DE ÖENMLİ’ PSD: Bu ameliyatlar ve hasta takibi multidisipliner bir yaklaşım gerektirir. Ekibiniz kaç kişiden oluşuyor? Hasta takibini nasıl yapıyorsunuz? Dr. Alper Çelik: Yaklaşık 35 kişiyiz. Kalp, endokrin, göğüs hastalıkları,diyetisyenler, psikologlardan oluşan kalabalık bir ekibiz. Hasta takibi için ayrı bir ekiple çalışıyorum. İki uluslararası akreditasyon sistemine üyeyim ve ameliyat ettiğim tüm hastaların takip verilerini giriyoruz. Veri datamızı 6 ayda bir güncelliyoruz. Özellikle belirtmek istediğim hasta takibi. Cerrahlar hasta takibi ve veri kaydı yapmak durumundalar ancak bunu yapmayanlar var ki bu takip cerrahiden de önemli. Hasta takipleri yapılmayacaksa hastaların emilimini bozmamaları gerekir.1-3-6-9 ve 12 aylık takiplerden sonra yıllık rutin takiplerini yapıyoruz. PSD: Klink ve Vakıf çalışmalarınızdan da biraz bahseder misiniz? Dr.Alper Çelik : Kliniğimizin en önemli projelerinden biri olan İleal İnterpozisyon ameliyatının teknik, fizibilite ve güvenlik profili çalışması tıp camiasının en prestijli yayın organlarından olan “Obesity Surgery” isimli dergide yayınlandı.Bu sayede şeker hastalığının cerrahisi olarak bilinen Metabolik Cerrahi alanında önde gelen saygın bilimsel otoriterler tarafından da onaylanmış oldu. Makalemizin sonuçları şeker hastalığı tedavisi için uzman hekimlerce yapılan ameliyatlarda komplikasyon

oranlarının diğer karın ameliyatları ile eş değer olduğunu ortaya koymuştur. Burada akılda tutulması gereken bir diğer önemli sonuç ise, metabolik cerrahi ameliyatlarının ayrı bir uzmanık ve eğitim gerektirdiği. Ancak iyi eğitim almış uzmanlar tarafından yapıldığında güvenli olarak kabul edilmesi gerektiğidir. Türkiye Metabolik Cerrahi Vakfı olarak önümüzdeki günlerde ulusal obezite veri tabanına geçerlilik kazandıracağız. Türk Cerrahi Derneği, Türk Obezite Cerrahisi Derneği ile birlikte çalışacağız. Bakanlıkla görüşmelerimiz devam ediyor. Vakıf olarak gerek eğitim gerekse farkındalık çalışmalarımıza devam edeceğiz. PSD: Son olarak vermek istediğiniz bir mesaj var mı? Dr. Alper Çelik: Ülkemiz metabolik cerrahi anlamında dünya üzerindeki en geniş seriyi yapıyor.

38 POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

Bu konudaki teknik fizibilite çalışması da ülkemizden çıktı. Şu an aslında liderlik eden konumdayız. Sonuç olarak bariatrik ve metabolik cerrahi hala evrim halindedir. Daha iyi cerrahi yöntemler arayış her zaman olacaktır. Tip 2 diyabetin cerrahi yöntemlerle tedavi edilmesi hala sorgulanması ve diğer mekanizmalarla açıklanması gereken bir antitedir. Pre-klinik çalışmalar ve klinik seriler tip 2 diyabetin potansiyel olarak cerrahi yöntemlerle tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu işaret etmektedir. Konuya ilgili her toplum ve ülke kendi hasta karakteristiklerini de göz önünde bulundurarak iyi planlanmış klinik çalışmalarla uygun hasta profilini ortaya koyabilmelidir. Konunun daha derinlemesine incelenmesi, gastrointesttinal fizyoloji, insülin direnci ve yeni antidiyabetik yöntemlerinin daha iyi anlaşılmasına da katkıda bulunacaktır. Diyabet tedavisinde böyle bir umut ve gelecek varsa peşinden gidilmeli.


GÜNCEL

OBEZİTE ÇOCUKLARI VE

GENÇLERİ DAHA ÇOK ETKİLİYOR Endüstriyel gelişmelerin beraberinde yaşam tarzının değişmesi, hareketin azalması ve yoğun kalori içeren besinlere ulaşımın kolaylığı ile tüketimlerinin artması obezite riskini de en üst seviyelere taşıyor. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Çocuk Nefrolojisi Uzmanı Doç. Dr. Neşe Bıyıklı, tüm dünyada önemli bir halk sağlığı sorunu olarak kabul edilen obezitenin çocukları ve gençleri daha çok etkilediğini söylüyor. Obezitenin çocuklarda son 30 yılda 3 kat arttığını belirten Bıyıklı, ayrıca beraberinde de birçok hastalığı getirdiğine dikkat çekiyor. ÇOCUKLARDA SON 30 YILDA 3 KAT ARTTI! Obezite, 21’inci yüzyılın en önemli ve en tehlikeli sağlık sorunlarından biri haline geldi. 7’den 70’e herkesi tehdit eden obezite en çok da çocuklarda ve gençlerde görülüyor. Tüm dünyada önemli bir halk sağlığı sorunu olarak kabul edilen obezite, çocuklarda son 30 yılda 3 kat arttı. Ülkemizde değişik illerde yapılan çalışmalarda erişkinlerin yüzde 40’ı, çocuk ve gençlerin ise yüzde 10 ile 25’inin fazla kilolu ya da şişman olduğu gözlenmiştir.Yaş gruplarına göre bakıldığında ise 6-11 yaş arası çocuklarda yüzde 20, 6-16 yaş arası çocuk ve gençlerde yüzde 12 ile 37 oranında görülmektedir.

AİLELER YAŞAM TARZINI DEĞİŞTİRMELİ Çocukluk çağı obezitesinde en önemli risk faktörünün anne ve babada görülen obezitenin ve ailesel aktivite azlığıdır. Çocuklarda obezitenin önlenebilmesi için aileler yaşam ve yemek tarzını değiştirmelidir. Televizyon, bilgisayar ve tablet ile geçirilen zaman mutlaka kısıtlanmalı. Hafta içi yarım saat, hafta sonu ise 2 saati geçmemelidir. Çalışan anne babalar evde ev yemeği düzeninde beslenmeye önem göstermeli ve mutlaka ayaküstü atıştırmalar engellenmelidir. Bunların yanı sıra ailecek yapılacak fiziksel aktivite içeren sosyal faaliyetlere zaman ayırılmalıdır. ABUR CUBUR YİYECEKLERİ UNUTTURMAK MÜMKÜN Abur cuburu çok seven çocukları bu alışkanlıklarından vazgeçirmek zorlu bir süreç ancak imkansız olarak bakılmamalı. “Ama çocuk istiyor, çok ağlıyor” gibi bahanelere sığınılmaması gerek. Anne-babalara abur cubur yerine hem lezzetli hem görsel olarak cazip hem de besleyici ve doyurucu atıştırmalıkları çocuklara yedirme konusundaki kararlarında tutumlu olmalı. BİRÇOK SAĞLIK PROBLEMİNİ DE BERABERİNDE GETİRİYOR

Doç. Dr. Neşe Bıyıklı Anadolu Sağlık Merkezi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Çocuk Nefrolojisi Uzmanı

Küçük yaşlarda başlayan obezite ilerleyen yaşlarda birçok sağlık problemini beraberinde getiriyor. Bu rahatsızlıklar içerisinde en çok görünenler ise yüksek kan basıncı (hipertansiyon), damar sertliği (ateroskleroz), şeker hastalığı (tip 2 diyabet), safra kesesi hastalıkları, karaciğer yağlanması, uyku apnesi, ortopedik problemler, kanser riskinde artış, inme (felç), kalp hastalığı (enfarktüs) ve psikososyal problemler oluyor. TEDAVİSİ MÜMKÜN Oldukça zorlu bir süreç olan obezite tedavi sürecinde çocuk doktorunun, çocuk endokrin uzmanının, diyetisyenin, pedagogun, spor öğretmeninin, sınıf öğretmeninin ve rehberlik öğretmeninin de çocuğa destek olması gerekir. Çocuklarda obezite tedavisinde diyet, fiziksel egzersiz, davranış tedavisi ve ilaç tedavisi yöntemlerini uygulanıyor. Ağır vakalarda ise ilaç tedavileri izlenir.

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

39


KONGRELERDEN

ENDOKRİNOLOJİNİN KALBİ ANTALYA’DA ATTI 37. Türkiye Endokrinoloji Ve Metabolizma Hastalıkları Kongresi Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği’nce düzenlenen “37. Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Kongresi”, 6-10 Mayıs tarihleri arasında DMR Kongre organizasyonu ile Belek/Antalya’da gerçekleşti. Kongre kapsamında yapılan basın toplantısında konuşan uzmanlar endokrinoloji ve metabolizma hastalıkları hakkında çok önemli bilgiler verdi. GUATR GÖRÜLME SIKLIĞI ARTIYOR Prof. Dr. M. Sait Gönen Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Başkanı "Tiroid hastalıkları dünyada ve özellikle de ülkemizde en yaygın endokrinolojik hastalıklardır. Bu konuda yapılan çalışmalar Türkiye’de toplumun %5-40'ında tiroid hastalığı veya riski bulunduğunu göstermektedir. 16 yıldır uygulanan ‘tuzların iyotlanması’ programı ile iyot alımında düzelmenin kısmen sağlandığı, ancak sorunun devam ettiği açıktır. Bununla birlikte iyot alımındaki artış, otoimmun tiroid hastalıkları, hipertiroidi ve tiroid kanserleri gib hastalıkların dağılımında değişikliklere neden olmuştur. İyotlama programı ile iyot eksikliği bölgelerinde ortaya çıkabilecek tirotoksikozlar toplum sağlığı açısından iyot

destek programına engel olmamalıdır. Türkiye'de guatr endemiktir (toplumun % 5'inden daha sık görülen yayın hastalıklar). Halen şehir merkezlerinde bile toplumun önemli bir kısmında iyot eksikliğine bağlı guatra rastlanmaktadır. Okul çağı çocuklarında bile guatr sıklığını % 30 bulan çalışmalar mevcuttur. GEBELİKTE YETERSİZ İYOT ALIMI GEBE VE BEBEK SAĞLIĞINI ETKİLİYOR! Sofra tuzlarının iyotlanması dışında sanayi tuzlarının, ekmeğin ve suların iyotlanması, hazır gübrelere iyot katılması gibi önlemler de alınabilir. Günümüzde önemli bir problem de gebelikte yetersiz iyot alımına bağlı gebe ve bebek sağlığını etkilenmesidir. Gebelerde tuzla yeterli iyot alınamıyorsa medikal olarak iyot tedavisi düşünülmelidir. Yine ülkemizde değişik bölgelerde yapılan çalışmalarda guatr sıklığının %45’lere kadar çıkabildiği gösterilmiştir. Özellikle 40 yaşın üzerindeki bireylerde ve kadınlarda sıklık artmaktadır. Ancak çocuk ve genç popülasyonda da halen guatr önemli bir sorun olmaya devam etmektedir.Guatrın ülkemizde endemik bir hastalık olduğu gerçeğinden hareketle bu konuda daha yapmamız gereken çok şey, çözmemiz gereken çok problem vardır.”

40 POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

OBEZİTENİN YÜKSELİŞİ ÖNLENEMİYOR Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız TEMD Genel Sekreteri HÜ Tıp Fak. Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı Öğr. Üy. "Vücutta yağ miktarının artması olarak tanımlanan obezite tüm dünyada bir salgın hastalık olarak karşımıza çıkıyor. 1980 ile 2013 yılları arasında 188 ülkede yapılmış 1769 obezite sıklığı çalışmasının incelendiği ve yakın zamanda yayınlanan bir analizin sonuçlarına göre 1980’den 2013’e kadar dünyada VKİ 25 kg/m2 (fazla kiloluluk sınırı) olanların oranı erkeklerde %29’dan %37’ye, kadınlarda %30’dan %38’ yükselmiş durumdadır. Son 10 yıl içinde gelişmiş ülkelerde obezite artış hızında duraklama gözlenirken tüm dünyadaki obezlerin %62’sinin yaşadığı gelişmekte olan ülkelerde obezite görülme sıklığı giderek artmaktadır. Günümüzde gelişmiş ülkelerde yaşayan her dört çocuk ve ergenden birisi ve gelişmekte olan ülkelerde her yedi çocuk ve ergenden birisi fazla kilolu ya da obeztir. Bu çalışmada da yer aldığı şekilde ülkemizde erişkin nüfusun %65’i kilolu veya obezdir. Ülkemizdeki çocuk ve ergen obezite rakamları gelişmiş ülkelere benzer görünmektedir.


Genlerimiz ve metabolizmamızın alışık olmadıkları anormal çevreye normal cevabı olan obezite Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre tip 2 diyabetin % 44’ü, koroner kalp hastalığının %23’ü ve çeşitli kanserlerin % 7-41’inin gelişiminden sorumlu. Değişen sosyal yaşam ve çalışma şartları ile birlikte azalmış fiziksel aktivite ve günlük kalori tüketiminde artış obezite gelişimini kolaylaştırıyor. Ayrıca barsak mikrobiyomundaki değişiminin obeziteye katkısı var" SALGIN HASTALIK: DİYABET! Prof.Dr. Oğuzhan Deyneli TEMD Üyesi Marmara Üniv. Tıp Fak. Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları ABD Öğr. Üy. Diyabet tanısının gecikmesi, etkin tedavi edilmemesi diyabetli bireylerin yaşam kalitesini bozacak böbrek yetmezliği, sinir hasarı ve dolaşım yetersizliğine bağlı ortaya çıkabilecek ayak ampütasyonları, körlük, kalp damar hastalıkları gibi ciddi komplikasyonlara neden olmakta, yaşam sürelerini kısaltmaktadır. Bu ciddi sorun ile ülkemiz koşullarında etkili mücadele için Cumhurbaşkanlığımız himayesinde 2011 yılında başlatılan “Diyabeti Durduralım” ve bu programa destek olarak Sağlık Bakanlığımız tarafından yürütülen “Türkiye Diyabet Önleme ve Kontrol Programı” halen uygulanmaktadır. Ciddi toplumsal sağlık sorunu ile mücadelede toplumun doğru olarak bilgilendirilmesi ve diyabetin etkili tedavisi

için hekimlerin ve diyabet ekibi içinde yer alan tüm sağlık personelinin de bu konuda güncel bilgiler ve gelişmelerle ilgili olarak donanımlı hale gelmesi başarı için gereklidir. Bunun sağlanmasında “Diyabet” ile ilişkili güncel gelişmelerin ve temel bilgilerin konuşulduğu bilimsel düzeyi yüksek kongreler bu alanda çalışan hekimlerin ve diğer sağlık personelinin istenen bilgi düzeylerine ulaşmasına katkıda bulunmaktadır. Bunun yanı sıra diyabet ekibinde yer alan tüm sağlık çalışanlarının işin uzmanları ile yakın temasları sağlanarak günlük çalışma yaşamında diyabet ile ilgili karşılaştıkları zorlukların üstesinden gelebilecekleri çözümleri üretebilmeleri sağlanabilmektedir. " VİTAMİN D KEMİK SAĞLIĞI İÇİN OLDUKÇA ÖNEMLİ Prof. Dr. Nilgün Güvener Demirağ TEMD Başkan Yardımcısı Başkent Üniv. Tıp Fak. İstanbul Uygulama ve Arş. Has. Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı Öğr. Üy. "Metabolik kemik hastalıkları, kemik kitlesi ya da kemik mikro-mimarisini bozarak kemikte kırılganlık, deformiteler ve bunlarla ilişkili olarak morbidite, bazen de mortaliteye neden olabilen hastalıklar bütünüdür. Vücut strüktürünü sağlayan kemiklerin başlıca işlevleri, organları koruma, kasların tutunmasını sağlama ve kalsiyum deposu olmaktır. Kemik sürekli yenilenen bir organ olup, yıkılıp yerine yenisi yapılmaktadır. Hayatın erken yıllarında yeni kemik yapımı, yıkımdan daha hızlı olup, kemik kitlesini artırma yönünde bir

denge mevcuttur. Pek çok insan yaklaşık 30 yaşına kadar zirve kemik kitlesine ulaşır. Ancak bu yaş sonrasında yapım-yıkım dengesi yıkım lehine değişmeye başlar. Dolayısıyla bu yaşa kadar ne kadar yüksek zirveye ulaşılırsa, ileriye yönelik kemik kaybının getireceği sorunları önlemek o kadar mümkün olabilir. METABOLİK KEMİK HASTALIKLARINDA GENETİK ÖNEMLİ BİR BELİRLEYİCİDİR Beslenmede yeterli kalsiyum alımı, D vitamini eksikliğinin önlenmesi, yeterli gün ışığı maruziyeti, egzersiz, yüksek tuzlu beslenmeden kaçınma, potasyum içerikli meyve sebze tüketimleri, sigara ve alkolden uzak durulması; kazanılması gereken yaşam alışkanlıklarıdır. Bu alışkanlıkların çocukluktan itibaren kazanılması, korunma adına oldukça önemlidir. Yoğun tuz tüketiminin kemik sağlığını da olumsuz etkileyeceği bildirilmektedir. Diyette alına tuz miktarının fazlalığı, uriner kalsiyumun yeniden geri emilimini bozup, kalsiyum kaybına neden olmaktadır. Dünyada işlenmiş hazır gıdaların tüketiminin artışı, tuz tüketimini de artırmıştır. YÜKSEK RİSK GRUBU Kadınlar, minyon yapılılar, çok zayıflar (VKİ<18kg/m2), bazı ırklara mensup olanlar, ailede osteoporotik kırık öyküsü olanlar, kendi geçmişinde kırık öyküsü olanlar, bazı hormonel hastalıkları olanlar, menopoz sonrasındakiler, her iki cinsiyet için de ileri yaşlar, bazı ilaçları kullananlar, Celiac hastalığı gibi barsaklardan emilim problemi olanlar, anoreksiya nevroza gibi yeme bozuklukları olanlar, kronik böbrek hastaları, transplantasyon hastaları ve son yıllarda

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015 41


yapılma sıklığı giderek artan metabolik cerrahi geçirmiş hastalar osteoporoz açısından yüksek risk grubunda olup, korunmaya alınmaları ve takip edilmeleri, gerekiyorsa da tedavi edilmeleri zorunludur.

yumurta, et gibi diğer besinlerde de bulunmaktadır. Besinler tek başına ihtiyacın tamamını karşılayamazlar. Vitamin D’nin doğal ana kaynağı, güneşli havalarda ultraviole ışınları ile cildimizde sentezlenmesidir.

EN SIK GÖRÜLEN METABOLİK KEMİK HASTALIĞI: OSTEOPOROZ

VİTAMİN D EKSİKLİĞİNİN ÖNLENMESİNE YÖNELİK KORUYUCU ÖNLEMLER GELİŞTİRİLMESİ ŞART

Osteoporoz, dünyada her yıl yaklaşık 9 milyon frajilite kırığından sorumludur. Türkiye halen Avrupa’da kalça kırığı oranının düşük olduğu bir ülke olmakla beraber, 1988’de yapılan MEDOS çalışması ve 2009 ‘da yapılan FRACTURK çalışması verileri 20 yılda, kırık insidansının belirgin arttığını göstermiştir. OSTEOPOROZ ERKEKLERDE DE GÖRÜLÜYOR! Osteoporoz daha çok kadınları ilgilendiren bir sorun olarak algılanmaktadır. Oysaki erkeklerde de osteoporotik kırıklar ileri yaşlarda sıklıkla olabilmektedir. Bu yanlış algı, erkeklerde bu konuda korunma, taranma ve tedavi açısından eksiklik yaratmaktadır. Tüm dünyadaki kalça kırıklarının 1/3 i erkeklerde olup, erkeklerde kalça kırığı sonrası mortalitenin, kadınlara göre 2 kat daha fazla olduğu bildirilmektedir. Bu nedenle hem sağlık ekibinin, hem de toplumun bu yanlış algıyı düzeltmek üzere bilinçlendirilmesi gereklidir. BESLENME Besinlerle alımı sınırlı olup, en iyi besinsel kaynak yağlı balıklardır. Ayrıca

Yaygın tüketilen gıdaların zenginleştirilmesi, güneş ışınlarından yaralanmada risk-fayda oranının gözden geçirilmesi, ulaşılabilir, içeriği güvenilir, ucuz vitamin D suplementlerinin geliştirilmesinin sağlanması, toplumun bu konuda bilinçlendirilmesi; toplum sağlığı adına oldukça önemli adımlardır. Düzey bakmanın yüksek maliyeti düşünüldüğünde; vitamin D eksikliğinin sürekli taranıp, tedavi edilmesi yerine; önleyici önlemler daha etkin ve düşük maliyetli yaklaşımlardır. VİTAMİN D EKSİKLİĞİ İÇİN RİSKLİ GRUPLAR; aErken bebeklik dönemi ve 5 yaş altı çocuklar, aGebe ya da emzirme dönemindeki kadınlar a65 yaş üstü insanlar aGüneş maruziyeti çok az olanlar (kapalı giyinenler, genelde evde ya da kapalı ofislerde yaşayanlar aCilt rengi koyu olanlar

42 POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

“ANA ENDOKRIN BEZİ” HİPOFİZ Prof. Dr. Abdurrahman Çömlekçi TEMD Üyesi Dokuz Eylül Ünv. Tıp Fak. İç Hast. ABD Endokrinoloji BD "Beyin tabanında nohut büyüklüğünde olan ve vücudun tümü üzerine etki gösteren hormonlar salgıladığı için “ana endokrin bezi” olarak da bilinen hipofiz, bir endokrin salgı bezidir. Hipofiz bezinin ön kısmından Prolaktin (doğum sonrası süt üretimi uyarır), büyüme hormonu, ACTH (böbrek üstü bezinden kortizon üretimini uyarır), TSH (tiroid hormonu salgılatır), FSH ve LH (erkek ve kadında cinsiyet hormonları olan testosteron ve östrojen salınımını uyarır, sperm ve yumurta gelişimini sağlar), arka kısmından ise Oksitosin (doğum eyleminde rahmin kasılmasını sağlar) ve Vazopressin (su dengesini korur) salgılanır. EN SIK RASTLANILAN HİPOFİZ TÜMÖRÜ PROLAKTİNOMA CİNSEL İSTEK KAYBI VE KISIRLIĞA YOL AÇABİLİR! Hipofiz hastalıklarının büyük kısmını oluşturan tümörler genelde selim karakterde olup yukarıda adı geçen hormonlardan bir veya birkaçını aşırı miktarda salgılayabilir veya hiçbirşey salgılamayabilir. En sık rastlanan hipofiz tümörü olan “prolaktinoma” (prolaktin salgılayan tümör) kadınlarda adet düzensizlikleri, her iki cinsiyette memelerden süt gelmesi, cinsel istek kaybı ve kısırlığa yol açabilir.


