i
em
TMMO
D ön
u l b Ş n u a t b s e İ X O IV. P Ş B
etler
Mesl
ektaş Ziyar
14. DÖNEM MESLEKTAŞ ZİYARETLERİ
2018 İSTANBUL
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres
Tel Faks e-posta Web Adresi
: Cihannüma Mh. Akdoğan Sk., No:30 D:6-7, 34200 Beşiktaş/İstanbul : 0212 275 43 67 - 0212 288 99 60 : 0212 272 91 19 : spoist@spoist.org - spoistanbul@spo.org : www.spoist.org - www.spo.org.tr
Şubemiz 14. Çalışma Dönemi’nde Röportaj Yaptığımız Üyelerimiz (*) Pelin Pınar Giritlioğlu İsmail Çiçin Müberra Oflaz Ayşe Ege Yıldırım Nazım Akkoyun Mehmet Çubuk Nazan Özbaydar Mehmet Çakılcıoğlu Fatmagül Eryıldız Melih Birik Duygu Ağar Hanife Ülker Bükülmez - Güntürkün Bükülmez Erol Aydoğdu
Röportajları Yapan ve Yayına Hazırlayan Bilge Martan
(*) İsimler röportaj kronolojisine göre sıralanmıştır.
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
ÖNSÖZ 2015 yılına girerken yeni tasarımıyla sizlere ulaştırmaya başladığımız Şube bültenimize, daha kolay okunan bir format kazandırmayı ve sizlerden gelen katkılarla daha zengin bir içerikle sunmayı hedeflemiştik. 2016 yılının Şubat ayında yeni çalışma dönemiyle birlikte, içerikte yer almaya devam eden üye katkılarının yanında “meslektaş ziyaretleri” adı altında, farklı sektörlerde faaliyet gösteren deneyimli meslektaşlarımızla gerçekleştirdiğimiz röportajlara yer vermeye başladık. Keyifle ve heyecanla başladığımız bu röportaj dizisinin kısa sürede bülten içinde ilgiyle takip edilen bir bölüm haline geldiğini, sizlerden gelen övgülere dayanarak rahatlıkla söyleyebiliriz. XIV. dönem boyunca gerçekleştirilen bu keyifli röportajların bir arada derlenerek ayrı bir yayın halinde sizlerle paylaşılması fikri de bu ilgi sayesinde olgunlaştı. Elinizde tuttuğunuz yayın, meslektaşlarımızın mesleki deneyimlerini meslek alanımıza dair keyifli ve öğretici anekdotlarla aktardıkları bir içerikte olup bu yönüyle Şubemiz tarihinde bir ilktir. XIV. dönem Meslektaş Ziyaretleri adıyla sizlerle paylaştığımız bu yayını keyifle okumanızı ve kütüphanenizde yer vermenizi diler, dönem boyunca röportaj teklifimizi kabul ederek bültenimize son derece kıymetli katkılar sağlayan meslektaşlarımıza ve Şubemizi temsilen bu röportajları gerçekleştiren ve son halini alana kadar özveriyle emek veren Bilge Martan’a teşekkür ederiz. TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi XIV. Dönem Yönetim Kurulu
5
6
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
PELİN PINAR GİRİTLİOĞLU İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Akademisyen
Hangi okuldan, kaç yılında mezun oldunuz? Yıldız Üniversitesi (adı Yıldız Teknik Üniversitesi değildi o zamanlar), 1989 – 1990 dönemi mezunuyum. Yüksek Lisansımı İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde Restorasyon programında yaptım. Ardından, yine İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Şehir Planlama Bölümü’nde doktoramı tamamladım. 2002 gibi bu işlerin hepsi bitmişti. Akademik kariyeriniz hakkında kısa bir özgeçmiş anlatır mısınız? Çalışma alanınız nedir? İstanbul Üniversitesi’ne 1992 yılında, henüz yüksek lisansımı yaparken girdim. Siyasal Bilgiler Fakültesi, o dönemki adı Kamu Yönetimi Bölümü, şimdiki adı Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü, Kentleşme ve Çevre Sorunları Ana Bilim Dalı. 1992 yılı Eylül ayından beri, yaklaşık 24 yıldır orada görev yapıyorum. Birkaç yıl önce, Yerel Yönetimler Kent ve Çevre Çalışmaları programını kurduk. Çok da faydalı oldu. Çok farklı yerlerden öğrencilerimiz geliyor; belediyelerden, serbest çalışanlardan, İşletme, İktisat, Siyasal Bilgiler, Mimarlık fakültelerinden öğrencilerimiz var. Oldukça geniş bir alana yayılıyor. Şu an ilgilendiğiniz, üzerine çalıştığınız konular nelerdir? Mecburen kent siyasetiyle ilgileniyorum aslında öyle bir niyetim yoktu ama Türkiye şartlarında olan biten olaylar sizi bu yola sokuyor. Kentin siyasetini, hukuğunu bilmeden, tartışmadan bir iş yapamaz hale geliyorsunuz. İster istemez o yola doğru kaydım. İlk çalışmalarım daha çok kentsel koruma üzerineydi; Restorasyon programında da koruma ölçeğinde çalışmıştım, doktora yaparken de o alana
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
yöneleyim dedim ama baktım ki tüm dünya dönüşüm ile, yenileme ile uğraşıyor. Bizde daha hiç yok o dönemlerde (97 yılıydı sanırım)... Farkettim ki hukuku, işin politikasını bilmeden hiçbir uygulama, gerçekte başarılı olamıyor. Bu yüzden çalışmamın bir bacağı o tarafa doğru uzadı. Dönüşüm en çok ilgilendiğim konu. Kentler ne yaparsanız yapın, dönüşüyor. Müdahale edin ya da etmeyin, bir şekilde dönüşüyor. Bu sürecin sağlıklı gitmesini sağlamak kentsel siyasetin de önemli bir alanı. Öğrencilik yıllarımdan bugüne kadar geldiğimizde sürecin giderek ne kadar siyasallaştığını gördük. Sadece dönüşüm ile ilgili değil, planlama sürecinin tamamıyla ilgili bunu şiddetli şekilde hissedebiliyoruz. Ben öğrenciyken planlama bu kadar siyasetin içinde değildi. Bu yüzden dönüşüm tabi ki çok önemli bir kavram, bir de İmar Hukuku aynı şekilde. Son yıllarda özellikle bilmemiz gereken, önemli bir alan. Neden akademide devam etmek istediniz? Bölümü okuduğunuzdan beri aklınızda var mıydı akademik kariyer? Evet, akademisyen bir aileden geliyorum. Annem hukuk fakültesinde profesördü, babam da uzun yıllar İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde rahmetli Sedat Hakkı Eldem’in asistanıydı. Daha sonra serbest çalışma hayatına girdi ama yine son beş - on yıldır Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde ve Haliç Üniversitesi’nde akademik hayata geri döndü. Geri planımızdan kaynaklı sanırım, bu alana sıcaklığım oldu. Bu yüzden de başından beri, hatta öğrenciliğimden beri diyebilirim, böyle bir niyetim vardı. Hatta o zaman gönlümde yatan, rahmetli İrfan Bayhan hocanın asistanı olmak isterdim. Kendisini kaybettik maalesef… Yaptığım seçimden ötürü çok memnunum, iyi ki bu alana girmişim diyorum çok farklı bakmamı sağladı kentleşmeye. Bölümü de isteyerek, bilerek seçtim. Mezun olduktan sonra, meslek hayatınızda ne gibi zorluklarla karşılaştınız? Bunlarla başa çıkma yöntemlerini paylaşmanız yeni mezun olan meslektaşlarımız için de faydalı olacaktır diye düşünüyorum. Ben farklı bir alan seçtim, bunun sıkıntılarını tabi ki yaşadım o dönemde. Koskoca bir siyasal camiasının, kamu yönetimi alanının içine girdim. Dolayısıyla bu alan içinde olunca kamu yönetimi ve hukuk konularına hakim olmak gerekiyor. Çok çalıştım, çalışmak zorundaydım başka türlü olamazdı. Zaten akademik kariyerim boyunca da buna ihtiyacım vardı, mesela doçentlik alanımda, doğrudan planlama alanına girmedim. Yerel yönetimler, çevre alanında doçent oldum. Bunun için ciddi bir kamu yönetimi bilgisine ihtiyaç vardı. Bunun sıkıntılarını yaşadım ama bulunduğum ortam itibariyle hep özgür davranabildim, yazdığımla, çizdiğimle; bunu da bu işin güzel yanı olarak vurgulamak lazım. Baskılarla meslek hayatımı yapmak zorunda kalmadım, bugün birçok akademisyenin yaşadığı gibi. Bugün başlasaydım belki böyle olmayabilirdi, bilmiyorum. Bizim alanımız öyle bir alan ki, her şeyiyle hayatın içinde. Yaşadığımız her sorunda kentten, planlamadan bir şey buluyoruz, onunla ilgili bir sorunla ilişkilendiriyoruz. Özellikle İstanbul gibi bir yer bu işin laboratuarı
7
8
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
gerçekten. Hep öğreniyoruz. Sürekli yeni bir deneyim yaşayıp o deneyimden ders çıkarıyoruz, kendi kendimize kurallar üretiyoruz. Meslek yaşamınızda sizi en çok şaşırtan ve mutlu eden neydi? Farklı alanlarda, farklı bölümlerde de dersler veriyoruz. Mühendisler, mimarlar, iktisatçılar, vs… Bir olaya en iyi bakabilen kişiler şehir plancıları oldu her zaman; çünkü çok boyutlu bakabiliyorlar. Plancı dediğin arkeolojiden anlayacak, sanat tarihinden anlayacak, ekonomiden, sosyolojiden, hukuktan, tasarımdan, psikolojiden anlayacak; böyle bir bölüm planlama. Bu yüzden de konuları çok boyutlu değerlendirme yeteneğimiz oldukça fark ediliyor. Bu çok sevindirici benim için. Öğrenci profillerinizde, ilk zamanlarınızdan bu yana, belirgin bir farklılık oldu mu? Olduysa ne gibi farklılıklar var? Öğrencilere baktığımda eskiye göre çok daha bilinçli olduklarını görüyorum. Kentle ilgili hassasiyetlerinin çok daha yüksek olduğunu görüyorum. Bu çok sevindirici ve aynı zamanda da şaşırtıcı bir şey. Mekanın ve planlamanın bu kadar siyasallaştığı bir ortamda bu hassasiyetin artmış olması, aynı zamanda gurur verici bir şey. Zorla sürecin içine çekilen ama bir o kadar da sürece yön vermesi gereken kişi plancının kendisi. Bizim okuduğumuz dönemler 80’ler, 85’ler, Darbe sonrası dönem. Yeni kabine kurulmuş, planlamayı ilgilendiren temel kanunlar tam o yıllarda arka arkaya üretilmiş; bununla birlikte uygulama sonuçlarını da bilmediğimiz bir geçiş döneminde öğrencilik yaptık. Belki bir sürü şeyin farkında da olamadık. Süreci değerlendiremedik, gözlemleyemedik. Belki şimdi, öğrencilerin deneyimleri var bu alanlarda. Yanlışları çok daha rahat görüyorlar. Bizim bir önceki dönemimiz sosyal refah devleti dönemi, başka bir planlama anlayışı hakim. İçine düştüğümüz ortam, bir kaos. Yasa dışı yapılaşmanın hat safhada olduğu, popülist politikaların mekan üzerinde yaygınlaştığı bir dönem. 70’li dönemin sonunda Demirel’in bir lafı vardır, plancılar bilir: “Bize plan değil pilav lazım.” 80’li yıllar tam bu yıllar aslında. Biz böyle bir ortamda okuduk, plancıya hiç değer verilmeyen bir dönemde okuduk. Kaygılarımız vardı, endişelerimiz vardı ama şimdi öyle değil. Geçmişteki deneyimler var, ders çıkaracak çok şey var. Öğrenciler o anlamda hem şanslı, bu siyasallaşma içine girdiğinden bir o kadar da şanssız. İstanbul’un şehir planlamasını dünya örnekleri ile kıyaslayacak olsak neler söylerdiniz? Bunu cevaplayabilmek için öncelikle İstanbul’da gerçek anlamda bir planlama var mı diye sormak gerekir. Maalesef bunun cevabı yok. Gerçek anlamda planlamadan bahsettiğimizde öncelikli değerlendirilmesi gereken planlama ilkeleridir. Bu kentteki planlama, gerçekten planlama ve şehircilik ilke ve esasları doğrultusunda mı yürütülüyor?, ikincisi de böyle bir planlama hiyerarşisine de uygun mu? diye baktığımızda bu sorulara evet cevabı veremiyoruz ne yazık ki. Bir sürü tepeden
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
inme proje, İstanbul’un mevcut planlarının üzerine yapıştırılıyor. Tam tabiri bu aslında. Hiçbir ilke, hiçbir esasa, meslek disiplininden gelen ilkelere uygun olmadığını görüyoruz, başta kent kimliği olmak üzere. Kent kimliğini zedeleyen, karakterini bozan, hiçbir hesaba dayalı olarak üretilmeyen projeler görüyoruz, son derece kopuk birbirinden. Yapılan projelere bakınca parçacıl uygulamalar görüyoruz. Tasarımlara bakınca acaba “biz ne okuduk, bunlar nasıl çıkıyor, bunları kimler yapıyor” diyoruz. Tepeden inme kararlar geliyor ve plancı ne yazık ki sadece tekniker. Geçenlerde Çekmeköy taraflarından geçiyordum, yeni yapılan yerler gördüm. Bana şunu anımsattılar: elinize bir avuç misketi alıp serpersiniz, nereye düşerse… Yapılar aynen bu şekildeydi! Tasarım, kimlik, özgürlük, planlama ilkeleri dediğimiz şeyler o kadar yoktu ki, dedim ki “biz ne okuyoruz, ya da ne okutuyoruz!” Plancının yetkisi denen şey tamamen ortadan kalkmış durumda. Plancının inisiyatifi tamamen ortadan kalkmış durumda bugün. O zaman işte ucube tasarımlar, planlar ortaya çıkabiliyor. Plancının hiçbir etkisinin olamadığı, sanatını konuşturamadığı projelerden nasıl başarılı bir sonuç bekleyebilirsiniz ki? Birileri kararı veriyor, plancı sadece bunu çizmekle yükümlü. Herhangi bir tekniker, bilgisayar programlarını kullanabilen herhangi biri bunu yapabilir. Böyle bir ortamda, büyük projelerin, bütün plan bütünlüğünü bozacak şekilde kente yerleşmesini başka hangi ilkeyle, hangi esasla açıklayabilirsiniz ki? Her alanda bu siyasallaşma süreci karşımıza çıkıyor. Planlamanın overdose siyasallaşması! Ülkemizde yapılan planlarda, yasa ve yönetmeliklerde “kamu yararı”nın ne kadar gözetildiğini düşünüyorsunuz? İlkesel olarak ve yasal olarak baktığımızda, imar planları sadece kamu için yapılır. Hatta imar planında kararı verilen kamulaştırılacak alanda ayrıca kamu yararı aranmaz. Bunun temelinde, imar planının sadece kamu yararı için yapılabildiği gerçeği vardır. Plan kararları doğrultusunda yapılacak bir sosyal donatı alanında ayrıca kamu yararı kararı aranmaz. Planlama temelinde böyle bir şeydir. Uygulamalara baktığımızda ise kamu yararı nereye çeksen oraya gidecek bir şey. Dubai Towers davasında bilirkişiler, kamu yararı vardır diye bir karar verdiler. Çünkü içinde istihdam edilecekmiş, çok insan çalışacakmış ve bu kamu yararıymış. Kamu yararı böyle bir şey değil! Bu kararlara baktığımızda kamu yararı konusunu bir daha gözden geçirmemiz gerekiyor. Özellikle plan tadilatlarının, yapılan değişikliklerin kamu yararı gözetilerek yapılmadığını görüyoruz. “Daha fazla sosyal donatı yapalım, parkımız çok olsun” gibi bir plan değişikliğine rastlayamıyoruz. Planlamanın ruhuna aykırı şekilde kamu yararı kavramının giderek daha da fazla göz ardı edildiğini görür olduk. Yasal sistem de kamu yararını gözetmenize pek izin vermiyor. Odamıza dahil olduğunuz zamanlardan bugüne, Oda çalışmaları hakkında ne düşünüyorsunuz? İstanbul Şubesi kurulduğundan beri içindeyim Odanın. Çeşitli çalışma komisyonlarında yer aldım, yanlış hatırlamıyorsam 98 yılında yönetime girdim. Odaya şekerlik, çay bardağı almaktan tutun, tuvalet temizlemeye kadar emeğimiz
9
10
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
var, bu yüzden çocuğumuz gibi diyebilirim. Ben meslek hayatımdaki en büyük deneyimleri Odanın içinde bulunarak edindim. Bunu herkese, özellikle genç arkadaşlara söylüyorum: Mutlaka odanın komisyonlarında yer alın, yönetim kurulu toplantılarını izleyin, yönetime girin, bir şekilde içinde olun Odanın. Bu kadar deneyimi başka hiçbir yerde bulma, gündemi bu kadar takip edebilme şansınız yok. Pratikten gelen teorik tartışmaları akademide bile bu şekilde bulamazsınız. Kendi adıma yineliyorum, bana meslek hayatımda en çok birikimi katan yer Oda olmuştur. 10 senenin üzerinde yönetimde görev yapmıştım, 9 ay başkanlığım oldu. İstanbul Şube’nin ilk kadın başkanıydım. Bir süre sonra yönetimi daha genç arkadaşlara bırakıp komisyonları beslememiz gerekiyor, bu deneyimlerle komisyonlarda yer almamız lazım. Hep söylüyoruz, Oda demek 14 Yönetim Kurulu Üyesi ve Sekreterya çalışanları demek değil, hele kent gündemi bu kadar yoğunken. Gezi sürecinde de gördük ki Oda her alanın içinde olmak durumunda. Dolayısıyla Oda demek hepimiz demek; hatta sadece plancılar değil, bu multidisipliner alanda olan herkes demek. Her meslek alanı şehir planlamaya bambaşka boyut katar. Bildiğiniz üzere, üyelerimizin ilgi alanlarına göre oluşturdukları / dahil oldukları ve katılımları ile beslenen çalışma komisyonlarımız var. Şehir Plancıları Odası’nda çalıştığınız komisyonlar oldu mu, (varsa) nelerdir? Plan inceleme komisyonu dışında neredeyse her komisyonda çalıştım. Hukuk Komisyonu, Kentsel Dönüşüm Komisyonu, aklıma gelmeyen, neredeyse tüm komisyonlara katkı verdim. Özellikle bir dönem Hukuk Komisyonu’nda çok çalışmak zorunda kaldık çünkü 2000’li yılların başlarında yasa taslağı bombardımanı vardı. Neredeyse bir katılım yorgunluğu yaşayarak, başka hiçbir iş yapamadan yasa taslağı değerlendirerek geçti bir dönemimiz. Gece gündüz birkaç kişi çalışıyorduk, yasa tasarısı hakkında görüşüyoruz, son noktayı koyarken bir faks geliyor; yeni yasa tasarısı geldi öteki iptal! Böyle bir dönemden geçiyoruz. Katılım yorgunluğunu yaşadık o dönemde. Deneyimli bir meslektaşımız, hocamız olarak; henüz mezun olmamış meslektaş adaylarımıza ve yeni mezun olan meslektaşlarımıza önerileriniz var mı? En başta, birinci sınıftan itibaren odanın içinde yer almalı. Gerek komisyonlarda, gerek dinleyici olarak, toplantıları izleyenler olarak.. Meslek ile ilgili hayallerini gerçekleştirebilecekleri yer orası. Başka alanlarda yüksek lisans yapsınlar. Nerede çalışırlarsa çalışsınlar ilkelerinden, mesleki hayallerinden vazgeçmesinler. Sadece tekniker olmaya kendilerini mahkum etmesinler. Bildiklerinde ısrarcı olsunlar, dirensinler. Bu şekilde mesleğin onurunu kurtarabilirler ve meslekten beklentilerini yerine getirebilirler.
