Postkolik Sayı: 87

Page 1

/postkolik

Nİ N SA O: N 87 20 20 ÜCRETSİZDİR

www.postkolik.com

EVDE İZLEMEK İÇİN YEPYENİ DİZİLER ANALİZ

Yeni stream kanalı Quibi, radarımızda. Tamamen mobil cihazlarda deneyimlenmek için özel olarak kurgulanan içerikler sunacak olan platformu mercek altına aldık.

SPOR

Snowboard, birçoğumuzun yakından tanıdığı ve bazılarımızın da severek yaptığı bir kış sporu. Peki kum üzerinde yapılan Sandboarding’i duymuş muydunuz?

GASTRONOMİ

Marihuana, gastronomi dünyasının yeni yıldızı oldu. Michelin yıldızlı restoranlar, meyve suyu satıcıları ve organik ürün büfeleri menülerinde marihuanaya yer açtı.

GEZİ

Muhteşem güzellikleri ve harika doğası ile görenleri kendine hayran bırakan milli parklar, her doğaseverin gitmek istediği yerlerin başında geliyor. İşte özel bir seçki…

TASARIM

Bazı filmler vardır ki; sanat yönetmenliği başka bir boyutta perdeye yansır; iç mekan tasarımı izleyiciyi zapt eder, ‘iç’ mimarlar çatlar. İşte o bazı filmler...

RÖPORTAJ

Doğan Duru, ilk solo albümü “Epoch” ile karşımızda. 1996’tan bu yana altı albümü geride bırakan Redd solisti ve şarkı yazarı, 11 şarkılık albümünü Postkolik’e anlattı.


Maximum Mobil’den QR ile ödemelerde

ücretsiz kargo!


İÇİNDEKİLER 06

12

18

22

06/ KAPAK Gondor Medya İletişim Danışmanlık Tic. Ltd. Şti adına sahibi Emrah Gürkan Yayın Yönetmeni Emrah Gürkan emrah@postkolik.com Görsel Yönetmen Emre Öztınaz Yayın Danışmanı Fırat Akyıldız Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Fatma Gürkan Katkıda Bulunanlar Erdem Tatar, Enis Hazan, Orhan Meriç, Gizem Ertürk Fotoğraf Sinan Bayar Reklam Yetkin Nural 0537 371 90 50 reklam@postkolik.com Digital Reklam duygu@postkolik.com Yönetim Yeri Nisbetiye Mah. Gazi Güçnar Sok. Uygur İş Merkezi No: 4A, D:1 Beşiktaş/İstanbul 0212 337 27 91 info@postkolik.com Baskı İstanbul Basım Promosyon Rek. Org. San. ve Tic. Ltd. Şti. Kartaltepe Mah. Belediye Cad No: 3 Daire: 11 Küçükçekmece / İstanbul 0212 603 26 20 / 21 Sertifika no: 10766 Yayın türü: Aylık, süreli, yerel Postkolik’te kullanılan tüm yazılar kaynak gösterilerek yayınlanır. Postkolik 10 bin adet basılıyor. Postkolik’in dağıtıldığı yerleri görmek için www.postkolik.com/neredeyiz adresini ziyaret edebilirsiniz. Postkolik’i e-dergi olarak www.postkolik.com adresinden okuyabilirsiniz.

25

Eve kapandığımız şu günlerde yepyeni dizileri izlemek için bolca vaktimiz olacak. Birbirinden renkli dizilerden oluşan Nisan ekranında her zevke göre bir yapım var.

12/GEZİ

Muhteşem güzellikleri ve harika doğası ile görenleri kendine hayran bırakan milli parklar, her doğaseverin gitmek istediği yerlerin başında geliyor. İşte özel bir seçki…

16/ GASTRONOMİ

Marihuana, gastronomi dünyasının yeni yıldızı oldu. Michelin yıldızlı restoranlar, meyve suyu satıcıları ve organik ürün büfeleri menülerinde marihuanaya yer açtı.

18/ ANALİZ

22/ SPOR

20/TASARIM

25/ RÖPORTAJ

Yeni stream kanalı Quibi, radarımızda. Tamamen mobil cihazlarda deneyimlenmek için özel olarak kurgulanan içerikler sunacak olan platformu mercek altına aldık.

Bazı filmler vardır ki; sanat yönetmenliği başka bir boyutta perdeye yansır; iç mekan tasarımı izleyiciyi zapt eder, 'iç' mimarlar çatlar. İşte o bazı filmler… 3

Snowboard, birçoğumuzun yakından tanıdığı ve bazılarımızın da severek yaptığı bir kış sporu. Peki kum üzerinde yapılan Sandboarding’i duymuş muydunuz?

Doğan Duru, ilk solo albümü “Epoch” ile karşımızda. 1996’tan bu yana altı albümü geride bırakan Redd solisti ve şarkı yazarı, 11 şarkılık albümünü Postkolik’e anlattı.


GEZİ

EN SEVİMLİ KİTAP KÖYLERİ Dünyanın dört bir yanında, şehir merkezlerinden uzak köylerde, kitapseverlerin kurduğu kitap köyleri var. Özellikle Avrupa’da çok yaygın olan bu gelenek, ufak yerleşim alanlarını adeta birer edebiyat cennetine dönüştürüyor. Özellikle kayıp ve nadide kitapların peşinden gitmek isteyenlere hitap eden bu köylerin en güzellerini sayfalarımıza taşıdık.

URUEÑA (İSPANYA) Madrid’ten sadece iki saatlik bir otomobil yolculuğu sonrasında ulaşılabilen ve Castilla y Leon bölgesinde bulunan Urueña, orta çağdan kalma atmosferiyle ziyaretçilerini büyülüyor. Bu küçük kasabada sadece 200 kişi yaşıyor olsa da tam 12 adet ikinci el ve antika kitap satan sahaf dükkanı bulunuyor. İspanyollar, bu sebeple Urueña’ya Villa del Libro (Kitap Köyü) lakabını takmış.

BECHEREL (FRANSA)

Fransa’nın Ille-et-Vilaine bölgesinde konuşlanmış olan Bécherel, kitap denildiğinde Avrupa’da akla ilk gelen kasabalardan biri. 700 kişinin yaşadığı bu kasabada toplam 15 sahaf dükkanı, 2 sanat galerisi ve içinde kitap satışı da yapılan 10 civarı şirin kafe bulunuyor. Kasabanın tarihi, sınırları içinde bulunan kalenin Alain de Dinan tarafından inşa edildiği

Urueña’nın, Avrupa’nın en meşhur kitap mabetlerinden biri haline gelmesinde öncü olan isim ise, Valladolid Üniversitesi’nde çalışan Profesör Jorge Manrique’ymiş. Kasabanın en kıymetli noktası kabul edilen E-LEA Center, 1200 metrekarelik yerleşkesinde hem bir kitabevi, hem kütüphane hem de bir dinlenme tesisi hizmeti olarak veriyor. Burası tam bir kitap cenneti!

12. yüzyıla dayanıyor. Cité du Livre (Kitaplı Kasaba) olarak da nam salan Bécherel’i bu değişime teşvik eden kişi, Cultural Institute of Britanny’nin müdürü Bernard Le Nail olmuş. Bu arada kasabanın geleneksel hale gelmiş olan ve 1989 yılından beri her sene Paskalya döneminde düzenlenen bir de kitap festivali var. Kitap severler için adeta bir vaha.

HAY-ON-WYE (GALLER) Galler – İngiltere sınırında konuşlanmış olan Hay-on-Wye, adeta masal kitaplarından fırlamış gibi duran, rüya gibi bir kasaba. Kitap koleksiyonculuğuyla haşır neşir olan herkesin adını ezbere bildiği bu kasabanın açık hava kitap mezatları ise, son derece meşhur! Hay-On-Wye, dünyanın en eski ve en tanınmış kitap kasabalarından biri. Londra’dan yaklaşık üç saatlik bir yolculukla

ulaşabileceğiniz bu şirin kasabada Mayıs ve Haziran ayları arasında dünyanın en önemli kitap festivallerinden biri olarak kabul edilen Hay Festival of Arts and Literature düzenleniyor. Yılda 250 bin civarı katılımcıyı ağırlayan bu festival, aynı zamanda kasabanın en önemli gelir kaynaklarından biri. Sokakların kitaplarla dolu olduğu bu benzersiz kasabayı sevgiyle anıyoruz.

SAINT-PIERRE-DE-CLAGES (İSVİÇRE) Saint-Pierre-de-Clages, İsviçre’nin Fransızca konuşulan bölgesinde, Alp Dağları’nın kalbinde kurulmuş şirin bir köy. Friends of St. Pierre adlı dernek tarafından 1990 yılında inşa edilen köy, Avrupa’nın en güzel manzaralı ve en temiz havalı kitap köyünü kurmak için oluşturulmuş. Ağustos ayının son haftasında bir de kitap festivali düzenlenen köyde, 100’e

yakın yayıncı ve sahaf, 15 bin civarında ziyaretçiyle buluşuyor ve tam manasıyla bir kitap bayramı yaşanıyor. Cenevre’den otomobille gittiğiniz takdirde 1 saat kadar sürede ulaşabileceğiniz bu şirin köyde, 10 adet sahaf dükkanı bulunuyor. İsviçre’ye yolu düşenler, her Cumartesi edebiyat etkinlikleri düzenlenen bu kitap mabedini muhakkak görmeliler.

MUNDAL (NORVEÇ) Norveç’in doğal güzelliklerinden nasibini sonuna kadar almış olan Sogne Fiord’un yakınlarındaki Fjærland’in merkezine konuşlanmış olan Mundal, sadece ülkesinin değil; tüm Kuzey Avrupa’nın kitap cenneti olarak kabul ediliyor. 300 civarı sakini olan bu şirin kitap köyü, muazzam doğasının da sayesinde adeta cennetten bir köşe! Mundal’da kullanılmayan bütün binalar kitaplarla doldurulmuş; eski tren istas4

yonu, artık kullanılmayan bakkal dükkanı ve hatta posta kutuları bile kitaplara ev sahipliği yapıyor. Tamamen güven esasına dayalı olarak işletilen bu kitapçıların kapısında bir fiyat listesi asılı duruyor ve müşteriler gönüllerince gezip, arzu ettikleri kitapları aldıktan sonra ücretlerini kapı girişlerinde duran kumbaralara bırakıp gidiyor. Medeniyet denen şeyin belki de daha iyi bir tanımı yoktur. Ne dersiniz?


REDU (BELÇİKA) Belçika’nın Ardennes kenti yakınlarındaki Redu, 400 kişilik nüfusu ve mütevazı yerleşkesiyle tipik bir Avrupa köyü. Avrupa kıtasında kurulmuş olan ilk kitap köyü olma özelliği taşıyan Redu’nun 1984 yılından beri devam etmekte olan ve tüm dünyadan büyük ilgi gören bir kitap festivali de bulunuyor. Bu festival, ilk kez düzenlendiğinde yaklaşık 15 bin katılımcı kasabaya ziyarette bulunmuştu.

Geçtiğimiz Nisan ayında 35. kez düzenlenen bu festivalin katılımcı sayısı ise 200 bin kişi olarak hesaplanmış. Kelimenin tam manasıyla dudak uçuklatacak bir rakam! Fête du Livre adı verilen bu festival, aynı zamanda Avrupa’nın en köklü kitap şenliklerinden biri olarak kabul ediliyor. Her sene Paskalya döneminde düzenlenen festival, her kitap kurdunun hayalini süsleyecek kadar güzel.

ÓBIDOS (PORTEKİZ)

Óbidos, tarihi antik Roma İmparatorluğu’na dayanan kadim bir kasaba olsa da, kentin bir kitap mabedine dönüşmesi henüz birkaç senelik bir hadise. Kasabayı, Vila Literária (Kitap Mabedi) olarak adeta baştan yaratmak, Óbidos Belediyesi ve Ler Devagar adlı ünlü kitap evinin ortak kararı sonrasında gerçekleşmiş. Avrupa’nın en önemli antik basılı kitap arşivlerini de

elinde bulunduran Ler Devagar, bu şirin kasabayı bir vitrin haline getirerek, edebiyat sevdalılarının uğrak noktalarından birine dönüştürmüş. Portekiz’in en önemli yerel festivali sayılan Folio International Literary Festival of Óbidos, rakibi olan kitap şenliklerini kıskandıracak kadar renkli geçer. Lizbon’a adeta taş atımı mesafede bulunan bu mabede yolunuz düşerse mutlaka uğrayın.

BREDEVOORT (HOLLANDA) Hollanda’nın Aalten kentine komşu olan ve Amsterdam’dan iki saatlik otomobil yolculuğuyla ulaşılabilen Bredevoort, tipik bir antik Avrupa köyü olarak dikkat çekiyor. Geçmişi 1188’e dayanan bu muazzam bölgede bozulmadan ve tahrip edilmeden varlığını sürdüren Bredevoort, sırf kendinizi bir masal kitabının sayfalarında dolaşıyormuş gibi hissetmek için bile ziyaret edilir. 1993 yılında

Hollanda Hükümeti tarafından ulusal kitap kenti ilan edilen Bredevoort, bu unvanın hakkını fazlasıyla veriyor. Kasabada her ay düzenli olarak kitap pazarları açılıyor ve haftanın yedi günü tüm kitapçılar ziyaretçilere hizmet veriyor. Antik ve ilk basım kitapları barındırma konusunda haklı bir ün sahibi olan Bredevoort kitapçılarına uğramak her edebiyat sevdalısının arzusudur.