AŞIRI KORTİZON SALGILANMASI CUSHING HASTALIĞINA NEDEN OLABİLİR! ACTH hormonu üreten hipofiz tümörleri vücutta kortizon aşırılığı ile karakterize Cushing hastalığına yol açabilir. Cushing hastalığı kortizon aşırılığına bağlı kan basıncı artışı, kan şekeri yüksekliği, ciltte kendine özgü değişiklikleri ile karşımıza çıkar. EL VE AYAKLARDA AŞIRI BÜYÜMENIN SEBEBİ AKROMEGALİ HASTALIĞI OLABİLİR! Büyüme hormonu aşırılığına yol açan hipofiz adenoma “akromegali” olarak tanımladığımız duruma yol açabilir. Akromegali; el ve ayaklarda büyüme, vücutta ve yüzde özel değişikliklere yol açan önemli hastalıktır. Dışta görünen değişikliklerin yanı sıra iç organlardaki değişiklikler hastanın yaşamını kısaltır. Hipofiz tümörleri bazen çok büyük olup bezin salgıladığı hormonların azalmasına da neden olabilir, hatta bazen kitle etkisi ile başağrısı, görme problemleri gibi sorunlara yol açabilir. Hipofiz bezinden bir veya birkaç hormonun gerek az gerekse fazla salınması genellikle yaşam kalitesini düşüren bazen de yaşam süresini kısaltabilen olaylara yol açar. Sorunların erken saptanması tanı-tedavinin de hızlı olmasını ve hastanın daha az sorun yaşamasını sağlayacaktır." LİPİD METABOLİZMASI BOZUKLUĞU: DİSLİPİDEMİ Prof. Dr. Fahri Bayram TEMD Üyesi Erciyes Üniv. Tıp Fak. Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı

lumda 20 yaş üzerindeki kişilerin %70 oranında mevcut olduğunu ortaya koymuştur. Çoklu ve riskli lipid bozuklukları ise %40-50 oranındadır. Konu bu kadar önemli bir toplumsal problem halini almışken ve önlenmesi gerekirken, toplumun bu konuda bilinçlendirilmesini ve yönlendirilmesini tüm endokrinologlar olarak görev bilmeliyiz. YANLIŞ BİLGİLER HASTALARIN İLAÇ BIRAKMASINA VE SAĞLIKLARINI TEHLİKEYE ATMASINA NEDEN OLUYOR! Son birkaç yılda daha da çok güncel olup basında, medyada konu ile ilgili olan-olmayan, kendilerinin bu konuda hiçbir araştırması bulunmayan, uzmanlık alanlarını ilgilendirmeyen gerek hekim, gerek hekim olmayan kişiler çeşitli açıklamalarla boy göstermekte, yalan yanlış gerçekle ilgisi olmayan beyanlarda bulunmaktadırlar. Bu durum öyle bir hal almıştır ki lipid ilacı kullanan hastalar bunlardan ister istemez etkilenmekte, kullandığı ilacını bırakmakta ve zarar görmektedirler. HİPERTANSİYON KONTROL ALTINA ALINABİLİR BİR RİSK FAKTÖRÜDÜR! Hipertansiyon tüm toplumlarda, tüm hasta gruplarında en önde gelen ölüm sebebi ve çeşitli hastalıklar için risk faktörüdür. Toplumda yapılan çeşitli araştırmalarda 20 yaş üzerindeki insanların en az %30’da, 50 yaş üzerindeki insanların yarısında hipertansiyon mevcuttur. Bu sık rastlanan hastalık ani ölüm, kalp krizi, koroner arter hastalığı, diabet, inme, çeşitli nörolojik hastalıklar vs. için riski katlayarak arttırır. Bazen ihmal edi-

len, önemsenmeyen hipertansiyonun bir risk faktörü olmasının yanında en önemli özelliği önlenebilir, kontrol altına alınabilir bir risk faktörü olmasıdır. Bu açıdan toplumun, insanların bilgilendirilmesi ve farkındalığın arttırılması şarttır. NÖROENDOKRİN TÜMÖRLER (NET) ARTIK DAHA SIK TEŞHİS EDİLİYOR! Vücudun hemen her yerinde rastlanan, özellikle mide-barsak sistemi, akciğer-solunum sisteminde sık görülen bu organlardaki endokrin kökenli hücrelerden kaynaklanan çok farklı (heterojen) bir tümör grubudur. Bazı özellikleri ile bildiğimiz kötü huylu tümörlerden-kanserlerden farklılık gösterirler ki bunlardan en önemlisi diğer kötü huylu tümörlerde (kanserlerde) pek rastlanmayan bazı maddeler, hormonlar ve enzimler salgılamasıdır. MİDE BARSAK SİSTEMİNİN KANSERLERİNDEN DAHA SIKTIR Çok farklı ve değişik bulgular veren NET’lerin son yıllarda daha sık teşhis edilmelerinin sebepleri; çeşitli görüntüleme tekniklerinin gelişmesi ve kullanıma girmesi, yeni hassas patolojik teknik ve uygulamaların kullanılması, tarama amaçlı yapılan USG ve endoskopilerin sık yapılması, tarama amaçlı kitlerin kullanımı ve en önemlisi konuyla ilgilenenlerin sayısının ve farkındalığın artmasıdır. Vurgulanması gereken en önemli noktalardan biride NET’lere yaklaşım ve tedavide multidisipliner - birçok bilim dalının (endokrinoloji, gastroenteroloji, onkoloji, patoloji, genel cerrahi, radyoloji, nükleer tıp, göğüs hastalıkları) yaklaşımı ve tedavi planlamasıdır.”

"Günümüzde hastalıkların ve ölümlerin en büyük kısmını oluşturan durumların kalp-damar hastalıkları olduğu bilinen bir gerçektir. Bu durumu etkileyen en önemli faktörlerden biri ise Lipid Metabolizması Bozuklukları-Dislipidemi’dir. Özellikle bu konu son 15-20 yıldır hemen hemen tüm hekimlerin ilgi alanı olup tedavi hedeflerinde kısa sürede çok farklı ve değişik yaklaşımlar ortaya çıkmaktadır. Yeni ilaçlar gündeme gelmekte, konu ile ilgili olarak çeşitli kuruluşlar, çeşitli disiplinler görüşlerini ve önerilerini bildirmektedir. Deneğimiz adına bütün Türkiye’yi içine alan ve uluslararası saygın dergilerde yayınlanan yazı ve araştırmalarımızda lipid bozukluklarının en az birisinin top-

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015 43


CERRAHİ

TİROİT HASTALIKLARI KADINLARDA ARTIŞ GÖSTERİYOR

Prof. Dr. Gürsel Soybir Memorial Etiler Tıp Merkezi Genel Cerrahi Bölümü Üşüme, yorgunluk, kilo artışı, çarpıntı, sinirlilik ve iştahsızlık gibi birçok belirti ile kendini gösteren tiroit hastalıkları erkeklere oranla kadınlarda daha fazla görülüyor. Tiroit bezinin az veya çok çalışması vücutta pek çok sistemi olumsuz etkilerken son yıllarda geliştirilen modern yöntemler sayesinde tedavide başarılı sonuçlar alınabiliyor. Memorial Etiler Tıp Merkezi’nden Prof. Dr. Gürsel Soybir, tiroit hastalığı ve cerrahi yöntemler hakkında bilgi verdi. TİROİT HORMONLARININ DEVAMLI VE YETERLİ MİKTARDA SALGILANMASI GEREKMEKTEDİR Tiroit bezi, besinlerle alınan iyotu toparlar ve T3- T4 adı verilen tiroit hormonlarını üretir. Tiroit hormonlarının az salgılanması vücut fonksiyonlarının yavaşlamasına, fazla salgılanması ise vücut fonksiyonlarının hızlanmasına neden olmaktadır. TİROİT HASTALIKLARI GEBE KALMAYI ENGELLEYEBİLİYOR Çocuk sahibi olmak isteyen kadınların gebelik öncesi mutlaka tiroit fonksiyonlarının değerlendirilmesi gerekmektedir. Tiroit bezi az çalışan kadınlar, gebe kal-

makta zorluk çekmekte, gebe kaldıkları takdirde de düşük ihtimali artmaktadır. Tiroit hormonu eksikliği anne karnındaki bebeğin zeka ve fiziki gelişimini de olumsuz etkilemektedir. Tiroit bezinin vücut gereksinimden fazla olacak şekilde tiroit hormonu üretmesine hipertirodi denmektedir. Menopoz döneminde nispeten sık görülen hipertiroidi, bu dönemde zaten artan kemik erimesi riskini daha da artırır. Gebelerde hipertirodi tedavi edilmezse, preeklampsi olarak bilinen tansiyon yüksekliği gebelik zehirlenmesi, bebekte gelişme geriliği, erken doğum ve bebeği anne karnında kaybetme riski artmaktadır. TEDAVİ YÖNTEMLERİ RAHATSIZLIĞA GÖRE DEĞİŞİYOR Tiroit bezinin yol açtığı bazı rahatsızlarda ilaç ve radyoaktif iyot tedavisi uygulanmaktadır. Tiroidin iyi ve kötü huylu hastalıkları cerrahi olarak tedavi edilmektedir. Doğru teşhis için aile öyküsünün yanı sıra hastanın şikayetlerinin belirlenmesi de çok önemlidir. Bunun yanında, ultrason ve sintigrafi de kesin tanının konulmasında kullanılan son derece güvenli yöntemlerdir. Tiroit bezinde, nodül belirlenmiş hastaların, kesinlikle bir cerraha yönlendirilmesi gerekmektedir. Kanser belirlenirse ya da kanser şüphesi varsa kesinlikle cerrahi yöntem uygulanmalıdır. Bunun yarı sıra kanser riski bulunmasa dahi nodülün ya da tiroit bezinin çok büyüyüp etraftaki organlara baskı yapması, ağrı, yutkunma güçlüğü gibi şikayetlerin gözüktüğü durumlarda da cerrahi yöntem önemli bir tedavi seçeneğidir. Büyük tümörlü hastalarda ya da daha kötü

44 POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

seviyeli kanser tiplerinde çıkarılan tiroit dokusuna ilave olarak, boyundaki lenf nodlarının da çıkarılması gerekmektedir. Çok sayıda iyi huylu tiroit nodülleri olan veya büyük guatrı olan hastalarda da tiroit bezinin tamamının çıkarılması etkili bir yöntemdir. Tek taraflı nodülü olan diğer tiroit lobu normal olan hastalarda ise, tiroit dokusunun yarısının alınması yeterli olmaktadır. KOMPLİKASYON GÖRÜLME RİSKİ YÜZDE 2’DEN DAHA AZ Tiroit ameliyatlarında kanama, ses telleri ile sinirlerinin hasar görmesi, paratiroit bezlerinin hasarlanması ve enfeksiyon gibi riskler olabilmektedir. Bu riskler genellikle; yaygın lenf nodu tutulumu ve ilerlemiş tümörü olanlarda, daha önce tiroit cerrahisi geçirenlerde, göğüs kemiğinin arkasına inen ve iç guatr olarak bilinen guatrlarda daha sık görülür. Tiroit ameliyatlarında komplikasyon görülme riski genelde % 2’den daha azdır. 1 GÜNDE TABURCU OLUNUYOR Cerrahi operasyon, boynun alt kısmından yapılan küçük bir kesi ile gerçekleştirilir. Operasyon sonrası hasta; boynunda, ameliyat yerinde şişlik ve boğaz ağrısı, yutkunmada güçlük ve boynun arka kısmında rahatsızlık ve ağrı hissedebilmektedir. Hafif derecede sorun yaratan bu problemlerin hepsi birkaç gün içerisinde kendiliğinden kaybolmaktadır. Hastalar genellikle ameliyattan 3-4 saat sonra yataktan kalkarak normal beslenebilmektedir. Ameliyattan sonra, genellikle 1 gün içinde taburcu edilen hastalar, 4-5 gün içerisinde sorunsuz şekilde işine dönebilmektedir.


GÜNCEL

“YETERLİLİK” ENDİŞESİ Doğumun ardından bebeğini evde bırakarak iş hayatına dönen yeni anneler için bu süreç bunaltıcı olabiliyor. Anadolu Sağlık Merkezi Psikolojik Danışmanı Necmiye Doğruer, doğum sonrası çalışmaya başlayacak annelere hem “yeterli” anne olma hem de işe adapte olma konusunda tavsiyelerde bulunuyor. ANNE İÇİN EN ZORLAYICI SÜREÇ: İŞE DÖNME VAKTİ Bebeğin dünyaya gelişiyle beraber annenin yaşamında büyük değişiklikler meydana geliyor. Yaşamını devam ettirebilmek için uzun süre annenin varlığına ihtiyaç duyan bebeklerine en iyi şekilde bakmak isteyen anneler hem fiziksel hem de duygusal olarak yaşadığı büyük sorumluluğun gerçekliğiyle bir karmaşanın ortasına düşüyor. Anne için en zorlayıcı süreç ise işe dönme vaktinin gelmesiyle başlıyor. ANNENİN HİSLERİ BEBEĞİN DAVRANIŞLARINI ETKİLİYOR Bebek için de anne için de ilk zamanlar zorlayıcı olabilecek işe dönme sürecindeki lokomotif kişinin yine anneler. Bebekler çok uzun süre annenin taşıdığı duyguyla hareket eder. Anne kaygılıysa bebek de kaygılıdır, anne huzurlu ve rahatsa bebeğin yaşamsal reaksiyonları da bu yöndedir. Bundan yola çıkarak doğum sonrası iznini tamamlayıp işe geri dönen annenin bebeğini hangi duyguyla evde ona bakım veren kişiyle bıraktığı büyük önem taşır. Eğer anne, güvenle ve endişeden uzak bir biçimde bebeğinden ayrılarak bakım veren kişiye huzurla bebeği-

ni emanet edebiliyorsa, bu zorunlu durumla baş etmek her iki taraf içinde kolay olur. Anneyi vicdani olarak en çok zorlayan noktanın bebeğini evde bıraktığı için duyduğu suçluluk hissi,yeterli anne olma endişeleriyle boğuşan annelerin, bebeğiyle kurduğu bağın zayıflayacağına dair yoğun kaygıları ve bebeğin gelişiminin sekteye uğrayacağı, travma yaşayacağı korkuları da süreci zorlaştırıyor. ZİHNEN EVDE BEDENEN İŞTE... Doğum sonrası işe başlama sürecinin güçlüklerini yaşayan kadın,hem annelik hem de iş kadını rollerinde meselenin neresinde ne kadar durabildiği konusunda sorgulamalar yaşıyor. Zihnen evde bedenen işte geçirilmek zorunda olan saatlerin ruh sağlığının en büyük tehdidi. Bölünmüşlük hissi ile yaşamsal rolleri arasında sıkışmışlık yaşayan çalışan anne için, hem iş hem de bebeği ile ilgili konularda mükemmeliyetçiliğe kayan bir idealizasyon oluşuyor. YETERLİLİĞİNİZİ SORGULAMAYIN Yeni annelik ve işe dönüş karmaşasında bebeğe, yaşantısındaki rutinlere ve eşe dair sorumluluklar konusunda da eksiksiz performans gösterme çabası da anneyi yıpratıyor. Eksiksiz olma çabası yerine anneler öncelikle koşulları olduğu gibi kabul etmeliler. Kendi yeterliliğini sorgulamak yerine “olabildiği kadar” sınırında kalmak en doğrusudur. Bu noktada kendi şartlarının gerçekliğini görmek ve sakinlikle yapabilirliklerinin sınırlarını kabul etmek gerekir.

Necmiye Doğruer Anadolu Sağlık Merkezi Psikolojik Danışmanı ÇIKIŞ NOKTASI ANNE VE BEBEK ARASINDAKİ BAĞ Bebeğin, bakım veren kişi ile kurduğu ilişki çok önemli olsa da annesiyle arasındaki ilişkinin yerini asla alamaz. Anne ve bebek arasında kurulan sağlam ilişki ile fiziksel olarak ayrı olunan zamanlarda bebek anneyi anne de bebeği zihninde taşıyabilir. Fiziksel olarak bir arada değilken de kurulan güçlü bağın yardımıyla bebek annenin varlığından uzaklaşmaz. Temel mesele budur ve bunu bilmek sıkışmış bir anne için çıkış noktasıdır. İşe giderken bebeğini ruhen ve bedenen güvenle evde bırakabilen anne bu süreci ruhsal olarak zorlanmadan yaşayabilir. Güçlüklere ve olası sorunlara çözüm yolu bulabilir. BABALARIN DA SÜRECE DÂHİL OLMASI GEREKİYOR Birçok anne bebek dünyaya geldikten sonra babaların süreçteki gücünü ve desteğini yok sayıyor. Bu zor süreçte babaların da katkı sağlamasıyla aile olarak her güçlüğün altından kalkılabilir. Kadının bebeğe dair her şeye tek başına kalkışmasının anlamlı değil. Kadının babayı bu sürece dâhil etmeye gönüllü olması gerekir.

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015 45


46 POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015


DOSYA: GIDA GÜVENLİĞİ

ÜRETİMDEN TÜKETİME GIDA GÜVENLİĞİ... Gıda Güvenliği Derneği Nisan ayında “Gıda Güvenliği Bilgi Düzeyi Araştırması” sonuçlarını açıkladı. Sonuçlara göre tüketicilerin, alış-veriş tercihlerinde “sağlık üzerine etki” ilk sırayı alıyor. Gıda Güvenliği Derneği Başkanı Samim Saner ile araştırma sonuçları, farkındalık düzeyimiz, sağlıklı ve güvenilir gıda, gıda kaynaklı hastalıklar, tüketicilerin sorumlulukları ve gıda hazırlamada dikkat edilmesi gerekenleri konuştuk... PSD: Araştırma sonuçlarına göre gıda risklerine karşı korunma farkındalığımız nasıl? Biraz araştırmadan bahseder misiniz? Samim Saner: Gıda Güvenliği Derneği olarak tüketicilerin gıda güvenliği konusundaki algı ve bilinç düzeyini saptamak amacıyla TNS Global Türkiye ile ’Gıda Güvenliği Bilgi Düzeyi Araştırması’ yaptık. Bu araştırma 27 Avrupa ülkesinde Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi (EFSA) tarafından gerçekleştirilen ‘Special Eurobarometer - 354 Eurobarometer’ araştırması temel alınarak gerçekleştirildi. Dolayısıyla yapılan bu araştırma ile Türk tüketicisinin gıda güvenliği konusunda algı düzeyini görme ve elde edilen bulguları Avrupa Birliği ülkelerinin sonuçlarıyla karşılaştırma imkanı elde ettik. 18 il’de 1654 kişiyle yapılan araştırmada yer alan bazı sorulardan; 5 yıl öncesine kıyasla gıda güvenliği; gıda ile ilgili akla gelen olası sorun ya da riskler; sağlık açısından “güvenli olmayan” ve “zararlı” bir yiyecek ile ilgili duyulan son hikaye ve bu hikayeye gösterilen tepkiler, tüketicilerin gıda risklerine karşı kendilerini koruma eğilimi konularında çarpıcı sonuçlar ortaya koyuyor. PSD: Gıda güvenliği denilince gerçekte neyi bilmemiz gerekiyor? Sağlıklı gıda tüketiyormuyuz? Örneğin doğru ürün

seçebiliyormuyuz? Alışverişte neye dikkat etmeliyiz? Samim Saner: Gıdalar çok sayıda riski bir arada taşıyan ürünlerdir. Öncelikle Hile ve gıda güvenliği arasındaki ayrımı yapmamız lazım. Çünkü gıda güvenliğinin yolu matematikten geçer. Eğer iki aynı ürün arasında fahiş fark varsa içindekinin fıstık olmadığı bezelye olduğu, izinsiz gıda boyalarının kullanıldığı bilinmeli. 5 liraya sucuk satılıyorsa bu asla güvenli bir gıda olmaz. Bu üç kağıt bir ürün. Bu ayrımı tüketici iyi yapmalı. Türkiye de hep hile konuşuluyor tahşiş konuşuluyor. Balla şeker, süte su, zeytinyağı içine fındık yağı gibi... Bunlar aslında gıda güvenliği sorunu değil, tüketicinin aldatılmasıdır. Etin içinde tavuk olması, balın içinde şekerin olması gibi gıdada oynamalar üretici boyutunda ahlak, tüketici kapsamında maddi kayıptır. Hile ve ekonomik kayıp söz konusudur. PSD: Sağlıksız gıda kaynaklı zehirlenmeler sıklıkla olabiliyor. Özellikle yaz aylarında. Bu durumda hangi risklerle karşı karşıya kalabiliriz? Samim Saner: Gıda kaynaklı zehirlenmelerde hafif geçirilen zehirlenmeler

dışında mesela mide bağırsak bozuklukları gibi kendini gösteren asıl enfeksiyona yol açan daha ciddi tehlikeleri var. Viral hepatit, tifo, kolera ,malta humması, burusellos veya koli basili türü E. coli O157 bakterisi gibi.Bunları geçiren 3 kişiden biri ömür boyu böbrek yetersizliğine yakalanabiliyor. Kaynağının ne olduğu belli olmayan et-süt ürünlerine dikkat edilmeli. Hangi koşullarda muhafaza edildiği yada satıldığı ,açıkta ortam sıcaklığında sinek böcek konan, belli ısıda saklanması gereken ürünlerin pazarlarda açıkta satılması en önemli halk sağlığı sorunlarının başında geliyor. Bunlar birer biyoloijk tehlike ve beraberinde enfeksiyon hastalıklarını getiriyor. Bu çok kritik konu. Buna biyolojik gıda güvenliği diyoruz. Diğeri ise kimyasal gıda güvenliğidir. PSD : Kimler daha çok etkilenir? Samim Saner: Bu bakterileri farklı insanlarda farklı etki gösterir. Hamileler, çocuklar ve özellikle immünsistemi etkilenen kanser hastaları, kemoterapi görenler gibi bir takım hastalıklar geçirenler için gıda güvenliği daha da önemli. Bu grup en çok etkilenen hassas gruptur. İmmün sistemi gelişmemiş yavaşlamış olanlar ve hamileler özellikle

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015 47


dikkat etmeli. E. coli O157 bakterisi, salmonella, literia bakterisi gibi bakteriler herkeste sorun yaratan bakterilerin başında geliyor. Özellikle de listeria çok ciddi bir bakteri. Önemli sağlık sorunlarına neden oluyor. Hamilelerde düşüğe neden olan bir bakteri. Hamileler özellikle riskli gıdaları mikrobiyolojik gıdaları tüketmemeleri gerekiyor. Kaynağı belli olmayan süt ve süt ürünleri, peynir, ürünleri, işlenmiş et salam vs. Bir çok ürün buzdolabında üremezken, listeria bakterisi soğukta da üremeyi becerebilen bir bakteri. Buzdolabının içinde de listeria üreyebilir. Normalde bakteriler buzdolabında üremez yada üremesi çok yavaşlar ancak listeria ters bir bakteri kendi içinde ürer ve diğer gıdaları etkiler. PSD: Tüketici kaynaklı sıkça yapılan hatalar nelerdir? Samim Saner: Doğru muhafaza koşulları ve Cross-Contamination (çapraz bulaşma) Doğru muhafaza koşullarına uyulmaması: Soğuk zincir dediğimiz buzdolabı veya sıcak tutulması gerekenlerin uygun ısıda tutulmaması veya gıdaların izin verilenden daha uzun süreler örneğin 2 gün raf ömrü olan bir ürünün 10 gün süreyle tutulması. Cross-Contamination: Çapraz bulaşma dediğimiz, kirlilerden temiz ürünlere bulaşma. Mesela tuvalete fekal bulaşmada olduğu gibi. Oral ve dışkı yollu ile bulaşması. Tuvaletler bu konuda çok tehlike arz eden yerlerin başında geliyor. Bütün enfeksiyonlar dışkılarla atılır, ellerimize bulaşması ile gıdalarla bize geri döner. Örneğin fareler kanalizasyonlarda dolaşır ve bütün bakterileri alır, daha sonra mutfak ortamına ve gıdalara bulaştırırlar. Sineklerde her yere konduğu için bütün bakterileri konduğu gıdaya taşır. PSD: Mikroorganizmalar gıdalarımıza nereden ve nasıl bulaşıyor? Samim Saner: Genel anlamda mikroorganizmaların su, toprak, bitkiler ve bitkisel ürünler, gıda kapları, hayvan ve insan bağırsak sistemleri, gıda işçileri, hayvan yemleri, hayvan deri ve postları, hava ve toz ile bulaşabilir. Burada özellikle bahsetmek istediğim ve dikkat edilmesi gereken vektör ve portör iki tip taşıyıcı var. Tarihte veba salgınları da bu yolla olmuştur. Vektör taşıyıcılıkta hayvan üzerinden örnek verecek olursak, fare ve sinekte aslında taşıyıcı fare değil farenin üzerindeki pirelerdir. Portör taşıyıcılıkta ise hasta insanların dışkıları ile taşınan enfeksiyonlardır. İnsan hiçbir klinik semptomu olmadan subklinik sa-

rılık geçirebilir. Farkında da olmaz. Mesela salmenolla enfeksiyonu taşıyıcısı olabilir ve ömrü boyunca fark etmeden taşıyıcı olabilir, bulaştırır. Hijyene uymuyorsa eli aracılığı ile örneğin tuttuğu kapı kulplarına bulaştırır, gıdalara bulaştırabilir. Dolayısıyla hijyen çok önemli. Bu çapraz bulaşma dediğimiz hijyenin uygulanması ve hastalık yapan patojen mikroorganizmaların temiz ortamlara ve gıdalara bulaşmasının önlenmesi gerekir. Kurallar sadece restaurantlarda değil aynı zamanda evler içinde geçerli. Evde tuvalet hijyen kuralları, ellerin yıkanması önemli. Doğru sabunla 1-2 dakika yıkanması yeterli, illa dezenfektan gerekmiyor. PSD: Besinlerin hazırlanmasında el ve ortam hijyenini sağlamak için nelere dikkat edilmeli? Samim Saner: Mutfakta el hijyeni ile birlikte çapraz bulaşma daha da önemli. Hayvansal ürünlerin hazırlanması özellikle dikkat ve önem kazanıyor. Çünkü hayvansal ürünlerin hepsi özellikle et ürünleri, potansiyel mikrop kaynağıdır. Bu doğal bir şey bunu kabullenmemiz lazım. Biz et ürünlerini pişirmek suretiyle hem yenilebilen hale, hem de mikropsuz hale getiriyoruz. Pişirme, kaynatma ve ısıl işlemin tümüyle. Çiğ süt mikropludur. Kaynatmak suretiyle içilebilir hale getirebiliyoruz. Çiğ tavuk eti, çiğ et, balık mikropludur. Doğru pişirerek onu mikropsuz hale getiriyoruz. Ancak bir taraftan çiğ et mikroplu, bir taraftan da mikropsuz pişmiş etiniz var ve eğer bu ikisi arasında bakterileri farkında olmadan

