NİSAN 2014
NO:15 www.postkolik.com
ÜCRETSİZDİR facebook.com/postkolik
twitter.com/postkolik
instagram.com/postkolik
HEMEN İNDİRİN
MARVEL
NASIL BAŞARDI? ➜ GEZİ
Ada sezonu açıldı. Henüz Bozcaada’ya gitmemiş olanlar için adanın en güzel restoranlarını, en keyifli otellerini ve en lezzetli şaraplarını yazdık.
➜ DİZİ
Game of Thrones, Mad Men ve Californication gibi şaheserlerin yeni sezonları başlarken, nisanda ilk bölümüyle bizlere merhaba diyecek dizileri inceledik.
➜ SİNEMA
Altın çağını yaşayan Asya sinemasının son yirmi yıldaki yükselişini incelerken, “izlemezseniz olmaz” diyeceğimiz en kült filmleri sıraladık.
➜ SPOR
Madrid’de doğan ve kısa sürede dünyaya yayılıp, erkek egemen kaykay dünyasına yepyeni bir soluk getiren Longboard Girls Crew’u tanıttık.
➜ RÖPORTAJ
Normal bir kalemle dahi çizimi oldukça zor olabilecek portreleri, eski plak parçalarıyla yapan Greg Frederick ile Vinyl Pop Art projesi üzerine konuştuk.
➜ TASARIM
Dünyanın farklı coğrafyalarında tasarımın ve konseptin kol gezdiği, “keşke kalabilseydik” dediğimiz birbirinden enteresan otellere göz attık.
NİSAN 2014
03
İ Ç İ N D E K İ L E R BU HABERLER SADECE TABLET DERGİMİZDE!
12
14
GEZİ
Ada sezonu açıldı. Henüz Bozcaada’ya gitmemiş olanlar için adanın en güzel restoranlarını, en keyifli otellerini ve en lezzetli şaraplarını yazdık.
SİNEMA
Altın çağını yaşayan Asya sinemasının son yirmi yıldaki yükselişini incelerken, “izlemezseniz olmaz” diyeceğimiz en kült filmleri sıraladık.
MÜZİK
Vikings diziyle birlikte tekrar keşfedilen İskandinav folk müziğine ve bu müziğin önde gelen gruplarına baktık.
18
26
TASARIM
RÖPORTAJ
Normal bir kalemle dahi çizimi oldukça zor olabilecek portreleri, eski plak parçalarıyla yapan Greg Frederick ile Vinyl Pop Art projesi üzerine konuştuk.
Dünyanın farklı coğrafyalarında tasarımın ve konseptin kol gezdiği, “keşke kalabilseydik” dediğimiz birbirinden enteresan otellere göz attık.
YEMEK
28
34
SPOR
Madrid’de doğan ve kısa sürede dünyaya yayılıp, erkek egemen kaykay dünyasına yepyeni bir soluk getiren Longboard Girls Crew’u tanıttık.
Dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan Londra’nın lezzet duraklarını, nerede ne yenileceğini yazdık.
DİZİ
Game of Thrones, Mad Men ve Californication gibi şaheserlerin yeni sezonları başlarken, ilk bölümüyle bizlere merhaba diyecek dizileri inceledik.
POSTKOLİK TABLETTE BAMBAŞKA!
EĞLENCE
Eğlencenin tadını en güzel çıkaran milletlerin başında gelen İspanyolların dillere destan sokak eğlencesi Botellón’u anlattık.
KÜNYE HAZIRLAYANLAR Sorumlu Müdür: Pınar Özbakır pinar@postkolik.com Enis Hazan, Erdem Tatar, Mehmet Erdoğan, Ersay Uçak, Duygu Kaçar, Orhan Meriç, Ahmet “Başkan” Çatatuğ, Eda Yenivatan, Emrah Gürkan Fotoğraf: Cihan Turhan / CT Photograpy
REKLAM
BASIM
IPAD REKLAM
Altın Kitaplar Yayınevi Tic. AŞ. Göztepe Mahallesi, Kazım Karabekir Caddesi, No: 32 Bağcılar-İstanbul Tel: 0212 446 38 88 Sertifika no: 107666
Yetkin Nural 0537 371 90 50 reklam@postkolik.com MEDYANET Özkan Kaya 0212 304 21 01 mobia@medyanet.com.tr
• Postkolik’te kullanılan tüm yazılar kaynak gösterilerek yayınlanır. • Postkolik 15 bin adet basılıyor. Postkolik’in dağıtıldığı yerleri görmek için www.postkolik.com/nerdeyiz adresini ziyaret edebilirsiniz. • Postkolik’i e-dergi olarak www.postkolik.com adresinden okuyabilirsiniz.
İLETİŞİM Kağıthane Cd. No:72 Çağlayan 34403 İstanbul Tel: 0532 437 26 38 info@postkolik.com
FOTOĞRAF
Moda dünyasının efsane fotoğrafçısı Melvin Sokolsky’nin 51 yıl önce gerçekleştirdiği ve hala konuşulan “Bubble” projesini inceledik.
04
NİSAN 2014
HEM KARA HEM SU CANAVARI HOVERCRAFT gibi hem karada hem suda gidebilen amfibik araçlar her ne kadar devrimsel bir buluş olarak kabul edilse de, pek tutmayan tasarımlar olarak tarihteki yerini almıştı. Öyle ki, birçok deneme yapılmasına karşın, su üstünde 20 km hıza ulaşabilen bir amfibik araç bugüne kadar ticarileşemedi. Fakat teknolojinin gelişmesiyle birlikte hantal ve kenarı şişme bot görünümünde olan bu makineler de küçüldü ve isteğinize göre kişiselleşti. Fotoğraflarda gördüğünüz Quadski şu an belki de dünya üzerindeki en cool araçlardan biri. Sudaki
görüntüsü jet ski’yi, karadaki görüntüsü ATV’yi andıran bu hibrid araç, karada ve suda 80 km hız yapabiliyor. Bir dokunuşla saniyeler içinde tekerlekleri ortaya çıkıyor ya da yerine geri giriyor. Gibbs Sports Amphibians tarafından üretilen ve yaklaşık 40 bin dolara satılan Quadski’nin üretilebilir hale gelmesi içinse tam 200 milyon dolar harcanmış. http://goo.gl/S2SLQ H www.gibbssports.com H
2014 DÜNYA KUPASI’NIN RESMİ SAATİ iŞTe karşınızda Haziran ayında Brezilya’da gerçekleşecek Dünya Kupası’nın resmi saati. Saat savaşlarının kızıştığı ve büyük mücadelenin yaklaştığı şu günlerde dünyaca ünlü saat markası Hublot, bu organizasyon için sınırlı sayıda üretilen Big Bang Unico modeli ile atağa geçti. Bu saati diğerlerinden ayıran en önemli özelliği bir futbol karşılaşmasının iki devresinde otomatik olarak 45’er dakikalık zaman tutabilen kronografı. Tek dokunuşla ayarlayabileceğiniz bu kronograf aynı zamanda ek süreyi bile sizin için tutabiliyor. Dünyada sadece 200 adet siyah seramik (Fiyatı 26 bin dolar) ve 100 adet de altın (Fiyatı 42 bin dolar) olarak üretilen bu saat ile dünya kupasının hiçbir saniyesini kaçırmayacaksınız! http://goo.gl/X9UU0h H www.gibbssports.com H
NİSAN 2014
05
SANTA CRUZ GURURLA SUNAR STAR WARS’UN hayatımızın her alanında olmasını istiyor ve de seviyoruz. Bugün kahve fincanından flash disk’e, Çin usulü yemek çubuğundan buz ve çikolata kalıplarına kadar neredeyse her türlü objenin üzerinde gördüğümüz Star Wars temaları kaykayların üzerinde de olmuş çok mu? Tabii ki de değil. Dünyaca ünlü kaykay markası Sant Cruz ve Star Wars işbirliği ile işte karşınızda sınırlı sayıda üretilen Chewbacca, Stormtrooper, Yoda, Darth Vader ve Boba Fett illüstrasyonlu board’lar... Şehrin kaldırımlarını ve yollarını bu muhteşem kaykaylarla aşındırırken de ‘Güç’ sizinle olsun!
http://goo.gl/0jtwrQ
H www.nhsfunfactory.com H
MUCİZE MAKİNE YÜZYILLARDIR geleneksel yöntemlerle üretim yapılan şarapçılıkta da, yeniçağın teknolojisi kullanılabilir mi? Cevap öyle görünüyor ki evet! Şarap uzmanları Kevin Boyer ve Philip James, Silicon Vadisi’ndeki dostlarıyla kafa kafaya verip bilgisayar kontrolündeki bir ortamda düşük sıcaklıkta kendi şarabınızı yapmanıza imkân veren “Mucize Makinesi”ni geliştirmişler. 499 dolar fiyatla satışa sunulan The Miracle Machine, şu an için dünyanın en ekonomik evde şarap yapma makinesi. Üstelik minimalist tasarımıyla da son derece şık! Ürünün kalbini “mayalanma odacığı” oluşturuyor. Makinenin içine su, maya ve üzüm konsantresi koyduktan sonra, devreye ısıtıcılar, sensörler, havalandırma filtreleri ve bilgisayar teknolojisi giriyor. 72 saat içinde suyu şaraba dönüştürmeyi başaran bu mucize alet ile başta Cabernet Sauvignon olmak üzere altı farklı türde şarap üretme imkanınız var. Bu tercihleri ise The Miracle Machine’in IOS ve Adroid uygulaması http://goo.gl/dsCvjD sayesinde gerçekleştiriyorsunuz. H themiraclemachine.net H
HELLO KITTY SEKSİLEŞTİ! FOTOğRAF severlerin favori markalardan Leica, popüler kültürün iki gözde markası Playboy ve Hello Kitty’yi bir araya getiriyor. Limitli sayıda üretilen bu seri markaların 60. ve 40. yıl dönümleri için de harika bir kutlama! The Leica C model fotoğraf makinesi, siyah gövdesi üzerinde Playboy tavşanı kulakları ile Hello Kitty görselini taşıyor. Bu seri esasında Fransız konsept mağazaları Colette için hazırlanan Playboy - Hello Kitty ürün serisinin bir parçası. Collette markasının kurucusu Sarah Andelman; Style.com’a verdiği röportajda hiçbir ortak yanı olmayan bu iki ikonu birleştirerek zıtlıkların çekici olabileceğini vurgulamak istemiş. Ürünün 920 Euro’dan satışa çıktığını da ekleyelim.
DÜNYANIN EN PAHALI MENDİLİ KULLANIM amacı gayet bariz olan mendilleri taş çatlasa 1 liraya bulabileceğimiz ve bundan yukarı fiyatları kabul bile edemeyeceğimiz bir ortamda, 1 kutu (12 adet) mendile 100 doları kim verir? Cevap tabii ki de Japonlar. Evet yanlış okumadınız. Fotoğrafta gördüğünüz mendillerin fiyatı tam tamına 100 dolar. Japon kağıt üreticisi Daishowa First dünyanın en yumuşak mendilini bu fiyata satıyor. Tek özelliği ultra yumuşak olması olan bu mendillerin adı “Juunihitoe”. Japoncadaki anlamı ise asilzade kadınları tarafından giyilen 12 katlı seremoni kimonosu. Altın suyuna batırsanız bu fiyata ülkemizde kimseye satamayacakları bu mendilleri kimin talep edeceğini gerçekten merak ediyoruz. http://goo.gl/JYmNV H www.daishowa-first.com H
06
NİSAN 2014
ŞNORKEL Mİ DEDİNİZ? SüRekLi yan kısmından su alan gözlük ve hastanede anasteziye yatıyormuş hissi veren şnorkel ikilisi tarihin tozlu sayfalarındaki yerini almaya hazırlanıyor. Çünkü artık Tribord Easybreath gibi inovatif ürünler var. Adı gibi kolay nefes almayı vaad eden bu ürün, sualtı meraklılarına yepyeni bir alternatif sunuyor. Yüzün tamamını kaplayan bu maske ile hem 180 derecelik bir görüş açısına sahip oluyorsunuz hem de sadece burundan nefes almak zorunda kalmıyorsunuz. Ayrıca özel sistemi sayesinde dışarı verdiğiniz havanın tamamını tahliye ettiği için buğulanma da yapmıyor. Bu seneki tatil çantalarının baş http://goo.gl/5coLs3 aksesuarı olmaya kesinlikle aday. H www.tribord.com H
FERRARI’DEN GÜZEL HAMLE
DÜNYANIN en güzel şehirlerinden biri olan Barcelona’ya gitmek artık çok daha da keyifli olacak. Zira İtalyan otomobil üreticisi Ferrari, Barcelona’nın oldukça yakınında olan ve yılda 4 milyon turist çeken Port Aventura’da bir tema park açmaya hazırlanıyor. 2016’da faaliyete geçmesi planlanan park, 75 bin metrekarelik bir alan içinde inşa edilecek. İçinde 250 odalı bir otel, Ferrari Shop, restoranlar,
eğlence ve simülasyon merkezi bulunduracak merkezin bizi en çok heyecanlandıran özelliği ise Avrupa’nın en yüksek ve hızlı Roller-coaster’ına sahip olacak olması. Evet, Ferrari ve Rollercoaster kelimelerinin yan yana gelmesi bile insanı heyecanlandırmaya yetiyor değil mi? 100 milyon Euro’ya mal olacak park, aslında Ferrari’nin ilk tema parkı olmayacak. Şirket, 2010 yılında Abu Dabi’de bir tema park açmıştı.
90 DAKİKADA ROMAN OKUYUN
TEK TEKER DEVRİMİ Sizi çok acayip bir araçla tanıştıralım. Ryno tek tekerlekli, elektrikle çalışan bir motosiklet. Aslında bundan çok daha fazlası. 6 saatte şarj olabilen ve bu şarj ile yaklaşık 30 km gidebilen bu ufaklığın hızı da saatte 16 kilometre. Kesinlikle uzun yol için üretilmemiş olan Ryno’nun asıl amacı şehir içinde kolay ulaşım sağlaması. Kompakt dizaynı ile her yerden kolayca geçebilen, istediğiniz yere park edebileceğiniz ve kolaylıkla kilitleyebileceğiniz Ryno, sadece kişisel
kullanım için değil aynı zamanda özel güvenlik elemanlarının ve devriye gezmesi gereken işlerde çalışanların ihtiyaçlarını da karşılayabiliyor. Bisikletin bile adamdan sayılmadığı ülkemizde satma ihtimali zor olan bu araç gelişmiş şehirlerde kullanım için tek kelimeyle mükemmel. http://goo.gl/zLclo H rynomotors.com H
DAHA fazla okumak için çıldıranlara müjdemiz var! Spritz adlı software üreticisi şirket, teknoloji severlere yeni okuma teknolojisini geçen ay tanıttı. Gözün odaklanma noktası ve özellikle mobil ekranlarda okuma zorluğunu dikkate alan Spritz, ekranda en fazla 13 karakter göstererek kolay odaklanma sağlıyor. Spritz’in Optimum Algılama Noktası olarak adlandırdığı noktayı uygulamada Redicle adını verdikleri gösterge ile işaretliyorlar. Bu şekilde dakikada 250 kelimeden 1000 kelimeye kadar seçeceğiniz hız ile “Sprizt”leyebiliyorsunuz. Samsung Galaxy S5 ve Gear2 e-mail okuyucu dahilinde kullanıcıyla tanışacak Spritz için e-kitap, mobil uygulamalar ve çeşitli teknolojiler ile beraber çalışması için görüşmelerin sürdüğü belirtiliyor. Spritz’i şimdilik sitesinden http://goo.gl/zL5GQh deneyebilirsiniz! H www.spritzinc.com H
08
NİSAN 2014
İKİ SÜPER FİLM BİRDEN! Beyazperdede süper enflasyonu olunca başlığımız da manidar oldu elbette. Bu ay Marvel firması özelinde hem vizyona giren Örümcek Adam ve Kaptan Amerika’nın ikinci filmlerine göz atacağız hem de sinema sektörüne can veren süper kahramanların yarattığı infiale değineceğiz. Mevzuya biraz çekişme katmak için, DC filmlerini de Marvel’la yarıştıracağız. Pelerinlerinizi giyin ve bize katılın. n Erdem Tatar
G
eçtiğimiz ay video oyunlarının sinema uyarlamalarına değinmiştik hatırlarsanız. Eğer o sayımızı ıskaladıysanız bir an önce tabletinize ya da akıllı telefonunuza indirmenizi tavsiye ederiz. Hollywood orijinal senaryo kıtlığından kendisini edebiyat uyarlamaları ve biyografilere uzun süre önce teslim etmişti. Kabaca yirmi yıldır video oyunlarıyla haşır neşir olan Hollywood’da esas dönüşüm ise çizgi roman uyarlamalarıyla başladı. Ürkek birkaç uyarlamayla başlayan çizgi karakterlerin filmlerini çekme sevdası, büyüyen bütçeler, gelişen teknoloji ve hasılatların yükselmesiyle inanılmaz bir boyuta geldi. Şu an sinema tarihinin en yüksek gişe hasılatına sahip olan üçüncü filmi bir çizgi roman uyarlaması olan “Avengers” (2012). Zirvenin bir çizgi roman uyarlaması tarafından ele geçirilme olasılığı ise önümüzdeki on yıl içinde oldukça yüksek. Tüm bunların sebeplerine geri döneceğiz ancak bu ay sinema salonlarında ağırlayacağımız iki süper kahraman için de birkaç kelam etmek lazım.
