Rotasyon Dergi 4.Sayı Haziran Euro 2016 Özel

Page 1

HAZİRAN 2016 | SAYI: 4

EURO 2016 ÖZEL

GRUPLAR . YENİ KURALLAR . MASKOTLAR . ŞARKILAR TOPLAR . HAKEMLER . 56 YILLIK TARİH . FORMALAR BAĞIŞ ERTEN . ILGAZ ÇINAR . CÜNEYT KAŞELER MUSTAFA ÇULCU . 24 KARAKTER . EKONOMİK BOYUT STADYUMLAR . ŞEHİR KÜLTÜRÜ OKUMAYI SEVEN DEFANSA GELSİN


ROTASYON DERGİ EKİBİ YAYIN SORUMLULARI ANIL GÜLER CİHAT GEMİCİ EGE KİMYONŞEN YAZI İŞLERİ ALİ EMRE MAZLUMOĞLU YAZARLAR ALİ CAN AKBULUT ALPER ÜNLÜ BERK BOZ BURAK PAMUK BÜLENT BAHADIR CANDAN VEZİROĞLU CENGİZ UYGUR DENİZ BALCI DOĞA SAĞIROĞLU EFE CAN ERTEKİN EMİR LEKİ EZGİ YAZICIOĞLU FURKAN KARASOY GÖKHAN BİLGİN HÜSNA KÖŞGER MELİH OĞUZKAN OĞUZHAN ŞAKAR ONUR GİRİŞKEN ÖMER İNCE SERCAN YAZGAN TOLGA TEMEL TUNA MENEVŞE GRAFİK TASARIM ANIL GÜLER rotasyondergi@gmail.com /rotasyondergi

2 / HAZİRAN2016

İÇİNDEKİLER 4. EURO 2016 MAÇ TAKVİMİ 6. GRUP ANALİZLERİ 36.MASKOTLAR 40. BU TURNUVAYLA BİRLİKTE NELER DEĞİŞECEK? 42. ŞARKILAR 46. BAĞIŞ ERTEN RÖPORTAJI 50.TOPLAR 54. HAKEMLER 60. MUSTAFA ÇULCU 62. GERİDE KALAN TÜM AVRUPA KUPALARI 98. FORMA İNCELEMELERİ 152. ILGAZ ÇINAR&CÜNEYT KAŞELER RÖPORTAJI 160. 24 FUTBOLCU 24 HİKAYE 236. AVRUPA ŞAMPİYONASI EKONOMİSİ 240.STADYUMLAR 250. ŞEHİR KÜLTÜRÜ


SÖZ

ANIL GÜLER Ne uçurummuş arkadaş... Üçüncü sayımızın giriş kısmında sizlere Euro 2016 için sıkı bir hazırlık içerisinde olduğumuzdan bahsetmiştik. Herkesin yazmış olduğu şeylerin Rotasyon sayfalarında hali hazırda olacağını, bunun yanında kimselerin değinmediği ya da Türkçe kaynaklarda rastlamanızın zor olduğu konuları da yine bu sayfalarda gezinirken bulabileceğinizi söylemiştik. Tehlikeli, kötü sonlanma ihtimali yüksek, sonucunda çevrenizdeki

pek çok kişinin güvenini kaybetmenize sebep olabilecek bir çalışma modelini sizlere sunmuş ve Haziran sayımız için bu modeli uygulayacağımızı söylemiştik: Uçurumdan atlamak. Altından normal şartlarda kalkması çok zor olan bir iş için, normal şartları da zorlayarak, kendini rahatlığa teslim etmeyip tam tersi iki-üç kat fazla yükün altına girerek çalışmak. İşte prensibimiz bu sayı için tam olarak buydu. Yere çakılmadan önce kanatları-

mızı havada tasarlayıp tam yüzümüz yeri görecekken havalanıp yeniden yükseleceğimizi söylemiştik. Euro 2016’yı takip ederken, gözünüzün önünden ayıramayacağınız, her maç önünde, her maç sonunda, canınız sıkıldığında, belki bundan yıllar sonra başka bir Avrupa Şampiyonası başlarken okumak isteyeceğiniz bir sayı yapacağımızı söylemiştik. Biz sözümüzü tuttuk. SAYI #4 / 3


4 / HAZÄ°RAN2016


SAYI #4 / 5 BURAK PAMUK


A GRUBU CİHAT GEMİCİ Ve altın adamımız koşmaya başladı… Gülüyor, ağlıyor, kollarını kaldırıyor ve formasını çıkarıyordu. Bu Buenos Aires’li çocuğu hiç böylesine kendinden geçmiş bir şekilde görmemiştim. Roger Lemerre, taç çizgisinden David’e doğru koşuyordu. Gözleri fal taşı gibi açılmış, yüzü kıpkırmızı olmuş önüne bakmadan koşuyordu. Turnuva ortasında babasını kaybetmiş ama bunu bize hiç yansıtmamıştı.

FRANSA ROMANYA ARNAVUTLUK İSVİÇRE Bizi çocuklarını pikniğe götüren bir baba gibi seviyordu. Didier yanıma geldi “Marcel artık her şeyi kazandık Dünya Kupası ve Avrupa Şampiyonası daha ne istersin ki?” Böyle anların bitmemesini istersiniz. Tadını çıkarmak, hiçbir anı unutmamak, bütün gülümseyen mutlu yüzler aklınızda kalsın istersiniz ama her şey göz açıp kapayıncaya kadar biter. Didier Deschamps o gün tarihin sonunun geldiğini

düşünmüştü ama kazanılacak şeyler asla bitmiyordu. 2016 yazında Fransa Milli Takımı’nın teknik direktörü olarak kazanılması gereken bir Avrupa Şampiyonluğu onu bekliyor. Hem de Fransa’da… Fransa Milli Takımı dokuzuncu defa Avrupa Şampiyonası’na katılıyor. 1984’te kendi evlerinde ve 2000’de Hollanda’da kupayı kazanmayı başardılar. Bu kupayı onlardan daha fazla kazanan üçer kez ile sadece Almanya ve İspanya var. Fransa başarılı bir tarihe sahip olsa da son dönemde milli arenada bir düşüş içerisinde gözüküyor. Fransa Avrupa Şampiyonalarında oynadığı son 8 maçın sadece 1’ini kazanabildi. Yine bu maçların 5’inde gol dahi atamadı. Gol atma konusunda en son Michel Platini ile yüzleri gülmüştü. Platini 1984’te kazandıkları turnuvada tam 8 gol atarak Fransa adına turnuva tarihinin en golcü oyuncusu oldu. Didier Deschamps’ın kadrosunda bir turnuvada 8 gol birden atabilecek bir oyuncu var mı bu tartışılabilir fakat turnuvanın en güçlü kadrolarından birisine sahip olduğu su götürmez bir gerçek. Ev sahibi olduğu için eleme maçı oynamayan Maviler, üst düzey hazırlık maçları ile turnuvaya hazırlandılar.

6 / HAZİRAN2016


En büyük şansları milli oyuncuların kulüp takımlarındaki performansları oldu. Didier Deschamps seçtikleriyle dışarıda bıraktıklarıyla çok özel bir kadro açıkladı. 4-3-3 düzeninde seyredeceğimiz kadroda tanıdık isimler mevcut. Taktiksel anlamda en sevdiğim iş olan kadro dizilimi yapmanın tam zamanı… Kalede Lloris, Costil ve Mandanda’dan her hangi birisinin oynaması kimseyi rahatsız etmeyecektir. 3 üst düzey kaleciye sahipler. Benim tercihim Premier Lig’de Spurs formasıyla iyi bir sezon geçiren LLoris olacak. Sol bek pozisyonunda Digne ve Evra arasında kararsızım fakat tecrübeli Evra’yı seçiyorum. Tandem kesinlikle sabit olmalı Varane ve Koscielny turnuva boyunca yapışık ikiz gibi dolaşmalılar odaları da beraber tutulmalı dedikten iki gün sonra Varene sakatlığından dolayı kadrodan çıkarıldı. Mangala City’de güven vermedi. Mathiu Barcelona’da çok az oynadı ve sol bek asıl pozisyonu kendileri bu sebeplerden ötürü yedek başlayacaklar. Orta sahada çılgın bir üçlü kurmam gerekiyor. Leicester City’nin canavarı N’Golo kante savunmanın önünde emniyet kemeri olacak. Biraz önünde Cabaye’nin iki yönlü oyun tarzından faydalanmak istiyorum. Manchester United altyapısında sağ kanatta, fuleli, dağınık, yetenekli bir gençken, Juventus’ta ortasahanın ortasında bir süper yıldıza dönüşen Paul Pogba ise takımın merkezindeki isim olacak. Lass, Sissko ve Matuidi de turnuvada şans bulacaklardır. Çok üzülmelerine gerek yok. Forvet hattında A. Griezmann’ın yeri garanti belki de takımın ve turnuvanın en büyük yıldız adayını kenarda bırakmam düşünülemez. Onu Payet ile kanatlarda de-

ğişmeli kullanmayı düşünüyorum. Tek santraforum Giroud olacak. Martial ise Coman ve Gignac ile maçın gidişatına göre şans bulacak isimler. Hatem Ben Arfa, Gameiro, Lacazette gibi isimler beni neden almadın diye sorabilirler. Benzema ve Valbuena da sorabilir ama onlara cevap verecek kişi ben değilim Fransız halkı gerekli cevabı verdi. Diğerlerinin yetenek olarak seçilenlerden geri kalır bir yanları yok. Oynadıkları ligler ya da takımları bu seçimlerde etkili olmuş olabilir mi? Bu soru işareti benim de kafamda yer alıyor. Asıl soru siz olsanız bu isimler için kimleri çıkarırdınız? Fransa’nın dengeli ve üst düzey yeteneklere sahip kadrosu grup aşamasında Romanya, İsviçre ve

Arnavutluk ile karşılaşacak. Turnuvanın başlıca favorilerinden birisi olan Fransa bu grupta tüm maçlarını kazanabilecek kapasitede ve bir sürpriz beklenmiyor. Tabi kehanetlereinanmıyorsanız… Açılış maçlarında 2004’ten bu yana ev sahiplerinden sadece Ukrayna şampiyonaya galibiyetle başlayabildi. Portekiz, Avusturya, İsviçre, Polonya ilk maçlarında galibiyetle tanışamadılar. Fransa şeytanın bacağını Romanya karşısında kırabilecek mi hep beraber göreceğiz.

Romanya

Romanya Milli Futbol Takımı Fransa’da düzenlenecek Avrupa Futbol Şampiyonasına katılmayı başarırken Hagi, Petrescu, Mutu gibi dünyaca ünlü yıldızlara ya da izleyenlere keyif veren bir oyuna sahip değildi. Romanya’yı turnuSAYI #4 / 7


vaya götüren şey Karpat dağları gibi geçilmez bir etki yaratan takım savunması oldu. A Grubu’nda sürpriz yapmak için beklentileri düşüren ve pusuda bekleyen Rumenler’in hayal kurmasını sağlayacak en önemli etken 2004’te Yunaninstan’ın savunma zaferi. Romanya elemelerin en iyi savunma takımı oldu. Grubunun görece güçsüz takımlardan oluşması (K İrlanda, Macaristan, Finlandiya, Faroe Adaları ve Yunanistan) kafanızdaki soru işaretlerini yok edemeyebilir. Fakat Romanya ne olursa olsun 10 maçta sadece 2 gol yedi. Tatarusanu kalesine gelen 24 şutun 22’sini kurtarmayı başardı. Maçlarını neredeyse pozisyon vermeden tamamlayan katı bir savunma disiplinine sahipler. Hayal kurarken 5. Kez katıldıkları Avrupa Şampiyonasında gruplardan sadece 1 defa çıktıklarını unutmamaları gerekiyor. Finallerde oynadıkları 13 maçın sadece 1 tanesini kazanabildiler. 2016 elemelerinde ise 15 şut ile kaleyi en az yoklayan takım konumundalar.

Bu istatistiklerin hiçbirisi tesadüf değil. Bunların tek bir sorumlusu var. O da 65 yaşındaki kurt hoca Anghel Iordanescu’dan başkası değil. Takımı inanılmaz bir şekilde geçit vermeyen bir kaleye dönüştürdü. Elinde Fiorentina’nın kalesinin koruyan Tatarusanu ve Napoli’li Chiriches ve Stuttgart’lı Alexandru Maxim dışında üst düzey ligde oynayan oyuncuları olmamasına rağmen kurduğu düzen ile emeklilik dönüşü takımını finallere götürmeyi başardı. 4-4-1-1 ve 4-2-3-1 formasyonlarının tercih edildiği kadroya baktığımızda, Romanya’nın eleme maçlarında kalede ikinci bir tercihi dahi olmadı. Tatarusanu tek tercih konumunda gözüküyor. Sağ bek pozisyonunda Paul Papp 6 maçta görev aldı ve 2 golle takımın en golcü oyuncularından birisi oldu. Sol bekte Razvan Rat takımın kaptanı ve değişilmezi konumunda. Romanya’nın en güçlü olduğu bölge tandemi burada Dragos Grigore ve Chiriches ikilisi hiç bozulmuyor. Üstün performansı sonrasın-

da Vlad Chiriches takımın yıldızı oldu. Orta sahanın ortasında Hoban Ovidiu ve Mihai Pintilii ikilisi en çok tercih edilen oyuncular. Kanatlarda Osmanlıspor’dan tanıdığımız Gabriel Torje sol tarafta kendine yer bulmuş gözüküyor fakat diğer isim sürekli değişiyor. Maxim ve Popa üç maç oynarken burada 4 farklı isim görev aldı. Forvet hattında ikinci forvet veya ofansif orta saha olarak Chipcu 4 Budescu 2 maç oynadı burada zaman zaman Türkiye’den tanıdığımız santraforlar Stancu ve Rusescu da görev alabiliyorlar. Tek forvet olarak ilk maçlarda Keseru (5 defa ) tercih edilse de Stancu genç Stanciu da şans bulabiliyor. Romanya sürpriz yapabilmek için turnuvanın en zayıf takımlarından birisi olarak gösterilen Arnavutluk’u yenmek zorunda gözüküyor. 2006 Dünya Kupası ve 2004 Avrupa Şampiyonası savunmanın da başarıyı getirebileceğini bizlere gösterdi. Romanya duvarı ne kadar sağlam örebilecek hep beraber göreceğiz.

Arnavutluk

Tarihi geçmişi, ülkemizle bağlantısı aynı grupta yer aldığı İsviçre ile olan bağı ve Sırbistan maçı Arnavutluk takımını özel yapan unsurlardan birkaçı. Arnavutlar ülkelerine kartallar ülkesi anlamında Shqipëria (Şıpiriaolarak okunuyor) diyorlar. Kartalının dışında inadı, ciğeri meşhur bir millet Arnavutlar… Osmanlı döneminde İslam üçüncü din olarak kabul edildiğinde de kültürlerini korumakta inat etmişlerdir. Teknik Direktör Gianni Di Biasi takımın başına geldiğinde ilk kez büyük bir turnuvaya katılma inatlarını da koruyarak sonunda hedeflerine ulaştılar. 8 / HAZİRAN2016


lık söz konusu. Sol kanatta Nantes oyuncusu Ermir Lenjani sağ kanatta ise Yunanistan Süper Ligi’nde Giannina takımında oynayan Andi Lila görev yapacak. Santrafor Balaj ilk tercih gibi gözüküyor ama o da Hırvat ligi’nde rijeka formasıyla sadece 9 gol attı. Yedeği Başakşehirspor’dan tanıdığımız Cikalleshi’nin ise bu sezon yedek kaldığını ve 5 gol attığını düşünürsek gol konusunda Arnavutların işi hiç de kolay gözükmüyor. İnter’in genç yıldızı Rej Manaj ise sürpriz beklenen isim olarak ön plana çıkıyor. Arnavutluk eğer İsviçre’de ve diğer ülkeler adına oynayan oyuncularını kadrosunda barındırabilseydi kartallardan bugün çok farklı bir biçimde bahsedebilirdik. Arnavutluk’ta 7 oyuncu İsviçre doğumlu. Arnavutluk diasporası ülkesi için oynamaya karar verirse Arnavutluk futbolu ivme kazanabilecek kapasitede. İlk maç Diaspora’ya karşı rakip İsviçre…

Hedeflerine ulaşırken kadro kalitesinin farkında olan Biasi takımını öncelikle gol yememe üzerine kurdu. Bu da beraberinde olaylı geçen Sırbistan maçı sayılmazsa sadece 7 gol attılar ve bu gollerin 5’i Ermenistan karşısındaydı. Takımda 1’den fazla gol atan oyuncu bulunmuyor. Biasi’nin ilk onbirinde kalede yedek bir eldiven bulunuyor. Berisha bu sezon yalnızca 11 maçta Lazio kalesini korudu. Ama Arnavutluk için ilk ve tek isim. Savunma hattı en az Arnavutluğun ekonomisi kadar geride. Galatasaray’dan da tanıdığımız Lorik Cana takımın kaptanı ve savunmanın bel kemiği. Ülkemizde ön liberoda kullanılan Cana milli mesaide stoper olarak görev yapıyor. Yanında ekürisi Köln keçisi Mergim Mavraj var. İkili fizik olarak güçlüler ve Cana

topu oyuna iyi sokabiliyor. Sağ bekte Elseid Hysaj Napoli’den sonra kartallara da sağ kanattan kalite katmayı başarıyor. Kontra atak oynayan bir takım için teknik ve süratli bir bekten daha iyi ne olabilir ki? Sol bekte Agolli’yi izleyeceğiz Karabağ’lı oyuncu daha defansif bir görüntü içinde. Arnavutluk defans dörtlüsü kesinlikle umutsuz değil. Orta sahada Granit Xhaka da olabilirdi fakat B Monchengladbach oyuncusu kardeşiyle değil İsviçre Milli Takımı’nda diğer göçmenlerle beraber oynamayı tercih etti. Basel oyuncusu kardeş Taulant Xhaka orta sahada takımı yönetmeye çalışacak. Ona yardımcı olacak isimler ise PAOK’lu Ergys Kace ile savunma yükünü çekecek isim Freiburg oyuncusu Amir Abrashi olacak. Forvet hattında ise büyük bir kısır-

İsviçre

İsviçre kantonlara bölünmüş yapısı, tarafsız statüsü ve dünyanın bankası olmasının yanı sıra altyapısına önem veren kalburüstü bir futbol ülkesidir. İlk kez 1996 yılında katıldığı Avrupa Şampiyonalarında 2004 Portekiz ve kendi evinde düzenlen 2008’de ilk turu geçememiştir. Oynadığı 9 maçta 1 galibiyet ile İsviçre’nin turnuva karnesi zayıf gelmiştir. Milli takım kavramı İsviçre için biraz farklı bir anlam teşkil ediyor. Özellikle 90’larda patlak veren Yugoslavya savaşı sonucunda İsviçre’ye önemli miktarda Arnavut, Kosovalı ve Boşnak göçü oldu. Bu özel sebebin yanında İsviçre’nin ekonomik seviyesi diğer ülkelerden de göç almasına sebebiyet verdi. Son döneme kadar göç ve etkisi Milli Takım’a yansımamıştı fakat savaşın çocukları büyüdüler ve SAYI #4 / 9


doydukları topraklar olan İsviçre adına oynamayı tercih ettiler. İsviçre 6 Arnavut kökenli oyuncusu için masa başında mücadele etmek durumunda kaldı. Bunların arasından en ilginç olanı da Granit Xhaka tıpkı Boateng kardeşler gibi Granit kardeşiyle milli arenada karşı karşıya gelmek durumunda kalacak. Zira Taulant Xhaka da İsviçre ile 10 / HAZİRAN2016

aynı grupta yer alan Arnavutluk ile mücadele edecek. Göçmenler mülteciler konusunun bu denli revaçta olduğu bir dönemde İsviçre bu konudan maksimum verim almaya bakacak. Samsunspor ve Lazio’dan hatırladığımız antrenör Vladimir Petkovic de Bosna doğumlu ve İsviçre’ye

göç etmiş birisi. Sevenin halinden sevenler anlar düşüncesiyle takımın başına da bir göçmen getirildi ve sonuç alındı. İsviçre grup elemelerini rahat biçimde geçerek son iki maçını Slovenya ve İngiltere’ye kaybetmesine rağmen grup ikincisi olarak finallere katılmaya hak kazandı. İsviçre kadrosu son yıllarda elemeleri rahat geçen ama


yeri garanti gibi eski Arsenal yeni Hamburg’lu oyuncunun partneri Senderos ya da Bergen olabilir. Orta sahada genelde üçlü bir yapı tercih eden Petkovic, Xhaka, Gökhan İnler ve Behrami ile bir üçgen kuruyor bu oyuncuların alternatifleri ise Galatasaray’lı Dzemaili ve Kasami oluyor. Önlerinde takımın yıldızı konumunda bulunan ve hücum gücünün önemli bir kısmını oluşturan Xerdan Shaqiri var. İnter macerası kısa süren cep herkülü Stoke City ile fena olmayan bir sezon geçirdi ve 3 golle İsviçre adına elemelerin en golcü oyuncusu oldu. Forvet hattında Mehmedi ve Seferovic ikilisi gol arayacaklar bu ikilinin alternatifleri ise Josip Drmic ve Eren Derdiyok olabilir. Manchester United radarındaki genç yıldız Breel Embolo da izlerken dikkat kesilinmesi gereken wonderkid olarak göze çarpıyor. Grupta Fransa rahat bir şekilde lider olacak izlenimi verirken İsviçre ikinciliğe en yakın aday durumunda. Bakalım turnuva şanssızlığını yenebilecekler mi? Romanya, tecrübesiyle sürpriz peşinde olacak. İsviçre’nin hayallerini yıkabilirler Karpatları geçmek hala çok zor. Arnavutluk grubun zayıf takımı konumunda onlar için turnuvanın keyfini çıkarmak dahi yeterli olacak. Ama kartallar yüksek uçar. Arnavut inadı bizlere bir peri masalı yaşatabilir… finallerde başarı eşiğini geçemeyen bir görüntü verdi. Kadro kalitesi o eşiği aşabilecek mi bu haziranda göreceğiz. Kadroya baktığımızda oyuncuların genelde Bundesliga’da oynadıklarını görüyoruz. Elemelerde forma giyen oyunculardan 14 tanesi Almanya’da top koşturuyor.

Kalede Monchengladbach forması giyen Yann Sommer’i izleyeceğiz. 27 yaşındaki kaleci bu seneki istikrarlı performansı ve Şampiyonlar Ligi tecrübesi ile kalede güven veriyor. Sağ bek Juventusun sağ kanat savunucusu Lichtsteiner ve sol bek yükselen değer Ricardo Rodriguez İsviçre’yi kanatlandırabilir.Stoper’de Johan Djourou’nun SAYI #4 / 11


B GRUBU İNGİLTERE GALLER SLOVAKYA RUSYA

DOĞA SAĞIROĞLU 2016 Avrupa Şampiyonası’nda B grubunu “istikrarsızlar” grubu olarak da adlandırabiliriz. İngiltere grubun kağıt üstünde en güçlü ekibi. Galler’in kaderini, gruptaki en değerli oyuncu olan Gareth Bale’ın performansı çizecek. Rusya

çok belirsiz bir turnuva takımı ve Slovakya rakiplerini şaşırtıp onların hatalarından faydalanmak zorunda. 3 takımın birden çıkma ihtimali olduğu yeni sistemde ilginç durumlara tanık edebilir bizi bu grup. Avrupa bahis oranlarına göre takımların şampiyonluk şanslarını incelediğimizde, grubun favori takımı ile sürpriz takımı arasında en az farka sahip olan iki gruptan biri olduğunu görüyoruz. Ayrıca bu grubun güç ortalaması olarak da diğer gruplara oranla daha güçsüz bir grup olduğunu takımların FIFA sıralamalarına bakıp görebiliriz. Tabii ne şampiyonluk oranları ne de FIFA sıralaması takımları tam anlamıyla doğru yansıtmıyor. Yine de bu bilgi bize çok kritik olabilecek iki tane ipucu veriyor grubun nasıl şekillenebileceği hakkında. Birincisi İngilizlerin eleme aşamasında kendilerinden daha zayıf ekiplerle oynadığı maçlardaki performansının tekrar olasılığı. İkincisi ise Rusya, Galler ve Slovakya’nın birbirlerine güç olarak yakınlığının yeni formattaki dezavantajı.

İNGİLTERE

İngilizler eleme aşamasında

12 / HAZİRAN2016

oynadığı 10 maçını da kazanarak turnuvaya ne kadar hazır olduklarını herkese gösterdiler. Grup aşamasında oynayacakları takımlar da elemelerde karşılaştıklarından çok daha zorlu değil. Aynı dominant performansı grup aşamasında da görebiliriz. İngiltere’nin yaklaşık 30 oyunculuk çok kullanışlı bir oyuncu havuzu var. Bu oyuncuları eleme aşamasında çok verimli bir şekilde kullandılar. Wayne Rooney (7 gol) ve Danny Welbeck’in (6 gol) gol yükünü çektiği baklava dilim ortasahalı 4-4-2 dizilişle elemelere başlayan İngiltere daha sonra 4-23-1 ve 4-3-3 dizilişine evrildi. Kane ve Vardy bu sezonki çok iyi performanslarıyla Roy Hodgson’ın hamle oyuncuları olmayı başardılar. Welbeck sakatlığı sebebiyle turnuvayı kaçırdı ama Sturridge’in Klopp yönetiminde formunu tekrar bulmasıyla forvet hattında sıkıntı olacağa benzemiyor. Manchester United’ın yeni umudu Marcus Rashford finallere gitme adayı olan 26 kişilik kadroya çağrıldı. Elemelerdeki ilk 6 maça ilk 11 başlayıp sonra forma giyemeyen Henderson, sağlamken takımın bankolarından Wilshere ve Hodgson’ın birkaç mevkide oynatabileceği Sterling, Milner ve Lallana gibi esnek ya da Barkley, Alli gibi genç yıldız adayı isimle-


ri izleyeceğiz İngiltere Milli Takımı’nda. İngiltere’nin performansını, kalırlarsa Son 16 ve sonrasındaki rakiplere karşı oynayıp oynamayacaklarını seçecekleri kontratak futbolu belirleyecek. Kapasitesi yüksek genç oyunculardan oluşan İngiltere; Tottenham, Leicester ve Liverpool karışımı bir stile sahip olabilir. Bu stil onlara çok iyi pres yapan, defansif özellikleri yüksek ve hızlı hücuma dayalı bir anlayış sağlayacak. Bunu etkin şekilde kullanıp Dünya Kupası’nı kazanabilmiş Avrupa takımları arasında Avrupa Şampiyonası kazanamamış tek ekip olmaktan çıkmak isteyecekler. Eleme aşamalarındaki net görüntüsünü grup aşamasına yansıtıp burayı moralli ve mütevazi bir şekilde geçecek bir İngiltere, potansiyelli kadrosuna ihtiyacı olan özgüveni aşılayabilirse başarılı olmamaları işten bile değil. İlk ipucumuz bu. İkinci ipucumuz ise şöyle. Turnuvanın yeni formatında 6 tane grup 3.’sünden önem sırasına göre en iyi puan, averaj ve gol atma sayısına sahip olan 4 tanesi Son 16 turuna çıkacak. Her ne kadar gruplardaki favori takımların dışında kalan 18 takımın bir şampiyon çıkarmasının olasılığı %25 civarı verilse de, bu yeni grup aşamasında grubu 1. bitirmesi beklenen favori takımdan daha önemli bir takım var bu özel turnuvada. O da grubun kağıt üstündeki en zayıf takımı. En iyi 3.’lerden olabilmek adına son sıradaki takımı yenmek büyük bir öneme sahip. Buna örnek olarak Euro 2004 C Grubu’nu gösterebiliriz. İtalya, İsveç, Danimarka ve Bulgaristan’dan oluşan bu grup istatistiksel olarak çok zor rastlanır bir şekilde tamamlanmıştı. Bulgaristan karşısında galip gelen 3 takım birbirleriyle berabere kalınca 5 puanlı İtalya’nın 3. olup elendiği bir

durum oluşmuştu. Aynı zamanda İsveç’in 89.dakikada bulduğu golle eşitliği sağlayıp komşusu Danimarka ile 5’er puan toplayıp, el ele gruptan çıkması kafalarda şüphe uyandırmıştı. Bu turnuvada da böyle bir grup oluşursa o 5 puanlı 3.’nün çıkmama ihtimali pratikte %0. Ancak tahminime göre bu turnuvadaki 3.’ler için kritik puan 4. Bu amaçla gruptaki favorileri bir kenara ayırırsak geriye değişik üçlüler kalıyor. B Grubu’nda ise en denk güçteki takımlar üçlüsü oluşuyor. Bu bize her takımın beklenilen performansı gösterirse bu grubun 3.’sünün Son 16’ya kalamayabileceğini işaret ediyor olabilir. Neden mi? Burada kritik olan bu gruptaki takımlarının birbirlerine güç skalasındaki yakınlıkları. Bu bilgi bize maçların yakın geçebileceğini, yani beraberliklerin diğer gruplara oranla daha sık olabileceğini söylüyor. E malumunuz 3 puanlı sistemde 1 galibiyet ve 1 mağlubiyet, 2 beraberlikten daha başarılı. Peki bu ne demek ? Bu kısaca bu grubun üçüncüsü elenenlerden olabilir demek. Grubun en güçsüz takımının kolay lokma olmaması diğer 3 takımın hanelerine yazılabilecek 3 puan ihtimalini düşürüyor. Nasıl mı? Mesela A Grubu’ndaki Romanya’nın, turnuvadaki en güçsüz ekiplerden biri olmasına rağmen en iyi dört 3. arasına girip Son 16’ya katılma ihtimali daha fazla çünkü grupta Arnavutluk gibi daha zayıf bir rakibi var. Romanya Arnavutluk’u yendiği takdirde kritik puan olan 4 puana çok yaklaşmış olacak. Yani en iyi dört 3.’den biri olabilmek adına 4 puan toplayabilmek çok önemli. İstikrarsızlar arasında çok net grup favorisi gibi gözükse de, İngiltere her zaman beklentilerin çok altın-

da bir performans gösterebilecek bir takım. Ancak İngiltere’nin son bir avantajı daha var. O avantaj da Avrupa genelinde evrilen futbolun şu anda İngilizlerin tarzına yarıyor olması. Buna örnek olarak Şampiyonlar Ligi’nde son 3 senede 2 final gören Atletico Madrid ve Premier Lig’in mucize şampiyonu Leicester City verilebilir. Yetenekli ve atlet oyunculardan oluşan kompakt bir orta sahaya beklerden dönüşümlü Clyne ve Rose katkısı ve ileride en verimli dönemlerindeki Kane, Vardy ve Sturridge. Rooney’nin de çok İngiltere adına oynadığı maçlarda son 2 sene gayet iyi bir form yakaladığı gerçeğini unutmayalım. Son olarak, İngiltere hep şanssızdır. Ya penaltılardan elenir ya da kale çizgisindeki en kritik toplar hakemler yüzünden aleyhlerine

SAYI #4 / 13


sonuçlanır. İşte bu sefer bir kura şansı var İngiltere’nin. Eğer grubu beklendiği gibi lider bitirebilirse A,C ve D gruplarının 3.’lerinden biriyle eşleşecek. Eğer beklenildiği gibi olmaz da İngiltere grubu 2. bitirirse de turnuvanın pazar değerleri olarak açık ara en ucuz grubu olan F Grubu ikincisi ile eşleşecek.

RUSYA

Elemelerde ne kadar istikrarsız bir futbola sahip olduğunu tam anlamıyla gösteren bir başka takım olan Rusya’ya geçelim. Fabio Capello ile 2012’de başlayan macera, ülkemizdeki kovulmalara benzer bir süreçle son buldu. Capello yönetimi altında gruptan çıkılamayan 2014 Dünya Kupası sonrası futbolda kazanmayı ne kadar çok istediklerini belli etmişti Ruslar. Hemen sonrasında ortaya 2017/2018 Rusya Premier Ligi’nde Capelo’nun Rusya Milli Takı-

mı’nı oynatma fikrini atmışlardı. Bu sıradışı proje evlerinde düzenleyecekleri ve dolayısıyla eleme aşamalarında oynayamayacakları 2018 Dünya Kupası’nda başarılı olmak içindi. Aslında son büyük turnuvalardaki Bayern Münih ve Barcelona hakimiyetine bakınca kulüp gibi oynayan bir Rus Milli Takımı fikri çok akıllıca. Bu fikir gerçekleşir mi gerçekleşmez mi derken 2016 Avrupa Şampiyonası Elemeleri başladı. Capello gibi en üst seviyede başarılı bir teknik direktöre sahip olmanın verdiği rahatlıkla 4 yıl sonrasına plan kuran Ruslar önlerindeki maçlara bakmaya unutmuşlardı. 80 bin kişilik Lujniki Stadyumu’nda oynadıkları Lihtenştayn maçında 10 bin kişiye oynadılar ve bundan sonraki maçlarını 2018 Dünya Kupası için bakıma alınan Lujniki’de değil Otkrytie Arena’da 40 bin kişi ortalamayla oynadılar. Bu maç ile ilgili bilinmesi gereken iki şey var. Capello’nun 4-4-2 dizilişinde çıkardığı takım ilk yarı kolay rakibi karşısında şanslı bir duran top sayesinde rakibinin direncini kırdı, ancak çift forvetli sistem umut vadetmedi. İkinci yarı Artem Dzyuba’nın oyuna girmesiyle değişen oyun ve atılan 3 gol bundan sonraki maçlarda hak ettiği formayı almasını sağlayacaktı. Kazandıkları maçtan çıkarılan sonuçlar şunlar: tek forvete dönelim, Dzyuba tek forvet oynasın. 1990’lardan önce olduğundan dolayı Sovyetler Birliği-Rusya durumları birazcık işleri karıştırıyor ama yine de ilk maçların sonuçlarına göre ve Avrupa Şampiyonalar’ında daha önce oynadığı 4 finalde aldığı 1 kupayla Rusya, eleme grubun da tarihsel favorisi konumundaydı. Ancak grubun kadro olarak en kaliteli ve sistem olarak en

14 / HAZİRAN2016

modern ekibi Avusturya’nın kalan 9 maçını kazanıp 28 puanla grubu lider bitirecek olması Rusya’da işleri karıştıracaktı. Bundan sonraki 5 maçında sadece Karadağ’ı yenebilen ki onu da kaleci Akinfeev’e isabet eden meşale sayesinde hükmen kazanan Rusya’da bütün planlar altüst olmuştu. Evlerindeki Dünya Kupası’nda başarılı olma planları kurarken bir anda işler zora girince Capello gibi bir ismi kovmaktan çekinmedi Ruslar. Capello gibi bir isim dememin nedeni Capello’nun muhteşem taktisyenliği değil, kovulduğunda aldığı 16 milyon Dolar tazminat. Capello’nun modern futboldaki son başarısının 2007’de Real Madrid’e 76 puanla kazandırdığı şampiyonluk olduğunu ve 76 puanın, 4 maçın eksik oynandığı Türkiye’de bile şampiyonluğa genelde yetmediğini hatırlatalım. Elemelerde Capello yönetimi altında oynadığı bütün maçlarda rakibinden daha çok topa sahip olmasına rağmen çok kısır ve hevessiz bir Rusya vardı. İngiltere’nin başındayken çalıştığı ülkenin dilini konuşabilmenin, oyuncularla birebir iletişim kurabilmenin çok önemli olduğunu söyleyen İtalyan hoca kısa sürede İngilizce’yi bir yere kadar halledebilmiş olabilir. Ancak tahmin edilebileceği gibi Rusça’da durum böyle olmadı. Bu adaptasyon ve sinerji açısından büyük problem yarattı. Elemelerin bitmesine 4 maç kala 8 puan toplayabilen Rusya, ikinci İsveç’in 4 puan gerisindeydi ama fikstür avantajı Rusya’daydı. İsveç, Moskova’ya gelecek ve evinde Avusturya’yı ağırlayacaktı. Rusya Futbol Federasyonu takımın yeni hocası için CSKA’yı 2009’dan beri çalıştıran Leonid Slutski’yi uygun gördü. Komik olacak belki ama bu karar önceki Capello kararı ile 4 konuda kontrast oluşturuyor. Birinci konu Slutski’nin 25 yaş daha genç olması. İkincisi Rus olması.


Üçüncüsü aktif olarak takım çalıştırması. Dördüncüsü ve en önemlisi ise kariyerinin gidişat eğrisinin Capello gibi negatif değil pozitif olması. Tabii “hocanın yerlisi, yabancısı ya da yaşlısı, genci olmaz bırak şu önyargıları” diyebilirsiniz. Ancak Şampiyonlar Ligi seviyesinde bir futbolu en son 2007’de oynamış (Şampiyonlar Ligi tartışmasız en üst düzey futbol kalitesine sahip yer), Rusça bilmeyen (ki bu Rusya gibi milli değerlerin yüksek olduğu bir ülkede daha çok sorun olabilir) Capello ile Slutski arasında çok geçerli bir önyargı. Şems-i Tebrizi’nin bir lafı vardır “Dünya’m alt üst olur diye endişelenme. Nereden bilebilirsin altının üstünden iyi olamayacağını” diye. Bu lafa mı uymak istediler bilinmez ama Rusya, sistemi alt üst etti ve son 3 senede 2 şampiyonluk kazanmış, Rus futboluna çok hakim ve aynı zamanda formda bir teknik direktör getirmesiyle kendi Euro 2016 kaderini değiştirdi. Capello’lu ilk 6 maçta 4-4-2 ile başlayıp 4-2-3-1 ve 4-5-1 dizilişleri arasında gidip gelen Rusya, Slutski’yle bir anda kimlik değiştirdi. Son 4 maçta ilk 11 ve taktik seçimlerinde çok net davranan Slutski 12 puan alıp direkt olarak Fransa’ya götürdü takımını. Öyle ki son 4 maçtaki ilk 11 seçimini 13 oyuncudan oluşturdu. Her konuda çok istikrarsız olan bir takım bir kez daha alt üst yapılınca istikrarlı gözüken bir yapı oluştu. Rusya’nın Haziran 2016’da Fransa’da nasıl oynayacağını hemen hemen biliyoruz. Peki Rusya Euro 2016’da ne yapar? Önceden bu istikrarsız ülkenin nasıl oynayacağı belli olsa da performanslarını tahmin etmek zor. Ancak bu denk grupta hoca-takım uyumu çok önemli bir faktör olacak. Büyük resimde istikrarsız bir ülke ama Rusya’nın Slutski’yle ne

oynayacağı ve hangi futbolcularla oynayacağı az çok belli ve bu bir avantaj. Bu aynı zamanda diğer takımların Rusya’yı daha kolay tanıması anlamına geliyor. Slutski’li Rusya’nın bir şanssızlığı da İngiltere ile ilk maçta oynayacak olması. İngiltere gibi favorilerle son maçı oynamak çoğu durumda avantajdır çünkü gruptan çıkmayı garantileyip son maça formalite icabı çıkması daha muhtemel. Rusya, Slutski’yle beraber çok net bir 4-2-3-1 takımına dönüştü. Akinfeev’den Dzyuba’ya kadar ilk 11’de kimin olacağı hemen hemen belli gibi. Slovakya bu sisteme karşı çok başarılı sonuçlar etmişti 2014/2015 sezonunda oynadığı maçlarda. Grubun kağıt üstünde en zayıf takımına karşı kaybedilen puan bu gruptan çıkmayı çok zorlaştırır. Dzyuba da her ne kadar takımı elemelerde taşımış gibi gözükse de yeterli bir forvet değil. Ancak ellerindeki en iyi seçenek o. Pazar değeri olarak grubun ikinci en pahalı takımı olan Rusya, göründüğü kadar kaliteli bir ekip kesinlikle değil. İngiltere ilk maçta

saf dışı bırakabilmeli Rusya’yı.

GALLER

85 milyon Euro pazar değeri ile grubun en değerli, turnuvanın en pahalı ikinci oyuncusuna sahip ülkesi Galler. Gallilerin istikrarsızlığı da kadrolarındaki oyuncu spektrumu yüzünden. 85 milyonluk adam da var, 150 bin euroluk da. Eleme aşamasında oynadıkları her maç başına toplam 1,5 gol ortalamasıyla turnuvanın en sıkıcı ve kapalı takımı. Ama aynı zamanda taktiksel olarak grubun en esnek ama aynı zamanda en disiplinli takımı. Teknik Direktör Chris Coleman eleme aşamalarında 4 kere 3-4-3, 3 kere 4-4-1-1 ve birer kere 3-5-2, 5-3-2 ve 4-3-3 dizilimleriyle sahaya çıktı. Takımın her şeyi Gareth Bale 5 farklı pozisyonda başlayıp 10 maça da 11’de çıktı. Batman’daki Robin misali Bale’ın ekürisi Aaron Ramsey ise yine 5 farklı pozisyonda başlayıp sadece 2 maç kaçırdı eleme aşamalarında. Galler’in attıSAYI #4 / 15


ğı 11 golün 9’unda Bale’ın payı (7 gol, 2 asist) var. Elemelerde toplam 52 şut atan Bale, gruplarda da kendisinden beklenen performansı gösterebilirse çok değerli gollere imza atabilir. Galler’in en büyük şansı bu grubun maçlarının çok yakın geçme ihtimalinin yüksekliği. Rusya, Galler ve İngiltere eleme aşamalarında oynadıkları toplam 30 maçta sırasıyla 5, 4 ve 3 gol yani toplamda 12 gol yediler. Bu, aralarındaki maçlarda da az gol olabilir demek. Ve bu da Gareth Bale’ın tehlikeli bir yerden kullanacağı bir tane duran topun öneminin daha da fazla olması demek. Bir başka avantajları ise çok uyumlu görüntüleri. Tek oyuncunun liderliğini yaptığı takımlarda oyuncuların arasındaki psikolojik denge normalden farklı değişkenlere sahiptir. Oyuncuların 100 16 / HAZİRAN2016

Milyon Euro’luk Adam’a gerçekten saygı duyması için Bale’ın iyi bir performans göstermesi gerekiyordu, o ise takımı aldı, sırtladı ve finallere götürdü. Bale ve Ramsey arasındaki uyum da çok önemli. Zamanı geldiğinde Ramsey bölgesi olduğunu düşünüyorsa frikiği kullanabilmeli. Bale’dan tam verim almaya çalışarak, onun yıldız egosunu şişirmeden, özgüvenini de daima yüksek tutarak kritik bir zihinsel sınav verecek Coleman. Championship’te attığı 16 golle Burnley’nin Premier Lig’e yükselmesinde büyük pay sahibi olan 1.87’lik Sam Vokes ise kilitlenmiş maçlarda hava hakimiyeti ile bir yedek anahtar rolü üstlenebilir. Coleman her ne kadar elemelerdeki performanslarında diğer oyuncularında Bale ve Ramsey kadar payları var dese de durum pek öyle

değil. Bu hamle turnuva öncesi diğer oyuncularına psikolojik bir müdahale, özgüven aşılama olarak algılanabilir. Ancak Bale ve Ramsey’nin 3 maçta da oynamaları ile Galler’in turnuva performansı arasında yüksek bir korelasyon var. Keza her ne kadar turnuva havası farklı olsa da Ramsey ve Bale’ın sakatlık sebebiyle olmadığı Mart ayında oynadıkları K.İrlanda maçında 1-1 berabere kalıp, Ukrayna’ya 1-0 mağlup oldular. Galler’in dezavantajı ise bırakın daha önce Avrupa Şampiyonası oynamış oyuncusu olmayışını daha önce ülkesinin katıldığı büyük turnuva izlemiş oyuncusu bile yok. Avantajı ise seçilen her oyuncu o formanın hakkını sonuna kadar verecek. Elemelerde 80. dakikalardan sonra 4 puan yazdırdılar hanelerine ve bu azimlerinin turnuvada


ne kadar oynatsak, hesaplasak ya da tahmin etsek boş. Turnuvaya nasıl bir etkisi olduğunu turnuva sırasında hep birlikte göreceğiz.

Gelelim grubun eleme aşamalarındaki en istikrarsızına. Galler gibi onlar da ilk defa bir Avrupa Şampiyonası’na katılıyorlar. Ama aynı zamanda Rusya gibi dağılmadan önce şampiyonluğu bulunuyor. Topa az sahip olduklarında korkmanız gereken mütevazi ama tehlikeli bir takım. Marek Hamsik’in kaptanlığını yaptığı Slovakya grubun kaderini çizecek. Grubun en ucuz kadrosuna sahipler ancak diğer gruplarla karşılaştırıldığında 90 milyon Euro’luk değeriyle en pahalı 4.kategori takımı olduğunu görüyoruz. Yazının başında da dendiği gibi bu grup çok denk ve bunun en büyük sebebi Slovakya’nın gücü.

lasmanda Ukrayna ve sonra içerde İspanya’yı yenerek bomba gibi başladı. Daha sonra oynadıkları 4 maçı daha kazanarak toplamda 18 puan elde ettiler. 2014/2015 sezonunda oynadıkları 6 maçta da hemen hemen aynı oyuncularla oynadılar ve çok işlevsel bir iskelet oluşturmayı başardılar. Bu sezon ise önce Eylül’de İspanya’ya kaybettiler ve aynı puanda olmalarına rağmen ikili averaj sebebiyle liderliği de İspanya’ya teslim ettiler. Ardından içerde Ukrayna beraberliği ve yine içerde Belarus yenilgisiyle bir anda gruptan çıkmayı tehlikeye attılar. Son hafta Lüksemburg deplasmanında, İspanya ile oynayacak Ukrayna ile aynı veya onlardan daha iyi bir sonuç elde etmeleri gerekiyordu. Nitekim öyle oldu ve aynı zamanda Türkiye’nin en iyi grup 3.’sü olmasını ilgilendiren maçta İspanya Ukrayna’yı yendi. Weiss Lüksemburg karşısında 3 asist yaparak takımının çilingiri oldu.

Slovakya’da gerektiği zamanlar ortaya çıkan büyük bir lider var: Marek Hamsik. Eleme aşamaları boyunca ihtiyacı olunduğunda attığı gollerle takımına enerji ve inanç kattı. Slovakya’nın Hamsik dışında izlememiz gereken bir oyuncusu daha var ve bu turnuva onun için kötü giden kariyerini şoklayıp pozitife geçirme şansı olabilir. O oyuncu Katar’da forma giyen 26 yaşındaki Vladimir Weiss. Manchester City altyapısı çıkışlı Weiss’in Glasgow Rangers ile 2010/2011 sezonunda Bursaspor karşısında son 20 dakika oynamış olduğunu ve Olympiakos ile şampiyonluk yaşadığını belirtelim. Kariyeri bir bakıma Miroslav Stoch’a çok benzer. Defansın göbeğinde Skrtel gibi çok tecrübeli ve güçlü, aynı zamanda duran toplarda fark yaratabilecek bir oyuncuya sahip olmaları da büyük bir avantaj.

Talihsiz bir sakatlık olmaz ise şu oyuncuları grup aşamalarında hep ilk 11 içinde göreceğiz. Hamsik, Juraj Kucka, Robert Mak, Martin Skrtel, Hubocan ve kaleci Kozacik. Orta sahada oynayan 32 yaşındaki Pecovski ve verimsiz bir sezon geçiren Bursaspor’lu Miroslav Stoch Fransa’da bu iskelete dahil olabilirler. Son bir genel bakışla, 2010 Dünya Kupası’nda İtalya ve Paraguay’ın olduğu gruptan çıkmayı başarmış Slovakya yine bir sürprize imza atabilir. Rusya turnuva sırasında elemelerdekinden daha organize oynamazsa şansı yok. İngiltere yıllar sonra başarılı bir turnuva geçirebilir. Galler ise Bale önderliğinde 2004 Yunanistan başarısını arayacak. Az gollü bir grup olacağa benzese de kesinlikle ilgi çekici bir grup.

SLOVAKYA

daha da artması muhtemel. Galler bütünleşmiş havasını doğru şekilde kullanırsa Rusya ve Slovakya’yı ekarte edebilir. Bir fırsatları da gruba Slovakya galibiyeti ile başlama şansları olması, bunu çok iyi değerlendirmek zorundalar. Ama Slovaklar da Galliler gibi eleme aşamasında 80. dakikadan sonra 4 puan kazanıp hayallerinden kolay kolay vazgeçmeyeceklerini gösterdiler. Aynı zamanda muhtemelen Rusya ile oynayacakları final gibi nitelendirilebilecek son maç grubun belirleyici maçı olacak denebilir. Kim bilir belki de en iyi dört 3.’nün çıktığı yeni format burada numarasını yapar ve Rusya-Galler maçında beraberlik iki takıma da yeter hale gelir. Bu küçücük ihtimal o maçı formaliteye yakın bir maç yapar mı o da belli değil ancak daha önce bu tarz bir şüphe uyanmadı değil. Yeni formatı kafamızda

Slovakya eleme aşamalarına depSAYI #4 / 17


C GRUBU ALMANYA POLONYA K.İRLANDA UKRAYNA

M. ONUR GİRİŞKEN

Almanya

Gruba Almanya milli takımıyla açılış yapmak en makul seçenekti kuşkusuz. Malum en son Dünya Kupası’nın şampiyonları, birileri onlardan bu ünvanı alana kadar da kağıt üzerinde “dünyanın en iyi

milli takımı”. Alışıldık isimlerle iskeleti önceki turnuvalarla benzer tutup bazı yan parçaların ismini değiştirerek Fransa’ya gelen Panzerler, Dünya Kupası zaferlerini perçinlemek için buradalar. Ve her zamanki gibi iddialılar. Zira 1968 yılında İtalya’da düzenlenen Avrupa Şampiyonası dışında ‘her şey’e katılan bir ülkeden bahsediyoruz. Katılmakla da kalmayıp 4 kez Dünya Şampiyonu olan ve Avrupa şampiyonalarında 3 kez ipi göğüsleyen(1972, 1980, 1996), 3 kez de final oynayan ‘makine’(1976, 1992, 2008) Paris’e giden final yolundaki en büyük adaylardan. Hücum stratejileri, en temel tabiriyle yüksek sayıda pas yapmak üzerine. Toni Kroos bu istatistikte isabet oranı olarak da Avrupa’nın en iyisi. Kanatlar ve bekler mutlaka hücuma çıkıyorlar. Topu ceza sahasına en yakın bölgeye getirip buradan ya içeriye girip şut çekiyorlar ya ikili oynuyorlar ya da gördükleri

18 / HAZİRAN2016

yerden bol bol şut çekiyorlar. Sağ ve sol savunma bekleri de hücuma katıldığında, bazen ceza sahası içinde 5-6 kişi olabiliyorlar. Çizgiye inen oyuncular topu dışarıdan gelen ve arkadan destek olan orta saha oyuncularına çıkarıyor ve bu sayede goller buluyorlar. Dikine pasları da çok kullanıyorlar. Kanatlardan orta yapmak gibi bir durumları nadiren oluyor. Hücumda top, en az bir kere Mesut ile buluşuyor ve mutlaka kanatlara dağılıyor. Özellikle Mesut ile öldürücü derin paslar atıyorlar ceza sahasına. Dizilimleri sahayı tamamen kapsıyor. Her oyuncunun birbiriyle olan mesafesi neredeyse eşit oluyor. Eşkenar üçgenler yapıp, topu sahanın her yerinde dolaştırabiliyorlar. Alman-İspanyol karışımı bir futbol oynuyorlar. Müller ise nerede bulunacağını, hangi pozisyonda nasıl bir tercih yapacağını gayet iyi bilen bir görüntüde. Kısaca oyunu oldukça zekice. Şut çekiyor, fırsat kolluyor,


bazen sağ kanada kaçıyor. Diğer yandan, Almanlar özellikle sol tarafı çok ama çok etkin kullanıyor. Reus, Götze, Mesut, Bellarabi gibi isimler topun taşınacağı yön, yani atak yönü olarak özellikle sol kanadı tercih ediyorlar.

zirveyi görüp, geri kalan herkesi bir müddet yukarıdan izleyip, evin yolunu bulma zamanı. Eğer bunu başarırlarsa, Ekim Festivali’nde hep bir ağızdan söylenecek şarkılara konu olmaları işten bile olmayacak.

termeyi başaran Polonya, Almanya ve Hırvatistan’a yenilmiş; eski imparatorluk kankası Avusturya’yla ise berabere kalıp 1 puanla grubu son sırada tamamlamıştı. Brezilya doğumlu Güerrero, Polonya adına turnuvada gol atan ilk isimdi.

Ancak hücum organizasyonlarını ballandıra ballandıra anlatırken, savunmada yaşayabilecekleri olası zaafiyetlere değinmeden geçmeyelim. Örneğin, ön libero bölgesinde oynayan Kroos ve Schwensteiger gibi isimler pas ve oyun kurma konusunda Dünya’nın en iyilerinden olmalarına rağmen sert oyuncular değiller. Yani Alman milli takımı genel olarak ‘taş’ gibi bir takım değil. Sert takımlar Almanları çok zorlayabilir. Ek olarak, sağ ve sol bekler Hector, Emre Can, Rudy vb. isimler Alman milli takımı için henüz çok yeniler. Bu isimler ileriye çok fazla destek verirken, kontra ataklarda çok zor durumlarda kalabiliyorlar. Reus, Götze, Müller gibi ileri üçlüde oynayan isimler kanatlardan savunmaya gelmediğinde, rakip takımlar Alman savunmasında geniş boşluklar bulabiliyor ve Almanlar bocalıyor. Konoplyanka ve Yarmolenko gibi kanatları çok hızlı ve etkili kullanabilen oyunculara sahip olan, savunma dörtlüsü ve kalecisi çok disiplinli bir Ukrayna, kontra ataklarda Alman savunmasını sınayacaktır. Hatta grupta onları en çok zorlayacak takımın Ukrayna olması muhtemel.

Polonya

2012 yılında Ukrayna ile beraber düzenledikleri Şampiyona’da bu durumun değişeceğini düşünüyorlardı. Lewandowski, Dortmund formasıyla 47 maçta 30 gol atıp hem Almanya şampiyonluğunu hem de Almanya Kupası’nı kazanmıştı. Fakat Lewandowski’nin varlığına ve taraftarlarının stadyumu hınca hınç doldurmasına rağmen Polonya, Yunanistan ve Rusya ile berabere kalıp Çek Cumhuriyeti’ne yenilince, 2 puanla son sırada kaldı ve şampiyonaya bir kez daha erken veda etti.