48 POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

bile birbirine geçirirseniz etkilenecektir. Veya çiğ et veya tavuğu tuttunuz elinizle başka bir şeyi tuttunuz aynı şekilde bulaştırırsınız. Sebze, salata tuttunuz veya kestiğiniz bıçakla aynı doğrama tahtasını kullandınız salatayı kestiniz gene bulaştırırsınız. Bu bilinçsizlik. Tüketicinin bunu çok iyi bilmesi lazım: Doğramada kullandığın bıçağı asla başka bir şey de kullanmamalısınız. PSD: Nasıl hazırlanmalı ve pişirilmeli? Samim Saner: Pişirme bir mikrobu öldürmedir. Doğru pişirmiyorsanız mikrobu canlı bırakıyor, öldürmemiş oluyorsunuz. Bonfile gibi parça etlerde mikrop yalnızca yüzeyinde olur, içine işlemez. Yani az pişmiş ette risk az diyebilirim. Çünkü patojen edici bakteriler hayvanların ağırlıklı olarak gastrointestinal yani iç organlarında, özellikle bağırsaklarında bulunur. Hayvan kesilirken bağırsaklar çıkarılırken o bakteriler diğer kısma bulaştırılır. Örneğin kokoreç gibi bağırsakla yapılan gıdalarda, bağırsak iyi temizlenmez ise risk büyük. Etin dışını iyi piştiğinde çok tehlike bulunmaz mümkünse tam pişmiş tüketilmesi. Ama köfte de durum başka. Etin burada içi dışı karıştığı için az pişmiş ise çok ciddi gıda zehirlenmesi riski vardır. Kalın hamburger köfteleri olduğunu düşünürsek, içi çiğse bunu kesinlikle iade edin. Az pişmiş kalın köfte sevenler buna dikkat etsin. Beyazı çiğ kalmış yumurta yenmemeli. Beyazı mutlaka pişmeli. Beyazın pişme sıcaklığı 70 derece üstünde başta salmonella olmak üzere patojen-


ler ölmektedir. PSD: Mikroplar nasıl canlı kalıyor? Pişirme veya iyi yıkama ile yok edilemiyor mu ? Samim Saner: Mikropların sadece canlı kalması ısıl işlemle sağlanmıyor. Salatayı pişiremiyoruz. Ispanak pişiyor Özellikle kıvırcık salata, çilek gibi yerde yetişenlerden korkmak lazım. Mikropların asıl bulaşması toprak ve toprakla ilintili sulama. Sulamada kanalizasyon karışabileceğini göz önüne almak lazım. Çünkü ciddi koli kirliliği var. Salata da koli basilinin bulunmasının izahı şudur; Burada bir fekal kompetinasyon, çapraz bulaşma, yani dışkı kaynaklı bir bulaşama var. Dışkının olduğu bir yerde her türlü hastalığın olması mümkün. Bütün hastalıklar dışkı ve ağız yoluyla bulaşıyor. Sarılık, listeria vs hepsi bulunabilir. Bunu da aramaya gerek yok indikatör varsa risk yüksektir. Aynı kolesterolün yüksekliği diğer etkenlerle birliştiğinde kalp damar hastalıkları riskini attırdığı gibi. PSD: Kimyasallar da hayatımızda önemli bir kullanımı ajanı. Farkında olmadan zehirleniyor olabilir miyiz? Samim Saner: Tıpta toksikoloji diye bir bilim var. Zehir bilim. Bu bize şunu öğretiyor.Her madde zehirdir. Sadece dozu bir maddeyi ilaç veya zehir yapmayı belirler. 1 aspirin başınızın ağrısını geçirebilir ama bir kutu içtiğinizde mide kanaması geçirebilirsiniz. Bu her

şey için geçerli. Su hayat için elzem ama siz bir saat içinde 10 litre içmeye zorlarsınız, elektrolit kaybından ölürsünüz. Su bile zehir olabilir. Veya gıdanın bizzat kendisi zehir olabilir örneğin aşırı karbonhidrat. Karbonhidrat da yememiz gerekiyor eğer fazla yersek obeziteye yol açar. Her şeyin azı karar çoğu zarar denildiği gibi, ifrat ve tefrit gerçekten çok önemli bir hayat felsefesi olmalı. Bizi doğruya götüren nokta bu olmalı. “Bunun içinde şu var zarar, bu zarar” deniyor ama bakıldığında her şeyde zarar olabiliyor. Bunun dozu önemli ve sormamız gereken de asıl soru dozu. Kanunlarda izin verilen miktarların altında mı üstünde mi ? Üstünde ise zarar düşünülmelidir. PSD: Katkı maddelerinin kullanımı ve oranları da sağlık için önemli. Raf ömrü için kullanılan katkı maddeleri ne kadar güvenli? Samim Saner: Katıkı maddeleri bir çok üründe kullanılıyor.İki soruyu kendimize sormalıyız izin verilen bir katkı maddesi mi ve miktar doğru mu? Bunun dışında yaklaşım doğru değil. Kimyasal maddelerden kaçacağımız bir dünya yok. Hayatın kendisi bir kimya! Kahve debile 4000’e yakın kimyasal var. Bunlardan bir kısmı da kanserojen madde. Domatesin bizzat doğal bünyesinde kanserojen var. Kerevizde bile böyle.Demek istediğim dengeli beslenme.Sürekli aynı gidayı alırsan bunda bir tehlike vardır. Dengeli besleniyorsanız, riski bölüyorsunuz. Her gün ve her öğün aynı proteini alıyor-

sanız yanlış. Proteini de kendi içinde dengeli farklı 4 temel kaynaktan alabilirsiniz. Bu dengeli beslenmenin temel kuralı hem de gıda güvenliği açısından güvenli. Balık çok sevdiğimiz faydalı bir gıda ama sürekli yerseniz ağır metal birikmesi olabilir. Köy de bile risk daha yüksek. Bilinçsiz tarım ilacı kullanılabiliyor ki bu ciddi bir tehlike. Gerçekçi gıda güvenliği olması lazım

PSD: Son olarak vermek istediğiniz bir mesa var mı?

Samim Saner: Herkesin evinin arkasında bahçesinde yetiştirdiği sebzesi, sütünü kullandığ ineği yok. Sadece dikkatimizi nedense GDO tehlikesi, fruktoz şurubu, gıda katkıları, hormon gibi daha başka alanlara veriyoruz. Bunlarda tehlikeli ancak gıda kaynaklı enfeksiyon ve hijyen sorunları da öncelikli gelmeli. Ne yazık k bunlar konuşulmuyor. Tabii ki gıda güvenliğin sorgulamamız lazım. Ancak riskleri yok edeceğimiz bir dünya yok. Bunu kabul etmek ve en aza nasıl indirgeriz, daha az nasıl riskli yaşarım

ve her duyduğunuza inanmak yerine sorgulamalısınız. PSD Endüstriyel yoğurt son dönemlere en sık sorgulanan ürün. Katkı maddesi kullanılıyor mu ? Samim Saner: Yoğurt yapımında katkı maddeleri kullanılmaz. Türk Gıda Kodeksi'ne göre üretim izini verilerek sertifikalandırılmış ambalajlı yoğurtların

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015 49


üretiminde yalnızca süt ve maya kullanılır. Türk Gıda Kodeksi'ne göre yoğurt yapımında katkı maddesi kullanılması kesinlikle yasaktır. PSD: Evde üretilen yoğurdun kısa sürede ekşimesinin, katkısız olduğundan kaynaklı ve sağlıklı olduğu düşünülüyor. Ne kadar doğru? Samim Saner: Öncelikle evde yapılan yoğurtlar daha çabuk ekşiyor evet. Çünkü yoğurdun istenilen kıvam, lezzet ve besleyicilikte olması için, mikroorganizmalardan arınmış süt kullanılması taze maya kullanılması, mayalamanın uygun sıcaklıkta ve sürede yapılması gerekir. Ev yapımı yoğurtlar bu koşullarda üretilemeyeceği için, ambalajlı yoğurtlara göre daha çabuk ekşirler. Bu da daha sağlıklı gibi algılanıyor. PSD: Endüstriyel yoğurt mu ev yoğurdu mu? Açık süt ve bu sütle yapılan ev yoğurduna ne kadar güvenebiliriz? Endüstriyel yoğurdun evde ürettiğiniz yoğurtun gıda güvenirliği açısından farkı yok. Hatta eğer siz evde kullandığınız yoğurdu menşei bilinmeyen açıktan aldığınız sütle yapıyorsanız, risk daha fazla. İki sütte ısıl işleme tabii tutuluyor Açıktan aldığınız sütü 100 dereceye kadar kaynatıyorsunuz. Bu vitamin kaybı demektir. Pastorize süt ise 70 derece kaynatıldığından vitaminleri daha az kayıp demektir. Mesele süte su katabiliyorlar sağlıksız değil ama su katmak suçtur. Oysa pastörize süt hiçbir katkısı olmayan süt demektir. Sağılmış ve 70 derece kanatılmış ve aseptik denilen

mikrop almayan bir ortamda kutulara doldurulmuş süt demektir. Eğer bunun içine bir katkı maddesi giriyorsa bu da yasal bir suç. Her şeyin bir kuralı olduğu gibi kuralı çiğneyende olur. Dışarıdan aldığınız açık sütü kim ve nasıl kontrol ediyor? Kimse yok! Sabah sağılan süt size ulaşana kadar saatler sürüyor ve sıcaklıkta bozularak geliyor. Asıl bunlarda antibiyotik katkısı olabiliyor. Açık alınan süt sabah saat 5-6 sıralarında da sağılıyor ve yazın 30 derece sıcaktaki size ulaşan süt kaynattığınızda bozulmuyorsa asıl risk buradadır. Sütlerde zaman zaman toplama sütlerdir. Satan da sütün asıl kaynağının içeriğini bilmeyebilir. Her açık süt demiyorum ancak iyi bildiğiniz satın aldığınız kişiye güveniyorsanız açık süt alabilirsiniz. PSD: Endüstride denetim ne şekilde yapılıyor? Gıda ve Tarım Bakanlığı bunu sürekli kontrolünü yapan bir kurum. Habersiz numuneler alır.İneğe antibiyorik, hormon verilmiş mi, sütün içine ekstra bir şey katılmış mı? Yani kontrol içerisinde olan bir ürün. Açık ise kontrol dışında olan bir ürün. Daha lezzetli gelebilir. Sağlık ve lezzet her zaman kesişmez. Kapalı ya da endüstriyel sütlerde ürün bilgilerini görebilirsiniz. Hangi tarihte, nerede ve son kullanım tarihini görebilirsiniz. Bir zehirlenme ile karşı karşıya kaldığınızdan firmanın sütün hangi çiftlikten geldiğini, nasıl sağıldığı vs vs izleme, sorgulama şansınız var. Bir sorun çıktığında ürünlerin hepsi toplanabiliyor.

PSD: Ambalajlardaki etiketler okunmayacak kadar küçük, anlaşılmayan bilgiler de olabiliyor. Etikette nelere dikkat etmeli ve gerektiğinde ne yapılmalı? Samim Saner: Etiketle ilgili de mevzuat var. Okunamayacak küçüklükte ise alo 174 hattını arayarak vatandaşlık sorumluluğu olarak bununla ilgilişikayet hakkınız var. Üretim tarihinin olmaması kanunen zorunlu değil. Son kullanım tarihi önemli. Bu üretici firmanın belirttiği tarihe kadar güvenilir olduğunu taahhüt ettiğini belirtir. Tüketicilerin asıl dikkat etmesi gerekenleri sıralarsak; aBu ürünün Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından izni var mı? aSon kullanım tarihi nedir? aHiçbir şekilde son kullanım tarihinin üzerinde haricen yeniden etiket olamaz. Bunu yapanlar zaten etik, ahlakı değil ve kanunlara aykırı. aRafta muhafaza sıcaklığına uygun mu? Eğer doğru muhafaza edimiyorsa son kullanım tarihi geçersizdir. Soya, susam, fındık, fıstık yumurta, glüten içeren ürünlere allerjisi varsa, mutlaka bakılması lazım. Katkı maddesi veya orana bakması tüketicinin mevzuat bilgisinin olmayacağı ya da eksik olabileceği düşünürsek bir anlam katmaz. Ama ürün üzerinde bu bilgilerin olması gerekir. Üzerinde ürün hakkında mevzuata uygun gerekli Türkçe bilgilendirme yok ise bu büyük suç. Bunun hemen ihbar etmeli. Maalesef ihbarı muhbirlik olarak düşünüyoruz yada umursamazlık gösteriyor. Oysa bu çok önemli. Gıda kontrolü için bunun vatandaşlık görevi olduğunu bilmek durumundadır.

Mutfakta hijyenik ortam nasıl sağlanır? • Güvenli gıda hazırlamanın altın kuralı temizliktir. Yemek hazırlamaya başlamadan önce ve çiğ et ya da tavuk ürünlerine dokunduktan sonra eller yıkanmalıdır. • Çiğ etlerin hazırlanmasında kullanılan bıçaklar da diğer gıdalara bulaşmanın önlenebilmesi için temizlenip, kaynar su içinde bekletilerek dezenfekte edilmelidir. • Mutfakta çok sayıda temiz kap bulundurulmalı, gıdaların sağlıklı koşullarda hazırlanabilmesi için çiğ ve pişmiş et, tavuk ürünleri için ayrı kaplar kullanılmalıdır. Aksi takdirde çiğ et ve tavuk ürünleri ile bu ürünlerin suyunda bulunabilecek zararlı bakteriler, pişmiş gıdalara bulaşabilir. • Çiğ et ve tavuk suyundan bulaşmanın önlenmesi için tezgah ve lavabolar sıcak sabunlu suyla yıkanmalı ya da dört çeyrek suya 1 çay kaşığı klor katılarak hazırlanan suyla durulanmalıdır. • Çiğ et ya da tavuk ürünlerini paketlemek için kullanılan köpük bazlı kaplar, yumurta kutuları ya da plastik kaplar

50 POPÜLER SAĞLIK MAYIS- HAZİRAN 2015

da bulaşmaya neden olabileceği için başka gıda maddelerini saklamak için tekrar kullanılmamalı, atılmalıdır. • Çiğ et ürünlerinin pişirilmeden önce bakterilerden arındırılmak amacıyla yıkanmasına gerek yoktur. Bakteriler ancak 72ºC derecede pişirilerek yok edilebilir. • Gıda güvenliği açısından tavuk ürünlerini tuzlu suya batırmanın yararı yoktur. • Farklı yiyecek maddelerini kesmek için farklı temiz bıçaklar kullanılmalıdır. • Çiğ et için kullanılmış ya da temiz olmayan bir kap pişmiş et için kullanılmamalıdır. • Mümkünse taze tüketilen gıdalar için ayrı, çiğ et tavuk balık için ayrı, yenmeye hazır gıdalar (ekmek gibi) için ayrı bir kesme tahtası kullanılmalıdır. Bu yolla salata gibi pişmeyen gıda maddelerine, çiğ etlerden bakteri bulaşması önlenmiş olur. • Elde yara, kesik varsa yara bandı ile kapatılmalı ve yemeklerin hazırlanması sırasında eldiven kullanımı tercih edilmelidir.


KBB

DONDURMA ASLINDA MASUM! AMA HİJYENİK ORTAMDA ÜRETİLEN, UYGUN ORTAMDA SAKLANAN DONDURMA TÜKETİLMELİ… Havaların ısınmasıyla birlikte dondurma tüketme isteğinin de arttığını belirten Medicana Sivas Hastanesi Kulak Burun Boğaz Uzmanı Op. Dr. Adem Bora, çocuklarını boğaz yolu enfeksiyonundan korumak için dondurmadan uzak tutmak isteyen ebeveynlere, dondurmanın bademcik ve boğaz yolları sağlığı üzerindeki etkileri hakkında çeşitli bilgiler verdi. Op. Dr. Adem Bora, toplumumuzda özellikle yazın tercih edilen ve ebeveynlerin çocuklarını hasta edeceği düşüncesiyle tüketimine izin vermediği dondurmanın sanıldığı gibi soğuk algınlığı, grip gibi hastalıklara sebep olmayacağını ifade etti. HİJYENİK ŞARTLARDA ÜRETİLMESİ VE UYGUN ORTAMDA SAKLANMASI DURUMUNDA GÜVENLİ Aşırı soğuk gıdalar boğaz ve bademcik bölgesinde damarlarda geçici bir büzüşmeye neden olarak direnci düşürmektedir. Dondurmanın hijyenik şartlarda üretilmesi ve uygun ortamda saklanması durumunda güvenlidir. Dondurma tüketiminde hassasiyet gösterilmesi gereken nokta, güvenilir bir marka tarafından hijyenik ortamda üretilmiş

olmasıdır. Ana madde olan sütün alındığı ortam, sağılma şekli, sağan kişinin sağlıklı olması, sağımda kullanılan malzemelerin ve saklama kaplarının temizliği büyük önem taşımaktadır. Sağlıksız koşullarda üretilen ve saklanan dondurma besin zehirlenmesine yol açabilmekteyken pastörize sütle yapılan dondurmadan salmonella bulaşma riski ortadan kalkmaktadır. Gıda boyası ve katkı maddeleri de güvenilir koşullarda eklenmeli, nakliye ve depolama koşulları da dondurmanın bozulmaması için son derece önemlidir. Güvenilir ve hijyenik ortamda üretilen- saklanan dondurma sağlığa zararı olmadığı gibi içerdiği protein, karbonhidrat ve yağın yanında A, B, C, E vitaminleri, kalsiyum, fosfor, sodyum, magnezyum, demir ve çinko gibi mineraller bakımından da zengin bir gıdadır. AĞIZ HİJYEN PROBLEMİ VEYA ALERJİK RAHATSIZLIKLARI OLAN KİŞİLER DONDURMA TÜKETİMİNE DİKKAT ETMELİ… Dişleri çürük, kronik tonsilit gibi ağız ve boğaz hijyeni bozuk, astım, alerjik rinit, sinüzit gibi kronik hastalıkları olan kişilerin aşırı soğuk gıdalar alması durumunda boğaz-bademcik bölgesinde damarlarda büzüşme ve bunu takiben enfeksiyon gelişebilmektedir. Dondurma soğuk halde yutulması durumunda boğazın içindeki küçük bademcik fonksiyonu bozulmaktadır. Bu durum ise faranjite sebep olmak-

Op. Dr. Adem Bora Kulak Burun Boğaz Uzmanı Medicana Sivas Hastanesi

ta, yutma bozuklukları, alerji gibi hastalıklar ortaya çıkabilmektedir. Ağız ve boğaz hijyeni bozuk olmayan kişilerde dondurmanın boğaz enfeksiyonuyla doğrudan ilgisi yoktur. Hijyenik şartlarda hazırlanan ve uygun koşullarda saklanan dondurma; yalayarak veya küçük parçalar halinde ağız içinde eritilerek yenmesi halinde enfeksiyona yol açmayacaktır. Ayrıca yemek öncesi veya açken dondurma tüketilmemesi gerekmektedir. NE ZAMAN TÜKETİLMELİ? Yemekten önce yenen dondurma, özellikle çocuklarda iştahı kapatacağı için sağlıksız beslenme sorunları ortaya çıkabilmektedir. Yetişkinler için ise enerji tüketiminin az olduğu ve hareketsiz kalınan geç saatlerde kilo almaya neden olacağından bu zamanlarda dondurma yememeleri tavsiye edilmektedir. Dondurma tüketiminin ardından dişlerin iyi fırçalanması konusu ise ayrıca hassasiyet gösterilmesi gereken bir durumdur. Dondurma veya başka bir sebepten kaynaklanan boğaz enfeksiyonu gelişmesi durumunda Beta mikrobu gelişebilmekte, antibiyotik kullanımı ve diğer önlemlerle mikrobun bademciğe yerleşmesi kronik hale gelmeden tedavi edilmelidir.

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015 51


KONGRELERDEN

KAPALI AMELİYATLAR TÜM KADIN HASTALIKLARINDA UYGULANABİLİYOR 3. Orta Doğu Jinekolojik Endoskopi (MESGE) Kongresi Antalya’da Gerçekleşti Jinekolojik Endoskopi Derneği (JED) ve Orta Doğu Jinekolojik Endoskopi Derneği (MESGE) tarafından düzenlenen 3. Mesge Kongresi Opteamist Kongre Turizm Organizasyonu ile 9-12 Nisan tarihinde Belek Antalya MaxRoyal Otelde düzenlendi. Yurtdışından 135 konuşmacı ve 42 ülkeden 750 katılımcı ile gerçekleşen kongrede bilimsel program dışında 7 kurs ve Fransa, Amerika Brezilya ve Portekiz’den dünyaca ünlü cerrahların 6 canlı ameliyatı uydu yayını ilgi ile takip edildi. MESGE Kongresi kapsamında düzenlenen basın toplantısında MESGE- Başkanı, Acıbadem Üniversitesi Atakent Hastanesi, Tüp Bebek Üreme Sağlığı Merkezi Müdürü Prof. Dr. Fatih Şendağ Bradford Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İngiltere, Danışman Jinekolog MESGE Başkanı Prof. Dr. Robert O’Donovan, MESGE- Eski Başkanı Prof. Dr. İbrahim Mohamed, jinekolojik hastalıkların tanı ve tedavisinde jinekolojik endoskopi ve robotik cerrahi ile ilgili güncel bilgileri aktardı. Yeni geliştirilen tekniklerle artık tüm kadın hastalıklarının kapalı ameliyatla tedavisinin mümkün olduğunu belirten Prof. Dr. Fatih Şendağ, kapalı ameliyat kadın hastalıklarında sıklıkla görülen,-

rahim ve rahim ağzı kanserinde, erken dönem yumurtalık kanseri, miyomlar, çikolata kistleri, yumurtalık kanallarının açılmasında, rahim sarkması, idrar kaçırma gibi hastalıklara uygulandığını belirtti. Prof. Dr. Şendağ, endoskopik ameliyatlar ve uygulandığı hastalıklar hakkında şu bilgileri paylaştı: İKİ TEMEL ENDOSKOPİK YÖNTEM : LAPAROSKOPİ VE HİSTEROSKOPİ Laparoskopi (kapalı ameliyat) genel anestezi altında yapılan ve göbek deliğinden ince bir teleskopun karın içine sokularak karın içi organlarının görüntülenmesini sağlayan bir ameliyattır. Laparoskopi ile karın alt bölgesinde açılan 3-5 mm’lik deliklerden içeri sokulan aletler ile rahim, yumurtalık ve tüpleri ilgilendiren hastalık veya problemleri doğrudan gözlemleme ve cerrahi girişim yapma olanağı vardır. Yumurtalık kistleri, dış gebelikler, miyomlar, gebe kalabilirliği artıran tüp cerrahisi ve endometriozis laparoskopik olarak kolayca tedavi edilebilmektedir. Histeroskopi özel bir kamera sistemi ile rahim içerisinin görüntülenmesidir. Düzensiz kanamalarda, rahim içinde polip

52 POPÜLER SAĞLIK MAYIS- HAZİRAN 2015

veya miyom şüphesinde veya çocuk sahibi olamayan çiftlerde rahim içinin değerlendirilmesi gerektiğinde uygulanmaktadır. Çalışmalar histeroskopinin, küretaj yöntemi ile rahimden parça alınmasına göre daha üstün bir yöntem olduğunu göstermiştir. Histeroskopi ile rahim içini görebilmek polip veya miyom gibi rahmin bir bölgesine yerleşen hastalıkların atlanma ihtimalini ortadan kaldırır. Tüp bebek tedavisi öncesi, rahmin içinde embriyonun tutunmasını engelleyen bir olumsuzluk olup olmadığı, histeroskopi ile ortaya çıkarılabilir. Bu olumsuzluklar: rahim boşluğuna doğru büyümüş olan miyomlar, polipler veya doğuştan rahimdeki şekil bozuklukları (rahmi ikiye ayıran zarlar vs..). Bu bozuklukların hem tanısı hem de tedavisi aynı seansta yapılabilmektedir. Eğer hastanın tekrarlayan erken gebelik kayıpları var ise, yine rahim içinin araştırılmasında histeroskopi başvurulması gereken yöntemlerden birisidir. Tekrarlayan düşükleri olan hastalar: Laparoskopik ve histeroskopik yöntemlerle düşüğe sebep olan rahimdeki yapısal bozukluklar düzeltilmektedir, böylelikle gebeliği taşıyacak uygun bir rahim boşluğu oluşturulmakta ve sağlıklı çocuk sahibi olması sağlanmaktadır.


Doğuştan rahim bozuklukları olanlar (çift rahim, vaginanın olmaması vs.): histeroskopi ve laparoskopik yöntemlerle düzeltilebilmekte ve başarılı sonuçlar alınmaktadır. Ayrıca, kısırlığa yol açan yapışıklık, çikolata kisti, miyom, polip vs. gibi problemler laparoskopi ve histeroskopi ile tedavi edilebilmektedir. OBEZ HASTALARDA KAPALI AMELİYAT MÜMKÜN! Obez hastalar asıl kapalı ameliyat olması gereken hastalardır. Bu grupta çok başarılı ameliyatlar yapılmaktadır. Hastada çok geniş bir yara yeri oluşmaz. Çünkü bu yöntem ile 15-20 cm bir yağ katmanı kesilmiyor, doku kaynaşma süreci ortadan kalkıyor, yara yeri akma sorunu ortadan kalkıyor ve enfeksiyon riski olmuyor. 140 kilo - 160 kilo hasta çok rahat bir şekilde ameliyat yapılıp iyileşme süreci çok daha kısa olmaktadır. YENİ DA VİNCİ ROBOTU YOLDA… Teknolojik gelişmelere paralel olarak endoskopik ameliyat teknikleri de hızla gelişim göstermiş ve geniş uygulama alanları bulmuştur. Kadın hastalıkları alanında da benzer gelişmeler söz konusu olmuştur. Açık ameliyata göre endoskopik, yani kapalı ameliyat tekniklerinde hastanın daha hızlı iyileşmesi ve daha kısa sürede günlük yaşamına dönebilmesi mümkündür. Aynı zamanda ameliyat sonrası daha az ağrı, daha kısa süre hastanede kalış ve bayanlar için önemli bir konu olan daha kozmetik sonuçlar söz konusudur. 2016 yılı sonu ya da 2017 yılı başında cerrahide boyutlar değişecek ve tek delik yöntemleri konuşulacak. Da Vinci robotu aslında şu anda üretilmiş durumda. Testleri yapılıyor. Robotik cerrahi pek çok branş tarafından kullanılmakta. Üroloji, genel cerrahi, göğüs, kalp cerrahisi, göz, kulak, burun cerrahisi, branş kullanıyor. En yaygın üroloji ve jineokoloji gibi gözüküyor, üçüncü sırada genel cerrahi var. Şu anda her branşa hitap eden teknikler üretilmekte.