JINBŌCHŌ (JAPONYA)

Listemizdeki diğer yerlerin aksine, Jinbōchō ayrı bir köy ya da kasaba değil; Tokyo’ya bağlı, Chiyoda bölgesine konuşlanan bir semt. Dünyanın tüm dillerinden kitaplar bulabileceğiniz bu bölgede, yeni kitapçılardan antik kitaplar satan dükkanlara kadar ne ararsanız var. Jinbōchō’da 170 civarında kitapla ilgili dükkan bulunuyor ve hemen hemen tamamı haftanın yedi günü hizmet

WIGTOWN (İSKOÇYA) İskoçya’nın kitap mabedi olarak da nam salmış olan Wigtown, yolculuğundaki son durağımız... 1000 kişinin ikamet ettiği Wigtown’da 10 adet sahaf dükkanı bulunuyor ve bu dükkanların kolektif envanteri toplam 250 bin cilt kitaba ev sahipliği yapıyor. Her sene Eylül ayında düzenlenen Wigtown Book Festival çerçevesinde sadece edebiyat kutlanmıyor; müzik, tiyatro, plastik sanatlar ve fotoğraf sanatı

da bu festival kapsamında Birleşik Krallık’ın dört bir yanından gelen sanatçılar ve on binlerce katılımcı eşliğinde kutlanıyor. Hatta dünyaca ünlü The Open Book adlı otel de Wigtown’da yer alıyor. Konaklaması bedava olan otelde kalanlar, borçlarını ertesi günü otelin altında bulunan kitap evinde çalışarak ödüyorlar. Kitaplarla dolu bir tatil deneyimi yaşamak isteyenlerin kulağına küpe olsun! 5

veriyor. Tokyo Üniversitesi’nin saygın rektörlerinden Shiegeo Iwanami’nin 1913 yılında açtığı yayın evi, Jinbōchō bölgesinin ilk kitap konseptli işletmesi olarak biliniyor. Yıllar içerisinde bu bölgenin gelişimi de edebiyat ve kitap merkezli bir biçimde gerçekleşmiş. Bölgede 70 yıldır hizmet vermeyi sürdüren Bunken Shoin, turistlerin akınına uğrayan önemli yerlerden biri.


KAPAK KONUSU Penny Dreadful: City of Angels

SIFIR KİLOMETRE NİSAN DİZİLERİ

Nisan ayında ekranlarda dizi bereketi tüm hızıyla sürüyor. Karantina şartlarında yaşadığımız şu günlerde, hazır sinema salonlarının kapısına kilit vurulmuşken, yepyeni dizileri izlemek için bolca vaktimiz olacak. Birbirinden renkli dizilerden oluşan Nisan ekranında her zevke göre bir alternatif bulunuyor. 6


Devs

BROKE

Geçtiğimiz yıl Kolombiya televizyonlarında yayınlanan ve retinglerin altını üstüne getiren Pobres Rico’nun Amerikan televizyonlarına uyarlanmasını tabii ki bekliyorduk; ancak projenin bu hızda hayata geçeceğini doğrusu tahmin etmemiştik. Dizimiz, Elizabeth ve Javier çiftinin maceralarına odaklanıyor. Javier, ülkenin en zengin Latin işadamlarından birinin şımarık oğludur. Karısı Elizabeth’le birlikte bir baltaya sap olamayan ve baba parasıyla geçinen çiftimiz, en sonunda yaptıkları harcamalarla bardağı taşırır ve kendilerini beş parasız halde kapı dışında bulurlar. Javier ve Elizabeth’in sığınacakları tek yer vardır; Elizabeth’in kız kardeşi Jackie’nin barı! Jackie, kendi ekonomik özgürlüğünü kazanmış bir bar işletmecisidir. Sammy adında bir de oğlu olan Jackie, oğlunu tek başına yetiştirmektedir. Javier ve Elizabeth’in beklenmedik gelişi hem Jackie’nin hem de Sammy’nin hayatlarını kökten değiştirir. Kolombiya’da yayınlanan orijinal versiyonundan aldığı gazla 2020’nin en iddialı komedilerinden

Home Before Dark

biri olmaya aday olan Broke, yayın hayatına 2 Nisan’da başlayacak.

HOME BEFORE DARK

Teknoloji devi, Apple TV+ kanalını henüz oturtmayı başaramamış olsa da kaliteli yapımları kendi bünyesinde toplamak için azami çaba sarf ediyor. Home Before Dark, gerçek olaylara dayanan bir gerilim öyküsü, üstelik başrolünde 9 yaşında bir kız çocuğu var. Dizinin baş karakteri, Brooklyn’de yaşarken babasının işlerinin ters gitmesi sebebiyle Pennsylvania’nın Selinsgrove bölgesine taşınan Hilde Lisko olacak. Home Before Dark’ta, çocuk yaşında gazeteciliğe ilgi duyan Hilde’nin yeni taşındığı kasabada uzun yıllar önce kapanmış olan bir faili meçhul dosyasını açığa çıkarmasının ve sonra da olayı aydınlatmasının heyecan dolu hikayesini izleyeceğiz. Bu olayın gerçekten yaşanmış olması ve Hilde’nin bugün halen yaşadığı bölgelerin en önemli gazetelerinde röportajlarının ve köşe yazılarının yayınlanıyor olması kesinlikle çarpıcı! Brooklynn Prince, Jim Sturgess, Abby Miller, Louis Herthum, Michael Weston, Kiefer O’Reilly,

Broke

Outcry

7

Kylie Rogers, Aziza Scott ve Adrian Hough gibi sevilen aktörlerin kamera önüne geçen Home Before Dark, 3 Nisan’da başlıyor.

OUTCRY

Genç ve başarılı bir sporcu olmak, özellikle de Amerika gibi bir ülkede, çok önemlidir. Lise ve kolej takımlarında başarı sergileyen sporcular, hem üniversitelerden burs kazanırlar hem de gelecekteki takımlarıyla daha çocuk yaşta astronomik rakamlarla sözleşme imzalarlar. Greg Kelley, işte tam da bu tarife uyan çok başarılı bir sporcuydu. Amerikan futbolu oynayan ve en büyük hayali NFL’de bir takımda forma giymek olan Kelley, hem arkadaşlarının hem de takımının göz bebeğiydi! 2013 yılında kabustan farksız bir şey oldu ve Kelley, 4 yaşındaki bir çocuğu istismardan tutuklanarak 25 yıl hapse mahkum edildi. Kelley’nin hukuk mücadelesi mahkumiyetiyle durmadı ve hem ailesi hem de okulu, olayın araştırılması için seferberlik ilan ettiler. Outcry, tam 6 yıl süren bu hukuk mücadelesinin her detayını gözler önüne seriyor! Greg Kelley davasının şok eden ve iç burkan hikayesini beş bölümlük bir belgesel dizisi olarak izleyicilere sunan Outcry’ın ilk bölümü 3 Nisan’da yayınlanacak.


KAPAK KONUSU Belgravia

TALES FROM THE LOOP

Eğer yeterince üretken ve yetenekliyseniz, internet dünyasında keşfedilmemeniz gibi bir durum söz konusu değil. Üniversite yıllarında kampüs odasında yaptığı çizimlerle ufak çaplı bir üne kavuşan İsveçli çizer Simon Stålenhag, bu çizimlerinden oluşan öykü kitapları sayesinde global çapta tanınan isimlerden oldu. In the Loop adlı öyküsü o kadar beğenildi ki bir masaüstü oyunu olarak da piyasaya sürüldü ve büyük ilgi gördü. Ortada bu kadar beğenilen bir ürün olunca televizyon yapımcılarının kayıtsız kalmaları düşünülemezdi. Yeni Batman filminin yönetmeni Matt Reeves’in yapımcılığında Amazon Prime’da yayınlanacak olan Tales From the Loop, fantastik bilim kurgu sevenleri fazlasıyla memnun edecek bir seyirlik olmayı hedefliyor. Dizide, Loop adı verilen bir makine sayesinde paralel evrenlere açılan bir boyut kapısından gezegenimize sızan yaratıkların ufak bir Amerikan kasabasının altına üstüne getirdikleri çılgın olayları izleyeceğiz. Tales From the Loop’un ilk sezonu 3 Nisan’da Amazon Prime’da yayında olacak.

BREWS BROTHERS

İnsan ailesini seçemiyor! Büyürken kedi köpek gibi sürekli dalaşan iki kardeşin sırf yaş aldılar diye aynı çatı altında verimli iş yapmalarının ihtimali sizce nedir? Brews Brothers, işte bu soruyu masa-

ya yatırıyor. Yaratıcı kadrosunda Greg Schaffer (That 70’s Show, The Goodwin Games) ve Jeff Schaffer’ın (The League, Dave, Curb Your Enthusiasm) olduğu Brews Brothers, Netflix’in iddialı komedi yapımlarından biri olmayı hedefliyor. Wilhelm ve Adam Rodman kardeşlerle tanışın! Birlikte harika biralar üretmek için yola çıkan iki kafadar, kısa süre sonra birbirleriyle pek de iyi geçinemediklerini fark edecekler ve aynı çatı altında iki farklı teknikle bira üretme yarışına girecekler. Başrollerinde Alan Aisenberg, Mike Castle, Carmen Flood ve Marques Rey’i izleyeceğimiz bu komedinin kahkahaları köpürteceğine eminiz. Netflix izleyicilerine kahkaha dolu saatler garantileyen Brews Brothers, ilk sezonuyla 10 Nisan’da yayında olacak.

BELGRAVIA

Julian Fellowes’un aynı adlı romanından uyarlanan Belgravia, Londra’nın seçkin bir semtinde yaşamakta olan karakterleri hiç beklemedikleri bir felaketin hemen öncesinde merceğine alıyor. Hikayemizde, Richmond düşesinin konağında, Duke Wellington’ın şerefine verilen bir baloya davetli olacağız. Takvimler 15 Haziran 1815’i gösteriyor. Battle of Quatre Bras kapıda; tarihi Waterloo kuşatmasına ise sadece 48 saat var. Tabii soylular için vur patlasın çal oynasın hayat devam ediyor. Davetliler arasında James ve Anne Trenchard gözümüze çarpıyor; Hindistan’la yapılan ticaretin sonradan görme zenginleri! Ne şanslılar ki servetlerine servet katılacak zira güzel kızları Sophia, İngiltere’nin

Run

Brews Brothers

8

en varlıklı ailelerinden Bellasis’lerin genç varisi Edmund’la adeta köşe kapmaca oynuyor! Derken savaş patlak veriyor, gecenin tüm parıltısı baruta bulanıyor. Aynı aileler 25 yıl sonra Belgravia’da bulunan köşkte toplanınca eski defterler açılıyor ve tüm kirli çamaşırlar ortaya dökülüyor. Tüm bölümleri 12 Nisan’da yayınlanacak olan Belgravia kaçırılmaması gereken bir dönem seyirliği.

RUN

Lisedeki sevgilinizle geleceğe dair kurduğunuz hayalleri hatırlıyor musunuz? O masum yılların tüm sevimliliğiyle verilen sözler, zamanla hayatın diğer anılarına karışıyor ve unutuluyor değil mi? Bu soruya cevabımız kocaman bir “hayır”! Ruby Richardson ve Billy Johnson, liseden mezun olalı 20 yıldan fazla olmuştur. Ruby, hayatını çekip çevirmeye niyetlenmekte ancak nereden başlayacağını bilememektedir, Billy ise ülkenin en ünlü yaşam koçlarından biri olmuştur. Bir gün Ruby’nin telefonuna Billy’den “RUN” mesajı gelir. Lisede birbirlerine verdikleri söze göre, hayatlarının hangi evresinde olursa olsun eğer birisi “RUN” yazılı bir mesaj atarsa ve diğeri de “RUN” yazarak cevap verirse New York’ta bulunan Grand Central Station’da görüşeceklerdir. Peki buluştuklarında ne mi olacak? Son yıllara damga vuran Fleabag dizisinin yaratıcıları Vicky Jones ve Phoebe Waller-Bridge’in ortak projesi olan Run, çok canlar yakacağa benziyor. HBO’nun bahar programının en önemli yapımlarından olan Run, 12 Nisan’da başlıyor.