11
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
İSMAİL ÇİÇİN Kent Yapı Planlama Ltd. Şti. Şirket Kurucusu ve Yetkili Plancısı
Hangi okuldan, kaç yılında mezun oldunuz? Yıldız Teknik Üniversitesi 1984 yılı giriş, 1993 yılı çıkışlıyım. Çalışma hayatınız hakkında kısa bir özgeçmiş anlatır mısınız? Genel olarak hangi projelerde yer aldınız? Okuldayken hedefim vardı. İki yıl bir firmada çalışacaktım, sonra kendi şirketimi kuracaktım. 2 değil 3 yıl çalıştım, ardından, 1996 yılında Kent Yapı şirketini kurdum. Şirketi kurmadan önce çalıştığım firmada toplu konut projeleri ve uygulamalarının içerisinde yer aldım. Esenkent, Tepekent, Boğazköy bunlardan bazıları. Kent Yapı Planlama’yı kurduktan sonra birçok yerleşim alanlarımızın değişik türde nazım imar planı ve uygulama imar planlarını yapma şansına sahip oldum. 2005 yılında Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Çevre Düzeni Planları çerçevesinde İlk ihalesi olan Niğde, Aksaray, Kırşehir, Nevşehir illerini kapsayan planı aldık. 2005 yılında Çevre Düzeni Plan Yapım Yönetmeliği ve lejandı değişmişti, bu yüzden ihaleyi aldığımızda tedirgindik. Başarı ile tamamladık. Sonra Kars, Ardahan, Iğdır ve Ağrı illerini kapsayan 35 bin kilometrekare alanda Çevre Düzeni Planı işi yaptık. Bu planın bir anlamı da kendi memleketimin (Kars) planını yapmaktı, her iki plan da şu anda uygulamadadır. Bu da beni mutlu ediyor . Yine bu dönemde Niğde’nin 1/25000 ve 5000 planlarını çalışmak da zevkli ve anlamlı idi. Türkiye’nin hemen her yerinde plan yapan bir firma olduk. Mevzii Plandan tutun, Çevre Düzeni Planı, Koruma Planına kadar neredeyse her ölçekte, her tür planı yaptık. Şu an ilgilendiğiniz projeler nelerdir? 20 yıl meslekte yoğun olarak iş yapınca belki bir mesleksel yorgunluk oluyor; başka
12
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
ilgi alanları ile daha yoğun ilgilenebilmek adına küçülme kararı aldık. Şu an eskisi gibi büyük işler yapmıyoruz. Daha küçük ölçekte çalışıyoruz ve birkaç belediyenin danışmanlığını yapıyoruz. Mezun olduktan sonra, meslek hayatınızda ne gibi zorluklarla karşılaştınız? Mesleğe atıldığımız zamanlarda üniversite mezunu olmak çok anlamlıydı. (Yıllar geçtikçe bu anlamın azaldığını düşünüyorum). Kişisel kaynaklı mı, hocalarımızdan kaynaklı mı bilmiyorum ama özgüven vardı. Okuldaki hocam asistanı olmamı teklif etmişti, hayır demek durumunda kalmıştım çünkü hedefim başkaydı. Tabii açık konuşmak lazım, hırpalandık. Ortada çok fazla büro yoktu, çok fazla şehir plancısı yoktu, belediyelerin bir çoğunda şehir plancısı yoktu. Bir örnek anlatmak istiyorum; şirketi yeni kurduğum dönemler idi, yeni atanan bir imar müdürü beni arayıp, burada imar uygulaması yapılıyor ama imar planı yok demişti. İmar planı olmadan imar uygulaması yapılan dönemlerden geçtik. Bizi anlayan insan çok azdı, onun yalnızlığını çektik. Mimarlarla mücadele etmek durumunda kaldık; o zamanlar mimar olup planlama bürosu açanlar vardı (Gel ki hala birkaç tane var), mesleğimizi mimarlar yapıyordu... Sonra mezun meslektaşlarımızın sayıları arttı, bürolarda, belediyelerde yer edinmeye başladık, adımız duyuldu. Meslekte yaşadığım çok kötü bir olay yok diyebilirim. Meslek yaşamınızda, sizi en çok şaşırtan ve mutlu eden neydi? Çevre Düzeni Planları doyurucu olmasıyla birlikte çok da eğlenceliydi. Belediye başkanlarıyla toplantılar yapardık, çok farklı insanlar görürdük. Bir ilçede planları almaya gittik , orada tekniker bir arkadaş vardı. Nazım İmar Planlarını istedim, “2.5 yıldır buradayım, nazım diye birini hatırlamıyorum” diye cevap verdi. Şaşırdım, meslek terminolojisini tanıtmak anlamında ciddi sıkıntılarımız olduğunu fark ettim. İl genelinde yaptığımız bir toplantıda yaşlı bir amca, eskiden 7 metreden su çıkan bir yerde şimdi 270 metreden su çıktığını anlatıp, “sizin yüzünüzden” diyerek çevre il müdürüne kalem fırlatmıştı. Çok ilginç gelmişti toprağına sahip çıkan amcanın tepkisi. Mesleğe adım attığınız zamanlardaki beklentileriniz ile bugününüzü karşılaştırdığınızda, bu alanı seçtiğiniz için kendinizi şanslı ya da pişman hissediyor musunuz? Can damarı bir soru… Maddi durumu çok da iyi olmayan, mesleğe adım attığımda hayata adeta sıfırdan başlayan biriydim. Hedeflerim vardı mesleki anlamda, bir kenti bir plancı ruhuyla, mantığıyla yaratmak istiyordum; tecrübelerimi, bilgimi, eğitimimi bir araya getirip kenti yaratmak… Hedeflerimin bir kısmını gerçekleştirebildim ama bu olmadı, çok kolay bir hedef değildi. 70’lerde, 80’lerde mesleğimiz az bilinmesine karşın çok daha önemsenen ve geleceğe yönelik kararları verebilen bir meslekti. Hep şehir planlama mesleği daha önemsenecek diye beklendi, mesleği daha iyi bilirseniz daha öne çıkacaksınız, ülkede daha büyük sorumluluklar
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
alacaksınız diye bekleniyordu; insanlar artıyor, binalar artıyor, sorunlar artıyor ve buna paralel olarak bu meslek zemin olarak daha genişleyecek, daha büyüyecekti. Maalesef öyle olmadı, içeriği de boşaltılmaya başlandı. Bugün şehir planlama işi büyük bir oranda rant yaratma aracı oldu. Dolayısıyla benim hedeflerim ve sizin hedeflerinizden daha önemlisi mesleğin gittiği yer. Kentler nereye gidiyor, planlama nereye gidiyor? Planlama sosyalist bir kavramdır. Kurallar getirir, eşitlik getirir, geleceğe yönelik bir planlama sürecini emreder. Dolayısıyla kapitalizmin sevdiği bir yapı değil; bu yüzden meslek çok hırpalanıyor, özellikle siyasetçiler tarafından. Biz ne kadar karşısında durabildik o ayrı konu ama şu an mesleğimizi tanıyamıyorum. Bu mesleği seçtiğim için hiç pişman olmadım ancak çok duygusal ve hassas biriyseniz yoruluyorsunuz. İstanbul’un şehir planlamasını dünya ile kıyaslayacak olsak neler söylerdiniz? İstanbul’da ne ararsanız var. Geleceğine baktığınız zaman, tarihi yapısına baktığınız zaman, her şeyi bulabiliyorsunuz. İstanbul’un planla ilgili bir sıkıntısı yok, onaylanan alt ölçekli planlarına, plan tadilatlarına bakın; Çevre Düzeni Planları ile, üst planlarla çakıştırın. Uyan tek şey fonksiyon olabilir. İstanbul’un geleceği bugünden belli zaten. Son yıllarda yaşadığımız patlamalar, terör eylemleri... İstanbul öyle bir noktaya gidiyor ki, dün konuştuğumuz “4 kat mı olsun, 5 kat mı olsun” tartışması bugün lüks gelmeye başladı. Örnek olarak, Esenyurt tarafında 1995 yılında bir plan yapılmış, mevcuttaki 2 kat 5 kata çıkarılmış ve dava açılmış; şu an ise o bölgede 30 kat var ve yapım tekniği olarak farklı değiller. Dün konuştuğumuz bugün lüks geliyor, bugün konuştuklarımız da 10 yıl sonra lüks olmaya başlayacak korkarım. Dünya kentleriyle Paris’i Londra’yı kastediyorsanız, fark gittikçe artıyor. İstanbul’u anlatmak için kent kelimesi kifayetsiz kalıyor. Kaliteli kent yaşamı öyle bir noktaya gelecek gibi ki, arka sokaklar kavramının tüm kenti kaplayacağı, güvensiz bir sürece gireceğiz. Kent güvenliği açısından, insan sağlığı açısından; insanı var eden temel konular bir bir yok olmaya başlayacak. Gelecek konusunda endişeliyim. Çok kent dolaştım, çok plan yaptım Türkiye’de, fark ettim ki kentler birer küçük İstanbul olmaya başlamış. Yapılaşmalar aynı tarzda, maalesef. İstanbul’un hastalığı kendisini tükettiği gibi Türkiye’ye de yayılmış durumda. Iğdır’da bir plan notu gördüm, plan notunda şu yazıyor: “Mevcut durum imar durumudur.” Yani kaç kat inşaat yaptıysanız getirin onu ruhsatlandıralım diyor. En çok da gelecek nesiller için üzülüyorum. Ülkemizde yapılan planlarda, yasa ve yönetmeliklerde “kamu yararı”nın ne kadar gözetildiğini düşünüyorsunuz? Devletin tarafından şöyle bir denetleme duydunuz mu: şu plan tadilatlarına bakalım senin ana planına uygun mudur değil midir? Bir sürü plan onaylanır, bir vatandaşın gidip “burada 4 kattı siz 6 kat vermişsiniz, bu planın bütünlüğünü bozar” demiyor da “2 kat da ben çıksam” diyor. Biraz yeşile duyarlılık var (varsa), onun dışında kentlerimizi kaybediyoruz. Kamu yararı diye bir şey yok. Kamu yararı bütün halkın, bütün canlıların yararı. Ağaçların, hayvanların... Bir parka sahip çıkmak için yanındaki binada mı oturmalıyım? Park dediğiniz tescil dışıdır, tescil dışı dediğiniz de ka-
13
14
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
munun kullanabileceği alan demektir. Yönetmelikler perişan olmuş durumda. Kamu yararı, gelecek, planlama ilkeleri, ekoloji, daha nice bir sürü tabirin içi boşaltılmış durumda. Oysa bunlar sağlıklı ve sürdürülebilir bir geleceğin teminatıdır. Planlama ilkeleri nedir? Planlama bilgisidir. Dere kenarlarını koruruz, biliriz ki burada taşkın olur. Bunlar teknik, mesleki bilgilerdir.Bu mesleki bilgiler aynı zamanda kamunun lehinedir. Bugün 1453 diye bir proje var, uydu görüntüsünden bakıyorsunuz; katliam gibi! Kötüye giden bir kent düzeninde iyiye giden meslek düzeni göremezsiniz ki. Kentlerimiz hangi noktadaysa mesleğimiz de o noktaya gidiyor. Ben ŞPO Yönetimindeyken İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yapmış olduğu Nazım İmar Planı’nı tartışıyoruz, 2005 yılıydı sanırım, 12 milyon gibi bir projeksiyon
nüfus belirlenmiş 2020 için. Şu an İstanbul’un nüfusu kaç? İller Bankası’nın yapmış olduğu projeksiyonda yaklaşık 15 milyon ama bunun içinde mülteciler, son göçler, ziyaretçi nüfus yok elbette. Alanımız 5000 km2, nüfusun ne şekilde arttığı ortada, ormanlarımızın nasıl yok edildiği ortada 3. Köprü bağlantı yolları ile, 3. Havaalanı ile; devam edelim buna, nereye kadar devam edebiliriz? Şu gündemde 35 – 40 milyon nüfustan bahsediliyor. Biz 10 milyon nüfusu yerleştiremedik İstanbul’a o zamanlar! Bir gazetecinin “1453’te aldınız İstanbul’u ama hala yerleşemediniz” dediği gibi. 10 milyon nüfusa sağlıklı bir kent ortamı, altyapı, yeterli donatı alanı sağlayamadığımız için yerleştiremezken 35 – 40 milyonu nasıl yerleştireceğiz? Nüfus dediğiniz evinden işine – işinden evine giden midir? Nerede bunun yaşam standartları? Kaliteli kent yaşamı ile ilgili bir ihale yapmayı düşünüyordu Büyükşehir Belediyesi, İstanbul’daki kent yaşamını analiz edecek, bunu artırmak için gerekenleri ortaya çıkaracaktı. Projeden sonra da uygulama yapılacaktı. İki kez ihaleye çıktı ve ihale iptal edildi. Bu ihalenin yapılmamasının en büyük nedenlerinden biri utanılacak bir
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
tablo çıkmasıydı bence. O tabloyu belgelemek istemedi. Durumu ortaya koysalar bile gerekli donatıları sağlayacak ne iradeleri ne de politikaları vardı. Kentsel Yaşam Kalitesi nedir? Kültür Merkezleridir, yeşil alanlardır, Avrupa’da kazandığı boyutlar gibi kent mobilyaları, meydanları yaşam merkezi haline getirmektir; kentsel yaşam kalitesi bunlardır. Konutlar değil, ticaret değil, sanayi değil. Türkiye’de iktidarsal, siyasal açıdan bir dönüşüm olmadan bir kurtuluş olacağını zannetmiyorum. 1950’lerden beri siyasi mantaliteden kaynaklanan kent hırpalanmaları var. Ancak bugünlere baktığımızda o günleri arıyoruz. Eskiden ülke planlamaları vardı, bölge planlamaları vardı, 85 – 86’da (yanılmıyorsam) Ana Ulaşım Planı yapılmıştı, Türkiye’nin planlı (yetersiz de olsa) gelişmesi vardı. Bu planları yok edip planlamanın daha iyiye gideceğini görmek aşırı iyi niyetlilik olur. Odamıza dahil olduğunuz zamanlardan bugüne, Oda çalışmaları hakkında ne düşünüyorsunuz? Bizim Oda 1991 yılı gibi şekil almaya başladı, ben de 93 yılında yönetime girdim. Zor şartlardı. İlk bilgisayarı aldığımız günü hatırlıyorum. Odamızın o günlerini düşünüyorum, fiziki mekan açısından, çalışanları açısından, üyelerle bağlantıyı kurabilme fırsatı açısından daha iyi bir ortam var. Odamızın nitelik ve nicelik açısından daha iyiye gittiği ortada. Geriye giden noktalar da var elbette, genel kurullara katılımın yüksek olmaması gibi, örgütlülükteki aktiflik ne kadar artıyor, bu tartışılabilir. 2002 Türkiye’deki seçimlerden sonra STK’lar, meslek odaları iktidar tarafından istenmiyor. Kamu yararını denetleyen mekanizmalar istenmiyor. İBB’ye plan götürüyoruz, Oda onayı istemiyoruz diyebiliyor. Sana eksiksiz iş gelmesi gerekiyorken, bunu nasıl söyleyebilirsin? Bir başka sebep de Gezi olaylarının ardından gelen baskılar oldu. Mahkeme kararları arşivlere sığmıyorken, Odanın, biraz mevcut gelişmelere, olup bitenlere, akademisyen boyutundan -o bir parçasıdır kesinlikle tartışmıyorum– neler yapılabilir konusunda uygulamaya kayması ile daha iyiye gidebileceğine inanıyorum. Kentin, geleceğini, mesleğin gidişini iyi okuyabilirse, meslektaşlarla organik ilişkileri güçlü kurgulayabilirse Odamızın her zaman ihtiyaç duyulan bir kurum olduğunun daha net farkedileceği açıktır. Bildiğiniz üzere, üyelerimizin ilgi alanlarına göre oluşturdukları / dahil oldukları ve katılımları ile beslenen çalışma komisyonlarımız var. Şehir Plancıları Odası’nda çalıştığınız komisyon oldu mu, (varsa) nelerdir? 2003’ten sonra, yöneticilik kısmı odada bittikten sonra, toplantılara katılmaya devam ettim. Genel Kurul’daki yönetmelik komisyonlarında yer aldım, meslektaşlar için var olan komisyonlar hep ilgimi çekti, meslek ve meslektaşlarımız ile ilgili çalışmalara katıldım. İSKİ Yönetmelikleri üzerine çok çalıştım, düşünün bir kurum var, görevi korumak. Görevi korumak olan bu kurum, alanı perişan etmek üzerine çalışmalar yapıyor. Rahmetli Oktay Ekinci’nin de o konuda çok emeği oldu. Kentsel korumalar alanında, Balat bölgesi ile ilgili çalışmalarda yer aldım.