ENDOSKOPİK CERRAHİNİN AVANTAJLARI

aHastaların operasyon sonrası hızlı bir şekilde iyileşmeleri, aHastanede yatışın daha kısa olması, aHastanın ameliyat sonrası hissettiği ağrının daha az olması, aİşe geri dönüş zamanının kısa olması, aHastanın karnına büyük bir kesi yapılmaması nedeniyle daha kozmetik sonuçlara sahip olması.

KADINLARIN KORKUSU: MYOMLAR NASIL VE NE ZAMAN AMELİYAT EDİLMELİ? Myomektomi üreme yıllarında oluşan rahimdeki iyi huylu (kanser olmayan) kitlelerin yani myomların çıkarıldığı cerrahi bir işlemdir. İşlem esnasında cerrahın amacı myomları alarak rahmi yeniden düzenlemektir. Tüm rahmin alındığı histerektominin tersine myomektomi sadece myomların alınması ve rahmin bırakılması esasına dayanır. Deneyimli bir cerrahın ellerinde myomektomi son derece güvenli ve etkili bir yöntemdir. Doktorunuz problem yaratan myomlarda yani normal aktivitelerinize müdahale eden veya zayıflatan durumlarda myomektomi önerebilir; n Çocuk yapma planınız varsa n Miyomlarınız infertiliteye sebep oluyorsa n Rahminizin alınmasını istemiyorsanız BAŞARILI BİR HAMİLELİK ŞANSINIZI ARTTIRMAK İÇİN Myomların tam olarak nasıl infertiliteye etkisi olduğu veya hamilelikle ilişkisi henüz net değildir. Myomu olan birçok kadın hamile kalmakta zorluk yaşamazlar ve komplikasyonsuz bir hamilelik yaşarlar. Ancak myom varsa ve hamile kala-

mıyorsanız veya birçok kez düşük yaptıysanız, doktorunuz sizi diğer potansiyel problemler konusunda dikkatlice değerlendirdikten sonra myomlar için bir tedavi düşünebilir. MYOMLARDA VE RAHİM AMELİYATLARINDA LAPAROSKOPİ Myomektomiden sonra % 80 gibi bir oran ile kadınların çoğunluğu aşırı kanama, pelvik ağrı ve baskı gibi can sıkıcı semptomlardan kurtulurlar. Ancak myomektomi myomlar için köklü bir çözüm değildir. Yeni myomlar gelişebilir ve tedavi gerektirebilirler.Hamile kalmayı planlayan bir kadın myomektomi sonrası yaklaşık 1 sene içerisinde hamile kalabilir. Ancak operasyondan sonra en az 3 ay hamile kalmamak için korunmalıdır.

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015 53


GEBELİK

TARAMA VE TANI TESTİ İLE BEBEĞİNİZİN RİSK ALTINDA OLUP OLMADIĞINI ÖĞRENMEK ARTIK MÜMKÜN

Prof. Dr. Cansun Demir TJOD Başkanı Adana Acıbadem Hastanesi Kadın Hastalıkları-Doğum ve Perinatoloji Uzmanı

Anne karnındaki bebeğin (fetusun) bazı hastalıklar için risk altında olup olmadığının değerlendirildiği çeşitli testler bulunmaktadır. Down sendromu (mongolluk) başta olmak üzere kromozom hastalıkları için tarama testleri yapılmaktadır. İlk üç aylık dönemde (birinci trimester) 11-14 haftalık fetusun ense kalınlığı ultrasonografi yardımı ile ölçülmekte ayrıca anneden alınan kan ile birleştirilerek kombine test veya 1. Trimester tarama testi denilen test yapılmaktadır. Bu testte Down sendromu ve Trizomi 13 ve 18

için risk artışı olup olmadığına bakılmaktadır. Eğer ilk üç ay testi yapılmadı ise, ya da hasta daha sonraki dönemde geldiyse 16-18 haftalarda ikinci üç ay tarama testleri (2. Trimester tarama testi) olan üçlü test veya dörtlü test yapılmaktadır. Bu testler, Down sendromu ve trizomi 13-18 için risk artışının dışında, Nöral Tüp defekti (bel kemiğinde açıklık) için de risk artışı var mı bunu da göstermektedir.

rekirse kordosentez (bebeğin göbek kordonundan kan alma) işlemi yapılmaktadır.

ANNE KARNINDAKİ BEBEĞİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE TARAMA TESTLERİNDEKİ YENİLİKLER

Burada amniosentezde fetustan amniotik sıvıya dökülen cilt hücreleri, CVS’de fetusun plasentasından alınan örnekler, kordosentezde ise fetusun kanı; kültüre edilmekte ve yaklaşık 20 gün sonra fetusun karyotipi yani kromozom yapısı kesin olarak belirlenmektedir. Bu işlemler invaziv işlemlerdir. Yani anne karnına iğne batırılması ile yapılan işlemlerdir. Amniosentez için % 0.5, CVS için %1 ve kordosentez için %3 civarında gebelik kaybı riski vardır. Bu işlemlerin anneye riski çok nadirdir.

Tarama testleri adı üstünde tarama için olup, 1. veya 2. Trimester’de risk artışı saptanırsa kesin tanı yöntemlerinin uygulanması gerekmektedir. İlk üç ayda kombine testte risk artışı saptanırsa kesin tanı için Koryonik Villüs Örneklemesi (CVS) denilen fetusun plasentasından örnek alma işlemi uygulanır. 16-20 haftalarda üçlü test veya dörtlü testte risk artışı saptanırsa amniosentez denilen fetusun içinde yaşadığı amniotik sıvıdan örnek alma işlemi yapılır. Eğer gebeliğin 20. haftasından sonra kesin tanı yöntemi ge-

54 POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

Perinatoloji uzmanı veya bu işlemler konusunda deneyimli kadın hastalıkları ve doğum uzmanının aldığı örnekler genetik laboratuvarına gönderilmektedir. ANNEYE RİSKİ YOK DENECEK KADAR AZ

DAHA ETKİLİ Bİ YÖNTEM BELİRLENEBİLİR Mİ? Tarama testlerinin sonrasında yapılan


invaziv işlemlerin az da olsa (% 0.51 civarında) fetus kaybı riski taşıması, annede anksiyete nedeni olması (iğne korkusu vs) nedeniyle tarama testlerinde daha etkili bir yöntem belirlenebilir mi? diye araştırmalar yapılmıştır. Bu arada önceleri anne kanından fetal hücreler elde edilmesine çalışıldı ama bu konuda bazı sıkıntılar görüldü. Sonrasında anne kanından fetusa ait hücreden bağımsız DNA parçaları (cell free DNA) saptandı. Bunlar bebeğin kromozom yapısını gösterebiliyordu. Anneden 10. Gebelik haftasından sonra alınan kanda fetal DNA incelenmesi ile Down sendromu, Trizomi 13 ve 18 için risk artışı olup olmadığı izlenebiliyor. Bu testler diğer tarama testlerine oranla çok daha yüksek oranlarda (% 99.99 gibi) risk artışını gösterebilmektedir. Böylece tarama testlerinde % 60-95 arasında olan risk saptama oranı çok daha yüksek oranlara çıkmakta ve gereksiz invaziv test oranı azalmaktadır. Ama unutulmamalıdır ki bu testler de tarama testidir. Kesin olarak kromozom anomalisini göstermez. Ayrıca şu anda alınan kanlar yurtdışı laboratuvarlara gönderildiği için yüksek maliyet taşımaktadır. Ama yakında ülkemizde de bu testler yapılmaya başlanır ise maliyet azalacaktır. Gelecekte anneden alınan kanla belki de genetik olarak tüm hastalıkların saptanması mümkün olacaktır. Şimdiki teknolojiyle anne karnındaki fetusun değerlendirilmesi için kullanılan testler neticesinde fetustaki her hastalığın kesin tanısını koymak mümkün değildir. TEKRARLAYAN GEBELİK KAYIPLARI KRONİK SİSTEMİK HASTALIKLARLA DA İLİŞKİLİ OLABİLİR Tekrarlayan gebelik kayıplarında gebeliğin 20. haftasından önce üç veya daha fazla kendiliğinden düşük (abortus) olmasıdır. Çiftlerin yaklaşık %1-2 ‘sinde bu sorun vardır. Sebep olarak rahimle ilgili anormallikler ya da pıhtılaşma bozuklukları bulunabileceği gibi %50 sinde sebep bulunamaz. Nedeni, genellikle genetik bozukluklar ve embriyo oluşumundaki problemlerden kaynaklanır. Ayrıca cinsel yolla bulaşan hastalıklar, hipotiroidizm, hormonal bozukluklar, sistemik lupus eritematozis, böbrek hastalığı, uterus anomalileri, servikal yetmezlik, bazı enfeksiyonlar gibi kronik sistemik hastalıklarla da ilişkili olabilir.

Sadece 1 düşük birçok kadında görülen bir olay olduğu için düşük nedenini araştırmak için 2 ya da 3 düşük yapan kişiler değerlendirilir. Kadında daha önce geçirilmiş düşük sayısı arttıkça tekrar düşük yapma riski artmaktadır:

1 düşük sonrası tekrar düşük yapma riski % 15 iken bu risk 2 düşük sonrası % 24’e 3 düşük sonrası % 30’a 4 düşük sonrası ise % 40-50’ye yükselmektedir.

K SIRADA İL A D IN R A IPL ANNE KAY ALAR GELİYOR KANAM

r da kanamala ın s ra a ri le p e rinin seb e sepsis Anne ölümle eliyor. Diğer nedenler is lenmesi), ir g ilk sırada eklampsi (gebelik zeh dan n (enfeksiyon),nestezi komplikasyonları a li, embo iliyor. kaynaklanab ları, anemi ve kazalar lık ta ilir. et, kalp has Ayrıca; diyab edenler arasında sayılab da n

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

55


TÜP BEBEK

İLERİ YAŞTA VE YUMURTALIK REZERVİ DÜŞÜK KADINLARA ÖZEL TEDAVİ

“Mini Tüp Bebek’’ murta geliştirme yöntemidir.

Prof. Dr. Erol Tavmergen Ege Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum ABD Öğr.Üy. Ege Üniversitesi Aile Planlaması – İnfertilite Araştırma ve Uygulama Merkezi Bilimsel Direktörü Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Erol Tavmergen, ileri yaşta ve yumurtalık rezervi düşük anne adaylarına özel tedavi olan “Mini Tüp Bebek” tedavisini anlattı. “Mini İVF ya da mini tüp bebek tedavisi daha düşük dozda ilaç kullanılarak daha az sayıda ancak daha kaliteli yumurta geliştirilmesi mantığına dayanıyor. Daha düşük doz ilaç kullanarak geliştirilen yumurtaların alındıktan sonra yine mikroenjeksiyon tekniği ile döllenme sağlanıyor. Döllenme sonrasında oluşan embriyoların tutunma olasılığının daha yüksek olduğu düşünülerek hastaya transfer edilir. Aslında tedavide farklı olan yu-

Bu yöntem yüksek doz ilaç kullanılmasına rağmen fazla sayıda yumurta elde edilemeyen ve kaliteli embriyo gelişmeyen bayanlarda tercih ediliyor. Özellikle ileri yaştaki ve yumurtalık rezervi azalan bayanlarda mini-ivf tedavisinin başarı oranlarının diğer klasik tedavilerden daha az değildir. İleri yaşta ve yumurtalık rezervi düşük hastalarda çok yüksek doz ilaç kullanmanın yumurta kalitesini düşürüyor. Mini tüp bebek tedavisinde ise hastanın kendi hormonları ve düşük doz ilaçlarla yumurtaların gelişmesi hedefleniyor.” İNFERTİLİTEDE FSH HORMON DÜZEYİ ÖNEMLİ Yaş ilerledikçe yumurtalık rezervi azalıyor ve FSH hormonu yükseliyor. Özellikle 35 yaşından sonra FSH hormonunda yavaş yavaş yükselme izleniyor.40 yaşından sonra bu yükseliş hızlanıyor. Yaş ilerledikçe yumurtalık rezervi azalıyor ve FSH hormonu yükseliyor. Özellikle 35 yaşından sonra FSH hormonunda yavaş yavaş yükselme izleniyor. 40 yaşından sonra bu yükseliş hızlanıyor.Yaş ilerlemesi dışında yumurtalıkların birinin veya bir kısmının ameliyatla alınması veya kist ameliyatlarında yumurtalığın hasar görmesi gibi durumların da FSH artışına yol açıyor. Anne adayları FSH hormonu yüksek olsa bile normal adet görmeleri halinde “mini tüp bebek” uygulamasından yararlanabilirler.

56 POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

AİLELERİ EKONOMİK OLARAK DA RAHATLATIYOR Tedavide genellikle diğer klasik tedaviler gibi adetin 3. günü klomifen gibi ilaçlar kullanılır ve vücudun kendi FSH hormonunun yükselmesi ve yumurtaların uyarılmaya başlaması beklenir. Yaklaşık 4-5 günlük bir tedaviden sonra genellikle yumurtalar 10 mm ve daha büyük boyutlara varırlar. Tedaviye ara verilmeden FSH v/veya Lh hormonuyla devam edilir. Yaklaşık olarak 2-4 günlük bir tedavi sürecinden sonra yumurtalar toplanmaya hazır hale gelir. MALİYETİ DÜŞÜK Tüp bebek tedavisinde yüksek doz ilaç kullanımı nedeniyle artan ilaç masrafları mini tüp bebek uygulamasında söz konusu değil. Yüksek tedavi masraflarının çiftleri tüp bebek denemelerini yarıda bırakmalarına neden olabiliyor. Mini tüp bebek uygulaması ekonomik olarak da aileleri rahatlatıyor.


GEBELİK VE RUH SAĞLIĞI

HAMİLELİK, PANİK ATAĞI TETİKLEYEBİLİYOR

P

anik atak sıkıntısı yaşamış kadınlarda hamileliğin yoğun süreci panik atakları tetikleyebiliyor. Uzman Psikolog Sibel Deniz Toledo, bu durumun anne adayında “bebeğime zarar mı veriyorum” sorusunu doğurarak, panik ve endişesini arttırabileceğine dikkat çekti. Toledo, "Bu kısır döngü anne adayı için çok büyük sıkıntılara sebep olabilir. Hamileliğinin tadını çıkarmasını engelleyebilir. Oysa hamilelik bir anne için tekrarı olmayacak çok özel bir zaman dilimidir. Üstelik panik atak doğum korkusunu da tetikleyecek ve anne adayını doğum yolculuğunda zora sokacaktır. Panik atak temelde bir anksiyete bozukluğudur. Kişi atak sırasında kalp çarpıntısı, baş dönmesi, nefes darlığı gibi semptomlar yaşayarak kalp krizi geçireceği, öleceği, düşüp bayılacağı, delireceği, kontrolünü kaybedeceği korkusunu çok yoğun olarak hissetmektedir. Hamilelikte bir de buna bebeğime bir şey olacak, bebeğime zarar vereceğim, ya bebeğime kötü bir şey olursa korkusu eklenmektedir. Anne adayı müthiş bir suçluluk duyabilmektedir” dedi. Toledo, panik atak yaşayan anne adaylarının huzurlu bir hamilelik geçirmek için yapması gerekenleri şöyle sıraladı:

1.

Hamilelikleri süresince kendinize iyi gelen, sevdiğiniz şeyleri yapmaya çok daha fazla vakit ayırın. Zihninizi ne kadar çok pozitif şeylerle meşgul ederseniz negatif şeylere o kadar az yer kalacaktır. Bebeğinizi sağlıkla kucağınıza alıp kokusunu içinize çekeceğiniz anları gözünüzün önünde bol bol canlandırın. Bebeğinizle konuşun.

2.

Mutlaka nefes ve gevşeme tekniklerini öğrenin ve bol bol uygulayın. Yavaş nefes almak ve aldığından daha yavaş nefesini boşaltmak paniği kontrol etmekte oldukça yardımcı olmaktadır. Burada izlenebilecek en pratik yol nefese odaklanmak ve örneğin nefes alırken 5’e kadar sayıp verirken 10’ a kadar saymak yani aldığının iki katı sürede nefesi boşaltmaktır.

3.

Kendinize kaygı yaratacak uyaranlardan mümkün olduğunca uzak durmaya çalışın Çok fazla negatif uyarana maruz kalmak korteksi uyaracak ve kendisinde endişeye yol açacaktır.

4.

Panik atağın doğasını kişi kavradığında çözüme giden ilk adım atılmış demektir. Bu noktada bir uzmandan destek almak faydalı olabilir.

5.

Mümkün olduğunca negatif doğum hikayelerinden uzak durun. Anneler, teyzeler, komşu teyzeler, anneneler, yakın arkadaşlar ve ya uzaktan tanıdık biri bile olsa anne adayını kutladıktan sonra genelde bir şekilde kendi doğum hikayelerini anlatmaya bayılırlar. Maalesef ki bu hikayeler genelde negatif ve içinde korkutucu olabilecek sahneler barındıran hikayelerdir. Bu da anne adayını hele bir de panik atak sorunu ile mücadele ediyorsa oldukça negatif yönde etkileyebilmektedir. O yüzde şu cümleyi slogan edininin: “Yalnızca pozitif doğum hikayeleri lütfen! Bebeğim dinliyor”

Sibel Deniz Toledo Uzman Psikolog

6.

Doğru ve yeterli bilgi kesinlikle korkunun panzehiridir. Eğer doğurmaktan korkuyor ve bu korkuya dayalı bir panik atak yaşıyorsanız mutlaka doğum hakkında doğru ve yeterli bilgiye ulaşın. Bunun en güzel ve efektif yolu ise eşiniz ile birlikte bir Doğuma Hazırlık Kursuna katılmak olacaktır.

7.

Panik atağa başında müdahale etmek şiddeti en tepe noktaya ulaşmışken müdahale etmekten çok daha kolaydır. Bu bakımdan panik başladığı zaman geçer diye kafada kurup bedendeki semptomları dinlemek yerine odağı başka yere çevirmek, derin ve sakin nefesler almak, belki yanına birini alıp açık havaya çıkıp biraz yürümek, yakınına anında söyleyip destek istemek, rahatlatıcı müzikler dinlemek yardımcı olacaktır.

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015 57


ÜROLOJİ

ÖNCE SÜNNET SONRA TATİL Okulların tatile girmesiyle birçok çocuğumuz “önce sünnet sonra tatil” heyecanı yaşayacak

Dr. Eren Soner Tekin Üroloji Uzmanı Çamlıca Medicana Hastanesi

U

zmanlar, toplumumuzda dini ve sosyal temelleri olan sünnetin, psikolojik ve tıbbi boyutlarının altını önemle çiziyor. Sünnet olan çocuklarımızın güvenli sağlık hizmeti alma hakkına sahip birer birey olduklarını unutmamak gerektiğini belirtiyor. Uygun olmayan koşullarda yapılan sünnet, hasta hakkı ihlaline giriyor. Çamlıca Medicana Hastanesi Üroloji Uzmanı Op. Dr. Eren Soner Tekin sünnet hakkında bilgiler verdi. “Sünnet toplumumuzda dini, sosyal, psikolojik ve tıbbi boyutları olan önemli bir olgu. Biz bu olguya hem cerrahi hem de psikolojik açıdan yaklaşıyoruz. Bu yaklaşımda iki unsur son derece önemlidir. Birincisi, sünnet yapılacak delikanlı kaç yaşında olursa olsun “hakları” olan bir birey olması, ikincisi de sünnet işleminin vücuttan “kanlı canlı” bir doku parçasının uzaklaştırılması işlemi olmasıdır. Bu iki unsur sünnet adayı “delikanlıyı” bir anlamda her türlü hakka sahip bir “hastaya” dönüştürmektedir. SÜNNET MUTLAKA BİR SAĞLIK KURULUŞUNA YAPTIRILMALIDIR Sünnetin mutlaka bir sağlık kuruluşunda, uygun mikropsuz ortam, alet edevat sağlanarak, çocuğun mahremiyet hakkına saygı göstererek, uygun ağrı kesici/sakinleştirici/rahatlatıcı ilaçlar kullanılarak, uygun cerrahi teknik kullanılarak, uygun cerrahi materyal kullanılarak gerçekleştirilmesi gerekir. Evde yapılan sünnet, sünnet salonunda yapılan sünnet, toplu olarak yapılan sünnetler, çocuğun kollarından bacaklarından çe-

kiştirildiği sünnetler son derece yanlış uygulamalar. SÜNNET CERRAHİ BİR MÜDAHALE VE MUTLAKA BİR UZMAN TARAFINDAN YAPILMALI Her ne kadar ülkemiz koşulları göz önüne alındığında tüm sünnetlerin hekimler tarafından yapılmasının olanaksız olduğu ortaya çıksa da, başta belirttiğimiz nedenlerden dolayı sünnet işlemi bir cerrahi işlemdir ve bir insana kimlerin cerrahi müdahale yapabileceği de çok açık olarak bellidir. KİMLER SÜNNET EDİLMEMELİDİR? Halk arasında “peygamber sünneti” denilen, bizim “hipospadias” olarak adlandırdığımız durumda idrar deliği penisin ucuna değil, altına açılır, çoğunlukla penis alt yüzünde sünnet derisi oluşmamıştır. Bu tür çocuklar bir çocuk cerrahisi uzmanı tarafından takip edilmeli, uygun zamanda ameliyatları yapılmalıdır. Ameliyatta mevcut sünnet derisi de kullanıldığından bu tür doğuştan gelen yapısal bozuklukları olan çocuklar kesinlikle sünnet ettirilmemelidir. Bu ameliyatlar başarıyla tamamlandığında çocuğun penisi normal sünnetli bir penis görünümü alacaktır.Bunun dışında kanama bozuklukları olan, eşlik eden tıbbi sorunları olan çocuklar da detaylı bir tıbbi incelemenin ve hazırlığın ardından sünnetlerine karar verilmelidir.

58 POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

SÜNNET İŞLEMİNİN YAN ETKİLERİ NELERDİR? Sünnet cerrahi bir işlem ve tüm cerrahi işlemlerden sonra görülebilecek komplikasyonlar sünnetten sonra da görülebilir. Sünnetten hemen sonra ortaya çıkabilecek komplikasyonlar; kanama, yara yerinde enfeksiyon, ödem, idrar yapma güçlüğü ve penis ucunun sünnetle birlikte kesilmesidir. Geç dönemde ortaya çıkanlar ise “meatal stenoz” denilen idrar deliğinin daralması ki özellikle çok erken yaşlarda yapılan sünnetlerden sonra ortaya çıkması, sünnet derisinin az veya fazla kesilmesi (genellikle fazla kesilmesi daha büyük sorun yaratır), asimetrik görünüm, idrar yoluna zarar verilmesi olarak sayılabilmektedir. SÜNNETİN TIBBİ YARARLARI aFimozis adı verilen penis ucunda darlık oluşumunu önler. aFimozisi tedavi eder. aBalanopostit adı verilen sünnet derisinin ve penis başının iltihabını önler. aPenis kanseri riskini ciddi olarak azaltır. aSünnetli kişinin eşinde rahim ağzı kanseri riski azalmaktadır. aAİDS ve benzeri cinsel yolla bulaşan hastalıkların görülme sıklığını azaltır. aBir yaş altındaki erkek çocuklarda idrar yolu enfeksiyonu görülme sıklığını on kat azaltır


MANUEL TIP

AĞRILARINIZ EL YORDAMI İLE SON BULABİLİR Manuel terapi, omurga ve ekstremite eklemlerindeki ağrı ve fonksiyon bozuklukların tedavisinin bilinçli olarak el ile yapılması olarak tanımlanır. Bir fizik tedavi uzmanı ve özel eğitimli doktor tarafından uygulanan bu yöntem dünyada oldukça yaygın olarak kullanılan ve operasyona gerek kalmadan (en ileri seviye hariç) tüm olası fıtık (disk herniasyonları) bulgularını ortadan kaldıran en etkili yöntemdir. Omurga, kas ve eklemlerde oluşan ağrı ve fonksiyon bozuklukları sadece elle yapılan bazı özel manevra ve hareketler uygulanarak tedavi edilir. Manuel terapinin uygulama teknikleri eklemlere veya ilişkide bulunan yumuşak dokulara yapılan ve el becerisi gerektiren pasif hareketlerdir. Basit bir manuel terapi tekniği ile geçebilecek rahatsızlıklar için bazen hastalara çok sayıda tetkik ve tedavi yöntemi uygulanmaktadır. Oysa manuel terapi ile rahatsızlığın nedeni uzman doktor tarafından anatomik, biyomekanik ve nörofizyolojik olarak değerlendirilip belirlendikten sonra direkt olarak sorunun kaynağına müdahale edilebilmektedir.

MANUEL TIP HIZLI VE GÜVENİLİR BİR TEDAVİ YÖNTEMİ Bu tedavide vücut biyomekaniği bir bütün olarak ele alınıp, özel teknik ve testlerle sorunun kaynağı manuel olarak araştırıp teşhis edilir ve tedavisi o an uygulanabilir. Tedavinin yarısı sorunu tespit etmektir ki bazı durumlarda tedavi bile gerekmeyebilir. Uzman doktorlar, hastalıklı bölgeye elleriyle birtakım bastırma, germe, döndürme gibi manevralar, teknikler uygulayarak tedavi yapar. Hafif vakalarda 2-4, orta vakalarda 5-6, ileri vakalar da ise 8-10 seans uygulanmaktadır. ALTERNATİF TIP DEĞİL Bu tedavinin masaj ile ilgisi yoktur. Klasik bir tıp tedavisidir, alternatif tıp değildir. Dünyada çok yaygın olarak kullanılan manuel terapi, Sağlık Bakanlığı ve Tabipler Odası’nın tedavi hizmetleri listesinde bulunmasına rağmen ülkemizde az sayıda manuel terapi doktoru bulunmaktadır.

