SABAHIN SEHER VAKTĠNDE Yüzünün öptüğüm yanı artık çekimser kalamaz Binlerce bayrakla açılmış yürüyor En önde gideni tanıyorum, Bayazıt'ta görmüştüm Bir daha padişah geçemez bu sokaktan Düzme mahkemeler kurulamaz. Seninle sarılıp sabahlara kadar uyumamışız Bir cumartesi pazar olmuş kolların arasında Kolların arasında bıçağı duymuyorum Yanyana kenarında pencerenin Sen taşını eteğinde taşımışsın her sabah Ben ellerimde taşımışım her akşam. Çocuğumuza bakıyoruz, evimize bakıyoruz, dünyaya bakıyoruz Bütün sarılı kollar arasında Güllerin gelinciğin arasında Yüzünün öptüğüm yarısında Kötüye geçit yok Buğday tarlaları çiğnenemez bir daha Nükleer denemeler yasak.
Berin T.
SĠNOP’TA KALE DUVARLARININ SONUNDA Ses dağılmıyor da saklı kalıyorsa havada İhtiyar çınar ağaçlarının uçlarında Roma, Bizans, Selçuklulardan yadigar Sinop‟un o meşhur kale duvarlarında Bir gün muhakkak toplanacak Çelik bir iğnenin ucunda. Çelik bir iğnenin ucunda Efendi kibar, kalın mağrur Deniz suyuna karışmış Nekadar boğuk, ne kadar derinden geliyor. Yerde sürüklenen zincirler, duvara çakılı zincirler Demirler, demirler traşlı başlar görüyorum Bıyıklarını burup, başlarını eğerek giriyorlar hücreye 1861 Karadağ isyanından tutuk Gündoğusu rüzgarının önünde Kale duvarlarına vurup vurup dönüyor Roma, Bizans, Selçuklulardanberi Güneş Karadağ koğuşundan iç avluya düşünce Yüzlerce el çıplak demirlere sarılacak Yüzlerce el birbirine sarılsa bir defa Bir defa serbest kalsalar. İstanbul‟da gece yarısı evi basılan Karadağ ormanlarında, müsademe sonunda Trabzon‟da rum patronunu vuran Çıplak, keskin, oynak Ağaca atılan bıçak gibi Toprak hücreye saplı Kale kapısından sonra beşinci burç içinde Bir gün olur ben buradan çıkarım Tabancamı indirmeyin ırafdan Bir gün olur türkü yakan bulunur Sinop‟un ara sokaklarında. Şimdi güvercinler gibi inebilse avluya Kuyunun taşına otursa Neler neler görüyor suyun içinde Şapkası dallara takılıyor Bir karpuzu yarsa ortasından, suyunu akıta akıta yese En çok da kuyu başlarında ceviz altında Bir de bastığı yerde kekikleri görse Her gece rüyada görülen Bir soluk mendil bu Karanlık bir köşede gizli gizli Çıkarılıp çıkarılıp öpülen…
11 Haziran 1913 Mahmut Şevket Paşa‟yı vurmuşlar Bahricedit vapuru dinamit taşır gibi korkuyor Burunu döner dönmez atmış demiri Boşaltıp yükünü hemen İstanbul‟a kaçacak Önde paşalar, Komitacılar, Yazarlar Refik Halid, Refii Cevat, Hüseyin Hilmi, Mustafa Suphi Sonra Cumhuriyet, Af Şenlikleri, Sabahattin Ali. Bahricedit seferinden elli yıl sonra Sıcak bir yaz gününde bir başka muhafız Elleri bağlı, dal gibi bir kurmayı Atıp cezaevi avlusuna çekip gitti Allahaısmarladık bile demeden. Hele ziyaret günleri, adının okunması koğuşta Bir paket cıgara da olsa, gönderilse İkram edilse, yakılsa. Hele tahliyeciler, emri gelenler. İçerde kalanlar kapanmış üstüne curanın Atın gideceği bir İnce yoldur Kale burcundan bakınca başka Bir işe gidiyorlarmış gibi telaşlı Hiç yaşamıyorlarmış gibi durgun Roma, Selçuk, Osmanlılardan beri Kapanan kapının ardındaki Bir güvercin kanadı asılsa uçacak Binse bir motora batıracak belki O kadar hafif, o kadar ağır Sinop‟ta kale duvarlarının sonunda…
Berin T.
