/postkolik
TE N M O M :5 UZ 4 20 ÜCRETSİZDİR 17
www.postkolik.com
TAHT
SALLANIYOR GEZİ
Dünyanın en yaşanabilir şehirleri listesinde her zaman ön sıralarda kendine yer bulan Kopenhag; soğuk iklimine karşın, masalsı bir atmosfere sahip.
SİNEMA
Spider-Man, 2000’ler sonrası sinema yolculuğunda üçüncü virajda. Marvel ve Sony’nin tatlı sert çekişmesi bakalım kahramanımıza yarayacak mı?
PORTRE
Vogue kapağına çıkan ilk transseksüel model olarak tarihe geçen Valentina Sampaio, moda dünyasının yeni ikonu! Şimdi Brezilyalı modeli yakından tanıma zamanı.
OYUN
Dünyanın en önemli video oyun fuarı olarak kabul edilen E3 geçtiğimiz ay Los Angeles’ta düzenlendi. Fuarın en dikkat çeken 10 oyununu sizin için yazdık.
RÖPORTAJ
Türkiye’de hip hop kültürünün önemli temsilcilerinden biri olan Ege Çubukçu, Gece Gelen Sıkıntı isimli maksi single’ı sonrası sorularımızı yanıtladı.
MODA
Kısa sürede birçok ünlü ismin favorisi hâline gelen Ayakizi Sandaletler’in yaratıcısı Berna Uçkun Ataman, markasının hikâyesini ve hedeflerini anlattı.
İÇİNDEKİLER
Gondor Medya İletişim Danışmanlık Tic. Ltd. Şti adına sahibi Emrah Gürkan Yayın Yönetmeni Emrah Gürkan emrah@postkolik.com Görsel Yönetmen Emre Öztınaz Yayın Danışmanı Fırat Akyıldız Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Fatma Gürkan Katkıda Bulunanlar Erdem Tatar, Sadi Tirak, Enis Hazan, Orhan Meriç, Gizem Şentürk, Özüm Kasapoğlu Fotoğraf Sinan Bayar Reklam Yetkin Nural 0537 371 90 50 reklam@postkolik.com Digital Reklam Digital Drop 0212 272 04 08 emreturegun@digitaldrop.co Yönetim Yeri Nisbetiye Mah. Gazi Güçnar Sok. Uygur İş Merkezi No: 4A, D:1 Beşiktaş/İstanbul 0212 337 27 91 info@postkolik.com Baskı Altın Kitaplar Yayınevi Tic. A.Ş. Göztepe Mah. Kazım Karabekir Cad. No:32 Bağcılar/İstanbul 0212 446 38 88 Sertifika no: 10766 Yayın türü: Aylık, süreli, yerel Postkolik’te kullanılan tüm yazılar kaynak gösterilerek yayınlanır. Postkolik 15 bin adet basılıyor. Postkolik’in dağıtıldığı yerleri görmek için www.postkolik.com/neredeyiz adresini ziyaret edebilirsiniz. Postkolik’i e-dergi olarak www.postkolik.com adresinden okuyabilirsiniz.
08
20
14
22
08/ KAPAK
27/RÖPORTAJ
14/ GEZİ
33/ PORTRE
Dünyanın en yaşanabilir şehirleri listesinde her zaman ön sıralarda kendine yer bulan Kopenhag; soğuk iklimine karşın, masalsı bir atmosfere sahip.
Vogue kapağına çıkan ilk transseksüel model olarak tarihe geçen Valentina Sampaio, moda dünyasının yeni ikonu! Şimdi Brezilyalı modeli yakından tanıma zamanı.
16/ OYUN
34/ MODA
Game of Thrones yedinci sezonuyla finale doğru koşar adım ilerliyor. Westeros’ta savaş alevleri çift kanattan harlanmakta. Bu kış zor geçecek!
Dünyanın en önemli video oyun fuarı olarak kabul edilen E3 geçtiğimiz ay Los Angeles’ta düzenlendi. Fuarın en dikkat çeken 10 oyununu sizin için yazdık.
20/SİNEMA
Spider-Man, 2000’ler sonrası sinema yolculuğunda üçüncü virajda. Marvel ve Sony’nin tatlı sert çekişmesi bakalım kahramanımıza yarayacak mı?
22/ ANALİZ
II. Dünya Savaşı, sinema dünyasının en büyük franchise’larından biri. 21 Temmuz’da vizyona girecek olan Dunkirk ile bu gerçeği bir kez daha göreceğiz. 3
Türkiye’de hip hop kültürünün önemli temsilcilerinden biri olan Ege Çubukçu, Gece Gelen Sıkıntı isimli maksi single’ı sonrası sorularımızı yanıtladı.
Kısa sürede birçok ünlü ismin favorisi hâline gelen Ayakizi Sandaletler’in yaratıcısı Berna Uçkun Ataman, markasının hikâyesini ve hedeflerini anlattı.
POST OFFICE
KARŞINIZDA TURBO S EXCLUSIVE E
ğer Porsche’nin 911 Turbo S modeli birilerinin ihtiyaçlarını karşılamıyorsa, Alman üreticinin bu özel modeli kesinlikle karşılayacak. Turbo-S’in süper otomobil özelliklerinin üzerine çıkan Turbo S Exclusive modeli, 991 segmentinin sınırlarını zorluyor. Mevcut beygir gücüne yapılan 27 beygirgücü değerindeki artışla Turbo S Exclusive’in beygir gücü toplamda 607’ye ulaşmış durumda. Kadranındaki en yüksek hız olan 330 kilometreye çıkma süresi ise, sıkı durun, tam 2,8 saniye. Aracın dış tasarımı muhteşem bir metalik altın rengin, kla-
sik siyah yarış arabası çizgileriyle kombininden oluşuyor. Aynı tasarımı karbon fiber lastiklere yapılan bakır yivli süslemelerle lastik ve jantlarda da görüyoruz. Araçtan indikten sonra da her şeyin birbiriyle uyumlu olmasını sağlamak için Porsche, otomobilinizle uyumlu bir valiz seti ve Porsche Design tarafından tasarlanmış bir kol saati de düşünmüş. Porsche’nin bu çok özel modelinin fiyatı ise tahmin edeceğiniz gibi dudak uçuklatacak cinsten! Tabii bu özel aracın üretiminin dünya genelinde 500 adet ile sınırlı olduğunu da hatırlatalım.
BİR BAKIŞTA SNAP
E
skiden herkesin sahip olmak istediği şeylerden biri, kamera sistemi entegre edilmiş gözlüklerdi. Casus filmleri misali her baktığınızı kayıt altına alacak gözlükler sayesinde muhteşem bir arşiv oluşturmanız olasıydı. Gelişen teknoloji hayallerin bir adım ötesine geçmeyi başardı. Spectacles adı verilen bu teknolojik gözlükler sayesinde bir bakışta değil video çekmek, snap bile atabiliyorsunuz! Tek yapmanız gereken gözlüğü Snapchat hesabınıza bağlamak ve arzu ettiğiniz anda üzerindeki düğmeye basmak. Sonrasında 10 saniye boyunca baktığınız noktanın görüntüsü gözlüğün üzerindeki dahili kamera tarafından kayıt altına alınacak ve Snapchat hesabınıza gönderilecek! Olağanüstü değil mi? Spectacles günlük kullanıma uygun oldukça şık bir tasarıma, üç renk seçeneğine ve unisex modellere sahip. Üstelik siz kayıt yaparken 10 saniye süresince üstündeki led ışıklar yanıyor ve poz vermesini istediğiniz birileri varsa karşınızda, onları da size yönlendiriyor.
PRATİK DALGIÇ TÜPÜ
www.spectacles.com
J
ames Bond, Thunderbolt filminde ağzına yüksek teknoloji ürünü nefesliğini takıp suyun altına daldığından beri insanlar su altında daha az ekipmanla daha uzun süre kalabilmenin yollarını arıyor. Yıllar süren araştırma ve geliştirme çalışmalarının sonucunda ortaya çıkan Scorkl, sizi adeta bir James Bond’a dönüştürecek! Yeniden doldurulabilmesi sayesinde tekrar tekrar kullanılabilen bu tank oldukça da pratik. İçini havayla doldurmak için yüksek basınçlı bir pompaya ya da standart bir dalış tankına bağlamanız yeterli. Tank tam kapasiteyle dolduğu zaman size 10 dakika boyunca su altında kalma imkânı sunuyor. İsteğe bağlı nefes alma ile dengelenmiş tekli düzenleyici özelliği sayesinde bu ürünü ağzınıza dayayıp suya dalabilirsiniz. İster basit bir eğlence arayan tecrübeli bir dalgıç olun, ister bütün yaz yayılıp yatmak istemeyen bir plaj sakini, bu basit ama etkili ekipman sayesinde yazınız çok keyifli geçecek. Bu ürünü almak isterseniz bütçenizden 200 doları ayırmanız gerekecek. 4
MÜTHİŞ DEDEKTİF EVİNİZDE E
fsane dizi X-Files’ın müthiş karakteri Ajan Mulder, bu harika figürle artık koleksiyonunuzun bir parçası olacak. David William Duchovny’nin canlandırdığı Fox Mulder karakteri baz alınarak hazırlanan bu figür, yaklaşık 30 cm boyunda. Her türlü detayın düşünüldüğü figürde Mulder’ın üstünde FBI kimliği ile iki tabancası mevcut ve figürümüz elbette çok havalı bir takım elbise giyiyor. 2018 yılının ilk çeyreğinde piyasaya çıkması beklenen ürünün fiyatı 168 dolar olacak. Ürünü satın almak için şimdiden ön sipariş verebilirsiniz. Mulder figürünün paketinde ekstra aksesuar ve silahlar da bulunuyor, liste şu şekilde; SIG-Sauer P226 tabanca, Walther PPK tabanca, tabanca kılıfı, kol saati, el feneri, cep telefonu, 7 adet alternatif poza sahip ekstra el ve bir adet cep telefonu. Tüm X-Files hayranlarının evinin bir köşesinde bu muhteşem figüre yer olduğunu düşünüyoruz. www.sideshowtoy.com
KAHVEDE BOURBON FARKI
TELEVİZYON ÖTESİ
C
Seed’de çalışan sihirbazlar dünyanın en geniş 4K ekranlı televizyonunu ürettiler. Ağzınızı açık bırakacak bu harikulade televizyonun ismi C Seed 262. Uzunluğu 6.65 metre, genişliği 6.14 metre ve boyu da 2.57 metre olan bu inanılmaz televizyonun bir de tek düğme dokunuşuyla açılıp kapanan bir örtüsü var. Devasa C Seed 262 televizyonunda 4K LED TV görüntü, yüksek kontrast için siyah LED teknolojisi, ultra yüksek çözünürlük teknolojisi, dinamik görüntü ve geleneksel televizyonlarda asla göremeyeceğiniz genişlikte bir renk spektrumu mevcut. Dahası, parlak ışık koşullarında bile ultra yüksek 800 NITS parlaklığı sayesinde bu TV, gören herkesi kendine hayran bırakacak parlaklığa sahip. Televizyona entegre edilmiş 4K medya sunucusu ve altı adet yüksek kalite hoparlör ile artık vizyon filmlerini bile evinizde, koltuğunuza yayılarak izlemek isteyeceksiniz. Banka hesabınızda yaklaşık 500 bin $ varsa neden olmasın?
S
on zamanlarda neredeyse bütün alkollü içki üreticileri diğer markalarla iş birliği yaparak yeni içecekler üretme eğilimine girdiler. Viski varilinden yapılan saatlerden alkollü maple şurubuna kadar her şeyi gördük. Yine de Jim Beam Whiskey Coffee şu ana kadar çıkan ürünler arasındaki yeni favorimiz oldu. Kentcuky’li viski üreticisi Clermont ve Long Island’da kurulan Amerikan kahvesi üreticisi White Coffee, beş farklı aromalı Jim Beam Whiskey Coffee seçeneğini üretmek için bir araya geldiler. Sonunda da White Coffee firması, Arap kahve çekirdekleri ve Jim Beam’i kullanarak orijinal bir kahve üretmeyi başardı. Bu kahvenin bourbon, vanilya, tarçın çubukları, baharatlı bal ve koyu kahve aromaları mevcut. Hiç endişelenmeyin bu kahveyi içtikten sonra rahatça araba kullanabilirsiniz zira içindeki viski miktarı buna göre ayarlanmış. Ancak viskinin o boğaz yakan, kavruk tadı bundan sonra sabahlarınızı daha eğlenceli kılacak. Çekirdek kahvenin o kadar da meraklısı değilseniz White Coffee size hazır kahve seçenekleri de sunuyor. Satış fiyatı ise 18 dolar.
cseed.tv
BUZDOLABINA RETRO DOKUNUŞ
İ
skandinav beyaz eşya markası Gorenje, karavan hayatını kapitalizme entegre mi etmeye çalışıyor yoksa sadece klasik Volkswagen araçlarına bir düşkünlüğü mü var emin değiliz. Her iki koşulda da yeni ürünleri VW buzdolabına bayıldık. Bu buzdolabı, geride bıraktığımız yüzyılın ilk yarısının tasarım anlayışından etkilense de içindeki teknolojide eskiye dair hiçbir şey yok. Bu retro görünümlü buzdolabı, IonAire ve DynamiCooling teknolojileri sayesinde gıdaları en uygun koşullarda koruyor. 5
Sadece bu da değil, günümüzün en önemli özelliklerden biri olan A+++ enerji sınıfında olan bu buzdolabının efektif enerji tüketimi sayesinde elektrik faturasından da tasarruf ediliyor. Geçmişe baktığımızda VW kamp araçlarının 1960 ve 70’li yılların hippi hareketinin en önemli parçası olduğunu ve o dönemde bu araçtaki en önemli şeyin kullanışlılık olduğunu görürüz. İş kullanışlılığa geldiğinde 260 litreyi aşan iç kapasitesi ile market alışverişinde aldığınız her şeyi bu retro güzellikte saklayabileceksiniz.
POST OFFICE
LEGO KEDİLER
E
ğer hem Lego hem de kediler sizin için vazgeçilmezse, Lego’dan yapılmış olan ve dünyanın en sıkıcı ofisini ya da odasını bile renklendirebilecek bu harika kedi heykellerini hemen sipariş edin, yaşadığınız yeri birbirinden güzel kedi heykelleriyle doldurun. Hong-Kong’da kurulan JEKCA isimli şirket, içi hep çocuk kalanlara özel, yaklaşık 50 cm boyunda Lego heykeller üretiyor. Üstelik heykel çeşitleri en seçici müşteriyi bile hayrete düşürecek kadar farklı. JECKA kedi türleri arasında ayırım yapmasa da Lego kedinizi istediğiniz renk ve pozisyonda sipariş edebiliyorsunuz. Bir Lego setinin fiyatı 66 dolar civarında ve heykelinizi kendiniz Lego parçalarını birleştirerek oluşturuyorsunuz. JECKA’nın Facebook sayfasında yazan bilgiye göre bu kedi Legolar adeta gerçek bir heykel gibi sağlam duruyor ve asla dağılmıyorlar. Kediniz hâlâ hayattayken bir heykelini yaptırarak onu onurlandırabilir ya da kendisinin Lego versiyonuyla onu baş başa bırakarak kafasını karıştırabilirsiniz.
KATLANIR BİSİKLET
jekca.com
S
macircle S1 için dünyanın en kompakt ve hafif bisikleti diyebiliriz. Sadece 7 kg ağırlığında olan bu bisiklet, karbon fiberden üretilmiş ve en önemlisi beş basit adımda katlanıp sırt çantanıza sığacak boyuta gelebiliyor. Size de istediğiniz zamanda istediğiniz yerde bisikletinizi sırt çantanızdan çıkarıp keyifle sürmek kalıyor. Smacircle S1, iOS ve Android uygulamalarıyla uyumlu bir bisiklet. Uygulamalar aracılığıyla bisikleti kilitleyip çözebilir, sürücü ekranı ve hız ayarlarını kolayca yapabilirsiniz. Entegre CSB şarjı sayesinde bisikletinizin pilini şarj edebilirsiniz. Smacircle S1, her gün işe ya da okula giderken sürekli yürümek için uzun ama araba için de kısa güzergâhı olanlara ideal taşıt vazifesi görecek. Kalabalık toplu taşıma araçlarından, fahiş park ücretlerinden ve çıldırtan trafikten uzak, eğlenceli bir yolculuk sizi bekliyor.
SPIDER-MAN’İ YAKINDAN TANIYIN
H
AMATÖR FOTOĞRAFÇILARA PROFESYONEL UYGULAMA
A
kıllı telefonlar yaygınlaştığından beri fotoğraf çekmek, düzenlemek ve paylaşmak en sık yaptığımız şeylerden biri hâline geldi. Tasarım konusunda tutkulu iki arkadaşın birlikte tasarladığı Halide, bugüne dek pek çok farklı uygulamada aradığınız fotoğraf edit’leme malzemelerini tek bir uygulamanın çatısı altında hizmetinize sunuyor. Ham fotoğraf desteği, odaklama, manuel ISO, shutter, focus kontrolleri ve
canlı histogram özellikleri Halide’de ilk bakışta göze çarpanlar. Uygulamanın özellikleri elbette bu kadarla sınırlı değil. Halide’nin sezgisel ara yüzü ve kişiselleştirilebilen muhteşem tipografi seçenekleri tam anlamıyla bir hazine. Size telefon hafızanızda bulunun fotoğrafları profesyonel düzeyde işleme imkânı tanıyacak olan bu uygulamayı beş dolara app dükkânınızdan satın alabilirsiniz. 6
er Spider-Man hayranı Peter Parker’ın orijin hikâyesini, onun Green Goblin’le savaşını ezbere bilir ve hepsi de beyaz perdede aktör Tom Holland’ı o meşhur kırmızı-mavi kıyafet içinde görmeyi sabırsızlıkla bekliyor! Peki Venom’un ya da Sinister Six’in çıkış hikâyesini biliyor musunuz? May Hala’nın meşhur buğdaylı kekini hiç tattınız mı? “Her Spider-Man Hayranının Ölmeden Önce Bilmesi ve Yapması Gereken 100 Şey” kitabının, kahramanımızın gerçek hayranlarının başucu kaynağı olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. İster sıkı bir çizgi roman okuyucusu olun, ister filmlerin sadık takipçisi, ömrünüz boyunca bilmeniz gereken 100 Spider-Man bilgisi bu kitapta. Yazar ve podcast’çi Mark Ginocchio, Spider-Man ile ilgili tüm önemli bilgileri, efsanenin perde arkasını ve elbette yapılması gereken şeyleri titizlikle toplamış, onları 1-100’e kadar numaralandırmış. Sıralamayı rahat takip edebilmeniz için kitapta size özel hazırlanmış olan kolay ve eğlenceli bir yapılacaklar listesi bile var! Yaz aylarında piyasaya çıkması beklenen kitabın satış fiyatı 15 dolar olacak. ipgbook.com
LAMBADA DEĞiLiM SİNEMADAYIM. Tüm dilekleriniz için Maximum Mobil’i indirin, Cinemaximum biletinizi cepten aln.
HEMEN iNDiR MAXIMUM_MOBIL_SINEMA_20x31cm.indd 1
13/06/17 15:21
KAPAK KONUSU
TAHT SALLANIYOR Game of Thrones, 16 Temmuz’da başlayacak yedinci sezonuyla finale doğru koşar adım ilerliyor. Westeros’ta savaş alevleri çift kanattan harlanmakta. Bu kış zor geçecek! Erdem Tatar
8
V
e Game of Thrones’ta finalden önceki son sezona geldik. Yıllar süren maceramız kâh kitaplarla dirsek temasında geçti, kâh kitaplardan fersahlarca ayrıldı. George RR Martin’e hayran olmakla küfür etmek arasında kaldığımız senelerin sonunda düğümün çözümüne sadece bir adım kaldı! 16 Temmuz gecesi ABD’de yayınlanacak olan yeni bölümle başlayacak Game of Thrones’un yedinci sezonu rüzgâr gibi geçecek ve bastığı yerleri darmaduman edecek. Eğer bilmiyorsanız bizden duymuş olun, bu sezon Game of Thrones yalnızca yedi bölüm sürecek. 10 bölüm izlemeye alıştığımız sezonlar final yaklaştıkça azalmaya başladı. Dizinin final sezonu içinse durum daha da ilginç bir hal almış durumda. Eğer son anda bir değişiklik yapılmazsa Game of Thrones final sezonunun yalnızca altı bölüm süreceği açıklandı. Yapımcılar bunun sebebi olarak gittikçe artan prodüksiyon masraflarını ve oyuncuların yoğun programlarını sebep gösteriyor. Umarız hiçbir şey aceleye gelmez ve bu destansı hikâye hak ettiği gibi neticelenir. HBO’dan yapılan açıklamaya göre, yedinci sezonda ortalama bölüm süresi 63 dakika olacak. En kısa bölüm 50 dakika ile dördüncü bölüm olurken, final bölümü ise 81 dakikayla bugüne kadar yayınlanmış en uzun bölüm olacak. Kafanızda canlanması için söyleyelim; altıncı sezonun final bölümü olan ‘The Winds of Winter’, 68 dakika sürmüştü. Öte yandan Game of Thrones’un final sezonunun 2018 yılına yetişmesinin zor gözüktüğü de açıklandı. Maalesef 2018 yılını Game of Thrones olmadan geçirmek ve dizinin final sezonu için 2019’u beklemek zorunda kalabiliriz. Biraz da pozitif şeylerden bahsedelim, bu ay kapağımızı Game of Thrones’a ayırdık ve size dopdolu bir içerik hazırladık. İlk bölümümüzde toplam altı sezonun hadiselerini birbirine ekledik ve Game of Thrones evreninde sevdiğimiz karakterlerin son durumlarını özetledik. Bu sayede hem aradan geçen bir senede unuttuğunuz detayları hatırlayacak hem de yeni se-
zon başlamadan hangi karakterin neyle meşgul olduğuna hâkim olacaksınız. İkinci bölümümüzde ise yedinci sezonda hepimizi bekleyen sürprizlere dair kehanetlerimizi sıraladık. Bu bölüm için tüm yeni sezon fragmanlarını, fotoğraflarını ve kamera arkası videolarını sizler için milimetrik ölçülerde inceledik. Son bölümde ise Game of Thrones’un geleceğine dair beşi bir yerde tadında bir sürprizimiz var. Sürprizi açık etmiyoruz, o kısma geldiğinizde okursunuz!
WESTEROS’TA DURUMLAR NE?