Dr. Metin Mutlu Manuel Tıp ve Tedavi Uzmanı Memorial Wellness

davi Manuel Terapi İle Te Edilen Hastalıklar

ve Ağrıları, aOmurga Problemleri Problemruş Du a Boyun Bel Fıtığı, ıtlıkları vs. kıs et rek Ha a leri, Omurgad kilozan (An ar aRomatizmal Hastalıkl romiFib rit, Art d Spondilit, Romatoi yalji vs.) mleri ve aYumuşak Doku Proble arı, Dotıkl Yır on nd Te Ağrıları (Kas ve inlikler vs.) kularda Sertleşme -Gerg bilitasyon ha Re a Ameliyat Sonrası u Zedeok (D ı lar ma an a Spor Yaral vs.) ı as lenmesi, Kas Yırtılm Oluşan sı nra So res a Baş Ağrısı (St erine ml ble Pro n yu Bo rı, Baş Ağrıla ) vs. r rıla Eşlik Eden Ağ Ağrılar a Aşırı Stres İle Gelen a Gelen an yd Me İle i es lem İler aYaş eği vs.) Bil ak Ay Eklem (Diz, Omuz, Sorunları

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

59


HABER mevlerinde yaşayan yaşlıların yüzde 60'ı yetersiz beslenme riski altında. Yetersiz beslenme, yani malnütrisyon hastalıklara, hastalıklar ise malnütrisyona neden olarak bir kısır döngü oluşturuyor. Başta yatan hastalar ve özellikle yoğun bakım hastaları olmak üzere, sağlıklı kişilerde dahi malnütrisyon, hem hastalıklara hem hasta olanların tedavisinin uzamasına neden oluyor, komplikasyonları artırıyor. Bu durumda ise sağlık harcamaları artıyor. Buna yönelik olarak, malnütrisyona farkındalığı artırmak için başlatılan “Herkes İçin Yeterli Beslenme (ONCA)” kampanyası ile birlikte, hastalıkla ilişkili yetersiz beslenmenin önüne geçilmesi hedefleniyor. ONCA projesinin, yetersiz beslenme konusuna dikkat çekmek için çok önemli bir başlangıç olduğunu söyleyen KEPAN Başkanı Prof. Dr. Mehmet Uyar, bu konuda hem kamu otoritesinin hem de uzmanlık derneklerinin desteğiyle başlatılan kampanya detayları hakkında bilgi verdi. YETERSİZ BESLENMEYE BAĞLI SAĞLIK YÜKÜNÜN MALİYETİ OLDUKÇA FAZLA Prof. Dr. Mehmet Uyar, “Yetersiz beslenen hastaların hastalıkları daha ağır seyreder ve komplikasyonlar daha fazladır. Bu sebeple hastanede daha uzun süre yatarlar ve hasta bakım maliyetleri artar. Avrupa’da yetersiz beslenmeye bağlı bir yıllık sağlık yükünün 171 milyar avro olduğu ortaya konmuştur. Bu büyük maliyet Avrupa’da hükümetleri harekete geçirdi. Kampanyanın nihai hedefi, Türkiye’de hastaneye yatırılan tüm hastaların yatış aşamasında beslenme durumlarının taramadan geçirilmesi, hastalıkla ilişkili yetersiz beslenme riski olanların saptanması ve durumu riskli olanların uygun tedaviye yönlendirilmesidir.” dedi.

HERKES İÇİN YETERLİ BESLENME Beslenme yetersizliği özellikle hastanede yatan hastaları ve bakımevlerinde kalan yaşlıları tehdit ediyor. Hastalıkla ilişkili yetersiz beslenmenin Avrupa Birliği bütçesine yılda 171 milyar avro yük getirdiği belirtiliyor. Klinik Enteral ve Parenteral Nütrisyon (KEPAN) Derneği, malnütrisyona dikkat çekmek amacıyla, hem kamu otoritesi olarak Sağlık Bakanlığı ve Sosyal Güvenlik Kurumunun hem de uzmanlık derneklerinin katılımıyla “Herkes İçin Yeterli Beslenme [Optimal Nutritional Care For All, (ONCA)]” kampanyası başlattı.

ONCA (Optimal Nutritional Care For All) Avrupa çapında başlatılan bu proje ile hastalıkla ilişkili yetersiz beslenme riskini ortaya koymak ve riskli hastaları tedaviye yönlendirerek hem hasta tedavisinde mortalite ve morbiditenin azaltılması hem de sağlık harcamalarının azaltılması hedefleniyor. Beslenme yetersizliği özellikle hastanede yatan hastaları ve bakımevlerinde kalan yaşlıları tehdit ediyor. Avrupa Birliği verilerine göre, toplumdaki normal bireylerin yüzde 5 ile 15'i, hastaneye yatan hastaların yüzde 30 ile 40'ı ve bakı-

60 POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

KİLO KAYBI OLMADAN DA MALNÜTRİSYON GELİŞEBİLİR Yetersiz beslenmenin bazı durumlarda tespitinin zor olduğunu da vurgulayan Prof. Dr. Mehmet Uyar, hastada kilo kaybı olmadan da malnütrisyonun gelişebildiğini, bunun ise kas kitlesindeki erime ve vücudun protein dokusundaki azalma ile birlikte iç organ fonksiyonlarında bozulmaya yol açtığının altını çizdi. YİRMİ DOKUZ HASTANEDE BAŞLATILACAK Kamu Hastaneleri Birlikleri Başkan Yardımcısı Dr. Merve Akın ise Türkiye çapında öncelikle pilot olarak 29 kamu hastanesinde yetersiz beslenmeyi saptamak amacıyla bir proje başlattıklarını ve daha sonra da bunun tüm hastanelere yaygınlaştırılmasının hedeflendiğini


MALNÜTRİSYON Y

etersiz beslenen hastaların hastalıkları daha ağır seyreder, komplikasyon riski fazladır. Bu sebeple hastanede daha uzun süre yatarlar ve daha uzun süre tedavi almak zorunda kalırlar. Bu nedenle hasta bakım maliyetleri artar. Bunun için her hastada beslenme durumu mutlaka değerlendirilmeli ve beslenme yetersizliği açısından tarama tıbbi değerlendirmenin bir parçası olmalıdır. Beslenme yetersizliğinin taranması için iştahsızlık, kilo kaybı ve eşlik eden hastalıkların sorulduğu basit testler kullanılabilir.

NEDEN ÖNEMLİDİR?

TÜRKİYE’DE BUGÜNE KADAR NELER YAPILDI? Türkiye’de gerekli koordinasyonu yapması için görevlendirilen KEPAN ile birlikte Akademik Geriatri Derneği, Türk Diyetisyenler Derneği, Türk Pediatri Derneği, Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu (THSK), Sağlık Bakanlığı Sağlıkta Kalite ve Akreditasyon Dairesi ve Sosyal Güvenlik Kurumu yetkililerinin katıldığı toplantılar yapıldı. Brüksel’de yapılan Avrupa koordinasyon toplantısına katılım sağlandı. Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu kendi hastanelerinde kampanyaya ait adımları atmaya başladı. THSK de kendi içinde organizasyona başladı. Sağlık Bakanlığı da “Sağlıkta Kalite Sistemi” denilen denetleme ve akreditasyon sisteminin yeni versiyonuna kampanyadaki hedeflere uygun maddeler ekleme sürecine başladı ve taslak şeklini KEPAN Derneğine göndermiş durumda.

açıkladı. Hâlen kamu hastanelerinde verimlilik değerlendirmelerinin yapıldığını hatırlatan Dr. Merve Akın, bazı kamu hastanelerinde beslenme yetersizliklerini tespit etmeye yönelik taramaların başladığını belirtti.

lıçturgay ise hekim olarak hastanın beslenme durumuyla yeterince ilgilenilmediğini belirtirken, 1930’lu yıllarda kilo kaybı olan hastaların ameliyatlarda mortalitesinin daha çok arttığına yönelik yayınlar olduğuna dikkat çekti.

NÜTRİSYON TİMLERİ KURULACAK

TARAMA TESTLERİ YAPILACAK

Hastaların kilo kaybettiklerinde bunu çok rahat ifade ettiklerini de belirten Kılıçturgay, bu durumun sıra dışı bir durum olduğunu, bunu hastaların da fark etmesinin önemli olduğunu, hastaların kilo kaybetmeden aldığı ilaç etkinliği ile kilo kaybıyla aldıkları ilacın etkinliklerinin farklı olduğunu söyledi.

Nütrisyon timleri hekim, diyetisyen, klinik eczacı ve hemşirelerden oluşuyor. Bu timlerin kurulmasıyla birlikte başta yoğun bakımdaki hastalar olmak üzere klinik gidişi doğrudan etkileyen önlemler alınabilecek, böylece hastanelerin giderleri de azaltılabilecek.

Malnütrisyonu tespit etmek için NRS 2002 gibi skorlama sistemleri bulunuyor. Tarama testleri sadece hekimin değil, diğer sağlık çalışanlarının da yapabileceği kolaylıkta testlerden oluşuyor. Türkiye Halk Sağlığı Kurumunun da destek vereceği kampanyada, projeye, evde sağlık hizmeti sunan aile hekimleri ve Kanser Erken Teşhis Tarama ve Eğitim Merkezleri de dâhil olacak.

Halen bazı hastanelerde görev yapan “nütrisyon timleri”, yatan hastalarda beslenme yetersizliklerini ölçüyor.

YETERSİZ BESLENME KONUSUNDA UZMAN EKİPLER İŞBAŞINDA OLACAK Hacettepe Üniversitesi İç Hastalıkları A.D. Geriatri Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Meltem Halil kronik hastalıkları olanlarda, kanser hastalarında, yaşlılarda, çoklu tramva yaşayanlarda ve büyük ameliyat geçirenlerde yetersiz beslenme riskinin arttığını söyledi. Halil "Yetersiz beslenme konusunda uzman ekipler işbaşında olacak. Rahatsızlığı için herhangi bir bölüme başvuranlara, doktor kısa sorular yönlendirecek. Sonrasında elde edilen verilere göre doktor, hastanın yetersiz beslenme riski altında olduğunu saptarsa hastane bünyesindeki yetersiz beslenme biriminden destek isteyecek ve anında tedavi aşamasına geçilecek. Ekip içerisinde bir uzman hekim, diyetisyen, hemşire ve klinik eczacı yer alacak" dedi. MALNÜTRİSYON TEDAVİYİ DOĞRUDAN ETKİLİYOR KEPAN 2. Başkanı Prof. Dr. Sadık Kı-

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

61


DERNEKLER

‘HAYATA RENK VER’ENLERİN HİKAYESİ... Siz hiç kendi kendine iyileşen bir pamuk prenses masalı dinlediniz mi?

Duygu Başak Gürtekin Hayata Renk Ver Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Genel Sekreteri /Psikolog

S

iz hiç kendi kendine iyileşen bir pamuk prenses masalı dinlediniz mi? Hiç kendi kendine prens olabilen kurbağa? Ya da sihir olmadan uykusundan uyanabilen prenses? Sizlere hiç bir masal kahramanına benzemeyen, kendi hikayelerinin kahramanları olmak için çaba gösteren çocuklarımızın öykülerinden bahsetmek istiyoruz. Bu öykülerin baş rolünde olan genç kahramanlar; her defasında sorunlarıyla kendileri başa çıkmaya çalışan, ne bir prens öpücüğünün, ne bal kabağı perisinin ne de iyi yürekli avcıların yardımı olmaksızın hastalıklarıyla başa çıkmak için çabalayan, kimi zaman kabullenip barışan, kimi zaman bu mücadelenin içinde yorulan ama hep öykülerine güzel sonlar yazmaya çalışan genç kahramanlar. Hayata Renk Ver Derneği, 2012 yılında bir sivil insiyatif olarak kurulmuş ve dernek kurucu başkanı eğitimci Melek Okur İleri’nin önderliğinde 2013 senesinin Mart ayında resmi dernekleşme sürecini tamamlayarak sağlık alanında çalışmalarına başlamıştır. Hayata Renk

Ver Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Genel Sekreteri Psikolog Duygu Başak Gürtekin, Hayata Renk Ver Derneği çalışmalarını ve gelecek projelerini anlattı.

çocukları daha iyi tanımamızı sağladı. Hastane yataklarında onları ziyaret ettiğimizde sadece yatan hastalar değil çocukları görmüştük.

“Hayata Renk Ver Derneği olarak hedefimiz kronik hastalıklar sebebiyle hastanede yatan ve uzun süreli tedavi gören tüm çocuklara psiko-sosyal destek sağlamak amacıyla projeler geliştirmek. Bu doğrultuda öncelikle çocukluk çağı kanseri, astım gibi kronik hastalıklara dair toplumsal farkındalığı ölçmek amacıyla bir anket çalışması başlattık. Şu ana kadar 483 kişinin katıldığı ankette, katılımcıların %80’i üniversite mezunu olmasına rağmen, medikal maske takan kanserli çocukların, bu maskeyi hastalık bulaştırmamak için taktıklarını sanıyor ya da hastalık bulaştırmadıklarını bildikleri halde uzak durmayı tercih ettiklerini belirtiyorlardı. Bu sonuç toplumumuzun kanser ve diğer uzun süreli hastalıklar konusunda bilinçsiz ve önyargılı olduğununun acı bir göstergesidir. Zaten çok zorlu tıbbi süreçlerle mücadele eden hasta çocuklar, toplum tarafından da bu gibi olumsuz tepkiler aldıkça, ciddi psikolojik travmalara sürüklenebiliyorlar.

RENKLİ UMUTLAR PROJESİ

Bu veriler ışığında hem anket sonuçlarından, hem hastanelerde gerçekleşen odak grup görüşmelerimizden hem de akademik çalışmalardan edindiğimiz bilgileri referans alarak pilot uygulamalar içeren projelerimizi başlattık. Projelerimizi oluştururken öncelikle uzun süre tedavi gören çocukların ihtiyaçlarını değerlendirmeye çalıştık. Bu süreç bizim

62 POPÜLER SAĞLIK MAYIS HAZİRAN 2015

İlk olarak, Renkli Umutlar projemizin oluşma sürecinde Nil Saatçi ‘renkli maske yaratmak’ fikriyle bizler için büyük ilham kaynağı oldu. Maske takmak zorunda olan çocukların ve gençlerin hastalık imgesinden uzaklaşmalarını, maskeleri severek, isteyerek kullanmalarını sağlamak ve konu ile ilgili insanları bilinçlendirmek amacıyla Renkli Umutlar projesi başladı. Küçük çocukların/gençlerin; enfeksiyon kapmamak için taktıkları -hastalığı çağrıştıran- beyaz ya da yeşil koruyucu maskeleri renklendirerek onların psikolojik yüklerini azaltmak, maskeleri renkli ve desenli hale getirerek hayatlarına renk vermek ilk hedefimizdi. Başak Bayraktar ve Ayşegül Gökmener’in de desteğiyle Instagram üzerinden yürütülmekte olan bir maske tasarım yarışması, gönüllülerimizle gerçekleştirdiğimiz çocuk şenlikleri ve Seksenler Dizisinin oyuncularının bizlere destek vererek yer aldığı bir kamu spotu oluşturuldu. Derneğimizin projelerine ilk günden bu yana yürekten inanan tüm gönüllülerimizin büyük desteğiyle Hayata Renk Ver ailesinin nihai amacı 100 bin renkli ve desenli medikal maskenin üretimini sağlayarak, maskeleri ilgili hastanelerin onkoloji servislerine ücretsiz olarak dağıtabilmek.


SOSDES PSİKO-SOSYAL DESTEK PROJESİ Yapılan araştırmalarda psiko-sosyal desteğin; duygusal, ilişkisel, eşlik etme ve araçsal desteğin bütünleştiği noktada gerçekleştiği ve çocukların hastalık süreçleri ile başa çıkmada, kendilerine yardımcı olabilecek kaynakların sağlanmasının iyileşme sürecine doğrudan etki ettiği gözlemlenmiştir. Bu referans noktasından yola çıkarak Hayata Renk Ver Derneği olarak çocukların yaşadıkları hastane ortamıyla bütünleşmelerinin, bulundukları durumu olumlu yönde algılamalarına yardımcı olabileceğine ve onların yaşam kalitelerini desteklemenin hem hastalar, hem de aileleri için büyük önem taşıdığına inanıyoruz. Bu bağlamda Hayata Renk Ver Derneği ilkelerinden biri olan “bütüncül bir psiko sosyal destek sağlamak” noktasında, eşlik etme desteğini Renkli Umutlar Projesi ile gerçekleştirirken, duygusal desteği de Psiko-Sosyal Destek Projemizle sağlamayı hedefliyoruz. Konusunda uzman kişilerden oluşan gönüllülerimizle, Sağlık Bakanlığı’na bağlı kamu hastaneleri, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Servisleri’nde “kronik hastalık nedeniyle yatarak tedavi gören çocuklara” psiko-sosyal destek verip çocukların sosyal entegrasyonlarını kolaylaştırmayı ve yüksek motivasyon sağlamayı amaçlıyoruz. SOSDES Psiko-sosyal Destek, Proje Koordinatörü olarak benim önderliğimde yürütülen Sanat, Ritim Perküsyon, Masal Anlatımı, Yaratıcı Okuma ve Ebru Atölyelerinden oluşan programı ile tamamen gönüllü olarak devam ediyor. Bugüne kadar Çapa Tıp Fakültesi’nde 457 çocuğa ulaşarak eğitim verildi. Proje; Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Okul Öncesi Öğretmenliği Bölümü ve SOSDES eğitimlerini tamamlamış olan dernek gönüllülerince Dernek Yönetim Kurulu Başkanı Eğitimci Semra Kizir sorumluluğunda Dr. Siyami Ersek Hastanesi’nde ve Yaratıcı Drama Eğitmeni Sema Alevcan sorumluluğunda Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde de sürdürülüyor. KORİDOR KÜTÜPHANESİ PROJESİ Devamlılığı en aktif şekilde sağlanan projelerimizden bir diğeri de Yazar Dr. Nilay Yılmaz tarafından yürütülen Koridor Kütüphanesi Projesi. Proje; çocuk servislerinde tedavisi devam eden çocuk ve ebeveynlerin faydalanabilmesi için hastanelerin çocuk servislerinde koridorda açık bir kitaplık oluşturmayı ve bu kitaplığa gönüllüler aracılığı ile

düzenli olarak takviye kitap sağlamayı amaçlıyor. 2014 Yılında Hayata Renk Ver’e Okumaya Katkı Ödülü’nü kazandıran Koridor Kütüphanesi Projesi İstanbul’da 10 farklı kamu hastanesinde sürdürülüyor. Derneğimiz bu proje ile hastanedeki çocuklara, ebeveynlerine hatta hastane personeline hastaların hala çocuk olduklarını hatırlatarak, morallerini arttırıp iyileşme süreçlerine katkıda bulunmayı amaçlarken, yaşadığımız ortamların psikolojk durumumuzu etkilediği gerçeği noktasında Düşlerimi Boyar mısın? Projesi devreye giriyor. DÜŞLERİMİ BOYAR MISIN? Bu projemiz, çocuk servislerindeki yetersiz koşulları iyileştirmek, hastanelerin gri ortamlarını değiştirmek, hem daha renkli, hem de çizgileri ile yaşayan, nefes alan, umut dolu çocuk dostu yaşam alanlarını oluşturmayı hedefliyor. 2014 senesinde İstanbul Çapa Tıp Fakültesi Hematoloji Bölümü iyileştirmeleri ve hastane sınıfı yenileme çalışması gerçekleştirerek başladığımız projemiz 2015 senesinde farklı hastanelerde devam ediyor. Gönüllü İç Mimarımız Duygu Doğan’ın Koordinatörlüğünde yürütülen Düşlerimi Boyar mısın? Projesi kapsamında, Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi ve Dr. Siyami Ersek Eğitim ve Araştırma Hastanesinde ALD Automotive ve UPS Kargo Sponsorluğunda çocuk dostu sosyal mekan ve hastane sınıfları inşa edildi. Hastane sınıf-

larımızda eğitimin sürdürülebilir olması amacıyla öğretmen ataması talebinde bulunduğumuz İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nden büyük destek geldi. Sınıf açılışımıza katılarak hasta çocukların eğitimlerinin devamlılığı konusunda duyarlı tutumuyla, İl Milli Eğitim Müdür Yardımcısı Serkan Gür hastane sınıflarımız için öğretmen atanması sözü verdi. Yeni hastane sınıflarımızın oluşmasıyla 2015’te de psiko-eğitsel sanat terapileri tekniklerini gerçekleştirdiğimiz SOSDES projemizle çocuklarımıza ve ailelerine psiko-sosyal destek vermeye devam edeceğiz. Ayrıca projelerimizin sürdürülebilir ve kalıcı olmalarını sağlayabilmek adına gönüllülerimizden Belgin Atasever’in desteği ile Adana’da attığımız adımın devamında, projelerimizi Türkiye genelinde yaygınlaştırmayı amaçlıyoruz. Bu süreçte sadece hizmet temelli bir sivil toplum kuruluşu olarak değil, aynı zamanda hak savunuculuğu ile ilgili çalışmalarımızı ilerleterek, hasta çocuk hakları ile ilgili politika üretmek noktasında yeni adımlar atmayı hedefliyoruz.’’ Onlar çocuklarımızın yazdığı masalların mutlu sonlarına inanan ve kendi mücadelelerinin özneleri olabilmeleri için destek vermeyi amaçlayan bir avuç gönüllü!.. Siz de destek olmak isterseniz; http://www.hayatarenkver.org info@hayatarenkver.org Tel: 0 216 706 12 50

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015 63


NADİR HASTALIKLAR

MukoPoliSakkaridoz: ADI ZOR YAŞAMASI DAHA DA ZOR!

Nadir olanı yaşıyorlar, umudu paylaşıyorlar...

Dünyada 300 milyon kişiyi etkileyen nadir hastalık tanımına uyan 6000’den fazla hastalık var.Ülkelere, bölgelere göre farklılık gösteren bu hastalıkların tanısında ve tedavisinde gecikmeler, tanı konulduğunda ise zaman zaman tedaviye erişimde zorluklar yaşanıyor. İlaçların bir çoğu ise henüz araştırma ve geliştirme sürecinde.Ülkemizde de 5 milyon kişi ve aileleri bu nadir hastalıklardan etkileniyor. Bu sayımızda nadir hastalıklar grubunda yer alan MukoPoliSakkaridoz hastalığını anlattık.Mücadele verenleri bir çatı altında toplayan MPS LH Derneği’ni tanıtmak ve annelerin duygularını, tedaviye erişimde karşılaştıkları sorunları sizlere aktarmak istedik.

MPS NASIL BİR HASTALIK? Mukopolisakkaridoz (MPS) genetik lizozom depo hastalıkları grubunda yer alan bir hastalık grubudur. Tüm dünyada onbinlerce kişiyi etkileyen bir kalıtsal hastalık grubu Lizozom depo hastalıkları vücutta enzim adı verilen özel maddelerin üretilememesi ya da az üretilmesine bağlı olarak ortaya çıkar. Normalde, vücuttaki bu enzimler hücre içindeki çeşitli maddelerin parçalanarak yeniden kullanılmasına yarar. MPS hastalıklarının bulunduğu kişilerde uzun zincirler halinde yapılanmış olan şeker moleküllerini parçalayan farklı birkaç enzim eksik ya da yetersizdir. Bunun sonucunda parçalanamayan şeker zincirleri vücuttaki hücreler ve dokularda vücuda zarar verecek kadar fazla miktarda birikir. Bu

birikme hücrelerde ilerleyici bir hasar yaratır; buna bağlı olarak hastanın görünümünde, fiziksel becerilerinde, organların ve sistemlerin işlevlerinde ve pek çok vakada zekâ gelişiminde bozulmaya yol açar. Hastaların büyük bölümünü ağırlıklı olarak çocuklar oluşturur. GENETİK ÖZELLİK TAŞIYOR, ANA BABADAN AKTARILIYOR! Genlerde aktarım otozomal çekinik kalıtım şekliyle gerçekleşir. Yani hastalığın çocukta ortaya çıkması için hem anneden hem de babadan gelen genlerde hastalığı oluşturacak kusurun bulunması gerekir. Eğer anne ya da babadan birinin genlerinden biri hastalığı taşıyorsa, normal olan gen, eksik genin işlevini üstlenerek hastalık belirtilerinin oluşmasını engeller. Ancak çocuğa aktarılan kusurlu gen çocuğun da taşıyıcı olmasına neden olur. Bu çocuk gelecekte aynı hastalığın taşıyıcısı olan bir eş ile çocuk sahibi olduğunda doğacak çocuklarda hastalık belirtilerinin ortaya çıkması ihtimali % 25'tir. Mukopolisakkaridozlar farklı genlerdeki bozukluklardan kaynaklanmasına karşın MPS tip II dışında hepsinin ortak bir özelliği var.