kendi ellerimle papatyalar anlamında
ben çirkinim ya kırıyorum aynayı; sinemadan çıkıyorum, çıkarıyorum bu benden bir korolu eser gibi içimde çarpıyorum müzikler bana uçucu hem ordan kiraladığım yerler ve bir türlü baba mesleğinin ağzımda bıraktığı talaşı söküp atamıyorum ya ben. memur bey ölmüştür, üstteki kalem. dezenfekte için uğraş didin boşluğu inat etim bu adamla, daha fazla imza çöküntülerine uzlaşmayacaktım [uzakta bir trenler boğuşacak] siz hanımken çok istedik paravanın arkasına çekilip çekilip göğsümüz tazelensin diye jandarma boşluk kabul etmiyordu, kutadgu bilig biçiminde bir ihtiyar sonunu enstrumental öfkeyle nesneyeben dudak kaldırıyordu. keman zorosu, andırma hiç gelinlik giymecek o eprime kendin yayınevinin kirasını zorkun şebekesinin fay hattına düğümleyerek çok atlar azar beygirler cürümde falan. öğle arası hamiledir - konuyu şu mahfilde tutmak için adana, mersin, ankara tay hattı gelişinden sonra marifet bize magfiret etsin, tanrım aklını tavan arasından çıkar salona. kıyanda olsun, kıyam da, rukûdan teslim olan şansa ben bazı ayak cinleri başımızın tokmağında elleri nadir çiçekler solo olarak çevirsin istedik direkten topunuzu [siyah truva gibi gergin bir tema] uzandı ve gömdük konvoyu kaşının ortasına. biz böyle istedik ama tutmayordu yaşımız. üstünü babandan aldığın harçlıkla tamamla - sonunu düşünme bir süre başbaşa kal! dibinde su çürüyen o kemerle annenin gördüğü son bayram, diş dolgusu biçimde mezarlar onları puruvanın geçmişinde toprakla besliyorlarmış, öyle dünyayla karışık bir peygamber incitemezsin belki demek ki bütün arajman dedikleri, puştluğun hicabıdır kısrağın tek tek düşen canım cinleri çıldırtıyor imanın. ve sonra esneyen flamalar rengindeki ülke.
Salim N.
müstehcen şeyler I ve O harfleri müstehcendir. Bir ağacın dal ve yapraklarını dökmesi müstehcendir. Bir böceğin bir çiçeğe konması müstehcendir. Hele hele, o çiçeğe daha önce hiç böcek konmamışsa.., Şişe değil ama, tapa müstehcendir. Bir kitabın açık bırakılması müstehcendir.Açık bırakılacaksa üstünün örtülmesi gerekir. Yiv ile set müstehcendir. Bir kilidin maymuncukla açılması müstehcendir. Kadın değil ama, dul müstehcendir. Karı değil ama, baldız müstehcendir. Masa değil ama, bacağı müstehcendir. File değil ama, içindekiler müstehcendir. Hıyar müstehcendir. Patlıcan müstehcendir. Elma, portakal, karpuz, incir, kayısı, muz, şeftali, badem, (v.b.) çağrışımları müstehcendir. Müstehcendir bir şeyin bir şeye değmesi de. Bir kızın on dördüne değmesi müstehcendir. Senin ona değmen büsbütün müstehcendir; kanunla yasaklanmıştır. Bırak başkaları değsin. Yatmak, kalkmak müstehcendir. Müstehcendir vermek de. Vereceksen sahibine vermelisin; o zaman müstehcen olmaz. Girmek müstehcendir. Girmek fiilini sakın işleme. İşe girme, kapıdan girme. Girmişsen bile hemen çık. Ama çıkmak müstehcendir. Vazgeç o yüzden, girmişsen çıkma. Sabaha kadar, ölene kadar kal orda. Sokmak da müstehcendir. O kadar müstehcendir ki, yılan bile soksa, utancından ölebilir insan. Akmak müstehcendir. Suyun akması neyse ne ya, çeşmeden akması müstehcendir. Hele hortumdan akması, kanuna, kitaba sığmaz. Koymak müstehcendir. Elini vicdanına koy da bak; elin yanar vallahi.
Üflemek zararsızdır ama, bir şeye üflemek müstehcendir. Üflenen bir balonu düşün, şişer şişer, patlar sonra. Patlamak müstehcendir. Para bile bozma. Bozmak müstehcendir. Üstelik birisini bozdun mu, ömrübillah düşman olur sana. Cinsel ilişki müstehcendir. Sakın öyle bir şey yapma, yaparsan da anlatma. Bırak, Mevlana anlatsın. Hem daha güzel anlatır, hem de anlattıkları devletçe yayımlanır.(Bkn.Mesnevi - MEB yayınları, Cilt 5, sayfa 111,114 ve 115) Gömmek, sulanmak, asılmak, çekmek,asmak,iş görmek, tezgahlamak, geçirmek, koymak, köklemek, saplamak, zımbalamak, pompalamak,emmek, gelmek, yalamak, soymak, getirmek, göstermek, yapmak, yaptırmak, kullanmak, okşamak, delmek, kanırtmak, taktırmak, basmak, bastırmak, boşalmak müstehcendir. Kısacası, müstehcendir bütün fiiller. Çünkü onları insanlar yapar. İnsan dediğin de ya erkek, ya dişidir. Müstehcendir erkekle dişinin yaptığı. Bir şey yapılacaksa, onu, erkek de dişi de olmayan birisi yapmalıdır. Erkekle dişinin yapması caiz değildir, müstehcen olur. Günel A.
