TE M M UZ-AĞ USTO S-E Y LÜL 201 9 S AY I: 241 BÜMED BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ MEZUNLAR DERNEĞİ YAYINI
Oyun ciddi bir iştir T I J E N M E R G E N, İ Ş T E V E Ö Z E L H AYAT TA OY U N U N Ö N E M I N I A N L AT I YO R D O S YA K O N U S U: B Ü M E D ’ I N Y E N I YÖ N E T I M K U R U L U
EDİTÖRÜN
SÖZÜ
OYUNA DEVAM Oyun, hayat üzerine en çok kullanılan metaforlardan biri olagelmiştir. Oyun kuruculuk kıymetlidir; oyunbozanlardan kimse hazzetmez. Oyunbazlık, kararında çok yakışır. Oyunculuk, sahtelikle akraba sayılır. Hayatta aldığımız ilk derslerin bir kısmı, çocukken oynadığımız oyunlardan gelir. Hayatta kazanmak kadar kaybetmek de olduğunu, önemli olanın yenilgiyle başa çıkma becerilerimizi geliştirmek olduğunu böylece öğreniriz. Boğaziçi bu açıdan bizler için şahane bir oyun alanıydı; mezun olmadan hayata hazırlanmamızda büyük rol oynadı. Günümüzde klasik anlamının ötesinde, bambaşka alanlarda etkisi artarak hayatımızın merkezine doğru ilerleyen bir konu haline geldi oyun. Çocuklarımızın oynadıkları oyunlar, oyun formatları değişti; dijitalleşmenin uçsuz bucaksız imkanlarıyla bir kısmı büyüyüp oyun tasarımcısı oldu. Ekonomiden siyasete, matematikten yazılıma her alanda “oyun”, oyunun kurallarını değiştiren bir kavram olarak konumunu pekiştiriyor.
iş dünyasında ve sivil toplumdaki başarılarıyla hepimizi gururlandıran BÜMED Danışma Kurulu üyemiz Tijen Mergen’i kapağımıza taşıdık. Alpay Alptekin artık kendi başına büyük bir endüstriye dönüşen oyun sektörünü ve espor kavramını inceleyen bir yazıyla bu sayımızda yer aldı. Çocukların oyunla ilişkisi üzerine kafamızı kurcalayan sorulara Doç. Dr. Mine Göl-Güven cevap verdi. Oyunla ilişkimizi başka bir boyuta taşıyan sanal gerçeklik üzerine Deniz Tortum ilginç sorularla gerçekliğin yarını üzerine düşünmemizi sağladı. Oyun kavramı üzerine çeşitli yazıların yanı sıra 16. Dönem Yönetim Kurulumuzu da bir dosya ile sizlere tanıttık. Büyük bir heyecanla işe koyulan yeni yönetim kurulumuzu tebrik ediyor; tüm mezunlarımızı ve öğrencilerimizi BÜMED çatısı altında Boğaziçi Üniversitesi’ne ve Boğaziçi camiasına katkıda bulunmaya, dernek etkinliklerimize katılmaya ve üniversitemizi yeni ufuklara taşımak için oyun kurallarını değiştirecek, yenilikçi katkıları ile aramıza katılmaya davet ediyoruz.
Bu sayımızda oyun konusunu seçerek, “MasterGames”in kurucularından,
Yeşim Burul ‘97
2
BÜMED
M E K T U BU
Yeni bir anlam başlığı Hızlı koşuşturmacalı bir zamanın içinde bir anlığına durup kendimize sorduğumuz olmuştur: Bütün bu çabanın amacı nedir? Sabahları uyanmamızı sağlayan, zorluklarla karşılaştığımızda bize mücadele etme gücü veren, tercihlerimizi ve önceliklerimizi belirleyen, hayatımızın anlamını oluşturan amaçlar... Kimimiz için iş hayatındaki başarı, kimimiz için aileye sunulacak iyi bir hayat ve gelecek, kimimiz için güç sahibi olmak, kimimiz için evrenle ve doğayla uyumlanmak ve daha niceleri olabilir. Amaçlar gerçekleştikçe, evreler atlandıkça, yeni deneyimlerle yaşam zenginleştikçe yeni anlamlar da ortaya çıkar. Bizler de dönüp kendimize baktık, kim olduğumuza... Bizi bugün olduğumuz kişiler yapan değerlere... Sonramıza yön veren buluşma noktamıza... Hâlâ süren emektar dostluklarımızla karşılaştığımız yere... Hep birlikte bizi güçlendirene güç katma, onu koruma niyetiyle hayatlarımızda yeni bir anlam başlığı açtık. Nelson Mandela’nın şu cümlesiyle sözlerime son vermek istiyorum: “Dünyayı değiştirmek için kullanabileceğimiz en güçlü silah, eğitimdir.” “Ben de buradayım” diyen tüm Boğaziçililere sevgiyle.
BÜMED Yönetim Kurulu adına
Önder Şahin ‘85
4
İÇİNDEKİLER
P R O F ES Ö RÜN ODA SI
D ENEM E
ARAŞ TI RM A
N. İpek Hüner-Cora
Neden oyun oynuyoruz?
Oyun Teorisi nedir?
12
26
30
DÜ Ş Ü N CE
K A PAK, Tİ JEN M ERGEN
D ENEM E
Gamification ne kadar masum?
Kariyer, oyun, mutluluk
İş yerinde oyun
TEMM UZ-AĞUS TOS-EYLÜL 201 9 SAYI: 241
32
38
Kapak fotoğrafı: Mert Terliksiz
46
BÜMED üyelik için: uye@bumed.org.tr T. 0212 359 58 28
BÜME D BOĞAZ İÇ İ Ü N İVER S İT ES İ M EZ U N LAR DER N EĞİ YAYIN I
Reklam Satış ve Sponsorluk: TUĞBA ALARSLAN tugbaalarslan@bumed.org.tr Oyun ciddi bir iştir T İ J E N M E R G E N, İ Ş T E V E Ö Z E L H AYAT TA OY U N U N Ö N E M İ N İ A N L AT I YO R D O S YA K O N U S U: B Ü M E D ’ İ N Y E N İ YÖ N E T İ M K U R U L U
6
DE N E ME
D Ü Ş Ü NC E
D Ü Ş Ü NC E
Havuç ve sopanın gölgesinde
Bir muammanın izinde
60
Zahiri hakikatler
72
BUMED
BU RC BEAC H
S EYAH AT
Stephen Jenkinson
BURC Beach yaza damgasını vurdu
Doğanın görsel şöleni: Amorgos
54
86
88 100
Boğaziçi Dergisi, Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği (BÜMED) tarafından yayımlanan üç aylık, ücretsiz yayındır. Temmuz-Ağustos-Eylül 2019 Sayı: 241 Tüzel Kişi Temsilcisi: Önder Şahin-BÜMED Yönetim Kurulu Başkanı Yayın Direktörü: Damla Kürklü Yayın Koordinatörü: Elvin Vural Yayın Yönetmeni ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Yeşim Burul Editör: Ebru Küçükboyacı Yazı İşleri: Deniz Şenliler, Gizem Seher Kreatif Direktör: Orkun Demirelli Grafik Tasarım: Elif Alım Dergi içerik, strateji ve tasarım: Dükkan Kreatif Reklam ve Yayıncılık Almondo Reklam Hizmetleri A.Ş. Büyükdere Cad. No. 175 Ferko Signature Binası B4 Ofis 19 Levent Şişli, İstanbul www.dukkancreative.com
7
K AT K I D A B U L U N A N L A R
Dr. Öğr. Üyesi Deniz Tahiroğlu ‘05
Bilgi Tuncay Özgünen ‘15
BÜ Psikoloji Bölümü’nden mezun olduktan sonra Oregon Üniversitesi Gelişim Psikolojisi alanında doktorasını tamamladı. Halen BÜ Psikoloji Bölümü’nde öğretim üyesi olan Tahiroğlu araştırmalarında okul öncesi dönemdeki çocukların oyun davranışlarını ve sosyal-bilişsel gelişimlerini inceliyor.
BÜ Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’ndeki lisans eğitiminin ardından 2018’de İstanbul Bilgi Üniversitesi Sinema ve Televizyon Bölümü’nde yüksek lisansını tamamladı. Birkaç kısa film çektikten sonra serbest senarist olarak çalışmaya başlayan Özgünen şu aralar, yazdığı roman üzerine çalışmaya devam ediyor.
Cahit Berk Teoman ‘19
Dr. Doruk Tatar ‘10
2006’da VKV Koç Lisesi’ni, 2012’de Oxford Brookes Üniversitesi Ekonomi Finans ve Uluslararası İşletme Bölümü’nü bitirdi. 2014’te başladığı BÜ Çevre Bilimleri Enstitüsü yüksek lisans programından 2019’da mezun oldu. Sürdürülebilirlik ve döngüsel ekonomi alanında çalışan Teoman’ın en büyük hobisi her türden oyun oynamak.
Siyaset Bilimi & Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde lisans, Sabancı Üniversitesi Kültürel Çalışmalar Bölümü’nde yüksek lisans, Buffalo Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nde doktora yaptı. Doktora tezinde Türk ve İngiliz Edebiyatı’nda istihbarat, paranoya ve komploculuk gibi temalar üzerine çalıştı. YAYBİR Uluslararası İlişkiler Sorumlusu olarak çalışıyor.
8
Alpay Alptekin ‘96
Doç. Dr. Mine Göl-Güven
BÜ İşletme Bölümü’nden mezun olduktan sonra sırasıyla P&G ve Turkcell’de pazarlama alanında üst düzey görevler üstlendi. 2015’te pazarlama stratejileri ve teknolojileri hakkında danışmanlık hizmeti veren Alpay Alptekin&Partners’ı kurdu. Fikiron Bilişim A.Ş.’de Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO olarak görev yaptı. 2019 başından beri InGame Group CEO’su olarak çalışıyor.
BÜ Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi. Yüksek lisans eğitimini Syracuse Üniversitesi’nde, doktorasını Pennsylvania Eyalet Üniversitesi’nde tamamladı. Çocuk ve aileleri destekleyici çevre oluşturma, erken çocukluk eğitimi programları geliştirme ve değerlendirme, sosyal ve duygusal öğrenmeyi destekleme ve yetişkinlerin çocuk oyununa müdahalesi üzerine çalışıyor.
K. Mehmet Kentel ‘10
İdil Türkmenoğlu ‘95
BÜ Siyaset Bilimi & Uluslararası İlişkiler ve Tarih Bölümlerinden mezun oldu. Oxford Üniversitesi’nde yüksek lisans, Washington Üniversitesi’nde doktora yaptı. ANAMED’in kütüphane sorumlusu olarak çalıştı. Bağımsız oyun kültürü e-dergisi Fareler Oyunda’nın editörlüğünü de yapan şehir tarihçi, İAE Araştırma Projeleri Yöneticisi olarak çalışıyor.
BÜ İşletme Bölümü mezunu. Doğuş ve Boyner gruplarında 23 sene çalıştı. Michigan Üniversitesi’nde “Pozitif Yönetim” çalışmalarına katıldı. 2009’da İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde Uygulamalı Psikoloji alanında yüksek lisansını tamamladı. En son Torpil Değil Networking ve Kurumsal İç İletişim kitapları yayımlandı.
Yazı: Başak Kutlu Atay, Cem Uçan, Deniz Tortum, Hülya Cesur, Selman Özkeçeci, Şahin Çakıroğlu, Yonca Güneş Yücel, Zeynep Atılgan Boneval Fotoğraf: Serkan Eldeleklioğlu, Alp Boneval, Kenan Özcan, iStock, Google Photos, Wikimedia Commons Boğaziçi Üniversitesi Kurumsal İletişim Ofisi’ne teşekkür ederiz.
9
PORTRE
Semen Öner ‘94 FURLA EĞİTİM-YÖNETİM DANIŞMANLIĞI KURUCU BAŞKANI, ŞEF, ÖĞRETİM GÖREVLİSİ
Eğitim danışmanlığı ve gastronomi gibi iki farklı alanda çalışma motivasyonunu nasıl sağlıyorsunuz? Aslında ikisi aynı şeye hizmet ediyor; insanların gelişmelerini desteklemek. Kurumsal eğitimlerimize katılanlara simülasyonlarımızla ayna tutuyoruz, kendilerini geliştirebilecekleri alanları görebiliyorlar. Gastronomi alanında da derslerime gelenlerin gastronomi yolculuklarındaki yetkinliklerini geliştiriyorum.
Bakır Tencere kitabınızın ortaya çıkış hikayesinden bahsedebilir misiniz? Yıllardan beri bana hep ‘yemek kitabı yaz’ tavsiyeleri geldi, ben de hep gerek yok diyerek öteledim. Fakat gastronomi sektörünün popüler olması ve teknolojinin katettiği büyük gelişmeyle birlikte doğru yemek alışkanlıklarından o kadar uzaklaşıldı ki artık gerek olduğuna inandım. Bakır Tencere bu yüzden doğdu. Yüksek lisanstaki çalışma
konularınızdan biri atıksız mutfak. Peki atıksız mutfak nasıl olur ve neden önemli? Atıksız mutfak için tüketeceğiniz kadar gıdayı plan yaparak almak, yaptığınız yemeği tüketmek, tüketemediğinizi değerlendirebilmek gerek. Araştırmalara göre her hanede %30 gıda atığı oluşuyor, bu da iki kişilik bir ailenin yıllık yaklaşık 6 bin TL çöpe attığı anlamına geliyor. Bu varlığı yok etmeye hakkımız olmadığı gibi bir pirinç tanesinin soframıza gelmesi için verilen emeğe saygı duymak gerek. Hem eğitmen hem şef olarak yaparken ya da öğretirken en zevk aldığınız yemek hangisi? S ÖY L E Ş İ: E B R U K Ü Ç Ü K B O YA C I ‘11
10
Brioche. Bol tereyağlı bir ekmek olduğundan muazzam lezzetli. Boğaziçi Üniversitesi’nde geçirdiğiniz yıllarda yaşanmış, unutamadığınız bir anınızı paylaşabilir misiniz? Final dönemiydi, akşam arkadaşımla çalışacaktık. Study’de buluştuk, muhabbet ağır bastı, yarın çalışırız dedik. Sabah önce kahvaltı, arada öğlen yemeği, bir de havuza girdik, bizim çalışma uçtu gitti. Sınava gittik, hocamız sordu ‘nereden geliyorsunuz siz böyle’ diye, ‘havuzdan’ dedik, gülümsedi. O dönem o dersten kaldım tabii. Sınıfın kapısında ıslak ıslak duruşumuz hâlâ gözümün önünde.
PROFESÖRÜN ODASI
Dr. N. İpek Hüner-Cora Bu ay Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Görevlisi N. İpek Hüner-Cora’nın odasına konuk olduk.
Erken dönem Osmanlı edebiyatı dendiğinde akla manzum eserler, divan edebiyatı ve büyük şairler gelir. Mensur hikayeler biraz geri plandadır. Mensur hikaye geleneğini incelemeye nasıl karar verdiniz? Sanırım birçok nedeni var: Mensur hikayeler farklı kaygılarla daha az çalışıldığı için, Osmanlı edebiyatına dair bildiklerimizin dışında oldukları için, kanlı canlı
insanlardan bahsettikleri için, en çok da okuması gerçekten çok keyifli olduğu ve okunmayı bekleyen onlarca hikaye olduğu için. Çalışmalarınızda toplumsal cinsiyet çerçevesinde, eski Osmanlı hikayelerindeki aktörlerin sosyal ve mekansal ilişkilerinin izlerini sürüyorsunuz. Dönemin zihniyetine göre kadın ve erkeğin mekanla
ilişkilerinde temel ayrımlar neler? Hikayelere yakından baktığımızda bu ilişkilerin çok karmaşık olduğunu görüyoruz, benim de üzerinde durmak istediğim nokta bu. Örneğin kadının eve kapalı, erkeğin daha özgür olduğu varsayımı hakim ki çoğu hikaye üstünkörü olarak baktığımızda bu fikri destekler. Ancak daha dikkatli okumaya
S ÖY L E Ş İ: E B R U K Ü Ç Ü K B O YA C I ‘11 / F O T O Ğ R A F: K E N A N Ö Z C A N
12
başladığımızda erkeğin özellikle gündüz evde olmasının yersiz hatta imkansız olduğunu görüyoruz; gündüz evde olmak isteyen erkeğin bir nedeni olmak zorunda. Dolayısıyla zaman önemli bir değişken. Yakın okumalar bize toplumsal cinsiyeti analitik bir kategori olarak ele alırken aynı zamanda yaş, sınıf, şehirli ya da köylü, eğitimli ya da eğitimsiz olmak gibi farklı kategorileri de göz önüne almamız gerektiğini gösteriyor. İncelediğiniz dönemin kadınlık ve erkeklik üzerine düşünceleri günümüzle benzerlik gösteriyor mu? Bu soruyu cevaplamak zor çünkü günümüzün kadınlık ve erkeklik düşüncelerinin ne olduğunun dahi kesin bir yanıtı yok. Ama o dönemde de bugün olduğu gibi edebiyatın yansıttığı belli stereotipler ve bu tiplerin temsil ettiği farklı gruplar var. Altını çizmemiz gereken önemli bir nokta, kadın ve erkek ikiliğinin olmaması: Toplumsal cinsiyet çalışmalarının tekrar tekrar vurguladığı cinsiyete ikilik değil yelpaze olarak bakma konusunda 19. yüzyıl öncesi toplumlar çok daha açık.
Osmanlı Erotik Terimler Sözlüğü çalışmanızdan
bahsedebilir misiniz? Osmanlıların kullandığı cinsellik ve erotik terimler gerçekten çok zengin. Bir kültürün cinsellik ve toplumsal cinsiyet ilişkileri konusunda bize geniş bir pencere açıyor. Aynı zamanda okuduğumuz metinleri, vaktiyle onları okuyan ve yazanları daha iyi anlamamızı sağlıyor, bugün yapılan kimi çalışmalarda bu gibi kelimelerin ilk anlamıyla anlaşılması ya da öyle anlaşılmasının tercih edilmesiyle, günümüz okurlarıyla buluşan metinlerle aramız açılıyor. Çalışmayı ortak yürüttüğümüz Irvin Cemil Schick ve Helga Anetshofer ile amacımız kelimelerin yüzyıllar boyunca değişimini örnekleyerek kullanımlarını ve dönem okuruna ne ifade ettiklerini anlamaya çalışmak. Yanınızdan ayırmadığınız bir kitap var mı? Kütüphanemi çok kabaca birkaç gruba ayırabiliriz. Bir yanda araştırmalarım için elimin altında olması gereken kitaplar var, bunlar genelde edebiyat ve kültür tarihine ilişkin kitaplar. Bir de daha oburca okumayı sevdiğim güncel edebiyat eserleri ve polisiyeler var. Güncel edebiyatta 13
“Toplumsal cinsiyet çalışmalarının tekrar tekrar vurguladığı cinsiyete ikilik değil yelpaze olarak bakma konusunda 19. yüzyıl öncesi toplumlar çok daha açık.” özellikle öykü okumayı seviyorum bu aralar. Yanımdan hiç ayırmadığım kitaplar sözlükler; üzerinde çalıştığım metinleri anlamak için her zaman bir sözlüğün el altında olması gerekiyor. Tiyatro mu sinema mı? Tiyatro. Tıpkı hikayelerde olduğu gibi kendimi sahnede anlatılan hikayeye daha yakın hissediyorum. Geçtiğimiz dönem en beğendiğiniz tiyatro oyunu hangisiydi? Kumbaracı 50’de izlediğim, Altıdan Sonra Tiyatro grubunun “O.B.E.B. (Ortak Bölenlerin En Büyüğü)” oyunu. Oyun, birbirinden çok farklı dört kadın karakterin, bir psikolog ve yardımcısı tarafından farklı hedeflere yönlendirilmesini anlatan bir komplo teorisi. En sevdiğim oyun olmasının nedeni de izlerken gerçekten çok gülmüş oluşum.
En son haberler
Hijyenik çeşmeler kampüslerde Güney Kampüs’te İİB yanında bulunan spor sahası kenarına, Albert Long Hall ATM bölgesi kenarına, ÖFB yanındaki gazete bayii yanına ve orta alanın revire inen kenarına yerleştirilen hijyenik çeşmelerde kampüs sakinleri her an arıtılmış suya erişebilecek. Kuzey Kampüs’te ise New Hall’da her kata, Aptullah Kuran Kütüphanesi önüne ve Piramit bölgesine çeşmeler yerleştirildi. Ayrıca çeşmelerin gider kısmında oluşan su çukuru sayesinde kampüs hayvanları da su ihtiyaçlarını karşılayabilecek.
BÜ’ye Avrupa Kültürel Miras Ödülü Yeni mezunlar Çırağan Sarayı’nda buluştu Her yıl BÜMED tarafından gerçekleştirilen Boğaziçi Üniversitesi Mezuniyet Balosu, 2019 mezunlarını 6 Temmuz akşamı Çırağan Sarayı’nda bir araya getirdi. 3-4-5 Temmuz tarihlerinde Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleşen diploma ve mezuniyet törenlerinin ardından Mezuniyet Balosu’nda yeniden buluşan mezunlar, Boğaziçi’nde geçirdikleri günleri kutlayarak tarihi sarayda unutulmaz bir gece geçirdiler. Çırağan Sarayı Kempinski Hotel’de gerçekleşen Boğaziçi Üniversitesi Mezuniyet Balosu, mezunların bir arada geçirdikleri günleri kutlamasının yanında gece boyu süren eğlenceli saatlerle yeni başlangıçlar için planlar yapmalarına da sahne oldu. H A Z I R L AYA N: G İ Z E M S E H E R ‘17
14
BÜ Tarsus-Gözlükule Kazıları Araştırma Merkezi, Avrupa Kültürel Miras Ödülleri / Europa Nostra Ödülleri’nin “Koruma Dalı”nda kazananlarından biri oldu. Mersin-Tarsus’ta yer alan ve BÜ tarafından restore edilerek akademik çalışmalara ev sahipliği yapmak üzere kültür ve tarih merkezi haline getirilen Gözlükule Kazıları Araştırma Merkezi Şubat 2017’de hizmete girmişti. 100 yıllık eski bir çırçır fabrikasından restore edilen merkez, Avrupa’nın alanında en prestijli ödülü olarak kabul edilen Europa Nostra Ödülleri’nin “Koruma Dalı”nda 2019 yılı kazananlarından biri olmasının yanında Gold LEED sertifikası alan ilk endüstri mirası kültür varlığı olma özelliğini de taşıyor. Bu yıl Europa Nostra Ödülleri kapsamında koruma, araştırma, üstün hizmet, eğitim ve farkındalık yaratma alanlarında 18 ülkeye 27 ödül verildi.
ulaştı. Yaşam boyu eğitim alanında önemli bir ihtiyaca cevap veren İkinci Bahar Akademisi’nin yeni dönemi ise Ekim 2019’da başlayacak.
“İkinci Bahar” mezunları diplomalarını aldı Boğaziçi Üniversitesi ve Harvard Üniversitesi iş birliğiyle düzenlenen ve Boğaziçi Üniversitesi Yaşamboyu Eğitim Merkezi (BÜYEM) bünyesinde oluşturulan İkinci Bahar Akademisi 2018-2019 mezunlarını verdi. 2013 yılında başlayan ve bu sene altıncı yılına giren eğitim programının 2019 yılı mezunları 12 Haziran’da Albert Long Hall’da düzenlenen mezuniyet töreninde sertifikalarını aldılar. Tarih, psikoloji, bilim, felsefe, sosyoloji, siyaset bilimi, güzel sanatlar, sinema ve tiyatro, resim ve heykel, müzik, edebiyat ve insani bilimler alanlarını kapsayan 18 farklı modülle katılımcılarının yeniden üniversite hayatına dönmelerini sağlayan eğitim programı, şu ana kadar 1000’in üzerinde katılımcıya
Etkin yöneticiler iş hayatına Kampüsten caz Boğaziçi’nde tınıları yükseldi hazırlandı BU+ etkinlikleri kapsamında düzenlenen “Kennedy Jazz” konser serisi uzun bir aranın ardından Bilal Karaman konseriyle kampüse geri döndü. BÜ’de caz kültürünü geliştirmek ve bu alanda çalışan genç sanatçıları desteklemek amacıyla 2015 yılında başlatılan konserler serisi, 23 Temmuz’da Kennedy Lodge’da gitarist ve besteci Bilal Karaman’ı ağırladı. Son yıllarda giderek daha çok ilgi görmeye başlayan Manouche tınılarının yerli melodilerle buluşmasını sağlayan projesi “Manouche a La Turca” ile müzikseverle buluşan Bilal Karaman, “Nihavend Longası” ve Ağlama Değmez Hayat” gibi sevilen alaturka parçaları eğlenceli Swing ritimleriyle yorumladı. 15
BÜYEM ve PwC Türkiye ortaklığında düzenlenen “Executive on Board” Etkin Yönetim Kurulu Yönetici Eğitim Programı ikinci dönemini tamamladı. Programın katılımcıları sertifikalarını Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmed Özkan’ın elinden aldı. Yönetim kurulu üyeleri ve C-Suite yöneticilere yönelik olarak tasarlanan eğitim programı, BÜ’nün akademik birikimiyle PwC’nin danışmanlık, finans, vergi, hukuk alanlarındaki saha tecrübesini birleştirerek günümüze ve geleceğin ekonomik resmine geniş ve iddialı bir perspektiften bakabilen yöneticiler yetiştiriyor. Programın yeni dönemi Kasım 2019’da başlayacak.
En son haberler Geleceğin girişimcileri Startup Carnival’daydı
Plajlarda Boğaziçi farkı 10-14 Haziran tarihleri arasında düzenlenen Türkiye Üniversiteler Arası Plaj Voleybolu Şampiyonası’na BOUN Blue Crabsdamga vurdu. Ankara Üniversitesi Örsem Didim Tesisleri’nde gerçekleşen müsabakalar sonucu Blue Crabs kadınlarda Türkiye 3.’sü, erkeklerde ise Türkiye 7.’si olmaya hak kazandı. Türkiye Üniversite Sporları Federasyonu tarafından düzenlenen şampiyonaya kadınlarda 16, erkeklerde ise 14 takım katıldı.
Bu sene dördüncü yılına giren Startup Carnival, BÜ Girişimcilik Merkezi ve Cult İstanbul iş birliğinde 20 Temmuz’da Güney Kampüs’te 1500’ü aşkın katılımcıyı bir araya getirdi. Katılan startup’ların Güney Meydan’da stantlarını kurup katılımcılara kendilerini tanıtmalarını ve yatırımcılarla tanışmalarını sağlayan etkinlikte, bu sene ticari kaygı gütmeden sosyal alanlardaki sorunları çözmeye odaklı sosyal girişimciler öne çıktı. Yıl boyunca DreamBU Kuluçka Merkezi’nde yapılan girişimcilik atölyeleri ve eğitim programlarının karnaval katılımcılarına tanıtılmasının yanı sıra, girişimciliğe sıfırdan başlayan ya da olgun startup’ların ihtiyaçlarına yönelik marketing sunumları da gerçekleştirildi. 16
Boğaziçi’nde “tutku”yu konuştular İnsan uygarlıkları ve etkileşimlerinin tarihini konu edinen Humanities dersine kaynak yaratmak amacıyla düzenlenen “HUM By Night” konuşmaları taraftarlık tutkusunu konuşmak üzere 29 Mayıs’ta dördüncü defa gerçekleşti. Etkinliğin konuk konuşmacıları Harvard Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cemal Kafadar ve iş insanı Ali Koç oldu. Humanities Dersleri Koordinatörü Dr. Leyla Kayhan Elbirlik’in moderatörlüğünde süren tartışmada, Prof. Dr. Kafadar taraf olma ve taraf tutma halinin İstanbul odağında geçmişini aktarırken, Ali Koç ise taraftarlık kültürünün bireysel ve toplumsal boyutlarına değindi. Kafadar ve Koç, taraftarlığın ayrıştırma ve dışlamaya varan yönlerine de değinerek kapsayıcı ve alternatif bir taraftar kültürü yaratmanın imkanları üzerine görüşlerini paylaştı.
Ayvalıklı çocuklar için 2015 yılından beri Ayvalık ve çevresindeki köylerdeki ekonomik nedenlerden dolayı eğitime ve sosyal etkinliklere erişimi kısıtlı çocuklara yönelik düzenlenen Ayvalık Yaz ve Kız Okulları’nın sürdürülebilmesi için BÜ’den gönüllü akademisyen ve öğrenciler 192 km koştu. 11-12 Haziran’da ÇanakkaleAyvalık etabını koşarak Ayvalık Okulları’nın devam edebilmesi için destek toplayan gönüllüler, eğitim olanaklarına ve sosyal etkinliklere erişimi kısıtlı farklı ilgi alanlarıyla tanıştırmak, çocuklar arasında yaygınlaşan ayrımcılık ve şiddet dilini olumlu bir dile dönüştürmek, çocuk işçilerin sosyal faaliyetlere ve öğrenime katılım süreçlerini desteklemek ve BÜ gönüllülerini Ayvalık’ta yaşayan ve farklı aidiyetleri olan çocuklar ve gençlerle bir araya getirmek gibi amaçları bulunan projeye destek olmak üzere çağrıda bulundu. Zeytin Çekirdekleri Derneği ve Ayvalık Belediyesi iş birliğiyle dört yıldır düzenlenen atölyelerle şu ana kadar 300’den fazla çocuğa ve 100’e yakın gönüllüye ulaşıldı.
BÜ, İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’yle masaya oturdu Lüks seyahat zirvesinde BÜ başarısı Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü 1990 yılı mezunu Meltem İskit’in 2006’da kurduğu ve Makine Mühendisliği Bölümü 1988 yılı mezunu Levend İskit’in 2010’da yönetici ortağı olarak dahil olduğu kişiye özel seyahat danışmanlığı ve organizasyonu şirketi Far’n Away Travel, lüks seyahatte dünyanın en iyilerini bir araya getiren Traveller Made topluluğu tarafından destinasyon bilgisi alanında dünyanın en iyi seyahat şirketi seçildi. Dünyadaki 390 turizm acentesi arasında yapılan oylama sonucu en iyi destinasyon bilgisi sunan şirket olarak seçilen Far’n Away Travel, aynı zamanda tüm seyahat tasarımcıları en üst seviyede değerlendirilen tek Türk şirketi oldu. 2017’den beri dünyanın dört bir yanından lüks seyahat tasarımcılarını bir araya getiren Traveller Made’in 68 ülkeden 393 üyesi bulunuyor. 17
BÜ ve İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü, ölçme ve değerlendirme alanında planlı çalışmalar yürütmek, öğrencilerin başarı seviyelerini yükseltecek tüm eğitim hizmetlerinin niteliğini geliştirmek, öğretmen yeterliliklerinin uygulamalı eğitim faaliyetleriyle artırılmasını sağlamak konusunda iş birliği yapmak üzere 30 Mayıs’ta “Ulusal ve Uluslararası Ölçekte Eğitimde Ölçme Değerlendirme Faaliyetlerinin Uygulanması ve Geliştirilmesi Kapsamında İş Birliği Protokolü”nü imzaladı. Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmed Özkan ve İstanbul Milli Eğitim Müdürü Levent Yazıcı tarafından imzalanan protokol üç yıl süreyle geçerli olacak. Protokol kapsamında PISA, TIMSS, ABİDE ve il izleme araştırmalarının analizi, istatistiki verilerin değerlendirilmesi ve bu alanda ilgili okulun başarı ya da başarısızlık nedenlerine yönelik akademik çalışmalar yapılması hedefleniyor.
En son haberler ABD’li yapımcı BÜ’deydi
BÜ öğrencisi Sloan’da BÜ Endüstri Mühendisliği Bölümü’nde doktora öğrencisi olan Pınar Dursun, doktora sonrası araştırmalarını yürütmek üzere dünyanın önde gelen kanser araştırma merkezlerinden biri olan ABD’deki Sloan Memorial Kettering Cancer Center’e araştırmacı olarak gidecek. Merkezin Sağlık Fiziği (Medical Physics) Bölümü’nde radyasyon tedavisi konusunda çalışmalarına devam edecek olan Dursun’un araştırmaları, kanser teşhisi konulan hastaların radyasyon tedavisinde tedaviyi en iyi ve etkin şekilde planlamayı amaçlayan algoritmaların geliştirilmesine odaklanıyor.