KALKAN MEVSİMİ Örümcek Adam ve Kaptan Amerika ne tesadüftür ki bu ay içinde gösterime girecek. “Captain America: The Winter Soldier” 11 Nisan’da vizyonda olacak. Marvel’ın laboratuvar ortamında yaratılan bir serumla adeta yeniden doğan süper güçlü askeri Kaptan Amerika (Chris Evans), geçmişinden eski bir dostu rakibi olarak görecek. Tabii dostunu bıraktığı gibi bulamayacağından emin olabilirsiniz. Marvel Comics’in aynı adlı çizgi romanından uyarlanan filmde, “Avengers” ekibinden Black Widow (Scarlett Johansson) ve Nick Fury de (Samuel L. Jackson) kahramanımıza yardım etmeye çalışacak. Efsane oyuncu Robert Redford’un da filmde önemli bir rol üstleneceğini hatırlatalım. Filmin konusuna dair fazla bir şey yazıp keyfinizi kaçırmak istemiyoruz ancak bu müthiş filmi eve bırakmayın ve gösterimdeyken sinemada izleyin demekten de kendimizi alamıyoruz.
09
NİSAN 2014
AĞLARI KİM ÖRDÜ? Örümcek Adam ise nisanın son vizyon haftası olan 25’inde beyazperdeye ağlarını örecek. “Amazing Spider-Man” (2012) filminin devamı olan “Amazing Spider-Man 2”de bu defa tam üç kötüyle birden savaşacak duvar sürüngeni. Filmin baş kötüsü geçirdiği kazadan sonra elektrik yüklü süper güçler kazanan Electro (Jamie Foxx), bir diğeri Green Goblin (Dane DeHaan) ve çizgi romanların aksine robot bir zırhla karşımıza çıkacak olan Rhino (Paul Giamatti). Gördüğünüz üzere kötülerin biri Oscar, diğeri Golden Globe ödüllü oyuncular. Dane DeHaan’ın adını henüz duymadıysanız merak etmeyin, kendisini pek çok önemli projede seyredeceksiniz yakın zamanda. Hatırlarsanız Örümcek Adam’ın Tobey Maguire tarafından canlandırıldığı ve Sam Raimi tarafından yönetilen bir üçleme filmi mevcuttu. 2012’de yeniden çevrilmeye başlayan filmlerde Örümcek Adam rolü Andrew Garfield’a gitti. Emma Stone’un Gwen Stacy rolüyle kahramanımızın kalbini çalan prenses olduğunu da hatırlatalım. Filmlerin yönetmeni Marc Webb uzun yıllar boyunca müzik dünyasına sayısız video klip çekerek tanındı. Sonrasında ilk uzun metraj filmi “(500) Days of Summer” ile kalpleri eriten başarılı yönetmen, kendini kısa süre sonra Örümcek Adamı yönetirken buldu. Yönetmen ve karakterin kimyası şimdilik tutmuş gözüküyor.
DISNEY İLE BOYUT DEĞİŞTİRDİ Marvel hali hazırda üç büyük firmaya milyar dolarlık filmler yaptırırken, esas voleyi nasıl vurdu diye merak edenleriniz vardır, onu da açıklayalım: Marvel Comics, 2006 yılında dünyanın en büyük eğlence markalarından olan Disney tarafından satın alındı. Bu satın alma işleminin ardından yapılan ilk icraat ise Marvel Studios’u kurmak oldu. Belki X-Men ve Örümcek Adam gibi iki önemli silahı ellerinden kaçırmışlardı fakat Marvel’ın devasa kataloğunda atılacak çok kurşun vardı. Bundan sonrasına geçmeden önce ufak bir parantez açıp, Marvel markasına ait filmlerin, Marvel Studios kurulmadan önce dünya çapında 5 milyar doların biraz üzerinde hasılat yaptığını söyleyelim. Marvel Studios’un “Iron Man” (2008) ve “The Incredible Hulk”la (2008) başlayan atağı ve “Thor” (2010), “Captain America: First Avenger”la (2011) devam eden gelişme sürecine, “Avengers” (2012) ile
MARVEL’IN SIRRI NE? Marvel, bilindiği üzere DC Comics ile beraber Amerika’nın en büyük çizgi roman firması. Sinema salonlarında ise logosunu şüphesiz en sık gördüğümüz firma. Eğer seksenlerde çekilen birkaç başarısız filmi saymazsak doksanlı yılların sonuna kadar Marvel Comics beyazperdede pek varlık gösteremedi. Peki ne oldu da Marvel, çizgi roman sayfalarından taşıp beyazperdenin gediklisi haline geldi? Bu sorunun cevabı maalesef; iflas. Evet, yanlış duymadınız, Marvel Comics doksanların ikinci yarısından itibaren adeta iflasın eşiğine sürüklendi. Yıllarca film yapımcılarına süper kahramanlarının haklarını satmamak için kahramanca direnen şirket, ekonomik dar boğaza girince köşeye sıkıştı ve ilk olarak “Blade” (1998) ile sinema seyircisiyle buluştu. Marvel henüz o yıllarda kendi filmlerini yapamadığı için çareyi farklı firmalara kahramanlarının haklarını uzun süreli satmakta buldu. Marvel, yıllar sonra bu kararından pişmanlık duyduğunu açıklasa da, günü kurtarmak adına üç büyük firmayla yaptıkları anlaşmalar, telif sorunları dolayısıyla beyazperdede kahramanlarının yollarının kesişme ihtimalini sıfıra indirdi. New Line Cinema, Blade’i alıp üç film birden yaparken, 20th Century Fox ise X-Men’i satın aldı. 2000’den bu yana Marvel’ın en zengin karakter kadrosuna sahip serisi X-Men’e ait dört film ve
ilk düğüm atılmıştı. Marvel Studios’un taktiği açıktı: Tek tek kahramanlara filmler yapıp bu filmlerin tümünü bir Avengers filmiyle bağlamak... Ünlü prodüktör Kevin Feige’in önderliğinde, ünlü yönetmen ve yazar Joss Whedon’un (Buffy the Vampire Slayer) kumandasında Marvel
bunlara ek olarak iki adet de Wolverine filmi çekildi. Bu yaz izleyeceğimiz “X-Men: Days of Future Past” ve 2016 yılında vizyona girecek olan “X-Men: Apocalypse”in ardından üçüncü bir Wolverine filmi çekileceğini de duyurdu 20th Century Fox. Kısacası bal tutan parmağını yalıyor. Tabii bir de Örümcek Adam meselesi var. Sony Entertainment ve Columbia Pictures’ın ortak olarak haklarına sahip olduğu ağ kafa, bu ay vizyona girecek olan filmini de sayarsanız tam beş filme sahip. Altıncı film 2016 yılında gösterime girecek ve sonrasında Örümcek Adam’ın ünlü düşmanları Venom ve Sinister Six de sırasıyla vizyonda yerlerini alacak. Marvel’dan bir seriyi satın aldığınızda o seriye dair dost, düşman tüm karakterlerin de film haklarını satın alıyorsunuz anlayacağınız. Hollywood ise bu hakları sağmaya her daim hazır bir iştaha sahip.
Studios adım adım ikinci Avengers filmine doğu yaklaşıyorlar. Yaz aylarında gösterime girecek olan “Guardians of the Galaxy” ile bizi yeni bir Marvel çetesiyle tanıştıracak olan stüdyo, pekala bu ekiple Avengers’ın yollarını da çizgi romanlarda kesiştirdiği gibi beyazperdede kesiştirecek. Gelecek yaz “Avengers: Age of Ultron” ikinci Marvel Studios kuşağına düğümü atacak, üçüncü kuşaksa birkaç ay sonrasında yepyeni bir kahramanı tanıtacak olan “Ant Man” filmiyle başlayacak. Marvel Studios 2021 yılına kadar filmlerinin planlandığını açıklamıştı. 20th Century Fox ise şimdilik 2017 yılına kadar iki X-Men bir de Wolverine filmi yapıyor. Columbia, tam dokuz adet Örümcek Adam evreni yapacağını duyurdu, bu durumda en az bir 10 sene süper kahramana doyacağımız garanti. Az önce Marvel Studios kurulana kadar filmlerin yaptığı hasılatın rakamını sizlerle paylaşmıştık. O rakam şu anda tam 13 milyar dolara dayanmış halde!
10
NİSAN 2014
PEKİ YA DC? Marvel Comics’in en önemli rakibi DC Comics, sinemayla yetmişli yıllardan beri haşır neşir. İlki 1978 yılında çekilen “Superman”, dört filmlik bir seri olmuştu. 1989’da Tim Burton’a emanet edilen Batman ise eksantrik yönetmenle iki filmi kotardıktan sonra (“Batman Returns” (1992) Joel Schumacher’a teslim edilerek felakete sürüklendi. “Batman Forever” (1995) ve “Batman & Robin” (1997) o kadar başarısız yapımlardı ki günümüzde halen dalgası geçilen filmler olarak tarihte yerlerini aldılar. “Steel” (1997) ve “Catwoman” (2004) gibi iki problemli uyarlamayı daha sayarsak DC Comics bayağı zor duruma düşmüştü beyazperdede. Marvel karakterleri farklı firmaların himayesinde fırtınalar estirirken DC filmleri 2004 yılına dek ancak 1.8 milyar dolar hasılat yapabilmişlerdi. Warner Bros’un Hollywood’un geleceğinin süper kahramanların elinde olduğuna ikna olmasından sonra, deha yönetmen Chris Nolan’la anlaşıp Batman’i kendisine teslim etmesi ise adeta ölü toprağının üzerinden atılmasına neden oldu. Chris Nolan’ın karanlık ve ayakları yere basan Kara Şövalye üçlemesini oluşturan “Batman Begins” (2005), “The Dark Knight” (2008) ve “The Dark Knight Rises” (2012) çizgi roman filmlerine dair tüm dengeleri değiştirdiler. Artık tüm yapımcılar Nolan’ın karanlık evrenini referans olarak göstermeye, filmlerinin kurgusunu o minvalde tasarlamaya başlamıştı. Gişeye de direkt yansıyan bu başarı Nolan’ın eseriydi. DC Comics 2006 yılında “Superman Returns” ile Kriptonlu kahramanını diriltmek istediyse de umduğu başarıyı bulamadı. Zack Snyder’a devrettikleri “Watchmen” (2008) ise beklentilerin üzerinde başarı yakaladı, bunun
MARVEL’DAN SÜPER HAMLELER Robert Downey Jr. gibi ikon bir aktöre Iron Man karakterini oynatarak büyük sükse yaptılar. Avengers gibi kalabalık bir ekibi işin uzmanı olan Joss Whedon’a emanet ettiler. Çizgi romanları yazan Marvel Comics ekibinden yirmi kişilik bir kurul kurup tüm filmlerin senaryolarını bu kurula onaylattılar. Marvel Studios’un yaratıcı lideri olarak Joss Whedon’u sabit tuttular, tüm filmleri onun yarattığı paralelde planladılar. Üç farklı firmanın Marvel kahramanlarının haklarına sahip olması demek sürümden kazanmak demek, her yıl en az üç Marvel filmi izler olduk bu sayede. Guardians of the Galaxy, Ant Man, Doctor Strange gibi az bilinen karakterleri de sinema seyircisiyle buluşturma cesaretleri sayesinde Marvel çizgi roman satışlarını da artırdı. Tüm filmleri güncel olarak çizgi romanlarla da desteklemek, Marvel evrenini sıfırdan bu düzen etrafında inşa etmek yapılan en doğru hamleydi. X-Men, Örümcek Adam ve Marvel Studios filmlerinin kendi arasında giriştiği üçlü mücadele sayesinde kalite arttı.
X-Men ve Örümcek Adam’ın her bir karakteri artık altın değerinde, önümüzdeki yıllarda süper kahraman filmleri bu iki serinin renkli kadroları sayesinde çok farklı yönlere gidecek. Disney’in Marvel’ı satın alması demek çizgi roman okumayan yaş gruplarına dahi seslenmesi demek, tüm kahramanların ürün ve sunum yelpazesi bu sayede hiç olmadığı kadar çeşitleniyor.
üzerine Warner Bros genç yönetmene “Man of Steel” (2013) filmiyle Superman’i uçurma şansını verdi. Marvel’ın üç koldan salonlara doluşan kahramanlarına nazaran DC kahramanları biraz geride kaldılar tabii. 2011 tarihli “Green Lantern” da bekleneni veremese de, pelerinliler şimdilik iş görüyorlar. Bu arada iki şirketin mücadelesi sinema salonlarından evlere taşmış durumda. Arrow dizisiyle 2013 yılında büyük sükse yapan Marvel, bu yıl da Flash’ı televizyon ekranlarına taşıyacak. Bu hamleye Marvel önce Agens of S.H.I.E.L.D. dizisiyle cevap verdi ancak esas mücadele gelecek yıl başlıyor. Daredevil, Jessica Jones, Luke Cage ve Iron Fist karakterlerine dört farklı dizi yapacağını açıklayan Marvel, gözünü zirveye dikmiş durumda. DC ise kısa süre önce sinema tarihinde ilk defa Batman ve Superman’i aynı filmde buluşturacağını duyurdu, Zack Snyder yönetmenliğinde çekilecek filmde DC evreninden Wonder Woman da kendisine yer bulacak. Tüm bunlar 2018 yılında gösterime girmesi beklenen “DC’nin Avengers’a cevabı” olarak lanse edilen Justive League of America filminin ayak seslerini müjdeliyor. Tabii önce Superman ve Batman buluşmasının tam not alması gerekiyor. Chris Nolan’ın Batman üçlemesinden sonra gişede de şansı dönen DC elbette Marvel’ın yanına yaklaşamıyor ancak 5.8 milyar dolarlık toplam hasılatıyla güçlü bir rakip olduğunu ispatlıyor. İyi ve kötünün mücadelesinden türeyen süper kahramanların hakimiyet savaşı, kâr mücadelesine düşmüş milyar dolarlık yapımlar sayesinde en çok sinema seyircisine kazanç sağlıyor. Sinema dünyasının yeni ve en pahalı kahramanları daha uzun yıllar ilgi alanımızda bulunmaya devam edecekler.