kesilecek boyna giyotin aşkı el ele tutuşup birdir bir oynadığımız giyotin yavrusuna tene baykuş teması kesmekten usanan bir giyotin gibi ürpertiyor nisan akabinde yağmurun sersemlettiği kedi can çekişiyor. başkasının hayatından sekmiş bir anı ne kadar alakadar eder ise insanı bileysiz bir giyotin gibi her aşk ısrarlı ayrılık her ten ılınmak istiyor. eşcinsel akrep‟in albümündeki vesikalık toprağa kakılı kan buzu gibi debeleniyor. nadide aşk fotokopileri kızlık zarına nikotinle yazılmış veda mektupları herşey yağmurun emrettiği herşey tek renkli giyotin stili yavruağzı rengi çileden çıkartıyor beni. yatağımda kertenkele kuyrukları bulmak kan izleri ile karışık dudak izleri ölüm akabinde zina suç teşkil etmiyor giyotinin keseceği boyna tutumu havanın demiri kaldıramama kanunu eşcinsel akrep‟in albümündeki vesikalık gözlerini yumup giyotin gibi ağlıyor. * ağlamak akabinde koldaki giyotin dövmesi kolu kesiyor. zebra derileri ile gelen ölüm fetvası kışkırtılan akrep yavruları kopan başın diriliğe son bakışı ölüm en müstehcen haliyle yaklaşıyor. zorbalığa inat yeni bitme tebessümlerle ölüm sebebi bulunamayan kelebeklerin. sabuklayan felçli bir giyotinin takas ettiği aşk tabutları cart diye yırtılır veda mektupları tene baykuş temas eder giyotinler sevdiğini boynundan öper. imgehan
Dünyada Durum Bu Tüm dünyada herkesin aynı tanrıya inanması gibi abuk bir ideale konsantre, suskun, çaresiz, hevesli ve finali bal gibi de bilen ama kendine bunu söylemek istemeyen... Evrimi de tanrıyı da tartışmaktan usanmayacaksınız... En iyisi uzaktan izlemek... Bir de Ordu-Ünye‟den gelen ülkeyi ilgilendirmeyen ama dünyanın ilgisini çeken, gür çıkabilecek ama cılız çıkmış bir ses var. Tersine evrim teorisi... Bu da evrimin bir başka dinamiği... Yani bir başka gerçek. Gerçeğin tasvirinde erimiş... Gelelim bizim otomatik çocukluk alışkanlıklarımıza... Kalemi ilk hangi eline aldığında kendini kendinden emin hissettin? Ve yaptığın bu seçimi bir büyük insan, korkuları nedeniyle sana baskı uygulayarak değiştirtti? Neden? Babadan evlatlara geçen alışkanlıklardan birisi aslında... Masum görünüşlü ama bilmemkaçıncı göbekten ilk bunu seçen akrabanın seçimini güvenle tekrar edebilirsin çünkü yanlış olması mümkün değil, hem yanlış nedir? Yeter ki topluma bir terso durum teşkil etmesin. Meslier‟in de belirttiği gibi: “İlahiyat "Pandora" kutusudur. Bunu tekrar kapatmak mümkün değilse, herhalde bu çok uğursuz kutunun açılmış olduğunu hatırlatmak yararlıdır.” Bir Kişi Daha Gitti Ġşte Buraya kadar sanıyorum ki insanlığın ortak telaşları olan bu iki olguyu anlatabildik, bu telaşların da herhangi bir zevk anında yok olması ise ne güzeldir. Zevk anları uzayınca bu kez de sıkıntı doğar, sıkıntılar düşüncelere neden olur ve yeniden başa dönülür. Eski bir yazar, “Eklektik Ayrışım İtkisi” başlıklı yazısında şöyle der: “Jeremy Naismith‟in Jean le Rond‟a yazdığı dizelerdeki gibi, „Safgörü gerçek dostum, ben kar tanesinin içinden geçtim, gel, birlikte kaldıralım perdesini esrarın.‟” Naismith, bilindiği gibi titiz bir insandı ve ayaklarını yıkayıp kurulamadan asla tahtaya basmazdı. Merak edenler olabilir, tahtaya kuru ayakla basan adam neden banyodan çıkınca elektrik akımında kapıldı ve hayatını kaybetti? Esrarın perdesini açmaya çalışan bir insan için acı bir sondan başka bir şey değildi... Sadece bir kişi daha gitti işte. Bu insanlar internet kullanımımızdaki artışa şahit olsaydı neler söylerlerdi? O dönemler elektrik bile inanılmaz bir buluşken ve günümüzde 10 yaşındaki bir çocuğun, hem de sümüklü bir veledin, elektrik gerçeğini idrak seviyesine yaklaşamazken bile, bir de interneti görseler neler olurdu? Bunu öğrenmenin bir anlamı yok, bir değeri de yok, belki birileri bundan faydalanıyordur, hem de gecenin 2sinde. Hatta Jean le Rond gibi vurdumduymaz birisinin bunu(interneti) görünce nasıl bön bön bakacağını tahmin edersiniz.