Folklor alanında çalışan, Afganistan ve Irak’ta savaşmış ABD askerlerini konu alan bir belgesele ve Afrikalı kadınların sosyal eşitsizliklerle mücadelesine ilişkin bir kitaba da imza atmış olan ABD’li akademisyen, belgesel yapımcısı ve yazar Lisa Marie Gilman, BÜ Yaz Okulu’nun eğitmenleri arasındaydı. Hikaye anlatımı, yemek, dans, müzik, oyunlar, festivaller, tatil kutlamaları gibi belirli bir insan grubu açısından önemli sayılabilecek kültürel formlar ve uygulamaları kapsayan “Somut Olmayan Kültürel Miras” konusu üzerine yaz okulu boyunca ders veren Gilman, The Dance of Politics: Gender, Performance, and Democratization in Malawi isimli kitabında Malawi’deki kadınların siyasete katılımlarını incelerken My Music, My War: The Listening Habits of U.S. Troops in Iraq and Afghanistan isimli kitabında ise ABD birliklerinin savaşta müziği nasıl kullandığını konu edinmişti. 18
Kürek takımı yeni teknesiyle yarışlara hazır Bu yıl aldığı derecelerle kürek sporu camiasında fark yaratan BÜ Kürek Takımı ismi, Boğaziçi Üniversitesi tarafından takıma alınan “Empacher” marka yeni tekne sayesinde daha sık duyulacak. 18 Temmuz’da BÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmed Özkan ve kürek sporu meraklılarının katılımıyla Kürek Takımı’nın Alibey Barajı tesislerinde gerçekleşen açılış seremonisinde, yeni tekneyle ilk kürekler de çekildi. Değiştirilebilir dirseklere sahip olmasıyla hem her kürekçinin ikişer kürek çektiği dört çift hem de herkesin birer kürek çektiği dört tek kategorilerindeki yarışlara katılmaya olanak veren yeni tekne, eski teknelere oranla suda daha az dirençle karşılaşıp kürekçilerin kuvvetini suya daha iyi aktarabilmelerine imkan tanıyor.
Murat Akan’a sosyal bilimlerin öncü kurumundan davet Çevrim içi mesleki eğitim platformu: “eVET” Erasmus+ KA1 Mesleki Eğitim Projeleri üretmek isteyen ve mesleki eğitim kurumlarının iş birliği yapmasına imkan tanıyan “eVET”, mesleki eğitim ve öğretim kurumları arasında köprü görevi görmeyi amaçlayan bir çevrim içi mesleki eğitim platformu. BÜ Bilgi Sistemleri Araştırma Merkezi’nin ortakları arasında olduğu AB Eğitim ve Gençlik Programları Erasmus+ KA2 projesi kapsamında yürütülen “Online Vocational Education and Training” başlıklı proje Türkiye Ulusal Ajansı tarafından finanse ediliyor ve İstanbul Valiliği AB ve Dış İlişkiler Bürosu koordinatörlüğünde yürütülüyor. 18 Haziran’da BÜ’de gerçekleştirilen toplantıda tanıtılan projenin hedef kitlesini meslek liseleri, ulusal ajanslar, MEB ve mesleki eğitim veren kuruluşlar oluşturuyor.
2008 yılından beri dünyanın farklı yerlerinden 300’den fazla araştırmacıya ev sahipliği yaparak sosyal bilimler alanında öncü kurumlardan biri haline gelen Nantes İleri Çalışmalar Enstitüsü’ne 2019-2020 eğitim yılında araştırmacı olarak davet edilen isimlerden biri de BÜ Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Murat Akan oldu. Akan, Türkiye ve Hindistan’ı karşılaştırmalı olarak inceleyeceği çalışmasıyla gelecek eğitim yılında Nantes’ta bulunacak. Her sene dünyanın farklı yerlerinden 25 akademisyen, araştırmacı ya da sanatçıyı ağırlayarak sosyal bilimlerin farklı alanlarında çalışan isimlerin birbiriyle tanışmasını ve çalışma alanları hakkında bilgi edinmesini sağlayan İleri Çalışmalar Enstitüleri’ne Doç. Dr. Murat Akan’ın yanı sıra geçmişte Boğaziçi Üniversitesi’nden davet edilen isimler arasında Yavuz Aykan, Nükhet Sirman ve Huricihan İslamoğlu bulunuyor. 19
Yapay zekayla yönetilen hisse senedi fonuna BÜ desteği BÜ ve Ata Portföy ortaklığında yapay zekayla yönetilen hisse senedi fonu geliştirildi. BÜ Teknoloji Transfer Ofisi’nde faaliyet gösteren FİNRİX adlı şirketin geliştirdiği endeks hesaplama metodolojisiyle hayata geçirilen yeni nesil hisse senedi fonunda yapay zekanın öğrenme süreçleri kullanılarak daha akıllı bir endeks oluşturulması hedefleniyor. En az yüzde 95 oranında hisse senedine yatırım yaparak “hisse yoğun fon” kategorisine giren fon böylece vergiden de muaf olma özelliği taşıyor. Hem geçmiş verileri analiz etme hem de başka portföy yönetim şirketleriyle iş birliği halinde gerçek verileri kullanma kapasitesine sahip model, BIST indekslerinden daha iyi performans gösterdiğini pratik olarak kanıtlamasıyla yatırımcısına avantaj sağlıyor.
Geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi en iyi öğrenciler yine Boğaziçi Üniversitesi’ni tercih etti. Tüm puan türleri toplamında ilk 100’ün 67’si, ilk 250’nin 189’u, ilk 500’ün 391’i, ilk 1000’in 712’si BÜ’lü oldu. BÜVAK olarak başarılı ve gereksinimi olan öğrencilerimize burs verebilmek için sizlerin burs desteklerinizi bekliyoruz. G E Ç E N YIL B A Ş A RDIK!
2018 YILINDA GERÇEKLEŞEN
BU YI L Bİ RLİ KTE B AŞARACAĞI Z !
3.8 M TL
20 19 HEDEFİ
4 M TL
DA HA FA Z LA S I İ Çİ N Sİ Z D E D ESTEK VERİ N!
BÜVAK, kuruluşundan bu yana, Üniversiteye 414 Milyon TL bağış aktardı, 12.150 öğrenciye burs desteği sağladı. Akademik destek ve teşvik faaliyetlerine 210 Milyon TL, sosyal, kültürel ve idari faaliyetlere 117 Milyon TL, burslara 60 Milyon TL, bina yapımı ve restorasyonlara 27 Milyon TL destek verdi. BURS HAVUZU
Alt veya üst limit olmaksızın tüm bağışlarla gereksinimi olan öğrencilerimize aktarılan burs desteğidir.
İSME BURS (450 TL x 9 ay = 4.050 TL)
Kişi veya kurumlar adına, bir öğrencimize akademik yıl boyunca aylık verilen burstur.
Burs Ad ı
GEREKSİNİM BURSU
Bir öğrencimize akademik yıl boyunca belirli bir gereksinim için verilen burstur. YURT (2.250 TL)
YEMEK (900 TL)
KİTAP (400 TL)
B O Ğ A Z İ Ç İ Ü N İ V E R S İ T E S İ VA K F I BURS BAĞIŞI Bağışçı Adı Soyadı
Burs Adı HAVALE ile ÖDEME
Bölüm
T. GARANTİ BANKASI, Boğaziçi Üniversitesi Şubesi (303)
Mezuniyet Yılı
Hesap Adı: Boğaziçi Üniversitesi Vakfı
Adres
TL Hesabı: TR 18 0006 2000 3030 0006 2999 05 Açıklama: Burs Bağışı YAPI KREDİ BANKASI, Etiler Şubesi (0237)
Toplam Bağış Tutarı Taksit Sayısı Tek seferde 3 taksit 6 taksit 9 taksit Makbuzun Düzenleneceği Adres (Yukarıdakinden farklıysa)
Hesap Adı: Boğaziçi Üniversitesi Vakfı TL Hesabı: TR 18 0006 7010 0000 0061 2901 94 Açıklama: Burs Bağışı
KREDİ KARTI ile ÖDEME Banka Adı: E-posta
Kredi Kartı Cinsi Visa Master Amex
Mobil Tel
Geçerlilik Tarihi
ONAY Adımın bağışçı onur listesinde yayınlanmasını onaylıyorum:
Kart No
Evet Hayır
CVV
Tarih
/
/ /
/ /
/
Bağışçı İmza
/
Vakfımız, Bakanlar Kurulu’nun 12 Ağustos 1993 tarih ve 93/4805 sayılı kararı ile vergi bağışıklığı hakkına sahip bulunmaktadır. Kamu Yararı Gözeten Vakıf statüsündedir.
AYDINLATMA METNİ 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu (“Kanun”) uyarınca “Veri Sorumlusu” sıfatına sahip Boğaziçi Üniversitesi Vakfı (“BÜVAK”) olarak bilgilerinizin tarafımızca güvenli bir şekilde saklanıp, kişisel verilerin korunması mevzuatına uygun şekilde, aşağıda açıklanan kapsamda işlendiğini belirtmek isteriz. 1. Kişisel Verilerin Hangi Amaçla İşleneceği: Kişisel verileriniz, BÜVAK’ın vakıf senedinde yer alan amaçlar ve hizmet konuları doğrultusunda sağlanacak hizmetlerin yasal çerçevede sunulabilmesi, BÜVAK bünyesine bağış ve yardımların alınması, BÜVAK tarafından burs imkanlarının sağlanması, yardımlarda bulunulması, BÜVAK’ın etkinlik ve organizasyon yönetim süreçlerinin icra edilebilmesi için ilgili kişilerle iletişimin sağlanması amacıyla iş birimleri tarafından gerekli faaliyetlerin yürütülmesi, süreli veya süresiz yayınlar yapılması, sözleşme ve mevzuattan doğan sorumlulukların yerine getirilmesi amaçlarıyla BÜVAK tarafından işlenecektir. 2. İşlenen Kişisel Verilerin Kimlere ve Hangi Amaçla Aktarılabileceği: Kişisel verileriniz, BÜVAK’ın vakıf senedinde yer alan amaçlar ve hizmet konuları doğrultusunda sağlanacak hizmetlerin yasal çerçevede sunulabilmesi, BÜVAK bünyesine bağış ve yardımların alınması, BÜVAK tarafından burs imkanlarının sağlanması, yardımlarda bulunulması, BÜVAK’ın etkinlik ve organizasyon yönetim süreçlerinin icra edilebilmesi için ilgili kişilerle iletişimin sağlanması amacıyla iş birimleri tarafından gerekli faaliyetlerin yürütülmesi, süreli veya süresiz yayınlar yapılması, sözleşme ve mevzuattan doğan sorumlulukların yerine getirilmesi amaçlarıyla, hizmet aldığımız iş ortaklarımızla, tedarikçilerimizle, Boğaziçi Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği de dahil işbirliği yaptığımız program ortağı kuruluşlarla ve hukuki yükümlülüğümüzü yerine getirebilmek amacıyla kanunen yetkili kılınan mercilerle paylaşılabilecektir. 3. Kişisel Veri Toplamanın Yöntemi ve Hukuki Sebebi: Kişisel verileriniz, kanunlarda açıkça öngörülmesi, bir sözleşmenin kurulması veya ifasıyla doğrudan doğruya ilgili olması kaydıyla sözleşmenin taraflarına ait kişisel verilerin işlenmesinin gerekli olması ve BÜVAK’ın hukuki yükümlülüklerini eksiksiz ve doğru bir şekilde yerine getirebilmesi amacıyla edinilmekte ve bu hukuki sebeple edinilen kişisel verileriniz sözlü, yazılı veya elektronik ortam da dahil olmak üzere çeşitli toplama yöntemleri ile toplanmaktadır. 4. Veri Sahibinin Kanun’un 11. maddesinde Sayılan Hakları: Kanun’un 11. maddesi uyarınca; veri sahipleri, yazılı olarak veya Kişisel Verileri Koruma Kurulu’nun belirlediği diğer yöntemlerle 1 BÜVAK’a başvurarak; kişisel verilerinin işlenip işlenmediğini öğrenme, kişisel verileri işlenmişse, buna ilişkin bilgi talep etme, kişisel verileri işleniyorsa, kişisel verilerin işlenme amacını ve bunların amacına uygun kullanılıp kullanılmadığını öğrenme, kişisel verileri yurt içinde veya yurt dışında üçüncü kişilere aktarılıyorsa, kişisel verilerin aktarıldığı üçüncü kişileri bilme, kişisel verilerinin eksik tveya yanlış işlenmiş olması halinde bunların düzeltilmesini isteme ve bu kapsamda yapılan işlemin kişisel verilerin aktarıldığı üçüncü kişilere bildirilmesini isteme, Kanun ve ilgili diğer kanun hükümlerine uygun olarak işlenmiş olmasına rağmen, işlenmesini gerektiren sebeplerin ortadan kalkması halinde kişisel verilerinin silinmesini veya yok edilmesini isteme ve bu kapsamda yapılan işlemin kişisel verilerin aktarıldığı üçüncü kişilere bildirilmesini isteme, işlenen verilerin münhasıran otomatik sistemler vasıtasıyla analiz edilmesi suretiyle kendisi aleyhine bir sonucun ortaya çıkmasına itiraz etme, kişisel verilerinin kanuna aykırı olarak işlenmesi sebebiyle zarara uğraması halinde, zararın giderilmesini talep etme haklarına sahiptir. 2 1 10.03.2018 tarih ve 30356 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Veri Sorumlusuna Başvuru Usul ve Esasları Hakkında Tebliğ” uyarınca; veri sahipleri, Kanun’un 11. maddesinde belirtilen hakları kapsamında taleplerini, yazılı olarak veya kayıtlı elektronik posta (KEP) adresi, güvenli elektronik imza, mobil imza ya da veri sahibi tarafından BÜVAK’a daha önce bildirilen ve BÜVAK’ın sisteminde kayıtlı bulunan elektronik posta adresini kullanmak suretiyle veya başvuru amacına yönelik geliştirilmiş bir yazılım ya da uygulama vasıtasıyla BÜVAK’a iletir. 2 Bu konuda detaylı bilgi için https://www.buvak.org.tr/index.php?sayfa=67 internet adresini ziyaret edebilirsiniz.
Boğaziçi Üniversitesi Vakfı tarafından yürütülen bağış toplama kampanyaları, 2860 sayılı Yardım Toplama Kanunu’nun 2. Maddesinin 2. Fıkrası hükmü uyarınca sadece Boğaziçi Üniversitesi Mensuplarına, Boğaziçi Üniversitesi Mezunlarına, Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği üyelerine, Boğaziçi Üniversitesi Vakfı Mütevellilerine yönelik hazırlanmıştır.
online bağış www.buvak.org.tr buvakbagis@boun.edu.tr T 0 212 359 72 50 F 0 212 257 37 62
K İ TA P
En son çıkanlar Yolu Boğaziçi Üniversitesi’nden geçmiş yazarların yeni kitapları raflarda yerini aldı. Nisa İnci ‘11 bu kitabında kodlama mantığını merak eden sekiz yaş ve üzerindeki herkese, modern zaman büyüsü olarak adlandırabileceğimiz yazılım dünyasını, ikonik Oz Büyücüsü öyküsünün karakterleriyle anlatıyor. Nisa İnci, “Oz Yazılımcısı”, 2018, Taze Kitap, 192 sayfa, 31,48 TL Yunan şehir devletlerinden başlayarak cumhuriyetçiliğin arkeolojisini sunan B. Büyükokutan ‘02, cumhuriyetçiliğin geleceğine dair önemli tezler öne sürüyor. Barış Büyükokutan, “Medeni Cumhuriyet: Katılımcı Hayatın Sosyolojisi”, 2019, Koç Üniversitesi Yayınları, 135 sayfa, 22 TL
Kaybolan komşusunu aramaya çıkan bir adam, yaşadığı mahallenin sokaklarında tekinsiz bir yolculuğa sürüklenir. Murat Gülsoy ‘89 bu romanında, sıradan hayatların ardına gizlenen karanlığı, on yıllarca saklanan derin korkuları, yaşlı kalplere gömülmüş hüzünlü aşkları, başkalarının aynasında kendi benliğiyle yüzleşmeyi fantastik ve grotesk bir arayış hikayesine sığdırıyor. Murat Gülsoy, “Ve Ateş Bizi Tüketiyor”, 2019, Can Yayınları, 280 sayfa, 26 TL
B. Müstecaplıoğlu ‘99 gizemli gezegenlere, hayali Perg ve Delkarna diyarlarına yer verdiği yeni kitabında, uzaylılar, hayaletler ve şamanların yol arkadaşlığında fantastik öykü türünün tüm zenginliğini yansıtıyor. Barış Müstecaplıoğlu, “Gerçekler Kırıldı”, 2019, Doğan Kitap, 232 sayfa, 26 TL Dr. Çoruhlu yeni kitabında, yediğimiz her besinin onu kaçta yediğimize göre kiloya ya da enerjiye dönüştüğünü iddia ederek biyolojik saatimize göre beslenmenin önemini anlatıyor. Dr. Ayşegül Çoruhlu, “Sirkadiyen Beslenme”, 2019, Doğan Kitap, 176 sayfa, 25 TL H A Z I R L AYA N: E B R U K Ü Ç Ü K B O YA C I ‘11
22
K İ TA P
Oyun-Yazmak Oyun kavramıyla haşır neşir olmak isteyenlerin yolunun mutlaka kesişeceği bu kitaplar, oyun literatürünün yapı taşlarını oluşturuyor.
Romantik, nostaljik ve zaman zaman tarihsizleştirilmiş anlatısına rağmen, oyun araştırmalarının kurucu metni olarak oyunun neden ciddiye alınması gerektiğini göstermeye devam ettiği için: Johan Huizinga, “Homo Ludens: Oyunun Kültür İçindeki Yeri Üzerine Bir İnceleme”, 2018, Alfa Yayınları.
eleştirmen bir oyuncu olmayı salık verdiği için: McKenzie Wark, “Gamer Theory”, 2007, Harvard University Press. Oyun ve oyuncağın tarihsellikle ilişkisi ve bir objenin nasıl oyuncağa dönüşebildiği üzerine tuttuğu notlar hem çok kafa karıştırıcı hem de çok ilham verici olduğu için: Giorgio Agamben, “Çocukluk ve Tarih: Deneyimin Yıkımı Üzerine Bir Deneme”, 2010, Kanat Kitap.
Meşhur folklorist ve tiyatro araştırmacısı Metin And’ın kitabının eleştirilecek çok tarafı var ancak geniş bir alanı kapsadığı ve Türkçe literatürde, oldukça erken bir zamanda, Huizinga’yı takip eden ilk kitap olduğu için bu listede olmayı hak ediyor: Metin And, “Oyun ve Bügü: Türk Kültüründe Oyun Kavramı”, 2003, Yapı Kredi Yayınları.
Cohen’in ünlü bir ozan olmadan önce yazdığı roman, hiçbir şey için değilse bile şu cümle için okunmayı hak ediyor: “Games are nature’s most beautiful creation. All animals play games, and the truly Messianic vision of the brotherhood of creatures must be based on the idea of the game.” Leonard Cohen, “Beautiful Losers”, 1993, Vintage.
Her şeyin oyunlaştığı, dünyanın bir video oyunu simülasyonuna dönüşmekte olduğu bir çağda oyuna karşı oynamayı, teorisyen ve
YA Z I: D R . M E H M E T K E N T E L ‘10
23
DERLEME
Oyunun evrimi
MÖ 3500
MÖ 500’ler
4
SENET
GO
İlk kez Antik Mısırlılar tarafından oynanan Senet’in kuralları günümüze ulaşmasa da yapılan kazılarda ortaya çıkan bulgular, bu oyunun tavlanın atası olduğunu gösteriyor.
Go’ya ilk kez Konfüçyüs’ün Analitler’inde rastlanıyor. O dönemde oyun hem politika ve ekonomiyle yakından ilişkiliydi; hem de eski imparatorlar için bir rehber niteliğindeydi.
1933
Adını Biza “masa” vey gelen “ta alan Tavla’n İmparato epigramın
1864
1902
SCRABBLE
MONOPOLY
Mimar Alfred Mosher Butts Scrabble’da ne kadar karo olması gerektiğini ve her harfin kaç puana değeceğini belirlemek için The New York Times’ın ön sayfasında kullanılan tüm harflerin kullanım sıklığını hesaplamıştı.
“The Landlord’s Game” adıyla Elizabeth Magie tarafından tasarlanan Monopoly, 1904 yılında patentlendi. Günümüzdeki halini 1932 yılında alan oyun, 103’ten fazla ülkede yerel olarak lisanslandı ve 37’den fazla dilde basıldı.
TİC-TAC-TOE
“Her seferinde üç çak anlamına gelen “terni adlı oyunda kullanıla O işaretlerine pek çok kalıntısında rastlan Oyunun günümüze e hali “Noughts and Cros 1864’te ortaya çık
1957
RİSK Fransız film yapımcı Albert Lamorisse tarafından yaratılan Risk, Axis & Allies ve Settlers of Catan gibi diğer popüler oyunlara ilham vererek tarihin en popüler masa oyunlarından biri oldu.
1972
1974
PONG
DUNGEONS & DRAGONS
PAC-MAN
Oyun endüstrisinin gelişiminde en büyük paya sahip olan Pong, daha sonra Atari adı altında evlere girecek bir deneyim halini aldı. Oyun, üç yıl içinde 150 bin kopya sattı.
Piyasaya sürülmüş ilk rol yapma oyunu olan D&D; Hobbit ve Yüzüklerin Efendisi gibi eserlerin yazarı J.R.R. Tolkien’ın yarattığı fantastik dünyanın etkilerini taşıyor.
Sadece ABD’de 9 adet satan Pac-M labirentte gezinm bir dizi platforma gibi alternatif mek odaklanan yeni bi dalgasının öncüs
2016
2012
1980
2009
POKÉMON GO
CANDY CRUSH SAGA
MINECRAFT
WOR
Oyuncuların her yerde Pokémon avlamasına imkan sağlayan oyun, küçük işletmelerle dini ve tarihi mekanların ziyaretçi akınına uğramasına, suç ihbarlarının artmasına sebep oldu.
King tarafından Facebook için tasarlanan Candy Crush, ücretsiz olmasına rağmen şirkete günde 1 milyon dolar kazandırıyor. Candy Crush oyuncularının yarısına yakınını X kuşağı oluşturuyor.
Mojang’ın Microsoft’a 2014’te 2,5 milyar dolara sattığı oyunu oynamaya hiçbir araç ve kaynağa sahip olmadan başlıyor, her şeyi sıfırdan inşa ediyorsunuz.
Kar dü tam WoW iç olar
H A Z I R L AYA N: D E N İ Z Ş E N L İ L E R ‘16
24
400’ler
1100
500’ler
TAVLA
ans Yunancasında ya “tahta” anlamına avli” kelimesinden nın kuralları, Bizans oru Zeno’nun bir nda tanımlanmıştı.
TAFL/SATRANÇ
DOMİNO
İki orduyla kareli bir tahta üzerinde oynanan eski İskandinav ve Kelt oyunlarına adını veren Tafl, Vikinglerden önemli izler taşıyordu. Tafl, 12. yüzyılda Satranç oyununa bugünkü formunu verdi.
Pek çok tarihçi, Domino’nun Çinliler tarafından 1100 tarihinde Song Hanedanlığı hüküm sürerken icat edildiğini düşünüyor. Mısır Firavunu Tutankamon’un mezarında, tarihi MÖ 1355 yılına kadar giden dominolara rastlanması ise son derece şaşırtıcı.
1530
1803
E
kıl taşı” i lapilli” an X ve k Roma nıyor. en yakın sses” ise ktı.
POKER
TOMBALA
KARNÖFFEL
Fransız sömürgecileri tarafından Kuzey Amerika’ya getirilen Poque, İç Savaş sırasında para karşılığı askerler arasında oynanmaya başladı. Poker, 1880’lerde Vahşi Batı salonlarının temelini oluşturdu.
Kökeni İtalya’da hâlâ her cumartesi oynanan “Lo Giuoco del Lotto D’Italia” adlı piyangoya dayanan Tombala, öğrencilerin matematik, imla ve tarih öğrenmelerine yardımcı olmak için kullanılıyordu.
Oyunun adı ilk olarak Bavyera’daki Nördlingen Belediye Kararnamesi’nde geçiyor. Kart destesinin günümüzde bildiğimiz düzenine en yakını olan oyun, o dönemde 48 kartla oynanıyordu.
1984
1985
TETRIS
SUPER MARIO BROS.
SIM CITY
Sovyet Rus oyun tasarımcı Alexey Leonidovich Pajitnov tarafından tasarlanan puzzle video oyunu Tetris, New York Times’a göre Sovyetler Birliği’nde yaratılıp ABD’de satılan ilk yazılımdı.
İlk kez Donkey Kong’da karşılaştığımız Mario karakteri, dört yıl sonra Super Mario Bros adıyla hayatımıza tekrar girdi. Hâlâ piyasada olan Mario serisinin 550 milyondan fazla kopya sattığı biliniyor.
Açık uçlu şehir kurma serisi Sim City, “Sim” başlıklı birçok başka “spin” oyun yarattı. Oyunda, zorba bir tiranın minyatür bir şehir yarattığı Yedinci Sally kitabından esinlenildi.
N
96 bin Man, bir me veya geçme kaniklere ir oyun süydü.
1426
1989
1993 2004
RLD OF WARCRAFT
rakter oluşturup oyun ünyasındaki görevleri mamlayarak oynanan W, “en popüler çevrim çi rol yapma oyunu” rak Guinness Rekorlar Kitabı’na girdi.
1998
1994
STARCRAFT
FIFA
MYST
26. yüzyılın başından başlayan ve dört tür arasında egemenlik için galaktik bir mücadeleye odaklanan bir askeri bilim kurgu oyunu olan StarCraft, özellikle Güney Kore’de popülerlik kazandı.
FIFA’nın ilk futbol oyunu olan International Soccer, orijinal versiyonunda sadece milli takımları içeriyordu ve oyunda gerçek oyuncu isimleri kullanılmamıştı.
Grafik macera türünde bir video oyunu olan Myst, Wired ve The New York Times tarafından video oyunlarının bir sanat formuna dönüşebileceğinin kanıtı olarak gösterildi.
25
DENEME
Neden (hâlâ) oyun oynuyoruz?
Oyun denince akla milyon dolarlık sektörlerin tüketicilerine sunduğu ürünler gelse de oyun oynamanın insan için hâlâ, tarihe meydan okuyan ve karmaşık olmayan bir tutkudan ibaret olduğunu söyleyebiliriz. YA Z I: C A H İ T B E R K T E O M A N ‘19
26
A
kademisyen Peter Gray oyunun değişmeyen beş özelliği olduğundan bahseder. Öncelikle oyun birey tarafından seçilir ve yönetilir. Oyunu oynayan, oynamayı seçmiştir ve nasıl oynanacağını da belirlemiştir. Oyunun ödülü kendisidir; dışarıdan bir ödül beklentisi gerektirmez. Oyunun kuralları vardır ancak oyun yaratıcılık için alan da bırakır. İzlenmesi gereken ve tüm oyuncuların kabul ettiği kurallar bulunmalıdır fakat oyuncunun tercihleriyle oyunu yönlendireceği yaratıcılığı olmaksızın sadece kuralları takip etmek oyun değildir. Oyun hayalidir. Oyuncunun farklı seviyelerde de olsa kendini gerçek hayattan uzaklaştırması oyun ortamını sağlar. Son olarak, diğer dört özellikten dolayla, oyun tetikte, aktif, ancak nispeten stresten arınmış bir haletiruhiyeyle oynanır. Tercihler yapılırken, kurallara uyulurken zihnin aktif olması gerekir ancak oyunun dışarıyla bir bağlantısı olmadığı için, oyun hayali olduğu için ve gerçek hayata bir etkisi olmadığı için stres tepkisi doğurmaz. Tüm genç memeliler içgüdüsel olarak oyun oynamaya başlar. Alman
doğa bilimci ve filozof Karl Groos bunun amacının tam gelişmemiş sinir ve kas sistemleriyle beraber hayatta kalmak için ihtiyaç duyacakları becerileri geliştirmek olduğunu öne sürer. Böyle bir açıklama en azından evrimsel olarak neden oyun oynadığımız konusunda bir fikir verebilir. Memeli bir canlı olan insanın da elbette evrimsel süreci içerisinde büyüme evresindeki bireylerin kendilerini geliştirmesi adına mekanizmalar geliştirmiş olması doğal görülebilir. Çağlar içerisinde oynanan oyunun da doğası elbette değişti. Sinir ve kas sistemlerine ek olarak oyunlar insanlarda çocukların yaratıcılık, hafıza, dikkat ve fikir yürütme gibi beceri ve özelliklerine hitap eden, bu özelliklerini geliştiren bir biçim aldı. Tarihsel süreçte bununla paralel olarak oyun aslında sadece çocuklara hitap etmekten de yavaş yavaş sıyrılıp her yaştan insanın uğraştığı bir hobi haline geldi. Taş ve kemikten yapılmış oyun gereçleri maden çağları kalıntıları arasında sık bulunan eserlerden bazıları. Durkheim oyunun toplumlarda dini bağlantıları 27
olan bir sosyalleşme aracı olarak şekillendiğini ifade etmişti (Akdeniz ve Mezopotamya bölgelerinde rastlanılan en eski oyun gereçleri MÖ 3000 yılına kadar dayanıyor ve bunlarla kralların, rahiplerin oynadığı tahmin ediliyor). Orta Çağ ve devamında satrançla başlayan bir kural geliştirme ve ticari amaçlı oyun üretme sürecine girildi ve 20. yüzyılın son çeyreği itibarıyla bilgisayarlar üzerinden de oyun oynamak mümkün hale geldi. Bütün bunların bize anlattığı, aslında insanların çocukluk sonrası hayatlarında da oyun ihtiyacı hissettiği ve bu ihtiyaçlarını gidermek için yaratıcılıklarını kullanarak çözümler ürettiği. Günümüzde artık oyun denince akla milyon dolarlık sektörlerin tüketicilerine sunduğu ürünler gelse de oyun oynamanın insan için hâlâ, tarihe meydan okuyan ve karmaşık olmayan bir tutkudan ibaret olduğunu söyleyebiliriz.
Meslek olmaya doğru Oyundan vazgeçememek ya da oyun oynamanın yeni yollarını bulmak ve buna dayalı sektörlerin oluşmasını anlayabilmek için Groos ve Durkheim’ın
hayatımızda yeri, İnternet’te “Bilgisayar bir izleyici kitlesi var. başında olsa dahi kulaklıklarla Peki oyundan para kazanmak oyunun doğasına oyundaki takım ters mi? Burada galiba arkadaşıyla oyunu bir iş olarak görmekle konuşan çevrim içi oyun oynamayı fırsata oyuncular da dahil çevirmek arasındaki farkı iyi okumak gerekli. oyun oynayan herkes, aslında Farklı bir sosyal bir ortamın sosyalleşme parçası.“ Oyun-kariyer ve oyun-para tanımlarının bir adım ötesine giderek günümüz için uygun şekilde oyunu yeniden tanımlamamız gerek. Elbette evrimsel köklerinden ve dini amacından uzak bir oyun kültürü oluşmuş durumda. Peter Gray’in oyun tanımına ters gibi gözüken bir şekilde artık oyun oynayarak para kazanmak yeni nesiller için gerçek bir kariyer seçeneği olarak karşımıza çıkıyor. Gerek bilgisayar gerek masaüstü oyun turnuvalarında alınabilecek ödüller bir yana, oyunlar hakkında konuşmanın, yazmanın (şu an okuduğunuz derginin bütün sayfalarının ‘oyun’a ayrıldığını hatırlayın) ve oyun oynarken ya da bir kutu oyununun kurallarını anlatırken çekilmiş videoların da artık
ilişkisi tabii ki günümüzde oyuna olan ilgiyi tek başına açıklamak için yetersiz. Artık ender rastlanır türde birkaç bilgisayar oyun tipi dışında insanlar tek başlarına oyun oynamıyorlar. Bilgisayar başında olsa dahi kulaklıklarla oyundaki takım arkadaşıyla konuşan çevrim içi oyuncular da dahil oyun oynayan herkes, aslında sosyal bir ortamın parçası. Değişen dünyada artık Wall Street finans şirketleri çalışanlarının da bir araya gelerek kutu oyunları oynadığını görüyoruz. Sadece ev içinde değil; oyun oynamak konsepti üzerine kurulan işletmelerin hem sayıları hem müşterileri artıyor. Oyunun sosyalleşme ve bir araya gelme noktası olma özelliği küçük yaşta sokak aralarında saklambaç 28
oynarken nasılsa, bir kutu oyunu etrafında toplaşırken de öyle. Ama bütün bunlar arasında belki de oyun oynamanın en cezbedici yanı oyuncunun birkaç saatliğine de olsa günlük hayatın koşuşturmasından uzaklaşabildiği, gerçek hayatın sorumluluklarından sıyrılıp tercihler yapabildiği bir ortam oluşturması. Çok farklı konuda, çok farklı türlerde ve farklı kurallı pek çok oyun var. İster sanal ortamda ister masa başında olsun insanlar oyun başına her oturduklarında oyun için ayırdıkları zaman dilimi içerisinde kendilerini nasıl bir hikayede bulacaklarını ya da o oyun seansı için kim olacaklarını seçebiliyorlar. Kimi oyun mekaniklerini kimi hikayeleri beğendiği için, kimiyse sırf sevdikleriyle olmak için dahi olsa, her oyuncu oyuna ayırdığı zamanı iyi geçireceğini bildiği oyunlara erişebiliyor. Peter Gray’in oyun tanımı içerisinde insanın modern hayatında eksikliğini hissettiği sosyal veya psikolojik pek çok ihtiyaca yer var. Belki de bundan hâlâ oynuyoruz, daha fazla oynuyoruz ve oyunu seviyoruz.