Evet, artık 10 yıllık yazın sonu geldi. Stark evinin kehaneti gerçekleşti; kış kapımızda... King’s Landing’de Cersei Lannister yıllardır ele geçirmek için kıvrandığı gücü elde etti. Bir taşla ne kadar kuş vurabilirsiniz? Cersei adeta kuş soykırımı yaptı! Kraliçe Margaery Tyrell, Lord Mace Tyrell, Ser Loras Tyrell, Ser Kevan Lannister, Grand Maester Pycelle, High Sparrow ve İnanç Muhafızları’nın neredeyse tamamı Wildfire’ın zehir yeşili aleviyle tarihe küllerini savurdular. Yedi Krallık’ın tacı artık kraliçenin başını süslüyor. Qyburn yeni
9
Hand olacak, zombi Ser Gregor Clegane de kraliçenin sadık muhafızı olarak her daim yanında bulunacak. Krallığı perde arkasından 40 yıl boyunca yöneten Lannister sülalesi artık resmen tahtın sahibi. Taç, safkan bir Lannister’ın başında. Cersei’yi ise mutluluk yerine endişe rüzgârları sarmış durumda. Zira çocukluğunda bir cadının kendisi için bulunduğu kehanet mıh gibi kazınmış aklına. “Üç evladının ölümü, senin ölümünü haber verecek.” Cadı aynen böyle demişti genç Cersei’ye ve şimdi Joffrey, Myrcella ve Tommen toprağın altında, çanlar Cersei için mi çalacak? Cersei elbette düşmanlarını ezmek için kolları sıvadı bile ancak son dönemde düşmanlarının sayısındaki dramatik artış kol sıvamakla baş edilecek gibi de değil! Belki Cersei şimdilik Demir Taht’ın tek sahibi ancak bu noktaya gelene kadar Tywin Lannister’ın kurduğu korku hükümdarlığının bağları gevşedi. Westeros kaynıyor ve Cersei’nin başı ilk kez taktığı tacın ağırlığıyla öne eğilmiş durumda. King’s Landing ve Lannister toprakları güvenli son bölgeyi işaret etmekteler, eski müttefikler bile kraliçeye karşı kılıç bileniyor. Kral öldü,
KAPAK KONUSU
kraliçe çok yaşayacak mı? Zor gözüküyor. Riverlands’te de durumlar pek parlak değil. Lannister’lar ve Frey’ler güçlerini birleştirip Riverrun’ı düşürdüler, komutan Jamie Lannister’ın Robb Stark’a mezarında attığı son tekme bu zaferdi. Lord Edmure Tully, kızıl düğünden beri Frey’lerin tutsağıydı. Edmure, Jamie tarafından karısı ve kızının hayatıyla tehdit edilince el mecbur savunmayı düşürdü. Brynden Tully’nin kanı henüz Jamie’nin kılıcında tazeyken Riverrun’da mutlak bir zaferden söz edilebilir mi? Brienne ve Podrick’i son gördüğümüzde Lannister zaferinden hemen önce canlarını Riverrun’dan zor kurtarmışlardı. Blackfish tekliflerini kabul edip Sansa’ya yardıma gitse belki şimdi kellesi halen omuzlarının üzerinde duruyordu. Lord Walder Frey, kendi sülalesinin Riverrun zaferini göremeden düştü ne yazık ki, Bolton sülalesinin bu vesileyle kökü kurumaya başlayacaktır eminiz. Arya ise Waif’in kanını akıtmak pahasına Braavos’taki eğitimini tamamladı. Artık o da yüzü olmayan suikastçılardan biri ve her zamankinden daha tehlikeli bir ölüm makinesi. Arya’nın meşhur listesi daralmaya devam ediyor, alttaki kelleler yuvarlandıkça tepedekilerin zamanı daha da azalıyor. Kızıl düğünde katledilen annesinin, ağabeyinin ve hamile yengesinin intikamını almak için Arya hem Walder Frey’i hem de iki hayırsız evladı Lothar Frey ve Walder Rivers’ı cehenneme yollamıştı. Tabii Arya demişken The Hound’u, namı diğer Sandor Clegane’i anmamak olmaz. Arya’nın öldürmek yerine ölüme terk ettiği Hound tam tövbekar olup bu işleri bırakacaktı ki Westeros’un pisliği gelip çizmelerine bulanmayı bildi. Kendisini iyileştiren ve sahip çıkan bir grup keşişi kılıçtan geçiren haydutları tek tek avlayan Hound, son olarak Brotherhood Without Banners’a katılmıştı, savaş Kuzey’de kendini iyiden iyiye hissettirmeye başlamıştı ve Hound’un yeri savaş meydanlarının göbeğiydi.
HER YER KARIŞIK
Iron Islands’ta Kral Balon Greyjoy’un cesedi soğumakla meşgul, Euron Greyjoy gibi bir kardeşiniz varken fazla bile yaşamışsınız denebilir aslında! Theon, Sansa’yı kahramanca kaçırdıktan sonra eve dönmüş ve gözünü taht bürümüş kız kardeşi Yara’ya iktidarında bol şans dilemişti ki Euron damgasını bir kez daha vurdu. Euron, Westeros’un en kıdemli ikinci tahtı olan Salt Throne’a oturmakla kalmadı, Daenerys’i de müttefiki olarak kabul etti. Hele bir ejderleri ve ordularıyla Yedi Krallık’ı fethetsin, sonradan icabına bakacak, en kötü ihtimalle de güzel kraliçeyle evlenerek Iron Throne’a ortak olacak, en azından planları o yönde. Tabii Euron’dan 100 gemi alıp kaçıveren Theon ve Yara, amcalarından evvel Daenerys’in kanatlarına sığınmak için Mereen’in yolunu tuttular. Euron da boş durmadı tabii, devasa bir filo kurmaya başladı bile, üstelik kaçak yeğenlerine karşı kullanmak üzere bir koz da barındırıyor elinde. Dorn ve Tyrell’in tercihi de Daenerys’ten yana oldu. Namı diğer Khaleesi’nin
10
ordusu her geçen gün daha da genişliyor ve büyüyor. King’s Landing’in ve Lannister’ların diz çökme ihtimali de aynı ivmeyle kuvvetleniyor ancak bu kadar büyük bir koalisyona liderlik eden Daenerys gün geldiğinde Iron Throne’a tek başına mı çıkacak yoksa Sezar misali sırtında birden fazla Brütüs’ün hançerine yer mi açacak? Ellaria Sand’in darbesi sonrasında Prens Oberyn’in intikamını alma hazırlıkları da son hızla sürüyor. Lannister’lara evlatlarını zehirleyerek darbe vuran Ellaria’nın aslan damgalı sülalenin kökünü kurutana kadar durmaya niyeti yok. Bu uğurda Daenerys’in ittifakına müttefik oldular ancak Ellaria ufak bir detayı gözden kaçırdı: Tyrion Lannister! Malumunuz Tyrion artık Daenerys’in sağ kolu ve yeğeninin ölümünü öğrendiği an Ellaria’nın kellesini götürmek için planlarını devreye sokacaktır. Bugüne dek defalarca yaptığı gibi Yedi Krallık çarklarına çomak sokma kudretine sahip tek canlı elbette zeka küpü cüce Tyrion! Olenna Tyrell de öldürülen ailesinin intikamını almak için Westeros’un parlayan yeni gücüyle ittifak kurmak isteyecektir.
Üç ejderhanız olsa da müttefikleriniz olmadan bu savaşı kazanamazsınız, o sebeple Daenerys’in bu iki kuvvetli aile ile yapacağı anlaşma ve takınacağı tavır kilit önem taşıyor.
KARTLAR YENİDEN KARILIYOR
Winterfell’i Ramsay Bolton’dan almak kolay olmamıştı. Jon Snow ve Sansa Stark’ın yardımına Lord Baelish, Ser Davos Seaworth, Tormund Giantsbane ve Leydi Lyanna Mormont ittifakı koşmuş, inanılmaz bir savaşın ertesinde Winterfell sahiplerine dönmüştü. Ne var ki daha büyük bir savaş artık kapıda ve bu savaştan geri dönüş yok. Zafere rağmen Stark sülalesinde kayıp çok fazlaydı; Robb ve Rickon ölmüş, Bran ise kayıptı, Arya’dan da haber alınamıyorken Sansa ve Jon bir başlarına kalmıştı. Kuzeyli ve Vale’lı lordlar Jon Snow’u Kuzey’in Kralı olarak kabullenmiş ve boyunduruğuna girmişlerdi. Lord Baelish ise Iron Throne’u kendisine istiyor ve bunun için Sansa ile pazarlıkları sürdürüyordu. Sansa elbette ki bu teklife gönülsüz ancak Jon Snow ya da Bran Stark ortaya çıkmadıkça, Arya dönmedikçe Baelish’e karşı direncinin ne kadar uzun ömürlü olacağı tartışılır. Yine de Sansa’da annesi Caetlyn’in gençliğini görür gibiyiz. Bu arada Jon Snow’un en güçlü müttefiki olan Melisandre’yi sürgüne göndermesi yüreklerimize su serpmiş olsa da böyle bir müttefikten mahrum bir halde mevcut durumda kalmış olması Stark’ların elini büyük ölçüde zayıflattı. Shireen Baratheon’a yaptıklarından sonra Melissandre’ye az bile yapıldı ancak yaşlı cadıdan en çok fayda görülecek noktada gözden çıkarılması Jon Snow’a pahalıya patlayacaktır.
Savaşların en önemli katılımcılarından biri de orduların çok uzağında olan strateji uzmanlarıdır. Gidişatı okumak, rakibin zayıf yönlerini tahlil etmek ve gerekli silahları saptamak konusunda bu stratejistlerin savaşlarda hayati önemi vardır. Westeros’ta da durum farklı değil. Duvar’daki Night’s Watch’un en kıdemli ve önemli üyesi hiç şüphesiz ki Maester Aemon’du. Kendisi çoktan hayata gözlerini yumduğu için gelecek savaş ya da savaşlarda bir rolü yok ancak ummadık taş baş yaracak, bundan eminiz. Bugüne dek White Walker öldürebilmiş kaç kişi tanıdınız? Samwell Tarly, Gilly’yi ve oğlunu alarak Citadel’e geldi ve öğretilerine başladı. Yetmedi, dede yadigârı Valyrian çeliğinden dövülmüş Heartsbane adlı kılıcı babası Randyll Tarly’den çaldı! Şimdi hem saklanması hem de Duvar’ın öteki tarafındaki kaçınılmaz savaşın gidişatını değiştirmesi için Valyrian çeliğinin sırrını öğrenmek zorunda. White Walker’lar çoktan parçalanmış Westeros’a sızarlarsa ve bu sırada Valyrian çeliği kınından çekilmemiş olursa Yedi Krallık üstü karla kapla bir mezara dönüşür! Al yanaklı Samwell Tarly, bu savaşın en önemli aktörlerinden. Narrow Sea’nin dalgalı denizlerinde pupa yelken ilerleyen bir gemide Kraliçe Daenrys Targaryen var. Sons of the Harpy’i darma duman eden Kraliçe gözünü
11
Westeros’a dikti bile! Unsullied ve Dothraki ordularını iki yanına katan Kraliçe’ye Greyjoy’lar, Tyrell’ler ve Dorne da müttefik olarak katıldılar. Tamı tamına beş krallığın ordularıyla kuşatılan ve üç ejderha evladıyla korunan Kraliçe gerekirse ateşiyle demir tahtı bile eritecek kudrete sahip. Ancak Narrow Sea’nin öte ucunda Targaryen krallığına ortak olmayı bekleyen gizemli biri var. Daenerys’in kararına göre en güçlü müttefiği de olabilir, en büyük düşmanı da bu gizemli kişi. Beş krallığın ordusunun bile yetemeyeceği güçler vardır! Bran’in üç gözlü kuzgundan öğrendikleriyle açığa çıkan gerçekler Westeros’un tarihini değiştirecek boyutta! Genç kahin White Walker’ların nasıl doğduğunu da öğrendi, Jon Snow’un gerçek ailesinin kim olduğunu da! Demin Daenerys’i bekleyen biri olduğundan bahsetmiştik, işte o gizemli kişi Jon Snow’dan başkası değil! Lyanna Stark ve Prens Rhaegar Targaryen çiftinin çocuğu olan Jon Snow, hem anne hem de baba tarafından Iron Throne’a varis. Bu gerçek açığa çıktığında King’s Landing’de kartlar yeniden karılacak, tabii evvela bu hikâyenin tüm taraflarının kellelerinden olmadan King’s Landing’e varması gerekiyor! Bran Stark’ı donup ölmekten kurtaran gizemli amcası Benjen Stark ise Westeros’un kaderinde önemli rol oynamasını beklediğimiz gizemli isimlerden!
KAPAK KONUSU YENİ SEZON KEHANETLERİ
Sizler için Game of Thrones’tan yayınlanan tüm fragmanları, fotoğrafları ve prodüksiyon çekimlerini didik didik inceledik. Gördüklerimizden notlar çıkardık ve karşınıza yeni sezondan beklentilerimizle geldik! Tamamı tutmasa bile, sayacağımız pek çok detayı izleyeceğimizi düşünüyoruz. Bakalım yedinci sezon kehanetlerimizden kaçı tutacak? Evvela kraliçe ile başlayalım. Daenerys’i Dragonstone’da göreceğimiz kesinleşti. Babasının topraklarına dönen kraliçe, henüz adaya yeni ayak basmış olsa da Westeros’un kalbi King’s Landing’e her zamankinden daha yakın. Demir tahtı sallaması adeta an meselesi! Üstelik Daenerys’in eli boş da değil; bir yandan Unsullied ordusu, diğer yandan Dothraki cengaverleri devasa bir kıskaç gibi Lannister yerleşkelerini tehdide başlayacak. Tabii Dragonstone’da karşılaşacağı Melisandre sürprizinden henüz haberi yok. Daenerys elbette bu çetin yolculukta çok şey öğrendi ancak Melisandre cadısını alt edecek kadar bu dünyanın gizemlerini kavrayıp kavramadığı şüpheli! Kuzeyde de durumlar pek parlak sayılmaz, kapılar açılacak ve Whitewalker’larla çatışmalar başlayacak da, fragmanlarda bir avuç adamıyla sırt sırta vermiş halde gördüğümüz Jon Snow’un ne halt edebileceği merak konusu. Winterfell’de Brienne’in boy göstermesi önemli detay, Sansa konusunda Jon’un gözü arkada kalmayacak gibi, öte yandan Jon’un Lord Baelish’le de işinin henüz bitmediğinin altını çizmek gerek. Kış kapıya dayansa da Winterfell’de suların buz tutacağı yok. Yara Greyjoy ve Ellaria Sand yakınlaşması belki dizinin dev karakterlerinin arasında önemsiz gibi gözüken bir detay; ancak orada gerçek bir gönül bağı oluşmuşsa bu iki deli kadın arşı titretir, kışı erken getirir! Yine de size “içerden” bir bilgi verelim; Ellaria bir noktada Cersei’nin tutsağı olacak. Euron’un yeğeninin yeni sevgilisini Cersei’ye teslim etme ihtimali de oldukça yüksek, anlayacağınız King’s Landing fena halde karışıyor! Jorah’ın yakalandığı amansız hastalığın son adımlarını da göreceğiz bu sezonda. Daenerys’in aşkına eşkıya olan Jorah, belki
GOT DIGITURK’TE Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de dizi severlerin merak ve heyecanla beklediği Game of Thrones’un yedinci sezonu, 17 Temmuz’dan itibaren Digiturk’te başlıyor. TV tarihinin en çok izlenen ve her sezonu olay yaratan dizilerinden Game of Thrones’un yeni sezonu ABD yayınından iki saat sonra her Pazartesi sabah saat 07:00’de Türkçe altyazı seçeneği ile beIN CONNECT’te; akşam 22:00’de ise Türkçe-İngilizce altyazı ve Türkçe dublaj seçeneği ile beIN SERIES SCI-FI’da yayınlanacak. Ayrıca, yedinci sezon ile birlikte geçmiş altı sezonun tamamı da beIN CONNECT’ten izlenebilecek. Üstelik, 17 Temmuz’a kadar altı sezon beIN CONNECT’te tüm üyelere açık olacak.
ölecek ancak giderken çok kişinin de kellesini götürecek, ona hiç şüphe yok. Dizide çekmediği kalmayan karakterlerden biri de malumunuz Theon Greyjoy, bu defa da amcası Euron’un emri altında travmatik olaylar yaşayacağı kesin. Tamam, Theon da sütten çıkmış ak kaşık değil ama çocuğa üzülmekten biz helak olduk! Tyrion sevenlereyse müjde, Unsullied baskını sonrasında belli ki Casterly Rock cüceye kalıyor! Geçtiğimiz sezon kahramanca savaşıp ölen dev Wun Wun’u çok özlüyoruz, Wun Wun öldü ancak yeni bir dev hatta devler gelebilir bu sezonda! Hastası olduğumuz Arya da bu sezonda rotasını Kuzey’e çevirip Winterfell’e gelebilir. Yıllardır beklediğimiz Stark buluşması gerçekleşirse buzlu gözyaşları dökebiliriz. Bu arada yeni sezon için çekilen promosyon fotoğraflarında Arya’nın belinde meşhur bir hançer görüyoruz. Hani Bran’i öldürmek için kullanılacağı anda ele geçirilen ve Littlefinger’a ait olan hançer. Littlefinger, hançeri Tyrion’un çaldığını öne sürmüş ve Catelyn Stark’a cüceyi tutuklatmıştı! Arya bu hançeri nasıl ele geçirecek? Meraktan çatlamazsak iyidir! Çılgın bir teori duymak isteyen? Dizinin yeni sezon fragmanının açılışında Cersei ve Jamie devasa bir Westeros haritasının üzerinde duruyorlardı. Bu kareyi dondurduğumuzda ve özellikle de dizinin uyarlandığı kitaplara odaklandığımızda inanılmaz bir tabloyla karşı karşıya kalıyoruz. Cersei haritada The Neck (boyun) olarak bilinen bölgede duruyor. Riverlands’i Kuzey’e bağlayan bu bölgeye verilen isim oldukça isabetli zira Westeros’un “başını”, “bedenine” bağlayan nokta tam da burası. Zaten haritaya baktığınızda da bu benzerliği göreceksiniz. Şimdi, Cersei “boyunda” duruyor, orası tamam. Peki Jamie nerede duruyor? Tam olarak Vale’da. Vale kimin memleketi? Elbette Littlefinger’ın (küçük parmak). Zaten Littlefinger’ın lakabının sebebi de Vale’ın Westeros’ta “parmaklar” olarak adlandırılmasıyla ilişkili. Şimdi sizinle Feast of Crows kitabına gideceğiz. Cersei’nin gençliğinde ormanda bir cadıyı ziyaret ettiği bölüme... Hatırlarsanız beşinci sezonda bu kısım tadımlık olarak verilmişti; ancak yapımcılar cadının kitaptaki kehanetini bire bir kulanmamışlardı. Kitapta cadı, Cersei’ye aynen şöyle diyordu; “Valonqar parmaklarını senin soluk beyaz boynuna dolayacak ve canını alacak!” Yüksek Valyrian dilinde Valonqar, küçük kardeş demek. Uzun yıllar boyunca 12
teoriler Daenerys’in Cersei’nin sonunu getireceğini savunuyordu ancak fragmanda gördüğümüz bu kareyle birlikte Cersei’yi Jamie’nin hacamat edeceğine dair inancımız fazlasıyla pekişti. Yine de yapımcılar bize sağlam bir ters köşe yapmayı da hedefliyor olabilirler!
YENİ DİZİLER YOLDA MI?
Mayıs ayı içerisinde George RR Martin’in kişisel blog sayfasında yayımladığı bir duyuru, interneti adeta savaş alanına çevirdi. Serinin son kitabını yaklaşık iki yıldır erteleyip duran Martin, kitaptan haber vermek yerine yeni Game of Thrones dizileri geleceğini duyurdu! Evet, yanlış okumadınız, ünlü yazar tamı tamına dört adet Game of Thrones dizisinin yapım aşamasında olduğunu duyurdu. Bu duyurudan birkaç gün sonra verdiği bir röportajda ise HBO ile görüştüğünü ve beşinci proje üstünde de çalışmaya karar verdiklerini açıkladı. Martin’in açıklamalarına göre beş dizi de Game of Thrones’tan yıllar öncesinde geçecek ancak aynı evrenin farklı karakterlerine odaklanacaklar. Farklı zaman dilimleri mevzubahis olduğundan orijinal dizideki hiçbir karakter bu yapımlarda yer almayacak. Tamı tamına beş dizi! Bu bir rüyadan farksız. Yani tüm sene boyunca Game of Thrones evreninde geçen efsane projeler izleyebileceğiz ve her dizi bittiğinde farklı bir tanesi onu takip eden günlerde yayın hayatına başlayacak, peki öyle mi? Elbette bu düş kısa sürdü ve HBO kanalının yayın direktörü Casey Bloys olayın aslını açıkladı. Bloys’a göre Martin talihsiz bir açıklama yapmıştı zira HBO herhangi bir spin-off projeye onay vermemişti. HBO, Martin’le ortak olarak çalışacak beş farklı yazar grubu oluşturmuştu. Amaç bu gruplardan çıkacak iyi bir hikâyeyi dizi yapmaktı. Bloys’a göre beş dizi birden yapmanın imkânı yoktu zira herhangi bir Game of Thrones projesinin maliyetinin televizyon bütçesiyle karşılanması imkânsızdı. Game of Thrones sekizinci sezonunu tamamladıktan sonra HBO kendisine sunulacak beş adet alternatif senaryodan birini seçip onu hayata geçirecek, böylece Game of Thrones’a yakışacak bir yeni dizi projesi serinin milyonlarca hayranıyla buluşacak. Umarız sizler için hazırladığımız bu kapsamlı dosyayı beğenmişsinizdir. Hepinize şimdiden iyi seyirler!
GEZİ
İSKANDİNAVYA’NIN GİZEMLİ ÇOCUĞU:
KOPENHAG
Dünyanın en yaşanabilir şehirleri listesinde her zaman ön sıralarda kendine yer bulan Kopenhag, soğuk iklimine karşın, herkesi şaşırtan masalsı bir atmosfere sahip. Şimdi gelin, İskandinavya’nın bu gizemli şehrini daha yakından tanıyalım.