Tarihindeki en büyük başarılarını 1974 ve 1982 yıllarında düzenlenen Dünya Kupaları’nda yarı final oynayarak elde eden Polonya, bu turnuvalarda iki kez dünya üçüncüsü olmayı başardı. Polonya, Dünya Kupaları’na 7 kez katılmayı başarsa da -2010 ve 2014’ü kaçırdılar- Avrupa Şampiyonaları’na katılım konusunda aynı başarıyı tekrar edemedi. 2008 yılında Avusturya-İsviçre ortaklığında düzenlenen Avrupa Şampiyonası’nda ilk kez boy gös-

Bugüne kadar Avrupa Şampiyona-

Grup aşamalarının son maçına kadar hiçbir Alman, birasını rahat rahat içemedi. Dünya şampiyonu takım, kimi zaman komşudan tokat yedi, kimi zaman da Britanya topraklarında İrlanda cinlerinin oyunlarına maruz kaldı. Yine de büyülerden ve tokatlardan sıyrılan Almanlar, grubu-zorlanarak da olsa-lider tamamladı. Belki Alplere varmayı başardılar, ancak bu yolun yarısı bile değildi. Şimdi Alplerde SAYI #4 / 19


ları’na 2 kez katılan Polonya, oynadığı 6 maçtan da galibiyet çıkaramadı. Ancak bu sonuçlar, 1978’te Arjantin’de gerçekleştirilen Dünya Kupası kadrosunda da yer alan Adam Nawalka için bir kıstas değil. Grup aşamasında karşılaştıkları Almanya’yı Varşova’da 2-0 yenerek 19. karşılaşmalarında şeytanın bacağını kırdılar. Bu galibiyet ile Almanya’yı ilk kez bir resmi maçta yenmeyi başaran Polonya’nın bu turnuvada ilklere imza atıp atmayacağı da merak konusu. C grubu ilk maçında K.İrlanda ile karşılaşacak Polonya, sonrasında grup aşamalarında da karşılaştığı Almanya ile mücadele edecek. Oldukça çekişmeli geçmesi beklenen mücadelenin ardından, son turnuvaya beraber ev sahipliği yaptıkları Ukrayna ile karşılaşacaklar. Polonya, Adam Nawalka takımın başına geçtiğinden beri çok gol atıp

az gol yiyen bir takım. 10 maçta atılan 33 gol ve kalede görülen 10 gol, bu tezi destekler nitelikte. 4-4-2 ve 4-2-3-1 taktiklerini kontra atak futboluyla uygulamayı tercih ediyorlar. Lewandowski gibi havada, karada ve suda gol atan bir oyuncuya da sahipler. Eleme aşamasında, Lewa’nın 13 golüyle rekabet edebilecek bir golcü performansı olmadı. Ayrıca elemeler boyunca maç başına 2,4 isabetli şut çekti ve bu istatistikte ilk üçte yer aldı. Dolayısıyla Bayern München’in yıldız santraforunun adı, Polonya’nın üst turlara erişme ihtimaliyle beraber gol krallığı için de geçiyor. Elemelerde dikkat çeken bir başka isim de Arkadiusz Milik’ti. Henüz 22 yaşında olan ve Ajax’ta forma giyen 1.86 boyundaki hücum oyuncusu, 9 eleme maçında 6 gol atarken 6 da asist yaptı. Gol paslarından dördü Lewa’yaydı. Sevilla’da forma giyen defansif orta saha oyuncusu Krychowiak da takımın önemli isimlerinden. İkili mücadelelerden kaçınmayan, top kazanma ve top kesme gibi önemli defansif özellikleri olan Krychowiak, aynı zamanda pasları da yüksek isabette verebiliyor. Savunmanın sağında oynayan Borussia Dortmundlu Piszczek de sağ çizgiden hücumlara destek veren ve kanat organizasyonlarında sorumluluk alan bir isim. Bir dinamo gibi çalışan yıldız oyuncu, takımının en çok top kazanan oyuncularından. Eleme maçlarında kaleye maç başına 13 şut gönderen ve bunların yarısından fazlasında kaleyi tutturan Polonya, fiziksel olarak kuvvetli oyuncuları kadrosunda bulunduruyor. Hava topları ve ikili mücadelelerde oldukça başarılı bir grafik çizen kırmızı beyazlılar, takım kimliğiyle hareket ediyor.

20 / HAZİRAN2016

C grubu ilk maçında, duran toplarda elemelerin çok can yakan takımı K.İrlanda ile karşılaşacak Polonya’nın nasıl bir performans göstereceği merak konusu. Grubun zayıf ekibi olarak gösterilen K.İrlanda’yı mağlup etmesi hâlinde Polonya’nın yolu aydınlanabilir. İkinci maçında grupta da karşılaştıkları Almanya ile karşılaşacak Polonya maça pek tabii favori olarak çıkmayacak. Almanya’yı tarihlerinde ilk kez grup maçlarında yenen Polonya’nın bu galibiyeti birazcık şansla aldığını söyleyenler çok da haksız sayılmaz. Neuer’i kötü gününde yakalayan Lewandowski ve ‘saz arkadaşları’, bu kez o kadar şanslı olmayabilir. Bundesliga’yı ve Alman futbolunu yakından tanıyan Lewandowski ve Piszczek gibi isimler, Polonya’nın özellikle bu maçtaki en önemli avantajı olacaktır. Gruptaki son maçlarında 2012’de Avrupa Şampiyonası’nı beraber düzenledikleri eski ‘Pakt’ dostlarından Ukrayna ile karşılaşacak Polonya’nın, Ukrayna’nın kilidini açmakta zorlanabileceği düşünülüyor. İki kontra atak takımı karşı karşıya gelecek. Biri golcü, biri savunmacı… Bugüne kadar Avrupa Şampiyonaları’nda galibiyet alamamış Polonya’nın bu kez şeytanın bacağını kırması büyük beklenti. Kontra atak futbolları, mücadeleci oyun yapıları ve Lewandowski gibi bir golcüye sahip olmaları, onları gruptan çıkarabilecek faktörler.

Ukrayna

Bir zamanlar Avrupa futbolunda söz sahibi olan SSCB’nin futbolcu kaynaklarının başında gelen Ukrayna, bağımsızlığını kazandığından bu yana, sadece 2012 yılında


Polonya ile birlikte düzenledikleri Avrupa Şampiyonası’nda yer almıştı. İsveç, İngiltere ve Fransa ile aynı grupta yer alan ‘Sarı ve Maviler’, ilk maçlarında İsveç’i efsanevi golcüleri Andrey Shevchenko’nun attığı gollerle 2-1 mağlup etmişti. Bu goller, Avrupa Şampiyonası’na ilk kez katılan takımın ‘şimdilik’ de son golleri olmuştu. Zira sonraki maçlarında Fransa’ya iki golle, İngiltere’ye de tek golle yenilen Ukrayna, başka gol atamayıp sonuncu olarak gruptan çıkamamıştı. EURO 2000’e katılım hakkını playofflarda dönemin yıldız oyuncularından Zahovicli Slovenya’ya kaptıran Ukrayna, 15 yıl sonra elemelerde bir kez daha playoff oynama şansı elde etti. EURO 2016’daki yerini alıp Fransa’da yeni bir maceraya atılmak isteyen Ukrayna, aşk tesadüfleri sevmiş olacak ki playofflarda bir kez daha Slovenya ile karşılaştı. Kıran kırana geçen iki maçın ardından, bu kez bileti kapan taraf ise Ukrayna oldu.

Ukrayna’nın bir diğer kilit ismi de 2014/2015 sezonunda Avrupa Ligi’nde final oynayan Ukrayna takımı Dnipro’nun ‘her şeyi’ Konoplyanka. 4-2-3-1 taktiğinde forvet arkasındaki üçlünün solunda oynayan yıldız oyuncu, Sevilla forması giyiyor. Top sürme becerisi üst düzey olan Konoplyanka, duran toplarda da çok ama çok tehlikeli bir isim. Uzaktan attığı şutlar, kanattan yaptığı isabetli ortalar, tıpkı Yarmolenko gibi ‘ters ayağıyla’ ceza sahasına kat edip çektiği şutlar, elemeler boyunca birçok takımı zor durumda bıraktı. Orta sahada sert ve çalışkan isimlere sahip takımda, Dynamo Kievli Garmash ve Shaktar Donetskli Stepanenko dikkati çeken isimler. Savaşçı kimlikleri ve ikili mücadelelerde ayakta kalmaları Ukrayna’nın başarısında kilit rol oynuyor.

Savunmanın ortasında oynayan Khacheridi ve Rakitskiy ise uzun boyları ve savunmadaki sağlamlıklarıyla ön planda. Tecrübeli sol bek Shevchuk ve top kazanmada takımının en önemli isimlerinden Fedetskiy de hem hücumlara destek veriyor, hem de savunmada iyi iş çıkarıyor. Özellikle uzun boylu ve fizikli oyuncularıyla duran toplarda ve hava toplarında çok etkili bir takım olan Ukrayna’nın en önemli özelliği ise hücuma inanılmaz bir hızla çıkmaları. Konoplyanka ve Yarmolenko’nun hızına takımın diğer bütün oyuncuları da ayak uydurabiliyor. Tüm bu özelliklerinin yanında kalede Pyatov takıma güven veren bir isim. Elemelerde playofflar dâhil sadece 5 gol yiyen Ukrayna’nın kilidi çok kolay açılmıyor.

Avrupa Şampiyonası’na ikinci kez katılmayı başaran Ukrayna, 2014 Dünya Kupası elemelerinde playofflarda karşılaştığı ve elemeye çok yaklaştığı Fransa’nın düzenlediği turnuvada, C grubunda yer alacak. Almanya’nın ardında Polonya ile ikincilik mücadelesi vereceği düşünülen Kuzey Karadeniz ülkesinin şüphesiz en büyük kozlarından biri elemelerde 6 gol ve 2 asist ile oynayan Yarmolenko olacak. 1.89’luk solak oyuncu, hücumda çok tehlikeli bir silah. 4-23-1 taktiğinde forvet arkasındaki üçlünün sağında ‘ters ayağı’ ile içeriye kat ederek çok isabetli şutlar bulabilen oyuncu, uzun boyuna rağmen çok da teknik bir oyuncu. Serinkanlı kişiliği ve bitiriciliğinin yanı sıra takım arkadaşlarına da kilit paslar atarak onlara pozisyonlar hazırlıyor. SAYI #4 / 21


Takımın en büyük eksikliğiyse Shevchenko’dan beri istenilen düzeyde bir hedef santraforun olmaması. Kravets ve Seleznyov gibi hücumcuların nispeten yetersiz kalması, takımın gol yollarında zorlanmasına sebep olabiliyor.

karşılaşacak Ukrayna’nın duran toplara çok dikkat etmesi gerekecektir. Lafferty ve arkadaşları da oldukça savaşçı bir yapıya sahip ve kontra atakları çok seviyorlar. Yine de bu maçın favorisi Ukrayna olarak görülüyor.

İlk maçlarında orta sahadaki Alman dişlilerine çok dikkat etmeleri gerekecek. Makine düzeniyle paslaşan ve kanatları çok daha organize kullanabilen Almanların bu maçta favori olduğu düşünülse de, Ukrayna’nın kilidini açmak kolay olmayacaktır.

Komşu Polonya ile grubun son maçında karşılaşacak Ukrayna’nın ise bu maçta neler yapabileceği tam bir muamma. İki takımın da oyun yapıları birbirine çok benziyor. Grubun kaderinin belli olacağı maçta, çok büyük bir ihtimalle grup ikincisi de belli olacak.

İkinci maçında oyun yapısı olarak kendilerine benzeyen K.İrlanda ile 22 / HAZİRAN2016

Uzun lafın kısası, Ukrayna’nın C grubunda Polonya ile ikincilik

mücadelesine gireceği öngörülüyor. Yarmolenko ve Konoplyanka, Avrupa Şampiyonası’nda ülkeleri adına gol atmaya, pozisyon hazırlamaya en yatkın isimler. Onların göstereceği performans, Kasım 2013’ten bu yana politik, ekonomik ve sosyal istikrarsızlıklarla boğuşan ülkeye bir nebze daha teselli olabilir. Yarmolenko’nun Slovenya maçı galibiyeti sonrasında belirttiği gibi: “Ülkemiz için mücadele ediyoruz.”

Kuzey İrlanda

Tarihinde ilk kez Avrupa Şampiyonası’na katılan Kuzey İrlanda, aynı zamanda 1986 Meksika Dün-


arasında 30 yıldır ilk kez bir turnuvaya katılacak olan K.İrlanda’ya kimse şans tanımıyor. Ancak eleme grubunu da lider tamamlamaları konusunda kimse onlara şans tanımıyordu kuşkusuz. İlk maçını Polonya ile oynayacak K.İrlanda’nın en büyük silahı grup aşamasında 9 maçta 7 gol atan 1.96’lık halk şövalyesi Lafferty olacak. Lafferty özellikle hava toplarına çok hâkim bir oyuncu ancak özellikleri bununla sınırlı değil. Top tekniği ve sürati de olan golcü oyuncu takımının ve belki de turnuvanın kaderini etkileyebilir.

ya Kupası’ndan sonra da ilk kez uluslararası bir turnuvada boy gösterecek. Euro 2016 elemelerinde F grubunda Romanya, Yunanistan ve Macaristan önünde gruplarını lider tamamlamaları herkesi şaşırttı. 2014 Dünya Kupası elemelerinde Lüksemburg’un sadece 1 puan üstünde beşinci sırada kalmaları bu sürprizin temel kaynağıydı. Elemeleri Romanya önünde birinci tamamlayan Kuzeyliler, teknik direktörleri Michael O’Neill yönetiminde 10 maçlık bir yenilmezlik serisi yakalamış durumda. Yüksek krallar çok mutlu! Doğrusunu söylemek gerekirse Almanya, Polonya ve Ukrayna’nın

Elemelerde duran toplardan en fazla gol atan takım konumunda bulunan K.İrlanda; şut çeken, ikili mücadelelerde ayakta kalan, âni süratlenebilen ve bitirici vuruşları olan oyunculara sahip. Özellikle, Southampton forması giyen kaptan Steven Davies; top tekniği, isabetli şutları ve kilit paslarıyla dikkat çekiyor. Kaptan yeri geldiğinde sorumluluktan da hiç kaçmıyor. Savunmada Johnny Evans ve Gareth McAuley de oldukça başarılı isimler. Kanatları ve duran topları da çok etkili kullanabilen K.İrlanda’nın aslen en önemli parçası takımın teknik direktörü Michael O’Neill. 30 yıllık bir özlemi sona erdiren ve takımı Romanya önünde gruptan

birinci çıkaran O’Neill’a oyuncular büyük saygı duyuyor. Ülkede politikacıların O’Neill’a ‘şövalye’ unvanı verip vermeyeceği Belfast medyasında geniş yer almıştı. Takım oyununu, hızlı kontra atak futbolunu ve kanat kullanımını sıklıkla deneyen K.İrlanda takımında yıldız futbolcu yok; ancak mücadeleci ruhlarını sahaya sonuna kadar yansıtan ve fiziksel olarak da oldukça diri futbolcular var. Peri masallarına inanmayanlar koyu yeşillere pek şans tanımıyor. Zira Alman makine düzenine ve onların ışık hızındaki paslaşmalarına, Polonya’nın dikine futboluna ve Ukrayna’nın kapalı savunmasına nasıl karşı koyacakları koca bir soru işareti. Uluslararası tecrübelerinin yok denecek kadar az olması da peri masalına inanmayanları haksız çıkarmayabilir. Ancak Euro 2016’ya giden yoldaki maçlarında Protestan Kilisesi’nin protestosu ve aynı pozisyon içerisinde iki kez sarı kart görme gibi ilginç vakalar yaşayan gizemli orman sakinlerinin hem bu tarz ilginç durumlara reaksiyon verecek ve yoluna devam edecek kararlılıkları var, hem de kaybedecek hiçbir şeyleri yok. Masal zaten mutlu son ile bitti. Bundan sonra amaç, onu daha da okunur kılabilmek. SAYI #4 / 23


D GRUBU ALPER ÜNLÜ

İspanya

Yakın tarihte ulus devlet kavramının en fazla yıprattığı ülkelerden biri olan İspanya’da bir yanda Baskların mücadelesi sürerken; diğer yanda Katalanların ayrılma

İSPANYA ÇEK CUMH. TÜRKİYE HIRVATİSTAN

hayalleri de sır değil. Buna rağmen üç turnuva üst üste kazanan İspanya milli takımında takımın iskeletini oluşturan Puyol, Xavi gibi isimlerin Katalan olması da ilginç bir nokta. Bu iskeletin önemli bir diğer ayağı Gerard Pique de yakın zamanda ayrılıkçı olduğunu açıklamasına karşın, İspanya milli takımı için elinden geleni yaptığını da sözlerine eklemişti. Bildiğiniz üzere boğalar bu organizasyonda son iki şampiyonanın kazananı unvanıyla yer alacaklar. Xavi ve Xabi Alonso gibi önemli isimleri milli takım günlerini geride bıraksa da Busquets, Fabregas ve ilerleyen yaşına rağmen Iniesta gibi değerli orta saha oyuncularına sahipler. Bir de bunlara savunmada Pique-Ramos ikilisiyle kalesinde Casillas eklenince doğal olarak favoriler arasındalar. İspanya’nın kadro kalitesini tartışılmaz, ancak 2014 Dünya Kupası’ndaki hezimetin ardından Fransa’da nasıl bir performans gösterecekleri merak konusu. Son mağlubiyetini eleme grubunda Slovakya’dan

24 / HAZİRAN2016

2014’te almalarına rağmen gol yollarındaki problem çözülmüş değil. C Grubu’nda kendilerine kıyasla fazlaca zayıf rakiplerine karşı oynadıkları on maçın beşini birer golle bitirmeleri kısır bir turnuva geçireceklerinin sinyalini veriyor. Fernando Torres’in eski günlerini tüm futbolseverler olarak mumla aradığımız dönemde David Villa gol yükünü üstlenmeye başlasa da; El Guahe’nin şaşalı milli takım performansı çok da uzun sürmedi. Geçirdiği ağır sakatlığın ardından boş kalan forvet hattına 4-6-0 reçetesini yazan Del Bosque’nin son çaresi Brezilyalı Diego Costa’nın devşirilmesi olsa da, bu birliktelik de gol sorununu çözmüş değil. Açıklanan kadroda Costa ve Torres bulunmuyor. Özellikle bu sene Atletico’ya ciddi katkı veren El-Nino’nun olmayışı fazlasıyla enteresan. Öte yandan grup aşamasında Paco Alcacer’in oynadığı her 89 dakikada 1 gollük ortalamayı yakaladığı performansı, bitiricilik konusunda boğaları umutlandırmakta. 23 yaşındaki futbolcu bu sezon Valencia formasıyla da ligde


oynadığı 34 müsabakada 13 gol ve 6 asistlik performans ortaya koydu. 2010 Dünya Kupası’nı da 7 maçta 8 golle kazanmış bir takımın 6 yıl sonra aynı teknik adamla aynı sorunu yaşıyor olması düşündürücü. Lâkin, topu çabuk kazanmaları ve topa sahip olma özellikleri sayesinde kalelerinde de çok az gol gören bir ekip halindeler. Bir ekol olmaları sebebiyle yukarda bahsettiğimiz orta saha ikilisinin vedası

İspanyollara bir darbe vurmuş olsa da, ev sahibi Fransa ve Almanya ile birlikte kupanın en iddialı üç ekibinden biri durumundalar.

Hırvatistan

Croata kelimesi birçoğumuza mutlaka bir çağrışım yapıyor. Günümüzde de resmiyet ve şıklık için kullanılan, şahsımca dünyanın en gereksiz icadı olan kravatla “Cro-

atia” arasında da elbette bir bağ bulunmaktadır. 17. yüzyılda 30 Yıl Savaşları esnasında Fransızlar için savaşan Hırvat askerler, kıyafetleriyle diğerlerinden ayrılmaktaydı. Sevgililerinin, eşlerinin ve annelerinin uğurlama esnasında taktıkları atkıları, eşarpları bir düğümle bağlamalarının erkeklerini kötülüklerden koruyacaklarına inanıyorlardı. Fransız modacılar zamanla bu aksesuarı günümüzdeki haline getirmiş, kullanımı hızla yaygınlaşmıştı. Batılılaşma sürecindeki Osmanlı’da 19. yy ortalarında ilk olarak Sultan Abdülmecid tarafından kullanılmış, 20. yy ortalarında ise feministler mesajlarını kravat takarak vermeye başlamışlardı. Norveç’in bir puan önünde ikinciliği alan Hırvatistan, Azerbaycan’a ne kadar teşekkür etse az! İtalya’ya yenilmeyerek elde ettikleri krediyi Azerbaycan deplasmanında harcasalar da Norveç’in bu iki takıma karşı iki mağlubiyet bir beraberlikle sahadan ayrılması grubun sonucunu doğrudan etkiledi. Stadion Poljud’daki gamalı haç krizi Hırvatlara imaj çöküntüsüne, iki maç seyircisiz oynama ve 1 puan silme cezasına mal olsa da İtalya’yla birlikte şampiyonaya direkt katılma hakkını elde ettiler. Orta sahalarındaki üç kilit ismin de Real Madrid ve Barcelona formaları giyiyor oluşu, bu alandaki kalitelerinin ne denli üst seviyede olduğunu özetlemeye yetiyor. Luka Modric ve Ivan Rakitic’ten kimsenin şüphesi olmasa da ilk sezonunda Real Madrid’de beklentileri karşılayamayan Mateo Kovacic, gol yollarında da Fiorentina’da başarılı bir sezon geçiren Kalinic ve Mandzukic gibi tecrübeli isimlere sahipler. Fakat Dejan Lovren’in, Ante Cacic’le girdiği polemiğin ardından Fransa’ya götürülmeyişi, HırSAYI #4 / 25


vatlar adına turnuvanın fazlasıyla spekülatif geçmesini beklememize yol açıyor. İlk iki için İspanya’dan sonra Türkiye’yle birlikte en önemli aday konumunda bulunan Hırvatistan’ın en önemli rakibi ise forvet hattında bahsettiğimiz ikilinin milli takım performansları. Grup aşamasında birer gole sahip ikili yerine gol yükünü çeken isim altı golle Inter’in başarılı kanat oyuncusu Ivan Peri-

sic olmuştu. Hatırlayacağınız üzere 2008’de Klasnic’in son dakika golüne Semih’in son dakika golüyle cevap verip Hırvatistan’ı saf dışı bırakmıştık. Slaven Bilic’in 2012 Avrupa Şampiyonası play-off mücadelesinde cevabı ağır olmuştu. Türk Telekom Arena’da üç golle gülen Hırvatlar, ikinci maçta gol sesi çıkmayınca milli takımımızı saf dışı bırakıp şampiyonaya katılmaya hak kazanmışlardı. Hırvatistan Türkiye rekabetinde durum böylece 1-1 oldu. Gruplarda karşılaşacak iki ekip de durumu 2-1 lehine çevirmenin hesapları içerisinde.

Çek Cumhuriyeti

Kırklı yaşlarını aşmış büyüklerimizin zihinlerinde hâlâ Çekoslovakya şeklinde yer eden Çek Cumhuriyeti ile severek ayrıldığı eski partneri Slovakya, bölünmenin ardından ilk kez bir futbol şampiyonasına beraber katılacaklar. 1989 yılındaki Kadife Devrimi’nin etkisiyle iki ülke 1993’te kimsenin burnu kanamadan barışçıl bir şekilde ayrılma kararı almış, bu model Çekoslovakya tipi bölünme modeli olarak adlandırılmıştır. Eleme grupları açıklandığı zaman A Grubu’nda neredeyse herkes Hollanda’yı maçlar oynanmadan birinci ilan etmiş, ikincilik yarışı için ise Çekleri ve Türkleri işaret etmişti. Ancak gruptaki tüm maçlarda gol yemelerine karşın lider olarak Avrupa Şampiyonası’na katılmayı başaran Çeklerin, en büyük kozları tecrübeli kaleci Petr Cech olmasına rağmen, bu istatistik savunma zafiyetini işaret etmekte. 4-2’lik Kazakistan galibiyeti dışında kazandığı tüm maçlarda tek farkla üstünlük sağlayan Çek Cum26 / HAZİRAN2016

huriyeti, Hollanda gibi önemli bir ekolü iki maçta da mağlup etmeyi başardı. Bu sezon Hertha Berlin’in Bundesliga başarısında çok önemli bir yeri olan Vladimir Darida, milli takımı için de üzerine düşeni fazlasıyla yerine getirdi. Oyunu iki yönüyle oynayabilmesiyle Rosicky’yi andırsa da ikili mücadelelerdeki zayıflığı en belirgin eksikliği. Dinamizmiyle takım arkadaşlarını rahatlatsa da bütün maça yayamadığı bu özelliği sınıf atlaması konusunda bir diğer engel. Oyun kurma becerisi, ve liderliğiyle grupta var olma mücadelesinde Darida saha içinde takımının kilit ismi olacaktır. Rakip kaleye gitmekte aceleci davranmayan ekibin düşük tempolu maçlarda istediğini elde edebilmesi muhtemel; ancak gruptaki rakipleri buna ne kadar müsaade edecek diye soracak olursanız, pek de şansları yok gibi. Savunmada çektikleri sıkıntıları çözemedikleri takdirde bu mütevazı kadronun en önemli kozu kontra ataklar olarak dikkat çekiyor. Aksi takdirde, eve dönüş biletini alması pek de gecikecek gibi gözükmüyor. Yine de eleme grubunda aldıkları rüya gibi sonuçların ardından şampiyonada Çekleri kolay lokma olarak görmek çok büyük bir hata olur.

Türkiye

8 yıl aradan sonra bir şampiyonaya katılacak olan ay-yıldızlılar için grup elemeleri yine oldukça kötü başladı. İzlanda topu kalemize elle getirmemesine rağmen üç gol atmış, ardından Çeklerin İstanbul’daki galibiyeti soğuk duş etkisine sebep olmuştu. 92 yıldır yenemediğimiz Letonya’ya karşı girilen pozisyonların cömertçe harcanmasıyla ilk üç maçta 6 gol yiyerek 1 puanla son sırada yer


almıştık. Yedinci maçlar itibariyle sadece Kazakistan’ı iki kere yenebilen milliler, Yiğit Özgür’ün meşhur karikatüründeki gibi gelişen skorlar silsilesiyle birlikte, takımdaki rotasyon ve sistem değişikliği sayesinde son üç maçını kazanmasıyla, formatı değişen Avrupa Şampiyonası’nda ilk en iyi üçüncü olarak Fransa biletini kaptı. Oynadığı müsabakalardan ziyade saha dışı olaylarıyla gündeme gelen milli takımda Gökhan-Hakan-Ömer skandalıyla Ömer ve Hakan milli takıma gelmeyeceklerini açıklamışlardı. Spor filmlerinde dahi benzerine rastlamadığımız bu olayın ardından Hakan Çalhanoğlu yeniden takıma katılsa da; Ömer Toprak hâlâ geri adım atmış değil. Rotasyon sürecinde milli takımın gediklilerinden Emre Belözoğlu ve Volkan Demirel ise “ocak dışı” kamışlardı. Volkan Demirel kadro dışı kalmasına sebep olan süreçte takımını yarı yolda bırakmakla kalmamış, yaptığı davranıştan ötürü özür dilemeyeceğini belirtip, örnek sporculuk sergileyerek Türkiye halkını yeniden kendisine hayran bırakmıştı.

formansımız, gruptaki konumumuzu belirleyecek en önemli faktörler olarak göze çarpıyor. Kalede ise Volkan Babacan, kulüp performansıyla güven vermekle beraber, grup aşamasında da Volkan Demirel’i aratmayan bir performans gösterdi. 4. torbadan katılmış olsa dahi, milliler için bu grupta zayıf halka yo-

rumunu yapmak adil olmaz. FIFA sıralamasında ilk 15’e girmiş bir ekip olarak oldukça formdalar. Son zamanlarda yakalanan ivmeyi bu turnuvada da sürdürecek kaliteye sahibiz. Ancak asıl sıkıntı bireysel yeteneklerin bir uyum içinde sahaya yansımaması. Fatih Terim bu problemi de çözdüğü takdirde gruptan çıkmak için oldukça iddialı bir durumda olduğumuzu söylemek hayalcilik olmayacaktır.

Millet olarak işimizi son dakikaya bırakma alışkanlığımızdan mıdır, aldığımız 18 puanın yarısını son üç maçta elde ettik. Teknik açıdan baktığımızda az top kaybı yapan, yetenekli orta sahamız en güçlü kozumuz olarak göze çarpıyor. En az onlar kadar başarılı kanat beklerimiz de rakip savunmalara baş belası olacak gibi görünüyor. Gruptaki son beş maçta sadece bir gol yemiş olsak da, şampiyonada boy gösterecek stoper ikilisinin uyumu ve duran top savunmasındaki perSAYI #4 / 27


E GRUBU BELÇİKA İRLANDA İSVEÇ İTALYA

EGE KİMYONŞEN

Euro 2016’da yine, önceki Avrupa Şampiyonalarında olduğu gibi, gruplar rastlantılarla, kesişim noktalarıyla, ortak paydalarda birleşen ve kolaylıkla bir araya gelip yeni hikayeler yazabilecek takımlarla dolu. Eğer E grubu, takımların kesiştiği bir ortak nokta üzerinden yeniden isimlendirilmek istenseydi, adı “belirsizlikler grubu” olabilirdi. Altın jenerasyonuna kalpten güvenen Kırmızı Şeytanlar, bir önceki turnuvanın finalistleri Gök Mavililer, turnuvanın sürprizlerinden Yeşilli Çocuklar ve Zlatan’ın önderliğinde Sarı-Mavililer. İşte bütün düğümleri ve çözümleriyle E grubu:

İtalya

Eleme grubunu (H grubu) namağlup tamamlayan Gök Mavililer’in, turnuvaya büyük bilinmezlikler içerisinde geldiğini söylesek pek de yanlış olmaz. Antonio Conte’nin ekibini henüz hangi formasyonla daha efektif bir oyun planı kurabileceğini kesinleştirmiş değil. Hatta üzerinde karar verilemeyen konu, birbirine benzer iki formasyondan hangisinin seçileceği de28 / HAZİRAN2016

ğil, 3’lü savunmanın mı yoksa 4’lü savunmanın mı tercih edileceği. Oyun planlarından, uygulanmaya en yakın duranı 3-5-2 gibi görünüyor. İtalya, eleme grubundaki on maçının altısında bu sistemle sahaya çıktı, mevzubahis maçlardan dördünde galibiyet ikisinde beraberlikle sahadan ayrıldı. Bu karneye bakıldığında 3-5-2 İtalya için gayet iyi sonuç vermiş gibi görünebilir; ancak rakiplerin kimler olduğu da önemli bir soru. İtalya

galibiyetlerin ikisini Norveç’e, birini Azerbaycan’a, diğerini de Malta’ya karşı kaydetti. Beraberliklerin biri Hırvatistan’a, diğeri ise Bulgaristan’a karşı. Hırvatistan maçına bir parantez açıp, üzerine biraz konuşmak gerek. Gruptaki diğer dört rakibin, kadro kaliteleri ve turnuva oynama alışkanlıkları bakımından İtalya ve Hırvatistan milli takımlarından çok daha geride oldukları aşikar. Gruptaki tek ciddi, zorlayıcı rakibine karşı çimlere ilk ba-


sışında İtalya’nın topla oynama ve pozisyon üstünlüklerini rakibine kaptırması kafalarda soru işareti yarattı. Marchisio-Candreva-De Rossi üçlüsüne karşı Rakitic-Brozovic-Modric üçlüsü orta sahada üstün gelirken, Hırvatistan İtalya’nın kanat oyuncularını İtalya yarı sahasında sınırlandırmayı, mümkün olduğunca ileri çıkmalarını engellemeyi başarmıştı. Bu da Antonio Conte’yi oyun sistemi konusunda farklı varyasyonlar denemeye itti. Gök Mavililer, diğer dört maçlarının hepsinde sahaya savunma hattını dörtleyerek çıkmayı tercih etti. Bu maçların üçünde oyun planını 4-3-3 olarak belirlediler, bir maçta ise 4-4-2’yi denediler. Malta’yı ve Bulgaristan’ı 4-3-3 ile birer farkla geçtiler; ancak yine Hırvatistan ile 1-1 berabere kaldılar. Tabii sonucun aynı olması, ilk maç ile aynı oyunun oynandığını göstermez. Yeni formasyonda, orta saha kanat pozisyonunda değil de defansif bek olarak görev yapan De Sciglio (bu maçta De Silvestri’nin yerine 27. dakikada oyuna girdi.) ve Darmian, ısı yoğunluklarına göre önceki Hırvatistan maçına kıyasla daha önde topla buluştular. Bu da İtalya’nın oyun kurgusunun merkezini biraz daha öne taşımasına, topa daha fazla sahip olmasına yaradı. İlk maçta attıkları 9 şutun 2’si isabetliyken, bu sefer 8 şutlarının 4’ü kaleyi buldu. Grubun son maçı olan, Stadio Olimpico’da oynanan Norveç karşılaşması ise 4 maç aradan sonra Conte’nin 3’lü savunma sistemine dönüş maçıydı. 3-5-2 ile alışkanlıklarına dönüş yapan İtalya; bir önceki Norveç maçına kıyasla daha az farkla kazanmasına rağmen, yine önceki maça göre topa daha hakim, daha baskılı ve daha üstün oynadı. İsabetli şut ve pas başarı istatistikleri karşılaştırıldığında, sonuç

rahat biçimde gözlemlenebiliyor. Formasyon önceki Norveç maçı ile aynı olsa da, takımın sahaya yerleşimindeki belirgin değişiklik farkı yaratıyor olsa gerek: Darmian ve De Sciglio aynen Hırvatistan maçlarının ikincisinde olduğu gibi topla ağırlıkla önde buluştular. Bu da, 3. bölgedeki aktivitelerinin artmasını, dolayısıyla takımın oyunu daha önde kurgulamasını sağladı. Özetle İtalya milli takımının başarısının sırrı, kanat oyuncularının topu ne kadar ileriye taşıyabildiğinde, oyunun ne kadar 3. bölgede oynandığında yatıyor. Darmian, De Sciglio, Florenzi ve Candreva gibi oyuncular da takımın kilit oyuncuları olacak haliyle.

Belçika

Gareth Bale, Radja Nainggolan’ın büyük hatası sonrası golü atan isim olmuştu. Takım adına eleme gruplarında en çok gol atan oyuncular attıkları 5’er golle Eden Hazard ve Kevin de Bruyne oldu. Eleme grubunda zaten tartışmasız en dominant takımlardı. Neredeyse her açıdan eleme grubundaki diğer takımlardan üstünlerdi. Dolayısıyla grubu birinci bitirmeleri ve bunu 7 galibiyet 2 beraberlik ile yapmış olmaları gözümüzü bağlamamalı. Belçika’nın finallerdeki grubu çok daha zorlayıcı ve onları farklı konularda sınayacak takımlardan oluşuyor. Grubun birincilik mücadelesinde en büyük rakibi olarak gösterildikleri takım, çok doğal bir biçimde İtalya. Bu yolda onlara karşı birçok avantajları olduğu aşikar, yine de çeşitli dezavantajları da görmezden gelinemez.

Elimize boş bir kağıt alıp Kırmızı Şeytanlar’ın tahmini ilk 11’ini dizmeye başlasak, forvet arkasındaki üçlüye varmadan şekillenen kadro yeteri kadar ilgi çekici olur zaten. Kanatlar, forvet arkası ve santraforun silüetleri kağıda aktarmadan hemen önce aklımızda belirdiğinde ise, ilgi çekicilikten çok daha saf fakat kuvvetli bir duygu sarar insanı: Heyecan. Katıksız yeteneği zekayla, dinamizmle ve çabayla birleştiren, hem de yan yana oynama tecrübesine sahip bir oyuncu ekibi. Onları ne tökezletebilir, zaferlerinden kim alıkoyabilir ki? Hayır, o kadar kolay değil. Kısa bir önizleme: Belçika elemelerde B grubunu Galler’in üstünde birinci sırada bitirerek finallere adını yazdırdı. Eleme gruplarında oynadıkları 10 maçın 7sini kazandılar, 2si berabere bitti, 1ini ise kaybettiler. Kaybettikleri maç, grup ikincisi Galler milli takımına Cardiff ’te kaybettikleri maçtı. SAYI #4 / 29


Avantajlar ile başlayalım. Birincisi ve belki de en önemlisi, oyun şablonları belli. Zaman zaman değiştirebilirler; ancak bu değişim İtalya’nınkiler gibi 3’lü savunmadan 4’lüye dönmek gibi radikal değişiklikler olmayacak, orası kesin. Mark Wilmots’un tercihleri, ancak 4-3-3 veya 4-2-3-1 gibi nispeten birbirine daha çok benzeyen formasyonlar arasında gidip gelecektir. İkincisi Belçika’da kimlerin ilk 11’de başlayacağı ve kenardan kimlerin oyuna dahil olacağı da İtalya ile kıyaslanınca çok daha belirgin. Belçika elemelerde görece daha zayıf olan takımlara karşı De Bruyne’ün orta saha üçlüsünde bulunduğu, hücumcu bir anlayışla sahaya çıktı. Nispeten daha güçlü takımlara karşı ise (nispeten diyorum, çünkü

güçlerini gerçek anlamda sınayacak bir takım yoktu eleme grubunda) orta saha üçlüsünü tamamen Nainggolan, Witsel, Fellaini gibi box-to-box oynama özelliğine sahip oyuncularla oluşturdular. Böyle durumlarda, De Bruyne kanatlarda görev aldı haliyle. Peki ya olumsuz taraflar? Aslında olumsuz diye adlandırmasak daha iyi; olumlu sonuçlanmasını kalpten diledikleri kritik beklentileri var desek daha doğru ifade etmiş olabiliriz. Belirsizlikler grubu dedik ya, onların belirsizliği de en güvendikleri parçaların nasıl işleyeceği mevzusu. Bir nevi “belirleyicilerin belirsizlikleri”. Eden Hazard, çoğumuzun bildiği gibi bu sene kendisinden kesinlikle beklenmeyecek bir kulüp performansı sergiledi sezon boyunca. Premier League’de Chelsea ile çıktığı 31 maçın 25’inde ilk 11’de başlayıp yalnızca 4 gol attı ve 3 asist yaptı. Bu rakamların onun için ne kadar düşük olduğunu uzun uzun betimlemeye gerek yoktur diye düşünüyorum. Eleme grubunda takımının skor yükünü çeken iki isimden biri olduğu gerçeğini sorgulatan bir sezon karnesi hiç kuşkusuz. Performansı merak konusu olan bir diğer isim Romelu Lukaku. Premier League’in orta zamanlarında gayet iyi performans sergileyen Lukaku, bir anda düşüşe geçti. Everton’ın skor yükünü çeken, takımını sırtlayan Lukaku gitti, başka biri geldi sanki ligin son bölümünde. Ligde bu sene attığı 18 golün hiçbiri ligin son dokuz haftasında gelmedi. Yani başka bir deyişle, son iki buçuk ayda kulüp formasıyla hiç golü yok. Ayrıca Euro 2016 elemelerinde de milli formayla skoru hiç değiştiremedi. Onun durumu, Hazard ile kıyaslandığında daha da tartışmalı duruyor. Futbolda zaman zaman büyük umutlarla, senelerce emsali gö-

30 / HAZİRAN2016

rülmeyecek jenerasyonlar ortaya çıkar. Fakat kendilerinden sonrakilere iz bırakmak öyle kolay iş değildir. Kimse onları altına bulamaz. Kendilerinden sonrakiler tarafından altın jenerasyon olarak anılmak istiyorlarsa, yeteri kadar ekipmana sahipler; tek gereken sahaya çıkıp başarmak. Bizim yapacağımız ise bekleyip görmek. Ya şahitlik edeceğiz, ya da hafızalarımızdan sileceğiz.

İsveç

Ünlü şairin dediği gibi: “Kral olarak geldim, efsane olarak ayrılıyorum.” Zlatan, Fransa’da efsaneleştiğini düşünüyor. Katılıyorum. Fakat onun bu görüşüne katılmayanlar da mutlaka olacaktır. Euro 2016 ise onun düşüncesini perçinlemesi için bulunmaz fırsat. Sarı-Mavililer’in grup aşamasında 5 galibiyetleri var, hepsi de grubun en zayıf takımları olan Lichtenstein, Moldova ve Karadağ’a karşı. Grubun oyuncu kalitesi bakımından 3. sıradaki takımı olarak gösterebiliriz onları, son sıraya İrlanda’yı yazmış oluyoruz böylece. B grubunda Galler, takımı nasıl Gareth Bale’in üzerine kurduysa, İsveç milli takımının çekirdeğinde yine Zlatan Ibrahimovic var. Tabii ki sürpriz değil, 2000’li yılların başından beri durum böyle. 34 yaşındaki yıldız santrafor, kendi de dahil olmak üzere birçoklarına göre kariyerinin en iyi sezonunu geçirdi geçtiğimiz sezon. Takımı Paris Saint Germain ile tüm kupalarda çıktığı 51 maçta 50 gol atan Zlatan, milli takımın da elemelerdeki 10 maçında 11 gol atarak, Robert Lewandowski’nin 13 gollük performansından sonra elemelerde en çok gol atan ikinci isim oldu. İsveç milli takımı, eleme grubunu Avusturya ve Rusya’nın ardından üçüncü olarak bitirdi mevzuba-


his 5 galibiyetli performansından sonra. Elemelerdeki en iyi üçüncü Türkiye milli takımı olunca, İsveç de mecburen Euro 2016 finalleri umutlarını Play-Off ’lara bırakmış oldu. Play-Off aşamasındaki rakip komşu ülke Danimarka’ydı. Vikinglerin deniz muharebesini iki maçta 4 gol atarak kazanan sarı-mavili takım olurken, bu gollerin 3’ünü kaydeden isim 40 yıl düşünülse akla gelmeyecek bir isimdi(!): Zlatan Ibrahimovic. Takımda diğer oyuncuların neler yapacağı da önemsiz değil şüphesiz; ancak şu bir gerçek: Bu otomobilin motoru Zlatan ve o doğru ve efektif çalışmadan aracın bir sonraki durağa ilerlemesi mümkün görünmüyor. E grubundaki rakiplerden İrlanda’nın şu anki teknik direktörü Martin O’Neill, 2006 Dünya Kupası zamanında Zlatan için şöyle demişti: “Muhtemelen dünyada en çok abartılan oyuncu.” Kim bilir, belki de Zlatan bu zamana kadar O’Neill’ı haksız çıkarmaktan yorulmamıştır.

İrlanda

Yoncaları bu turnuvadaki konumunu ifade etmek için yalnızca bir kelime seçilecek olsaydı, en uygun kelime “tuzak” olurdu. İdealleri yok mu? Bir sonraki aşamaya geçmek istemezler mi? Şüphesiz ki gruptan çıkmak isteyecekler. Ancak gruptaki diğer takımlarla karşılaştırıldığında misyonunu tamamlamaya en yakın takım İrlanda milli takımı. Oyun tarzlarını ve neden tuzak takım olduklarını anlamak için grup aşamalarındaki birkaç maçı inceleyelim. Yeşilli çocuklar, Polonya ve Almanya’yla aynı eleme grubundan 3. olarak çıktı. Bunda en büyük etken Almanya ile deplasmanda berabere kalıp, iç sahada galibiyete ulaş-

malarıydı diyebiliriz. Almanya’nın İrlanda deplasmanındaki maçta %72’ye %28’lik bir topla oynama üstünlüğü vardı. İsabetli pas sayıları 642’ye 207’yle, şutlar ise 16’ya 5 ile Almanya’nın hakimiyetindeydi. Isı haritalarına geçecek olursak, Almanya’nın ağırlıkla İrlanda yarı sahasında konuşlandığını görüyoruz. İrlanda’nın ise ısı yoğunluğu kendi ceza sahasında gözlemleniyor. Bu tabloda İrlanda’nın rakibine karşı hiçbir avantajı görünmüyor. Ancak Shane Long’un kaleciden gelen uzun bir pasla defansın arasına sarkıp Neuer’in üzerinden ağlara gönderdiği golle, İrlanda dünya devi Panzer’den üç puanı koparmasını bildi.

lar. İşte bu yüzden grubun tuzak takımı onlar. Bu şekilde gruptaki iddialı takımların canını feci şekilde yaktıkları bir veya birkaç maça şahitlik edebiliriz. James McCarthy, Seamus Coleman, Shane Long…Süper kahraman değiller belki de, ancak halk kahramanları oldukları kesin. Bu halk, kutlamalara çoktandır başlamış bir halk. Parti hala devam ediyor. Diğerleri dikkatli olmak zorunda. Çünkü yere dökülen stout biraları, her an birilerinin kayıp düşmesine neden olabilir.

Play-Off periyodunda Bosna Hersek’e karşı çıktıkları karşılaşmalar, mevzubahis Almanya maçı ile benzerlikler taşıyor. İki maçta da Bosna Hersek milli takımı, pozitif yönlü istatistiklerin neredeyse hepsinde üstündü. İkinci maçta topla %69 oranında oynayan Bosna’ya karşı, %31 ile oynayan bir İrlanda vardı; tıpkı Almanya maçında olduğu gibi. Başarılı paslarda da 409’a 143 ile hakimiyet yine Boşnaklarda. Ancak İrlanda deplasmandaki maçta beraberliği bulup, evindeki maçta iki gol ile Pjanicli, Dzekolu, Begovicli Bosna Hersek’i kupanın dışına itmeyi başardı. Buradan çıkarılacak iki temel sonuç var. Birincisi, Martin O’Neill ve Roy Keane oyun stratejilerini topu rakibe vermek üzerine kurmuşlar. İkincisi, oldukça fırsatçı bir takım oluşturmayı başarmışlar. Topla oynamayı tercih etmeyen, rakibin topla oyunu süresince hatalarını hızlı hücumlarla değerlendirmeye çalışan veya rakibin konsantrasyonunun nispeten düştüğü, başka bir deyişle uyuduğu anları çabucak değerlendirmeye çalışan bir takım var karşımızda. Özetle, İrlandalılar yakaladıkları anda affetmiyorSAYI #4 / 31


F GRUBU PORTEKİZ İZLANDA AVUSTURYA MACARİSTAN

ALİ CAN AKBULUT

Uluslararası turnuvaların istikrarlı takımı Portekiz, Avrupa şampiyonalarında henüz hiç galibiyeti olmayan Avusturya, 30 yıl aradan sonra ilk Uluslararası turnuvasına katılacak olan Macaristan ve tarihinde ilk defa bu tecrübeyi yaşayacak olan İzlanda. 2016 avrupa şampiyonası F grubu, çekilen kura sonucu yukarıda saydığım takımlardan oluştu.

32 / HAZİRAN2016

Şimdi biraz daha ayrıntılara inerek bu 4 takımı kura çekiminde ki bulundukları torba sırasına göre inceleyelim.

Portekiz

Yazının başında da belirttiğim gibi turnuvaların istikrarlı takımı Portekiz 7.kez avrupa şampiyonasında yer alıcak. İlk avrupa şampiyonasına bu yıl olduğu gibi ev sahibi olan 84 Fransa’da katılan Portekiz, yarı finalde ev sahibi takıma uzatmalarda yenilerek turnuvaya veda etmişti. Fransa 84’ten sonra 2 şampiyonaya katılamayan takım, 96 İngiltere’den günümüze kadar tüm şampiyonalara katılma başarısı gösterdi. Üst üste katıldığı 5 turnuvada da gruptan çıkmayı başaran ulusal takım, bunların 2’sinde çeyrek final, 2’sinde yarı final ve 2004 yılında ev sahibi olduğu şampiyonada da finalde kaybetti. Turnuvaya katılım konusunda istikrar elde eden ulusal takımın aynı istikrarı grup aşamalarından sonrada kaybetme alışkanlığına çevirmesi ve bunun sonucunda turnuva tarihinde kazanamadan en fazla yarı final oynayan takım

konumunda olması pek de tercih edilecek bir ünvan olmasa gerek. Günümüze dönecek olursak, Portekiz’in 2016 Fransa’ya nasıl geldiğine, elemelerde nasıl bir performans gösterdiğine bakalım. Elemelerin tek 5 takımlı grubu olan I grubunda yer alan ulusal takım, grubunda bulunan Arnavutluk, Danirmarka, Sırbistan ve Ermenistan takımlarının önünde rahat bir şekilde birinci gelerek Fransa yolunu tuttu. Grupta ki ilk maçında kendi evinde Arnavutluk’a 1-0 yenilen takım gelen mağlubiyet sonrasında o sırada ki portekizli teknik direktörleri Paulo Bento’nun görevine son verildi. Bento’nun yerine getirilen yine portekizli hoca Fernando Santos oldu. Teknik direktörlük kariyeri boyunca sadece Portekiz ve Yunanistan da görev yapan Santos’un bu görevden önceki son durağı Yunanistan milli takımıydı. 2012 avrupa şampiyonası ve 2014 dünya kupasında yunan takımının başında bulunan Fernanda Santos bu turnuvalarda takımını sırasıyla çeyrek final ve son 16 turunda oynatmayı başardı. Yeni hocanın da etkisiyle Portekiz, gruplarda kalan 7 maçı da kazanmayı başardı ve


en yakın takipcisi Arnavutluk’un 7 puan önünde elemeleri tamamladı. Oynanan 8 maç sonunda en dikkat çekici istatistik ise tüm maçların tek farklı skorlarla tamamlanmış olmasıydı. Takımının başında ki 7 resmi maçta da 4-3-3 taktik anlayışının çeşitlerini kullanmayı tercih eden Santos’un, tüm karşılaşmalarda süre verdiği oyuncular Sporting Lizbon kalecesi Rui Patricio, Zenit’li orta saha oyuncusu Danny ve Fenerbahçe de forma giyen Luis Nani oldu.Sakatlığından dolayı 6 maçta oynayabilen kaptan Cristiano Ronaldo ise takımının elemelerde attığı 11 golün 5’ine imzasını atarak bu alanda ilk sırada yer aldı. Ronaldo için 2016 Fransa’nın özel yanlarıda var. Kariyerinde ki 4. avrupa şampiyonasında mücadele edecek oyuncu, turnuva boyunca en az 3 maçta süre alması durumunda ki sakatlık gibi bir durum olmaz ise süre bulacaktır. Turnuva tarihinde en fazla maça çıkan oyuncular olan fransız Lilian Thuram(16) ve hollandalı Edwin van der Sar(16)’ın rekorunu kırmış olacak. İkinci bir özel yanı ise daha önce ki 3 şampiyonada da gol atmayı başaran Ronaldo, bu turnuvada da gol atabilirse 4 avrupa şampiyonasında da gol atan ilk oyuncu olabilir. Bu durumun gerçekleşmesi için aynı istatistiğe sahip olan İsveçli oyuncu Zlatan Ibrahimoviç’in Ronaldo’dan önce gol atmaması gerekiyor. İsveç’in maçının Portekiz’den önce olması ve Ibrahimoviç gibi bir futbolcunun böyle bir ünvanı elde etme fırsatını kaçırmak istemeyeceğini düşünürsek, Ronaldo’nun yapabileceği tek şey İsveç’in ilk maçında karşılaşacağı İrlanda Cumhuriyeti’nin Ibrahimoviç’ten gol yememelerini beklemek olacaktır.

Avusturya

2016 avrupa şampiyonası Avusturya’nın tarihinde katılacağı 2. avrupa şampiyonası olacak. 2008’de ki şampiyona da İsviçre ile ev sahibi ülke olarak yer aldığını düşünürsek bu turnuva, elemeleri geçerek yer alacağı ilk avrupa şampiyonası olacak. Avusturya’nın elemeleri geçip katılıdığı son turnuva 1998 Fransa dünya kupasıydı ve aynı 2008 de ev sahibi olduğu avrupa şampiyonasında ki gibi yine gruptan çıkamamıştı. 2008 de ki şampiyonada oynadığı 3 maçta da galibiyet alamayan takım bu maçlardan 2 mağlubiyet ve1 beraberlik almıştı. Turnuva tarihinde attıkları tek gölü ise grupta ki son maçlarında karşılaştıkları Polonya’ya penaltı atışından şu sıralar kariyerine Avusturya’nın Mattersburg takımında teknik direktör olarak devam eden hırvat asıllı Ivica Vastic atmıştı.

maçında İsveç’le deplasmanda 1-1 berabere kalan takım devamında kalan tüm maçlarını kazanarak İngiltere’den(10) sonra elemelerde en fazla galibiyet alan 2. takım olma başarını gösterdi. Elde edilen bu başarının ayrıntılarına baktığımızda ortaya çıkan sonuç gayet tatmin edici duruyor. Şöyleki: Gruplarda oynanan 10 maçta atılan gol 22 ve kalelerinde gördükleri gol sayısı sadece 5’te kalmış. Bu maçların 6’sında kalelerini gole kapatmayı başaran bir takım karşımıza çıkıyor. Kadro yapılanmasına baktığımızda da iyi bir takım olmak için hem atan hem de tutan oyuncularının iyi olması gerektiğinin örneğini görüyoruz. Teknik Patron Koller, elemelerde

İlk hedefinin kupa tarihinde ki ilk galibiyetini almak ve sonrasında daha ilerisine gitmek olan Avusturya’nın Fransa yolunda elemelerde neler yaptığına bir bakalım. 2011 yılından beri takımın başında bulunan İsviçreli teknik direktör Marcel Koller’in önderliğinde avrupanın çeşitli takımlarında oynayan başarılı bir oyuncu topluluğundan oluşuyor Avusturya takımı. Koller göreve getirildikten sonra ki geçiş döneminde 2014 dünya kupası elemelerinde geçmiş performanslarına kıyasla başarılı bir tablo çizen takım, grubunu 2. sırada ki İsveç’in 3 puan gerisinde 3.tamamlamıştı. Bu performans 2016 avrupa şampiyonası elemelerı içinde umut kaynağı olmuştu. Beklentiler karşılıksız çıkmadı ve 2016 elemelerinde Rusya, İsveç, Karadağ, Liechenstein ve Moldova’nın bulunduğu G grubunu lider tamamlayarak Fransa biletini almış oldular. Puan durumuna baktığımızda Avusturya hanesinde 9 galibiyet ve 1 beraberlik yazıyordu. Elemelerde ki ilk SAYI #4 / 33


ki 10 maçta 7 oyuncusundan hiç vazgeçmemiş. Bu oyuncular kaleci, 3 defans oyuncusu, 1 orta saha ve 2 forvet oyuncusundan oluşuyor. Elemelerde ki attığı 7 golle takımın en golcü oyuncu olan, bir zamanlar ülkemizin kuzey kıyılarına gollerini atmak için gelen fakat daha çok ikamet edip giden ve şu sıralar İsviçre’nin Basel takımında oynayan Marc Janko’nun bu 7 oyuncu içerisinde olmadığını belirtmek isterim. Avusturya milli takımı denilince belki de akla ilk gelen oyuncu olan Bayern Münih’li David Alaba’nın da Janko’dan sonra attığı 4 golle 2.sırada geldiğini ve onun da her maçta oynamış olan 7 oyuncu içinde olmadığını söylemek gerek. Takımın iskeletini oluşturan 7 oyuncuyu belirtmek gerekirse eğer: Kaleci Robert Almer, Defanslar: Aleksandar Dragovic, Christian Fuchs, Florlan Klein, Orta saha:

Zlatko Junuzovic. Forvetler: Martin Harnik ve Marko Arnautovic isimleri karşımıza çıkıyor.

nan macarlar 30 yıl aradan sonra uluslararası bir turnuvaya katılmaya hak kazanmış oldu.

Bu bilgilerin ışığında Avusturya milli takımı için, 4 yıllık bir yapılanma dönemi içerisinde doğru teknik direktör seçimi ve mevcut oyuncu havuzundan oluşturulan istikrarlı takım yapısının sonucu ortaya çıkan bir başarı öyküsü tanımı yapmak yanlış olmaz.