Mrs. America

Devs

PARADISE LOST

Josh Hartnett’ın Penny Dreadful sonrası rol alacağı yeni projede de gotik havalar ön planda olacak; ancak bu defa Avrupa’nın değil, Amerika’nın güney havzasının tekinsiz maceralarına dalacağız. Paradise Lost adlı bu projede Josh Hartnett’ı, çocukluğunun geçtiği Mississippi’ye geri dönen gizemli bir adam olarak izleyeceğiz. Jane the Virgin dizisinden tanıdığımız güzel oyuncu Birdget Regan da Josh Hartnett’ın eşini canlandıracak. Dışarıdan oldukça sıradan gözüken bu çiftin eve dönüşüyle birlikte kasaba halkının hayatları alt üst olacak! Doğaüstü olaylar, kimliği belirlenemeyen cesetler, voodoo ayinleri ve şehir efsaneleri bu ilginç yapımda karşılaşacağınız çılgınlıkların sadece ufak bir bölümü! Efsane oyuncular Nick Nolte ve Barbara Hershey’nin de rol alacağı Paradise Lost’un ilk sezonu 10 bölüm sürecek. Paramount Pictures’ın önce sinema filmi olarak çekmeye niyetlendiği, ancak sonradan Comcast ile yaptıkları anlaşma gereği dizi formatına dönüştürdükleri bu karanlık yapım, 13 Nisan’da dizi severlerle buluşacak.

THE BAKER AND THE BEAUTY

Güzel ve Çirkin’in yerini Güzel ve Fırıncı’nın almış olması ilk bakışta bize de ilginç geldi!

ABC kanalının İsrail orijinli Lihyót Itáh dizisinden uyarladığı bu yapım, oldukça ses getireceğe benziyor. Miami’de geçen dizide Küba asıllı Daniel Garcia’nın aile fırınının başına geçmesiyle maceramız da start alıyor. Çılgın Miami gece hayatında bekarlığın tadını çıkaran Daniel’ın yolu, dünyanın en ünlü moda blogger’larından biri olan Noa Hamilton’la kesişince işler büsbütün karışıyor. Normal şartlar altında yollarının kesişmesi imkansız olan bu ikili, birbirleriyle tanıştıkları gibi yıldırım aşkına tutuşacaklar ve Daniel’ın mütevazı yaşamı tamamen kontrolde çıkacak. Evlere kapalı kaldığımız şu günlerde yüzümüzü güldürmesini beklediğimiz, romantizm dozu yüksek bir proje olan The Baker and The Beauty, seyircisiyle 13 Nisan’da buluşacak.

MRS. AMERICA

Hulu’nun iddialı mini dizisi Mrs. America, 2020’nin en çok konuşulan televizyon yapımlarından biri olmaya şimdiden aday! Çifte Oscar ödüllü yıldız Cate Blanchett’in kalabalık bir kadroyla kamera karşısına geçtiği yapım, ilhamını gerçek olaylardan alan bir dönem dizisi. Amerika Birleşik Devletleri’nin kadın hakları alanındaki en önemli kazanımı olarak kabul edilen Equal Rights Amendment yürürlüğe girmeye hazırlanırken karşısında beklenmedik bir engel bulur. Muhafazakar kadın yazar Phyllis Schlafly, bu kanun tasarısının Amerikan değerlerini alt üst edeceğini iddia ederek feministlere karşı agresif bir kampanya başlatır. Amerika’nın siyasal geçmişinin en önemli olaylarından birini işleyen Mrs. America’da Blanchett’e müthiş bir oyuncu kadrosu eşlik ediyor. Rose Byrne, Sarah Paulson, Margo Martindale, Uzo Aduba, Elizabeth Banks, Tracey Ullman ve John Slattery’nin başı çektiği kadro oldukça iddialı! Dokuz bölüm sürecek olan Mrs. America dizisinin ilk üç bölümü, 15 Nisan’da yayınlanacak.

THE INNOCENCE FILES

Netflix’in gerçek suç ve mahkum öykülerini işlediği belgesel serileri dünya çapında çok büyük ilgi görüyor. Çevrim içi seyir piyasasının bir numarası olan platform da bu ilgiye kayıtsız kalmayıp birbirinden başarılı belgesellere imza atmaya devam ediyor. The Innocence Files, azılı suçlular yerine bu defa masum oldukları halde 9

cezaya çarptırılmış ve özgürlüklerinden men edilmiş mahkumların hikayelerine odaklanıyor. ABD’de suçluların masumiyetini kanıtlamak adına kurulan sivil toplum kuruluşlarından en önemlisi olan Innocence Network’ün kendilerine ulaşan davaları nasıl değerlendirdiğini en ince ayrıntısına kadar takip edeceğimiz bu belgesel dizisinde üç ana başlık karşımıza çıkacak; The Evidence (kanıt), The Witness (tanık), The Prosecution (Soruşturma). Innocence Network çalışanları, ilk sezon boyunca farklı suçlardan ceza alan sekiz mahkumu boş yere hapis yatmaktan kurtarmaya çalışacaklar. The Innocence Files, 15 Nisan’da Netflix ekranlarında olacak.

WE’RE HERE

Son yıllarda global fenomene dönüşen iki cesur program, muhtemelen dikkatinizden kaçmamıştır. Drag Queen’lerin yarıştığı RuPaul’s Drag Race ve beş eşcinsel yaşam koçunun sıradan insanların hayatlarını değiştirdiği Queer Eye. Cross-dressing, trans kültürü, eşcinsellerin sosyal ve kişisel yaşamlarına dair pek çok şey öğreten ve en dar görüşlü izleyicinin bile ufkunu açan bu programlar, aynı zamanda sosyal eşitsizliğin duvarlarını inceltmek adına da önemli hamleler yapıyor. We’re Here, RuPaul’s


KAPAK KONUSU We’re here

Never Have I Ever

Drag Race programında ünlenen Bob the Drag Queen, Eureka ve Shangela’nın birlikte yarıştıkları ve sıradan insanları birer drag queen’e dönüştürdükleri melez bir format olarak dikkat çekiyor. HBO’da yayımlanacak olan bu renkli programda sıradan insanlarla, toplum tarafından marjinal kabul edilen kişilerin arasındaki empati ve farkındalığının artırılması hedefleniyor. Fragmanlara bakılırsa hem güldüren hem de hüzünlendiren bir yolculuk bizleri bekliyor. Drag dünyasının kapılarını sıradan insanlara aralayan We’re Here, ekran macerasına 23 Nisan’da başlayacak.

DEFENDING JACOB

2012 yılında yayımlanan aynı adlı William Landay romanı Defending Jacob’ın uyarlamasında, pek çok yetenekli isim bir araya gelmiş. Apple TV+ ekranlarında gösterilecek olan dizinin konusu ise, yürek burkan cinsten. Andy Barber, Massaschusetts eyaletinde baş savcı yardımcısı olarak görev yapmaktadır. Andy, oğlu Jacob’un sınıf arkadaşı olan Ben Rifkin’in şüpheli cinayet dosyasını araştırmakla görevlendirilir. Andy, davanın şüphelisi olarak eski bir pedofil zanlısı olan Leonard Patz’i belirlemiştir; ancak tüm dengeler, Ben’in bir arkadaşının Andy ile iletişime geçmesiyle bozulur. İddiaya göre Ben öldürülmeden kısa bir süre önce Jacob’la kavga etmiştir. Andy, Jacob’un odasını arar ve Ben’in cinayetinde kullanılana benzer bir bıçağı oğlunun yatağının altında gizlenmiş olarak bulur. Andy’e davadan el çektirilir ancak savcı Andy bu defa oğlunun avukatı olur ve oğlu için hukuki bir mücadeleye girişir. Başrollerinde Chris Evans, Michelle Doc-

kery ve Jaeden Martell’in kamera karşısına geçtiği Defending Jacob, 24 Nisan’da seyircisiyle buluşacak.

PENNY DREADFUL: CITY OF ANGELS

Spin-off dizilerin saltanatı ekranları iyiden iyiye kapladı! The Walking Dead, Breaking Bad ve Riverdale gibi pek çok başarılı dizinin içinden yeni yeni diziler türeyip duruyor. Üç sezonluk macerasıyla hafızalara kazınan Penny Dreadful da kendi macerasını sıfıra çekip yepyeni bir kıta ve yepyeni bir dönemle seyircisinin karşısına dikiliyor. 1938 yılında Los Angeles’ta geçecek olan dizide dönemin Meksika kültürünün mistizmi de büyük rol oynayacak. Game of Thrones dizisinde oynayan sarışın afet Natalie Dormer’ın canlandıracağı Magda adlı iblis, Hollywood’un altın çağına damgasını vurmaya geliyor! Orijinal Penny Dreadful dizisini sevenlerin, City of Angels’ta özlediklerini bulup bulamayacağını henüz bilmiyoruz; ancak fragmanların etkileyici olduğunu da söylemeden edemeyeceğiz. Dizi için bir hayli geniş bir oyuncu kadrosu kurulmuş. Natalie Dormer, Daniel Zovatto, Jessica Garza, Johnathan Nieves, Nathan Lane, Adriana Barraza, Rory Kinnear, Kerry Bishé ve Michael Gladis’in kamera karşısına geçtiği dizinin yüzü bakalım spin-off projesinin reytingleriyle gülecek mi? Penny Dreadful: City of Angels’ın ilk bölümü 26 Nisan’da yayınlanacak.

NEVER HAVE I EVER

Mindy Kaling, televizyon dünyasında oyunculuktan transfer olduğu yapımcılık alanında kök salmaya ve palazlanmaya

devam ederken, Netflix de “ergen komedisi” dalında büyük ilgi gören yapımların evi olmayı sürdürüyor. Sex Education, Atypical, I Am Not Okay with This ve On My Block gibi yapımlar gençler arasında oldukça popüler ve Netflix bu gibi yapımlara ağırlık vererek kitlesini genç tutmaya devam ediyor. Never Have I Ever, ilk jenerasyon Hint asıllı Amerikalı bir genç kızın lise hayatında yaşadığı zorluklara odaklanacak. Derslerinde başarılı olmak için canını dişine takan ve çok sabırsız bir genç kız olan Devi’nin sosyal hayatında yaşamak istediği deneyimlere bir türlü ulaşamaması hiciv dolu bir dille işlenecek. Dizinin başrolünde ilk profesyonel rolüyle seyirci karşısına çıkacak olan Maitreyi Ramakrishnan’ı izleyeceğiz. Never Have I Ever, ilk sezonunun tüm bölümleriyle 27 Nisan’da Netflix ekranlarında.

I KNOW THIS MUCH IS TRUE

Wally Lamb’in 1998 yılında kaleme aldığı aynı adlı romandan uyarlanan I Know This Much is True, piyasaya çıktığı sene Oprah Winfrey tarafından yılın romanı seçilmişti! Romanı okumuş olanlar oldukça acıklı bir dizi izleyeceğimizin farkındadır, okumamış olanlara da mendillerini hazır bulundurmalarını tavsiye etmiş olalım. Dominick ve Thomas Birdsey, tek yumurta ikizleridir. Annelerinin ikinci eşiyle birlikte aynı çatı altında büyüyen kardeşlerin hayatları birbirinden travmatik olaylarla çalkalandıkça biz de ekran başında hüzünleneceğiz. HBO, bu iddialı mini dizi için birbirinden önemli oyuncularla anlaşmış. İkiz kardeşler rolünde Mark Ruffalo’yu izleyeceğimiz dizinin diğer oyuncuları da özenle seçilmiş isimlerden oluşuyor. Melissa Leo, Rosie O’Donnell, Archie Panjabi, Imogen Poots, Juliette Lewis, Kathryn Hahn ve Aisling Franciosi’nin kamera karşısına geçtiği I Know This Much is True’nun ekran serüveni 27 Nisan’da başlıyor.

Defending Jacob

I Know This Much is True 10



GEZİ Grand Canyon

EFSANE MİLLİ PARKLAR Muhteşem güzellikleri ve harika doğası ile görenleri kendine hayran bırakan milli parklar, kuşkusuz her doğaseverin gezmek istediği yerlerin başında geliyor. İşte bizi fazlasıyla heyecanlandıran bu tabiat harikalarından özel bir seçki…

GRAND CANYON, ABD

Olur da günün birinde Büyük Kanyon’a giderseniz, unutulmaz maceralar ve adrenalin için bünyenizi hazırlayın! Zira, ABD’nin Arizona eyaletinde bulunan bu dillere destan kanyonda, yapılacak bir sürü heyecan verici aktivite var. Bir kere, geçtiği yolları yararak kendine yol açan Colorado Nehri’nin oluşturduğu bu kanyonu görmek bile başlı başına nefes kesici bir tecrübe. Kızılın her tonunu taşıyan ve derinliği yer yer 1600 metreleri bulan bu oluşumlar müthiş manzaralar ortaya çıkarıyor. Zamanında Kızılderililere ev sahipliği yapmış bu kanyonda bugün hala varlığını sürdüren tek yerel halkı, Havasupai Kabilesi’ni görmek de mümkün. Uzun bir yürüyüşle Havasu

Şelalesi’nin çevresine yerleşen kabile üyelerinin yüzyıllık kültürünü görüp yeni bir şeyle karşılaşmanın hazzını yaşayabilirsiniz. Milli parkta kaçırmamanız gereken deneyimlerden biri de SkyWalk turu. 1300 metre yüksekliğe kurulmuş cam bir platformda havada yürüyormuş hissiyle yapılan bu geziyi ekstra ücret karşılığında yapabilirsiniz. Oralara kadar gitmişken Grand Canyon’da bir günbatımı izlemeden de dönmeyin tabii!