SİNEMALARDA SÜPER KAHRAMAN TAKVİMİ
• CAPTAIN AMERICA THE WINTER SOLDIER 11 Nisan 2014 • AMAZING SPIDER-MAN 25 Nisan 2014 • X-MEN: DAYS OF FUTURE PAST 23 Mayıs 2014 GUARDIANS OF THE GALAXY 1 Ağustos 2014 • AVENGERS: AGE OF ULTRON 1 Mayıs 2015 • ANT-MAN 17 Temmuz 2015 • CAPTAIN AMERICA 3 6 Mayıs 2016 • BATMAN & SUPERMAN 6 Mayıs 2016
fiat_500L_living_ilan_secilen_MER_21x32cm.pdf
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
1
21.03.2014
17:21
12
NİSAN 2014
5 SORUDA
Yoksa siz de yazdan kalma bir huzur, biraz mavi, biraz deniz kokusu arayanlardan, yanına da güzel yemekler yiyip, iyi şaraplar içebileceğiniz keyifli sofralara özlem duyanlardan mısınız? O halde Bozcaada sizin için doğru adres! Tam bir gönülden Bozcaadalı sayılan Özüm Kasapoğlu (Küçük Martha) Bozcaada’yı Postkolik okuyucuları için yazdı. NASIL GİDİLİR? Otobüs, araba ve belirli dönemlerde deniz uçağı kullanarak Bozcaada’ya gelebilirsiniz. Araba ile yolculuğu tavsiye etmemizin nedeni, ada içerisinde rahat hareket edebilme şansınızın olması. Eğer bahar sonu-yaz başı gibi gidecekseniz yol boyunca durmak ve fotoğraf çekmek isteyeceğiniz birçok noktanın olacak olması da bir başka tercih sebebi. İstanbul’dan yola çıkacak olanlar Tekirdağ üzerinden devam edip Gelibolu’dan Lapseki’ye ya da Eceabat’tan Çanakkale’ye feribot ile geçmeliler. Feribot saatleri sezona göre değişiyor. Bu nedenle GESTAŞ’ın internet sitesinden yola çıkmadan önce mutlaka saatleri kontrol etmenizi öneririz. Ortalama 5 saat sürecek olan o yolculuk sırf hafta sonu için bile çekilmeye değer! :)
NEREDE KONAKLANIR? Adada konaklama için aslında önce karar vermeniz gereken şey, merkezde mi yoksa merkezden uzak bağların içerisinde bir taş evde mi olmak istediğiniz olmalı. Adaya ilk defa gidenler için merkezde konaklamak her zaman daha avantajlıdır. Böylelikle tüm restoranlar ve çarşı, konaklayacağınız pansiyonlara yürüme mesafesinde olacaktır. Fakat bir bağ evinde konaklamanın keyfinin
de bambaşka olduğunu söyleyelim. Patiska Bağ Evi bu konuda en başarılı mekanlardan biri. Her odasında bulunan şömineleri, koskocaman bahçesi ve kapalı açık kahvaltı mekanlarıyla gerçekten çok keyifli. Ayrıca ünlü Ada Ekmeği’nin sahibi Ali Erol da o muhteşem ekmeklerini çoğunlukla bu bağ evinde üretiyor. Irmak Bağ Evi bu sene yenilenen bir diğer bağ evi olarak dikkat çekiyor. O da koskocaman yeşil bir alanın içerisinde yer alan sevimli dokuz adet odası olan bir bağ evi. Merkezde ise, bembeyaz ve denize bakan odaları ile Ela Tenedos en favori otellerden. Aynı şekilde Kaikias ise, lüks ve özenli tasarımı ile adanın en şık otellerinden biri. Bize sadece başımızı koyacak bir yer olsun, ucuz olsun gerisi çok mühim değil derseniz tabii ki bunun için de bir çok seçeneğiniz var. Adahan Otel bu anlamda size önerebileceğiz güzel mekanlardan.
NE ZAMAN GİTMEK LAZIM? Neyse ki Ada zamansız… Baharı ayrı güzel, yazı ayrı güzel… Normal şartlarda sezon Nisan itibariyle açılır ve Kasım’a kadar devam eder. En yoğun ve adanın en kalabalık olduğu dönem Temmuz-Eylül arasıdır. Mayıs ve Ekim ayları ise ayrı keyifli ve huzurludur.
Sezon açıldığı andan itibaren çeşitli etkinliklere de ev sahipliği yapıyor Bozcaada. Örneğin New Balance’ın geçen sene ilk defa düzenlediği maraton bu sene de 9-10 Mayıs tarihlerinde yine Bozcaada’da gerçekleşecek. Koşu için çok keyifli bir atmosferi olan ada, koşu severler için güzel bir seçenek olacaktır. Adada gerçekleştirilen diğer etkinliklerin başında ise “Üzüm Güzeli Festivali” ve “Bozcaada Yerel Tatlar Festivali” yer alıyor. Ne yazık ki meşhur bağ bozumları da çıkan yasa nedeni ile artık düzenlenemiyor.
PLAJLAR NASIL? Temmuz-Ağustos ayları boyunca hava oldukça sıcak, deniz suyu ise Kaz Dağları’nın eteklerindeki karlar eriyip denize karıştığı için biraz soğuk oluyor. Kimileri bu nedenle “Buzcaada” da demiştir vakti zamanında bu adaya. Ama yazın o bunaltıcı sıcağında iyi gelebiliyor. Ayazma en meşhur ve en büyük plajıdır adanın. Aynı zamanda etrafında tesisler olan da tek halk plajıdır. Bunun haricinde Akvaryum Koyu, Sulubahçe ve Habbele diğer güzel plajların bulunduğu yerlerdir. Daha sessiz, daha sakin bir alanda denize girmek istediğinizde bu koylardan birini tercih edebilirsiniz.
13
NİSAN 2014
ÜZÜM ADASININ ŞARAPLARI
Bozcadaya gidip şarap içmemek tabii ki olmaz. Adada, Bozcaada Çavuşu, Cardinal, Atasarısı, Uslu, Yalova İncisi, Alphonse Lavallee ve Amasya, Karasakız (Kuntra), Altınbaş (Vasilaki) ve Karalahna yetiştiriliyor. Karalahna ve Kuntra kırmızı şarap üretiminde, Vasilaki ve Bozcaada Çavuşu ise beyaz şarap üretiminde kullanılıyor. Bozcaada’da yerel şarap üreticisi olan birkaç adet firma bulunuyor. Bunlardan en ünlüleri Talay, Çamlıbağ, Corvus, Ataol ve Amadeus’tur. Her birinde ada üzümünden yapılmış şarapları bulabilirsiniz. Ne yazık ki geçtiğimiz yıl getirilen yasa nedeniyle artık şarap tadımı yapılması yasak. Bu nedenle denemek için satın almanız gerekecek.
Özellikle Akvaryum Koyu’nun çok keyifli olduğunu söyleyebiliriz! Geçtiğimiz yazdan itibaren adada özel işletmeler de havuzbaşı keyfi yaşamak isteyenlere mekanlarını sunmaya başladı. Bunlardan Pelagos ve Ataol Beach’i örnek verebiliriz. Her ikisinin de giriş ücreti var. Ayazma’daki plastik şezlonglardan ya da kumdan sıkıldığınızda buradaki yumuşak pufları tercih edebilirsiniz. Her ikisinden denize de girilebiliyor bu arada.
NEREDE NE YİYELİM? Bozcaada’ya gidip de meze sofrasına oturmamak olur mu hiç?! Merkezde Rum Mahallesi’nde yer alan restoranlar sokağı önce size görsel bir şov sunuyor. Sağlı sollu daracık sokaklardaki masalarda, kaç kere kurtarıldı bu devlet kim bilir :) Adam, Sandal, Lodos ve Simyon bu sokakta
tavsiye edebileceğiz en güzel mekanlardan. Adam’a giderseniz enginarlı ahtapot ve beğendili mezgit yemeyi, Sandal’a giderseniz dolaptaki tüm mezeleri denemeyi, Lodos’a giderseniz damla sakızlı enginar, kız bohçası ve ada otları salatasını denemeyi, Simyon’a giderseniz de beğendili ahtapot ve deniz mahsulleri kokoreç denemeyi unutmayınız! Yine merkezde ama sahil tarafında ise Cabalı Meyhane’yi tavsiye ederiz. Ünlü Bozcaadalı Ülke Şef’in beğendili levrek filetosuna ve kağıtta kalamarına bayılacaksınız! Cumhuriyet Mahallesi’nin yeni sayılabilecek mekanlarından biri olan Kapı 14 de eski bir Rum evi ve aynı zamanda Ada’nın ilk karakolu olan binada yer alıyor ve şimdilerde meyhane olarak hizmet veriyor. Sumru Yavrucuk’un yeğeni Kutlu Yavrucuk’un sahibi olduğu Kapı 14’ün et mönüsü denemeye değer.
Limanın yan tarafında ise Yakamoz Restoran, Şehir Restoran ve meşhur Koreli Restoran, balık yemek için güzel mekanlardandır. Yakamoz’da bazı geceler canlı müzik de olabiliyor. Kalenin arkasında, feribot iskelesinin solunda kalan Rıhtım Cafe ise muhteşem tostlarıyla size feribot öncesi son tadımları yapmanızı sağlayacaktır. Otlu-peynirli tost favorimiz! Ayazma bölgesinde bulunan Vahit’in Yeri ise, üzerinizdeki deniz tuzu henüz gitmemişken ve güneş hala bir yerlerden sizi ısırıyorken gidip biranızı içebileceğiniz ve yanında mutlaka kalamar, peynir ezmesi ve kabak çiçeği dolması söylemeniz gereken mekandır! Kahvaltıları da çok meşhur olan Bozcaada’nın, bu anlamda en ünlü mekanları Patiska Bağ Evi, Rengigül Konuk Evi, Eski Kahve ve tabi ki yılların Ada Cafe’sidir. Patiska’nın huzurlu ortamına ve dost sohbetine kendinizi bırakıp, Ada Ekmeği ile güzel kahvaltınıza başlayabilir, Rengigül’ün sayısını bilmediğim çeşitteki güzel reçellerini deneyebilir, Eski Kahve’de gerçekten güzel bir kahve içebilir, Ada Cafe’de ise patlıcanlı börek yanında gelincik şerbetini tadabilirsiniz.
14
NİSAN 2014
ASYA
SİNEMASININ YÜKSELİŞİ 4 Nisan’da vizyona girecek Raid 2 ile Jakarta’nın şiddet ve suç dolu sokaklarına geri dönüyoruz! Aylardır heyecanla beklediğimiz filmden yola çıkarak, hem Asya sinemasının hızlı yükselişine hem de özellikle son yirmi yıldaki atılımıyla Hollywood’a ilham verir hale gelen filmlerine göz attık. n Erdem Tatar
A
sya sineması tarihine girersek işin içinden çıkamayız. O yüzden işin o kısmını teğet geçelim. Yine de Amerika’nın Japon sinemasına ilgisinin Akira Kurosawa zamanından beri baki olduğunun altını çizmekte yarar var. 1961 tarihli “Yojimbo”nun 1964 yılında Clint Eastwood’un başrolünde oynadığı “For a Fistful of Dollars”a 1964 yılında dönüştüğünü hatırlatmakta fayda var. Bir başka Kurosawa klasiği olan “Seven Samurai”nin (1954), “Magnificent Seven”a (1960) dönüşümünü de anmadan olmaz. Teşbihte hata yoktur derler, Amerikalılar ezelden beri samurayları kovboya dönüştürmenin meraklısı anlayacağınız. Peki ne var bu çekik gözlülerde?
DÖVÜŞ FİLMİ DÖNEMİ Asya sineması yetmişlerin son yarısında seks furyasına teslim olan Yeşilçam gibi teslim olmuştu dövüş filmlerine. Hong Kong, Shanghai, Tokyo ve Seul gibi film şirketlerinin bol olduğu noktalarda stüdyolar birbiri ardına dövüş filmleri çekiyorlar, kendi yıldızlarını yaratıyorlar ve bu isimleri Amerika’ya pazarlıyorlardı. Bruce Lee’den Jackie Chan’e kadar pek çok dünyaca ünlü ismin parladığı bu yıllar gişede iyi kazanç sağlasa da, sanatsal olarak pek bir özellik taşımıyorlardı. Ardından doksanlarla beraber gelen Amerikan etkili aksiyon ve kendini yeniden keşfeden Asya arthouse filmleri piyasada üstünlüklerini ilan ettiler. Asya’dan Amerika’ya uzun yıllar sonra transfer edilecek ilk yönetmen John Woo olacaktı. Woo Amerikan sinemasının dinamiklerine ve Asya sinemasının ilk seferde insana ilginç gelen mizahına eşit derecede hakimdi. Öte yandan arthouse örnekleri de film festivallerine doğru yola çıkmaya başlamıştı deniz aşırı ülkelere doğru.
KORKU FİLMLERİYLE PATLADI Asya sinemasının ekonomik dirilişinin en önemli mümessili ise korku filmleriydi. Beyaz entarili, simsiyah uzun saçlı kız çocuklarıyla korku figürü algılarımızı alaşağı eden Asyalılar yürekleri ağızlara getirmişti. “Ringu” ile başlayan furya sonunda önce “Ring” adıyla Amerikan yeniden çevrime ardından da “Ring 2” ile Japon yönetmenin kıtalararası transferine kadar vardırmıştı olayı. Bu süreçte Kore sineması da ülkenin çarpık politik yapısına rağmen rüştünü ispat etmişti. Günümüzde bilet hasılatları milyonlara varan, yeniden çevrilmesi için Amerika’ya en çok senaryo satan ülke oluverdi Kore. Ülkenin mafya – hükümet arasında sıkışan doksanlı yıllarından aldığı
ilham, suç filmlerinin başarısına yansıdı, öyle ki yakında Kore’den Godfather ayarında bir film çıkarsa şaşırmayacağız.
ABSÜRT MİZAH ANLAYIŞI Uzak Doğu sinemasının en ayrıştırıcı özelliklerinden biri de tuhaf, hatta fazlasıyla absürt mizah anlayışıdır. En dramatik, en korkunç filmde bile beklenmedik anda yapılan garip bir espriyle dağılabilirsiniz. En az bizim ülkedeki kadar küfürbaz ve argo olan günlük dillere kısa sürede ısınmanız garantidir. Sadece aksiyon, korku ve bilim kurguyla değil drama ile de sağlam vurur Asyalılar. Oturduğunuz yerden kalkamayabilirsiniz. Son yıllarda yönetmen transferleri de en az film transferleri kadar revaçta. Koskoca Scorsese bile aldığı Oscar’ı Asyalı “Infernal Affairs” filminin yeniden çevrimiyle alıyorsa aslında hesap ortadadır. “The Host”un deha yönetmeni Bong Joon-Ho ve “Oldboy” ile dünya sinemasını kökünden sallayan, bu sanat dalının başına gelmiş en önemli kişilerden Park ChanWook son zamanlarda Amerika’ya Asya’dan transfer olan isimlerden. Şimdi sıra altın, hatta platin, hatta elmas çağını yaşayan yeni dönem Asya sinemasından örnekler sunmaya geldi. Ufak listelerle size her telden “izlemezseniz olmaz” diyeceğimiz filmler öneriyoruz.
15
NİSAN 2014
MAFYACILAR New World (2013): Polis, devlet ve mafya üçgeninde taraf gözetmeksizin kusursuzca gezinen önemli bir yapım. Ödüllü de bir film, türü sevenler mutlaka izlemeliler. Infernal Affairs (2002): Scorsese’ye “Oscar” kazandıran “Köstebek”in orijinali. The Nameless Gangster (2012): Rüşvetçi ve dalavereci bir memurun kendisini Kore mayfasının göbeğinde buluşunu anlatan şahane bir film.