Macar takımının 12 maçlık elemeler ve play-off karnesinde takımın başında 3 farklı teknik direktör yer almış. Elemelere Macar hoca Atilla Pinter’le başlayan takım, ev sahibi oldukları ilk maçta önde götürdükleri karşılaşmayı son dakikalarda yedikleri 2 golle Kuzey İrlanda’ya kaybetmiş ve bu maç Pinter’in ilk ve son maçı olmuştu. Daha sonra göreve getirilen yine Macar teknik direktör Pal Dardai yönetiminde 5 maça çıkan takım, bu maçlarda 3galibiyet ve 2 beraberlik elde etmişti. Macaristan milli takım hocalığı dışında alman takımı Herta Berlin’de de görev yapan Dardai, temmuz 2015’te milli takımda ki görevini bırakmış ve kulüp takımında ki görevine devam etmiştir. Zorunlu olan bu değişiklikten sonra göreve bu sefer alman teknik direktör Bernd Storck getirilmişti. Şu an hala Storck yönetimindeki takım elemelerde kalan 4 maçı 1 galibiyet, 2 beraberlik ve 1 mağlubiyetle tamamlayarak play-offlara kalmayı başarmış ve play-offlarda da elde edilen 2 galibiyetle 3 farklı hocayla geçen elemeler macerası mutlu bir şekilde son bulmuştu.

Macaristan

1950’lerin efsane takımı nam-ı diyar “yenilmez armada” Macaristan. Tarihinde katıldığı dünya kupası sayısı çok olsa da aynı başarıyı avrupa şampiyonasında gösteremeyen öyle ki 56 yıllık avrupa şampiyonası tarihinde katıldığı son turnuva üzerinden 44 yıl geçmiş bir takım çıkıyor karşımıza. Avrupa şampiyonasına tarihinde 3.kez katılacak olan Macaristan, ilk deneyimi olan 1964 İspanya’da turnuvayı 3.tamamlamış,1972 Belçika’da ki şampiyonada da 4. olmuştu. O zaman ki sistem de şampiyona finallerinde yer alan takım sayılarının az olmasından dolayı turnuvalarda ki maç sayısı 1 galibiyet ve 3 mağlubiyet olarak 4 maçla sınırlı kalmıştı. Macaristan’ın Fransa yolunda ki serüveni grubunda ki diğer takımlara göre biraz daha uzun oldu. Elemelerde Kuzey İrlanda, Romanya, Finlandiya, Faroe Adaları ve Yunanistan’ın bulunduğu F grubunda mücadele eden takım, grup maçları sonunda elde ettiği 4 galibiyet, 4 beraberlik ve 2 mağlubiyet sonucunda topladığı 16 puanla Kuzey İrlanda ve Romanya’nın ardından 3.olarak Play-Off oynamaya hak kazandı. Play-off kuraları sonucunda Macaristan’ın Fransa bileti Norveç aktarmalı çıkmıştı. Kasım ayında oynanan iki maçı da tek farklı skorlarla kaza-

34 / HAZİRAN2016

3 farklı teknik direktörden ortaya çıkan sonuçta, macar takımının kazandığı ve kaybettiği karşılaşmaların tümü tek farklı skorlarla sonuçlanmış ve şampiyonaya katılan 24 takım arasında en düşük averaja sahip takım olma ünvanını elde etmiş olduğu görülüyor. Takım kadrosuna baktığımızda avrupanın bir çok ülkesinde oynayan oyuncular görmek mümkün. Elemeler boyunca tüm maçlarda forma giyen oyuncu ise geçtiğimiz sezonu Bursaspor da geçiren takım kaptanı Balazs Dzsudzsak ve 10 maçta forma giyen, ülkesinin


takımlarından Haladas’da futbol yaşantısına devam eden, hafızalarımızda gri eşorfman altlığıyla yer edinmiş olan 40 yaşında ki kaleci Gabor Kiraly ön plana çıkmakta. Elemeler ve play-offlar dahil atılmış olan 14 golün 10 farklı oyuncu arasında paylaşılmış olması macar takımının takım oyunana dayalı bir sisteme sahip olduğunun bir diğer göstergesi.

İzlanda

Tarihinde ilk defa uluslararası turnuvaya katılacak olan kuzeyin yalnız ülkesi İzlanda bir önceki turnuva olan 2014 dünya kupasına katılmaya da çok yaklaşmıştı. Ocak 2012 tarihinden beri takımın başında olan İsveçli teknik direktör Lars Lagerback takımda ki bu farkedilir gelişimin en büyük mimarı konumunda. 2014 dünya kupası elemelerine kadar katıldığı hiçbir eleme grubunda kayda değer bir başarı elde edemeyen İzlanda milli takımı Lagerback’ın göreve gelmesinden sonra ki süreçte ilk sınavı olan 2014 dünya kupası elemelerinde yer aldığı E grubunu İsviçre’nin ardından 2.sırada bitirerek tarihinde ilk defa play-off oynamaya hak kazanmıştı. Hırvatistanla oynanan play-off maçları sonunda dünya kupası hayallerini başka bahara ertelemek zorunda kalan İzlanda’nın bu sefer ki hedefi 2016 avrupa şampiyonası olmuştu. Avrupa şampiyonası elemeleri kurasına 5.torbadan giren İzlanda’nın yer aldığı A grubu Hollanda, Çek Cumhuriyeti, Türkiye, Letonya ve Kazakistan milli takımlarından oluşmuştu. Elemeler öncesinde kimse Lagerback’ın öğrencilerine kağıt üzerinde çok fazla şans tanımıyordu. Bu duruma bir örnek vermek gerekirse eğer, grupta ki ilk maçını a milli takımımızla yapacakları maçtan önceki bir televizyon yayınında eski milli futbolcu Hasan Şaş “ elle topu kaleye götür-

seler üç defa götürürler “ şeklinde bir demeçte bulunmuştu. Doksan dakika sonunda ortaya çıkan 3-0 İzlanda lehine olan skor sadece bizi değil tüm futbol dünyasının ilgisini bu kuzey ülkesinin üzerine çekmişti. İlk maçta alınan skorun şans eseri olmadığının oynanan diğer maçlarda da göstermişti İzlanda milli takımı. Nitekim grupta ki en büyük favori olan Hollanda’yı da yenmeyi başarmışlardı. Elemelerde ki 8.maçlar geride kaldığında İzlanda’nın puan hanesinde 19 yazıyordu. Elde edilen bu puan avrupa şampiyonasına gitmeyi garantileyen ilk 3 ülkeden biri oldukları anlamına geliyordu. 10 maçlık grup karşılaşmaları sonucunda toplanan 20 puanla grubunu Çek Cumhuriyeti’nin ardından 2.sırada tamamlayarak tarihinde ilk defa büyük bir turnuvaya katılmayı başarmışlardı.

kımlar arasında İrlanda Cumhuriyet’nin arından yaş ortalaması en yüksek 2.takım olarak dikkat çekiyor.

İzlanda’nın bu başarısında tecrübeli teknik direktör Lagerback’ın payı kuşkusuz çok fazla. Kariyerinde ki 7. büyük turnuvasına katılacak olan İsveçli hocanın, daha önceki 5 turnuvada ( 2000,2004,2008 avrupa şampiyonaları ve 2002, 2006 dünya kupaları ) İsveç milli takımının başında katılmıştı. 2004 avrupa şampiyonasında takımını çeyrek final oynatmasıda kariyerinde ki en iyi performans olarak dikkat çekiyor. 2010 dünya kupası öncesinde de Nijerya milli takımının başına geçen Lagerback, başarısız geçen turnuva sonrasında da görevinden ayrılmıştı.

Ne Olur ? Takımların elemelerde ki ve daha önce ki turnuva tecrübelerini göz önüne alırsak grubu oluşturan torba sıralamalarının,oynanacak 6 maç sonunda grup sıralamasına da yansıyacağını beklemek yanlış olmaz. Turnuvalarda ki çeyrek final ve ötesini oynama alışkanlığı fazla olan Portekiz takımı bu konuda diğer 3 takıma göre öne çıkan taraf konumunda. Portekiz’i bu konuda en çok zorlayacak takım olarak elemelerde ki üstün performanıyla Avusturya dikkat çekmekte. Grubun diğer iki takımı Macaristan ve İzlanda arasında oynanacak maç ise en iyi dört üçünçü takımdan biri olma yarışında önemli bir yere sahip. Ama futbol süprizlerle dolu ve tüm bu tahminlerimizin cevabını 14-22 haziran tarihleri arasıda altı farklı statda oynanacak olan F grubu maçları tamamlandığında öğrenmiş olacağız.

Lagerback’ın göreve geldiği 2012 yılında FIFA sıralamasında 123.sırada yer alan İzlanda bu 4 yıl içinde elde edilen başarılar sonucunda şu anda 35.sırada bulunan bir takım haline dönüştü. Bu gelişimi elemelerde en az oyuncu kullanan takımlardan biri olarak gerçekleştiren İzlanda takımı aynı zamanda Fransa’ya gitmeye hak kazanan ta-

İsveçli teknik direktörün elemelerde ki tüm maçlarda 4-4-2 sistemini benimsediği İzlanda milli takımının kadrosunda avrupanın çeşitli kulüplerinde oynayan oyuncular yer almakta. Elemelerde ki tüm maçlarda oynamış olan 6 oyuncu bulunması, takımın 10 maçlık periyotta istikrarlı bir çizgi çizmesinde ki önemli noktalarından biri olduğunu söylemek gerek. Tüm maçlarda oynamış 6 oyuncudan biri olan Premier lig takımlarından Swansea City forması giyen Gylfi Sigurdsson takımın elemelerde attığı 17 golün 7’sine ( 6 gol – 1 asist ) direkt katkıda bulunurak bu alanda en büyük paya sahip oyuncu olarak öne çıkıyor.

SAYI #4 / 35


EURO 80-PİNOCCHIO Turnuva İtalya’da düzenlendi. Pinokyo’nun Maceraları adlı çocuk kitabının yazarı İtalyan Carlo Collodi’ydi. Bu yüzden o dönemde çok popüler olan Pinokyo’nun maskot olarak seçilmesi gayet normal. Uzun burnuyla ünlü maskotumuzun burnu İtalyan bayrak renklerindedir.

EURO 84-PENO Peno adlı horoz Fransa’daki turnuvanın maskotuydu. Fransızca argo kullanımda penaltı kelimesinin kısaltılmışıdır. Bu tatlı maskotumuz onlara şans getirmiş olacak ki Fransa turnuvayı şampiyon olarak tamamladı.

EURO 88-BERNI Batı Almanya’da düzenlenen turnuvanın maskotu Berni’ydi. Kendisi sportif bir tavşan. Adını 1954 Dünya Kupası’nda Almanya’nın kupayı kazandığı şehir olan Berne’den almaktadır. 36 / HAZİRAN2016

HAZIRLAYAN: CANDAN VEZİROĞLU


EURO 92-RABBIT İsveç’te düzenlenen turnuvanın maskotu Rabbit’ti. O da bir önceki turnuvanın maskotu gibi bir tavşan.

EURO 96-GOALIATH Goaliath adlı aslan İngiltere’de düzenlenen turnuvanın maskotuydu. World Cup Willie adlı aslanın 1966 Dünya Kupası’nda maskot oluşunun 30.yılında ona güzel bir selam yollamış İngilizler.

EURO 2000-BENELUCKY Benelucky bu zamana kadarki en çok detay barındıran maskottu. İsmini Belçika-Hollanda-Lüksenburg üçlüsünü tanımlamak için kullanılan “Benelux”tan almıştır. “Bene” latincede “iyi” anlamına gelir ve bu karışımla bütün katılımcılara “iyi şanslar” dileklerini iletmişlerdir. Aynı zamanda, Kırmızı Şeytanlar olarak bilinen Belçika’ya şeytan oluşuyla ve aslan oluşuyla da Hollanda’ya selam çakmış. SAYI #4 / 37


EURO 2004-KINAS

Portekiz’de düzenlenen turnuvanın maskotu Kinas adlı bir çocuktu. İsmini Portekiz bayrağının simgelerinden biri olan Quinas’tan almıştır.

EURO 2008 TRIX&FLIX Turnuva iki ayrı ülkede, Avusturya-İsviçre, düzenlendi ve turnuvada iki maskotumuz vardı. Trix ve Flix adlı ikiz maskotlarımız sırasıyla 20 ve 8 numaralı formayı giyiyordu.

EURO 2012 SLAVEK&SLAVKO Polonya-Ukrayna ortaklığında düzenlenen turnuvada da iki ayrı maskot vardı. Slavek adlı maskot Polonya formasını Slavko adlı maskot Ukrayna formasını giyiyordu. 38 / HAZİRAN2016


EURO 2016 SUPER VICTOR

Bu seneki turnuvanın maskotu ise Super Victor. Kırmızı pelerinli bir çocuk olan maskotumuzun süper güçleri olduğu düşünülüyor. SAYI #4 / 39


FORMAT TEKNOLOJİ PENALTILAR KORNERLER HAKEM OTORİTESİ ESTETİK KAYGILAR Euro 2016 bu yıl Fransa’nın ev sahipliğinde Haziran ayında gerçekleşecek. Bu seneki turnuvada birçok ilk’e de şahit olacağız. Euro 2016’da atılacak bir sürü gol ve hakemlerin vereceği sayısız kararlar olacak. Ancak bu turnuvada bazı şeyler eskisi gibi olmayacak. Yapılan bazı düzenlemeleri sizin için derledik.

İLKLER YENİLİKLER DEĞİŞİKLİKLER 40 / HAZİRAN2016

Değişikliklerden en büyüğü belki de katılan ülke sayısı. Şampiyona bu yıl ilk kez 24 takım ile oynanacak. “En İyi 3.cü” derecesi ile Türkiye de 8 yıllık aranın ardından turnuvaya katılan ülkeler arasında olacak. Sayının artması ile eleme gruplarında üçüncü sırayı alan takımların turnuvaya katılma şansı verilmişti. Bu sayede Türkiye en iyi üçüncü kontenjanı ile turnuvaya direkt katılım hakkı kazanmış, diğer üçüncüler ise play off oynayarak Fransa biletini almaya çalış-

ÖMER İNCE HÜSNA KÖŞGER mıştı. Turnuvada bulunan 24 takım altı gruba ayrılmış durumda. Gruplarda ilk iki sırayı alacak takımlar direkt olarak son 16 turuna geçecekler. Grup üçüncüsü 6 ülkenin arasından en yüksek puana sahip dört takım da bu ülkelere katılarak son 16’yı tamamlayacaklar. Son 16 da, grupları üçüncü tamamlayan takımlar birincilerle, ikinciler arasından iki takım (E ve D grubu) birincilerle (F ve E grubu) eşleşecek, geri kalan dört takım da kendi aralarında oynayacak. Bu seneki ilklerden bir diğeri de futbol tarihindeki önemli dönüm noktalarından birisinin Avrupa Şampiyonası’nda kendine yer bulması. UEFA bir karar alarak; yeşil sahalarda “gol” tartışmalarına son noktayı koymak için “gol çizgisi teknolojisini” geliştirmişti. Avru-


pa’nın büyük liglerinde kendine yer bulmaya başlayan bu sistem Brezilya’da gerçekleştirilen Dünya Kupası’nda da kullanıldı. Bu teknolojinin Türkiye Süper Lig’de kullanılması için çalışmalar yapıldığı da konuşulanlar arasında. Gol çizgisi teknolojisinin EURO 2016’da kullanılacak olması ise kale arkası hakemlerini işinden etmedi. Bu turnuvada kale arkası hakemi uygulaması devam edecek. UEFA gol çizgisi teknolojisine her geçen gün daha da ısınıyor. Öyle ki bu teknoloji gelecek sezon için Şampiyonlar Ligi’nde de kullanılacak. FIFA’da Infantino döneminin başlaması ile futbolda teknolojinin yeri her geçen yıl daha da artacak gibi duruyor. Yakın bir gelecekte büyük turnuvalarda ofsayt kamerası veya pozisyonların tekrarlarını izleyerek karar alan hakemler ile karşılaşmamız çok şaşırtıcı olmayacak gibi. Kural Değişiklikleri 1 Haziran’dan itibaren futbol kurallarında yapılan değişiklikler yürürlüğe girdi. Değişen bu kurallar İngiltere-Türkiye hazırlık maçı ile ilk kez uygulamaya koyuldu. Bu değişikliklerden en dikkat çekeni ise ceza sahası içerisinde gole giden adamı düşürmeye verilen penaltı ve kırmızı kart cezasının biraz daha hafifletilmesi oldu. Aynı faul

pozisyonu için iki kez ceza anlamı taşıyan eski kural yerine, penaltıya sebebiyet veren oyuncunun sarı kart ile cezalandırılmasına karar verildi. Hakemlerin yetki alanı da yeni kurallarla arttırıldı. Hakemin otoritesi oyuncuların sahaya çıkması ile beraber başlıyor. Bunun anlamı da oyuncular sahada ısınırken dahi hakemler kırmızı kartla oyuncuları oyundan atabilecekler. Daha önceleri hakemlerin yetkileri sadece maç sona erdikten sonra devam ediyordu. Su molaları artık sıradan bir hale geldi ve resmi olarak uzatmalara eklenmesine imkan sağlandı. Bu turnuva içerisinde karşılaşabileceğimiz penaltı atışlarında da bazı değişiklikler var. Penaltılara giden bir maçta taraflardan birisi sayıca eksik ise, diğer tarafın da penaltı listesini aynı sayıya indirmesi isteniyor. Böylelikle sayıca eksik tarafın, penaltıların uzaması sonucunda penaltı kullanan oyuncu listesinin başına daha erken geçmesinin önüne geçiliyor ve avantaj sağlaması engelleniyor. Penaltı atışının kullanılacağı kaleyi ise artık hakem belirlemeyecek. Bu karar yazı tura atışı ile alınacak. Yeni kurallarda korner kullanımına da düzenleme getirildi. Rakibi

kandırmanın önüne geçmek için yapılan düzenleme, topun oyuna dahil olması için açıkça hareket halinde olmasını şart koşuyor. Böylelikle topun rakipten habersiz bir şekilde oyuna sokulup avantaj kazanılmasına engel olunuyor. Ofsayt kararı alınırken de artık baş ve kolların durumu göz önünde bulundurulmayacak. Rakip takım taç atışı kullanan oyuncuya iki metreden fazla yaklaşamayacak. Saha dışarısında yapılan faullerde de oyun sahanın faul pozisyonuna en yakın bölgesinden başlayacak. Bunlarla beraber estetik kaygılarla yapılan bazı değişiklikler de var. Futbolcuların formalarının altına giyecekleri içlik ve taytların forma ile aynı renkte olması şartı konuldu. Almanya’da Arjen Robben’in başını ağrıtan durumun bir daha yaşanmaması için çaba gösterilmiş. Ayrıca saha içerisinde korner bayraklarına logo ve reklam konulmasının da önü açıldı. Euro 2016, tüm bu yenilikleriyle birlikte 1 ay boyunca müthiş bir futbol şölenini futbol severlere sunmaya hazırlanıyor. Hem milli takımımız hem de diğer milli takımlara başarılı ve fair-play ruhuyla geçecek bir turnuva diliyoruz.

SAYI #4 / 41


EURO 92

Turnuvanın resmi şarkısı Towe Jaarnek ve Peter Jöback tarafından seslendirilen “More Than a Game”. Şarkı size futbolun bir oyundan fazlası olduğunu yer yer sadece sözleriyle yer yer güçlü çıkışlarıyla derin bir şekilde hissettiriyor. Eğlenceli ve güzel bir motivasyon şarkısı.

EURO 96

Turnuvanın resmi şarkısı Simpled Red grubuna ait olan “We’re In This Together”. Yavaş,durgun yapısına rağmen şarkı, sözleriyle çok güçlü mesajlar veriyor. Bütün bileşenleriyle futbolun, hepimize ait olduğunu bize hissettiriyor. Resmi şarkı “We’re In This Together” olsa da turnuvaya asıl damgayı İngiltere takımının şarkısı “Three Lions” vurmuştu. Birleşik Krallık şarkı listelerini 3 hafta boyunca zirvede tamamlayan şarkı 2010 Dünya Kupası’nda başka bir versiyonuyla İngiltere milli takımına eşlik etmişti.

EURO 2000 Turnuvanın resmi şarkısı İsveçli müzisyen E-Type’tan “Campione 2000”. Çok hareketli yapısıyla sizi heyecanlandırabilecek, gaza getirebilecek bir şarkı. Nakaratındaki müziğe kulaklarımız çok aşina. 42 / HAZİRAN2016


EURO 2004 Ailesi Portekizli olan Nelly Furtado’nun “Força” şarkısı turnuvanın resmi şarkısıdır. Sizi güçlü olmanızı, her ne yapıyorsanız onu daha büyük bir istekle yapmanızı aşılayan şarkı.

EURO 2008

Birden fazla şarkının kullanıldığı turnuvanın resmi şarkısı Enrique Iglesias’tan “Can You Hear Me”. Turnuva iki ayrı ülkede düzenlendiği için iki ülkenin de kendi dillerinde resmi şarkıları vardı. İsviçre’nin şarkısı Baschi’den “Bring En Hei” Avusturya’nın şarkısı ise Christina Stürmer’den “Fieber”. Aynı zamanda turnuvanın iki maskotu için de Shaggy iki tane şarkı yapmıştır: “Like a Superstar” ve “Feel the Rush”.

EURO 2012 Turnuvanın resmi şarkısı Alman şarkıcı Oceana’dan “Endless Summer”. Yaz partisi şarkısı kıvamında yapısıyla size dans etmeniz için gereken sebebi verebilir. SAYI #4 / 43 HAZIRLAYAN: CANDAN VEZİROĞLU


44 / HAZÄ°RAN2016


EURO 2016

Turnuvanın açılış şarkısı David Guetta ve Zara Larsson’dan “This One’s For You”. Kapanış şarkısı ise Maya Lavelle’nin “Free Your Mind” adlı şarkısı.

SAYI #4 / 45


Fransa’da düzenlenecek Euro2016 öncesinde Eurosport Genel Yayın Yönetmeni Bağış Erten ile içinde forma tasarımlarından göçmen oyunculara milliyetçilikten Avrupa Şampiyonasının değerine uzanan verimli bir sohbet gerçekleştirdik keyifli okumalar. Cihat Gemici (CG): Merhabalar öncelikle birçok turnuvayı yakından takip etmiş birisi olarak turnuvadaki Türkiye dışında favori takımınızı öğrenmek istiyorum. Bağış Erten (BE): Avrupa Şampiyonları ve Dünya Kupaları bizim küçüklüğümüzde hiç Türkiye ile olmadı. Haliyle alışkanlığımızda Türkiye’yi tutmak olmadı. Benim durumum ise biraz farklı ben bu tip turnuvalarda bir takıma bağlı kalmam hatta Banu Yelkovan bu konuda benimle dalga geçer. Dünya Kupalarında 32 takımın yaklaşık 30’unu Avrupa Şampiyonalarında ise 24 takımın 18-19’una sempati duyacak nedenlerim vardır. Bu durumumu şöyle açıklıyorum; yerel liglerde takım tutmak monogamidir; tek eşliliktir. Ama böyle büyük şampiyonalarda poligami caizdir. O yüzden bir sürü takımı tutuyorum. (CG): Dörtten fazlası caiz mi abi peki? (BE): Bana her türlü caiz işte… Ben 22’ye falan çıkabiliyorum. Her takımı ayrı ayrı tutma nedenim vardır. Bazılarına daha çok sempati duyarım. Örneğin sürpriz yapabilecek, zayıf takımlardan Galler’i tutuyorum. Şenlikliler, ilk defa geliyorlar ve oraya büyük renk katacaklarına eminim. (CG):O zaman Galler’e daha çok taraftar bazında da bakıyorsunuz? (BE): Aynen öyledir. Şöyle anlata46 / HAZİRAN2016

yım Avrupa Şampiyonları ve Dünya Kupaları gibi yerlerde şehre, turnuvaya zenginliği takımların taraftarları verir. O yüzden Britanya’dan takım olması önemlidir. Britanyalılar turnuvayı güzelleştirirler. Hollanda zaten yok, onlar olmayınca renk eksilir. Diğer favori takımlarımdan birisi futbollarıyla artık patlama yapmalarını beklediğim Belçika olacak. Her zaman doğruları yapan, referans takım olarak Almanya’dan da vazgeçemem. İyi örnek oldukları için onları da seviyorum. Başka kimler vardı? (CG): Arnavutluk var abi mesela çok ilginç bir takım ve ilk defa bu seviyede olacaklar.

(BE): Evet onlar da Galler ile birlikte turnuvanın renklerinden birisi olacaktır. İskandinavlardan pek haz etmiyorum. İspanya’dan sıkıldık artık (CG):İspanyollar da kendilerinden sıkılmış olacak ki Torres ve Costa gibi isimleri almadılar değişik bir kadro ile gelecekler. (BE): Öyleyse Diego Costa ve Fernando Torres olmadığı için tutulabilir. (Yeni bir favori takım daha ekliyor burada listesine) (CG):Klasik sorulardan devam ediyoruz turnuvayı kim kazanır sizce? (BE): Eğer öncesinde eşleşmiyor-


(CG):Genç Yıldız olarak kimden umutlusunuz o zaman? Granit Xhaka var mesela ondan başka bir soruya da geçmeyi planlıyorum

BAĞIŞ ERTEN İLE FRANSA MUHABBETİ

RÖPORTAJ: CİHAT GEMİCİ larsa final Fransa ve Almanya arasında olur. Fransa ev sahibi olduğu turnuvalarda önemli işler yapıyor. Almanya’yı da tutmak çok zor olacak. (CG): Artık İngiltere’den bir çıkış bekliyor musunuz? (BE): İngiltere’den sürpriz beklemiyorum yeterli kadro zenginliğine sahip olmadıklarını düşünüyorum. Liecester gibi formda ir takımdan oyuncularla farklı bir kadro kurup farklı oyun planları olsa bile biraz bizim Türkiye gibi kötü kaybetme huyları var. (CG):1966’da da kötü kazanmışlardı zaten.Turnuvanın yıldızı kim olur?

(BE): Büyük turnuvalar artık eskisi gibi büyük yıldızlar çıkarmıyor. Çok büyük yıldızların da turnuva performansları iyi olmuyor. Dünyanın en büyük iki futbolcusu kabul edilen Messi ve Maradona (Allah söyletti diyor burada) Ronaldo’nun her hangi bir turnuvaya damga vurduklarını göremedik henüz. Bu da özellikle; milli takım düzeyinde takım oyunu oturmadığı için daha kolektif yıldızlaşmayı gerçekleştirenlerin başarılı olmasını sağlıyor. Almanya’da yıldız kimdi Müller mi Özil mi yani tam olarak kimdi bu tartışılır. Net isim yok. Lahm desem şaşırmaz kimse. Artık turnuvalar büyük yıldızlar üretmiyor genç yıldızlara vitrin oluyorlar sadece.

(BE): Xhaka’dan umutluyum zaten seviye de atladı yazın başında. Nainggolan gibi kadri kıymeti bilinmeyen oyuncular ve aslında bildiğimiz ama aslında bu adam neymiş diyebileceğimiz adamlar da ortaya çıkacaktır. Rafael Varane da henüz 23 yaşında ama Fransa’da ikinci kaptan ve çıkış yapabilirdi. (CG): Peki Griezmann gibi yükselen yıldızların süperstara dönüşmesine tanıklık edebilecek miyiz? (BE): Griezmann gibi oyuncuların dönüşümleri soru işareti çünkü taktikler Ronaldo, Ribery, Robben gibi bu tip kanat oyuncularına göre hazırlanıyor ve oyuncular o bölgede sıkışabiliyorlar. Henüz hiç biri turnuvaya damga vuramadılar. (CG):Granit Xhaka’nın kardeşi Arnavutluk adına oynarken kendisi İsviçre için oynayacak. Göçmenler artık yerleştikleri ülkelerde 3. Nesil oldular ve daha çok isimlerini duyuyoruz. Sizce bu yeni düzen milli takımları nasıl etkiliyor? (BE): Güzel soru… Bu yaz değil ama 5-6 sene sonra bunlardan o kadar çok göreceğiz ki. Almanya’nın bu hale gelmesi biliyoruz ki göçmenlerle barışık futbolu sayesinde oldu. Bir anda Khedira, Boateng, Mesut derken başka bir Almanya haline geldiler. İsviçre de 10 yıldır çoğunluğu göçmen olan oyunculardan kurulu bir takım haline geldi. Behrami’ler Türkler, Rodriguezler... Dünyanın göç haritasına göre göç ile barışık ve göç konusunda iyi politika yürüten taSAYI #4 / 47


kımlar daha başarılı olacaklardır. (CG): Göçmenler üzerinden devam edersek sizce milli takım sadece milli mi olmalıdır? (BE): Ben bunun tersini düşünüyorum Hatta ulusal şampiyonalar yerine ligler yarışsa yine de rekabetçi bir turnuva olabileceği görüşündeyim. İbrahim Altınsay bunu ilk savunan kişidir. Benim de katıldığım bir görüş. Milliyetçiliği homojenleştiren, özcü yaklaşımının kırılmasını önemsiyorum. Bu konu toplumsal olarak da önemli sadece futbol açısından değil. Almanya’da Rummenige’nin değil Mesut’un simge olabilmesi toplumsal yaklaşım farkıdır. (–Lafını bölerek “ulus devletlerin oluşması dünyanın felaketi olmuştur” diyorum arada). Katılarak, ekliyor; ulus devletin her şeyi aynı yapan yapısı yerine çeşitli kozmopolit toplumlar modeli bana daha cazip geliyor zaten bir arada yaşıyoruz. Milli takımda da böyle olmalı diyorum (CG):Milliyetçiliğin en büyük imgesi formalar hakkında ne düşünüyorsunuz? (BE): En güzel forma genelde İngiltere ve Almanya’da oluyor. Bayrak denilen sembolün savaş yerine forma hatırlatması çok hoşuma gidiyor. Tasarım boyutuna gelirsek. Sponsor firmalar azalınca forma48 / HAZİRAN2016

lar da tek tip olmaya başladı. Türkiye’nin şeritli forması kesinlikle olmalı ve ülkeler firmalarla bize özel tasarım yapmak zorundasınız diyerek anlaşması gerekiyor (CG):Popüler konu kadro seçimi tartışmalarına nasıl bakıyorsunuz? (BE): Eleştiriye açık olunmalı bu seçimler her zaman tartışılır bu her yerde var Podolski de eleştiriliyor. İki tip seçim biçimi var birincisi en başarılıların bir arada oynadığı diğeri de antrenörün kendi takımlarını yaratma isteğiyle kafadaki plana göre oyuncu seçmesi. Ben son dönemde ikincisine yaklaştım. (CG):Avrupa Şampiyonası neden özeldir? Galeano misali kapıya bir ay EURO 2016 nedeniyle kapalıyız yazabilir miyiz? (BE): Eskisi kadar kıymetli değil aslında. Dünya Kupasını hariç tutarsak Copa Amerika ve Avrupa Şampiyonası eski havasında değil. 56 ülkenin 24 takımından oluşması çekici gelmiyor. En iyilerin en az sayıda takımla mücadele etmesi daha çekici. İki ülkeden bir geliyor zaten Yine de Her halükarda yazın en eğlenceli kısmı olacak. En güzel tarafı da sürekli maç izleyebileceğimiz bir ay bizi bekliyor. Zaman ayırdığınız için teşekkürler. Çok keyifli bir sohbet oldu


SAYI #4 / 49


FRANCE 1960

SPAIN 1964

TELSTAR ElAST 1968 Avrupa kupalarının ilk resmi topu

TELSTAR MEXICO 1972 Poliüretan kaplama ve derinin su direncini arttıran durlast tekniği gibi yeni özelliklere sahip bir toptu.

TELSTAR 1976 Durlast materyalin yeni katmanlı yapısı sayesinde suya dayanıklılığı biraz daha arttı. 50 / HAZİRAN2016


TANGO RIVER PLATE 1980

Bu yeni Tango dizaynı 2000 yılına kadar devam etti.

TANGO MUNDIAL 1984

Deriden üretilmeyen sistemine sahipti . Bu ilk toptu. Yeni poliü- top UEFA EURO marretan materyale ve kası adı altında çıkan yastıklamasını arttıran ilk resmi maç topuydu. gelişmiş bir katman

TANGO EUROPA 1988 Daha gelişmiş poliüre- talarını tıkayıp suyun tan malzeme ve mal- içeri girmesini engellezemenin bağlantı nokyen dolgu kullanıldı.

ETRUSCO UNICO 1992 Adidas bu topu 1990 içerisinde topun değişDünya Kupası’nda tatirilmesi gerekiyordu. nıtmıştı. Su geçirmez Hakiki deriden yapılmış özelliği olan ilk toptu. son toptu. Topun dizayAncak lastik malzeme, nında kullanılan dil ve aldığı darbeler yüzün- aslan başları Etrüsk taden kısa sürede yerin- rihinden ilham alınarak den çıkıyordu ve maç yapılmıştı.

QUESTRA EUROPA 1996 Büyük turnuvalarda kullanılan ilk renkli toptu. Topun kontrolünü ve yastıklamasını arttırmak için yeni po-

liüretan köpük eklendi. Dizaynı sırasında İngiliz gülünden ve İngiltere Federasyonu’nun üç aslanından esinlenildi. HAZIRLAYAN: ÖMER SAYI #4 / İNCE 51


TERRESTRA SILVERSTREAM 2000 Dış katmanı ergonomik olarak üretilen uzun ömürlü sentetik poliüretan köpük panellerden yapılmıştı. Eklenen gelişmiş köpük

yapı sayesinde topun yastıklaması gelişmişti. Yeni Tango dizaynı için de Hollanda ve Belçika’nın nehir ve denizlerinden esinlenilmişti.

ROTEIRO 2004 Panellerin kenarları ısı ile birleştirilmişti. Özel bir yapıştırıcı sayesinde dayanıklılığı ve su geçirmezliği arttırıldı. Roteiro, elle dikilmemiş ilk futbol topu olması suretiyle tarihte yeni bir dönemi başlattı. Isı ile birleştirme teknolojisi

topun mukavemetini arttırdı, konrolünü kolaylaştırdı ve artık daha az su tutuyordu. Dizaynında Portekizli kaşif Vasco de Gama’dan esinlenildi. Açık mavi ve gümüşi renkli yüzeyi Portekiz’in kaşiflerini vurguluyordu.

EUROPASS 2008

Euro2008’in resmi topu. Dış katmanında kullanılan panellerdeki özel dokulu yapısı sayesinde oyuncu ve

kalecilere daha iyi tutuş imkanı veriyordu. Eski Telstar tasarımının modernize edilmiş haline sahipti.

TANGO12 2012 Euro2012’nin resmi topu. Tango tasarımı bu top ile geri döndü. 52 / HAZİRAN2016


BEU JEU 2016 Brazuca’nın yenilikçi ve övgü toplayan panel şeklini içeriyor. Buna ek olarak dış katmanın yapısında geliştirmeler yapıldı. Bu sayede topun tutuşu ve görünürlüğü biraz daha arttı. SAYI #4 / 53


3 MAÇ

2 MAÇ

Björn Kuipers

Meslek: Market Sahibi

YAŞ: 43

2006

1

1

5-0 8-0

2012’deki Barcelona-Milan Şampiyonlar Ligi çeyrek finalini yönettikten sonra maç hakkındaki yorumları Uefa hakem komitesinin önde gelen isimlerinden Pierluigi Collina’nın hoşuna gitmemesi sebebiyle final yönetme şansını kaybetmişti. Hollandalı 2013’te Benfica-Chelsea Uefa Avrupa Ligi finalinde düdük çaldıktan sonra aynı yıl Brezilya-İspanya Konfederasyon Kupası finalinde de görev almıştı. Öte yandan Kuipers, düdük çalacağı maçtan önce iki takımında videolarını izleyip oyuncuların tepkilerini ve oyun tarzlarını öğrenmeye çalışır.

Martin Atkinson Meslek: Hakem

Dünya Kupası ve Avrupa Şampiyonalarının grup aşamalarında düdük çaldı. İlk kez turnuvaya çıkacak.

YAŞ: 45

2006

-

-

İlk milli maçına Moldova-Türkiye maçı ile çıktı. Maç 1-1 tamamlandı. 2012 yılında Chelsea-Totenham FA Cup yarı final maçında verdiği golle büyük tartışma yarattı. Karambol içerisinde pozisyonu göremeden gol kararı verdiği iddia ediliyor. 2008-09 sezonunda henüz elit kategori değilken Şampiyonlar Ligi grup maçlarını yönetmeye başladı.

2 MAÇ

Felix Brych

Meslek: Avukat

YAŞ: 40

1

-

2011’de vergi kaçırma suçlamasıyla başı belaya girdi. İş, polislerin evinde arama yapmasına kadar geldi. Hukuk alanında doktorası var. Doktora konusu da spor alanındaydı. Alman hakem, Dünya Kupası ve Avrupa Şampiyonası grup aşamalarında çok maçta görev aldı. Ayrıca 1 Konfederasyon Kupası finali yönetti.

2007

6-1

-


3 MAÇ

3 MAÇ

Cüneyt Çakır

YAŞ: 39

Meslek: İşletmeci (Sigorta) Hobileri okumak ve film seyretmek.

2006

1

1

İlk uluslararası maçı olan Vaduz-Ujpest maçında dokuz sarı iki kırmızı kart çıkarttı. Dünya Kupası’nda görev alan ikinci, Şampiyonlar ligi finali yöneten ilk Türk hakem.

12-0 18-1

Mark Clattenburg Meslek: İş Adamı

YAŞ: 41

2006

-

Saha dışında şirketi ile ilgili bazı borçlarını yetkililere bildirmediğinden dolayı 2008 yılında lisansı bir süre askıya alındı.

-

Tribün küfürleri yüzünden karısı maçlara gelemiyor. Avrupa Şampiyonası elemelerinde 10 maçta düdük çaldı.

-

-

William Collum

YAŞ: 37

Meslek: Din Öğretmeni 2010 yılında yönettiği Old Firm’den sonra polisin araştırmasına yetecek ciddiyette birçok ölüm tehdidi aldı zamanında ve bu tehditlerden bir tanesinin öğretmenlik yaptığı okulda okuyan küçük bir kız tarafından gönderildiği anlaşıldı. İçki ve sigara içmiyor

-

-

-

-HAZIRLAYAN: TUNA MENEVŞE

2007


Ovidiu Hategan

YAŞ: 35

2008

Meslek: Doktor

-

-

Avrupa Şampiyonası elemelerinde görev aldı. Kart göstermeye eğilimi yüksek. Şampiyonlar Ligi’nin de gediklilerinden, 5 sezondur maç yönetiyor. Bunun dışında kendisi hakkında fazla bilgi bulunmuyor tam bir muamma.

-

-

Sergey Karasev YAŞ: 37

Meslek: Hakem

-

-

2010

4 MAÇ

2006 Dünya Kupası’nda Valentin Ivanov’un ardından milli takım seviyesinde büyük bir turnuvada düdük çalacak olan ilk Rus hakem. Geride bıraktığımız sezonda 4 Şampiyonlar Ligi maçı yönetti. Bu maçların 3’ü grup aşamasında olurken biri Barcelona ile Arsenal arasında oynanan son 16 turu rövanş karşılaşmasıydı.

2 MAÇ

Viktor Kassai Meslek: Hakem

YAŞ: 41

1

1

2003

56 / HAZİRAN2016

9-1

12-0

Kassai, 2008 Pekin Olimpiyat Oyunları’nda Nijerya’yla Arjantin arasında oynanan final maçını yöneterek adından söz ettirmişti. 2011’de de Barcelona’nın Manchester United’a karşı 3-1 kazandığı Şampiyonlar Ligi Finali’nde düdük çalmıştı. Macar hakem, İngilizce ve Almanca konuşabiliyor. Euro 2012’de İngiltere ve Ukrayna arasındaki grup maçında Ukraynalı santrfor Marko Devic’in vuruşu kale çizgisini geçmesine rağmen Kassai, orta noktayı göstermemişti. Kale çizgisinde bulunan ilave hakemlerin de bu pozisyonda yanlış karar vermesi, futbol dünyasında gol çizgisi teknolojisinin temellerini atmıştı.


Szymon Marciniak

YAŞ: 35

2011

Meslek: İş Adamı

-

-

-

-

Hakemliğe başlamadan önce Polonya’nın Wisla Plock takımında, kendi deyimiyle, “çılgın” bir orta saha oyuncusu olan Marciniak, verdiği bir röportajda futbolculuk kariyeri sırasında hakem olmayı asla düşünmediğini söylüyordu. Üstelik kendisi hakemler açısından oldukça problem bir oyuncu olduğunu da inkar etmiyor. Fakat Polonyalı hakem, aynı röportajın devamında, futbolcuyken hakemlerle yaşadığı hararetli diyaloglar sayesinde kendisine benzer oyuncu profillerini saha içinde rahatlıkla kontrol altına alabildiğini iddia ediyordu.

2 MAÇ

Milorad Mazic Meslek: Menajer

YAŞ: 43

2009

1

-

3-1

YAŞ: 37

2014 Dünya Kupası’nda ilk büyük turnuva deneyimini yaşayan Mazic, yönettiği iki karşılaşmada da eleştiri oklarının hedefi olmuştu. Önce Almanya-Portekiz maçında Portekiz aleyhine verdiği penaltı ve Pepe’ye gösterdiği kırmızı kart, ardından Arjantin-İran maçının son dakikasında Tangoculara verdiği penaltı kararı, kendisini şiddetli tartışmaların içinde bulmasına yol açmıştı. Öte yandan Sırp hakem, Türk futbolunun oldukça sıkı bir takipçisi.

-

Svein Moen

Meslek: Ambulans Şoförü

-

-

-

HAZIRLAYAN: EFE CAN ERTEKİN

2005

Moen, Uefa’nın elit hakem listesinde bulunan tek Norveçli isim. 2011’de U17 Dünya Kupası finalinde görev alan Moen, 2012 Londra Olimpiyat Oyunları’nda da iki karşılaşmada düdük çalmıştı.


3 MAÇ

YAŞ: 39

Damir Skomina Meslek: Emlakçı

2003

4 MAÇ

1

2012’de St. Louis’de son kez oynanan, UEFA Süper Kupa Finali’ni yönetti. 2007’de U-21 Avrupa Şampiyonası’nda finalde düdük çaldı. Bu sene ise hem Şampiyonlar Ligi’nde hem de Avrupa Ligi’nde yarı finalde orta hakemdi.

9-0 3 MAÇ

Nicola Rizzoli YAŞ: 44

Meslek: Mimar

1

1

2007

Turnuvada görev alacak en tecrübeli isimlerden biri. 2010 yılında Avrupa Ligi finalini yönetti. 2012 Avrupa Şampiyonası ve 2014 Dünya Kupası’nda görev aldı. 2014 Dünya Kupası Finali’ni yönetti. 2015’teki PSV Eindhoven-Manchester United maçında PSV’li Hector Moreno’nun Manchester United’lı Luke Shaw’ın bacağını kırdığı pozisyonu kaçırarak eleştiri almıştı

13-0 8-0

Pavel Kralovec YAŞ: 38

Meslek: Mühendis

-

-

2005

-

-

Uluslararası turnuvalarda fazla boy göstermeyen Pavel Kralovec, 2011’de U-17 Dünya Kupası ve 2012 Londra Olimpiyatlarında düdük çaldı. 2014 Dünya Kupası’nın 52 kişilik aday hakemler kadrosunda yer almasına karşın maç yönetemedi. Bu turnuva ilk Avrupa şampiyonası olacak ve sıranın kendine gelmesini bekleyecek.


YAŞ: 34

2010

Clement Turpin

-

-

-

-

3 MAÇ

Meslek: Hakem

FİFA kokartı taşıyan en genç Fransız hakem. Fransa, Tupin’i Fransız hakemliğinin geleceği olarak görüyor. İlk büyük turnuvası olacak. 2 kez alt yaş gruplarında Avrupa Şampiyonası’nda görev aldı.

2 MAÇ

Velasco Carballo Meslek: Mühendis

YAŞ: 45

2008

1

1

7-0 3-2 3 MAÇ

YAŞ: 42

2002

Bu yıl, üst yaş sınırına ulaştığı için FİFA kokartını bırakacak.2010 yılında hakemliğe yönelmek için endüstri mühendisliğini bıraktı. 2011’de Avrupa Ligi finalini yönetti. 2012 Avrupa Şampiyonası ve 2014 Dünya Kupası’nda görev aldı. 2014 Dünya Kupası‘nda Brezilya-Kolombiya arasındaki çeyrek final maçında Neymar ve Zuniga arasında yaşanan mücadelesinde devam kararı vererek tartışmalara yol açtı. Neymar bu pozisyondan sonra sakatlanıp kupaya veda etti.

2 MAÇ

Jonas Eriksson

1

1

Meslek: Hakem

Multimilyoner. 2007’de İsveç’te bir medya şirketinin yüzde 15 hissesini sattı. 2013’te UEFA Süper Kupa finalini yönetti. Bu yıl, Avrupa Ligi Finali’nde düdük çaldı. 2012 Avrupa Şampiyonası ve 2014 Dünya Kupası’nda görev aldı.

10-0 8-0 HAZIRLAYAN: ÖMER İNCE


HAKEM AÇISI MUSTAFA ÇULCU Eskİ FİFA Hakemİ, MHK Başkanı TFFHGD Genel Başkanı şİmdİ sadece Mustafa Çulcu...

EURO-2016 Avrupa Şampiyonasında 17 değişik ülkeden çağrılan, eğitimlerden ve testlerden geçirilerek hazırlanan 18 hakem görev yapacak. Ülkelerden genellikle bir hakem davet edilirken bu kez İngiliz lobisi ağır bastı ve İngiltere’den 2 hakem Atkinson ve de Calettenburg davet edildi. Şampiyonanın başlamasına bir hafta kala yine İngiliz lobisi medya aracılığıyla çalışmalarına devam etti. Alman F.Byrch, Hollandalı B.Kuıpers ve hakemimiz C.Çakır’ın daha önce yönettiği İngilizlerin milli ve kulüp maçlarında aleyhlerine gösterilen kartlar ve verilen kararlarla ilgili istatistik bilgiler yayınlayarak bu önemli hakemleri ve onların üzerinden de şampiyonada görev yapacak diğer hakemleri etki altına 60 / HAZİRAN2016

alma çalışmaları yaptı. Anlaşıldı ki İngilizler hakem konusunda bu kez iyi hazırlanmışlar! 20 Mayıs 2016 ile 08 Haziran 2016 tarihleri arasında Avrupa da 60 hazırlık maçı oynandı. Maçları 29 ayrı ülkeden UEFA’nın 1.ve 2.kategori hakemleri yönetti. Bu maçlarda EURO-2016 da görev yapacak hiçbir Elit kategori hakemine görev verilmemesi UEFA prensibi olarak dikkat çekti. Avusturya (9) İtalya (6) Belçika (4) İspanya, Polonya, Romanya (3) Hollanda, Portekiz, İrlanda, İsviçre, İngiltere, Litvanya, Fransa (2) şer maçla öne çıkan ülkeler olurken Türkiye den hiçbir hakemin görev almaması oldukça manidar-

dı! Bu uygulama bize Elit kategoride bulunan Cüneyt Çakır dışında UEFA’nın 1. ve 2. kategoride bulunan hiçbir Türk hakemine sıcak ve olumlu bakmadığı gerçeğini gösterdi. EURO-2016 da Çakır, Rizzoli, Byrch, Carbolla, Eriksson, Atkinson, Kuıpers, Clattenburg, Kassai, Mazic ve Skomina gibi marka olmuş isimlerin yanında Krolevec, Turpin, Collum, Hategen, Karasev, Marciniak ve Moen gibi gelişim gösteren ve gelecek de beklentilerin yüksek olduğu hakemler de görev yapacaklar. Tüm hakemlerin UEFA ve Şampiyonlar ligi maç trafiğine ve de yönetimlerine baktığımızda hakemi-


ise özelliği olmayan sıradan bir hakem görüntüsünde. Alman hakem F.Byrch her zamanki gibi istikrarlı çizgisini koruyor. Lakin ülkesinin takımı favori olduğundan dolayı maç alma trafiği gruplardan sonra sıkıntılı gözüküyor. Bu şampiyonada Sloven D.Skomina öne çıkacak hakemlerin başında geliyor. Fransız C.Turpin ve Rus hakem S.Karasev de son zamanlarda UEFA’nın tuttuğu, değer verdiği ve önemsediği isimler. İskoç W.Collum, Romen O. Hategen, Polonyalı S.Marciniak, Norveçlı S.Moen ve Çek hakem P.Krolevec için şampiyona deneyim kazanma ve gelecek açısından çok önemli sınav olacak. Grup maçlarından sonra bir üst tura çıkacak ülkelerin durumları hakemlerin alacağı maçları belirleyecek. Elenen ülkelerden gelen hakemlerin maç alma serbestliği onlar için avantaj olacak. Finale kalacak takımların UEFA’da ki kuvvetli lobileri hakem atamalarında ne kadar etkili olur bunu şimdiden kestirmek zor! Ancak İngilizlerin tutum ve davranışlarına tanık olunca kuvvetler savaşı olacağı kesin.

miz Cüneyt Çakır’ın uzak ara diğer hakemlerden formda olduğunu söyleyebiliriz. Bu sezon İsveçli J.Eriksson’un UEFA Ligi finali ve İngiliz M.Clattenburg’un Şampiyonlar Ligi finali yönetmesi onlar adına süper başarı olduğu gibi EURO-2016 ya daha bir kendinden emin gelmelerine neden oldu. İtalyan N.Rizzoli ise şampiyonlar ligi maçında yaptığı spesifik hata ile Barcelona’nın elenmesine neden olunca sıkıntıya girdi. Geçen sene Chelsea-Paris st Germain maçında İb-

rahimoviç’i hatalı yorumla ikinci sarıdan oyundan ihraç eden Hollandalı B.Kuıpers’ın sönen yıldızı bu sezon tekrar parlar gibi oldu. Fransa-Romanya açılış maçını yönetecek olan uzun boyu ile dikkat çeken Macar V.Kassai bazen iyi götürdüğü maçlarda beklenmedik hatalar yapıyor. Yardımcıları ve ilave yardımcıları ile zaman zaman uyumsuzluk sorunu yaşıyor. En son yönettiği UEFA Ligi yarı final Lıverpool-Villarreal maçında çok formsuz gözüktü. İngiliz M.Atkinson tatlı sert oyuna izin veren yapısıyla öne çıkarken Sırp M.Mazic

Yaşları dolayısıyla hakemlikleri biteceği için bir daha Avrupa Şampiyonasına gelemeyecek olan İspanyol C.Carbolla, İtalyan N.Rizzoli’ye ülke takımlarının durumuna göre UEFA final jesti yapar mı bilemem! Ama bildiğim bir gerçek şu ki; form durumu ve son zamanlarda UEFA ve FİFA da aldığı görevlere baktığımda hakemimiz Cüneyt Çakır finalin en büyük adayı. Lakin Türk milli takımının başarısı onun da alacağı maçları direk etkileyecek. Gönül istiyor ki Türk milli takımı finale kalsın ve şampiyon olsun. Cüneyt Çakır maç almasa da final yönetmese de olur. Çünkü henüz 39 yaşında. Önünde daha gideceği çok şampiyona ve yöneteceği çok final var. SAYI #4 / 61


KUPA M 62 / HAZÄ°RAN2016


1960 1964 1968 1972 1976 1980 1984 1988 1992 1996 2000 2004 2008 2012

MAZİSİ SAYI #4 / 63


64 / HAZÄ°RAN2016


SOVYETLER İSPANYA SERCAN YAZGAN

1960 yılı Avrupa Futbol Şampiyonası’nın düzenlediği ilk yıl. Ancak bu şampiyonaya ve onu takip eden 1964 yılındaki turnuvaya bu isim değil, siyasi konjonktürler nedeniyle bazı ülkeler katılmadığı için Avrupa Uluslar Kupası ismi verilmiştir. Bu yıllarda kupanın çeyrek finaline kadar olan kısmı eleme turları içinde yer alıp, yarı final itibariyle belirli bir ülkenin sınırları içerisinde final turnuvası düzenlenmekteydi. 1960’taki bu turnuvanın çeyrek finalinde, yani elemelerin son turunda Sovyetler Birliği ile eşleşen İspanya, faşist diktatörü Franco tarafından “komünistlerle top oynamak istemediği” gerekçesiyle turnuvadan çekildi. Böylelikle

Yugoslavya, Çekoslovakya, Fransa ve direkt olarak Sovyetler Birliği finallere kaldılar. Final turnuvasını düzenleme hakkı ise Fransa’ya verildi. Paris ve Marsilya şehirlerinde oynanan finallerde önce Çekolovakya’yı 3-0 ardından Yugoslavya’yı 2-1 yenen Sovyetler Birliği, Avrupa Futbol Şampiyonası tarihinin ilk galibi oldu. 1960’taki turnuvayla aynı ismi paylaşan 1964 Avrupa Uluslar Kupası’nın eleme turlarından sonra final turnuvasına kalan dört takım İspanya, Macaristan, Sovyetler Birliği ve Danimarka oldular. Bir önceki turnuvadan kanlı olan İspanya ve Sovyetler Birliği’ni barıştırmak

isteyen UEFA, Sovyetler Birliği’ni de turnuvaya dahil etmesi şartıyla final turnuvasını evinde düzenleme hakkını İspanya’ya verdi. Bir şekilde Franco’yu razı eden İspanyol yetkililer turnuvayı Madrid ve Barselona şehirlerinde düzenlediler. 17 Haziran tarihinde Estadio Bernabeu ve Nou Camp’ta oynanan yarı final maçları sonunda, hikâyeyi daha dramatik hale getirmek için İspanya ve Sovyetler Birliği finale kaldılar. 21 Haziran’daki finali 2-1 kazanan İspanya, turnuva tarihinin ikinci şampiyonu ve kendi evinde kupayı kazanan ilk ülke oldu.