15
16
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
“Karne” adıyla da bilinen, aslında birçok meslektaşımız tarafından da eleştirilen “İmar Planı Yapımı Yeterlilik Belgesi” hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu konunun iki boyutu var: İlki meslektaşlarımızın onuru, ikincisi devletin yaklaşımı. Sorumuzun muhatabı olan devlet. 1995’lerde, mimar, mühendis kategorisinde değildik. 12 Eylül anayasasında bizim mesleğimiz sayılmamıştı, ikinci sınıf muamelesi görürdü. Bayındırlık Bakanlığı’na gidip gelmeler olmuştu ve biz kazanım elde etmiştik. Ciddi bir uğraş vardı, ciddi bir destek vardı ve biz onu bu sayede değiştirebilmiştik. Bu, bizim Odanın geçmişte meslektaşlar için yaptığı en büyük çalışmalardan biriydi bana göre. Karne konusunu da çok farklı görmüyorum. 23 yıldır her türlü planı yaptım, planların sorumlusu olarak hepsinde imzam var ve bunların hepsi belgeli. Devlete diyorsunuz ki belgeli bunlar, ihaleleler var, bunların hepsi senin kaydın. Hangi işle ne kadar uğraşmış toplarsın, 15 yıl mı, ona göre karneyi verirsin. Bunu neden yapmıyor? Asıl sıkıntı burada. Hep hak diyoruz, eşitlik diyoruz, 15 yıl proje çizmiş bir insan neden A sınıfı karneye sahip olamıyor da belki hayatında plan çizmemiş, kamu kurumunda çalışmış biri alabiliyor? Bu haksızlıktır. Bunun için Odamızın, özellikle Genel Merkez’in şubeleri, temsilcilikleri, üyeleri toplayıp ciddi bir çalışma yapması gerekir. Deneyimli bir meslektaşımız olarak; henüz mezun olmamış meslektaş adaylarımıza ve yeni mezun olan meslektaşlarımıza önerileriniz var mı? Bu mesleği çok seven, zorluklarını yaşayan bir insan olarak, meslektaşların gelecekte iyi bir noktada olmaları beni çok sevindirir. Geleceğe yönelik iyi meslektaşların da olabileceği temel kaynak, okul. Okulu bitirene kadar, okuldan alabilecekleri her şeyi dolu dolu almaya çalışsınlar. Şehir plancısı aç kalmaz. Pazarcılık da yapsa iyi iş yapar çünkü doğru yeri seçmeyi bilir. Mesleğimiz çok farklı bakış açısı kazandıran; çok rahat organizasyon yapabilecek bilgi ve beceriyi kişiye kazandıran bir meslek. Hangi işi yaparsanız yapın mesleğimiz çok işe yarayacaktır. Piyasadan korktukları için değil, idealleri varsa yüksek lisans yapsınlar. Mezun olduktan sonra yapacakları ilk iş, yüksek maaşlı, rahat bir iş aramak olmasın. “Bu işi en iyi nerde öğrenebilirim?” olsun öncelikleri. Meslek dediğimiz sadece işin tekniği değil, mesleki ahlak, mesleki duruş ve bakış açınızdır. Bunları işinize yansıtırsanız şehir plancısı olursunuz. Bu manada mesleği iyi öğrenirseniz emin olun hayata tutunacağınız bir kanal bulursunuz. Emin olun meslek size bir kapı açacaktır.
17
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
MÜBERRA OFLAZ İMPO İmar AŞ Şirket Kurucusu ve Yetkili Plancısı
Hangi okuldan, kaç yılında mezun oldunuz? Yıldız Teknik Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama 1993 yılı mezunuyum. 1989 yılında bölümü hiç tanımadan girdim. Bizim zamanımızda rehberlik hizmetleri çok fazla yoktu; ne olduğunu araştıramadan, içine girince öğrendiğimiz bir bölüm oldu Şehir ve Bölge Planlama. Girdikten sonra öğrenmiş olduk ne olduğunu. O zamanlardan bu zamana hala “Çevre mühendisliği mi yapıyorsunuz?”, “Çevre kirliliğini mi araştırıyorsunuz?” gibi sorularla karşı karşıya kalıyoruz, elimizden geldiğince ne olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Çalışma hayatınız hakkında kısa bir özgeçmiş anlatır mısınız genel olarak, hangi projelerde yer aldınız? Mezun olduktan sonra, şu an sizin de bünyesinde çalıştığınız Şehir Plancıları Odası’nda görev aldım kısa bir süre. Hemen 1994’ün başından 1998 yılına kadar Silivri Belediyesi’nde çalıştım, 4 yıllık bir kamu kurumu deneyimim oldu. Mecburen çalışma hayatıma ara vermek zorunda kaldım. İstanbul’da ikamet edip Silivri’ye gidiyordum, hamilelik sürecinde bu durum zor oldu ve mecburen istifa etmek zorunda kaldım. Doğum süreciydi, çocukların büyüme süreciydi derken birkaç yıl ara verdim. O sırada eşim Hüseyin Oflaz, İMPO İmar’ı 1996 senesinde kurmuş idi. O şirket işlerini devam ettiriyordu, ben de olabildiğince onlara destek veriyordum o arada. Daha sonra da, çocukları belli bir yaşa getirdikten sonra tekrar aktif olarak, Hüseyin Bey’le şirket ortağı olarak başladık. 20 yıldır, bir kısım kamuda, ama ağırlıklı olarak da özel sektörde planlama hizmeti veriyoruz. Birçok belediye ile çalıştık; en batıdan en doğuya, en kuzeyden en güneye diye tarif edeyim. Kırklareli, Bitlis, Ağrı, Erzincan, Ordu, İzmir, Antalya; aklıma gelenler bunlar. Kısacası her bölgeden çalışma fırsatımız oldu.
18
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
Belediyelerle, bakanlıklarla, Ulaştırma Bakanlığı’na iş yapıyoruz, özellikle İller Bankası’na iş yapıyoruz. Danışmanlık hizmetlerimiz var. Aslında İMPO İmar Şirketi’nde 4 farklı departmanımız var. Bu farklı 4 departmandan biri Planlama Departmanı. Bu departmanda tüm ülke çapında imar planlama hizmetleri yapılıyor. Çevre düzeni planından nazım imar planına, uygulama imar planından koruma amaçlı imar planına kadar her ölçekte imar planları üretiyoruz; Kentsel Dönüşüm Departmanımız var. Son 4 yılda kentsel dönüşüm çalışmalarının başlamasıyla beraber kurduğumuz bir departman; Danışmanlık Hizmetleri Departmanımız var, bazı belediyelere ve şirketlere gayrimenkul konusunda danışmanlık hizmeti veriyoruz. Bir de kendi geliştirmiş olduğumuz İmpoMES - Mülkiyet Erişim Sistemi Departmanımız var. Bu departmanda, büyük şirketlerin ellerindeki gayrimenkul portföyünün takibini, düzenli olarak denetlemesini yapıp, elde edilen bilgibelgeleri İmpoMES sistemine aktararak, web tabanlı olarak mülk sahiplerinin erişimine sunuyoruz. Bilgi almak istediklerinde sisteme kendi şifreleriyle giriyorlar ve mülklerinin tamamının tapudaki durumu nedir, imar durumu nedir, vergi borçları nedir veya alansal alarak nerede kalıyor, kaç m²dir vs., o mülkiyete ait olabilecek tüm verilere o sistem sayesinde ulaşmış oluyorlar. Bu bir ağ sistem herhalde, üyelik mi satın alıyor aslında gayrimenkul sahipleri? Aynen öyle. Tabi parsel bazlı üyelik almış oluyor. 2 ayda bir biz bunların güncellemesini yapıyoruz, bunun için kurulmuş ayrı bir ekibimiz var. Bu ekibimiz mülk neredeyse, Trabzon’da ise mülkiyet Trabzon’a gidiyor oradaki belediyeleri, müdürlükleri, bakanlıkları… ilgili hangi kurum varsa onları ziyaret ediyor, gerekli dokümanları alıyor, bilgileri burada sisteme aktarıyoruz. Genellikle büyük şirketlerin işine yarayan bir sistem; kendileri çok sayıdaki gayrimenkulün hakimiyetini kuramıyorlar, kursalar dahi ekstra bir eleman bu iş için ayırmaları gerekiyor, ekstra zaman ayırmaları gerekiyor, teknik detaylara hakim olmayabiliyorlar. Burada bu konuyla uğraşan teknik ekip var, onlar açısından problem yaratabilecek hususları yakaladığımızda da ilgili mülk sahiplerine bildiriyoruz; kendi hukuksal süreçlerini takip etmiş oluyorlar. “Kontrol edilemeyen mülk sizin mülkünüz değildir.” diyoruz. İmpoMES 5 yıldır var. Amacımız sadece imar planı değil artık, 20 yıl önce amaç o idi ama değişen beklentiler farklı departmanların oluşmasına sebep oldu. Şu an, İmar Planı olarak baktığımızda Yalova’nın Çevre Düzeni Planı’nı yapıyoruz, İzmir’de, Vize’de, Mudurnu’da, Edirne (Beğendik) imar planları devam ediyor. İhalesini yeni aldığımız, Avanos Koruma Amaçlı İmar Planı çalışmalarına başlıyoruz, Mardin’de kentsel dönüşüm çalışmaları devam ediyor. Mezun olduktan sonra ne gibi zorluklarla karşılaştınız? Mezun olduğumda iş bulmada büyük bir sıkıntı yaşamadım, az sayıda plancı vardı, tabi ki bununla paralel olarak çok az planlama bürosu vardı. Ya kamu kurumuna girmemiz gerekiyordu, ya az sayıdaki özel planlama bürolarına... Şimdiki gibi gayrimenkul değerleme büroları gibi bir iş kolu da yoktu o zamanlar. O dönemler
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
ilk başta Şehir Plancıları Odası, onun akabinde belediyede çalıştım, ardından özel büromuzda çalışmaya başladım. Yani çok büyük sıkıntılar yaşadığımı söyleyemeyeceğim, Yıldız Teknik Üniversitesi mezunu olduğum için de avantajlı olduğumu düşünüyorum. Piyasada çok aranan mezunlardı okulumuzun mezunları. Mezun olduğum zaman belediyede çalışmaya başladığımda Koruma Amaçlı İmar Planında görevlendirildim, “ben şimdi ne yapacağım” demedim hiç, elim ayağım birbirine dolaştı diyemiyorum çünkü planın başında da planlama sürecinin içinde de ne yapılması gerektiğini biliyordum (buradan da hocalarıma teşekkür edeyim.) Tabii ki planlama çok dinamik bir alan, “tamam ben bu işi biliyorum” deme lüksümüzün olmadığını düşünüyorum. Her kent farklı kimlikte, kentin özgün kimliğine uygun plan üretmek zorundasınız. Meslek yaşamınızda sizi en çok şaşırtan ya da mutlu eden olay nedir? Belediyede imar planının ne olduğunu bilmeyen teknik personeller var. Parselasyon planını imar planı sanabiliyorlar, özellikle kırsal belediyelerde karşımıza çıkıyor bu durum. Plan nedir, parselasyon planı nedir, imar planı nasıl uygulanır bilmedikleri için sıkıntı yaşıyoruz. Galiba o yerleşmelerde uygulama – plan konusunda hiyerarşi tersten başa doğru gidebiliyor. Kurum görüşleri alınmadan plan yapılmış yerlerle karşılaşıyoruz mesela. Kurum görüşleri alınmadığı için bazı tarım arazileri imara açılmış, sonradan Bakanlık kanalı ile alanın plan ihalesi yapılıyor, belediye başkanına anlatamıyoruz o alanın imara kapalı alan olması gerektiğini; o zaman ne oluyor? Planı yaptırmak istemiyor, plan durdurma kararı alınıyor ve harcadığınız emekle, boşa kürek çektiğinizle kalıyorsunuz, sözleşmeyi feshetme kararı alınabiliyor. Bir belediyede bu sorun ile yaklaşık 5 yıl uğraştık ve uğraştığımızla kaldık, kendi yaptıkları imar planına geri döndüler. Böyle durumlarla karşılaşabiliyoruz.
19
20
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
Mutlu eden olaya gelince, bir yere giderken, planlarını yaptığımız yerleşim yerlerinin yol tabelalarını görmek bile beni mutlu ediyor. Kenti şekillendiren bir ürün ortaya koymak, hele ki çizdiğimiz plan uygulandıysa, çok mutlu oluyorum. Pişman ya da şanslı hissediyor musunuz? Üniversiteye ilk girdiğimde pişman oldum. Çok ağır gelmişti başta, bunalmıştım, bırakmayı düşünmüştüm birinci sınıfın ilk döneminde. Bırakmayı da kendime yediremedim, devam ettim ve şimdi “iyi ki seçmişim” diyorum. Güzel bir mesleğimiz var, insanların yaşayacağı alanlara yön veriyoruz. Yaşam kalitelerini etkiliyoruz, artırmak için çaba içerisine giriyoruz. İstanbul’un şehir planlamasını dünya örnekleriyle kıyaslayacak olsak neler söylerdiniz? Günümüzde, devlet eliyle dönüşümler gerçekleşiyor İstanbul’da. İstanbul hem fiziki mekan, hem siyasal – ekonomik bir merkez ve bunda bir denge kurulması lazım. Bu kadar karışık bir yerde dengeyi sağlamak zor, planlaması güç. Yapılan planlar, farklı projeler ile bozulmak zorunda kalıyor. Başta düşünülemeyen şeyler sonradan eklenti olarak plana giriyor ve bu da farklı sonuçlar doğuruyor. Yurt dışı örneklere baktığımızda yapı bu kadar karışık değil. Bu kadar yoğun nüfus baskısının olmaması bir avantaj, haliyle daha sağlıklı plan ve uygulamalar çıkıyor karşımıza. Ülkede yapılan kararlarda, yasa ve yönetmeliklerde kamu yararının ne kadar düşünüldüğünü düşünüyorsunuz? Planlar yapılırken ilk etapta kamu yararı gözetilerek yapılıyor, planın çıkış amacı o. Ancak uygulama aşamasında kamu yararı gözetiliyor mu ona odaklanmak lazım. Özellikle plan tadilatları ile kamu yararı kavramı da delinmiş oluyor. Artık belediyelerin de plan tadilatlarına sıcak bakmadığını görüyoruz. Şöyle bir durum da var, gezerken yeşil alan görmek ister insanlar, ama 500 metrekare bir arsası var ise 200 metrekaresini alıp park yapalım derseniz olay çıkar. O 200 metrekare kamu yararı için alınacak olsa da mal canın yongası, vatandaş bu konuda pek bilinçli değil. Bırakın donatıya alan ayırmayı, 3 katı nasıl 5 kat yapalım diye artı kazanmaya yönelik bir tavır oluyor. Vatandaş bütün plana bakmıyor ki, kendi parsel numarasını sorguluyor. Bu yüzden plancılar olarak biz kamu yararını plana aktarsak da sıkıntı daha çok uygulamada yaşanıyor. Keşke planın uygulanmasını da denetleyebilsek. Oda çalışmaları hakkında neler düşünüyorsunuz? Ben Odada çalıştığım dönem Oda bu kadar kalabalık değildi. Ali Rıza Bey (Ali Rıza Nurhan, dönemin Şube Sekreteri) ile birlikte sadece ben çalışıyordum. Odanın mesleki problemlere daha çok eğilmesi gerektiğini düşünüyorum. Karne problemi nasıl çözülür bilemiyorum ama yeniden bir düzenlemeye gidilmesi şart. Bu kadar emek harcayan, plan üreten plancılar olarak A grubu karneye ulaşmakta bu kadar
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
zorluk çekerken, kamu kurumunda çalışanlar 15-20 sene çalıştıktan sonra A grubu karneye sahip oluyorlar. Ben de 15-20 senedir çalışan, bir fiil plan üretmiş biri olarak bu karne grubuna ulaşamıyorum, bunun adaletsizlik olduğunu düşünüyorum. Yoksa Odanın bültenlerini, dergilerini sürekli takip ediyoruz, o konuda çalışmalarını görebiliyoruz; büroların yaşadığı bu tarz problemlerin de daha fazla üstünde durmasını bekliyoruz. Bir diğeri de Mesleki Denetim Uygulaması; yaptığımız işleri usülüne uygun olarak Odaya, Mesleki Denetim Uygulamasına getiriyoruz, ama bildiğiniz üzere büromuzun konumu Beşiktaş’a uzak. Dolayısıyla son anda yetiştirilebilen işleri teslimden önce oraya yetiştirmek bizim için zor olabiliyor. Bu nasıl çözülebilir, onay kurumu ile yeni bir düzenleme sağlanabilir mi, bilemiyorum. Odanın herhangi bir komisyonunda çalışma yaptınız mı? Hayır, yapmadım. Deneyimli bir meslektaşımız olarak; henüz mezun olmamış meslektaş adaylarımıza ve yeni mezun olan meslektaşlarımıza önerileriniz var mı? Biz özellikle istiyoruz ki stajyerlerimiz gelsinler, planlama sürecinin tamamen içinde olsunlar, pratiği öğrensinler. 20 günü, 30 günü doldurmak için staj yapmasınlar, kendilerine neler katabileceklerini düşünmeleri lazım. Bizim bölümde okumak da zor tabii, herkes gezerken biz sabaha kadar masanın etrafında çalışıyoruz. Öğrenciyi de anlıyorum, okul dönemi boyunca yorulmuş, ona da hak veriyorum. Stajı daha ciddiye almaları, staj sürecini geçirecekleri firmayı bilerek, tanıyarak başvurmaları onların faydasına olacaktır. Staj olması zorunlu değil, henüz mezun olmadan, yaz döneminde bu bürolarda çalışıp planlamanın uygulama boyutunu görmelerini, planlama ile ilgili bilgisayar programlarını henüz mezun olmadan kullanabilmelerini tavsiye ediyorum. Süre geçirmeye bakmasınlar, gözlemlesinler.