POLİSİYELER The Chaser (2008): Kirli bir polis ve cani bir seri katilin bu macerası modern klasik olacak derecede başarılı, izlerken sinirden kendinizi ısırabilirsiniz! Memories of Murder (2003): Gerçek bir hikayeden etkilenerek çekilen bu dönem filmi, seri cinayetlerin ortasında kalan ve mecburen ortaklaşa hareket etmek zorunda olan polislerin yaşadıklarını konu alıyor. I Saw the Devil (2010): Psikopat bir katil ve kendisini yakalamaya ant içmiş bir dedektifin bir hayli şiddetli ve kanlı öyküsü. Kan tutanlar pas geçebilirler.
DÖVÜŞÇÜLER
İNTİKAMCILAR
The Raid (2011): İkincisi siz bu satırları okuduğunuz anda ülkemizde de vizyonda olacak olan Endonezya yapımı efsane film. Son yıllarda böyle bir aksiyon filmi izlemediğinizi iddia ediyoruz. Ong-Bak (2003): Özellikle teknik dövüş sahneleri ve uzun kavga planlarını sevenleri mest edecek bir diğer film de Ong-Bak. İzlerken kendinizi “Tony Jaa insan mı?” diye sorgularken bulacaksınız. Iron Monkey (1993): Sadece ve sadece Donnie Yen’in dövüş koreografilerini seyretmek için bile arşive katılır. Eğitimli dövmenin, abartı dövüş mizansenleriyle muazzam birleşimi.
A Bittersweet Life (2005): Patronuyla ters düşen bir mafya üyesinin kedi fare oyununa dönüşen, sonra da çığırından çıkan macerası. Vengeance Trilogy (2002) – (2005): Hiçbirini birbirinden ayıramadık; “Sympathy For Mr. Vengeance”, “Oldboy” ve “Sympathy For Mrs. Vengeance” üçlemesini izlememek sinemaya ihanet! The Man From Nowhere (2010): Kendi halinde görünen bir adamın tek dostu olan küçük çocuğu kaçıran mafya başına ne iş aldığının elbette farkında değildi!
SAVAŞÇILAR Brotherhood of War (2004): Bir savaşın iki ayrı cephesinde birbirlerine karşı düşen iki kardeşin epik dramı. “Er Ryan’ı Kurtarmak”tan beri çekilmiş en iyi savaş filmi desek abartmış olmayız. Red Cliff (2008): John Woo babanın iki filmden oluşan bu destansı filmi sizi Çin’in Üç Krallık dönemine götürecek ve orada yaşanmış sayısız savaşa tanık olmanızı sağlayacak. My Way (2011): İki çocukluk arkadaşının içine çekildiği İkinci Dünya Savaşı dramasını izlerken gözyaşlarınız sel olabilir.
MİDESİ SAĞLAMLAR Ichi the Killer (2001): Takashi Miike ile manyaklık sınırlarında tangoya davetlisiniz! Bu film resmen delilik! Tokyo Gore Police (2008): Adından da belli olduğu üzere tonla sakatat barındıran, böbreğe, dalağa ve sibernetik karakterlere doyacağınız tuhaf bir film. Zombie Ass (2011): Adı üstünde deyip geçmek isterdik ama gerçekten sağlam ve boş bir mide ile izlenmesini tavsiye ettiğimiz en deli filmlerinden.
KORKUNÇLAR Ringu (1998): Bir video kaset, bir telefon araması ve uzun saçlı korkunç bir kız. Korkunun kitabını baştan yazan efsane film. A Tale of Two Sisters (2003): Ağır dramı, karmaşık kurgusu ve şok eden finaliyle bu iki kız kardeşin hikayesi zihinlerinize kazınacak Ju-On (2002): Küçük erkek çocuğu, merdivenden yarım saatte inen kötürüm kadın ve lanetli bir ev. Aklınızı kaçırmamaya bakın!
16
NİSAN 2014
YEME DE Carl Warner
YANINDA YAT Bir gün sebze reyonundaki brokolilere uzun uzun bakan bir adam görürseniz yadırgamayın, kendisi muhtemelen bir sonraki sahnesindeki ağaç rolünü hangisinin en iyi canlandırabileceğini düşünüyordur. Sizleri bu sıradışı adamla, yiyecek fotoğrafçılığını peyzaj boyutuna taşıyarak uluslararası bir üne kavuşan Carl Warner ile tanıştıralım... n Pınar Özbakır
H
er şey Carl Warner’ın bir gün süpermarketteki sebze reyonunun önünden geçmesiyle başlamış. Raflardaki mantarların duruşundan onları bir ağaca benzeten Carl, bu bir anlık esinle tüm reyonu toplayıp evine gitmiş ve bugün 70’in üzerinde imaj ve 2 kitap ile sonuçlanan büyük maceraya başlamış. Tek çocuk olmanın verdiği sıkıntı ile odasında geçirdiği zamanlarda hayaller kurup çizimler yapan Carl, çizim yeteneğinin de farkındalığı ile bir şekilde sanat dünyasında yer alacağından emin olmuş hep. Fakat ilk fotoğraf çekme deneyiminden sonra, bu işin kendisini inanılmaz derecede cezbettiğini fark
ederek tüm çizimlerini kenara bırakıp fotoğraf dünyasına bırakıvermiş kendini. London College’de fotoğraf bölümü okuyan Carl, kısa zamanda çok başarılı bir peyzaj fotoğrafçısı haline gelirken, portre fotoğraflar ve reklam dünyasında da büyük bir başarı elde etmiş. Daha sonra bir anlık ilhamla başladığı foodscape projesi ile de dünyada bir ilk olmayı başarmış. Neden yiyecekler ve fotoğraf diye sorduğumuz sanatçı, kendisinin de hatırı sayılır bir yiyecek sevdalısı olduğunun altını çizerek doğanın bir parçası olan yiyeceği yine bir doğa figürü oluşturmak için kullanmayı çok etkileyici bulduğunu anlatıyor. Bunun yanında bu materyalin son derece dikkat çekici bir malzeme olmasından dolayı da kimsenin yiyeceklere kayıtsız kalmadığını ve projelerinin kolaylıkla insanları cezbettiğini belirtiyor. Yiyeceklerle çalışıyor olmanın; şekil, renk ve doku çeşitliliği bakımından çok geniş bir yelpazeye sahip olması açısından büyük bir avantaj olduğundan bahseden Carl’ın market alışverişleri artık hangi malzemenin daha lezzetli olacağı değil, hangisinin daha güzel görüntü vereceği kararına dönüşmüş.
YİYECEKLERİ YÜCELTİYOR Tüm bu avantajlarının yanında tabii ki çabuk bozulmasının getirdiği zorluk ile, ekibin odaklandıkları iş üzerinde son derece hızlı bir
şekilde çalışmaları gerekiyor. Özellikle büyük ölçekte bir sahne oluşturduklarında tüm set ışıkları altında ısıdan gözlerinin önünde bazı sebzelerin bozulduğundan bahsediyor sanatçı. Bu açıklamadan sonra aklınıza direkt ‘peki bu yiyecekler bu şekilde ziyan olmuyor mu?’ diye bir soru geldiğini tahmin edebiliyoruz. Muhtemelen Carl’ın en çok karşılaştığı soru da bu. Bu işi akla ilk gelenin aksine yiyecekleri ziyan etmek yerine onları yüceltmek amaçlı yaptığının altını çizen fotoğrafçı, ziyan oranını minimumda tutmaya çalıştıklarını söylüyor. Üstelik çekim bittikten sonra yapıştırıcı ve bantlardan nasibini almamış kısımlarını oturup afiyetle yiyen ekip, eğer artan miktar çok ise yiyecekleri evsizlere veya ihtiyacı olan insanlara bağışlıyorlar.
2-3 GÜN SÜRÜYOR Seti kurmak, fotoğrafları çekmek ve daha sonra bu fotoğraflar üzerinden oynamak da dahil olmak üzere, bu şahane sahnelerin oluşması ortalama 2-3 gün sürüyor. Tabi bir de işin sahne arkası var. Carl seti kurmadan evvel sahnenin nasıl gözükeceğine dair bir çok skeç çiziyor ve malzeme seçimi üzerinde hayli titizleniyor. İşleri arasındaki favorisi ve şimdiye kadar yaptıkları çalışmalar içinde en zor ve en kokulu olanı Fishscape’in setinde bu keskin kokudan etkilenmeyen tek kişi, koku alma duyusu olmadığı için yine Carl’ın ta kendisi olmuş. Çalışmaları dünya çapında bir çok markanın reklam kampanyalarında kullanıldığı gibi aynı zamanda çocuk hastane ve klinikleri ile beslenme departmanlarında daha sağlıklı yemek alışkanlıkları kazandırma amacı ile de sıklıkla kullanılıyor. Bunun yanında sanatçı şu sıralar çocukların sağlıklı beslenme alışkanlıklarına sahip olmalarını amaçlayan çizgi film serileri üzerinde çalışmalar da yapıyor. Özel hayattan bahsettiğimizde ise seyahat etmeyi ve bulunduğu yerlerde değişik yiyecekleri keşfedip onları işlerine dahil etmekten büyük keyif aldığını belirten Warner’ın en sevdiği tatil durağı ise peyzajı, insanları, tarihi ve şüphesiz yiyecek çeşitliliğinden dolayı İtalya. Türkiye’ye de bazı reklam çekimleri için geldiğini anlatan sanatçı, Türk insanına ve yemek kültürüne bayıldığını söylüyor.
BK_Tatl覺Dergi_21x32.pdf
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
1
20/03/14
14:34
18
NİSAN 2014
KEŞKE KALABİLSEK DEDİĞİMİZ
OTELLER
Uzak diyarlarda, hiç bir Postkolik yazarının gitmediği, tasarımın ve konseptin kol gezdiği, “keşke kalabilseydik” dediği birçok enteresan otel var. Gelin Cemal Çobanoğlu’nun gözünden bu otellerin bazılarına göz atalım. THE MANTA RESORT UNDERWATER HOTEL, TANZANYA Kayıp Balık Nemo’yu defalarca izlediniz ve balıklara özel bir sempati mi beslemeye başladınız? Ya da daha entelektüel ve cool bir insansınız ve çocukken okuduğunuz Jules Verne romanı Denizler Altında Yirmi Bin Fersah’tan çok mu etkilendiniz? O zaman, Doğu Afrika kıyılarında bulunan
Pemba Adası’ndaki, The Manta Sualtı Oteli sizin için çok iyi bir seçim olacaktır. 3 katlı odanızın en üst katında gündüz güneşlenebileceğiniz, gece yıldızları izleyebileceğiniz süper bir teras, deniz seviyesinde bulunan orta katta dinlenip yemek yiyebileceğiniz bir oturma alanı,
deniz seviyesinin altındaki katta ise, gece balıkların içinde uyumanıza olanak veren bir yatak odası bulunuyor. Dahası, Pemba’nın, spa ve masaj konusunda da dünyanın en iyi tatil bölgelerinden biri olduğu söyleniyor. Gecelik konaklama bedeli ise kalmak istediğiniz döneme göre değişiyor.
ATTRAP REVES BUBBLE HOTEL, FRANSA
V8 HOTEL, ALMANYA
Marsilya’ya 12 km uzaklıktaki otel, ormanın içerisine yerleştirilmiş şeffaf kürelerden oluşuyor ve kamp yapmayı seven tatilcilere enteresan bir deneyim yaşatmayı amaçlıyor. Tasarımcı Pierre Stephane, kullanıcıların doğayla her anlamda iç içe olmalarını amaçladığını belirtiyor. İstenildiğinde “opaklaştırılabilen” plastik küreler, çok kısa bir sürede kurulabildiği için, odanızın yerini canınız sıkıldığında rahatlıkla değiştirebiliyorsunuz. Bu arada içiniz rahat olsun, bu küreler yere sabitlendiği için, çıkan bir rüzgarda uçmanıza ya da birinin kürenize tekme atmak suretiyle sizi tepeden aşağıya yuvarlamasına imkan yok... Bu otelde kalmanın gecelik bedeli ise yaklaşık 340 TL.
Bir çok ünlü Alman otomobil markasına ev sahipliği yapan Stuttgart’daki dört yıldızlı otel, sizlerin de tahmin ettiği üzere ismini V şeklinde, 8 silindirli çok güçlü bir motor olan V8’den alıyor. Araba tutkunlarının akınına uğrayan otelin her bir odası; benzin istasyonu, arabalı sinema, tamirhane, nostaljik araba galerisi benzeri birbirinden farklı konseptlerde tasarlanmış. 1915 yılında havalimanı terminali olarak yapılan bina, II. Dünya Savaşı’nda bombalanınca kullanılamaz hale gelmiş ve 2009 yılında yenilenerek yarısı otel, yarısı otomobil müzesi olarak kullanılmak üzere hizmete açılmış. Gitme fırsatınız olursa, en az otel odaları kadar bitişiğindeki müze de çok etkileyici gözüküyor. Bu otelde kalmak için ise iki kişi için 500 TL’yi gözden çıkarmanız gerekiyor.
NİSAN 2014
19 TREE HOTEL, İSVEÇ Bu tatilinizde arayanlar soranlar tarafından rahatsız edilmek istemiyorsanız, hatta bunu biraz daha abartıp resmen kısa bir süreliğine kaybolmak istiyorsanız, sizlere İsveç’in kuzeyinde bulunan Harads’daki, dünyanın en iyi kamufle olmuş otellerinden, Tree Hotel’i tavsiye ediyoruz. Her biri ayrı konseptlerde tasarlanmış 7 farklı oda seçeneği bulunan otelde, favori odamız bütün dış duvarları aynalarla kaplanmış olan “Mirrorcube”. Tham&Videgard Mimarlık tarafından tasarlanmış odanın iç mekan tasarımı ise, İkea’dan bildiğimiz; basit, yalın, işlevsel olma özelliklerini taşıyan İskandinav modernizmini yansıtmakta. Yani fazla konfor beklemeyin... Konaklama bedelleri kalmak istediğiniz döneme göre çeşitlilik gösteriyor.
AU VIEUX PANIER, FRANSA
BARIN SKI RESORT, İRAN İran’ın başkenti Tahran’a yakın olması nedeniyle, ülkenin en popüler kayak merkezlerinden olan Shemshak’ta bulunan otelin tasarımı, İranlı Ryra Studio’ya ait. Mimarlar, hem iç mekanı hem de dış mekanı ve cepheyi tasarlarken, topoğrafyadan referans aldıklarını, bununla birlikte, doğadan esinlenme fikirlerini geleneksek yöntemler kullanmadan, modern bir şekilde izohips eğrilerini kullanarak tasarıma yansıttıklarını söylüyorlar. Bir sonraki kış tatilinizi, kayak yapmak denilince akla pek de gelmeyen bir ülke olan İran’da geçirmeyi, bu oteli gördükten sonra -en azından- düşüneceğinizden eminiz. Bu otelde de fiyatlar kalmak istediğiniz döneme göre değişiyor.
Eşiniz televizyonda maç izlemek isterken siz Federico Fellini’nin La Citta delle Donne filmini mi izlemek istiyorsunuz ? Ya da, siz Gustav Klimt’in bir tablosuna saatlerce bakarken, eşiniz Anish Kapoor sergisini bile 3 dakikada gezip “gel şurda çok iyi bir kebabçı var oraya gidelim” mi diyor ? Ve hatta, siz salonun duvarlarını fuşyaya boyamak isterken, eşiniz “ne gerek var eski rengin üzerine vuralım bir kat geçelim” mi diyor ? O zaman, ünlü Fransız grafiti sanatçısı Tilt’in, Marsilya’daki Au Vieux Panier Hotel için tasarladığı “Panic Room”a gidin ve zıtlıklarınızla yüzleşin... Bu odanın gecelik fiyatı 650 TL.