SAYI #4 / 65


İK FİNA TURN

GÖKHAN N

‘’Hayal gücü eksik olanlar neyin eksik olduğunu hayal edemez.‘’ Sadece bir ay önce Fransa ‘da başlayan öğrenci hareketinin en önemli sloganlarından biriydi. 1968 Mayısının ilk günlerinden itibaren Kıta Avrupa’sında başka bir rüzgâr esmekteydi. Öğrenci hareketleriyle başlayan olaylar, sendika ve işçi destekleriyle birlikte bambaşka bir hale bürünmüştü. Fransa’daki siyasi rejimin değişme ihtimali, tüm gözlerin 5 Haziran’da İtalya’da başlayacak olan futbol festivalin66 / HAZİRAN2016

den Charles De Gaulle’in ülkesine çevrilmesine yol açmıştı. İtalyan Ulusal Takımı ise Paris ten yaklaşık 1420 km uzaklıktaki tarihi başkent Roma’da oynanacak olan kupa finalinde ilk şampiyonluklarını yaşamayı hayal etmekten vazgeçmemişti. 1960 yılında Fransa’da ve 1964 yılında İspanya’da Avrupa Uluslar Kupası adıyla düzenlenen turnuvalardan sonra 1968 yılında ilk defa Avrupa Futbol Şampiyonası

ismiyle İtalya’nın ev sahipliğinde oynanmıştır. Elemeler ise 19661968 yılları arasında gruplar şeklinde çift maçlı sistemde geçilmiş, kazanan takıma 2, beraberlik alan takıma ise 1 puan verilmiştir. Türkiye’nin birinci grupta bulunduğu elemelerde 8 grupta toplam 31 ülke mücadele etmiştir. Türkiye 6 maçta 1 galibiyet 2 mağlubiyet ve 3 beraberlik alarak grubu sonuncu olarak tamamlamış, Ogün Altıparmak Türkiye’nin attığı üç golün ikisine imza atmıştır. Bu grubu İspanya ilk


Kİ ALLİ NUVA

N. BİLGİN

sırada bitirmiş ve çeyrek final hakkı kazanmıştır. 6. grupta mücadele eden İtalya şampiyona elemelerini 5 galibiyet 1 beraberlik ile tamamlamış ve ülkesinde düzenlenecek olan Avrupa Futbol Şampiyonası’nda favori olduğu mesajını tüm Avrupa’ya vermiştir. 8.Grupta yer alan İngiltere, 1966‘da yaşanılan dünya şampiyonluğunun tesadüf olmadığını kanıtlar nitelikte futbol oynamıştır. Kaptan Booby Moore‘un önderliğinde

Geoff Hurst ve Booby Charlton‘lu kadro ilk dünya kupasından sonra ilk Avrupa şampiyonluk kupasının da peşinde gözüküyordu. 8.grupta bulunan İngiltere ve İskoçya arasında Wembley Stadyumu’nda oynanan ve İskoçya’nın 3-2 kazandığı maçın rövanşında tarihi bir gün yaşanmıştı. 24.02.1968 tarihinde İskoçya’nın Glascow şehrinin Hampden Park stadında oynanan karşılaşmayı 130.711 kişi izlemiş ve en çok seyircinin izlediği maç olarak tarihteki yerini almıştır. Diğer

şampiyonluk adayları; Yugoslavya 3 takımlı 4.gruptan namaglûp olarak, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ise zorlanmadan çeyrek finale ulaşmıştır. Çeyrek final eşleşmeleri Bulgaristan-İtalya, Fransa-Yugoslavya, Macaristan-Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ve İngiltere-İspanya şeklinde gerçekleşmiştir. Bulgaristan ilk maçta İtalya’yı 3-2 yenerek büyük sürprize imza atmış ancak İtalya, Napoli ‘deki rövanş karşılaşSAYI #4 / 67


masında 2-0 yenerek ev sahibi olarak finallerdeki yerini ayırtmıştır. Macaristan’ın ise Budapeşte’de 2-0 kazandığı karşılamanın ardından Moskova’da 3-0 mağlup olarak finallerde yer alamayacak olması şaşkınlıkla karşılanmıştı. Diğer eşleşme sonuçlarıyla beraber 5-10 Haziran’da İtalya’da finallerde olacak takımlar İngiltere, Yugoslavya, İtalya ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği olmuştur.

68 / HAZİRAN2016

1968 yılının Haziran ayında İtalya’nın ev sahipliğinde finaller başlamıştı. Yarı finaller Napoli ve Floransa şehirlerinde, Avrupa şampiyonunun belli olacağı final ise Roma şehrinde yapılacaktı. Yugoslavya antrenörü Rajko Mitiç’e göre 1950’lerden beri en iyisi olan kadro Napoli şehrinin Comunale stadında son dünya şampiyonu İngiltere karşısına çıkmıştır. Bir İngiliz gazetesinin bir gün önce “İngil-

tere yenilgiyle yüz yüze‘’ başlığıyla çıkması Yugoslavya’nın ne kadar güçlü bir takım olduğunun habercisiydi ve gazete haklı çıktı. Maçın 86. Dakikasında Dragan Dzajic’in attığı golle Yugoslavya final biletini kazanmıştı. Dragan Dzajic ise attığı iki golle 1968 Avrupa Şampiyonası’nın gol kralı olarak tarihteki yerini çoktan almıştı. Ev sahibi İtalya ise 1964 Avrupa şampiyonası ve 1966 Dünya şampiyonasında olmak üzere iki kere yenildiği Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği karşısına çıkmıştı. Napoli’nin San Paolo şehrinde oynanan yarı final mücadelesi 0-0 bitmiş uzatmalarda da sonucun değişmemesi üzerine demir para final için İtalyanları işaret etmişti. 1968 yılında düzenlenen şampiyonada berabere biten pkarşılaşmalarda penaltı atışları öngörülmüyor, Para atışı veya maç tekrarı uygulanıyordu. Sovyet takım kaptanı Albert Shesternev’in yanlış seçimi Dino Zoff önderliğindeki İtalya’yı finale taşımış, İtalya yerde duran paranın yüzünü asla unutmamıştır. Roma Olimpiyat Stadı’nda kaybedenlerin oynadığı üçüncülük maçının galibi beklendiği gibi İngiltere olmuş. Booby Moore’un muhteşem oyunu İngiltere’ye Sovyetler Birliği karşısında Avrupa 3.lüğünü getirmiştir.


“Bir dahaki final için 32 yıl bekleyeceğinden habersiz olan İtalya ilk kez katıldığı Avrupa Şampiyonası finallerinde ev sahibi olarak kupaya uzanmıştı” Final günü gelip çattığında ise kimse tarihi bir gece yaşanacağını bilmiyordu. 8 Haziran’da Roma Olimpiyat Stadı’ndaki karşılaşmada İtalya Yugoslavya karşısında zorlanmaktaydı. Dragan Dzajic’in golüne engel olamayan İtalya ilk yarıyı 1-0 mağlup tamamlamış, ikinci yarının 80. dakikasında ise sonucu etkileyecek bir hakem kararıyla beraberliği yakalamıştı. 80.dakika da düdük çalmadan başlatılan oyunda Domenghini golü atmış ve İsviçreli hakem tarafından gol geçerli sayılmıştır. Uzatmalarda da sonuç değişmeyince kural gereği finalin tekrarlanması gerekmiş

ve 1968 Avrupa Futbol Şampiyonası çift finalli turnuva olarak tarihe geçmişti. Bundan sadece iki gün sonra aynı statta Yugoslavya’nın aynı kadroyla oynamasına karşın İtalya kadrosunda birçok değişiklik yapmış ve yorgun gözüken Yugoslavya takımı karşısında üstünlüğü ele almıştır. İtalya takımında kırılan bacağı iyileşen Luigi Riva 12. dakikada takımının ilk golünü atmıştır. Genç yıldızı Pietro Anastasi ise 39.dakikada İtalya’nın ikinci golünü atarak finalde oynayan ve finalde gol atan en genç oyuncu ünvanıyla şampiyona tarihinde yer almıştır. Bu dakikadan sonra şam-

piyonanın en iyi kalecisi seçilen Dino Zoff İtalya kalesini gole kapatmış ve maçın 2-0 kazanılmasını sağlamıştır. Bir dahaki final için 32 yıl bekleyeceğinden habersiz olan İtalya ilk kez katıldığı Avrupa Şampiyonası finallerinde ev sahibi olarak kupaya uzanmıştı. 1968 Mayısında Fransa‘da başlayan hareket en önemli günlerini yaşarken İtalyan Ulusal Takımı müzesindeki eksik kupayı hayal etmiş ve Roma’da da süren öğrenci eylemleri gölgesinde o kupayı kaldırmıştır.

SAYI #4 / 69


DER BOMBER FURKAN KARASOY

Birçok futbolsever, Dünya Kupası heyecanı sonlanır sonlanmaz gelecek Avrupa Futbol Şampiyonası için gün saymaya, bu futbol şöleninin yolunu gözlemeye başlar. İşte Avrupa’nın milli takımlar düzeyindeki en büyük kupasının dördüncüsü düzenlenirken sene 1972 idi. Belçika’nın ev sahipliğinde düzenlenecek turnuvaya katılacak 4 takımdan biri olmak için 32 ülke birbirleriyle yarıştı ve amacına ulaşanlar Belçika, Batı Almanya, Macaristan ve Sovyetler Birliği oldu. Şampiyona başındaki iki favori; o güne kadar oynanan tüm Avrupa Futbol Şampiyonaları’na katılmayı başaran ve 1960’da Fransa’da kupayı kaldırmış Sovyetler Birliği ve 1970 Dünya Kupası’nda yarı final oynamış ve oldukça kaliteli bir je-

70 / HAZİRAN2016

nerasyona sahip olan Batı Almanya olarak görülüyordu. O dönem uygulanan format sebebiyle turnuva yarı final müsabakalarıyla başladı. İşte bu karşılaşmaların ilki, daha önce Avrupa Futbol Şampiyonası tecrübesi bulunmayan iki ekip; ev sahibi Belçika ile Batı Almanya arasındaydı. Anvers’teki seyircilerin de desteğiyle Almanları bozguna uğratmak için sahaya çıkan Belçika Milli Takımı, kendilerini bekleyen büyük tehlikeden habersizdi: Alman “bombacı” Gerd Müller. Şampiyona elemelerinde Batı Almanya’nın attığı 10 golün 6’sının sahibi olan ve ne yazık ki bu gollerin 3’ünü Türkiye ağlarına gönderen Müller, turnuva başlar başlamaz “Buraların kralı

benim” demiş ve Belçika ağlarını iki kez havalandırmıştı. Başlangıçtaki şokun ardından maça ve turnuvaya geri dönmek için var gücüyle çalışan Belçika’nın çabaları bir golle sınırlı kalınca, final biletini alan 2-1’lik galibiyetle Gerd Müller ve arkadaşları oldu. Yarı final mücadelelerinin ikincisi ise bir başka anlam taşıyordu. Sovyetler Birliği ve Sovyet işgalinden muzdarip olan Macaristan finale çıkmak için karşı karşıya geldi. Bundan önce iki ülkenin su topu takımları 1956’daki Macar Devrimi’nin hemen ardından Melbourne’deki Yaz Olimpiyatları’nda yarı finalde eşleşmişti. Oldukça gergin bir atmosferde oynanan müsabaka, iki takım oyuncuları arasında-


ki kavgalar sebebiyle durdurulmuş ve finale çıkan tarafın o sırada 4-0 önde olan Macarlar olmasına karar verilmişti. Spor alanında da oldukça hararetli bir atmosfer oluşturan bu rekabette Macarlar, 1956 Olimpiyatları’ndaki su topu takımının başarısını tekrarlayamadı ve Avrupa Futbol Şampiyonaları tarihinin o dönemki en tecrübeli takımı Sovyetler Birliği’ne yenildi. Anatoly Kojnkov’un golüyle galibiyete ulaşan Sovyetler, “kaderin oyunu” mudur bilinmez ama finalde de Batı Almanya ile eşleşti. Kupanın sahibi belirlenmeden önce iki mağlup, Belçika ve Macaristan, üçüncülüğü elde etmek için kozlarını paylaştı. Belçika yarı finaldeki gibi bir seyirci desteğine sahip değildi, Liege’deki taraftarlar kaybeden takımları izlemeye değer bulmamış ve 6.000 civarında bir seyirci topluluğu bu maça gelmiş-

ti. Avrupa kıtasının en iyi üçüncü takımını belirleyecek maça yaraşır bir ortam olmasa da, kaybedenlerin kazananı 2-1’lik sonuçla Belçika oldu.

manların bir diğer forveti Wimmer de Müller’e “Hep sen atarsan olmaz, bir tane de biz atalım” deyip bir golle eşlik edince, Almanlar sahadan 3-0’lık galibiyetle ayrıldı.

Üçüncü de belli olmuştu, artık tek soru işareti kupanın kime gideceğiydi. 4. Avrupa Futbol Şampiyonası’nın en büyüğünün belirlenmesi için başlama düdüğü çalarken tarihler 18 Haziran 1972’yi gösteriyordu. İlişkilerinin mazisi pek de parlak olmayan bu iki ülke Brüksel’de 44.000 kişinin önünde şampiyonluk için sahaya çıktı. Sovyetler güçlüydü, tecrübeliydi, bu kupanın en kıdemlisiydi ancak unuttukları bir şey vardı; “Bombacı”, Batı Almanya forması giyiyordu.

Eleme turları ve ardından Belçika’daki bu heyecan dolu maçların ardından Avrupa’nın en büyüğü Batı Almanya olmuştu. Batı Almanya’nın turnuvadaki performansının da etkisiyle Avrupa’da yılın futbolcusu ödülü takım kaptanı Franz Beckenbauer’e giderken, Gerd Müller de Altın Ayakkabı’ya uzandı. Ancak gerek Beckenbauer gerekse Müller bu başarılarla yetinmeyi düşünmüyordu. 1970’de yarı finalde veda ettikleri Dünya Kupası macerasının tadı damaklarında kalmıştı. 1972’deki zafer büyüktü ama hedefleri bitmiyordu; Avrupa’nın en büyüğü olan Batı Almanya, Dünya Kupası zaferi istiyordu.

İşte o Gerd Müller, finalde de şanına yaraşır bir performans sergiledi ve iki kez Rudakov’u aşarak meşin yuvarlağı ağlarla buluşturdu. Al-

SAYI #4 / 71


72 / HAZÄ°RAN2016


BELGRAD'DA BİR ŞAİR PANENKA FURKAN KARASOY

SAYI #4 / 73


Büyük şampiyonalar, her zaman heyecan dolu maçlara sahne olmayabilir ama beklentilerin aşağısında kaldığında bile hep bir kahraman, bir efsane yaratmayı başarır. 1976’daki Avrupa Futbol Şampiyonası’nı özel kılan ise saydığımız her iki özelliği de bünyesinde barındırıyor olması. 1980’de gerçekleşen format değişikliği öncesinde son kez 4 takımla oynanan bu şampiyonada, 32 takımlı eleme turlarından Yugoslavya biletini kazananlar; Hollanda, Yugoslavya, Çekoslovakya ve son şampiyon Batı Almanya’ydı. Yarı final turunda Hollanda ile Çek Cumhuriyeti, Batı Almanya ile de Yugoslavya eşleşince ister istemez herkesin aklından “Acaba finalde 1974 Dünya Kupası’ndaki Hollanda – Batı Almanya maçının rövanşı mı geliyor?” düşüncesi geçti. Turnuva, 16 Haziran’daki Çekoslovakya – Hollanda maçıyla başladı. Hollanda, Çekoslovakya’nın aksine Avrupa Futbol Şampiyonası tecrü74 / HAZİRAN2016

besine sahip bir takım değildi ama son Dünya Kupası’nda sergilediği futbolun ardından turnuvanın favorilerinden görülüyordu. Zagreb’deki izleyiciler maça Hollandalı süper yıldız Johan Cruyff ’un damga vurmasını beklese de, bunu gerçekleştiren isim hiç beklenmedik bir şekilde Çekoslovakya’nın kaptanı Anton Ondrus oldu. Bir defans oyuncusu olan Ondrus, Hollanda ağlarını havalandırsa da maçın son anlarına gidilirken bir de kendi kalesine gol kaydetti ve Hollanda’nın final umudunu yaşattı. Normal sürede iki takım da 10 kişi kalmıştı ve uzatmalara gidildi. Uzatmalarda bir kırmızı kart daha gören Hollanda’ya şans tanımayan Çekoslovakya, 3-1’lik skorla finale uzandı. Bu sonuç 1974’teki total futboluyla tüm dünyayı büyüleyen Hollanda için büyük bir hayal kırıklığıydı. Portakallar’a tarihindeki en başarılı günleri yaşatan Rinus Michels’in ardından göreve gelen George Knobel, beklentileri yerine getirememişti.

Final biletlerinin biri Çekoslovakya’nındı ama ikincisi kimin olacaktı? Turnuvanın ikinci gününde son şampiyon Batı Almanya ile ev sahibi Yugoslavya, Belgrad’da kozlarını paylaştı. Yaklaşık 51.000 kişinin tribünlerde olduğu maçta, büyük bir seyirci desteğini de arkasına alan Yugoslavlar, ilk yarıyı Popivoda ve Dzajic’in ayağından bulduğu iki golle önde kapattı. Tribünlerdeki kalabalık 45 dakika sonra son şampiyona el sallamaya ve final sevincini doyasıya yaşamaya hazırlanıyordu ancak Almanların pes etmeye niyeti yoktu. Heinz Flohe ile bir gol bulan Batı Almanya, son 10 dakikaya 2-1 mağlup girdi ama 1972’de olduğu gibi bu turnuvaya da bir Müller damga vuracaktı. Ama bu seferki Gerd değil, turnuva esnasında sadece 22 yaşında olan forvet oyuncusu Dieter’di. Maçın 79. dakikasında oyuna giren genç Müller, 82. dakikada attığı golle ülkesinin umutlarını taze tutmayı başardı. Ama genç Müller’in bununla yetinmeye hiç niyeti yoktu. Dieter Müller, uzatmanın son


beş dakikasına da iki gol sığdırdı ve Belgrad’daki binlerce taraftarın bütün ümitlerini tek başına yerle bir etti. Yugoslavya’da yarı finaldeki hayal kırıklığı insanları epeyce etkilemiş olacak ki, üçüncülük maçında tribünlerde 6,766 kişi vardı. Turnuvada oynanmış ilk iki maç gibi oldukça gollü geçen Hollanda – Yugoslavya mücadelesinin galibi uzatma bölümünde gelen golle 3-2’lik skoru yakalayan Portakallar oldu. Turnuva sonrasında kupaya uzanamamanın hüznünü yaşayan Hollanda, asıl üzüntüsünü 1976’nın Johan Cruyff ’un milli formayla katıldığı son büyük turnuva olduğunu anladığında yaşayacaktı. Üçüncülük maçının da tamamlanmasıyla turnuvada beklenen gün geldi çattı. 20 Haziran’da Çekoslovakya ve Batı Almanya, 1976 Avrupa Futbol Şampiyonası’nda kupayı kazanan taraf olmak için Belgrad’da sahaya çıktı. Çekoslovakya, tıpkı yarı finalde Yugoslavya’nın yaptığı gibi mesaiye erken başladı ve ilk yarım saatte kaleci Sepp Maier’i iki kez mağlup etti. Ancak yarı finaldeki senaryoya uyan sadece Çekoslovakya değildi. Final maçında ilk 11’de şans bulan Dieter Müller, ustası Gerd’in 1972’de yaptığı gibi turnuvaya damgasını vuruyor ve gollerine devam ediyordu. Çekoslovakya, son dakikaya kadar dirense de 89’da forvet Hölzenbein skoru 2-2’ye getirdi. Turnuvadaki her maç gibi bu da yine uzatmalara gitmişti. Turnuvada çekişme asla bitmiyor, gollerin ardı arkası kesilmiyordu. Maçın kaderi de futbolun kimileri için en acıklı, kimileri için de en mutlu anlarının müsebbibinin; penaltı atışlarının ellerine kalmış-

tı. Avrupa Futbol Şampiyonası tarihinde ilk kez, şampiyon penaltı atışlarının sonunda belirlenecekti. Penaltılarda ne Çekoslovaklar ne de Almanlar hata yapacak gibi durmuyordu. Bu başarılı seriyi bozan ise Uli Hoeness oldu. Alman orta saha, topu üstten dışarı gönderdi. Artık sıra Çekoslovakya’daydı, topun başına gelen Antonin Panenka fileleri havalandırmayı başarırsa, son şampiyonu devirip kupaya uzanacaklardı. Panenka, sakin adımlarla meşin yuvarlağa doğru ilerlerken, kimsenin az sonra seyredecekleri şeyin futbol tarihinde bir çığır açacağından haberi yoktu. Vuruş esnasında soluna atlayan kaleci Maier, top kaleye doğru gelirken şaşkındı. İnanması güçtü ama evet; Panenka topun altına girip, penaltıyı “aşırtma” yöntemiyle kullanmıştı. Top çizgiyi geçtiğinde, şampiyonun adı da belirlenmişti; Çekoslovakya, Avrupa şampiyonuydu. İnsanların bu büyük başarıyı mı yoksa bu penaltıyı mı konuşacaklarını şaşırması gayet doğaldı. Çünkü maçı izleyenlerin birçoğunun da belirttiği gibi bu asla normal bir penaltı olarak adlandırılamazdı, bu kuşaktan kuşağa aktarılacak bir şiirdi...

D . M U L L E R

SAYI #4 / 75


ROMA’YA ÇIKAN YOL BERK BOZ

Euro 1960 Fransa ile başlayan Avrupa Futbol Şampiyonası finalleri, kupa için 4 takımın sahne almasına fırsat tanıyordu. Yerleşen finaller statükosunun kırılması içinse 20 yıl daha beklemek gerekecekti. Şampiyona tarihinde birçok ilkin yaşandığı Euro 1980 İtalya’ya bir göz atıyoruz. 1980 yılına gelindiğinde 20. yılını kutlayan şampiyonada değişim rüzgarları esmeye başlamıştı. Turnuvadan 2 yıl önce toplanan UEFA, birtakım kararlar almaya karar verdi. Buna göre, şampiyonanın final etabı artık 4 değil 8 takımdan oluşacaktı. Ayrıca daha önceki 5 turnuvadan farklı olarak, organizasyonu düzenleyecek ülke baştan belirleniyordu. Euro 1968’in ev sahibi İtalya, bayrağı bir kez daha devraldı ve turnuvaya eleme oynamadan dahil oldu. Alınan bir diğer karar da eleme statüsüydü. Toplam 7 grupta 31 takım mücadele edecek ve grup liderleri İtalya’ya yolcu olacaktı. 1976’ya kadar şampiyonaları tele76 / HAZİRAN2016

vizyondan bile izleyemeyen Türkiye’de de hedef şüphesiz ‘Çizme’ yolcusu olabilmekti. Elemelerde 7. Grupta yer alan millilerin payına ise; Batı Almanya, Galler ve Malta düşmüştü. Elemelere Sabri Kiraz yönetiminde hazırlanan Türkiye, oynadığı 6 maçta 3 galibiyet ve 1 beraberlikle grubu 2. sırada bitirdi ve bileti Batı Almanya’ya kaptırdı. Bu eleme grubundan bize yadigar ise, 1 Nisan 1979’da İzmir’de oynadığımız Batı Almanya maçı kaldı. Milliler güçlü Almanya karşısında iyi mücadele etmiş, fark bekleyenleri yanıltmıştı. 68.000 seyirci önünde oynanan maçta Fatih Terim ve Erhan Önal, rakip forvetler Rummenige ile Toppmöller’e göz açtırmamış ve mücadele golsüz bitmişti. Şampiyona eleme etabında heyecan diğer 6 grupta da sürüyordu. İngiltere, Belçika, İspanya, Hollanda, Çekoslovakya ve Yunanistan diğer finalistler olarak öne çıkıyordu. Elemelerin en büyük sürprizi komşu’dan gelmişti. Yunanistan, güçlü SSCB’nin olduğu grubu lider

bitirerek, İtalya’ya doğru yelken açıyordu. Eleme gruplarının en golcü takımı ise İngiltere olmuştu. Kevin Keegan ve Bob Latchford’un golcü oyunları, ada ekibini finallere güçlü bir şekilde taşıyordu. Eski dostlar ile dolu bir Final Euro 1980 finallerine gelindiğinde bir ilk daha yaşanıyordu. Finallerde 2 grup ve 8 takım ilk kez kozlarını paylaşacaktı. Grup liderleri final oynayacaktı. 2.’ler ise 3.’lük maçına çıkacaktı. 1. Grup’ta Batı Almanya, Çekoslovakya, Hollanda ve Yunanistan karşılaştı. Almanlar, Çekleri ve Hollanda’yı mağlup ederek grupta öne fırlamayı başardı. Formalite maçında Yunanistan karşısında alınan beraberlik sonucu değiştirmedi ve Almanlar, finaldeki yerlerini ayırttılar. Grubun 2.’lik bileti ise Çek’lere gitti. Çekoslovakya, Yunanistan’ı mağlup etti ve Hollanda ile berabere kaldı. Böylece bir dönem Fenerbahçe’yi de çalıştıran Josef Venglos yönetimindeki Çekoslovakya, şampiyona tarihinin son 3.’lük maçı için rakibini beklemeye koyuldu.


Turnuvanın 2. Grubunda ise Belçika, İtalya, İngiltere ve İspanya yer alıyordu. Belçika, belki de futbol tarihinin en güçlü kadrolarından biri ile katıldığı turnuvada grubu ilk sırada bitirmeyi başarıyordu. Alınan 4 puan, liderlik için yeterli olmuştu. 2.’lik koltuğuna ise, 3 maçta 1 gol atıp hiç gol yemeyen İtalya oturmuştu. Enzo Beerzot’nun ekibi, İngiltere’ye attığı golle 3.’lük maçında Çekoslovakya’nın rakibi olmaya hak kazanıyordu. 21 Haziran günü, 3.’lük maçı için San Paolo stadında karşı karşıya gelen Çek’ler ve İtalyan’lar, normal sürede yenişemediler ve mücadele 1-1 sona erdi. Uzatma da bu sonuçla bitince penaltılar galibi belirleyecekti. Oldukça bereketli geçen

penaltı vuruşlarında, 18 vuruştan 17’si gol oldu. İtalyan Collati’nin penaltısını kaleci Netolicka çıkardı ve Çekoslovakya’nın 3.’lüğünü ilan etti. İtalya turnuvayı 4. kapatıyordu belki ama yalnızca 2 yıl sonra dünyanın zirvesine çıkacaktı. 22 Haziran 1980’deyse beklenen final gelip çatmıştı. Roma Olimpiyat Stadı’nda Jupp Derwall’in Almanya’sı, Guy Thys’in Belçika’sına karşı zafer arıyordu. Panzerler finale fırtına gibi girdi. Henüz 10. dakikada Horst Hrubesch, takımını öne geçiren golü attı. Almanların baskın ataklarına ise Belçikalı kaleci Jean Pfaff, yıkım ekiplerine direnen gecekondu sahibi gibi karşı çıkıyordu. İkinci yarıda ise Belçika, dengeyi kurmayı başarmıştı. 75. dakikada

tartışmalı da olsa bir penaltı kazanan Belçika, Rene Vandereycken’in sert şutuyla eşitliği sağlıyordu. Herkes finalin uzamasını beklerken, sahneye yine Hrubesch çıktı ve Batı Almanya’ya kupayı getiren golü attı. Bayrağı hocası Helmut Schön’den alan Derwall, ülkesini şampiyonluğa taşıyordu. 2016’dan 1980’e bir dönüş yaptığımızda ise, bu final vasıtasıyla hoş anılar da akla düşüyor. Final günü Almanya kadrosunda yer alan teknik direktör Derwall, oyuncular Schumacher, Hans-Peter Briegel, Bernd Schuster ve Horst Hrubesch farklı görevler ile ülkemizde görev yaptılar. Belçika’da ise Jean-Marie Pfaff ve Erik Gerets rotasını bu diyara çevirenler arasında yer alıyor.

SAYI #4 / 77


PLATINI’NİN İMZASI CENGİZ UYGUR

Bugünlerde Michel Platini, futbol dünyasının en ‘’düşkün’’ adamlarından biri olabilir. Fifa’nın bütün dünyayı sarsan skandallarında başrolü oynayan iki isimden biri. Rüşvet aldığı ortaya çıkınca futboldan dört senelik men cezası aldı. Muhtemelen şu anda futbol aleminde en nefret edilen iki insandan biri. Ama, zamanında çok büyük futbolcuydu. İşte, Fransa’da düzenlenen Euro 84 de adeta onun imzası. Euro 84, eleme gruplarında büyük sürprizlerin yaşandığı bir organizasyondu. Son Dünya Şampiyonu İtalya berbat ötesi bir performans sergileyerek 8 maçta 5 puan almış ve Euro 84’ü pas geçmişti. Futbolun beşiği İngiltere de eleme grubunda Danimarka’ya geçilerek turnuvayı evinden izlemek durumunda kalmıştı. Eleme gruplarını lider bitiren sekiz takım, iki gruplu dört takım olarak ayrılırlar. A grubunda Fransa, Danimarka, Belçika ve Yugoslavya mücadele ederlerken, B grubunda ise İspanya, Portekiz, Batı Almanya 78 / HAZİRAN2016

ve Romanya yer aldı. Grup maçları tam bir Fransa fırtınasına sahne oldu. 82 Dünya Kupası’nda Brezilya ile birlikte ‘’gönüllerin şampiyonu’’ ünvanını alan Michael Hidalgo’nun Fransa’sı gruptaki maçları 3’de 3 ile geçiyordu. İki yıl önce bölüm sonu canavarı Batı Almanya’ya penaltılarla kaybeden ev sahibi, artık daha hırslı, daha kararlıydı. Michel Platini, Jean Tigana, Alain Giresse ve Luis Fernandez’den oluşan ‘’sihirli kare’’ Fransa’yı şampiyonluğa taşımak istiyordu elbet. Artık zamanı gelmişti. Yenerken zorlandıkları tek takım da, daha sonradan ülke futbolundaki devrimin Derwall ile iki neferinden biri olarak gösterilen Piontek’in Danimarka’sıydı. 

 A Grubunda Fransa ve Danimarka rahatça gruptan çıkarken, B grubunda ise daha çekişmeli bir durum söz konusuydu. Grubun mutlak favorisi, 82 Dünya Kupası finalisti Batı Almanya’ydı ama işler her zamanki gibi gitmedi. Gruptaki son maçında beraberliğin yettiği Rummenige’li Batı Almanya, Real

Madrid efsanesi Miguel Munoz tarafından çalıştırılan İspanya’ya son dakikada Maceda’nın attığı golle boyun eğiyor ve Almanlar bu defa ‘’her zaman kazandıkları’’ oyuna veda ediyordu. Bu golle beraber liderliğe yükselen İspanya ve Portekiz yarı finallere adını yazdırdı. 

 Grup müsabakalarında 3 maçta 7 gol atan Michel Platini önderliğinde ev sahibi Fransa mutlak favoriydi artık. Sihirli Kare rakipleri nakış gibi işliyor, Platini ‘’Dünyanın en iyi futbolcusu’’ ünvanını iyice perçinliyordu. 1986’da Maradona bütün dünyayı büyüleyene kadar da öyle kalacaktı. Yarı finalde rakip, turnuvaya tamamen yerel ligden oyuncularla katılan Portekiz’di. Beklendiği gibi Fransa maça hızlı başladı ve Domergue ile golü buldu. Ancak, Portekiz pes etmeyecekti. Jordao ile beraberliği yakaladılar ve maçı uzatmaya taşıdılar. Uzatmalarda Jordao 98.dakikada bu sefer Portekiz’i 2-1 öne geçirir. Fransa’da endişe başlamıştır. 82 Dünya Kupası’ndaki gibi, yine yarı finalde mi eleneceklerdir? 114.


dakikada Domergue, bu sefer Horozların kaybetmeye mahkum olmadıklarını tüm dünyaya haykırır ve golü Portekiz ağlarına gönderir. 119. dakikada ise, tüm umutların sahibi sahneye çıkar. Michel Platini skoru 3-2’ye getiren golü atmıştır. Velodrome, Platini sesleriyle inlemektedir adeta...

 İspanya-Danimarka yarı finali ise tamamen farklı profilli iki takımın mücadelesi anlamına geliyordu. Bir tarafta müzmin kaybeden, kulüp takımlarıyla Avrupa’yı kasıp kavursa da milli düzeyde şanssızlığını asla kıramayan, oyun içinde atmaktan çok attırmamayı önemseyen İspanya, diğer tarafta ise Sepp Piontek önderliğinde yeni çıkışa geçen, uluslararası turnuvalarda ilk kez maç kazanan, tecrübesiz ama Soren Lerby, genç Michel Laudrup ve Elkjaer’le göze hoş gelen bir futbol oynayan Danimarka. En önemli kozu Allan Simonsen’i turnuvanın ilk maçında sakatlı-

ğa kurban veren ve buna rağmen turnuvada önemli bir etki yaratan Danimarka henüz 7. dakikada Lerby ile golü bulur. Golü bulduktan sonra da maçı forse etmeye devam eder Danimarka. Ama kalede devleşen bir Arconada vardır. Batı Almanya maçında da inanılmaz kurtarışlara imza atan Sociedad’lı kaleci İspanya’nın fark yemesindeki en önemli engel olur. Ne demişler, ‘’Atamayana atarlar.’’ Batı Almanya maçının kahramanı Maceda tekrar sahneye çıkar. 67. dakikada skoru 1-1’e getirir. Maçta başka gol olmaz ve penaltılardan hata yapmayan İspanya finale adını yazdıran diğer ekip olur. Danimarka ise futbolseverlerin kalbinde bir hatıra olarak kalacaktır. Ne de olsa bu turnuva, Piontek’in deyişiyle ‘’86 Dünya Kupası’nın fragmanı’’dır. 86 Dünya Kupası’nda çok daha büyük bir etki yaratacaktır Danimarka, ama bu başka bir yazının konusu. 

 27 Haziran 1984’te Parc des Princes

artık Fransa’nın şampiyonluğuna hazırdı. Her şey Fransa’nın şampiyonluğu için müsaitti. Ancak oynanan oyun hiç de tatmin edici değildi. Platini maçta etkisiz olunca, stat adeta sessizliğe bürünmüştü. Ta ki, o ana kadar. 57. dakikada harika bir turnuva geçiren, İspanya’nın finale çıkmasında Maceda ile birlikte en büyük paya sahip olan kaleci Arconada, Platini’nin adeta ağır çekimde salına salına kaleye giden topunu kontrol edemez ve top adeta kendi kendine çizginin ötesine zıplar. 90. dakikada Bellone’un Jean Tigana’nın asistiyle attığı gol sadece skoru belirler. Sihirli Kare, 82 ve 86 Dünya Kupalarında yarı finalde elenmekten kurtulamasa da, Euro 84’le tarihe adını yazdırır. Platini 9 golle gol kralı olur ve halen bir Avrupa Şampiyonası’nda en çok gol atan futbolcu ünvanını taşımaktadır. Fransa, tarihinin ilk Avrupa Şampiyonluğu’na işte böyle uzanır. Belki de tarihin en kudretli turnuva performansıyla...

SAYI #4 / 79


80 / HAZÄ°RAN2016


SAYI #4 / 81


İkinci Dünya Savaşı sırasında Naziler Hollanda’yı işgal ettiklerinde, Wehrmacht, Hollanda’daki tüm bisikletleri toplamıştı. Bu olay, Hollandalılar için tarihe dünyanın en büyük bisiklet hırsızlığı olarak geçti. Naziler Hollanda’dan çekilmiş olsa da, savaş sonrasında da Hollanda ve Almanya’nın taraf olduğu her olay, tartışmalı ve gergindi. Hatta 1965 yılında Prenses Beatrix, Alman Claus von Amsberg ile evlenirken; Amsterdam’da toplanan göstericiler, “Bisikletlerimizi geri istiyoruz” diye bağırmışlardı. Euro 88 finalleri Almanya’da 8 şehirde yapılıyordu. Finallere 8 takım katıldı. Turnuva öncesinde iki takım öne çıkıyordu; ev sahibi Almanya ve Hollanda. A grubunda Almanya ve İtalya, ilk maçta berabere kalmıştı. Devam eden maçlarda ise hem Almanya hem de İtalya, diğer grup maçlarını kazandılar. Gruptaki sıralamayı ise Almanya’nın İspanya’ya, İtalya’dan 1 gol fazla atması belirledi.

dirsekler atılıyor, çalım atan futbolcuya tekmeler sallanıyor, tabanlar gösteriliyor ve oyuncular birbirlerine çift dalıyordu. İki takımdaki oyuncular, hakemin bakmadığı anlarda, çivili kramponlarla ‘zalimce’ birbirlerinin ayağına basıyordu. Hatta faul sonrası düşen Alman Völler’in saçı bile çekilmişti. Tüm bu ‘yeşil saha savaşında’ ilk yarı golsüz sonuçlanmıştı. İkinci yarı da aynı sertlikle devam ederken, 54.dakikada Klinsmann topla ceza sahasına daldı ve Rijkaard’ın müdahalesiyle yerde kaldı. Kazanılan penaltıyı orta sahada forma giyen Matthaus, kalecinin

gelmiyor, zaman hızla tükeniyordu. Bitime iki dakika kala, Van Basten, ceza sahasına derinlemesine atılan topa hareketlendi. Kayarak vurduğu topu ağlara göndererek Hollanda’ya galibiyeti getiren golü sol direğin dibine bıraktı. Maç içerisindeki bir nevi kavgayı kimin kazandığının resmi bir sonucu yoktu belki, ama hakem maçın son düdüğünü çaldığında, Hamburg’da kazanan ekip Hollanda’ydı. Turuncular, belki bisikletlerini geri alamamışlardı. Ancak Almanları kendi evlerinde yenerek, Avrupa Şampiyonu olma rüyalarını bir başka bahara bırakmalarına

B grubunda Sovyetler Birliği, Hollanda’yı yenerek turnuvaya başlamıştı. Sovyetler, peşinden İrlanda’yla berabere kalıp İngiltere’yi yenerek B grubu birincisi oldu. Hollanda, Sovyetler Birliği’nin ardından ikinci oluyordu. İlk yarı final eşleşmesi, Hamburg’da Almanya ve Hollanda’yı karşı karşıya getirdi. Bir tarafta Koeman, Rijkaard, Gullit ve Van Basten; diğer tarafta Brehme, Matthaus, Völler ve Klinsmann. 1940’da şartlar eşit değildi. Wehrmacht’ın, Hollandalılara göre hem teçhizat açısından hem de sayısal olarak üstünlüğü vardı. Fakat Euro 88’deki futbol sahnesinde, bu kez şartlar eşit görünüyordu. Sahada iki ülkenin futbol maçından daha çok, cephe muharebeleri var gibiydi. Her ikili mücadelede 82 / HAZİRAN2016

müdahalesine rağmen ağlarla buluşturmayı başardı. Almanlar bu gergin maçta 1-0 öne geçmelerine rağmen, üstünlükleri yirmi dakika sürebildi. Alman savunmacı Kohler, ceza sahasının sağ tarafında Van Basten’i düşürdü. Hollanda, Koeman’ın kullandığı penaltıyla eşitliği yakaladı. İki tarafın da ataklarından sonuç

sebep olmuşlardı. Turuncuların finaldeki rakibi, İtalyanları 2-0 yenen Sovyetler Birliği’ydi. Final, Bavyera’nın başkenti Münih’te, ünlü ‘Münih Olimpiyat Stadı’ndaydı. Aynı stadyumda bundan tam 14 yıl önce bir Dünya Kupası finalinde, Hollanda tarihin en ünlü kaybedenlerinden olmuştu. Bu kez Hollanda’nın kupayla arasındaki


engel, grup maçlarında kaybettikleri Sovyetler Birliği’ydi. Karşılaşmada ilk yarım saat dolmuşken rasta saçlı Hollanda kaptanı Ruud Gullit sahneye çıkan ilk isim oluyordu. Sağdan yapılan ortayı Van Basten kafayla Gullit’e indiriyor; Gullit de bütün şiddetiyle yaptığı kafa vuruşuyla Sovyet filelerini havalandırıyordu. İlk yarı bu golle Turuncuların üstünlüğüyle kapandı. İkinci yarıda ise 54. dakikada bir futbol harikası yaşanacaktı. Sol kanattan yapılan ortaya Marco Van Basten, kalenin sağ tarafından neredeyse ‘sıfır’dan, gözlerin şahit olabileceği en güzel voleyi vurdu. Kaleci Dasaev’in çaresiz bakışlarıyla top ağlarla buluştu. Van Basten ellerini kaldırmış sevinirken; Sovyet ekibinin yüzünde üzüntülü, Hollandalılarda ise mutlu bir şaşkınlık vardı. Bu golün üstüne, yetmezmiş gibi Sovyetler bir de penaltı kaçırdı. 1974’te son düdük sesiyle üzülen, sahaya çöken turuncu forma, aynı yerde 14 yıl sonra sevinen taraftı. İkinci Dünya Savaşından yıllar sonra Nazizm’in yükseldiği yer olan Bavyera’da, Avrupa Kupası, Surinam asıllı Hollanda kaptanı Ruud Gullit’in ellerinde göğe yükseliyordu. Hollanda milli takımı sadece Hollanda’nın ilk uluslararası kupasını kazanmadı. Takım Almanya’dan, bisikletleri çalınmış bir halka, bisikletlerinin yerlerine koyabilecekleri değerde bir Avrupa Kupası da götürmüştü.

SAYI #4 / 83


TUNA MENEVŞE 20. yüzyılın sonlarına yaklaşılıyor. Bu asır içinde iki Dünya Savaşı geçmiş ve Kore, Vietnam gibi daha küçük çaplı savaşlar olmuş. Avrupa’nın göbeği sayılabilecek Balkanlar’da ise sular biraz daha durgun gözükürken Yugoslavya’yı bir arada tutan güç Mareşal Tito’nun ölümüyle orada da durum iyice karıştı. Bu ölümün ardından, çeşitli etnik ve dini grupların barındığı Yugoslavya’da özellikle Slobodan Miloseviç yönetimindeki Sırbistan’ın, Büyük Sırbistan düşüncesi etnik çatışmaları körükledi. 1990’da başlayan iç savaş, 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde Avrupa’da gerçekleşen en kanlı olay oldu. İnsanlık ayıplarıyla dolu bu savaş bütün dünyanın gözü önünde gerçekleşti. Ülkedeki durum, Yugoslavya’da önemli bir yere sahip olan sporu da etkiledi. Çatışma ortamı, ülkenin en sevilen iki sporundan biri olan futbolda da baş gösterdi. 1990’da oynanan Dinamo Zagreb – Kızılyıldız maçında çıkan olaylar sırasında bir Dinamo taraftarına saldıran polis memuruna tekme attı. Savaş, diğer alanlarda da farklı olayların yaşanmasına sebep olacaktı. Bu savaş, futbolda ise bir peri ma84 / HAZİRAN2016

salının gerçekleşmesini sağladı. Vahşetin yaşandığı tarihlerde, 10 Haziran- 26 Haziran İsveç’te düzenlenen Avrupa Futbol Şampiyonası, turnuva öncesi ve sonrası yaşanan olaylarla adından söz ettirecek. SSCB dağılmadan önce bu şampiyonaya katılma hakkı kazandı. Ama turnuva başlamadan dağıldı ve turnuvaya BDT(Bağımsız Devletler Topluluğu) adı altında katıldılar. Şampiyona, finallerin son defa 8 takımlı oynanması, ev sahibi ülkenin bayrağı ve UEFA yazısının birlikte son kez logo olarak kullanılmasıyla “Avrupa Futbol Şampiyonası” ismine veda etmesi gibi durumlara sahne oldu. Turnuvaya damgasını vuran olay ise Yugoslavya’nın savaş nedeniyle diskalifiye edilip aynı grubun 2. si Danimarka’nın dâhil olmasıydı. Euro 92’ye büyük favori olarak son Dünya Kupasını alan Almanya, son Avrupa Şampiyonu Hollanda ve elemelerde tulum çıkarıp bütün maçlarını kazanan Fransa katılıyordu. Almanya ve Hollanda’nın ağır silahları Çizme’de top koşturuyordu: Almanya’dan Brehme, Völler ve Klinsmann; Hollanda’dan Sacchili Milan’a damga vuran Riijkard, van Basten, Gullit. Plati-

ni yönetimindeki Horozlar’da ise kadroda sadece Blanc ve Cantona Fransa dışında oynuyordu. Turuncular ve Panzerler aynı gruba düşerken, Fransızlar kısmen kolay gruba düştü. Ama beklenmeyen gerçekleşti ve Fransa gruptan çıkamadı. İsveç ve Danimarka Horozları geçip yarı finale çıktı. Diğer tarafta iki dev beraber son dörde yükseldi. Yarı finallerin çok çekişmeli geçeceği beklenmiyordu fakat tersi oldu. Almanya 3-2 ile İsveç’i eledi. Diğer maç ise Vikingler 2 kez öne geçmesine rağmen Portakallar tarafından yakalandı ve uzatmalara gitti. Uzatmalarda durum değişmeyince penaltılara geçildi. Vuruşlarda Danimarka’nın kalecisi Peter Schmeichel, van Basten’in penaltısını kurtararak takımını finale çıkardı. Buna rağmen, finalde Danimarka’ya Almanya karşısında fazla şans verilmiyordu. Mucize bu ya, Almanya maça etkili başlasa da golü bulamadı ve maçın ilerleyen dakikalarında John Jensen ve Kim Vilford’un golleriyle Danimarka kupayı kazandı. Bu turnuvadan sonra “plajlardan gelen şampiyon” olarak bilinecek Danimarka’da kupanın kazanılmasındaki en büyük pay-kendisinin


gerçekleştirdiği mucizenin bir benzerini oğlu Casper, Leicester City ile Premier Lig’de şampiyon olarak yaptı- kaleci Peter Schmeichel’daydı. Özellikle yarı final ve finaldeki kurtarışlarıyla takımının başarısındaki önemli rol oynadı. Danimarka’nın kaptanı Lars Olsen ‘ın turnuvadan önce Trabzonspor’da oynaması farklı noktalardan. Turnuvada yeteri kadar etkili olamayan Brian Laudrup ise sonraki yıllarda adından daha çok söz ettirdi. Kupanın alınmasında önemli bir faktör olan defansın, aşırıya kaçtığını söyleyip Danimarka’yı suçlayanlar da var. Bir savaş, futbolda bir mucizeyi tetikledi. Fakat buna gerek kalmasaydı diye düşünüyor insan. Sporun birleştirici güç sayıldığı bir dünyada, Yugoslavya Basketbol takımından iki arkadaş Vlade Divac ile Drazen Petrovic bu dönemde oynanan bir milli maçta çıkan bayrak krizi nedeniyle birbirleriyle küstüler. “Bir Zamanlar Kardeştiler” belgeselinde de anlatılan bu olaydan birkaç yıl sonra Petrovic trafik kazasında hayatını kaybetti. Durumdan zaten pişmanlık duyan Divac, kahroldu ve “Keşke barışsaydık.” dedi. Keşke savaş yaşanmasaydı da ölümler, acılar, pişmanlıklar da olmasaydı.

SAYI #4 / 85


FUTBOL . EViNE DÖNÜYOR . CENGIZ UYGUR

Böyle diyordu ev sahibi İngiltere için bestelenen Euro 96 şarkısında The Lightning Seeds. 1966’dan beri ilk kez bir turnuvaya ev sahipliği yapıyordu. Ev sahibi oldukları son turnuvada dünya şampiyonu olmuşlardı. Bu sefer de Avrupa Şampiyonu olmamaları için hiçbir sebep yoktu. En azından İngilizler böyle düşünüyordu...
 
 Euro 96, radikal bir statü değişikliğine sahne oldu. Önce dört takımla başlayan ve ardından sekiz takımla devam eden statü, 96 yılında on altı takıma çıkmış ve bu durum birçok ülkenin ilk defa turnuvaya katılma heyecanı yaşamasına vesile olmuştu. Bu takımlar; Bulgaristan, Hırvatistan, İsviçre, Rusya, Çek Cumhuriyeti ve Türkiye’ydi.
 
 Türkiye, eleme gruplarına iyi başlamış, deplasmanda Macaristan’la berabere kalıp içerde İzlanda’yı 5-0 86 / HAZİRAN2016

gibi farklı bir skorla mağlup ederek iki maçta dört puanı cebine atmıştı. Wankdorf ’daki tarihi İsviçre galibiyeti ve İlker Yasin’in ‘’Şapka çıkaracaksınız şapka!’’ haykırışlarıyla hatırlanan eleme süreci milli takım için olumlu sonuçlanmış ve Teknik Direktör Fatih Terim önderliğinde Avrupa Şampiyonası’na katılım hakkı kazanmıştık. Elemelerde yaşanan sürprizlerden biri de son dünya üçüncüsü olan ve Tomas Brolin, Ravelli gibi yıldızlara sahip İsveç’in, milli takımımızın da olduğu gruptan çıkamamasıydı.

 Yazının başında da belirttiğim gibi İngiltere’de kupa beklentisi inanılmazdı. Grup maçlarında da bu beklentiyi hak ettiklerini gösterdiler. Turnuvaya İsviçre beraberliği ile başlasalar da, daha sonraki iki maçta iki epik galibiyet aldılar. Önce ezeli rakip İskoçya’yı Gascoigne ve Shearer’ın golleriyle 2-0’la

geçtiler, ardından Hollanda’yı mükemmel bir oyunla sürklase edip 4-1 yendiler ve grubu lider tamamladılar. Türkiye, ilk kez katıldığı turnuvayı 0 gol ve 0 puanla tamamlarken Hırvatistan maçında gole giden Vlaovic’i düşürmeyen Alpay’ın aldığı fair-play ödülü, Euro 96’dan bize kalan tek şey oldu. Grup müsabakalarının sürpriz takımı ise Çek Cumhuriyeti’ydi. Pavel Nedved, Karel Poborsky, Vladimir Smicer ve Patrik Berger gibi genç hücumculara sahip Çekler, grupta İtalya’yı altında bırakıyor ve Almanya ile birlikte çeyrek finalin yolunu tutuyordu. 

 Grup müsabakalarının ardından İngiltere, Hollanda, Fransa, İspanya, Almanya, Çek Cumhuriyeti, Portekiz ve Hırvatistan çeyrek final oynamaya hak kazanmıştı. İngiltere, 0-0 biten maçın sonunda penaltı atışlarıyla İspanya’yı devirerek


ilk yarı finalist olurken, gene 0-0 biten maçın sonunda penaltılarla Hollanda’yı geçen Fransa onları takip etmişti. Çeyrek finallerin ikinci gününde ise, Almanya, Hırvatistan’ı Jürgen Klinsmann ve Matthias Sammer’in golleriyle 2-1 mağlup etmiş, Çek Cumhuriyeti Poborsky’nin golüyle Portekiz’i devirmeyi bilmişti.

 Yarı finallere gelindiğinde herkes İngiltere ve Almanya’yı konuşuyordu. İki takımın yarı finalde eşleşmesi erken final olarak nitelendiriliyordu. Bu iki takımın oynadıkları futbolla turnuvadaki diğer takımları gölgede bıraktıkları açıktı. Almanya, yarı finale kadarki süreçte sadece bir gol yerken, İngiltere, İskoçya ve Hollanda maçlarında oynadığı futbolla gözlerdeki pası silmişti. Alan Shearer’ın formu İngilizlerin en büyük dayanağıydı. İki ülkenin tarihsel rekabetini de göz önüne alınca, futbolseverleri klasikler arasına girmeye aday bir maç bekliyordu. Öyle de oldu. Wembley’i hınca hınç dolduran İngilizler henüz üçüncü dakikada turnuvanın yıldızı Shearer’ın golüyle sevindi. Lakin Almanya’nın

doğasında pes etmek yoktu. 16. dakikada Beşiktaşlı Stefan Kuntz’un golüyle maça dengeyi getirdiler. Maçın normal süresi ve uzatma dakikalarında başka gol olmayınca penaltı atışlarına geçildi. İlk beş penaltıda hata yapılmazken, altıncı penaltıda topun başına Gareth Southgate geçti. Topa vurdu ve Andreas Köpke mükemmel uzandı. Andreas Möller son penaltıyı gole çevirince, Wembley’de, futbolun beşiğinde finale çıkan takım Almanya’ydı. O gün için futbol 90 dakikadan fazlaydı ama bir kez daha kazanan Almanya olmuştu.

 Diğer yarı finalde ise Almanya-İngiltere maçının aksine kaliteli bir futbol izlenmedi. Old Trafford’da golsüz biten 120 dakikanın ardından penaltılarla Fransa’yı eleyen turnuvanın sürpriz takımı Çek Cumhuriyeti finale uzandı. İlk turnuvasını oynayan Zinedine Zidane’ın futbola damga vurmak için iki sene daha beklemesi gerekecekti.

 Wembley’deki finalin favorisi ev sahibinin umutlarını tüketen Almanya’ydı tartışmasız. Ama Çek

Cumhuriyeti’nin kolay lokma olmaya niyeti yoktu. Nitekim, Patrik Berger’le penaltı atışını gole çevirerek 1-0 öne geçti Çekler. 92’ Danimarka’dan sonra bir mucize daha yaşanabilir miydi? Almanya yine finalde turnuvanın sürpriz takımına mı kaybedecekti? Bu soruları yanıtlayan kişi Oliver Bierhoff oldu. Önce 73’üncü dakikada attığı golle maça eşitliği getirdi. 90 dakikası 1-1 tamamlanan maçta son sözü söyleyen yine Bierhoff ’tu. 95’inci dakikada attığı altın golle kupayı Almanya’ya getirdi. İlk ve son defa Avrupa Şampiyonası finali altın gole şahitlik etmişti. 

 Turnuvayı Alan Shearer 5 golle gol kralı olarak tamamlarken, turnuvanın en iyi oyuncusu şampiyon Almanya’dan Matthias Sammer oluyordu. Shearer, Gascoigne ve İngiltere turnuvaya damga vursa da, Çek takımının sonradan efsane olacak futbolcuları bu turnuva ile dünyaya açılsa da, son sözü yine Almanlar söylemişti. Ne demişti Gary Lineker, ‘’Futbol 22 kişinin 90 dakika oynadığı ve sonunda hep Almanların kazandığı bir oyundur.’’