21
22
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
AYŞE EGE YILDIRIM Ayşe Ege Yıldırım Koruma - Planlama Yetkili Plancısı
Hangi okuldan, kaç yılında mezun oldunuz? Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden 1998 yılında mezun oldum. 92 girişliyim aslında, bir sene kayıt dondurup Almanya’ya, babamın yanına gittim; ardından Mimarlık Bölümü’nde Koruma Yan Dalına başladım, ondan dolayı da okulum bir yıl uzadı. Uzattığım için üzgün değilim; Raci Bademli’nin öğrencisi olma şansım oldu, Raci Hoca sene kaybını önemsemememizi önerirdi. Çalışma hayatınız hakkında kısa bir özgeçmiş anlatır mısınız? Genel olarak hangi projelerde yer aldınız? Lisanstan mezun olur olmaz İngiltere’de yüksek lisans yaptım, ondan sonra başladı aslında çalışma hayatım. 2000 yılında Cengiz Kabaoğlu’nun bürosunda (KA.BA Eski Eserler ve Mimarlık Ltd. Şti.)’de 6 yıl çalıştım ve bu deneyim benim için çok iyi oldu. Doktoraya başlama kararı vermiştim, çalışırken eş zamanlı olarak Ankara Üniversitesi Sosyal Çevre Bilimleri Anabilim Dalı’nda doktoramı devam ettirdim. Şehir planlama, koruma ve politikayı birleştirmek istedim; doktora tezimi kentsel koruma projelerinde aktörlerin örgütlenmesi üzerine yazdım; bu da benim için alan yönetimine doğrudan geçiş sağladı. Hayatımda her zaman sanat ön plandaydı, koruma ve kültür mirası beni biraz o boyuta çektiği için çok mutlu olmuştum. Ankara Üniversitesi’ndeyken Fulbright Bursu kazandım ve Amerika’ya gittim. New York’ta bir sene konuk araştırmacı oldum, İngiltere’de master zamanında tanıdığım bir arkadaşım Amerika’ya gelmişti o dönem; bana bir iş teklifinde bulundu: Abu Dabi ‘de Kültürel Miras Daire Başkanlığı’nda Şehir Plancısı olarak 5 yıl çalıştım. 2012 yılı sonunda Türkiye’ye dönüş yapmaya karar verdim. Döndükten kısa süre sonra Koç Üniversitesi’nin Alan Yönetimi Bursu’nu kazandım, şu an üzerine çalıştığım Mudurnu, bu bursun kapsamında yaptığım bir iş. Şimdi kendi ofisimde serbest danışmanlık yapıyorum. Uluslararası bilimsel komiteleri takip ediyorum; ICOMOS’ta aktif
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
olarak çalışıyorum döndüğümden beri. Şu an ilgilendiğiniz projeler nelerdir? Belediyelere ya da üniversitelere danışmanlık yapıyorum. Birkaç danışmanlık çalışıyorum; en önemlisi Mudurnu. Vaktimin çoğunu o işe harcıyorum. Son zamanlarda onun kadar önemli olmaya başlayan ikinci bir projem daha var, Konya’da Ereğli Müzesi’ne bağlı bölgede yer alan bir projeye katıldım. Mudurnu’da Alan Yönetimi Planı müellifiyim, zaten o sayede şirket kurdum. İhaleyle planı yaptık, Kalkınma Ajansı’ndan fon aldık, Koç Üniversitesi’nin desteğine ek olarak. Ardından, o yönetim planının uygulanması için çalıştık. Alan Yönetimi danışmanı olarak başladım, Alan Başkanı olarak atandım. Konya’daki Hitit Kaya Anıtı için de yine alan yönetimi planı hazırlıyoruz. Mersin’de Boğsak Arkeoloji Projesi’ne kültür mirası yönetimi danışmanlığı yapıyorum. Aspendos kazısının kültür miras yönetimini yapan ekibe şehir planlama desteği verdim. Geçen sene Eyüp Yönetim Planı yapılıyordu, Bilgi Üniversitesi ve Eyüp Belediyesi Protokolü ile; orada ekip üyesiydim. Bunun gibi işlerim var. Abu Dabi’de çalıştığım zamanlardan itibaren UNESCO Dünya Mirası işleriyle ilgilenmeye başladım. Abu Dabi’de Birleşik Arap Emirlikleri’nin ilk Dünya Miras Alanı’nı listeye soktuk; o dosyayı hazırladık. O zamandan sonra da o konuyu takip etmeye devam ettim. UNESCO’da aday olan alanların listeye girme süreci nasıl oluyor? Bunun takibi nasıl yapılıyor? Adaylık sürecinin ilk aşaması Geçici Liste’ye girmek. Bu, bir ülkenin aday göstermeyi düşündüğü potansiyel alanlar oluyor. Türkiye’de şu an yaklaşık 60 alan var, dünyanın en kalabalık geçici listesi bizde. Kültürel, doğal miras zenginliğimizi düşünürsek, aslında normal bence. Biraz geç kalmışız bile. Esas listemizde de 16 alan var. Geçici Liste’ye girdikten sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın karar verdiği sıraya göre adaylık dosyaları Dünya Miras Merkezi’ne sunuluyor. Dosyada kontroller yapılıyor, bu süreç en az 3 yıl sürüyor. Örneğin Efes 2000 yılından beri Geçici Listedeydi, 2015’te listeye girdi. Listeye girdikten sonra sorumluluk başlıyor; ‘Üstün Evrensel Değer’in korunması gerekiyor. Malum imar baskıları, rant, turizm baskıları, afetler, vs.. Koruma durumu ile ilgili periyodik raporlamalar yapılıyor. İşler kötüye gidiyorsa Tehlike Altında Miras Listesi’ne giriyor, daha da kötüye giderse listeden çıkarılıyor. Tartışmalı bir konu oldu son zamanlarda UNESCO; bu konudaki eleştiriler hakkında düşünceleriniz nelerdir? UNESCO Dünya Mirası alanında hala çalışıyorum; örneğin Mudurnu’nun Geçici Liste adaylığını hazırladık, orayı Geçici Liste’ye aldık. Şu an Türkiye’de birçok yerin UNESCO için hevesi olduğunu düşünüyorum. Evet UNESCO çok tartışılıyor, geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen Karşı Forum’a da katıldım; orada sistemin adamı olan tek kişi gibi hissettiğim oldu. Bence alan yönetimi, paydaş yönetimi
23
24
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
konularında tarafsız bakmak, belki ortada durmak gerekiyor biraz. Herkes ile konuşabilmek, derdini anlamak ve empati kurabilmek gerekiyor. Karşı Forum’da da herkesin görüşüne ters gibi görünen şeyler de söyledim. Orada nispeten UNESCO’yu savunur durumda bile oldum. Direkt “işe yaramaz, ikiyüzlü bir kurum” diye kestirip atamayız, önce UNESCO’yu iyice tanımak ve onun misyonunu anlamak lazım. Belki de beklememiz gereken şeyleri bekliyoruz; çünkü UNESCO Birleşmiş Milletler’in bir organı, BM ise taraf devletlerin kurduğu bir kurum, devletlerin hükümetlerinin organizasyonundasınız. Hükümet gibi davranıyorlar; esas oyuncu Türkiye’deki Sivil Toplum Kuruluşları değil, Türkiye hükümeti. Bir taraftan lobi çalışmaları oluyor, ülkeler birbirini sorguluyor. Bir taraftan, belki de meşru hükümetlerin payı olmasaydı UNESCO bu kadar ciddiye alınmazdı. 93 yılından beri UNESCO İstanbul’u yakından gözlüyor. Türkiye’de hem ilgi arttığı için seviniyoruz, hem yeteri kadar ilgilenmediği için üzülüyoruz. Ben UNESCO’yu bir tarafa bırakmamak, onu doğru kullanmak gerektiğini gerektiğini düşünüyorum. UNESCO’nun Operasyonel Rehberi var, oradaki kuralları iyi bilmek öncelikle üstümüze düşen bir görev. Elbette UNESCO’ya da hesap sormak lazım; sorunlu alanlara nasıl çözüm buluyor, bunlara cevap aramak lazım. UNESCO bize standartları koyuyor ama o standartlara nasıl uyulduğu aslında ülkelerin problemi oluyor. Mezun olduktan sonra, meslek hayatınızda ne gibi zorluklarla karşılaştınız? Mezun olduktan sonra akademik ortamda devam etmeyi düşündüm, akademinin beklediğim kadar dinamik olmadığını gördüm. Özel sektör istedim, çünkü bana daha verimli ve gerçekçi geldi; uygulamanın içinde olmak istedim. Gönlüne göre bir şirket bulmanın zor olduğunu gördüm ama bu konuda şanslıydım, işe başladığım şirkette uzun yıllar kaldım. Zor olanlar örneğin mimarlar ile olan ilişkilerimizdi,
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
meslek alanımızın konumu konusunda yaşadığımız sıkıntılar vardı, şahsen kamu kurumunda, belediyelerde görev almasam da arkadaşlarımı gözlemliyordum; inanmadığımız ama yukarıdan gelen talimatların meslek alanında uygulanmak zorunda kalması söz konusu olabiliyordu. Neden serbest şehircilik bürosuna karar verdiniz? Abu Dabi’de de yaşadım, inanmadığım kurallara uymak zorunda kalınca başım derde giriyordu. Kurumsallığa daha fazla devam etmek istemedim, kurumsal yapıdan biraz sıkıldım, belki kişilik özelliklerime çok uygun değildi, daha özgür olmak istedim. Serbest hayat aslında çok düzensiz baktığınızda; mesai saatiniz belli değil, sürekli iş düşünüyorsunuz, doktora tezi yazar gibi bir taraftan, sürekli kendinizi disipline etmeniz gerekiyor. Mesela şu an haftasonlarımı geri kazanmaya çalışıyorum. Meslek yaşamınızda sizi en çok şaşırtan ve mutlu eden neydi? Mudurnu’da gerçekten çok sıcak karşılanıp saygı görüp ufak da olsa farklar yarattığımızı görmek çok tatmin edici. İnsanlar bilimsel katkıya değer veriyorlar, samimi ilişkiler yaşıyoruz, hacim olarak küçük bir danışmanlık ama güzel işlere imza attık. İstanbul’un şehir planlamasını dünya ile kıyaslayacak olsak neler söylerdiniz? İstanbul’u hala çözebilmiş değilim. Bir yandan çok ağır baskılar altında, sürekli bozulma ve yozlaşma sürecine maruz kalan bir yer. Son dönemde yeni bir boyuta geçtik; bundan sonra bozulma ve yozlaşma daha da ciddi olacak gibi görünüyor. Yaşam kalitesi daha da düşecek; çünkü Kuzey Ormanları tehdit altında, suyumuz, havamız kirli; koruma açısından baktığımda bazı yapıtlar için endişeli değilim. Örneğin büyük camiler için endişeli değilim çünkü nispeten iyi korunuyorlar bence. Haliç Metro Köprüsü’nün siluete etkisi, vs. bunlar yeni akım tehditler açısından önemli maalesef. Belediyelerin planlama tarzı, düşünce yapısı, İstanbul gibi çok fazla rant odaklı bir şehirde yaşam kalitesini korumakta yetersiz kalabiliyor. Bazı yöneticilerde ulaşım ile ilgili 1960’lardan kalma bir kafa yapısı gördüğüm bile oldu. Ulaşımda hizmet eşittir yol yapmak ve özel araç. Bisiklet yolu, toplu taşıma, yaya yolu, deniz yolu yeterince önemsenmiyor. Bir de katılım konusu var. Son dakikaya kadar Kabataş Martı Projesi’ni bilmiyorduk mesela. Ülkemizde yapılan planlarda, yasa ve yönetmeliklerde kamu yararının ne kadar gözetildiğini düşünüyorsunuz? Rant, ekonomik kalkınma, vs… Bunlar kategorik olarak kötü şeyler değil ama bunların suistimali problem. Bunlar suistimal edilince de ortada kamu yararı kalmıyor. Tabi ki çöküntü alanlarında yaşamak istemiyoruz, tabi ki biz de nezih, bakımlı mahallelerde yaşamak istiyoruz ama orada usulsüzlük olması, bazı kesimlerin mağdur ol-
25
26
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
ması problem. Odaların dava açması konusundaki çalışmalarına şapka çıkarıyorum. Birilerinin hala hukuk sistemini işletmesi lazım. Odamıza dahil olduğunuz zamanlardan bugüne, Oda çalışmaları hakkında ne düşünüyorsunuz? 98 yılında, mezun olur olmaz üye oldum. Odaya çok saygı duyuyorum, özverili ve profesyonel çalışıyorlar. Topluma ulaşabilme konusunda daha iyi olmalıyız bence. Belki grafik dilini daha mı iyi kurgulamalı, dilini daha renkli kullanması gerekiyor diye düşünüyorum. Bildiğiniz üzere, üyelerimizin ilgi alanlarına göre oluşturdukları/ dahil oldukları ve katılımları ile beslenen çalışma komisyonlarımız var. Şehir Plancıları Odası’nda çalıştığınız komisyon oldu mu, (varsa) nelerdir? Ankara’dayken Mimarlar Odası ile Odamızın ortak bir komisyonuna katılmıştım. O da Kültür ve Tabiat Varlıkları Yasası’nın revizyonu ile ilgiliydi. Koruma Komisyonu talep etmeyi düşünüyorum, Kadın Komisyonu’na katılmak istiyorum ama vakit sıkıntısından dolayı katılamıyorum. Deneyimli bir meslektaşımız olarak; henüz mezun olmamış meslektaş adaylarımıza ve yeni mezun olan meslektaşlarımıza önerileriniz var mı? Meslektaşlarımızın koruma ile daha çok ilgilenmesini, ama aslında her alana karşı ilgi ve merak duymasını umuyorum ben. Dünya artık şehirleşti, 2007’den itibaren dünya nüfusunının yarısından çoğu şehirlerde yaşıyor. Şehirciysek eğer politika dahil her alanla ilgilenmek durumundayız; her sektör için hayatın nasıl daha iyiye gideceğine kafa yormalıyız. ‘Rönesans insanı’ gibi çok yönlü olmalıyız. Bir de umudu asla kaybetmemeliyiz.
27
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
NAZIM AKKOYUN Kadıköy Belediyesi Kent Bilgi Sistemleri Bürosu
Hangi okuldan, kaç yılında mezun oldunuz? 2004 yılı MSGSÜ mezunuyum. Yüksek Lisansımı da orada Kentsel Koruma ve Yenileme alanında yaptım, 2007’de yüksek lisansımı tamamladım. Çalışma hayatınız hakkında kısa bir özgeçmiş anlatır mısınız? Geçmişte genel olarak hangi projelerde yer aldınız? Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ve Şile Belediyesi ile birlikte dolgu alanı tasarım projesi yaptık. Sonra Gaziosmanpaşa Belediyesi deneyimim oldu, orada 1/1000 Ölçekli Uygulama İmar Planı süreci yaşanıyordu; 2006 yılında Gaziosmanpaşa’da hem planlama çalışmaları hem kentsel dönüşüm alanında yurt dışından bir ekiple çalıştık. Ardından ülkemizde bir ÇDP furyası yaşandı; ben de 4 bölgede toplam 16 ili kapsayan bir Çevre Düzeni Planı sürecinin içinde buldum kendimi. Daha sonra, 2 yıllık bir Arnavutköy Belediyesi deneyimim oldu. Yeni ilçe olmuş belediyeydi; köy planlarından tutun merkezin planlanması, mega projelerden kaynaklı olumsuz etkilerin azaltılmasına yönelik projeler yaptık yurt dışından bir ekip ve Bilgi Üniversitesi ile birlikte. Özel sektörde 3 yıllık GIS çalışmaları deneyimim oldu; yaklaşık 10 tane ilçe belediyesinin GIS verilerinin üretilmesi ve GIS tabanlı uygulamaların geliştirilmesi ile ilgili çalışmalar yaptım; son olarak da bildiğiniz üzere Kadıköy Belediyesi’nde çalışıyorum. Şu an ilgilendiğiniz projeler hangi alanda? Burada plan revizyonuna yönelik çalışmalar da yapıyoruz ama özellikle akıllı kentler, GIS projeleri, büyük verilerin nasıl yerel yönetimlerde kullanılabileceğine ilişkin çalışmalar yapıyoruz. Bazı çalışmalarımız Kadıköy İlçesi’ni, bazıları İstanbul genelini kapsıyor.