LEKEYE KARŞI GÜÇLÜ GÜNEŞ KORUMASI:
Photoderm
SPOT SPF 50+ / UVA 38
29
ARAŞTIRMA
OYUN TEORİSİ: Biraz matematik biraz şizofreni* Arkadaşlarımızla vakit geçirirken verdiğimiz kararların ardındaki matematiği hiç düşünmeyiz. Fakat sosyal etkileşimlerin ardında bile ciddi matematik hesapları var.
O
yun teorisi, her oyuncunun kendi hamlesini yaparken diğerlerinin yapacağı hamleyi hesaba kattığı stratejik durumlardaki insan davranışlarını inceler ve kişinin kazancının ya da kaybının başkalarının kararlarından etkilendiği durumda, en iyi kararın ne olacağını analiz etmeye yarar. Teori bugün stratejik davranmanın çatı terimi haline gelmişse de ortaya ilk çıkışı oyunla
ilgili. Macaristan doğumlu ABD’li matematikçi ve bilgisayar bilimci John von Neumann, 1920’lerin sonlarında Berlin Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yaptığı sırada poker oyununu incelemeye başlar. Bu oyun Neumann’ın özellikle ilgisini çeker çünkü oyunda sadece şans faktörü değil, oyuncunun stratejisi de çok önemlidir. İnsan davranışlarının oyunlar yoluyla açıklanabileceğini ilk
YA Z I: E B R U K Ü Ç Ü K B O YA C I ‘11
30
iddia eden John von Neumann, oyuncuların yaptığı blöfü ve sonunda kazanmalarını matematiksel olarak formüle ederek oyun teorisinin temellerini atar. Neumann 1930’larda çalışmalarına devam ettiyse de asıl 1944’te Oscar Morgenstern ile birlikte yazdıkları Theory of Games and Economic Behaviour [Oyun Teorisi ve Ekonomik Davranış] kitabının yayımlanmasıyla oyun teorisi ortaya çıkar.
olarak polisle anlaşma yapar. Bu durumun üç olası sonucu vardır; biri diğeri hakkında konuşur ve diğeri susarsa, tanıklık yapan serbest kalıp susan 10 yıl hapis cezasıyla yargılanır. İkisi de susarsa, eldeki delillere göre iki yıl cezaları baki. Son ihtimal olarak ikisi de konuşursa, her ikisi de beşer yıl hapis cezası alır. Mantıklı olan tarafların sessiz kalıp ikişer yıl ceza almaları ancak mahkumlar aralarında anlaşmadıklarından diğerinin konuşup konuşmayacağından emin olamazlar. Ya diğer suçlu itiraf ederse? Bu durumda sessiz kalanı 10 yıl hapis cezası bekler.
Teori 1950’lerde birçok akademisyen ve bilim insanı tarafından geliştirilir. Bunlardan en ünlüsü, hayatının anlatıldığı Akıl Oyunları filmiyle oyun teorisine geniş kitlelerin ilgisini çeken John Nash. Nash her oyunun bir dengesi olduğunu söyler. “Nash Dengesi” olarak adlandırılan bu denge noktasında, her oyuncu diğer oyuncuların stratejilerine bakıldığında en iyi konumdadır; yapacağı bir hamle değişikliği ona kazanç sağlamaz. Nash’e göre kâr hedefinde olan gruptaki her birey asıl kâr getiren kaynağa yönelmek yerine diğer küçük kaynaklara yönelirse hem herkes kazanır hem de büyük kaynağa ulaşma maliyeti düşer. Nash’in teorisi ekonomide rekabet kavramını sonsuza dek değiştirdi. Tekelleşme kırıldı. Ekonomi bilimine yaptığı katkılardan dolayı John Nash 1994 yılında Nobel Ödülü’ne layık görüldü. Temelleri ekonomide atıldıysa da sonraki yıllarda teori çok geniş bir alanda uygulandı. Siyaset bilimi, biyoloji, mühendislik, bilgisayar bilimleri, felsefe ve psikoloji bunlardan bazıları.
Rekabetçi olmayan versiyonda birden fazla karar alıcı bir araya gelerek bir işi yapmak için anlaşır. Burada problem kimin ne kadar katkıda bulunacağı ve kimin ne kadar kazanç sağlayacağı. Buna Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nün (OPEC) fiyatlandırma örneğini verebiliriz. Üyelerin üretim kısıtlamalarına uymaları halinde petrol fiyatları belli bir düzeyin altına inmez. Diyelim ki herhangi bir ülke bu kısıtlamaya uymayarak üretimini artırdı. Kısa vadede daha fazla petrol satarak yüksek gelir sağlıyor gibi görünebilir fakat uzun vadede üretim artışı nedeniyle fiyat düşeceğinden belki ilk gelirinden bile daha düşük kazançla yetinmek zorunda kalır. Bu nedenle herkes kısıtlamaya uyar, iş birliği içinde hareket edilir. Oyun teorisi, tarih boyunca stratejik seçimleri ve kolektif sonuçları vurgulayarak potansiyel olarak yıkıcı bir ilişkinin karşılıklı yarar sağlamak üzere nasıl yönetilebileceğini göstermeye yardımcı olmuş. Bugün hâlâ üzerinde çalışmalar yapılan ve çok geniş bir alanda uygulama bulan teori gündemde kalmaya devam ediyor.
Oyun teorisi, karar verenlerin diğer düşüncelerle uyumlu ya da rekabet halinde olmasına göre ikiye ayrılıyor. Rekabetçi versiyonda belli ceza ve ödüller var. Bunun en iyi örneği ünlü oyun teorisi problemi “Mahkumların İkilemi”. Ayrı sorgu odalarında bulunan iki mahkum birbirlerinden habersiz
* “Oyun oynarken ihtiyacımız olan aslında sadece biraz matematik biraz şizofreni”, John Nash
31
DÜŞÜNCE
Gamification göründüğü kadar masum mu?
Pazarlamadan eğitime birçok alanda uygulanan oyunlaştırma, çoğunlukla olumlu yönleri üzerinde durulan popüler bir verimlilik artırma yöntemi. Ancak bu yöntemin uzun vadedeki psikolojik etkileri hakkında henüz çok bilgili değiliz.
YA Z I: Ş A H İ N Ç A K I R O Ğ L U ‘19
32
E
n kısa şekliyle gamification, yani Türkçeye geçtiği haliyle ‘oyunlaştırma’, oyuna dahil olan elementlerin ve mekanizmaların oyun dışı alanlara uygulanması demek. Yeni bir kavram değil; 2010’dan beri iş dünyası, çevrim içi alışveriş siteleri veya çeşitli mobil uygulamalar bu yöntemden yararlanarak verimliliklerini veya etkileşimlerini artırmaya çalışıyor. Seviye atlama, puan, ödül, görev gibi oyun dünyasına ait elementlerin kurgulanarak dijital platformlara adapte edildiği sistemler oyunlaştırmayı kullanıyor. LinkedIn profil gücünüzü gösteren tablo veya fiziksel aktivitenizi takip edip size yeni egzersiz hedefleri koyan mobil uygulamalar akla gelen ilk örneklerden.
büyük çoğunluğu, oyunlaştırmanın pozitif etkilerinin üzerinde duruyor. Ancak bu kadar fazla alanda hakimiyet kurmaya başlayan bir sistemin rekabet ve gerçeklik algısı gibi konularda uzun dönemde ne tür psikolojik sonuçlar getireceğini bilmiyoruz. Verimi ve motivasyonu artıran bir yöntem olması nedeniyle fikrin iş dünyası tarafından hızla benimsenmesi anlaşılabilir. Ancak konu hakkında yapılmış çalışmalara daha detaylı bakmakta fayda var. Tampere Üniversitesi’nden Juho Hamari, “Does Gamification Work?” [Oyunlaştırma İşe Yarıyor mu?] adlı araştırmasında oyunlaştırmayla ilgili tüm akademik çalışmaları kategorilere ayırmış ve kullanılan yöntemleri analiz etmiş. Hamari, ilk aşamada hakemli olmayan makaleleri, ardından deneysel olmayan ve araştırma yöntemleri açık bir şekilde belirtilmemiş olan çalışmaları elemiş. Süreç sonunda elinde kalan makale sayısı 24. Bu 24 makale üzerinden yaptığı analizde Hamari’nin dikkat çekmek istediği iki nokta var. Öncelikle yapılan çalışmaların büyük çoğunluğu ağırlıklı olarak davranışsal sonuçlara odaklanmış; oyunlaştırmanın psikolojik sonuçlarına dair elimizde daha az bulgu ve bilgi var. Dahası, psikolojik sonuçlara odaklanan çalışmalardan sadece bir tanesinde psikometrik yöntem kullanılmış; geri kalan tüm çalışmalardaki sonuçlar anket veya soru-cevap yöntemiyle elde edilmiş. “Seksist misiniz?” diye sorulduğunda çok az insan evet şeklinde cevap verir. Ancak soruyu doğrudan sormak yerine resimli bir testle cinsiyet-meslek eşleştirmesi yapmak, düşündüğünüzden çok daha farklı sonuçlar ortaya çıkarabilir.
Günümüzde daha çok dijital platformlarda yaygın olsa da kavramın uygulama alanı çok daha geniş. Belli gereklilikleri başarılı bir şekilde yerine getirerek ayın elemanı seçilip maaş zammı almak, ofisteki skor tahtası veya Excel dosyanızdaki yıl sonu hedefiniz, oyunlaştırmanın dijital dünya dışında vücut bulmuş hallerine yalnızca birkaç örnek. Aslında puan toplama ve ödül sistemine dayalı aklınıza gelen tüm mekanizmalar oyunlaştırmanın temel prensiplerini kullanıyor. Yani günümüzde oyunlaştırma artık birçok şirket tarafından benimsenmiş, eğitim dahil birçok alanda uygulanan bir tür motivasyon yükseltme ve verim artırma yöntemi. Birey üzerinde çok çeşitli etkileri var. Her şeyden önce, zorunlu olan iş, oyunla beraber gönüllü bir eyleme dönüşüyor. Gönüllülükle gelen motivasyonun yanı sıra rekabet etme, kazanma isteği ve fark edilme gibi performansı artıran etkenler de oyunla devreye giriyor.
Hamari’nin çalışması oyunlaştırmanın olumsuz sonuçlarının daha baskın olduğunu
Akademik araştırma ve çalışmaların 33
söylemiyor ancak çalışmaların ağırlıklı olarak davranışsal sonuçlara odaklanması ve bu şekilde pazarlanması, psikolojik etkilerinin daha titiz bir şekilde araştırılmasının önüne geçebiliyor. Hamari’nin üzerinde durduğu diğer önemli nokta ise kurgulanan oyunlaştırma sisteminin ve elementlerinin her birey için benzer davranışsal sonuçları üretmeyeceği.
bireylerin seyahat özgürlüklerinin ve eğitim haklarının kısıtlanmasından ev hapsine kadar uzanabiliyor. Ancak Çin’deki durum oyunun ana kuralına tamamen aykırı çünkü oyun sayesinde sağlanan motivasyonun ve başarının en temel nedeni gönüllülük. Oyuna katılım zorunlu hale getirildiğinde, kişi kendine ait olmayan hedefleri gerçekleştirirken ne kadar motive olabilir? Çin’in ülke çapında böyle bir sistemi devreye sokmak istemesinin arkasında yatan gerekçe ne kadar bilimsel, bunu da bilmiyoruz. Ancak hükümete göre vatandaşlar bu uygulamadan son derece memnun. İşin en ilginç tarafı, sistemin uygulandığı yerlerde yaşayan insanlar bu sistemle beraber daha iyi insanlara dönüştüklerini söylüyorlar. Washington Post’un 2018’de yaptığı bir araştırmaya göre halkın yüzde 80’i sistemden yana.
Peki henüz uzun dönem etkileri hakkında çok fazla bilgi sahibi olmadığımız bir motivasyon artırma yöntemini ülke çapında zorunlu bir vatandaşlık oyununa çevirirsek ne olur? Çin, 1,4 milyar vatandaşını izleyebilmek ve değerlendirebilmek için ‘sosyal kredi sistemi’ adlı bir uygulamayı devreye sokmaya hazırlanıyor. Black Mirror’ı aratmayan bu sistem, pilot bölgelerde uygulamaya kondu. Önümüzdeki yıllarda tüm ülkeye yayılacak olan uygulama özünde puan, ödül ve ceza sistemine dayanıyor. Komşularına yardım eden, yaya geçidinde duran veya devletin uygun görmediği İnternet sitelerinden uzak duran vatandaşlar puan kazanırken, sigara içilmemesi gereken bir yerde sigara içen veya sosyal medya hesabından gerçek olmayan haberler paylaşanlar puan kaybediyor. Cezalar
Hamari’nin de belirttiği gibi, bu tür uygulamaların uzun süreli etkilerini anlayabilmek için kişilerin verdiği cevaplar asla yeterli değil. Tıpkı pazarlama, eğitim ve iş dünyasındaki gibi, Çin’deki sistemin de uzun vadede neler getireceğini zamanla göreceğiz.
34
DÜŞÜNCE
Oyunda kalmak için… İster hyper-casual ister hardcore gamer olalım, hepimiz oyuna kilitlenmiş durumdayız. Bugün dünya oyun endüstrisinin gelirleri, dünya sinema endüstrisinin üç katı büyüklüğünde; sinema ve müzik endüstrilerinin toplamından ise büyük.
P
azarlama endüstrisinin en son dalgası gaming ya da daha uzun bir söyleyişle “Interactive Gamified Content”, son 30 yıla damgasını vuran İnternet’in başlangıcı, müşteri odaklı pazarlama, mobilin yükselişi ve Big Data odaklı pazarlamanın ardından beşinci dalga olarak geliyor. Heyecan verici büyüklüğe ulaşması aşikar olan gaming dalgası, tüm markalara sörf yapabilme fırsatı sunan engin bir okyanus. Kimimiz bu dalganın sesini uzaktan duyarken kimimiz suları test etti, kimimiz ısınma aşamasına geçti.
bırakmış durumda. Hiç kimse içeriksel hazzı, sürprizi, şovu ertelemek istemiyor. İşte tam da bu yüzden izleyici sekiz ay 32 haftaya bölünmüş bir dizi sezonunu bir hafta sonunda bitiriyor. Ya da sizin aylarca ve toplantılar boyunca hazırladığınız içerik, daha ilk 10 saniyede dijital çöpe dönüşüveriyor. İzleyici 90 dakikalık maça tahammül edemediği gibi, tek ekranla yetinmeyip her fırsatta yüzünü akıllı telefona çeviriyor. Şimdi patron; eğlencesini böldürmeyen, hızlı içerik isteyen ve hatta kendi içeriğini kendi üreten müşterilerimiz. Bunun bir sonucu olarak gaming de büyük bir dalgaya dönüşmüş durumda. Bugün sadece PC başındaki ergenlerin değil, tüm yaş gruplarından, kadın, erkek, her sosyal statüden insanın en büyük eğlencesi oyunlar haline geldi. İster hyper-casual ister hardcore gamer olalım, hepimiz oyuna kilitlenmiş durumdayız. Bugün dünya oyun endüstrisinin gelirleri, dünya sinema endüstrisinin üç katı büyüklüğünde; sinema ve müzik endüstrilerinin toplamından ise büyük.
Peki gaming’in bir mega dalgaya dönüşmesi nasıl oldu? Hepimizin reklamla bölünen bir keyifli an hikayesi mutlaka vardır. Son 100 yılın vandal reklam modeli, “ulaşılmak istenen kitle neyi keyifle seyrediyorsa o içeriği daha çok böl, daha fazla reklam koy” şeklindeydi ve gün geldi dünyanın her yerinde insanlar bu düzene isyan etti. Geleneksel medya kan kaybederken, reklam bloklayıcılar her geçen gün yaygınlaşmaya, izleyiciler de daha insani içerik platformlarına koşarak gelmeye başladı. Bu, birinci önemli olgu; ikincisiyse, Y ve Z kuşaklarıyla birlikte ilgi ve algı refleks sürelerinin çok kısalması. 20. yüzyılda 45 dakika olduğu belirtilen odaklı kalabilme süresi, yerini “hızlı, hemen ve şimdi”ye
Oyun her şeyin içinde olacak Espor artık dünyanın ikinci en büyük
YA Z I: A L PAY A L P T E K İ N ‘96
36
spor dalı ve önümüzdeki yıllarda finansal büyüklükte, izlenme sayılarında futbolu da geçecek.
Uluslararası turnuvalar, turizmin bir kolu olarak günden güne payını artırırken, önümüzdeki günlerde ise tıpkı dizi turizminde olduğu gibi oyunların geçtiği mekanlara ziyaret taleplerinin artmasıyla “oyun espor turizmi” diye de bir kavram oluşması bekleniyor.
Önümüzdeki üç yıl içerisinde gaming, yeni yetkinlikler kazanarak tüm video içeriği (sinema, dizi, drama, yarışma vs.) interaktif hale getirecek ve yutacak. “Oyunlaştırılmış Etkileşimli İçerik” (Interactive Gamified Content) denen yeni bir devle tanışacağız. Oyun ayrı bir disiplin olmaktan çıkıp her şeyin içinde olacak; birkaç sene içinde 110 dakika boyunca sinema ekranını öylece pasif halde “seyretmek” yerine, onu “yaşayacağız”. Paul Verhoeven tarafından çekilmiş, Sharon Stone’la Arnold Schwarzenegger’in başrollerini paylaştığı, 2084 yılında geçen kült filmi Gerçeğe Çağrı’yla (1990) başlayan dijital illüzyonlar oturma odalarının vazgeçilmezi olurken oyunlar sinema filmine, sinema filmleri oyuna dönüşecek.
Hâlâ oyunun içinde ve dalgada kalmak isteyen birçok pazarlamacı, öğrenme eğrilerini çoktan başlattı. 1 milyardan fazla aktif dijital oyuncu ve 450 milyondan fazla espor izleyicisi pazarlamacıları bekliyor; ama oyuncuların kurallarıyla, sadece oyuncuların istediği kadar, istediği yerde olma şartıyla… Tüm dünyadaki espor izleyici sayısının 2019 sonuna kadar yüzde 15 büyüyerek 453,8 milyon seviyesine gelmesi bekleniyor. Espor sektörü olgunlaştıkça, yerel turnuvaların ve etkinliklerin sayısı arttıkça bu rakamların çok daha çarpıcı noktalara geleceğini söylemek mümkün. 2022 yılına kadar yayın hakları ve sponsorluk yatırımlarının da gelişimiyle espor taraftarı başına düşecek ortalama gelirin 6 dolar civarına ulaşacağı tahmin ediliyor.
Global espor gelirleri 1 milyar dolar seviyesini geçti Global espor gelirleri 2019 yılında ilk kez 1 milyar dolar seviyesini geçti. Bu, sektör adına önemli bir kilometre taşı. Büyüme oranlarına baktığımızda da sonuçlar yine çarpıcı. Bu yılın gelirlerinin geçtiğimiz yıla oranla yüzde 26,7 civarında arttığını görüyoruz.
Oyun sektörünün ülkemizde ulaştığı yıllık gelir Newzoo’nun Ekim 2018 verilerine göre 773 milyon dolar. Türkiye dijital medya kullanımı ve teknolojiye adaptasyon anlamında inanılmaz bir hıza sahip. Ülkemizde şu anda 30 milyonun üzerinde oyuncu var ve bu anlamda dünyada 18. sırada yer alıyoruz. Her platformda oyuncu sayısı her yıl artarak büyümeye devam ediyor. Çok kısa sürede dünya espor ekosistemini domine eden ülkeler arasında başı çekeceğimizden şüphemiz yok. Türkiye’de oyundan elde edilen gelirlerin altı yıl içinde 371 milyon dolara ulaşması bekleniyor.
Günümüzde espor gelirlerinin yüzde 82’si marka yatırımlarından, reklam ve sponsorluk gibi gelirlerden oluşuyor. Dünyada espor alanında büyük çaplı sponsorluk anlaşması imzalayan marka sayısı 600’ü geçti. Teknoloji markaları espor sponsorluğu konusunda başı çekerken, perakende, çevrim içi hizmetler, yiyecek-içecek gibi farklı sektörlerden markalar da buradaki potansiyeli görüp yatırımlarını artırıyor. 37
K A PA K S ÖY L E Ş İ S İ
Hayalim her zaman kendimden
daha büyük bir amaca hizmet etmek Bugün geldiği noktada her yıl 1000’e yakın mezunun yarıştığı MasterGames projesini hayata geçiren BÜMED Danışma Kurulu Üyesi Tijen Mergen ‘82 bu sayıda kapağımıza konuk oldu. Mergen’le kariyerini, oyunu, mutluluğu konuştuk. Tijen Mergen, Türkiye’nin önde gelen, başarılı üst düzey yöneticilerinden biri. 1984 yılında başladığı kariyeri boyunca en yoğun olduğu dönemlerde bile sporu hayatından hiç eksik etmemiş bir spor tutkunu aynı zamanda. Günün 24 saatten oluştuğunu, onu doğru kullandığımız sürece istediğimiz her şeye yeterince vakit ayırabileceğimizi söylüyor, yüksek çalışma temposuna rağmen Yarı IronMan triatlon sporcusu olabilmesini azmine borçlu olduğunu ekliyor.
Zihnioğlu’nun başkanlığı döneminde BÜMED tarafından düzenlenmeye başlayan, Türkiye’nin ilk mezunlar arası spor turnuvası olan MasterGames’in de arkasındaki isim. Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümü’nde lisans ve yüksek lisansını tamamlayan Tijen Mergen, NCR bünyesinde yurt dışı görevler dahil uzun süre boyunca üst düzey yöneticilik yapmış, ardından altı yıl boyunca Apple Türkiye Distribütörü Bilkom’un genel müdürlüğünü üstlenmiş, şimdilerde eş kurucusu olduğu Power of Happiness adlı girişimle iş hayatında mutluluğun formülünü arayan Tijen Mergen’le bir araya geldik; kariyeri, ‘oyun’dan ne anladığı, MasterGames ve daha fazlası hakkında sohbet ettik.
Tijen Mergen için en az spor kadar önemli bir alan daha var, o da sivil toplum kuruluşları bünyesinde toplum yararına hizmet etmek. Doğan Medya bünyesinde çalışırken hayata geçirdiği “Baba Beni Okula Gönder” projesi, öncü rol oynadığı sivil toplum projelerinden yalnızca biri. Mergen aynı zamanda, Hakan
S ÖY L E Ş İ: E LV İ N V U R A L ‘1 2 / F O T O Ğ R A F L A R : S E R K A N E L D E L E K L İ O Ğ L U
38
39
Uzun yıllar boyunca teknoloji alanında çalıştıktan sonra medya sektörüne geçtiniz, sizi bu kararı vermeye iten ne oldu? O dönem dijital teknolojilerin hayatımıza çok girdiği bir dönüşüm dönemiydi. Hanzade Doğan’la tanıştığımda ajandasında gazetenin dijital dünyaya ayak uyduracak stratejileri geliştirmek de vardı. Teklif bana çok cazip geldi; Milliyet gazetesindeki seri ilanları dönüştürmekle başladık, sonra da Satış, Pazarlama, İş geliştirmeden Sorumlu İcra Kurulu Üyesi oldum. Bu da benim için bir meydan okuma gibiydi çünkü 2004-2005 yıllarında Dijital Devrim’in en çok etkilediği iki sektör, telekomünikasyon ve basılı medyaydı. 13 içerik sitesini faaliyete geçirdik. Sadece haber siteleri değil, seri ilanları İnternet ortamına taşıdık, bugünkü LinkedIn’e benzeyen Bize Biz diye bir kurumsal sosyal paylaşım sitesi yaptık. O dönemde Kurumsal İletişim de bana bağlıydı, “Baba Beni Okula Gönder” projesi de o dönem ortaya çıktı. İnsan zaman içinde kendini de daha iyi tanıyor;
bu kadar yılda yürüttüğüm projeler içinde beni en mutlu eden hâlâ bu projedir. “Baba Beni Okula Gönder” projesi nasıl hayata geçti? Hanzade Doğan bana o dönem “Milliyet’e yakışır bir sosyal sorumluluk projesi getirin” demişti. Çok araştırdık, birçok sivil toplum kuruluşuyla (STK), Milli Eğitim Bakanlığı’yla görüştük. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nde (ÇYDD) Türkan Hoca’ya (Saylan) vurulduk; onun enerjisi herkesinkinden başkaydı. Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV) Başkanı İbrahim Betil’in de çok katkısı oldu. Araştırmalarımız gösterdi ki kızların okula gitmesinin önündeki engellerin aşılması en önemli problem. Bunun üzerine hem yurt hem burs sağlayacak bir proje geliştirdik. Herkes çok güzel çalıştı, gönüllü komitemiz harika bir iş çıkardı, projenin ismi de, şarkısı da tuttu. Serdar Erener’in bu konuda emeği çok büyüktür. 13 bin kıza burs sağladık; 30 küsur yurt, 11 okul inşa ettirdik. Projenin bu kadar uzun sürmesinin bir sebebi de halktan gördüğü yoğun ilgi ve destek oldu. Bugün Aydın Doğan Vakfı kızların 40
eğitimiyle alakalı projeler yürütmeye devam ediyor. Aynı zamanda birçok STK bünyesinde de sorumluluklar alıyorsunuz, değil mi? Evet, herkesin bir hayali vardır, benim hayalim özetle her zaman kendimden daha büyük bir amaca hizmet etmek. Bunun en etkili yolu ise STK’larda çalışmak. Her dönem farklı STK’larda görev yaptım, çalıştığım kurumlarda da hep STK’larla projeler geliştirdim. Şu sıralar Kadın Girişimcileri Derneği’nin (KAGİDER) Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı olarak, ÇYDD’de Yönetim Kurulu Üyesi olarak, BÜMED’de ve Yanındayız Derneği’nde de Danışma Kurulu Üyesi olarak görev yapıyorum. Spor hayatınızda nasıl bir rol oynuyor? Şimdiye kadar hangi sporlar ve aktivitelerle ilgilendiniz, hangilerine devam ediyorsunuz? Spora girmeden önce biraz danstan bahsetmek istiyorum. BÜ’ye girdiğim zaman folklora başladım, BÜ’de geçirdiğim sekiz yıl boyunca devam ettim. Van Kız Ekibi’ne hocalık yaptım, Kırklareli ve Artvin’de ekip başlığı yaptım. Eşimi de dansta
tanıdım. Yaklaşık 10 yıldır düzenli ve yoğun olarak Latin dans yapıyorum. Dansın insan sağlığına katkıları sonsuz. Stanford Üniversitesi’nden Richard Powers ile Albert Einstein College of Medicine’in 25 yıldır ortak yürüttüğü araştırmanın sonucuna göre periyodik bir düzende yapıldığında, yani hayatın bir parçası haline geldiğinde yürüyüşün ve golfun demans, Alzheimer gibi yaşlılık hastalıklarını önlemede hiç etkili olmadığı görülmüş. Buna karşılık olarak kare bulmaca çözmenin yüzde 47, kitap okumanın yüzde 35 gibi bir faydası var. Dans etmenin katkısı ise yüzde 76. Periyodik dans ediyorsanız beyindeki nöronlar arasındaki bağlar yeniden oluşuyor, bu da yaşlılıkla gelen zihinsel rahatsızlıkların ortaya çıkmasını önlüyor. Verdiğim eğitimleri bile bazen dansla açıyorum çünkü iş ortamında mutluluğu yakalamak için bu dünyayı bir savaş meydanı gibi değil, dans sahnesi gibi görmek gerek. Spora gelince, spor hayatımda hep oldu. Spor salonlarına Türkiye’de açıldıklarından beri gidiyorum. Ondan önce
tenis oynardım, öncesinde lisedeyken ritmik jimnastik yapardım ama benim asıl spor hayatım yaklaşık 10 yıl önce başladı. Bisiklete binmeyi çok severim, çocukluğumdan beri böyledir, küçükken de dışarıda vakit geçirmeyi, ev dışı aktiviteler yapmayı çok severdim. Bu bisiklet sevdasını çocuklar küçükken ailecek de paylaştık; hafta sonları ailecek bisiklete binip pikniğe gitmek, bunu yapmamıza imkan tanıyacak 41
yerlerde yaşamak hep önceliğimiz oldu. Gittiğim bir bisiklet kampında triatlon kavramıyla tanıştım, ben de heves ettim. Koşu ve yüzmeyi de dahil ederek triatlon yapmaya başladım. İki kez Yarı IronMan (70,3) yaptım. İlkinde bitiremedim, ikincide 2013’te tamamlayabildim. 1,8 km yüzüyor, ardından 90 km bisiklet sürüyor, sonra da 21 km koşuyorsunuz. Son zamanlarda daha çok
“Beyin hem iyi hem kötü alışkanlıkları kolay kolay bırakmıyor. Spor belki de en iyi alışkanlık. Yaptıkça yapmak istiyorsunuz, ne kadar iş seyahatiniz, yoğunluğunuz olsa da bir kez başladıktan sonra vücut onu istiyor zaten.“ takımın yüzmecisi olarak yarışlara katıldım. Yarışlarda amacım kazanmaktan ziyade yarışı tamamlamaktı. Triatlon yarışlarına katılmak için haftanın yedi günü idman yapmak gerekiyor; yorucu ve talepkar bir süreç. Nasıl vakit buldunuz? Beyin hem iyi hem kötü alışkanlıkları kolay kolay bırakmıyor. Spor belki de en iyi alışkanlık. Yaptıkça yapmak istiyorsunuz, ne kadar iş seyahatiniz, yoğunluğunuz olsa da bir kez başladıktan sonra vücut onu istiyor zaten. Her şey tercihlerden ibaret; 42
gün 24 saat, onu nasıl kullanacağınız size kalmış. Spor, hele hele dayanıklılık sporları disiplin gerektiriyor. Mutlaka size uyan bir rutin buluyorsunuz. Oyun sizin için ne demek? Oyun deyince aklıma eğlence, ritim ve hareket, ruhun dinlenmesi geliyor. Spor da bir oyun, yola birlikte çıkıyor, sohbet ede ede, keyifle bir bakmışsınız, 100 kilometreyi kat etmişsiniz. Oyun deyince aklıma hiç rol yapma, oyun kurma gibi iş hayatında da rastlanan kavramlar gelmiyor.