K
openhag yazın dahi maksimum 20’li dereceleri gören havasıyla her ne kadar Avrupa şehirleri arasında üvey evlat muamelesi görse de, gri bulutlar altında saklanmış olan sıcak yüzüyle kesinlikle bağımlılık yaratacak bir yer. Bu şehirde dikkatinizi ilk çeken şey, binalardan vitrinlere, bisikletlerden Danların giyimine şehre renk katan pastel tonlar olacaktır. Lego’nun anavatanı olan bir ülkenin başkentine de zaten böylesi yakışırdı!
KONSEPT MAĞAZALAR
Danların tasarıma ve modaya düşkünlüğüne şehrin en hareketli caddelerinden biri olan Strøget’e çıktığınızda çıplak gözle hemen şahit oluyorsunuz. Alışveriş için sıklıkla tercih edilen bu caddede, birçok ünlü markanın yanı sıra İskandinav tasarımcıların dükkânlarını ve şık restoranları da bulabilirsiniz. Bu kadar stil sahibi insanın arasında gezerken kendinizi ünlü bir markanın sonbahar/kış kataloğunda geziyormuş gibi hissetmeniz olası, bizden söylemesi. Bu caddenin sonunda karşınıza çıkacak olan, şehrin en sembolik bölgelerinin başında gelen Nyhavn, kanalın iki kenarına dizilmiş, 17. yüzyıldan kalma rengârenk evler ve kafelerden oluşuyor. Hava nasıl
olursa olsun, Nyhavn’ın bu iç ısıtan manzarasına ve kanal boyunca görebileceğiniz tarihi, ahşap teknelere karşı Danların meşhur biralarından birkaçını mutlaka denemelisiniz. Fonda sokak müzisyenlerinin caz tınıları da keyfinizi pekiştirecektir.
BİSİKLET ŞEHRİ
Kopenhag, İstanbul’un yaklaşık 10’da biri büyüklüğünde olsa da şehrin güzellikleri geniş bir alana yayılmış durumda. Her bölgenin farklı bir tadı var ve muhtemelen her birinde vakit geçirmek isteyeceksiniz. Bu yüzden ulaşım sorununu çözmek için Copenhagen Card almanızda fayda var. Bu kart sayesinde tüm ulaşım araçlarını kullanabilirsiniz. Aman, taksiye binmeyi düşünmeyin bile! Bu arada eğer Avrupa’da birçok şehir gezmişseniz ve bisiklet ile ulaşımın sizi şaşırtmayacağını sanıyorsanız yanılıyorsunuz, zira Kopenhaglılar için bisiklet bir ulaşım aracından çok daha fazlası. Fazlasıyla düzenli bisiklet yollarının ve kurallarının yanı sıra ilginç, yaratıcı, kişiselleştirilmiş model ve renklerin Kopenhag fotoğraflarınıza oldukça ilham vereceği bir gerçek. Tasarımla bu kadar iç içe bu şehre en yakışan yerlerden biri de kuşkusuz Louisiana Modern Sanat Müzesi. Şehir merkezine biraz uzak kalan bu müzede Andy Warhol 14
Kopenhag’ın oldukça güzel, ama bir o kadar da pahalı bir şehir olduğunu asla unutmayın. Bu yüzden bütçenize dikkat etmekte fayda var. KEYİFLİ GECE HAYATI gibi modern sanatın birçok ünlü isminin eserlerini görme şansı yakalayabilirsiniz. Bu harika müzeyi gezdikten sonra yeşillikler ile çevrili, deniz kenarındaki bahçesinin keyfini sürmeyi unutmayın! Aynı zamanda müzenin mağazasında sanat tarihi ile ilgili kitaplar ve eğlenceli objeler arasında kendinizi kaybedebilirsiniz.
Christiania bir özgür kasaba, fakat ortamın huzurunu bozmamak adına buranın da kuralları var. İlk göze çarpan her yerde bolca uyarısını görebileceğiniz fotoğraf yasağı. Bir diğer dikkat çeken yasak ise; içeride koşmanız kesinlikle yasak. Koştuğunuz anda bölgeye bir polis müdahalesi olduğu düşünülebiliyor.
FREETOWN CHRISTIANIA
ŞIK RESTORANLAR
Şimdi bu zamana kadar bahsettiklerimizi bir kenara bırakalım ve şehrin ortasında bambaşka bir dünyaya yolculuk edelim: Freetown Christiania. Bu özerk bölge, yaklaşık 40 yıl önce bir grup hippinin askeriye tarafından terk edilmiş bir bölgeyi işgal etmesiyle kurulmuş. Kendi bayrakları dahi olan, devletin bir türlü el atamadığı (belki de en turistik bölgelerinin başında geldiği için içten içe atmak istemediği) Christiania, şehirde her an bir açık hava festivali gerçekleşiyormuş hissiyatı yaratıyor. Etrafınızda dış görünüşünü umursamayan Danları gördüğünüzde Christiania’ya yaklaştığınızı anlayabilirsiniz. Kapısında “You are now leaving European Union” (“Şu an Avrupa Birliği’ni terk ediyorsunuz”) yazısını gördüğünüzde doğru yerdesiniz. Özellikle güneşli havalardan birine rastladıysanız, içeride olmanın hazzını size hiçbir festival ortamın yaşatamayacağını garanti edebiliriz. Bölgenin girişinde birçok ıvır zıvırı bulabileceğiniz tezgâhlar, kafeler ve duvarlarda grafitiler yer alırken, yerleşik hayat daha çok göl çevresinde bulunuyor. İçeride ekolojik gıda marketleri, caz kulübü, konser bölgesi, berber gibi kendilerine ait birçok yaşam alanına rastlayabilirsiniz.
Christiania’dan çıkıp tekrar Avrupa Birliği’ne girdiğinizde uğramanız gereken noktalardan bir diğeri de şehrin meydanına da adını veren, Avrupa’nın en eski ikinci eğlence parkı Tivoli. Birçok festivale ve konsere de ev sahipliği yapan Tivoli’nin gündüz olduğu kadar gece ışıklandırılmış hâlini de mutlaka görmelisiniz! Ayrıca şehrin en pahalı ve şık restoranlarından birkaçı bu park içerisinde bulunuyor. Bir liman kenti olan Kopenhag’ın mutfağında deniz ürünlerinin yeri çok önemli. Balık tüketiminde dünyanın önde gelen şehirlerinden biri olan Kopenhag’da balık çeşitleri, kalamar, karides ve tarak gibi deniz mahsulleri bol miktarda tüketiliyor. Bu arada restoranlardan bahsetmişken, ülkenin yüz akı Noma’yı es geçmek olmaz. ‘Dünyanın En İyi 50 Restoranı’ sıralamasında birçok kez birinciliği kimseye kaptırmayan Noma’da lokal malzeme kullanılmasına oldukça önem veriliyor. Bu restoranda yemek yiyebilmeniz için aylar öncesinden rezervasyon yaptırmanız ve bütçenizde özel bir yer ayırmanız gerektiğini de unutmamanızı tavsiye ederiz. Geçtiğimiz şubat ayında tadilat için kapılarını kapatan Noma, yenilenmiş hâliyle kısa bir süre önce yeniden hizmet vermeye başladı.
15
Birbirinden renkli ve kaliteli birçok yönü barındıran Kopenhag’da gece hayatı da yine bizleri şaşırtmayacak şekilde hareketli! Tercih ettiğiniz müzik türüne göre şehrin size önereceği alternatifler arasında seçim yapmakta zorlanabilirsiniz. Geceye başlangıç için bira cenneti Danimarka’nın çeşitli tatlarını deneyebileceğiniz gibi, kokteyl barlarında stilleriyle göz alan Danlar arasında farklı kokteylleri keşfedebilirsiniz. Burada keyifli kafe ve barlarıyla Nørrebro bölgesini mutlaka ziyaret etmenizi öneririz. Gece hayatında atlamamanız gereken önemli bir bölge ise Vesterbro ve bu bölgede konumlanan Meatpacking District. Yıllarca et endüstrisinin kalbi olduktan sonra 2000’li yılların başında gece hayatının gözbebeği olan bölge, şehrin en önemli restoran ve barlarına ev sahipliği yapıyor. Organik restoran BioMio’da tamamen ekolojik bir ortamda sağlıklı ve lezzetli ürünler deneyebilir, Paté Paté’de farklı şaraplar eşliğinde mezeler tadabilirsiniz. Kødbyens Fiskebar ise Nordik mutfağının olmazsa olmazlarından balık çeşitlerini deneyebileceğiniz Kopenhag’ın en iyi balık restoranlarından biri.
CAZ CENNETİ
Meatpacking District’te yer alan, birçok uluslararası DJ’e de ev sahipliği yapmış alternatif barlar arasında ilk sıralarda Jolene ve Karriere geliyor. Karriere; Dan ışık sanatçılarının tasarımlarıyla dikkat çeken bir atmosfere sahip. Jolene’in ise daha salaş ve hareketli bir ortamı var. Mekâna girdiğinizde duvarda yazan “This is not a fucking cocktail bar!” (Burası bir kokteyl barı değil!) cümlesi bira cenneti bir ülkede olduğunuzu bir kere daha size hatırlatıyor. Sanata ve kültüre böylesine düşkün bir şehirde, caz da ön plana çıkan müzik türleri arasında. Temmuz ayında düzenlenen Kopenhag Caz Festivali’nin yanı sıra Copenhagen JazzHouse caz severlerin görmesi gereken noktalardan. Gece kulüplerinde ise Vega ve Rust hem uluslararası isimlerin konserlerini izleyebileceğiniz hem de deliler gibi dans edebileceğiniz mekânlardan.
OYUN
E3’E DAMGA VURAN 10 MUHTEŞEM OYUN Dünyanın en önemli video oyun fuarı olarak kabul edilen E3, geçtiğimiz ay Los Angeles’ta gerçekleşti. Birbirinden muhteşem oyunların ilk kez görücüye çıktığı fuarın en dikkat çeken 10 oyununu sizler için derledik. Uykusuz gecelere hazır olun! Erdem Tatar
GOD OF WAR
Herhalde Kratos’la ilk tanıştığı günü unutabilen kimse yoktur. God of War’un henüz ilk bölümünde devasa bir geminin üstündeyken denizden yükselen Hydra’yı kalamar yaptığımız o muazzam dövüş hafızalara kazınacak cinstendi. God of War serisi Playstation tutkunlarına her yeni oyununda Kratos’la “Yok artık!” dedirten tonla an yaşattı .Playstation tutkunlarına. Playstation 4 piyasaya çıktığından beri herkes iştahla yeni God of War oyununu bekliyordu ki en nihayet beklentilerimize kavuşuyoruz! Bu defa Yunan mitolojisinden farklı bir ortamdayız zira ne Olympos dağında ne de Hades’te kesecek mitolojik karakter kaldı! Kratos’u oldukça yaşlanmış ve baba olmuş halde bulacağımız yeni God of War, Kuzey Avrupa mitolojisini kendine konu God of War
ediniyor. İlk bakışta oyunda o özlediğimiz vahşet ve şiddet öğelerinin tamamını bulacağımız garanti; ancak çok daha derin bir hikâye, sanat eseri grafik tasarım ve oldukça ilginç bir macera yaşayacağımıza eminiz. God of War, hem oldukça tanıdık hem de gayet farklı bir deneyim sunacağa benziyor. 2018’de Kratos’la randevumuz var.
DAYS GONE
E3’te Playstation’ın exclusive oyunlarından biri olarak dikkat çeken Days Gone, bize ilk bakışta iki popüler dizinin melezi gibi geldi. Karakterimiz adeta Sons of Anarchy’den fırlamış kirli sakallı ve belalı bir motorcu ve içinde bulunduğu ortam da The Walking Dead’i aratmayacak bir kıyamet senaryosu! Days Gone, kendinden önce gelen pek çok oyundan sevilen özellikleri bünyesinde topluyor. Devasa bir açık dünyada geçen oyunda pek çok aracı istediğimiz gibi kullanıyoruz. Freakers adı verilen zombi benzeri yaratıklarla ister göğüs 16
göğse çarpışabilir, isterseniz de onları farklı düşman kolonilerine yönlendirip çıkan arbedede sıvışabilirsiniz. Geniş bir silah seçkisinin yanı sıra bu kıyamet ertesi dünyada bulacağınız farklı materyalleri kullanarak kendi silah ve araç gereçlerinizi yaratabilirsiniz. Anlayacağınız, Days Gone sizi ziyadesiyle özgür bırakıyor. Sizden tek temennisi ise hayatta kalmayı başarmanız ve hem insanlara hem de bazı hayvanlara bulaşan tuhaf bir hastalığın kurbanı olmadan canınızı kurtarmanız. Hem aksiyon, hem taktiksel strateji hem de hayatta kalma mücadelesi bu oyunda bir arada.
Days Gone
Star Wars Battlefront II
STAR WARS BATTLEFRONT II
Bazı oyunlar vardır, piyasaya tam manasıyla hazır olmadan çıkarlar. Sonradan yapımcılar bu oyunları ne kadar güncelleseler de akıllarda hep “eksik” oyun olarak kalmalarına engel olamazlar. İlk SW Battlefront işte öyle bir oyundu. Bu defa Electronic Arts hatalarından fazlasıyla ders almış gibi görünüyor zira Star Wars Battlefront II’ye dair gördüğümüz tüm detaylar aklımızı alacak cinste! İlk oyunda bulunmayan tek kişilik senaryo mod’u İmparatorluk tarafından bir kadın askerin hikâyesine odaklanıyor ve Return of the Jedi ile The Force Awakens arasında köprü kuracak bir öyküyü oynamamıza olanak tanıyor. Bu sayede hem Battle of Endor ertesinde İmparatorluğun çöküşünü hem de First Order’ın kuruluşunu net bir şekilde göreceğiz ve kontrol edeceğimiz karakterle bu geçiş sürecinde önemli bir rol oynayacağız. Oyunun multiplayer kısmıysa muazzam; zira Star Wars’un yedi filmine birden odaklanılmış ve bu filmlerin en can alıcı savaşlarını oynama imkânı sunulmuş! 17 Kasım’da güç iliklerimize dek bizimle olacak, bundan hiç şüphemiz yok!
ASSASSIN’S CREED ORIGINS
Assassin’s Creed serisinin tamı tamına dokuz oyunu geride bırakmış olması şaşırtıcı değil mi? Bunca oyun ne zaman geçti? Ubisoft’un tarihle suikastı, macerayla bilim kurguyu, Doğu ile Batı’yı buluşturduğu bu satış rekorları
Anthem
kıran serisi, aradan geçen yıllarda zaman zaman tökezlese de milyonlarca hayranını memnun etmeyi öyle ya da böyle başardı. Şimdi zamanın devasa kum saatini tersine çevirme ve Assassin’lerin doğumuna şahit olma vakti! Assassin’s Creed Origins, adından da anlayacağınız gibi bu suikast ekibinin nasıl kurulduğunu ve yıllardır mücadele etmekte olduğu güçlerle nasıl fikir ayrılığına düşüldüğünü konu alıyor. Maceramız Mısır’ın en görkemli dönemi kabul edilen Ptolemaic süreçte geçiyor. İlk Assassin olan Bayek’i canlandıracağımız bu oyunda son mükemmel Assassin’s Creed oyunu olarak kabul ettiğimiz Assassin’s Creed IV Black Flag’i yapan ekip çalışmış. Mısır’ın rengârenk ve otantik atmosferi yepyeni oyun mekanikleriyle birleşmiş ve ortaya şaheser görünümlü bir oyun çıkmış. 27 Ekim’de Playstation, Xbox ve PC’lerimizle antik Mısır’a yolculuk var!
ANTHEM
Anthem’i gördüğümüz andan beri izlediğimiz şeyin gerçekliğini sorgular haldeyiz. Yanlış anlamayın, E3’te inanılmaz oyunlar gördük, muhteşem tanıtım videoları izledik ancak Anthem gibisini galiba ömrümüzde ilk kez gördük! Bu kadar kusursuz bir grafik kalitesinin bir oyunda daha önce karşımıza çıkmış olmasını geçtik, günümüzde video oyunlarının bu kalitede grafiklere sahip olabilmesi başlı başına şaşırttı bizi. İnanın bu satırları okuyarak anlayabileceğiniz bir durumdan bahsetmiyoruz, bulabildiğiniz
en kaliteli monitör ya da televizyonda Anthem’in E3 demosunu seyretmelisiniz! Anthem, Bioware’in yepyeni projesi ve oyun severlere aksiyonla hikâye anlatımının kusursuz bileşimini vaat ediyor. İlk iki Mass Effect oyununun hikâyesine imza atan Drew Karpyshyn’in yaklaşık beş yıldır üzerinde çalışmakta olduğu yeni projesi olan Anthem, sadece görsel bir şölenden ibaret olmayacağa benziyor. Dinamik olarak tek başınıza ya da çevrimiçi oyuncularla birlikte oynayacağınız Anthem’de olağanüstü bir sanal dünya oluşturulmuş. Muhtemelen daha önce bir oyunda böyle muazzam bir uçuş kabiliyeti görmediniz! Anthem, 2018’in üçüncü çeyreğinde aklımızı başımızdan alacak ve geri vermeyecek!
A WAY OUT
Prison Break sevenler şöyle bir yamacımıza toplansınlar zira sıradaki oyunumuz en çok da onları memnun edecek. A Way Out, oldukça iddialı bir proje. Dikkatimizi ilk kez Brothers: A Tale of Two Sons adlı muhteşem oyunu yapan ekibin yeni projesi olarak çekmişti. Brothers’ta oyun boyunca iki kardeşi de aynı anda kontrol ediyorduk, A Way Out da oldukça benzer bir kontrol sistemiyle oynanıyor ancak bu defa iki karakteri de birer oyuncu kontrol ediyor. A Way Out, tek başınıza oynayabileceğiniz oyunlardan değil. Eğer evinizde bir arkadaşınız varsa onunla ya da çevrimiçi olarak bir başka A Way Out oyuncusuyla oynamanız gerekmekte. Oyunun tüm mevzusu iki karakteri de iki farklı oyuncuya kontrol ettirerek iş birliği yapmalarını sağlamak ve bu sayede çılgın bir hapishaneden firar öyküsü oynatmak! Oyunda beceri kadar, oynayacağınız muhteşem hikâyenin de öne çıkması sağlanmış. Leo ve Vincent’in özgürlüğe giden yollarında vereceğiniz her karar ölüm kalım meselesi olacak!
A Way Out
Assasin’s Creed Origins 17
OYUN maceranın içine sürüklüyor. 2036 yılında geçen oyunda dünya, nükleer savaşın üzerinden geçen çeyrek yüzyılın ardından iyiden iyiye yok olmaya yüz tutmuş, yarı ölü bir gezegendir. Mutasyona uğrayan canlılardan saklanmaya çalışan 5000 kadar insan halen Moskova’nın metro tünellerinde hayatta kalma mücadelesi vermektedir. Rusya’da artık yaşam umudu kalmamıştır ve Artyom, Doğu’da nükleer saldırılardan etkilenmemiş bir bölge olduğunun bilgisini almıştır. Umut yolculuğu çetin bir mücadeleye sahne olacaktır. 2018’de metrodayız!
SPIDER-MAN Wolfenstein 2
WOLFENSTEIN 2
Bethesda’yı seviyoruz! Bizi bir kez bile yüzüstü bırakmayan bu şahane yapımcı, her yeni oyunuyla kendi koyduğu çıtayı adeta havaya uçurup yeniden seviyeyi yükseltiyor. Doom ve Wolfenstein gibi efsane oyunları tamamen modernize ederek baştan yaratan firma, iki oyunda da inanılmaz iş çıkarmıştı. Hem yeni Wolfenstein hem de Wolfenstein New Blood, dünya tarihini yeniden yazarken, inanılmaz keyifli bir oyun deneyimi sunuyordu. Oyunlarında sadece şiddeti değil, başarılı hikâye anlatımını da önemseyen Bethesda, özellikle de Wolfenstein’da yarattığı derinlikli dünyayı bir adım daha öteye götüreceğinin sinyallerini New Blood’da vermişti. Yeni oyunda ise, bu işin tek adımla kalmayacağını E3 sunumuyla adeta ispatladı. Kahramanımız BJ Blazkowicz’i son bıraktığımızda mağrur bir zaferi ölümü pahasına göğüslemişti. Wolfenstein 2’de oyunumuz, bu zafer ertesinde girdiği komadan uyanışıyla başlayacak. İlk oyunda zihnimize kazınan Frau Engel yeniden Nazi ordularının başında olacak ve dünyayı bize dar etmek için elinden geleni ardına koymayacak. Yılın en iddialı yapımlarından olan Wolfenstein 2, 27 Ekim’de piyasada olacak.
THE EVIL WITHIN
Bugün pek çok oyun severe en sevdikleri korku temalı oyunları sorduğunuzda Resident Evil ve Silent Hill ortak cevabını alıyor olmanız kesinlikle tesadüf değil. İki seri de yıllar içerisinde kendi içlerinde başkalaşım göstermiş olsa da, hem Resident Evil hem de Silent Hill klasik mertebesindeki oyunlarıyla hafızalarda anıları her daim taze kalan deneyimlerdi.
Bu iki oyunun kalitesine yaklaşabilen tek bir oyun oynadık, o da Bethesda’nın muhteşem survival horror deneyimi olan The Evil Within’di. Resident Evil’ın oyun mekanikleriyle Silent Hill’ın uçuk dünyasının kusursuz bir melezi olan Evil Within, belki bu iki seri kadar popüler değil henüz ancak kült statüsünde olduğu su götürmez bir hakikat. Bizim için bu durum sürpriz değil zira Evil Within’in yaratıcısı, dünyayı Resident Evil efsanesiyle tanıştıran deha, Shinji Mikami’den başkası değil. Üstadın, Resident Evil serisinden ayrıldıktan sonra üzerinde çalışmaya başladığı Evil Within, 13 Ekim tarihinde ikinci oyunuyla korkunç hikâyesini devam ettirmek için dönüyor. Bu defa ilk seferden de fazla korkutacak!