28
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
Mezun olduktan sonra, meslek hayatınızda ne gibi zorluklarla karşılaştınız? Yüksek Lisans yaparken aynı anda çalışmanın zorluğu oldu. Onun dışında, daha önce bir yıllık bir taşeron çalışma dönemim oldu belediyede, orada özlük hakları noktasında sıkıntı yaşadım. Bir iki işimde mesai saatlerinin düzensizliği gibi yine özlük haklarını ilgilendiren sorunlar ile karşılaştım. Ama genel olarak çalıştığım yerlerde şanslı bir çalışma ortamım oldu; karar süreçlerine katılım olsun, yenilikler olsun olumlu çalışmalar yaptığımızı düşünüyorum. Belediyede çalışmaya nasıl karar verdiniz? Belediye deneyimlerim daha önce de oldu, Gaziosmanpaşa ve Arnavutköy olmak üzere; o dönemlerde çok daha verimli olacağımı düşündüğüm fırsatlar çıktığı için ayrılmıştım; ardından birikimimi kamuya döndürme noktasında bir karar aldım. Bu konuyu herhangi bir belediye olarak değil, Kadıköy Belediyesi’ni bu noktada ayrı tutarak da değerlendirdim. Yaptığım görüşmelerde bana hep destek oldular, sonrasında da bu destekleri devam etti. Meslek yaşamınızda sizi en çok şaşırtan ve mutlu eden olay nedir? Çok fazla şaşırtan ve mutlu eden olay var ama şaşırtan olayların bir kısmı biraz üzücü. Daha umutlu bir örnek vermek isterim; Doğu Karadeniz Çevre Düzeni Planı sürecinin benim çalışma hayatımda ayrı bir yeri var. Doğu Karadeniz’de yaşanan süreç, özel büro olarak Bakanlığa yaptığımız bir planlama süreciydi. Baskılara maruz kaldık ama şaşırtıcı olan, biz genç plancılar olarak çok fazla mücadele ettik, baskılara direndik; bizim direnmemizden daha şaşırtıcı olan da piyasa içinde iş yapan ve iş yapmaya devam edecek olan büro sahibinin de bu kararların arkasında bizimle durmasıydı. Bu hem benim sonraki meslek hayatımda mesleğe umutla bakmamı sağlayan; hem şaşırdığım hem çok mutlu olduğum bir olaydı. Sonuçta sizin plan kararlarınızda olmayan hükümlerin planlara aktarılması talebi var idare tarafından; siz buna karşı duruş sergiliyorsunuz ve bu karşı duruşu 35 kişilik bir ekipte fikir birliği ile yapıyorsunuz. Bu karar, GIS sorumlusundan tutun rapor hazırlayanına, akademisyeninden tutun stajyerine herkesin arkasında durduğu bir karar oluyor. Bir de işsiz kaldığım çok kısa sürelerde iş ararken şöyle şeyler duyuyordum çevremdeki arkadaşlardan: “şöyle bir iş var ama Nazım’a uymaz.” Bu benim mesleğe karşı duruşumu ifade ediyordu ve gurur duyuyordum. İstanbul’un şehir planlamasını dünya ile kıyaslayacak olsak neler söylerdiniz? İstanbul’un şehir planlamasını karşılaştırabileceğimiz dünya örnekleri daha çok az gelişmiş ülke örnekleri diye düşünüyorum. Çünkü İstanbul’da; planlama açısından hem geçmiş değerlerin korunmasına yönelik planlarda hem de gelişme alanlarında yapılan planlarda -bir iki parçacıl örnek dışında- çok başarılı bir planlama sürecinden söz edemiyoruz. Dolayısıyla, maalesef hem doğal alanların korunması, hem tarihi alanların korunması hem de gelişme alanlarının kentle, mevcut dokuyla bütünleşik
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
olarak planlanması konusunda başarısız olduğumuzu söyleyebiliriz. Planlama kurumu maalesef, kentlerin meta olarak ele alınmasına ve neoliberal politikalara çok çabuk teslim oldu. Kamusal alanların ve kentsel değerlerin hızlı bir şekilde elden çıkarıldığı bir dönem yaşıyoruz. Bu sürece direnme ve bu süreci yönlendirme anlamında başarısız bir sınav verdik. Ülkemizde yapılan planlarda, yasa ve yönetmeliklerde “kamu yararı”nın ne kadar gözetildiğini düşünüyorsunuz? Kamu yararı, özellikle 2000’li yıllardan itibaren saldırı altında. Bu 2010 yılında gerçekleştirilen referandumda da açık açık dile getirilmeye başlandı zaten; “gelişmemiz engelleniyor, projelerimiz engelleniyor.” denilerek. Hatta bilirkişilik makamına da saldıran bir tutum vardı referanduma evet denmesini isteyen çevreler tarafından. Kamu yararına olumlu bir bakış sadece biz plancılar ve teknik bir takım çevrelerle sınırlı kaldı. Kültürel açıdan kamu yararı kavramının topluma yeterince anlatamamışız, toplumun kamusal alanları yeterince sahiplenmesini sağlayamamışız diye düşünüyorum. Gezi Parkı direnişi bu anlamda sevindirici bir örnek. Kamusal bir alana sahip çıkılması bir kentin yaşayabileceği en önemli deneyimlerden biri, aynı zamanda kamusal alan bilincinin biraz olsun geliştirilmesindeki en büyük katkılardan biri. Artık kamusal alanı olmayan planlar ortaya çıkmaya başladı; bu da plancının kamu yararı bilincini kaybettiği, plancının planlamanın altındaki zemini kaydırdığı bir durumu ortaya çıkarıyor ve bu süreç bizi mesleğimizi kaybetmeye doğru yönlendiriyor. Kamusal alanları toplumsal olarak benimsemediğimizde hızlı bir şekilde bu alanları kaybedebiliyoruz. Çeperde kalmış plan değişiklikleri ve projeleri yeterince takip edemediğimizi düşünüyorum. Odamıza dahil olduğunuz zamanlardan bugüne, Oda çalışmaları hakkında ne düşünüyorsunuz? Aslında, ilk etapta yaptığım çalışmalardan bahsederken sadece mesai saatleri içerisinde yaptığım çalışmaları kastetmiştim ama planlama mesleği tüm hayatınızı kapsayan, mesai saatleri dışında da emek verdiğiniz bir alan. Ben de mesai saatleri dışında, Şehir Plancıları Odası’nda, İMECE Toplumun Şehircilik Hareketi’nde mücadeleyi devam ettirmeye çalıştım. Bir dönem Şehir Plancıları Odası Genel Merkezi’nde yönetim kurulu üyeliği yaptım, seçimlere de dahil olduk, kaybettiğimiz seçimler oldu ama orada söylediğimiz sözlerin Odanın gelişmesine katkı sağladığını düşünüyorum. Odadan bireysel olarak çok bilgi birikimi sağladım. Geriye dönüp baktığımda, eleştirilerim olmakla beraber, meslek odamızın belli bir noktaya geldiğini düşünüyorum. Özellikle İstanbul Şube ve Ankara Şube’nin çok olumlu çalışmaları oluyor, ben artık çok katkı sunamasam da. Fakat TMMOB’un geneli için de söyleyebileceğimiz genel bir örgütlenme sorunu var, ki bu sorun temel bir sorun. Bu sorun yönetime talip olanların daha çok sorumluluğunda
29
30
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
olduğundan, yönetime bu konuda bir eleştiride bulunabilirim. Odanın üyeleri örgütleme konusunda eksikleri var. Kendimi de içine katarak bir eleştiride bulunabilirim; dava açma süreçlerini topluma anlatma konusunda çok başarılı olamadığımızı ve Çevre Şehircilik Bakanlığı’nın, parsel bazında kentlere müdahale ettiği bir noktada, belediyelere kayyum atanmasının tartışıldığı bir ortamda Genel Merkez’in biraz pasif kaldığını düşünüyorum. Bir de yeni açılan şubelerin Oda kültürünü benimseyebildiğinden emin değilim. Taşeron çalışan meslektaşlarımızın, özel büroda çalışan meslektaşlarımızın sıkıntıları çok fazla. Kamu çalışanlarında bir aidiyet sorunu oluyor; temas etmezseniz bu aidiyet eksik oluyor. Ziyaretler vs. yapıldıkça, organik ilişkiler kuruldukça ikna oluyor meslektaşlar. Odanın yaptıklarını öncelikle kendi meslektaşına anlatması lazım çünkü kendi meslektaşı odayı eksik bulursa topluma nasıl derdimizi anlatacağız? Üyeleri Odaya daha fazla dahil edecek etkinlikler lazım. Karne olarak bilinen İmar Yapımı Yeterlilik Belgesi uygulaması hakkında ne düşünüyorsunuz? Karne sıkıntılı ve adaletsiz bir konu. Kamu kurumunda çalışan meslektaşlarımız Planlama Müdürlüğünde çalıştığı halde farklı müdürlük kadrolarında görülebiliyor ve bu yüzden aslında kamu kurumu içerisinde de adaletsizliğin olduğu durumlar çok fazla. 20-30 yıl belediyede çalışıp, planlara imza atıp Fen İşleri kadrosunda çalıştığı için karne düzenlemesinde mağduriyet yaşayan meslektaşlarımız var. Karne meselesi zaten sadece bizim meslekte kalan bir şey ve bunun mevcut haliyle varlığını sorgulamamız gerekiyor. 2010’da Genel Merkezde yönetime gelen bir ekip, serbest çalışan plancılar için dört tane danışma kurulu düzenledi. Yani neredeyse bir dönemini serbest çalışan plancılar ile ilgili bu çalışmaya ayırdı. Serbest
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
çalışmadığım için sonradan nasıl yol aldılar bilmiyorum. Özlük hakları konusunda belli standartlar, TMMOB’un belirlediği bir asgari ücret var. Bir dönemini serbest plancıların karne sorununa ayıran Genel Merkez’den, asıl o bürolarda çalışan meslektaşlarımız için bir çalışma bekliyoruz. Bildiğiniz üzere, üyelerimizin ilgi alanlarına göre oluşturdukları/ dahil oldukları ve katılımları ile beslenen çalışma komisyonlarımız var. Şehir Plancıları Odası’nda çalıştığınız komisyon oldu mu? Oda ile ilişkilendiğim ilk komisyon İstanbul Şubesi’nde kurulan Kentsel Dönüşüm Komisyonu’ydu. Çok uzun soluklu bir komisyon değildi. Komisyonlar daha çok bir hedef varsa ve o hedefe göre çalışma yürütülüyorsa işliyor. İstanbul Çevre Düzeni Planı yapılırken bir ÇDP Komisyonu oluşturmuştuk, dava sürecini de o komisyon çalışmalarıyla birlikte yürütmüştük; başarılı bulduğum komisyonlardan biri oydu. Uzlaşma ile bir metin ortaya çıkarılmıştı. Sonrasında, Genel Merkez’de görev aldığım sürelerde bazı komisyonlarda yer aldım ama komisyon çalışmalarının çok işler olduğunu düşünmüyorum. Almanak gibi, raporlar hazırlama gibi sonuç ürün odaklı ve üyelerin de katkı koyduğunu daha çok görebildiği, kendisini de beslediği çalışmaların daha etkili olduğunu düşünüyorum. Mesela çok fotoğraf çeken bir meslek alanına sahibiz; neden bir fotoğraf atölyemiz olmasın? İlla toplantı düzeyinde değil de insanların bir araya gelip tartışabilecekleri etkinliklere ihtiyaç var. Meslektaşlar çok farklı alanlara yayılmış durumda, meslektaşları davet edip uzmanlaştıkları alanlarda odaya katkı koymaları istenebilir örneğin bir belgesel atölyesi düzenlenebilir, birçok etkinlik yapılabilir. Deneyimli bir meslektaşımız olarak; henüz mezun olmamış meslektaş adaylarımıza ve yeni mezun olan meslektaşlarımıza önerileriniz var mı? Örgütlenme olmadan hiçbirimizin yarını belli değil. Ne kadar eleştirsek de TMMOB gibi örgütlerin günümüz koşullarında dik durabildiklerini görebiliyoruz, bu yüzden bu yapıları desteklemek lazım her zaman. Kamu yararına, planlamaya bu kadar saldırının olduğu bir durumda örgütlü plancının öneminin daha da arttığı bir dönemdeyiz ve bunun öğrencilikten itibaren desteklenmesi gerekiyor. Mesleğimiz bize çok geniş bir alan sunuyor ve bu alanın çok küçük bir kısmını kullanıyor olabiliriz, ama bu alanın farkına varmak önemli diye düşünüyorum. Farkına vardıktan sonra bu alanın toplum yararına önemli bir mücadele alanı olduğunu da fark ediyorsunuz. Kente de daha geniş bir pencereden bakan bir perspektif edinmek gerekiyor. Dünyadaki tartışmalar, ülkemizde olanlar, kentimizde, mahallemizde yaşananları bir bütün halinde takip etmek bir bütün olarak değerlendirmek ve müdahil olmak gerekiyor. Meslektaşlarımızın iyi donanımlı olması noktasında üniversitelere ve meslek odamıza düşen görevler var, ancak meslektaşlarımızın da bu bilinçle kendi gelişim-
31
32
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
lerine yön vermelerini tavsiye ederim. Örneğin ‘veri’ konusu farklı alanlarda önemi giderek artan bir konu, ancak bizim mesleğimiz için olmazsa olmaz. Benzetmenin bazı hataları olmakla birlikte verinin ‘yeni petrol’ olduğu görüşü var. Büyük veri (Big Data) kavramı üzerinde geniş bir literatür oluştu. Veri kaynaklarına erişim, depolama, sınıflandırma, mekansal ilişkilerin kurulması, güncelleme, yedekleme, veritabanı mimarisi gibi konulara eğitim sürecinden başlayarak eğilmek gerekiyor. Halihazır paftalar üzerinden plan üretme dönemi çoktan bitti. Kentlere yön vermek istiyorsak veriye sahip olmamız ve kullanmayı bilmemiz gerekiyor.