Ne tür oyunlar oynamaktan keyif alıyorsunuz? Özellikle evliliğimin ilk yıllarında sık sık toplaşıp Risk, Monopoly gibi masa oyunları oynardık. Kağıt oyunlarını da severim, şekerci çocuğuyum; şeker fabrikalarında yetiştim ve şekerciler çok kağıt oynar. Oyun ekibimiz de var; kanasta, briç, amerikano oynuyoruz. Parayla oynamam, hiç de sevmem. Sporda da amacım birincilik değildir hiçbir zaman, yarışı tamamlamayı, kendimi aşmayı amaçlarım. Çok parçalı yapboz yapmayı da çok severim. Bilgisayar oyunlarını sevemedim bir türlü. Oynamaktan keyif aldığım tek bir bilgisayar oyunu vardı, o da Apple’ın Snake Bite oyunu. Yemek yedikçe giderek uzayan bir yılan, bu oyun Apple’da ilk çıktığında ben de Apple’da çalışıyordum. Ofisimiz Valikonağı’ndaydı. Ben, eşim ve iki arkadaş çok seviyorduk oynamayı. Ofisin anahtarı bende vardı, hafta sonları dördümüz ofise gidip birer bilgisayarın başına geçerek üç dört saat boyunca Snake Bite oynuyorduk. Favori oyuncağınız ya da oyununuz neydi? Hâlâ oyuncaklarınız veya
oyunlarınız var mı? Galiba aklıma ilk gelenler bisikletim ve patenim. O zamanlar çok oyuncak da yoktu zaten ama babam bir Avrupa seyahatinden bana yürüyen bebek getirmişti, çok kıymetlimdir, hâlâ duruyor. Böyle tuttuğum bir bebek daha var. Çocukluk bisikletim durmuyor, onun yerini çok sayıda farklı ve fonksiyonel bisiklet aldı. Adapazarı’nda yaşarken ağaçların tepelerinde Robinson Crusoe’culuk oynardık; ağaçların tepesine tahtalar taşır, evlerimizi kurar, orada oturup yaşardık. Şimdi çocuklar böyle oyun oynamaya kalkışsalar kıyamet kopar herhalde. Doktorculuk oynardık; dizimize ısırgan otu sürerdik; o diz şişer, su toplardı. Çocuklar eskiden daha özgürdü galiba. Biz kız erkek ağaçların tepesindeydik sürekli. Oğlunuzla o küçükken işiniz dolayısıyla ayrı kaldığınız dönemler olmuş. Görüşmediğiniz sürenin ardından oğlunuzla tekrar bir araya geldiğinizde ne tür oyunlar oynardınız? Seyahatler sonrası vaktimin büyük kısmını çocuklarıma ayırırdım. Onları antrenmanlara götürür, seyrederdim. Birlikte yapboz yapmayı çok severdik. 43
Saatlerce oynardık. Büyük oğlumla dans ederdik. O gitar çalardı, ben dans ederdim belki bir saat boyunca. Birlikte salonun ortasında zıp zıp zıplardık. Ailecek bisiklete binerdik. Power of Happiness adlı bir girişiminiz var. Biraz bu girişimden ve oyunla eğlencenin iş hayatında nasıl bir rol oynadığından bahseder misiniz? İş yerinde kesinlikle eğlenmek gerek. Ekiplerim bana hep “Biz sizinle çok çalıştık ama çok da eğlendik” derlerdi. Sanırım başarılı bir yönetici olmanın yolu bu dengeyi tutturmaktan geçiyor. Rekorlar kırmaktan daha önemlisi ekip olarak keyifle iş yapabilmek. Zaten eğlenerek keyifle çalışıyorlarsa başarı da beraberinde geliyor. Doğan Medya’dan ayrıldıktan sonra kendi işimi yapmaya karar verdim. Halihazırda eğitimler verip atölyeler düzenleyen bir arkadaşım iş yerinde eğlence odaklı kısmı da sen doldur deyince birlikte işe koyulduk. Sporun, dansın içinde olduğu, yarı eğitim yarı eğlence tadında etkinlikler düzenlemeye başladık. 2014’te Birleşmiş Milletler 20 Mart gününü Dünya Mutluluk Günü ilan etti, bu da bize ilham oldu.
Araştırmalar gösteriyor ki insanlar giderek daha mutsuz oluyor. Mutsuzluk yaşı 50 yıl içerisinde 29’dan 14’e kadar gerilemiş durumda. İş yerinde mutsuzluk literatürünü okumaya başladık. Dünyada bu alanda uzman olan kişilerle temas kurduk; biri Harvard Üniversitesi’nden Shawn Achor. Harvard’da mutluluk üzerine ders açan ilk profesör. Bir diğeri de Danimarka’daki Woo Hoo Inc. adlı şirketin başındaki Alexander Kjerulf. Kjerulf’la çok iyi anlaştık, partneri olmak istediğimizi söyledik ve ilk partneri olduk. Bugün partner sayısı 70’i aşmış durumda. Onlardan aldıklarımızı ortağım Ferah Lök’le, benim sektörel tecrübemle harmanlayarak Power of Happiness’ın temelini oluşturduk. Kurumlara daha mutlu ve verimli çalışmanın yollarını göstermek üzere eğitimler ve danışmanlık hizmeti veriyoruz. Nedir peki iş yerinde mutluluğun sırrı? Herkesin kendi üzerine düşeni yapması gerek. Birey olarak ne yapabilirim? Ekip olarak ne yapabiliriz? Lider olarak ne yapabilirim? Ve kurum olarak üzerime düşen görevler neler?
Hepsini ayrı ayrı çalışıyoruz. Yöneticim kötü deyip mutsuzluğa yenilmemek lazım. Bizim anlatmaya çalıştığımız, beynimizi olumlu düşünmeye nasıl eğitebileceğimiz. Yaptığınız işte anlam bulmak, iş yaparken akışta kalabilmek işi sevmenin ve mutlu olmanın olmazsa olmazı. Anda kalabilmek çok önemli. Çoğunlukla gelecekte yaşayabileceğimiz problemleri düşünürken anda alacağımız zevki kaçırıyoruz. Tabii ki strateji ve kurgu yapmak, her şeye hazırlıklı olmak gerekiyor ama bunu yaparken de anı kaçırmamak lazım. Odaklanma becerimizi geliştirmek, iş yerinde mutlu olmak için yapabileceğimiz bir diğer şey. İş ortamında enerjileri dengelemek de çok önemli; kiminde savaşçı enerjisi vardır kiminde öğretmen enerjisi. Eğer farklı karakterdeki insanlar birbirlerini daha iyi tanırlarsa, birbirlerine ihtiyaç duyduklarını daha iyi anlarlar. İş yerinde mutluluğu sağlamada liderlere çok önemli görev düşüyor; lider kendisinin de keyif aldığı bir ortam yaratmalı ki çalışanları da keyif alabilsin. Kurumlar tıpkı pazarlama planları yapar gibi kurumlarında 44
mutlu çalışmak için ne yapmak gerektiği üzerine de yıllık planlar yapmalı ve uygulamalılar. MasterGames’e gelelim… Proje hayata nasıl geçti, şu an ne durumda? Doğan Medya’dan ayrıldığım 2013 yılında aynı zamanda Boğaziçi Üniversitesi Dönem Temsilcisi’ydim, o zamanki Rektörümüz Gülay Hoca’yla (Barbarosoğlu) birlikte çalışıyordum. Toplantılardan birinde o dönemki BÜMED Başkanı Hakan Zihnioğlu bana aklında sürekli mezunlar arası bir spor müsabakası düzenlemek olduğundan bahsetti. “Öyle bir şey yapsak ki bütün üniversiteler katılsa, mezunlarımızın hayatlarına daha iyi dokunabilsek” dedi. Mezunlarımızla oyun benzeri, eğlenceli etkinliklerle bir araya gelmemiz gerektiğine inanıyordu. Fikir çok hoşuma gitti, kabul ettim ve başladık. İlk yıl dört üniversiteydik; Boğaziçi, İTÜ, ODTÜ ve o dönemin genç üniversitelerinden Bilgi. Mezunlarımız o yıl voleybol, basketbol, koşu ve tenis olmak üzere iki takım sporu, iki de bireysel spor kategorisinde yarıştı. İlk yılın başarısının ardından devam etmeye karar verdik ancak
çeşitli sebeplerle diğer üç kurucu üniversiteyle yollarımız ayrıldı. Sonra üçüncü yılda güçlerimizi tekrar birleştirmeye karar verdik ve sonra bir anda çok büyüdük. Bugün altıncı yılında 30 küsur üniversitenin katıldığı, her yıl 700-800 mezunun yarıştığı, 10’un üzerinde hem fiziksel hem zihinsel branşta karşılaşmaların düzenlendiği çok keyifli bir etkinlik MasterGames. Bu tür etkinlikler mezunların okullarıyla bağlarının kopmamasını sağlıyor. Bu yıl eylül ayında gerçekleşecek. 1000 katılımcı sayısına ulaşmayı hedefliyoruz. Amacımız yurt dışına da açılmak.
BÜMED’in bu yıl yönetimi değişti ve 16. Yönetim Kurulu göreve başladı. Siz de Danışmanlar Kurulu’nda yer alıyorsunuz. BÜMED’in yönetiminin nasıl işlediğini kısaca anlatabilir misiniz? BÜMED özellikle bu dönem tecrübeli ve genç, dinamik bir kadroyla göreve başladı. Yönetim kurulunda yedek, asil demeden herkes aktif çalışıyor. Başkanımız Sevgili Önder Şahin’in enerjisi tüm ekibe geçmiş durumda. Ayrıca benim de içinde yer aldığım bayağı geniş bir danışma kurulu var. Dernek zor bir süreçten geçiyor. Ama ben çok kısa zamanda zorlukları geride bırakacağımıza inanıyorum. 45
“Gelecekte yaşayabileceğimiz problemleri düşünürken anda alacağımız zevki kaçırıyoruz. Tabii ki strateji ve kurgu yapmak, her şeye hazırlıklı olmak gerekiyor ama bunu yaparken de anı kaçırmamak lazım.“
DENEME
Çiçek hediye etmek zorunda değilsiniz; şarkı da söyleyebilirsiniz İş yerinde mutlu olmanın, eğlenmenin, oyunun verimliliği artırdığını artık çoğumuz biliyoruz. Peki büyük bütçeler harcamadan iş yerinde pozitif değişim sağlamak için neler yapılabilir?
Ü
nlü Psikolog Martin Seligman, “Psikolojinin çalışma alanı sadece hastalık, zayıflıklar ve hasarlar olamaz. Tedavi, yalnızca yanlışları düzeltmek anlamına gelmez, doğruları inşa etmeyi de hedeflemeli. Psikoloji; anlayış, aşk, gelişim ve oyun gibi kavramlarla da ilgilenir” diyerek 2000’lerin başında pozitif psikolojiyi ayrı bir çalışma alanı olarak tanımladı. İş dünyası da bu yaklaşımı çok geçmeden satın aldı.
bir yer haline getirmek hem çok önemli hem de kolay. Kıyafet kurallarını, çalışma saatlerini esnetmek; dinlenme odalarının, yemekhanelerin, çalışma masalarının düzenini çalışanlara bırakmak; işlerin içine oyunlar, yarışmalar katmak; şirketler arası spor karşılaşmalarında oluşturulan takımlarla kurumu temsil etmek veya güvenlik görevlisinden genel müdüre kadar herkesin unvanının eşitlendiği gönüllü çalışmalarda bulunmak buna iyi örnekler. Doğrudan iş hedefleri dışında başka hedeflerde en üstten en alta tüm çalışanları birleştirmek, herkesin birbirinin başka yönlerini tanıması açısından da yararlı.
Araştırmalara göre liderler çalışma ortamlarını eğlenceli hale getirirlerse çalışanların güveni, yaratıcılığı ve iletişimi belirgin ölçüde iyileşiyor. Oyun; merak ve keyif duygularını harekete geçiriyor, öğrenmeyi kolaylaştırıyor. Bu da daha düşük işten ayrılma oranına, daha yüksek morale ve finansal açıdan güçlü bir şirkete ulaşmalarını sağlıyor.
90’larda açık hava eğitimleri, şirketlerin ve eğitim danışmanlarının sınıf içi pasif eğitim programlarına alternatif olarak bulduğu çıkar yolların en önde gelenlerinden oldu. Bu eğitimler aynı zamanda, yoğun iş trafiğinde çalışanlara bir mola aldırmak için de önemli bir araç. Ormanda oynanan oyunlar, teknede
İş yerini çalışanların rahat edeceği, yaratıcı, huzurlu olabileceği, eğlenerek üretebileceği
YA Z I: İ D İ L T Ü R K M E N O Ğ L U ‘9 5
46
Yemek Sepeti Park
geçirilen günler, hatta ıssız bir adada hafta sonu…
değiştirmeniz yeterli. Oyun, keyif ve eğlence güne yayılabilir. Otelde şirket yemeği düzenleyecek paranız yoksa herkesin evden sandviçini getirdiği bir gün organize edebilirsiniz. Anneler Günü’nde ofisin annelerine çiçek hediye etmek zorunda değilsiniz. Yemekhanede onlara şarkı söyleyebilirsiniz: “Benim annem, güzel annem...” Eminim şaşıracak ve güleceklerdir.
Oynamaya zorlanmaktan kimse hoşlanmaz İnsan kaynakları veya üst yönetim güdümünde planlanan etkinlikler, çalışanların kendi kendilerine yarattıkları kadar güçlü olamaz. Yönetimin görevi, çalışanlarının içindeki enerjiyi ortaya çıkaracak platformu kurmak ve desteklemektir. Oyun bir araç olarak kalmamalı. Bu kültürü yaşayacak ve yaşatacak olanlar da çalışanlar, yani hepimiz olmalıyız.
Ann Arbor Michigan’da, Zingerman’s adında bir şarküteri/kafe zinciri var. Kurucuları Paul Saginaw ve Ari Weinzweig, espri anlayışları, zeki ve farklı yaklaşımlarıyla Zingerman’s’ı ABD’nin çalışılacak en iyi küçük şirketleri arasına soktular. Şirketin vizyon, misyon ve değerlerini içeren, çalışma kurallarını anlatan oryantasyon kitabı yaklaşımlarını güzelce özetliyor. Dili basit, eğlenceli, resimli, kurucuların kes-çıkar parmak kuklalarıyla süslenmiş enteresan bir kitapçık. Okunması garanti.
Oyun oynamak bir tutumdur. Bu ortamı sağlamak için paraya, süslü ofislere, langırt makineleri ve kaydıraklara, çalışanlarınıza hediye edilecek oyuncaklara, şık yemeklere ihtiyacınız yok. Bakış açınızı 47
Tom Sawyer’daki “çit boyama” hikayesiyle yetki devri öğretilebilir. Attila ve Gandhi ile yönetici yetkinlikleri tanımlanıp Yaşamın Örgüsü adlı biyoloji kitabından yararlanarak ideal organizasyon yapısı ve ilişkileri çıkartılabilir. Hititlerin bürokrasisinden ders almak, Matrix filminden koçluk yapmayı öğrenmek mümkün. Unutmayın ki oynamak bir tutum ve oyunla, keyifle iş yapmak ve yaptırmak için özel bir bütçeye ihtiyacınız yok.
Yapabileceklerinizin sınırı yok. Amacınız birlikte çalıştığınız kişilere bazı fikirleri benimsetip davranış değişikliği yaratmaksa farklı eğitimler tasarlayıp uygulayabilirsiniz. Örneğin mesajlarınızı yaka iğneleriyle yayabilir, oryantasyon programlarında şirket bilgilerini yeni çalışanlara “Hazine Avı” oyunuyla verebilirsiniz. Hem tanışıp kaynaşırlar hem de eğlenerek öğrenirler. Serbest kıyafetle gelinen bir günde herkesin aynı mesajı taşıyan tişörtler giymesini sağlayabilirsiniz. Küçüklerin büyüklere yol gösterdiği, “tersine mentorluk” sistemi kurabilirsiniz. 50 yaş üstü çalışanlarınıza İnternet’i, yeni programları kim daha iyi öğretebilir? Akıllarda yer etmesini istediğiniz kavramları tanımlarıyla birlikte bulmaca kitabı şekline getirebilirsiniz. Hemen her uygulama için farklı planlama yapabilirsiniz. Şirket yemeğine gidiyorsanız yemek yenecek mekanı bir tür oyunla buldurabilirsiniz ya da son dakikaya kadar nereye gidileceğini saklı tutabilirsiniz. Sadece mekanı kullanıp dışarıdan yemek ısmarlıyorsanız bu yemeği özel bir müzede hatta plajda düzenleyebilirsiniz.
“İşinizi bilgisayar oyunu gibi tasarlayın” Psk. Mihaly Csikszentmihalyi
Kendinizi kaptırarak oynadığınız bir bilgisayar oyununu düşünün. Özellikleri nelerdir? • Hedefi bellidir. Neye ulaşmak istediğinizi bilirsiniz. • Zorlayıcıdır. Hiçbir zaman çok kolay değildir. Sıkılmazsınız. • Ödüllüdür. Arada “bonus”lar verir. Hedefe giden yolda ara motivasyonlarınız vardır. • Affedicidir. Yanarsanız bir daha başlarsınız. • Rekabet vardır. Ya düşmanla ya da diğer oyuncuyla yarışırsınız. Kimse yoksa bilgisayarın kendisiyle. • Odaklanırsınız. Aynı anda başka bir şeyle uğraşamazsınız. • Eğlencelidir. Esprilidir. • Sürprizlidir. Kapıların ardından ne geleceğini bilmezsiniz.
İş yaşamını yöneten kurallar, etkileyen davranışlar, sorunlar ve ilişkiler yaşamın her alanında benzer. Sanat, edebiyat ve günlük hayat işe rehber oluyor. Oyun oynatmak gibi film ve oyun izlemek, edebi kitaplar okumak da yepyeni ve keyifli araçlar olabilir. Organizasyonlara, insan ilişkilerine veya yönetime ilişkin eğitim programı arıyorsanız sınıf içi eğitimler gibi klasik ya da açık hava eğitimleri gibi biraz kabuk değiştirmiş ama hâlâ klasik olan yöntemlerden birini seçmek yerine masallara, romanlara, fizik, biyoloji ve tarih ders kitaplarına bakın. Filmleri, oyunları alıcı gözle seyredin. Alice Harikalar Diyarında ile belirsizlik yönetimi,
İşte oyunlaştırmayla kendi işimizi de, bize bağlı çalışanların işlerini de bu şekilde tasarlayabilir ve akış (flow) modunda keyifle çalışabiliriz.
48
DÜŞÜNCE
Siyaset ve edebiyatın
büyüklü küçüklü oyunları Kafayı komplolar, casuslar ve tabii ki Büyük Oyun’la bozmuş bir toplum olmamıza rağmen casusiye neden Türkiye’de serpilmez? Cevabın bir kısmı bu sorunun içinde mevcut olabilir. Her yere sirayet etmiş komplocu anlatılar casusiyenin verdiğine benzer bir zevki insanlara veriyor olmalı ki casusiyeye pek yer kalmıyor.
O
yun kavramı, başka pek çok kavram gibi, kendi içinde çelişkiler barındırır. Neredeyse hiçbir zaman kesin kurallara sığdırılamayan hayatın kendisinden kaçış için başvurduğumuz bir yol da olabilir, hayatı öğrenmek için bize benzersiz imkanlar sunan bir yöntem de.
Bu sonuncusuna iki meşhur örnek verebiliriz. Birincisi, Sigmund Freud’un makalelerinde bahsettiği, annenin (veya asli bakıcı kimse) yokluğuna alışmaya çalışan çocuğun oynadığı ‘fort-da’ oyunu. Freud’un gözlemine göre, oyuncağını bir yok edip bir var eden çocuk, bu oyun üzerinden kendi
YA Z I: D R . D O R U K TATA R ‘10
50
dışındaki kişi ve şeylerin her zaman mevcut olamayacağı fikrine kendini alıştırır.
öğrenilen bir şeydir; siyaset ve savaş da oyunla şekillenen insanlık medeniyetinin bir parçasıdır.
İkinci örnek ise performans anlamındaki oyundur, Plutarch’ın Gorgias’tan alıntıladığı bir cümleyle anlatacak olursak: “Kandıran kandırmayandan daha dürüst, kandırılan kandırılmayandan daha bilgedir.” Buna göre trajedinin verdiği dersi almama, “oyuna gelmeme” inadı ya da gururu (hubris), izleyiciyi hayatın kaosu karşısında şuursuz ve savunmasız kılar. Sinema ve edebiyat başta olmak üzere bütün sanat dalları muhataplarına asgari bir ‘oyuna gelme’ veya ‘kandırılma’ ön şartı koşar.
Siyasetin edebiyatla belki de en net kesiştiği edebiyat türü olarak adlandırabileceğimiz casusiye (spy fiction), ciddiyet ile ciddiyetsizlik arasında salınan oyun kavramına dair bize ilginç şeyler söyler. Emperyalizmin 20. yüzyıl İngiliz edebiyatındaki temsilcilerinden olan Rudyard Kipling’in Kim isimli romanında kullandığı ve bu roman üzerinden popüler kültüre giren “Büyük Oyun” terimi, yapacağımız çok kısa casusiye incelememizde bize faydalı bir izlek sunacak.
Oyun kavramının başka bir çelişkisi ise şudur: Gerçek sonuçları olmayan, kimi zaman “bu sadece bir oyun” cümlesinde vücut bulan bir tür ciddiyetsizliği ima etse de bizi içine çeken ve oyunun dışında başka hiçbir şeye dikkat etmediğimiz bir ciddiyeti de bize hediye etmesidir.
19. yüzyılın son çeyreğinde geçen roman, Britanya kontrolü altındaki Hindistan’da yerel nüfusun içinde asimile olmuş İrlandalı bir yetim olan Kim’in büyüme hikayesi üzerinden, Hindistan’a iyice yerleşmiş Britanya İmparatorluğu ile Doğu’ya doğru genişleyerek Afganistan ve Orta Asya’ya dayanan Rusya arasındaki mücadeleyi takip eder.
Nazilerin resmi hukukçusu olarak da bilinen Carl Schmitt’in Türkçeye çoğunlukla ‘olağanüstü hâl’ olarak çevrilen fakat Almanca orijinaliyle “Ernstfall” (yani ciddi veya kritik durum) teriminden yola çıkalım. Schmitt’e göre siyaset, devletin yaptığı dost-düşman ayrımıdır ki bu da devletin bekasının temelidir. Beraberinde savaşı ve dolayısıyla savaşacağı devletin de yok olma ihtimalini gündeme getiren düşmanın tespit edilip edilmemesi, hayli ciddi bir meseledir. O kadar ciddidir ki, şaka ve oyun kaldırmaz.
Britanya ile Rusya arasında bu dönem ve coğrafyada cereyan eden espiyonaj mücadelesinin adı tarihsel olarak Büyük Oyun olmakla beraber, Kim’in içinde bulunduğu tehlikeli ve kaypak dünyayı anlamlandırarak ve onun içinde hayatta kalabilecek şekilde yetişkinliğe yol almasına yardımcı olan da yine bu Büyük Oyun’dur. Tıpkı Freud anekdotundaki çocuğun annesinin yokluğuyla başa çıkabilmek için kendince bir oyuna başvurması gibi.
Oyun ve kültür arasındaki ilişkiyi irdeleyen Homo Ludens kitabının yazarı Hollandalı tarihçi Johan Huizinga ise Schmitt’in oyunu dışlayan ciddiyet tanımına karşı çıkar. Huizinga’ya göre ciddiyet sadece oyunun temel bir bileşeni değil aynı zamanda oyunla
İngilizlerin, Afganistan ve Orta Asya’da Rusya ile giriştikleri (ölümüne olabilecek) mücadeleyi ‘oyun’ terimi ile tanımlamaları 51
bir çeşit tuzu kuruluk göstergesi olarak görülebilir. Fakat Birinci Dünya Savaşı’nda tehlikenin (Almanya), İngiliz anakarasının dibine gelmesiyle beraber o dönemde yazılan casusiyelerde (bkz. John Buchan’ın 39 Basamak, Greenmantle ve Mr. Standfast isimli kitapları) ‘milli beka’ vurgusunun ve bununla beraber gelen ciddiyetin artmasıyla beraber oyun tabiri de varlığını (Kipling’in eserindeki kadar vurgulu olmasa da) sürdürür. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise Ian Fleming’in yetişkin oğlanı James Bond, oyun vurgusunu bütün azametiyle casusiye ve istihbarat fantezilerimize geri getirir.
Bu yazıyı uzun zamandır kafamı kurcalayan bir soruya değinerek bitirmek istiyorum: Kafayı komplolar, casuslar ve tabii ki Büyük Oyun’la bozmuş bir toplum olmamıza rağmen casusiye neden Türkiye’de serpilmez? Cevabın bir kısmı bu sorunun içinde mevcut olabilir. Günlük hayattan yüksek siyasete kadar her yere sirayet etmiş komplocu anlatılar, casusiyenin verdiğine benzer bir zevki insanlara halihazırda verirler. Bir ölçüde hayatın gerçekliğinden kaçış imkanını sunan edebiyatta casusiyeye de çok yer kalmaz. Buna casusiyenin kurucu kavramlarından olan Büyük Oyun’un son yıllarda Türkiye’de kazandığı anlamı ve daha genel olarak oyun kelimesinin Türkçedeki negatif bir çağrışımını da ekleyebiliriz. En basit haliyle ‘numara’, ‘üçkağıt’, ‘hile’, daha komplike versiyonlarında ‘entrika’, ‘komplo’, ‘kumpas’ gibi anlamlar kazanan oyun kelimesi Büyük Oyun’a dönüşünce başkalarının ‘bizim’ üzerimizde oynadığı oyunu belirtir.
Buraya kadar bahsettiğimiz casusiyeler ölümüne oynanan ve bu yüzden (siyasal) ciddiyet ima eden bir Büyük Oyun’a dayanırken, türün de eğlencelik kısmını temsil ederler. Bir de casusiyelerin “ciddi edebiyat” olarak adlandırılan örnekleri var. Bu damarda Joseph Conrad, Graham Greene ve John Le Carré gibi İngiliz edebiyatının dev isimleri ile yazdıkları bazı romanlarla bu kategoriye (belki biraz zorlamayla) dahil edilebilecek olan Umberto Eco, Javier Marias, Haruki Murakami gibi dünya edebiyatının önde gelen yazarlarını saymak mümkün. İçinde sakladığı sırlar dolayısıyla dış dünyadan izole ve başkalarına yabancılaşmış bir birey olarak casus karakteri, bu yazarlara insanlık koşulunu işlemeleri için benzersiz bir fırsat sunarken casusiyenin önem atfedip ciddiyet talep ettiği konuları ise çoğu zaman ironik bir mesafeden ele alırlar.
Oyunun oyuncusu değil de nesnesi ya da hedefi olarak tahayyül edilince de hazdan ziyade aciliyet duygusuyla yoğrulmuş bir endişe ön plana çıkar. İşte tam bu noktada, edebi kurgunun içinde işleyen casusiye yerine dışarıdaki gerçekliği çözmeyi, yani Büyük Oyun’u bozmayı amaçlayan komplo teori kitaplarının popülerliğini de anlamak mümkün olur. Gorgias ve Plutarch’dan alıntılayarak “sanat tarafından aldatılmanın erdemi” olarak özetleyebileceğimiz prensibin yerine, edebiyatın oyunsallığına kanmayan ve bütün oyunları bozmayı kendine şiar edinmiş bir anlatı türünün hakimiyetini görürüz. Oyuna ve oyunsallığa böyle bir muamelenin yapıldığı yerde “ciddi” edebiyat da kolay yeşermez.
Diğer bir deyişle, ciddi edebiyatın temsilcisi casusiye yazarlar, siyasetin önem atfettiği meseleleri pek de ciddiye almazlar. Edebi ciddiyet siyasal ciddiyeti yerinden ederken, siyasetin Büyük Oyun’u da yerini edebiyatın oyunsallığına bırakır. 52
DENEME
Superbrothers: Sword & Sworcery EP
Havuç ve sopanın gölgesinde “Bilgisayar oyunları bir sanat dalı mıdır?” Gereğinden fazla sorulan bu sorunun vadesinin dolduğuna inanıyorum. YA Z I: B İ L G İ T U N C AY Ö Z G Ü N E N ‘15
54
Kimilerinin “Evet, bilgisayar oyunları bir sanat dalıdır” cevabını vereceği düşünüldüğünde, “Bilgisayar oyunları bir sanat dalı mıdır?” sorusu lüzumunu bütünüyle yitiriyor; oyunlar vasıtasıyla kendini ifade eden kişinin eseri sanatsal eleştiriye açık hale geliyor. Bir oyun bu şekilde ele alındığı vakit oyunun, âdet yerini bulsun diye sanatsal kaygı gütmeyen öncüllerinden devraldığı, eserin ifade etmeye çalıştığı şey ile alakasız kimi unsurlar kaçınılmaz olarak göze batmaya başlıyor. Bu bahsettiğim durumu tek bir örnek unsur üzerinden incelemenin hem video oyunları eleştirisine katkıda bulunacağını hem de oyunların tecrübe edilişi esnasında üzerine düşünülebilecek yeni bir başlık sağlayacağını düşünüyorum.
S
anatsal ifadenin bir veya birden çok vasıtasından faydalanan bilgisayar oyunları; görsellikleri, ses ve müzik tasarımları, hikayeleri gibi unsurlarına ayrılmadan, yekpare eserler olarak incelenebilir ve her bir eserin sanatsal değerine dair farklı yargılarda bulunulabilir.