METRO EXODUS
Eğer ilk iki Metro oyununu oynamadıysanız neyi kaçırdığınızın farkında değilsiniz! Şu sıralar fazlasıyla uygun fiyata bulabileceğiniz Metro Redux adlı iki oyunluk seti satın alın ve bu muhteşem macerayla tanışın. Metro oyunları Rus yazar Dmitry Glukhovsky’nin romanlarından uyarlanan FPS serisidir, tabii Call of Duty ile karıştırmayın, bu oyunların aksiyon yönü kadar muazzam atmosferi ve kalp burkan hikâyeleri de hafızanıza kazınacak. Serinin yeni oyunu Metro Exodus, hem ilk iki oyunun kahramanı Artyom’un hikayesini devam ettiriyor hem de seriyi hiç Metro Exodus olmadığı kadar çılgın bir
The Evil Within
Spider-Man 18
New York’un “duvar sürüngeni”, mahallemizin dostane süper kahramanı Spider-Man, son dönemde oldukça revaçta. Bu ay vizyona giren yeni filmi ve gelecek yıllarda Avengers filmlerinin kadrosunda göreceğimiz süper kahramanı çok yakında parmaklarımızın ucunda da bulacağız! Playstation 4 ve Playstation Pro’ya özel olarak üretilen Spider-Man oyunu, Sony’nin kontrolünde olan markayı sinema dünyasında olduğu kadar video oyunları dünyasında da diriltmeyi planlıyor. Tamamen bu oyuna özel yazılmış hikâyesi, sıfırdan tasarlanmış son model kostümü ve olağanüstü detaylı yapısıyla, SpiderMan yeni nesil aksiyon oyunları arasında kendisine ayrıksı bir yer bulacağa benziyor. Bugüne dek Resistance üçlemesi, Sly Cooper ve Ratchet & Clank gibi sevilen oyunlar tasarlayan Insomniac Games’in yaklaşık beş yıldır üzerinde çalıştığı SpiderMan, bugüne dek piyasaya çıkmış olan en başarılı süper kahraman oyunlarından biri olmayı hedefliyor. E3 tanıtım videosundan gördüğümüz kadarıyla bunu başarması oldukça olası! E3 tanıtım demosunun finalinde gördüğümüz Miles Morales ise oyunda birden fazla Spider-Man görme ihtimalimizi doğurdu! Spider-Man, 2018 yılının ikinci yarısında piyasaya çıkacak!
TARİH
PATARA’DA TARİH YENİDEN YAZILIYOR Beş yıl boyunca Türkiye İş Bankası Grubu’nun desteğiyle sürdürülecek olan Patara Kazıları’nda 30. yıla yaklaşılmak üzere. Prof. Dr. Havva İşkan liderliğinde 50 kişilik bir ekibin yürüttüğü kazı çalışmalarında Likya tarihi yeniden yazılıyor!
T
arih boyunca sayısız medeniyete ev sahipliği yapan Anadolu, arkeolojik açıdan dünyanın en zengin topraklarının başında geliyor. Dört bir tarafında müthiş hazineler barındıran bu topraklar, maalesef uzun yıllar hak ettiği değeri göremedi. Fakat gerek arkeoloji bilincinin artması gerekse özel sektör kuruluşlarının bu alana destek vermeye başlaması, bu tablonun son yıllarda ciddi şekilde değişmesini sağlıyor. Şimdi sizleri özel sektör-üniversite işbirliklerinin en dikkat çeken örneklerinden birine götürmek istiyoruz. Türkiye’nin zengin arkeolojik varlığının gün yüzüne çıkarılması ve korunması amacıyla uzun soluklu projelere katkı sunan Türkiye İş Bankası, iştiraklerinden Şişe ve Cam Fabrikaları A.Ş. ve Türkiye Sınai Kalkınma Bankası ile birlikte bir yıldır Patara Antik Kenti’nde yapılan kazı çalışmalarına destek veriyor. Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Havva İşkan Işık liderliğinde sürdürülen çalışmalar, sadece Anadolu topraklarının medeniyet tarihine ışık tutmakla kalmıyor, dünya kültür mirasına da kıymetli katkılar sağlıyor. 2012’den bu yana dünyanın önde gelen açık hava müzelerinden biri olan Zeugma Antik Kenti’nde yürütülen Muzalar (Esin Perileri) Evi’nin kazı çalışmalarının da sponsorluğunu üstlenen İş Bankası, ülkemizin kültürel zenginliklerinin korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması konusundaki değerli desteğini önümüzdeki yıllarda da sürdürecek.
milattan sonra 14. yüzyıla kadar kesintisiz olarak sürdüğü Patara’da önümüzdeki yıl kazı çalışmalarının 30. yılı kutlanacak. 30 yıl aslında uzun gibi görünse de, arkeolojik bir kazı için oldukça kısa bir süre. Kafanızda resmin daha iyi canlanabilmesi için, Pompei’nin 1748’den, Efes’in 1863’den, Hattuşa’nın 1906’dan, Bergama’nın ise 1878’den bu yana kazıldığını söyleyelim. Yani daha kazacak çok ama çok yer var! Prof. Dr. Havva İşkan liderliğinde yürütülen kazı çalışmalarında şu sıralar kentin kamu yapıları ve mezarlıkları üzerine yoğunlaşılmış durumda. İşkan’ın verdiği bilgiye göre, bu yapılar arasında tiyatro, meclis binası, Liman Hamamı, Tepecik yerleşimi, Yol Anıtı, Liman Caddesi, bazilika, Mezar Kilisesi, kent kapısı, Suriçi Kilisesi ve deniz feneri bulunuyor. Ayrıca Tepecik Nekropolü, Markia anıt mezarı, 52 ve 53 numaralı anıt mezarlar ve çok sayıda yeraltı oygu mezarları olmak üzere mezarlık alanlarında çalışmalar sürdürülüyor.
MODEL OLDU
Prof. Dr. Havva İşkan, Patara kazılarında elde edilen sonuçlar ve yapılan yayınlarla Lykia tarihinin yeniden yazıldığını söylüyor. Patara’nın ulusal ve uluslararası bilim camiasında pozitif
30. YILA YAKLAŞILIYOR
Antalya’nın Kaş ilçesinin Kalkan beldesi yakınlarında bulunan Likya Birliği ve Eyaleti’nin başkenti Patara, günümüze oldukça iyi biçimde ulaşan tiyatro, meclis, tapınak, horrea (depo yapıları), stadyum, hamam ve kiliseleri ile görkemli bir örenyeri resmi sergiliyor. Burası, “Deniz Feneri” ve “Yol Kılavuz Anıtı” gibi benzersiz anıt eserlerin yanı sıra, 1905 yılına ait ilk Osmanlı Telsiz Telgraf İstasyonu’nun da bulunduğu bir külliyeye de ev sahipliği yapıyor. Yaşam izlerinin milattan 4 bin yıl önce başlayıp, 19
tanınırlığı yüksek bir kazı olduğunu söyleyen İşkan, “Patara Kazıları, ayrıca çalışma yöntemleri, yayın ilkeleri ve kültür varlıklarını koruma mücadelesi ile de model oldu” yorumunda bulunuyor. Peki kazı çalışmalarında bundan sonrası için planlar neler, şimdi biraz da ona değinelim. Arkeologlarla birlikte epigrafi, nümizmatik, jeoarkeoloji, jeofizik, antropoloji, restorasyon, mimarlık ya da su yapıları mühendisliği gibi farklı bilim dallarından 50 kişilik ekibin yer aldığı kazı çalışmalarında bu sezon Bazilika kazısının bitirilmesi planlanıyor. Nero Hamamı ve çevresindeki surlar ile yanlarındaki Merkez Hamamı kazıları, önümüzdeki beş yıl içinde Liman Caddesi ile birleştirilecek. Tepecik Akropolisi ise daha uzun yıllar çalışılacak bir alan olacak; zira tümüyle açılması hedefleniyor. Bir de kent kapısı ile Liman Hamamı arasında kalan alanda çalışmalar yapılacak. Bu kazılarla birlikte koruma ve restorasyon projeleri de eş zamanlı yürüyecek tabii ki. Tiyatro, Küçük Hamam ve Korint Tapınağı’nın kazıları restorasyon başlangıcında yapılacak. Bu arada Liman Hamamı ve deniz fenerinde restorasyon projelerinin de bitmek üzere olduğunu söyleyelim.
SİNEMA
AĞLAR YENİDEN ÖRÜLECEK Spider-Man, 2000’ler sonrası sinema yolculuğunda üçüncü virajda. Marvel ve Sony’nin tatlı sert çekişmesi bakalım kahramanımıza yarayacak mı? Yeni “örümcek” filmi Spider-Man: Homecoming, 7 Temmuz’da sinemalarda! Erdem Tatar
D
ürüst olalım, Robert Downey Jr. işin içine girmeden önce Iron Man alkol ve ego sorunlarıyla yoğurulan sıkıcı bir çizgi roman karakteriydi. Değil bir sinema evrenini yönetmek, daha kendi maceralarında Mandarin karşısında bile dik duramıyordu. Tabii Hollywood ve star ışığı dediğimiz şey mevzuları ışık hızında değiştiren ve kendi düzenine adapte eden bir güç. Marvel kendi filmlerini yapmaya başlayınca ve bir de üstüne Disney ortaklığı eklenince tüm zamanların en büyük film stüdyolarından birine hayat vermiş oldu. 90’larda batma noktasına gelen Marvel, elindeki iki büyük gücü farklı firmalara kaptırmıştı. Sony, SpiderMan ve yan karakterlerinin tamamının film haklarını ele geçirirken FOX da mutant’lara dair ne varsa (X-Men’inden Deadpool’una) hepsini avucunun içine almıştı. Yine de Marvel Studios, Disney’in muazzam
yönetimiyle iki ayağının üstünde hızlıca doğruldu ve para basan bir fabrikaya dönüştü. FOX’un mutantlarla sinema macerası ise, ara sıra atılan karavanalara rağmen iyi gitmekte, son dönemde yetişkinlere özel hazırlanan Deadpool ve Logan’ın da hedefi 12’den vurması sayesinde kafaları rahat. Sony’de işler pek öyle değil. İsterseniz evvela Sony ve Spider-Man ilişkisine bir bakalım.
30’LUK PARKER
Uzun süren uğraşlar sonucunda Sony Pictures, Spider-Man’i ve ona bağlı karakterleri 90’ların sonunda, Marvel daha kendi film stüdyosunu kurmadan, elinden almıştı. Spider-Man hiç şüphesiz tüm zamanların en sevilen, en kolay empati kurulabilen ve en başarılı süper kahraman markalarından biriydi. Özellikle de lisede biraz içine kapanık ve kendi dünyasında yaşamayı seven, bu
20
yüzden başı sürekli derde giren çocuklar için Spider-Man bulunmaz bir umut ışığıydı. Her okur için okulda ne kadar itilip kakılsalar da bir başkasının hayatında kahraman olabileceklerinin umudunu aşılıyordu. Böylesi bir cevher elbette sinemada da büyük sükse yapacaktı. 2000’lerle birlikte sinema endüstrisinde iyiden iyiye norm hâline gelen CGI görüntülerin yaygın kullanımı sayesinde Spider-Man gibi bir süper kahramanı beyaz perdeye uyarlamak daha kolay olacaktı. Sony, projenin başına oldukça ilginç bir isim getirdi. Spider-Man, Evil Dead adlı korku filmi serisiyle bu tarzın hayranlarının gözünde kült mertebesinde olan yönetmen Sam Raimi’ye emanet edilmişti. Raimi’nin SpiderMan/Peter Parker seçimi ise Tobey Maguire olmuştu. O dönem 30’lu yaşlarının başında olan aktöre lise öğrencisi Peter Parker’ı oynatmak oldukça tuhaf olsa da, Raimi’nin kendi tarzını konuşturduğu ve avangart bir görsel dil oluşturduğu ilk Spider-Man filmi 2002 yılında vizyona girmişti. Eksantrik kostüm tasarımlarına ve anlatımına rağmen oldukça başarılı bir orijin filmi olarak hatırlara kazınmıştı ilk Spider-Man filmi. Aynı ekip ara vermeden ikinci filmin çalışmalarına koyuldular ve ikinci Spider-Man filminin çekimlerine başladılar. 2004 yılında vizyona giren Spider-Man 2 sadece o yıla dek çekilmiş en iyi süper kahraman filmi değil, bugün halen tüm zamanların en başarılı süper kahraman filmlerinden biri olarak kabul edilen bir yapım olma başarısını göstermişti. Raimi’nin alışkın olduğu korku ve düello öğelerinin filme yansıması kusursuz ve eğlenceli bir aksiyon anlatımının yakalanmasını sağlamıştı. Hem çizgi roman severler hem de sinema
Bugüne kadar Sony’nin yapımcılığında izlediğiniz beş Spider-Man filmini unutun! Mahallenin taytlı kahramanı yuvaya geri döndü! eleştirmenleri, arkasında durabilecekleri bir süper kahraman filmine kavuşmanın keyfini yaşıyordu. Fakat maalesef neşemiz uzun ömürlü olmadı. Sam Raimi’nin üçüncü Spider-Man filmi kelimenin tam manasıyla bir felaketti. Stüdyonun ve prodüktörlerin müdahaleleriyle “şişen” film, Raimi tarafından bile bugün utançla anılıyorsa hakkında söyleyecek fazla söz yoktur. İlk iki filmi oldukça başarılı olan ve üçüncü filmi şarampole yuvarlanan bir üçleme için Spider-Man oldukça iyi gişe yapmış ve yaklaşık 600 milyon dolarlık maliyetine rağmen stüdyosuna 2.5 milyar dolar kazandırmıştı. Yine de üçüncü filmin hezimetinin ardından Sony beş yıllık bir teneffüs vermek zorunda kaldı.
ROMANTİK SÜRÜNGEN
Verilen beş yıllık aranın sonunda Sony, yepyeni bir Spider-Man kadrosu kurdu ve The Amazing Spider-Man adıyla sinema salonlarına sevilen kahramanını geri gönderdi. Bu defa kadroda nispeten daha genç oyunculara yer verilse de bu tercihlere de “liseli” demek zordu. Emma Stone ve Andrew Garfield’ın birlikte rol aldığı The Amazing Spider-Man’in ilk filmi Sam Raimi’nin ilk filmiyle pek çok paralellik içeren bir orijin hikâyesiydi. Sony’nin beş yıl sonra gelen bir Spider-Man filminin yarısını Peter Parker’ın orijiniyle harcaması ve sonrasında aksiyon dozunun düşük, romantik komedi dozunun yüksek bir Spider-Man’le karşımıza çıkması şaşırtıcıydı. Daha önce yönettiği tek film (500) Days of Summer olan Marc Webb’i yönetmen koltuğuna oturtmanın doğal sonucuydu belki de bu durum. The Amazing Spider-Man 2’de, Sony üçüncü Spider-Man filminde yaptığı hataları yine tekrarladı. Senaryonun ilk hâlinde olmayan ancak devam filmlerine yatırım olsun diye pek çok karakteri bir filme tıkıştırınca The Amazing Spider-Man 2 otomatikman patladı! 480 milyon dolara mal olan iki filmin stüdyoya kazandırdığı para 1.5 milyar doları bile bulamayınca Sony örümceğin biletini ikinci kez kesti. Hollywood’un öbür tarafında inşa edilen Marvel imparatorluğunun gözü işte tam da bu dönemde örümceğe odaklandı.
Feige, ezelden beri Spider-Man’i kadrosuna katmak istiyordu ve ancak bu başarının ardından Sony’le masaya oturabildi. Sony de elindeki gücün farkındaydı ve Marvel’a çetin bir anlaşma sundu. Marvel, SpiderMan’i filmlerinde kullanmanın karşılığında Sony’e tekli Spider-Man filmlerinden hasılatın yüzde 80’ini bırakmayı kabul etti. Tüm kreatif kontrol Marvel’da olacak ancak son kararlar Sony’nin onayından geçtikten sonra uygulanacaktı, buna karşılık olarak da Marvel, Spider-Man’i arzu ettiği tüm filmlerde yan karakter olarak kullanabilecekti. Marvel, kendi sinema evrenine yeni SpiderMan’i, Captain America: Civil War filmiyle tanıttı. Spider-Man rolü genç yirmilerinin ortalarında veya otuzlarında olan değil, gerçekten genç yaşta olan Tom Holland’a gitmişti. Civil War’da kısacık rolüne rağmen fark yaratan Spider-Man karakteri, 7 Temmuz’da ilk Marvel prodüksiyonu Spider-Man: Homecoming’le görücüye çıkacak. Bu iddialı filmde Marvel’ın en büyük silahı olan Robert Downey Jr. da yine Iron Man rolüyle Tom Holland’a destek verirken efsane oyuncu Michael Keaton da Vulture karakteriyle örümcek dostumuzu hırpalayacak. Marvel Studios’un iki adet tekil Spider-Man filminin yanında 2018 ve 2019’da gösterime girecek olan Avengers filmlerinde de sevilen süper kahramanı kullanacağı kesinleşti. Şimdilik altı filmlik yapılan anlaşmanın detayları ve geleceği bu şekilde. Peki Sony’nin eli armut mu topluyor? Onlar da kendi alternatif Spider-Man evrenlerini yaratmaya başladılar bile!
SONY NE YAPIYOR?
Sony şu sıralar kendi Spider-Man evrenini oluşturmakla meşgul. 2018 yılında yepyeni bir animasyon Spider-Man filmi gösterime girecek. Bunun yanında Spider-Man evreninden karakterlere de filmler geliyor. Bunların ilki ünlü aktör Tom Hardy’nin başrolde yer alacağı Venom filmi olacak. Bu filme ek olarak Silver & Black adlı aynı evrende geçen bir film daha gelecek ve
YUVAYA DÖNÜŞ
2012 yılında Sony, Spider-Man’i diriltmeye çalışırken Marvel çoktan rüştünü ispatlamış, ilk Avengers filmini salonlara yollamıştı bile. Tek filmde 1.5 milyar dolar kazanınca artık Hollywood’da Marvel’ın borusunun öttüğü çağ başlamıştı. Marvel Studios’un koordinatörü Kevin 21
Silver Sable ve Black Cat adlı Spider-Man karakterlerine odaklanacak. Bu filmlerden ve karakterlerden hiçbirinin Marvel Studios ve MCU (Marvel Cinematic Universe) filmleriyle alakası olmayacak. Sony tamamen örümcek dostumuzun düşmanlarından oluşan bir ekip hazırlıyor. Suicide Squad tarzı bir oluşuma gider mi bu karakterler? Onu zaman gösterecek. Sony şimdilik bu projelere dair ser verip sır vermemekte. Marvel’la anlaşmaları gereği Peter Parker’ı henüz Sony Spider-Man evreninde kullanamayacaklar. Bunun karşılığı olarak bu kötüler kimle dövüşecek dersiniz? Bizim tahminimiz çizgi romanlardaki Miles Morales ya da Spider-Gwen’den yana. Tabii bunlar şimdilik spekülasyon seviyesinde haberler. Kesin bilgiler gelene kadar elimizdekine odaklanalım ve geri sayıma başlayalım: Yeni “örümcek” filmi Spider-Man: Homecoming, 7 Temmuz’da sinemalarda!
ANALİZ
BU SAVAŞ BİTMEZ
II. Dünya Savaşı, sinema dünyasının belki de en büyük franchise’ı konumunda. 21 Temmuz’da vizyona girecek olan Dunkirk ile bu gerçeği bir kez daha gördük. Bu haberimizde Postkolik merceğini hem savaş–sanat ilişkisine hem de bu iş birliğinin muhteşem meyvelerine tutuyoruz. Erdem Tatar
1
939’dan 1945’e dek süren II. Dünya Savaşı’nın gezegenimiz üzerindeki etkisi malum. Teknoloji, siyaset, eğitim, yaşayış ve daha birçok alanda köklü değişimlerin fitilini ateşleyen II. Dünya Savaşı’nın sanata etkisi de eşdeğer oranda vurucu oldu. 1900’lerin başından itibaren yedinci sanat dalı olarak sivrilen sinema, hem Avrupa hem de Amerika’da endüstriyel atılımlar yapmayı hedefliyordu. Sanatın belki de en kitlesel dalı olmaya aday olan bu genç sanat, Avrupa’da iki kez global ölçekli savaşla el frenine asılmak zorunda kalırken; Amerika ise hiçbir duraksama yaşamadan jeopolitik avantajın ekmeğini yiyor ve geliştikçe gelişiyordu. II. Dünya Savaşı’nda Hitler’in propaganda bakanı Gobbels, sinemayı 3rd Reich’ın reklam malzemesi olarak kullanmaya başladıktan sonra İngilizler de kendi propaganda filmlerini çekmeye başlamışlardı. Savaş sadece cephelerde değil derme çatma sinema salonlarında da sürüyordu anlayacağınız. Yahudi soykırımından kaçan pek çok ailenin Amerikan eğlence ve popüler kültürünü etkisi altına aldığı sürecin şafağında, Yeni Dünya’nın batı sahillerinde Hollywood’un şafağı sökmeye başlamıştı. Pek çok zengin ve yetenekli Yahudi artık Los Angeles’ı bir vaha bellemiş ve orada kendi cennetlerini yaratmaya girişmişlerdi. Sinemanın on binlerden, milyonlara taşan kitleselliği adeta kızamıklı bir çocuğun ateşi misali yükselerek yayılmaktaydı dünya çapında. İşte bu süreçte Yahudi soykırımı mağdurlarının -bugün halen devam etmekte olan- anti-propaganda ateşi harlanmaya da başlamıştı. II. Dünya Savaşı’nın en önemli popüler sinema öğelerinden birine dönüşmesinin en büyük sebeplerinden birisi de, hiç şüphesiz dünya sinemasının patronlarının kendi propaganda araçlarına kavuşmasıydı. 50’lerden sonra II. Dünya Savaşı filmleri sadece Hollywood’un değil, rüştünü ispat etmeye niyetli her yönetmenin tarihinde mihenk
taşı vazifesini görmüştü. Madem sanat ve savaşın ilişkisini böylesi irdeledik, şimdi dilerseniz biraz da bahsettiğimiz olağanüstü yönetmenlere ve eserlerine odaklanalım. Yazımıza pek çok muhteşem ismin kariyerinde izi bulunan II. Dünya Savaşı’nın bize armağan ettiği olağanüstü filmler ve onların yönetmenleriyle devam ediyoruz.