GALAPAGOS, EKVADOR

Dev kaplumbağaları görme, deniz aslanlarıyla okyanuslara dalma ya da iguanalarla gezintiye çıkma ihtimallerinin yalnızca hayallerde olduğunu sanıyorsanız, yanılıyorsunuz! Tüm bunları deneyimlemek için yapmanız gereken, dünyada görüp görebileceğiniz en nadide yerlerden biri olan Galapagos’a gitmek. Galapagos Adaları, Güney Amerika kıtasının yaklaşık 1000 km açıklarında, Ekvador’a bağlı takım adalardan oluşan enfes bir yer. Okyanusun ortasındaki medeniyete bir hayli uzaktaki bu konumu sayesinde Galapagos, doğal ekosistemini olduğu gibi koruyan ender milli parklardan biri. Üstelik el değmemiş sahilleri, ormanları ve volkanik kayalıklarıyla bu milli park, içinde başka hiçbir yerde rastlanmayan bitki ve hayvan türlerini de barındırıyor. Deniz iguanaları, mavi ayaklı boobie’leri ve 60’tan fazla kuş türüyle, Darwin’e evrim teorisi için ilham veren bu yeri görmeden aman ha ölmeye kalkmayın!

sen yemyeşil dağlardan oluşan, beton yığını kentlerde yaşadığımız hayatı sorgulatacak, gerçek olamayacak kadar güzel bir kent. Bu eşsiz manzaranın yanı sıra Çin’in bu büyüleyici kentinde bulunan parkta yapılacak şahane aktiviteler de var. Mesela balıkçıların kullandığı yöreye özel sallarla yapılan turlara katılabilirsiniz. Saatlerce süren bu yolculukta hayatınızda görebileceğiniz en efsane doğa harikasını izleyebilir, nehir kenarında serbestçe dolaşan buffaloları gözlemleyebilirsiniz. Zamanın durduğu bu yerde, çevre köyleri gezerken özellikle sallarında karabatak dostlarıyla balık tutan yerlileri izleyip “Tanrım ben neden burada yaşamıyorum?” diye düşünmeye hazır olun.

GUILIN LI RIVER, ÇİN Galapagos

Yalnızca fotoğraflarına bakmanın bile huzur vermeye yettiği dünyanın en şiirsel yerlerinden biri olan Guilin, kesinlikle görülmeye değer! Burası, berrak Li Nehri’ni dimdik ke12

Guilin Li River


Namib-Naukluft

NAMIB-NAUKLUFT, NAMİBYA

Gideceği yerde kendini bir rüyada hissedip ruhunu dinlendirmek isteyen varsa, birçok filmin düşsel sahnelerine fon olan bu park, tam aradığınız şey olabilir! Parkın konumlandığı alan, dünyanın en eski çölü olan Namib Çölü’nün bir kısmını kapsıyor. Bir kısmı dediğimize bakmayın; parkın yüzölçümü İsviçre’den bile büyük! Uçsuz bucaksız panoramalarıyla, turuncu dev kum tepeleriyle, zaman içerisinde kuraklıktan taşlaşıp siyahlaşan akasya ağaçlarıyla, güneşle parlayan tuz zeminiyle bu park, bu dünyaya ait değil sanki. Tüm bu mucizevi doğal özelliklerinin yanı sıra, parka ulaşım için her türlü kolaylık da düşünülmüş. Hem özel araç kiralayarak, hem de turların düzenlediği seferlerle bölgeye rahatlıkla ulaşmak mümkün. Çevre köylerdeki yerel halkın misafirperverliği de cabası. E daha ne olsun!

SERENGETI, TANZANYA

Birçok doğa tutkununun ölmeden önce yapılacaklar listesinin ilk sıralarında Serengeti’ye gitmek vardır. Belgesellerde büyülenerek izlediğimiz doğal hayatı canlı olarak görmenin dayanılmaz hafifliğini yaşamayı kim istemez ki sonuçta! Kelime anlamı “sonsuz düzlük” olan Serengeti, uçsuz bucaksız çayırlarıyla birçok hayvan türüne ev sahipliği yapan sihirli bir yer. Sabahları ağaçları kemirerek kahvaltı eden zürafalar, her zamanki gibi uzanmış keyfine bakan erkek aslanlar, ailecek ağır adımlarla yürüyüşe çıkan filler ve bulanık sulara dalan timsahlar... Bunlar hep Serengeti sakinlerinin, sıradan bir gününün doğal halleri. Bizlere harikalar diyarı gibi gelen bu Serengeti

Jostedalsbreen atmosferi yaşamak için elimizi kolumuzu sallayarak parka giremiyoruz tabii ki. Pek çok hayvanı yakından görebilme şansı için çeşitli safari turlarına katılmanız gerekiyor. Park dışında çevrede gezinen, her türlü zorluğa ve yokluğa rağmen yüzleri her daim gülen Masai halkına da bayılacaksınız.

JOSTEDALSBREEN, NORVEÇ

Dünyanın en ütopik parkıyla tanışmaya hazır mısınız? Jostedalsbreen Parkı yeşil alanları, ihtişamlı dağları ve büyüleyici gölü ile bile yeterince etkileyiciyken, bir de Avrupa anakarasının en büyük buzulunu da içinde barındırıyor. Bu buzul, dünyanın en ihtişamlı fiyortlarının tam ortasında, akan bir nehrin mavi sularının donmuş hali gibi bütün heybetiyle duruyor. Bu fantastik parkta gezintiye çıktığınızda dört mevsimi birden yaşama şansınız olacak. Bu yüzden, gölde kano keyfi yaptığınız ve yemyeşil bir dağ yolunda trekking yaptığınız bir günde, aynı zamanda kendinizi buzullara tırmanmaya çalışıp donarken de bulursanız şaşırmayın! Bir de bu parkı keşfetmek için, her türlü hava koşuluna uygun donanımı yanında bulundurmanız ve biraz da dayanıklı olmanız gerektiğini aklınızdan çıkarmayın. Ama sonuçta yaşayacağınız deneyimler her türlü sıkıntıya değecektir.

IGUAZU, ARJANTİN

Iguazu, doğa mucizelerine aşık olanları tam 12’den vuracak bir alternatif! Kelime anlamı “büyük su” demek olan Iguazu, dünyanın yedi doğal harikasından biri olan şelaleleri ve çevresindeki yağmur ormanlarının barındırdığı birçok bitki ve hayvan türüyle Iguazu

ziyadesiyle etkileyici bir park. Sadece Eleanor Roosevelt’in bile gördüğü anda “Zavallı Niagara” diyerek yücelttiği Igauzu Şelaleleri’ni görmek için bile bu nefes kesen yere gidilir. Ama bu park, aynı gün içinde hem görkemli şelalelerin etkisini yaşayabilmek, hem de varlığından bile haberdar olmadığınız hayvan türleriyle karşılaşabilmek gibi farklı deneyimlerle size daha fazlasını vaat ediyor. Mesela, parka girdiğiniz anda, sizi bir rakun türü olan ‘kayoti’lerin karşılayacağı garanti! Turistlerin bölgeyi yoğun ziyaretinden dolayı insanlara alışık olan bu yaramaz kayotiler, sürekli yolunuza çıkmakla kalmayıp öğlen yemeğinize de göz dikebilir, bizden söylemesi.

GÖREME MİLLİ PARKI, TÜRKİYE

Dünyanın gözdesi, Türkiye’nin incisi Göreme Milli Parkı, erozyonun heykel gibi işlediği yeryüzü oluşumlarıyla, masaldan fırlamış gibi duran peri bacalarıyla, eşi benzeri olmayan bir yer. Üstelik Göreme, tüm bu görsel etkisinin yanı sıra Bizans dönemine ait tarihi örneklerle dolu olmasıyla da, ayrıca kıymetli bir bölge. Bu doğa harikası park kayaların içine oyulmuş manastır, şapel ve kilise gibi dini yapıları ve o dönemki konut anlayışıyla ilgili ipuçlarının da görülebileceği mekanlarıyla, her yıl milyonlarca ziyaretçiyi ağırlıyor. Hatta park içerisinde bulunan otellerde kalıp bu tarihi mekanları deneyimleme fırsatını elde etmek de mümkün. Oralara kadar gitmişken bölgenin yakın çevresinde deneyimlenebilecek çömlek yapımı ve şarap tadımı gibi aktiviteleri de atlamamanızı öneririz. Göreme

13


SANAT

EVDE İŞ SANAT’LA KAL S

Sanatın birleştirici ve iyileştirici gücü evinize geliyor. Küresel bir salgınla mücadele ettiğimiz bugünlerde kültür sanattan uzak kalmamak için İş Sanat, hazırladığı özel videolarla sosyal medyada evlere konuk oluyor. Canlı performanslardan şiir dinletilerine ne arıyorsanız, artık evinizde!

anat tutkunu okuyucularımıza güzel bir haberimiz var. Eve kapandığımız bu zor günlerde içinizdeki sanat açlığını karşılamayı amaçlayan İş Sanat, sanatseverleri evlerinde yalnız bırakmıyor. Artık İş Sanat sahnesinde gerçekleşen klasik, caz, dünya ve yerli müziği kapsayan konserlerden görüntülerini Facebook, Twitter ve Instagram IGTV üzerinden izleyebiliyorsunuz. Ayrıca yerli ve yabancı sanatçıların, İş Sanat’a özel evlerinde kaydettikleri performans videoları da #evdeissanatlakal etiketiyle sanatseverlerle buluştu. L’arpeggiata, bu buluşmaların en anlamlı örneklerinden biri. Geçtiğimiz sezon İş Sanat’a konuk olan İtalyan barok topluluğu L’apeggiata’nın üyeleri, İtalya’nın çeşitli kentlerinde evlerinde kaydettikleri videolarla Türkiye’deki sanatseverlere destek oldular. Bu videoyu kaçırmanızı özellikle tavsiye ederiz. Cazın yıldız isimlerinden yetenekli genç müzisyenlere, dünya müziğinin ilham veren sanatçılarından yerli sahnedeki yeni isimlere dek farklı müzik deneyimi yaşamak isteyenler İş Sanat’ın sosyal medya hesaplarını kaçırmasın.

ÇOK ÖZEL PERFORMANSLAR

Müzik tutkunlarının hoşuna gidecek bir diğer yenilik de herkesin kullanımına açık, ücretsiz çalma listeleri. Sosyal mesafenin hayati önem

kazandığı bu yeni dönemde evde geçirilen zamanı daha anlamlı kılmak için dinleyicilere özel, popüler dijital müzik yayın servisi Spotify üzerinden hazırlanan şarkı listeleri ile yeni müzik keşifleri yapabilmelerine imkân tanıyor. İş Sanat sahnesinde yer alan en özel konserlerin kayıtları da video paylaşım platformu YouTube’da yer alıyor. Müzik severlerin beğenisine sunulan kayıtlar evden çıkmadan takip edilebilecek ve harika performanslar adeta ayağınıza gelecek! Örneğin, geçtiğimiz sezon mayıs ayında gerçekleştirilen ve büyük beğeni toplayan, büyük usta Neşet Ertaş türkülerinin senfonik uyarlaması “Neşet Ertaş’a Saygı Duruşu” konseri baştan sona YouTube üzerinden yayınlanmış durumda. Sanatseverler gelecek haftalarda da kaçırdıkları bazı konserleri yine bu kanal üzerinde izleyebilecek. Sık sık İş Sanat’ın Youtube hesabına göz atmanızı tavsiye ederiz.

ŞİİR DOLU GÜNLER

Bu arada artık bir İş Sanat klasiği haline gelen ve müzikle iç içe geçen şiir dinletilerine de sosyal medya hesaplarından ulaşabilmek mümkün. Orhan Veli Kanık’tan Nazım Hikmet’e, Ahmet Hamdi Tanpınar’dan Cemal Süreya’ya, edebiyatımızın ustalarının unutulmaz eserleri Tilbe Saran, Metin Belgin, Bülent Emin Yarar ve Hakan Gerçek tarafından özel

14

olarak seslendiriliyor. Edebiyat tutkunları için evde bundan daha iyi bir terapi düşünemiyoruz! Bitmedi... Kuruluşundan bu yana Kibele Sanat Galerisi’ne konuk olan sanatçıların çalışmalarından ve Türkiye İş Bankası koleksiyonuna dâhil olan bazı eserlerden oluşan bir seçki de sanatseverlerle buluşuyor. Resim, heykel ve plastik sanatlara ait çalışmalar her hafta “Kibele’nin Hafızasından 10 Eser 10 Ayrıntı” adıyla dijital platformlardan paylaşılıyor. Böylece sanat tutkunlarının görme fırsatı bulamadığı sergilerin eserlerine de sosyal medya üzerinden ulaşabiliyor. Çocuklar tabii ki unutulmadı! Çocukların kültürel gelişimlerine önem veren Türkiye İş Bankası, çocuklara armağanı Kumbara TV ile bir yeniliği daha eğitimlerine evlerinde devam eden geleceğin sanatseverlerine getiriyor. Seçili kitaplardan seslendirilen öykü ve masallar kitap kurtlarına yepyeni bir deneyim sunuyor. Evde yapılabilecek eğlenceli etkinlik önerileri ve çok daha fazlası Kumbara TV ve Kumbara dergisinde yer alıyor. Geçmiş sezonlarda İş Sanat’ta sahnelenen çocuk oyunlarını da Kumbara TV üzerinde izlemek mümkün. Evde sevdiklerinizle birlikte keyifli vakit geçirmek ve sanattan uzak kalmamak için unutulmaz performanslara ve özgün içeriklere, İş Sanat’ın Instagram, YouTube, Facebook ve Twitter hesaplarından ulaşabilirsiniz.