‘Oyun’a atfedilen en klasik tanımlardan biri, onu eğitsel bir araç olarak ele alır. Bu tanımı doğrulamak basittir: Rüzgarda uçuşan bir yaprağın peşinden koşan kedi yavrusu avlanmayı, alışveriş merkezlerindeki oyuncakçılarda bulunabilen “İlk Yazar Kasam” tarzı oyuncaklarla oynayan çocuk ise alışveriş yapmayı öğrenir. Bir insan yavrusu 55
ilerleyen yaşı ve genişleyen sosyal çevresiyle birlikte daha karmaşık, çoğu zaman müsabakaya dayalı oyunlar oynamaya başlar. Burada eğitimin bir diğer aracı olan edimsel koşullanma devreye girer. Oyunun kazananları ve kaybedenleri olur, oyuncular ise havuç ve sopayla, yani ödül ve cezayla motive edilir. Bu motivasyonlar sayesinde oyun, yalnızca gündelik hayata uyarlanabilir bir kabiliyeti değil, aynı zamanda kendisinin nasıl oynanacağını da öğretir hale gelir. Sürükleyici bir hikayeyi oluşturan önemli unsurlardan biri, kahramanın karşı karşıya kaldığı, bazen üstesinden gelip bazense gelemediği engellerdir. Sürükleyiciliği korumak için her bir engelin kendisinden bir önceki engelden daha zor baş edilir olması gerekir. Bilgisayar oyunlarında ilerlemenin ön koşulu olarak oyuncunun karşısına çıkan engeller, tıpkı eğitsel oyunlarda olduğu gibi oyuncunun dışında kalan etmenlerdir. Nispeten uzun bir hikayeyi anlatan bilgisayar oyunları ise hem kahramanın kazandığı yeni yetenekler veya ekipmanlarla olumlu pekiştirmeyi oyuncu için bir
“Bir konuda gelişim gösterebilmek için insanın sahip olduğu sınırlı zamanını harcaması gerekir. Kendisini bir konuda geliştirmekte olan insanın harcadığı zaman, etkisini insanın fiziksel ve zihinsel olarak birkaç yönden güçlenirken diğer yönlerden zayıflaması halinde gösterir.“
motivasyon kaynağı olarak korur hem de engellerin güçlüğünü kazanılan yetilere oranla artırarak oyunun sıkıcı derecede kolaylaşmasının önüne geçer. Burada üstünde çalıştığı oyun ile kendisini ifade etmeye çalışan kişiye yöneltilebilecek bir soru ortaya çıkar: İnsan hayatı gerçekten bu şekilde, sürekli bir gelişim halinde mi tecrübe eder? Bu sorunun yanıtının olumsuz olduğuna, yaptıklarımızın belli alanlarda bizi geliştirmekle birlikte diğer pek çok alandaki potansiyelimizin ölümüne seyirci kalmamıza neden olduğuna inanıyorum. Bir yazının yazılışına baktığımızda dahi bu durumun bir örneğini görebiliriz. Herhangi bir metin, yazılmadan önce, metnin çıkış noktasını oluşturan fikrin sayısız farklı izah şeklini içinde barındıran bir potansiyel taşır. Yazılan her cümle, metnin izleyebileceği pek çok yolu tıkar, kağıda dökülmeden önce fikrin taşıdığı potansiyel izah şekillerinden yalnızca bir tanesi gerçek hale gelene dek kendi potansiyelini törpüler. Bir gün üzerine henüz zikredilmemiş bir 56
gerçeğin en duru ve anlaşılır haliyle yazılacağı ümidini taşıyan sayfa doldukça bu ümit yitirilir; olduğu, olabileceğinin mikroskopik bir kesiti haline gelir. Bu durum insan hayatında da görülebilir. Sayısız farklı bireyden herhangi biri olma ihtimalini taşıyan çocuk büyüdükçe önündeki kapıların tek tek kapandığını, yaşadığı süre boyunca içinde bulunduğunu varsaydığı salonun tek çıkışlı bir koridora dönüştüğünü gözlemler. Bir ihtimalin gerçekleşmesinin diğer olasılıkları yok etmesi bir kayıptan çok bir alışveriştir. Bir oyunun kahramanının sürekli gelişiminin aksine insan hayatında görülebilen sürekli zayıflama, insana bu takası dayatır. Bir konuda gelişim gösterebilmek için insanın sahip olduğu sınırlı zamanını harcaması gerekir. Kendisini bir konuda geliştirmekte olan insanın harcadığı zaman, etkisini insanın fiziksel ve zihinsel olarak birkaç yönden güçlenirken diğer yönlerden zayıflaması halinde gösterir. Örneklendirmek gerekirse, dünyanın en iyi marangozu olmaya çabalayan bir kişi amacına ulaşabilir ama bunun için harcadığı vakit süresince dünyanın en
Lisa: The Painful
iyi dublörü olabilmesini gerektirecek niteliklerini yitirir. Şu ana dek bilinçli olarak bu sürekli zayıflamayı bir şekilde taklit eden iki oyuna rastgeldim. Bunlardan ilki, 2011 yapımı “Superbrothers: Sword & Sworcery EP”, alt edilen her önemli düşmanın ardından kahramanının hayatta kalma yetisini biraz daha zayıflatıyor. Oyun, aşılması gittikçe güçleşen engelleri oyuncunun karşısına çıkarmayı sürdürüyor ancak engelleri güçleştiren etmenler harici değil içsel nitelikte. Oyuncu, aldığı yol karşılığında yitirdiklerinin acısını çekiyor. Bu sürekli zayıflamayı bir
adım daha ileri götüren ikinci oyun, 2015 yapımı “Lisa: The Painful”, distopik bir dünyada bir çocuğu korumaya çalışan bir bağımlının hikayesini anlatıyor. Lisa’yı kaybın işlenişi açısından daha ileri bir pozisyonda kılan şey ise kaybın bir nebze oyuncu kontrolüne devredilerek fedakarlık haline gelmesi. Oyuncu, oyun süresince ilişki kurduğu karakterleri feda etmek ile ana karakterin bedeninden parçalar kaybetmesi arasında tercihler yapmaya zorlanıyor. Oyuncu ne karar verirse versin, ana karakter yoluna başladığından daha zayıf bir şekilde devam ederken kaybın oyuncunun 57
iradesine devredilmiş olması, oyunun ‘oyun’ olma özelliğini pekiştiriyor. Sanal bir gelişimin getireceği başarı hissini kaybı işlemek uğruna gözden çıkaran iki oyun da alışıldık olumlu pekiştirme yöntemlerinin lüzumunu tartışmaya açıyor. Güçlenme hissinin yokluğunda, yalnızca oyunu tecrübe etmek amacıyla bir oyunun oynanabileceğini ispat eden bu iki oyunun izlediği yol, müstakbel oyun tasarımcıları için de aydınlatıcı olabilir. Alışıldık birtakım mekaniklerin elenmesi, bilgisayar oyunlarının bir sanat dalı olarak gelişimine katkıda bulunmaya yardım edebilir.
DÜŞÜNCE
Mış gibi yapmak Evcilik, doktorculuk, kukla konuşturma, çocukların en sevdiği oyunlardan birkaçı. Hayal gücüne dayalı bu oyunlar, eğlencenin ötesinde çocukların öğrenme ve gelişim sürecinde önemli bir rol oynuyor.
Ö
zellikle okul öncesi dönemde çocuklar zamanlarının çoğunu oynayarak geçirirler. Temel amacı keyifli zaman geçirmek olan oyunun başka işlevleri de olabilir mi? Bu soruya yanıt olarak birçok araştırmacı oyunun öğrenme için verimli bir alan yarattığını savunuyor.
en çok destekleyen oyun türlerinden biri de hayal gücüne dayalı oyunlar. Bu oyunlarda çocuklar gerçeklik dışında alternatif bir dünya yaratırlar; örneğin çok küçük yaşlardan itibaren bir nesne başka bir nesneymiş gibi yapabilirler (saç fırçası bir mikrofon olabilir) ya da başkalarıyla oynarken farklı kişilere farklı roller atayarak (“şimdi sen öğretmen ol ben öğrenci”) sosyo-dramatik bir oyun yaratabilirler. Bazı çocuklarsa hayallerinde arkadaşlar ve hatta dünyalar yaratabilirler. Hayali arkadaşlar, oyuncak bebeklere, pelüş hayvanlara ve nesnelere yansıtılmış karakterler olabileceği gibi (çocuğun inatçı ve ama sevimli olarak tarif ettiği kuzucuk isimli bir pelüş oyuncak) çocuğun hayalinde yarattığı ve çocuktan başka kimse tarafından görünmeyen bir kişi ya da karakter de olabilir (renkli saçlı ve zaman zaman çok konuşan üç yaşında görünmez bir arkadaş). Bazı çocuklarsa başka karakterlerin rollerine bürünüp onları taklit edebilirler (örümcek adam kostümü giyip ellerini örümcek adam gibi tutarak ağ atıyormuş gibi yapabilirler).
Örneğin, gelişim psikolojisi alanında çalışmalar yapan Alison Gopnik1 insan yavrularında çocukluk döneminin çok uzun olmasının ve çocukların bu süreçte sorumluluk almadan vakitlerini oynayarak geçirmelerinin evrimsel olarak avantajlı olduğunu belirtiyor. Öğrenmeye en açık olduğumuz çocukluk döneminde hayati sorumlulukların olmaması çocuklara oyun aracılığıyla farklı şeyler deneme ve hayal güçlerini diledikleri gibi kullanarak gerçeğe bağımlı kalmadan farklı olasılıkları ve nedensonuç ilişkilerini test etme olanağı sağlıyor. Gopnik, eğer insan yaşamında doğumdan ölüme kadar olan süre bir şirkete benzetilirse oyunla geçirilen çocukluk döneminin şirketin yeni fikirler üreten yaratıcı bir araştırma geliştirme (AR-GE) bölümü olduğunu, yetişkinliğin ise üretim bölümü olduğunu söylüyor; çocukken geliştirilen yaratıcı fikirler yetişkinliğin getirdiği beceriler sayesinde hayata geçiriliyor.
Hayali arkadaşlar kadar sık gözlenmese de hayali dünya (paracosm) yaratımı da özellikle 8-15 yaş aralığındaki çocuklarda gözlemlenen bir oyun türüdür. Hayali dünyalar çocukların hayallerinde yarattığı ve hakkında çok düşünülen kendine
Bu öğrenme sürecinde çocukların gelişimini
YA Z I: D R . Ö Ğ R . Ü Y E S I D E N İ Z TA H İ R O Ğ L U ‘0 5
58
özgü kuralları olan özel dünyalardır ve bu dünyaların kendilerine ait tarihi, para birimi, yöneticileri ve hatta dili bile olabilir (Tolkien’ın yarattığı Orta Dünya buna bir örnek olabilir).
rolünü üstlenen çocuk, oyunda anneymiş gibi düşünmeye ve davranmaya çalışır). Hayal gücüne dayalı oyunların ilişkili olduğu başka bir alan da akademik hayatta da önemi çokça vurgulanan dürtüleri kontrol edebilme becerisi. Örneğin, Süpermen pelerini takarak Süpermenmiş gibi yapmaları istenen çocuklar dürtülerini daha iyi kontrol etmeyi başararak istedikleri kurabiye ya da krakeri yiyebilmek için normalde beklediklerinden çok daha uzun süre bekleyebilirler.3
Hayali arkadaşlar ilk bakışta bazı aileleri çocuklarının gelişimi konusunda kaygılandırsa da hem Türkiye’de hem de uluslararası literatürdeki çalışmalar hayali arkadaşı olan çocukların hayali olanla gerçek olan arasındaki ayrımı çok net yapabildiklerini ve hayali arkadaşı olmayan çocuklara kıyasla sosyal ve bilişsel gelişim açısından geride olmadıklarını, hatta bazı alanlarda daha iyi bile olabileceklerini ortaya koyuyor.
Hayal gücüne dayalı oyunlar çocuklara farklı durumları hayal dünyalarında test etme ve bunlardan öğrenme imkanı sağlıyor. Oyunun asıl amacı eğlenmek olsa da oyun esnasında çocuklar sosyal, bilişsel ve fiziksel birçok alanda edinim sağlıyorlar. Bu direkt etkilerin yanı sıra oyun, eğlenceli yapısının da etkisiyle çocukların ilgi ve motivasyonunu artırarak öğrenmeye sağlam bir zemin hazırlıyor; çocuklara yeni bilgi ve beceriler öğretmek için bir araç olarak da kullanılabilir. Bu yüzden, çocuklukta oyun sürelerini kısaltmak yerine bu oyunları sadece okul öncesi dönemde değil sonrasında da çocukların hayatında tutabilmenin yollarını aramamız gerekiyor.
Hayal gücüne dayanan oyunların tümüne baktığımızda da bu tür oyunların özellikle bazı sosyal-bilişsel alanlarda çocukların performansına olumlu etkide bulunduğunu görüyoruz. Örneğin, hayal gücüne dayalı oyunları daha çok oynayan çocukların dil becerilerinin daha gelişmiş olduğu, bu çocukların hem kelime dağarcıklarının hem de hikaye anlatımlarının bu tür oyunu daha az oynayan çocuklara göre daha iyi olduğu bulundu. Aynı zamanda, daha fantastik öğeler içeren, çocukların hayal gücünü tetikleyen kitap ve aktivitelerin de çocukların kelime üretimine gerçekçi içeriklere kıyasla daha fazla katkı sağladığı görüldü.2
Kaynakça: Gopnik, A. (2009). The philosophical baby: What children’s minds tell us about truth, love and the meaning of life. New York: Farrar, Strauss and Giroux. 1
Bununla birlikte, bu tür oyunlar, özellikle de başkalarıyla (gerçek ya da hayali) oynanan oyunlar, çocukların perspektif alma yani başkalarının duygu ve düşüncelerini anlama becerileriyle de ilişkili; çocuklar bu tür sosyal ilişkiler içeren oyunlarda oyundaki rollerine bürünmek, diğer oyuncuların rollerini anlayıp ona göre hareket edebilmek için perspektif alma becerilerini kullanıyorlar (örneğin anne
Weisberg, D. S., Ilgaz, H., Hirsh-Pasek, K., Golinkoff, R., Nicolopoulou, A., & Dickinson, D. K. (2015). Shovels and swords: How realistic and fantastical themes affect children’s word learning. Cognitive Development, 35, 1-14. 2
Karniol, R., Galili, L., Shtilerman, D., Naim, R., Stern, K., Manjoch, H., & Silverman, R. (2011). Why superman can wait: Cognitive self-transformation in the delay of gratification paradigm. Journal of Clinical Child & Adolescent Psychology, 40, 307-317. 3
59
DÜŞÜNCE
Pieter Bruegel the Elder, “Children’s Games”
Bir muammanın izinde Oyunların yeni bir anlatı şekli olup olmadığı çeşitli disiplinlerin akademik, entelektüel çalışmalarının gündeminde yerini alıyor, almaya da devam edecek. Metinle, anlatıyla, edebi olanla oyunun ilişkisinin kadimliği hepimizin malumu. Yeni olan ise teknolojinin bu ilişkiye dahil oluşu. YA Z I: D R . Y O N C A G Ü N E Ş Y Ü C E L
60
“Oyun” kelimesinin anlamı ve kullanımı Türk Dil Kurumu’nun Türkçe sözlüğünde “[Y]etenek ve zeka geliştirici, belli kuralları olan, iyi vakit geçirmeye yarayan eğlence; Tiyatro veya sinemada sanatçının rolünü yorumlama biçimi; Müzik eşliğinde yapılan hareketlerin bütünü; Seslendirilmek veya sahnede oynanmak için hazırlanmış eser, temsil, piyes; Bedence ve kafaca yetenekleri geliştirmek amacıyla yapılan, çevikliğe dayanan her türlü yarışma” olarak sıralanıyor. Oyunlarda keyifli vakit geçirmeye dönük motivasyon, belirlenmiş kurallar üzerinden yeteneklerin sergilendiği bir dizi performansı içeriyor.
muğlaklığın izini oyun kavramıyla ilişkili literatürün açtığı yoldan sürebiliriz.
mevzu bahis olmayan bir şey ve aktiviteye dahil edilmiyor.
Oyun oynamak ve bu etkinliğin toplumsal işlevi üzerine yazılmış ilk eser olan Homo Ludens kitabında Huizinga, “oyuncu insan” kavramıyla oyunu, çeşitli kültür biçimlerinin doğuşunda başlıca etken olarak açıklıyor. Oyun oynamayı ciddiyet dışı bir özgürlük, maddi çıkar elde etmeme, gündelik hayatın dışında olma özellikleriyle tarif ediyor. Tiyatro oyunculuğu, profesyonel spor müsabakaları gibi oyunun profesyonelleştiği, sektörleştiği, birçok kâr odağıyla ilişkili olduğu endüstrileri kendi tanımından dışlıyor.
Oyun ciddi bir iştir
İngilizcede play, isim ve fiil anlamıyla kendine ait bir alanda çeşitli aktiviteleri içeren oyunları tanımlarken; game, kurallar dahilinde oynanan oyunlar olarak bu aktivitelerin arasında da yerini alabiliyor. Böylesine geniş bir tanım aralığında “oyun”un anlamına mutlak yaklaşımlar getirildiğini söylemek pek mümkün değil. “Oyun” ve “oyun unsuru” tanımlamalarının muğlaklığı kelimenin anlamını ve kullanımını çeşitlendiriyor. Bu
Fransız düşünür Roger Caillois, Man, Play and Games [İnsan, Oynamak ve Oyunlar] adlı kitabında Huizinga gibi, oyunları diğer aktivitelerden kazanç üretmemesiyle ayırıyor. Ancak Huizinga’nın teorisinde dışlanan kumarı, para kazanmaktan başka bir bağlam içinde tartışmaya çağırıyor. Caillois, teorisinde kumar oyununu servet üreten bir aktivite olarak yorumlamıyor. Ona göre para kumarda oyun esnasında ortada olmayan, 61
ABD’li oyun araştırmacı Brian Sutton-Smith The Ambiguity of Play [Oyunun Belirsizliği] kitabında modern düşüncede çalışma ve oyun arasında kurulan ikili, kartezyen ayrıma eleştiri getiriyor. Modern çağ, çalışma saatlerinin zorunluluğuna ve eğlenceli olmaması gerekliliğine işaret ediyor. Sutton-Smith bu yaklaşımın oyunları açıklamak konusunda yetersiz kaldığını anlatıyor. Bir çocuğu eğlemek ya da pedagojik olarak kullanılan bir oyun yöntemi, herhangi bir şekilde serbest zaman aktivitesi gibi eğlenceli, keyif verici olmayabilir. Öte yandan ağır iş yapan bir işçi ya da profesyonel spor müsabakalarına katılan bir sporcu yaptığı işi oyunlaştırabilir. Burada işini oyunlaştırarak çalışanın ciddiyetsiz, kötü iş çıkarmış olduğu ileri sürülemeyeceği gibi tersi de söylenemez. Metin And da Oyun ve Bügü çalışmasında oyun kavramının, karşıtı olan iş ve ciddiyet üzerine kurulmasına eleştiri getiriyor. And’a göre oyunun
“Metinle, anlatıyla, edebi olanla oyunun ilişkisinin kadimliği hepimizin malumu. Yeni olan ise teknolojinin bu ilişkiye dahil oluşu.“ anlamı hiçbir zaman ciddi olmamak değil, oyunda ciddilik bulmak da mümkün. Oyunların yeni bir anlatı şekli olup olmadığı çeşitli disiplinlerin akademik, entelektüel çalışmalarının gündeminde yerini alıyor, almaya da devam edecek. Metinle, anlatıyla, edebi olanla oyunun ilişkisinin kadimliği hepimizin malumu. Yeni olan ise teknolojinin bu ilişkiye dahil oluşu.
Yeni bir anlatı şekli Johan Huizinga şiirsel ifade biçimlerinin kökeninde oyun unsurunun olduğunu savunuyor, tüm edebi türler için yazarın esas amacının okuyucunun heyecanını, gerilimini kışkırtmak olduğunu söylüyor. Bu gerilimi ayakta tutan durumda anlatıdaki kahramanın binbir engeli, zorluğu aşarak amacını gerçekleştirmeye çalışmasını
bir müsabaka, yarışma, çatışmalı karşılaşma olarak yorumluyor. Janet Murray de benzer bir yaklaşımla türleri ne olursa olsun, tüm oyunların hikayeye benzediğini savunuyor. Ona göre oyunlar ve hikayeleri benzeştiren iki özellik var: Aynı amaca ulaşmaya çalışanlar arasındaki rekabet ve çeşitli biçimlerde düşünerek çıkış yolu arayanların bulma(ca) yeteneği, arayışı. Hikayedeki yazar ve okuyucu ikilisini, oyun tasarımcısı ve oyuncu ikilisiyle birlikte düşünmeye çalışan Murray’nin önermesini özgün kılan oyun türü ne bir piyes ne de bir tiyatro metni. Sayısal ortamı olan, belirli ve sınırlı kurallarıyla işlemsel olan bilgisayar oyunları. Oyuncunun, tuşlar üzerinden hareket ettiği bir alanda onu “katılımcı” özneliği ile harekete geçiriyor. Murray, sayısal ortam(lar)ın durağan ve hareketli görüntüleri, metinleri, sesleri, üç boyutlu alanları bir arada kullanabildiğini, çok daha fazla bilgi içerebildiğini belirtiyor. Espen Aarseth ise Cybertext: Perspectives on Ergodic Literature [SiberMetin: Ergodik Edebiyatına 62
Yaklaşımlar] adlı eseriyle edebiyat teorilerinin oyunlarla kurulan ilişkisine itiraz ediyor. Bu eleştiriye öncelikle kavramsal bir boyut getiriyor. “Siberdrama” kavramına karşılık olarak Aarseth’in ortaya koyduğu kavram “sibermetin”. “Siber-metin”, yeni bir edebi tür değil; teknolojik gelişmelerle birlikte metinselliğe yaklaşımda yeni bir bakış açısı iddiası taşıyor. Bu metin, edebiyatın geleneksel sözel yapılarının, unsurlarının sınırlarını aşan çok daha geniş bir ifade çeşitliliği sunuyor. Aarseth hikaye okuyucusunu, oyuncuya göre daha edilgen, ikincil bir konumda tanımlıyor. Oyuncunun sürekli kaybetme riski karşısında okuyucunun güvenli alanından yoksun olduğunu, bu yüzden de çok etkin ve katılımcı olarak hareket ettiğini belirtiyor. Tüm bu yaklaşımların bizi getirdiği bir yer var, o da oyunun etkinlik olarak deneyimlenmesinden anlatısallığına, metinle, teknolojiyle kurduğu ilişkiye dek değişen, çeşitlenen çehresi. Öyleyse bu ele avuca sığmazlığına, oyunun kendine özgü ironisi, alegorisi diyebiliriz.
E-POSTA TASARLAMAK ARTIK DAHA KOLAY Kitlenize şık e-postalar gönderip, kampanya veriminizi artırmak artık çok basit. SmartMessage sürükle bırak e-posta editörü ile dakikalar içinde tasarımınızı tamamlayın ve gönderimlerinizi gerçekleştirin. Tüm dünyada SmartMessage’ı tercih eden 2000’i aşkın kuruma siz de katılın.
Teknik bilgi gerektirmeyen kolay kullanım Hazır şablonlar ile dakikalar içinde gönderim Dizüstü bilgisayar, mobil ve tablete uyumlu görünüm Detaylı raporlama ile performans ölçümü
DÜŞÜNCE
Hak mı? Lüks mü? Gereklilik mi? İş oyuna gelince yetişkinler olarak üzerimize düşeni yapmalı, çocuklarımız adına gerektiğinde “beş dakika daha” diyebilmeliyiz. 1959’da kabul edilen Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirgesi’nin 7. maddesinde belirtilen çocuğun oyun oynama hakkı 1989’da, aynı bildirgenin 31. maddesinde şu şekilde ifade ediliyor: “Bu bildirgeye imza atan ülkeler, çocukların dinlenme, boş vakitlerini istedikleri gibi geçirme, oyun oynama, yaşlarına uygun kültürel ve sanatsal yaşantıya katılma haklarını tanır.” Fakat oyun oynama hakkı diğer haklara göre daha az fark edilen bir hak olarak kalıyor. Hayatta kalma, temiz suya erişim, barınma ve güvenlik, eğitim hakkı ve benzer haklar oyun oynama hakkına kıyasla en azından bazı ülkelerde daha öncelikli. Peki oyun oynamak bir hak mı, lüks mü, gereklilik mi?
ancak eğitime katkı sağladığı müddetçe var olabiliyor. Bazı kültürlerde yetişkinin oyuna dahil olması kabul edilen hatta istenen bir durumken, bazı kültürlerde yetişkinlerin oyuna dahil olması istenmedik hatta ayıplanan bir durum olabiliyor. Şehirlerde yaşayan, modern hayatın yorgunluğuyla parmağını bile oynatamayan ebeveynler, çocuklarıyla nasıl oyun oynayacaklar? Modern hayatın getirdiği şehirleşme, teknoloji ve medya kullanımı, tüketim kültürü, şiddet oranının artması gibi etmenler oyunun önünde engel oluşturuyor. Çocuk işçiliği, erken yaşta evlilik, kız çocukları için ev işleri yapma zorunluluğu gibi bazı zorluklar oyunun çocuk hayatından silinmesinin nedenlerinden birkaçı. Eğitimin yarışmacı özelliklerinin giderek ön plana çıkması, test ve sınav kültürünün eğitim sisteminin temel taşı olarak görülmesi, kaliteli eğitim alma hakkının bir hak olmaktan çıkıp ayrıcalık haline dönüşmesi de çocukların zamanlarını istedikleri gibi geçirme ve oyun oynama hakkını ellerinden alıyor.
Çocuğun esenliğine yönelik çalışmalarda, çocuğun yaşantı kalitesinin artmasında oyunun önemi üzerinde duruluyor. Fakat oyunun gelişimsel faydaları bilimsel araştırmalarla kanıtlanmasına rağmen çocukların yaşantılarında oyunun yeri giderek kısıtlanıyor. Özellikle yetişkinlerin oyunun değeriyle ilgili görüşleri farklılık gösteriyor. Bazı kültürlerde oyun, çocuğun boş vakitlerinde çocuğu oyalama maksadıyla kabul edilebilirken, bazı kültürlerde akademik becerilerle sınırlandırılmış bir eğitim anlayışına mahkum edilen oyun
Bazı marjinalize edilmiş grupların ise oyun oynama hakkı diğer gruplara göre daha da görünmez halde. Kız çocukları, engelli
YA Z I: D O Ç . D R . M İ N E G Ö L- G Ü V E N
64
gruplarına dahil çocuklar, düşük sosyoekonomik seviyeye sahip ailelerin çocukları, yoksul ve yoksunluk içinde yaşayan çocuklar, etnik gruplara dahil çocuklar, kurumsal bakım altındaki çocuklar, bölgesel eşitsizliğe maruz kalan, savaş ve politik çatışma ortamındaki, insan kaynaklı afet ve doğal afet zamanlarında yaşayan çocuklar oyun hakkını en az kullanabilen kesimi oluşturuyor. Uluslararası Oyun Birliği’nin (IPA) 2017 yılında altı ülkede gerçekleştirdiği “Access to Play in Crisis” [Kriz Zamanlarında Oyuna Erişim] projesinde yer aldığımda bu konuyu inceleme fırsatı buldum. İstanbul’un üç bölgesinde Roman çocukların oyuna erişim fırsatlarını gözlemlemeye çalıştım. Çocukların oyunu iki uçta yaşadığını gördüm. Bir yandan şiddet, uyuşturucu ve büyük bir ailenin korumacılığının olduğu mahallelerde sokak oyunlarının, öte yandan mahallelerinde kurulan ve kültürel yakınlığın çok da yakalanamadığı toplum merkezlerinde yapılandırılmış oyunların oynandığını gördüm. Çocuklar her ikisinden de farklı deneyimler kazanıyor, mutlu görünüyorlardı ve bu onlar için kesinlikle bir lüks gibi görünmüyordu.
açık alanları kullanmasındaki sıkıntılar, risk ve güvenliği dengeleyememe, doğaya erişimin olmaması, okul başarısı baskısı, yapılandırılmış programlar, programlanmış günler, artistik ve kültürel katılıma yapılan sınırlı yatırım, elektronik medya kullanımı, oyunun satın alınan bir meta olarak görülmesi (oyuncak ve reklamcılık sektörü) sıralandı. Peki çözüm ne? Toplum, kurumları ile tüm bu engelleri aşmak durumunda. Oyuna bakış açımızı sık sık ele almalı, sorumluluk ve yükümlülüklerimizi yerine getirmeliyiz. Çocukların ve gençlerin beklentilerini öğrenmeli, onlarla birlikte haklarını savunmalıyız. Kanun, mevzuat, yönetmelikler elden geçirilmeli, özellikle yerel yönetimlerden destek alınmalı. Bütçeler gözden geçirilmeli, oyun parkları, çocuk müzeleri, sanatsal etkinliklerin planlaması ve uygulamaları yetkin ve uzman kişilerce yapılmalı. Oyun üzerine yapılan araştırmalara destek olunmalı. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) okullarda oyun fırsatları yaratma sorumluluğunu yerine getirmeli. Güzel bir gelişmeyi duyurarak yazımı sonlandırayım: MEB’in “Teneffüsler artık 10 değil, 15 dakika olacak” kararı 10 Temmuz 2019 tarihli resmi gazetede yayımlandı. Beş dakika beş dakikadır. Sonuçta annemiz “Yeter artık eve gel” dediğinde beş dakika daha istemiyor muyduk?
Başta bahsettiğim Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirgesi’nin 31. maddesi IPA tarafından benim de dahil olduğum bir grupla ele alınarak çocuğun oyun hakkı raporlandı. Bu raporda çocukların dinlenme, boş vakit geçirme, oyun oynama, spor yapma, sanat, dans, müzik gibi kültürel etkinliklerde bulunma eylemlerini, seçim yaparak, özgürce ve tam katılımlı, eşit, ayırım yapmaksızın, erişilebilir, kültürel yaşantıya katkı sunarak gerçekleştirebilmelerinin önündeki engeller sunuldu. Bu engeller arasında oyunun öneminin yeterince farkında olunmaması, tehlikeli ve zararlı çevreler, çocukların halka
Kaynakça: Göl-Güven, M. (Eylül, 2017). Turkey study at a glance: Urban life for Roma children in Istanbul. Playright Magazine, 1(17), 28-29. United Nations Committee on the Rights of the Child (2013). General comment on Article 31 No. 17: The right of the child to rest, leisure, play, recreational activities, cultural life and the arts. https://www.refworld.org/ docid/51ef9bcc4.html.
65
DENEME
Üç farklı ego
oyun oynuyor Bazı oyunlar eğlencelidir, bazıları eğitici… Oyun kimi zaman ciddi bir şeydir, şakaya gelmez. Kimilerine göre oyun gereklidir, oyunsuz olmaz. Kimleri içinse oyunlar tehlikelidir.
YA Z I: C E M U Ç A N ‘96
66
E
ric Berne ismiyle (Eric Lennard Bernstein) ilk defa Oğuz Atay’ın günlüğünde karşılaştım. Sonrasında Tehlikeli Oyunlar hakkında yaptığım tez araştırması sırasında biraz daha detaylı inceleme şansım oldu. Berne, psikoterapi camiası içinde aykırı sayılabilecek görüşleri nedeniyle “tutunamayan” sonrasında bir terapi yöntemi olarak “transaksiyonel analiz” kuramını geliştiren ilginç bir psikiyatrist. 1964’te yayımladığı Games People Play kitabında (Türkçeye farklı isimlerle çevrilmiş, “İnsanların Oynadığı Oyunlar”, Koridor Yayınları; “Hayat Denen Oyun”, Kariyer Yayınları) insanlar arasındaki sosyal etkileşimi bazı ‘oyun’lar aracılığıyla sınıflandırıyor. Bu oyunlar üzerinden yaptığı transaksiyonel analizler sayesinde de sosyal etkileşimleri anlamlandırmaya çalışıyor. Karışık durabilir ama özetlemeye çalışayım. Berne’e göre insanlar bebeklikten itibaren sürekli bir uyaran açlığı içinde. Bunun en yaygın örneği fiziksel ve duygusal yakınlığa duyulan sürekli ihtiyaç. Gelişim süresince, bebeklik
dönemindeki fiziksel ve duygusal yakınlığın yanı sıra kabul görme ve takdir edilme açlığı da belirgin hale geliyor. Sosyal etkileşimler bu duygusal yakınlık arayışı ve kabul görme ihtiyacı tarafından şekillenmeye başlıyor. Yetişkinliğe geçildiğinde bu iki temel açlığın yanına zamanı şekillendirme eğilimi ekleniyor. Berne’e göre insanlığın temel derdi “uyanık kaldıkları zamanlar”ı “nasıl” geçireceği sorusuna cevap aramak. Oyunlar ‘uyaran açlığı’, ‘kabul görme arayışı’ ve ‘zamanı şekillendirme’ peşindeki insanlar için bu ihtiyaçlarını gidermenin en etkili ve tatmin edici yolu. Berne’ün oyun tanımı kısaca şöyle: İki ya da daha fazla birey arasında kelimeler, vücut dili, yüz ifadeleri aracılığıyla kurulan belirli bir örüntüyü takip eden etkileşimlere oyun deniyor. Her oyunun bireyler için bir çıktısı, bir sonucu muhakkak var. Çoğunlukla bireyler bir oyun içinde olduklarının farkında olmuyorlar. Amaçları, oyunun sonunda arzu ettikleri sonucu elde etmek oluyor. Berne, ‘oyun’ların bilinç dışının dinamik ve 67
tamamlayıcı bir parçası olduğunu söylüyor. Bu nedenle de çocukluktan itibaren başka bireylerle kurulan ilişkiler, oyunlarla şekilleniyor. Sonuç olarak çocukluk çağındaki ilişki kurma biçimleri yetişkin birey olarak hayatımızı etkiliyor ve etki-tepki ilişkisi bulanıklaştıkça yetişkin olarak bazı durumlarda neyi neden yaptığımızı bilinç seviyesinde anlamlandırmak zorlaşıyor. Berne, aşağıdaki örnekle oyunların nasıl çocukluktan itibaren kurulmaya başladığını açıklıyor: Yedi yaşındaki Tanjy karnı ağrıdığı için yemek masasından kalkmak istiyor. Anne babası bir süre yatarak dinlenmesini tavsiye ediyor. Bu sırada Tanjy’in üç yaşındaki kardeşi Mike aynı ayrıcalığı elde etmek amacıyla “Benim de karnım ağrıyor” diyor. Baba, kısa bir duraklamadan sonra “Bu oyunu oynamak istemiyorsun, değil mi?” diye soruyor ve Mike gülerek “Hayır” cevabını veriyor. Berne’e göre anne baba farklı bir tutum gösterseydi (Mike’a da hasta muamelesi yapsalardı) ve bu durum birçok defa tekrar etseydi, bu “oyun” Mike’ın karakterinin bir parçası haline gelebilirdi. Yani bir
“Sosyal ilişkilerde her insanda bulunan ego durumları, kişisel geçmişlerimiz ve zaman içinde geliştirdiğimiz ilişki ağlarımız sonucunda farklı biçimlerde devreye giriyor ve karşılaştığımız durumlar karşısında takındığımız tutumlarla davranışlarımızı etkiliyor.“
başkasına sunulan ayrıcalığı kıskandığında Mike bir rahatsızlığı öne sürerek aynı ayrıcalığı talep etme yoluna gidebilirdi. Babanın bu oyun girişimini bozması, Mike’ın da bunun bir oyun olduğunu kabul etmesi olası bir “hastalık hastalığı” meselesini ortadan kaldırmıştı. Berne’e göre bu vaka oyunların çocukluk döneminde bilinçli bir şekilde başladığının güzel bir örneği. (Berne’in oyunları ve transaksiyonel analiz, edebiyat tezimin konusu dışında kişisel nedenlerle de ilgimi çekiyor. İlki insanlar arasındaki farklı ilişki kurma biçimlerine duyduğum merak, diğeriyse üç buçuk yaşındaki çocuğumu daha iyi anlama çabası.) Gelişim süresince oynanan bazı oyunlar herkes için farklı ve çeşitli kemikleşmiş şekillere büründüğü için temel ihtiyaç ile elde edilen sonuç arasındaki ilişki her birey için gitgide belirsizleşmeye başlıyor. Transaksiyonel analiz bu sis perdesi altındaki ilişkileri oyunlar aracılığıyla çözümlemeyi amaçlıyor.