öncesi genetik tanıdır. Prenatal tanı, genetik durumun etkilenip etkilenmediğini öğrenmek için yapılan bir gebelik testi yöntemidir. İmplantasyon öncesi genetik tanı ise yapay döllenme (invitro fertilizasyon) yolu ile gebelik öncesi, embriyoda uygulanan yeni bir yöntem. Prenatal tanının iki tipi var; biri amniyosentez diğeri koryon villusu örneklemesi. Amniyosentez genellikle gebeliğin 15 ve 18. haftalarında yapılıyor. Amniyosentez güvenli bir yöntem olmasına karşın 200-500 amniosentezde bir gebelik kaybı tehlikesi vardır. Koryon villusu örneklemesinde ise vajinal yoldan ya da karından girilerek bir miktar plasenta (eş) parçası alınır ve amniyosentezdeki inceleme bu plasenta hücrelerinde yapılır. Bu yöntem amniyosenteze göre daha erken dönemde yapılabilir. Dezavantajı ise gebelik kaybı riskinin amniyosentezden daha yüksek olmasıdır. SAĞLIKLI FİZİKSEL GELİŞİMİ İÇİN ENZİM TEDAVİSİ ŞART!

DOĞUM ÖNCESİ TANI VE İMPLANTASYON ÖNCESİ GENETİK TANI

Dünyada ‘200 binde bir’ vakada görülen MPS Tip4a, nadir genetik hastalıklar arasında yer alıyor. Tip4 hastalığında da tüm MPS grubunda olduğu gibi vücutları, yağ ve şeker parçalayan enzimlere sahip olmadığı için sağlıklı gelişemiyor.Zamanla vücut gelişimleri zayıflıyor, organ yetileri azalıyor.

Genetik durumlarını çocuklarına geçirmekten endişe duyan ailelerin önünde bazı seçenekler var. Bu seçeneklerden ikisi doğum öncesi tanı ve implantasyon

MPS hastalarının sağlıklı fiziksel gelişimi için ömür boyu enzim tedavisi görmeleri gerekiyor. MPS tiplerinden biri olan MPS Tip4a (Morquio Sendromu)

64 POPÜLER SAĞLIK MAYIS HAZİRAN 2015


hastalığı ile mücadele eden çocuk sayısı ülkemizde 50 civarında. Ömür boyu kullanmaları gereken ilaç ise Sağlık Bakanlığı onayına rağmen SGK ödenecek ilaçlar kapsamında henüz bulunmuyor. Bazıları yıllarca hastalıkları tanınmadan, tedavi edilme ve daha iyi bakım alma şansına sahip oldukları halde bunlara ulaşamadan yıllarını geçiriyor. YAŞAYARAK ÖĞRENENLER... "HASTALIK GELİYORUM DEMEZ..." Nalan Çetin MPS LH Derneği Başkan Yardımcısı Türkçemizde güzel bir söz vardır, "Allah dert verip derman aratmasın" derler. Ancak hayatın insana neler getireceği bilinmez. Bazen güzelliklerle güler, bazen dertlerle ağlarız. Güzelliklerin daha çok olmasını istesek de, dertlerle de boğuşuruz. Dünyada hiç bilmediğimiz dertler var. Bunlardan biri de Mukopolisakkaridoz denen hastalıktır. Okuması zor, yaşaması daha zor bir hastalıktır Mukopolisakkaridoz. Bu nedenle de genellikle kısaca MPS diye bahsedilir. MPS, hücrelerimizdeki atıkları temizleyen enzimlerden birinin veya bir kaçının hiç olmaması veya yeteri miktarda olmaması durumudur. Enzim eksikliği, hücrelerdeki atıkların birikmesine ve zaman içinde vücutta çeşitli sorunlar ortaya çıkmasına neden olur. İskelet yapısı, beyin işlevleri, kalp, kulak, burun, boğaz, dalak, ciğerler ve aklınıza gelebilecek her organda, eksik veya hiç olmayan enzimin özelliklerine göre rahatsızlıklar ortaya çıkar. Birikim arttıkça da hastanın durumu ağırlaşır.

"MESLEK HAYATINDA MPS'Lİ BİR HASTA GÖRMEMİŞ HEKİM SAYISI ÇOK FAZLA" Genellikle MPS, bebek doğduğunda anlaşılmaz. Hücrelerdeki birikim arttıkça hastalığın belirtileri ortaya çıkmaya başlar. Nadir bir hastalık olduğundan hekimler de hastalığı farketmekte gecikebilir. Çünkü tüm meslek hayatında MPS'li bir hasta görmemiş hekim sayısı çok fazladır. Bu nedenle, eğer MPS'nin en güçlü nedeni olan akraba evliliği aile geçmişinde varsa, dikkatli olmak gerekir. Geriye doğru beş nesle kadar akraba evliliği, MPS riski yaratır. Akraba evliliği dışında da bilinmeyen nedenler vardır. "AİLEYE MPS'Lİ BİR BEBEĞİN GELMESİ, TÜM YAŞAMI ETKİLİYOR" MPS'li bebek özen ister, ilgi ister. Zaman içinde hastalık ilerledikçe, özen ve ilgi gereksinimi de artar. Bu da aileyi hem maddi hem de manevi anlamda yıpratır. MPS'nin maalesef tedavisi yoktur. Ancak hastalığın bazı türlerinde, eksik olan enzimin dışarıdan vücuda enjekte edilmesiyle hastalığın seyri yavaşlatılır, hastanın ağrıları dindirilebilir, yaşam kalitesi yükseltilebilir. Eksik enzimin dışarıdan hastaya verilmesine "infüzyon tedavisi" denir. Tedaviye giren hasta, her hafta hastaneye gider, burada eksik enzimin vücuduna enjekte edilmesi sağlanır.

Nalan Çetin MPS LH Derneği Derneği Başkan Yrd.

"MPS HASTALARININ ÖMRÜ HASTANELERDE GEÇER, SORUNLAR BİTMEZ"

Tedaviden yararlanabilmek için, öncelikle Çocuk Metabolizma veya Endokrinoloji ve Metabolizma bölümü olan bir hastaneden rapor almak gerekir. (Temmuz 2014 SUT Madde 24 / 4.2.10.C-2 - Rapor ve reçeteleme koşulları) Rapor alan hasta, reçetesiyle TEB'e (Türkiye Eczacılar Birliği) başvurur. Enzimler eczanelerde satılmadığından, TEB reçete içeriğini özel olarak ithal eder ve hastaya verir. Her ne kadar devlet, babalığını göstermekte ve tedavi masraflarını karşılamakta ise de bazı sorunları aşmak kolay olmamaktadır. Örneğin, kronik hastalıklarda en az bir yıl olan rapor süresi, MPS’de bir bakarsınız altı aya iner. Mücadele eder tekrar bir yıla çıkarılmasını sağlarsınız. Hastalıkla ilgili bölümleri olan hastane ve uzman hekim sayısı az olduğundan ve bunlar daha çok büyük kentlerde bulunduğundan, hasta ve ailesi altı ayda bir ya da yılda bir köyünden kasabasından kalkıp büyük kentteki hastaneye gitmek zorunda kalır. Hasta bir çocukla yapılan bu seyahatin nasıl maddi ve manevi zorluklar taşıdığını söylemeye gerek var mı? Bazen bir bakarsınız kurallar yine değişmiş. Devlet, tedaviye kabul edilecek hasta çocuklarda zeka düzeyinin en az 60 olma koşulunu getirir. Böyle bir koşulun insan haklarına aykırılığı bir yana, bu çocukların zeka düzeyini ölçecek özel testlerin bulunmaması, sağlıklı çocuklara uygulanan testlerin uygulanması ve buna göre çıkan sonuçlarla karar verilmesi büyük bir haksızlıktır. Bir anne baba için, zeka düzeyi evlatlarına duydukları sevgiyi etkiler mi? diye yine mücadeleye başlarsınız.Sesiniz bazen duyulur, önkoşul yumuşatılır

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015 65


MPS nadir bir hastalıktır ama unutmamak gerekir ki size de rastlayabilir. Bunun için empati kurmak ve duyarlı olmak önemlidir. Farkındalığı artırmanın MPS’yle baş edebilmede ilk adım olduğunun bilincindeyiz.

"HER ŞEY ÇOCUKLARIMIZ İÇİN DEĞİL Mİ?" Aynur Sungur Uguz “Ben dünyalar güzeli MPS IV A hastası Ayşe Nihan'ın annesiyim. 2012 yılında bir ilaç firmasının dünyada 6 ülkede başlattığı klinik çalışmaya katılmak üzere Almanya'nın Mainz şehrine gittik. Kızım gerçek bir kahraman. Bu araştırmaya katılarak Ayşe Nihan, MPS IVA hastası kardeşleri için umut oldu. 2014 Haziran ayında ilacımız Avrupa ülkelerin de piyasaya çıktı. Dileğimiz Türkiye’de ilacın bir an önce çıkması ve çocuklarımızın ilaçlarına kavuşmaları. İlacın Türkiye’de piyasaya geç çıkması bazı sıkıntılara neden oldu. Ben Çukurova Üniversitesi’nde hocayım. Bu sürecin uzun geçeceğini düşünerek çok sevdiğim mesleğimi bırakmak zorunda kaldım ve emekli oldum. Her şey çocuklarımız için değil mi? Bizim çocuklarımızın hastalığı nadir hastalık, dünyada tedavisi olmayan, ancak enzim tedavisi ile yaşam kalitesi biraz daha yükseltilebilen bir hastalık. Hastalığın adı gibi söylemesi zor, onunla yaşaması daha da zor. Mukopolisakkaridoz. "ENGELSİZ BİR TÜRKİYE ÖZLEMİ DUYUYORUZ" Bizler anneler, babalar ve özel çocuklarımız artık çok yorulduk. Özel bir çocuğu büyütmenin ne kadar zor olduğunu düşünün bir de buna etrafımızda ki fiziki koşulların, sosyal koşulların olumsuzluklarının eklenmesi, biz aileleri cehennem de yaşar hale getirdi. Sorunlarımızın hangi birini dile getireyim? Fiziki koşulları uygun olmayan okullar, yollar, toplu taşıma araçları, evler, oteller, gelişigüzel yapılmış rampalar, okusa ne olacak diyen okul yönetimi, kamu binaları ve daha sayabileceğim pek çok çarpıklık. Sosyolojik boyutu ise ayrı içler acısı. Engellilerin toplumdan

dışlanması, başkalaştırılması ve engellinin kapı dışarı çıkamayacak duruma getirilmesi. Tek dileğim sosyal ve kültürel yönden gelişmiş batı ülkelerinin standartlarını yakalamamız. Bunun için de uygun politikalar üretilmesi ve el ele vererek bu engellerin aşılması. "UMUDUMUZU HİÇ KAYBETMEDİK VE MÜCADELE ETMEKTEN ASLA VAZGEÇMEDİK" Muteber Eroğlu Benim oğlum MPS (mukopolisakkaridoz) Tip 2 tanısı aldığında 5 yaşındaydı.Tanı aldığı günden, bugüne kadar geçen 14 yılı kelimelere dökmek ne yazık ki o kadar kolay değil. Adını bile duymadığınız, üstelik "nadir" bir hastalıkla karşı karşıya kalmak kelimenin tam anlamıyla bir şok yaşamanıza sebep oluyor. İlk şoku atlattıktan sonra reddetme süreci başlıyor. Evladınıza yanlış tanı konulduğunu düşünüyor ve doktor doktor dolaşmaya başlıyorsunuz. Aslında size duymak istediklerinizi söyleyecek bir doktor arıyorsunuz. Bu sürece eşlik eden kendinizi suçlama "neden ben?" soruları ve sonrasında depresyon... ''ÇARESİZCE KABULLENME!'' Çaresizlik içinde kıvranırken, bir yudum umut için çırpınmak diyebilirim.

MPS

LH Derneği 2009 yılında dayanışma gereksinimiyle kurulan, MPS'lilerin daha iyi sağlık hizmeti alabilmeleri, sorunlarına devlet katında çözümler bulunabilmesi, hastaların ve ailelerinin morallerinin yüksek tutulması, güçlerini birleştirmeleri için ve "birlikten kuvvet doğar " ilkesiyle çalışan bir sivil toplum kuruluşudur. Derneğin önemli bir görevi de toplumda MPS farkındalığını artırmak. Çünkü MPS nadir bir hastalık olduğundan, maalesef görmezden gelinmesi kolay olmaktadır.

66 POPÜLER SAĞLIK MAYIS HAZİRAN 2015

Kendime hep şunu tekrarladım. "Nefes aldığımız sürece, umut hep vardır." Ve öyle de oldu. İnandık, mücadele ettik ve umudumuzu hiç kaybetmedik. Hayatımızın akışı ve önceliklerimiz tamamen değişmişti. Hastane koridorları, internet başında geçen saatler, hiç bitmeyen tetkikler ve araştırmalar... Oğlum, MPS tanısı aldıktan 8 sene sonra, hastalığının tek tedavisi olan, enzim replesman tedavisine başladı. İlk tanı konulduğunda, tedavisi yok denilen hastalığımızın tedavisine ulaşmak bizler için kelimenin tam anlamıyla mucizenin adı oldu. Bu tedavi oğlumun hastalığını tamamen iyileştiriyor olmasa da yaşamsal fonksiyonlarımızı düzeltti ve yaşam kalitemizi arttırdı. Bir hastalıkla ya da hayatın getirdiği herhangi bir zorlukla mücadele eden herkese, lütfen umudunuzu hiç kaybetmeyin ve mücadele etmekten asla vazgeçmeyin demek istiyorum.

Annelerin sözlerinden alıntı yaparak bitirmek istiyorum; ''MPS nadir bir hastalık ama unutmamak gerekir ki size rastladığında artık nadir değildir.'' Neler yaşadıklarını bilmemiz imkansız olsa da duyarlı olmalıyız, sorunlarını paylaşmalı ve seslerini duyurmalıyız. Dilerim, ihtiyaçları olan mucize onları da bulur... Zeynep Çetinkaya


ETKİNLİK

RELAY FOR LİFE TÜRKİYE’DE HAYAT VE UMUT İÇİN YÜRÜNECEK Relay For Life etkinliğine katılmak isteyen tüm destekçiler kendi gönüllü takımlarını oluşturabilecek. Takımlar en az iki kişi, en fazla 50 kişiden oluşabilecek. Takımların 24 saati birlikte geçirecekleri Relay For Life Türkiye’de, etkinlik alanında yer alan parkurda yürüyüş yapılarak, “hayat ve umut için yürüyorum” mesajı verilecek. Türk Tıbbi Onkoloji Derneği etkinlik dahilinde iki gün boyunca etkinlik alanına yakın bir salonda halka açık ve ücretsiz olarak kanser hakkında bilgi ve söyleşi seminerleri de düzenleyecek. Etkinlik ile toplanan bağışların miktarına göre, ÇAPA Tıp Fakültesi Onkoloji Servisi’ne ait araştırma bölümünün yenilenmesi, orijinal dili İspanyolca olan “Kanser Bitince Başlayan Her Şey” kitabının Türkçeye çevrilerek basılması ve devlet hastanelerinde ev gibi döşenmiş nefes alanları yaratılarak kanserle mücadele eden hasta ve hasta yakınlarının ev ortamına duydukları özlemin giderilmesi için kullanılması planlanıyor. Ayrıca Türk Tıbbi Onkoloji Derneği Onkologlar Araştırması’na finans desteği verilmesi ve Pembe Hanım Genç Onkologlar Ödülü konması da planlar arasında. in düzenlenada bu etkinliğ “Türkiye, düny ak. Ekim ayında ülkemizac diği 25. ülke ol ekleştirilecek olan Relay rç ge z ke ilk de plumun her e etkinliği ile to duyarlılıiy rk For Life Tü erle mücadele ayarak şl kesimine kans gençlerden ba ğını taşımayı ve ğü duyarlılığını bir üst lü sağlık gönüllü Bu hedef ı hedefliyoruz. ay rm ka çı ya çıta içinde olan bizimle işbirliği lerimize llü doğrultusunda rimize ve gönü tüm destekçile . Bu alanda farkındalık uz teşekkür ediyor şirketleri, etkinlik sponn ye te is memnuniyaratmak da görmekten ız am ar ız rım sorla yet duyarız.” Seda Kansu Kanser Pembe Hanım kınlarıyla Hastaları ve Ya ği Genel erne Dayanışma D Direktörü For Life Proje ay el R ve ri te re Sek

TÜRKİYE, RELAY FOR LİFE’A EV SAHİPLİĞİ YAPACAK 25. ÜLKE Pembe Hanım Kanser Hastaları ve Yakınlarıyla Dayanışma Derneği, 1928’den beri faaliyet gösteren "American Cancer Society" (Amerikan Kanser Kurumu) tarafından düzenlenen Relay For Life etkinliğinin Türkiye temsilcisi olmaya hak kazandı. Dünya çapında kanser hastalığına karşı farkındalığı artırmayı ve kanserle mücadele için fon sağlamayı amaçlayan ‘Relay For Life’ etkinliği, 10-11 Ekim 2015 tarihlerinde Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleştirilecek. Şimdiye kadar 24 farklı ülkede 4 milyondan fazla insana ulaşarak büyük bir başarıya imza atan etkinlik, Türkiye’de Pembe Hanım Kanserli Hastalar ve Yakınlarıyla Dayanışma Derneği’nin girişimleri ile hastalığı yenmiş kişileri ve destekçileri bir araya getirecek. 156 yıllık tarihinde ilk kez stadyumunu ve kapılarını üniversite dışı bir etkinliğe açan Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleşecek olan etkinlik, yaklaşık 5 bin katılımcıyı bu anlamlı günde bir araya getirmeyi hedefliyor. 24 saat kesintisiz sürecek olan etkinlikte kanserle mücadeleyi kazanmış tüm hastalar mücadelelerini kutlarken, kansere yenik düşerek aramızdan ayrılanlar ve hala hastalıkla mücadele eden katılımcılar da çeşitli etkinliklerle anılacak ve onurlandırılacak. Pembe Hanım Kanser Hastaları ve Yakınlarıyla Dayanışma Derneği Yönetim Kurulu Başkanı ve Relay For Life Komite Başkanı Nevval Sevindi, “Kanserin toplum üzerindeki psikolojik travması, sosyo - ekonomik ve eğitimsel eksikliklerin bu süreci nasıl etkilediği bütün dünyadaki en önemli sağlık ve sosyal

sorunlarından biri. Pembe Hanım olarak, kanser hastası ve yakınlarının bilgiye erişimini sağlama, yaşam kalitesini yükseltme, onlara moral verme ve kanserin iyileşebilir bir hastalık olduğunu anlatma misyonuyla kurulduğumuz günden bu yana bir hasta derneği olarak çalışıyoruz. Bu doğrultuda da sağlık politikalarında hastaların sesi oluyor ve kanser politikalarının oluşturulmasına katkıda bulunuyoruz. Bu etkinliğin Türkiye temsilcisi olmak bizim için çok önemliydi. Çünkü bu sayede dünyanın en büyük kanser farkındalığı yaratan sosyal sorumluluk projesini Türkiye'ye sunma fırsatı yakaladık” dedi. Hastalarla birlikte ailelerinin yaşamında da önemli izler bırakan kansere karşı verilen savaşta duyarlılığın artmasını arzu ettiklerini belirten Boğaziçi Üniversitesi Yaşam Bilimleri ve Teknolojileri Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Doç. Dr. Rana Sanyal ise “Türkiye’nin önde gelen eğitim kurumlarından biri olarak, kanserle mücadele konusunda toplumsal farkındalığın gelişmesine hizmet etmek ve bu kapsamdaki çalışmaları desteklemek istiyoruz. Bu yüzden Relay For Life Türkiye etkinliğine ev sahipliği yaptık. Ülkemizden de genç yaşlı herkesin bu etkinliğe katılarak, destek olmasını bekliyoruz” diye konuştu. Türk Tıbbi Onkoloji Derneği’nden Prof. Dr. Alper Sevinç, “Dernek olarak, bu özel etkinlikte yer almaktan ötürü büyük memnuniyet duyuyoruz. Bu tarz etkinliklere toplum olarak ihtiyacımız var. Türkiye’de kanserle mücadele konusunda farkındalık yaratacak böylesine örnek işlerin artmasını diliyorum” dedi.

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015 67


CİNSEL SAĞLIK

VAJİNİSMUS TEDAVİSİ OLAN BİR HASTALIKTIR denlerinin fiziksel olarak farklı olduğuna inandıkları, kendi cinsel organlarından utandıkları, beğenmedikleri ve hatta anormal sandıkları söylenebilir. Vajinismusu olan kadınlarda acı korkusu, hamilelik korkusu ve vajinanın çok küçük veya penisin çok büyük olduğu inancından dolayı, penisi içine alamayacağı düşüncesinin yanı sıra “cinsel ilişki pis birşeydir” düşüncesi de görülebilir. Vajinismus sorununun ortaya çıkmasında önemli olabilecek bir diğer unsur ise anne-baba-kız çocuk arasındaki aile ilişkileridir. Bazı araştırmacılar vajinismusu olan kadınların çok katı bir disiplin içinde büyümüş olabileceğini, bu ailelerde kuralları babaların koyduğunu, annenin de bu kurallara uymak için elinden geleni yaptığını söylemektedir. Vajinismus genellikle ilk cinsel birleşme denendiği andan itibaren ortaya çıkar. Pınar Başpinar Can - Uzm. Klinik Psikolog / Sedar ERTAŞ Uzm. Klinik Psikolog İz Psikoloji / İNSAN & ZİHİN PSİKOLOJi ENSTİTÜSÜ

V

ajinismus rahatsızlığından dolayı cinsel terapi seanslarına gelen çifte “sorunun ne olduğunu” sorduğumuzda genelde; “karı-koca olamadık” “o işi yapamadık” “sevişiyoruz ama birleşme olmuyor” gibi cevaplar alırız. Seansta kadına sorunun nedenini sorduğumuzda ise; “sanki vajinamda bir et var, kapatıyor” ya da “sanki bir duvar var geçemiyoruz” gibi cevaplar gelir. Peki bu tür sıkıntılara yol açan Vajinismus rahatsızlığı nedir? Vajinismus, birleşme denendiğinde vajinanın dış üçte birlik kısmında bulunan kasların istemsiz, istemeden kasılması olarak tarif edilebilir. Bu istemsiz kasılmalara bacakların kapanması, korku, giriş olmayacağı düşüncesi ve bedenin

hemen her yerinde kasılma eşlik eder. Vajinismus neden ortaya çıkar? Cinsel eğitimsizlik, kadınların kendi cinsel organlarını tanımamaları, cinselliğin yasak ve bastırılmış olması, bekaret kavramına verilen abartılı önem, yanlış inançlar ve aile yapısı gibi pek çok faktör bu rahatsızlığın oluşmasına sebep olur. Şimdi bu başlıklardan bazılarını biraz daha inceleyelim: Cinsellikle ilgili yanlış bilgi ve inançların vajinismusun ortaya çıkmasında etkili olduğu bilinmektedir. Bu yanlış bilgi ve inançların oluşmasında küçüklükte ya da sonrasında duyulan korkutucu hikayelerin etkili olabileceği düşünülmektedir. Örneğin bir çalışmada vajinismusu olan kadınların % 75’inin koitus (cinsel birleşme) sırasında çok fazla acı duyacaklarından korktukları belirlenmiştir. Ayrıca vajinismuslu kadınların bazılarının, be-

68 POPÜLER SAĞLIK MAYIS HAZİRAN 2015

Bu sorunla terapiye gelen çift bunun sadece kendilerinin başına geldiğini sanır, oysaki ülkemizde vajinismus oldukça yaygın bir sorundur. Vajinismusun kadınlarda en sık görülen cinsel işlev bozukluğu olduğu söylenebilir. Ülkemizde batı ülkelerinden çok daha sık görüldüğü bilinmektedir. Hatta bazı kaynaklara göre ülkemizde cinsel tedavi için terapiye başvuran her iki kadından birinin, yani % 50’sinin vajinismus olduğu belirtilmiştir. Çift genelde sorunun kendiliğinden geçmesini bekler. Düzelmediğini görünce ilk başvurdukları kişi kadın hastalıkları uzmanı olur, oysaki bu kadınların jinekolojik muayenesi zor ve bazen imkansızdır. Çünkü kadın o kadar çok korkar ve kasılma yaşar ki muayene gerçekleşemez. İlişkiden kaçınıyorlar Ülkemizde vajinismusu olan ve olmayan kadınları karşılaştıran bir araştırmada şu sonuçlar çıkmıştır: vajinismusu olan kadınların çoğunun cinsellikten aldıkları zevkin düşük olduğu, bu kadınların diğer kadınlara göre daha az sıklıkta cinsel ilişkide bulunduğu.


Birlikteliği süren çiftlerde cinsel birleşme denemeleri zamanla azalır, birleşme olmaksızın cinsellik sürer ancak cinsel ilişkiden ve ilişki sırasında dokunmaktan da zamanla kaçındıkları söylenebilir. Cinsel doyumun bu nedenlerle azalması kaçınılmazdır ve eğer vajinismusu olan kadın ve erkek arasında cinsel ilişkileri hakkında konuşmakla ilgili bir iletişim sorunu yaşanmıyorsa tedaviye gelmek için anlaşırlar. Çözüm arayışının genellikle evliliklerinin ilk yıllarında başladığı ancak bazı kişilerde tedavi başvurusunun yıllar sonraya ertelenebildiği de görülmüştür. Bu çiftlerde çocuk sahibi olma isteği ya da çevrenin yaptığı baskı da tedaviye yönlenmelerinde etkili olabilmektedir. Vajinismusu olan çifterde boşanma oranının da oldukça yüksek olduğu belirtilmektedir. Bazı Vajinismus sorunu yaşayan kadınların ise Hymen (kızlık zarı) operasyonu ya da vajinanın lokal anestezik uygulamaları ile tedavi olmaya çalıştıklarını üzülerek duymaktayız. Ancak bunlar Vajinismus tedavisinde etkili olmadığı gibi bir sonraki tedavi girişimi için zorlaştırıcı olmaktadırlar. Ayrıca alkol, psikiyatristin önerisi dışında kullanılan ilaçlar veya jel kullanımı

da ortaya çıkan istemsiz kasılmalar ve kaygının ortadan kalkmasını sağlamaz.

hem de erkekte depresyon da ortaya çıkabilir.