GÜNEŞ GÖZLÜKLERİ VE MÜZİK.

Y E Nİ

BOSE FRAMES İlk defa sahne alacak güneş gözlüklerimiz, sizi saracak eşi benzeri olmayan bir ses deneyimi için entegre Bose hoparlörlerine sahip iki klasik modele sahiptir.

www.modern.com.tr/bose

/boseturkiye


GASTRONOMİ

MUTFAKLARDA YEŞİL RÜZGAR

D

Marihuana, 2019’da Amerikan restoranlarında mönülerin yıldızı olacak. Michelin yıldızlı restoranlardan smothie satan dükkanlara kadar pek çok yer marihuanaya yer açmaya başladı.

ünyanın en önde gelen gıda sektörü yayınlarından olan Baum and Whiteman’ın yaptığı analize göre, Amerikan restoran sektöründe bu sene mönülerin yıldızı marihuana olacak. Michelin yıldızlı restoranlar, taze sıkma meyve suyu satıcıları, organik ürün büfeleri ve sağlıklı smoothie satan dükkanların hemen hemen pek çoğu restoranlarında marihuanaya yer açtı bile. Legal kenevir üretimi -özellikle de son 30 yılda- endüstrinin pek çok alanında yaygın olarak kullanılıyor olsa da “yasal marihuana” insanlar için halen yeni bir konsept. Marihuananın salt bir uyuşturucu olarak tüketiminden ziyade gastronomi dünyasına entegre olma macerası ise, son dönemin en önemli mutfak trendlerinden birine dönüştü.

camiasının eline geçebilir! Eskiden sadece marihuanalı “uzay keki” bulunduran marihuana satış noktaları, artan tüketimle birlikte ürün çeşitlerini artırmaya başlamış durumda. Şekerleme, çikolata ve diğer atıştırmalıklara marihuana karıştırmaya başlayan legal satış noktaları, müşterilerinin bu yeni ürünlere ilgisinden bir hayli memnun. Marihuananın legal olarak satıldığı eyaletlerde marihuana turtası, marihuana çöreği ya da fıstık ezmeli ve marihuana aromalı pastalar yapan fırınlara bolca rastlamak mümkün.

YENİ TREND

Marihuana, Amerikan mutfaklarında düşündüğünüzden çok daha hızlı bir biçimde yaygınlaşıyor. Hatta bir süredir gıda piyasasında bu yepyeni “çeşniyi” merkeze yaklaştıracak birçok formül deneniyor. Peki aşçıların “yeşil altın” adını taktığı marihuana, acaba gastronomi dünyasının yeni yıldızı olabilecek mi, yoksa mutfaklardaki macerası yalnızca legalleşmesinin getirdiği bir trend rüzgarıyla mı sınırlı mı kalacak? Bloomberg News’un yaptığı araştırmaya göre, yasal Amerikan marihuana piyasasının büyüklüğü yaklaşık 500 milyar dolar civarında ve bu piyasanın neredeyse 100 milyar doları potansiyel olarak gastronomi 16

AMAN DİKKAT!

Profesyonel şefler, marihuana kullanımının gerçek gastronomi bilgisi isteyen bir husus olduğunu özellikle belirtiyor. Gastronomide her malzemenin gramajına ve işlem gördüğü ısıya önem verilmesinin geçerli sebepleri var ve bu sebepler elbette marihuana kullanımı için de geçerli. Ünlü şef Jeremy Cooper’a göre, eğer marihuana hatalı dozlarda kullanılır ya da yanlış pişirilirse, yiyerek tüketen müşteride birkaç saat sürecek negatif etkiler bırakabiliyor. Kusma, baş dönmesi, paranoya, nefes darlığı


ABD’nin en büyük kitap perakendecisi Barnes & Noble’ın verilerine göre, son üç yılda marihuana ile yapılan yemek tariflerini içeren 200’ün üzerinde kitap piyasaya çıktı ve bu kitaplar üç senede toplam 12 milyon adet sattı! gibi semptomlar, yediğiniz ürünün kalifiye olmayan ellerde hazırlandığına işaretlermiş. Cooper’a göre, marihuananın mutfaktaki yerini saptamak moleküler gastronominin işi ve kesinlikle bilinçli şeflerin bu konuda kendilerini geliştirmeleri gerekiyor. Amerikan mutfaklarının yeni gözdesi olan marihuana, eğer “kafa olmak” için yemeğe atılırsa, sadece boşa harcanan bir avuç ottan farksız oluyor. Cooper, işini bilen bir ustanın marihuana ile hazırladığı yemeğin, uyuşturucu etkisine değil, yemeğin lezzetine kompliman yapmasını önemsiyor.

UZMANLIK ŞART

Bir başka ünlü moleküler gastronomi şefi Oliver Salieri ise, şu anda marihuana gastronomisinde Vahşi Batı’nın “altına hücum” ettiği o tecrübesiz ve aç gözlü dönem yaşandığını söylüyor. Salieri’ye göre, marihuananın esas etkisini tadacağımız o gastronomi rüyası döneme daha birkaç sene var; zira şu sıralar iki yumurta kırıp unla çırpabilen herkes mutfağına ve mekanının mönüsüne marihuanayı dahil etmeye çalışıyor. Sonuç genellikle hezimet olsa da sıradan bir omlete 5 dolar ödeyecek bir müşteri sırf merakından marihuana ile tatlandırılmış bir omlete 20 dolar ödemeye hazır durumda. Salieri’nin cannabis (esrar) ve food (yemek) kelimelerini bir araya getirerek yarattığı canna-food tarifleri kitabı çok yakında piyasada olacak. Salieri’ye göre üç önemli husus oldukça kritik role sahip; doz ayarı, çeşni etkisi ve pişme derecesi. Salieri, marihuananın yanlış derecede pişirilmesi, dozunun ayarlanmaması ve sıradan bir çeşniden daha yüksek oranda kullanılmasının sıkıntılı

sonuçlara neden olacağını düşünüyor. Ünlü şefler bunları tartışırken, Seattle’da bulunan Bud & Breakfast adlı pansiyon, şimdiden şehrin en popüler mekanlarından biri haline gelmeyi başardı. Mekanın alametifarikası ise Magical Butter (Sihirli Tereyağı) adı verilen, marihuana karıştırılmış tereyağı ve bu tereyağı ile yaptıkları yemekler! Seattle’daki bu hipi durağına uğramak herhalde her marihuana ve gastronomi meraklısının yapmak isteyeceği bir şeydir.

KİTAPLARI YOK SATIYOR

Marihuananın günlük mutfak anlayışının bir parçası olmasının sonrasında bu malzemeyle yapılacak tariflere yer veren yemek kitaplarının satışlarında da büyük patlamalar yaşandı. Özellikle de ünlü hip hop müzisyeni Snoop Dogg’un kaleme aldığı From Crook to Cook, satış rekorları kırarak New York Times Bestsellers List’te 21 hafta boyunca kalmayı başardı! Amerika’nın ünlü kitap satış zinciri Barnes & Noble’ın verilerine göre, 2016 yılından beri marihuana ile yapılan yemek tariflerini içeren 200’ün üzerinde kitap piyasaya çıktı ve bu kitaplar aradan geçen üç senede toplam 12 milyon satışı geride bırakarak ünlü şef ve televizyon aşçılarının kitaplarına kafa tutan satışlara eriştiler! Her evde bir “keş” bulunmasa da, Amerika’da pek çok mutfakta bir marihuana tarifleri kitabı olduğunu bilmemiz bile bize gastronomi dünyasının geleceğine dair yemyeşil öngörüler sunuyor.

ASİT DENGESİ

Otoriteler, 2019 sonunda Olive Garden ve Applebee’s gibi dev restoran zincirlerinin de yükselen marihuana trendine karşı kayıtsız kalamayacaklarını öngörüyorlar. ABD Sağlık Bakanlığı’nın bu konudaki tek bir yaptırımı var; yiyeceklerde marihuananın doğru kimyasal reaksiyonunun açığa çıkarılması. Bakanlık, marihuananın içindeki CBD’nin kullanımını serbest kılarken, THC’nin kimyasal olarak açığa çıkmasını engelleyen tariflere onay veriyor. CDB, marihuananın kronik ağrıları geçiren, kanser hücrelerinin büyümesini engelleyen bileşeni olarak biliniyor ve modern tıpta kullanılıyor. THC ise tahmin edebileceğiniz gibi marihuananın sebep olduğu “sarhoş kafa”yı ortaya çıkaran bileşen ve eğer Sağlık Bakanlığı bu bileşeni açığa çıkaran bir tarife denk gelirse, restoranın bu tarifi uygulamasını yasaklıyor.

17

Şefler, yemekleri marihuana ile tatlandırırken THC-A (Tetrahydrocannabinolik Asit) dengesine dikkatin kilit nokta olduğunu vurguluyor. Örneğin Şef Salieri, kendi lokantasında marihuanayı direkt olarak kullanmak yerine farklı ürünlerle birleştirip çeşni haline getirmeyi tercih ediyor. Restoranının imza yemeklerinden olan tavuk çevirme için romda bekletilmiş marihuana terbiyesi kullanıyor ve bu sayede marihuanayı direkt olarak yemekten kullanmaktansa sosunu çeşnilendirmeyi tercih ediyor. Salieri’nin tatlı olarak önerisiyse, marihuana ile tatlandırılmış rokfor peyniri kullanılarak hazırlanan creme brulee! Okuyunca bile insanın ağzını sulandıran bu lezzetler, marihuana serbestisiyle moleküler gastronominin aşkından doğan tarifler!

YARIŞMASI BİLE VAR

Marihuananın gastronomi dünyasına girmesi ne kadar doğalsa, marihuana kullanılarak yapılan yemeklerin kıyasıya yarıştığı bir yemek yarışmasının ortaya çıkması da aynı derecede doğal karşılanması gereken bir durum. Netflix ekranlarında yayınlanan Cooking on High adlı yarışma programının ilk sezonu geçtiğimiz Haziran ayında yayınlanmıştı. Toplam 12 bölümden oluşan ilk sezonda marihuana çeşnili lezzetler yarıştı ve yarışmayı ABD’nin en ünlü ve kafası en güzel YouTube fenomenlerinden Josh Leyva sundu. Programın jürileri arasında ABD’nin en çok tanınan ve marihuana kullanımının legalleşmesinde önemli rol oynayan sivil toplum kuruluşu üyeleri bulunuyor. Flamboyan tavırlarıyla dikkat çeker Mod Sun ve yine bir YouTuber olan Vitaly Zdorovetskiy’e ek olarak, marihuananın gastronomi dünyasına kazandırılmasına aracı olan ve ilk marihuana bazlı yemek kitaplarından birini yazan Luke Reyes gibi önemli simalar bu programda jüri görevi üstlenmiş. Netflix üyeliğiniz varsa, bu programı da mutlaka seyredin.


ANALİZ

QUIBI ÇAĞIMIZIN KANALI MI?

6 Nisan’da yayın hayatına başlayacak olan yeni stream kanalı Quibi, şimdiden adından söz ettirmeyi başardı. Tamamen mobil cihazlarda deneyimlenmek için özel olarak kurgulanan içerikler sunacak olan platformu mercek altına aldık.

M

obil cihazlar hayatımıza girdiğinden beri, yaşam eksenimiz etraflarında dönüyor. 6 Nisan’da yayın hayatına başlayacak olan Quibi, zamanın ruhunu yakalamayı amaçlayan bir çevrim içi seyir platformu alternatifi sunmak için piyasaya giriyor. Quibi, büyük ekrana özel çekilen sinematografiye sahip yapımlara hiç yüz vermeyen bir platform olacak. Dahası öyle 40 dakika ya da bir saatlik içeriklere de paydos! Quibi, tamamen mobil cihazlarda deneyimlenmek için özel olarak kurgulanan içerikler sunacak ve içeriğinde yer alan dizi bölümleri 10 dakikadan uzun sürmeyecek. Aylık üyelik bedelinin 5 dolar olduğu Quibi, metroda, kafede, okulda hatta işyerindeki molalarda, insanların hızla takip edebilecekleri, kolay seyredilen, 10 dakikalık şovlarla yükselmeyi planlıyor. Hazırlanacak şovların bazıları, telefonun dik şekilde tutulduğunda da rahatça seyredilmesi için vertical olarak kayıt altına alınacak ki, bu şov dünyasında bir ilk olacak. Quibi, gerçekten de zamanın ruhunu mu yakalıyor, yoksa insanların bu mobil yaşam sebebiyle düşen algı ve konsantrasyon seviyelerini sömürmeyi mi amaçlıyor henüz emin değiliz. Yine de çevrim içi seyir piyasa-

sına benzeri olmayan bir deneyim sundukları aşikâr. Quibi, pek çok global stüdyo tarafından kendi platformuna özel içerikler üretilen bir habitat haline gelmeyi planlıyor. The Walt Disney Company, NBCUniversal, Sony Pictures, WarnerMedia, Liberty Global, ViacomCBS ve Alibaba Group ile pek çok içerik anlaşmaları yapıldı. Quibi, halihazırda Steven Spielberg, Ridley Scott, Alexander Wang, Kris ve Kendall Jenner gibi isimlerle anlaşmayı başardı. 6 Nisan’da Quibi’de yayında olacak 50 adet programın içinden sizler için seçmiş olduklarımıza göz atalım; aralarında oldukça iddialı projeler var.