JUMBO STAY HOTEL, İSVEÇ Uçaklara karşı özel bir ilginiz varsa ya da uçakla seyahat etmekten korkuyor ama bir uçakta vakit geçirmek istiyorsanız, hiç bir zaman havalanmayacağını garanti edebileceğimiz, otele dönüştürülmüş bu Airbus Jumbo Jet sizin için çok doğru bir seçim olacak. İsveç’in başkenti Stockholm’deki “Uçak Otel”de farklı bütçelere göre çeşitli odalar bulunsa da, bizim tavsiyemiz yer bulabilmeniz durumunda, kokpitte bulunan “lüks suit”te kalmanız. Oda fiyatları 300TL’den başlıyor.
IGLU DORF HOTEL, İSVİÇRE Eskimoların hayatlarını merak ediyor ve kar tatillerini seviyorsanız, hepimizin ismini çok iyi bildiğimiz, İsviçre’nin Davos şehri yakınlarındaki bu oteli denemenizi tavsiye ederim. Otel sahibi Adrien Günter’in, karın tadını daha iyi çıkarabilmek için yaptığı ilk igloyu arkadaşlarının da çok beğenip birer tane istemesi üzerine, bugün bir otele dönüşen iglo kasabası oluşmuş. Günter’in her sene farklı ülkelerden davet ettiği sanatçıların buzdan yaptıkları heykeller ve otelin çok yakınında bulunan kayak pistleri de sizleri çok etkileyecek. Konaklama fiyatları ise kalınan döneme göre değişiyor.
LIVING OFF THE WALL: A VANS DOCUMENTARY SERIES UPSTARTS
/
DOCUMENTARIAN:
ALL THE STORIES: VANS.COM/LIVINGOFFTHEWALL
22
! T A K K İ D
NİSAN 2014
İNSAN HEYKELLER ÇIKABİLİR Willi Dorner
S
ıradan bir merdiven ya da daracık iki duvar arası, Avusturyalı koreograf Willi Dorner’ın sanatı için sadece bir oyun alanı. Şehirlerin fonksiyonel yapısına dahil olma ve kısıtlı şehirsel yapılar içerisinde hareket ve davranış alanlarına dikkat çekmek üzere yola çıkan Dorner’a çalışmalarında dansçılar ve dağcılar gibi çeşitli alanlardaki sporcular eşlik ediyor. Performanslar, sergilendiği alanlarda şehir halkını düşünmeye, şehrin yapısına dahil olmaya ve daha kuvvetli ilişkiler geliştirmeye davet ediyor. Sergilenen performansın “geçici” olması, yalnızca tanık olanların zihninde yer etmesi özellikle dikkat çekilen unsurlardan. Geçip giderken dikkatinizi bile çekmeyen boşlukların nasıl doldurulduğunu gördüğünüzde algı ve düşünce sınırlarını zorlayıp nelerle karşılaşabileceğinize şaşırmanız, performansın hedeflediği ve bizce başarılı da olduğu amaçlardan.
ÖĞRETMENİ ETKİLİ OLDU Willi Dorner’ın sanatla tanışması ve özellikle dansa ilgi duyması, ilginç bir hikaye ile başlıyor. 13 yaşındayken aynı zamanda heykeltıraş da olan güzel sanatlar öğretmeninden kendi deyimiyle “virüsü kapan” Dorner, öğretmeninin dersi dans ile birleştirmesinden bahsediyor.
Herhangi bir yerde rengarenk kıyafetler içinde iki duvar arasına sıkışmış bir insan yığınına rastlarsanız şaşırmayın! Bodies in Urban Spaces sizi hayretlere düşürecek aynı zamanda büyüleyecek bir sanat ve şehir projesi. Projenin yaratıcısı Willi Dorner, hem projesi hem İstanbul performansları üzerine sorularımızı yanıtladı. n Duygu Kaçar Kırsal bölgede yetişmiş bir çocuk olarak öğretmeninin etkisiyle modern dansla tanışması ve performansları onunla beraber izlemesi ona bu dünyanın kapılarını açıyor. Bodies in Urban Spaces (Kent Mekanlarında Bedenler) ise Dorner’ın şehrin mimari yapısıyla dansı birleştirme hevesi ile ortaya çıkıyor. Dorner projenin çıkışını “ Saklı ve görünmez duvarlar olarak nitelendirdiğim alanları arıyorduk. Saklı ve görünmezden kastım, toplumsal hayatta, açık ve yarı-açık alanlarda nasıl davranmamızı belirleyen birçok düzenleme ve kural. Dikkat çekmek istediğim konu buydu. Günümüzde, günlük şehir hayatımızı etkileyen birçok durum var” diyerek anlatıyor.
TEPKİLER FARKLI FARKLI Sokakta bu performans grubu karşınıza çıktığında tepkiniz ne olurdu, hiç düşündünüz mü? Böylesine hikaye ve ilginçlik ile dolu bir şehirde yaşamamızın getirdiği alışkanlıklar ile daha az tepki vereceğimizi düşünsek de habersiz birçok şehirliyi şaşırtacağına eminiz. 2007’den bu yana İstanbul dahil pek çok Avrupa ülkesini gezen projede insanlardan nasıl tepkiler aldıklarını merak ediyoruz. Buna cevabı ise, “Performansa hazırlık süreci de halka açık alanlarda gerçekleştiği için insanların tepkileri ile önceden tanışmış oluyoruz aslında.
Kelimelere dökülen şaşkınlık, öfke, merak dışında bir de sadece atılan kahkahalar olabiliyor. Karşılaştıklarını fotoğraflamak ya da arkadaşları, hatta yoldan geçenler ile paylaşmak için acil bir ihtiyaç hissediyorlar” oluyor. Performans ekibine yardıma ihtiyaçları olup olmadığını soranlardan tutun, onlara dokunmaya çalışıp hatta itmeye çalışanların dahi olduğunu öğreniyoruz Dorner’dan. Tüm bu reaksiyonlara performansçıların sıklıkla tepkisiz kalmasının (kalabilmesinin) insanları irrite dahi edebildiğini söyleyen Dorner, bu konuda haklı olarak oldukça şaşkın ve “Vücutlar orada ve hiç hareket etmiyor. Bazı insanların buna katlanamaması şaşırtıcı” diyor. Son olarak, 2010 yılında Türkiye’de gerçekleştirdikleri performanslarını soruyoruz. İstanbul’da aldıkları tepkiler şaşkınlık ve heyecan dolu, agresif ya da düşmanca bir tavırla karşılaşmıyorlar. Fakat ilginç bir anıları var. :) “Performans sergilediğimiz cami abdesthanesinin çatısında imam ile problem yaşadık. Fakat iki taraf için de uygun bir çözümü bulabildik sonunda. Benim için yeni ve farklı düşüncelerle karşılaşmak oldukça heyecan verici.” Willi Dorner’ın Bodies in Urban Spaces ve diğer projeleri hakkında web sitesinden de bilgi alabilirsiniz.
MÜZİK N İ S A N
2 0 1 4
NEIL YOUNG ÇALIŞIYOR
EFSANE müzisyen Neil Young’ın ülkemizi şereflendirmesine aylar kaldı. 15 Temmuz’da Küçükçiftlik Park’ta izleyeceğimiz büyük usta kariyerinin en yoğun dönemini yaşamakta bu aralar. Pono adını verdiği dijital müzik platformunu kısa süre sonra müzikseverlerin beğenisine sunmaya hazırlanan Young’ın müzik dünyasından da büyük destek göreceği konuşuluyor. Usta sanatçı “A Letter to Home” adını verdiği yeni bir albümün çalışmalarına da başladı. Albümde Young’ın ilham kaynağı olan şarkılara getirdiği şahsi yorumunu dinleyeceğiz. Albümün bir
sürprizi de iki şarkıda Young’a Jack White’ın eşlik edecek olması. Bu kadar işinin arasında bir de kitap hazırlığında olduğunu öğrendik Neil ustanın. “Special Deluxe” adını vereceği kitabında en büyük tutkularından olan otomobilleri konu alacağını açıklayan Young, yarı otobiyografik eserinde farklı yıllara ait araba modelleri üzerinden zaman atlamaları yapacağını söylüyor. Emekli olmaya hiç niyeti olmadığı her halinden belli olan Neil Young’ı yepyeni projeleri ve İstanbul’a yaşatacağı efsanevi gecenin heyecanıyla bekliyoruz.
MÜZİK BAMBUDAN DİNLENİR
NEREDEYSE her müzik markette görmeye alıştığımız envai çeşit akıllı telefon dock’larını bir kenara bırakıp doğaya dönmeye ne dersiniz? Ultra mega surround ya da yüzlerce watt hoparlör gücüne hatta elektriğe bile ihtiyaç duymadan her yerde kullanabileceğiniz Loudbasstard ile tanışın. Bambudan yapılmış özel olarak sesi dengeli yaymak üzere tasarlanmış bu ürün tamamen doğayla dost. Tek yapmanız gereken telefonunuzu yerine yerleştirmek ve doğadan gelen müziğin http://goo.gl/2iUVt tadını çıkarmak. H www.loudbasstard.com H
24
NİSAN 2014
R.E.M. VE FİŞSİZ ANILAR Müzik dünyasının en şahsına münhasır ve başarılı gruplarından R.E.M.’in aktif olarak müziği bıraktığından beri kendilerine dair özlemimiz artıyor. Bu özlemi bitirecek kadar kuvvetli değilse de önemli ölçüde yokluklarına pansuman yapabileceğimiz bir set geliyor grubun eski günlerinden. R.E.M., MTV Unplugged konserleri kapsamında sergilediği iki performansını plak ve CD formatında piyasaya sürmeye hazırlanıyor. “Unplugged: The Complete 1991 and 2001 Collection” adı verilen sette grubun MTV’de yayımlanan performansında yer almayan şarkılar da mevcut. Fretless, Swan Swan Age, Rotary 11, Get Up, World Leader Pretend, The One I Love, Disappear, Beat a Drum, I’ve Been High, I’ll Take the Rain ve Sad Professor bu sette dinleyeceğiniz yayımlanmamış şarkılar. Tüm R.E.M. ve akustik canlı kayıt severlere öneriyoruz bu seti.
CHILL-OUT FESTIVAL LIFE PARK’TA 2006 yılından beri yaz ve festival sezonunun habercisi olan Chill-Out Festival 2014 yazına hazır. Bu yıl mekan seçiminde değişikliğe giden festival, Sarıyer’de bulunan Life Park’ın doğayla iç içe atmosferinde gerçekleşecek. 25 Mayıs Pazar günü gerçekleşecek Chill-Out Festival’ın headliner’ı, İngiltere’nin elektronik müzik dalında en önemli isimlerinden olan Goldfrapp. Mulatu Astatke, Brandt Brauer Frick, Da Lata, Jaqee ve daha pek çok yabancı ve yerli isim festival kadrosunun ilk duyurulan renkli ekibini oluşturmakta. Life Park içerisinde sadece müzikle değil, gün boyu sürecek farklı aktivitelerle de festivalin atmosferini her an canlı tutmayı hedefleyen yetkililer eminiz katılımcılara muhteşem bir hafta sonu deneyimi yaşatacaklar. Yılın ilk festivaline geri sayım başladı...
KANYE WEST’E CEZA ŞOKU RAP dünyasının deha isimlerinden Kanye West’e mahkemelik olduğu paparazzi davasından ceza çıktı. Geçtiğimiz yaz Los Angeles Havaalanı’nda bir paparazziye izinsiz görüntü aldığı için darp girişiminde bulunan West kendisine karşı açılan davayı kaybetti. İyi hali göz önünde bulundurularak hapis cezası ertelenen West’e tam 250 saat kamu hizmetinde çalışma ve 24 seans öfke kontrolü tedavisi ceza olarak verildi. West, bu cezalara uymaz ya da iki senelik denetimli serbestliği sürecinde benzer bir olaya karışırsa hapse girecek. Ünlü hiphop sanatçısı bu dava hakkında kesinlikle yorum yapmaktan kaçınıyor. Paparazziler konusunda bir hayli hassas olan Kanye’yi muhtemelen bir daha kolay kolay kavga ederken göremeyeceğiz.
AETHER İLE HAYATINI BASİTLEŞTİR
Müziğe ulaşmak için bu güne dek plak, kaset, disk gibi pek çok evreden geçtik ve halen de geçiyoruz. İşte size son göz alıcı halkalardan biri: Aether… Evinize ait şık, tasarım ürünü süs eşyası ya da modern bir heykeli andıran konik ultra modern gövdeli bir hoparlör düşünün… Sonra da isteğiniz müziğe ulaşmak için daire şeklindeki gövdenin ucunu çevirdiğinizi hayal edin. Basitçe anlatırsak Aether bu! Ama dahası da var. Hoparlörün ortasındaki butona bastığınızda durdurabildiğiniz müziği değiştirmek için butona basılı tutup tam olarak ne dinlemek istediğinizi söylüyorsunuz o da “Emrin olur sahip!” diyerek bir tur daha çevirdiğinizde size duymak istediğiniz müziği getiriveriyor! Vayyy ya! Beyaz/gri ve siyah/bakır renklerin karışımından oluşan şimdilik iki seçenekle 2014 yazında çıkacak ürünün fiyatı 399 dolar olacakmış. http://goo.gl/yidP8y H www.aether.com H
25
NİSAN 2014
METALLICA’DAN YENİ BESTE GeÇTiğiMiz ay duyurduğumuz 13 Temmuz Metallica İstanbul konseri resmi olarak da açıklandı. Pozitif organizasyonuyla İTÜ Stadyumu’nda düzenlenecek olan konser önümüzdeki yazın en ses gürültülü organizasyonu olacak şüphesiz. Metallica By Request adı verilen turnede, Metallica çalacağı repertuvarı da bilet alan seyircilerinin verdiği oylarla belirliyor. On yedi şarkılık seçkiye ek olarak Metallica bir adet yepyeni
beste çalacak. Evet, yıllar sonra duyacağımız ilk sıfır kilometre Metallica bestesi ‘Lords of Summer’ı bu konserde dinleyeceğiz. Metallica bilindiği üzere yeni bir albüm hazırlığında, şanslıysak 2015 yılında dinleyeceğimiz albüm öncesinde efsane grupla bir defa daha hasret gidereceğiz. Bu yaz beşinci defa ülkemizde konser verecek olan Metallica’yı bu çok özel turnede kaçırmamaya bakın.
LED ZEPPELIN’DEN CİLA HAMLESİ
BİR YILDIZ DAHA KAYDI GeLMiŞ geçmiş en önemli punk gruplarından The Stooges’ın davulcusu Scott Asheton geçirdiği kalp krizi sonucu hayata gözlerini yumdu. Iggy Pop’un liderliğinde 70’lerin altını üstüne getiren, dağıldıktan sonra bile beraber çalmaktan geri kalmayan The Stooges artık bir kişi daha eksik. Scott’ın ağabeyi Ron Asheton da 2009 yılında kalp krizinden ölmüştü. The Stooges ekibinin Asheton kardeşleri umarız punk cennetinde buluşmuşlardır. Asheton’ın vefat haberiyle sarsılan Iggy Pop, uzunca bir süre müzik yapmak ve turneye çıkmak istemediğini basınla paylaştı. “Daracık bir Levi’s pantolonun içinde oradan oraya zıplamanın ne kıymeti var ki artık? Başka planlarım var geleceğimle ilgili, bir gün sahnelere döneceğim ama ne zaman bilemiyorum” sözleriyle niyetinin ciddi olduğunun altını çizmişti tecrübeli solist.