SAYI #4 / 87


88 / HAZÄ°RAN2016


YILDIZLI GECELERDE DENiZ BALCI HÜZÜN

SAYI #4 / 89


Euro 2000’i düşündüğünüzde, çoğunuzun aklına Trezeguet’nin sol ayağı ile altın golü İtalya ağlarına bırakışı, Fransa Kaptanı Deschamps’ın 1998 Dünya Kupasından sonra Avrupa Kupasını da kaldırması, Zidane, Djorkaeff, Thuram’ın şampiyonluk sevinçleri ve finali kaybedip üzülen İtalyan oyuncular geliyordur. Benim gözümün önüne ise 9 yaşındaki bir çocuğun turuncu renge adım adım âşık olması geliyor. Euro 2000’nin başlangıç vuruşu Belçika’da yapıldı, bitişi ise Hollanda’daydı. İki ülke tarafından ortaklaşa düzenlenen ilk Avrupa Şampiyonası’ydı. Milenyumun da ilk turnuvası olan bu özel turnuvada maçlar; Belçika’nın Brüksel, Liege, Brugge, Charleroi, Hollanda’nın Amsterdam, Rotterdam, Eindhoven ve Arnhem şehirlerinde oynandı. Sahada oyunun kontrolü Porta90 / HAZİRAN2016

kallar’daydı, Kraliyet ailesinden gelen turuncu renk, tribünlerde de en baskın haliyle göze çarpıyordu. Türkiye’de forma giyip maça gitmeye daha yeni başlandığı yıllarda, başka herhangi bir rengin olmadığı turuncu tribün, hayranlık uyandırıcıydı. Hollanda turnuvaya muhteşem başladı. Önce Çek Cumhuriyeti’ni, sonra da Danimarka’yı yendi. Grubun son maçı, son dünya şampiyonu Fransa ile oynanacaktı. Fransa, maçın başında Dugarry’nin kafa golüyle öne geçti. Hollanda, bu gole Barcelona’da forma giyen Patrick Kluivert ile cevap verdi. İlerleyen dakikalarda ise Trezeguet topa altı pasta dokundu ve Fransa’yı tekrar öne geçirdi. Böylece ilk yarıyı dünya şampiyonu Fransa 2-1 önde kapattı. Hollanda, ikinci yarı Frank de Boer’un Fransa kalecisi Lama’yı çaresiz bırakan serbest vuruşuyla önce eşitliği yakaladı, 8 dakika sonra da

bir başka Barcelonalı Zenden ile 3-2 öne geçti. Maç boyunca tribünler, fırtınalı bir deniz kadar dalgalı ve hareketliydi. Tek bir farkla; deniz mavi değil, turuncuydu. Hayatım boyunca Amsterdam’da olmayı 2 kere çok istedim. Biri o geceydi. Hollanda, kendi evinde şampiyonluğa yürüyordu. Son dünya şampiyonu, Portakallara 3-2 yenilmişti. Gruptan 9 puan ve 3 galibiyet ile çıkan turuncular, çeyrek finalde karşılaştıkları Milosevicli, Stankovicli, Mihajlovicli, Kovacevicli, Mijatovicli Yugoslavya ile karşılaştı. Bu maç tupturuncu tribünler için bir ‘gösteri’ şeklinde geçti. 6-1’lik skor, Kluivert’ın hat-tricki… Turnuva, Hollanda açısından Van Gogh’un ‘Yıldızlı Gecesi’ kadar güzel ve huzurlu geçiyordu. Yarı final eşleşmelerinde; Hollanda İtalya ile Portekiz ise Fransa ile eşleşti. Uzatmaya giden PortekizFransa maçında, daha sonra Galatasaray’da da forma giyecek olan Abel Xavier, kaleye giden topu


eliyle kesti. Penaltı kazanan Fransa’da topun başına geçen Zidane, sol köşeye gönderdiği net penaltı vuruşuyla Fransa’yı ilk finalist yaptı. İkinci yarı final maçı Amsterdam Arena’da yine ‘turuncu’ rengin hâkimiyetinde oynandı. Hollanda, İtalya’ya göre maça daha iyi başladı. Turuncular, mavilerin kalesine atak üstüne atak yapıyor, İtalya defansına nefes aldırmıyordu. İlk gol girişimi “Buz Adam” Bergkamp’tan geldi. Arsenal efsanesinin sağdan vurduğu top, Toldo’yu geçti ama direkte patladı. 34. dakikada Juventus forması giyen Zambrotta, sol kanatta kendisini çalımlayan Zenden’i düşürdü. 15. dakikada gördüğü sarı karttan sonra ikinci sarı kartı gördü ve oyun dışında kaldı. Hollanda zaten üstün oynuyordu, kendi evindeydi ve rakip 10 kişi kalmıştı. Finale çıkması için

gereken tek şey, bu kadar avantaj sahibiyken 1 tane gol bulmasıydı. Hollanda, İtalya maçına kadar 13 gol ile turnuvanın en golcü takımıydı. Bütün Hollanda’nın beklediği o gol ise ancak seri penaltı atışlarında gelebildi. İlk yarıda Frank de Boer, ikinci yarıda ise Kluivert birer penaltı kaçırmıştı. Maç boyunca sayısız gol girişimi de ya Toldo’dan, ya da direklerden dönüyordu. 120 dakikanın sonunda seri penaltı atışlarında penaltı şanssızlığıyla ünlü İtalya, ilk üç penaltıyı gole çevirirken; Frank de Boer penaltı kaçırmaya devam etti, Jaap Stam da ona eşlik etti. İtalya’nın dördüncü penaltısı ise Van der Sar’da kaldı. Seyirciler “acaba” derken, penaltı kaçırma furyasının finalini Bosvelt geceye yakışır şekilde yaptı ve seyircilerin akıllarındaki soruyu da yanıtlamış oldu. Böylece İtalyanlar, neredeyse Hollanda kalesi görmeden finale çıktı.

2000 yılında âşık olduğum turuncular, her turnuvada aynısını yapmaya devam etti. Harika bir başlangıç, güzel futbol, kötü bir gol ve veda… Her seferinde, “ bu sefer olacak” derken beklenmeyen yerden gelen darbe; yine hüsran. ‘’Üç doğru pas, %90 goldür.” Hollanda da ben de üç doğru pası hâlâ arıyoruz.

SAYI #4 / 91


İYİ

KÖTÜ ÇİRKİN

CİHAT GEMİCİ

Yenilgi insanoğlunun doğasında olan ve herkesin hayatının bir döneminde tattığı bir durumdur. Kimileri yenilince gururu bir yana bırakıp hüngür hüngür ağlar. Kimileri vakur duruşundan ödün vermez, gözyaşlarını içine akıtır. Farklı boyutlarda yaşanılan mağlubiyetlerin belki de en acısı sizi tanıyanların, sevdiklerinizin, değer verdiklerinizin önünde aldıklarınızdır. Kendi evinizde, kendi taraftarınızın önünde kaybetmek; hatırlamak istemeyeceğiniz bir kâbus, düşünmek istemeyeceğiniz bir felakete dönüşür. 92 / HAZİRAN2016

2004 yılında Portekiz’de düzenlenen Avrupa Şampiyonası’nda güzel oyuna tepki olarak doğmuş Yunan Milli Takımı ve göze hoş gelen futbolun temsilcisi Portekiz’in başrolünde oynadıkları ve sonunda rüyanın kâbusa dönüştüğü bir turnuva izledik. Fiorentina’dan gönül bağımın olduğu Rui Costa ve Nuno Gomes, Manchester United maçlarında yedekten oyuna girsin diye beklediğim o zamanların pek tanınmayan genç oyuncusu Cristiano Ronaldo, sansasyonel süperstar ya da bir hain olan Figo, on numaraların son temsilcilerinden

Deco gibi oyuncularla Portekiz favori takımımdı. Tarihlerinde büyük turnuva kazanamayan bu ülke artık kendi evinde zafere ulaşacak ve halk coşkuyla bu başarıyı doyasıya kutlayacaktı. Figo’nun heykeli Lisbon’a dikilecek, genç yetenek Cristiano Ronaldo’nun bir Avrupa Kupası olacaktı. Scolari Dünya Kupası’ndan sonra Avrupa Şampiyonu da olacaktı. Olmadı… Yunanistan’da Atina yakınlarında Yunan Milli Takımı sağ beki Fyssas evlilik hazırlıkları yapıyordu. Nişanlısı ile 9 Temmuz için arkadaş-


Otto Rehhagel yönetimindeki Yunan Milli Takımıydı. Macera aynı grupta başladı. Portekiz ve Yunanistan gruptan beraber çıktılar. Çeyrek Finalde Portekiz İngiltere’yi çıplak elle kurtardığı penaltılarla nam salan kaleci Ricardo’nun kuratardığı penaltı vuruşlarıyla geçti. Yunan takımı Fransa karşısında 90 dakika savunma yaptı ve golcüsü Charisteas’ın 65’te gelen golüyle yarı finale çıktı. Portekiz yarı finalde Hollanda’yı Ronaldo ve Maniche’nin unutulmaz golüyle eledi. Yunanistan yarı finalde grup aşamalarının flaş takımı Çek Cumhuriyeti ile eşleşti. Nedved, Poborsky, Koller ve turnuvanın gol kralı Milan Baros karşısında favori taraf kesinlikle Yunanistan değildi. Sonuç ise komşudan yanaydı. Çekirge sıçramaya devam ediyordu. Dakika 105+1 Dellas ve Yunanistan finalde.

ları ve ailesinin davetli olduğu 300 kişilik bir yer ayarladılar. Turnuva 4 Temmuz’da sona eriyordu ve nişanlısı Fyssas’ın düğün hazırlıklarına yardım etmesi için en az bir hafta önce Atina’da olmasını istiyordu. Yunan oyuncu nişanlısına “Merak etme, Temmuz’un başında yanında olacağım. Yarı finalleri ve finali de beraber izleriz” dedi. Fyssas Yunanistan’a 5 Temmuz’da dönebildi ve kutladıkları şey evliliği değildi. Kutlayanlar da ne sadece aileleri ne de arkadaşlarıydı. Bütün bir ulus Fyssas ve arkadaşlarının Yunanistan’a gelişini kutluyordu. Gelen Avrupa Şampiyonu Takis Fyssas ve

şekilde başardı. Rooney’nin yükselişi, İspanya’nın yükselmeden önce dibe vurması ve savunma ekolünün altın çağı ve son olarak Cristiano Ronaldo’nun gözyaşları turnuvanın göze çarpanlarıydı. Devir kötülerin devri. İyilerin çağı sona erdi.

Finalde artık ev sahibi Portekiz çekirgenin daha fazla zıplamasına izin vermemeliydi. Işık stadında 62,865 kişinin karşısında sadece savunma yapan bir takım, yıldızlar topluluğu Portekiz’i kendi sahasında yenemezdi. Yendi. 57. Dakikada turnuvanın en değerli oyuncusu seçilen kaptan Zagorakis sağdan getirdi. Charisteas kafayı vurdu. Artık Yunanistan Avrupa Şampiyonuydu… İyi ile kötünün mücadelesinde akıllara çirkin’in nerede olduğu sorusu gelebilir. Çirkin İskandinav suretine bürünmüş biçimde İsveç-Danimarka maçında ortaya çıktı. İki takımın gruptan birlikte çıkabilmeleri ve İtalya’yı saf dışı bırakabilmeleri için maçın 2-2 bitmesi gerekiyordu. Maç 2-2 bitti. Çirkin ördek yavrusu Zlatan İbrahimovic ise İtalya’ya attığı akrobatik gol ile yine hafızalarda yer edinmeyi bir SAYI #4 / 93


DEĞİŞİM TURNUVASI EMİR RIZA LEKİ

Euro 2008 her yönüyle dünya futbolunun değişmekte olduğunu gösteren ilk turnuvaydı. Futboldaki önemli anlayışlar, taktikler, güç dengeleri Euro 2008 itibariyle değişmeye başladı. Tırmanışta olan Alman ve İspanyol futbolu daha da yükselişe geçerken; İtalyan, Fransız futbolu gerileme dönemine giriyordu. Turnuvaya katılamayan İngiltere ise 2000’lerin ortalarından itibaren İtalyanlarla birlikte kulüpler bazında Avrupa’nın liderliğini İspanya ve Almanya’ya devrediyordu. Euro 2004’le birlikte yükselişe geçen defansif futbol anlayışına dur diyen Euro 2008’de günümüzde de hala etkisini sürdürmekte olan top hakimiyeti ve pasa dayalı futbol anlayışının temelleri atılıyordu. İspanya’nın pasa dayalı, Almanya’nın seri futbolu günümüz takımlarının temelini oluşturuyorken, Yunanistan, İtalya’nın başını çektiği defansif futbol anlayışı başarısız 94 / HAZİRAN2016

oluyordu. Inter ve Chelsea defansif futbol oynayarak Şampiyonlar Ligi’ni kazansa bile bu başarılar istikrar kazanmıyordu. Euro 2008 itibariyle seri veya topa sahip olmaya dayalı futbol oynayan takımlar kulüpler bazında zirvede kalıyordu. Barcelona topa sahip olmaya dayalı oyunu oynayarak, Bayern Münih ve Real Madrid ise daha hızlı bir oyun tarzı benimseyerek son sekiz yılda futbolun hakimleri oluyorlardı. Seri yani hızlı paslarla kaleye inmeye çalışan Almanya 2014 Dünya Kupası’nı kazanırken, Barcelona gibi bir omurgaya sahip paslaşmayı seven İspanyollar ise Euro 2008&2012 ve 2010 Dünya Kupası’nı kazandılar.

ley’de 90 bin İngiliz’in önünde Hırvatistan’a yenilerek Euro 2008 biletini Rusya’ya hediye edip Avrupa’ya ilk şoku yaşatıyordu.

Turnuvaya gelecek olursak, turnuva daha başlamadan çok büyük sürprizlere sahne oluyordu. Euro 2008’in önemli favorileri arasında gösterilen İngiltere son iki maça 2.sırada girerken önce Moskova’da Rusya’ya, 4 gün sonra ise Wemb-

Hollanda’nın olduğu C grubu ise bu turnuvanın “Ölüm grubu” lakabını hak edecek nitelikte bir gruptu. Turnuvanın favorilerinden, 2006 Dünya Kupası şampiyonu İtalya, finalisti Fransa ve Romanya Hollanda’nın rakipleriydi. Lakin

Gruplarda ise Türkiye ve Hollanda Avrupa kıtasını şaşırtmaya devam ediyordu. Fatih Terim önderliğindeki Ay-Yıldızlılar ilk maçta Portekiz karşısında varlık gösteremiyor ama İsviçre karşısında ilk yarısını 1-0 geride kapattığımız maçı 90+2de Arda Turan’ın attığı golle kazanıyorduk. Son maçta ise futbol tarihinin en dramatik dönüşlerinden birine imza atıyor, Çek Cumhuriyeti karşısında son 15 dakikada attığımız 3 golle maçı 2-0’dan çevirip 2.tura yükseliyorduk.


Portakallar, İtalya’yı ve Fransa’yı farklı skorlarla yeniyor ve oyun olarak da rakiplerini darmadağın ediyordu. İki favoriyi bu duruma düşüren Portakallar Euro 2008’in büyük favorisi olduğunu ispatlıyordu.

Turnuvanın ilerleyen turlarında Türkiye ve Rusya favorilerin arasından sıyrılıp yarı finale yükselmeyi başarıyorlardı. İspanya dışında bütün grup birincileri yarı finali göremezken turnuvanın favorilerini bozguna uğratan Hollanda Rusya’ya elenerek adeta okyanusu geçip derede boğuluyor ve bir turnuvayı daha hayal kırıklığıyla noktalıyorlardı. Turnuva tarihine adını geri dönüşlerin takımı olarak yazdıran Türkiye ise Hırvatistan’ı efsane bir geri dönüşün ardından uzatmanın da uzatmasında gol atarak kupanın dışına itiyordu ve yarı finalde Almanya’nın rakibi oluyordu. İspanya ve Almanya ise peri masalını sonlandırıyorlardı. Almanlar Tü r k iye’n i n , İ s - panyollar ise Rusya’nın hayallerini yıkarak finale yükseliyorlardı.

Finale çıkan Almanya ve İspanya futbol tarihleri karşılaştırıldığında siyahla beyaz kadar farklıydı. Matadorlar tarihleri boyunca hep başarısızlıklarıyla anılırken, Panzerler ise kadroları nasıl olursa olsun neredeyse her turnuvada bir şekilde başarılı olmayı başarıyorlardı. Finalde ise bu anlayışların tam tersi ortaya çıktı. İspanyollar sonunda şeytanın bacağını kırıp Fernando Torres’in attığı golle şampiyon olurken günümüze kadar gelen başarıların sinyallerini veriyorlardı. Yetenekli kadroları olmasına rağmen turnuvalarda başarılı olamayan İspanya Euro 2008 sonrası dünya futbolunu domine ederken, Almanya ise yaptığı altyapı yatırımlarının meyvelerini toplamaya erkenden başlamıştı bile. Euro 2008’in finalistleri 2016’ya kadar geçen sürede milli takımlar bazındaki tüm kupaları toplayıp tüm dengeleri değiştirmişlerdi.

SAYI #4 / 95


KALDIĞI YERDEN DEVAM EMİR RIZA LEKİ

Ukrayna ve Polonya ortaklığında düzenlenen Euro 2012 genel olarak sürprizlerin fazla yaşanmadığı bir turnuva oldu. Son dünya ve Avrupa şampiyonu İspanya turnuva öncesi beklentileri karşılayıp Euro 2012’yi de kazanmayı başarırken üç büyük turnuvayı ve iki Avrupa şampiyonasını arka arkaya kazanan ilk takım olmayı başardı. Matadorlar dünya futbolunun adeta patronu olurken 2010 Dünya Kupası’nda galibiyet bile alamayan İtalya Euro 2012’de Cesare Prandelli önderliğinde finale çıkarak çoğu sporseveri şaşırttı. Turnuvanın İspanya’yla birlikte en büyük favorileri arasında gösteren Almanya’yı ve eleyen İtalyanlar 96’dan beri kupa kazanamayan Panzerlerin hayallerini bitiren takım oldu. Ayrıca İngiltere’yi de eleyen Gök Mavililer, 1966’dan beri kupa kazanamayan ada temsilcisine bir sonraki turnuvayı bekleyin dedi. Euro 2012’de oynanan maçlara ve turnuvaya gelecek olursak ilk başta grupların her turnuva olduğu gibi biraz adaletsiz olduğunu söylemek yanlış olmaz. Dört yarı finalistin sadece iki gruptan çıkması da bu argümanımızı doğrular nitelikte. Turnuvanın kağıt üstünde en zayıf grubu olan A grubunun favorisi gösterilen Rusya, Çek Cumhuriye96 / HAZİRAN2016

ti ve Yunanistan’ın altında kalarak turnuvadan elenirken, kaptan Karagounis son maçta Rusya karşısında attığı golle takımın zafere ve ikinci tura taşıdı. Ev sahiplerinden Polonya ise grubu iki puanla son sırada bitiriyordu. Portekiz, Hollanda, Almanya ve Danimarka’nın olduğu B grubu ise bu turnuvanın “Ölüm” grubu olma şerefine erişirken, Euro 2008’de ölüm grubunda üç maçta dokuz puan alan son Dünya Kupası finalisti Hollanda bu sefer sıfır çekerek hayal kırıklığı yaşıyordu. İlk maçta Portakallar’dan galibiyeti alan Danimarka ise Almanya ve Portekiz’e yenilerek Hollanda’nın ardından elenen ikinci takım oluyordu. Grupta üçte üç yapan Almanlar ise yoluna dolu dizgin devam ediyor, turnuvanın favorilerinden olduğunu ispatlıyordu. C grubu ise B grubu kadar olmasa da İtalya, İspanya ve Hırvatistan gibi üç favoriyi barındırıyordu. İspanya’nın birinci çıkmasına kesin gözüyle bakılırken Hırvatistan’ın grup ikincisi olacağını düşünenlerin sayısı hiç de az değildi. Lakin gruptaki ilk maçında İspanya’yla berabere kalan İtalya, İrlanda’yı yenip Hırvatistan’la berabere kalınca grubu beş puanla ikinci sırada bitirmeyi başarıyordu. D grubu


oluşturan takımlar milli takımlar düzeyinde iki ezeli rakip olan Fransa-İngiltere, ev sahibi Ukrayna ve İsveç’ti. Denk güçlerin rekabetinde gülen ülkeler Fransa ve İngiltere olurken futbola veda eden Shevchenko ise son turnuvasında ülkesini İsveç karşısında muhteşem bir zafere taşıyor, bir diğer efsane Zlatan’ın attığı tek gole iki golle karşılık veriyordu. Çeyrek finalde İspanya Fransa’yı, Portekiz ise Çek Cumhuriyeti’ni kupanın dışına iterek birbirlerinin rakibi oluyorlardı. Almanya da Yunanistan’ı farklı geçerken başa baş bir oyun sonunda seri penaltı atışlarında İngiltere’yi eleyen İtalya yarı finalin dördüncü takımı oluyordu. Yarı finallerde Portekiz karşısında çok zorlanan İspanya penaltılarla rakibini elemeyi başarsa da Almanya’nın final hayallerine ise “Süper” Mario Balotelli izin vermiyordu. Turnuvanın en önemli maçında ise favorilerin birer birer hayallerini bitiren İtalya’nın hayallerini ise İspanya sonlandırıyordu. Gök Mavililer’i 4-0 yenen Matadorlar Avrupa Şampiyonası tarihinin en farklı final galibiyeti alarak rakibini bozguna uğratıyordu. Euro 2012’yi detaylı bir şekilde inceleyecek olursak, turnuva sahada oynanan futboldan çok fazla keyif almadığımızı söylesek doğru söylemiş oluruz. Fakat her turnuvada olduğu gibi Euro 2012’de içinde çok değerli hikayeleri barındırıyordu. İtalya Cesare Prandelli’nin yönetimindeki finale kadar yükselirken Andrea Pirlo ise geçmiş yaşına rağmen takımını bir orkestra şefi gibi yönetmişti. Andriy Shevchenko’nun vedası ise bütün sporseverleri üzerken efsane golcünün İsveç maçında attığı goller kariyerinin son golleri oluyordu. SAYI #4 / 97


BÜLENT BAHADIR

10

FORMALARIN DİLİ Futbolseverler için boş geçen sıcak yaz günleri kadar sıkıcı bir dönem yoktur. Her iki senede bir yaz aylarına denk gelen Dünya Kupası ve Avrupa Şampiyonası, yaz sıcağında kalan futbolsevere buz gibi bir limonata etkisi yaratır. Normal futbol sezonun bitmesinin ardından geçici ve kısa süreli yaz aşkı tadında heyecanlar yaratır milli turnuvalar. Sezon ortası çekilen kuralar ile başlayan heyecan, futbolseverlere hayaller kurdurmaya yeter, hemen herkes ilk önce “ölüm” grubunu belirler daha sonra da favoriler ortaya atılır. Yaz aşkına olan bekleyiş bir kez daha alevlenir; turnuvanın yaz defilesi tadındaki birbiri ardına açıklanan forma tasarımları ile. Bazı takımların yıllardır süregelen çizgileri vardır, gözler aşinadır. Geleneksellik korunmaya çalışılır. Milli forma bir nevi milli bayrak gibidir, kolay kolay değişmez. Tabi 98 / HAZİRAN2016

forma üreticileri ne yapsın, bazen ufak bazen de sıra dışı tasarımlar ile yüksek satış rakamlarına giden yolu kovalarlar. En rahat oldukları alan ise deplasman formalarıdır. Farklı renk ve tasarım kullanmakta daha özgürdürler. Tasarımların bir bir açıklanması ile futbolseverler tarafından hemen en iyi ve en kötü formalar seçilir. Sempati duyduğu takımın yeni formasını beğenmeyen futbolsever, sanki turnuvaya en önemli oyuncusu eksik başlayacakmış gibi hisseder. Birde o turnuvanın en iyi forma tasarımına sahip takım belirlenir gönüllerde ve bu takımın erken elenmesini kimse istemez, o formayı daha çok sahada görmek için. Euro 2016 formaları da turnuva öncesinde birer birer tanıtıldı, kimini çok beğendik, kimini az. Hazırlık maçlarında giyildikçe ba-

zılarına biraz daha ısındık. Ama bir gerçek var ki, geçmiş formaları daha çok özlüyoruz. Tarihe iz bırakacak tasarımda formaya hasret kaldı futbolseverler. Piyasanın öncüleri Adidas ve Nike özellikle milli formalarda artık bir tasarımı tüm takımlara uygular hale geldi. Forma üreticilerinin milli takımlar için aynı tasarımı kullanmasının yanı sıra artık her takıma da aynı isim ve numara fontu kullanmayı da gelenek haline getirdi. Daha önce takıma özel olan fontlar ne yazık ki artık değil. Nike da Adidas gibi tüm takımlarına aynı fontu uyguluyor. Adidas’tan farklı olarak sırt numaralarının alt kısmına ülke logolarını yerleştirmiş. Türkiye hariç, Nike kullanan Fransa, İngiltere, Hırvatistan, Portekiz ve Polonya fontlarında ülke arması mevcut.


SAYI #4 / 99


Sempati duyduğu takımın yeni formasını beğenmeyen futbolsever, sanki turnuvaya en önemli oyuncusu eksik başlayacakmış gibi hisseder.

Bu turnuva önemli bir değişikliğe şahit olacak. Adidas’ın ünlü “3 çizgisi” kol ve omuzlardan koltuk altına iniyor. Uzun yıllar formanın yakasından başlayıp kolun bitiş noktasına kadar uzanan 3 çizgi artık alışıldık yerinde olmayacak. Profesyonel ligler ve Şampiyonlar Liginde kol arması uygulanması ile birlikte, adidas’ın 3 çizgisi sıkıntılı günler yaşamaya başladı. Armalar önce kolda bulunan 3 çizgi üzerine uygulandı. Uygulaması 3 çizginin kabartıları yüzünden kolay olmadı ve hoş bir görüntü çıkmadı. Bu soruna çözüm bulma adına Adidas kısa kollu formalarda 3 çizgiyi kol bitişine kadar sürdürmeyip armalık boş alanlar bırakmaya başladı. Bu boş alanlar uzun kollu formalarda süreksiz ve hoş olmayan bir görüntü sundu. Kol armaları artık futbol müsabakalarının olmazsa olmazı. Yaz aylarında gerçekleşen 100 / HAZİRAN2016

hazırlık turnuvaları bile artık kendi logolarının bulunduğu kol armaları üretiyor ve turnuva boyunca takımlar bu armaları kollarında taşıyorlar. 3 çizgide meydana gelen kesik hareketi ortadan kaldırmak için, Adidas radikal bir karar alıyor ve 3 çizgi formanın yan bölgelerinde koltuk altından başlayıp formanın eteğine kadar devam eder halde uygulanıyor. Bu yeni tasarım, önümüzdeki sezon başta büyük kulüpler olmak üzere çoğu Adidas kullanan takım tarafından tasarımlarında kullanılacak. Tabi ki kollardaki 3 çizgi tamamen ortadan kalkmıyor, Euro 2016’da Kuzey İrlanda, Ukrayna ve Galler eski tarz tasarımı kullanmaya devam eden takımlar. Nike ise bu seneki tasarımında “reglan” tipi bir kol yapısı ile karşımıza çıkıyor. Çoğu takımda reglan

tip kolları gövde renginden farklı renkte kullanırken, bazı örneklerde tek renk olarak karşımıza çıkıyor. Reglan kol nedir diyen arkadaşlara şöyle anlatabiliriz. Kol parçası genel tişörtlerde ve formalarda omuz hizasından başlar, reglan kol ise boyun ve koltukaltından başlayan tarza denir. Ne yazık ki Nike da tüm Euro 2016 formalarında aynı tasarımı kullanıp renkler ile oynayarak farklılık yaratmaya çalışmış ama yetersiz kalmış gözüküyor. Turnuvada 7 farklı forma üreticisinin formaları boy gösterecek; Adidas, Nike, Puma, Umbro, Joma, Macron ve Errea. Euro 2016’da nerdeyse her üç takımdan biri Adidas tercih ederken, Umbro, Joma, Macron ve Errea ise birer takımla temsil edilecekler.


OKUMAYI SEVEN DEFANSA GELSÄ°N SAYI #4 / 101


102 / HAZÄ°RAN2016

FRANSA


Son yıllarda Nike ile güzel tasarımlara sahip olan Fransa, bu senenin merakla beklenen forma tasarımlarından biriydi. Geçmiş senelerde daha koyu lacivert tonlara sahip iç saha forması, son tasarımda açık renk tercih edilmiş ve koyu lacivert ton kol detayında kullanılmış.

Sade yapıdaki Fransa forması biraz beklentilerin altında kalmış gözüküyor.

SAYI #4 / 103


Fransa deplasman forması iç saha forması ile aynı şablonda tasarlanmış. Geçmiş yıllardaki gibi deplasman formasında tercih edilen renk yine beyaz. Kol detayları ile Fransa bayrağı ortaya konmuş. İç saha formasına kıyasla daha göz alıcı durduğu kesin.

104 / HAZİRAN2016


ROMANYA

Uzun yıllar Adidas forması kullanan Romanya, 2015 Haziran ayında imzaladığı 4 yıllık sözleşme ile artık Joma formaları kullanacak. İspanyol forma üreticisi Joma’nın Euro 2016’daki tek temsilcisi Romanya olacak. Romanya’nın yeni forması, geleneksel bir şekilde sarı

ana renkten ve kollarda ve yanlarda kırmızı detaylar ile süslenmiş. Joma’nın tasarladığı formalarda farklı ve dikkat çekici bir v-tipi yaka kullanılmış. Ana rengi mavi olan yakada sarı ve kırmızı kullanımı ile Romanya bayrağındaki ünlü üç renk bir arada bulunmuş

oluyor. Romanya’nın deplasman forması ise geçmiş yıllarda olduğu gibi kırmızı renkte. İç saha formasının kontranstı şeklinde ana renk kırmızı ve sarı detaylar tercih edilmiş. SAYI #4 / 105


ARNAVUTLUK

106 / HAZÄ°RAN2016


Geçmiş yıllarda sırasıyla Umbro, Nike ve Legea formaları kullanan Arnavutluk, en son tercih ettiği forma ise Adidas formaları idi. İtalyan forma üreticisi Macron ile anlaşan Arnavutluk, Macron’un Euro 2016’daki tek temsilcisi olacak. Euro 2016 için 3 forma dizayn eden Macron, 3 formada da aynı tasarımı kullanmış. Arnavutluk bayrağından esinlenerek forma önü detay eklenmiş, forma da Macron’un Kore Yaka olarak isimlendirdiği yaka biçimi tercih edilmiş. Bu yaka tipi aslında Güney Kore’nin 2014 Dünya Kupasında kullandığı yaka biçimi ve ismi burdan gelmiş olabilir. Büyük ihtimalle gruptaki İsviçre maçında göreceğimiz Siyah ve Grinin hakim olduğu forma kupanın dikkat çeken formalarından.

SAYI #4 / 107


108 / HAZÄ°RAN2016


Uzun yıllardır Puma tarafından üretilen İsviçre forması, her zamanki gibi modern ve sade bir tasarıma sahip. İç saha formasında klasik kırmızı renge kol ve yakadaki beyaz detaylar eşlik ediyor.

SAYI #4 / 109


Deplasman forması ise her zaman ki gibi beyaz tercih edilmiş. Göğüs bölgesinin aşağısında kalın kırmızı hat, formanın aşağısına doğru gitgide incelen çizgiler ile takip ediyor. 2010 yılından beri federasyon arması ile birlikte göğüste kullanılan İsviçre Haçı, bu sefer göğüs aşağısında bulunan kırmızı banda yerleştirilmiş ve İsviçre bayrağı havası vermiş.

110 / HAZİRAN2016


İNGİLTERE Klasik ve sade formaları ile bilinen İngiltere, bu turnuvaya oldukça sade ve geçmişten izler taşıyan formasıyla katılacak. Düz beyaz iç saha formasında lacivert çizgiler taşıyan İngiltere, bu tasarımda buz mavisi detayları kullanmış. Deplasman forması ise aynı klasiklik ve kontrastta, genelde deplasman formasında kullanılan kırmızı ana renge lacivert detaylar eklenmiş.

SAYI #4 / 111


112 / HAZÄ°RAN2016


SAYI #4 / 113


114 / HAZÄ°RAN2016


Son yıllarda Adidas ile beraber güzel tasarımlara imza atan Rusya, bu turnuvada da dikkat çekici forması ile ön planda. Vişne çürüğü rengindeki iç saha forması altın desenlerle süslenmekte. Yeni tasarım V yakası ile tarz duran formanın genelinde kabartma şeklinde Rusya Futbol Federasyonu amblemi şık bir detay katmış.

Rusya deplasman forması, iç saha formasına göre daha sade ve modern tasarlanmış. Beyaz ana renk, koltuk altına inen Adidas’ın kırmızı renk 3 çizgisi ile desteklenmiş. İç saha formasında forma boyunca küçük ama çok sayıda kullanılan amblem, deplasman formasının göğsünde beyaz ve grinin tonları şeklinde kullanılmış.

SAYI #4 / 115


116 / HAZÄ°RAN2016


Adidas’ın bu turnuvadaki kollardaki eski ve klasik 3 çizgili tasarımını kullanacak 2 ülkeden biri Galler. Oldukça temiz ve sade bir tasarıma sahip olan Galler iç saha formasında ana tema Ejderha kırmızısı. Yaka ve kollardaki beyaz detaylar ile birlikte, formada ince iğne izi çizgiler boydan boya inmekte.

Galler deplasman forması biraz klasiğin dışında modern çizgi ve renklere sahip. Formanın ön tarafı grinin iki tonuna sahip enine kalın bantlar ve numara ve ismin yazılacağı arka taraf ise düz gri olarak tasarlanmış. Galler’in yeşil rengi, yaka ve omuzlardaki 3 çizgide fosforlu şekilde tercih edilmiş. SAYI #4 / 117


118 / HAZÄ°RAN2016

SLOVAKYA


Avrupa Şampiyonasına ilk defa katılan Slovakya, Puma tarafından üretilen sade ve modern tasarımlı iç saha forması ile yer alacak. Beyaz rengin hakim olduğu iç saha formasının gövde kısmında, beyazın tonu şeklinde bantlar yer almakta ve ışık/güneş altında değişik bir detay sunmakta. Sade ve rahat görünümlü yakada kullanılan mavi, kollarda da kalın bant şeklinde tercih edilmiş.

Slovakya deplasman forması klasikleşmiş mavi ton ile birlikte yenilikçi turkuaz detay ile süslenmiş. İç saha formasının kontrastı halindeki deplasman formasının gövdesinde ise ince bantlar karmaşık şekilde mavinin tonu halinde dağıtılarak tercih edilmiş.

SAYI #4 / 119


ALMANYA

120 / HAZÄ°RAN2016


SAYI #4 / 121


Turnuvanın en güzel formalarından birine imza atan Adidas, her zaman klasikleşen Almanya formalarına bir yenisini daha eklemiş. Beyaz ve siyahın uyumunu göz alıcı bir tasarımla hazırlamış. Beyaz ana renge siyah bisiklet yaka ve formanın yanına inen 3 çizgi eşlik ediyor.

Formanın sol koluna ise, Almanya’nın Dünya Kupasını kazandığı seneler olan 54-74-90-14 işlenmiş. Ayrıca son Dünya Kupasının sahibi olarak bu turnuvada, göğsündeki Dünya Kupası ile yer alacak.

Formanın önünde beyazın tonu şeklinde Almanya’nın performans grafiği çok hoş bir detay olarak eklenmiş.

122 / HAZİRAN2016


Almanya deplasman forması ise Adidas’ın yine bu turnuva için hazırladığı özel formalardan biri. Grinin tonlarında enine uzanan bantlardan oluşan gövdeye koyu yeşil kollar eşlik ediyor. Formadaki asıl önemli detay ise çift taraflı olması. Arka tarafında fosforlu yeşil antreman yeleği barındıran formanın ters tarafında Almanca “Sokak Futbolu” yazıyor. SAYI #4 / 123


UKRAYNA

Adidas tarafından tasarlanan Ukrayna forması geleneksel şekilde sarı renge hakim. Adidas çizgileri ise klasik yerinde ve mavi renk ile Ukrayna’nın temel renkleri tamamlamış. Geçen sezonki Chelsea formasını andırır şekilde düğmeli yakaya sahip formanın gövdesinde ise ekose desen kullanılmış.

Deplasman forması ise aynı tasarımın kontrastına sahip. İç saha formasında kollarda kullanılan mavi renk, ana renk olurken, kol çizgileri sarı renkte.

124 / HAZİRAN2016


POLONYA

Nike’ın Euro 2016 için tasarladığı formalardaki dizayna sahip olan Polonya forması ana beyaz renge sahip. Diğer formalardan ayıran ufak bir detay eklenmiş, formanın etek kısmına doğru inen diagonel çizgiler hareketli bir detay olarak dikkat çekici. Deplasman forması ise çoğu takımda olduğu gibi kontrast olarak tasarlanmış. Kırmızı deplasman forması da diagonel detaylara sahip.

SAYI #4 / 125


K.İRLANDA

Adidas tarafından üretilen Kuzey İrlanda forması, ana yeşil renk ile birlikte lacivert kol detayları ile süslenmiş. Yakada ve kollarda bulunan 3 çizgi beyaz renkte iken göğüs kısmına mavi ince bir bant eklenmiş. Genelde yeşil ağırlıklı iç saha formaları olan Kuzey İrlanda’da ilk defa lacivert ve mavi rengin bu kadar kullanıldığına şahit oluyoruz.

126 / HAZİRAN2016

Kuzey İrlanda deplasman forması iç saha tasarımın kontrastı olmasına rağmen daha sade renkler tercih edilmiş. İki renk üzerinde durulan deplasman forması, beyaz gövde ve yeşil detaylardan oluşmakta.


Ä°SPANYA

SAYI #4 / 127


128 / HAZÄ°RAN2016


SAYI #4 / 129


Son Avrupa Şampiyonası sahibi İspanya, Almanya’nın formasını andıran sade ve şık bir iç saha forması ile karşımızda. Adidas’ın Condivo 2016-17 tasarımının İspanya uyarlaması oldukça göz alıcı. Kırmızı renkteki formada Adidas’ın 3 çizgisi sarı renkte kullanılırken, kolda lacivert lastik kullanımı oldukça yakışmış. Gövdede kullanılan değişik patern formaya ekstra detay katmış.

Turnuvanın en ilginç deplasman formalarında birine sahip takım İspanya. Beyaz tondaki formanın ön kısmında sarı ve kırmızının tonlarından oluşan üçgen paternlerden oluşan bir desene sahip. 94 yılındaki deplasman formasından esinlenen bu yeni forma oldukça modern bir tasarıma sahip.

130 / HAZİRAN2016


ÇEK CUMHURİYETİ

SAYI #4 / 131


Oldukça modern formalar tasarlayan Puma, Çek Cumhuriyeti için güzel bir forma ortaya çıkarmış. Daha önceki formalarında kullanılan mavi detay bu formada bulunmasa da, kırmızının tonları iyi şekilde değerlendirilmiş. Formanın önünde ki grafik detay formanın modern detaylarından. Arma ise göğüs ortasında kullanımı ise ayrı bir tasarım olarak dikkat çekiyor.

Çek Cumhuriyetinin deplasman forması ise oldukça sade olarak tasarlanmış. Ana beyaz renk formada kalın lacivert kol bantları eşlik ediyor.

132 / HAZİRAN2016


TÜRKİYE

SAYI #4 / 133


134 / HAZÄ°RAN2016


Gururumuz Milli Takım, bu turnuvaya oldukça farklı bir forma tasarımıyla çıkacak. Klasikleşmiş kırmızı üzerine göğüste beyaz bant yerine tercih edilen yeni dizayn başta sporseverler tarafından kolayca kabullenilmedi. Kırmızı ana renk üzerine Türk mimarisindeki mozaik desenlerinden etkilenerek eklenen siyah desen, formanın etek kısmına indikçe siyah renge bürünmesi ayrıca Türkiye’nin savaşçı kimliğini yansıtan bir zırhı da andırmakta.

Deplasman forması iç saha formanın kontrastı olarak tasarlanmış ve ana renk olarak Turkuaz ve beyaz tercih edilmiş. Yaka ve yanlarda kırmızı detaylar ise dikkat çekici.

SAYI #4 / 135


HIRVATİSTAN

136 / HAZİRAN2016


Hırvatistan Euro 2016 forması karşımıza geleneksel damalı dizaynın modern yorumu olarak karşımıza çıkmakta. Damalı dizaynın dalgalı kullanımı bir bayrağı andırmakta.

Deplasman forması ise aynı dizaynın lacivert ve mavi tonlarda kullanımı olarak tasarlanmış. Her iki formada turnuvanın dikkat çekici formalarından biri olacağı kesin.

SAYI #4 / 137


BELÇİKA Belçika deplasman forması, turnuvanın akılda kalıcı formalarından birisi. Oldukça başarılı bir tasarıma sahip olan formada, Belçika’nın ünlü bisiklet formaları örnek alınmış. Açık mavi gövde üzerine göğüs bölgesinde Belçika bayrağı renkleri kullanılmış.

138 / HAZİRAN2016

Adidas tarafından oldukça basit ve sade olarak tasarlanan Belçika forması, bayrağındaki 3 renginde kullanımı ile zenginleştirilmiş. Kırmızı ana renk ile göğüs üstü armaların bulunduğu bölge ve kollarda siyah tercih edilirken, Adidas’ın ünlü 3 çizgisi ise sarı renk kullanılmış.


SAYI #4 / 139


İTALYA 140 / HAZİRAN2016


Sahanın yıldızı olduğu kadar formalarında hası olan Gök Mavililer, yine akılda kalıcı bir forma ile karşımızda. Oldukça sade ve şık bir tasarıma sahip olan İtalya’nın forması ince mavi tonlardaki çizgilere ile süslenmiş. Kalın bisiklet yaka formada altın rengi detaylar ise dikkat çekici.

İtalya deplasman formasında, Puma tarafından oldukça şık bir tasarım uygulanmış. Beyaz ana gövdede formanın tam ortasında ince hat boyunca İtalya bayrağı renkleri kullanılmış. Bu detayın ortasında ise takım arması bulunmakta. Omuz ve yakada mavi renk hakimken, V yaka ve polo yaka karışımı şık yaka tasarımında dikiş izi şeklinde altın detaylar mevcut.

SAYI #4 / 141


İRLANDA

İrlanda’nın deplasman forması sadelik ve modern esintiler taşımakta. Beyaz gövdeden oluşan formanın kollarında yatay yeşil çizgiler, formanın yan kısımlarında da devam etmekte.

142 / HAZİRAN2016

Umbro’nun turnuvadaki tek temsilcisi İrlanda, klasik bir forma ile karşımızda. Yeşil renkten oluşan ana gövdede yeşil bir diğer tonundan çaprak kalın bantlar bulunmakta. Beyaz yakadaki turuncu çizgi ve forma kenarlarındaki beyaz bölgede kullanılan turuncu çizgiler hoş detaylar sunmakta.


İSVEÇ

SAYI #4 / 143


Adidas’ın turnuva için hazırladığı sade formalardan biri daha İsveç forması olarak karşımızda. Klasik Sarı-Mavi renklerin sade ve şık kombinasyonu oldukça başarılı bir forma ortaya çıkarmış. Formanın ön kısmında bantlar şeklinde sarının tonları kullanmış, diğer renk mavi ise yaka, kol ve Adidas’ın 3 çizgisinde tercih edilmiş.

144 / HAZİRAN2016

Turnuvanın gündelik giyime en uygun forması diyebileceğimiz bir tasarıma sahip İsveç deplasman forması. Koyu lacivert ana renge sahip olan deplasman formasının göğüs kısmında grinin 3 tonundan oluşan bloklar kullanılmış. Formada kullanılan kumaş ve renkler koton hissi vermekte, gündelik kullanıma uygun bir forma haline getirmekte.


PORTEKÄ°Z

SAYI #4 / 145


Deplasman forması içsahanın kontrastı halinde tasarlanmış ana renk olarak açık turkuaz ve kollarda koyu turkuaz tercih edilmiş ve ortaya göz alıcı bir deplasman forması ortaya çıkmış.

146 / HAZİRAN2016

İngiltere ve Fransa formalarının tasarımına sahip olan Portekiz iç saha forması sade ve sportif bir görünüme sahip. Açık kırmızı ana renkle beraber kollarda daha koyu bir ton kullanılmış.


İZLANDA

İtalyan forma üreticisi Errea’nın turnuvadaki tek forması İzlanda tarafından giyilecek. İzlanda bayrağı renklerini taşıyan formalarda iç saha ve dış saha kontrast olarak tasarlanmış. Bir önceki tasarımında lacivert formada kırmızı ve beyazı göğüste yatak olarak kullanan Errea, bu turnuvada kırmızı ve beyazı formanın sol bölümünde dikey olarak kullanması ve arma bölgesinde ki geçiş formaya ekstra hoşluk katmış durumda.

SAYI #4 / 147


148 / HAZÄ°RAN2016


Bu turnuva için hazırladığı formalarda omuzdan kola inen kalın bir bant kullanan Puma, aynı tasarımı Avusturya formalarına da eklemiş. İç saha forması daha modern çizgilere sahipken, deplasman forması ise son derece klasik, sade ve şık olmuş. İç saha formasında gövdedeki kırmızı kademe kademe açılırken bir yandan da çaprak çizgi detaylar kullanılmış. Deplasman forması Slovakya formalarını andıran Avusturya, oldukça sade ve şık bir tasarıma sahip. Klasik V yaka ayrı bir şıklık katmış.

SAYI #4 / 149


MACARİSTAN 150 / HAZİRAN2016


Macaristan bu turnuvada, Adidas ile birlikte düzenledikleri oylama sonucunda taraftarların seçtiği formalar ile mücadele edecek. Forma tasarımları aslında biraz eski, Adidas’ın Mi Morona tasarımına sahip. 2014 senesindeki formalar ile hemen hemen aynı tasarıma sahip formada koldaki beyaz detay bu sefer yeşil olarak kullanılmış.

Deplasman forması içsaha sadeliğinde ve kontrastında.

SAYI #4 / 151


I L G A Z Ç I N A R

152 / HAZİRAN2016

FRANSA RÖPORTAJ:


C Ü N E Y T

YOLLARI ANIL GÜLER

K A Ş E L E R

SAYI #4 / 153


Anıl Güler: Euro 2016’da favori takımlarınız hangileri? Cüneyt Kaşeler: Tüm turnuvalarda İngiltere’yi destekliyorum. Bizim milli takımdan nefret ediyorum. Niye tutayım ki Türk milli takımını? Bir tane sebep yok tutmak için. Ilgaz Çınar: Normalde kazanan olarak bakacaksak, Fransa diyorum ben. Benim ilk adayım normal şartlar altında Fransa’dır. Ben de Hırvatistan’ı destekliyorum. Futbolcularını seviyorum. Futbolcu pazarlamaları, doğal futbolcu yeteneklerinin merkezi olması denilebilir. Eski Yugoslavya bölgesi olarak bakarsak, Sırbistan olsa Sırbistan’ı desteklerim. İngiltere ve Hırvatistan yani bizim desteklediğimiz takımlar. CK: Favori olarak; Almanya’yı görüyorum. İngiltere, Fenerbahçe gibi geliyor bana. Dünya’nın en büyük takımı zannediyorlar da öyle bir şey yok yani. AG: Aslında ‘loser’ yani. CK: Tabii canım, en büyük kaybeden yani. Ama bu sene güzel olacak gibi İngiltere. Beklentimiz biraz yüksek. AG: Her sene öyle değil mi abi? CK: 2000’lerden beri öyle. Dönüşümlerini tamamladılar. İyi çocuklar geliyor. Beğenmediğimiz Milner orta sahada bayağı bir iş yapacak gibi oldu. IÇ: O insanların beğenmediği Milner ama. Liverpool’a bakarsan eğer Milner bayrak adam oldu. Villareal eşleşmesinde özellikle harika bir performans ortaya koydu. CK: Sen bize bakma, biz radyoculuktan ötürü lafı başka yerlere götürebiliyoruz. Türk milli takımına param yetmiyor oğlum benim. 154 / HAZİRAN2016

Forma alacak paramız yok. Forma 139 lira ya!

AG:Diğer takımlar ayarlamışlardır herhalde?

IÇ: 119 liraya çocuk forması satıyorlar. Sen şimdi Fransa’ya gidiyorsun. Paran var diyelim. Bir şekilde denkleştirirsin. Diyorsun ki oraya giderken milli takım forması alayım, Türk gibi dolaşayım-ki kötü bir şey aslında bu. Sopa da yiyebilirsin. 139 liraya forma alıyorsun, bir de çocuğunla gidiyorsun. Sadece forma parası olarak bak, 139+119 lira forma parası veriyorsun. Bizim Fırat Demirtaş, Fransa’da yaşıyor. Burada store ya da şu âna kadar hazırlığımız da yok diyor. Burada yaşayan insanlar forma alamıyor.

CK: İngiltere zaten 3 sene önceden kurmuştur oranın düzenini. Abi adamların hazırlık yapmasına gerek yok. Çünkü zaten onlar kültürleriyle, formalarıyla oraya geliyorlar. Şimdi mesela ben Hırvatistanlıyım. Davor Suker’den kalan damalı formalarla gelecekler yani. IÇ: Hatta bak şunu da açalım. İngiltere zaten formayı İngiltere’de satıyor. Ama senin en çok hepimizin bildiği gibi nedir? Fransa, Almanya, Hollanda ve Belçika’da bir sürü gurbetçi var. Asıl onlar gidecek maçlara. Buradan çok fazla kişi gitmeyecek. Senin onlara satman lazım. Satış ağının orada kuvvetli olması lazım.

IÇ: Şu âna kadar satıyor olman lazım senin orada.

CK: 600 bin kişinin olduğu Nantes


kamazdı. Üçüncülük çok büyük avantaj oldu Türkiye için. AG: 2008’te de Hırvatistan ve Çek Cumh. İle karşılaşmıştık. Ama o dönemden bu yana onlar nasıl futbolcular çıkardı, biz nasıl futbolcular çıkardık?

bölgesinde, 60 bin gurbetçi yaşıyor. Ve bizim onlara bir hazırlığımız yok. Kendimizi pazarlayamama gibi bir sorunumuz var bizim. Yaptığımız formalar da açıkçası çok da iyi formalar değil. IÇ: Bir de TFF neden forma sponsoru alıyor ki? Paraya mı ihtiyacı var yani? Niçin nike yapıyor tasarımı? CK: Tabii canım, bir Türk tekstil firması ile bunun reklamını yap. IÇ: Orada Nike yazmasın, Adidas yazmasın önemli değil ki. Sen ucuza sat bunu. Türkiye’de üretilmiş, isimsiz bir şey olsun. Bu senin değerini düşürmez ki. Senin değerini piyasada Nike, Adidas belirlemiyor.

CK: Daha da ötesi bir Türk markasını tanıt dünyaya. Daha ağır bir şey söyleyeyim. Fenerbahçe, Berlin’e gitti. Orada herhangi bir satış mağazası yoktu. Bizim arkadaşlar anlattı; İspanyollar, İngilizler filan soruyormuş bu formaları nerede bulurum diye. Onun için giden insanlar var, ama forma yok. Sonra da açıkladılar, orada bir tane dükkân varmış da, falan filan. AG: Oraya stand kurmak varken… IÇ: Stand kuracaksın tabii. Ama onu da bir gün önceden izin almaya çalışırsan vermezler.

IÇ: Türkiye aslında bu şampiyonada yarı finale, finale kadar gidebilir. O kadar enteresan bir futbol yapımız var ki. Savunmada birçok seçenek olmadığı söyleniyor ama aslında birçok seçenek var. Kimi çağırdığına bağlı olarak orta saha, o kadar belirleyici ki. Yani biz orta sahamız ile birçok maçı kazanabiliriz. Biz 3-6-1 bile oynayabiliriz. Öyle bir orta saha varyasyonuna sahibiz. Dolayısıyla Türkiye, İspanya maçı dışında Hırvatistan ve Çek Cumh. maçlarına istinaden ikinciliğe de çok rahat oynayabilir. Bu grubun bu kadar kuvvetli olmasının avantajı Çek Cumh, Hırvatistan veya İspanya’nın herhangi birinden puan alabilir. Senin hedefin Çek Cumh. Olmalı. Çek Cumh. Yeneceksin, 3.lüğü cebine koyacaksın,-yani bence hedef o-İspanya ya da Hırvatistan’ın herhangi birinden puan alırsan; o seni ikinciliğe taşır. Ama bu gruptan İspanya 1.çıkar büyük bir ihtimalle; Hırvatistan ikinci çıkar, ya biz ya Çek Cumh. Kalıyor geriye. Bir Fatih Terim faktörü var. Biz, Çek Cumh. yeniliriz, İspanya ile berabere kalırız, Hırvatistan’ı yeneriz. Hırvatistan dışarıda kalır yani. CK: Bizim en büyük avantajımız, altyapı eğitimini Avrupa’da alan oyuncularımız. Olcay Şahan, Yunus Mallı,Hakan… Bir de Mehmet Topal’ın stoper oynama fikrine alışalım bence.

AG: Bizim gruptan başlayalım mı değerlendirmeye?

IÇ: Ki Fatih Terim bunu deniyor.

CK: Eğer üçüncülük yeniliği yapılmasaydı, Türkiye gruptan çı-

CK: Ilgaz senin dediğin Prandelli’nin 3-6-1 taktiğiyle oynayabilir SAYI #4 / 155


Türkiye. İspanya’yı durdurmak için uyguladığı taktikti. Topal’ı stopere çektiğin zaman, onun önüne Ozan ve Selçuk’u koyduğun zaman orada öyle bir üçlü yakalıyorsun ki, hem oyun kuran hem de rakibi bozan adamlar. Onların önüne de istediğin 3 kişiyi koy. Mehmet Topal ile kim oynayacak, yanında oynayacak kişiyi belirlememiz lazım. Araştırdım, Egemen İsviçre’de 22 maça çıkmış. Ben Egemen’i gelip kulübede dursun diye çağırırdım. 1 maç bile oynasa… Çünkü Egemen Türkiye’nin en iyi sol stoperi. Son 10 senenin gelmiş geçmiş en büyük Türk stoperi. Büyük bir karakter. AG: Arda’ya değinelim biraz da. Son dönemde yaşadığı olaylar var. İnstagramdaki olayları, yılın en kötü on birine seçilmesi…

Türkiye’nin en iyi 11’inden iyidir abi.

IÇ: Ben bunlara takılmıyorum. Barcelona, özelinde yeni transferlere bir süre tanıyor. Geçen sene Luis Suarez de hemen uyum sağlayamadı. Ondan önceki sene Neymar’a bakın. Birden bire koymuyorlar kadroya. Adaptasyon süresi tanıyorlar oyunculara. İlk transfer olduğu gün değil o da. Topa ilk vurduğu ve ilk on bire girdiği gün olarak düşünelim bu süreyi. Bence Arda da gayet iyi oynadı değil mi? Önemli bir dönüşüm geçiriyor Arda. Bence Arda’da hiçbir sorun yok.

CK: Bence artı bir motivasyon sağlayacaktır. Ayrıca İspanya ile bir maç olacak ve kendini göstermek isteyecek Arda. Bu eşikleri geçmeyi de iyi bilen bir isim.

CK: Arda’yı en kötü 11’e seçen de goal.com galiba. Orada kriterler nedir? Neye Göre değerlendirmişler Arda’yı? 34 maçın 32 sinde ilk on bir başlar; skor ve asist olarak bir şey veremez; dersin bu transfer tutmadı. Ama zaten bir cezası var değil mi? Arda, Ocak ayından itibaren oynamaya hak kazandı. Almış olduğu süreye göre Arda’yı en kötü 11 gibi bir değerlendirmenin içinde tutamazsın. Kötü bir değerlendirme olmuş o.

IÇ: Lazio istemiş galiba?

IÇ: İspanya’nın en kötü on biri, 156 / HAZİRAN2016

CK: En kötü 11’i İspanya’daki futbolcular seçer, o zaman dersin ki, ‘evet, bu doğru bir değerlendirmedir’. IÇ: Arda’nın düştüğüne biz ‘isim tuzağı’ diyoruz. Başka futbolcu yetiştiremediğimiz için hep Arda üzerinden konuşuyoruz.

Onlar da kendi takımlarında. Hakan Çalh. birisi alacaksa zaten Leverkusen dolayısıyla alır. CK: Bir tek gönderebiliriz dediğimiz Oğuzhan Özyakup var. IÇ: Salih Uçan belki, milli takıma girseydi onu konuşabilirdik. CK: Ozan Tufan konuşuluyordu. Onu da sanmıyorum.

CK: Arda gayet iyi yani ve 6 ay boyunca maç yapmamış bir oyuncunun o şekilde değerlendirilmesi gayet normal. Beklentileri karşılayamaması da…

AG: O kalır artık FB’de. Yeni geldi zaten.

AG: Ayrı bir motivasyon da sağlayabilir bence.

IÇ: Ozan ve Alper Potuk oynarsa-ben Alper’in çok önemli bir futbolcu olduğuna inanıyorum-dikine oynayan ve rakibi yıpratan özelliklerimiz de olacaktır.

AG: Bizim milli takım oyuncularının hemen hepsi transfer gündeminde yer alıyor. BJK’lilerin hepsinin adı geçiyor deyim yerindeyse. Bu turnuva da ayrı bir platform transfer için. Sürpriz bir transfer beklentiniz var mıdır milli takımdan? Mesela, Oğuzhan’ın Arsenal’a geri dönmesi?

AG: Bizi daha öne taşıyacak, parlama potansiyeli olan bir isim sorsam? Lider bir oyuncu olacak… IÇ: Ben, Volkan Babacan olabilir diyorum. Onun dışında Gökhan Gönül artık otuzlu yaşlarında. Savunmada zaten bizim üst düzey diyebileceğimiz bir oyuncumuz yok. Ömer Dortmund ile görüşüyor, Çağlar Freiburg’a gitti. Cenk BJK’da, bir yere gideceğini düşünmüyorum. Zaten Almancılar var.