33
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
MEHMET ÇUBUK Emekli Öğretim Üyesi
Uzun yıllar MSGSÜ’de, Dünya Şehircilik Günü daimi komitesinin içerisinde yer aldınız; Dünya Şehircilik Günü Kolokyumu deneyiminiz nasıl başladı? Fransa’da, Sorbonne’da Şehircilik eğitimi aldığım enstitüde ve eğitim aldığım yıllarda (1962 – 1966 yılları arası), o ülkedeki belirli sorumluluktaki makamların şehirciliğe nasıl yaklaştığını aramak/öğrenmek gibi bir çabam da oldu. Yani sadece okuldaki dersleri izlemek değil, onun dışında yapılan ve Türkiye’de de gelenekselleşmiş olan kurumların yaptıkları toplantılarla oluyordu; Le Corbusier’in davet edildiği bir toplantıda yaptığı konuşma, şehirciliğe ilişkin araştırmaların tartışılması ve oraya bir bakanın ya da bakanların davet edilmesi, onların konuşması ve dünya çapında ün kazanmış bir takım insanların da ekonomi alanında, sosyoloji alanında konuşması, çağırılması beni çok etkiledi; en çok etkileyen ise, aynı zamanda hocam olan, Urbanism dergisini çıkaran profesörün başında bulunduğu, Dünya Şehircilik Günü anma toplantılarıydı. Bu toplantılar, her yıl bir kentte yapılırdı, ve davetli konuşmacıların yer aldığı etkinlikler düzenlenirdi. 1966 yılında Türkiye’ye döndüğümde, akademide Şehircilik bölümü ya da kürsüsü yoktu, Şehircilik dersleri bulunuyordu ama bu dersler mimarlara veriliyordu. Sadece Seyfi Arkan, bize kuramsal olarak Şehircilik dersleri veriyordu. Ben geldikten bir hafta sonra Seyfi Bey vefat etti, dolayısıyla kadroda bir boşluk doğdu. Ben ilk defa, Şehircilik asistanı olarak atanmış oldum. Atandıktan sonra, rahmetli Seyfi Bey’in vaktiyle olduğu odaya kamp kurdum ve bir kürsü oluşumunun altyapısını oluşturmaya başladım. Sadece bir ders için gelip giden birisi olmaktan çok, bunu köklü şekilde kurgulamaya çalıştım; bunu yapacak zamanım da azmim de vardı. Böylece, orada bir Şehircilik grubu oluşturduk. Diyebilirim ki, ben 1966’da başladım ama asistan olarak çok etkili olamadığım için, sözünüzü gidip kurullarda söyleyemediğiniz için, hedefimin gerçekleşmesi biraz uzun sürdü. O zamanlar, Mimar Ersen Gürsel de asistandı benimle birlikte. Ersen Gürsel birlikte, şehircilik olaylarını biraz daha ciddiye alarak öğrencileri bu konuda heyecanlandırmak hedefiyle, Mehmet Ali Handan Hoca adına, Şehircilik derslerini yürütmeye başladık. Ders verdiğimiz
34
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
öğrenciler şu an çok önemli kurumların çok önemli yerlerini işgal ediyor. Sıradan bir eğitim programının dışında öğrenciyi seçmeci kılan, öğrenciyi araştırmaya yönlendiren bir tavrı aşılamaya çalıştık. Bu da ona bir konu seçmesi, konu ile ilgili araştırma yapması, konuyu diğerlerine sunması ve onun üzerine tartışılması şeklinde geçiyordu. Bazen, bir konudaki uzman kişiyi, konuyu bize anlatması için davet ediyorduk. Çok ilginç konuları da orada işliyorduk; mesela bir kentin çöp sorununu merak eden bir öğrenci ile, oturup ne kadar çöp çıktığını, onun nasıl değerlendirildiğini tartışıyorduk. Böyle giderken, akademide bir şehircilik hareketi başladı. Bu hareket, birtakım insanların, dostların bize katılması ile oldu. Şehircilik hareketi biraz genişlediği zaman gördük ki, biz bütün yaptıklarımızı, herhangi bir şekilde daha resmi ve daha paylaşılır bir noktaya getirebilmek ve üniversite ortamına başka alandan bir uzmanı davet edebilmek, devamlı olarak başka alanlardan faydalanmak açısından bizim bir yapıya bürünmemiz gerekiyordu; buradan da biz Şehircilik Araştırma Enstitüsü kurulması noktasına geldik ve enstitüyü kurduk. Enstitü kurulunca, yerli ve yabancı, 400’e yakın üye ortaya çıktı; akademinin yadırgamayacağı biçimde, Enstitü’nün genel kurulunda vb. toplantılarda, üyelerle birçok konuyu tartışmaya ve ortak bir noktaya gelmeye başladık, çalıştık. Bir Şehircilik hareketi, arkasından bir Şehircilik Araştırma Enstitüsü; Şehircilik Araştırma Enstitüsü’nün bünyesinde de artık yavaş yavaş “Akademide Şehircilik eğitimi nasıl verilir”i konuşmaya başladık. Bir taraftan Dünya Şehircilik Günü anmasının Fransa’daki modelinden çok etkilenmiş olmam, bunun Türkiye’de nasıl yapılabileceğini araştırma noktasına getirdi. O zaman gördüm ki, Fransa’daki hocama mektup yazarak ülkemizde de aynı etkinliği yapmayı istediğimizi, nasıl yapmamız gerektiği konusunda öneri vermesini talep ettim ve; 1956 – 1960 yıllarında, misyoner rolü üstlenen bazı insanların, çeşitli ülkelerden çeşitli akademisyenlerle vb. bağlantı kurarak, üniversitelerde tanıdıkları kişilere “sen bize bu etkinliğin okuldaki sözcüsü, temsilcisi olur musun” dediklerini ve o bağlamda rahmetli Kemal Ahmet Aru Hoca’yla konuştuklarını da öğrenmiş oldum. Hocam, o dönem İTÜ’de dekan olan Kemal Ahmet Aru ile bu durumu konuşmam gerektiğini söyledi. Kemal Hoca’yla konuşmamın ardından bir rapor hazırladım ve o raporun merkeze gönderilmesi için kendisine sundum; bunu eyleme dönüştürme, bu olayı 8 Kasım’da bir telgraf göndermekten çıkartıp sisteme oturtma kararı aldık. Raporu merkeze gönderdim. Merkez, daimi komiteyi kurmamız gerektiğini söyledi. Türkiye Dünya Şehircilik Günü Daimi Komitesi’nin kurulması için Kemal Ahmet Aru, Mehmet Ali Handan ve ben, 3 kişilik bir heyet olarak isimlerimizi bildirdik ve kabul edildi. Bir hizmet platformu oluşturmak gerektiği için, Enstitü’nün bünyesinde bunu nasıl biçimlendirebileceğimizi de tartışır hale geldik. O zaman, akademide bir Dünya Şehircilik Günü düzenlemeleri için bir hizmet birimi kurabilir miyiz dedik, başkanlıkla konuşarak izin aldık ve böylece resmi olarak komitenin hizmet platformunu, sekreteryasını orada kurduk; Kasım kolokyumlarını başlatmış olduk. Amaç her şehirde, her yıl bunu yapmak ve Türkiye’nin her yerinden insanları oraya davet etmek, hatta mümkünse bu toplantıları dışarıdan davetle yapmaktı.
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
Bunu 20 yıl kadar çok güç koşullarda, maddi manevi kişisel fedakarlıklarla belli bir aşamaya getirmiş olduk. Yaptığımız DŞG Kolokyumları’nın sonuçlarını da bir şekilde toparlayıp yayınlamak, hizmete sunmak gibi bir noktaya geldik. Dünya Şehircilik Günü ilgi topladı, mayalandı; herkes 8 Kasım’ı bekler oldu. 8 Kasım’ı sadece bir gün değil 2 – 3 gün yapıyorduk; hangi şehirde ise o kentteki üniversitelerin olanaklarından yararlanılıyordu. Böylece 20 yıl boyunca çok değişik konularda, planlama, şehircilik konularının, mesleğin tartışılması mümkün oldu. Benim eğitim aldığım, Fransa’daki mimarların ve Şehir Plancıları Odası’nın oradaki karşılığı olan kurumların organizasyonlarıyla ilişki içerisinde, onları da takip ederek; Ankara’da, Ankara Üniversitesi’nin işbirliği ile gerçekleştirdiğimiz 18. Toplantıda, şehircilik mesleğinin nitelikleri ile ilgili önemli bir toplantı yaptık. O birikimlerin hepsi yayına döndü; herkesin heyecanla beklediği, özellikle yetişme çağındaki akademisyenlerin bildiri sunarak kendisine referans elde etme fırsatlarının da bulunduğu etkinlik, 20. yılına geldiğinde, biraz da etraftaki duyumlarla, Mimar Sinan Üniversitesi olarak bir rahatsızlık hissetmeye başladık. Ben, icraatten sorumlu genel sekreterken Mehmet Ali Bey öldüğü zaman, “şehircilik herkes içindir, sadece bir kurumun değil” diyerek, bu etkinliğin meslek odası platformuna aktarılması fikri ile, “Dünya Şehircilik Günü kolokyumlarının bir sonraki durağı Şehir Plancıları Odası olsun” dedik ve böylece, 20 yıl sonra, kolokyumun devrini merasimle sağlamış olduk. Kolokyumun Oda’ya devrinden sonra, etkinlikte değişim oldu mu? Devir işleminden sonra yapılan tüm işlemlerde “Dünya Şehircilik Günü Daimi Komitesi”nin değişmezliği ilkesi vardı. Bu değişmezlik şuydu; Kemal Ahmet Bey ile ben hala komisyonun temsilcisi durumundaydık. Odaya geçtikten birkaç yıl sonra, Oda bizimle bağlantı kurmadan bu işi yürüttü. Biz biraz dışlandık diye düşünüyorum. Ben şu an komitenin hayatta kalan tek üyesiyim, komitenin hala temsilcisiyim ama sizin gelip benimle görüşme yapmanız dışında benim kapımı çalan, tecrübemi aktarmamı isteyen kimse olmamıştı. Böyle bir röportajı da önce şaşırarak karşıladığımı belirtmek isterim. Ama bu eleştiri ile birlikte şunu da belirtmek gerekir ki, Dünya Şehircilik Günü, 20. Yılından beri Şehir Plancıları Odası ile, her yıl belirli temalar belirlenerek yapılmaya devam ediliyor ve bunun devamlılığının başarısı yadsınamaz. Etkinliğin sürdürülebilir olması için olanakların olması lazımdı. Bizim üniversitelerle birlikte sağlamaya çalıştığımız olanakları Oda kendi bünyesinde sağlıyor. Her yıl, ilgili tema ile ilgili konuşmacıları davet etmek, onlarla bir yılın muhasebesini yaptırmak ve dolayısıyla onlardan sonuç çıkartmak ve bu birikimleri eğitimde kullanmak, yayına dönüştürmek çok değerli. Bir şey daha olması gerekti; uluslararası toplantılara katıldığımda tanık olduğum ve fikir yürüttüğüm, “acaba biz şehirciliğe ilgi duyan, sosyoloji, tarih, coğrafya ile ilgilenen şehircilik öğrencilerinin de gelebileceği geniş kapsamlı bir yarışma yapabilir miyiz?”. Böylece şehircilik öğrencileri arasında bir yarışma düzenlendi. Şu anda da devam ettiğini düşündüğüm bu yarışma ile kolokyumda da onları onure etme fırsatımız oldu.
35
36
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
Planlama disiplinini mesleki açıdan, dünden bugüne nasıl değerlendiriyorsunuz? Son 12 yıldır Türkiye’de, Dünya Şehircilik Günü Kolokyumları’nda ulusal platformlarda, şehir planlama konularının, planlama mesleği ve plancı kimliği tartışmalarının sonucu olarak, Türkiye’nin planlamayı yeniden tanımlaması gerektiği ortaya kondu. Dolayısıyla, ortaya çıkan sonuçlara göre, Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullarda gerçekten planlamanın yetersizliği görüldü. Ülkede yasal düzenlemelerle getirilen esaslar, mevcut imar yasası, yönetmeliklerle planlama sürecinin yönlendirilmesinde bütünleşme, çağdaşlaşma ve toplumsallaştırma gibi akılcılıklı kavramların eksik kaldığı ortadadır. İmar kanunlarının çağdaş yaklaşımı düzenlemelerden yoksun olduğu ve özdenetim mekanizmalarının bulunmadığı, planlamada etkinlik sağlanamadığı, topluma planlama güvencesinin verilemediği, toplumun plancı ve planlama mesleğine daha çok planlamayı etkilemede güçlerin zayıf kaldığını tespit etmişiz ve bunları tartışma sonucu ortaya koymuşuz. Dolayısıyla şehirciliğin profesyonel faaliyet alanı oluşmadığını da böylece ortaya koymuş olduk. Kent plancıları çoğu kez politikacıların kararlarını uygulamaya geçirmek durumunda kaldığını ve sorunun sadece planlama ve plancının eksik tanımlanmasından kaynaklanmadığını; uygulamacılar ve halkın da bu konuda bilinçsiz olduğunu, 18. Dünya Şehircilik Kolokyumu toplantılarında ortaya koymuştuk. Şehircilik her şeyden önce bir kültürdür ve bu kültürün üst kademelerde oluşması sorunu çözmez; bu kültürün halkın bünyesinde olması gerekiyor, halkın bilinçlenmesi gerekiyor ki şehirciliğe ilişkin bir takım şeylerin hakkı olduğunu bilebilsin, peşinden gidebilsin ve eleştirebilsin. Bu bakımdan, toplumda kavram ve tehditlerin de aşağı yukarı bu dediğim çerçevede halka yansıtılması, yani genel bilinçlendirmenin yapılması gerektiği noktasına gelmiştik. Toplumda plan ve planlı yaşam görüşünün güvence altına alınmasını ve toplumsal görüşün belirlenmesi gerektiğini o toplantılarda saptamıştık. Burada temel yanlışlığın, ülkede kaynakları korumayı garanti edecek ne yeni bir anlayışın, ne yasal düzenlemelerin yapılamamış olması; kısır döngü içerisinde, ülkede Şehircilik Bakanlığı kurulması beklentisinin üzerinde hiçbir şeyin yürümediği ve şehircilik yasasına kavuşmayı hayal ettiğimiz halde maalesef bunun da gerçekleşmediğini, devletin şehirciliğe ve planlamaya bakışında netleşme beliremediğini de 18. Dünya Şehircilik Kolokyumu toplantılarında tespit etmişiz. Bu koşullarda, ülkede şehircilik mesleğinin uygulamasında bir başarı beklemenin olanaksız olduğu, başarının ancak gerekli koşullarda, mevzuat ve örgütlenmenin doğmasına bağlı kaldığı ve bunun da devletin politikası olduğunu yine saptamışız. O zaman, planlama sistemi içerisinde henüz sorumluluk alanları belirlenmemiş, netleşmemiş durumdaki ülkede planlamanın boyut zenginliğinin kazanılmadığını da görmüşüz. Örgütsel eşgüdümün olmadığını, üstelik ülkede ortak mekan tanımının yapılamadığı, zengin içerikli boyutlarıyla yasaya erişilemediği, planlamada dil birliğinin sağlanamadığı, değişik kaynaklardan doğan bilgi birikimlerinin de yapılanmadığı, uygulamada karar verme süreçlerinin geri beslemesinin olmadığı,
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
bilgi teknolojileri yerleşmediği için de uygulama sonuçlarının çok başarılı olmadığı gibi bir sonuca gelmişiz. O halde, ülkemizde de, dünyada olduğu gibi, ülke şehirciliğine uygun planlama sistemi kurulmalı, şehircilik ve şehircilik mesleği bugünkü koşullarda yeniden ve ülkeye özgü koşullarda tanımlanmalı; Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullarda, fizik düzenleme ağırlıklı planlama anlayışından vazgeçilmeli, ülke topraklarının tümünün değerlendirilebileceği ve belki de yeniden fethedilebileceği planlama anlayışına ve sistemine gelinmelidir; kentsel politikalar üretilmelidir. Kazanılması gereken başka birtakım değerler etrafında toplanılarak bir ulusal strüktür oluşturulmalı ve eylem alanı yaratılmalı demiştik. Mesleki uygulama alanları tartışmalarına da bir son verilmelidir. Yani eskiden planlama eğitimi başlamadan, mimarların kent planı yaptığı ortamda, planlama ile ilgili Oda (Şehir Plancıları Odası) kurulunca bu insanlar, Odanın kuruluş düzeni gereği dışlanmak durumunda kalmış ve çok uzun süre büyük bir tartışma olmuştur. Tıpkı son dönem, kent planlama ve mimarlık arasındaki kentsel tasarım ve hatta peyzaj mimarisi arasındaki kavramı paylaşmadaki tartışmada olduğu gibi… Ama bunlar başka ülkelerde de; Batı ülkelerinde de, olmuş, en önemlisi, oradaki kültür bu paylaşımı ortak hale getirmiş ve bütün bunları ortak dilde programlamış ve bunu aşmışlar. Türkiye’de artık böyle bir tartışma yok, ama o zaman böyle bir tartışma vardı. Sadece, şu da önemli tabii, şehircilik misyonunun sadece şehirciler için tanımlanması yeterli değil. Yaşamın organizasyonuna katılan herkesin, halkın, yöneticilerin, seçilmişlerin, meslek adamlarının ve politikacıların da bir misyona sahip olmaları gerekmektedir, altı çizilmiştir. Şayet, iyi politikalar iyi kentler yaratmaya olanak veriyorsa, o zaman neden “yazdığımızı yüksek sesle politikacılara duyurmayalım?!” Sayın politikacılar, bizlere politikalar üretiniz ve sizlere kentler yaratalım. Demek ki, meslek ile ilgili gelişmelerde çok önemli aşamaları geride bıraktık. Kent planlama ve bugün kurulan sistemde, planlamanın çok disiplinli yönü sayesinde, ekonomi vs. bir alanda uzmanlaşabiliyorsun. Ülkemizin içine girdiği, planlamanın aşamalarına göre sadece fiziksel düzenleme olmadığı, onunla birlikte sosyal, ekonomik vb. birçok alanda bunun devreye girmesi gerektiği noktasında eğitimin nasıl olduğu konusuna değinelim. Benim aslında, şehircilik eğitimini salt ‘kent planlama’ olarak ifade etmekten çok, onu da içine alan, “kent planlama, şehircilik içinde bir alandır”ı; şehircilik olgusuna, kent planlama ve bu eğitimi veren programların ötesinden baktığımı başta söylemem gerekirdi. O zaman kent planlamayı da bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Yani yanlış anlaşılmasın, bir dışlama değil, tam tersine kent planlamanın bir üst yapısını oluşturan, planlama içerisindeki verilerin kendisini etkilediği şehircilik olgusu, şehircilik tanımı bence en önemlisi. O zaman, şehircilik tanımından hareketle, ne söyleyebiliriz? Hakkında, en son yazdığım, henüz baskıya gitmemiş ama editörün incelemesinde olan “İnandığım Şehircilik” adını taşıyan bu kitapta şöyle bir giriş yaptım: “Bu kitabın adından da anlayacağınız gibi, benim bugüne kadar olan, 50 yılı aşmış süre içinde hiç değişmeyen bir düşünce; şehircilik daha önce, ülkedeki şehircilik sisteminin oturması konusunda yazdığım şeyler ve kurduğum eğitim birimi de bu temeldedir. Bu nedenle, bu kitabın içinde de, ben bunu anlatırken, bir tanım koydum: “Bu şehircilik tanımını vermeden önce şunu
37
38
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