Kendini Alıntılayanlar „KAYYB‟ tabelasındaki isimlerini gören yazarların daha sonra isimlerinin buradan sildirilmesini istemesi bu tabelanın birkaç yıl içinde ortadan kalkmasına neden oldu, günümüzdeyse bununla ilgili yazılan neredeyse hiçbirşey yok. Bu yazının da bir milat olmasını istiyorum. Kendinden Alıntı Yapan Yazarlar Birliği aslında Cin Ali serisinin yaratıcısı Rasim Kaygusuz‟un bir fikriydi. Fakat Kaygusuz‟un „Cin Ali‟ sevdası bu fikri hayata geçirmesine engel olmuştu. Başkaları tarafından hayata geçirilen bu oluşumun ömrü ise çok kısa olmuştu. Belki de bu oluşum Kaygusuz‟un ellerinde aynı „Cin Ali‟ gibi uzun soluklu bir girişim olacaktı. Bilemeyiz... Ben Kaygusuz‟un bu fotoğrafını çekmeden önce „Buldum, ismi Ali olsun, yok yok, Cin Ali olsun‟ dediğini daha dün gibi hatırlarım.
Fortum
Cin Ali babası Rasim Kaygusuz
SOMYA
Haklısın, bir yedirenk sağanağına kapılan her ruh gibi Gece gezmelerinin hükmü yok artık, tanrı kanepenin altında Tanrı makyaj çantasının içinde, tanrı derin dondurucuda Bu izi nerde görsem tanırım, sızım dörtnala koşuyor Uzakta, bir komodin çekmecesinin ağzında sakladığı tabancaya Uzakta, elleriyle pirinç yiyen bir çocuğun umarsızlığına Uzakta, baharat kentinde, hafiften yağmur yağarken otuzlarına
Şaşırmış kedilerden bir halay ekibi kur ve bırak zamana Haklısın, sana hizmet eden meleklerin ruhu delen matkapları kadar Tanrı ayakkabı kutularında, tanrı mutfak dolaplarında Sevmek esmektir işte, tanrı mikrodalga fırında Çok uzakta, bir masal bitiminin çıkardığı kör edici kıvılcımda Çok uzakta, herkesin esnediği biralı masalarda Çok uzakta, is kentinde, eller uğurlarken ellerini
Orda, bir somya var. Uzakta…
Onur Sakarya
KONUŞMALAR 4. kendime bir arsa bulmalıyım gülleri kimsenin mülküne dikemiyorum teyran, kuşların şeyhi, bana sakalarımı bul onun artık bir evi, bahçesinde dikenleri var de yaşlandığımı söyle ki akrabalar toplansın ilk kez saklamıyorum metruk halimi ilk kez bir şeylere sahip olmalıyım diyorum yattığım sedirin ayağından öpüyorum hani serpilecek yer hani tavanı kuşlanmış ev? Yokluk kabaran bir örtü gibi boyumu ölçüyor bunu bildiğin halde geceyi kabaklıyorsun üstüme vakti değil midir? şeytana secde ettir, beni günahlardan kurtar kavgamı her ikindi vakti sevebileceğim bir çardak ver kül birikiyor evimde bana kaygısını tutacağım bir düşman… 5. ey kulağına yeniden ve yeniden kelimeler doğan bana doğru kork, çamurun ayakta durmuş haliyim sensiz tepiliyorum her seferinde balyalara demesen pamuk olduğumu kim bilecek su döktükçe buhar olmadım mı ciğerim fokurdayarak sönmedi mi kuyularda demesen kireç olduğumu bu beyazlıkta kim bilecek öyleyse bana hakkım olanı ver-geceyi düzleştir irkilen günleri durulaştır- çakılları göster bulanıkta zifiri sen bilirsin karayı sen, kuyuna ip atıyorum çünkü yusuf‟u kıskanırdım çocukluğumda âdem‟i sen bilirsin çocuklarını sen kimin katiliyim kimim ben? delirmem çıvdı sevgilim, beni bağışla 6. diriyken koktuğumdan kılıfım tuzlanmıştır hâlbuki yaşam: göz-gez-arpacık ve bamm! düzlüğe çakılmanın uçurtma hali olduğumu çocuklar bilir resmi kayıtlardan silinmenin halini devlet lakin ben koşunca esmerleşirim, gül gülistanı bil böylece yüzümün balaban halini gör koşunca ne garip ki dallaşan kollarım var hararlara tepile dursun kasım, temmuzu gör böylece ki beni mevsimler şımartmaz, semizotu toplayan kadınlar belki demiş miydim, gürül gürül memelerinde ışık taşıyan kadınlar benim karanlığımı öyle dağıtırlar ki
roka yemeği unuturum balığın yanında ölüyü şuracıkta ne ceset ne diri kalır böylece 7. tanrım, idrak sınırlarımı parçala delirmenin esenliğini yollarda gezdireyim elimde fener geceleri tilkilerin gözünü parlatırdım cilalanmış aklımın kıvrımlarında migren esintisi gör ki mendebur beton yüzüme doğru çatırdıyor şehir dörtnala kangren oluyor, böylece bağırmak güzelleşiyor sevgilim yüreğimi avuçla, korkuyorum zayıflığımdan olacak sinirlerime kuşlar konuyor bıldırcın diye dişletiyor önlüklü kadın uykuyu biliyor musun bu mevsimin en ağırı nedir? Kantarlar tartamıyor gözkapaklarımı saçlarım daha kumral bir çocukluktan geçiyor göğe güvercin, bahçeye asma bürüyorum sevgilim, beni sakın uyandırma
8. Kalk bu ağrıyı dizginle
Ozan K.