MOST DANGEROUS GAME

Oscar ödüllü Christoph Waltz ve yakışıklı aktör Liam Hemsworth’ün başrolleri paylaştığı Most Dangerous Game, aslında bir sinema filmi; ancak Quibi’nin formatı gereğince kurgulanarak 10 dakikalık bölümlere ayrılmış halde seyirciyle buluşacak. Baş karakterimiz Dodge Maynard, ölümcül bir hastalığa yakalanmıştır ve eşi de hamiledir. Maddi sıkıntılarla da boğuşan Dodge’un yardımına tuhaf bir oyun daveti yetişir. Hayatını ortaya koyacağı bu oyunda ailesi için her şeyi göze alarak

tehlikelere atılması gereken Dodge, kısa süre içerisinde ava giderken avlandığını anlayacaktır. Quibi’nin Paramount Pictures’tan satın aldığı bu film, bakalım bu yeni platformda beklediği seyirci sayısına ulaşacak mı?

WHEN THE STREET LIGHTS GO ON Queen Latifah, hem ses sanatçılığında hem de oyunculukta kendini kanıtlamış bir isim. Amerikan televizyonlarının en sevilen simalarından biri olan ve gündüz kuşağında yayınlanan talk şovuyla milyonların sevgilisi olan Latifah, bir süredir yapımcı kimliğiyle de göz dolduran projelere imza atıyor. Geçtiğimiz yıl yayımlanan ve kısa sürede New York Times Bestseller listesinin zirvesine yerleşen When The Street Lights Go On’un yayın haklarını satın alan Latifah, aynı zamanda projede başrolü üstlenecek. Afro-Amerikalıların yoğun olarak yaşadığı bir semtte işlenen şüpheli cinayetin üstü polis tarafından kapatılır. Elini taşın altına koymaktan çekinmeyen idealist bir gazeteci ve ona destek olan birkaç semt sakini, bu cinayeti aydınlatmanın peşine düşerler. Quibi, bu projeyle Queen Latifah’nın sadık kitlesinde aradığı seyirci potansiyelini rahatlıkla bulabilir.

Most Dangerous Game

When The Street Lights Go On 18


Survive

SURVIVE

Televizyon ekranlarında omuz üstünde baş bırakmayan dizileri düşündüğümüzde aklımıza gelen ilk yapım elbette Game of Thrones oluyor. Milyonların takip ettiği fenomen dizi, final yaptığında Sansa Stark karakteri hayatta kalmayı başaran az sayıda isimden biriydi. Bakalım Game of Thrones’ta Sansa’yı canlandıran Sophie Turner, Survive dizisinden sağ çıkmayı başarabilecek mi? Korkunç bir uçak kazasından yara almadan kurtulan iki kazazede, mahsur kaldıkları dağdan canlı kurtulmak için doğaya karşı ikinci bir mücadele vermek zorunda kalacaktır. Sophie Turner’a bu projede Straight Outta Compton adlı filmin yetenekli oyuncusu Corey Hawkins eşlik ediyor. Alex Morel’in aynı adlı romanından uyarlanan Survive’ın izleyenleri telefonlarının başına kilitleyeceğini düşünüyoruz. Dizinin adrenalin yüklü fragmanını izlediğinizde eminiz bize hak vereceksiniz.

FLIPPED

Benched ve The Boss gibi yapımların senaristleri olarak ünlenen Steve Mallory ve Damon Jones’un kahkaha dolu projesi Flipped, iddialı oyuncu kadrosuyla dikkat çekiyor. Kaitlin Olson, Will Forte, Eva Longoria, Andy Garcia ve Arturo Castro gibi isimlerin kamera karşısına geçtiği yapım, Quibi’nin iddialı komedi içerikleri arasında mücevher gibi parlıyor. Cricket ve Jann Melfi çifti Los Angeles’ta zenginlerin evlerine dekore eden bir şirketin sahipleridir. Reality şovların milyon dolarlar kazandırdığını gören çiftimiz, yüksek profilli müşterilerinin bağlantılarını kullanarak kendi dekorasyon şovlarını yapmayı kafaya koyarlar. Tüm bu hayaller çiftimizin Meksikalı bir uyuşturucu karteli

üyesinin evini restore etmek için çalıştıkları sırada başlarına yıkılır. Yanlışlıklar komedisi türünün başarılı bir örneği olmaya aday olan Flipped, Quibi’de yüzleri güldürecek.

PUNK’D

MTV’nin televizyon dünyasının tozunu attırdığı yılları hatırlayanlarınız var mı? Dünyanın en ünlü müzik kanalının 90’ların sonunda ve 2000’lerin başında dünyanın en ünlü reality şov kanalına dönüştüğü günlerin hatıraları hafızamızdaki berraklığını koruyor. Jackass, Viva La Bam, Pimp My Ride ve Cribs gibi birbirinden efsane programlara imza atan MTV’nin en ünlü şovlarından biri de Ashton Kutcher’ın yapımcılığını ve sunuculuğunu üstlendiği PUNK’D adlı şaka programıydı. Dünyanın en ünlü yıldızlarına benzersiz eşek şakaları yapan, bazen de yıldızlarla gizliden ortaklık kurup başkalarını trollemekten çekinmeyen bu olağanüstü programın Quibi ekranlarıyla dönecek olmasına ne kadar sevinsek azdır. Ashton Kutcher, artık PUNK’D projesinin başında olmayacak; fakat sunucu olarak muazzam bir isim seçilmiş. Müzik dünyasının yeni sihirbazlarından, Grammy ödüllü Chance The Rapper, artık PUNK’D programının yeni sunucusu. Özellikle de hip hop camiasının son dönemdeki göz bebeği olan Chance The Rapper’ın kendi piyasasından pek çok ünlü konuğa şakalar yapmasına kesin gözüyle bakıyoruz.

MURDER HOUSE FLIP

Yeni ev, yeni heyecanları da beraberinde getirir. Mevcut evin yaşanmışlığının üstüne kendi anılarınızdan kurulan bir dünya inşa etmek mükemmel hissettirir. Peki ya televizyon izlediğiniz Flipped

koltuğun bulunduğu yerde daha önce birisi vurulup ölmüşse? Küvetinizde daha önce bir ceset parçalarına ayrılmışsa nasıl hissederdiniz? Arka bahçenizde gömülmüş birkaç ceset kabuslarınıza girer miydi? Quibi’nin en iddialı programlarından olan Murder House Flip, daha önce içerisinde vahşi cinayetler işlenmiş evleri yeni sahipleriyle buluşturan, çılgın bir “evimi baştan yarat” programı! Tüylerinizi diken diken edecek hikayeleri dinledikten sonra evlerin yeni sahipleri için nasıl restorasyonlardan geçtiğini adım adım seyredeceksiniz. Ünlü iç mimar Mikel Welch ve dekorasyon uzmanı Joelle Uzyel’in birlikte sunacağı bu programda karşılaşacağınız vakalara inanamayacaksınız.

THE SAUCE

Amerikan televizyonlarının yazılmamış kurallarından biri de dans yarışmalarıdır. Ne kadar büyük bir kanal projesiniz olursa olsun, eğer elinizde sağlam bir dans yarışması yoksa bir şeyler eksik demektir. Quibi, neyse ki işleri sıkı tutmuş ve zımba gibi isimlerden oluşan bir kadroyla müthiş bir dans yarışması kurgulamış. The Sauce adlı programın yapımcısı ve daimi jüri üyesi olan isim Grammy ödüllü R&B – hip hop sanatçısı Usher! Sahnelerin en iyi dans eden pop yıldızlarından biri olarak nam salmış olan Usher’ın varlığı The Sauce’a güven kazandıracak etkenlerin en önemlisi. Programın sunuculuğunu 2014 yılında çektikleri dans videolarıyla ünlenen Ayo ve Teo ikilisi üstleniyor. Müthiş yetenekli bu iki dansçı, Amerika’yı karış karış gezecekler ve her eyaletten beğendikleri isimleri Usher’ın karşısına çıkarıp kıyasıya yarıştıracaklar. Quibi, The Sauce ile turnayı gözünden vurmuşa benziyor.

The Sauce 19


TASARIM American Psycho

FİLMLERE MEKANSAL YOLCULUK S

Bazı filmler vardır ki; sanat yönetmenliği başka bir boyutta perdeye yansır; iç mekan tasarımı izleyiciyi zapt eder, ‘iç’ mimarlar çatlar, karakterin salonundaki avize ağzınızı sulandırır ya da dekorasyonun geleceği bilim kurguyla içine işler. İşte o bazı filmler...

inema tarihi birçok etkileyici başyapıt ve büyüleyici filmle dolu. Bu yüzden her birimizin listesi, birçok farklı nedenden dolayı birbirini tutmayan filmlerden oluşabilir. Bence “En iyi ... film” listelerinin en güzel yanı, katıksız bir kişisellik ve sübjektivite taşıyor olması. Kimisi oyunculuğa vurulur, kimisi yönetmenin hikayeyi ele alış şekline, kimisi senaryonun derinliğine, kimisi de fotoğrafların büyüleyiciliğine... Bazıları ise, film izlerken akıştan kopmaya neden olsa da, mekanlara ve dekorasyon detaylarına takılmaktan keyif alır. Tabii detay dediğimize aldanmayın; bu sayfalardaki filmler o paranteze sığmayacak etkileyicilikte iç mekanlara sahip tasarım harikası filmler. Elbette rahatlıkla tuğla gibi bir kahve sehpası kitabını dolduracak onlarca paha biçilmez eserden de sadece birkaçı...

2001: A SPACE ODYSSEY (1968)

Yapım tasarımı: Ernest Archer, Harry Lange, Anthony Masters

2001: A Space Odyssey

Sanat yönetimi: John Hoesli Set dekorasyonu: Robert Cartwright ‘Stanley Kubrick filmleri ve iç mekan tasarımları’ rahatlıkla bir ders konusu olabilir. A Clockwork Orange’ın pop renkleri ve safkan modern kır evi ile görkemli kitsch’likteki ana evi, Barry Lyndon’ın klasik kasveti, Eyes Wide Shut... 1968 yılında bir uzay üssünün dekorasyon ve yaşam alanı açısından bir arzu nesnesine dönüşmüş olması ise, istisnai bir durum. Diğer yandan da 17. yüzyıl mobilya ve duvarlarını, cam, metal ve kendinden aydınlatmalı bir zeminle bir arada enfes duracağını düşünüp bunu uygulamak var.

A SINGLE MAN (2009)

Yapım tasarımı: Dan Bishop Sanat yönetimi: Ian Phillips Set dekorasyonu: Amy Wells Filmin yönetmeni Tom Ford olunca, rafine görünümü sadece kıyafetlerde değil, tüm ambiyansta aramalısınız. Kendi evini-

A Single Man 20

ze adapte edebileceğiniz mükemmel bir 1960’lar sadeliği ve zarafeti filmi domine ediyor. Filmin merkezinde yer alan ev, kum A tonlarını Space Odyssey bejinden koyu kahveye tüm2001: toprak içerisinde barındırıyor. Bu arada yönetmenin 2016 yapımı Noctural Animals da, iç mekanlardaki tek renk planlarıyla dikkat çekici.

AMERICAN PSYCHO (2000)

Yapım tasarımı: Gideon Ponte Sanat yönetimi: Andrew M. Stearn Set dekorasyonu: Jeanne Develle Evet, bir sosyopat, psikopat ve seri katilin dekorasyon zevkine hayranlık duymak da varmış kaderde. Minimalizmin ve maskülenliğin damardan enjeksiyonu olsa bu kadar tesirli olmaz. Ludwig Mies van der Rohe’nin başyapıt Barcelona koltukları, Robert Longo’nun Men in the Cities serisinden iki harika figürü, Patrick Bateman’in eşsiz müzik zevkini tatmin edecek Harman Kardon 700 ses sistemi ve KEF hoparlörler olmadan eksik kalırdı.