CK: Pereira sağ olsun oynatmadığı için.

X: De şimdi bu konu Fatih Terim’in nasıl bir kurgu ile sahaya çıkacağıyla da ilgili. Leverkusen 4-4-2 ile oynadı daha çok. Çalhanoğlu’nu sol iç olarak da kullandılar. Biz nasıl oynatacağız oyuncularımızı, onu bilmiyoruz. Olcay BJK’da oynadığı gibi oynayacak mı, ilk on birde mi başlayacak? Çalhanoğlu, şablonun neresinde yer alacak? Arda Turan üstüne mi oyun kuracağız, yoksa Arda’nın arkasındaki taşlar üzerinden mi bir kurgu düşünüyoruz; bunları sahaya çıktığımız zaman göreceğiz. AG: Mesela grup aşamaları bize bir tüyo vermedi mi bu açıdan? CK: Dediğim gibi, Fatih Terim belki de ilk defa ‘coşkulu oynayacağız, önde basacağız’ gibi ifadeleri geride bırakarak daha bir set oyunu üstünde durabilir. Simeone’nin Ath. Madrid’de uyguladığı bir taktikle de sahaya çıkabilir. İşte bahsettiğimiz orta saha oyuncuları böyle bir taktiği oynayabilecek mi?


Bu seviyedeler. O eğitimi biliyorlar. Alan mesafesi nasıl korunur, blok olarak nasıl hareket edilir… Ön grubumuz bunu çok iyi biliyor. İşte M.Topal ile beraber burada Gönül ve Caner E.’e büyük görev düşüyor. Yani bizim geri beşlimiz, ileri altılımıza ayak uydurabilirse çok sorun yaşamayız. Sağlayamazlarsa da yanarız. AG: Biraz da farklı bir konuya değinelim. Büyük turnuvalarda aslında biraz sahte bir coşku ortamı yaratılıyor. Ülkemizin geçtiği ‘kaotik’ ortamda bu sahte coşku ne kadar devam edebilir bütünleşme açısından? IÇ: Türkiye’nin başarılı olduğu dönemlerde hep böyle bir terör sorunu vardır. Ben mesela hatırlıyorum. Hakan Şükür, Bülent Uygun milli takımda oynarken hep Mehmetçik selamı veriyordu ya; Türkiye, bundan besleniyor. Bu konunun böyle ilginç bir yanı var. O yüzden Türkiye ne kadar kötü durumdaysa, futbolda o kadar büyük başarılar kazanıyor ilginç bir şekilde. Milli takım her zaman bir bayrak hâline geliyor. CK: 2002 yılında GS’nin getirdiği bir etki vardı. 2008’de aslında takımın oyuncuları belirli bir kulübün ağırlığında değildi. IÇ: Mehmet Ayan’ın söylediği bir şey var. 2009’da BJK’nin şampiyonluğunda 2008’deki Avp. Şampiyonasındaki başarının etkisi vardır. CK: Ama Milli takım BJK’ya etki etmişti o dönemde. IÇ: Hayır, o kadar çok FB’li ve GS’li futbolcu sakatlandı, toparlanamadılar ve kadroda BJK’lı az olduğundan kurtardılar gibilerinden bir teori var. CK: Evet. Ama biz şimdi milli ta-

kımımız için bayrak olarak hangi kulübü alabiliriz dersen, her takımdan alabiliriz. BJK’dan Oğuzhan, Olcay ve Cenk diyoruz. Onun dışında doğrudan orayı zorlayacak adam var mı? Belki İsmail’den bahsedebiliriz. İsmail, Caner’i zorlar mı? Zorlayamaz. Birazcık daha BJK, FB üstüne Avrupa karması olacak bizim takımımız. Avrupa’da oynayan oyuncularımız nasıl bir performans gösterecekse, biz ona göre şekillendireceğiz kendimizi. AG: Son zamanlarda kulüpçülüğün Milli Takım’a da sirayet ettiğini görüyoruz. Mesela Volkan Demirel olayı… Daha uluslararası bir kadroya sahibiz. Bu kulüpçülüğü yıkar mı milli takımdaki? IÇ: Kırılır. Ama şu da olacaktır; Topal ya da S.İnan bir hata yaparsa “GS’de de böyleydi, FB’liler milli takımı bozuyor!” gibi sesler duyulacaktır. Biraz daha geçmiş döneme ait hatıralar bunlar. Ben böyle bir mesele yaşayacağımızı düşünmüyorum çünkü çok fazla antipatik oyuncumuz yok takımda. Ben bu anlamda çok ‘hijyenik’ bir turnuva geçireceğimizi düşünüyorum. CK: Tabii canım, baskın bir karakter yok. Ama ben kulüp taraftarı olsam hiçbir oyuncumun milli takımda oynamasını istemem. Faydasız bir şey sonuçta… Sakatlanıp geliyorlar, sezon başı kampını kaçırıyorlar. Bu arada Volkan Şen de var takımda. Ama onun bir ameliyat olma olasılığı da var. AG: Bu işin bir de psikolojik bir etkisi var. Yani BJK çerçevesinde; şampiyon olmuşsun bir anda hemen milli takım, toparlanma ve aynı sürecin karşına çıkması… CK: FB-CSKA ile oynadı ya(basketbol) kaybetti travmatik bir şekilde. Ben bile uyuyamadım gece 2’ye kadar.

AG: Yayıncılık açısından bakacak olursak, Türkiye bir turnuvaya katıldığında genel olarak konuşulanlar, yazılanlar, çizilenler Türkiye üzerinden oluyor. Mesela Dünya Kupası, keyif vericiydi. Çünkü kupada yoktuk ve diğer takımları konuşmak zorundaydık. Şimdi yüzde seksen sadece Türkiye ağırlığı olacak. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? CK: Bu normal bir şey. Dünya üzerinde de böyledir, kendi milli takımını daha fazla konuşursun. Daha bugün programda da konuştuk. Bu ülkede maçları izleyen kaç kişi var ki? Gerçekten o milli takımlar hakkında bilgisi olan kaç kişi var? O TV’de görülen adamlar izlemedikleri maçlar hakkında konuşuyorlar. En büyük sığırlık da bunun üstünden dönüyor. Ben mesela bbc’yi zenmate uygulama üstünden izliyorum ve onların maç değerlendirmeleri o kadar keyifli ki… Futbolu sevdiriyor sana, seni futbola yönlendiriyor. Türkiye’de senin de belirttiğin gibi milli takımı ‘geyiği’ üzerinden dönecek mevzular. Oraya koyabileceği yetişmiş eleman da yok ki. Oraya vatan millet Sakarya, 3 tane adam çıkarırlar. Senin benim için çok sıkıcı ama artık dünya küçüldü ya, internetten biz de BBC izleyeceğiz. BBC açıkladı ya, Thierry Henry filan olacak. IÇ: Türkiye’de yayıncılık kısmı biraz daha iddia bültenine dönmüş durumda. Yayıncı kuruluşun cumartesi pazar sabahı verdiği ‘maç sabahı’ diye bir program var, 1 saatlik kupon paylaşımına dönmüş durumda. Türkiye’de futbol izleyen insanlar da evlerinde Avrupa Kupası maçı izlerken bile, sadece maçı izlemiyorlar. Telefondan indirdikleri uygulamalarla diğer maçın sonuçları ne oldu diye bakıyorlar. Daha çok kuponun sonucu, ilk golü kim atar, ilk kartı kim görür… SAYI #4 / 157


Biz daha çok iddia gibi yaklaşıyoruz futbola. En büyük sorunumuz bu. CK: Aynı dakikalarda bir TSL maçına bir de Premier Lig maçına bak, görüntü kalitesi bile o kadar farklı ki… IÇ: Bizim bu turnuvadaki en büyük şansımız, süper ligi yıllardır yayınlayan kanal maçlarımızı yayınlayacak. En azından maç önü panaromik stüdyoda maç yorumlayan insanlar orada olacak. Maçı yayınlayan kuruluşla çok fazla sorun yaşamayız. Yayıncılık anlamında yaşayacağımız sorunları diğer spor programlarında göreceğiz. ROK’ların, Ahmet Çakarların olduğu bir dünya ile karşı karşıya kalacağız. İşte o zaman ne yapacağız? CK: Yayıncılık açısından şunu söyleyeyim. Reklam pastası büyüyecek. Radyoda program yapıyoruz, biz de çok fazla reklam almaya başladık. Ekonomik olarak özellikle spor programlarını dolduracak. Yayıncılığa katkısı en fazla bu olabilir. Bizim cebimize giren herhangi bir şey yine olmayacak.(gülerek) IÇ: Ben Lig TV’nin yerinde olsam, yorumcu kadrosunu genişletirim. Erman Yaşarları da alırım. CK: TİVİBU’da İlker Dural anlatıyor. İlker’ler ve Ozan Can Sülüm’lerin anlattığı maçlar var. O kadrolara da aslında yer verilmesi lazım. Mesela İspanya maçını Ömer Üründül ve Ceyhun Eriş yorumlamasın artık. Erman Yaşar anlatsın, yanında İlker Dural yorumlasın. Öyle bir kadroyu da görelim artık. AG: Onlar sadece maç anlatmakla kalmıyorlar çünkü bilgi de veriyorlar. Kalıplara bağlı kalmıyorlar. 158 / HAZİRAN2016

CK: Championship izliyorum ben mesela. O kadar güzel kelimeler kullanıyorlar ki. “Sunday lunch time is football time.”

ye’nin ilk dört yapacağına inanıyorum.(Gülüşmeler)Enteresan bir kadro yapısına sahip olduğumuzu düşünüyorum.

AG: Heyecan var mı, beklenti var mı peki? Bu yaz turnuva var vs gibi?

CK: Belçika’nın derdinin Avrp. Şampiyonasında şampiyonluk olduğunu düşünmüyorum. Onların asıl vizyonu süreklilik. Süreklilik; çünkü bu sayede Belçika futbol pazarı Avrupa ve Dünya piyasasına hâkim kalabiliyor. Belçikalılar ve Hollandalılar kendi futbol ekonomilerini oyuncu satışı üzerinden döndürüyor. İstese Ajax, elindeki futbolcuları iki sene daha tutup Avrupa’da Cruyff ’un sürdüğü gibi bir hükümranlık sürer miydi? Sürerdi. Niçin sürmüyorlar ya da futbol dünya piyasasına nasıl yayılıyorlar ona bakmak lazım. Şimdi Van Gaal’in Memphis’e bu kadar para vermesinde sadece Memphis’in çok iyi bir oyuncu olduğu gerekçesi mi var? Çünkü Hollandalı futbolcuya Premier ligde tecrübe kazandırıyor. Belçikalı oyuncuların büyük bir çoğunluğu da Premier Ligde forma giyiyor. Ligdeki oynama biçimleri milli takıma da yansıyacaktır. İsteseler dünyaca ünlü bir teknik adam da getirirler ancak Belçikalılar Mark Wilmots ile çalışmayı yeğliyorlar. Umurlarında değil Avp. Şamp.’Ları. Fellaini, Origi, Benteke’ler çıkarmak amaçları. Ayrıca A grubundan İsviçre mesela. Futbol adına sürpriz beklediğim takımlardan birisi.

CK: Elbette heyecan var. TSL o kadar kısır bir döngü ki… Hakkında konuşmaktan o kadar sıkılıyorsun ki. Avp. Futbol Şamp. Dediğin zaman futbol izleyebileceğin o kadar çok maç var ki? Oturup seyredebileceğin rahat rahat, seni tatmin edecek maçlar var. Farklı varyasyonlar göreceksin, o kadar keyifli ki. Tabii ki heyecan var ama futbol adına heyecan var. Diyorum ya dün akşam Brighton maçı vardı Sheffield Wed. İle, onu seyrettiğinde de çok keyifli oluyorsun. Sayısal lotodan para çıksa, hiç süper lig konuşmayacağımız bir program yapmak istiyoruz. Avp. Şamp. Vaha gibi, sizin için de öyle değil mi? IÇ: Parayı bulursak zaten internet üzerinden kendi radyo yayınımızı yapacağız zaten. Filtresiz yayın yapacağız. CK: 11 ayın sultanı ya. AG: Başka bir Danimarka Euro 92 örneği bekliyor musunuz? Mesela Galler, İzlanda, K. İrlanda, Belçika gibi ülkeler var. İlle de şampiyonluk ekseninden bakmıyorum. CK: Ben Galler bir şeyler yapabilir diye düşünüyorum. Enteresan bir takım çünkü. Kadroları olsun, Coleman olsun… IÇ: Giggs’in yaşayamadığını Bale yaşayacak mesela. Bale’ sormuşlar hatta İngiltere milli takımında oynamadığın için mutsuz musun diye, böyle bir soruyu duymak bile istemiyorum demiş. İlle ki bir sürpriz takım çıkar. Ben Türki-

IÇ: Ben de Avusturya’dan sürpriz bekliyorum. CK: Çek’lere bakıyorsun, Ajax’ın U21’inde oynayıp F.de Boer’un son 7 maçta görev verdiği sağ-sol kanatlarda oynayan Cerny forvetleri var. Epik hikâyeyi aslında takımlardan değil de, hiç beklenmedik oyunculardan alabiliriz. K.İrlanda’dan da bir şeyler bekliyorum. Efsane kalecileri Patt Jennings vardı. Maçlara yeşil ya da mavi ka-


leci kazağıyla çıkardı. Ben mesela K.İrlanda kaleci kazaklarını yeşil ya da mavi bekliyorum. Yeni bir Jennings efsanesi doğacak mı, ona bakacağız. 86’dan beri yok mesela K.İrlanda, bu yüzden çok önemli. Lafferty var mesela. 7 gol 1 asistle geldi turnuvaya. IÇ: Bir de İrlanda Cumh. çalıştırıyordu herhalde Martin O’Neill. İrlanda, gruplardan çıkamasa bile çok zorlayıcı bir takım olabilir. Herkesi şaşırtacak bir performans sergileyebilir.

yacaklar. Müller’in Almanya’daki pozisyonunu yazamıyoruz mesela. Artık orta saha futbolu konuşuluyor. Fransa ve İspanya’nın orta sahalarını konuşuyoruz. Forvet özelinde konuşmuyoruz artık ve orta sahaları artık savunmaya da koyuyorlar. Barcelona’da Pique dışında tam stoper diyebileceğimiz savunmacı da yok. Bekler de hücumcu. Sadece orta sahalardan oluşan kurgular… Amerikan futboluna benzetiyorum. Tek çizgi üzerinde oynanan bir spora dönüştü futbol.

AG: O zaman son bir soru sorayım. 2014 D.Kupası’nda genellikle G.Amerika takımları trend olarak 3-5-2’yi kullanmıştı. Acaba daha da yaygın kullanılır mı diye beklerken, 4-4-2 ve 4-2-3-1 taktiği kullanan takımlar çıktı karşımıza. Devamı olmadı ama turnuva özelinde çok parladı. Bu turnuvada da öne çıkacak bir taktik trend bekliyor musunuz? CK: Daha çok Diego Simeone futbolu damga vurabilir. Herkes Barcelona gibi oynamak isteyebilir, ama seni başarıya götürecek kurgu; en doğru kurgudur. Çok fazla alan bırakmayan, o ikili dörtlü savunmanın, Yunanistan’ın 2004’te Rehagel ile uyguladığı taktiğin Galler’den tut, Kuzey ve Serbest İrlanda takımlarına, hatta İsviçre takımına kadar oynanacağı öngörülebilir. İsviçre özellikle bunu uygulayabilir, çünkü Bundesliga’daki İsviçreliler bu taktiği sıklıkla uyguluyorlar. Bu turnuvada belki de çok akışkan bir futbol izleyemeyeceğiz. Ama futbolun saha içindeki analitiğini görmek isteyenlerin çok keyifli bir turnuva geçireceğini düşünüyorum. IÇ: Ben de şuna inanıyorum; tek santrafor var ya-aslında yok-saysanız akla gelmiyor. Mario Gomez var Almanya’da. Ya 4-4-2’ye dönecek takımlar, ya da 4-6-0 oynaSAYI #4 / 159


KİMİ BAŞROL

160 / HAZİRAN2016


KİMİ KARAKTER

24 TAKIM 24 FUTBOLCU 24 HİKAYE

SAYI #4 / 161


H Y S A J 162 / HAZÄ°RAN2016


SARRI’NİN ADAMI EMİR RIZA LEKİ

Geçtiğimiz sezonu Rafa Benitez yönetiminde sezonu beşinci sırada, hayal kırıklığıyla noktalayan Napoli sezon bittikten sonra İspanyol teknik adamın takımdan ayrılmasıyla Empoli’nin başında başarılı bir sezon geçiren Maurizo Sarri ile anlaşmıştı. Bu sezon ise Napoli’ye başarılı bir futbol oynatan herkesin takdirini kazanan İtalyan hoca eski takımından Elseid Hysaj’ı da kendisiyle birlikte İtalya’nın güneyine götürmüştü. Hysaj Empoli’de başlayan kariyerinin neredeyse her sezonunda Sarri yönetiminde oynadı, onun kanatları altında yükseldi ve bugün Napoli gibi bir devin ilk on birinde sağ bek oynayacak kadar da iyi bir futbolcu oldu. Elseid Hysaj’ın hayatı çocukluk yaşlarında şu an olduğu kadar toz pembe değildi. 2 Şubat 1994 tarihinde Arnavutluk’ta doğan genç oyuncunun babası daha Elseid iki aylıkken birçok Arnavut gibi doksanlı yılların başında İtalya’ya, çalışıp ailesine bakmak için göç etmişti. Babası İtalya’da çalışırken Elseid Hysaj Arnavutluk’un İşkodra şehrinde annesi, dedesi ve anneannesiyle yaşıyordu. Zor bir çocukluk geçiren Arnavut oyuncu bu şartlar altında KF Vllaznia’nın altyapısına girmişti.

diğinde Elseid’i İtalya’ya getirirler. Çizme’de aralarında Fiorentina’nın da olduğu birçok kulüpte deneme antrenmanlarına katılan genç futbolcu sonunda Empoli’nin altyapısına dahil olur.

Sarri’nin ısrarlarıyla Hysaj’ı kadrosuna katan Napoli, Arnavut oyuncu için beş milyon avro bonservis bedeli ödeyip Elseid Hysaj’ı Lorik Cana’dan sonra en pahalı Arnavut oyuncu yapmışlardı.

Elseid Hysaj ilk profesyonel maçına Empoli formasıyla 2011-12 sezonunda İtalya Kupası’nda çıkmasına rağmen takımın ilk 11 oyuncusu olmak için Maurizio Sarri’nin Mavi-Beyazlı ekibe katılmasını bekler. Sarri’nin başlarına geçmesiyle birlikte büyük bir çıkış yakalayan Empoli takımı sezonu dördüncü sırada bitirirken play-off ’ta elenir. Elseid Hysaj ise yirmi yaşında olmasına rağmen yaptığı altı asistle Empoli’nin yükselişine önemli bir katkı yapar. Bir sonraki sezon doğrudan Serie A’ya yükselen takımda Sarri ve Elseid Hysaj’ın ismi parlamaya devam edecektir. Serie A’daki ilk sezonunda kümede kalmayı başaran Empoli cephesinin yıldız isimlerinden olan teknik direktör Sarri ve Elseid Hysaj ise bütün İtalya’nın dikkatini çekmeyi başarmıştı. Önce Sarri’yi daha sonra da

Güney İtalya ekibine de hızlı bir giriş yapan Elseid Hysaj, geçtiğimiz sezon takımın ligi ikinci sırada bitirmesinde önemli bir pay sahibi oldu. Zuniga ve Maggio gibi önemli oyuncuların önüne geçen Hysaj, Gianluca Di Marzio tarafından Serie A’nın en iyi genç 11’ine seçiliyordu. Hysaj hem sağ hem de sol bek oynayarak Napoli için önemli bir joker olurken birçok Avrupa takımının radarına giriyordu. Sarri’nin elinde potansiyelinin zirvesine çıkan Elseid Hysaj yirmi iki yaşında olmasına rağmen Avrupa’nın en önemli sağ beklerinden biri olma yolunda hızla ilerliyor. Genç yaşına rağmen hayatında büyük zorluklar atlatan Elseid Hysaj Arnavutluk milli takımının ilk defa katılacağı Avrupa Şampiyonası’nda ülkesinin en büyük umutlarından biri olacak.

Bir gün Elseid’in babası, menajer Marco Piccioli’nin evinde çalışırken çocuğunun Arnavutluk’da futbol oynadığından ve çok yetenekli olduğundan bahseder. Ancak Elseid o zaman on yaşında olduğu için Piccioli biraz daha beklemelerini önerir ve on dört yaşına gelSAYI #4 / 163


G R I E Z M A N N

164 / HAZÄ°RAN2016


SEÇİLMİŞ KİŞİ EGE KİMYONŞEN

O akşam, yani 5 Şubat 2014 akşamı, Nou Camp’ta herkesin gözleri bordo lacivertli takıma çevrilmişken, benim farklı bir yöne odaklanmam da ilk etapta olanaksızdı. Kral Kupası yarı final ilk maçıydı, Barcelonalı devlerin kupa finalini Real Sociedad’a bırakmaları mümkün değildi. Maçın başlangıcıyla birlikte Barcelona oyuna ağırlığını her zaman olduğu gibi tamamen koymuş, yavaş yavaş boğuyordu Real Sociedadlı oyuncuları. Klasik Barcelona işte. Rakiplerinin hayallerini yavaş yavaş söndürmeyi severler. Golü de ilk yarı bitmeden hemen önce Sergio Busquets ile bulmuşlardı. Her şey tam da istedikleri gibi gidiyordu. Ancak benim gözüm saniyeler ilerledikçe şekillenen futbol resitalinde değil, mavi beyazlıların forvet hattındaki Fransız Antoine Griezmann’daydı. Çocukluğunda Lyon altyapısına fazla çelimsiz olduğu gerekçesiyle alınmayan genç yetenek, daha sonra Real Sociedad tarafından fark edilmişti. San Sebastian şehri ona kucak açtığında henüz 14 yaşındaydı; evinden uzakta, ergenliğinin başında kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenmek zorunda kalmıştı. Büyüdü

orada, yıllar geçtikçe Bask kültürünü ve yaşam tarzını biraz daha özümsedi. Fransız kimliğini ve çocukluğunda oynadığı futbolu bir kenara bırakmadan İspanyol futboluyla birleştirdi ve ortaya hem enerjik, patlayıcı hem de yüksek top tekniği, geniş saha görüşüyle bezenmiş becerikli bir füzyon çıkardı. Sociedad’ın A takımına yükseldiğinde Segunda Division’da olan kulübün, Primera Division’a yani La Liga’ya çıkmasında önemli pay sahibiydi. Real Sociedad’ı eski günlerine kavuşturma, yeniden ligin üst sıralarında yer edinme ve Şampiyonlar Ligi bileti alma gibi görevler zaman geçtikçe ve Griezmann geliştikçe tamamlanmaya daha da yaklaştı. Sonunda gerçekleştiğinde, Griezmann da takımın ışıldayan parçasıydı. Dikkatimin Griezmann’a kaymasının nedeni ise süregelen çıkışı veya yukarıda anlatılan başarıları değildi. Top Barcelona hakimiyetinden her sıyrılışında ve her ayağına geldiğinde bu genç, takım arkadaşlarının teslim olmuşluğuna başkaldırırcasına; topu hep daha öteye sürmeye, ayağında hep daha uzun süre tutmaya, hep en iyi pas opsiyonunu bulmaya çalışıyordu.

Mutlak mağlubiyetten çıkarılabilecek maksimum kazancı sağlamak gibi garip bir misyon edinmişti kendine. Barcelona ikinci golü bulmuş, tamamen rahatlamıştı. Günün sonunda 2-0 mağlup olan Real Sociedad’a, bir hafta sonra kendi sahalarındaki rövanş maçında Griezmann’ın attığı gol yetmeyecek, Barcelona’yı final yolunda aşmayı başaramayacaklardı. Bu yarı final serisinin, bir görülen, bir de hissedilen olmak üzere iki sonucu vardı. Görülen, artık Real Sociedad’ın Griezmann’a yetmediğiydi. Bir yerden sonra onu kısıtlıyordu La Real; kabuğunu kırmak, okyanuslara açılmak, çok daha yüksek hedefleri olan bir takıma dahil olmak kariyerini ivmelendirebilmesi için alması gereken nihai karardı. Öyle de yaptı ve Atletico Madrid’e transfer oldu. Atleti’nin Torres’ten, Agüero’dan, Forlan’dan, Falcao’dan sonra gözünü kırpmadan forvet hattını emanet edebileceği bir hedef santrafora dönüştü Diego Simeone’nin ellerinde. Kafa vuruşlarını ne kadar geliştirdiğinden bahsetmek, komple bir santrafor rolüne ne kadar çabuk adapte olduğunu anlatmak veya Atletico Madrid’le iki sezonda tüm kupaSAYI #4 / 165


larda çıktığı 106 maçta 57 gol 9 asistlik performansını vurgulamak; bu etkileyici ve sonu kestirilemeyen yükselişinde hala emin adımlarla ilerlediği konusunda bizi ikna etmeye yeterli olabilir. Ama hikayenin ana fikri bu değil. 13 Nisan 2016 akşamı, Atletico Madrid için senenin en kritik maçlarından biri oynanıyordu. Barcelona çeyrek final ilk maçında Atletico Madrid’i Nou Camp’ta 2-1 mağlup etmiş, o gece Atletico Madrid’in mabedinde, Vicente Calderon’da turu atlamayı umut ediyordu. Ve işte, iki sene önceki maçta pek kimsenin dikkatini çekmeyen, bazılarınca hissedilen gerçeklik burada ortaya çıkıyor. Griezmann iki sene önce Nou Camp’ta yaşadığı o mağlubiyeti unutmamıştı. İlk yarıda Saul Niguez’den aldığı asisti şık bir kafa vuruşuyla gole çevirdi. İkinci yarıda, Atletico penaltı kazandığında topun başında yine o vardı. Altın tepsiyle sunulan, Barcelona’yı yıkma fırsatını da harcamadı. Buna isterseniz ideal deyin, isterseniz intikam. Antoine Griezmann Atletico’yu sırtlamış, yarı finale taşıyordu. 27 milli takım maçında 6 gol belki o kadar da çarpıcı değil. Ancak bu turnuva Griezmann’ın belki de bir Henry, bir Trezeguet olabileceği “o” turnuva. Avrupa Şampiyonaları’nın ne getireceğini önceden kestirmek her zaman çok da kolay olmayabilir, ancak Fransa’nın, yeni jenerasyonuna ve bu jenerasyonun “seçilmişlerine” güveni tam. Ve Euro 2016 kendi kahramanlarını yaratacaksa eğer, Griezmann şimdiden pelerinini taktı, uçmaya hazırlanıyor.

166 / HAZİRAN2016


SAYI #4 / 167


S T A N C U 168 / HAZÄ°RAN2016


MEMUR KEDİ CİHAT GEMİCİ

Futbol oyununda forvet takımın vitrinidir. Oyunun sahipleri genelde ilgi çekici, göze hoş gelen, tabelada ismi havalı duran bir vitrin oluşturmak isterler. Bu sebeple vitrine koyulacakların yurtdışından olması daha cazip gelmiştir. Amatör bir takım sahibi dahi eğer tek bir yabancı oyuncu hakkı varsa bunu yabancı bir santrafordan yana kullanır. Bu ecnebi hayranlığı bazen güzel bir Latin isminin akıllarda kalmasından öte gidemezken bazen de akıllardan silinmeyen efsaneler yaratır. Benim size bahsedeceğim isim ise ikisi de değil. Sizlere kendi halinde neredeyse hiç konuşmayan, takım arkadaşlarının sesini dahi duymadığı ama düzenli olarak gol atan ve işinin hakkını veren bir isimden bahsedeceğim: Sorin Bogdan Stancu. Rumen oyuncu, Romanya’nın orta güneyinde başkent Bükreş’e 110 km uzaklıktaki Piteşti’de “babam” dediği efsane futbolcu Hagi’yi izleyerek büyümüştür. Futbolcu olma hikâyesi sorulduğunda, ne bir peri masalından, ne de planlı programlı bir kariyer planlamasından bahseder. Onun için futbolcu olma hikâyesi “diğerlerinden farklı değildir”. Tıpkı akranları gibi evlerinin arkasındaki sahada yemek yemeyi dahi unutarak akşama kadar topun pe-

şinde koşar. Televizyonda Hagi’nin sol ayağının büyüsüne kapılır ve Rumen Milli Takımı formasının hayaliyle uykuya dalar. Futbola doğduğu şehrin takımı Agreş Piteşti’de başlar ve 17 yaşında A takıma yükselir. 19 yaşında ilk önemli transferini yaparak Unirea Urziceni takımına geçer. Burada iki yıl geçirir ve 51 maçta attığı 11 gol ile Rumen futbolunun en önemli takımı ve kahramanı Hagi’nin de efsanlerinden birisi olduğu Steaua Bükreş’e transfer olur. Stancu gerçek anlamda patlamasını burada yapar. Sol kanat ikinci forvet ve santrafor mevkilerinde oynayabilen oyuncu ilk sezonunda rakip filelere 11 gol kaydeder. Bükreş ekibi ile geçirdiği ilk sezonun ardından Ağustos ayında özel bir maç için ilk kez Romanya Milli Takımı’ndan davet alır. Bu maç İstanbul’da Türkiye ile yapılacaktır. Stancu maça yedek başlar ve 87. dakikada oyuna dâhil olur. İdolü Hagi gibi Türkiye ağlarına güzel bir frikik golü bırakamaz ama ilk milli heyecanını yaşadığı şehre pek de uzak kalmayacaktır. Bükreş’te ikinci sezonunda 14 gol atar üçüncü sezonun ilk yarısında 13 gol atmışken bir transfer teklifi alır. Teklif zor günler geçiren Galatasaray’dandır. Stancu’yu o dönem-

de Atletico Madrid, Fiorentina gibi ekiplerin de izlediği ve bonservis fiyatını çok buldukları için vazgeçtikleri bilinmektedir. Galatasaray’ın başında Stancu’nun babam dediği Hagi vardır ve bu Bogdan’ın karar vermesi için yeterli olmuştur. Antalya’da süren devre arası kampından İstanbul’a geçer ve 5.5 milyon euroya 4,5 yıllık resmi sözleşmeyi imzalar. Galatasaray’da ne beklediğini bulur ne beklentileri karşılar. Tarihin en kötü sezonlarından birisini geçiren sarı kırmızılılar sezon sonu faturayı Stancu’ya da keser. Yeni teknik direktör Fatih Terim Stancu’yu gönderilecekler listesine koyar. Baros ile yoluna devam eder. Bu kararda o dönemki yabancı sınırı da etkili olmuştur. Baros o dönemde kariyerinde düşüşteyken Stancu potansiyelli genç bir santrafordur fakat tercih Çek isimden yanadır. Stancu Orduspor ile anlaşır ve Karadeniz’e doğru yolculuk başlar. 30 maçta atılan 10 gol ve Romanya Milli Takımı ile ilk Avrupa Şampiyonası elemeleri tecrübelerini yaşar. 3 Eylül 2010’da Arnavutluk karşısında ilk resmi maçına çıkar ve ilk golünü atar. Romanya Milli Takımı Euro 2012 ve 2014 Dünya Kupası’na gitme hakkı kazanamaz. Euro 2016 grup SAYI #4 / 169


elemelerinde savunma futbolunu benimseyen Romanya’da forvet ve ikinci forvet oynar ve 2 gol atar bu goller onun takımın en golcü oyuncusu olmasına yetmiştir. Kedi lakaplı oyuncu Fransa’da ev sahibi, İsviçre ve Arnavutluk karşısında gollerine yenilerini eklemeye çalışacak. Stancu bu süreçte kariyerine Türkiye’de Gençlerbirliği formasıyla devam eder. Ankara temsilcisinde sırasıyla üç sezonda 13, 11 ve 10 gol atar. Stancu gerek maç içindeki performansı gerekse skora katkısı ile sezonda 10 golün altına düşmeyen belki bir süperstar olamayacak ama her sezon güvenebileceğiniz bir golcüdür. Aslında Ankara’nın alâmetifarikalarından biri olan memuriyete yatkın gibidir Stancu, sezonlar boyu ne uzar ne kısalır. Ama güven veren bir yapısı vardır. Stancu kadronuzdaysa gol sorununuz belli ölçüde çözülmüş demektir. Ayrıca arkadaşlarına da yardımcı olur ve teknik kapasitesi iyi olduğu için oyunu da rahatlatabilir. Stancu’nuz varsa gözünüz arkada kalmaz. Düzenli golünü atar, işinin hakkını verir sorun çıkarmaz sizi mutlu eder. Fakat Stancu için ortam çok önemlidir Galatasaray’da geçirdiği kaos ortamında sadece 3 gol atmış ve faydalı olamamıştır. Sonraki röportajlarında Galatasaray’ın adını dahi duymak istemediğini ve oradaki ortamı kötü hatırladığını belirtmiştir. Galatasaray ile ilgili hatırladığı tek güzel şey babam dediği idolü Hagi olsa gerek. Stancu sessiz sakin yapısı ile bilinir. İçine kapanıklığının belki de en önemli sebebi babasını 12 yaşında kaybetmiş olmasıdır. Yoksa bir insan neden idolüne babam desin ki?

170 / HAZİRAN2016


SAYI #4 / 171


R O D R I G U E Z 172 / HAZÄ°RAN2016


İSVİÇRELİ KORSAN TOLGA TEMEL İsviçreli bir sol bek dendiğinde kafanızda ne oluşur? Muhtemelen açık tenli, topraklarının huzuru çehresinde şekil bulmuş sakin bir adam olabilir, en azından benim kafamdaki tip bu. Ama Ricardo Rodriguez bu kalıpların biraz dışında bir adam. Dışarıdan baktığımız zaman ne İsviçreli olduğu, ne de bir sol bek olduğu hızlıca anlaşılabiliyor. Aslında ilk bakışta onun hakkında oluşan algı bir korsan olduğu yönünde. Bu birazcık kafamızdaki kalıp yargılardan kaynaklanıyor, birazcık da İsviçre’nin göçmen politikaları ve göçmen yoğunluğundan. Rodriguez, 1992 yılında Zürih’te İspanyol bir baba ve Şilili bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Göçmen bir aileden gelmenin ona getirdiği en büyük artısı, onun adaptasyon yeteneği. O bir sol bek, ama oyunun iki yönünü de iyi şekilde oynayabiliyor. Savunmada, yetiştiği kültürün disiplinine sahipken, hücuma katıldığı zaman ise daha farklı bir ruh haline bürünüp hırçın bir korsana dönüşen bir adam Ricardo. Çok genç yaşta gemisiyle futbol dünyasına açılan Rodriguez, futbola doğduğu şehirdeki küçük bir takım olan FC Schwamendingen’da başladı. Bu limanda çok vakit kaybetmeyen Ricardo, 2002 yılında şehrinin asıl takımı olan

FC Zürich’e geçti. 2010’da A Takım seviyesine yükselene kadar, milli takımda çeşitli başarıları oldu. 2009 yılında Dünya Kupası’nı kazanan İsviçre U17 Milli Takımı’nın bir parçasıydı. Final maçında takımının dördüncü golünü kaydeden Rodriguez, ilk ciddi başarısını burada yakaladı. Bu turnuvadan sonra onun futbolunun farkına varan bir tek kendisi değildi. Kariyeri ciddi bir yükselişe geçti ve o sene FC Zürich’te as takıma yerleşti. Yükselişi burada bitmeyecekti. Standartların dışındaki fiziğiyle -1.83 boy ve 78 kilo-, ikili mücadelelerdeki başarısı ve pozisyonuna göre yüksek hücum gücüyle dikkatleri üzerine topladı. Barcelona’nın da dâhil olduğu pek çok takım peşine düştü, ama o Wolfsburg’u seçti. Hazır olmadan oraya gitmek istemedi, çoğu korsan gibi kendi yolunu çizmeyi tercih etti. Bu konu ona sorulduğunda cevabı netti: “Kariyer her şey demek değildir. Orada yedek kalacağıma, kendi kulübümde kendi takımımı yaratmayı tercih ederim.” Peki, bunu başarabildi mi? Bu soruya evet diyebiliriz. Şu an Rodriguez’in önünde parlak bir gelecek bekliyor. Wolfsburg’a geldiği günden beri üzerine katarak ilerliyor. Kurtlara katıldığı günden bu yana ilk on birde yeri var ve işini layığıyla yerine getiriyor. Savunmada ga-

nimetini koruyan bir korsan kadar cesur, hücumda ise yeni definelerin peşindeymişcesine girişken bir oyun sergiliyor. Oyun olarak hep ileriye giden Rodriguez için milli takım da ayrı bir öneme sahip. Göçmen oyuncuların çoğuna göre aidiyet duygusu daha fazla gelişmiş durumda. Daha önceki basın açıklamalarında pek çok kez de belirttiği gibi kalpten İsviçreli olduğunu söylüyor. Ülkesine ve takımına bağlılığı yüksek seviyede ve bu hareketlerine de yansıyor. Tüm zamanların en iyi İsviçre’si olduğunu iddia ettiği takımı için çok kritik bir rolü var. Çok uluslu İsviçre Milli Takımı’nın gerçek bir takım olması için biraz bu aidiyet duygusuna, biraz da adanmışlığa ihtiyacı var. Bu özelliklerin hepsine sahip olan Ricardo Rodriguez de bu takımın kimyasını en iyi yansıtan oyuncu. O, Fransa’da başarı basamaklarını tırmanırken İsviçre’yi de kendisiyle birlikte yükseltmeye çalışacak. Rodriguez kaliteli ve güçlü bir oyuncu, elit bir sol bek ve bir korsan. Geçmişinde bu tarz karakterler barındırmayan İsviçre için biraz farklı bir oyuncu, ama çok önemli bir yere sahip. Fransa onun için kritik bir savaş alanı olacak ve Rodriguez, kalitesini gösterip ganimetini toplamaya çalışacak. SAYI #4 / 173


K A N E 174 / HAZÄ°RAN2016


FINISHING1 6 HEADING TUNA MENEVŞE

İngiltere’de gol denilince son yıllarda en çok akla gelen adam: Harry Kane. Londra doğumlu futbolcu, doğduğu kentin takımı olan Tottenham’da kendine yer edinmek için çok çabaladı. 4 kez kiralık olarak İngiltere içindeki takımlara gönderildi. 2009’da profesyonelliğe Kuzey Londra takımı ile atılan Kane, 2011 yılında, o yıl Hotspur’ın oynadığı Avrupa Ligi’ndeki iki maçla hatırlanıyor. Shramrock Rovers ağlarına gönderdiği Avrupa Kupalarındaki ilk golü ve Hearts maçında kaçırdığı penaltısıyla. 2013 yılında kesin dönüş yapan İngiliz, geliştirmeye devam ettiği futboluyla hem takımında yerini sağlamlaştırdı hem de İngiltere Milli Takımı’nda yerini almaya başladı. Türkiye ise onu Tottenham’ın 2 Ekim 2014’te kendi stadı olan White Hart Lane’de Beşiktaş ile oynanan Avrupa Ligi maçında attığı golle hatırlar. İngiltere Milli Takımı, Alan Shea-

rer’den sonraki dönemde aradığı forveti Kane ile bulacağa benziyor. Londra ekibinde golü koklayıp bulduğu pozisyonları iyi değerlendiren Harry, Euro 2016 ile ilk büyük turnuvasını yaşayacak. Milli takı formasını geçen yıl ilk kez giyen İngiliz futbolcu, Avrupa Şampiyonası elemelerinde grupta bütün maçlarını kazanan takımda, oynadığı 5 maçta 3 golle “hatrı sayılır” oyun sergiledi. Harry Kane, bu sezon ligde attığı 25 golle gol kralı olmasına rağmen aynı sezon içinde mucizevi Leicester City şampiyonluğu ve oynadığı futbol, attığı gollerin yanında tam manasıyla “peri masalına” benzeyen hayatı nedeniyle de ilgi çeken şampiyon Leicester’ın forveti Jamie Vardy’nin gölgesinde kaldı. Wayne Rooney istenilen futbolu milli takımda yeterince gösterememesi, Sturridge’in sakatlığı nedeniyle bir görünüp bir kaybolması gibi nedenlerle Şampiyona ’da İngiltere Milli Takımı’nın en ucunda Vardy ve Kane olacağa benziyor.

Bu ikilinin alternatifi olacak en büyük aday ise Manchester United’ın “şapkadan çıkan” forveti 18 yaşındaki Marcus Rashford. Kafa topları ve ayak becerileri bir arada bulunan “ender” ileri uç oyuncularından Kane, gol krallığı nedeniyle verilen Premier Lig Altın Ayakkabı ödülünü aldı. Bu ödülü Teddy Sheringman’dan sonra alan ilk Hotspurlu oldu. Fakat kaderin bir cilvesi olsa gerek Harry’nin ödülü sezonun ikinci yarısında şampiyonluk mücadelesi verirken son hafta - artık “Premier Lig” klasiği haline gelen- en büyük rakibi diğer Kuzey Londra takımı olan Arsenal’e geçilip ikinciliği de kaptırdığının ertesi günü alması oldu. Çocukken bir yılının geçtiği Arsenal Gençlik Akademisi’nden beğenilmemesi nedeniyle ayrılmak zorunda olan “yetişkin” İngiliz, şimdilerde ise Euro 2016’nın gizli favorisi sayılabilecek takımıyla çok işler başaracağa benziyor. SAYI #4 / 175


A K I N F E E V

176 / HAZÄ°RAN2016


RUS KALESİ OĞUZHAN ŞAKAR

Rusların kalesi 50’ler ve 60’larda büyük efsane Lev Yaşin’e emanetti. 80’lerde ise bir başka büyük efsane Rinat Dasayev devraldı kaleyi. 2000’lerin ortalarına kadar istikrarlı bir kaleci bulamayan Rus Milli Takımı sonunda İgor Akınfeev’i buldu. Gerçekten de Akınfeev için bir kelimelik özet yapmak gerekirse “istikrar” ilk akla gelen şey olur. 1986 doğumlu kaleci altyapısından yetiştiği CSKA’dan başka takımda oynamadı. 2003’ten beri aralıksız koruduğu CSKA Moskova’nın efsanesi haline gelmiş durumda. Toplamda tam 473 kez CSKA formasını giydi. Bu maçların 192’sini hiç gol yemeden tamamladı. CSKA Moskova ile 1 Avrupa Ligi, 3 Rusya Premier Ligi, 1 Rusya Kupası ve 2 Rusya Süper Kupası zaferi yaşadı. Rus Milli Takımı’yla da 86 maça çıktı. Bunlardan 40’ında kalesini gole kapadı. Clean sheets rakamları bize zaten bildiğimiz iyi kalecilik özelliklerini belgeliyor. Kaleci için en kritik nokta önünde oynayan 10 oyuncuya güven vermektir, zira Akınfeev bu güveni kariyeri boyunca fazlasıyla verdi. CSKA Moskova’nın yanında milli takımın da kaptanlığını senelerdir yapıyor. Rusya onun önderliğinde Avrupa Şampiyonası

Elemeleri’nde sadece 5 gol yedi. Geçmiş büyük turnuva deneyimini incelemek gerekirse 2004 Avrupa Şampiyonası ilk büyük turnuva deneyimi oldu. Sergei Ovchinnikov ve Vyacheslav Malafeev’in arkasında 3. kaleci olarak kadrodaydı. Ancak bir sonraki şampiyonada Guus Hiddink’in 1 numarasıydı. Rusya’yla yarı final oynama başarısı gösterirken Yuri Zhirkov, Roman Pavlyuchenko ve Andrei Arshavin’le beraber takımın lokomotiflerinden biriydi. 2008’den itibaren 3 büyük kupayı alacak olan İspanya’ya elenerek serüvene nokta koydular. İyi giden kulüp kariyerini yanına milli takım da eklenince Avrupa’nın büyük kulüpleri için ismi geçmeye başlamıştı. Roman Abromovich hem Chelsea’nin sahibi hem de CSKA Moskova’nın sponsor firmasının ortaklarındandı. Haliyle ismi Chelsea’yle anılıyordu. Ancak kaptan yuvadan uçmadı ve kariyerine Rusya’da devam etti. Rus eldivenin şu ana kadar kariyerinde yaşadığı tek Dünya Kupası deneyimi ise 2014 oldu. Rusya aynı Akınfeev gibi iyi bir turnuva geçiremedi. İstikrarlı kaleci Güney Kore maçında yediği golle hala hafızalarımızda yer etti. Bu klasına yakışmayan kariyerinde

çok nadir yaşadığı anlardan biriydi. Şimdi iki sene sonra bu kötü hatıraları unutturma vakti geldi. Akınfeev, Rusya’nın Euro 2016’da B Grubu’nda İngiltere ve Galler karşında belki de en büyük kozu olacak. Her turnuvada olduğu gibi bu turnuvada da özellikle kalecilerin penaltı performansları da çok kritik olacak. Akınfeev bugüne kadar kariyerinde 49 penaltı vuruşunun 14’ünü kurtardı ve neredeyse %30’a varan bir oran tutturdu ve bu alanda da güvenilir olduğunu gösterdi. Euro 2016’da Rusya üst turları görmek istiyorsa Akınfeev’in form durumu çok kritik noktalardan biri olacak. Bu sezon Rusya Premier Ligi’nde son haftalarda gösterdiği performansı turnuvada ondan beklentilerimiz açısından çok büyük öneme sahip. Özellikle de son hafta oynanan ve puan kaybı durumunda şampiyonluğun kaybedileceği Rubin Kazan deplasmanında takımını ipten aldı. Muhteşem kurtarışlarıyla galibiyeti CSKA Moskova’ya getirdi ve şampiyonlukta başrollerden birini kaptı. Euro 2016’da Rusya üst turları görecekse bu Akınfeev ile mümkün olacak. Bakalım o ve takımı bunu başarabilecek mi? SAYI #4 / 177


H A M S I K 178 / HAZÄ°RAN2016


SON MOHİKAN TOLGA TEMEL

Bayrak adamlar, günümüzde nesli tükenmekte olan futbolcuların oluşturduğu bir kitle. Futbolun arsada değil borsada oynandığı bugünlerde, sayıları gerçekten çok az. Roma’nın Totti’si var, Liverpool’un Gerrard’ı, Chelsea’nin Lampard’ı ve başkaları… Ama bu kalanlar da bayrağı indirmeye çok yakın. Gerrard ve Lampard okyanusu aştı; Totti ise artık son zamanlarını geçiriyor. Bizim gibi futbolun arsada devam etmesini isteyen romantikler için umutlar tükeniyor gibi görünüyordu. Fakat biz pek farkında olmasak da, bir sonraki nesilden bu yolda ilerleyen bir futbolcu hala arsada… Yanındaki yıldızlar gelip geçse de takımında kalmaya devam eden adam, Marek Hamsik; son Mohikan. Modern zamanlarda bilgi gibi yaşanmışlıkları da, zamanı da çabuk tüketiyoruz. Belki de bu yüzden, pek farkında olmasak da çoğumuz Hamsik’in aslında dokuz yıldır Napoli’de olduğu gerçeğini göz ardı ediyoruz. İtalya’nın güneyine ilk kez indiğinde şehrin serserileri tarafından saldırıya uğrayan yirmi

yaşındaki Hamsik çok farklı yol arkadaşlarıyla başlamıştı Napoli kariyerine. Serie A’ya yeni çıkmış bir takım; kaptanı Paolo Cannavaro, yanında ise onunla aynı sezon takıma katılan Ezequiel Lavezzi. Şu an ise dokuz yıl öncesinden çok farklı bir kitle var. Cavani, Inler ve Lavezzi gibi yıldızlar ayrıldı, yerine Higuain, Immobile gibi başkaları geldi. Fakat tek kişi değişmedi, Hamsik Napoli’de kalmaya devam etti ve takımının kaptanı oldu. Hamsik sadece saç stiliyle değil, yaptıklarıyla da son Mohikan sıfatını hak eden bir karakter. Napoli gibi korumaya çalıştığı değerleri olan bir futbolcu. Gerçek bir bayrak adam gibi bağlı olduğu yer ile sonuna kadar gitmeye çalışan bir yıldız. Durum böyle olunca, kendine örnek aldığı futbolcudan da bahsetmemek olmaz. Marek Hamsik, uzun yıllar boyunca Pavel Nedved’i kendine rol model olarak benimsedi. Büyük resme bakınca birçok ortak noktalarının olduğunu da görmek kolaylaşıyor. Hamsik, 1993’e kadar aynı ülke

çatısında barındığı, stil olarak ona benzeyen, onun gibi İtalya’da top koşturmuş ve kulübüne geldikten sonra kariyerinin sonuna kadar ona bağlı kalmış bir futbolcuyu örnek almıştı. 2003 yılında Avrupa’nın en iyi oyuncusu seçilen Çek futbolcu da, aslında Hamsik’e karşı boş değildi. Güney Afrika’daki Dünya Kupası öncesi yaptığı açıklamalarda Hamsik’e olan hayranlığını açıkça belirtmiş, “Hamsik için benim varisim diyebilirim. Karakteri ve oyun stiliyle bana en çok benzeyen futbolcu.” şeklinde aktarmıştı. Öncesinden de anlattığım gibi, Hamsik belli değerleri korumaya çalışan bir karakter. O, Napoli taraftarlarını mutlu ediyor, futbol romantiklerini mutlu ediyor ve bu yaz da Slovakya halkını mutlu etmeye çalışacak. Slovakya Milli Takımı bu turnuvada ondan çok şey bekliyor. Liderlik yapmasını, takımın yıldızı olmasını ve artık Slovakya için başarı çıtasının yükselmesini… Yeni bir çekirdeğe sahip Slovakya, bu turnuvada hep daha fazlasını kovalamak istiyor ve bu SAYI #4 / 179


yolda Hamsik’e çok iş düşüyor. Takımın saha dışında da en çok dikkat çeken yıldızı olan Hamsik, bu ışıltısını sahaya da aktarmak zorunda. Jan Kozak ondan, pozisyonu gereği takımın tam ortasında bulunarak savunma ile hücum arasındaki bağlantısını kurmasını ve top akışını bir maestro gibi yönlendirmesini bekliyor. Hamsik çalışkan, hızlı ve çok yönlü bir oyuncu. Yeteneklerinden ayrı olarak da mücadeleci bir karakter. Hem yaptıklarıyla, hem yapabilecekleriyle takımın en önemli silahı durumunda. Takımdaki yerinin önemi arttıkça skora verdiği katkı da doğru orantıyla arttı. Şimdiye kadar milli takım formasıyla 16 gol kaydeden Hamsik, bunların 5’ini Euro 2016 elemelerinde kaydetti. Sahada vereceği doğru kararlarla, kritik anlarda sahneye çıkıp atacağı gollerle ve liderlik yapmasıyla Slovakya’nın yürüyüşünü sürdürmeye çalışacak. Yazıyı kapatırken, başlığa adını veren 1992 yılında çekilen Son Mohikan filmine değinmemek olmaz. Filmde Hawkeye ve Cora Munro arasında bir diyalog geçer. Hawkeye’ın sıkıştığı bir anda Cora Munro “Seni asacaklar. Neden fırsatın varken kaçmıyorsun?” diye sorar. Hawkeye ise halinden memnun bir şekilde “Çünkü ilgilendiğim şey tam olarak burada.” diye cevaplar. Hamsik’in hikâyesi de aynı Hawkeye’ın mücadelesi gibi gider. Onun ilgilendiği şey tam olarak burada; Napoli’de, Slovakya’da. Sonunda ölüm olsa bile Hawkeye gibi mücadeleye devam edecek. Yirmi yaşında bir çocukken ilk gününde saldırıya uğradığı şehir Napoli’de devam ettiği gibi, Slovakya Milli Takımı için de devam edecek. Çünkü o Marek Hamsik; son Mohikan…

180 / HAZİRAN2016


Cora Munro: They’re going to hang you. Why didn’t you leave when you had the chance? Hawkeye: Because what I’m interested in is right here.