“TEK SEANSTA” ÇÖZÜLMEZ!

ETKİN KATILIM VE İYİ BİR EĞİTİMLE ÇÖZÜLÜYOR

Vajinismus tedavisi olarak yapıldığını duyduğumuz bir başka yanlış uygulama ise bu sorunu “tek seansta” çözme önerisidir. Bu amaçla ağrı kesiciler, kayganlaştırıcılar,sakinleştirici-uyku getirici ilaçlar ve lokal anestezik maddeler bir arada kullanılmaya çalışıldığı duyulmaktadır. Bu yöntemler de etkisizdir, çünkü yukarda vajinismusun ortaya çıkmasında etkili olan nedenler sıralandığında görüldüğü üzere vajinismuslu kadının “bedeninde bir bozukluk olduğu” yanlış inancını güçlendirmektedir. Ayrıca bu yöntemlerle uygulanan bazı yöntemler etik de değildir. Bu sorunun çiftin ilişkisine şu şekilde yansıyabilir; kadın kendini yetersiz ve kadınlığını eksik olarak değerlendirebilir, suçluluk duyar. Erkek ise eşinin kendisini istemediğini ve reddedildiğini düşünebilir ve bu nedenle öfkeli ve kırgın olabilir. Hatta bazı erkekler eşinin bekareti karşısında şüphe duyduklarını bile söyler. Ayrıca erkek yetersizlik hissederek sertleşme güçlüğü yaşayabilir. Yine erkeklerde cinsel isteksizlik ve uyarılma güçlükleri görülebilir. Hem kadın

Tedavinin başında, rahatsızlığın ortaya çıkmasına ve sürmesine neden olan faktörleri anlamaya çalışırız. Tüm Vajinismus tedavisi seansları süresince, hem kadın hem de erkekle çalışılır; çünkü sorun sadece kadının ya da sadece erkeğin sorunu değil çiftin sorunudur. Tedavi süresince cinsel organların yapısı, fizyolojisi ile özellikle vajinanın ya da Vajinismusun yapısı hakkında bilgi vermek çok önemlidir.Tedavide izlenecek adımlar ve süresi hakkında bilgi vererek tedavi sürecine başlanır. Çiftin etkin katılımı ve iyi eğitimli bir cinsel terapistin işbirliğiyle, Vajinismus tedavisi çok büyük oranda yüz güldüren sonuçlar vermektedir.

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015 69


ÜROLOJİ

Her 5 kadından birinde görülüyor

“ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK” AŞIRI AKTİF MESANE SENDROMU

Prof. Dr. Zafer Aybek Türk Kontinans Derneği Başkanı Pamukkale Üniv. Tıp Fak. Üroloji ABD. Öğr. Üy. Sıkışma hissi, sık sık idrara çıkma, tuvalete yetişememe ve altına kaçırma korkuları ile kendini gösteren Aşırı Aktif Mesane Sendromu (AAMS) sıklıkla 40 yaş sonrası ortaya çıkıyor. Çoğunlukla kadınları etkilemekle birlikte erkekleri de ilgilendiren sorun; cinsel, fiziksel, psikolojik, sosyal, mesleki açıdan yaşam kalitesini önemli ölçüde düşürüyor. Uzmanlar, sorunu yaşayan hastaların tedavi hakkında yeterli bilgi sahibi olamadıkları için hastalığa boyun eğdiğini belirtiyor. Türkiye’de her 5 kadından ve her 7 erkekten birinde görülen AAMS pek çok kişiyi; dışarı çıkamadıkları, sosyalleşemedikleri, tuvalete erişemeyecekleri mekanlara gitmedikleri, sıvı tüketimini sınırlandırdıkları, erken yaştan itibaren ped kullanmaya başladıkları depresif bir hayata sürüklüyor. Özellikle çalışma hayatındaki kadınların gerek iş gerekse sosyal yaşamını olumsuz etkileyen sorun, etkili tedavilere ulaşılmadığında bireyi aktif yaşamından uzaklaştırıyor. Uzmanlar, mevcut tedavilerle sonuç alınamadığında hastaların

sorunla birlikte yaşamaya çalıştığını, çözüm aramak yerine öğrenilmiş çaresizlik yaşadıklarına dikkat çekiyor. 60 YAŞINDAN SONRA 3 KADINDAN BİRİNİ ETKİLİYOR Türk Kontinans Derneği Başkanı ve Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zafer Aybek, Aşırı Aktif Mesane Sendromu’nun ciddi bir sağlık sorunu olduğunu vurguladı. Sıkışma hissinin ana şikayet olduğu sorunla ilgili 18 yaş ve üstü bireyler arasında yaptıkları araştırmada çok çarpıcı sonuçlara ulaştıklarını belirten Prof. Dr. Zafer Aybek, “Kadınlarda her 5 kişiden birinde görülen bu sorunun gençlerde görülme oranı daha düşük olmakla birlikte yaşın ilerlemesine paralel olarak artıyor. 60 yaşın üzerindeki kadınlarda her 3 kadından birinde görülüyor. Türkiye’de bu hastalık yaşlanmanın doğal bir sonucu olarak kabul ediliyor. AAMS yeterince bilinmediğinden doğal bir kabulleniş sözkonusu. Bu durumu ‘öğrenilmiş çaresizlik sendromu’ olarak nitelendirebiliriz” diye konuştu. ANTİDEPRESAN KULLANAN HASTALAR VAR Utanmak, hastalığı yaşlılığın doğal bir parçası olarak görmek, doğumsal ne-

70 POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

denlere bağlamak, sorunu zamanla kanıksayıp kabullenmek gibi faktörlerin AAMS’yi yenmekteki en büyük engel olduğunu anlatan Prof. Dr. Zafer Aybek, şöyle devam etti:“Toplumumuzda bu soruna sahip olanlar, öncelikle bunun tıbbi müdahale gerektiren bir durum olduğunun farkında değil. İdrar kaçırmanın sıkıntılarını çok derin yaşayan hastalar antidepresan ilaç kullanma yoluna gidiyor. Kişilerin cinsel, sosyal ve iş hayatı ciddi bir şekilde etkileniyor. Tuvalete gitme ihtiyacının getirdiği endişe nedeni ile sinema, tiyatro gibi toplu eğlencelere gidememe, iş toplantılarında uzun süre duramama, iş motivasyonunun azalması, uzun seyahatlere çıkamama gibi sosyalleşmeyi ve iş hayatını etkileyen durumlar karşısında kişiler ciddi depresyon yaşıyor. Sürekli yaşanan bu durum bıkkınlık ve yaşama karşı isteksizlik hissi yaratıyor. Toplumumuzda hastalık konusunda yeterince bilinçlenme olmadığından kişiler hastalık karşısındaki çaresizliği kabullenme davranışına gidiyor.” 20 DAKİKALIK ENJEKSİYON TEDAVİSİ YAŞAM KALİTESİNİ ARTIRIYOR Sık sık idrara gitme, sıkışma, gece idrara çıkma, idrar kaçırma gibi belirtilere sahip olanların mutlaka üroloji uzmanı tarafından görülmesi gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Aybek, tedavi yöntemleri


AŞIRI AKTİF MESANE SENDROMUNUN KARNESİ

ve yeni tedavi seçenekleri hakkında şu bilgileri verdi:
 “İlk tedavi seçeneği bazı günlük alışkanlıkları değiştirmek gibi basit önlemler olacaktır. Sıvı miktarını, kahve içmeyi azaltmak, belirli saat aralıklarında çok sıkışmadan idrar yapmak faydalı olabilir. Östrojen eksikliği durumunda bölgesel vajinal östrojen kullanılması, idrar kontrolünü sağlayan kasların egzersiz ve fizik tedavi yöntemleri ile güçlendirilmesi olumlu etki sağlayacaktır. Bu basit yöntemlerle tedavi sağlanamadığı durumlarda ağızdan alınan bir takım ilaçlar denenebilir. İlaçlardan fayda sağlayamayan hastalarda da enjeksiyon tedavisi gibi yöntemlerimiz var. 20 dakika gibi kısa bir uygulama sonrası hızla sonuç veren enjeksiyon tedavisi etkin bir çözüm sunuyor. Mesane kasına botulinum toksin enjeksiyonunun yapıldığı bu yöntemin etkisi hastalar arasında değişebilmekle birlikte, ortalama 6 ay sürmektedir. Tedavinin hasta üzerindeki etkisi geçtiği zaman yeniden enjeksiyon yapılabilir.

a Gençlerde de azımsanmayacak oranda görülen sorun, 60 yaşın üzerindeki kadınlarda her 3 kadından birini etkiliyor. a Kadınlarda erkeklere oranla daha sık görülür.
 a Obezlerde ve sigara içenlerde daha sık rastlanıyor. a AAMS’li kadınlarda hipertansiyon ve kalp hastalığı erkeklerde ise şeker hastalığı görülme sıklığı iki kat fazladır. a AAMS, rahim, mesane sarkması vakalarında ve rahim ameliyatı olanlarda daha yüksek oranda görülür. a Vajinal doğum yapanlarda sezeryan ile doğum yapanlara oranla daha fazla sıklıkla AAMS görülür. Doğum sayısı bir risk faktörüdür.

idrar sıkıştırması nedeniyle yeterli egzersiz yapamadıklarını, bu nedenle de kilo aldıklarından şikayet ettiklerini ifade ediyor. Yine iş verimliliğini bozan AAMS nedeniyle hastaların tuvalate sık gitme isteği işveren tarafından “savsaklama” şeklinde algılanıyor. ABD’de yapılan bir araştırma da AAMS’nin iş verimliliğini azalttığını, bu hasta grubunda işsizlik oranlarının 1.5 kat yüksek olduğunu ortaya koyuyor. AAMS NASIL OLUŞUYOR? Yaş ile doğru orantılı olarak artan AAMS, tüm yaş gruplarında görülmesine rağmen ileri ki yaşlarda daha sık rastlanıyor. Hastalık mesanenin dolumu sırasında ortaya çıkan istemsiz kas kasılmalarından kaynaklanıyor. İdrar yapma hissi geldiğinde beyine yollanan sinyaller boşalma ihtiyacını bildiriyor. Mesane kasının istemsiz hareketleri nedeniyle beyin ve idrar torbası arasındaki koordinasyonun bozulması sonrası idrar sıkıntıları yaşanmaya başlanıyor.

Uygulamanın yan etkileri düşüktür ancak hasta önceden detaylı bilgilendirilmelidir. Yaklaşık 20-30 dakikalık bir süre içinde endoskopik yöntemle gerçekleştirilen bu işlemde özel bir iğne ile mesane kası içine enjeksiyon yapılır. Böylece soruna neden olan mesanedeki istemsiz kasılmalar azaltılmaya çalışılır. Birçok tıbbi çalışmada, bu yöntemle idrar kaçırma sıklığının azaldığı, hastanın yaşam kalitesinin yükseldiği rapor edilmiştir.” İŞSİZLİK ORANLARI 1,5 KAT YÜKSEK Prof. Dr. Zafer Aybek, bazı hastaların

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015 71


SEKTÖR’DEN

GELİŞEN TEDAVİLER İYİLEŞEN HAYATLAR Gilead Sciences Türkiye, Türkiye’de 2.’sini gerçekleştirdiği “Gilead Türkiye Fellowship Programı” ile bu yıl da bilimsel projelere desteğe devam ediyor. “Gilead Fellowship Programı”, HIV, Hepatit B-C, İnvaziv Fungal Hastalık (IFD), Hematoloji/Onkoloji’den oluşan dört terapötik alanda; araştırma, eğitim, sağlık ve hasta bakımını iyileştirmeyi amaçlamaktadır. 28 yıldır dünyada HIV/AIDS, hepatit, ciddi solunum - kardiyovasküler rahatsızlıklar, metabolik sendrom, kanser ve enflamasyon alanlarında faaliyet gösteren Gilead Sciences Türkiye’nin, yeni fikirlerin geliştirilmesini, keşfedilmesini ve yayılmasını sağlayan bu programına 2014’te 35 proje başvurmuş, 9 proje desteğe hak kazanmış ve toplamda 300.000 TL destek verilmiştir. Gilead Sciences Türkiye’nin 2 Haziran Salı günü gerçekleştirdiği basın toplantısında, 2014 yılında destek gören bilimsel projeler sunuldu. Gilead yöneticileri, konusunda uzman Türkiye’nin önde gelen hekimleri ve Pozitif Yaşam Derneği yöneticileri önemli bilgiler paylaştı. Gilead Sciences Türkiye Genel Müdürü Dilek Böke, yaptığı açılış konuşmasında projeye ilgi gösteren hekimlere ve değerlendirme komitesine teşekkür etti. Gilead olarak Hepatit B ve C ile HIV,İnvazif fungal enfeksiyonlar ve hemato-onkoloji de dahil olmak üzere, yaşamı tehdit eden hastalıkların tedavisinde ilerleme sağlayan ilaçların geliştirilmesi ve sunulmasına misyon olarak belirlediklerini, tedavi ihtiyacı karşılanmayan hasta gruplarına erken ve güvenilir tedavileri ulaştırma gayreti içinde olduklarını vurguladı. Gilead Sciences Türkiye Kıdemli Medikal Müdürü Dr. Ece Küçüksayraç, 2015 Gilead Fellowship Programı’nın haziran itibariyle aktif hale geldiğini ve eylüle başvurulara açık olacağını paylaştı.

YARARLANILABİLİR VE PAYLAŞILABİLİR İÇERİKTEKİ AKADEMİK ÇALIŞMALAR BİR ÜLKENİN BİLİMSEL VE EĞİTSEL GELİŞİMİ İÇİN ESASTIR… Prof. Dr. Reşat Özaras; Türkiye’de akademik ve eğitsel projelerin önemi ve karşılaşılan zorlukları aktarırken, herhangi bir desteğin ‘bilimsel destek’ olarak görülebilmesi için, desteklerin organizasyon çıkarlarının doğrultusunda değil; katacağı değer noktasında değerlendirilmesinin en kritik nokta olduğunu vurguladı. Özaras, Gilead‘ın hem Türkiye’de hem dünyada bu konuda emsal teşkil ettiğini söyledi. HIV POZİTİF OLSAK DA OLMASAK DA BİZ POZİTİFİZ, HEM DE ÇOK POZİTİFİZ… Pozitif Yaşam Derneği’nden Arda Karapınar; HIV/AIDS ile yaşayanların geciken haklarını savunmak, dayanışma sağlamak ve toplumdaki ön yargıları yıkmak amacı ile internette “HIV pozitif“ mesaj grubunda biraraya gelen duyarlı kişilerin attıkları adımlarla Haziran 2005’de doğan Pozitif Yaşam Derneği’nin çalışmalarını ve Destek Merkezi projesini aktardı. Ülkemizde hasta derneği olmanın, hastaların haklarını aramanın, hasta insanlara uygulanan toplumsal izolasyonu ve stigmayı kırmanın çok uzun ve zorlu bir yol olduğunu vurgularken bu yolda basının, hekim derneklerinin, ilaç endüstrisinin ve devletin desteğine ihtiyaçlarının büyük olduğunu belirtti. “BASINDA STİGMA” Prof. Dr. Fehmi Tabak ise yaptığı konuşmada; ülkemizde bulaşıcı enfektif hastalıklardan mustarip yüz binler, hatta milyonlarca insan yaşadığını ve özellikle HIV, Hepatitiler gibi cinsel yolla bulaştığı bilinen hastalıklarla ilgili toplumun tüm kesimlerinde çeşitli önyargılar ile kar-

72 POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

şı karşıya kalındığına dikkat çekti. Bu hastalığın basında nasıl yer aldığını kronolojik bir sunumla göstererek aktaran Prof. Dr. Tabak, geçmişten günümüze basındaki bilinç düzeyindeki gelişimi ve bu düzeyi nasıl ileriye taşıyabileceğimizi paylaştı. DESTEK ALAN PROJELER; Uzm. Dr. Mert Ahmet Kuşkucu HIV Enfeksiyonu Derneği Prof. Dr. Beyza Ener Uludağ Üniversitesi Rektörlüğü Bilimsel Araştırmalar Proje Birimi Ayşe Toprak Belgesel Yapımcısı-Yönetmen Dr. Ezgi İnce HIV Enfeksiyonu Derneği Pınar Öktem Pozitif Yaşam Derneği Yrd. Doç. Dr. Anıl Tombak Mersin Üniversitesini Geliştirme Vakfı Doç. Dr. Gökhan Metan Febril Nötropeni Derneği Yrd. Doç. Dr. Uluhan Sili KLİMİK Prof. Dr. Kenan Midilli HIV Enfeksiyonu Derneği


SEKTÖR’DEN

ORGAN NAKLİ UZMANLARI İSTANBUL’DA BULUŞTU Böbrek ve karaciğer naklinde uluslararası alanda tanınmış uzmanlar, organ nakli (transplantasyon) konusundaki gelişmeleri aktarmak ve gelecek trendleri tartışmak amacıyla bir araya geldi. “Transplantasyonda uzun dönemde daha iyi sonuçlar için etkili novo çözümler” başlığı altında düzenlenen toplantı, 22-23 Mayıs tarihlerinde İstanbul Hilton Bosphorus Otel’de Asya, Avustralya, Türkiye, Ortadoğu ve Afrika bölgelerinden yaklaşık 400 uzmanın katılımıyla gerçekleşti. Çeşitli workshop, panel ve bilimsel oturumların düzenlendiği toplantı kapsamında, immünsüpresyon (bağışıklık baskılama) başta olmak üzere hasta sonuçlarının iyileştirilmesine yönelik yeni, etkili çözümlere ve hasta yönetimindeki sorunlara odaklanıldı. Dünyanın farklı ülkelerinden uzmanlara rehberlik etme amacı da taşıyan

toplantı boyunca Türkiye, ABD, İspanya, Kanada, Hollanda ve Almanya’dan uzman konuşmacılar katılımcılara kendi deneyimlerini aktardı. Florence Nightingale Hastanesi Organ Nakli Merkezi Direktörü Prof. Dr. Yaman Tokat moderatörlüğünde gerçekleşen toplantıda Prof. Dr. Tokat’a, Barcelona Clinic Hastanesi Nefroloji ve Üroloji Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Josep Campistol ve Toronto Üniversitesi Multi-Organ Transplant (çoklu organ nakli) Program Başkanı Dr. Gary Levy eşlik etti. Tokat, toplantı sırasında organ nakli alanında günümüzde henüz karşılanmamış ihtiyaçlara dikkat çekerken, Türkiye’deki gelişmelerden de bahsetti. ORGAN NAKLİ TEDAVİSİNDE KÖKLÜ GEÇMİŞ

materyalleri ve son teknoloji klinik araştırmalar ile mevcut ve gelecekteki karşılanmamış hasta ihtiyaçlarını ele almayı hedefliyor. Diğer taraftan çocuk hastalara yeni tedavi seçenekleri sunmak üzere araştırma-geliştirme çalışmalarını sürdüren Novartis, bilimsel çalışmaların yanı sıra, hekimlerle ve organ nakli dernekleriyle birlikte, organ nakli ve bağışının artırılması için çok sayıda projeye destek veriyor, sosyal medyada yürüttüğü kampanyalarla organ bağışı konusunda ulusal bilinci artırmaya yönelik önemli çalışmalar yürütüyor. UZMAN HEKİMLERİN YETİŞTİRİLMESİNE DESTEK Sağladığı eğitim bursları ve destekleri ile uzman hekimlerin yetiştirilmesine de katkı sağlıyor.

Geçtiğimiz sene organ nakli alanında ilk tedavisinin 30’uncu yılını kutlayan Novartis, organ nakli tıbbını dönüştürme potansiyeline sahip hücresel tedavi

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015 73


KİTAP KÖŞESİ TIPTA SESSİZ DEVRİM “KORUYUCU GENETİK” Yazar: Dr. Serdar Savaş Geoturka

“Artık, gelecek bugündür.” Nasıl “fit” bir vücuda sahip olursunuz? Hastalıklardan nasıl korunursunuz? Bedensel performansınızı nasıl zirveye çıkarırsınız? Halsizlik ve yorgunluktan nasıl kurtulursunuz? Yaşlanmanızı nasıl geciktirirsiniz? Türkiye'nin koruyucu genetik alanındaki en önemli bilim insanlarından Dr. Serdar Savaş, yalın, eğlenceli bir dil ve sempatik görseller eşliğinde, çok zor bir konuyu gayet kolay anlaşılır bir şekilde anlatıyor. Vücudunuzu; “içinizdeki evren”i anlatan, tıbbın en yeni ve şaşırtıcı alanı olan "Koruyucu Genetik" hakkında herkesin anlayacağı şekilde yazılmış, bilimsel ve neşeli bir başucu kitabı. Prof. Dr. Bingür Sönmez / Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı: “Kalp hastalıklarından korunmak isteyen herkes okumalı!”

Dr. Keith Grimaldi / Scientific Director of Eurogene, EU: “Bu kitap genetik devrimini halka ulaştırıyor! Teşekkürler Serdar.” Prof Dr. Sevinç Yücecan / Beslenme ve Diyetetik Uzmanı: “Beslenme, genetik, sağlık ilişkisi ancak bu kadar bilimsel ve keyifli anlatılabilirdi.” Prof. Dr. Artemis Simopoulos / Center for Genetics, Nutrition and Health Washington: “Hücrelerimizdeki genetik şifreyi Dr. Serdar Savaş'ın eğlenceli ve sürükleyici anlatımı ile öğreneceksiniz.”

Dr. Sualp Tansan / Onkoloji Uzmanı: “Kanserle mücadele hücrede başlar. Bu kitap kanseri önlemek için bir rehber.”

GÜNÜ BİRLİK HAYATLAR GERÇEK PSİKOTERAPİ ÖYKÜLERİ Yazar: Irvin D. Yalom Pegasus Roma İmparatoru ve filozof Marcus Aurelius, "Hepimizinki günübirlik hayatlar; hatırlayanın, hatırlanandan farkı yok," diye yazmış. İşte ünlü psikiyatr Irvin Yalom da bu sonsuz varoluşun küçük bir parçasını işgal eden günübirlik hayatları, yani bizi yazıyor… Yalom yıllarca üzerinde çalıştığı bu kısa hikâyelerde hastalarının mücadelelerini konu ettiği kadar kendi sarsıntılarını da anlatıyor ve iki önemli sorunun üzerine gidiyor: Kısa da olsa nasıl anlamlı bir yaşam sürüp her günün tadına varabiliriz? Ve kaçınılmaz son olan ölüm gerçekten ne ifade ediyor? Öfke sorunu yaşayan bir kadın, her istediğine sahip ancak bir türlü mutlu olmayı bilmeyen bir iş adamı, insanın bu dünyadaki konumu üzerine düşünen ve bir yandan da kendi acısıyla başa çıkmaya çalışan yeni mezun bir psikolog… Irvin Yalom'un gerçek psikoterapi seanslarından derlediği bu hikâyeler, zorlukları ve tatlı anlarıyla yaşamı bir bütün olarak kabullenmeyi öğretirken aynı sayfaya her baktığınızda farklı şeyler görebileceğiniz bir başucu kitabı olduğunu kanıtlıyor.

74 POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

BİTKİSEL KÜRLERLE İLAÇSIZ TEDAVİ Yazar: Dr. Ümit Aktaş Hayy Kitap Dr. Ümit Aktaş gerçek şifanın kitabını yazdı! Hastaya zarar vermeden tedavi etmenin en etkin yolu FİTOTERAPİ! “Kimyasal ilaçlar, aşılar ve kemoterapi bütün dünyada tartışılıyor artık. Kimi hastalara faydaları var, senelerdir uygulanmalarının gerekçesi de bu. Peki ya yan etkileri? Bazen yan etki çok daha büyük olabiliyor, hasta faydadan çok zarar görebiliyor. Oysa tıp biliminin düsturu neydi: Primum nihil nocere! Önce zarar vermeyeceksin! Hastaya zarar vermeden tedavi etmenin yolu ise fitoterapi biliminden geçiyor. Bu bilim yetkin doktorların kontrolünde olduğu sürece, bitkisel ekstreler ve bitkisel ilaçlarla ağır yan etkilere maruz kalmadan iyileşmek mümkün. 20 yıllık klinik tecrübemle bitkilerin iyileştirici gücüne bizzat tanık oldum, binlerce hastayı tedavi ettim. Ağrıları nedeniyle ağlayarak, yürüyemeyecek halde gelip tam şifayla iyileşmiş romatizma hastaları; insülin kullanmayı bırakan diyabet hastaları ve vücudunda tümörden eser kalmamış kanser hastaları…’’


AYIN KİTABI

KANSERE KAFA TUTANLAR... “Ben” ya da “hiçliğin” sorgulandığı, direnişin, yaşama sevincinin, özlemin kendisi… Yaşamın kıyısında hayata tututanların öyküsü... Kansere Kafa Tutanlar, tanıdan tedaviye kadar geçen süre içinde hayatta kalma mücadelesi verenlerin öykülerinden oluşuyor. Hayat, ölüm, zaman, dostluk, aşk, acı, sevgi, sevinç… Tüm duyguların birbirleriyle çeliştiği, uzun, zor ama kazanılası bir zaferin hikayesi: Kansere Kafa Tutanlar “ben" ya da "hiçliğin" sorgulandığı, direnişin, yaşama sevincinin özlemin hikayesi... ‘“Acı insanı büyütmek için en büyük araç olsa da acıdan korkmadan, korkup da yalnızlaşmadan , acıyı bilerek acının yürekteki ağrısını görerek, ama her gün daha çok direnerek, göğe, yıldızlara, suya çocuğa, çiçeğe,bizi biz yapan yaradana sığınarak baş kaldırmak lazımdı yaşama. Meydan okumak lazım hayata…En büyük zaferdir yaşamak’’ diyen Yeşim Sert Karaaslan, Kansere Kafa Tutan’ların hikayelerini kaleme aldı. Atilla İlhan’dan Nazım Hikmet’e, Ahmed Arif, Ataol Behramoğlu, Karacaoğlan, Can Yücel ve Yusuf Hayaloğlu’nun Ümit Yaşar’ın dizelerinde, Cem Adrian’ın “Buz üstünde yürüyorum” şarkısının sözlerinde, Ahmet Kaya’nın şarkısında kafatutanları ve zorlu mücadeledeki umut dolu duygularını anlatmış. Mustafa Turuncu;“Hayat bir yandan sınarken, bir yandan sevda ile ödüllendiriliyordu" demiş. Tülay Karabağ ise; "Yaşamak için acele et” diye anlatmış.