Ex Machina

EX MACHINA (2014)

Yapım tasarımı: Mark Digby Sanat yönetimi: Katrina Mackay, Denis Schnegg Set dekorasyonu: Michelle Day Filme özel yapılmamış ve sıfırdan kurulmamış bir set var karşınızda! Burası istediğiniz zaman ziyaret edebileceğiniz bir yer; Norveç’in Valldalen bölgesinde bulunan Juvet isimli bir otel olan gerçek bir yaşam alanı. Yeryüzünün sizi şaşırtacak kadar güzel ve mimari estetiğin bir o kadar doğaya uyumlanabilir olduğunun ispatı olan, görsel efektlerin köşesinden geçmediği bu dünyaya ait bir mekan. Böylesi bir bilim kurgu filmi için, belki de kullanılabilecek en iç acıcı film seti.

Mad Men

The Great Gatsby

LOS ABRAZOS ROTOS (2009)

Yapım tasarımı: Antxón Gómez, Víctor Molero Sanat yönetimi: Víctor Molero Set dekorasyonu: Marta Blasco, Pilar Revuelta Yönetmen Pedro Almadovar, melodram ögeleri, popüler kültür ve pop renklerle ustaca harmanlamayı her seferinde başarıyor. Sadece bu filminde değil, her birinde ilave bir karakter misali rol kesen güçlü dekorlar sarıdan kırmızıya, maviden yeşile akarken İspanyol güneşinin ve Akdeniz ferahlığının sembolleri olarak günümüz tasarımcılarının modern hatlı mobilya tasarımlarıyla uyum içerisinde bir dil oluşturuyor.

MAD MEN (2007–2015)

Yapım tasarımı: Dan Bishop Sanat yönetimi: Christopher Brown Set dekorasyonu: Claudette Didul Dizinin 5. sezonuna damga vuran Don Draper’ın Manhattan’daki evi, takvimler 1966’yı gösterirken Amerikan yaşantısını mimarisinden mobilyasına birebir yansıtan parçalarla hâlâ büyülemeye devam ediyor. Alt kottaki oturma alanı, muhteşem şöminesi ve açık mutfağı ile

daire, ceviz mobilyaları ve tuşlu telefonuyla oldukça sportif. Claudette Didul, seti oluştururken 60’ların çok satanlarından Betty Pepis ve Decoration U.S.A.’in yaratıcıları Jose Wilson ve Arthur Leaman’ın kitaplarından ilham almış. 1964 model kahverengi Frigidaire ise dizinin en favori nesnesi. 5 yıl önce bu ev sayesinde retro görünümün tüm dünyada fırtınalar estirdiğini de ekleyelim.

THE GREAT GATSBY (2013)

Yapım tasarımı: Catherine Martin, Karen Murphy Sanat yönetimi: Damien Drew, Ian Gracie, Michael Turner Set dekorasyonu: Beverley Dunn, Eva Starlite Baz Luhrmann filmlerinin çoğunda olduğu gibi bu filmde de, dekorlar konuşuyor; hem de oldukça iddialı bir dilden. Art deco, 1920’lerin sanattan mimariye en önemli tasarım tarzı ve bu anlamda da filmde hakkı

Los Abrazos Rotos

verilerek filme sahne olan hemen her mekanın her detayında kullanılmış. Art nouveau’ya karşı duruş olan stil, geometrik form ve çizgilerin estetiğiyle yüzyıl modernizmine işaret niteliğinde.

THE GRAND BUDAPEST HOTEL (2014)

Yapım tasarımı: Adam Stockhausen Sanat yönetimi: Stephan O. Gessler, Gerald Sullivan, Steve Summersgill Set dekorasyonu: Anna Pinnock Turuncu, kahverengi ve zeytin yeşilinin 1970’leri refere ettiği bir atmosferde gezintiye çıkarmıştı Wes Anderson bu filmde bizleri. Wes Anderson’ın renklerine ve masalsı dünyasına tutkunsanız, Milano’da bir kahve molası verebileceğiniz Fondazione Prada içerisinde yer alan Bar Luce’nin dekorasyonun da yönetmenin imzasını taşıdığını belirtelim. Ustanın film setlerine dair Candice Drouet’in çektiği videolar da ayrıca merak giderici.

The Grand Budapest Hotel 21


SPOR

KUMDA SÖRF YAPILIR MI DEMEYİN Snowboard, birçoğumuzun yakından tanıdığı ve bazılarımızın severek yaptığı bir kış sporu. Peki kum üzerinde yapılan sandboarding’i daha önce duymuş muydunuz? Popülaritesi her geçen gün artan kum sörfünü Postkolik merceğine aldık.

Her insan ölmeden önce mutlaka çölü görmelidir! Orada kilometrelerce boşlukta, kum, kaktüs ve mavi gökten başka bir şey yoktur. Orada sessizliği bulursun.” Edward Norton’ın başrolünde olduğu 25. Saat filminin en can alıcı sahnesinde çöl işte böyle anlatılır. Evet, dendiği gibi çöl huzuru bulmanıza yardımcı olabilir; ama bir o kadar da adrenalin ayarlarınızla da oynayabilir. Nasıl mı? Son yıllarda giderek reytingi artan, extreme sporlarının sıcak ortamlısı kum sörfü (sandboard) ile. Biraz snowboard, biraz sörf tadındaki bu sporda, karlı dağlar yerine kum tepelerinden aşağıya salınıyor, dalgalar yerine kum fırtınalarıyla dans ediyorsunuz.

tiliyor. Formika zemin üzerine sıkıştırılmış özel ahşap kaplamasıyla hazırlanan bu board’lar, sahip olunabilecek en sağlam ve uzun ömürlü spor malzemelerinden biri. Ayrıca yeni başlayan kum sörfçüleri için ayak sabitleme bağları olsa da bu sporda ustalaştıktan sonra dilerseniz bu bağlardan kurtulabiliyorsunuz. Kum yüzeydeki kayganlığı artırmak isteyen sporcular, board’larını düzenli olarak cilalıyorlar ve bu sayede kesintisiz bir sörf deneyimi yaşayabiliyorlar. Kum sörfünden en çok keyfi almanız için belirleyici olan faktörler ise, kum tepelerinin eğimi ve kumun iklimsel şartlara bağlı olan kalitesi... Tabii ki ekipmanlar da kaliteli kum sörfü için oldukça önemli

GEÇMİŞİ MISIR’A DAYANIYOR

Kökeni ta eski Mısır dönemlerine kadar uzanan bu spor, 60’lı yıllarda yeniden canlansa da snowboard’un gölgesinde kalmaktan bir türlü kurtulamadı. Fakat özellikle son 10 yılda peş peşe açılan yeni merkezlerle bu sporun kaderi değişti ve maceraseverlerin yeni gözdelerinden biri haline gelmeyi başardı. İlk bakışta snowboard’a benzeyen bu sporda, bembeyaz kar tepeleri yerine kum tepelerinde hoplayıp zıplıyorsunuz. Bunun için evvela kum tepelerine tırmanıyorsunuz ya da bir arazi aracı yardımıyla çıkıyorsunuz; ardından da kendinizi kumların sonsuzluğuna bırakıyorsunuz. Üstelik sandboard için doğru mevsimi kollamanıza da gerek yok, bu sporu yılın 365 günü istediğiniz gibi yapabilme özgürlüğüne sahipsiniz. Tabii ekipmanda bazı temel farklılıklar olduğunu belirtelim. Kum board’ları çok daha sert ve dayanıklı malzemeden üre22

etkenler. Pek çok farklı ölçüde board olsa da en yaygın kullanılanların boyutları bir buçuk ya da iki metre civarında olanlar. En çok kullanılan modelleri kare kuyruk, çift uç ve kum yutan kuyruklular olarak adlandırılıyor. Kum sörflerinin üzerinde bulunan farklı bağlantılar sayesinde her seviyeden sporcu bu eğlenceli sporu düşme ya da sakatlanma korkusu yaşamadan yapabiliyor.

NERELERDE YAPILIYOR ?

Dünyanın ilk lisanslı kum sörfü parkı ABD’nin Oregon eyalet merkezindeki Lane County’de yer alan The Sand Masters Park’tır. Bu parkta birbirinden farklı parkurlar ve rampalar kum sörfü meraklılarının hizmetine sunulmuş durumda. Fakat


olmak iyi bir fikir olmayabilir. Her şeye rağmen, Cerro Negro, hayatınızın macerasını yaşamak için harika bir seçenek.

Kuzey Amerika: ABD, sandboard’un popülerliğinin artmasına ön ayak olan merkezleriyle meraklısına her türlü hizmeti sunuyor. Oregon Eyaleti’ndeki “The Sand Master Park”, usta sandboarder’lardan tutun da, ‘Ben de bir denesem mi’ diyenlere kadar herkes için uygun bir alternatif. 2000 yılında açılan bu bir hayli büyük park, her yıl 25 bin kişiyi ağırlıyor. Parkı ziyaret edenler, Pasifik Okyanusu kıyısında bu sporu öğrenebiliyor, aynı zamanda çöl araçlarıyla kum tepeleri arasında turlayabiliyorlar.

popülerliği her geçen gün artan sandboard için, dünyanın dört bir yanında gidilebilecek birçok nokta söz konusu. Şimdi gelin bu merkezlere bir göz atalım:

Orta Doğu: Kuşkusuz listenin en başındaki yer, alabildiğine geniş alanlara yayılmış, şaşırtıcı güzellikteki çölleriyle, Orta Doğu. Özellikle kum sörfünün doğduğu topraklar olarak kabul edilen Mısır’daki The Great Sea of Sand, sandboard tutkunlarının mabedi olmuş durumda. Eğimleri 70 dereceleri bulan, yükseklikleri yer yer 150 metrelere varan kum tepeleriyle ünlü bu bölge, profesyonellerin tercih ettiği bir durak. Bu lokasyonu tercih eden sporcuların kayak yapılacak alana rehberler eşliğinde yolculuk yapmaları gerekiyor. Orta Doğu’da kum sörfü yapılabilecek bir diğer önemli durak da Dubai. Buradaki ünlü Big Red tepesi, kent merkezine yarım saat mesafede bulunan, 90 metre yükseklikteki kum tepeleriyle, nam salmış geniş bir çöl alanı. Farklı bölgelerinde her seviyedeki sandboarder’lar için uygun koşullara sahip Dubai, aynı zamanda her yıl Ocak ayında, uluslararası bir şampiyona olan ‘Hugo International Sanboarding Championships’e de ev sahipliği yapıyor. Afrika: Sandboard tutkunlarının bir diğer uğrak yeri de, engin çöller barındıran Afrika kıtası. Anakaranın Cape Town ve Johannesburg şehirlerinde, bir takım etkileyici sandboard merkezleri bulunsa da, bu bölgenin asıl yıldızı, Namibya’daki Namib Çölü. Namibya’nın büyüleyici kum tepelerinin, okyanus sularıyla buluştuğu yerleri Sossusvlei ve Swakopmund’da sporcular, “Tanrım neler yaratmışsın” diye düşünerek, yüksekliği 250 metreye varan tepelerden kayarken, akıl almaz hızlara ulaşabiliyorlar. Anlayacağınız Namibya, amatörlere göre bir yer değil!

önemli kayak durağı olan Duna Grande de, dünyanın en geniş alana yayılan kum tepesi olmasıyla, sandboard düşkünlerinin gözde merkezlerinden biri olmuş durumda. Güney Amerika’nın kum sörfüyle ünlü bir diğer ülkesi ise Şili… Burada bulunan Cerro Iman tepesi, dünyanın dört bir yanından sporcuların buluştuğu, her yıl düzenlenen sandboard yarışlarına ev sahipliği yapıyor.