söyleyeyim ki “Şehirciliğin tanımı kolay değildir. 20. yüzyılın başından bu yana en son verilen tanım dahil, hiçbiri etrafında tam olarak fikir birliği olmamıştır. Ancak bu tanımlar, çok sayıda kuramın ortaya çıkmasına zemin oluşturmuş, kaynak olmuşlardır. Esas olarak şehircilik 19. yy sonuna doğru sanayi toplumunun ortaya çıkardığı bir disiplin olmuştur. Dolayısıyla, şehircilik tarifini de şu şekilde açıklayabilirim: Şehircilik, üniversal karakterde ve bilimsel bir üniversalite iddiası içinde, planlama kavramını da içeren, toplumun gelişmesiyle de doğrudan ilgili, düşünmeye ve eyleme dönük karakterde bir olaydır. Bu söylem içinde, şehircilik ülke koşullarında, çağdaşlaşmayı, modernleşmeyi ve ilerlemeyi getirebilecek, uygulanabilir koşullar yaratabilecek toplumsal düzen ve huzur sağlanmasından; ekonomik düzenlemelere ve fiziksel oluşumlara kadar hem mekânsal, hem mekânsal olmayan nitelikte diğer meşguliyetlerin hepsini içeren bir düşünce ve eylem biçimine dönük güçlü bir araçtır.” Bu yaklaşımda bakarsak şehircilik ülke, bölge ölçeklerinde ve kentsel/kırsa gelişmelerde devletin müdahalesine önem kazandıran ussal bir şehircilik sistemi içinde, disiplinlerarası nitelikten, disiplinlerötesi çizgide planlama ve sürdürülebilirlikçi, çevreselci hareketin yeni bir yorum içerisinde kavramsallaşmasından doğan nesneler, araçlar ve mekanizmalar yaratılmasıdır. Planlamaya bu şekilde baktığımı, tekrar belirtmiş olayım. Eğitime başladığınız yıllardan bugüne, sizce planlama eğitimi nasıl değişti? Yine geniş perspektiften alıyorum; bugün, ülkenin içine girdiği çok sığ bir değişim ve dönüşüm var. Genel anlamda, şehirciliğimizi ilgilendiren yönleri dikkate aldığımızda, bugün, ülkede bana göre şehircilik eğitiminin yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Yani ülkedeki hızlı dönüşümün , yaşamı altüst eden yeni yaşam biçimlerinin ortaya çıktığı, doğanın zedelendiği ve yok edildiği, fırsatların kaçırıldığı bir ortamda, bugünkü mevcut bakışla bunların önüne geçilemeyeceğini görüyoruz. Bu nedenle, ülke genelinde eğitim alanında yüksek öğrenim genelinde de bir reform yapma gereksinimi var. UNESCO 21. yy’daki eğitimle ilgili ciddi araştırmalar yapıyor, raporlar düzenliyor ve bu raporlarda inanılmaz bazı işaretler var bize yön verecek. Öyle ki; dünya değişiyor, eğitim de onu izlemek zorundadır. Her yerde toplumlar, bu değişimler karşısında yeni eğitim biçimleri araştırıyor. UNESCO, eğitimi ortak mülk gibi görüyor. Eğitimin esas olarak sürdürülebilir gelişme hedefleriyle bütünleşmesini hedefliyor. Dolayısıyla, dünyada eğitim peyzajı değişiyor ve değişirken büyük bir değişim – dönüşüm yaşanan ülkemizde de bu eğitim peyzajının, dünyadaki gibi değişmesi, ele alınması, değiştirilmesi gerekiyor. Yine UNESCO, raporunda “Dünya’da yüksek lisans eğitimi büyük bir karşı koyuşla karşı karşıya.” diyor. Mesleki niteliklerin, dünyadaki kitlesel isteklere ve gereksinimlere yanıt veremediğini, vermediğini söylüyor. Demek ki, eğitimin kitlesel isteklere ve gereksinimlere yanıt vermesi gerekiyor. Bu alanda, araştırmalar için mesleki formasyonlara sırt dönmeden, toplum ve yüksek öğretim kadroları arasında toplumsal yeni bir sözleşmenin tanımlanması gerektiğini belirtiyor UNESCO. Bu durum, belki de üniversite modelinin geleceği üzerine de bir açıklama niteliğindedir. Yükseköğretimin takdim ettiği şeyin, uluslararası kurumların farklılaşması sebebiyle değişmesi gerektiği noktasında birleşiyor,
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
sektör ortaklığının çoğalması gerekliliğini de belirtiyor UNESCO. Bu durum, geleneksel üniversite kuruluşu, akademik özgürlük ve otonomi ilkelerine bakışı da değiştiriyor; bir takım endişeler var özerklik konusunda; üniversitelerin araştırması konusunda, üniversitelerin dünyadaki gelişmelere koşut bir durum göstermemesi konusunda… O zaman, bu endişelerin giderilmesi için yükseköğretimin yönetilmesi olayının yeniden ele alınması gerekiyor. Bu aynı zamanda -yıllardan beri üzerinde durulan- YÖK sisteminin değiştirilmesi, kaldırılması vb. konuları da tekrar gündeme getiriyor ama ben bunu UNESCO’nun diliyle söylemeye çalışıyorum. Geleneksel yapıdaki yükseköğretimin yönetilmesi olayının yeniden yönetilmesinin ele alınması gerekiyor. Dünyadaki gelişmeler böyle, eğitim ve öğretime bakış bu. O zaman ülkemiz koşullarında biz buna nasıl bakıyoruz? “Bizim Yükseköğretime bakış açımız ve ülke yönetiminin üniversitelere yansıma şekli nasıl? Bununla ilgili devletin üretim politikaları ne; uygulamaya geçirilmesi nasıl oluyor?” soruları da bizim için açık nokta. Madem ki böyle endişeler var; bunun ben cevabını şöyle arıyorum: bir defa epeydir şehrciliğin yükseköğretimde ele alınarak, artık Şehir ve Bölge Planlama formatının ötesinde, mutlak şekilde bir Şehircilik fakültesi içerisinde alınması gerektiğini düşünüyorum. O zaman, Şehircilik fakültesinin bünyesinde kent planlama, kentsel sosyoloji, kentsel antropoloji, kentsel coğrafya vb. ne varsa araştırılması gereken; fakülte içerisinde tüm bunlara ilişkin bilgi alışverişlerinin yapılabilmesi, akademik bağlamda, araştırma bağlamında ilişkisinin kurulabileceğini düşünüyorum. Şehircilik fakültelerinin kurulması gerektiğini 15 yıldır söylüyorum. Bununla ilgili yazılmış bir makalem de yayınlandı; bunu da belirtebilirim. Örneğin 2013 yılında, Milliyet Gazetesi’nde “Düşünenlerin Düşüncesi” sütununda yayınlanmış olan “Yeni Şehirciliğin İlke ve Koşulları” başlığı altında, şehircilik eğitiminin geliştirilmesi için bir öneride bulunmuştum. Şehircilik eğitiminin geliştirilmesi hedefine yeni bir akademik birim olarak fakültenin kurulmasını; bununla kalmayıp fakültenin dışında şehircilikle ilgili, YÖK’e bağlı, universal statüde birleşik şehircilik enstitüsünün kurulmasını da uygun buluyorum. Çünkü yıllar önce, Turgut Özal zamanında, Türkiye’de bilimsel araştırmaların daha iyi yapılabilmesi, onlara olanak sağlanabilmesi ve belli bir sistem içerisinde bunun sonuçlarından yararlanılabilmesi için, bir tanesi İzmir’de, bir tanesi de Gebze’de olmak üzere iki tane Yüksek Teknoloji Enstitüsü oluşturuldu. Yüksek Teknoloji Enstitüsü, ülkedeki bütün üniversitelerden A,B,C konularında mezun olanların gelip üst düzey araştırmalarını yapabileceği bir kurum olması amacıyla kurulmuştu. Dolayısıyla, o kadar güçlü bir düşünceyle kurulmuş olan bu iki enstitünün, bir süre sonra, oradaki kadroların “biz hazır gücüz, neden lisans eğitimi vermiyoruz” düşüncesiyle bunun peşinden gitmeleri ile birlikte, üniversiteden farkı kalmadı. Evet bir taraftan bu bir kazanımdır; ama keşke bahsettiğim gibi; yüksek düzeyde, ülkedeki araştırmaların böylesine bir alanda yapılması yönünde ilerleyebilseydi. Bu kaçmış fırsat elbette hala değerlendirilebilir ve Türkiye’de Şehircilik Enstitüsü oluşturulduğunda, o zaman, Türkiye’nin her vilayetinde yetişen lisans düzeyindeki öğrencilerin, böylesine kurulmuş bir ya da iki tane Yüksek Şehircilik Enstitüsü bünyesinde, araştırmasını veya Yüksek Lisans eğitimini yaparsa bir bütünleşme olacaktır. Ben böylece, bu alanda akademik dönüşümün
39
40
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
gerekliliğini düşünüyorum ve bu aynı zamanda bana şunu anımsatıyor; biraz önce anlattığım, birtakım alıntılar kurduğum, UNESCO’nun eğitime ve Yüksek Öğretime bakışına paralel olarak; Fransa gibi bir ülkede yüksek öğretim planı devreye sokuluyor ve koşulların gerektirdiği ölçüde bir yüksek öğretim yasası yapılıyor; Yüksek Öğretim ve Araştırmalar Bakanlığı kuruluyor. Bakanlık kurulduğu zaman büyük fonlar aktarılıyor, üniversitelerdeki rekabet gücünü artırıyor; Fransa’da belirlenmiş 10 bölgede belirlenmiş 85 tane üniversiteye birbirleriyle belki birleştirerek, dünyada en ileri düzeyde eğitim veren, Amerika’daki veya İngiltere’deki üniversitelerin düzeyine çıkarmak için bir çaba sarfediliyor. Bu bakanlığın yapmış olduğu şey, sağlanan olanaklarla eğitimin kalitesini ve eğitimcinin araştırma gücü için ona destek veren bir ortamı sağlıyor; restoranda çalışan personelinden, profesörüne kadar hepsine verilmesi gereken olanakları veriyor. Fransa böyle bir yola girmiş, Amerika’da da çok önemli üniversitelerin de bu tarz köklü gelenekleri veya parasal güçleri var, bu sayede güçler birleşiyor ve tek bir kurum olarak hizmet vermeye çalışıyor. UNESCO madem eğitimi önemli bir mülk olarak görüyor, dünyadaki her türlü gelişimin temel taşı olarak görüyor; biz Türkiye’de bunun gerisinde olmamalıyız. Özellikle eğitim alanına yönelen veya yönelmek isteyen genç plancılara önerileriniz nelerdir? Biraz önce sözünü ettiğim, yayınlanmak üzere olan kitabımda bir ithaf kısmı var. Ben diyorum ki, bu çalışmanın, 1930’dan bu yana şehircilik kavramının, anlamının yer etmesi, düşünce ve fikri yerleşmesi ve gelişmesinde öncülük eden, önemli rol oynamış kişilere; ki bu kişiler şehircilik kültürünün geliştirilmesinde katkı sağlamış, sağlayan insanlara ithaf ediyorum. Aynı zamanda, söylemek istediğim asıl cümle; yetiştirmek istediğim asıl şehircilere de ithaf ediyorum diyorum. Bu şu demek oluyor; hayatım boyunca genç kadrolara hep inandım, geleceğin onlara ait olduğunu her zaman idrak ettim; burada da, bizim üzerine konuştuğumuz konular-
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
da geleceğin, yani insanların yaşayacağı ortamların düzenlenmesinde, o insanlara yaşam zevkini aşılayacak çarelerin ve yöntemlerin bulunmasında, idealist gençlerin bulunacağını unutmadım. Dolayısıyla, şehircilik eğitimine yönelecek gençlere şunları söylemek istiyorum: Kent planlama formasyonu üzerinden şehirciliğin diğer ilgi alanlarına yöneliş sağlayan yüksek lisans programlarına girmeleri, orada eğitime katılmaları, şehirciliğin çok disiplinli ve hatta disiplinler ötesi konularında araştırmalarının içinde olmalarını öneriyorum. Kent planlamayı sadece mesleki çerçevede bırakmamalarını; çünkü ülkemizde de dünyada olduğu gibi, derin değişimler/ dönüşümler perspektifinde sürdürülebilir yaşam alanlarının oluşturulması için arayışlara gereksinim duyulduğunu biliyorum. Bu açıklamamla, eğitim alanına yönelen veya yönelecek meslektaşlarımın, genellikle şehirciliğe alan oluşturan disiplinler ile ilgili araştırmaların içinde olmalarını, onlara yönelmelerini doğru buluyorum. Böylece değişimin mantığını, çevresel konularda kullanılacak gözlemlerde bulunmalarını, planlamanın gelişen olaylar karşısında sentez yapma yeteneğini kazanmalarını ve stratejiler ortaya koyabilmelerini; özetle daha mutlu insan yaşamının sağlanması ve insanların daha huzurlu, adaletli ve yaşam sevinci bulabilecekleri kentlerin yaratılması ve yönetilmesine katkı yapacak arayışların içerisinde olmalarını öneriyorum. Benim gençlere söyleyeceğim şey bu. İsteyen elbette ki mesleki kazanım sağladığı seviyede olayı bırakır; dolayısıyla da o çerçevede uygulamanın ve araştırmanın içinde olabilir. Son kitabınız olan, henüz editör aşamasında olduğunu belirttiğiniz “İnandığım Şehircilik”ten bahsetmek ister misiniz? Bu kitap benim uzun zamana yayılan, şehirciliğe ilişkin tüm çabalarımın artık çok ergin bir yaşta, tarihe not düşmek istediğim bir kitap oldu. 2000’den itibaren, özellikle bugünkü iktidarın sürekli görevde olduğu süre içindeki tüm şehircilik uygulamalarını objektif olarak değerlendirmek istedim. Bana göre ciddi bir bakış açısı oluşturan bir çalışma bu. Birinci kısmında, yakın dönem şehirciliğimiz üzerine bahsettiğim, sentetik yaklaşımla değerlendirmeler yer alıyor. Bu değerlendirmenin sonunda, yaklaşık otuz makalenin yer alıyor. Makaleler sadece planlama ile ilgili değil; aynı zamanda kentsel tasarım ile ilgili. Çünkü kitabın başlığı zaten “İnandığım Şehircilik: Yakın Dönemde Şehirciliğimiz Üzerinde Bir Değerlendirme, Şehircilik ve Kentsel Tasarım Üzerine Yazılar” şeklinde. Kitabın içindeki bilgiler eğitim malzemesi olabilir; bir döneme bakışın ciddi bir kaynağı olabilir. Ben 3.5 yıldan beri bu çalışmayla ilgileniyorum, sonuna geldiğimi sanıyorum ama her gün kitaba bir şeyler ilave etmeye devam ediyorum. Kitabın sonunda ortaya çıkan bir slogan var benim için; onu da ben kitabın başına koydum: “Toplumda daha çok şehircilik, daha çok mimarlık, daha çok demokrasi kuralları olmalı; daha etkin sahiplenme duygusu yaratılmalıdır.”
41
42
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
NAZAN ÖZBAYDAR SOM Kurumsal Gayrimenkul Değerleme ve Danışmanlık Hizmetleri Şirket Genel Müdürü
Çalışma hayatınız hakkında kısa bir özgeçmiş anlatır mısınız? 1996 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi’nden mezun oldum. Sonrasında İTÜ’de Kentsel Tasarım alanında yüksek lisans yaptım. Yüksek lisans eğitimim sırasında belediyede çalıştım. Yaklaşık 1 yıllık belediye deneyimimden sonra gayrimenkul sektörüne geçtim. Değerleme uzmanlığı maceram, şehir plancısı bir arkadaşımın gayrimenkul değerleme raporu hazırlarken bilgi almak için belediyeye gelmesi ile başladı. Gayrimenkul sektörünü farkettim, araştırdım ve yavaş yavaş ilgim oluşmaya başladı. Şehir Planlama bölümleri, pek çok farklı işi yapmaya uygun bir yelpazede eğitim veriyor, “disiplinlerarası eğitim” derdi hocalarımız öğrenciyken. İş hayatında ne demek istediklerimi çok iyi anladım. Bir gün uluslararası bir gayrimenkul pazarlama şirketinin iş ilanını gördüm; bir fırsat olabilir diyerek başvuru yaptım ve kısa sürede işe başladım. Amacım değerleme işi yapmaktı ancak gayrimenkul sektörü henüz Türkiye’de yeni kurumsallaşmaya başlıyordu, bu nedenle sektörde ne kadar kalıcı olunabilir, kurumsallaşma sürecinde nasıl yer alınır bir bilinmezdi. Öte yandan bakir bir alan olması bizim gibi farklı işler denemeye istekli yeni mezunlar için bir fırsattı. Ve gayrimenkul sektöründe ilk olarak asistan olarak çalışmaya başladım. Pazarlama faaliyeti üstlenilen gayrimenkullerin konum, ulaşım imkanları, imar durumları ve fiziksel özelliklerini inceleyen teknik raporlar hazırlıyordum. Rapor hazırlama bizim meslekten de gelen bir aşinalık olduğu için hoşuma da gitti ve bunu daha profesyonel hale nasıl getirebilirim diye düşünmeye başladım. O dönemlerde ciddi bir ekonomik kriz çıktı, gayrimenkul sektöründen ayrılıp yine belediyeye döndüm. Belediyede 1 yıl çalıştım ama aklım hep gayrimenkul işindeydi, orada ufkumun daha açık olacağının farkındaydım. O zamanlar KPSS sınavı ilk kez yapıldı, Belediye’de kadroya yerleşecek not almama rağmen tekrar gayrimenkul sektörüne geri döndüm. 2003 yılı başında şimdiki şirketim SOM Değerleme’nin kuruluş sürecinde değerleme uzmanı olarak çalışmaya başladım. Uzunca bir süre
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
sadece genel müdürüm ve ben çalıştık, kuruluş sürecinde çok şey öğrendim, ekibin belirlenmesi, rapor formatlarının, sözleşmelerin hazırlanması, kalite sisteminin kurulmasına kadar her aşamada keyifle çalıştım. 2006 yılında kazandığım primlere şirketten %10 hisse satın aldım ve ortak oldum. 2010 yılının sonunda, yine Şehir Plancısı olan şimdiki ortağımla şirketi diğer ortaklardan komple devir aldık. Bizim için çalışırken şirketin sahibi olmak hayal gibiydi. Çalışma alanınızdan bahseder misiniz, Özellikle üzerine çalıştığınız konular nelerdir? Kira ve satış değer tespiti en temel işimiz, en etkin ve verimli kullanım analizleri, yer seçim analizleri, gayrimenkul projeleri için fizibiliteler yapıyoruz. Sektörde şirketlerin hizmetleri teminat ve özel projeler olarak sınıflanmış durumda. Şirketlerin çoğu, bankalara ve bayilik teşkilatı olanlar şirketlere hazırlanan teminatlara yönelik değer tespit raporları hazırlıyor. Özel projeler olarak nitelendirdiğimiz hizmetler, biraz daha danışmanlık içeriyor. SOM Değerleme’nin tecrübesi de daha çok özel projeler yönünde gelişti. Bu şekilde gelişmesinde ekibimizde çok sayıda şehir plancısı olmasının katkısı büyük. Sadece teknik bir iş, hesap kitap işi gibi bakmıyoruz değerleme işine. Şehirci vizyonu ile bugünü iyi analiz ettiğimiz gibi, yarın için de sağlıklı öngörüler geliştirebilme yeteneğimizi kullanıyoruz. Özel işler kapsamında değerlendirdiğimiz işler; şirketlerin bağımsız denetim raporları ve finansal tabloları için değerleme raporları, mahkemeler için hazırlanan raporlar, yerli ve yabancı yatırımcılar için hazırlanan raporlar, kentsel dönüşüm sürecinde hazırlanan raporlar olarak sıralanabilir. Aslında o kadar geniş ki değerleme şirketlerinin faaliyet konuları, miras paylaşımı yapılacak mesela, nasıl paylaşılacağı muamma, hakkaniyetli paylaşım için danışmanlık alınıyor. Kamulaştırma davaları için mahkemelerden talepler gelebiliyor. Mülkiyetle ilgili davalarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne sunulmak üzere çok sayıda dosya hazırladık. Çok farklı kurumlara, çok farklı amaçlarla ve çeşitli niteliklerde iş yapıyoruz. Son üç yıldır kentsel dönüşüm kapsamında çok fazla iş yapıyoruz. 6306 sayılı yasa bize birçok konuda alan açtı aslında. Parsel bazında mevcut durumun değerlendirilmesi ve yeni yapılacak projelerin değer tespitini yapıyoruz. Eskiden arsa payları kurulurken müteahhitler tüm dairelerin arsa paylarını eşit vermişler ya da kendilerine arsa payını yüksek tuttukları daireyi ayırmışlar. Kentsel dönüşüm sürecinde arsa payı dikkate alındığından, binanın yıkılıp yeniden yapılması aşamasında bu durum itirazlara sebep oluyor ve arsa payı düzeltme davaları açılıyor. Bu süreçte arsa paylarının doğruluğunu kontrol eden raporlar hazırlıyoruz. Çok çeşitli gayrimenkul tipleri için değerleme raporları hazırladık 15 yıldır. Liman, hastane, marina, golf tesisi, sinagog ve hatta mezarlık bile değerledik!