üç farklı ego durumu barındırdığını söylüyor: Ebeveyn, yetişkin ve çocuk. Sosyal ilişkilerde her insanda bulunan bu ego durumları, kişisel geçmişlerimiz ve zaman içinde geliştirdiğimiz ilişki ağlarımız sonucunda farklı biçimlerde devreye giriyor ve karşılaştığımız durumlar karşısında takındığımız tutumlarla davranışlarımızı etkiliyor. Bireyler arasındaki sosyal etkileşimler belirli bir durumda barındırdığımız farklı ego durumlarının karşı karşıya gelmesiyle oluşuyor. Bu basit örneği belki gündelik hayatımızda birçoğumuz yaşamışızdır. Örnekteki her iki kişi de birer yetişkin olmasına karşın ego durumları farklı bir davranışa yol açıyor: A: Saat kaç oldu? (YetişkinYetişkin: Soru bir yetişkin tarafından bir başka yetişkine soruluyor.) B: Hep böyle yapıyorsun, neden iki ayağımı bir pabuca sokuyorsun? (ÇocukEbeveyn: Cevap bir yetişkin cevabından çok, bir çocuğun ebeveyne verdiği cevabı andırıyor.)
Üç farklı ego durumu ve transaksiyonel analiz
Games People Play, insan ilişkilerine getirdiği bakış açısı nedeniyle de ilgi çekici. İş hayatımın önemli bölümü beyaz yakalı işlerde çalışarak geçti, geçiyor. Biz beyaz
Berne, insanların temelde 68
yakalılar “uyanık kaldığımız zamanlar”ın çoğunda bir ofis içinde yaşıyoruz. Bu nedenle de iş yerlerini hep ilginç bulmuşumdur: “Genellikle” normal koşullarda geçinmesi zor olan bir grup insanın 24 saatin neredeyse üçte birini birlikte geçirmek durumunda oldukları yerlerdir iş yerleri ve ofisler. (İdeal iş yeri, mükemmel iş arkadaşı, takım ruhu gibi sıfat ve tanımlara inananlar için “genellikle” kelimesini tırnak içinde yazdım.) Yıllar boyunca, tüm beyaz yakalılar gibi, iş yerindeki birçok çatışmalı duruma şahit oldum. Gerek müşterilerle gerek çalışanlarla olan ilişkilerimde kendimi bazen bir ebeveyn ya da çocuk tepkisi verirken buldum. Berne’ün oyunlarıyla tanıştıktan sonra da aslında kendi deneyimimin Games People Play’de çizilen çerçeveye ne kadar uyduğunu görmek beni çok şaşırttı. Örneğin aşağıdakine benzer bir diyalogu çok defa yaşadım: A: Raporu ne zamana yetiştirebileceksin? (Yetişkin-Yetişkin) B: Bir sürü işim var, sürekli beni sıkıştırıyorsun, er geç bitireceğim sonuçta. (ÇocukEbeveyn)
Burada bir yetişkin sorusuna karşı bir çocuğun ebeveyne verdiği tepki söz konusu ve durum farklı bir noktaya gidebilir. A’nın tavrı yetişkin ego durumunu yansıtırsa başka, ebeveyn durumunu yansıtırsa başka bir sonuç çıkabilir ve iş yerinde bu tür durumlar genelde sorunlara yol açar. Bir başka örnekte A, işte yaşadığı bir sorunu B’ye aktarır. B bir çözüm önerir. A’nın cevabı “Evet, ama…” diye devam eder. B bir çözüm daha önerir, A bu defa, “Aslında sorun şu…” diye karşılar. B tekrar bir çözüm önerir… Aslında A’nın bu oyundaki amacı bir çözüm bulmak değil, sunulan çözümleri reddetmektir. Oynadığı oyunun adı da “Evet, ama” oyunudur. B ne yaparsa yapsın, sonuçta A’nın bu oyundaki ödülü, her zaman reddedebileceği bir çözümün kendisine sunulmasıdır. B’nin yönelteceği yetişkin sorusu “Peki ama sen bu durumda ne yapmayı düşünüyorsun?” olursa, diyalog muhtemelen A’nın oyunu bitirmesiyle sonuçlanacaktır. Games People Play, Eric Berne’ün ifadesiyle psikoterapi alanındaki profesyoneller için 69
yazılmış olmasına karşın yayımlandığı dönemde bir kişisel gelişim kitabı olarak da değerlendirilmiş ve çok satanlar arasına girmiş. Bunun nedeni sanırım bazen hepimizin kendimizi sürekli tekrar eden durumlar (oyunlar) içinde bulmamız. Bazen de oyunları başlatan konumda yer almamız. Kendi yaşam deneyimimde oyunlar ve üç farklı ego durumunu içeren çözümlemeler, hem sosyal etkileşimde bulunduğum bireyleri hem de bu durumlar içinde kendi tutumumu sorgulayabileceğim bir bakış açısı sunuyor. (Ayrıca oğlumla olan ilişkimi de taze bir bakışla değerlendirmemi sağlıyor.) Oyunlar ve transaksiyonel analiz eğitim, deneyim ve birikim gerektiren bir uzmanlık alanı. Daha detaylı bilgi edinmek isteyenler için Games People Play iyi bir başlangıç olabilir. Kısıtlı (ve yüzeysel) bilgimle paylaştığım bu kısa yazıdaki amacım tek bir kuramla hayatın anlamını ya da her şeyin cevabını sunmak değil elbette. Sosyal etkileşimler konusunda farklı bir bakış açısına ilgi duyanlar için küçük de olsa bir merak uyandırabilmek.
DÜŞÜNCE
Bağımsız geliştiricinin oyun rehberi Mobil cihaz kullanımının artmasıyla dijital oyunlar cebimize kadar girdi. Her geçen gün sayısı ve popülerliği artan mobil oyunların tasarım ve geliştirme süreçleri nasıl işliyor? 1950’lerden bu yana çok farklı şekillerde hayatımıza giren video oyunlar dijital oyuncu kavramını da beraberinde getirdi. İlk dönemlerde yazılımcıları ve mühendisleri içeren bu oyuncu dünyası, ev konsolları ve kişisel bilgisayarlarla daha geniş bir kitleyi kapsamaya başladı. Günümüzde ise mobil cihazlarla hemen hemen herkes oyuncuya dönüşmüş durumda. Oyun tüketiminde ve tüketicisindeki bu artış oyun arzında da artışa sebep oldu.
hakkında epeyce sohbet ettik ve birlikte bir oyun projesine başlama kararı aldık. Maksadımız tarihimizi ve kültürümüzü konu alan, hem bizim hem de oyuncuların bilgi dağarcığını geliştirecek bir oyun üretmekti. Oyun fikrimizin temelleri Tuğrul’un önceden yapımını tamamladığı “kılıçlı” (swordy) isimli oyun üzerine kuruldu. Tuğrul menü tasarımlarını, oyun mekaniklerini baştan sona belirlemişti. Birlikte çalışacağımız ilk proje olan “Osmanlı Devri” (Age of Ottoman) için bana oyunun görsel ve ses içeriklerini geliştirmek kalmıştı. Osmanlı Devri iki boyutlu görsellerle ve MIT tarafından açık kaynak kodlu olarak geliştirilen Cocos oyun motoruyla hazırlandı.
App Store ve Google Play uygulama mağazalarıyla bağımsız geliştiricilerin önü açıldı. Böylece biz de mobil oyun ekosistemine dahil olduk. Bizim, iki bağımsız geliştirici (M. Tuğrul Özşahin ‘14 ve M. Selman Özkeçeci ‘13) olarak mobil oyun tasarımı ve geliştirme maceramızdan bahsetmemiz alana ilgi duyan biri için faydalı olur sanırım.
Oyun için önce iki boyutlu çizimler hazırladım, ardından daha hızlı ve kaliteli içerikler üretebilmek için üç boyutlu çalışmalara başladım. Hazırlanan her içerikte çok fazla tecrübe edindik. Menü ve ara yüz tasarımları daha kullanışlı bir hâl aldı, seslendirmeleri tamamen kendimiz yaptık ve böylece kendi nidalarımızı duyduğumuz
Mustafa Tuğrul Özşahin ile 2012’de Boğaziçi Üniversitesi Türk Müziği Kulübü’nde tanıştık. Kulüp çalışmaları ve konser provaları esnasında oyunlar ve yapabileceklerimiz
YA Z I: S E L M A N Ö Z K E Ç E C İ ‘13
70
bir oyun ortaya çıktı. Başlangıçta sadece sanatsal kaygıyla tasarımlar hazırlarken, oyun yapım sürecinde görsellerin nasıl teknik bir şekilde hazırlanması gerektiğini öğrendim. Sadece çizmenin yeterli olmadığını, bu çizimlerin yazılım dünyasında anlam ifade etmesi gerektiğini fark ettim. Oyunlardaki müzikleri de kendimiz besteleyip kaydettik ve bu müzikler de teknik bir alt yapı dahilinde oyuna dahil edildi. Sonra senaryo ve kurgu kısmı devreye girdi. Boyluktan devlete uzanan bir süreci oyunlaştırmaya çalıştık. Oyunun içindeki 150 bölüm yaklaşık iki yılda tamamlandı. Bu arada Apple tarafından 2016’nın en iyi oyunları listesine alındık ve App Store mağazasında öne çıkarıldık.
oyun butonları ve ikon tasarımlarını bu programlarda yapabilirsiniz. Bu tasarımlar için bir grafik tabletin çok yardımcı olacağını eklemekte fayda var. Yine popüler oyun motorlarından olan Unity 3D programına ücretsiz olarak ulaşmak, sayısız eğitici video yardımıyla kendi oyununuzu tasarlamak mümkün. İlk oyununuza sonsuz bir açık dünya rol yapma oyunuyla başlamamanızı tavsiye ediyoruz. Daha basit ve sade oyunlarla kısa sürede oyun tasarımı tecrübesi edinmeniz nispeten daha kolay ve acısız olacaktır. Oyun içerikleri hazırlamanın PC ve konsol oyunlarına göre daha kolay olması, oyun sürümlerinin daha kolay yayınlanabilmesi ve yayılabilmesi, yayın sonrasında oyun üzerinde devamlı geliştirmeler yapılabilmesi gibi sebeplerle bağımsız geliştiriciler için en önde gelen mecra mobil uygulama mağazaları. Oyun içeriğinde yapılan tasarruflar sayesinde özellikle Android tabanlı akıllı cihazlarda daha akıcı bir oyun deneyimi sağlanabiliyor. Her ne kadar pek çok mobil oyun basit grafikler ve eğlenceli oyun mekanikleri üzerine kurulu olsa da PUBG mobil gibi küresel şöhrete ulaşmış mobil oyunlar giderek artıyor. Artık mobil cihazlar da performans gereksinimi açısından PC oyunlarına giderek yaklaşıyor. Büyük oyun stüdyolarının mobil platformlara fikri mülkiyet üretmesi boşuna değil.
Osmanlı Devri oyununda kazandığımız tecrübelerle tarz ve teknik olarak bambaşka bir oyun olan Zaptiye Osmanlı’ya başladık. Osmanlı Devleti’nin son zamanlarını konu alan bu oyunu geliştirme çalışmalarımız sürüyor. Bağımsız geliştiriciler için günümüzde pek çok oyun tasarımı aracı mevcut. Gelişen bilgisayar teknolojileriyle ortalama bir dizüstü bilgisayar dahi oyunlar için içerik oluşturabilir veya kodlama yapabilir hale geldi. Açık kaynak kodlu ve ücretsiz yazılımlarla oyun üretim araçları artık hiç olmadığı kadar ulaşılabilir. Bizim de oyun yapımında kullandığımız Blender 3D yazılımıyla tamamen ücretsiz olarak endüstri standardında üç boyutlu modeller, dijital heykeller, animasyonlar, karakter eklemlendirmeleri, görsel efektler, mimari elementler hazırlanabiliyor. İki boyutlu oyunlar için görseller hazırlamak isterseniz, pahalı abonelikler ve satın almalar yerine GIMP, Krita, Medibang Paint Pro gibi ücretsiz programlar kullanabilir, menü ara yüzlerini,
Mobil dünya artık çok daha rekabetçi bir ortam halini alıyor. Açık kaynak kodlu yazılımların yardımından fazlasına ihtiyaç duyulan günler yaklaşıyor. Çok yakın bir gelecekte bağımsız geliştiriciler birleşmek ve endüstri devleriyle yarışmak zorunda kalacak. Temennimiz ülkemizde de geliştiricilerin sayısının artması. 71
DÜŞÜNCE
Mel Chin’in “Unmoored” adlı eserinin nasıl göründüğüne dair bir kare
Zahiri hakikatler Son dönemde pek çok sanal gerçeklik deneyimi izleyiciyle buluşuyor fakat deneyimin kendisinden öte önemli olan, iklim değişikliği gibi ileride neye sebep olacağını kestiremediğimiz konuları görselleştirerek algılatmada sanal gerçekliğin bize nasıl yardımcı olduğu.
YA Z I: D E N İ Z T O R T U M ‘ R C 0 8
72
K
avramsal sanatçı Mel Chin’in “Unmoored” isimli deneyiminde, artırılmış gerçeklik (AR) gözlüğünü takan seyirci, New York Times Square’de kafasını yukarı çevirdiği takdirde havada tekneler görüyor. Bunlar, geleceğin yükselmiş denizlerinde yüzen tekneler. AR teknolojisi sayesinde gerçek dünya üzerine üç boyutlu bir şekilde yerleştirilmişler. Baraj baraj elektriğin aktığı ekranlardan saçılan reklamların yanında sakin sakin süzülüyorlar. Bu deneyim, iklim değişikliği sebebiyle yükselecek deniz seviyeleriyle oluşacak dünyayı, şu an yaşadığımız dünya üzerine bir katman olarak seriyor ve böyle bir geleceğin bugün milyonların yaşadığı yerleri nasıl etkileyeceğini gösteriyor. Buna benzer başka bir sanal gerçeklik deneyimi ise sivil toplum kuruluşu Climate Access’in hazırladığı “Look Ahead” adlı çalışma. Sanal gerçeklik gözlüğünü takıp bu işi izleyen seyirci, San Francisco’nun sel baskınları ve yükselen denizler sonrasında nasıl bir halde olacağını görebiliyor. Mimari modelleme kullanılarak yapılan bu iş, seyirciyi önce günümüzün San Francisco’suna götürüyor,
sonra ivedi bir crossfade ile suların yükseldiği farklı bir zamana ışınlıyor. “Unmoored” ve “Look Ahead” gibi pek çok başka iş var. Bunlar tabii ki önemli çabalar fakat kör noktaları birbirine çok benziyor. “Unmoored”da havadaki hayali denizde yüzen tekneler, büyük karmaşalardan geçmiş geleceğin dünyasında yüzüyorlar aslında. Fakat bu tekneler, sanki bugün yüzüyormuş gibi: Yelkenlilerin yelkenleri tek parça halinde duruyor, teknelerin hiçbiri ne devrilmiş ne bir zarar görmüş. Benzer bir şekilde, “Look Ahead”de sular yükselmiş olsa da tüm binalar aynı şekilde, camları bile kırılmamış, duvarları bile çatlamamış bir şekilde duruyor. Bu iki iş de iklim değişikliğiyle ilgili tek bir fikri, yükselen deniz seviyelerini bize gösteriyor fakat karmaşık etki yapısını, sular yükselirken başka neler olacağını (sıcak hava dalgalarını, gıda sıkıntılarını, altyapı çöküşlerini, medeniyetin işlevselliğini yitirişini) fazla düşünmüyor. Ortak kör noktaları, böyle bir geleceğe varana kadar ne badirelerden geçeceğimiz. 73
İklim değişikliğiyle ilgili en büyük iletişim sorunu da bu; geleceğin karmaşıklığını hayal edebilmek. İklim değişikliği hem algıladığımız ve önemsediğimiz zaman ve mekansallığın dışında gerçekleşen hem de nasıl davranacağını, nasıl etkileri olacağını bilemediğimiz bir olgu. Böyle bir sorunu görselleştirmek ya da algılanabilir bir şeye dönüştürebilmek çok zor. Peki sanal gerçeklik teknolojileri bize bu konuda nasıl yardımcı olabilir? Sanal gerçeklik, artırılmış gerçeklik, karma gerçeklik teknolojileri bir bütünün parçası. Bilgisayar oyunlarının da faydalandığı fizik motoru ve simülasyon teknolojilerini kullanarak farklı gerçeklikleri iç içe geçirme ya da üst üste bindirme yöntemleri. Tüm bunlara ‘zahiri hakikat’ diyelim. Farklı bir isim verelim ve yeni gözlerle bakabilelim. Zahiri hakikat simülasyon teknolojilerine dayanıyor; mesela fizik motorlarına, gerçekliğin (ve iklim değişikliğinin) modellendiği bilgisayar sistemlerine. Bu sistemlerde bilindik nedensellikleri bozarak yeni
nedensellikler yaratılabiliyor. Eylemle etki arasındaki ilişki değiştirilebiliyor. Fizik kuralları esnetilebiliyor. Yeni dünyalar ve yeni illetler, yeni anlamları da yanında getiriyor. Zahiri hakikat ile nedensellikleri, zamansallığı, ölçeği bozup değiştirebiliriz. Bir anda atmosfer olup güneş ışınlarını hapsedebilir, bulut olup yağmurlar yağdırabilir, hastalık olup yayılabilir, toprak olup kuruyabilir, bir anda okyanus olup yükselebilir, sonra tekrar beşer olup ızdırabını çekebiliriz. Farklı oluşlar hayal eden (ağaç olmayı, masa olmayı, böcek olmayı, vs.) işler zahiri hakikatin önemli bir kolunu oluşturuyor. Mesela Londra merkezli Marshmallow Laser Feast tarafından 2017’de geliştirilen sanal gerçeklik deneyimi “In the Eyes of the Animal”, farklı hayvanların gözünden izleyiciyi bir ormanın içinde gezmeye davet ediyor. Ya da Milica Zec ve Winslow Porter’ın ortak yapımı, ilk gösterimi 2017’de Sundance Film Festivali’nde yapılan bol ödüllü sanal gerçeklik filmi “Tree”, yakılan bir ormanda bir ağaç olarak doğup büyüyüp ölmeyi izleyiciye yaşatmayı
amaçlıyor. Anna Maria Aslanoğlu ve Fırat Sezgin’in yapımcılığını üstlendiği, benimse yönetmenliğini yaptığım ve dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yapan “Selyatağı” sanal gerçeklik filminde de, ormanın farklı alanlarını üst üste bindirerek, farklı bir mekan kaplayış hissi yaratmaya, bir orman gibi dünyaya kök salmak nasıl olur diye sormaya çalıştık. Farklı oluşlara dair denemeler zahiri hakikatin anlayamadığımız, çözemediğimiz sorunlara yeni yaklaşım yöntemleri sunabilen önemli olanaklarından biri. Sinema ilk ortaya çıktığında en meşhur sinematik imajlardan biri trendi. Tren gibi sinema da harekete dayanıyor, sanayileşme çağının hem bir sonucu hem de mecrası. Zahiri hakikatte en çok kullanılan imajlar ise doğa, ağaç, orman. Belki de iklim değişikliği çağının, yani ya derin bir değişime ya da çöküşe gidecek bu hiperteknolojik dönemin mecrası bu. Daha ilk röportajlarından birinde, sektörün önde gelen figürlerinden Palmer Luckey, “Biz bu teknolojiyle 74
“Floodplain”
“Look Ahead”
yoksullara zenginlik verebiliriz, ne de olsa gerçek dünyada bunu ‘yapmamız mümkün değil’” diyordu (“yapacak değiliz” diye okunuyordu). Yeni bir dünya yaratamazsak göreceğimiz şey eşi görülmemiş bir tahakküm. Madem böyle gelmiş böyle gidemiyor, bu zahiri hakikatler tahakkümün başat teknolojisi olmaktansa, yeni bir dünya yaratmamıza yardım etsin.
D O S YA
BÜMED
yeni dönem
Yönetim
Kurulu göreve başladı
Genel Kurul’da yaptığı ilk konuşmadan itibaren tüm Boğaziçi camiasını bir arada tutacak kapsayıcı bir yönetim anlayışını benimseyecekleri mesajını veren 16. Dönem Yönetim Kurulu Başkanı Önder Şahin ‘85 ve ekibine yeni dönemde başarılar dileriz.
H A Z I R L AYA N: E B R U K Ü Ç Ü K B O YA C I ‘11
76
Asil Yönetim Kurulu
ÖNDER ŞAHİN ‘85 (BAŞKAN) 1962 yılında Malatya’nın Doğanşehir ilçesinde doğdu. Kadıköy Anadolu Lisesi’nde yedi yıl yatılı okudu. BÜ İşletme Bölümü mezunu. Babası ve kayınpederinin yanında çalışarak iş hayatına atıldı. Daha sonra tekstil sektöründe kendi işini kurdu. Son 10 yıldır emlak sektöründeki yatırımlarıyla ilgilenip zamanının çoğunu sosyal sorumluluk projelerine ayırıyor. Koruncuk Korunmaya Muhtaç Çocuklar Vakfı, Malatya Eğitim Vakfı ve DOVAK Doğanşehirliler Eğitim ve Kültür Vakfı’nda mütevelli heyet üyesi olan ve Kanser Savaşçıları Derneği’nde gönüllü üye olarak “Saçım Saçın Olsun” kampanyasına destek veren Şahin evli ve bir çocuk babası.
Çeşitli üniversite ve iletişim okullarında ders ve seminerler, girişimcilere marka ve iş geliştirme danışmanlığı veren Cesur, aynı zamanda İstanbul Sanayi Odası KOZA programı kapsamında eğitmenlik yapıyor. UMUT ŞENOL ‘01 (BAŞKAN YARDIMCISI) 1978’de Sakarya’da doğdu. Balıkesir Sırrı Yırcalı Anadolu Lisesi ve BÜ İşletme Bölümü mezunu. İş hayatına PwC’nin denetim departmanında başladı. Daha sonra sırasıyla; Alüminyum Kanada Ambalaj, Levi’s, Schering Plough, Tchibo GmbH’de finans alanında ulusal ve uluslararası görevler üstlendi. Harvard Business School’da master derecesinde statü sağlayan Profesyonel Liderlik eğitimi aldı. Clear Channel Türkiye ofisinde genel müdür yardımcılığı ve Hopi projesinde CFO’luk yaptı. 2016 yılından beri sahibi olduğu Clear Channel açık hava reklam şirketini yönetiyor. 2007’den beri Beşiktaş JK Kongre Üyesi ve 2010’dan beri BÜMED Yönetim Kurulu Üyesi olan Şenol evli ve iki çocuk babası.
HÜLYA CESUR ‘06 (BAŞKAN YARDIMCISI) 1983’te Sofya’da doğdu. Türkiye’nin ilk ve tek üstün yetenekliler okulu TEV İnanç Türkeş Özel Lisesi mezunu. 17 yaşında ilk kişisel resim sergisini açtı. BÜ Psikoloji Bölümü’nden, ana dalına ek olarak, Güzel Sanatlar ve Sinema olmak üzere iki yan dal diploması alarak mezun oldu. 2009’da çalışmaya başladığı GODE’da 2010’da genel müdür, 2012’de yönetici ortak oldu. Aynı yıl Boğaziçi Üniversitesi Executive MBA programını tamamladı. 2012’den bu yana BÜMED Yönetim Kurulu Üyesi.
FATİH UYSAL ‘99 (BAŞKAN YARDIMCISI) Galatasaray Lisesi ve BÜ İşletme Bölümü mezunu. Kariyerine 1999 yılında Danone’da başladı. 2006’da Danone Group Genel Merkezi’ne (Fransa) global pazarlama müdürü olarak atandı. Yurt dışı görevindeki 77
son yılını Orta Doğu, Avrupa ve Latin Amerika’dan sorumlu global CRM direktörü olarak Hollanda’da geçirdi. 2010 yılında Türkiye’ye dönerek Vodafone’da pazarlama direktörü olarak göreve başlayan Uysal, Freezone, Red, Süpernet, Vodafone Arena, Vodafone İstanbul Maratonu başta olmak üzere birçok farklı segmentin ve projenin lansmanına liderlik etti. 2017’den beri Türkiye’nin en büyük insan kaynakları platformu kariyer.net’te genel müdür olarak görev yapıyor.
projeyi hayata geçirdi. Philips Küçük Ev Aletleri Pazarlama Müdürü olarak görev yapan Aydoğan, kariyeri boyunca ağırlıklı hızlı tüketim ürünleri olmak üzere Loreal, Danone, Mondelez International, Diageo gibi global şirketlerde pazarlama ve satış alanlarında birçok farklı görevde yer aldı. 2010 yılında “BÜMED Genç” inisiyatifinde kurucu üye olarak başladığı yolculuğa 2019 yılı itibarıyla BÜMED Yönetim Kurulu’nda yer alarak devam ediyor. SERVİSİMİN CÖMERT ‘75 BÜ İşletme Bölümü mezunu. Profesyonel iş yaşamında 1978-1989 yılları arasında Borusan Holding’te finansman genel müdür yardımcısı, 1989-1991 yılları arasında Akal Tekstil’de sanayi finansman ve stratejik planlama grup müdürü olarak çalıştı. 1991-2005 yılları arasında Japan Tobacco International Türkiye’de (JTI) Türkiye genel müdürü, yönetim kurulu üyesi ve bölge başkan yardımcısı olarak görev yaptı. JTI’ın uluslararası bünyesinde göreve getirilen ilk kadın genel müdür ve başkan yardımcısı oldu. Ayvalık’ta aile işi olan zeytinyağı üretimini devam ettiriyor.
AYLİN ÇAKIR ‘97 Samsun Anadolu Lisesi ve BÜ İşletme Bölümü mezunu. 1997-2008 yılları arasında İpek Kağıt’ta Pazarlama Bölümü’nde çeşitli yönetici pozisyonlarında çalıştı. 2008’de İpek Kağıt’tan ayrıldı; 2010’da Türkiye’nin en büyük anne-çocuk sitesi anneysen. com’u kurdu. Innovate 2010 yarışmasının Türkiye birincisi, Yaratıcı Genç Girişimci Yarışması’nın Türkiye ikincisi oldu. 2016’da anneysen.com’u sattı. 2017 yılından itibaren Hayat Kimya’da ürün ve inovasyondan sorumlu global pazarlama müdürü olarak çalışıyor. İş hayatına ara vermiş kadınların yeniden iş hayatına dönmesini amaçlayan Yeniden Biz Derneği’nde portal ve teknolojiden sorumlu çalışma grubu lideri olarak çalıştı. 15. Dönem’den bu yana BÜMED Yönetim Kurulu Üyesi olan Çakır evli ve iki çocuk annesi.
ŞEHNAZ ÇEHRELİ SHEFİK ‘86 İstanbul Üsküdar Amerikan Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi İş İdaresi ve Turizm İşletmeciliği Bölümü mezunu. Lisansüstü eğitimini Avusturya-Salzburg, Klessheim Turizm ve Otel Yönetimi Enstitüsü’nde tamamladı. İş hayatına satış ve pazarlama temsilcisi olarak Ramada Hotel İstanbul’un (Tayyare Evleri) inşaatında başladı. Sırasıyla Antalya Ramada Renaissance Resort Hotel’de satış ve pazarlama direktörü, Ramada Hotel Mersin ve Ramada Hotelleri Türkiye Ofisi’nde satış ve pazarlama direktörü, Hyatt Regency İstanbul’un kuruluş ve işletme aşamalarında satış,
SELİN AYDOĞAN ‘05 BÜ İşletme Bölümü mezunu. 2012 yılında Maastrich Univesitesi Sanat ve Kültürel Değerler alanında yüksek lisansını tamamladı. Yüksek lisans eğitimi süresince değerlendirme kurulunda yer aldğı Prince Claus Vakfı ile birlikte Kültürel Gelişim alanında yüksek lisans tezini yayınladı ve Yaratıcı Endüstriler kapsamında birçok 78
BURAK KAYA ‘99 BÜ İşletme Bölümü mezunu. Citi Bank’ta Kurumsal Bankacılık alanında çalıştı. Ardından Royal Bank of Scotland’da İstanbul, Londra ofisleri ve uluslararası yöneticilik pozisyonlarında uzun yıllar görev aldı. 2015’ten bu yana Türk Ekonomi Bankası Kurumsal ve Yatırım Bankacılığı’nda grup direktörü olarak çalışıyor.
pazarlama ve halkla ilişkilerden sorumlu genel müdür yardımcısı olarak çalıştı. 1996 yılından beri Türkiye’nin ilk konaklama ve turizm endüstrisi danışmanlık şirketi Çehreli Turizm, Tanıtım, Organizasyon ve Danışmanlık’ın kurucu başkanı. DR. TAMER ATABARUT ‘88 BÜ İnşaat Mühendisliği Bölümü mezunu. Yüksek lisans ve doktora derecelerini BÜ Çevre Teknolojileri alanında tamamladı. 100’e yakın ulusal ve uluslararası projede yer aldı ve 17 kitabın editörlüğünü yaptı. 100’den fazla ulusal ve uluslararası akademik toplantının organizasyonunu sağladı. Avrupa Üniversiteler Sürekli Eğitim Birliği’nde (EUCEN) iki dönem yönetim kurulu üyeliği yaptı. Türkiye Üniversiteler Sürekli Eğitim Merkezleri Konseyi (TÜSEM) Yönetim Kurulu Üyesi ve Üniversiteler Sürekli Eğitim Derneği (ÜNİSED) Denetleme Kurulu Başkanı. Aynı zamanda BÜ’de öğretim üyesi olan Dr. Atabarut, Yaşamboyu Eğitim Merkezi (BÜYEM) Müdürü, UN-SDSN Türkiye Eğitim Direktörü ve Sürdürülebilir Kalkınma ve Temiz Üretim Merkezi Müdür Yardımcısı olarak görev yapıyor.
ELÇİN BİÇER ‘06 BÜ Psikoloji Bölümü mezunu. 2010’da İstanbul Üniversitesi Prevantif Onkoloji Ana Bilim Dalı Psikososyal Onkoloji alanında yüksek lisans yaparak uzmanlığını tamamladı. Neolife Medical Center’da psiko-onkolog ve sosyal sorumluluk projeleri koordinatörü olarak çalıştı. Arkabahçe Eğitim, Gelişim ve Danışmanlık Merkezi’nde uzman psiko-onkolog olarak çalışıyor. AV. EREN KURŞUN ‘12 2000 yılında Üsküdar Amerikan Lisesi’nden, 2004 yılında İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. BÜ’de Executive MBA programını tamamladı. Şirket birleşme ve devralmaları, yatırım fonları ve sermaye piyasalarında uzmanlaşarak Esin Avukatlık Ortaklığı’na (Baker McKenzie üyesi) ortak olarak katılan ve kariyerini burada devam ettiren Kurşun, evli ve iki çocuk babası.
Yedek Yönetim Kurulu BAŞAK ÇİLİNGİROĞLU KURTOĞLU ‘01 BÜ İşletme Bölümü mezunu. Mezun olduktan sonra bir yıl PwC’de Kurumsal Finans alanında çalıştı. Ardından yüksek lisans eğitimi için Birleşik Krallık’a gitti. 2004 yılında Surrey Üniversitesi’nde Perakende Yönetimi alanında eğitimini tamamladığından beri aile şirketleri Çilingiroğlu A.Ş.’de ürün yönetimi ve pazarlamadan sorumlu olarak dördüncü nesil yöneticilik yapıyor.