TANRILAR DAĞI Kızıl taşlar, çorak vadi… Yer kabuğunun bütün kırılmışlığı burada. Rüzgârın gün yanığı esintisi buradan başlar. Rüzgâr burada o kırıkların arasından doğar. Bu yer bir kadının saçları mıdır? Çıplak ayaklarımın tabanları toprakta pişmiş. Bir toz bulutuna yutulmak burada hiç meselesi. Parmak uçlarımda dağın çevresi boyunca uzanan bir şeyi tutuyorum. Bir zamanı sol gözümde tutuyorum. Alnımda bir damar şişiyor. Alnım bir ufuk uzanıyor. Ne zamandır, ne zamandır soğuk var? Soğuğu içine topluyor. Hiçbir şey donmuyor. Akıp giden bir şeyden söz edilebilir mi? Böyle bir an mıydı? Akıp giden bir şeyden mi söz etmeye gelmiştin? Bir şeyin ucundaydık. Orada tanıştık seninle. Bir boşluktu. Bir şeyle bir şeyle bir şeyle doldu. Kollarını iki yana açıp kendini aşağı doru bırakan bir şeyle. Orada ne işin vardı? Bir şey mi kaybetmiştin? Bir şey kaybetmiş olmalısın. Ama kaybedenler buraya bulmak için gelmez. Bunu biliyor muydun? Arkamda adımlarını duymuştum. Her adımında ezdiğin YediBinBeşYüz kum tanesi duymuştum. Her soluk verişinde vadinin tepelerinden sürüyle kalkan kara kuşlar duymuştum. Bir adım gerimde durdun. Öksürdün. Boğazın bir boğum genişledi. Dudaklarını araladın. Rüzgâr dudaklarını teğet geçti. Vadideki büyük dağın kalkerli taşlarına çarptı. Taşlardan irili ufaklı birkaç parça koptu, yere döküldü. Başını sağa doğru çevirdin. Rüzgâr yön değiştirdi. Yere baktın. Alındın. Gözaltlarında hangi zamandan çalınmış ölçülmez bir mor. Gözlerini kıstın. Bir şey mi hatırlamaya çalışıyordun? Sen besbelli yolunu kaybetmiştin. Yerdeki kızıl taşlardan birini alıp boşluğa fırlattın. Beş yüzyıldır orada duran o kızıl taşı alıp boşluğa fırlattın. Belki de bana. Ama işe yaramazdı. Bunu bilmeliydin. Ben dokunulmazdım. Gözlerini üzerime diktin. Dağın üstünde bir bulut kümesi ağırlaştı. Korkmadın. Burada dokunduğun bir şeye ait olmuş gibiydin. Yerdeki kızıl taşlar, rüzgâr, kalker… Hangisi? Her ait olunan gibi önce sahip oldun sandın. Bir an. Sonra geçti. Artık önemi yoktu. Sen burada BİR ŞEYE dokun-dun. O şey başka bir şeye. Cüretle gözlerini üzerime diktin. Hatırladın. Bu kez hatırladın. Üzerime yürüdün. Vadinin tümseklerinden bir karga sürüsü kanatlarını iki yana açtı. Başları bir dağı Başları bir dağın yamacını Başları bir uçurumun kenarını işaret ediyordu. Üstümde bir insan ağırlığı gölgem aşağıyı işaret ediyordu. Sağ ayağını bir adım öne attın. Ellerimde tuttuğum şeyi bıraktım. Dağın yamacından kızıl bir parça koptu. Geri çekildin. Kargalar huzursuz sesleriyle sol gözümde tuttuğum 4 milyon yıllık bir zamanı alıp dağın zirvelerine uçtu. Dağın yamacından bir parça koptu. Adımın attığın yerde. Orada tanıştık. Ellerimde tuttuğum bir şeyi bırakırken. YediBinBeşYüz kum tanesini ayaklarının altında ezerken. Bir şey söylemeyi unuttun. Adını diyorum. Adını söylemeyi unuttun. Büşra S.