Orta Amerika: Orta Amerika’nın sandboard durağı, karnınızda heyecan kelebekleri uçmasına neden olacak cinsten bir yer. Çünkü buradaki kayak alanı, bir çöl ya da bir kumsal değil, volkanik bir dağ! Nikaragua’da bulunan Cerro Negro Volkanı, yüzeyi taş ve kayalıklar yerine, volkanik kum ile kaplı olduğundan, sandboard için oldukça elverişli bir alternatif. Yaklaşık 400 metre yüksekliğindeki, hala aktif olan bu volkanın tepesine, ortalama bir saatlik bir yürüyüşle ulaşılıyor. Yakıcı güneşin altında yapılan bu yolculuk sonunda yukarıya varanlar, bir hayli ter atmış oluyorlar. Ama zirvede onları bekleyen, Pasifik Okyanus’u ile dağların buluştuğu panoramik manzara, tüm bu yorgunluğu unutturuyor. Bölgede sorunsuz bir sandboard keyfi yaşamak isteyenlerin, tehlikeli arazide bağımsız hareket etmek yerine, tur gruplarına dâhil olmaları tavsiye ediliyor. Malum, her an patlayabilme potansiyeli olan bir volkanda tek başınıza

Güney Amerika: Dünyanın en büyük yağmur ormanlarıyla, dünyanın en kurak topraklarını bir arada barındıran bu coğrafya, sınırlarda yaşamayı hayat felsefesi edinen sandboardcular için biçilmiş kaftan. Özellikle Peru’da bulunan Cerro Blanco tepesi, 2078 metre yüksekliği ile yeryüzünün en büyük kum tepesi. Burayı tercih eden profesyoneller, müthiş hızlara ulaşarak, yer çekimine meydan okuyor ve adrenalinin keyfini çıkarıyor. Peru’nun bir diğer 23

Avustralya: Devasa kum tepelerinin, kıtanın büyüleyici atmosferiyle buluştuğunu fark eden sandboard meraklıları, son yıllarda bu sporu Kuzey ve Güney Avustralya’da bir hayli popüler hale getirmişler. Şimdi board’unu kapan, bölgenin “The Bowl” gibi ünlü tepelerinden kendini bırakarak, enfes okyanus manzarasıyla hayatın tadını çıkarıyor. Kıtadaki en ilgi çeken sandboard alanlarından biri de kuşkusuz Kanguru Adası. Bu durağı etkileyici kılansa, sporcular adanın tepelerinde kayak yaptığı sırada, sahilde kanguruların dolanıyor olması. Avrupa: “Avrupa’da çöl sporu mu?” dediğinizi duyar gibiyiz. Evet, hem de en afillisinden! Almanya’da bulunan Monte Kaolino, 2007 yılından beri Sandboard Dünya Şampiyonası’na da ev sahipliği yapan, bu sporun en iyilerinin bir araya geldiği bir tesis. Alanda bulunan 110 metre yüksekliğindeki kum tepesi, aslında doğal bir oluşum değil. Eski bir maden ocağının çalışmaları sonucu açığa çıkan kuvartz kumunun birikmesiyle oluşmuş ve zamanla sandboard için uygun olma potansiyeli fark edilip birçok hizmet sunan bir merkeze dönüştürülmüş. Monte Kaolino’nun bir güzelliği de, kum tepeleri üzerinde ilerleyen bir asansör sisteminin olması. Genelde sandboard yapanların en büyük sorunu, çöl şartlarının herhangi bir teleferik sistemi kurulmasına elverişli olmaması nedeniyle, sporcuların boardlarını her seferinde zirveye taşımak zorunda kalmaları. Bu sorunun da aşıldığı Kaolino, kayak yanında yüzme havuzları, kamp yapılan orman arazisiyle de Avrupa’yı sandboard için önemli bir durak haline getirmiş.


RÖPORTAJ

“KAPALI GÖZLERLE” POSTKOLİK RADARINDA Alternatif popun sevilen ismi Ceren Gündoğdu’nun tüm söz ve müzikleri kendisine ait ilk albümü “Kapalı Gözlerle”, Universal Müzik Türkiye etiketiyle tüm dijital platformlarda müzikseverlerle buluştu. Biz de bu vesileyle kendisine merak ettiklerimizi sorduk.

İlk albüm heyecanı neye benziyor? İlk albüm heyecanı daha önce yaşadığım hiç bir şeye benzemiyor. Günlüğünü açıp okutmak ya da ilk öpücük gibi. İnsanın kendini anlatması kolay iş değil, ama şarkılarımın bunu mümkün kılabileceğine inanmak istiyorum. Nefesimi tuttum, kalbimi açtım dinleyicimden gelecek yorumları bekliyorum. Neden bir albüm yapmalıydın? İçinde bulunduğumuz düzen, her şey gibi müziğin de çok hızlı tüketilmesine sebep oluyor. Bu anlamda albüm yapmak belki bir çılgınlıktı. Fakat ben bu yolculuğa sektörün algoritmalarını düşünerek çıkmadım, müziğimi içimden dışarı akıttım sadece. O yüzden de hiç tereddüt etmedim ve korkamadım. Kimlerle çalıştın? Nasıl bir süreçti? Beni dönüştüreen ve değiştiren bir süreçti. Müzikal kazanımlarımın yanı sıra kendi iç dünyama dair de çok şey öğrendim. Bir şarkıyla kurduğun ilişki, albüm hazırlık ve kayıt sürecinde insan ilişkilerini yönetiş biçimin, hayatın kendine has ritmi içinde savrulmadan hayal ettiklerini gerçek kılmaya çalışma çaban… Hepsi ama hepsi yolculuğu anlamlı kılıyor. Kimi zaman stresli ve yorucu olsa da şüphesiz eşsiz bir süreçti. Albümde dinleyici neler bekliyor? Albümde, iç dünyasında olup bitenleri halı altına süpürmek yerine, derinlerine inip hislerinin adını koymaktan ve onları paylaşmaktan korkmayan cesur birinin hikayeleri var. Dinleyenlerin de bir cesaret kendi duygularıyla yüzleşecek olma ihtimali beni çok mutlu ediyor.

fikri hoşuma gidiyor. Türk Halk Müziği şefi bir baba ve Türk Müziği ses sanatçısı bir annenin kızı olarak, farklı müzik türlerinin içinde gezinerek büyüdüm. Müziğin farklı renklerine olan ilgimin ve yatkınlığımın yansımalarının da şarkılarımın tümünde hissedildiğini düşünüyorum. Albümün çıkış parçası düzenlemesi Cihan Mürtezaoğlu’na ait “Değilsin Tanrı” olmuş. Müzikal olarak sana neler katıyor? Cihan, çok uzun zamandır çok severek dinlediğim, şarkı yazarlığına hayran olduğum bir sanatçı. Onun beni keşfetmesi ise tamamen tesadüf eseri, bir stüdyoda çalıp söylediğim eski bir kaydıma denk gelmesiyle oluyor. Tam da albüm hazırlığındayken böyle bir tesadüfle tanışmamızı evrenin bana gönderdiği bir işaret olarak görüyorum. Cihan, birlikte çalıştığı sanatçının alanına ve arzularına saygı duymak ve müziği kendine özgü yorumuyla zenginleştirmek arasındaki dengeyi çok güzel kuran bir müzisyen. Birlikte çalışmak çok keyifliydi. Hayatı okuyuş şekillerimiz de çok paralel Cihan’la, dolayısıyla ilişkimiz çok kısa sürede iş arkadaşlığından dostluğa evrildi. Albümün ilk klibi de The Away Days’ten tanıdığımız Can Özen imzalı. Bir müzisyenle çalışmak nasıl bir deneyimdi? Dinleyenler Değilsin Tanrı’nın içinde kendi

Müziğini nasıl tarif edersin? Vokalin ön planda olduğu, içten, samimi, romantik ve çoğu zaman melankolik bir müziğin peşinde koşuyorum. Vedaları, yarım kalan hikayeleri, gündelik hayatın hüznünü yalın bir dille ve güçlü melodilerle anlatma

24

hikayesini bulsun istiyorum. Bu sebeple, klip köşeli bir senaryo üzerinden akmasın istedim. Şarkının melankolik ruhuna ve atmosferine uygun sinematografik kareler düşledim. Can, bir müzisyen olarak bu hassasiyetimi çok iyi anladı ve ortaya gerçekten içimize sinen bir iş çıkardı. Tabii Mustang isimli sinema filminden tanıdığımız görüntü yönetmeni Ersin Gök’e de büyük bir teşekkür borçluyum. Albüm sonrası planların neler? Malum endişeli kaygılı günlerden geçiyoruz. Tam da bu küresel krizle yüzleştiğimiz dönemde ilk albümümü yayınlamış oldum. Alınan önlemler dolayısıyla biz de tüm konserlerimizi iptal ettik. Bu karanlık günleri atlatınca iptal olan konserlerin acısını çıkartıp şehir şehir gezmeyi ve bol bol konser vermeyi planlıyorum. Hızlıca tüketilebilecek bir albüm yapmadığımıza inanmak istiyorum, o yüzden yakın gelecekteki planların hepsi, albümün hikayesini paylaşmakla, kalplere yavaş yavaş işlemekle bağlantılı. Uzak gelecekte ise baba kız yapacağımız bir türkü albümü duruyor. Postkolik okurlarına bir mesajın var mı? Ruh halimizin inişli çıkışlı olduğu şu kaygılı günlerde, umarım ‘Kapalı Gözlerle’ albümü gözleri kapatıp, dışarıyı unutup, içindeki denize dalmak isteyenlerin eşlikçisi olur.


RÖPORTAJ

DOĞAN DURU’DAN SOLO ALBÜM

Doğan Duru, ilk solo albümü “Epoch” ile karşımızda. 1996’tan bu yana altı albümü geride bırakan Redd solisti ve şarkı yazarı Duru, 11 şarkılık albümünü Postkolik’e anlattı. Gizem Ertürk Solo albüm fikri nasıl ortaya çıktı? Aslında böyle bir fikir kafamda hep vardı ama fazla önemsemiyor, doğru zamanı bekliyordum. Redd’in neredeyse tüm şarkılarının söz ve müziklerini yapan biri ve Redd’in sürekli üreten bir grup olduğunu düşünürsek aslında çok da zamanım olmuyordu. Yersiz Göksüz Zamanlar’a olan ilgi beklentimizin ötesindeydi ve aslında hemen arkasından bir Redd albüm daha gelecekti. Fakat takvim değişti ve Redd albümü biraz ötelendi. Bu fırsatta ben de solo albümüm için zaman bulmuş oldum ve hemen çalışmaya başladım. 8-9 ay sürdü ve ortaya Epoch çıktı. Tüm şarkıların söz/müziğinin yanı sıra düzenleme ve mix’ler de sana ait. Çok kişisel bir albüm diyebilir miyiz Epoch için? Solo albüme neden solo albüm denir hiç bilmiyorum ama benimki gerçekten solo albüm oldu. Dört şarkıdaki davulları Berke çaldı; onun dışındaki tüm enstrümanları ben çaldım. Bu, her şeyi ben yapayım konulu bir artistlik değildi. Duygularımı tamamıyla kendim ifade ederek, son şekline kadar yön vermek istedim.

Solo albüm yaparken daha da özgürleştiğini düşünüyor musun? Müziğe 18 yaşındayken başladım. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Opera Bölümü’nden solist olarak mezun oldum ve sonrasında Milano’ya Verdi Konservatuvarı’na gittim. Gerçekten çok zor alınan bir özel yetenek bursu ile daha sonra hem Avrupa hem de Türkiye’de mesleğimi icra ettim. Tüm bunları yaparken Rock müzik yapmaya devam ediyordum. Hem klasik müzik hem rock müzik hayatımın bir parçası oldu, bu da yaptığım şarkılarda çoklukla duyulur. Yıllardır elektronik müziğe ilgim var ve hiç birinin bir diğerini domine etmesine izin vermeden tüm bu birikimleri sound olarak Epoch’da buluşturdum. Bir önceki Redd albümünü bağımsız yayınlamıştınız. Bir yandan üretmeye çabalarken, diğer yandan pazar ile mücadele etmek yormadı mı? Bu, tam da bir tez konusudur. Sistemin nasıl çalıştığını kendimiz tecrübe edebilmek için kısa süreli bir macera yaşadık. Plak şirketimiz Pasaj müzikten bir albümlük müsaade istedik ve tüm süreci kendimiz yönettik. Etik olmayan tuhaf ilişkilerle çalışan bir dijital pazar var. Dünyanın gelişmiş müzik endüstrilerinde böyle saçma sapan şeyler olmaz. Birilerinin de bu konuda dikkatini çektiğimizi düşünüyoruz. Ciddi manipülasyonların yapıldığı, dinleyiciye kendi tercihlerini tükettirmeye çalışan birilerinin kendi ticari çıkarlarına göre düzenlemeler yaptığıbir sistem var. Bu konular

25

suç gibi görünmese de etik değiller, borsada böyle işlemler yapılsa suç olurdu ama müzik endüstrisi çok küçük bir değer. Şimdilik hırsızlara hırsız değil, pazarlamacı diyoruz. Gelecekte bu tarz insanlara hırsız diyeceğiz. Son röportajımızda cep telefonu kullanımıyla ilgili “İnsanlık virüsü yuttu, geçmiş olsun”, demiştin. Şimdi gerçek bir virüsle karşı karşıyayız… Nasıl etkiledi? Aslında beklenen bir senaryoydu; bu veya benzeri bir felaket için insanoğlu doğayı sürekli yordu. Tabii Türkiye’de görünmesi tam da albümün çıkış tarihine denk geldi ve bu tabii ki albümle ilgili planlarımızı değiştirdi. Normalde albümdeki şarkıların video süreci evde kaldığımız şu günlerde olacaktı; bu yüzden videolar için biraz daha bekleyeceğiz gibi görünüyor. Ayrıca konserler iptal olduğundan dinleyiciyle buluşmak için uzun bir süre bekleyeceğiz. Bir röportajında bitiremediğin bir romanın olduğundan söz etmiştin. Ne hakkında yazıyorsun? Bir sinema eleştirisi gibi düşünebiliriz. Özet olarak, bir yönetmenin İtalya macerasını yazıyorum. İçinde bir çok hikaye var ama asıl derdim bir eleştiri romanı olacak olması. Şimdi çok anlatamayayım ama kafamda bitmiş ve vaktim oldukça yazdığım bir roman diyebilirim. Son iki yıldır bu yüzden bolca sinema kitabı okudum. Aslında eleştirme kısmı biraz mesleki, aynı zamanda yıldız sanat ve tasarım yüksek lisans mezunuyum. İki yüksek lisansım var ve tezlerim genelde karşılaştırmalı eleştiridir.



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.