MEHMET CAN UZUN ‘03 İstanbul Cağaloğlu Anadolu Lisesi ve BÜ Sosyoloji Bölümü mezunu olan Uzun, kariyerine 2001 yılından bu yana bünyesinde çalıştığı Hillside-Alarko Turizm Grubu’nda kurumsal ilişkiler ve projeler müdürü olarak devam ediyor. MEHMET ULUSOY ‘03 1978’de Bolu’nun Mudurnu ilçesinde 79
doğdu. Galatasaray Lisesi ve BÜ Turizm İşletmeciliği Bölümü mezunu. Etkinlik tasarım şirketi Atölye Grup ve butik oteller zinciri Melek Hotels’in yönetici ortağı. İzzet Baysal Üniversitesi’nden usta öğretici aşçı sertifikası alan Ulusoy’un Mudurnu’da Melek’in Mutfağı ve Londra’da Melek Kitchen isminde restoranları var. Evli ve bir kızı var.
Romanya Yönetim Kurulu Üyesi olan Umut, 1996 yılından bu yana Fiba Holding ve 2018’den beri de Fibabanka İcra Kurulu Üyesi. SEMİH EMRE ÖZCAN ‘09 1984’te Kütahya’da doğdu. Kütahya Anadolu Öğretmen Lisesi ve BÜ Ekonomi Bölümü mezunu. Üniversite eğitimi süresince yarı zamanlı işlerde çalışarak satış, pazarlama ve iş geliştirme alanlarında tecrübe edindi. Mezuniyeti sonrasında tüketici elektroniği sektöründe uzmanlaşarak sırasıyla Vestel A.Ş. Avrupa Satış ve Pazarlama Bölge Yöneticisi, LG Electronics Stratejik Pazarlama Müdürü ve Ariston Thermo Group’ta 13 ülkeden sorumlu pazarlama departman direktörü olarak görev aldı. 2019 yılında kurumsal iş hayatını noktalayarak PackUpp markası altında “aynı gün teslimat” işi yapan bir startup kurarak girişimci oldu. Halen PackUpp şirketinde kurucu ortak ve CEO olarak görev alıyor.
MURAT ESER ‘06 1981’de İstanbul’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini F.M.V. Işık Lisesi’nde tamamladı. Yıldız Teknik Üniversitesi İşletme Bölümü’nden 2002’de mezun oldu. Aviva Sigorta’da başlayan iş hayatına Doğuş Grubu bünyesinde, Tansaş Perakende Zinciri’nde devam etti. BÜ’de Executive MBA Yüksek Lisans Programı’nı tamamladı. BÜ’de Kısıtlar Teorisi (TOC) başlıklı Üretim Yönetimi Projesi’nde akademik kadroya proje yöneticisi olarak destek verdi. Executive MBA ve MBA Platformu’nun kurulması ve genişlemesi süreçlerinde çalıştı. 13 Yıl Coca-Cola İçecek’te çeşitli yönetici pozisyonlarında görev alan Eser, Luxottica S.P.A. Türkiye Merkezi Kanallar Satış Müdürü olarak kariyerine devam ediyor ve 2013’ten bu yana BÜMED Yönetim Kurulu Yedek Üyesi olarak görev yapıyor.
Asil Denetim Kurulu CENK ERTEN ‘93 BÜ Ekonomi Bölümü mezunu. Butler Üniversitesi-Lacy School of Business’ta MBA yaptı. Garanti Bankası’nda en sonuncusu ticari bankacılıktan sorumlu genel müdür yardımcılığı olmak üzere çeşitli pozisyonlarda çalıştı. Ardından uzun yıllar finans sektöründe, sırasıyla Garanti Leasing, Garanti Faktoring Hizmetleri ve Şeker Finansal Kiralama’da yönetici pozisyonlarında görev aldı. SBN Sigorta ve Şeker Finansal Kiralama’da yönetim kurulu üyeliği yapan Erten, kariyerini Sekar Filo’da CEO olarak sürdürüyor.
FAİK ONUR UMUT ‘85 BÜ Endüstri Mühendisliği mezunu. Londra’da Ganmount Holding’in finans departmanında çalıştı. Türkiye’de İktisat Bankası ve Finansbank’ta görev aldı. 1995 yılında Finansbank’ta kredi ve pazarlamadan sorumlu genel müdür yardımcısı oldu. 1996’da Finansbank’ın (Hollanda) genel müdür yardımcısı olarak atandı. Aynı yıl genel müdür oldu. 1999’da Türkiye’ye döndü ve Finansbank Genel Müdürü olarak 2003 yılına kadar görev yaptı. Daha sonra Finansbank Türkiye, Hollanda, Rusya ve 80
Yedek Denetim Kurulu
MEHMET TEVFİK NANE ‘90 Boğaziçi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu. İskoçya Heriot Watt Üniversitesi Uluslararası Bankacılık ve Finans Bölümü’nde yüksek lisans yaptı. Türkiye Emlak Bankası, Demirbank ve Demir Yatırım’da görev aldı. Sabancı Grubu bünyesinde yönetici pozisyonlarında çalıştı. Harvard Business School Üst Düzey Yönetici Programı’na katılan, Teknosa ve CarrefourSA’da genel müdürlük yapan Nane, Mart 2016’dan beri Pegasus Hava Yolları Genel Müdürü olarak çalışıyor. FAPRA Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptı. TAMPF Yönetim Kurulu Başkan Vekili, TOBB Perakendecilik Meclisi Başkanı, TOBB GS1 Türkiye Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi, Sağlık Eğitim Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı, Harvard Business School Türk Mezunlar Derneği Yönetim Kurulu Başkanı, TÖSHİD Yönetim Kurulu Başkanı ve IATA Yönetim Kurulu Üyesi olarak çalışmaya devam ediyor.
ALP KÖKSAL ‘06 Koç Üniversitesi İşletme Bölümü’nden mezun oldu. Boğaziçi Üniversitesi Avrupa Çalışmaları yüksek lisans programını birincilikle tamamladı. Yine Boğaziçi Üniversitesi’nin Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde doktora çalışmalarına devam etti. STFA Grubu’nun eğitim vakfı olan Bilimsel ve Teknik Yayınları Çeviri Vakfı Genel Müdürü ve Khan Academy Türkçe Direktörü olarak görev alan Köksal ayrıca Yeni Nesil Öğrenme Girişimi’nin kurucu ortağı. ERDAL EKİNCİ ‘97 Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü’nden mezun oldu. Sabancı Üniversitesi Executive MBA programından 2004 yılında mezun olduktan sonra, 2009 yılında İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde doktora çalışmasını tamamladı. İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden 2017 yılında mezun oldu ve Ağustos 2018 tarihinde İstanbul Barosu’na kaydoldu. Baker McKenzie üyesi olan Esin Avukatlık Ortaklığı’nda vergi bölümünün başında olan Ekinci, aynı şirkette ortak avukat olarak çalışmaya devam ediyor.
YEŞİM BURUL ‘97 Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü mezunu. Chevening bursiyeri olarak Goldsmiths College, Londra Üniversitesi’nde Medya ve İletişim Çalışmaları alanında yüksek lisansını tamamladı. Amsterdam Üniversitesi’nde Kültürel İncemeler alanında doktora çalışması yaptı. 1995 yılında çalışmaya başladığı Açık Radyo’da değişik programlarda yapımcı, editör ve sunucu olarak görev aldı, halen “Sinefil” programını hazırlıyor ve sunuyor. Gazeteci ve akademisyen olarak pek çok yurt içi ve yurt dışı yayında yazıları ve makaleleri yer aldı. İstanbul Bilgi, Kadir Has, Northwestern (ABD) ve Boğaziçi Üniversitelerinde dersler verdi. Şu anda Kadir Has Üniversitesi Kurumsal İletişim Direktörü olarak görev yapıyor.
MUSTAFA ERHAN GÜLEN ‘84 1962’de babasının hakimlik görevinden dolayı Antalya’nın Gazipaşa ilçesinde doğdu. İstanbul Şehremini Lisesi’nden ve Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü’nden mezun oldu. Çalışma hayatına Arthur Young (Ernst&Young) denetim şirketinde başladı. 1999 yılından bu yana Türkiye ve Birleşik Krallık’ta kurduğu şirketlerle finans-muhasebe ve denetim sektörlerinde hizmet veriyor. 81
D O S YA
Sağım solum önüm arkam Boğaziçi Üniversitesi’nin Briç, Oyun ve Satranç Kulüplerini mercek altına aldık; kulüplerin başarılarını ve gelecek planlarını yöneticilerinden dinledik.
82
uygulaması sayesinde çevrim içi olarak çalışma grupları oluşturabiliyor ve turnuvalar düzenleyebiliyoruz. Turnuvalar Her yıl, birçok farklı il ve birçok farklı briç kulübünde, Türkiye Briç Federasyonu tarafından tüm briç sporcularına veya sadece üniversite öğrencilerine yönelik düzenlenen birçok turnuvaya katılıyor ve elde ettiğimiz başarılarla hem kulübümüzün hem de BÜ’nün ismini briç spor camiasında en iyi şekilde temsil ediyoruz. Turnuvalar ve federasyonun düzenlediği çeşitli etkinlikler sayesinde birçok farklı şehirden briç sporcularıyla tanışma ve arkadaşlık kurma fırsatı da elde ediyoruz.
BÜ Briç Kulübü Bir grup Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi tarafından kurulan Boğaziçi Briç Kulübü, her yıl düzenli olarak verdiği eğitimler ve yine düzenli olarak katıldığı turnuvalar sayesinde birçok Boğaziçi öğrencisini briç sporuyla tanıştırırken, üyelerine keyifli bir arkadaşlık ortamı sunuyor.
Etkinlikler Briç turnuvalarına katılmamıza ek olarak briçle ilgili veya ilgisiz daha birçok farklı ve keyifli etkinlik düzenliyoruz. Birlikte gittiğimiz çeşitli konserler, yaz briç turnuvalarıyla birleştirdiğimiz seyahatler, dönem boyunca düzenlediğimiz yemekler, Türkiye Briç Federasyonu Başkanı Nafiz Zorlu ile yaptığımız söyleşiler ve Güney Kampüs çimlerinde her yaz düzenli olarak yaptığımız briç oyun günleri, bu etkinliklerden birkaçı.
Eğitimler Her yıl Dünya Briç Şampiyonu eğitmenimiz Tezcan Şen tarafından pazartesi günleri düzenli olarak verilen ve başlangıç düzeyinden ileri düzeylere kadar devam eden eğitimlerimiz, gerek briç sporuyla daha önce uğraşmış gerekse briç ile hiç tanışmamış birçok öğrencinin bu alanda ilerlemesini ve kısa sürede turnuvalara katılacak seviyelere ulaşmasını sağlıyor. Bununla beraber, eğitimlerimizden sonra kendi aramızda yaptığımız eğitici turnuvalar ve takım çalışmalarımız da kulüp üyelerimizi birbirine yakınlaştırırken öğrenme ve ilerleme hızımızı da artırarak oyundan aldığımız keyfin ivmeli olarak artmasına katkıda bulunuyor.
Boğaziçi Briç Kulübü olarak her yıl, briç öğrenmek ve bu sporla ilgilenip bu alanda ilerlemek isteyen tüm Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerini bünyemize dahil etmek için çalışmaya devam ediyoruz. Üniversitemizin briç sporuna meraklı tüm mezunlarını da kulübümüzde aktif olarak ağırlamak istiyoruz. Kulübümüz, etkinliklerimiz ve üyelerimizle ilgili daha geniş ve kapsamlı bilgi almak için tüm mezunlarımızı Güney Kampüs Kulüpler Binası’ndaki odamıza bekliyoruz.
Ayrıca uluslararası platformda kullanılan ve birçok farklı ülkeden briç sporcusunun aynı anda, karşılıklı olarak briç oynayabilmesine ve çalışabilmesine olanak sağlayan BBO isimli mobil briç
YA Z I: K U M S A L E C E M Ç O L PA N ‘2 0
83
Espor turnuvaları Güncel olarak takip edilen tüm esporlarda turnuvalar ve dünya çapındaki etkinliklerin gösterimlerini düzenliyoruz. Okul içinde böyle bir etkinlikte arkadaşlarımızla beraber eğlenirken okul dışındaki turnuvalarda da okulumuzu temsil etme fırsatı buluyoruz. Aylık Random Encounter FRP toplaşmaları FRP (Fantasy Role Playing Games), Türkçe adıyla Fantastik Rol Yapma Oyunları birçok insanın bu kulüpte edindiği bir hobi. Ayda bir düzenlediğimiz toplaşmalarda, envaiçeşit sistemden “tek-seferlik” FRP senaryolarıyla konsepte aşina olunmasını sağlıyoruz. Etkinliğimiz tecrübeli oyunculardan yeni oyunculara kadar herkese açık. Şimdiye kadar hiç FRP oynamadınız veya hiçbir Catan masasına oturmadınızsa ve hatta Monopoly dışında bir kutu oyunu deneyiminiz olmadıysa bile problem değil.
BÜ Oyun Kulübü Türkiye’deki en büyük oyun koleksiyonlarından birine sahip Boğaziçi Üniversitesi Oyun Kulübü, oyun alanında önde gelen üniversite kulüplerinden biri. Fantastik dünyadan bilgisayar oyunlarına varan geniş bir yelpazede oyun ve anime kültürüyle iç içe olan Oyun Kulübü’nde akla gelen her türlü kutu, kart ve masaüstü oyunları oynanıyor. Go ve rol yapma oyunlarıyla ilgili derslerin de verildiği ve bu konularda atölyelerin yapıldığı kulüpte ayrıca gerçek macera oyunları da düzenleniyor.
Boss Fight Yeni adıyla ilk kez mayıs ayında düzenlediğimiz Boss Fight, eski adı CONBO olan oyun festivalimizin kulübümüzün önde gelen alanlarına odaklanarak yeniden tasarlanmış hali. FRP, masaüstü oyunlar, bilgi yarışmalarını bir arada topladığımız ve bu sene ilkini gerçekleştirdiğimiz iki günlük bu etkinlikte, her ay yaptığımız Random Encounter’lar gibi her seviyeden FRP masalarının bulunmasının yanı sıra bu etkinlik için geliştirilmiş, etkinliğe de adını veren deneysel; çok masalı bir FRP oynanıyor. Bu özel senaryoda 20 oyuncu kendi aralarında kurdukları gruplarla aynı bölgedeki beş farklı göreve gidip bunları eş zamanlı oynuyor. Oyun ilerledikçe herkesin haberi olacak şekilde bir büyük Boss gelip oyuncular görevlerini bitirmek ya da koşup büyük muharebeye yardım etmek arasında ikilemdeyken terör estirmeye başlıyor.
Kulübümüzde herkesin zevkine göre bir oyun var. Etkinliklerimizin çoğu sadece okul öğrencilerine değil dışardan gelen misafirlere de açık. Çeşitli oyunlar, aktiviteler, diğer üniversitelerle yapılan oyun günleri ve turnuvalar için 1. Erkek Yurdu’nda yer alan kulüp odasına uğrayabilirsiniz. Masaüstü oyun geceleri Genellikle iki haftada bir yaptığımız, bir salona sığmak bilmeyen bu kutu oyunu etkinliğinde oyun dolabımızı bir de üyelerimizin oyunlarıyla zenginleştirerek tüm üyelere açıyoruz. Hem yeni insanlar tanıyıp sosyalleşmek hem de oyun öğrenmek için en iyi fırsat.
YA Z I: E D A N A Z E L Ç İ K ‘2 1
84
imza atıyoruz. Okul adına birçok madalya ve kupa alıyoruz. Ayrıca okuldan bağımsız olarak bireysel turnuvalarda da birçok başarıya imza attık. Diğer pek çok spor gibi satrançta da lig usulü var. Satranç Kulübü mezunları öğrencilik dönemlerinde, okul adına ligde yarışmak üzere Boğaziçi Üniversitesi Spor Kulübü’ne bağlı bir takım kurdu. Takım olarak 2013 yılında İstanbul’daki yöresel lig müsabakalarını geçip Türkiye Kulüpler Arası Satranç Turnuvası’nda yarışmaya hak kazandık ve aynı sene içinde bu turnuvayı dördüncülükle bitirip Türkiye Satranç Birinci Ligi’ne yükseldik. 2014 Yılında Birinci Lig’i ikincilikle bitirip en üst lig olan Türkiye Satranç Süper Ligi’ne çıktık.
BÜ Satranç Kulübü Robert Koleji yıllarından bu yana aktif olan Satranç Kulübü’ne o dönemde Ferit Boysan ve Selim Sancaktar gibi Türkiye satrancında önemli yeri olan isimler kulüp başkanlığı yapmış. Boğaziçi Üniversitesi zamanında ise 1972 yılında Metin Cordan Demirsar tarafından kurulan kulübün ilk öğretim üyesi danışmanlığını ABD’li ünlü fizik hocası, tarih, turizm ve seyahat yazarı John Freely üstlenmiş. BÜ Satranç Kulübü, o tarihten itibaren aktifliğini sürdüren köklü bir kulüp. Eğitimler Kulübümüz bünyesinde şu an dokuz milli satranç sporcusu var. Bu sporcular her ay 80’den fazla üyemizle üç hafta boyunca tecrübelerini paylaştıktan sonra bir hafta kulüp içi hızlı turnuva yapıyoruz. Diğer branşlarda olduğu gibi satrançta da pratik önemli, böylelikle öğrenilenlerin uygulanmasına imkan sağlıyoruz. Ayrıca sene içinde kulüpten müsait olan üyelerle turnuvalara katılıyor ve dönüşünde oynadığımız maçları inceleyip oyunları analiz ediyoruz. Böylelikle yapılan hataları ve maçlarda uygulanan güzel fikirleri topluca görüyoruz.
Sonrasındaki iki sene Süper Lig’de mücadele ettik ama maalesef ikinci sene sonunda Birinci Lig’e düştük. Süper Lig’de her takımın üç yabancı oyuncu transfer hakkı var ve biz kulübümüzün mali durumunun uygun olmaması nedeniyle iyi transferler yapamadık. 2018 yılında Birinci Lig’de mücadele ettik ve en azından ligde kalmayı başardık. Bu sene de 21-28 Temmuz tarihleri arasında Birinci Lig’de yarıştık. Mali açıdan güçlü olmadığımızdan takımdaki herkes ücret almadan gönüllü olarak yarışıyor ve herhangi bir yabancı oyuncu transferi yapılamıyor. Mezunlarımızın desteği pek çok başarıya gebe takımımızın önünü açacağından bizim için çok kıymetli. Boğaziçi Üniversitesi Spor Kulübü Satranç Takımı olarak değerli mezunlarımızın desteklerini bekliyoruz.
Başarılar Kulüp olarak sene içinde çok sayıda başarıya
İletişim ve destek için: satranc@boun.edu.tr
YA Z I: H A S A N B O R A AY D I N ‘2 1
85
BÜMED
İnsan olmanın işareti:
Stephen Jenkinson “Eğer birini seviyorsan iyi ölmek zorundasın” diyor Stephen Jenkinson. İyi ölmek hem hepimizin hakkı hem de bizi birbirimize bağlayan ortak bir yükümlülük. Annemin öldüğü gün Stephen Jenkinson’ı dinlemeye başladım. Boğaziçi Üniversitesi’nden arkadaşım Filiz bir konuşmasını göndermiş, “Şu adama bir bak” demişti. O gün başladım ve bir daha bırakamadım. Geceler boyu, ben uyurken dahi, kulağımda anlatmaya devam etti. Stephen hem ölüm hem de yaşam hakkında o güne dek duyduğum en gerçek şeyleri anlatıyordu. İnsan ölüm alanına adım attığında (sevdiği öldüğünde, ona bir ölüme yakından şahit olma ayrıcalığı verildiğinde, kendi ölümünü gördüğünde) gerçeğin kendisinden başkasını duymaya tahammül edemiyor. Gerçek olmayan ne varsa pıtır pıtır sökülüp gidiyor. İşte ben de öyle bir zamanda Stephen’ın kitabı Die Wise’ı [Bilge Öl] okudum. Her kelimesinin gerçek olduğunu kalbimle bildim.
ölümüyle yastan şükran doğduğuna şahit oldum. Yas tuttukça annemi daha da çok sevdim. Onu daha çok sevdikçe daha çok yas tuttum. Birkaç sene sonra, varlığına her gün şükrettiğim, canım arkadaşım Sepin, sevgilisi, canımız Okan’ı anmak için Stephen’ı İstanbul’a davet etti. Stephen; Sepin ve Okan’ın evlilik yıldönümü 18 Haziran’da BÜMED’de yaptığı konuşmada yasın, sevginin ikizi olduğunu söyledi: Yas yanında olmayana duyduğun sevgidir. Sevmek yanında olanın yasını tutmaktır. O akşam Stephen ve Sepin sahnedeyken oda hüzün ve hayret doluydu. Hayatın olduğu gibi olmasının büyük hüznü altında, Stephen bambaşka bir kültürden bunca insanın onu ölüm hakkında konuşurken dinlemesine ve anlamasına hayret ederken, dinleyenler böyle bir insanın aramızdaki varlığına hayret ediyordu.
“Evet” diyordum okurken, “doğru, tabii ki öyle.” Benim de ölüm yokmuş gibi yapasım, öyle yaşayasım, ölmekte olan birine ölmüyormuş gibi davranıldığında iş birliği yapasım yoktu. Ölmenin iyisi de vardı kötüsü de, görmüştüm. Yaşamı sevme becerisinin kendi ölümünü görmekten geldiğine aymıştım.
Stephen 20 senedir palyatif bakım hizmetlerinde ölmekte olan insanlarla çalışmış, yüzlerce kişinin ölümünde bulunmuş, binlercesine ölüm hakkında eğitim vermiş bir aktivist, eğitmen, yazar, çiftçi. “Ölüm adamı” olarak ün yapmış ama peşine düşüp eğitimlerinde onu dinlemeye gittiğimde anladım ki, anlattıkları ölümle sınırlı değil. Ancak ne anlattığını özetlemek
40 yaşıma varırken ilk defa, annemin
YA Z I: B A Ş A K K U T L U ATAY ‘9 9
86
de çok zor. Çünkü o bir hikaye anlatıcısı ve sözünün üstüne söz söylenmiyor. Anlattığı hikayeleri bazen zihin hemen çözümleyemiyor ama duyduğunuzda her kelimesi içinize işliyor, orada içten içe çalışmaya devam ediyor. Aylar, yıllar sonra tamamlanıp yüzeye çıkıveriyor. Stephen bizi yaşam, ölüm, dünya, içinde yaşadığımız çıldırmış zamanlar ve her şeyin anlamı hakkında yasak düşüncelere davet ediyor. O davete bir kez kapıldığınızda gerisini ölesiye merak ediyorsunuz. Ya ölürse diye korkuyorsunuz, siz daha anlatacağı her şeyi dinleyemeden. “Eğer birini seviyorsan iyi ölmek zorundasın” diyor Stephen. İyi ölmek hem hepimizin hakkı hem de bizi birbirimize bağlayan ortak bir yükümlülük.
Stephen Jenkinson
olmanın peşine düşmeyin, diyor. “Eğer yıllarca bağdaş kurarak çölde oturduğun için bir tür dinginliğe ulaşmışsan kal orada, geri gelme” diye ekliyor: “Kendini kaybetmiş bir dünyada kişisel gelişim görev ihlalidir.”
“Ölmek hayatın yerine getirilmesidir, sona ermesi değil” diyor. “Ölmek bilgeliğin sonu değildir.”
“Bilgelik (bilen bir büyük olmak) kalbinizin tam vaktinde kırılması becerisidir. O vakit şimdidir.”
“Ya (yaşamın) anlamı gizli değilse, bulunacak bir şey değilse?” diye soruyor. “Anlam yarattığımız bir şeyse?”
Stephen zor zamanlarda nasıl olunacağını gösteren bir büyük. Devam edemezken nasıl devam edilebildiğine, bir insanın günlerini nasıl yaşayabileceğine dair bir işaret. Öğrettiği şeyi sizi sevdiğinden daha fazla seven bir öğretmen.
“Ya yas bir beceriyse? Tıpkı sevgi gibi, öğrenilmesi, beslenmesi ve öğretilmesi gereken bir şeyse? Ya yas doğal işleyişin kendisiyse, yaşamı yine de sevmenin bir yoluysa?” “Ya masumca teşebbüs ettiğimiz her şeyin ardında bıraktığı amaçlanmamış sonuçları görebilseydik? Yaşamımız neye benzerdi?”
Stephen’ın kitabı Die Wise’ı Türkçeye çeviriyorum. Varlık Yayınları tarafından yaklaşık bir sene içerisinde yayımlanacağını umuyoruz. Bu söz ustasının dediklerini bozmadan, eksiltmeden çevirmeye çalışmak ne zor... Ah, hem de ne büyük hediye. Yaşamak ne zor, yaşamak ne büyük hediye.
“İnsan olarak doğulmaz” diyor Stephen, “insan olunur.” Bize kimliğimizi veren, içine doğduğumuz kültürün ölümüne şahitlik etmeye çağırıyor bizi. Zor zamanlarda iyi 87
BURC BEACH
2019 yazına BURC Beach damga vurdu
Hani sıcaktan bunalır ve sepya renkte bir plaj hayaline dalarsınız... İşte bu plaj hayalinin adresi 2020 sezonunda da BURC Beach olacak. YA Z I: E B R U K Ü Ç Ü K B O YA C I ‘11
88
Havanın 30 dereceleri gördüğü, hava durumu ikonunun güneşin en parlak halini gösterdiği bir temmuz günü bu yaz, ev halkını da yanıma alarak BURC Beach yolunu tutmuştum. Yaz belki bitmek üzere ama önümüzdeki sezonlarda da BURC Beach, İstanbul’dan uzaklaşmadan denizin tadını çıkarmak isteyenlerin adresi olacağa benziyor. Boğaziçi Üniversitesi Kilyos Sarıtepe Kampüsü’nde yer alan BURC Beach’e Kilyos’u şehre bağlayan yeni bağlantı yolları ve artan toplu taşıma seçenekleriyle kolayca ulaşabiliyorsunuz. İETT hatları kampüsün içine kadar girerken bizim gibi arabayla gitmeyi seçenlerdenseniz ise 600 araç kapasiteli ücretsiz otopark sayesinde otopark derdiniz olmuyor. Çeşme-Bodrum plajlarını aratmayacak yeni konseptiyle daha kapıdan girer girmez değişim dikkat çekiyor. Plaj alanı ve barrestoran kısmı tamamen yenilenmiş. Beyaz rengin, doğal malzemelerin ve yeşilliğin ağırlıkta olduğu yeni konseptiyle mekan, adım attığınız andan itibaren tasasız ve konforlu bir günün sinyallerini verirken ahşap dekordaki damga yazılar, sloganlar ve imgelerle de eğlenceye gebe olduğunu hissettiriyor. Girişten itibaren sağ tarafınızda bar-restoran ve küçük dükkanlar kurgulanmış. Tesisin yeni işletmecisi AYI Grubu burada çok iyi bir iş çıkarmış zira bu alanda farklı isteklere hizmet eden pek çok seçenek var ve hepsi son derece kaliteli, markalaşmış, İstanbul’da popüler semtlerde görebileceğiniz seçenekler. Restoran kısmında Beeves Steakhouse’un zengin menüsünden lezzetli yemekler, soft bar’da serinletici içecekler, yanındaki dondurmacıda İtalyan kalitesinde gelato’lar bulabilirsiniz. Ayrı konumlandırılmış ve önünde gölgede 89
oturabileceğiniz bir alan da düşünülmüş kahve standı ise başlı başına bir vaha. Üstelik hepsinde BÜMED üyelerine özel yüzde 20 indirim var.
zaman gerçekleştirilen yoga, zumba ve Latin dansları aktiviteleri spor ve dans tutkunlarını cezbediyor. Plajda olma sebebimiz güneşlenme için ayrılan toplam 1400 metrekarelik alana gelecek olursak, bar-restoran kısmının önünde yer alan ahşap platformlardaki beyaz ahşap şezlonglar hem genişlik ve rahatlığı hem de şıklığıyla bir hayli davetkar. Alt kısımda ise Rumcada kum anlamına gelen “Kilya” sözcüğünden türeyen Kilyos’un adının hakkını veren güzellikteki ince sarı kumlarının tadını çıkarmak isteyenleri bekleyen upuzun bir kumsalda konumlandırılmış şezlong ve şemsiyeler yer alıyor. Biz bu kumsal alanda vakit geçirdik. Ailecek geldiğimizden bahsetmiştim, ailemizin en küçük üyesi kızım için ayrıca
Bu kısmın en ucuna bu sezon bir de etkinlik alanı eklenmiş. Yeni konseptin bütünleyicisi olarak yine son derece salaş ve doğal dekore edilmiş bu alanda hafta sonu akşam saatlerinde DJ performanslı partiler veya ünlü sanatçı ve grupların canlı performansları oluyor. Yazın başından bu yana BURC Beach’in ağırladığı isimler arasında Oscar and the Wolf, Can Bonomo, Mehmet Erdem, Yüzyüzeyken Konuşuruz ve Adamlar gibi önemli müzisyenler ve müzik grupları var. Aktiviteler sadece müzikle de sınırlı değil. Plaj voleybolu ve plaj futbolu sahası sporseverleri beklerken zaman 90
konforlu olduğunu eklemem gerek. Kumların inceliği ve çakıl olmayışı çocuklar için çok elverişli bir ortam sunuyor. Ayrıca plajda toplam beş cankurtaranın görev alması ve denizde yüzülebilir alanın halatlarla belirlenmiş olmasıyla da güvenlik açısından tatmin edici. Gün boyu kızım kah kumlarla oyunlar kah dalgalarla kovalamaca oynadı ve son zamanlarda enerjisini en iyi attığı günlerden birini geçirdi. Kilyos’un efil efil rüzgarının eşlik ettiği öğleden sonra uykusu da cabası. Her iki güneşlenme alanında da pek çok salıncak ve hamak bohem konseptin bir parçası olarak karşımıza çıkıyor. Bizim güneşlendiğimiz alanın hemen önünde de yer alan salıncaklardan birinde kendimi rüzgara bırakıp dalga sesleriyle adeta iyileştiğim an, günün en keyifli zamanlarından biriydi. Tüm bunlara ek olarak plajın iki ucunda, yine doğal malzemeler kullanılarak rahatlığın ön planda olduğu ve özellikle grup kullanımına uygun ayrı yaşam alanları yaratılmış.
Oscar and the Wolf BURC Beach’teydi Ülkemizde büyük bir hayran kitlesine sahip Belçikalı indie pop grubu Oscar and the Wolf 22 Haziran’da, Volume Up ve AYI organizasyonuyla BURC Beach kumsalında kurulan dev konser alanında sahne aldı. Ünlü grubun konseri öncesinde etkinlik alanında İlker Aksungar, Emrah İş ve Funky C; DJ performansı sergiledi. Etkileyici performans ve sahne şovlarına sahip grubun “You are Mine”, “Breathing”, “On Fire”, “Runaway” gibi hitlerini seslendirdiği konser 19.00’da başlayıp gece yarısına kadar devam etti.
Son olarak gün batımından bahsetmek istiyorum. Kaliforniya sahillerini aratmayacak güzellikte gün batımı manzaraları günün en özel sürprizi oldu bizim için. Sadece gün batımının keyfini çıkarmak, etkileyici kızıllıkta bir şeyler içip deniz kenarında yürümek için bile gelinebilir diye düşündüm gün sonunda. Özetle; yenilenen yüzü ve yeni işletmesiyle her gün 09.00-21.00 saatleri arasında hizmet veren BURC Beach, bir günlük de olsa tatil ruhunu yaşamak isteyenleri, birkaç saatliğine de olsa şehrin karmaşasından ve stresinden uzaklaşmak isteyenleri, Karadeniz kuzey sahilinin ve Kilyos kumunun keyfini lezzetli yemekler, kaliteli eğlence, spor ve aktivite alternatifleri eşliğinde çıkarmaya çağırıyor.