THE DAM BUSTERS (1955)
The Dam Busters, II. Dünya Savaşı ertesindeki Altın Çağ’ı doyasıya yaşayan sinemanın erken dönem başyapıtlarından İngilizlerin Almanlara vurduğu en önemli darbelerden biri olan Chastise Operasyonu’nu konu edinen The Dam Busters, yönetmeni Michael Anderson’ın adını da tarihe altın harflerle kazıdı. Daha sonradan Around the World in 80 Days, Logan’s Run ve Millennium gibi enfes filmlere imza atacak olan Anderson’a kariyerinin önemli başyapıtlarından birini hediye etmişti II. Dünya savaşı. The Dam Busters
22
THE BRIDGE ON THE RIVER KWAI (1957) II. Dünya Savaşı söz konusu olduğunda akla gelen ilk filmlerden biri The Bridge on The River Kwai. Zamansız klasiklerden olan bu muhteşem film, sekiz dalda aday olduğu Oscar ödüllerinden yedi tanesini kazanarak o dönemin en ses getiren yapımlarından biri oldu. William Holden, Alec Guinness ve Jack Hawkins gibi efsane oyuncuların rol aldığı filmin yönetmen koltuğunda bir başka efsane, David Lean oturmaktaydı. İki kez Oscar ödülünü kucaklayan yönetmenin eşsiz yapıtları arasında Lawrence of Arabia, A Passage to India ve Doctor Zhivago gibi olağanüstü yapımlar yer alıyor. Ne yapın edin, muhakkak izleyin.
The Bridge on the River Kwai
Saving Private Ryan
The Big Red One
THE BIG RED ONE (1980)
II. Dünya Savaşı’nın Avrupa’dan ibaret olmadığını gösteren şahane bir filmdi The Big Red One. Kuzey Afrika’dan başlayıp Çekoslavakya’ya uzanan bir savaş güncesini andıran bu film, henüz Luke Skywalker rolüyle yeni şöhret kazanmış Mark Hamill ile efsane aktör Lee Marvin’i aynı projede buluşturmuştu. The Big Red One ayrıca, Shock Corridor, Pickup on South Street ve The Naked Kiss gibi kült yapımların rejisörü Samuel Fuller’ın kariyerindeki son başyapıtlardan biri olma özelliğine sahip.
askerin hikâyesinin anlatıldığı filmin yönetmen koltuğunda bir başka efsane Richard Attenborough yer almaktaydı.
DAYS OF GLORY (2006)
DAS BOOT (1981)
Sinemadan bahsedip de Fransız yönetmenlerin başyapıtlarına değinmemek elbette olmaz. Days of Glory, yeni dönem II. Dünya Savaşı filmleri arasında başyapıt olarak anılmayı belki de en çok hak eden yapım. Fransa’nın II. Dünya Savaşı sırasında sömürgeleri olan Tunus, Cezayir ve Fas’tan topladığı askerleri ölüm mangası olarak kullanışını ve hasbelkader hayatta kalanları Fransız askerlere tanıdığı haklardan mahrum tuttuğunu gözler önüne seren bu film, vizyona girdiğinde tüm dünyada şok etkisi yaratmıştı. Dönemin Fransız Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, bu filmi gördükten sonra, mağdur askerlerin durumlarının iyileştirilmesi için bu filmi gördükten sonra bir dizi yeni kanun çıkarmıştı. Enfes yönetmen Rachid Bouchareb bugün halen sektörün en yetenekli isimlerinden biri olarak anılmakta; London River, Hors la loi ve Cheb gibi muhteşem filmleri ise herkese tavsiyemiz.
A BRIDGE TOO FAR (1977)
Dirk Bogarde, James Caan, Michael Caine, Sean Connery, Elliott Gould, Gene Hackman, Anthony Hopkins, Robert Redford, Liv Ullmann… Hayır, tüm zamanların en sevdiğimiz aktörlerini sıralamıyoruz, tüm bu efsane isimler A Bridge Too Far’da rol aldılar! II. Dünya Savaşı sadece zaferleriyle değil hezimetleriyle de anılan bir savaş. Market Garden Operasyonu ve telef olan 10.000
Sadece II. Dünya Savaşı filmleri arasında değil, tüm zamanların en başarılı filmlerinden biriyle karşı karşıyayız. Hemen her karesinde savaşın deniz hattının çetin koşullarını gördüğümüz bu olağanüstü gerçekçi film, tam manasıyla bir sinema ziyafetidir. Üç yıllık macerası boyunca tam 11 operasyon atlatan ve 27 gemi batıran U-96 ve mürettebatının hikâyesinin her anı hafızalara kazımaya değerdir. Sonradan The Neverending Story, Air Force One ve Troy gibi cilalı Hollywood yapımları çekmiş olsa da Wolfgang Petersen’in zaman ötesi başyapıtı Das Boot’tur. Yaklaşık 4 saat süren bu efsane filmi mutlaka izlemenizi tavsiye ederiz.
COME AND SEE (1985)
II. Dünya Savaşı’nın en barbar yanlarını görmek isteyenlerin adresi bu film olmalı. Zaten Sovyet Rusya’dan başka bir yerden bu ölçekte vahşi bir yapım çıkması imkânsıza yakındı. Yönetmeni Elem Klimov’un bizzat şahit olduğu Nazilerin Beyaz Rusya talanında geçen film, yakılıp yıkılan 628 köyün acı dolu hikâyesini anlatıyor. 14 yaşındaki bir çocuğun tesadüfen bulduğu tüfekle Rus partizanların arasına katılmasını ve sonrasında şahit olduğu yürek dağlayan olayları konu alan Come and See, izleyeni psikolojisinin sınırlarına doğru yolculuğa çıkaran sert bir yapım. Elem Klimov’un, tüm filmlerinde görülen benzersiz anlatım dili Come and See’de zirve seviyesinde.
Christopher Nolan 23
SCHINDLER’S LIST (1993) SAVING PRIVATE RYAN (1998)
Steven Spielberg imzalı bu iki başyapıt, efsane yönetmenin muazzam kariyerindeki en benzersiz apoletlerdir. Bir yanda tek bir erin peşinden giden bir manga asker, diğer yanda 1200 kişinin hayatını kurtaran eski bir Nazi üyesi. İki farklı hikâye, iki farklı kahramanlık öyküsü ve iki olağanüstü film. Fazla söze gerek yok, Spielberg iyi ki var.
VE SIRA NOLAN’DA
Pek çok efsane filmden bahsettik, her filmin yönetmen koltuklarında da efsanelerin oturduğunun altını çizdik. Sırada Dunkirk var ve bu filmin yönetmen koltuğunda da sinemaya son dönemde damga vuran Christopher Nolan oturuyor. Inception, Dark Knight üçlemesi, Memento, The Prestige gibi efsaneleri çeken Nolan, kariyerinin ilk II. Dünya Savaşı filmini çekti. II. Dünya Savaşı’nın en kilit olaylarından biri olan Dunkirk kurtarma operasyonunu konu edinen filmde Tom Hardy, Kenneth Branagh, Cillian Murphy, Mark Rylance ve Harry Styles rol alıyor. Belçika, İngiltere, Kanada ve Fransa müttefik ordusunun Alman güçleri tarafından okyanusun dibinde köşeye sıkıştırıldıktan sonra yapılan efsanevi harekatı üç askerin perspektifinden izleyeceğiz. Nolan’ın kariyerindeki en önemli film olarak gördüğü Dunkirk, eminiz bu yılın Oscar yarışında da adını sıkça duyacağımız yapımlardan olacak. Dunkirk ülkemizde 21 Temmuz’da gösterime girecek.
RÖPORTAJ
EFSANE ÇİZER POSTKOLİK’E KONUŞTU Çizgi roman âleminin dev isimlerinden Klaus Janson’la hem taze Harvey ödülünü hem de ilk sayısı 5 Temmuz’da raflarda olacak yeni çizgi roman serisi Sacred Creatures’ı konuştuk. Klaus selamlar, öncelikle Harvey ödülün için tebrikler... Dark Knight III serisi sen olmadan eksik kalırdı! Bu seriye çıkardığın işle ödül almak nasıl bir duygu? Çok teşekkür ederim! Harvey ödülü biz çizerler için Oscar’la eş değerde ve böylesi prestijli bir ödülü Dark Knight III gibi iddialı bir geri dönüş projesiyle kazanmak ayrı bir kıvanç. Ancak çizimlerdeki eskiz ortağım Andy Kubert’in de bu ödülde emeği ve payı var, onu anmadan geçmek istemem. İkimiz adına ve Frank adına çok mutluyum ve bu ödülü tüm Dark Knight III ekibi adına kabul ettiğimi belirtmek isterim. Frank Miller’ın adını anmışken ondan bahsetmeden geçmeyelim. Birlikte tüm zamanların en önemli Batman hikâyelerinden olan The Dark Knight Returns’e imza attınız, Daredevil’da da birlikte çalışırken aranıza kara kedi girdi ve 20 seneyi aşkın konuşmadınız, aranız nasıl ısındı? Frank gerçek bir dahi ve her deha gibi çalışması çok zor biri. Özellikle de birlikte çalıştığımız yıllarda dehasının zirvesindeydi ve sürekli üreten bir makine gibi ışık saçıyordu. Bunun karşılığı olarak da sosyal melekelerini kaybetmeye yüz tutmuştu, uzun süre konuşmamamızın sebebini böyle özetleyebilirim. Zamanla ve tecrübeyle birlikte insanın sivri köşeleri de törpüleniyor. Dark Knight III projesini daha DC Comics’e götürmeden önce beni aradı ve benle çalışmak istediğini söyledi. Ne eski defterleri açtık ne de o günleri yad ettik. Tek yaptığımız kapanıp çalışmak ve DC’ye layık bir sunum hazırlamaktı. Görünen o ki başarılı da olduk!
Buna hiç şüphe yok! İstersen yepyeni projenden bahsedelim, Sacred Creatures’ı bize anlatır mısın? Uzun yıllar bu piyasada çizerlik yaptıktan sonra insan bir sürü hikâye biriktiriyor. Biliyorsun ben aynı zamanda bir eğitmenim ve hem akademik düzeyde ders veriyor hem de yazın üzerine öğretici kitaplar yazıyorum. Gel zaman git zaman elimdeki notların bir hikâyeye doğru evrildiğini gördüm ve bu öyküye konsantre olmaya karar verdim. Pablo Raimondi ile kafa kafaya vererek notlarımı bir fantastik öyküye dönüştürdük ve tüm akışını planladık. Raimondi aynı zamanda Sacred Creatures’ın çizeri olmaya karar verdi. İlk beş sayımızın kapaklarını ben de Frank Miller dönüşümlü olarak çizdik, Miller’ı uzun zaman sonra çizer yönüyle görmek harikaydı. Biraz da Sacred Creatures’ın konusundan bahseder misin? Josh Miller, yaşından beklenmeyecek olgunlukta bir baba adayı. Bu tarz karakterleri yaratmayı ve sonrasında belanın ortasına usulca bırakmayı seviyorum. Miller, metafizik alemin, bildiğimiz dünya ile dengesinin devasa bir holding tarafından dengede tutulduğunu bir dizi tesadüfün ertesinde öğreniyor. Fanteziyle gerçeğin arasındaki sınır çizgisi yıkılmaya yüz tutmuşken Josh Miller hem dünyanın hem de yeni doğacak bebeğinin kaderini belirleyecek olan bir mücadelenin tam ortasında kendisini buluyor. Sacred Creatures, şirket ve insanı farklı konseptler olarak algılayan bir hikâye. İki taraf da varlıklarını birbirlerine bağlı görüyor ve birbirlerinden bağımsız bir düzlemi aramıyor ancak aynı zamanda da birbirlerini manipüle etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Sacred Creatures’ta var oluşa dair sorgulanan pek çok konsept de mevcut, yüzeydeki aksiyon perdesini aralayanlar derinde yatan felsefeyle karşılaştıklarında bu hikâyeden daha da fazla 24
keyif alacaklar. İlk sayımız 5 Temmuz’da raflarda olacak. Son olarak Sacred Creatures’ı kurgularken en çok zorlandığın bölümleri soralım. Aslına bakarsan zorlandım diyemem ancak çok somut şeylerin ardındaki konsepti hem görsel hem de yazınsal olarak ifade etmek önemli bir kriterdi bizim için. Bir yönün gücünün ağır basmasını hiç istemedik ve iki kanadı da dengede giden bir uçak misali sağlam bir kurgu oluşturmaya çabaladık. Bunu başarmanın en kolay yolu da Sacred Creatures’a bolca soru yöneltmekten geçti, kendimizi okurun yerine koyduk ve bolca soru sorup, hepsine cevap vermeye çalıştık!
MÜZİK Temmuz 2017
SUSPIRIA MÜZİKLERİ THOM YORKE’A EMANET R
adiohead her bir parçası ayrı dehadan oluşan muhteşem bir grup. Grubun her üyesi bugüne dek pek çok yan proje ve solo kayıtla takdire şayan işler ortaya koydu. Elemanlar arasında film müziği deneyimi olmayan tek üye, grubun lideri Thom Yorke’tu ancak bu durum tarihe karıştı, artık Yorke da resmi olarak bir soundtrack’e imza atmış durumda. Üstelik bu film ödünüzü koparacak cinsten! Dario Argento’nun 1977 tarihli kült filmi Suspiria, tamı tamına 40 yıl sonra yeniden çekiliyor ve filmin ürkütücü atmosferini tamamlayacağına inandığımız müzikleri Thom Yorke’a emanet. Yönetmen koltuğunda Luca
Guadagnino’nun oturduğu ve Tilda Swinton, Dakota Johnson, Chloe Grace Moretz gibi başarılı oyuncuların rol aldığı film, safkan bir yeniden çevrimden ziyade orijinaline benzer konuda farklı bir yorumlama olacakmış. Thom Yorke, bu teklif kendisine geldiğinde korkudan masanın altına saklanmayı düşündüğünü ancak sonradan yavaş yavaş cesaretini toplayıp filme konsantre olmaya karar verdiğini açıkladı. Suspiria’nın orijinalini yeniden izlemesinin ardından projeye daha da ısınan Yorke’un ilhamı ise bir başka efsane filmin soundtrack’inden gelmiş. Tüm zamanların en başarılı bilim kurgu filmlerinden biri olarak kabul edilen Blade
GALLAGHER KARDEŞLERDEN KAVGALI BAĞIŞ
M
anchester’da yaşanan korkunç terör eylemi sonrasında pek çok sanatçı bir araya gelerek devasa bir yardım konseri düzenlemişti. Manchester’dan çıkan en büyük grup olan Oasis’in kavgacı biraderleri bu yardım konserinde de rahat durmadılar! Herkes, yıllar sonra bu özel sebep için Gallagher biraderlerin birlikte sahne alacağını düşünüyordu ancak Liam, Coldplay’le sahne alırken, Noel’den eser yoktu! Konserden sonra Liam boş durmadı ve kendisiyle sahneye çıkmayan kardeşine ağız dolusu saydırdı! Bunun üzerine Noel Gallagher, Oasis’in kariyerindeki en büyük hitlerden olan Don’t Look Back in Anger’dan kazandığı tüm telifi Manchester saldırısında zarar görenlere bağışladı. Liam da boş durur mu? O da aynısını yaptı! Anlayacağınız Gallagher kardeşler hayır işlerken bile dalaşmaktan geri kalmadılar!
25
Runner’ın Vangelis imzalı soundtrack’ini dinledikten sonra aradığı tınıyı bulduğunu söyleyen Yorke, Suspiria’ya karanlık bir imza atmışa benziyor. Soundtrack için Radiohead turnesi boyunca otel odalarına kapanan ve bilgisayarında pek çok farklı teknik deneyen Yorke, işin içinden çıkamayınca grubun kulisine kolayca kurulup toplanabilen seyyar bir stüdyo inşa etmiş ve sahnede olmadığı her anını bu stüdyoda çalışarak geçirmiş. Yaklaşık altı buçuk ay süren beste ve kayıt sürecinin ardından hem yönetmen hem de Thom çıkan sonuçtan çok memnun kalmışlar. Suspiria’yı ve Thom Yorke imzalı müziklerini merakla bekliyoruz!
MÜZİK
QUEENS OF THE STONE AGE VE DÜŞMANLARI
R
ock müziğin afilli delikanlıları Queens of the Stone Age, dört yıllık aranın ertesinde yepyeni albümleri Villains ile müzik piyasasına arzı endam etmeye hazırlanıyor. 2013 çıkışlı enfes albümleri …Like Clockwork ertesinde uzun bir dünya turnesine çıkan grup, nihayet geçtiğimiz sonbaharda stüdyoya girdi ve “dokuz şarkılık bir kaos” olarak adlandırdıkları yeni albümü kaydetti. Prodüktör koltuğunda tecrübeli isim Mark Ronson’ın oturduğu albümden beklentiler sorulduğunda grubun cevabı açık ve net oldu; sarhoş, enerjik ve size ne zaman yalan, ne zaman doğru söylediğini asla bilemeyeceğiniz bir albüm geliyor! Heyecanlanmamak elde değil! Villains, 25 Ağustos günü piyasada!
THE SMITHS KRALİÇEYİ YENİDEN HAKLAYACAK
İ
ngiltere’nin kült ötesi mertebesine erişmiş gruplarından The Smiths, tüm zamanların en büyük klasiklerinden biriyle gönül tellerinizi yeniden titretmeye hazırlanıyor. 1986 tarihli efsane albüm The Queen Is Dead’in aynı adlı açılış şarkısı, siz bu satırları okuduğunuz sırada iki farklı versiyonla tekli olarak yeniden piyasaya sürülmüş olacak! The Queen Is Dead, 7” ve 12” versiyonlara sahip. 12” versiyonunda şarkının 1992 versiyonunun yanı sıra Oscillate Wildly, Money Changes Everything ve The Darize Train adlı B-Side’lar yer alacak. 7” versiyonunun B-Side’ında ise I Keep Mine Hidden adlı az bilinen The Smiths şarkısı yer alıyor. Koleksiyoncular ıskalamasın deriz!
TUPAC FİLMİ ORTALIĞI FENA KARIŞTIRDI
E
fsane rapper Tupac Shakur’un hayatını konu edinen biyografi filmi All Eyez on Me, geçtiğimiz haftalarda ABD’de gösterime girdi. Girdi girmesine ama hip hop camiasında ortalığı birbirine katmayı da başardı! Önce Deathrow Records ortağı Suge Knight filmin yapımcılarını dava edeceğini açıkladı, ardından da ünlü oyuncu ve Tupac Shakur’un en yakın arkadaşlarından Jada Pinkett Smith, sosyal medya hesaplarından açtı ağzını yumdu gözünü! Filmin pek çok olayı çarpıtarak işleyen, hayal ürünü bir martaval olduğunu söyleyen Smith, bu filmin Tupac’ın anısına zarar vereceğini açıkladı. Film, eleştirmenler tarafından kötü notlar alsa da açılış haftasında 30 milyon dolar kazandı ancak sular durulacağa benzemiyor.
YOKO ONO, LENNON’A ORTAK OLUYOR
Y
oko Ono, John Lennon’ın 1971 tarihli klasik şarkısı Imagine’e telif ortağı oldu. National Music Publishers Association’ın yaptığı açıklamaya göre Lennon’ın 1980 yılında çekilmiş olan bir video kaydında Yoko Ono’nun Imagine şarkısına ilham verdiği için mutlaka telif ortağı olmasının gerektiğine dair bir demeci bulunuyor. Yoko Ono şu an şarkı üzerinde herhangi bir hak talep edemiyor ancak NMPA CEO’su David Israelite, bu konuyu açıklığa kavuşturmak için çalışmalara başladığını ve Yoko Ono’nun geriye dönük telif payının da ödenmesi dâhil olmak üzere Imagine şarkısında hak sahibi olması için gereken yasal süreci başlattıklarını duyurdu. Ono çok yakında tüm zamanların en çok satan şarkılarından birinin sahibesi olacak.
26
RÖPORTAJ
EGE ÇUBUKÇU ÜRETMEYE DEVAM EDİYOR Türkiye’de hip hop kültürünün önemli temsilcilerinden biri olan Ege Çubukçu, yeni stilini ortaya koyduğu Gece Gelen Sıkıntı isimli bir maksi single yayımladı. Bana Ne ve Adı Yok adlı iki şarkının yer aldığı bu maksi single sonrasında kendisine sorularımızı yönelttik. Sadi Tirak Bu iki yeni şarkı nasıl ortaya çıktı? Son 7 ay içinde yaşam biçimimde bazı değişikliklere gittim. İstanbul’dan uzaklaşmak ilk adımlardan biriydi. 14 yıl önce ayrıldığım İzmir’e geri dönmek, burada yeni yaşam kurmak gibi bir dizi kararlar aldım. İstanbul’dan taşıdığım şeylerden biri Bana Ne şarkısı idi. Sözler karman çorman, düzensiz bir haldeydi ama ana fikri belliydi. Bestesini İstanbul’da hazırlamıştım. İzmir’de sakin ve berrak bir akıl ile şarkı yazımını son hâline getirdim. Ardından şarkıyı Kaydedenler Kulübü’ndeki fikir yoldaşlarımla paylaştım. Sertaç Özgümüş’ün şarkı ve sound ile ilgili parlak fikirleri vardı. Selim Siyami Sümer ve Güntaç Özdemir yapımın her anına şahit oldular, gelişiminde güzel fikirleri ile katkı sağladılar. Çok sesli bir iş oldu. Ardından İzmir’e döndüm ve bir sabah adını koyamadığım parçayı bestelemeye başladım. En büyük stres; “Yeni evimde yaşamıma yön verecek yeni bir parça yazabilecek miydim?” Adeta bu soruyla yaşıyordum. Uzun zamandır içimde biriken duyguları, düşünceleri, kâbusları ve kaygıları bu şarkı sayesinde sindirmiş oldum. Gece Gelen Sıkıntı, içinde yaşadığı dünyaya yabancılaşan, kalbi yaralı, kırılgan bir insanın kâbuslarını anlatıyor. Bir iç savaş, direniş hâli. Cevabını bulamadığımız ya da cevaplamaktan çekindiğimiz soruları soruyorum. Gerisini parçalar anlatsın. Dinleyenler üzerinde de aynı etkiyi yarattığını gördüm. Aynı sıkıntıyı paylaşıyoruz. Bu paylaşım acımızı hafifletiyor.