ROCK’N’ROLL efsanesi Led Zeppelin, şarkılarını bugünün imkanlarıyla elden geçirip yeniden yayımlamaya karar verdi. Geçtiğimiz sene grubun gitaristi Jimmy Page’in duyurduğu bu projenin detayları açıklandı. “Led Zeppelin”, “Led Zeppelin II” ve “Led Zeppelin III” adlı albümler pek çok ekstra kayıtla da desteklenecek. Bu kayıtların arasında tamamı yeniden mikselenmiş bir Zeppelin konseri, daha önce yayımlanmamış şarkılar, grubun pek çok klasiğinin hiç duymadığınız versiyonları ve alternatif miksleri yer alacak. Üç albüm de CD, mp3 ve plak formatlarında basılacak, buna ek olarak sınırlı sayıda üretilecek özel basımlarla beraber farklı ekstra materyallerin de setlere eklenebileceği konuşuluyor. Özellikle arşivcilerin ve Led Zeppelin müziğine ilgi duyanların kaçırmayacağına emin olduğumuz bu yeni basımların önümüzdeki yaz piyasada olması bekleniyor. Led Zeppelin diskografisinde yer alan diğer albümlerse 2015 yılında yeniden piyasaya sürülecekler.
THE BLACK KEYS’LE NAKAVT KEYFİ 21 MART gecesi efsanevi boksör Mike Tyson durup dururken bir video linki paylaştı Twitter üzerinden takipçileriyle. Video, seksenlerden fırlamış bir David Lynch yapımı reklam filmine benziyordu. Finalindeyse son zamanlarda rock müziğe dair aldığımız en güzel haber vardı. The Black Keys, ödül şampiyonu albümleri “El Camino”nun ardından nihayet yepyeni stüdyo albümlerini müjdeliyordu. “Turn Blue” adlı albüm 13 Mayıs günü piyasada olacak. Siz bu satırları okurken albümden yayımlanan ilk single ‘Fever’ çoktan ezberimize yerleşmiş olacak. Ohio’lu ikiliden, üç yıllık beklentimizi fazlasıyla tatmin edecek şahane bir albüm bekliyoruz. Umarız videolarından birinde Mike Tyson’ı da görürüz. Şimdiden mavinin etkisiyle nakavt olmaya hazırız!
26
NİSAN 2014
PLAK PARÇALARINDAN
HARİKA PORTRELER
Greg Frederick gerçek bir yetenek. Normal bir kalemle dahi çizimi oldukça zor olabilecek portreleri, plak parçalarıyla yapan Frederick, bu şekilde 100’e yakın ünlünün portresini yapmış. İstenildiğinde kişiye özel portre de yapan Frederick, bir portrenin maliyetinin ise 100 dolardan başladığını söylüyor. n Özge Gülsoy
B
rooklynli Greg Frederick, plak parçalarından harika portreler yapan yetenekli bir sanatçı. Michael Jackson, Jim Morrison, Elvis Presley, Amy Winehouse, ve Marilyn Monroe gibi popüler isimlerin portrelerini eski plak parçalarıyla yapan Greg gerçekten de harika işler çıkarıyor. Londra’da fotoğrafçılık üzerine eğitim alan Greg Frederick, zaman geçtikçe fotoğrafçılığın sadece gördüklerini kopyalamak olduğunu fark etmiş ve yaratıcılığın keyfini daha fazla çıkarabileceği fikirlerin peşinden gitmiş. Önce fotoğraflarını kanvas üzerine basmaya başlamış ancak sanatsal anlamda pek tatmin olmamış. Bunun üzerine bulduğu farklı materyallerle fotoğraflarının üzerine parıltılar ve renkler eklemeye başlayan Greg, Vinyl Pop Art’ın ilk temellerini de atmış.
Greg Frederick
COURTNEY LOVE HAYRANI Haberimize konu olan harika çalışmalar ise Frederick’in Brooklyn sokaklarında yürürken bir kutu 45’lik plak bulmasıyla başlamış. Plakları elle parçalayıp resimlerin üzerine uygulamaya başlayan sanatçı, bugün birçok sanat galerisinde sergilenen eserlerine, tam da istediği gibi, tüm hayal gücünü kullanarak kavuşmuş. Greg, ilk profesyonel sergisinde eserlerini, Leslie-Lohman Gay ve Lezbiyen Sanat Müzesi’nde, Andy Warholsilkscreens eserlerinin hemen yanında sergilemiş. Fakat Greg’in hayalleri bununla kısıtlı değilmiş elbette... 11 yasından beri tam bir Courtney Love hayranı olan Greg, hedef olarak önüne Courtney ile birlikte çalışmayı koymuş. Aslında fotoğrafçılık mesleğine başlama arzusunu bile Coutney Love’nin muhteşem görüntüsüne bağladığını söylüyor. Courtney için, o zamana kadar zaten bir çok tasarım yapmış olan Greg, en sevdiği tasarımını
kanvas üzerinde resmederken kendini videoya çekmiş. Daha sonra bunları sosyal medya üzerinden paylaşıp Courtney Love’ın kendisini fark etmesini sağlamış. Greg’in işlerinden son derece etkilenen Courtney, turnesinde Greg’in üç tişörtle birlikte sınırlı sayıda basılacak iki baskı tasarımı sattırmış. Greg bunun ardında Las Vegas’ta Get Up Galerisi’nde “Courtney Aşkı İçin” adıyla bir de sergi açmış.
KİŞİYE ÖZEL TASARIMLAR Greg, popüler isimlerin portreleri yanında ayrıca kişiye özel portreler de tasarlıyor. Bunun için tek yapmanız gereken Vinyl Art’a dönüşmesini istediğiniz objenin ya da kişinin fotoğrafıyla birlikte kendisine ulaştırmak. İstediğiniz sanatçının Vinyl portresini satın almanız ve üzerinde kendi isteğinize göre farklı dokunuşlar yaptırmanız da mümkün. Bir portrenin tamamlanması yaklaşık 3-4 hafta sürüyor. Greg’in bir portre için kullandığı plak sayısı, portrenin boyutuna göre değişiyor. Rolling Stones portresinde bu sayı 150’ye kadar çıkmış. Greg, çalışmalarında zaman zaman cd parçalarından da faydalandığını söylüyor. Örneğin Michael Jackson portresini yaparken, kralın eldiveni cd parçalarından oluşmuş. Geçtiğimiz aylarda Manhattan’daki Midoma galerisinde ‘’Plak Parçaları’’ (Pieces of vinyl) isimli ilk solo sergisini gerçekleştiren sanatçının sergisi, oldukça olumlu tepkiler almış. Amerika’nın ünlü radyocularından Howard Stern’in sergiyi duyurması ve tavsiye etmesi ise, serginin süresini uzatılmasına neden olmuş. Greg Mayıs-Haziran aylarında ise yeni bir sergi açacak. Bundan sonraki hedefi eserlerini dünyaya tanıtmak olan Greg Frederick, Türkiye’deki sanat severlere ve galerilere de Postkolik aracılığıyla selam çakıyor. Şimdiye kadar 100’ü aşkın çalışma yapan Greg eserlerinin çoğunu sergilerde atmış. Kalan kısmı da ülke genelindeki galerilerde sergileniyor.
230x340_Postkolik_Tek_Erkek.pdf
1
19.03.2014
15:22
28
NİSAN 2014
BU KIZAR Bİ HARİKA !
2010 yılında Madrid’de kurulan ve kısa sürede 40 ülkede örgütlenen Longboard Girls Crew (LGC), bugüne kadar erkeklerin egemen olduğu kaykay dünyasına yepyeni bir soluk getirmiş durumda. Facebook’ta 200 binin üzerinde takipçisi olan LGC’nin hedefi kaykay dünyasına daha da fazla kız kazandırmak! n Duygu Kaçar
K
40 ÜLKEDE TEMSİLCİSİ VAR Longboard Girls Crew, şu an birçok sosyal networkte oldukça aktif. Facebook’ta 200 binden fazla takipçisi bulunuyor. 40’tan fazla ülkede topluluğun temsilcileri var. Takipçiler ve topluluğun üyeleri birçok fotoğraf, video paylaşabiliyor, birbirleriyle tanışabiliyor, etkinliklerden haberdar olabiliyorlar. Grubun neler yaptığından bahsetmeden, longboard ve skateboard arasındaki farktan bahsetmemizde yarar var. Longboard tahtaları
bazıları hala var ki siz onlardan daha iyi olmadığınız sürece sizi destekliyorlar. Daha iyisini başardığınızda ilgilenmiyorlar. Neyse ki çoğunluk böyle değil” diyor.
BELGESELİ DE ÇEKİLDİ
biraz daha uzun ve kesim şekli dolayısıyla çok daha hızlı yol alabiliyor. Ama esas farkın hareket disiplininde olduğu söylenebilir. Ekip üyelerinden Valeria, bu farkı rüzgarı daha fazla hissetmek olarak tanımlıyor. Birçok ekstrem spor dalında olduğu gibi kaykay dünyasında da erkeklerin ağırlıkta olduğu gerçeği topluluğu kuran ekibe de başta zor geliyor. Bunun farklı şehirlerde de kaykay yapan kızlar için aynı hisleri yarattığını düşünüyorlar. Topluluğun kurulmasıyla bu spor dalındaki erkek baskınlığını ve kızlara karşı önyargıyı kırdıklarını belirtiyorlar. Topluluk ne kadar büyürse büyüsün LGC’nin ana amacı hala kaykay dünyasına daha fazla kız kazandırmak! Erkeklerin desteğine gelince, topluluğun sözcüsü Valeria’nın bu konuda “Erkekler genelde oldukça destekçiler. Fakat benim “sahte modern erkek” olarak adlandırdığım
Longboard Girls Crew’ın sadece kaykaycılara değil büyük bir kitleyi ulaşmasında çektikleri Endless Roads adlı belgeselin etkisi oldukça fazla. 2,5 sene önce çektikleri belgeseli izlerken kaykayınızı kapıp onlara katılmamak için kendinizi zor tutacağınızdan eminiz! İspanya’nın güneyinde, Endülüs Bölgesi’nin en şirin kentlerinden Almeria’da çekilen belgesel, 7 işinin uzmanı kaykaycının bir karavan ile çıktıkları 15 gün süren maceralarını anlatıyor. Ekip İspanya’nın en iyilerinden Gador Salis, Maitane Rascón, uluslararası en iyilerden Amanda Powell, Marisa Nuñez ve LGC üyeleri Carlota Martín, Jacky Madenfrost ve Valeria Kechichian’dan oluşuyor. Belgesel boyunca büyüleyici İspanya manzaralarına harika müzikler de eşlik ediyor. Bu sporu aktif olarak yapmasanız dahi, topluluğun fotoğraflarına ve videolarına göz atmanızı şiddetle tavsiye ediyoruz. Detaylı bilgiye http://longboardgirlscrew. com/ adresinden ulaşabilir, Endless Roads belgeselini ise tablet dergimizden izleyebilirsiniz.
*Bu yazıda Idol Mag röportajından yararlanılmıştır.
aykay şüphesiz “yaşam tarzını” en sahiplenen, en kendine ait dünyası olan spor alanlarından biri. Hatta spordan çok, modayı, müziği, seyahati etkileyen bir sokak kültürü. Özgürlüğüne düşkün, kural tanımayan, adrenalini ve aksiyonu sevenlerin bizzat kaykay tahtasının üzerinde kendini bulduğu ya da en azından izlediği, takip ettiği bu kültür, dünyada gitgide popüler bir hale geliyor. Bunda da kaykay topluluklarının payı kuşkusuz çok büyük. Dalgaların sörfe uygun olmadığı zamanlarda, gençlerin sörf aşklarını dindirmek için yaptıkları bir spor olarak Kaliforniya’da ortaya çıkan kaykay, bugün ABD ve Avrupa’nın birçok şehrinde oldukça popüler. Los Angeles, San Fransisco, New York ve Vancouver gibi şehirler kaykay severlerin gözlerinden iken, Avrupa’da İspanya başı çekmeye başladı diyebiliriz. Bu popüleriteyi fişekleyenlerden Longboard Girls Crew, 2010 yılında Madrid’te kurulan bir topluluk. Erkeklerin egemen olduğu kaykay dünyasında, kendileri gibi kız kaykaycıları bir araya getirmek amacıyla Facebook’ta bir grup olarak başlangıcı yapan topluluk bugün oldukça yüksek sayıda takipçiye sahip.
MODA N İ S A N
KOKUSU COMME DES GARÇONS’DAN PHARReLL’iN gönlümüzdeki yeri ayrı. Eşsiz müzik yeteneği, Duft Punk ile yaptığı muhteşem düetleri, başarılı prodüktörlüğünün yanısıra, onu bizim için bu kadar özel yapan kendine ait benzersiz bir tarzının olması. Her giydiği kostüm moda, her aksesuarı olay olan ünlü rapçinin moda dünyasına ilgisinin sadece uzaktan izlemek olmadığını da cümle alem bilir. Moda şovlarını ön sıralardan izleyen ve Anna Wintour’un kankisi olan Pharrell, bugüne kadar Moncler, Louis Vuitton ve G-Star gibi bir çok ünlü marka ile çalışarak kendi koleksiyonlarını üretti. Ünlü starın en son bombası ise kendi adına yarattığı ve Comme des Garçons işbirliği ile çıkartacağı parfüm! Ünlü Japon markası ise çalışmaktan büyük gurur duyduğunu belirten sanatçının parfümün adı G I R L, yani son albümü ile aynı adı taşıyor. El attığı her işte başarıyı garantileyen Pharrell’in ‘Biraz ciddi seksilik’ şeklinde tanımladığı kokusunu duymak için eylül ayına kadar beklememiz gerekecek.
BARBOUR’A RENKLİ DOKUNUŞ 2000’LERDE estirdiği dev fırtınayı hatırlamayan yoktur 120 yıllık dev markanın. Barbour yine büyük bir hamle ile hayatlarımızdaki yerini pekiştirmeye ve renklendirmeye geliyor. Renk otoritesi Pantone ile 2014 ilkbahar-yaz erkek koleksiyonu için oldukça renkli bir işbirliği yaptı ünlü İngiliz markası. ‘Country Colours’ adını verdikleri çalışma ile İngiliz kırsalının zengin renk skalasının altını çiziyor iki büyük firma. Kırmızı, yeşil, sarı ve mavi gibi canlı renklerin iki farklı modelde sunulduğu montlar ve Pantone düğmelerini taşıyan Polo tişörtlerden oluşan koleksiyon, renk otoritesinin 50. yılını kutlarken İngiliz devinin de 120. yılına denk geliyor. Barbour satış noktalarından ulaşılabilecek koleksiyonun fiyatları ise Polo tişörtler için 50, montlar için ise 130 sterlinden başlıyor.
2 0 1 4
30
NİSAN 2014
SEVİMLİ KEDİLER CEBİNİZDE! HiROkO kUBOTA, Japon bir nakış ustası. Onu diğer nakış ustalarından ayıran en büyük özelliği kıyafetlerin üzerine işlediği gerçekçi desenler. Kubota birçok hayvan, çiçek ve çizgi film kahramanlarını kıyafetlere işleyebiliyor. Bu çalışmalar içerisinde en beğeni görenler ise kedili çalışmalar. Hikaye, oğlunun annesinden kedili kıyafetler istemesi ile başlıyor. El emeği göz nuru bu çalışmaları internete yükleyen Hiroko Kubota, çok olumlu geri dönüşler alıyor. Bu çalışmaların zamanla bir maddi getirisi olmaya başlıyor tabii. Fotoğraflarda gördüğünüz kedi işlemeli gömlekler 200-300 dolar arası rakamlara alıcı buluyor.