Kapitalist toplumda şiirin öbür sanatlara göre daha bir köşeye atılmasının iki önemli nedeni olduğu kanısındayız. Bir kere, şiir, eğlence (distraction) niteliğini hiç taşımayan bir sanat. Bu bakımdan çok genel anlamda temizleyici, (belki) yetiştirici, (mutlaka) bileyici nitelikleri dışında bir nedenle bır aracının ona yaklaşması söz konusu olamaz. Resim, mobilya olarak da kullanılabiliyor; roman vakit öldürmek için okunabiliyor; şiir ise kendi akışı dışında, yararlanılabilecek bir nitelik taşımayan bir sanat. Asi bir sanat. Bu yüzden, para-mal-para düzenine pek giremiyor, kapitalist üretimin çarkında ‘başka bir özel planda’ görünerek devinemiyor. Kapitalist üretim de kendisine elverişli gelmeyen bu uğraş alanını kovuyor, gerilere itiyor. Yarattığı hayat biçimleri içinde bir yer vermek istemiyor ona. İkinci olarak, kapitalist toplumu besleyen sağcı düşünce, öteden beri dile karşıdır. Doğanın sessizliğine hayrandır. Hatta bir yerde sessizliğinden ötürü ‘Doğa sağdadır’ diye konuştuğu olur. Dile uğramadan bireysel bir aşım içinde olmak ister. Bu yüzden, en çok dil olan, hatta bir yerde dilin kendisi demek olan şiiri daha fazla itibarsızlaştırmak yolundaki çalışmasını doğal karşılamak gerekir. Cemalettin S.
kuantum perspektifinden aşk adam ölür, film biter kimse kimseye kötülük yapmış olmaz ama işler böyle yürümüyor kebapçıdaki gelini kafaya takıyorsun mesela ne düşünür, zarif olmaya çalışırken gene de aylardır üzerinde çalıştığı orgazm taklidi yeterli olacak mı bir opel korsa için kemerinde cep telefonunu gururla taşıyan esnaf ve sanatkarlar mesela yani bir mikrofona konuşsa neler söylerdi alçı tavan, lambri, kaç daire veriyorlar dışında ben turizm adındaki otobüs firmasının sahibi ben derken neyi kastediyordu gibi şeyler etkili bir ses tonuyla konuşabilmek için çıldıran telefonlara cevap verirken bir türlü istediği "efendim"i yakalayamamış zaten bütün kötülükler böyle şeylerden inanırım, bir şey daha, son bir şey, bu son istek sorun ideal standardı yakalamak dünyanın ne yapılırsa, hangi şekilde, onu memnun etmek için... insan tanıdık birini arıyor kötü kararlar verirken sormadığın soru başına bela , etmediğin küfür huzurlu sebzeler, orospu çocukları! (orospuları ve çocukları tenzih ederim) böyle desem kadının biri de bana küfredecek ölmemi temenni eden bir küfür iyiniyetine yorumlayıp teşekkür ediyorum bunu tam beşkırkta düşünüyorum beş otuzbeşte seni özlemişim, kırkbeşte nakliyeciler kooperatifinin önünde olmalıyım burdan aşık biri olmadığım sonucu çıkarılabilir kolayca ama ben çok aşığım kendime göre kuantum perspektifi de böyle açıklar bir sonraki sahneyi görsen lobideki rus kızının ağlama sahnesini slav olmak gerekmiyor katılmak için zaten herkes iyi sivi yazmayı öğrenmeli kanımca en kısa en iyidir herkes mutlu Erin Ö.
Pera Valsi yüz babasını türbelerde unutan efendi hazretlerinin tramvaya bindiğinde elleri tütün tanrı'yı bir mihraba sığdırıyorlarken süleymaniye'de ellerine inerken ince güller redingotunun cebinden bir şarkı tutturmuştu demin tramvayda şimdi pera'ya vardı.
Baran Can Sayın
Dalga Annemi bir falcıya rehin bıraktım Sudaki ekmekten, çürümüş elmadan utandım Hayâsızca bir yeşerme ihtimalini Boynuma astım Sevgilim, ben bir akrebe hamileyim Değil mi ki bütün hikâyeler Mezopotamya‟ya dökülüyor? Söylediğin meydan türküsü Bir ölüyü denizden çıkarmaya; Uykuyu ayaklandırmaya yetmiyor Böyleyken kimse çözemeyecek, Meftunluğumuz, hep bir muamma Yine de kurban edilmiş şarkılar inadıyla En çok siviller vurdu ve öptü beni Kanayan dudaklarıyla. Ayfer Y.