Bu iki şarkı arasından neden Bana Ne’ye klip çektin? Diğer şarkıya da klip gelecek mi? Bana Ne, daha önce yaşamış olduğum duygu patlamasının yeni bir nöbeti gibiydi. Bir Gün parçası ile benzerlikleri var. İkisi de romantizm akımına ait. Bir kaçışı, ruhani bir yolculuğu anlatmakta. 12 yıllık bir süreç var iki parça arasında. Bir Gün’de “Burada olmadığım bir gün huzuru bulabilirim, kaçabilirim, yok olabilirim.” derken yaşadığım küçük dünyamdan bahsediyordum. Bana Ne ise “Bana yar olmaz bu diyardan, çıkıp şansımı aramalı ayda.” cümlesi yaşadığımız dünyadan kopuş, yabancılaşmayı anlatıyor. İki şarkıya da klip çekmeyi arzuluyorduk. Özel bir sıralama düşünmedik ama bahsettiğim nedenlerden dolayı öncelik Bana Ne’nin oldu. Şimdi Adı Yok için çalışıyoruz. Bana Ne’nin klibinden bahseder misin? Rene Magritte göndermeleri dikkat çekiyor... 2012’den beri (Parti İstanbul) klipleri Harun Işık ile birlikte çekiyoruz. Harun resim sanatına karşı olan ilgimi bildiği için olanı resmetmekten çekindiğimiz bazı kavramları, sanat eserlerinin reprodüksiyonlarını yaparak anlatma fikrini attı ortaya. Listemde çok fazla sanatçı ve eser vardı. Harun, Rene Magritte eserlerinin daha anlaşılabilir olacağını düşündü. Haksız da sayılmaz, videoda daha fark edilmemiş çok eser var. Buna Magritte eserleri de dâhil. Sıradan bir iş yapmak istemedik. Mütevazı bir klip çekmek istedik. Bütçe ile değil, enteresan fikirlerle dikkat çekmek istedik. Klip 27
kadrosu da arkadaşlarımızdan oluşmakta. Klibin “esas kadın”ını Instagram’dan keşfettim. Meryem Gemicioğlu, bize ve projemize inanarak iletişim kurduğum kısa süre içinde tereddüt etmeden ekibe katıldı ve müthiş katkı sağladı. Oyunculuk için deneme yapmadık. Bazı sahneler spontane gelişti. Son dönemeç, videonun sonundaki zombiler yani kafamdaki deli sorulardı. Makyaj işinin Türkiye’de ne zorluklarla yapıldığını görmüş olduk. Uzun arayışların sonunda (2 ay) Ulya Gizem Doğan ile karşılaştık. Hem de yeni evime 500 m. uzaklıkta bir tasarım atölyesinde. Bu tarz tesadüfler yaptığınız işe ve gidişata moral oluyor. Ege Çubukçu’nun müzik tarzı ne yöne doğru kayıyor? Eskisi gibi kulüplere yönelik hitler yapacak mısın? Sadi, inan bana bu soruyu ben de kendime soruyorum, hem de stüdyoya adım attığım her seferde. Bu sorunun üstüne Spotify sanatçı sayfamı açtım ve ilk 10 listesindeki 5 parçayı ayırdım. Kronolojik olarak; Yaz Geldi, Yolumuz Aynı, Kanatlanıp Uçacaksın, Reçete, Bana Ne… Hepsi birbirinden farklı. Bence kendi tarzlarında başarılı sound ve tekniğe sahipler ama tek bir yöne kayacak parçalar değiller. Açık söylemek gerekirse özgürce müzik yapmaya çalışıyorum. Dans parçaları yapmayı seviyorum, politik şarkılar yazmayı seviyorum. Aşk mevzusuna da farklı açılardan bakmayı tercih ediyorum. Hikâyeci anlatımı seviyorum. Anlatacak bir hikâyem olduğu sürece ve ortak yönü iyi müzik olduğu sürece her şeye varım. Kariyerim boyunca hit olsun diye şarkı yazmaktan kaçındım. Arada aklımı çelen işler oldu vs. Hit olması için şarkı yazmam, ama yazdığım şarkıların hit olması beni rahatsız etmez. Hey DJ şarkısı için de, Adı Yok için de geçerli bu söylediklerim.
MÜZİK
KATY’İ 49 MİLYON GÖZETLEDİ Yeni albümü Witness’ın tanıtımını eşi görülmemiş bir YouTube yayınıyla gerçekleştiren Katy Perry, benzeri görülmemiş bir canlı yayın tecrübesine imza attı. İşte detaylar.
2
000’lerin ilk yarısını kasıp kavuran Biri Bizi Gözetliyor furyasını hatırlıyorsunuz değil mi? Özellikle de ülkemizde bir dönem fenomen olan bu yarışma, aynı evde kalan bir grup insanın 24 saatinin kayıt altına alınmasını ve birbirleriyle ilişkilerini konu ediniyordu. Günümüzün en büyük pop yıldızlarından Katy Perry, yeni albümü Witness’ın promosyonu için bu yarışmanın konseptini kendi renkli dünyasına uydurdu ve bugüne dek benzeri görülmemiş bir promosyona imza attı. Katy Perry Live: Witness World Wide adıyla anılan bu YouTube şovu, 8-12 Haziran tarihleri arasında gerçekleşti ve dünyanın her köşesinden toplam 49 milyon izleyici tarafından izlendi. Peki bu yayında neler yaşandı?
BİRİ KATY’İ GÖZETLİYOR
Katy Perry’nin Witness World Wide maratonu için, Los Angeles’ta Çin mahallesinde bulunan Kim Sing Theatre adlı plato çekim mekanı olarak seçildi. Bu mekan tamamen Katy’nin zevkine ve mekanda düzenlenecek aktivitelere göre sıfırdan dekore edildi ve tam 41 adet kamerayla 24 saat boyunca hiç kesilmeden kayıt altına alındı. Katy Perry bu şık komplekste 8-12 Haziran tarihleri arasında yayın hiç kesilmeden yaşadı, özellikle bizimki gibi ülkelerde seyir-
ciler Katy’nin poposunda pireler uçuşarak uyumasını saatler boyunca izleyebildi. Perry, her gün ortalama yedi saat uyudu ve tüm ihtiyaçlarını bu evde giderdi, bir kez bile dışarı çıkmadı. Katy’e bu süre zarfında pek çok ünlü konuk katıldı ancak hiçbir konuk Katy’nin sevimli köpeği Nugget kadar dikkat çekmedi. Nugget’ın adeta bir oyuncağı andıran görünüşü ve Katy’le oynadığı sevimli oyunlar tüm bu promosyon sürecinin en keyifli anları olarak hafızalara kazındı.
ÖZEL KONUKLAR
Böyle muazzam bir evde elbette misafir ağırlamadan olmazdı, Katy de pek çok özel misafirini bu geçici evinde ağırladı. 8 Haziran akşamı eve giren Katy, oldukça sakin bir gece geçirdikten sonra 9 Haziran gününden itibaren konuklarını ağırlamaya başladı. İlk günün ilk konuğu, tüm zamanların en başarılı sitcom dizilerinden olan Modern Family’nin sevilen oyuncusu Jesse Tyler Ferguson’du. İkili birlikte müthiş eğlenceli bir yoga seansı yaptılar. Katy’nin yoga becerileri gerçekten de şaşırtıcı derecedeydi. Aynı akşam muazzam bir yemek partisi veren Katy’nin konukları görmeye değerdi. Son dönemde Wonder Woman filminin başarısıyla adından söz ettiren yönetmen Patty Jenkins, oyuncu Anna Kendrick, DJ Mia Moretti, pop müziğin güçlü seslerinden Sia ve güzeller güzeli Dita Von Teese’in katıldığı yemekte dedikodu gırla gitti! İkinci gün ünlü fizikçi Neil de Grasse Tyson, Katy’nin ilk konuğuydu, yaklaşık bir saat süren muhabbetleri boyunca, güzel popçu içindeki bilim aşığını keşfetti diyebiliriz. Hemen ardından dünyanın en önemli şeflerinden Gordon Ramsey eve geldi ve Katy’le birlikte yemek yapmak için mutfağın yolunu tuttu. Ünlü drag queen ve yarışma sunucusu RuPaul da ikinci günün konuk yıldızlarındandı. Katy ile hem oyun oynadı, hem kendine dair
28
pek çok merak edilen soruyu yanıtladı. İkinci aktivite gününün son konuğuysa Katy’nin yakın arkadaşı olan oyuncu ve aktivist America Ferrera oldu. İkilinin sohbeti izlenmeye değerdi. Üçüncü günün ilk konuğu ünlü talkshow sunucusu James Corden oldu! Katy ile “doğruluk mu cesaret mi” benzeri bir oyun oynayan Corden’ın şakaları muhteşemdi. İkilinin muhabbetinin en can alıcı kısmıysa Katy’nin sevgililerinin yatak performanslarından bahsettiği bölüm oldu! Evdeki son gecenin yemek konuklarıysa Margaret Cho, Caitlyn Jenner, Van Jones, Sally Kohn, Ana Navarro, Amanda Seales ve DJ Yun Skeeter’dan oluşan renkli bir ekipti. Gecenin ve etkinliğin son konuğuysa transseksüel yıldız Gigi Gorgeous oldu. Katy Perry, bu iddialı promosyonu kendi fan kulübünden çekilişle seçtiği hayranlarına özel olarak verdiği ve 12 Haziran’da YouTube’da yayınlanan akustik konserle bitirdi. Son yılların en iddialı promosyon çalışmasına imza atan Katy Perry’i 190 ülkeden 49 milyonu aşkın YouTube kullanıcısı takip etti. Güzel yıldızın yeni albümü Witness’ın ise maalesef bu dev promosyonun gölgesinde kaldığı konuşuluyor.
M
Y
Y
Y
GARANTI CAZ YESILI 2017 e POSTKOLIK 21X30.pdf
4
16/06/17
15:17
MODA
Temmuz 2017
CHIARA SINIR TANIMIYOR D
ünyanın en çok takip edilen blogger’larından biri olan Chiara Ferragni, The Blonde Salad isimli blog’unda paylaştığı moda yazıları, stili ve güzelliğiyle çok kısa bir sürede fenomen olmayı başardı. Erkek arkadaşıyla birlikte üniversite yıllarında açtığı blog’a, ilişkisini bitirdiğinde de büyük bir özenle devam eden 30 yaşındaki İtalyan blogger, kendi adıyla bir moda markası kuracak ve kendi ayakkabılarını tasarlayacak kadar da ileri gitti! Sadece moda yazıları ve stiliyle değil, aynı zamanda tasarımcı kimliğiyle de ön planda olan Ferragni, kendi markasıyla kısa sürede başarıya ulaşınca dünyaca ünlü moda markaları da bir bir Ferragni ile iş birliklerine imza atmaya başladılar. İlk olarak; her yıl buz üzerinde sergilediği efsanevi şovlarla neredeyse mini bir Victoria’s Secret şov yaratan Intimissimi on Ice, 6-7 Ekim tarihlerinde gerçekleşecek yeni şovu için Ferragni’den yardım istedi. Intimissimi on Ice 2017, ‘A Legend of Beauty’ şovunun yeni kostüm tasarımcılığını üstlenen güzel blogger ve tasarımcı, hemen kolları sıvayıp bu muhteşem şov için markanın stil kodlarına sadık kalarak kendi hayal gücüyle kostümler tasarlamaya başladı. 2014 yılından bu yana Verona
Arenası’nda düzenlenen ve dünyaca ünlü yıldızları ağırlayan şov, şüphesiz ki feminenliği ve estetiğiyle yine akıllara kazınan bir gece olacak. Instagram’da dokuz milyon takipçisiyle tasarımcı kimliğinin yanı sıra sosyal medya fenomeni de olan Ferragni, yaptığı iş birlikleri sayesinde sosyal ağlarda en çok ses getiren kişi olarak tanınıyor. Ünlü blogger daha önce uzun yıllar Guess markasının elçiliğini yapmıştı. Ferragni, şimdilerde deli gibi takip ettiğimiz bir moda blogger’ı olsa da, hikayenin en başında, tıpkı bizim gibiydi. 2009 yılında Milano’daki Bocconi University’de hukuk okurken, erkek arkadaşıyla birlikte sadece 10 dolara bir blog kurup, onun da desteğiyle günlük rutinlerini, moda anlayışını ve stilini yazıya döken Ferragni, sevgilisiyle yollarını ayırsa da blog’unu asla bırakmadı ve yazdıkça yazmaya devam etti. Bu güzeller güzeli İtalyan kızın başarısı, kısa zamanda tüm moda markaları tarafından bilinince, Ferragni’ye geri çeviremeyeceği teklifler sunuldu. Fakat ünlü blogger, bir süre hiçbir teklife kulak asmayıp sadece içinden geldiği şekilde davrandı ve blog’una hit kazandıran yazılar yazmaya devam etti. “Özellikle blog’umun ilk zamanlarında bir teklifi
geri çevirmek gerçekten korkutucuydu, devamının gelip gelmeyeceğini, bunun alacağım son teklif olup olmadığını bilmiyordum. Ancak zaman geçtikçe yalnızca doğru olduğunu düşündüğüm şeyleri yapmayı ve inanmadığım şeylerle ilgili paranın fikrimi değiştiremeyeceğini öğrendim.” diyen Ferragni, blog’unu kurduktan dört yıl sonra, 2013 yılında kendi ayakkabı markasını kurarak moda dünyasında tasarımcı kervanına katılmıştı.
SNOOPY, VANS İLE GERİ GELİYOR
K
aykaycıların bir numaralı markası Vans, çocuk ruhluların kalbine dokunan, sevenlerini geçmişe götüren bir iş birliğine daha imza atıyor. Charles M. Schulz’un unutulmaz Peanuts çizgi roman karakterleri nam-ı diğer Charlie Brown, sevimli köpeği Snoopy ve Lucy Peanuts koleksiyonunda hayat buluyor. Koleksiyon Classics modelleri, giyim ürünlerini ve 30
bunlarla uyumlu aksesuarları içeriyor. Koleksiyonda yer alan birbirinden renkli Peanuts ürünleri yaz modasına renk katacak. Charlie Brown’un kazağı sarı Oldskool modele desen olurken, koleksiyonda başı çeken renkler çizgi romana da renk veren kırmızı ve sarı oluyor. Kaykay üzerindeki Snoopy çizimleriyle kombinleriniz tişörtlere hareket katıyor.
MODA
FRIDA AŞKINA!
T
üm zamanların en ilham veren sanatçılarından biri olan Frida Kahlo ile tüm yazı geçirmeye ne dersiniz? 2012 yılında İstanbul’da kurulan Lilyandrose, el yapımı işlemeler ve boncuk süslemeleriyle harika bikini ve mayolara imza atıyor. Kleopatra’dan ilham alan marka, tasarımlarındaki helenistik tarzını renkleri ve aksesuar detayları ile özgür birer sanat eserine dönüştürerek, plajlarda tüm gözlerin üzerinizde olmasını sağlıyor. İpek kumaşları, altın kaplama aksesuarları ve özel işlenen boncuklarıyla alışılmamış mayolar ve bikiniler tasarlayan Lilyandrose’un pek çok tasarımlarını günlük hayatta denim şortların ve eteklerin üzerine bile giyebilirsiniz. Bu boncuklarla işlenmiş Frida mayonun fiyatı ise 972 TL. Lilyandrose tasarımlarına Beymen, Wepublic, Network ve lilyandrose.com.tr adresinden ulaşabilirsiniz.
YAZA ÖZEL GÖZLÜKLER
2
00’den fazla zanaatkârın el işçiliğiyle hayat bulan Vilebrequin güneş gözlükleri, St. Tropez’in plaj kültürünü şehre taşıyor! Koleksiyon, hand-made çerçeveleri, özel renkleri ve çarpıcı çizgileri ile ön plana çıkıyor. Lens teknolojisinde dünya lideri Zeiss’in gözleri koruyan ileri teknoloji ürünleri, modern tasarımları ile buluşturan Vilebrequin, klasik, sportif ve şık modelleri ile karşımıza çıkıyor. Vilebrequin’in hikâyesinden yola çıkılarak dizayn edilen güneş gözlükleri; Klasik’ten Vintage’a, Pilot’tan Dikdörtgen’e farklı modelleri ve renk seçenekleri ile her zevke ve tarza uygun modeller sunuyor. Koleksiyon, özel tasarlanmış donanım ve ayrıntıları ile markanın hikâyesini anlatıyor. Vilebrequin’in imzası olan kaplumbağa deseni, logosu, mayoların bağlama kısmından ilham alınarak kullanılan minik delikler ile çekici ve rahat çerçeveler tasarlanmaya devam ediyor.
BU TOPUKLARIN GÖZÜ ÜZERİNİZDE
H
er kadın için ayakkabılar önemlidir. Hele bir de özel tasarım olduğunda! Siz de stiletto’larla aşk yaşayan kadınlardansanız, Lola’s Heels’in özel üretim ayakkabılarına bayılacaksınız. Yeditepe Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, İç Mimarlık Bölümü mezunu olan Melis Ekin, 2010 yılında Pinkylola markasını kurarak özel tasarım çantalar ve mobilyalar tasarlamış. Fakat daha sonra içindeki ayakkabı tutkusuna dayanamayıp 2015 yılında Lola’s Heels markasını hayata geçirmiş. Üzerinde göz işlemeli stiletto’suyla kalbimizi çalan Ekin, “Ayakkabı desenlerimin hep hikâyesi var: Gittiğim ülkelerdeki insan portreleri benim çok dikkatimi çekiyor ve onları farklı bir bakış açısı ile sunmak istiyorum. Yani göz serisi aslında her şehirdeki kadın gözlerini temsil ediyor. Bunun dışında güller var, onlar da gezdiğim ülkelerdeki bahçe ve doğanın bana yansıması. Space Mouse ise neden uzay faresi olmasından yola çıkarak oluştu, birde toplumsal etkilerle çalıştıklarımda mevcut.” diyor. Her bir ayakkabıyı yaklaşık beş günde tasarlayan Ekin’in kullandığı boyalar ayakkabı boyası olduğu için kullanımda herhangi bir sıkıntı yaratmıyor. Bu çok özel topukluları Bağdat Caddesi’nde Pinkylola Design Store’dan, Moda’da Moon Bow Tasarım Butik’ten, zet. com’dan ve butikgez.com’dan satın alabilirsiniz. El boyaması koleksiyonun fiyatlarının 179 ile 240 TL arasında değiştiğini de ekleyelim.
YANINIZDAN AYIRMAYACAKSINIZ
D
eniz-Pınar Yeğin kardeşlerin Rumi’den ilham alarak tasarladıkları Rumisu eşarpların her biri, özel olarak hikâyesine göre tasarlanıyor ve ucundan sallanan el yapımı iğne oyası küçük oyuncaklarla kendine âşık etmeyi başarıyor. Her bir desenin kendi çizimlerinden çıktığı eşarpların küçük olan boyutunu bandana, şal ya da kolunuza ve çantanızın kenarına sarabiliyorsunuz. Boyutu biraz daha büyük olanları ise yazın mayonuzun üzerine rahatlıkla sarabiliyorsunuz. Üstelik eşarpların içinden Pınar’ın mı yoksa Deniz’in mi çizimi olduğunu öğreneceğiniz küçük bir kart da çıkıyor. Her bir eşarbın köşesinden sarkan oyuncaklar ise Güney Doğu Anadolu’da kadınlar tarafından yapılıp Birleşmiş Milletler Kalkınma Fonu’na aktarılıyor. Midnight Express, Petra, Mae Zae, HIC ve Souq’da bulabileceğiniz Rumisu eşarpları, tüm bir yaz yanınızdan ayırmak istemeyeceksiniz.
32
PORTRE
FARKLI, CESUR VE GÜZEL Vogue kapağına çıkan ilk transseksüel model olarak tarihe geçen Valentina Sampaio, moda dünyasının yeni ikonu oldu. Şimdi gelin bu sıra dışı mankeni daha yakından tanıyalım.
2
0 yaşındaki Brezilyalı model Valentino Sampaio, Vogue Paris’in kapağına çıkan ilk transseksüel model oldu. Bu konu bir ses getirdi zira daha önce hiçbir transseksüel model ya da ünlü, herhangi bir Vogue edisyonuna kapak olamamıştı. Model Valentina Sampaio’nun hayatı 2016 yılında 180 derece değişti. Yerel etkinliklerde podyuma çıkıp, kendi şehrinde mütevazı fotoğraf çekimleri yaparken kendini önce São Paulo Moda Haftası podyumunda, sonra da Elle Brasil ve L’Officiel Brasil dergilerinin kapağında buldu. Sampaio, son dönemde Brezilya’da LGBT bireyler üzerinde artan baskılara ve nefret cinayetlerine rağmen cinsel kimliğini gizlemeyen bir transseksüel olarak adeta bir sembol haline geldi. Elbette ülkesinde yaşayan her trans birey Valentina kadar şanslı değil ancak yine de bu başarı, moda endüstrisindeki trans bireyler açısından hem bir mihenk taşını hem de yeni bir normalleşme hareketini temsil ediyor.
NOKTA
Vogue Amerika’nın Brezilya’dan sorumlu moda yazarı Jorge Grimberg yaptığı açıklamada Caitlyn Jenner’in, Vanity Fair’e kapak olarak bir “trans devrimi” başlattığını hatırlatarak Valentino’nun Vogue’a kapak olmasını “Hiç şüphe yok ki bu yepyeni bir dönemi işaret ediyor. Buradaki en büyük gelişme Valentino’nun kapağa güzel bir kadın olduğu için konması ki önemli olan da bu. Nokta.” diyerek yorumladı. Şimdi gelin bu güzel modeli
biraz daha yakından tanıyalım.
SIFIRDAN ZİRVEYE
Sampaio, Aquiraz isimli bir sahil kasabasında doğup büyümüş ve kendi deyimiyle “rahat” bir çocukluk geçirmiş. Ailesi, arkadaşları ve çevresindekiler onu zaten bir “kız çocuğu” olarak kabul etmişler. “Doğduğum şehirdeki insanlar bana hep normal davrandılar. Ben her zaman bir kızdım ve hiç farklı hissetmedim. İnsanlara da hep bunu aktardım.” diyen Sampaio için model olmak en büyük hayali ve amacıymış. Çocukluğundan itibaren gördüğü her kameraya poz veren genç model, geceleri yatmadan önce televizyon yıldızlarını taklit edip onlardan biri olmayı hayal edermiş. Fakat Sampaio’nun kariyeri elbette sütliman başlamamış. 2014 yılında aldığı ilk iş olan bir giyim firmasının modelliğinden, firmanın “Biz muhafazakâr bir markayız, müşterilerimiz transseksüel bir model istemez.” kararıyla kovulmuş. Bu cesaret kırıcı başlangıca rağmen Sampaio emin adımlarla yoluna devam etmiş. Birkaç ay sonra ufak bir projede ilk oyunculuk deneyimi için Rio de Janerio’ya uçmuş ve sonrasında São Paulo Moda Haftasında ilk kez podyuma çıkmış.