SAYI #4 / 181


J O E A L L E N

182 / HAZÄ°RAN2016


GALLİ MUTSUZ TAVUKLU EFE CAN ERTEKİN “Öğrenilmiş acı dersler var ancak bunların üstesinden geldiğimizi düşünüyorum. Muhtemelen şu an daha deneyimliyiz; her şey eskiden olduğu kadar zor olsa da bazı yönlerden daha iyiyiz ve bu da bir şeyler yapabileceğimize dair kendimize olan güvenimizin ve inancımızın sebebi. Daha olgun ve bilgeyiz, başarıya ulaşmak için hazırız.” Euro 2016 Elemeleri öncesi bu sözleri sarf etmişti Joe Allen. Galler futbolunun en parlak günlerini yaşaması için oldukça elverişli bir ortam olduğunu sezmiş olsa gerek. Euro 2012 Elemeleri ve 2014 Dünya Kupası Elemeleri’nde oynayan oyuncu grubu yaşadığı kötü günlerin tecrübelerini yol çantalarında biriktirdiler. Şüphesiz en ağır çantaysa Allen’da. Zira, 26 yaşındaki orta saha, Liverpool’la 24 yılın ardından Premier Lig şampiyonluğuna yaklaşan kadronun bir parçasıydı. Bunun yanı sıra, Galler Milli Takımı’nın 2011’de menajer Gary Speed’in ölümüyle yaşadığı travmanın da tam göbeğinde bulunuyordu. Ancak Galler takımının geçirdiği problemli günler, onları olgunlaştırmıştı. Allen’ın öngörüsü ve dileği gerçek olmuştu. Galler, 1958 Dün-

ya Kupası’ndan tam 58 yıl sonra, büyük bir turnuvanın finallerine kalmayı başarmıştı. Galler’in başarısı, ülke futbolunda devrim niteliğinde bir başarı olsa da Joe’nun son durumunu tam olarak yansıtmıyordu. Allen, 4 sezondur forma giydiği Liverpool’da kendini taraftarlara hiçbir zaman kabul ettiremedi. Önceleri “Galli Xavi”, saç-sakal tarzında değişikliğe gittikten sonraysa “Galli Pirlo” lakabıyla -alaycı bir yaklaşımla- anıldı. “Chicken&Egg” adında kimsenin bilmediği bir dergiye, 14 tavuğu ve 2 horozuyla ilgili röportaj veren Allen’ın meslektaşlarına göre farklı ve garip hobileri olması da ona karşı mevcut bulunan küçümseyici tavrı bir üst seviyeye çıkarmıştı. Brendan Rodgers’ın Swansea’den gelirken beraberinde transfer ettiği Allen, Rodgers döneminde hiçbir zaman beklentileri karşılayamadı. Fakat Kuzey İrlandalı menajerin geçtiğimiz Ekim ayındaki gidişinin ardından Liverpool’daki –oyun anlamında- en efektif zamanlarını geçirmeye başladı. Rodgers’ın yerine gelen Jürgen Klopp, Galli oyuncunun enerjisini ve hücum bölgesindeki pas meziyetlerini daha verimli bir şekilde kullanmayı başardı. Keza, Klopp’un yüksek tempo ve

yoğun pres yapmaya dayalı oyunu da Allen için biçilmiş kaftandı. Tek sorun Alman menajerin, onu aşırı derecede tutumlu kullanmasıydı. Liverpool adına bir rotasyon oyuncusu olan Allen’ın önümüzdeki sezon başka bir takımda forma giyme ihtimali var. Galler ve Liverpool efsanesi Ian Rush’ın da vatandaşı hakkında yaptığı yoruma bakarsak, Allen’ın turnuva sonrası Anfield’da kalmaması çok da sürpriz olmayacak: “Kulübede oturmaktan mutlu olan çok fazla oyuncu gördüm, ama Joe bunu yapmaktan ötürü mutlu değil. Eğer mutlu değilse, gitmek istemesi de gayet doğal karşılanabilir.” Kısacası Joe Allen için Euro 2016, yeni bir başlangıç, yeni bir şans ve kariyerinde bembeyaz sayfa olacak. Belki turnuva sonunda onun Liverpool’dan ayrılacağından emin olacağız, belki Klopp’un güçlendirmek istediği kadrosunun bir parçası olmaya devam edecek. Bunu bilemeyiz. En azından Joe’yu yok saymadan önce ünlü Galli rock grubu Manic Street Preachers’ın Everlasting’ine kulak verin: Stop thse thoughts control your mind Replace the things that you despise* O düşünceleri durdur, zihnini kontrol et Küçümsediğin şeyleri değiştir”*

SAYI #4 / 183


M U L L E R 184 / HAZÄ°RAN2016


13

DENİZ BALCI “Herhangi birimiz bu takımda olmasa Almanya yine Avrupa ve Dünya Şampiyonu olabilirdi. Ama Gerd Müller olmasaydı. İkisini de kazanamazdık.” Almanya efsanesi Paul Breitner bu cümleleri söylerken Beckenbauer’i Overath’ı ve Maier’i de işin içine katıyor. ‘’Der bomber’’ Almanlar için daima kurtarıcıydı. Bir şekilde topu ağlarla buluşturmayı, en ihtiyaç olan yerde sahneye çıkmayı başarırdı. Panzerlerin 88mm’lik namlusuydu.13 numaralı formasıyla sürekli kötü şansı karşı takıma getirdi. Şu anda Almanya Milli takımında 13 numaralı formada tekrar Müller yazıyor. Thomas Müller… Thomas Müller’in çok iyi top tekniği yok, çok hızlı da değil, çok iyi top da süremiyor ama çok iyi yaptığı tek şey Thomas Müller’i çok iyi bir oyuncu yapıyor. Thomas her zaman en doğru kararı veriyor. Verdiği pas, kaleye çektiği şut, defans arkasına koşu, kaleciden seken

topun nereye düşeceği... Thomas’ın oyununu izlerken yaptığı hareketler, attığı goller hepimizin zihninde “ben de yaparım” dememize sebep oluyor. Johan Cruyff “Futbol basit oyundur ama zor olan futbolu basit oynamaktır.” sözünü söylerken bile bir oyuncunun futbolu bu kadar basit oynayabileceğini düşündüğünü sanmıyorum. Müller her hareketiyle alışık olmadığımız farklı bir oyuncu, 2010 Dünya Kupası’nda 4-1 yendikleri İngiltere maçından sonra verdiği röportajda ‘’ Selam gönderebilir miyim ?’’ diye sorup iki büyükannesine ve büyükbabasına selam gönderen, antrenmanlarda ve kamplarda sürekli eğlencenin kaynağı olan, Bayern Munich’de galibiyet sonrası elinde megafonla “Gebe mir ein H(Bana bir H verin)” ile başlayan ünlü “Humba Tatera” tezahüratının amigoluğunu yapan benzersiz bir karakter. Endüstriyelleşen futbol dünyasın-

da bu kadar eğlenceli karakterine, başarılarına ve popüleritesine rağmen de metalaşmayan bir sporcu. Thomas ve Gerd 40 yıllık zaman farkıyla neredeyse paralel hayatlar yaşıyorlar. 2010 Dünya Kupası’nda Thomas Müller gol kralı olurken Almanya turnuvaya yarı finalde veda etti. 2014’te ise Thomas Müllerli Almanya Dünya Kupasını kaldırdı. Tıpkı 1970’de Gerd Müller’in gol krallığını kazanıp Almanya’nın yarı finalde elendiği, 1974’te de Dünya kupasını kaldırdığı gibi. Tek farklılık Gerd Müller Euro 72’yi kazanan Panzerlerin şans meleği iken Thomas Müller Euro 2012’ye yarı finalde veda etti. Almanya taraftarlarına göre Thomas Müller’in bu farkı 4 sene sonra olsa da kapatmak için büyük şansı var. Son Dünya Şampiyonu Panzerler Euro 2016’ya giderken 13 numaralı formada tekrar Müller yazıyor yani 88mm’lik namlu dolu ve Panzer aynı hedefi iki kere ıskalamaz. SAYI #4 / 185


K U B A

186 / HAZÄ°RAN2016


POLONYA’NIN UMUDU CİHAT GEMİCİ

Hayat Lehçe öğrenmek için oldukça kısadır. Fakat anlamını bilmeseniz de size kuş cıvıltısını hatırlatan bu dili dinlemek keyif verici olabilir. Lehçede bir özel isim olan Blaszczykowski, yazımı ve okunuşu zor olan ama ikisini de başarabilirseniz kulağa hoş gelen bir kelimedir. Kelimenin başına Jakub ismini getirirseniz okunması pek güç olan bu sözcük zorluklarla dolu bir hayat hikayesine evrilir. Bu karakteri iyi incelerseniz her şeye rağmen ayakta kalabilen ve yaşadığınız sıkıntılar karşısında size ilham kaynağı olabilecek bir futbolcuyu tanımış olursunuz. Jakub’un kısaltması olan Kuba ismiyle tanınan oyuncu 1985 yılında Polonya’da Truskolasy’de doğmuştur. Futbol ile tanışması eski futbolcu dayısının yardımıyla çok erken yaşta olur. 8 yaşındayken yerel takım Rakow’un minik takımında antrenmanlara çıkmaya başlar. 16

yaşında Polonya’nın üst seviye takımlarından Gornik Zabrze ile anlaşır fakat burada çok fazla kalmaz ve doğduğu şehre dönerek yıl sonunda Czestochowa’ya gider. Burada oynarken 2002 yılında Polonya 19 yaş altı takımına çağırılır ve ilk Milli Takım tecrübesini yaşar. Czestochowa’da 24 maçta attığı 11 gol ile ismini Leh futbol camiasına duyurur. 2004/2005 yılında dayısının da yardımıyla Wisla Krakow ile deneme idmanına çıktığında en iyilerle mücadele edebilmek için artık kendisini hazır hissediyordur. Antrenör Werner Licka’yı etkilemeyi başaran Kuba, transfer ücreti olarak 70.000 zl (18.600 euro) aldı. İlk sezonunda iyi bir performans göstererek ilk on biri zorlayan bir oyuncu oldu. Yıl sonunda Polonya ligi Ekstraklasa’nın en iyi orta sahalarından birisine dönüştü. Bu yüksek form grafiği Kuba’nın

ilk kez Suudi Arabistan ile oynanan hazırlık maçında A Milli Takım forması giymesiyle sonuçlandı. Fakat Kuba sakatlığı nedeniyle 2006 Dünya Kupası kadrosuna giremedi. Bu şanssızlık üzerine Dortmund’un 4 yıllık teklifi ilaç gibi geldi. Klopp ile bambaşka bir çehreye bürünecek olan sarı siyahlı ekip sağ cenahı Leh kumandanlara emanet etmek istemişti. Sağ bekte Lukasz Piszczek önünde Kuba iyi bir ikili oldular. Sezon öncesi Roma ile oynanan maçta Kuba 1 gol 1 asist ile maçın adamı olurken Klopp’a “tercihin doğru patron” mesajını gönderiyordu. Aynı yıllarda Polonya’nın en önemli oyuncularından birisi haline geldi. Başarılı oyunuyla Beyaz Kartallar’ın Euro 2008’e gitmesinde büyük katkısı oldu. Fakat talihsiz Kuba, bu önemli turnuva öncesinde yine sakatlandı ve Avusturya İsviçre ortaklığında yapılan şamSAYI #4 / 187


piyonayı kaçırdı. 2008 yılında Polonya’da yılın futbolcusu seçilmesi Kuba için ufak da olsa bir teselli oldu. 2012 yılında Polonya, ev sahibi olduğu Avrupa Şampiyonasına giderken Kuba için artık büyük turnuva oynamanın zamanı gelmişti. Futbol yetenekleri, düzgün karakteriyle Milli Takım kaptanlığına kadar yükselen oyuncu ilk turnuva heyecanını yaşarken üzücü bir haber aldı. Turnuva öncesinde babasının vefat haberini kendisine verildi. Hazırlık kampına gitmedi. Cenaze işlemlerine katılarak çok büyük bir karakter ortaya koydu. Halbuki bir insanın babasının cenazesine katılmasından daha doğal ne olabilir ki? Burada ortaya konulan bir karakterden bahsetmek hamaset kokan bir anlatım değil midir? Hayır değildir. Kuba 10 yaşındayken babasının annesini bıçaklayarak öldürmesine tanıklık etti. Bu dehşet verici olaydan sonra 5 gün boyunca yataktan kafasını dahi çıkarmadı. Futbol oynamayı bıraktı. Olaydan sonra büyükannesi ile yaşamaya başladı. Hayatının büyük bir bölümünde bu konuyu kendine dahi açıklayamadı. Fakat ilerleyen yıllarda Kuba bu elim olayla yüzleşmeyi başardı. Dayısının ve büyükannesinin de desteğiyle futbol ile hayata tutunmayı başardı. Kuba çok küçük yaşta büyük bir trajedi yaşadı. O dönemde küçük Kuba için futbol tutunacak bir dal gelecek için bir umut oldu. Şimdi ulusal bir kahramana dönüşen o küçük çocuk Polonya’nın umudu...

188 / HAZİRAN2016


SAYI #4 / 189


Y A R M O L E N K O

190 / HAZÄ°RAN2016


ÇİLİNGİR CENGİZ UYGUR

10 yaşında bir çocuk. Çernigiv’deki evinden Dinamo Kiev’in yazdığı tarihe tanıklık ediyor. Andriy Shevchenko, Sergiy Rebrov ve arkadaşları Avrupa futboluna Ukrayna’yı tekrar hatırlatıyorlar. O çocuk, belki de yarım kalmış maceraların en güzellerinden birine tanık oluyor evinde. Ama işte, futbol acımasız. Dinamo Kiev, Şampiyonlar Ligi çeyrek finalinde Real Madrid’i eleyen Dinamo Kiev, yarı finalde takılıyor. Ukrayna’da iki kez iki farklı öne geçseler de Bayern 3-3’ü yakalayıp Almanya’da 1-0’la işi bitiriyor. Bu macera da, biz futbol romantiklerinin ağzına bir parmak bal çalmaktan öteye gidemiyor... 19 Haziran 2012... Şüphesiz, Ukraynalı futbolseverler için son derece hüzünlü bir gün. Ev sahibi olarak katıldıkları turnuvaya İngiltere mağlubiyetiyle veda etmelerinin yanısıra, ülke tarihinin en iyi futbolcusunu da emekliliğe uğurladılar. Önce 1999’daki Dinamo Kiev kadrosunun, daha sonra ise ülke futbolunun lokomotifi olan Andriy Shevchenko’nun futbolu bırakmasıyla Ukrayna futbolunun yeni bir lidere ihtiyaç duyacağı açıktı. Ama bayrağı kim devralacaktı?

 99’da Dinamo Kiev’i izleyen ve belki de o takımla futbola aşık olan o

küçük çocuk, Andriy Yarmolenko. 10 yaşındayken şehrinin takımı Desna Çernigiv’de futbola başlayan Yarmolenko, 13 yaşındayken Dinamo Kiev altyapısına katıldı. Lakin, bir sene sonra fiziksel testleri geçemediği gerekçesiyle evine geri gönderildi. Hayatının ilk sınavını bu durumla savaşarak verdi ve Desna’daki başarılı performansı sonrasında 2006 yılında, 16 yaşındayken Dinamo’yla beş senelik bir sözleşme yaptı. 

 Yarmolenko, Dinamo Kiev’in rezerv takımında dikkatleri üzerine çektikten ve ‘’Yeni Sheva’’ olarak adlandırıldıktan sonra 2008-09 sezonunda A takıma çıktı ve formayı bir daha vermedi. Kiev’deki ilk yıllarında Shaktar Donetsk hegemonyasını izlemek zorunda kalsa da, 99 kadrosunda Sheva’nın ileri uçtaki partneri Sergiy Rebrov’un takımın başına gelmesiyle toparlanan ve iki senedir şampiyonluğu kimseye bırakmayan Dinamo Kiev’in bayrak adamı oldu Yarmolenko. Bu yaz artık takımdan ayrılması bekleniyor. Geçen aylarda 2020’ye kadar sürecek olan bir sözleşmeye imza atsa bile. Sözleşmeyle ilgili ‘’Takımdan ayrılmak ve kendimi en üst liglerde denemek istiyorum. Ancak, bunu yaparken Dinamo Kiev’e, yetiştiğim kulübe para ka-

zandırmak isterim. Bu yüzden bu sözleşmeyi imzaladım. Ben yüzde yüz Dinamo oyuncusuyum.’’ demesi yetiştiği ve parladığı kulübe verdiği önemi gösteriyor. Milli takımla ilk maçına 2009’da Andorra karşısında çıkan Andriy Yarmolenko, Ukrayna milli takım teknik direktörü Mykhaylo Fomenko’nun sisteminde çok kritik bir konumda. Fomenko’nun 4-33’ünde sol açık olarak görev yapan Yarmolenko, takımın en büyük gol umudu. Elemelerde 12 maçta attığı 6 gol ve özellikle Play-off ’taki Slovenya eşleşmesinde gösterdiği performans, takımı için önemini anlatır nitelikte. Ukrayna, son derece az gol yiyen, yenmesi çok zor bir takım. Ama, bir o kadar da zor yeniyorlar rakiplerini. Elemelerde 10 maçta yalnızca 14 gol atabildiler ve bunların 4 tanesi Yarmolenko’dan geldi. 26 yaşındaki oyuncu, adeta Ukrayna’nın çilingiri. Konoplyanka, Garmash ve Rakitskiy gibi kariyerinin zirvesinde oyuncular mevcut Ukrayna’da. Ancak, takımın belirleyici ismi Yarmolenko. Eğer turnuvada sonraki turlara kadar ilerleyeceklerse, saha içinde ve dışında asla kararlılığını kaybetmeyen, pes etmeyen Yarmolenko’nun payı çok büyük olacak.
 SAYI #4 / 191


D A R I O S R N A

192 / HAZÄ°RAN2016


GEYİK MELİH OĞUZKAN

“Srna” Hırvatça’da geyik kelimesine tekabül eder ve Darijo’nun bacağında futbol oynayan bir geyik, kalbinde ise down sendromlu kardeşi Igor’un adını taşıyan bir dövmesi var. Bugüne kadar attığı tüm golleri de kardeşine adadı. (Spot) Darijo Srna’yı uzunca zamandır Shakhtar Donetsk ve Hırvatistan’ın kaptanı olarak tanıyoruz. Hatta, onu tarihin en iyi orta açan beklerinden birisi olarak nitelendirenlerimiz de olacaktır. Öte yandan, Euro 2008 çeyrek finalinde Türkiye Hırvatistan’ı penaltılar neticesinde mağlup ettikten sonra yere serilip hıçkıra hıçkıra ağlayan adam olarak da hatırlayabiliriz onu. Lâkin, Srna hafızasında daha beter anıları da barındırıyor. Uzeir Srna 2. Dünya Savaşı başladığı sırada Doğu Bosna’da Cajnice

yakınlarında yaşayan müslüman bir aileninin bebeğiydi. Bir gece, serçe ve yüzük parmaklarını kapatarak verdikleri selamla bilininen Çeknik* adı verilen radikal milliyetçi Sırp gerillalar köylerine baskın yapıp, köyü yaktılar. Uzeir’in babası o gece onu ve kardeşi Safet’i ormana kaçırmayı başardı. Fakat hamile olan annesi o kadar şanslı değildi. Keza kız kardeşi de… Doğu Bosna’dan kaçış yolu olarak Kuzey’i belirleyenler sadece Srna ailesi değildi. Yaşanan bu göçmen kaosu esnasında babası ve abisini kaybeden Uzeir kendisini önce Slovenya’da bir yetimhanede, akabinde ise bir polis memuru tarafından evlat edilmiş hâlde buldu. Üstelik, yeni bir adı da vardı: Mirko Kelenc. Küçük bir kafede çalışmaya başlayan öz babası ise bir gün dışarıda

oturup dinlendiği esnada serseri bir kurşun tarafından vuruldu. Ailesinin geriye kalan son üyesi Safet ise çaresiz bir halde orduya katıldı ancak Uzeir’i asla unutmadı ve gittiği her yerde insanlara Uzeir’i görüp görmediklerini sordu. Nihayet bir gün Slovenyalı birlik komutanı, bir tanıdığı tarafından evlatlık edilmiş yetim bir çocuktan bahsetti. Kardeşini bulan Safer, Sloven ailenin Uzeir’in onlarla daha iyi koşullarda büyüyeceği konusundaki ısrarları ve Safet’in sahip olduğu imkanların yetersizliğine rağmen kardeşini alıp Bosna’ya geri götürdü. Burada bir okula yazılan Uzeir gelecekte fırıncı olma kararını aldığı zamanları şöyle anlatıyor: “Karnım hep açtı. Devamlı okuldaki arkadaşlarımın taze ekmekler ve sandviçler yemesini seyretmek canımı SAYI #4 / 193


sıktı ve böylece fırıncı olmaya karar verdim”. Lâkin fırıncı olarak iş bulmakta oldukça zorlandığından dolayı farklı kulüplerde kalecilik yapmaya başladı. Daha sonra hayatın onu getirdiği Hırvatistan’ın Metkovic şehrinde Milka’yla evlendi ve iki çocuk sahibi oldu: Igor ve Darijo. Metkovic’te Neretva kulübünde altyapı koçluğu görevini üstlendiği sıralar Darijo onun öğrencilerinden biriydi. “Diğer çocuklardan çok daha küçük olsa da herkes Darijo’nun olağanüstü yeteneğinin farkındaydı” dedi oğlu için ve ekledi “Darijo hentbol, masa tenisi ve basketbolda da yetenekliydi. Bir gün eve gelip öğretmeninin ona futbol yerine basketbola odaklanması gerektiğini söyledi. Neyse ki, onu dinlemedi”. Çocukken Dinamo Zagreb, Zagreb and Varteks Varaždin takımlarından teklif alan Darijo, Hajduk Split oyuncusu Ivan Gudelj’in evlerine gelip ailesini ikna etmesinin ardından Split yolunu tuttu. Bu Srna’lar için büyük bir riskti; zira, savaşın devam ettiği sıralarda müslüman bir ailenin çocuğunun Split’te nasıl karşılanacağından emin değillerdi. 2003 yılına kadar Split’te kaldıktan sonra kârlı bir antlaşmayla Şahtar Donetsk’e transfer olan Darijo, ilk önce babasına bir fırıncı açtı daha sonra ise birer BMW ve Mercedes hediye etti ona. Babasının hikayesi Darijo için her zaman bir ilham kaynağıydı. “Ailem üst düzey bir futbolcu olma 194 / HAZİRAN2016

hayalimin ardından gidebilmem için çok fazla fedakarlık yaptı. Başarmaktan başka seçeneğim yoktu” der ve ailesine sebze satmakta yardım ettiği sıralar biriktirdiği parayla ayakkabı aldığı hikayeyi de şöyle anlatır: “Babam ayakkabıları görünce çok öfkelendi ve onları geri iade edeceğini söylerek gitti. Geri döndüğünde ise yanında en kalitesinden iki Adidas krampon vardı.” Bugünlerde ise Ukrayna’da farklı bir savaş vuku bulmakta. Ukrayna’nın güney doğusunda yer alan Donetsk’te kamu binalarını işgal eden Rus yanlısı gruplar bağımsızlık ilan edip “Donetsk Halk Cumhuriyeti”ni kurdukları günden beri Donetsk takımı maçlarını stadyumları Donbass Arena’dan çok uzakta Lviv’de oynuyor. Fikret Özer yaklaşık bir sene önce yazıhane.com’da Ukrayna İç Savaşı’ndaki futbol ortamını anlattığı nefis yazısında şöyle diyordu: “Şahtar Donetsk, Bayern Münih’le yaptığı ikinci maçta 7 gol yediği sıralarda Birleşmiş Milletler, Ukrayna’daki iç savaşla ilgili bir rapor yayınladı. Son bir senede, Donetsk’i içine alan Doğu Ukrayna’da 6000’in üzerinde insan çatışmalar yüzünden hayatını kaybetmişti. Günde ortalama 16’nın üzerinde insan ölüyordu. Savaş bittikten sonra en iyi ihtimalle bu insanlardan bazıları hakkında kahramanlık türküleri yazılacaktı.” Hâlbuki Srna şehirde karışıklıklar başladıktan ve bir an önce şehri terk etmeleri gerektiğinin söylendiği an yaşadıkları için: “Evimden hiçbir şey almadım. Yalnızca iki

arabamızı alıp ayrıldık. Gömleklerim hâlâ dolabımda asılı. Bunun bir an önce biteceğini düşünen yalnızca ben vardım ve herkese altı ay sonra evde olacağımızı şöylemiştim.” demişti. Ne yazık ki Srna yanılan taraf oldu. Darijo Srna Şahtar Donetsk ile birlikte 1 UEFA Kupası, 7 Ukrayna Ligi Şampiyonluğu, 5’er Ukrayna Kupası ve Ukrayna Süper Kupası kazandı. Hırvatistan milli takımıyla ise hâlâ başarıya aç ve muhtemelen Euro 2016 onun son şansı olacak. 2000 yılında Hajduk Split’te beraber oynadıkları, 2006’da ise Hırvatistan milli takımının başına geçtikten 4 sene sonra Darijo Srna’yı kaptanlığa getiren Slaven Bilic’e göre: “Hiçbir tekme ya da müdahele onu durduramaz. Yıkılmış hâlde acı içinde yatar, fakat sonra silkinip kalkar ve sanki bir Robocop veya başka bir şeymişçesine koşmaya devam eder.” Srna, bu Avrupa Şampiyonası’nda yetenekli Hırvatistan jenerasyonuna kaptanlık yaparak başarıya ulaşmaya çalışacak. Bu sene olmadı, sorun değil. Onu birkaç sene sonra Hırvat takımının başında kupalar kazanmaya çalışırken görebiliriz; zira, antrenörlük için Uefa Pro A lisansını aldı bile... *(Çetniklerin Bosna Savaşı sırasında Bosnalıların ellerini keserek bu selamı vermeye zorladıkları da ifade edilir. Bazı Sırp sporcuların da bu selamı verip gündem olduklarına çokça şahit olmuşuzdur.)


SAYI #4 / 195


R O S I C K Y 196 / HAZÄ°RAN2016


BEKLEYİŞ SONA ERDİ EFE CAN ERTEKİN “Kronik sakat” damgası yemek, şüphesiz ki her sporcunun korkulu rüyasıdır. Bitmeyen ameliyatlar, adaptasyon süreci vs. derken karmaşa içinde sahadaki kimliğini kaybeder oyuncular. Ancak bazıları, kendisiyle savaşır, kaybeden olmanın eşiğindeyken ayağına bağlı olan zincirleri parçalar ve işlerin ters gitmesi ona hayat dersi olarak geri döner. 18 ay boyunca süren diz sakatlığı, aşil tedonu ameliyatı ve sonunda tekrar eden diz problemleri. Tomas Rosicky, Arsenal’de geçirdiği 10 yılın çoğunluğunda sakatlıklarla boğuşmak zorunda kaldı. Sezon başına 20 maç ortalamayla oynadı ki bu sadece “sakatlık abidesi” Abou Diaby’den daha iyi bir veriye sahip olduğu anlamına geliyordu. 35 yaşındaki Tomas, geride bıraktığımız sezonun başında umutluydu, Arsenal’deki 10.sezonuna adım atmıştı ve sezon sonunda Avrupa Şampiyonası’nda kaptanlığını üstleneceği bir milli takımı vardı. Fakat makûs talihi onun peşini bırak-

maya niyetli değildi, Rosicky yine ve yeniden dizindeki problemden ötürü Ocak ayının sonuna kadar forma giyemeyecekti. Bu seferki diğerlerinden farklıydı, çünkü Arsenal’le olan kontratı sezon sonunda bitecekti. Şüphesiz ki Londra günleri, hatıra defterinde en unutulmaz yeri alacaktı. 30 Ocak 2016. Arsenal’in FA Kupası 4.tur maçında Burnley’le karşılaştığı maçın 71.dakikasında oyuna dâhil oldu. Çizgide ısınırken taraftarların onun adına yaptığı tezahüratlar, onu duygulandırmıştı. Maç sonunda böyle bir desteği beklemediğini ve karşılaştığı durum karşısında gözlerinin dolduğunu itiraf edecekti. Ancak Burnley maçında yalnızca 19 dakika forma giyen Rosicky’nin kasığında bir problem vardı. Bu kez herkes Tomas’ın sona geldiğini düşünüyordu, gerçekten aksini iddia etmek oldukça zordu. Buna karşın Rosicky’nin açıklamaları her zaman olduğu gibi mücadeleye devam edeceğini gösteriyordu:

“Hayatta karşınıza çıkan engellerle nasıl baş ettiğiniz sizin karakterinizi oluşturur. Şu ana kadar, her zaman hayatın karşıma çıkardığı zorlukları alt etmeyi başardım ve yine geri geleceğim. Pes etmeyeceğim. Bir kez daha yapacağım, bir yolunu bulup geri döneceğim.” Rosicky hem Arsenal hem de Euro 2016’ya gidecek olan milli takımı için sarf etmişti bu sözleri. Ne yazık ki, son bir kez Arsenal forması giyme hayalini gerçekleştiremedi. Fakat kulübün her parçasında iz bırakmayı başarmıştı. Topla olan ilişkisi, orta sahadan oyunu kurma yeteneği ve usta dokunuşları, Tomas’ı Arsenal taraftarlarının sevgilisi yapmaya yetmişti. Bunun yanı sıra Rosicky, kulübe bağlılığı ve teknik futboluyla Wenger’in kafasında oluşturduğu oyuncu profiline de örnek teşkil ediyordu. Zaten Wenger’in 35 yaşındaki oyuncu hakkında söylediği şu cümle her şeyi özetler nitelikte: “Eğer futbolu seviyorsanız, Tomas Rosicky’i de seversiniz.” SAYI #4 / 197


Hal böyle olunca Tomas’ın taraftarlarla olan ilişkisi de oldukça özeldi. Öyle ki sıkı bir Arsenal taraftarı olan Chris Wheatley, “Little Mozart’ın son senfonisi” adlı yazısında Çek futbolcuyu izlemenin keyfini, en sevdiğiniz restorana yılda bir kez gitmeye benzetmişti. Onun yeteneklerle bezeli enfes futbolunu seyretmek maalesef sakatlıklarla kesintiye uğramıştı. Velhasıl, Rosicky’nin önünde şu an tek bir hedefi var: Kaptanı olduğu Çek Cumhuriyeti milli takımıyla Euro 2016’da başarılı bir performans göstermek. Tomas, turnuva sonrasında futbolu bırakmayacağını açıklayarak çoğumuzu ters köşeye yatırsa da bunu yapmayı sevdiğinden yukarıda da bahsetmiştim. Tomas Rosicky, bu yazı uzun süredir bekliyor. Arsenal U21 takımıyla çıktığı maçlar, salonda geçirdiği ekstra zamanlar, yaptığı ek idmanlar… Koca bir sene üst seviyede futbol oynamamış bir oyuncuyu kadroya almak başka nasıl açıklanabilir ki? Pavel Vrba’nın eli yeteri kadar kuvvetli. Son olarak Rosicky’nin en sevdiği parçalardan birini onun ağzından Fransa’ya iletelim: “Hello I’ve waited here for you Everlong”* “Merhaba Senin için bekliyordum burada Çok uzun zamandır”* – Foo Fighters-Everlong

198 / HAZİRAN2016


SAYI #4 / 199


B U S Q U E T S

200 / HAZÄ°RAN2016


KİLİT TAŞI BURAK PAMUK

1988 yılında Barselona’da doğan Sergio, Barça takımının bütün DNA’sını zamanında bu takımın bir parçası olan babası Carles’in de etkisiyle bünyesinde taşıyor. İnanılmaz çalımlarıyla tribünleri ayağa kaldırmıyor, birbirinin ardına sıraladığı gollerle ağları sarsmıyor ama takımın tuğlalarını harç gibi bir arada tutuyor. Çıplak gözler bu yeteneği algılamakta zorlanabilir. Efsane “Cruyff onu toplayken zoru basit gibi gösteriyor, topsuzken bize ders veriyor her zaman doğru yerde olarak topu kapıp oyunu yönlendiriyor” diyerek anlatıyor. Busquets total futbolun sahaya yansımasında ve başarılı olmasında kilit rolü oynayan adam. Ark mimaride önemli bir unsur olan ve görselliğiyle insanları etkisi altına alan bir elemandır ve içerisinde ilginç bir detayı da barındırır. Tam ortada yer alan “kilit taşı” sağında ve solunda dizilen taşları bir arada tutarak şaheserin ayakta durmasını sağlar. Busquets İspanya ve Barça için tam olarak bunu ifade ediyor. Defans ve forvetin arasında

yer alan ve her iki unsurun bir arada durmasını ve uyumlu bir şekilde işlemesini sağlayan kilit adam; takım savunmasında atakları kesen ilk isim olurken kaptığı topları neredeyse hatasız bir şekilde oyuna sokarak atağı başlatan futbolcu oluyor. Taktiğin önemli bir parçası olarak takım hücum halinde iken iki stoperin arasına girerek defansı üçleyen Sergio beklerin rahatlıkla hücuma katılmasına da olanak sağlıyor. Takımı hücuma çıkarırken o bölgede nadir görülen dikine pasları rahatlıkla vererek hücum katkısı da temin ediyor. “El Loco” Marcelo Bielsa onun için izlerken en çok zevk aldığım futbolcu diyerek “Kilit Taşı”nın önemi bir kez daha gün yüzüne çıkıyor. Topsuz oyundaki kilit rolü skor odaklı izleyicilerin gözünden kaçan Bus İspanya milli takım teknik direktörü Del Bosque tarafından şu şekilde özetleniyor; “Bütün maçı izlerseniz Busquets’i göremezsiniz fakat Busquets’i izlerseniz bütün maçı görürsünüz.” Oyun stili ve pozisyonu olarak

yaptıklarının algılanamadığı nankör bir noktada yer alan Sergio mevkisinde rakipsiz denilebilecek derecede iyi bir seviyede. Selefi olarak formayı kaptığı Yaya Toure hala en büyük rakibiyken halefi olarak alınan Mascherano stopere evrilmek zorunda kaldı bir diğeri Alex Song Arsenal’de harikalar yaratırken takımda tutunamayarak West Ham’ın yolunu tuttu. Barça’da 28 kupada ve aynı sistemi uygulayan İspanya’ da Avrupa ve Dünya şampiyonluklarında onun ismi o kilit noktada yer alıyor. Zengin İspanyol orta sahasında da alternatifi olmayan bu adam aynı zamanda baba-oğul şampiyonlar ligi kazanan ender efsanelerin yanında da yer alıyor. Onun oyununu izlerken zevk almak aslında oyunun özünü sevmek ve anlamakla alakalı bazı lezzetlerin kalitesini herkes anlayamaz sonuçta kaliteli şarabı da eksperler anlayabiliyor ve futbol eksperlerinin onun için sarf ettikleri sözler ortadayken bize arkamıza yaslanıp bu kalitenin keyfini sürmek düşüyor. SAYI #4 / 201


O Ğ U Z H A N 202 / HAZİRAN2016


KAŞIKÇI ELMASI ALPER ÜNLÜ

Topu ayağına her aldığında sizi heyecanlandıran futbolcular mutlaka vardır. Bu tip oyunculardan her seferinde enfes çalımlar, ya da jeneriklik goller beklemezsiniz. Zaman zaman bunları yapsalar da, onlar için futbol popüler olmaktan çok takıma katkı vermek üzerine kuruludur. Bu tarz oyuncular gollere direkt etki etmek kadar, rolü bu olan arkadaşlarını rahatlatıp onların verimini de artırmayı kendisine rol biçmişlerdir. Hücuma yaptıkları katkının yanında top kazanma becerileri düşük olsa da, savunma görevlerini de doğru pozisyon alarak ve rakiplerinin direncini kırarak yerine getirmekteler. Scholes ve Pirlo gibi isimler bu ekolün en önemli temsilcileri konumundalardı. Kazandıkları başarılara baktığımızda bu tarz isimlerin çağdaş futboldaki rollerinin önemini de anlamak kolaylaşıyor. Bu ekolün futbol piyasasında ulus-

lararası seviyede bir Türk temsilcisi de artık var. Bu isim henüz 10 yaşındayken AZ Alkmaar akademisine adımını atmıştı. Ardından dünyanın en önemli kulüplerinden Arsenal kendisini renklerine bağladığında ise 16 yaşındaydı. İmza töreninde Arsène Wenger, kendisi hakkındaki beklentilerinin çok büyük olduğunu açıklıyordu. “Hot prospect” olarak geldiği Topçular’da geliştiremediği fiziği ve savunma yönü nedeniyle A takımda sadece 2 Lig Kupası maçında sonradan oyuna dahil olabildi. Ancak akademideki mevkidaşları Ramsey ve Wilshere’in kendinden daha çok şey vaat etmeleri ve has Britanya çocukları olmaları, Ozzy’nin süre alma ihtimali oldukça azaldı. Bu noktada bir parantez açmak gerekir. Bu gibi durumlarda kulüpleri ayrımcılıkla suçlamak pek de sağlıklı olmaz, çünkü takım kimyası ve kültürel etkenler göz önüne alındığında aynı özelliklere sahip oyunculardan yerlilerin tercih edilmesi, kulüpler açısından

çoğu zaman adaptasyon konusunda daha az risk taşımaktadır. Beşiktaş’ın feda sezonunda ilk kez 11’de başladığı Trabzonspor maçında taraflı tarafsız tüm futbolseverleri saha içindeki etkinliğiyle kendisine hayran bıraktı. Bu sezon takımı şampiyon olurken yaptığı 9 gol 7 asistlik katkı oynadığı mevki açısından Süper Lig standartlarının üzerinde. Geldiği günden bu yana devam eden 8 numara mı, yoksa 10 mu tartışmalarında ise birinci grupta yer almayı tercih ediyorum. Bu mevkide oynadığı takdirde rakip savunma düzenini daha etkili bir biçimde bozmakla kalmıyor, ilerideki arkadaşlarının da boşa çıkmalarına katkıda bulunabiliyor. Ancak oyun görüşü ve müthiş pas yeteneğini sürekli kullanabilmesinin altında yatan asıl etken kolayca demarke olabilmesi. Bu yönüyle Zidane’ı bize fazlasıyla hatırlatıyor olsa da, gerek mevki farklılıkları, gerekse de bahsettiğimiz ismin ZINEDINE ZIDANE SAYI #4 / 203


oluşu kıyaslama yapmayı engelleyen etkenler. Bilic’in çift kesici orta saha modelinde savunma etkinliği yetersiz bulunduğundan yedek kulübesinin değişilmez isimlerinden biri olmuştu. Forma şansı bulduğunda ise çoğu zaman forvet arkasında sıkışıp kalıyordu. Bilic’in 2 senelik denge oyununun ardından akıcı hücuma geçilmesi nedeniyle kalitesini daha fazla gösterme şansı yakaladı. Bir de kendisine güvenen Şenol Güneş faktörü ve orta sahanın birbirini uzun süredir tanıması, bu seneki başarısındaki kilit etkenlerdendi. Bir diğer etken ise iki sene önce Almeida’ya gol attırmak için uğraşan ekibin, bu sene aynı işi Gomez için yapmaları... Bu etkenlerin uzatılabilmesi mümkün olduğundan başka bir yazının konusu olabilir. Altyapısında yetiştiği Hollanda’nın alt yaş kategorilerinde kaptanlığını yapma başarısını göstermesine rağmen, şu ana dek A milli takım düzeyinde attığı tek golün Hollanda’ya karşı olması da futbolun bir cilvesi. Bu maçın ardından Hollanda’nın gruptan çıkma şansı fazlasıyla azalmış, Ay-Yıldızlar kalan iki maçını da kazanarak Fransa biletini almıştı. Ancak Oğuzhan şimdilik milli takım için vazgeçilmez bir konumda görünmese de, ondan faydalanmamak aptallık olur. Bu sezon kulübünde gösterdiği performansı Fransa’ya taşıyabildiği takdirde takım için “Kaşıkçı Elması” kadar değerli olacağı da kesin.

204 / HAZİRAN2016


SAYI #4 / 205


O R I G I 206 / HAZÄ°RAN2016


FIRSAT OĞUZHAN ŞAKAR

Eğer Dünya Kupası ya da Avrupa Şampiyonası takip edeceksek turnuva öncesi bir süper yıldız adayını gözümüze kestiririz. Euro 2016 için bunu yapacaksak en uygun adaylardan biri Divock Origi olacaktır. Eski futbolcu ve Kenya milli takımı için oynamış Mike Origi’nin oğlu olan 1995 doğumlu olan Origi Belçika için oynamayı seçti. Futbol yaşamı Belçika’da Genk Kulübünün altyapısında başladı. Belçika sınırına yakın şehirlerden Lille’in futbol kulübü yetkilileri onun yeteneğini fark etti. Daha sonra 2010’da Domaine de Luchin’in yolunu tuttu. 2012’de profesyonelliğe adım attı. Bir sezon sonra 2013’te ise A takıma yükselme başarısını gösterdi. İlk sezonunda 10 maçta 1 gol attı. Bir sonraki sezonda toplamda 35 kez Lille formasını terletti ve 5 gol buldu. Topla meziyetleri ve süratiyle dikkatleri üzerine çekti. Marc Wilmots kendisini 2014 Dünya Kupası kadrosuna dahil ettiğinde yaşı sadece 19’du.

Brezilya’da 5 çeyrek final gören Belçika’nın her maçında süre aldı, 1’de gol attı. Artık daha büyük kitlelere ve büyük kulüplere kendini tanıtmıştı. 12 milyon Euro’ya İngiltere’nin yolunu tuttu. Yeni adresi 5 yıllığına Liverpool oldu. Ancak 1 sezonluğuna tekrardan Lille’e kiralandı. Lille’de geçirdiği kiralık sezonunda Avrupa Ligi’nde dahil olmak üzere 44 maçta oynadı ve 9 gol, 3 asistli performans sergiledi. Bu sezonuysa Liverpool’da geçirdi. Jurgen Kloop takımın başına geçtikten sonra yanı sezonun ikinci yarısı daha düzenli şekilde forma şansı buldu. Özellikle Avrupa Ligi’nde finale yürüyen Liverpool’da çok kritik goller attı. Borussia Dortmund karşısındaki oyunu ve attığı goller eski kulübüne karşı Kloop’un en büyük yardımcısı oldu. Günümüz dünya futbolunun hücum oyuncu tiplemesinin örneklerinden olan Origi atletik, güçlü, hem kanat hem forvette oynayabilen çok yönlü bir oyuncu.

En önemli silahıysa kuşkusuz hızı. Teknik özellikleriyle hızını çok iyi tamamlayan bir oyuncu. Ancak Origi için bir eksiklik sayacaksak eğer çok keskin bir şutunun olmayışı olabilir. Var olan becerilerine oranla az gol atan bir oyuncu. Sınıf atlamak için bu noktada gelişmesi şart gibi duruyor. Euro 2016’da Belçika’dan beklentiler oldukça yüksek, Origi’nin de bulunduğu hücüm hattı hepsi Avrupa’nın elit liglerinde yer alan isimler. Bu nedenle işi hiç kolay değil. Belçika’nın bulunduğu E Grubu’nda özellikle İrlanda Cumhuriyeti ve İtalya gibi defans konusunda çok iyi ve dirençli takımlar karşısında hücumda kilit rol üstlenebilir. Bu rolü üstlenebilirse üst seviyeye göz kırpmış olacak. Origi’nin önünde çok büyük bir kariyer fırsatı var. Bunu iyi değerlendirmesi için ilk adımı Euro 2016’da atabilir. Eğer atabilirse çok büyük bir yıldızın doğuşuna tanıklık etmenin tarifsiz zevkini yaşayacağız.

SAYI #4 / 207


B O N U C C I 208 / HAZÄ°RAN2016


YIKILMAYAN ADAM BERK BOZ

İtalyan futbolu dendiği zaman akla ilk olarak savunma gelir. Dünya futbolunda yetiştirdiği kaleci ve savunmacılarla nam salan İtalya, 2016’da da geri hattına olan itimadına devam ediyor. Bu güveni yaratan isimlerden biri de hiç şüphesiz Leonardo Bonucci. Juventus’un ve İtalya Milli Takımı’nın değişilmezi olan Bonucci’yi, Euro 2016 öncesi inceliyoruz.

suz istikrarını gösterdi. Ranocchia ile olan uyumu ona kariyerinde bir sıçrama fırsatı yarattı ve 1 Temmuz 2010’da 15 milyon euro karşılığında Juventus’a transfer oldu. Ekürisi Ranocchia da, bu yükselişten payını aldı ve aynı yıl 12,5 milyon euro’ya İnter’in yolunu tuttu. İkiz kuleler, “7 kız kardeşler”in en görkemli iki kulübünde forma mücadelesine başlıyordu.

2009-2010 sezonunda Serie A’da Bari’yi izleyen futbolseverler, bu takımın tandeminde oynayan iki oyuncuya dikkat kesilmişlerdi. O sezon beklentileri aşarak ligi 10. sırada tamamlayan Bari’de 22 yaşında iki genç adam dikkat çekiyordu. Bunlardan ilki, Genoa’dan kiralanan Andrea Ranocchia’ydı. Diğeri ise, İnter’in sıklıkla alt liglere kiraladığı Leonardo Bonucci’ydi. Bonucci, o sezon ligde oynanan 38 maçta da forma giydi ve kusur-

Andrea Ranocchia, geçen 6 sezonda beklenen istikrarı bir türlü yakalayamadı. Yaşadığı sakatlıklar onu oldukça etkiledi ve kulübü İnter’de 130 maça çıkabildi. Torino yolunu tutan Bonucci ise, Bari’de gösterdiği devamlılığı Juve’de de göstermeyi başardı. Bonucci, 6 sezonda tam 200 kez forma giydi. Buna ek olarak, 2010 yılında milli takım teknik direktörü Marcello Lippi’den aldığı milli formayı bir daha bırakmadı ve tam 56 kez giymeyi başar-

dı. Bonucci şüphesiz İtalya’nın en kıymetli oyuncuları arasında yer alıyor. Öyle ki Pep Guardiola onun için, ‘gördüğüm en özel oyunculardan biri’ ifadesini kullanıyor. Peki onu bu kadar özel kılan ne olabilir? Cevabını belki de 2011 ile birlikte başlayan Juventus’un başarısına bakarak anlayabiliriz. 2011/2012 sezonu ile başlayan Juventus dominasyonu, tam 5 yıldır İtalya’yı etkisi altına almış durumda. Bu başarının kilit noktasını ise, milli takıma da ilham veren ve İtalyan oyununun en temel tezahürü olan 3’lü savunma anlayışı oluşturuyor. Bonucci; Chiellini ve Barzagli ile birlikte takımın omurgasının merkezinde bulunuyor. Bonucci’nin oyun stiline baktığımızda ise, yüksek bir oyun aklı, hava hakimiyeti ve başarılı uzun top denemelerini görüyoruz. Ayrıca topa olan hakimiyeti BonucSAYI #4 / 209


ci’ye İtalya’da ilginç bir tanımlama yapılmasına da neden olmuş. İtalyan La Repubblica gazetesi ondan “Beckenbonucci” olarak bahsediyor. Henüz bir Kaiser değilse de, gittikçe kazandığı tecrübe ve turnuva deneyimleri onu tarihin en müstesna savunmacıları arasına yazmamıza engel olmayacak gibi görünüyor. Bonucci’nin milli takım serüvenini irdeleyecek olduğumuzda ise karşımıza çokça hayal kırıklığı ve bir de buruk sevinç çıkıyor. Bonucci’nin de yer aldığı 2010 ve 2014 Dünya kupalarında gruptan dahi çıkamayan Azzurri’ler, Euro 2012’de final oynamayı başarmıştı. Finalde İspanya’nın “tiki taka”sının kurbanı olan İtalyanlara gelen gümüş madalya şüphesiz bir üzüntü yaratmıştı. Kupayı ellerinden kaçırdıklarına üzülenlerin başında ise Leonardo Bonucci geliyordu. Maç sonrası sahanın ortasında hüngür hüngür ağlayan bu korkusuz ama hüzünlü stoperin önünde bir şans daha bulunuyor. Son finalist ünvanıyla katılacakları Euro 2016’da ülkesinin zaferi için sahada olacak olan Bonucci, bu kez mutluluk gözyaşları için Saint-Denis’te olmayı arzulayacak. Bonucci’nin bu yoldaki destekçileri ise 5 yıldır olduğu gibi yine Chiellini ve Barzagli olacak.

210 / HAZİRAN2016


SAYI #4 / 211


O ‘ S H E A 212 / HAZİRAN2016


JOKER CON BÜLENT BAHADIR

2011-12 sezonu, Manchester United dominasyonundaki ligde gürültücü komşular inanılmaz bütçeler ile inanılmaz bir kadro kurmuş ve Kırmızı Şeytanlar’a kafa tutmayı başarmış. Sezonun son maçı, her iki takımda 86’şar puanda ve City averaj ile bir adım önde. United, Sunderland deplasmanından 1-0’lık galibiyet alıyor ve City of Manchester stadından gelecek mutlu haberleri beklemekte. QPR, City’i 2-2’de 94 dakika tutmuş ve United’lı oyuncular Stadium of Light’da heyecanla şampiyonluk kutlamalarını beklemekte. Derken dakikalar 90+5’i gösterirken Aguero sahneye çıkıyor ve tarihi gole imza atıyor. City 44 yıl sonra ilk defa şampiyon olurken Sir Alex ve United’lı oyuncular yıkılıyor. Sezon başı Sunderland’e transfer olan O’Shea Sir Alex Ferguson’a yaklaşıyor. Gözleri kıpkırmızı ve ağlamak

üzere. “Patron, ne diyebilirim bilemiyorum” sözcükleri dökülür. Bir sezon önce çok sevdiği United’dan gitmek zorunda kalmasına rağmen kalbi halen sevdiği kulüp için atmakta olan, duygusal bir lider John O’Shea. 99 yılında United’a transfer olduğunda daha 18 yaşındaydı. Milli maç öncesi doping testine katılmayan Rio Ferdinand’ın 8 ay ceza alması, bir yandan O’Shea’e United formasını daha sık giymesinin yolunu açacaktı. 02/03 sezonunda Premier Lig şampiyonluğu yaşayan O’Shea, takımda önemli bir rol almaya iyice başlamış, Sir Alex O’Shea’i çok yönlü bir futbolcu olması yönünde gelişmesini sağlamıştır. 2001 yılında ilk kez çağrıldığı milli takımda, son dakikada yaptırdığı penaltı ile İrlanda Hırvatistan ile

2-2 berabere kalmış ve O’Shea için pek de hatırlamak isteyeceği bir başlangıç olmamıştı. 2002 Dünya Kupası kadrosuna çağrılmayan O’Shea’in, İrlanda’nın başına Brian Kerr geçmesi ile şans yüzüne gülmüştür. Kerr’in takımında vazgeçilmez olan O’Shea, defans 4’lüsünde görev almadığı pozisyon kalmamış, tam bir görev adamı olarak ön plana çıkmıştır. O’Shea hiçbir zaman şık bir oyun sergilemedi veya PES-FIFA oynayanlar tarafından ilk11’e seçilmedi ama hem United forması ile hem de milli takımda tam bir joker oyuncu olarak görev aldı. United forması altında defans, orta saha ve hatta yardımcı santrafor olarak bile görev aldı. Aldığı her görevi şikayet etmeden ve tüm gücünü ortaya koyarak yerine getirdi. SAYI #4 / 213


4 Şubat 2007’de Manchester United Tottenham deplasmandadır. Edwin van der Sar 85. dakika da sakatlanır ve tüm oyuncu değişiklik haklarını kullanan United’da Ferdinand kaleye geçmek için hazırlanır. Takım “abi”lerinden sayılmayan Joker John, bir şekilde hem hocasını hem de Ferdinand’ı ikna ederek kaleye geçer. 5dk boyunca görev aldığı kalede, İrlanda’dan takım arkadaşı Robbie Keane’in gol pozisyonunu da çıkarmayı başarır. Rio Ferdinand ve Nemanja Vidic gibi iki büyük futbolcu ile oynaması, çalışması, Sir Alex’in çok yönlü oyun tarzına yönlendirmesi, O’Shea’i tam bir lider olarak geliştirmiştir. Takımı için pozisyonundan feragat edecek kadar alçakgönüllü ama bir o kadarda savaşçıdır. 100. milli maçına Dünya Şampiyonu Almanya karşısında çıkar. 2016 Avrupa Şampiyonası Eleme Grubu maçında Gelsenkirchen’de oynanan karşılaşmada Almanya son dakikalara 1-0 önde girer. Kaptan O’Shea tüm maç elinden geleni yapmış defansta görevini kusursuzca yerine getirmiştir. Artık sorumluluk alma sırasının kendine geldiği düşündüğü anda, pes etmeyen yapısı sayesinde 94. Dakikada ülkesi için oldukça önemli bir puanı Dünya Şampiyonundan almayı başarır. Çünkü O’Shea asla pes etmez.

214 / HAZİRAN2016


SAYI #4 / 215


Z L A T A N 216 / HAZÄ°RAN2016


EFSANE GİBİ VEDA ETMEK FURKAN KARASOY

Bireysel performanslara dayalı oyunun yok olmaya yüz tuttuğu günümüz futbolunda, kolektif anlayışı tam anlamıyla oturtmuş takımları izlemek gerçekten büyük bir keyif unsuru. Tıkır tıkır işleyen bir sistem, görev tanımları gayet açık bir biçimde belirlenmiş oyuncular... Ancak insanoğlunun doğasından mıdır bilinmez, en sistem aşığı futbolseverde bile dönem dönem bir sürpriz görme, bir “mucize”ye tanıklık etme isteği baş gösterebiliyor. İşte bu arayışı dindirebilen isimlerden biri de, nesilleri yok olmaya yüz tutan futbol sihirbazlarından Zlatan Ibrahimovic. Zlatan hakkında konuşmak için önce şu konuyu tartışmakla başlamak gerek belki de; o bu güzel oyunu bambaşka boyutlara nasıl taşıyabiliyor? Çok mu çalışkan? Çok mu yetenekli? Çok mu farklı? Hepsine birden evet. Ama hayatta bazı insanlar vardır, bir ışık huzmesini andırırlar ya... Zlatan da o familyadan geliyor işte. Onu tanımlarken yukarıdaki “zeki, çalışkan, yete-

nekli” gibi başka birçok futbolcuyu da anlatan sıfatlar kullanılabilir ama sonunda hep bir şey eksik kalır. Ibrahimovic’i farklı kılan, bu kadar özel yapan şey de bu; kelimelerin önüne geçmeyi başarması. Belki de bu sebeptendi, İsveçlilerin onun uğruna “zlatanera” diye bir sözcük türetip diline eklemesi.

düstur edinen modern futbola, hala bir sezona 50 gol sığdırarak damga vurabiliyor. Tıpkı bir sanatçının ustalık eserini hazırlarken yaptığı son rötuşlar gibi; o da futbolunun olgunluk çağında gittiği Fransa’da şaşaalı kariyerini mükemmelleştirmeye yönelik eklemeleri yaptı. Son fırça darbesi hariç...

Dünya üzerindeki dilleri çaresiz bırakan bir futbolcu mevzubahisse, kariyerinin uzun uzun anlatmak abesle iştigal etmek olur. Özet şeklinde değinecek olursak; yetiştiği Malmö haricinde her takımda şampiyonluk yaşayan, sayısız kupa ve bireysel ödülü kazanmış bir oyuncu Zlatan Ibrahimovic. Tüm bu kupalardan daha da önemlisi; meslektaşlarının çok büyük bir çoğunluğu için yolun sonu anlamına gelen yaşlarda, Paris Saint Germain gibi yarıştığı tüm kulvarlarda zirveye oynayan bir takımın yükselişine önayak olması. 34 yaşındaki Ibrahimovic, fiziksel mücadelenin ve süratin ön plâna çıkışıyla “İhtiyarlara yer yok” felsefesini kendine

Modern futboldaki ‘imkansız’ tanımını kendine düşman seçen Zlatan’ın önünde şimdi çok önemli bir hedef var: Milli takımını Euro 2016’da zafere ulaştırmak. Malum, günümüz futbolunun en büyük yıldızları için yapılan eleştirilerin büyük bir çoğunluğunu, bu isimlerin kulüp takımlarındaki performanslarını milli forma altında gösterememesi oluşturuyor. Modern futbol tanrılarının en ‘aykırısı’ Zlatan ise, öteki tanrıların bir adım önüne geçmek için yine ‘aykırı’ olmak ve birçoklarının kupa yolunda ciddiye almadığı İsveç takımını zirveye ulaştırıp herkese o bilindik gülümsemesini atmak istiyor. İsveç Milli Takımı’nın tarihinde çok SAYI #4 / 217


daha dengeli ve kaliteli kadrolarla Avrupa Futbol Şampiyonaları’na katıldığını ancak o zamanlarda bile görebildiği son noktanın yarı final olduğunu düşünürsek, bunun ne denli büyük bir başarı olabileceğini anlamak çok da zor değil. Bu belki de Zlatan’ın kariyerinin son büyük hedefi bu turnuva, belki de kariyerinin en önemlisi. Kaderin oyunu bu ya, ayrılmaya karar verdiği Fransa’daki son günlerini de bu turnuvayla geçirmiş olacak. Meşhur müzik grubu R.E.M.’in solisti Michael Stipe, uçağa atlamış çok sevdiği New York’tan ayrılırken, şehrin güzelliklerini bir de yukarıdan görme fırsatı bulmuş ve tüm benliğini kaplayan hüzünle “Leaving New York” adlı şarkıyı yazmıştı. Stipe, şarkıda gitmenin hiçbir zaman gurur duyduğu bir şey olmadığını ve New York’tan ayrılmanın asla kolay olmadığını söylüyordu. İşte Zlatan da büyük bir ihtimalle kariyerinde oldukça önemli bir yer tutan Fransa’dan ayrılırken bunları hissedecek. Ancak onun, Stipe’ın aksine gururla veda etmek için bir şansı var. Çünkü bu yaz ustalık eserinin son fırça darbesini vurmayı deneyecek Zlatan. Eğer başarırsa, “Kral gibi geldim, efsane gibi gidiyorum” dediği şehirden futbol tarihinin en özel efsanelerinden birini yazarak gidecek. Gerçi hayat bu belli olmaz, bir bakarız turnuvanın sonunda Fransızlar bu ‘aykırı’ tanrının gitmemesi için Eyfel Kulesi’nden bile vazgeçer, bu hikaye de daha uzun yıllar sürer gider...