BİR MODA İKONU DOĞUYOR BAYANLAR baylar, duyduk duymadık demeyin! Yepyeni bir moda ikonumuz oldu. Taze Oscarlı güzel Lupita Nyong’o, gerek günlük hayatta gerekse ödül törenlerinde giydiği kıyafetlerle göz dolduruyor. Katıldığı törenlerde tercih ettiği elbiseleri büyük bir zarafetle ile taşımasının ardından Lupita’yı Oscar törenine hazırlayabilmek için dev moda evleri birbirleriyle adeta yarıştı. Oyuncunun tercihi ise kendisine ülkesi Kenya’yı hatırlatan mavi rengi ile Prada imzalı göz alıcı bir şifon elbise oldu. Bu seçimi ile Holywood’un moda ikonları arasındaki yerini resmileştiren oyuncu törenin hemen ardından gittiği Paris Moda Haftası’nda yaptığı tercihler ile de adından çokça söz ettirdi. Miu Miu defilesini ön sıradan Rihanna ile yan yana izleyen Oscar’lı oyuncu, sade ve özgün seçimleri ile dikkat çekti. Aldığı Oscar ödülünden çok moda zevki ile konuşulan Lupita, artık dünya çapında bir moda ikonu. Hepimize hayırlı uğurlu olsun.
FREYWILLE’DEN PEMBE DÜŞLER
eğeR kendinizi tamamen pembe düşlere bırakacağınız bir zaman diliminin geleceğini hayal ediyorsanız bizden söylemesi, tam olarak o dönemin içindeyiz. Bu yıl aksesuarlardan ana parçalara kadar pembe tüm koleksiyonları naif bir tutku ile ele geçirdi. Baharın da gelmesini fırsat bilen Freywille, pembe ve tonlarının hakim olduğu tasarımlarıyla baharın enerjisini minelere işledi. Mücevherlerin sanatla harmanladığı özgün tasarımlarıyla dikkat çeken marka, bu bahar kadınlara tatlı ve uysal bir dünya sunuyor. Masumiyetle özdeşleşen, romantik ve masalsı bir dünyayı çağrıştıran pembe tonlarıyla işlenmiş Freywille’nin zarif mineli mücevherleri kendi stilinizi baharın rengiyle vurgulamanızı sağlayacak.
YOKSA ZARA’NIN OUTLETİ Mİ GELİYOR? ÜNLÜ İspanyol markasının şimdiye kadar neden bir outlet mağazasının olmadığından hayıflandığınızı tahmin edebiliyoruz. Aslında var. Ama memleketi İspanya’da... Lefties, yani ‘kalmışlar’ adını verdiği markası ile Zara, 1993 yılından bu yana sezonda satılmayan ürünlerin cazip bir indirimle alıcı bulduğu bir outlet konseptine sahip. Sadece anavatanında satış yapan Lefties markası, yakın dönemde mağaza sayısını artırarak ve yeniden tasarlayarak marka profilini yükseltmeyi hedefliyor. Zara markasına sahip olan Inditex kuruluşu, bu yeni girişimi ile kendisinden yüzde 30 daha uygun satış yapan H&M ve Primark markalarına rakip olmayı amaçlıyor. Kötü haber ise bu planın şimdilik İspanya sınırlarını kapsaması. Yakın zamanda Lefties markası ile yurtdışına açılma planı olmayan tekstil devinin, elini çabuk tutup tüm Avrupa’ya yayılmasını can-ı gönülden diliyoruz.
31
NİSAN 2014
MICKEY MOUSE VE SPONGYBOB PODYUMLARDA
BU YIL modacılar çizgi karakterler dünyasından oldukça fazla ilham almışa benziyor. Londra Moda Haftası’na 2014 Sonbahar-Kış koleksiyonunu sergileyen Katie Eary de bunlardan biri. İngiliz tasarımcı, ürünlerine Mickey’in renkleri yansıtmakla yetinmeyip mankenlerin kafalarına da Mickey başlıkları geçirmiş. Popüler kültür ikonunu punk ile harmanlandığı defilede adeta punk ölmedi mesajı veriliyor. Mankenlerin Mickey başlığından nasibini almamış olanların havaya dikilmiş sarı ve kırmızı tonlardaki saçları da bu mesajı adeta perçinliyor. Eary’nin simgesi haline gelen desenlerin kullanıldığı takım elbiseler, vinil pantolonlar ve elbise tişörtler ile koleksiyon bize İngiliz modasının iyi dikilmiş takım elbiselerden ibaret olmadığını, küstah genç kuşak tarzını vurgulayarak hatırlatıyor. Koleksiyondaki parçalar kendilerini sokağa taşıyacak cesur erkekleri bekliyor!
BUNUN yanında modanın çılgın çocuğu Jeremy Scott da defilesinde popüler çizgi karakter SpongyBob’u kullandı. Moschino markası için tasarladığı, McDonalds amblemini çağrıştıran sarı M logolu, şimdiden tüm moda ikonlarının gardıroplarında yerini alan ürünlerin ardından Jeremy’nin diğer bir bombası siyah puantiyeli sempatik karakter oldu. Kısa üstlerin büyük bir yer kapladığı seride montlar da yerini alıyor. Daha önce de yine sarı-siyah tonlarında çalıştığı Bart Simpson karakterini işlediği ürünleri ile Moschino sahnesine çıkan modacının tasarımları Cara Delevingne ve Chiara Ferragni gibi ünlü isimlerin vazgeçilmezi olmuştu. Moschino 2014 ilkbahar-yaz defilesinde görücüye çıkarttığı bu koleksiyonu da şimdiden tüm moda ikonlarının üzerinde hayal edebiliyoruz.
VANS’TEN YELLOW SUBMARINE TÜM zamanların en ikonik müzik grubu Beatles ile ünlü ayakkabı markası Vans güçlerini birleştirerek bu sezonda müthiş bir işbirliğine imza attılar. Grubun 1968’de piyasaya çıkan Yellow Submarine adlı albümünün mükemmel müzik kalitesi ile benzersiz bir tasarımın buluştuğu çalışma karşımıza 4 adet sanat eseri niteliğinde Vans olarak çıkıyor. Modellerin dördü de birbirinden başarılı olan kapsül koleksiyonun en değerli parçası SK8-Hi Reissue adı verilen, her bir yanında grup üyelerinin portrelerinin bulunduğu Classic Slip-On modeli. Renkleri ve tasarımı ile direkt olarak bir albüm kapağı üzerinden çalışılan ilk işbirliği olma özelliğine de sahip olan Vans x Beatles hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmak ve koleksiyonun ayrıntılarına göz atmak için www.vans.com/thebeatlesyellowsubmarine sitesini ziyaret edebilirsiniz.
ORDA BİR KÖY VAR UZAKTA iŞTe o köy tam parmağımızda. İster yeşillikten zengin, ister karlı dağlardan zengin o köyü artık çok yakınımızda, parmaklarımızda taşıyabiliriz. Clive Roddy’nin tasarladığı bu şirin yüzükler 3 parçadan oluşan setler halinde satılıyor ve bir sette aynı öğenin farklı boyları yer alıyor. Parmağınızda ister minik bir orman isterseniz de küçük çaplı bir kasaba yaratabileceğiniz yüzükleri, birlikte kombinleme şansına da sahipsiniz. Tamamen el yapımı olan ürünleri Roddy, kendi elleri ile boyamış. Her bir yüzük lazer kesim ile şekillendirildikten sonra İngiliz tasarımcı tarafından kalıcı bir cila ile boyanmış. Roddy’nin bu şirin yüzüklere biçtiği fiyat ise 17 Euro.
http://goo.gl/FYHLew
H www.etsy.com H
32
NİSAN 2014
SEZONUN MAKYAJ TRENDLERİ Bahar geldi ve yeni sezon capcanlı tonları ile bize göz kırpıyor. Peki güneşin tepemizden eksik olmayacağı bu sezonda bizi bekleyen makyaj trenleri neler mi olacak? Hep birlikte göz atalım: Altın çağı
Altın bu sezon tam olarak altın çağını yaşıyor! İlkbahar-yaz koleksiyonlarında sıklıkla rastladığımız altın detaylar, makyaj trendlerinde de yerini alıyor. Far ile başlayıp allık, oje ve rujlara kadar yayılan altın tonlarını podyumlara taşıyan isimler arasında Dolce&Gabanna ve Christian Dior başı çekiyor.
Makyajsız güzellik
Sezonun en büyük makyaj trendi makyajsızlık! Ya da makyaj yokmuş gibi görünen yüzler. Alexander Wang defilesinde makyözler, kıvrık kirpikler ve bakımlı kaşlar ile daha sağlıklı bir görünüm elde etti. Cilt tipine ve rengine uygun doğru ürünler ile makyaj yokmuş gibi görünen doğal bir cilt sezonun en favori görünümlerinden.
Turuncu Dudaklar
Sezonun dudak rengi hiç kuşkusuz turuncu! Neon renklerden mercan tonlarına turuncu, dudaklara yeni bir renk skalası sunuyor. Prabal Grung’un defilesinde mat tonlarını tercih ettiği turuncu rujların parlak tonları da ilkbahar-yaz kıyafetlerinizi bütünleyecek vazgeçilmez bir parçanız haline gelecek.
Orkide moru
Pantone’un yılın rengi olarak açıklamasından sonra orkide moru makyaj dünyasında da hızla yerini aldı. Hem far hem de ruj tonları ile sıkça karşımıza çıkan renk, Rihanna’nın Paris Moda Haftası Balmain defilesinde haki kostümü ile orkide moru rujunu kombinlemesinden sonra ise yerini iyice pekiştirdi.
Grafik liner
Siyah liner her sezonun ve her stilin vazgeçilmez bir parçası. Fakat bu sezon linerlar keskin çizgiler ile içinizdeki sanatçıyı daha da ortaya çıkartıyor. Son derece grafik ve sert çizgilere sahip gözler retro bir modernlik sağlarken seksi bir görünümü de garanti ediyor.
Beyaz liner
Porselen cilt
Herkes porselen gibi bir cildi olsun ister, fakat bu sezon parlak ve sağlıklı görünümdeki ciltler her makyaj stilinin vazgeçilmezi. BB kremler ve yeni nesil CC kremler ile cildimizi yormadan pürüzsüzleştirmek oldukça kolay, fakat porselen gibi görünen sağlıklı bir cilt için doğru nemlendirme şart.
90lardan günümüze dönen bir trend daha... Gözkapağının hem altına hem de Kenzo’nun podyumlara taşıdığı gibi üzerine sürülen beyaz liner, gözlerin daha canlı ve büyük durmasını sağlıyor. Yüze renk katmak ve daha eğlenceli bir görünüm yaratmak için canlı tonlardaki rujlar ile kombine edebilirsiniz.
Su gibi gözler
Eğer oldum olası mavi farı severim diyorsanız, bu sizin sezonunuz! İlkbahar-yaz sezonunda mavi farlar hiç olmadığı kadar derin ve güçlü. Geçtiğimiz yıldan beri aşina olduğumuz maviler, daha da belirginleşiyor ve göz üstüne uygulandığı gibi göz altında da yerini alıyor. Armani’nin transparan olarak kullanmayı tercih ettiği mavi, Marc Jacobs defilesinde çarpıcı derecede yoğun kullanımı ile dikkat çekti.
34
NİSAN 2014
HEYECANLA BEKLEDİĞİMİZ
DİZİLER
Nisan dizi tutkunları için oldukça güzel bir ay olacak. Bir taraftan uzun zamandır heyecanla beklediğimiz Game of Thrones, Mad Men ve Californiacation gibi şaheserlerin yeni sezonları başlarken, bir taraftan da ses getirmesi beklenen birçok dizi ilk bölümüyle bizlere merhaba diyecek.
6 NİSAN
SLICON VALLEY
Kutsal kanalımız HBO’nun yeni komedi dizi Slicon Valley 6 Nisan’da başlıyor. Beavis and Butthead ve Office Space’in yaratıcısı Mike Judge’ın yeni dizisi olacak olan Silicon Valley, adından da anlaşılacağı üzere Amerika’nın teknoloji üssü Silikon Vadisi’nde geçiyor. Oyuncu kadrosu Thomas Middleditch, T.J Miller, Zach Woods, Kumail Nanjiani, Martin Starr, Josh Brener, Christopher Welch ve Amanda Crew’dan oluşan sitcom, birlikte yaşayan ve büyük bir şirket sahibi olmayı isteyen altı yazılımcı arkadaşı konu ediyor. Kara mizah türünde olacak dizinin merkezinde; asosyal bilgisayar programcısı Richard ve onun beş arkadaşının öyküsü yer alacak. Big Bang Theory’ye rakip olması beklenen dizinin ilk sezonu sekiz bölüm olarak açıkladı.
6 NİSAN
TURN
Breaking Bad ile kalbimizi fena halde kazanan AMC’nin yeni dizisi Turn, Amerikan Bağımsızlık Savaşı üzerine bir drama olarak dikkat çekiyor. Alexander Rose’un Washington’s Spies adlı kitabından uyarlanan dizinin yapımcılığını ise Nikita ve Bones dizilerinden tanıdığımız Craig Silverstein üstleniyor. 1778 yılında geçen hikaye, Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nda olayların akışını ciddi şekilde değiştirecek bir grup casustan oluşan Culper Ring’i kurmak için, çocukluk arkadaşlarıyla bir araya gelen Abe Woodhull (Jamie Bell) isimli New York’lu bir çiftçi anlatılıyor. Culper’ın Amerika’daki ilk casusluk çetesi olarak bilindiğini hemen söyleyelim.
15 NİSAN
FARGO
Coen Kardeşlerin 1996 yılında yönettiği ve büyük beğeni kazanan suç-gerilim türündeki kült filmleri Fargo’yu izlemeyen yoktur herhalde. Coen Kardeşlere 69. Akademi Ödülleri’nde En İyi Özgün Senaryo ve En iyi Kadın Oyuncu kategorilerinde iki Oscar kazandıran bu efsane film, FX kanalı için şimdi de bir televizyon dizisi oluyor. 10 bölümden oluşacak Fargo,15 Nisan’da başlayacak. Dizi filmden farklı olarak, tamamen yeni karakterlere ve yeni bir suç hikayesine odaklanacak. Yılın en merakla beklenen dizilerinden biri olan Fargo’nun oyuncu kadrosunda Billy Bob Thornton, Martin Freeman, Colin Hanks, Bob Odenkirk ve Kate Walsh gibi önemli isimler var.
22 NİSAN
FAKING IT
MTV’nin yeni komedi dizisi Faking It, lisede yanlışlıkla lezbiyen olarak adlarının çıkması nedeniyle bir anda okulun popüler kızlarına dönüşen ve bu popülerliklerini korumak için aralarındaki yalandan aşk hikayesini devam ettiren iki en yakın arkadaş Karma ve Amy’nin hikayesini anlatıyor. Faking It’in günümüz gençleri ve MTV izleyicisi arasında tartışma yaratacağını düşünmediğini söyleyen dizinin yaratıcısı ve baş yapımcısı Carter Covington verdiği bir röportajda, “Her ne kadar biraz abartılı bir versiyon olsa da dizi tam da onların yaşadıkları hayata dayanıyor. Sanırım dünyanın hep aynı kalmasını umuyoruz ama aslında kalmıyor” diyor.
24 NİSAN
BAD TEACHER
Cameron Diaz ve Justin Timberlake’in 2011’de rol aldığı Bad Teacher filmini hatırlıyorsunuz değil mi? 24 Nisan’da başlayacak dizi, işte bu filmin televizyon uyarlaması olacak. Dizi versiyonunun senaryosunu, filmin yazarları olan Gene Stupnitsky ve Lee Eisenbergee Eisenberg üstlenmiş. Meredith Davis karakterini Fringe‘nin Rachel’i Ari Graynor canlandırıyor.
24 NİSAN
BLACK BOX
ABC’nin yeni medikal dramasının ilk sezonu 13 bölüm olacak. Sherlock Holmes’tan tanıdığımız Kelly Reilly’nin canlandırdığı Catherine Black’i dizide dünyaca ünlü bir nörolog olarak izleyeceğiz. “The Cube” adı verilen ileri teknoloji bir tıp merkezinde görev alan Catherine, genellikle halüsinojik, görsel yönü ağır basan ve şaşırtıcı nörolojik hastalıkları tedavi etmeye çalışacak. Tüm bunları yaparken de bir taraftan Catherine’nin sakladığı büyük sırrı da anlamaya çalışacağız.