BREZİLYA DEĞİŞİYOR
Sampaio’nun popülerliğinin ardındaki destek biraz da Brezilya’nın ulusal politikalarındaki değişime dayanıyor. Brezilya’nın gelenekçi ve muhafazakâr yasaları, eğitimde LGBT bireylere toleranslı davranmıyordu ancak bu durum tarihe karışmaya başladı. Geçtiğimiz aylarda Brezilya Eğitim Bakanı tüm müfredattan “cinsel kimlik” ve “cinsel yönelim” ifadelerini kaldıracaklarını açıkladı. Rio’nun en eski LGBT örgütü Rainbow Group’un başkanı Marcelle Esteves’e göre transseksüel bireyleri genelde aileleri evden atıyor, sokakta yaşamak zorunda kalıyorlar ve eğitimlerine devam edemiyorlar. Transseksüel kadınlar işyerlerinde ayrımcılığa maruz kalıyor ve çoğunlukla da seks işçiliğine zorlanıyorlar, bu da onları her türlü şiddete karşı savunmasız bırakıyor.
FUTBOLU SOLLAR MI?
Diğer yandan Brezilya dünyanın en görkemli LGBT Pride yürüyüşlerinin gerçekleştirildiği ve Sampaio gibi yıldızların çıktığı ülkelerden biri ancak bu durum transseksüel bireylerin ülkede maruz kaldığı şiddete engel olamıyor. Trans Network isimli sivil toplum örgütünün açıklamasına göre, geçen yıl ülkede 144 trans birey öldürülmüş. 2008 yılında bu sayı 57’miş. Bu yılın başında transseksüel bir kadının 33
dövülerek öldürüldüğünü gösteren cep telefonuyla çekilmiş video tüm Brezilya halkını şoke etmiş. Sampaio, bu olaydan sonra “Transseksüel olmak normal bir şey. İnsanların bunu kabul etmesi için daha çok eğitim verilmesi gerekiyor. Brezilya halkı büyük ve birçok farklılığı bünyesinde barındıran bir halk. Artık transseksüel bireyler bu şekilde haber olmamalı. Transseksüel bireylerin daha fazla imkâna ihtiyaçları var. Karakterinizi ve iyi bir insan olup olmadığınızı belirleyen şey cinsiyetiniz değil.” şeklinde bir açıklama yapmış. Genç model hem LGBTİ kitlesi hem de moda dünyası için farklı bir ikon olma yolunca cesur adımlarla ilerliyor. Valentino Sampaio adını önümüzdeki yıllarda daha çok duyacağız.
RÖPORTAJ
ANTİK YUNAN’IN BÜYÜSÜ BU SANDALETLERDE Kısa sürede birçok ünlü ismin favorisi hâline gelen Ayakizi Sandaletler’in yaratıcısı Berna Uçkun Ataman, markasının hikâyesini ve hedeflerini Postkolik’e anlattı. Büşra Nazlan Üregül Bize biraz kendinden bahseder misin? Ayakkabıcı bir dedenin torunu, yine ayakkabıcı bir babanın kızıyım. Güzel Sanatlar Moda ve Aksesuar Tasarım bölümü mezunuyum. İstanbul’da yaşıyorum ama yazları Alaçatı’da geçiren bir İzmirliyim. Peki seni Ayakizi Sandalet’i kurmaya iten şey ne oldu? Dede ve baba ayakkabıcı dediysem, masa başında oturanlardan değil, tezgâhta parmak çürütmüş, pek çok çırağı ve kalfayı yetiştirmiş, kıymetli zanaatkarlardan ikisi de. Meslekler hep babadan oğula geçmeyecek ya, bu kez babadan kızına geçti. Markanın ortaya çıkışında sandalet tutkusu başta olmak üzere; rahatlık, şıklık ve en önemlisi farklılık arayışı büyük rol oynadı. Uzun yıllar süren profesyonel kariyerime eşimin işi dolayısıyla bir mola vermiştim. Ama, daha önce üretme hazzını yaşamış bir kadın olarak o kimlik ağır basınca tabii ki bu mola kısa sürdü. Yazları ailece geçirdiğimiz Alaçatı’nın meşhur kaldırım taşlı yollarında hem şık görünüp hem de konforundan ödün vermek istemeyen kadınlara şahane bir alternatif sunmayı kafaya koyunca, babamın bilgi ve tecrübesini kendi eğitim, fikir ve zevkimle birleştirdim, ortaya da Ayakizi Sandalet çıktı. İlk sandaletini ne zaman tasarladın? Sandalet yazın çok fazla kullandığım bir parçadır. Başka yerde bulamayacağım, kalitesine güvendiğim ürünleri kaçırmak istemediğimden çok fazla sandaletim var. Ama hep “Keşke şurası şöyle olsaydı…” demiş, hatta mümkünse babam vasıtasıyla istediğim değişikliği de yaptırmışımdır. O yüzden aslında ilk tasarımım çok eskiye dayansa da, marka ve koleksiyon olarak 2015’in Eylül ayından
beri tasarım, deneme/ yanılma yoluyla üretim süreci devam ediyor. Ayakizi’nin görücüye çıkma anı ise geçen seneki Alaçatı Ot Festivali oldu. Üretim süreci nasıl işliyor? Modeli kafamda düşünüyor ve kâğıt üzerine çizimini aktarıyorum. Daha sonra babamın yönetiminde modelci ve kalıp ustalarımla bir araya gelerek benim için ilk numuneyi üretiyoruz. Bir süre ben numuneyi giyerek rahatlığını test ediyorum ki, sandalet bu anlamda zor bir üründür. Parmak arası vurur, sert derisi rahatsız eder, toka yeri acıtır vb... Bu detayları kendi kullanımımla çözdükten sonra seri üretimine geçiliyor. Şu an satışta kaç model var? Geçen sezon 10 model ile başladım, şu an 12 modelimiz bulunuyor. Ama numune olarak üretilip gerek rahatlığından, gerek kafamdaki modelin gerçeğe dönüşmesinden memnun olmadıklarım, dolayısıyla üretime girmeyenler de var tabi ki... Ya da seneye koleksiyona eklenmeyi bekleyenler de... Aslına bakarsan sayıyı arttırmayı da düşünmüyorum. Bu sezon çok tercih edilmeyen modeller seneye yerlerini yenilere bırakacak. Sandaletlerine ilgi nasıl? İlgiden bir hayli memnunum. Şu tespitimi çok net söyleyebilirim ki, genelde uzun boylu kadın sandalet giyiyor çünkü topuğa ihtiyaç duymuyor ve düz sandaleti rahatlıkla giyiyor. Nispeten kısa boylu kadınlar ise alçak da olsa biraz topukla kendini daha iyi hissediyor. Ayak numaraları da genelde boyla orantılı olduğundan, 39-40-41 numa-
Berna Uçkun Ataman ralar sandaletlerde çok daha tercih edilen numaralar. Bu veriler doğrultusunda koleksiyonumdaki her model 41 numaraya kadar üretiliyor. Önümüzdeki sene anneler günü için çocuk modeli ve bir de numara aralığının unisex kullanıma uygun olacağı bir model sürprizini de şimdiden verebilirim. Sandaletlerin fiyat aralıkları neler? Tüm modellerin fiyatı 450 TL. Çok soruluyor, sosyal medya üzerinden ve web üzerinden online satış şimdilik yok. Çünkü önce markanın özelliklerinin kullanıcı tarafından bilinmesi, kalıpların öğrenilmesi lazım ki denemeden alınabilsin. Bu yaz Alaçatı Bashaques Hacımemiş ve Zio Beach’de varız. İstanbul’da ise Kanyon Souq Dükkan’da üç model ile varız. Onların da yaz sonuna yetişebilecek online sitesinde tüm modellerle yer alıyor olacağız. Son olarak da Room+Rumours için Başak ve Deniz adına iki özel tasarım yaptım, benimkilerden biraz farklı olarak. Onlar da bu ay başında satıştalar. Ayakizi Sandalet’i seven ünlüler arasında kimler var? Satışa çıktığında, ilk alan isim yakın arkadaşım Arzum Onan oldu. En büyük tanıtım yine yakın arkadaşım olan, spor spikeri Merve Toy sayesinde oldu ki, gerçekten onda hemen hemen her model var, tam bir koleksiyoner. Hem tarz hem fizik olarak en yakışanlardan biri, kendisi de su gibi olan oyuncu Dilan Deniz Çiçek. Tabii ki bronz ten, mini etek denince akla gelen, tam bir yaz kadını Pınar Altuğ, stil dendiğinde herkesin birleştiği ilk isim Ece Sükan, kusursuz fiziğiyle en gözde modellerden Özge Ulusoy, en ilham verici kadınlardan Ferhan İstanbullu, Elif Dağdeviren ve Berna Sağlam Ayakizi giymelerinden büyük mutluluk duyduğum isimler.
34
RÖPORTAJ
ZAMANSIZ ÇANTALARLA EL EMEĞİNE ÖVGÜ Deniz Benbiçaço ve Rozita Kandiyoti’yi bir araya getiren şey sadece dostlukları değil, aynı zamanda birbirlerinden habersiz aynı hedefe yönelmeleri olmuş… Her kadın gibi çanta tutkunu olan bu iki anne, iki yıl önce kafa kafaya vererek Rossea’yı yaratmış. Hikâyenin geri kalanını kendilerinden dinleyelim. Büşra Nazlan Üregül
Öncelikle sizleri tanıyabilir miyiz? Deniz: İstanbul’da doğdum ve büyüdüm. Bilgi Üniversitesi Reklamcılık mezunuyum. İş hayatım, birbirinden farklı markaları görerek, onların pazarlama yönetimini yaparak ve çok güzel insanlarla birlikte çalışarak geçti. Levi’s, Vans, The North Face gibi önemli markalara yön verme fırsatı buldum. Küçüklüğümden beri asıl hayalim ise, en başından sonuna etki edebildiğim; her yanıyla benden bir şeyleri yansıtan bir ismin sahibi olmaktı. 2,5 sene önce oğlum dünyaya geldiğinde; rotamı bu hayali gerçekleştirmeye çevirdim. Rozita: Kendimi bildim bileli görsel sanata karşı bir ilgim vardı. İki kızım var ve onlar büyüdükten sonra renklere ve sanata olan ilgimin sadece bir tutku olarak kalmasını istemediğimin farkına vardım. Önceleri fotoğrafa merak saldım, çünkü fotoğraf aslında bir ışık ve renk sanatı. Aldığım kurslar ve yaptığım asistanlıklar sonrasında birçok fotoğraf sergisi gerçekleştirdim. Kullandığım renkler çok fazla ilgi çekiyordu. Ben de bu ilgimi ailemden görmüş olduğum deri üretim tecrübesi sayesinde moda ile birleştirmek istedim. Markanın hikâyesinden bahseder misiniz? Rozita: Çanta tasarımı ile ilgili çalışmalarıma başlarken, eş zamanlı ama habersiz olarak
Deniz de kendi markasını oluşturma aşamasındaydı ve çanta üzerine gitmek istiyordu. Bu tesadüfü fark etmemizle bir araya gelmemiz çok kısa sürdü. Birbirimizi bulmuş gibi hissetmiştik ve hemen çalışmalarımıza başladık. Deniz: Rozita’yla yaşadığımız bu güzel tesadüf beni çok heyecanlandırmıştı. Bu yüzden Rossea’yı kurarken iki ortaktan öte işe birbirimizi bulmuş iki can yoldaşı olarak başladık diyebilirim. Bu yüzden marka adımız da, her yanıyla biz koksun istedik. Rossea markamızın, ROS eki Rozita isminden, SEA eki de benim ismimin İngilizce yazılışından geliyor. Çanta tasarımlarınızı neye dayanarak yapıyorsunuz? Rozita: Önceliklerimize dayanarak diyebilirim. Bu önceliklerin birincisi renklerimiz. Sezonda kullanacağımız renkleri seçerken çok ince eleyip sık dokuyoruz. İkincisi, Rossea çantalarında kullandığımız derileri el işçiliği ile tamamlayarak kullanıcılarımıza sunuyoruz. El işçiliği burada bizim için çok değerli; çünkü koleksiyonlarımızın arkasındaki hikâye el emeği ile birleştirildiği zaman daha da büyük bir anlam kazanıyor. Ve üçüncü olarak, kalitemiz. Kullandığımız tüm materyaller her tasarım için ayrı ayrı kalite kontrol sürecinden geçiyor. Hedefiniz nedir? Deniz: Rossea ikimizden de bir şeyler almış, kendine özgü ve başka bir karaktere sahip bir marka. İlk günden bugüne birçok süreçten geçtik. Uzun bir süre; hep bu karakteri doğru oturtabilmek; birbirini takip eden belli bir çizgiyi ilerletebilmek için çok çalıştık. Gerçekleştirmek istediğimiz daha çok şey var ancak ne mutlu ki hedeflerimizin de ötesinde büyüyebiliyoruz. Geldiğimiz noktadan mutluyuz, hem Türkiye’de hem de yurt dışında Rossea’yı bilen ve tercih eden güzel bir kitlemiz var. Rozita: Son dönemde Amerika’dan gelen; markamız ile ilgili güzel haberler bizi heye35
canlandırıyor. Kaliforniya ve New York’ta bazı mağazalara girmek için görüşmelerimiz sürüyor. Logonuzun bir anlamı var mı? Deniz: Rossea’yı oluştururken arkamızda hep bir rüzgâr olduğunu düşündük. Bizi birbirimize iten ve buluşturan bir rüzgâr… Bununla ilgili bir süre çalıştıktan sonra, akışkanlar mekaniğinde doğanın sürdürülebilirliği için mutlaka bulunması gereken en optimum şeklin damla / yaprak şekli olduğunu öğrendik. Bu aynı zamanda araba ve uçakların damla formunda olmasını da açıklıyordu. Böylece rüzgar hızlarını kesmek yerine onlara hız verebiliyordu. Tüm bunları öğrendiğimizde logomuz kendini belli etmeye başlamıştı. Kişisel olarak çanta tutkusu musunuz? Rozita: Kesinlikle. Çanta; kadın erkek fark etmeksizin stilinizin en önemli parçasıdır. Bu sebeple kuvvetli bir tasarım ihtiyacı doğuruyor. Bu yüzden bu alanda bir şeyler yaratmak son derece heyecan verici. Deniz: Rossea’nın beni çanta konusunda daha da tutkun bir hâle getirdiğini söyleyebilirim. Çıkardığımız tüm modeller öncelikle bizim de kullanmak isteyeceğimiz modeller olarak tasarlanıyor. Tasarımlarınızı nerelerde bulabiliriz? Deniz: İstinye’de bulunan showroom’umuz haftanın her günü açık. Tüm müşterilerimiz bir gün önceden randevu alarak tüm ürünlerimize bakmaya gelebilirler. Web sitemiz rosseaistanbul.com üzerinden de satış yapıyoruz. Ayrıca tüm Vakkorama’larda ve Gizagate mağazalarında ürünlerimize ulaşmak mümkün. Yeni sezon itibariyle de İstanbul’da ROOM + RUMOURS ile birlikte gerçekleştireceğimiz yeni bir sürpriz projemiz olacağını buradan duyurmuş olalım. Çantaların fiyat aralıkları neler? Rozita: Deri/süet çanta ve askı modellerimiz 360 ile 1400 TL arasında değişiyor.
RÖPORTAJ
KLASİK POLO YAKA’YA EĞLENCELİ YORUM Malum, erkeklerin dolabı kadınlardan çok daha sınırlı. Tam da bu konuda neler yapabileceğini düşünen Emre Akdoğan, klasik polo yakaya sunduğu yenilikçi yorumla gardrobunuza eğlence katmaya hazırlanıyor. Büşra Nazlan Üregül
E
mre Akdoğan, pek çok erkeğin dolabında baş tacı olan polo yaka tişörtlere kafayı takmış ve bu klasikleşmiş parçayı kendine has bir yorumla daha eğlenceli hâle getirmek için kolları sıvamış. Polo yakalara yaz-kış demeden gökkuşağının bütün tonlarını ve doğadan ilham alan desenleri uygulayan Akdoğan, iki yıl önce kurduğu markasına Karayip Korsanları’nın Jamaika’daki limanlarından biri olan Port Royale adını vermiş. Akdoğan’dan bu fikrin nasıl geliştiğini öğreniyoruz. Niçin Port Royale? 17. yüzyılda gerçek Karayip korsanlarının evi olan Port Royale, bizim için tam bir ilham kaynağı oldu. Bu şehrin tropikal esintisini ve özgür ruhunu tasarımlarımıza yansıtmayı çok istedik. Geçmişin gücünü günümüzün dinamizmiyle harmanlayarak alışılmış polo tişörtlere yeni bir yorum getirmek için de Port Royale markasını yarattık. Mevsimlerin etkilerini göz önünde bulundurarak hem kış koleksiyonlarımız hem de yaz koleksiyonlarımız için polo yaka tişörtleri lokomotifimiz olarak belirledik. Polo yakanın erkekler için vazgeçilmez bir parça olduğunu düşünüyorsunuz… Bu kadar klasik bir parça için marka yaratırken tedirgin olmadınız mı? Polo yakanın hayattan zevk alan, iyi yaşamayı ve giyinmeyi bilen, yoğun çalışma
temposuna sahip erkeklere hitap ettiğini düşünüyoruz. Duruşundan ödün vermeden, farklı görünmeyi seven ve hayat gustosu olan erkekler hedefimiz. Yani aslında kendi tarzımızı, sevdiklerimizi ürünlerimize yansıtıyoruz. Desen ve renkler için nelerden ilham alıyorsunuz? Port Royale, hem yaz hem de kış koleksiyonlarında imzası olan temadan asla uzaklaşmıyor. Canlı renk ve desenler her koleksiyonumuzda kendini gösteriyor. Örneğin yeşil, mavi ve mor her sezonun olmazsa olmaz renkleri. Bunların yanına sezonun trend renkleri de ekleniyor. Lacivert, siyah ve antrasit renklerini de her zaman kullanıyoruz. Geometrik ve etnik desenlere her koleksiyonumuzda yer veriyoruz. Tasarım ne kadar zamanınızı alıyor? Üründen ürüne değişiyor, bu süreç bazen birkaç günümüzü alırken bazen de haftalar sürebiliyor. İlhamdan tasarıma, kumaş tedariğinden üretim sürecine yayınca oldukça uzun bir süreyi, yani 4-6 haftayı göze almak gerekiyor. Oldukça zahmetli olmakla birlikte, ürün nihai müşteriye ulaşıp olumlu tepkiler aldığınızda, tüm o yorgunluğa değdiğini hissediyorsunuz. Bir de kendi ürünlerimizi giyebilmek hoşumuza gidiyor. Fiyat aralıkları neler? 150-300 TL aralığında diyebiliriz. Yeni koleksiyonda neler var? Oldukça geniş bir yelpazeye sahip yeni koleksiyonumuz şu an mağazalarda satışta. Desenlerde şal, geometrik ve çiçek de kullandık. Renk skalamızda şu anda revaçta olan pembeden mora, ama aynı zamanda antrasitten ekruya birçok çeşit bulunuyor. Polo’larımız haricinde tiril tiril, yuvarlak ve v-yaka tişörtlerimiz, oldukça renkli ve eğlenceli şort mayolarımızı da görmeniz mümkün. Önümüzdeki sonbahar-kış koleksiyonundan bahsedecek olursak, klasik ve desenli polo’larımıza devam edeceğiz ama bunların yanında, trikolara ağırlık vereceğiz. Trikolarda renk ve desenlerde klasik olana saygımız da var ama biz biraz daha retro stile yakın duruyoruz. Kazakların yanında ceket ve yelek de olacak.
Emre Akdoğan
Polo yakayı klasik ve biraz da sıkıcı algısından nasıl çıkarmayı hedefliyorsunuz? Trend’leri takip ediyoruz. Sonuçta hipster dediğimiz, azımsanamayacak bir kesim de artık polo yaka giyiniyor, yalnızca klasik bir giysi olarak düşünmemek gerek. Desen, renk, yaka ve nakış ya da boncuk gibi detaylar artık erkek giyime hâkim olmaya başladı. Biz de bu farklılaşmayı kendi stilimizde, zevkimize uygun şekilde ve tabii ki müşteri kitlemizin de beğenilerini göz 36
önünde bulundurarak koleksiyonlarımıza yansıtıyoruz. Bugüne kadar aldığımız tepkiler çok olumlu ve başka ürün gruplarımız bulunsa da, polo yaka ve özellikle de desenli ve renkli olanları en çok tercih edilenler ürünlerimiz. Kumaşlarınızdan bahseder misiniz? Çok önem verdiğimiz bir konu kumaş kalitesi ve form. Mesela küçük farklı yorumlarla yenilenecek fakat kalıp ve kumaş kalitesi olarak her sezon Port Royale koleksiyonunda olacak; likralı pike modelimiz ve yüzde 100 pamuk vintage parça boya modeli markanın olmazsa olmazlarından. Polo yaka olarak yola çıkarken amacımız bu alanda farklılık yaratmaktı, bunu da başardığımızı düşünüyorum. Port Royale’ı nerelerde bulabiliriz? Marka kimliğimize uyum sağlayan satış noktalarında yer almayı istiyoruz. İstanbul’da Wepublic, Building ve Archive mağazalarında yer alıyoruz. SS 2017 koleksiyonumuzla Bilstore ve yeni açılacak Galeries Lafayette mağazalarına da giriş yapıyoruz. Bunun yanı sıra yurt dışında da satış noktalarımız mevcut.
TELEVİZYON
EN ŞEKER PROGRAM
Dizilerin ele geçirdiği televizyon sektöründen şeker mi şeker bir haber geldi! Mobil oyun dünyasının efsanesi Candy Crush, bir televizyon yarışması oldu!
H
emen herkesin bir dönem bağımlısı olduğu mobil oyun Candy Crush, prime time’da yayınlanacak bir yarışma programı olarak 9 Temmuz’da CBS kanalında başlayacak. Uzun zamandır Amerikan prime time kuşaklarının dizilere parsellendiğini düşünürsek yaz sezonunda Candy Crush gibi popüler bir markayı ekranlara taşıma fikri CBS’in rakiplerine çalım atmasını sağlayabilir! Bugüne dek cep telefonuna Candy Crush indirmemiş ya da en azından Facebook üzerinden patlayan rengârenk şekerlerle vakit geçirmemiş olanınız yoktur diye tahmin ediyoruz. Halen tüm zamanların en çok oynanan mobil oyunu olma özelliğini elinde taşıyan Candy Crush, yaz ekranlarında beklenmedik ölçüde pozitif etki yaratabilir! Zira CBS bu iddialı program için oldukça güçlü bir ekip kurmuş durumda.