2013 yılında çıkardığı “Orange Sky” teklisiyle dünya çapında bilinirlik kazanan Oscar And The Wolf, iki yıllık bir turnenin ardından 2014’te ilk albümü “Entity”i yayınladı. Brian Eno, Florence and the Machine gibi önemli isimlerle çalışan Leo Abrahams’ın da katkıda bulunduğu albüm Belçika listelerinde zirveye yerleşti.
91
H O M EC O M I N G 2 0 1 9
Yılın en büyük mezun buluşması Mezunların hep birlikte eğlendiği ve daha önemlisi birbirlerine ve okula olan bağlarını tekrar güçlendirdiği bir Homecoming buluşması daha geride kaldı.
YA Z I: H Ü LYA C E S U R ‘0 6
92
Dışarıdan ilk bakıldığında okulun çevresini birkaç tur dolaşarak çimlerde oturup eski günleri keyifle yad etmek gibi görünen bu etkinliğin içeriği çok zengin. Duygusal anlamda; zamanında zihinlerimizde koca koca dünyaları kuran imgelere bugünkü kimliğimizle tekrar temas etmek, üzerinde en büyük hayallerimizi kurduğumuz o bankta tekrar oturmak, tadı değişmeyen o çayı en sevdiğimiz dostlarla yeniden paylaşmak, kedilere yemeğimizi kaptırmak ve oradaki herkesle beraber okul yıllarındaki gibi şarkı söylemek gibi anları paylaştığımız dolu dolu bir süreç... Buna ek olarak, mezunların entelektüel anlamda güncel beklentilerini karşılamak ve onlara okulda yeni bir deneyim yaşatmak adına çeşitli aktivitelerle bu gün detaylandırılıyor ve hep birlikte eğlenmenin tadını çıkaracağımız bir konserle taçlandırılıyor. Güne erken başlayanlar için Kennedy Lodge’da, çimlerin üzerinde yoga ve pilates düzenleniyor. 93
Sonrasında dans ve sanat atölyeleri öğlene kadar devam ediyor. Gün boyunca meraklıları okulun altındaki tünelleri geziyor ve oradaki sergiyi görme fırsatı yakalıyor. Öğleden sonra ise efsane hocalarla sohbet ve bu yıla özel bir gösteri ile Albert Long Hall’daki org konseri dinleniyor. Tam bitti derken müzik başlıyor, tüm mezunlar büyük bir aile olarak hep birlikte eğleniyor, şarkı söylüyor ve dans ediyor. Bu önemli günde Boğaziçi dostları, sürekli iş birliği sağladığımız ve okulumuzu destekleyen sponsor markalarımız, kurduğumuz ailelerimiz ve en yakın arkadaşlarımız da bize eşlik ediyor. Eski dostlar birbirlerine yeni ailelerini tanıtırken, proje arkadaşları iş arkadaşı haline gelebiliyor. Mezunlar gününe ortak olan markalar stantlarında Boğaziçililere özel fırsatlar sunarken kampüs de daha önce hiç bilmediğimiz özelliklerini mezunlara açık ediyor. Hep birlikte güncellenmenin ve ayrıca bir bilim, sanat ve dostluk ekosistemi kurmanın ayrıca mutluluğunu yaşıyoruz. Yaşanan duygu ve anlam seli, Soyadım Boğaziçi diyerek birbirine bağlanan binlerce mezunun birbirine kattığı enerji ve ileriki günler için oluşan büyük sinerji bir yana; okulun altında tüneller olduğunu (ve bunların bu topraklardaki ilk buharlı ısıtma sistemi olarak kurgulandığını), Albert Long Hall’daki orgun normal bir org olmadığını, 5000’in üzerinde borudan oluştuğunu, 106 yaşındaki bu orgun döneminde Balkanların en büyük, dünyanın ise en ünlü beş orgundan biri olduğunu (14 yılda tamir edilerek 35 yıl sonra tekrar sesine kavuştuğunu ve obua, viyolonsel, kontrbas, trombon, klarnet gibi 28 farklı enstrümanın sesine sahip olduğunu), zamanında çalındığında sesinin Küçüksu’dan dahi 94
duyulabildiğini öğrenmek ve orgu çalınırken izleyebilmek hiç unutulmayacak birer deneyim olarak mezunlarla beraber dünyaya yayılıyor. Ortak yaşanan yıllara ev sahipliği yapmış olan bu kampüs geçmişte ve bugün mezunlara cömertçe sunduğu her detayıyla Boğaziçilileri birbirine bağlayan en önemli sembollerden birisidir. Yılda bir kez onu hep birlikte kucaklamak demek, birbirimizi ve okulumuzu da tekrar kucaklamak demek… Mezunların bir arada olması daha güçlü bir dernek, daha güçlü bir dernek ise daha güçlü bir okul demek. Boğaziçililer birer su damlası gibidir; girdikleri ortama hayat veren, dokundukları kurumları büyüten… Fikirleriyle dünyayı ferahlatan ve ahlaklı olan. Kaynak Boğaziçi’nin ta kendisidir. Su onun ruhundan fışkırır… O yüzdendir ki olduğu ve ulaştığı her yerde özgürlük, bilim, demokrasi ve barış vardır. O yüzdendir ki kaynağı oluşturan tüm damlalar birbiriyle uyum içinde hayata akarlar. O kaynak 150 yılı aşkın süredir ihtişamlı bir şekilde akmakta ve hepimizin susuzluğunu dindiriyor. Biz mezunlar birer su damlası gibi suyun tüm özelliklerini sembolize ederken, bir araya geldiğimizde; şelale gibi bakmaya değer güzellikte olan, bir ırmak kadar çağlayan, bir deniz gibi içine atılan tüm yükleri kaldıran ve bir okyanus gibi farklı kıta ve kültürlere temas eden hale geliyoruz. Yine BÜMED çatısı altında, sadece mezunlar gününde değil, yıl boyunca mezunların bir araya gelmesi için tasarlanan birçok etkinlikte tekrar tekrar görüşmek; daha çok sanat, bilim ve dostluk yaratmak üzere… Hep birlikte daha güçlü bir BÜMED ve daha güçlü bir BOĞAZİÇİ olmak dileğiyle. 95
152. M E Z U N İ Y E T T Ö R E N İ
Kepler 152. kez havada Boğaziçi Üniversitesi’nde mezuniyet coşkusu bu yıl 3-4-5 Temmuz’da yaşandı. 5 Temmuz’daki genel törende BÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmed Özkan’ın yanı sıra konuk konuşmacı olarak Pegasus Hava Yolları Genel Müdürü Mehmet Nane ‘90 söz aldı. Bu sene 152. defa gerçekleşen Boğaziçi Üniversitesi Mezuniyet Töreni’nde 1863’ü lisans olmak üzere toplam 2482 öğrenci diplomalarını aldı. 3 ve 4 Temmuz’da düzenlenen diploma dağıtım törenlerinde fakülte, enstitü ve yüksekokul mezunları diplomalarını alırken 5 Temmuz’da gerçekleşen genel törende tüm mezunlar keplerini havaya fırlatarak mezuniyet coşkusunu yaşadılar.
derecesiyle mezun ve 304’ü yüksek onur derecesiyle mezun olmak üzere 2482 yeni mezun, aileleri ve üniversite bileşenleriyle birlikte mezuniyetlerini kutladı. Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmed Özkan’ın konuşmasıyla başlayan törende, Özkan, “Başarılı birer öğrenci olarak aramıza katıldığınız bu üniversiteden kendini ifade etme yeteneklerini geliştirmiş, farklılıklardan öğrenme yetisini kazanmış, bilimsel sorgulamada ustalaşmış, hayat boyu öğrenmenin yöntemini öğrenmiş olarak ayrılıyorsunuz. Ama sizlere veda etmiyoruz” sözleriyle mezunlara seslenerek her zaman Boğaziçili kalmanın değerini vurguladı. Gerçek anlamda bir Boğaziçili olmanın haksızlıklarla mücadele etmek, engelsiz eşit erişim adına engelleri kaldırmak ve topluluk psikolojisiyle değil akıl ve vicdanla karar vermekten geçtiğini dile getiren Özkan, mezunlara başarılı bir hayat diledi.
3 Temmuz’da gerçekleşen diploma törenlerinde Eğitim Fakültesi ile İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi mezunları Albert Long Hall’da diplomalarını alırken Fen-Edebiyat Fakültesi mezunları 3 ve 4 Temmuz günlerine yayılan törenlerde Demir Demirgil Salonu’nda diplomalarını aldılar. 4 Temmuz’da Mühendislik Fakültesi ve Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu mezunlarının Albert Long Hall’da diploma töreni düzenlendi. Ayrıca Atatürk Enstitüsü Bahçesi’nde Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü’nün, Albert Long Hall’da Fen Bilimleri Enstitüsü’nün, Demir Demirgil Salonu’nda ise Sosyal Bilimler Enstitüsü’nün diploma törenleri gerçekleşti.
152. Mezuniyet Töreni’nin konuk konuşmacısı ise Pegasus Hava Yolları Genel Müdürü Mehmet Nane ‘90 oldu. Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Nane, Boğaziçi Üniversitesi’nin kendisine kattıklarını yeni mezunlarla paylaşarak kendisini “mezun olamayan mezunlar” kategorisinde gördüğünü vurguladı: “Bugün sadece bu konuşma için burada değilim,
5 Temmuz 2019 tarihinde Uçaksavar Spor Tesisleri’nde düzenlenen genel törende ise 96’sı çift anadal mezunu, 530’u onur
H A B E R : G İ Z E M S E H E R ‘17 / F O T O Ğ R A F L A R : K E N A N Ö Z C A N
96
15 yılı aşkın süredir mezunlar derneğimizde yönetimde, son altı yıldır da vakfımızda görev alarak kendimi mezun olamayan mezunlar kategorisinde sayıyorum. Sizlerden de ricam mezun olduğunuz bu yuvadan ayrılmamanız ve her zaman desteğinizi sürdürmeniz olacaktır.” Mezuniyet töreninde ayrıca İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Genel Müdürü Görgün Taner’e (‘90) BÜMED Özel Ödülü takdim edildi. Tarih Bölümü mezunu olan Taner, üniversitelerin temel işlevlerinin merak etmekten, soru sormaktan ve araştırmaktan korkmayan bireyler yetiştirmek olduğunu hatırlatarak Boğaziçi Üniversitesi’nin öğrencilerini bu özellikleri kazanmış şekilde mezun ettiğini ifade etti. 2019 mezunları adına konuşan ve ElektrikElektronik Mühendisliği Bölümü’nü birincilikle bitirerek Mühendislik Fakültesi Birinciliği Ödülü’nü de almaya hak kazanan Safa Can Medin, Boğaziçili olmanın sadece başarılı olmaktan değil, özgürlükçü ve insanları ayrıştırmayan birer dünya insanı olmaktan geçtiğini vurgulayarak Boğaziçi Üniversitesi’nden mezun olmanın gururunu yaşadığını dile getirdi. Üniversite hayatları boyunca akademik başarılarının yanı sıra spor, kültür, sanat ve sosyal sorumluluk gibi alanlardaki faaliyetleriyle fark yaratan mezunlara verilen Öğrenci Ödülleri, öğretim süreçlerini geliştirmek ve iyi öğreticiliği teşvik etmek amacıyla verilen Öğretimde Üstün Başarı Ödülleri ve kariyerlerinin başındaki başarılı genç araştırmacıları ödüllendirmek için verilen Doktora Tez Ödülleri’nin sahiplerini bulmasının ardından, 152. Mezuniyet Töreni yeni mezunların kep atmaları ve kutlamalarıyla sona erdi. 97
50. M E Z U N İ Y E T Y I L D Ö N Ü M Ü
Yıllar sonra yeniden BÜ’de Robert Kolej Yüksek Okulu 1969 yılı mezunlarının 50. Mezuniyet Yıldönümü Töreni, Boğaziçi Üniversitesi Kurumsal İletişim Ofisi’yle BÜMED’in ev sahipliğinde 2 Temmuz’da gerçekleşti. Robert Kolej Yüksek Okulu 1969 yılı mezunları, 50 yıl sonra yeniden diploma almak için Boğaziçi Üniversitesi’nde buluştu. 2 Temmuz’da BÜ Rektörlük Konferans Salonu’nda düzenlenen 50. Yıl Mezuniyet Töreni’nde RC ‘69 mezunları 50. Yıl diplomalarını BÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmed Özkan’ın elinden aldı.
Buluşmanın düzenlenmesinde önemli bir rol alan Robert Kolej 1969 yılı mezunları temsilcisi Davut Ökütçü, 11 ayı bulan organizasyon sürecinde yaşadıklarını sınıf arkadaşları ve misafirlerle paylaştı: “Bu heyecanlı ve yorucu süreçte bana eşlik eden arkadaşlarıma teşekkür ederken bizim dönemimizin sembol isimlerinden zamanın Robert Koleji Başkanı John Scott Everton, Başkan Yardımcısı Turgut Noyan, Öğrenci İşleri Sorumlusu Ruhi Keklikoğlu ve Beden Eğitimi Bölümü Direktörü Alexander Nadolsky’i saygıyla anmak istiyorum.” Ökütçü, sözlerini 60. yıl buluşmasında yeniden bir arada olmayı dileyerek bitirdi.
1969 yılı mezunlarının Rektörlük önünde buluşmasının ardından anı fotoğraflarından oluşan filmi izlemeleriyle başlayan Robert Koleji 50. Yıl Mezunları Buluşması’na, Rektör Prof. Dr. Özkan’la birlikte, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Zeynep Atay, Rektör Danışmanı Prof. Dr. Zafer Yenal ve önceki rektörlerden Prof. Dr. Üstün Ergüder de katıldı.
50. Yıl Mezuniyet Töreni’nde söz alan isimlerden BÜMED Başkanı Önder Şahin ise
H A B E R : G İ Z E M S E H E R ‘17 / F O T O Ğ R A F L A R : K E N A N Ö Z C A N
98
Boğaziçililerin aynı soyadını taşıyan büyük bir aile olduklarını vurgulayarak, BÜMED tarafından başlatılan “Soyadım Boğaziçi” kampanyasını 50. Yıl mezunlarıyla paylaştı: “Boğaziçi Üniversitesi’nin 63 bine varan mezununu bir araya getirmek ve güçlü bir mezunlar ağı yaratmak amacıyla ‘Soyadım Boğaziçi’ isimli bir kampanya başlattık, çünkü inanıyoruz ki Robert Kolej Yüksek Okulu ve Boğaziçi Üniversitesi mezunları beraber fark yaratacak güce sahipler.” Şahin aynı zamanda Boğaziçi Üniversitesi’nde hiçbir ücret ödemeden çok iyi bir eğitim aldığını ve başka yerde bulamayacağı olanaklara eriştiğini ifade ederek ömrünün sonuna kadar bunun karşılığını vermek için çalışacağını paylaştı. 50. yıl mezunlarına diplomalarını veren Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmed Özkan, Robert Koleji’nin mirasını taşıyarak yıllardır hem Türkiye’de hem de dünyada önemli başarılara imza atan Boğaziçi Üniversitesi’nin kuşaklar arasında köprü olma özelliğine değindi: “Yılın bu günlerinde hem yeni mezunları uğurlamanın hem de 50 yıl öncenin mezunlarıyla yeniden buluşmanın heyecanını yaşıyoruz, bu haliyle Boğaziçi Üniversitesi sadece coğrafyalar ya da kültürler arasında değil kuşaklar arasında da bir köprü işlevi görüyor.” Özkan konuşmasını bitirirken Boğaziçi Üniversitesi’nin bugünkü başarısında mezunların önemli bir yeri olduğunu belirterek 50. Yıl mezunlarına teşekkür etti. Ayrıca törende 50. Yıl mezunları ‘RC69 adına düzenledikleri burs fonunun sembolik çekini Prof. Dr. Mehmed Özkan’a takdim ettiler. 50. Yıl Mezuniyet Buluşması, diplomaların verilmesinin ardından Kennedy Lodge’da gerçekleşen kokteyl ve yemekle devam etti. 99
SEYAHAT
Doğanın görsel şöleni:
AMORGOS Kızıl sarp kayaları, pırıl pırıl parlayan vahşi koyları, yamaçlara tünemiş bembeyaz köyleri ve muhteşem gün batımlarıyla eşi benzeri olmayan bir ada Amorgos...
YA Z I: Z E Y N E P AT I L G A N B O N E VA L ‘95 / F O T O Ğ R A F L A R : A L P B O N E VA L
100
A
morgos’un köy ve kasabalarındaki küp şeker gibi beyaza boyalı evler arasındaki daracık sokaklarda yürürken her kapı önünde, merdiven kenarında ve pencere içinde rastlayacağınız sardunya, begonvil, zakkum ve yaseminlerin canlı renklerine, teras ve avluların şirinliğine, sizi şaşırtan ve gülümseten yer desenlerine, duvarlarda elektrik sayaçlarını kapatmak için kullanılan ve her biri adeta birer sanat eseri olan ahşap el işi kompozisyonlara, restoran ve kafelerde adaya özgü el emeği göz nuru motifler içeren ahşap masa tasarımlarına, arkasında rengarenk dünyalar barındıran minik pencerelere, burnunuza çalınan harika kekik ve ot kokularına hayran kalmamanız mümkün değil.
101
Gözünüz, gönlünüz ve ruhunuzu açabilecek güçteki bu köylerde yürürken, beyaza boyalı daracık sokak duvarları güneşi yansıttıkça çiçekler ve mavi kilise kubbeleri öyle parlıyor ki gözleriniz kamaşırken kendinizi gerçeküstü bir tablodaymış gibi hissediyorsunuz. Amorgos denince akla denizden dimdik yükselen kayalara tünemiş bir manastır fotoğrafı geliyor. Bakire Meryem Hozoviotissa Manastırı, denizden 300 metre yükseklikte, 1088’de dimdik kayalara tutunacak şekilde inşa edilmiş önemli bir manastır. Sadece çok dar bir sahil şeridinden ve denizden görülebilen manastıra tırmanmak için çok basamak çıkmanız gerekiyor ancak hem bu akıl almaz mimariyi hem de uçsuz bucaksız manzaraları görmek için tırmanmanızı tavsiye ederim. Yüzlerce yıl öncenin tüm imkansızlıklarına rağmen Amorgos’un geçit vermeyen dik ve sarp kayalıklarına bu hayret verici manastırı inşa etme mahareti hayranlık uyandıran ve ilham veren bir çaba. Amorgos adası Big Blue filmiyle ismini tüm dünyaya duyurmuş. Filmi izleyenler bilir; açılış sahnesinde denizden dimdik yükselen kayalıklara paralel bir yolculuk yapılır. Ardından kayalık bir koydan denize dalan Jacques, denize atılan haçı törenlerle denizden çıkarır. İşte bu kayalık ufacık koy, Agia Anna Kilisesi’nin bulunduğu plajdır.
ADA GELENEKLERİ VE LEZZETLERİ Adada yaz kış yaşayan yerlilerin kuşaklar boyu yeni nesillere aktardığı zengin bir yemek kültürü var ve yerliler tüm mahsullerine sahip çıkıyorlar. Diğer Yunan adalarındaki Grek salata, ızgara ahtapot ve kalamardan farklı olarak çeşitli pişmiş 102
markette bulabileceğiniz bu içkinin en güzeliyse, Hozoviotissa Manastırı’nda rahipler tarafından üretilen ve manastıra çıkmadan önce alttaki ufak dükkanda satılan versiyonu.
kuzu, domuz, keçi, tavuk ve sebze yemekleri bulabiliyorsunuz. Adanın kendine özgü baharatları ve peynirleri de çok lezzetli. Normal çay bile mutlaka bir ada baharatı eklenerek servis ediliyor. Yerel peynirlerin tadına mutlaka bakın.
Pasteli ise kavrulmuş susam, bal, fındık ve fıstıktan yapılan nefis bir antik Yunan tatlısı. Hamur işi seviyorsanız yine geleneksel bir lezzet olan yağda kızarmış maya hamuru xerotigana mutlaka denemeniz gereken lezzetler arasında. Bu arada yaz kış geleneklerini sürdürerek yaşayan Amorgos’ta sürekli bir festival ve kutlama var: Katapola’da düzenlenen Meryem Ana Festivali 15 Ağustos’ta, Chora’da düzenlenen Pasteli Şöleni 21 Ağustos’ta, her yıl Aegiali’de düzenlenen Xerotigana Festivali 7 Eylül’de, Stavrou Çiftçi Festivali ise 14 Eylül’de başladı.
Adanın başka bir gurur kaynağı rakomela veya psimeni raki dedikleri bir tür brendi. Tsipouro adlı üzüm bazlı, yüksek alkollü içkinin bal, tarçın, kakule ve diğer lokal aromatik bitkilerle karıştırılmasından elde edilen rakomela, bal gibi tatlı bir içki. Amorgoslular rakomela ile gurur duyuyorlar; gittiğiniz otel veya pansiyonda ufacık bir şişe de olsa ikram ediyorlar. Hatta Katapola’da 26 Temmuz’da Kavrulmuş Rakı Festivali’nde bu orijinal içkinin geleneksel yapımını canlandırıp kutlayan şenlikler düzenleniyor. Her dükkanda ve 103
ADA ROTALARI VE ADRESLERİ
ile keyifli bir liman. Taze balık ve deniz mahsulleri için To Limani Tis Kyra Katinos, kuzu ve pişmiş yemekler için ise lokallerin favorisi Asteria ideal akşam yemeği adresleri.
Chora Amorgos’un merkezi olan tepe kasabası Chora; tarihi yel değirmenleri, kalesi ve evleriyle adeta bir tablo. Labirent gibi daracık sokaklarında beyaza boyalı evleri, minik avlu ve terasları, tavanı ahşap kaplı sokak geçitleri, mavi kilise damları, ağaç ve rengarenk çiçeklerle bezenmiş meydanları, yol boyunca size eşlik eden çiçek ve baharat kokuları, her kapı önünde, merdivende veya begonvil altında kendine gölge edinmiş kedileri, zaman zaman karşınıza çıkarak sizi şaşırtan deniz manzaraları, yaz kış adada yaşayan şahsına münhasır yerlilerin dükkan, kafe ve tavernalarıyla ruhunuzu okşayan bir kasaba. Chora’nın en karakterli mekanı, Amorgos adasına gönül vermiş Thodoris ve Yorgos’un yeri Jazzmin kafe & bar. Tsagaradiko ise taze balıkları ile ünlü bir taverna.
Lagkada Aegiali’yi çevreleyen dik tepelerde iki farklı cennet köy var. Bunlardan ilki ağaçlar ve çiçeklerle bezenmiş yemyeşil, cıvıl cıvıl Lagkada. Yamaçlara tutunmuş bembeyaz evleri, sardunya, begonvil, zakkum ve yaseminlerle donatılmış daracık sokakları, asma ve sarmaşıklarla örülmüş teras ve avluları, kelebek, baykuş, ahtapot, kalamar, salyangoz, deniz kabuğu ve kalp gibi yaratıcı yer desenleri, ot kokuları ve uçsuz bucaksız Ege manzaralarıyla şirin mi şirin bir köy. Köyün en altında yer alan, asma, begonvil ve yaseminlerin altında konuşlanmış O Nikos Taverna, 30 yıldır Lagkada’nın en meşhur lezzet noktası. Nikos usulü patlıcan yemeğiyle ünlü tavernanın salataları, mezeleri ve etleri çok lezzetli.
Aegiali Amorgos’un dış dünyaya açılan iki liman kasabasından biri olan Aegiali, korunaklı Ormos koyunda çamların altındaki kumsal plajı, şirin mi şirin renkli balıkçı tekneleri, aralara serpiştirilmiş yel değirmenleri, ufacık kasabası, özgün ve yemyeşil tepe köyleri
Tholaria Diğer tepe köyü Tholaria; Aegiali koyuna, Lagkada köyüne ve Amorgos’un denize dimdik inen heybetli kayalıklarına nazır 104
muhteşem manzaralar sunan başka bir geleneksel köy. Bembeyaz evler ve rengarenk çiçeklerle bezenmiş, çılgın yer desenleriyle boyanmış daracık sokaklarında keyifle dolaştığınız Tholaria’da fava, Grek salata gibi meze ve salatalar için Kali Kardia, Yannis ve Sofia çiftinin Yunan lezzetleri içinse Thalassino Oniro doğru adresler. Katapola Amorgos’un diğer liman yerleşkesi Katapola, yan yana üç kasabaya ev sahipliği yapan geniş ve korunaklı bir koy. Koya ismini veren Katapola bu üç kasabanın en eski ve büyük yerleşimi. Her gün feribot ve gemilerin yanaştığı limanın yanı başında ve arka sokaklarındaki restoran, kafe, dükkan ve otellerle cıvıl cıvıl, ufacık bir kasaba. Amorgos’un en eski kiliselerinden Panayia Katapoliani kilisesine ev sahipliği yapan Katapola, Osmanlı döneminde de önemli bir liman kentiymiş. Katapola’nın üzerindeki Moundoulia tepesinde yer alan, Samiler döneminden kalma Minoa antik kenti ise Amorgos’un en eski antik kalıntılarından biri. Eskiden bölgenin ana yerleşim yeri olan Minoa’ya patika yoldan tırmanıp Ege’nin ve Katapola koyunun nefis manzaraları eşliğinde güneşi batırmak eşsiz bir deneyim.
Ada hakkında: Amorgos, Ege Denizi’nde bulunan Kiklad grubundaki Yunan adalarından biri. Kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda uzanıyor. Yalnızca 33 km uzunluğunda olan ve en geniş noktası 6 km’yi geçmeyen adanın büyük bölümü dağlık ve tepelik. Nüfusu: 1973 (2011 nüfus sayımına göre) Yüz ölçümü: 121 km² Ulaşım: Pire’den Amorgos’a haftanın her günü hızlı feribot ile ulaşılabiliyor. Yaz döneminde Santorini, Naxos, Paros gibi Kiklad adalarından Amorgos’a tekneyle ulaşım mümkün. Amorgos’a en yakın havalimanı ise Naxos ve Santorini’de bulunuyor.
Limanın en sonlarında yer alan Lefteris’in restoranı Minos, Katapola’nın en iyi balık ve deniz mahsulü restoranı. Yerel peynirli Grek Salata, patlıcan, karidesli makarna ve baklava harika. Minos’un yanı başında, limanın en sonunda yer alan lokanta Akri ise salaş ancak sevimli bir aile işletmesi. Burada Anna ve Ronla çiftinin taze mahsullerle günlük pişirdiği sebze ve et yemeklerini yiyebilirsiniz. Amorgos hakkında ayrıntılı bilgi için: www.yolculukterapisi.com/amorgos-adasi/
105
Atölye Takvimi
Ekim-Kasım
2019
6
KASIM 2019 Hakan Turgut ile SIRA DIŞI YAŞAM BECERİLERİ Dört hafta, çarşamba günleri, 19.30-21.45 arası. Katılım bedeli üyelere 650 TL, misafirlere 800 TL’dir.
NEDEN GİTMELİ? Bu dört haftalık seride iş hayatında sıra dışı olmak, yeni yaşam düzeni ve yeni ufuklar, az zamanda çok iş başarma sanatı ve sıra dışı yazma ve konuşma becerileri üzerinde durulacak.
24 EKİM 2019
Mine Yılmazbilek ile HİP HOP DANS
NEDEN GİTMELİ? Dünya müzik listelerinin üst sıralarından düşmeyen şarkılara uygun kareografilerle dans edip stres atarken aynı zamanda egzersiz yaparak daha zinde ve sağlıklı olmak isteyenler bu atölye çalışmasını kaçırmamalı.
106
Dört hafta, perşembe günleri, 19.30-21.30 arası. Katılım bedeli üyelere 300 TL, misafirlere 400 TL’dir.
19 EKİM 2019
Dilek Er ‘90 ile NSP METHODU İLE KENDİNE KOÇLUK
21 Eylül Cumartesi günü, 09.30-18.30 arası. Katılım bedeli üyelere 550 TL, misafirlere 650 TL’dir.
NEDEN GİTMELİ? “NSP Methodu ile Kendine Koçluk” atölyesinde davranış profilinizi tanıyacak, kabullenecek ve yönetebilecek stratejileri öğreneceksiniz. Maksimum potansiyelinizi kullanarak hayatınızı güzelleştirebilmeniz için kendinize güvenmenizi sağlayacak yeni bakış açıları edineceksiniz.
2
KASIM 2019 Dr. Neşe Saruhan ‘94 ile NÖROBİLİM İLE GELECEĞİNİZE YÖN VERİN 21 Eylül Cumartesi günü, 10.00-16.30 arası. Katılım bedeli üyelere 500 TL, misafirlere 600 TL’dir.
NEDEN GİTMELİ? “PRISM Brain Mapping” uygulamasının kullanılacağı eğitimde davranış profillerinizi daha iyi anlayacak, başarılı bir kariyer için nasıl iletişim kurmanız gerektiğini ve akıl haritası tekniğini öğreneceksiniz.
107
11
OCAK 2020 Dr. Öğr. Üyesi Gökmen Karadağ ‘95 ile ETKİLİ KONUŞMA
NEDEN GİTMELİ? İnsanlar üzerinde daha güçlü bir etki bırakmak ve yaptığınız sunumların daha verimli geçmesini istiyorsanız bu atölyeye katılın. Diksiyon, nefesi kullanma, Türkçedeki yaygın hatalar ve özgün söyleyiş gibi konuların ele alınacağı atölyeyi, iletişim danışmanı ve yazar Dr. Öğr. Üyesi Gökmen Karadağ verecek.
Dört hafta, cumartesi günleri, 10.00-14.00 arası. Katılım bedeli üyelere 770 TL, misafirlere 880 TL’dir.
17
KASIM 2019
İbrahim Yıldız ile HIZLI OKUMA VE ETKİN ALGILAMA
22 Eylül Pazar günü, 10.00-17.00 arası. Katılım bedeli üyelere 250 TL, misafirlere 325 TL’dir.
NEDEN GİTMELİ? Bu atölyede yöneticilerin, çalışanların, öğrencilerin ve öğretmenlerin hızlı okuma ve etkin algılama becerilerini geliştirerek kendilerine zaman kazanmaları, enerji seviyelerini yükseltmeleri, gizli potansiyellerini keşfetmeleri ve başarılarını artırmaları amaçlanıyor.
11 KASIM 2019 Margarita Nesterova ile LATİN DANS Altı hafta, pazartesi günleri, 19.30-21.30 arası. Katılım bedeli üyelere 350 TL, misafirlere 475 TL’dir.
NEDEN GİTMELİ? Latin dans deyince akla ilk gelen salsa, canlı ve tutkulu cha cha, daha ağır ve güçlü adımların dansı rumba, kısa ve romantizm kokan ritimleriyle merengue, dansı pisti etrafında yumuşak hareketlerle döneceğiniz fox, çok fazla hareket etmeden dans etmek isteyenler için mambo bu atölyede sizleri bekliyor.
108
11 KASIM 2019 Deniz Akıncılar ile ŞARAP KÜLTÜRÜ
NEDEN GİTMELİ? Bu programda, şarap menüsüne sadece bakmayıp yazılanları anlayabilmek, şarabı tanımak, bilmek ve keyifle içmek için ihtiyacınız olan tüm temel bilgileri öğreneceksiniz. Şarabın tarihsel gelişimi, şarap üretiminde kullanılacak ürün ve malzemeler ile bölgesel şarap analizlerinin yer alacağı bu programın her dersinde iki farklı şarap tadacak, tattığınız şaraplar hakkında fikir alışverişi yapabileceksiniz.
5
KASIM 2019
Mesut Gökdai ‘11 ile BEDEN PERKÜSYONU
NEDEN GİTMELİ? Müziğin farklı boyutlarını keşfedin! Beden perküsyonu atölyesi ile hem ritim dünyasına merhaba diyebilir hem enstrüman kullanmadan müzik icra etmenin sınırlarını zorlayabilir, hem de atölyede öğrendiğiniz teorik ve uygulamaya dayalı yöntemlerle kendi grup çalışmalarınızda eğlenceli ısınma ve tanışma aktiviteleri tasarlayabilirsiniz.
109
Altı hafta, pazartesi günleri, 19.00-21.45 arası. Katılım bedeli üyelere 600 TL, misafirlere 750 TL’dir.
24 Eylül Salı günü, 19.30-21.30 arası. Katılım bedeli üyelere 300 TL, misafirlere 400 TL’dir.