AJANDA N İ S A N
2 0 1 4
Konser
29 NİSAN
ITZHAK PERLMAN 21. yüzyılın keman virtüözü kabul edilen Itzhak Perlman, 29 Nisan’da İstanbul Kongre Merkezi’nde bir kez daha hayranlarıyla bir araya gelecek. Geçtiğimiz Mayıs ayında İstanbul Kongre Merkezi’nde bir konser veren Pearlman, 3 bin kişilik salonu tıka basa doldurmayı başarmıştı. Her gittiği ülkede yoğun ilgiyle karşılaşan, konser biletleri aylar öncesinden tükenen, Schindler’in Listesi filminden de tanınan Itzhak Perlman, İstanbul’a 20 milyon dolarlık Soil Stradivarius’u ile geliyor! En İyi Oda Müziği ve En İyi Enstrümantal Solist Performansı gibi toplamda 5 ayrı dalda Grammy Ödülü’ne sahip olan Perlman’ın, Harvard, Yale, Brandeis, Roosevelt, Yeshiva ve Hebrew Üniversiteleri’nde fahri ve onursal doktoraları bulunuyor. Bu müzik ziyafetini kesinlikle kaçırmamanızı öneririz. Mekan: İstanbul Kongre Merkezi Fiyat: 175-665 TL
Gösteri 20 NİSAN
THE GLOBETROTTERS 1927 yılında kurulan ve o tarihten bu yana 130 ülkede 20 binden fazla gösteri maçı yapan Harlem Globetrotters, nisan ayında sadece bir gösteri için Türkiye’ye geliyor. 7’den 70’e herkese hitap eden bu gösteriyi 13 bin kişinin izlemesi bekleniyor. Slogan şarkı olarak Brother Bones’un Sweet Georgia Brown adlı şarkısını kullanan Globetrotters’da 1993’den beri takımın maskotu Globie... The Globetrotters’ın hareketleri bir ya da daha fazla basket topunun mükemmel kontrolüne, dengeye ve paslara dayanıyor. Mekan: Ülker Sports Arena Fiyat: 44-133 TL
36
NİSAN 2014
VİZYONDA NE VAR? Sinema
3 NİSAN
4 NİSAN
NUH: BÜYÜK TUFAN
MANDELA: ÖZGÜRLÜĞE GİDEN UZUN YOL
Yönetmen: Darren Aronofsky Oyuncular: Emma Watson, Russell Crowe, Anthony Hopkins, Jennifer Connelly Yapım: ABD Tür: Dram, Fantastik Süre: 130 dk. Ayın en çok merak edilen filmlerinden biri. Ölümcül bir sel felaketi dünyadaki tüm yaşamı tehdit ettiğinde Hz. Nuh Tanrı’dan aldığı kutsal bir emir doğrultusunda bir gemi inşa etmeye başlar. Bu devasa gemiye her canlı türünden örnekleri alarak insan ve canlı hayatının devamlılığını emniyet altına alacaktır. Öncelikli amaçlarından bir diğeri de eşi Naamah ile oğulları Ham, Shem ve arkadaşı Ila’nın hayatlarını kurtarmaktır. Nuh rolünde Akademi Ödüllü Russell Crowe’u izlediğimiz filmde Crowe’a Jennifer Connelly, Emma Watson ve Anthony Hopkins gibi isimler eşlik ediyor. Filmin yönetmeni ise en son Black Swan filmiyle izleyici karşısına çıkan ünlü yönetmen Darren Aronofsky.
Yönetmen: Justin Chadwick Oyuncular: Idris Elba, Naomie Harris, Tony Kgoroge Tür: Biyografik , Dram Yapım: İngiltere, Güney Afrika Süre: 139 dk.
Yakın zaman içinde kaybettiğimiz Güney Afrika’nın efsaneleşen özgürlük savunucusu Nelson Mandela’nın yaşamını kronolojik biçimde takip eden film, Mandela’nın bir taşra kasabasındaki çocukluğundan başlayarak, Güney Afrika’nın demokratik seçimlerle iş başına gelen ilk başkanı olmasına kadar geçen sürecini beyazperdeye taşıyor. Yönetmenliğini Justin Chadwick’in üstlendiği ve William Nicholson’ın senaryosuyla çekilen filmin başrolü başarılı aktör Idris Elba’ya ait. Filmin kadrosunda Naomie Harris, Robert Hobbs ve Mark Elderkin gibi isimler de yer alıyor.
Sinema
4 NİSAN
BASKIN 2
11 NİSAN
RİO 2
Yönetmen: Gareth Evans Oyuncular: Iko Uwais, Yayan Ruhian, Julie Estelle, Kazuki Kitamura Yapım: Endonezya Tür: Gerilim, Suç Süre: 148 dk.
Yönetmen: Carlos Saldanha Seslendirenler: Anne Hathaway, Jamie Foxx, Jesse Eisenberg, Leslie Mann, Jake T. Austin Yapım: Brezilya Süre: 137 dk.
Jakarta’nın şiddet ve suç dolu sokaklarına geri dönüyoruz! İlk filmdeki ‘baskın’ın ardından iki saat geçmiş ve Rama ailesini korumak için her şeyi riske atmıştır. Kurnazlığını ve savaş yeteneklerini kullanarak, polisin kovalamaya cesaret edemediği suç çetesinin içerisine sızmıştır. Ailesinin tamamen kurtulmasını sağlayacak olan şey ise bir kez daha kanlı savaşın ortasına atılmaktır. The Raid: Redemption’ filminin devamı niteliğinde olan yapıt, tek isteği ailesinin kurtulmuş ve güvende olduğunu bilerek evine dönmeye çalışan ve yeryüzündeki hiçbir mafya grubunun yenilmez olmadığını ispatlamaya çalışan Rama’nın şiddet ve aksiyon dolu hikayesini ele alıyor.
Minnesota’nın küçük bir kasabasında yaşayan Blu isimli evcilleştirilmiş Amerika papağanı, özgürlüğüne düşkün azılı papağan Jewel ile tanışmış ve birlikte Rio de Janerio’ya maceralı bir yolculuğa çıkmışlardı. Şimdilerde Rio de Janeiro şehrinde kusursuz ve mutlu bir yaşam süren Blu, Pearl ve üç çocuklarının hayatı yeni bir kararla tekrar değişir. Pearl’e göre çocuklar karakterlerinin gereğince özgür ve vahşi yaşamlarına adapte olmayı öğrenmelidir ve bu nedenle en iyisi Amazon’a göçmektir. 2011 yapımı Oscar’a da aday gösterilen animasyon film Rio’nun devam filmi olma özelliğini taşıyan Rio 2’nin de yönetmenliğini Carlos Saldanha üstleniyor.
NİSAN 2014
37
Sinema
18 NİSAN
18 NİSAN
BÜYÜK BUDAPEŞTE OTELİ
KİRALIK AŞIK
Yönetmen: Wes Anderson Oyuncular: Ralph Fiennes, F. Murray Abraham, Mathieu Amalric Tür: Komedi Yapım: ABD Süre: 100 dk.
Yönetmen: John Turturro Oyuncular: John Turturro, Woody Allen, Vanessa Paradis Tür: Komedi Yapım: ABD Süre: 90 dk.
Wes Anderson’ın Moonrise Kingdom filminden sonraki yeni çalışması olan yapım, iki savaş arasındaki dönemde ünlü bir Avrupa otelinde kapı görevlisi olarak çalışan Gustave H ile lobi görevlisi Mustafa’nın arkadaşlık hikayesine odaklanıyor. İki iyi arkadaş otelde görevdeyken paha biçilemez bir Rönesans eseri çalınır üstelik aile yadigarı olarak servet değerindedir. İkili kendi hayatlarındaki bu önemli savaşın mücadelesini verirken, dışarda bir çağ da değişmektedir… Filmin bol yıldızlı kadrosunda Saoirse Ronan, Edward Norton, Ralph Fiennes, Jude Law, Bill Murray, Léa Seydoux ve Owen Wilson gibi önemli oyuncular yer alıyor.
Ayın en çok merak edilen filmlerinden biri. Ölümcül bir sel felaketi dünyadaki tüm yaşamı tehdit ettiğinde Hz. Nuh Tanrı’dan aldığı kutsal bir emir doğrultusunda bir gemi inşa etmeye başlar. Bu devasa gemiye her canlı türünden örnekleri alarak insan ve canlı hayatının devamlılığını emniyet altına alacaktır. Öncelikli amaçlarından bir diğeri de eşi Naamah ile oğulları Ham, Shem ve arkadaşı Ila’nın hayatlarını kurtarmaktır. Nuh rolünde Akademi Ödüllü Russell Crowe’u izlediğimiz filmde Crowe’a Jennifer Connelly, Emma Watson ve Anthony Hopkins gibi isimler eşlik ediyor. Filmin yönetmeni ise en son Black Swan filmiyle izleyici karşısına çıkan ünlü yönetmen Darren Aronofsky.
Sinema
18 NİSAN
25 NİSAN
EVRİM
İNANILMAZ ÖRÜMCEK ADAM 2
Yönetmen: Wally Pfister Oyuncular: Johnny Depp, Rebecca Hall, Paul Bettany Tür: Bilimkurgu Yapım: ABD, İngiltere Süre: 120 dk. Bilim adamı Will, istedikleri teknolojik yardımı yapmadığı için bir terörist grubun saldırısına uğrar ve cinayete kurban gider. Kendisi gibi bilim adamı olan eşi Evelyn, Will’in beynini gelişmiş bir süper bilgisayara entegre eder. Will’in bedeni ölmüştür ama beyni eşiyle yeniden iletişime geçer. Dahası Will, bağlı olduğu bilgisayardan internet aracılığı ile tüm dünyayı yaklaşan terörist tehlikeye karşı uyarmaya başlar. Fakat terörist grup Will’in hala hayatta olduğunu fark edince, süper bilgisayarı yok etmek için harekete geçerler. Yönetmenliğini Wally Pfister’ın üstlendiği filmin senaryosu Jack Paglen’e ait. Başrolde ise Johnny Depp yer alıyor.
Yönetmen: Marc Webb Oyuncular: Emma Stone, Jamie Foxx, Andrew Garfield Yapım: ABD, 2014 2012’de olumlu eleştiriler alan İnanılmaz Örümcek Adam’ın devam filmi olan The Amazing Spider-Man 2’de Peter Parker’ın işi hayli zor ve her günü yoğun. Zira Örümcek Adam olarak kötü adamların peşini bırakmıyor. Ama bir yandan da büyük aşkı Gwen’e zaman ayırmaya çalışıyor. Lise mezuniyeti ise henüz ufukta görünmüyor. Gwen’ın babasına verdiği sözü unutmayan Peter, Gwen’e zarar vermemek için elinden geleni yapıyor ama kötü Electro’nun ortaya çıkması, Harry Osborn geri dönüşü bu sözünü tutmasını oldukça zorlaştıracaktır. Peter Parker’ın geçmişine dair ortaya yeni ipuçları Örümcek Adam’ın gidişatını da derinden etkileyecektir.
38
NİSAN 2014
KONSER TAKVİMİ Konser
9 NİSAN
JAY JAY JOHANSON Mekan: Jolly Joker İstanbul Fiyat: 56-112 TL
1996 yılından beri müzik hayatının içinde olan, verdiği konserler sayesinde Türkiye’de en geniş kitlelere ulaşan Jay Jay Johanson, şu ana dek ikisi soundtrack olmak üzere 9 albüme imza attı. Trip-hop’tan electro-clash’e, electro’dan indie’ye pek çok farklı tarzda işler yapan ve dinleyenlerini hem dans ettiren hem de melankoliye sürükleyen Johanson, On The Radio, Believe in Us, Alone Again, So Tell The Girls That I am Back in Town gibi hit parçalarının yanı sıra son albümü Cockroach’tan da sevilen parçalarını seslendirecek.
10 NİSAN
TRICKY
Mekan: Garajİstanbul Fiyat: 56-132 TL 90’lı yıllarda doğuşuna tanıklık ettiğiniz Bristol çıkışlı trip-hop müziğinin en önemli temsilcilerinden olan İngiliz müzisyen Tricky, 10 Nisan’da garajistanbul’da! Müziğe The Wild Bunch isimli projeyle başlayan Tricky, kısa bir süre sonra The Wild Bunch Massive Attack’a dönüştü. Massive Attack’ın Blue Lines isimli albümü için çalıştı ve Massive Attack’ın büyük kitlelere duyulmasına katkı sağladı. 1991 yılında Massive Attack’tan ayrılarak solo kariyerine devam eden Tricky, Island Records ile anlaşarak ilk solo albümünü çıkardı. Tricky’nin en son albümü 2013 yılında False Idols ismiyle piyasaya sürüldü.
11 NİSAN
11 NİSAN
THE ARISTOCRATS
RUFUS WAINWRIGHT
Mekan: Roxy Fiyat: 55 TL
Rock/Fusion müziğin en eğlenceli halini gitarda Guthrie Govan, davulda Marco Minnemann ve basgitarda Bryan Beller ile sunan The Aristocrats, Gold’N Strings kapsamında tekrar İstanbul’da. Günümüzde yaşayan en iyi gitar virtüözlerinden biri olan Guthrie, solo albümü “Erotic Cakes”ten sonra yeni parçalarıyla ilk kez sevenlerinin karşısına çıkacak. Grubun diğer bir ağır topu olan Bryan Beller; Steve Vai, Dethklok, Mike Keanelly gibi çok önemli grup ve sanatçılarla çalışmış sıra dışı bir basçı olarak Rock-Fusion ve özellikle basgitar sevenlerin dikkatini çekiyor. Davul dünyasının çok yakından takip ettiği Marco Minnemann, farklı soundlara sahip grup ve sanatçılarla da çalışmış üst düzey bir davulcu. Kısacası bu üçlü kaçmaz!
25 NİSAN
DREDG
Mekan: Küçükçiftlik Park Fiyat: 56-99 TL
Mekan: Küçükçiftlik Park Fiyat: 88-160 TL
Going to a Town, I Don’t Know What It Is ve Leonard Cohen’in “Everybody Knows” cover’ının da bulunduğu sayısız hit şarkısıyla efsaneleşen Rufus Wainwright, bu yıl dördüncüsü düzenlenen “Avea Escape To Music” konserleri kapsamında İstanbul’a geliyor. Amy Winehouse’u uluslararası üne kavuşturan efsanevi prodüktör Mark Ronson’ın kaydettiği 2012 tarihli son albümü Out of the Game’i Elton John, David Bowie ve Queen gibi hayranlık duyduğu isimlere adayan Rufus Wainwright, İstanbullu hayranlarına keyifli bir akşam vaat ediyor.
Alternatif rock müziğin yenilikçi ilahları Dredg, Avea Escape To Music ile İstanbul’da! Kuruldukları günden beri orijinal kadrosunu koruyan dredg, vokalde Gavin Hayes, gitarda Mark Engles, bas gitarda Drew Roulette ve davulda Dino Campanella’dan oluşuyor. Grubun bağımsız bir etiketle 1998’de yayınlanan ilk albümü Leitmotif, Amerika Birleşik Devletleri’nde geniş bir coğrafyaya yayılan tutkulu bir hayran kitlesi oluşturdu. Grubun deneysel yönünün daha da belirginleştiği El Cielo, Interscope Records etiketiyle yayınlandığında uluslararası bir şöhretin kapıları da aralanmış oldu. El Cielo, çölde yazılmış ve dahası George Lucas’ın çiftliğinde kaydedilmişti.
shop.missclaire.com
www.missclaire.com / missclairefan