SÜPER MARIO
Candy Crush yarışmasını ünlü aktör ve sunucu Mario Lopez sunacak. Aksiyon dolu yarışmanın formatı, aynı isimli popüler mobil oyun baz alınarak hazırlanmış. Matt Kunitz tarafından televizyon ekranlarına uyarlanan bu yeni formatın, yine kendi imzasını taşıyan Wipeout ve Fear Factor gibi ünlü yarışma programlarıyla bazı ortak noktaları var. Kunitz yarışma ile ilgili açıklama yaparken sunucu tercihi için de “Mario Lopez, Candy Crush için biçilmiş kaftan. Kendisi hem oyunun büyük bir hayranı hem de başarılı bir Candy Crush oyuncusu! Üstelik Mario enerji eşiği çok yüksek olan bu şovu uçuracak müthiş bir enerjiye sahip.” açıklamasında bulundu.
Daha önce X-Factor, MTV America’s Best Dance Crew ve Top Pop Group programlarını ve magazin programı Extra’yı sunan Lopez; Candy Crush ile ilgili hislerini “Sıkı bir Candy Crush takipçisi olarak gerçek yaşamda da bu devasa Candy Crush arenasına girmek bana heyecan veriyor.” şeklinde ifade ediyor. Saved by the Bell dizisindeki A.C. Slater rolüyle tanıdığımız Lopez’in bir de kendi radyo programı var. Candy Crush sunuculuğu Lopez’in kariyerinde pozitif etkisini göstermeye başladı ve yakışıklı sunucu CBS kanalında yayınlanacak olan The Bold and the Beautiful ve NCIS: New Orleans dizilerinde rol kaptı bile. Çekimleri geçtiğimiz haftalarda başlayan yarışma, 9 Temmuz Pazar günkü prömiyerine yetiştirilmeye çalışılıyor. Bir saat sürecek olan Candy Crush yarışma programının akışı ise şöyle olacak; iki kişiden oluşan takımlar tüm fiziksel yeteneklerini dev boyutlu interaktif oyun ekranında kullanarak Candy Crush’ı fethedip taç takacaklar. Tabii bunu yapması elbette yazması kadar basit değil. Yarışma stüdyosunda tamamen dokunmatik yüzeylerden oluşan üç adet Candy Crush platformu olacak. Birbirinden farklı etaplarda yarışmacı çiftlerin fiziksel kapasiteleri ve oyunu oynama becerileri kadar uyum içinde senkronize hareket edip edememeleri de önemli rol oynayacak. Candy Crush’ın birden fazla etabı süresince rakipler zamana, yorucu fiziksel koşullara, stratejik Candy Crush numaralarına ve elbette birbirlerine karşı yarışacaklar. Candy Crush’ı cep telefonunda ya da bilgisayar ekranında oynamaya 38
benzemiyor anlayacağınız. CBS’ten yapılan açıklamaya göre bu oyun ekranı son model teknolojiyle üretilmiş.
LİDER “CRUSH”
2012 yılında çıkan Candy Crush oyunu, oyuncuların aynı renkteki şekerlemeleri birleştirerek puan topladıkları ve farklı versiyonlarıyla birlikte iki binden fazla aşaması olan bir oyun. Candy Crush Saga ve Candy Crush Soda Saga, ABD’nin en çok indirilen 10 mobil oyunu sıralamasında zirvede yer alıyor. Dünya genelinde ise 18 milyar raunt Candy Crush oynanmış. Yarışma programının yapımcıları Kunitz’in bağlı olduğu Lionsgate Television, Candy Crush oyununun yaratıcısı King & Pulse Creative ve CBS Television Studios olacak. Yarışmanın ABD içindeki dağıtımını CBS üstlerinken; yurt dışı satışlarını Lionsgate yürütecek. Candy Crush, dizi enflasyonuyla boğulan televizyon ekranlarına rengarenk bir alternatif getirecek. Devasa oyun ekranı, birbirinden eğlenceli etapları ve çılgın yarışmacılarıyla Candy Crush, Facebook ve mobil araçlardan sonra televizyon ekranlarında da fenomen olacak! Mario Lopez
AJANDA Temmuz 2017
Kandace Springs
Fatih Erkoç
BU AY CAZA DOYACAĞIZ!
İ
stanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından, bu yıl 20. kez Garanti Bankası’nın sponsorluğunda düzenlenecek 24. İstanbul Caz Festivali, yine yenilikçi ve keşiflerle dolu bir programla müzikseverlerle buluşmaya hazırlanıyor. Festival bu yıl, 4-20 Temmuz tarihleri arasında, cazın duayen isimlerinden yeni keşiflere 200’ü aşkın yerli ve yabancı Basel Rajoub
sanatçıyı İstanbul’un 20 farklı mekânında ağırlayarak farklı konser deneyimleri yaşatmaya devam edecek. Festivalin Avusturya Kültür Ofisi Bahçesi’nde gerçekleşecek açılış gecesi, 4 Temmuz akşamı TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası’nın şefi Kamil Özler ve Türk pop ve caz müziğinin duayen isimlerinden Fatih Erkoç’a Yaşam Boyu Başarı Ödülleri’nin takdim edilmesiyle başlayacak. Fatih Erkoç’un herkesçe sevilen şarkılarını seslendireceği konserinin ardından Avusturyalı grup DELADAP sahne alacak. Ünlü yıldızların, flamenkonun kült gitarist ve bestecilerinden Paco de Lucia’ya saygı duruşu niteliğindeki “Beyond The Memory” konserinin yanı sıra aralarında vokal cazın genç yıldızı Kandace Springs’den Jacky Terrasson & Stephane Belmondo gibi ustalara, Avrupa cazının efsane ismi Nik Bärtsch’ten Afrika’nın iki muhteşem sesi Fatoumata Diawara ve Hindi Zahra’ya caz, funk, dünya müziği, blues ve rock’ın farklı seslerini ağırlayacak. Oluşum aşamasında Radiohead’in gitaristi Jonny Greenwood’un da içinde yer aldığı Junun projesi de festivalin bu yılki konukları arasında. Festival kapsamında bu yıl önemli bir yenilik, yerli sahnenin başarılı müzisyen ve topluluklarını odağa alarak daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlamak amacıyla SOCAR Türkiye desteğiyle hayata geçirilen “ViTRin: Türkiye Güncel Müzik Buluşması”
PENTAGRAM AÇIKHAVA’DA
T
ürkiye’nin en köklü gruplarından, ülkemizin çıkardığı en büyük heavy metal grubu Pentagram, Sony Music Türkiye etiketiyle yayımladığı ve geçtiğimiz mart ayında piyasaya sürülen Akustik adlı albümünün konserlerine devam ediyor. Grubun 30. yıl özel albümü olarak tasarlanan Akustik, toplam 11 şarkı içeriyor ve gruba eski vokalistleri Ogün Sanlısoy ile Murat İlkan’ın yanı sıra eski gitaristlerinden Demir Demirkan ve Türkiye’nin en önemli rock müzik sanatçılarından Şebnem Ferah da eşlik ediyor. 30 Temmuz Pazar akşamı Pentagram, bu özel albüm için İstanbullu severlerinin karşısına bir kez daha çıkacak. Solfej Organizasyon ve Kerki Prodüksiyon tarafından İstanbul Harbiye Açıkhava gerçekleştirilecek olan Harbiye Açıkhava Konserleri’nde birbirinden değerli yıldızlar sahne alacak. Pentagram hayranları bu özel geceyi sakın kaçırmasınlar!
39
olacak. Festivalin 5-8 Temmuz tarihleri arasındaki konserlerini kapsayan bu bölümünü, festival izleyicisiyle beraber uluslararası müzik sektörünün önemli temsilcileri de izleyecek. Ücretsiz gerçekleştirilecek “Parklarda Caz” konserleri ile Kadıköy’de festival içinde festival deneyimi yaşatacak “Gece Gezmesi” bu yıl da devam ederken, tüm gün sürecek konserler ve atölye çalışmalarıyla bu yıl ilki gerçekleştirilecek “Çocukça Bir Gün” başlıklı etkinlik de ‘minik’ cazseverleri mutlu edecek. Antonio Sanchez
AJANDA
BİR TIKLA SÜRPRİZ HEDİYELER KAZANDILAR
T
ürkiye’de hızlı servis restoran zinciri sektörünün lideri TAB Gıda güvencesiyle faaliyetlerine devam eden Burger King®, Popeyes®, Sbarro®, Arby’s® ve Usta Dönerci® markalarının online sipariş kanalı www.tiklagelsin.com, sadece lezzetli tatları ile değil hediyeleri ile de kazandırdı. Burger King®, Popeyes® ve Usta Dönerci® lezzetlerinden online sipariş verenler çekilişe katılırken, gerçekleşen altı farklı çekiliş sonucunda toplam 95 kişi birbirinden özel hediyelerin sahibi oldu. 17 Ağustos’ta başlayan kampanya kapsamında çekilişlerle beş kişi Nissan Juke sahibi oldu. Ayrıca 15 kişi iPhone 6S heyecanı yaşarken, toplam 60 kişi de LG Full HD Smart TV kazandı. Hediye yağmurunun devam ettiği www.tiklagelsin.com çekilişleri sonucunda 10 kişiye Xbox One ve 5 kişiye de Sony PS4 Pro 1 TB marka Play Station hediye edildi. Konuyla ilgili olarak açıklamalarda bulunan TAB Gıda Pazarlama Genel Müdürü Seçil Kurdoğlu “Tıkla Gelsin üzerinden en çok sipariş verenler 18-24 yaş arası kişilerden oluşuyor. Kadın ve erkek oranının neredeyse aynı olduğunu görmekle beraber, en çok sipariş aldığımız ilk 5 şehir İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya ve Bursa olarak sıralanıyor.” açıklamasında bulunuyor.
SUMA’DA SAĞLAM EĞLENCE VAR!
R
ichie Hawtin, Luciano, Loco Dice, Dixon, Nicole Moudaber, Acid Pauli Showcase ve elektronik müziğin daha birçok süperstar’ı, deniz kenarında bol güneş ışığı ve yazın tüm coşkusunu bir araya getirecek! Big Burn İstanbul’da bu isimlerin yanı sıra Andre Galluzzi, Anthea, Argenis Brito, Autarkic, Ayman Awad, Barnt, Bedouin, Boot & Tax, Dani Casarano, Dualitic, Felipe Valenzuela, Furkan Kurt, Hubble, Isolée, Janina, Javi Redondo, Jeremy Olander, John Acquaviva, Kalebrese, Lake People, Lawrence Klein, Lollino, Mira Joo, Nick Höppner, Nastia, Nicolas Lutz, NU, Onur Özer, Patrice Bäumel, Peter Ratkay, Ryan Elliott, Subb-an, Valentino Kanzyani ve Vera gibi elektronik müziğin heyecan verici isimlerini canlı izleme şansına erişeceğiz! Toplam 100 DJ’in çalacağı 3 gün, 3 gece ve 5 sahneyle bir festivalden çok çok daha fazlasını vaat eden Big Burn İstanbul, 21-23 Temmuz’da Suma Beach’te gerçekleşecek. Elektronik müzik tutkunlarının orada olacağından eminiz!
BOZCAADA’DA YEPYENİ BİR FESTİVAL
B
u yıl ilki düzenlenen, ancak bundan sonraki yıllarda gelenekselleşerek uzun soluklu bir festival olma yolunda ilerleyecek yepyeni bir festival ile tanıştıralım sizleri: Bozcaada Caz Festivali. Denizin, rüzgârın ve ormanın sesleri Pavli Bozcaada’da iyi müzikle bir araya geliyor. Pavli Çamlığı’nda yaşayan ve nadiren ağaçların arasında beliren caz sakinleri, 28-30 Temmuz’da Bozcaada’yı ilk Caz Festivali ile tanıştıracak. Bozcaada’nın kendine has doğasının da eşlik ettiği Bozcaada Caz Festivali, bugüne kadar ülkemizde gerçekleşen birçok caz festivalinden farklı olarak ilk defa açık hava tipi müzik festivali konseptini caz müzik ile buluşturuyor. Festivalde; ikisi canlı biri lounge alanı olmak üzere üç ayrı müzik alanı bulunacak. Farklı jenerasyonlardan müzisyenleri dinleyiciyle buluşturacak olan Bozcaada Caz Festivali; funk, pop, etnik, balkan, fusion ve özgür caz gibi türleri içeren geniş bir programa sahip. Önder Focan, Jülide Özçelik, Çağrı Sertel, Korhan Futacı, Elif Çağlar, Ediz Hafızoğlu “Nazdrave”, MadenÖktemErsönmez, Lara Di Lara, Selen Gülün, Nilüfer Verdi, Şenova Ülker ve Sebastian Studnitzky festivalin öne çıkan isimlerinden.
VİKİNG ÇIKARMASI
D
aha önce Megadeth, Korn, HIM, Gojira, Apocalyptica ve Chidren Of Bodom gibi birçok yabancı rock/metal grubunu ağırlayan Rock Off Festival, bu sene 29 Temmuz’da UNIQ Açıkhava Sahnesi’nde gerçekleşecek. Monster Energy sponsorluğunda gerçekleşecek olan festivalin ağır topu ise Türkiye’de geniş bir hayran kitlesine sahip olan ve Türkiye’de ilk defa viking sahnesi ile konser verecek olan Amon Amarth olacak. Death metal’in 2000’li yıllardaki en büyük temsilcisinin konserleri muhteşem geçer. Siz de orada olarak unutulmayacak bir konser deneyimi yaşayabilirsiniz. Biletler Biletix’te!
40
GÜMÜŞTEN SURETLER SERGİSİ
EVİNİZİN ŞEFİ OLUN
F
otoğrafın 1839 yılında icad edilişinden ve yaygınlaşmaya başlamasından itibaren Osmanlı coğrafyası ve Doğu Akdeniz metropolleri bu sanatın dünya ölçeğindeki öncüleri tarafından bir cazibe merkezi olarak kabul edilmiştir. Girault de Prangey, Maxime du Camp, Auguste Salzmann, Felix Teynard, John Shaw Smith, Alfred Nicholas Normand, Francis Frith ve Claude-Marie Ferrier başta olmak üzere, seyahat fotoğrafçılığının önde gelen isimleri, fotoğrafın bulunuşunun ilk yıllarından başlayarak Atina’dan İskenderiye’ye, Kahire’den Luksor harabelerine, Kudüs’ten Şam’a kadar bu yörelerdeki mimari yapıları, arkeolojik eserleri ve günlük yaşamı belgeleyen çekimler yapmışlar ve birbirinden etkileyici eserler meydana getirmişlerdir. Bu fotoğrafçıların önemli bir bölümü, seyahatleri sırasında İstanbul’a da uğramışlardır. Erken dönem diye tabir edilen ve fotoğraf tarihinin en önemli evresi sayılan 1839-1860 yılları arasından günümüze kalabilmiş örnekler ise maalesef son derece az. Büyük bir buluş olarak kabul edilen ve fotoğraf tekniğinin pratikte kullanılabilen ilk yöntemi olan “dagereotip” tekniğinde elde edilmiş bu görüntüler 25 Mayıs’ta Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi’nde başlayan “Gümüşten Suretler” sergisinin ana temasını oluşturuyor. 10 Ekim’e kadar devam edecek sergide, tamamı Ömer M. Koç Koleksiyonundan seçilen muhteşem eserleri inceleyebilirsiniz.
M
utfak Sanatları Akademisi tarafından verilen “Mutfakta 8 Hafta” programında kendi evinizde gerçek bir şef gibi yemek pişirmenin keyfini yakalayabilirsiniz. Bıçak kullanma tekniklerinden sos ve çorba yapımına, et pişirme tekniklerinden deniz ürünlerine ve wok yemeklerine, mutfağın tüm inceliklerini sekiz hafta boyunca bir gününüzü ayırarak öğrenebilirsiniz. İki farklı tarih seçeneğiyle verilen eğitimin ilki 9 Temmuz–27 Ağustos tarihleri arasında her pazar günü 16.00-20.00 saatlerinde gerçekleşecek. Eğitim ücreti ise 1.850 TL.
10. BULUŞMA!
2
004’ten bu yana 150.000’den fazla müzikseveri 600’den fazla müzisyenin performanslarıyla dans ettiren Türkiye’nin en büyük elektronik müzik buluşması Electronica Festival, 29-30 Temmuz’da 10. kez İstanbul’da! Andhim, Architectural, Claptone, Doctor Dru, Dominik Eulberg, Eagles & Butterflies, Einmusik b2b Jonas Saalbach, Elderbrook, Etapp Kyle, Feathered Sun, Francesco Tristiano, Frankey & Sandrino, Henry Saiz & Band, Oceanvs Orientalis, Oliver Huntemann, Red Axes, Stavoz, Swayzak, Viken Arman, Voiski ve Yokoo sahne alacak yabancı isimler. İki gün boyunca plajı, ormanı ve geceyi dans müziğinin en iyileri ile Suma Beach ev sahipliğinde bir araya getirecek olan %100 Music: Electronica Festival İstanbul 2017, ayın dikkat çeken etkinliklerinden.
41
VİZYON
7 TEMMUZ
7 TEMMUZ
BRIMSTONE
THE HUNTER’S PRAYER
Yönetmen: Martin Koolhoven Oyuncular: Dakota Fanning, Guy Pearce, Kit Harington, Carice van Houten, Dan Van Husen Tür: Gerilim, Gizem, Western Süre: 148 dk.
Yönetmen: Jonathan Mostow Oyuncular: Sam Worthington, Odeya Rush, Verónica Echegui, Amy Landecker Tür: Aksiyon, Gerilim Süre: 91 dk.
Vahşi Batı’da sadece kovboylar ve kanun kaçakları yok; kuzu postuna bürünmüş kurtlar da cahil halkları avuçlarında öğütmek için fırsat kolluyorlar! Küçük bir kasabaya yeni gelen rahip, özellikle de kasabanın genç ve güzel kadınlarını gözüne kestirince kıyamet alametinin daniskası yaşanmaya başlar. Erkeklerin, tanrının elçisi olarak görüp müdahale edemediği bu sapığı bir kadının fendi yenebilecek midir? Guy Pearce ve Dakota Fanning’in başrollerini paylaştığı Brimstone’un fragmanı tabiri caizse kurşun gibi ağır bir filmi müjdeliyor.
Avatar ve Terminator Salvation gibi aksiyon dolu filmlerin başrolü Sam Worthington’dan şöhretine yakışan bir aksiyon! Lucas, Ella adlı güzel bir kadını öldürmek için tutulmuş olan kiralık katildir. Aldığı işi tamamlayamayınca mevzu sarpa sarar! Ella’yı öldürmek isteyenlerle aralarında bir kedi fare oyunu başlamıştır! Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde yaşadıkları kovalamaca, Ella’nın ailesine ait bir sırrın ortaya çıkmasıyla bambaşka bir yöne sapar! Sam Worthington’ı beyaz perdede yeniden görmek oldukça güzel!
14 TEMMUZ
21 TEMMUZ
MAYMUNLAR CEHENNEMİ 3: SAVAŞ
ZOMBİ TRENİ
Yönetmen: Matt Reeves Oyuncular: Woody Harrelson, Andy Serkis, Steve Zahn, Sara Canning, Judy Greer Tür: Aksiyon Süre: 142 dk.
Yönetmen: Sang-Ho Yeon Oyuncular: Gong Yoo, Yumi Jung, Dong-seok Ma Yapım: Güney Kore Süre: 118 dk.
Tüm zamanların en önemli sinema klasiklerinden olan Planet of the Apes’in yeniden çevrimi olan üçleme, ilk iki filmiyle izleyenleri mest etmişti. Serinin üçüncü ve şimdilik son filmi olan War for the Planet of the Apes adlı yapımda insanlar ve maymunlar son kez karşı karşıya gelecek ve bu savaşın sonucu gezegenimizin kaderini belirleyecek. Andy Serkis’in muazzam motion capture performansıyla sinema tarihinde bambaşka yere sahip olan bu yapımın son filmini merakla bekliyoruz! Ne yalan söyleyelim, izlediğimiz fragmanlar bizi fazlasıyla heyecanlandırdı.
28 TEMMUZ
Zombi, son yılların en fenomen konularından biri. The Walking Dead’in başarısıyla adata bir zombi istilasına uğramış durumdayız. Bu seferki filmimiz Güney Kore’den! Yıkıcı bir zombi virüsü Güney Kore’yi etkisi altına almıştır. Bu sırada Seul’den Busan’a gitmekte olan trendeki yolcular hayatta kalma mücadelesi verecektir. Senartisti ve yönetmeni Sang-ho Yeon olan film dünya prömiyerini 2016 Cannes Film Festival’inde yaptı. Kaçmaz!
28 TEMMUZ
ATOMIC BLONDE
CHURCHILL
Yönetmen: David Leitch Oyuncular: Charlize Theron, James McAvoy, John Goodman, Toby Jones, Eddie Marsan Tür: Gerilim Süre: 115 dk.
Yönetmen: Jonathan Teplitzky Oyuncular: Stanley Tucci, James Purefoy, Brian Cox, Miranda Richardson, Ella Purnell Tür: Biyografi, Dram Süre: 110 dk. İnsanlık tarihinin gördüğü en kanlı yıkımlardan olan II. Dünya Savaşı’nın kaderini değiştiren D-Day kod adlı Normandiya Çıkarması’ndan önceki 24 saati konu alan müthiş bir politik gerilim filmi izlemeye hazır mısınız? Nazi kuvvetlerinin sonu olarak da görülen bu çıkarmanın öncesinde İngiltere’nin efsane lideri Winston Churchill’in yaşamından önemli bir kesit sunan bu filmde birbirinden ünlü aktörleri izleyeceğiz. Brian Cox, Miranda Richardson ve John Slattery’nin başrolleri paylaştığı bu iddialı yapım, tarihin en önemli sayfalarından birine tanıklık etme şansı sunacak izleyicilerine.
Kusura bakma Keanu Reeves, John Wick’ten büyük Atomic Blonde varmış! İlk John Wick filminin yardımcı yönetmeni olan ve şu sıralar Deadpool 2’yi çekmeye hazırlanan David Leitch’in yönettiği bu filmi görmelisiniz! Charlize Theron yepyeni filmi Atomic Blonde’da adam dövmenin sanatsal bütünlüğünü dışavurumcu bir performansla izleyenlere sunarken, tüm seksapelini bugüne dek yapmadığı ölçüde gözler önüne seriyor. Seks, yumruk, tekme ve kurşunlar Atomic Blonde fragmanında havada uçuşuyor! 42