Kağıtlar Dışına kıvrılmış paça İç cebinde kestane ceketinin Koşmaktayım geç kalmak üzre Diyelim ki sevdim seni ellerinden göğe kadar Bir gece bilemedin İki Salmışım bacağımı çatıdan Yere değiyor bağım Kurmadan sesine mesela Çın diye bardağımda Bu bir insan burnu Demem o ki sevecektin beni Sen kadın sana bağırdığında bu ev benim diyecektin Sana değecekti bildiğim Bildiğin sevişecektik Tren kaldırmayacaktın yağmur altında Şimdi ben uzağa bakıyorum Kestanem de saçılmış Ac‟acına bekliyorum Umut Ö.
Anti – Zabıta Manifesto -Martin Handford’aAydınlık bir bahar akşamı iş çıkışı, büyük bir kalabalık olarak dolmuş durağında sıkış tıkış dolmuş bekliyorduk. Derken bir anda, bir arbede oldu. Sekiz on tane zabıta, seyyarları kovalamaya başladı. “Kaç kaç kaç” sesleri geliyor; tezgahını kapan seyyar satıcılar kaçarken, kösele ayakkabıları ve ellerinde telsizleri ile şişman zabıtalar kovalamaya çalışıyordu ama yakalayacak gibi de değillerdi. İşte onu ilk kez o an gördüm. Enlemesine kırmızı beyaz çizgili tişörtü, tişörtü ile aynı desende şapkası, mavi kot pantolonu ve gözlükleri vardı. Muz tezgahına doğru koşan zabıtaya öyle bir kafa attı ki, zabıta un çuvalı gibi yere yığıldı. Yerdeki zabıtaya hiç bakmadan koşup başka bir zabıtanın midesine bir yumruk, bir ötekinin beline bir tekme... Her şey bir dakika içerisinde oldu bitti. Tüm zabıtalar baygın yatıyordu. O da hiç etrafına bakmadan koşarak dolmuşun tekine tıkıştı. Biz de yerde yatan zabıtalara baktık ve dolmuşumuz gelince binip, evlerimize gittik. Daha sonra bir semt pazarında ortaya çıkmış ama ben orada yoktum. Bunu bana kendi anlattı. Pazarda bir tur attım ve en ucuz muz ve lahananın yerlerini öğrendim, dedi. Sonra muzu aldım, lahanacıya doğru yürürken yolun ortasında iki tane zabıta gördüm. Ellerinde sigara, gelip geçen kızlara bakıp kötü adam kahkahaları atıyorlardı; hatta yaşlı olan zabıtanın elinde ısırılmış bir kıpkırmızı bir elma vardı. Dayanamadım, yavaşça arkalarından yaklaştım ve ikisinin kafasını tutup birbirlerine tek seferde tokuşturdum. Güm! İki zabıta oldukları yere yığıldılar, Battal Gazi‟den dayak yiyen Bizans askerleri gibi. Ben de gidip lahanamı alıp evinin yolunu tuttum, dedi. Kimse görmedi mi, diye sorduğumda; kesin gördüler ama kimse sesini çıkartmadı, dedi. Kaçmadın mı, dedim; Hayır kaçmadım, dedi. Onu asıl ünlü yapan olay ise bir kafe de gerçekleşti. Hani Youtube‟ta birkaç milyon kez izlenen video. Bizimki kafenin en dibinde cep telefonuyla oyun oynuyor bir yandan da çay ve sigara içiyor; bir arkadaşı geç kalmış, onu beklerken zaman öldürüyor. Sonra bir anda sigara denetçileri gelecek diye sigaraları topluyorlar. Denetçi menetçi gelmiyor ama bir araba dolusu zabıta geliyor ve bizimkinin yan masasına oturuyorlar. Bir güzel yemek yiyorlar, tam tatlıları geleceği an sigaraları yakıyorlar ve bizimkinin şalter o an atıyor. Bu kez diğer seferlerde olduğu gibi döv kaç yapmıyor; yine açılışı kafa ile yapıyor ve beş zabıtayı beş dakika elli saniye çok temiz dövüyor. Hele son sahnede sigarasını yakıp kafeden çıkarken herkesin ayakta alkışlaması var ki; o dayak ve o alkışlar bu ülkede birçok şeyi tetikledi. Bizimki halkın kahramanı oldu. Herkes, her yerde onu aradı ama bulamadı. Nasıl saklandın?, dedim; saklanmadım, dedi. Polisler, medya peşine düştü mü?, dedim; Kimse arayıp sormadı, dedi. Video yayıldıkça insanlar bizimkinin giydiği enlemesine kırmızı beyaz tişörtleri giyip zabıta dövmeye başladılar. Büyük bir kısmı da bunda başarı olduysa da çok az bir kısmı yakalandı. Zabıtalar sokağa çıkamaz oldu. Yollarda zabıta arabalarının arkalarında polis arabaları geziyor; artık zabıtaları polisler koruyordu.