Yasemin Tamer; "Kanser her mevsimde esen soğuk rüzgar gibiydi". Bedriye Kül; "Savaş, sadece kendiyle değildi. Hem kızımı hem kendini koruyordu" Melike Kül; "Hayatıma yön vermeyi de, son vermeyi de düşündüğüm zamanlarım oldu ama yaşamak her şeye rağmen çok güzel." Güzün Heran Paşakaptan; "Tümör her zaman bizimle. Biz de onu yoruyoruz, uyutuyoruz.Ta ki o tekrar uyuyana kadar…" Nimet Özmel; "Güneşin doğacağına inanırsak gölgede kalmayız." Sevgi Sarıgül; "Hayatıma umut ekmeye çalışırken yüreğime yüreğime dokunan eller bana umut oldu” Sevil Gürkan; “Tümör bir gün yokladığından bile unutacaktı. " Ekrem Bingöl; "Ne olursa olsun, yeter ki sağlık olsun" Emsal Hamoğlu; "Biliyorduk ki, dünde kalanların geleceği olmazdı ve kollarını açmış hayata kocaman gülümsüyordu." Olcay Tuncay; "Bildiği ve gördüğü dünya dün ile örtüşmüyor. Şimdi daha aydınlık ve daha güçlü…" Ayşegül Turcan; “Yarınlar umuduyla güçlenen ruhu, bedenine de can verecekti…” Ayşin Aksu; "Yaşamı ıskalamak istemiyordum." Seda Kansu; "Kanser hayatınızı değiştirebilir. Hatta çok zor anlarda yaşatır ama hayatımızın özüne dokunamaz." Dilek Yılmaz; "Ne olacaksa olsun.Çünkü ben yaşamak istiyorum. "

Anadolu Ajansı’nın deneyimli sağlık muhabirlerinden Yeşim Sert Karaaslan’ın, Sağlık Bakanlığı Sağlığın Geliştirilmesi Genel Müdürlüğü’nün katkılarıyla hazırladığı “Kansere Kafa Tutanlar” Sağlık Bakanlığı Sağlığın Geliştirilmesi Genel Müdürlüğü ve Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Kanser Daire Başkanlığı’ ndan temin edilebilir. Sonbaharda genişletilmiş olarak kitapevlerinde tekrar okuyucuları ile buluşacak olan kitapta benimde paylaşmak istediklerim var diyorsanız; kanserekafatutanlar@gmail.com e-posta ve kanserekafatutanlar.facebook.com sosyal medya ağından letişime geçebilir, hikayelerinizi ulaştırabilirsiniz. Umut her zaman vardır. İnancınızı kaybetmemeniz dileğiyle...

Zeynep Çetinkaya

Sevgi Akcakoca; "Anne, baba olmak; çocuklar için yaşamak, yaşatmak ve direnmek anlamı taşıyor. " B.Ö; “Affedin beni çünkü her şey çok sevmekten...”

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015 75


BİR AY SÜRECEK KLASİK MÜZİK MARATONU BAŞLIYOR İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından Borusan Holding sponsorluğunda düzenlenen 43. İstanbul Müzik Festivali, 31 Mayıs Pazar akşamı gerçekleştirilecek açılış töreni ve konseriyle başlıyor. İstanbul Müzik Festivali, “Kültürel Manzaralar” temasıyla 29 Haziran tarihine kadar aralarında Yuri Bashmet, Fazıl Say, Gidon Kremer, Yuja Wang, Magdalena Kožená, Emmanuelle Haïm ve festivalin bu yılki Yerleşik Konuk Orkestrası Deutsche Kammerphilharmonie Bremen’in de bulunduğu 600’e yakın yerli ve yabancı sanatçıyı İstanbul’un 12 farklı mekânında ağırlayacak. 43.MÜZİK FESTİVALİ Tüm etkinliklerle ilgili detayları festivalin web sitesinden (http://muzik.iksv.org/tr) öğrenebilirsiniz..

AÇILIŞ KONSERİ: BORUSAN İSTANBUL FİLARMONİ ORKESTRASI 31 Mayıs Pazar | Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı | 19.00 Dünya Prömiyeri BERLİN FİLARMONİ'NİN 12 ÇELLİSTİ 1 Haziran Pazartesi | Aya İrini Müzesi | 20.30 Türkiye Prömiyeri KREMERATA BALTICA & GIDON KREMER "Rus Mevsimleri ile Amerikan Mevsimleri" 2 Haziran Salı | Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı | 20.30 Türkiye Prömiyeri BORODİN QUARTET & BORIS BEREZOVSKY 4 Haziran Perşembe | Aya Irini Müzesi | 20.30 İSPANYOL MANZARALARI 5 Haziran Cuma | Süreyya Operası | 20.30 AYVALIK ULUSLARARASI MÜZİK AKADEMİSİ FESTİVAL ORKESTRASI ALEXANDER RUDIN & JULIAN MILKIS

FAZIL SAY İLE MOZART MARATONU 9 Haziran Salı | Süreyya Operası | 20.30 11 Haziran Perşembe | Albert Long Hall | 20.30 12 Haziran Cuma | Heybeliada Aya Triada Manastırı | 21.00 13 Haziran Cumartesi | Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı | 20.30

6 Haziran Cumartesi | Sent Antuan Kilisesi | 20.30 ALLIAGE QUINTET & JOZSEF LENDVAY: "Paris Dans Ediyor" 8 Haziran Pazartesi | Süreyya Operası | 20.30 KIM KASHKASHIAN & PETER NAGY 10 Haziran Çarşamba | Vortvots Vorodman Kilisesi | 21.00 Dünya Prömiyeri

Süreyya Operası | 21.00 MOSKOVA SOLİSTLERİ: YURI BASHMET & DANIIL TRIFONOV 22 Haziran Pazartesi | Aya Irini Müzesi | 21.00 LES SOLISTES DU CONCERT D'ASTREE & MAGDALENA KOŽENÁ 23 Haziran Salı | Aya Irini Müzesi | 21.00

YILDIZLARLA ODA MÜZİĞİ PATRICIA KOPATCHINSKAJA & SOL GABETTA & POLINA LESCHENKO 15 Haziran Pazartesi | Boğaziçi Üniversitesi Albert Long Hall | 20.30

DEUTSCHE KAMMERPHILHARMONIE BREMEN & CHRISTIAN TETZLAFF 24 Haziran Çarşamba | Aya Irini Müzesi | 21.00

FRANZ LISZT ODA ORKESTRASI & GÜLSİN ONAY & GABOR BOLDOCZKI 17 Haziran Çarşamba | İş Sanat | 20.30

DEUTSCHE KAMMERPHILHARMONİE BREMEN & LARS VOGT 25 Haziran Perşembe | Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı | 21.00

FESTİVAL BULUŞMASI: BORUSAN QUARTET & CUARTETO CASALS 18 Haziran Perşembe | Boğaziçi Üniversitesi Albert Long Hall | 21.00

LOZAN ODA ORKESTRASI (ORCHESTRE DE CHAMBRE DE LAUSANNE): ARABELLA STEINBACHER & MAXIM RYSANOV 26 Haziran Cuma | Aya İrini Müzesi | 21.30

SCHUBERTIADE 19 Haziran Cuma | Avusturya Kültür Ofisi | 21.00 FESTİVAL GENÇ SOLİSTİNİ SUNARBENGİSU KÖMÜRCÜ 20 Haziran 2015 Cumartesi |

76 POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

KAPANIŞ KONSER BİFO & YUJA WANG 29 Haziran Pazartesi | Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı | 21.00


SANAT

ŞEHİR TEMMUZDA CAZ IŞIKLARIYLA PARLAYACAK

22

. İstanbul Caz Festivali, 15’i aşkın farklı mekânda 250’den fazla yerli ve yabancı sanatçı ile 35’in üzerinde konser sunduğu programıyla bu yaz da İstanbul’u caz ışıklarıyla aydınlatacak. İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından, on sekiz yıldır Garanti Bankası’nın sponsorluğunda düzenlenen İstanbul Caz Festivali’nin 22.’si, 27 Haziran -15 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Festival bu yıl da cazın önde gelen isimlerini ve güncel müziğin yıldızlarını İstanbul’da ağırlayacak. 22. İstanbul Caz Festivali, bu

yıl gelenekselleşen konser mekânlarının yanı sıra festival, müziği tüm kente yayarak takipçilerini şehrin farklı köşelerinde buluşturacak.

web sitesinden (caz.iksv.org) takip edebilirsiniz.

Joan Baez, Jools Holland, Marcus Miller, Melody Gardot ve Tigran Hamasyan gibi folk, blues ve cazın farklı seslerini ağırlayacak olan 22. İstanbul Caz Festivali, Fenerbahçe Parkı’ndaki “Parklarda Caz” ve Kadıköy’deki “Gece Gezmesi” etkinlikleriyle Anadolu yakasına da taşınacak. 22. İSTANBUL CAZ FESTİVALİ Tüm etkinlikleri ile ilgili detayları festivalin

22. İSTANBUL CAZ FESTİVALİ, AÇILIŞ KONSERİ "Yaşam Boyu Başarı Ödülü"sahibi Emin Fındıkoğlu 27 Haziran Cumartesi 21.00 Avusturya Başkonsolosluğu Yeniköy Avusturya Kültür Ofisi Bahçesi Tigran Hamasyan 30 Haziran Salı, 21.00, Aya İrini Müzesi 1 Temmuz Çarşamba, 19.00, Cemal Reşit Rey Konser Salonu Joan Baez, 1 Temmuz Çarşamba, 21.30, Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi Marcus Miller’la “Afrodeezia” 2 Temmuz Perşembe, 21.00, Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi Bas Virtüözü Charnett Moffett ile “Nettwork” Gecesi 3 Temmuz Cuma, 21.00, Sakıp Sabancı Müzesi “PARKLARDA CAZ” 4 Temmuz Cumartesi, 17.00, Fenerbahçe Parkı ve Fenerbahçe Khalkedon Melody Gardot ile Sepetçiler Kasrı’nda Bir Gece 6 Temmuz Pazartesi, 19.30, Sepetçiler Kasrı Jools Holland, Marc Almond ve Rhythm and Blues Orchestra 7 Temmuz Salı, 21.00, Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi Roberto Fonseca Fatoumata Diawara 8 Temmuz Çarşamba, 21.45, Feriye Lokantası “Gece Gezmesi”

8 Temmuz Çarşamba, Kadıköy-ModaYeldeğirmeni “USTALARLA BULUŞMALAR” Mahsa Vahdat, Tord Gustavsen ve Fahrettin Yarkın 9 Temmuz Perşembe, 21.00, İstanbul Erkek Lisesi Bahçesi “Caz İçin Tuhaf Bir Yer”: The Bad Plus ve Joshua Redman 10 Temmuz Cuma, 19.30, ENKA Eşref Denizhan Açık Hava Tiyatrosu Sly & Robbie, Nils Petter Molvaær 11 Temmuz Cumartesi, 19.00, KüçükÇiftlik Park Chris Potter, Dave Holland, Lionel Loueke, Eric Harland 13 Temmuz Pazartesi, 21.00, CRR SALON’DA AVRUPA CAZ KULÜBÜ GECELERİ WeeD Feat. ERNST REIJSEGER, 30 Haziran Salı, 21.30 DAVE ALLEN BAND feat. MICHAEL GRIENER, 8 Temmuz Çarşamba, 21.30 BAŞAK YAVUZ BAND feat. VINCENT PEIRANI, 9 Temmuz Perşembe, 21.30 BURAK BEDİKYAN EUROPEAN QUARTET, 14 Temmuz Salı, 21.30 Sinatra & Lady Day: Frank Sinatra 100. yılı 14 Temmuz Salı 21.30 Almanya Sefareti Tarabya Yazlık Rezidans 15 TEMMUZ FESTİVAL KAPANIŞI Michael Kiwanuka, Hiatus Kaiyote ve Theo Croker 15 Temmuz Çarşamba 19.00 KüçükÇiftlik Park

Grammy ödüllü bas dehası Marcus Miller, müzikal mirasının kaynağına döndüğü yeni projesiyle Afrika’dan Amerika kıtasına uzanan eğlenceli bir yolculuk vaat ediyor. Açık Hava’da gerçekleştirilecek konser için biletler Biletix ve İKSV’de. Festivale eş zamanlı kulüp programları: Nardis, Nublu ve Roxy’de

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

77


KONGRE TAKVİMİ

HAZİRAN 2015

EYLÜL 2015

10. Ulusal Pediatrik Hematoloji Kongresi 3-6 HAZİRAN 2015 Swissotel /ANKARA Organizasyon: Serenas Turizm http://www. tphd2015.org

Çocukluktan Erişkinliğe Obstrüktif Akciğer Hastalıkları Sempozyumu 3-5EYLÜL 2015 Perissia Otel Nevşehir / Kapadokya Organizasyon: Serenas Turizm http://ttdguzsempozyumu2015.org

7th Annual SERGS Meeting on Robotic Gynecological Surgery 11-13 HAZİRAN 2015 Wyndham Grand İstanbul Levent Otel İstanbul Organizasyon:Opteamist Turizm http://www.sergs2015.org Hacettepe Beslenme ve Diyetetik Günleri 5. Mezuniyet Sonrası Eğitim Kursu 25-27 HAZİRAN 2015 Hacettepe Üniversitesi ANKARA Organizasyon: DMR Turizm http://beslenmegunleri2015.org TOD (Türk Oftalmoloji Derneği) 28. Yaz Sempozyumu 26-28 HAZİRAN 2015 Swissotel İZMİR Organizasyon: Topkon Turizm http://todnet.org/yazsempozyumu2015 4. Nöroradyoloji Okulu 26-28.HAZİRAN 2015 The Marmara Otel -İSTANBUL Organizasyon:Flap Tour http://nororadyolojiokulu.org

TEMMUZ 2015 14th ESCMID Summer School 4-11.TEMMUZ 2015 Acıbadem Üniversitesi Kerem Aydınlar Kampüsü İSTANBUL Organizasyon:Serenas Turizm http://www.escmid.org/dates_events/ escmid_summer_school

12. Metabolik Sendrom Sempozyumu 3-6 EYLÜL 2015 Bodrum Hilton Türkbükü Otel MUĞLA / BODRUM Organizasyon: Figür Kongre http://metsend2015.org 1. Kardiyovasküler Akademi Kongresi 9-13 EYLÜL 2015 Acapulco Otel GİRNE / KKTC Organizasyon: Global Turizm http://www.kvak2015.org 15. Ulusal Hemşirelik Kongresi 10-12.EYLÜL 2015 Xanadu Snow White Ote ERZURUM / PALANDÖKEN Organizasyon: Akdora http://ulusalhemsirelikkongresi2015. org

1st International Conference on Natural Products for Cancer Prevention and Therapy 31 AĞUSTOS-2 EYLÜL 2015 İstanbul Üniversitesi Kongre Merkezi İSTANBUL Organizasyon: Akademi Kongre http://www.npcpt2015.org

2. EndoBridge Endokrinoloji Toplantısı 15-18 EKİM 2015 Cornelia Diamond Otel ANTALYA / BELEK Organizasyon:DMR Kongre http://www.endobridge.org 9. Ulusal Genç Yaşam Kongresi 15-18 EKİM 2015 Cratos Premium Otel Girne / KKTC Organizasyon: Contrust Kongre http://www.gencyasamkongresi.com

EKİM 2015 4. Ulusal ve 1. Akdeniz Metabolik Hastalıklar ve Morbid Obezite Cerrahisi Kongresi 1-4 EKİM 2015Papillion Ayscha Otel ANTALYA / BELEK Organizasyon: Semtur http://obezitecerrahisi2015.com 3. Pediatrik Rehabilitasyon Kongresi 9-11 EKİM 2015 Wyndham Otel ANKARA Organizasyon : Diamed http://www. pediatrikrehabilitasyon2015.org

17. Dünya İşitme Engelliler Federasyonu Kongresi 17th World Congress of the World Federation of the Deaf 28 TEMMUZ- 2 AĞUSTOS 2015 İstanbul Kongre Merkezi İSTANBUL Organizasyon: ZED Turizm http://www.wfdcongress2015.org/

AĞUSTOS 2015

6. Uluslararası Avrasya Hematoloji Kongresi - 6th International Eurasian Hematology Congress 14-18 EKİM 2015 Mardan Palace Otel: ANTALYA / KUNDU http://avrasyahematoloji2015.org/tr/

25. Ulusal Böbrek Hastalıkları, Diyaliz ve Transplantasyon Hemşireliği Kongresi 32. Ulusal Nefroloji, Hipertansiyon, Diyaliz ve Transplantasyon Kongresi 21-25 EKİM 2015 Sueno Otel & Kongre Merkezi ANTALYA / BELEK Organizasyon: Serenas & GL Events http://www.nefroloji2015.org 16. Ulusal Romatoloji Kongresi 28.EKİM-1.KASIM 2015 Sueno Deluxe Otel Belek Antalya / Belek Organizasyon: Serenas Turizm http://romatoloji2015.org

25. Ulusal Patoloji Kongresi ve 6. Ulusal Sitopatoloji Kongresi 14-17 EKİM 2015 Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi BURSA Organizasyon : Burkon Turizm http://www.patoloji2015.org 17. Ulusal İç Hastalıkları Kongresi 14-18 EKİM 2015 Sueno Deluxe Otel & Kongre Merkezi ANTALYA / BELEK Organizasyon : Serenas Turizm & GL Events http://ichastaliklari2015.org

78 POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015

Türkiye Maternal Fetal Tıp ve Perinatoloji Derneği Ultrasonografi Kursu-2 29-31 EKİM.2015 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi İSTANBUL Organizasyon: FTS Turizm http://www.tmftpultrason2015.org


KONGRE VE ETKİNLİK YÖNETİMİNDE TÜM SORUNLARA TEK ÇÖZÜM digiCon KONGRE YÖNETİM SİSTEMİ

K

ongre, etkinlik, toplantı gibi büyük katılımlı organizasyonlarının başarıya ulaşmasında bilimsel programla birlikte insan kaynağı ve teknik hizmet, kusursuz bir organizasyonun olmazsa olmazı. 30 yıllık bilişim ve 18 yıllık kongre deneyimi ile Yavuz Bilgisayar IT ekibinden Genel Müdür Ali Yücel ve Davut Güler digiCon ‘u anlattı. “digiCon, kongrelerinizde ihtiyaç duyabileceğiniz her ayrıntı hesap edilerek hazırlanmıştır. Kayıt, konaklamadan sunum kontrole kadar her noktada kullanabileceğiniz modülleri ile farklı programlara gerek duymadan, sadece digiCon’u kullanarak kongrenizi baştan sona organize etmenizi sağlar.” digiCon HANGİ HİZMETLERİ SUNUYOR? “Organizasyon firmasının ihtiyacına göre her türlü yazılım imkanımız var. Ancak en fazla istenilen birkaç programdan bahsedecek olursak şöyle sıralayabiliriz: Konaklama ve Online Kayıt Konaklama; konaklama otelini, giriş çıkış tarihini, oda paylaşımlarını, refakatçisini, transfer geliş-gidiş gibi bilgilerini, katılacağı etkinlik veya kursları, cari borcunu yönetebilirsiniz.Katılımcıların tüm özlük bilgilerini görür yaka kartı, otel voucher ve katılım sertifikasını basabilir, digiCon programına girdiğiniz datalar internet üzerinden otomatik olarak web sayfanızda kullanıma hazır hale gelmektedir. Katılımcılarınızın web üzerinden online kayıt, konaklama, kurs, sosyal aktiviteler, transfer kaydı işlemlerini yapmalarına olanak tanırsınız. Stand Takip Sistemleri;Katılımcıların yaka kartlarına basacağınız barkodlar sayesinde etkinlik süresince stand alan-

larında bulunan firmalarınız stand ziyaretlerini firma bazında takip edip katılımcı firmalara raporlar sunabilirsiniz.

Ali Yücel

TRANSFERLERİNİZDE TABLET UYGULAMASI Transferi beklenen kişilerin uçuş bilgilerini, konaklayacakları oteli, beraberlerindeki kişi bilgileri gibi tüm detayları da görebilirsiniz.Transfer işlemleri için yapmanız gereke tek şey personelinize bir tablet cihaz vermek. ETKİNLİK VE DEPO GİRİŞ-ÇIKIŞI KONTROL EDEBİLİRSİNİZ Etkinliğiniz boyunca depo alanınıza giren-çıkan tüm ürünleri manuel veya barkodlu sistem ile takip edebildiğiniz, depo hareketlerini detaylı olarak raporlayabilirsiniz. Barkod Akreditasyon ile yaka kartlarına basacağınız barkodlar sayesinde etkinlik süresince verilecek hizmetler, girilecek kurs veya toplantılar rahatlıkla takip edilebilir. Gün bazında raporlar oluşturur. SUNUM KONTROLÜ MERKEZİ SİSTEMDEN Sunum yapacak katılımcıların sunumlarını tek elden toplayıp sunum yapacakları salona merkezi sistem ile gönderebilecekleri bir alt yapı hizmetidir. SADECE BİR TEK TUŞLA … “Kongrenize ait tüm verileri toplu olarak excel’den digicon içine aktarma imkanı sunan bu modül sayesinde artık data girişleriniz sadece birkaç dakikanızı alacaktır. Bu sayede hiç kimseye ve hiçbir yazılım bilgisine ihtiyacınız olmadan eldeki mevcut verilerinizi sadece birkaç dakikada programa aktarmanın

Davut Güler

rahatlığını yaşarsınız. Otel, kişi kayıtları, sponsorlar, transfer listeleri, oda tipleri, kayıt ücretleri, otel giriş çıkış tarihleri gibi her türlü detay tek bir tuşla program içersine aktarılabilir. Data aktarımının en önemli özelliği aktarım sırasında hatalı alanların, eksik bilgilerin, hatalı yazıların sistem tarafından tespit edilebilmesi ve kullanıcıyı uyarmasıdır.Bu bölüm gerçek anlamda hayatınızı kolaylaştıracak. Kısaca digiCon ile katılımcı listesi, otele giriş yapanlar, otele giriş yapmayanlar, salon katılım listesi, depo giriş çıkış listesi, borçlu katılımcı listesi, otel blokaj durumu, otel mutabakat raporları, transfer listesi, kurs ve etkinlik katılımı, stant ziyaretçi listesi, hizmet dağıtım listesi gibi onlarca rapor artık tek bir butonla hizmetinizde ve tüm bu raporları dilerseniz yazıcı çıktısı alır, dilerseniz excel, word veya PDF olarak kaydedebilirsiniz. Bunun dışında; kiralama hizmetleri, Rfıd antenler, etkinliklerinizin internetten canlı olarak yayınlanması için en gelişmiş çözüm webcast, insansız kayıt otomasyon sistemi ile dokunmatik ekran İKOS, kalabalık toplantı ve davetlerde masa oturma düzeninde çağdaş bir yazılım ile gala sistemi, kongrelerde gösterilen sunumların dijital ortamda hazırlanması elektronik bildiri kitabı, bildiri toplama hizmetlerinde uygun çözüm arayanlar için abstract sistemi, video wall yazılımı gibi hizmetlerimizi sunuyoruz. digiCon; organizasyon öncesinde 15 dakikalık bir eğitimle, programla ilk kez karşılaşanların bile kullanabileceği kadar pratik hızlı ve güvenilirdir. Kurulumu sadece 2 dakika olan digiCon’u kullanmaya başladığınızda ihtiyaç duyabileceğiniz her ayrıntı, hizmetinizde olacak.” www.digicon.org www.yavuzbilgisayar.com.tr

POPÜLER SAĞLIK MAYIS - HAZİRAN 2015 79


Yönetim Merkezi (İZMİR) : 0 232 465 32 32 (pbx) 0232 422 08 38 Faks: 0232 465 30 94 İstanbul Haber Merkezi...: 0 216 355 02 59 GSM: 0 532 470 00 25 info@populersaglikdergisi.com info@populersaglik.com www.populersaglikdergisi.com www.populersaglik.com



Hayatını yaşa! Hassas mesaneler için özel olarak geliştirilmiş süper emici Selpak Mesane Pedi. İdrar kaçırma durumunda konforlu yapısıyla her an yanınızda.

Dışarıdan Belli Olmaz Cilde Dost

Ultra Emici Kokuyu Hapseder


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.