218 / HAZİRAN2016


SAYI #4 / 219


A L A B A 220 / HAZÄ°RAN2016


MEVKİSİZ TUNA MENEVŞE

David Alaba’nın annesi Filipinli, babası Nijerya’lı kendisi Avusturya Viyana doğumlu. 10 yaşında Austria Wien’e katılan Alaba, Bremen’de bir turnuvada Bayern Münih’in U-14 hocası Heiko Vogel’in dikkatini çekti. Alman kulübü hemen harekete geçti ve Avusturyalı futbolcuyu kadrosuna kattı. 2008 yazında Bavyera ekibine gelen Alaba, 17 ve 19 yaş altı takımlarında oynadıktan sonra rezerv takıma yükseldi. Buradaki performansıyla A Takım kadrosuna geçti ve hemen Bayern’in 2009-2010 Şampiyonlar Ligi kadrosuna kendine yer buldu. İlk maçına ise Almanya Kupası’nda Greuther Fürth karşısında oyuna sonradan dahil olarak çıktı. Bundesliga’da ilk maçını 6 Mart 2010’da Köln’e karşı 73 dakikada maça girerek oynadı. 3 gün sonra 9

Mart’ta ise Fiorentina ile oynanan Şampiyonlar Ligi maçında ilk 11’de oyuna başladı. 2011’de Hoffenheim’a kiralık olarak gitti. 2011-2012 sezonunda Bayern’e geri döndü. Alaba, milli takım tercihini Avusturya’dan yana kullandı. Tercihindeki en büyük neden Avusturya’nın kendisine ilgi göstermesi. Alt yaş gruplarında gösterdiği futbol ve Das Team’in tekrar yükselme isteği birleşince daha 17 yaşında A milli takım formasını sırtında buldu. 2010 Dünya Kupası Elemeleri’ndeki Fransa maçında 80. dakikada oyuna girdi. Bu David için milat oldu ve bu maçtan sonra sakatlık geçirdiği dönemler dışında çoğunlukla milli takıma çağrıldı. İlk golünü 2014 Dünya Kupası Elemelerinde Kazakistan’a karşı attı.

Alaba’lı Das Team, 2016 Avrupa Şampiyonası Elemelerinde Rusya ve İsveç gibi güçlü Takımların bulunduğu grubu farkla lider bitirdi. Bu, Avusturya Milli Takımı tarihinde 2. Kez Avrupa Şampiyonası’na katılma başarısı oldu. İlki İsviçre ile ortaklaşa düzenlediği 2008’deki turnuva ve bu da pek futbol başarısı sayılmaz. Avusturya Milli Takımı Dünya Kupası’nda kıta şampiyonasına göre daha başarı olmuştur. Gerçi 1982 Dünya Kupası’nda dilsel, kültürel ve birçok yönden bağlarının bulunduğu Almanya ile oynadığı maç, Dünya Kupası tarihinin “en kirli” müsabakalarından biridir. David Alaba, mevkisiz futbolcular kervanından bir oyuncu sayılabilir. Oynadığı takım için “joker” niteliSAYI #4 / 221


ği taşıyor. Kendisine verilen bütün görevleri yerine getirmeye çalışıyor ve sahada hırsıyla ezmediği çim kalmıyor. Alaba alt yaş takımlarında orta saha oyuncusu olarak yetiştirildi. Milli takım ve kulüp takımlarında da orta sahada görev almaya devam etti. Bu durum ta ki, Münih ekibinde Van Gaal’in onu sol bek oynatmak istemesine kadar sürdü. İstekteki etkenler Alaba’nın oynamak istediği alanın dolu olması ve Hollandalı hocanın başka mevkiden yararlanabileceği yeteneğe sahip olmasıydı. Van Gaal, Avusturyalıyı ikna etti ve Alaba sol bek oynamaya başladı. Hocası haksız çıkmadı ve defansın solunda nerdeyse beklenen de fazlasını verdi. Dönüşüm gerçekleşmişti, o artık bir sol bekti. İşleri buradan da farklı boyuta taşıyan ise Pep Guardiola oldu. İspanyol hoca ile başlarda sol bekteki görevine davam ederken defansın ortasındaki sakatlıklar nedeniyle Avusturyalı futbolcu merkezi defans oyuncusu olarak denenmek zorunda kaldı. Ve bunu da başardı. Bu pozisyonda başarılı olabileceğine kendisi de inanamıyorken. David, dj’lik ve rapperlık yapan babasının etkisiyle hiphop müzikten hoşlanıyor. Alaba’nın futboldaki özelliği, babasının müzikte yaptığı gibi: eldeki malzemeyi iyi harmanlamak. David Alaba’nın çocukluk idolü Patrick Vieira idi ve Arsenal için oynamak istiyordu. Orta sahada oynamak isteğinin nedeni olan Vieira’ydı. Bayern’li oyuncu, Vieira gibi komple bir futbolcu olma yoluna ilerliyor. Modern futbolun modern futbolcusundan Avusturya milli takımının beklentisi yüksek. Maestro gibi takımı yönlendirmesi bekleniyor ve bunu başaracak güçte yeter ki yardımına gelenler olsun.

222 / HAZİRAN2016


SAYI #4 / 223


D Z S U D Z S A K 224 / HAZÄ°RAN2016


BALAZS HÜSNA KÖŞGER Macaristan’ın Nyirlugos kasabasında dünyaya gelen Dzsudzsak “zamanının çoğunu futbol sahasında harcayan çocuk” olarak biliniyordu. Futbola olan yeteneği çok küçük yaşta keşfedilen Macar yıldız, sağ kanat mevkiinde forma terletmektedir. Babası da bir antrenör olan Dzsudzsak, futbola başladığı ilk kulüp olan Debreceni VSC’nin alt yapısına kendisini keşfeden Olasz Focisuli’nin desteği ile adım attı. Focisuli, ondaki sol ayak yeteneğini keşfetmişti ve onun büyük bir futbolcu olacağına da emindi. 1902 yılında kurulan Debreceni takımında 10 yıl kadar forma terleten Dzsudzsak henüz 17 yaşındayken ülkesinin 3. Lig ekiplerinden Letavertes’e kiralık olarak transfer olması sebebiyle takımı Debreceni formasıyla ilk kez 19 yaşındayken sahaya çıkabildi. İlk takımı olan Debreceni’ye karşı ayrı bir duygu yoğunluğu taşıyan Dzsudzsak, tatillerde fırsat buldukça buraya gelmek istiyor. –Ki burada oradaki zamanlarından halen kariyerini sürdüren arkadaşları

da mevcut. Büyüdüğü yer ile olan bağını hiç koparmayan genç yıldız, kuluüp hocaları, eğitmenleri ve oyuncuları ile devamlı iletişim halinde. Sahip olduğu deneyim ve bilgileri mümkün olduğunca takıma katmak istiyor. Bunun bir sebebi de hiç kuşkusuz takımına karşı duyduğu minnet borcu. Çünkü onun için; bugün bu noktadaysa bunu kulübü Debreceni’ye ve ailesine borçlu. Nitekim hocaları için de, kulüp için de eşdeğerde değerli bir isim: Hocaları tarafından bir evlat gibi benimsenirken, kulüp tarafından da fazlasıyla seviliyor ve ilgi görüyor. Öyle ki PSV transferi bile takımı için onun adına sevincin yanında büyük de bir gurur olmuştu. Tarihler 27 Ekim 2007’yi gösterdiğinde Dzsudzsak için dönüm noktası sayılabilecek olan o transfer gerçekleşti. Hollanda’nın önemli takımlarından biri olan PSV, genç yıldızla 5 yıllığına anlaştı. Macar yıldız ilk maçına Ocak 2008’de çıktı. PSV formasıyla; ilk golünü Venlo maçında kaydeden Dzsudzsak, ilk asistini ise Sparta Rotterdam maçında kaydetti. İlk sezonundaki

başarısıyla takımının şampiyonluğunda önemli bir rol oynayan genç yıldız, devamındaki süreçte de yıldızını parlatan başarılara PSV forması altında imza attı: “İlk hat-trick” başarısı, Ajax maçında gösterdiği performans ile “Maçın adamı” ünvanı ve “Dünyada haftanın futbolcusu – Haftanın takımı” ödüllerine sahip oldu. 3 yıl sonrasında Rusya takımlarından Anji Mahaçkala’ya transfer oldu. Sözleşmesi 4 yıllıktı ama tam 1 sene sonra ligin önemli takımlarından Dinamo Moskova’ya transfer oldu. Burada 3 sene forma terleten Macar yıldız, 2015 sezonunda Bursaspor’a transfer olarak Türkiye Süper Liginde oynamaya başladı. Milli takım kariyeri henüz 17 yaşındayken başladı. Genç Milli Takım ile başlayan kariyeri 2007 yılında A Milli’ye yükselerek devam etti. Milli formayla ilk golünü 2008 yılında Yunanistan’a karşı kaydetti. Kariyeri boyunca; 8 kupa ve 8 ödül kaldıran Macarlı Milli oyuncu bu yıl Euro 2016 Futbol Şampiyonasında da ülkesi Macaristan adına forma terletecek. SAYI #4 / 225


S I G T H O R S S O N

226 / HAZÄ°RAN2016


‘ACI VATAN’A DÖNÜŞ BERK BOZ Euro 2016 elemeleri A grubunu 2. sırada bitirerek turnuvaya doğrudan katılım hakkını elde eden İzlanda, futbolseverlerin dikkatini çekmeyi başardı. Uzun bir süre ‘Eyjafjallajökull’ buzulu ile gündeme gelen ülkenin gözü Haziran-Temmuz 2016 boyunca Fransa’da olacak. İzlanda’nın turnuvadaki en büyük gol umudu ise elemelerde 3 gol kaydeden Kolbeinn Sigthorsson. 17 yaşından beri Kıta Avrupası’nda oynayan futbolcuyu mercek altına alıyoruz. 14 Mart 1990 Reykjavik doğumlu Sigthorsson’un futbol macerası henüz 6 yaşında başladı. Ülkesinin Vikingur takımının gençlik akademisinde futbol oynamaya başlayan oyuncu tam 10 yıl boyunca bu kulübün formasını giydi. 2006 yılı ise genç Sigthorsson’un kariyerinde önemli bir basamak oluşturdu. Zira genç oyuncu, ilk defa ülkesi için oynama fırsatını yakaladı. İzlanda U-17 Milli Takımı ile çıktığı 12 maçta 7 gol atan Sigthorsson, özellikle İngiliz ve Hollanda kulüplerinin dikkatini çekti. 20062007 sezonunda yatay bir geçişle ülkesinin HK kulübüne transfer olan Kolbeinn, burada profesyonel seviyeye yükseldi ve İzlanda Liginde oynadığı 5 maçta 1 gol kaydetti. 2007 yazına gelindiğinde ise genç Kolbeinn için karar zamanıydı. Potansiyeli bu küçük ada ülkesini aşıyordu. İlk büyük deneme için

ise yine bir adanın yolunu tuttu. 2007’de Londra’da İngiliz kulüplerinin seçmelerine katıldıysa da başarılı olamadı ve dümeni kendisini uzun zamandır izleyen AZ Alkmaar kulübüne doğru kırdı. Böylece 8 yıl sürecek Hollanda günleri başlamış oluyordu. Sigthorsson, 2007’de AZ’ye katıldıktan sonra kulübün genç takımına gönderildi. Burada Hollanda futbolunun temellerini öğrenen İzlandalı, A takıma çıkmak için 3 yıl daha bekleyecekti. 5 Ağustos 2010’da takımda yaşanan sakatlıkların da etkisiyle teknik direktör Gertjan Verbeek tarafından A takıma alındı ve UEFA Avrupa Ligindeki Göteborg karşılaşmasıyla ilk kez sahne aldı. 2010-2011 sezonunda ligde attığı 15 golle ilgi odağı olmayı başardı. Ayrıca aynı sezon AZ’nin Venlo’yu 6-1 yendiği maçta 5 gol atması, başta Ajax olmak üzere Avrupa’nın dev kulüplerinin dikkatinden kaçmadı. AZ için, bu genç oyuncuyu elinde tutabilmek gittikçe zor bir hal alıyordu. Nitekim Temmuz 2011’de beklenen oldu ve Kolbeinn, 4,5 milyon euro bedelle Amsterdam’ın yolunu tuttu. Artık gollerini Ajax için atacaktı. Kulüp kariyerinde yaşanan bu gelişmeler, kuşkusuz milli formanın derecesini etkileyecekti. 2010 yılına değin U-19 ve U-21 milli ta-

kımlarında oynayan Sigthorsson, milli formayı ilk kez Mart 2010’da Faroe Adaları karşısında giydi ve 1 gol kaydetti. O da milli takım da öğrenme aşamasındaydı ve üzerlerine yapışan son kategori takımı olma duygusundan kurtulmak istiyorlardı. İzlanda, Avrupa futbol haritasında ben de varım demeye 2014 Dünya Kupası Elemeleri ile başladı ve eleme grubunu 2. tamamlayarak Play Off ’a kalmayı başardı. Play Off ’ta Hırvatistan’a elense de futbolseverlerin sempatisini kazanmayı başaran İzlanda’da teknik direktör Lars Lagerback ile birlikte 2 futbolcu Gylfi Sigurdson ve Kolbeinn Sigthorsson ön plana çıkıyordu. Kolbeinn ve küçük ülkesi için tünelin ucundaki ışık daha da belirginleşiyordu. Sıradaki hedef Euro 2016 olacaktı ve bu hedef artık kimseye mucize olarak gelmiyordu. Milli takımın başarısına omuz veren Sigthorsson’un Hollanda macerası ise zaman zaman sakatlıklarla sekteye uğrasa da yaklaşık 4 yıl daha sürdü. 2011-2015 arası Ajax’ta 80 resmi maçta oynayan İzlandalı, 31 gole imza attı. Ancak bu performans Ajax’ı memnun etmedi ve Sigthorsson’un yolu 2015’te Amsterdam’dan ayrıldı. Bir dönem Galatasaray’ın da takip ettiği oyuncu, 2015’te 3,5 milyon euro bedelle Nantes kulübünün yolunu tuttu. Avrupa’da piyasasını kaybetmişe SAYI #4 / 227


benzeyen Sigthorrsson, Fransa’da çıkış arıyordu. Ancak 2015-2016 sezonu onun için çıkış şöyle dursun adeta bir çöküş dönemi oldu. 26 resmi maçta 4 gol attı ve Fransa onun için ‘Acı Vatan’ oluverdi. Kolbeinn Sigthorsson için kulüp kariyeri çalkantılarla sürerken, milli forma ile umuda yolculuğu devam ediyordu. 2014 Brezilya’yı baraj maçlarıyla kaçıran İzlanda’da hedef Euro 2016 olmuştu. Ancak yol bir hayli engebeliydi. İzlanda’nın grubunda Hollanda,Türkiye, Çek Cumhuriyeti gibi rakipler vardı. 9 Eylül 2014’te İzlanda, Türkiye’yi 3-0 mağlup ederken gollerden birinin altında Sigthorsson imzası bulunuyordu. İzlanda, aralarında Hollanda’nın da bulunduğu ülkeleri geride bırakarak, eleme grubunu 2. sırada bitirdi ve Fransa’nın yolunu tuttu. Kolbeinn Sigthorsson da bu başarıya 3 gol 1 asistle katkıda bulunarak Gyfli Sigurdsson’un ardından en skorer isim olmayı başardı. İzlanda milli takımı teknik direktörü Lars Lagerback’ın açıkladığı final kadrosunda da kendine yer bulan Sigthorsson, turnuvada takımın en büyük gol umudu olacak. Uzun boyu, hava hakimiyeti ve orta saha oyuncularına alan açma meziyeti ile ön plana çıkan oyuncu Fransa’da ‘Peri Masalı’nın devamı için ter dökecek. Özellikle; Gyfli Sigurdsson, Aron Gunnarson ve Birkir Bjarnason gibi isimlerin merkez forvet Sigthorsson’a vereceği destek ülkenin turnuvadaki kaderini de belirleyecektir. Kolbeinn Sigthorsson’un en büyük hedefi ise şüphesiz Fransa’da yaşadığı hayal kırıklığını yine Fransa’da milli takım ile telafi etmek olacaktır. Bol şans Kolbeinn ve İzlanda!

228 / HAZİRAN2016


SAYI #4 / 229


Q U A R E S M A 230 / HAZÄ°RAN2016


SON GÖSTERİ OĞUZHAN ŞAKAR

Ricardo Quaresma namıdiğer Q7, onu hepimiz çok iyi tanıyoruz aslında. 4 yaşında başladığı futbola 10 yaşında Sporting Lisbon altyapısıyla devam etti. Yetenekleri sayesinde 17 yaşında ilk resmi maçına çıktı. O dönemki antrenörü László Bölöni tarafından sürekli oynatıldı. Bu sayede Avrupa’nın dev kulüplerinin de dikkatini çekti. Bu kulüplerden biri de İngiliz devi Manchester United oldu. İşte tam bu sırada hem Quaresma’nın hem de o dönem Sporting’de arkasında yedek bekleyen Cristiano Ronaldo’nun kariyerleri için dönüm noktası sayılabilecek bir olay oldu. Basında çıkan haberlere göre Sir Alex Ferguson Quaresma’yı kadrosuna katmayı düşünürken, bulduğu şansı iyi değerlendiren ve Premier Lig’in yolunu tutan Ronaldo oldu. Hepinizin bildiği gibi Ronaldo gelmiş geçmiş en büyük futbolcular arasına girerken Quaresma kariyerinin hiçbir döneminde beklentilere tam olarak yanıt veremedi. Belki

de İngiltere’ye giden Quaresma olsaydı, Sir Alex’in elinde bambaşka bir kariyer gelişimi olabilirdi. Yine de Q7 kariyeri boyunca büyük takımlarda boy gösterdi. 6 milyon Euro bedelle Barcelona’ya transfer oldu. Sakatlıkların da etkisiyle yeterince forma şansı bulamadı ve tüm sezon boyunca sadece 1 gol, 1 gol asistlik bir performans sergiledi. Porto’ya transfer oldu hemen 1 sezon sonrasında. Porto kariyeri görece en istikrarlı geçen dönemiydi. Porto’daki 4 sezonunda çıktığı 112 maçta 32 gollük katkı verdi, takımda liderlik rolünü üstlendi ve 2 kez Portekiz’de yılın futbolcusu seçildi.. Bu performansıyla tekrar büyük bir transferle (24 milyon Euro) İnter’in yolunu tuttu. Barcelona’dakine benzer şekilde işler istediği gibi gitmedi. Jose Mourinho, Quaresma’nın çok yetenekli olduğunu ancak taktik disiplinsizlikleri nedeniyle forma şansı ver-

medi. (Öyle ki Mourinho sadece 1 kez tam 90 dakika süre verdi.) Dünyanın en yetenekli oyuncularından biriyken bu kadar büyük potansiyele sahipken ve çok büyük bir futbolcu olarak dünya futbol tarihine geçebilecekken “evet, artık komple bir yıldız” diyemememizin temel nedeni “disiplinsizlik” olarak gösterildi. İşte bu kelime Quaresma’nın kariyerinin tek kelimelik özeti gibi. Bu dönemde Chelsea’ye 2 kez kiralandı ve bir kez daha hayal kırıklığı yarattı. Quaresma, istikrarsızlığı istikrar haline getirdi. Tam da bu esnada Beşiktaş taraftarının özellikle de Çarşı grubunun da isteğiyle Beşiktaş’a 7.3 milyon gibi yüksek bir fiyata transfer oldu. Binlerce kişi havaalanında karşıladı, imza törenini on binler İnönü’de izledi. Belki disiplinsizdi ancak Beşiktaş taraftarı ona özel bir sevgisi vardı ve bağrına basmıştı. 2 sezon boyunca toplamda 73 maçta 18 gol SAYI #4 / 231


27 asist rakamlarına ulaştı. Ancak 2.sezonunun sonundan itibaren yine sorunlar ortaya çıktı. Sahada takımını önemsemeyen bencil görüntüsüyle takımına zarar verir oldu. Binlerce kişinin karşıladığı Quaresma kadro dışı bırakıldı sözleşmesi feshedildi. Al-Ahli’ de geçen sezonun ardından yarım sezon futboldan uzak kaldı. Portekize ve en başarılı günlerini geçirdiği Porto’ya döndü. Porto’da tekrar kendini buldu. Daha iyi performanslar gösterdi. Geçen yaz sürpriz şekilde tekrar Beşiktaş’a dönüş yaptı. Aynı pozisyonda önceki sezonu çok iyi geçiren Gökhan Töre’den formayı kaptı. 7 sene sonra gelen şampiyonlukta büyük pay sahibi oldu. Futbolu sevenler olarak Quaresma’yı sevmemiz için de birçok sebep var. O futbolu sıradışı pasları, rabona ortaları, trivela şutlarıyla oynuyor ve topu her ayağına alışında merakta bırakıyor şimdi ne yapacak diye. Forma şansı verilirse Avrupa Şampiyonası’nın renkli isimlerinden olabilir. Kariyerinin başında ondan çok şey bekleyenlere son bir gösteri yapabilir.

232 / HAZİRAN2016


SAYI #4 / 233


KUP£ EKONOMİ$İ DOĞA SAĞIROĞLU


SAYI #4 / 235


2010 yılında Türkiye Futbol Federasyonu’nun EURO 2016’ya ev sahipliği yapmak adına UEFA’ya verdiği dosyada dönemin başbakanı R. Tayyip Erdoğan’ın yatırımlar için hazırladığı 920 milyon Euro’luk devlet garantili bir teminat mektubu yer alıyordu. 6 sene geçti ve artık başlamasına günler kalan EURO 2016’ya ev sahipliğini Fransa yapacak. Peki Fransa ne kadar yatırım yaptı? Maddi olarak ne bekliyor? Fransız futboluna nasıl bir katkı olacak? Neden beklentilerin altında kalınabilir? Bütün bunlar daimi aday ülkemiz Türkiye’yi nasıl ilgilendiriyor? 2006 Dünya Kupası Almanlar için bir fırsat turnuvasıydı. Bunun nedeni bütün ülkeyi statlarla donatıp ülke futboluna direkt bir katkı yapacak olmalarıydı ve başarılı oldular. Şuan NFL (Amerikan Futbol Ligi) maç başına ortalama seyirci sayısında açık ara 1. ve hemen arkasında Bundesliga var. Fransa ise 98 Dünya Kupası fırsatını değer236 / HAZİRAN2016

lendirememiş çünkü bunu öngörememişti. Ancak şimdi bu fırsatı değerlendirdiler ve ne sonuç alacaklarını hep birlikte göreceğiz. Fransa Ligue 1’in 8 sezondur seyirci ortalaması yaklaşık 20 bin. Avrupa Ligi Bundesliga’nın son 2 sezonki seyirci ortalaması ise 43500 civarı. Premier Lig’de son 2 sezonun ortalamaları da yaklaşık 36000. İngiltere’nin ikinci kademesi olan Championship’in bile bu sezon 17000 civarı bir ortalamaya sahip. Sadece stattan izlemeye değil televizyona da baktığımız zaman yine olmaması gereken bir durum söz konusu. Premier Lig’in yayın hakları Fransa’da %53 artış gösterirken, Ligue 1 yayın hakları sadece %20’lik bir artış gösterebildi. Bunun nedeni ligdeki açık ara Paris Saint-Germain hakimiyeti olabilir ancak statlardaki seyirci sorunu PSG ligi domine etmeden önceden de vardı. Fransız takımlarının bir diğer sorunu da maç günü gelirleri. Geçtiğimiz sezon

toplam 144 milyon Euro maç günü gelir elde etti Ligue1 takımları ki bunun %44’ü PSG’ye ait. Toplam gelirlerinin sadece %10’unun maç günü gelirlerinden olması devam edebilecek bir yapı değil. Bu yatırımın asıl amacı insanlara maçlara gitme aktivitesinin ne olduğunu gösterip, onlara keyifli zaman geçirtmek yani dolaylı olarak pazarı büyütmek ve yeni jenerasyonlardan sürekli olarak üst düzey verim alınabilecek sportif bir altyapı kurmak. Tüketen lig yapısını modern futbolun evrildiği şekilde yeniden kurup, gençleştirip, üreten bir yapı kuran Fransa, ilerleyen yıllarda tribünlerini doldurmayı başarabilirse Avrupa’nın ilk 3 liginden biri olma tırmanışına başlayabilirler. Yatırımın amacını gördükten sonra şimdi de kendisine gelelim. Fransa sadece statlara 1,7 milyar Euro’luk yatırım yaptı. Bunun %62’si (1,05 milyar Euro) özel sektörden sağlanırken geri kalan 0,65 milyar Euro devlet tarafından


Fransa ne kadar yatırım yaptı? Maddi olarak ne bekliyor? Fransız futboluna nasıl bir katkı olacak? Neden beklentilerin altında kalınabilir? Bunlar daimi aday ülkemiz Türkiye’yi nasıl ilgilendiriyor? sağlandı. Lyon’un yeni stadı “Parc Olympique Lyonnais”i 203 milyon Euro’ya tamamen kendi imkanlarıyla yapması da ilginç bir detay. 400 milyon Euro tutarında ulaşım ve şehirsel altyapı yatırımı yapıldı. Küçük kulüplerin soyunma odası, ışıklandırma gibi tesisleriyle ilgili sorunlarına yatırım için 40 milyon Euro harcandı. Ülkenin dört bir yanında binlerce koç ve gönüllü eğitmen yetiştirmesi hedeflenen bir programa başlandı. Turnuvaya ev sahipliği yapmayacak 20 şehre, o şehirlerin de bu işe dahil olduğunu göstermek adına turlar düzenlendi. 6 ve 10 yaş arası çocuklar okullarında ziyaret edilip futbolla tanıştırıldı. Bütün bu süreçte 7000 gönüllü EURO 2016 için çalıştı. UEFA, 2014 sonunda Zidane ve Laurent Blanc’ın eğitim aldığı Limoges Üniversitesi’ne “Center for Law Economics of Sport of Limoge” kapsamında bir rapor hazırlattı. Bu raporun yazarlarından ekonomist Christophe Lepetit turnuva sayesinde yaklaşık 1,3 milyar Euro beklediğini söyledi ve yazdı. Yine aynı raporda tahmini seyirci sayısı olarak 2.387.000 seyirci ve dolayısıyla 842 milyon Euro stat geliri beklendiği açıklandı. EURO2016, 5 bini geçici olmak üzere 20 bin iş imkanı yarattı. Turnuvanın organizasyonundan sorumlu EURO2016 SAS, turnuva için çalışan şirketlerin %58’nin Fransız olduğunu açıkladı. Statların bölgelerine bakıldığında ise açılış ve final maçlarının

yapılacağı Saint-Denis 221 milyon Euro, Marsilya 181 milyon Euro, Lyon 166 milyon Euro, Paris (Parc des Princes) 161 milyon Euro, Lille 151 milyon Euro, Bordeaux 126 milyon Euro, Nice 81 milyon Euro, Saint-Etienne 77 milyon Euro, Lens 71 milyon Euro ve Toulouse 66 milyon Euro’luk ekonomik etki bekleniyor. Turnuva boyunca futbolu sevecek çocuklar, yetişecekleri tesisler, büyüyecek futbol pazarı göz önüne alındığında Fransa futbol devrimi olarak zaten kazanan tarafta. Fransa’nın kupayı alıp almayacağını sahadaki hatalar belirleyecek. Şimdi geldik işin pis tarafına. Bu turnuvaya kötü ne olabilir diye düşündüğümüzde ne yazık ki akla ilk gelen şey terör. 2015 Kasım ayında Paris’te yaşanan terör saldırısı turnuvaya gelecek turist miktarını azaltmasa bile en ufak bir güvenlik zafiyetinde işler sıkıntıya girebilir. Böyle bir tehlikede herhangi bir şehirdeki maçları başka şehre aldırma ihtimali var. Premier Lig’in son haftasında Old Trafford’daki Manchester United-Bournemouth maçının terör şüphesiyle ertelendiğini de hatırlatmakta fayda var. Brezilya 2014’teki ev sahipliği yaptığı turnuva için 11 milyar Dolar harcamıştı. Turnuva sırasında beklenen 600 bin turist sayısının üstüne çıkılmış 1 milyon rakamına ulaşılmış, anketlere göre bu turistlerin

%95’inin bir daha Brezilya’ya gelmek istediği açıklanmıştı. Ancak turnuva sonrası turizm rakamları istenen seviyede olmadı. Şiddet, yüksek fiyatlar, yanlış pazarlama ve ulaşım ağının eksikliği ağır bastı ve yeteri kadar turist çekilemedi. “EURO2016’nın ekonomik olarak Fransa’ya nasıl bir etkisi olacak?” sorusunun cevabını ararken Türkiye’yi de ilgilendiren bir sürü kriter olduğundan, gelelim işin bizi ilgilendiren tarafına. Türkiye gibi büyük turnuvalara ev sahipliği yapmak istediğini her fırsatta belli eden ve “gelişmekte?” olan bir ülkeyseniz, bu konuyu dikkatli bir şekilde irdelemek zorundasınız. Çünkü biz ülke olarak Fransa’dan çok Brezilya’ya benziyoruz. Bize rehberlik eden örnek de bu yüzden Brezilya. Büyük turnuvalardan birine ev sahipliği yapacak olursak ülkemizdeki terörün, eksik ulaşımın kuvvetle muhtemel negatif etkilerini unutmamalıyız. Güzel ülkemize çekmeyi hedeflediğimiz turistleri terör tehlikesi, kötü ulaşım, eksik pazarlama ve olmayan spor kültürümüz ile çekmeyi başaramayız. Taraftarların maksimum düzeyde entegrasyonuna dayalı, muhteşem bir eğlence pazarlamasına sahip modern futbol ekonomisi anlayışını oturtmadığımız sürece bir turnuva yapsak da sürdürülebilir bir sistem kurma konusunda sıkıntı çekebiliriz.

SAYI #4 / 237


1897 yılında yapılan stat Tour de France’ın varış noktası olarak inşa edildi. İlk Şampiyon Kulüpler Kupası finaline ev sahipliği yapan mabet 1960’da Avrupa Kupası finaline de ev sahipliği yaptı. 1932 yılında velodromdan futbol sahasına dönüştürüldü. 1967-1972 yılları arasında mimar Roger Taillibert tarafından yeniden inşa edilen stadyum 1938 ve 1998 Dünya Kupalarının yanında EURO 1960 ve 1984’e de ev sahipliği yaptı. Son olarak EURO 2016 öncesi yenilen stat tarihinin en dolu günlerini Ibrahimovic günleriyle yaşıyor. Sta-

dın ismi 18. yy.’ a kadar dayanıyor, o zamanlar Fransız kraliyet ailesi stadın yer aldığı ormanlık bölgede av partileri düzenliyordu. 1973’ten bu yana PSG’nin evi olan stat Velodrome’la karşılaştırıldığında muhteşem akustiğiyle ön plana çıkıyor. “Caisse de Resonnance” müzik kutusu olarak tabir edilen stadın sahibi Tribune Boulogne Fransa’nın en ünlü taraftar grubu olarak nitelendiriliyor ve şiddet eğilimi olan aşırı sağ holigan grup bu lakabın alınmasında pay sahibi olanların başında geliyor. Stadyuma karakteristiğini veren 50 büyük

beton kiriş stadın eliptik yapısı boyunca devam ediyor. Kirişler çatının görünümünü sağlamak için merkeze doğru eğilim sağlıyor ve kirişlerin arasını tek parça halinde dolduran beton stadın mimari başarısını parlak bir şekilde gün yüzüne çıkarıyor. Köşelerin daha aşağıda olması stadyum dalgasal bir form alıyor ve bu form stadın akustiğine katkı sağlıyor. Stadın bir prens tacının soyutlanması olarak ele alınarak inşa edildiği ve bu imajın insanların gözünde de canlandırdığını söyleyebiliriz.

Parc des Princes – Paris 12.06.2016-16.00 Türkiye-Hırvatistan 15.06.2016-19.00 Romanya-İsviçre 18.06.2016-22.00 Portekiz-Avusturya 21.06.2016-19.00 Kuzey İrlanda-Almanya 25.06.2016-19.00 Son 16 Turu 2. Maçı 238 / HAZİRAN2016

D grubu A grubu F grubu C grubu


1998 Dünya Kupası için o zaman 45000 kapasite üstü stat bulunmamasından dolayı inşasına karar alınan stat 81338 kapasiteye sahip. Stadın ismi Michel Platini tarafından önerilmiş ve kabul edilmiştir. Statta ilk golü atan isim Zinedine Zidane’dır. Stadın mimarisi Architectur-Studio tarafından yapıldı.

Stadyumun yapımıyla birlikte Paris’in hemen yakınında küçük bir kent olan Saint Denis’in yeniden planlanması tasarlanmış ve stad eski İspanyol şehirlerindeki boğa arenaları gibi merkez olarak kabul edilmiş. Sahanın yanında yer alan koltukları kaldırıp atletizm pistine dönüştürülebilen statta en çok ilgi

çeken kısmı kuşkusuz ki çatısı. Bir CD görünümündeki çatının yarısı buzlu camlardan oluşuyor ve bu sayede gün ışığını stadın içine sızabiliyor. Dünya’daki en büyük modüler stat olan Fransa’nın milli stadı aynı zamanda futbol ve rugby dünya kupasının oynandığı tek stadyum olma özelliğini taşıyor.

Stade de France – Saint Denis 10.06.2016-22.00 Fransa-Romanya 13.06.2016-19.00 İrlanda Cumhuriyeti-İsveç 16.06.2016-22.00 Almanya-Polonya 22.06.2016-19.00 İzlanda-Avusturya 27.06.2016-19.00 Son 16 Turu 7. Maçı 03.07.2016-19.00 Çeyrek Final 4. Maçı 10.07.2016-22.00 Final

A grubu E grubu C grubu F grubu

SAYI #4 / 239


1933 yılında inşa edilen stadın kapasitesi 41225 olarak tasarlanmıştı ve bu her zaman en büyük tartışma konusu oldu çünkü şehrin nüfusu 38000 civarındaydı. Stadın ismi şehirdeki spora yaptığı katkılardan ötürü Felix Bollaert’den gelmektedir. 2012 yılından sonra bakan Andre Delelis adı da eklenerek bugünkü halini aldı. Stat mimari yapısıyla oval değil dikdörtgen şeklindedir buda klasik İngiliz

statlarını andırır. Her tribün birbirinden ayrı şekilde yer alır ve hepsinin kendine özel adları var. Henri Trannin 18 yıl boyunca kulübün kaleciliğini yapmıştı. Tony Marek 50’lerde kaptanlık ve teknik adamlık yapan önemli bir isim. Taraftar grubu başkanı Elie Delacourt ve eski başkanlardan Max Lepagnot’un isimleri tribünlere verilmiştir. Bu isim kalabalığının yaşandığı stadyum direkler yüzünden görüş

engeline sahipti ve yenilenme sonrası kapasitesi düşürülmek zorunda kalsa da bu problemden kurtulmuş. Şehrin nüfusunu biraz geçen 38000 kapasiteyle hizmet veren stat 2013’te Atelier Terret Architectures tarafından renovasyona uğratılmış. 4 köşede demir kolonlarla askıya alınan çatısıyla küçük şehirde iz bırakamayan bir mimariye sahip.

Stade Bollaert-Delelis – Lens 11.06.2016-16.00 Arnavutluk-İsviçre 16.06.2016-16.00 İngiltere-Galler 21.06.2016-22.00 Çek Cumhuriyeti-Türkiye 25.06.2016-22.00 Son 16 Turu 3. Maçı

240 / HAZİRAN2016

A grubu B grubu D grubu


2013 yılında tamamlanan stat eski başbakan ve belediye başkanı Pierre Mauroy’un ismini taşıyor. 50186 kışı kapasitesi ile tam bir mühendislik ve mimarlık harikası olan stadyum örnek proje olarak gösterilebilecek niteliklere sahip. Mimar Pierre Ferret imzası taşıyan stadın çatısı açılıp kapanabilme özelliği

taşıyor ve güneş panelleri kaplı bunun yanısıra rüzgâr enerjisinden de faydalanmak amacıyla yapılmış iki tane rüzgar gülüne sahip stadyumun teknolojik özellikleri bunlarla da bitmiyor. Saha zeminin yarısı modüler ve kaldırılabiliyor. Bunun sayesinde stadyumda konserler, tenis, basketbol maçları da

düzenleniyor. Eurobasket 2015’e de ev sahipliği yapan stat dış cephesinin transparan özelliğiyle de dikkat çekici. Gün ışığını içeriye davet eden stadın giriş kısmı sokak tarafında ve bir bina gibi algılanıyor. Lille’in yeni yüzünü temsil eden bu mabet şehrin simge yapıları arasında yerini alabilir.

Stade Pierre Mauroy – Lille 12.06.2016-22.00 Almanya-Ukrayna 15.06.2016-16.00 Rusya-Slovakya 19.06.2016-22.00 İsviçre-Fransa 22.06.2016-22.00 İtalya-İrlanda Cumhuriyeti 26.06.2016-19.00 Son 16 Turu 5. Maçı 01.07.2016-22.00 Çeyrek Final 2. Maçı

C grubu B grubu A grubu E grubu

SAYI #4 / 241


İçinde bulunduğumuz yılın Ocak ayında açılan stat kompleks olarak planlanmış antrenman sahaları, oteller ve ofis binalarının bulunduğu bir alanda yer alıyor. 1950’den bu yana kullanılan Stade de Gerland’ın yerine yapılan stadyum Olympique Lyonnais taraftarlarının rüyalarının gerçeğe dönüşmesini sağladı. Fransa’da bir kulübü sahip olduğu tek stadyum olma özelliğini taşıyor. 59186 kişilik stadın

turnuva dışı ismi Stade des Lumieres sinemanın doğum yeri olan Lyon’da kamera projektörlerinden geldiği söylenen “Işık stadı” ismi sponsorluk sözleşmeleri gereği turnuvada kullanılmıyor. Mimarisi Populous tarafından yapılan yapının yine en ilgi çekici kısmı çatısı. Taraftarı tasarımın kalbine oturtturmuş grup şemsiye şeklinde stadın üstünü kapatan çatıyla; hem içerideki akustiği sağlamak istemiş

ve bununla birlikte etraftaki ormanın dinginliğini kuzey ve güney tribünlerinin maç boyunca karşılıklı olarak birbirlerine yaptıkları tezahüratların çıkardığı muhteşem gürültüyle harmanlayarak kakofonik bir birleşim yakalamışlar hem de çatının stat dışına taşmasıyla dışarıda toplanan taraftarlara da bir yuva oluşturmuş.

Stade de Lyon, Lyon 13.06.2016-22.00 Belçika-İtalya 16.06.2016-19.00 Ukrayna-Kuzey İrlanda 19.06.2016-22.00 Romanya-Arnavutluk 22.06.2016-19.00 Macaristan-Portekiz 26.06.2016-16.00 Son 16 Turu 4. Maçı 06.07.2016-22.00 Yarı Final 1. Maçı 242 / HAZİRAN2016

E grubu C grubu A grubu F grubu


2013 yılında Mimar Jean-Michel Wilmotte tarafından bitirilen stadyum 35624 kapasiteye sahip. Allianz Riviera olan ismi sponsorluk nedeniyle Euro 2016 boyunca Stade de Nice olarak anılıyor. Stade du Ray’in yerine yapılan stadyum aynı zamanda Milli Spor Müzesi’ne de ev sahipliği yapıyor. Son dönem yapılan diğer statlarda olduğu gibi bu yapıda transparan bir cepheye

sahip bu gündüz gün ışığını içeriye gece de stadyum ışıklarını çevreye vermeye imkan sağlıyor. Stadyumun önündeki meydan hem çevredeki konut alanından stadı ayırıyor hem de taraftara toplanacakları ve etkinlikler düzenleyebilecekleri bir alan oluşturuyor. Stadyum 4000 güneş paneliyle ihtiyacından fazla enerji ürettiği gibi jeotermal enerjiyi kullanarak kendinin ısıtma ih-

tiyacını da karşılıyor. Ayrıca yağmur sularını biriktirerek çimlerin sulanması için kullanan çevre dostu bir stat. Şehrin yapısına aykırı olmayan, sırıtmayan ve transparan görünümüyle modern görünümü minimalist denilebilecek bir çizgiye çekebilen tam manasıyla çevreyle uyumlu bir stadyum.

Stade de Nice, Nice 12.06.2016-19.00 Polonya-Kuzey İrlanda 17.06.2016-22.00 İspanya-Türkiye 22.06.2016-22.00 İsveç-Belçika 27.06.2016-22.00 Son 16 Turu 8. Maçı

C grubu D grubu E grubu

SAYI #4 / 243


Tarihi olan ve ateşli taraftarlara ev sahipliği yapan mabet ilk olarak 1930 yılında yapıldı ve son olarak EURO 2016 öncesi yenilendi. 42000 kapasiteye sahip stadyum adını Casino grubun sahibi Geoffroy Guichard’dan alıyor. Stat “le chaudron” kazan olarak anılıyor hem yakınında yer aldığı eski madenlerden çıkan dumanlar hem de ateşli taraftarı sayesinde bu ünvanı kazanmış. Daha önce 1984 Avrupa

Şampiyonası ve 1998 Dünya Kupası’na da ev sahipliği yapan stadyum Atelier d’architecture Claix Morel tarafından yenilendi. Renovasyonla birlikte bir klasik halini alan güneş panellerinin eklendiği stat fazşa enerjiyi 60 evde kullanılmak üzere satıyor. Bu mabedin karşılklı kale arkası tribünleri Associes Supporters, Magic Fans ve Green Angels gibi taraftar gruplarının sahnesi. Son yıllardaki başarısız

görüntüsüne rağmen Fransa’nın en çok şampiyonluğa sahip takımı AS Saint-Étienne’nin ev sahipliğini yapmaya devam ediyor. Yine diğer statlarda karşımıza çıkan transparan cephe geleneği burada da bizi karşılıyor. İngiliz tipinde dikdörtgen stat kazan ismine zıt olarak geometrik keskin köşelerle dikkat çekiyor ve eski yorgun görünümüne nazaran taraftarının dinamizmini bizlere aktarıyor.

Stade Geoffroy-Guichard – St. Etienne 14.06.2016-22.00 Portekiz-İzlanda 17.06.2016-19.00 Çek Cumhuriyeti-Hırvatistan 20.06.2016-22.00Slovakya-İngiltere 25.06.2016-16.00 Son 16. Turu 1. Maçı

244 / HAZİRAN2016

D grubu E grubu B grubu


İlk inşası 1937 yılında tamamlanan stadyum 1938 Dünya Kupası için yapıldı. 1949 ve 1997’nin ardından 2016 içinde yenilenen stat 33150 kişilik kapasitesiyle EURO 2016’nın en küçük stadyumu.

Doğu tribününün adına 2009 yılında Partizan deplasmanında öldürülen Brice Tarton ismi verildi ve son renovasyon sırasında bütçenin kısılmasından dolayı kapasitesini düşürmek zorunda kaldılar.

Wembley’e benzerliğinden dolayı Mini Wembley olarak da adlandırılıyor. Son hali Vodafone Arena’ya benzeyen yapı antik dönem kolezyumlarını andırıyor.

Stadium de Toulouse – Toulouse 13.06.2016-16.00 İspanya-Çek Cumhuriyeti 17.06.2016-16.00 İtalya-İsveç 20.06.2016-22.00Rusya-Galler 26.06.2016-22.00 Son 16 Turu 6. Maçı

D grubu E grubu B grubu

SAYI #4 / 245


1937 yılında Mimar Henri Ploquin tarafından dünya kupası için yapılmış stat bisiklet pistiyle yapılmasından ötürü bu ismi almıştır. 1985 yılına kadar bu pist statta yer almış sonrasında kaldırılmış. 1998 Dünya Kupası öncesi yenilemelerinden sonra son olarak EURO 2016 için yapılan renovasyonların sonucunda kapasitesi 67394’e çıktı. Tarihi boyunca tenis, çim hokeyi, boks, motorsporları, hentbol, beyzbol, Amerikan futbolu, bisiklet, boules, tazı yarışları, rugby gibi birçok spora ev sahipliği yapan stadyum 1938 ve 1998 Dünya Kupalarının yanı sıra 1960, 1984 ve son olarak 2016 Avrupa Şampiyonalarına da ev sahipliği yapacak. Stat bu kadar

önemli müsabakaya ev sahipliğini üstlenmiş olsa da asıl sahipleri Olympique de Marseille taraftarları tarafından benimsenememiş Akdeniz’den gelen şiddetli mistral rüzgârlarının üstü açık olması sebebiyle ve yapılan tezahüratların aynı rüzgarlara kapılarak havaya karışması onun sevilmeyen ilan edilmesine neden oldu. Buna rağmen Fransa’nın en köklü takımlarından olan Olympique de Marseille takımının taraftarları Virage Nord tribünlerinin adını MTP (Marseille Trop Pursuit) Marsilya hep güçlü grubunun kurucu lideri Patrice de Peretti olarak adlandırmış ve sahiplenmişlerdir. Maçları -12 derecede Moskova

deplasmanında bile çıplak izleyen bu ateşli ve kimilerine göre tehlikeli taraftar grubu yenilenen stada daha çok bağlanmış görünüyorlar. Üstü açık rüzgâr alan ve akustik sorun yaşayan sembol olsa da sevilmeyen stadyum harika bir çözümle adeta yeniden canlandı. Muhteşem formdaki gündüz süt beyazı transparan, gece ışıklandırmayla birlikte göz alıcı hale gelen çatı gece ve gündüz şehrin simgesi olarak endam ediyor. Bu eşsiz dalga formundaki yeni stat Akdeniz sahilindeki tarihi şehir Marsilya’da rastlayabileceğiniz onlarca güzellik arasından sadece biri.

Stade Velodrome – Marsilya 11.06.2016-22.00 İngiltere-Rusya 15.06.2016-22.00 Fransa-Arnavutluk 18.06.2016-19.00 İzlanda-Macaristan 21.06.2016-19.00 Ukrayna-Polonya 30.06.2016-22.00Çeyrek Final 1. Maçı 07.07.2016-22.00 Yarı Final 2. Maçı 246 / HAZİRAN2016

B grubu A grubu F grubu C grubu


Turnuvanın tartışmasız yıldızı sponspor ismiyle Matmut Atlantique, Stade Chaban-Delmas’ın yerine EURO 2016 için yapıldı. Diğer statlara nazaran daha düşük bir bütçeyle yapılan stadyum bir mimari başyapıt. Allianz Arena, St. Jakop-Park ve Pekin Olimpiyat stadı gibi başarılı işlerin altına imzasını atan Herzog & de Meuron mimarlık stüdyosunun spor dünyasına sunduğu son armağan. Yanında yer alana Avrupa’nın en büyük dikilmiş ormanından referans

alınarak 900 adet beyaz kolondan oluşan soyut bir ormanı tasvir eden stadyum çatısından ve cephesinden aldığı doğal ışıkla son trendi yalın bir şekilde yakalıyor. İnce kolonlar sayesinde hafif ve uçan bir çatıya sahipmiş gibi algılanan bu stat belediye başkanı “bu sanat eseri kültürel mirasımızı daha da zenginleştirecek” sözleriyle eserin hakkını teslim ediyor. Yapının kâğıt gibi ince görünen ve organik çizgilerle homojen bir yapıya bürünen çatısı bu eseri tamamlayan başka

bir unsur. Eser sahibi mimarlar tarafından 3 kelimeyle özetleniyor; zarafet, samimiyet ve hafiflik. Stadyumlar gibi devasa katı kütlelerin bu kadar çevreyle bütünsel ve hafif hissiyat yaratarak çözümlenmesi yeni mimarinin dışa vurumu olarak algılanabilir. Uyuyan güzel Bordo’yu uyandırabilecek ve ünlü şaraplarından sonra yıllandıkça şehre daha da çok değer katacak stadyum Girondins taraftarlarına heyecanla stada akın edecek bir başka neden veriyor.

Stade de Bordeaux – Bordo 11.06.2016-19.00 Galler-Slovakya 14.06.2016-19.00 Avusturya-Macaristan 18.06.2016-16.00 Belçika-İrlanda Cumhuriyeti 21.06.2016-22.00 Hırvatistan-İspanya 02.07.2016-22.00 Çeyrek Final 3. Maçı

B grubu F grubu E grubu D grubu SAYI #4 / 247


T U R N U V A N I N SAKLI

248 / HAZİRAN2016

KÖŞELERİ


EZGİ YAZICIOĞLU Sıcak havaların herkesi bunalttığı şu zamanlarda klimalı alanlara kaçmaya çalışıyor, tatil planlarımızı düzenlemeye uğraşıyor ve soğuk içeceklerle ferahlamaya çabalıyoruz. Ancak yazın gelişiyle beraber hepimizin beklediği başka bir aktivite bizi televizyonlara kilitlemeye hazır: Fransa‘da düzenlenecek olan 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası. Bu sene bizi Fransa’da ağırlayacak ve ılık rüzgarlarla içimizde ateşi yakmaya kararlı tam tamına 10 stadyum var: Paris’teki Parc des Princes, Marseille’deki Stade Véledrome, Nice’teki Allianz Riviera, Toulouse’daki Stadium Municipal, Bordeaux’daki Matmut Atlantique, Lyon’daki Parc Olympique Lyonnais, Lille’deki Villeneuve-D’ascq, Saint-Etienne deki Stade Geoffroy-Guichard, Saint-Denis deki Stade de France ve Lens’deki Stade Bollaert Delelis. Daha önce tarihindeki düzenlediği turnuvalarla bu tür organizasyonlara pek de yabancı olmayan Fransa, ülkenin dört bir yanındaki statlarını kullanarak hem gelecek olan turist ekonomisini değerlendirmeye hem de futbol kültürünü kendi ülkesine ve bütün Avrupa’ya aşılamaya çalışıyor. Elbetteki Fransa’nın tamamı sadece başkent Paris’ten oluşmuyor. Ülkenin Paris Saint Germain takımından sonra en büyük taraftara sahip takımlarından biri olan L’Olympique de Marseille’in evi Stade Vélodrome da, büyük bir heyecan yaratacak gibi.

Aix –en Provence bölgesinde bulunan Marseille, Fransa’nın en büyük liman kenti olmakla beraber; Türkiye’deki antik balıkçı kasabası Phokaialılar (Foça) tarafından kurulmuş bir şehir. Şu ana kadar bir sürü Mağrip ülkesine ve göçmenlere ev sahipliği yapan Marseille, 2013 yılında Avrupa kültür başkenti seçilmişti. Kişisel tavsiye: Vélodrome daki maçlara gitmeden önce muhakkak Vieux-Port’da bir adet bira içip, Calanques sahillerinde yüzüp, Basilique Notre Dame de Garde kilisesinin manzarası ile güneşi batırmanız. Tabii benim de zamanında çalıştığım kültürü ve mimarisi bir başyapıt olan Villa Meditérranée‘de gerçekleşen muhteşem sergi ve enstalasyonları görmeyi unutmamalısınız. En fazla maç sayısına (4 açılış maçı,1 sekizincilik maçı,1 çeyrek final ve 1 final) ev sahipliği yapacak olan Stade de France ise 81338 sayılık kapasitesiyle Fransa’nın en büyük futbol-rugby stadyumu. 1998 yılındaki Dünya Kupası’nın Fransa’ya verilmesiyle başlayan macera, Parc des Princes’in çok küçük olduğuna karar verilip, yeni bir stadyuma ihtiyaç duyulmasıyla gerçekleşiyor. Fransa-İspanya maçıyla açılan stadyum ise açılış gecesi gazeteci Daniel Bialian tarafından ”İlk defa Fransa’nın futbol tarihine layık bir yapı“ olarak değerlendiriliyor. Yapımı ise yaklaşık 290 milyon Euro tutan bu inşa, sadece maçlara değil, bir sürü konser ve festivale de ev sahipliği yapıyor. Rihanna, Madonna, Paul McCartney, U2 gibi sanatçılar bu alanda konser vermiş. Bilinenlere göre bu

stadın dizaynı, PanAm‘in John F. Kennedy New York Havaalanı’ndaki Worldport binasına ilham olmuş. Çeyrek ve yarı finallere ev sahipliği yapacak olan Stade des Lumières (ışıklar stadı) ya da Parc Olympique Lyonnais ise Lyon merkezine 12 km uzaklıkta. 59 bin 186 kişilik kapasitesi ile Fransa’nın üçüncü en büyük stadı ünvanına sahip bu inşa, Chistpohe Mae ve Will.İ.Am gibi sanatçıların konserine de daha önce ev sahipliği yapmış. Multi fonksiyonlu Alpes-Maritimes bölgesinde bulunan Nice’teki Allianz Riviera ise aynı zamanda Fransa’nın Ulusal Spor müzesine ev sahipliği de yapıyor. 2011 yılından beri ise L’Olympique Gymnaste Club Nice‘in resmi evi olan bu yapı, ilk başta kararlaştırılan Olympique Nice Stadium yerine sponsorluklar sebebiyle Allianz Riviera adını alıyor. Maçlara gittiğiniz zaman Monaco-Porto Fino –Nice üçgeni arasında bir tatil yapma olanağı bulacağınız zaman ise, size unutulmaz bir tatil yaşatabilir. Başka bir çeyrek final evi olan Bordeaux’daki Mamut Atlantique ise turnuva harici Girondins de Bordeaux futbol takımını ağırlıyor. Lille’de yer alan Stade Pierre-Mauroy ise LOSC Lille adlı futbol takımına ev sahipliği yapıyor. 29922 kişilik kapasitesiyle bir çeyrek finale ev sahipliği yapacak olan stadyum, ismine eski Başbakan ve Lille Belediye Başkanı Mauroy’dan alıyor. Çok fonksiyonlu bu stat ise SAYI #4 / 249


daha önce futbol harici hentbol, basketbol, rugby ve tenis gibi sporlara da ev sahipliği yapmış. Paris’in güneybatısında bulunan Parc Des Princes (Prensler Parkı) ise bölgenin en çok bilinen ve Fransa’nın en büyük beşinci stadı. Stade de France‘dan önce ülkenin ulusal stadyumu olan yapı, 18. Yüzyılda asil bir ailenin av köşküne ev sahipiliği yapıyordu. Esasında olimpiyat oyunları için yapılan ve 1924 olimpiyatlarını ağırlayan park; futbol stadyumu haline getirilmek için 1972 yılında yıkılmış ve Roger Tallibert tarafından 48.713 kişilik kapasiteyle tekrar tasarlanmış. 1984 Avrupa Futbol Şampiyonası’na da ev sahipliği yapan stat, boks, futbol , rugby ve çeşitli müzik organizasyonlarını ağırlamaya devam ediyor. Hazır Paris’i ziyaret ediyorsanız, Zlatan’ın haftalar önce şampiyonluğu getirdiği Paris-Saint Germain formasıyla Seine nehrinde güzel bir Bateaux-Mouches turu yapmayı unutmayın. Turnuva’nın kendisi ve Türkiye’nin performansı çok konuşulabilir. Ama konuşulacak bir başka konu da ev sahipliği yapan futbolun öncülerinden Fransa ve onun ilginç tarihli statları. Eğer herhangi bir turnuva maçını ziyarete giderseniz, klasik bir turist gibi hemen croissant yemek ve kafanıza bere almak yerine kişisel bir tavsiye olarak önce bir futbol topuyla yerin tozunu attırın, sonra ise güzel bir Bordeaux şarabıyla şampiyonanın tadını çıkarın!

250 / HAZİRAN2016


SAYI #4 / 251


GELECEK AY GÖRÜŞMEK ÜZERE


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.