Manifestoyu sen mi yazdın?, dedim; Ben yazmadım ama çok beğendim, dedi. Halk dövecek zabıta bulamayınca bir manifesto internette dolanmaya başladı. 1.Bu ülkede her şey düzensiz ve kötü gidiyor olsa da yozlaşmışlığın temelinde zabıtalar vardır. 2.Hareketimiz sanıldığı gibi anarşist bir eylem değil; tam tersi düzeni korumak amacı ile yapılanmış sivil bir tepki koymadır. 3.Zabıtaların işlerini iyi yapıp yapmadığı artık bizler tarafından kontrol edilecektir. 4.Görevini hakkı ile yerine getirmeyen tüm zabıtaların cezası da yine bizim tarafımızdan verilecektir. İnsanlar bu kısa manifestoyu işçi, memur, esnaf, kadın, erkek, çocuk, yaşlı, genç demeden ezberlediler ve olay olsun olmasın; her bir araya her geldiklerinde, her zabıta gördüklerinde bağıra çağıra söylediler. Sanki kaldırılmış and gibi bir şey olmuştu. Garip ama insanlar tek bir ağızdan bir şeyi bağıra çağıra söyleme ihtiyacı duyuyorlardı. İşin güzel kısmı da zabıtaların yanlarında hiçbir kişi ve kuruluşu bulamamalarıydı. Siyasiler bile yarım yamalak sözler söyledilerse de, zabıtaların dayakla ıslah edilmesinden memnun gibiydiler. Bir senenin sonunda zabıtalar rüşvet alamaz, işini savsaklayamaz hale geldi. Kimileri bu işten memnun oldu, kimileri olmadı. Ama şehirlerde hayat eskisinden çok daha iyi bir hale geldi. Peki zabıtaların bilgilerini kim internette paylaştı, dedim; Onu da bilmiyorum, dedi. İlk günlerde Zabıta Dairesi Başkanı‟na dansöz kıyafeti giydirip, dansöz gibi oynatıp para takan sen miydin?, dedim; O da ben değildim, dedi. Bizimki sanki ilk yumruğu atan, en masumumuzdu. Abdullah Barış K.
(dıştan mikrofona) Evrendeki çözümlenmesi zor ve korkunç sorunları göğüslemek için, kendi kendine gereksiz ve nevrotik sorunlar yaratam Manhattan bölgesinin insanlarını anlatmak için bir fikir gerekli. Ike divana uzanmış, mikrofonu ağzının hizasında tutuyordur.
(mikrofona iç geçirerek) İyimser olmak gerekir. Neden yaşanmaya değiyor? İşte, çok iyi bir soru. (İç çeker) Şey, (gırtlağını temizleyip tekrar iç çeker) yani (iç çeker) dünyadaki bazı şeyler yaşanmaya değer. (iç çeker) Nelerdir bunlar? (iç çeker) Tamam, benim için, şey (iç çeker) benim için bir tane söylemek gerekirse... Groucho Marx var ve Willie Mays var. (iç çeker) Jüpiter senfonisinin ikinci bölümü de var, (derin bir iç çeker) "Potato Head Blues" söyleyen Louis Armstrong da var. Tabii bu arada İsveç filmleri de var. Flaubert'in "Duygusal Eğitimi" de var. (iç çeker) Sonra Marlon Brando, Frank Sinatra, bunlar inanılmaz insanlar, Cezanne'nin elma ve armutları da var. Tracey'in yüzü de var. (gülüp iç çeker)
Sarı Cümle
eşyayı kıvrılmış bir evin La yoksunluğu gülsüzbahçede yorgunluk edinmedir.. .çıplak ve durgun yaratım eğitilmiş zehir
tezgahta birkaç kirli tabağın ısrarla birkaç kaldığı sarı bir gülden başlıyor sabah sarı bir sıkıntı gelişiyor her akşam ve boyuna yakışıyorum bir tablonun eğik olmasına dikey tabuta. bu kangren. caddeyi seyretmeye çalışan gözümse kendince yılda bir iki devrim işte
dokunuyor ellerine hatırlar mı diye bir zaman hiç tutulmamış bir kadının elleri olduğunu ve o ahşap mahalleyi çiçekli halılarla denize uzanmış bakar yine de elleri bakmaz demiyorum posta kutusuna.acemice.
virüslere dikkatli porno izliyor dostoyevski okuyorum dans bıktırarak suya taş atmayarak sürüyor
diyecekler bu şiirleri bu adam mı yazmış /içlenmeler… sorun bunlar değil elbet mesele önemli önemli mesele gözleriyle delice beklemesi herkesin saçma sapan bir çınar neresiyse oraya düşüyordu ya uzak işte orayı delirerek
çıkıp da kürsüye biri şunu söylemeli artık ağlamak beterdir susmak için ikinci hapşırmayı bekleyen dostlar ağlamaktan beter hapishanede unutulmuş bir yüzse ağdalı beter gözlerinden tetikli şeyler
Eşref Y.
santigrad100fanzin@gmail.com
facebook.com/Santigrad100