43
44
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
Sektörde şirketler iki grupta özelleşmiş gibi; bir grup sadece bankalara iş yapan şirketler, bir grup daha çok özel iş yapan şirketler. Bizim tercihimiz; butik işlerde uzmanlaşmak yönünde oldu. Yöneticiler olarak bizler ve ekibimiz ruhumuzu katabileceğimiz farklı projeleri seviyoruz. Her işte yeni bir şeyler öğrenip hep birlikte gelişiyoruz. Her zaman söyleriz, SOM okul gibidir. Çeşitli meslek alanlarına sahip olan Gayrimenkul sektörünün bağlı olduğu bir birlik var mı? Evet, Türkiye Değerleme Uzmanları Birliği’ne bağlıyız, lisanslı uzmanların hepsi birliğe üye olmak zorunda. Sermaye Piyasası Kurulu tarafından yetkilendirilmiş değerleme şirketleri de birliğe kayıtlı. Şirketler, Sermaye Piyasası Kurumu oldukları için ayrıca SPK’ya düzenli bilgilendirme yapma zorunlulukları var ve zaman zaman denetimden geçiyorlar. Sektörde Şehir Plancısı olmanızın size getirdiği avantajlar ne oldu? Bu işi yapmaya istekli herkes yapabiliyor olsa da Şehir Plancısı olmanın artıları fazla. Biz eğitimimiz sırasında rapor yazmayı, mimari proje okumayı ve çizmeyi öğreniyoruz. TAKS / KAKS gibi plana ilişkin kavramlara hakimiz, saha çalışması yapıyoruz, insanlarla iletişim becerimiz gelişkin. Bu nedenlerle şehir plancıları diğer mesleklere göre bir adım önde başlamış oluyor sektöre. Resmi kurumlarda ve değer araştırması yaparken sahada İnsanlarla iletişim kurarken alabileceğiniz maksimum bilgiyi almanız lazım, bu da planlama eğitiminde bize kazandırılan becerilerden biri. Değerleme uzmanıyız diye bu demek olmuyor ki bakar bakmaz taşınmazın değerini anlayalım. Bir takım teknik bilgileri resmi kurumlardan topluyoruz, sahada incelememizi yapıyoruz ve bunların hepsini harmanlayıp raporumuzun sonucunda değer takdirine ulaşıyoruz. Sahada emlakçılarla yeterince konuşup sağlıklı veri alamazsak, topladığımız teknik verileri düzgün analiz edip, yorumlayamazsak yazdığımız değerin arkasında duramayız. Bu alana bir şehir plancısı olarak girdiğinizde fark ediyorsunuz ki eğitim hayatınızda kazandığınız sosyal iletişim ve analitik yorumlama, raporlama becerinizin size katkısı çok büyük. Bu işe çok yatkın bir eğitim alıyoruz aslında. Mezun olduktan sonra, meslek hayatınızda ne gibi zorluklarla karşılaştınız? Bu zorluklarla başa çıkma yöntemleriniz nelerdi? Biz mezun olduğumuzda özel sektörde şehir plancısı pek aranmıyordu. Yaşadığımız zorluk bu konuda oldu. Büyük kadrolu planlama şirketleri yoktu. O zamanlar internet çok yeniydi, Hürriyet İnsan Kaynakları çok popülerdi, her pazar günü gazeteyi alıp ilan tarardık; şehir plancısı görünce havalara uçardık. Belediyede çok düşük maaşlarla ve taşeron şirketlerde sözleşmeli olarak çalışıyorduk. Biz mezun olduk, yüksek lisansın son yıllarında gayrimenkul sektörü şehir plancılarının farkına vardı veya belki biz gayrimenkul sektörünün farkına vardık. Gayrimenkul sektörüne açılım ile plancıların çalışma alanı genişledi.
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
Odamıza dahil olduğunuz zamanlardan bugüne, Oda çalışmaları hakkında ne düşünüyorsunuz? İki dönem Oda yöneticiliği yaptım, işlerimin yoğunluğu nedeni ile şu an çok takip edemiyorum Oda çalışmalarını. Gayrimenkul sektöründe çalışanlar şehir plancıları, biraz odadan uzak kalıyorlar. Son zamanlarda bu konuda Odamızın bir girişim yaptığının farkındayım. Bir toplantı daveti geldi, güzel bir adım olmuş bu konuda. Yönetim kurulunda olduğum dönemde toplantılar, yemekler organize etmiştik ve gayrimenkul sektöründe çalışan şehir plancıları bir araya gelmişti ancak sürdürülebilir olamadı maalesef. Farklı sektörlerde çalışan kişileri bir araya getirmek hem plancılar hem de oda adına önemli katkılar sağlar. Yine yönetimde olduğum dönemde; değerleme şirketlerinin yöneticileri olan dört lisanslı uzman olarak bir günlük bir eğitimle yeni mezun olan/mezun olacak genç arkadaşlarımıza sektörü ve değerlemeyi anlatmıştık. Eğitimi alan, o zamanki öğrencilerden biri bizim şirkette çalışıyor şimdi. O zaman dinleyen iken şimdi eğitim verecek düzeyde birikime sahip oldu. Kendim ve şirketim adına bu ve buna benzer projelerde odaya sonsuz desteğe hazırız. Sektöre yönelmeyi düşünen, henüz mezun olmamış meslektaş adaylarımıza ve yeni mezun olan meslektaşlarımıza önerileriniz nelerdir? Gayrimenkul sektöründe kariyer hedeflemelerini tavsiye ederim. Gayrimenkul sektörü vizyonlarını genişletir, keyifle çalışacaklarını düşünüyorum. Kapımız yeni mezun meslektaşlarımıza sonuna kadar açık…
45
46
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
MEHMET ÇAKILCIOĞLU Beylikdüzü Belediyesi Başkan Yardımcısı
Hangi okuldan, kaç yılında mezun oldunuz? Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nden 1987 yılında mezun oldum. Mimar Sinan’ın ilk mezunlarıyız. Yüksek Lisansımı da aynı okulda yaptım; 1989 yılında bitti. O da Koruma Planlama üzerineydi, yine aynı üniversitede doktora programına devam ettim, o da Turizm Planlaması üzerineydi. 1996 yılında da doktoramı tamamladım. Çalışma hayatınız hakkında kısa bir özgeçmiş anlatır mısınız? Genel olarak hangi projelerde yer aldınız? 4. sınıfta hocaların yanında parttime çalışmaya başladım. Bu meslekte de diğer meslekler gibi usta – çırak ilişkisinin önemli olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda ben kendi ustalarımı da Prof. Dr. Sümer Gürel ve Prof. Dr. İbrahim Şanlı olarak görüyorum. 4. Sınıftan itibaren Prof. Dr. Sümer Gürel’in yanında çalışmaya başladım, doktoramın belli bir döneminde bir araştırma firmasında; belediyelere turizm danışmanlığı yapan bir firmada çalıştım. Arkasından da İbrahim Şanlı 1989 yılında Sn. Nurettin Sözer’in danışmanı oldu. Sn. Nurettin Sözer’in danışmanı olunca beni belediyeye çağırdılar; dolayısıyla 1989 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde çalışmaya başladım. 2014 yılına kadar İBB’deydim. İBB’de ağırlıklı olarak Şehir Planlama Müdürlüğü’ndeydim, üst ölçekli plan çalışmalarında yer aldım . 1994 – 1995 yıllarında 1/50.000 ölçekli planlar ve arkasından, 2009 tarihinde de 1/100.000 Ölçekli Çevre Düzeni Planı çalışmasında yer aldım. 7 yıldır İstanbul Aydın Üniversitesi’nde “Kent Analizi ve İmar Hukuku” dersleri veriyordum; bu yıl buradaki yoğunluğumun artması sebebiyle üniversitede ders vermeye ara verdim, o tarafa da saygısızlık olmasını istemedim. Yine İBB’deyken yürüttüğüm çalışmalardan biri, Dünya Sağlık Örgütü’ne bağlı “Sağlıklı Kentler Birliği” idi. Bu birliğe belediyeler üye oluyordu, İBB de Türkiye’deki üyelerden bir tanesiydi. Orada onun koordinatörlüğünü yaptım.
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
2014 yerel seçimlerinin ardından da Beylikdüzü Belediyesi’ne geçtim. Sn. Ekrem İmamoğlu burada yeni bir yapılanma kurduğunu söyleyerek beni davet etti ve ben de bu tekliften gurur duyarak İBB’den ayrılıp buraya geldim. Şunu da belirtmek gerekir ki büyükşehir belediyeciliği ile ilçe belediyeciliği çok farklı. Burada 5 tane müdürlük bana bağlı; Plan Proje Müdürlüğü, İmar ve Şehircililk Müdürlüğü, İşletme İştirakler Müdürlüğü, Ruhsat Denetim Müdürlüğü, Bilgi İşlem Müdürlüğü. Beylikdüzü üç beldenin bir araya gelmesiyle oluşan bir ilçe, doğal olarak da kurumsal yapıya henüz ulaşamamıştı. Dolayısıyla kurumsal yapıya yeni geçmenin sıkıntıları var. Dolayısıyla şu an yoğun, ama bir taraftan da keyifli bir çalışma temposu devam ediyor. Şu an ilgilendiğiniz projeler nelerdir? Şu anda ilgilendiğim tek şey Beylikdüzü. Beylikdüzü’nde şu anda yürüttüğümüz birçok proje var. 2014’te, Sn. Ekrem Bey’in seçim dönemi öncesinde başlayıp devam eden projeler var; o dönem Ekrem Bey’in taahhüt ettiği, daha sonrasında da gelişen projeler var. Üzerinde en çok durduğumuz proje, Yaşam Vadisi Projesi. Yaşam Vadisi, İstanbul ölçütlerinde, büyük bir proje. Yaklaşık 1 milyon metrekarelik bir yeşil alandan bahsediyoruz; E5’ten başlayıp Kavaklı sahiline kadar giden vadinin düzenlenmesi işi. Bu daha önce de parça parça projelendirilmiş ama gerçekleştirilememiş bir proje. Biz, bunun ilk etabının yakın zamanda açılışını yapacağız. Yaklaşık 280 bin metrekarelik alan bir iki ay içerisinde kullanıma açılacak. Amfi tiyatro, kent mobilyaları vb. alanlarda şu an eklemeler yapıyoruz. İkinci etabı, yani birinci etabın bittiği yerden denize kadar olan alanda geçen yıl uluslararası bir proje yarışması yaptık, bir grup çok kaliteli bir ürün çıkardı. Şu anda o grupla uygulama projesi üzerine çalışıyoruz. Üzerinde durduğumuz projelerden birisi Cumhuriyet Caddesi Yayalaştırma Projesi; bu da bizim çok önem verdiğimiz bir konu. Cumhuriyet Caddesi bizim önemli akslarımızdan bir tanesi, tabi burada bir takım hukuki sorunlar, yetki sorunları çıkabiliyor. Bu proje ile yaklaşık 2 km’lik bir aksın yayalaştırılması ve trafiğin yavaşlatılması hedefleniyor. Bunun bir parçası da, şu an 7 – 8 binaya yayılmış durumda olan belediyemizin tek bir binada toplanması olacak. Beylikdüzü’nde şöyle bir sıkıntı var; diğer çoğu ilçede merkezler belli iken, burada öyle bir merkez yok. Biz Cumhuriyet Caddesi ile devam eden, belediyenin de bulunduğu aksın bir kent merkezi olmasını öngörüyoruz. Tabi ki kentler çok uzun yaşayan olgular; bir anda “hadi burasını merkez yaptık” diyerek yapay bir merkez yaratmak çok zor; buna bir kimlik katmanın, yaşatmanın uzun bir süreç olduğunu biliyoruz ama dediğim gibi Beylikdüzü’ne değer katmak adına da böyle bir projemiz var. Az önce bahsettiğim üç belde, üç köy; Kavaklı, Gürpınar, Yakuplu. “3 Köy 3 Meydan” diye bir projemiz var, bu proje Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde de çalışıldı. Bu proje ile deforme olmuş köy meydanlarının dokusunu canlandırmak istiyoruz. Çünkü bu köyler geçmişleri olan, eski köyler. Bu üç köy ağırlıklı olarak
47
48
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
Balkanlardan mübadele ile göç almış. Yani Beylikdüzü göreceli olarak yeni bir yerleşim olmakla birlikte bu üç köyün tarihleri mübadele öncesine kadar gidiyor. Hatta Beylikdüzü’nin tarihçesini anlatan bir kitap çıkarttık, onu Odamız kütüphanesine de hediye etmek isterim ki merak eden meslektaşlarımız Odamızdan ulaşabilsinler. Beylikdüzü denize kıyısı olan bir ilçe. 12 km’lik sahil bandımız var, İstanbul’da Marmara Denizi’ne bakan ilçeler arasında deniz bağlantısı hala bakir kalabilmiş, dolgu yapılmamış ender ilçelerden bir tanesi. Kumsalı olan, denizin dolgu olmadan kara ile buluştuğu ender ilçelerden bir tanesi. Sahil bandı ile çok büyük bir potansiyeli var, bu potansiyeli değerlendirmeye çalışıyoruz ama burada bir takım yetki sıkıntıları yaşıyoruz Büyükşehir Belediyesi ve Bakanlık ile. Kıyılardaki düzenlemeler de dahil buna. Büyükşehir Belediyesi ile ilçe belediyesinin siyasi görüş farkı da projelerin sıkıntısız ilerleyip ilerlemeyeceği konusunda aktif rol oynuyor. Beylikdüzü’nde on tane mahallemiz var, dört büyük mahalle E-5 Karayolu’na yapışık şekilde. Nüfusun yaklaşık yüzde yetmişi burada yaşar. E-5’e yakın olmanın avantaj ve dezavantajları var. Doğu – batı aksında E-5’e alternatifimizin olmaması dezavantajlarımıza örnektir. Karlı havada Haramidere yokuşunda metrobüs çalışmayınca bizim ilçeye giriş – çıkış da kilitlendi. Denize yekın olmamıza rağmen bunu ulaşım olarak kullanamamamız bir dezavantaj. Deniz Ürünleri Halinin burada olması. İstanbul’a gelen balıkların yüzde sekseni karayolu ile geliyor (mevsimine göre değişse de). Dolayısıyla su ürünleri halinin
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
deniz kenarında yapılmasına gerek yok. Gece sabaha kadar tekneler çalışıyor; sabah sekizde oraya gittiğinizde hiçbir şey görmüyorsunuz ama kokudan dolayı ciddi bir rahatsızlık ortaya çıkıyor; kamyonların güzergahında ister istemez akıntılar oluyor, onların getirdiği kirlilik var. Haddinden fazla martımız oldu, bu kadar fazla martı olmasının etrafa verdiği bir kirlilik var. Bir de kamyonlar gece 12’den sabaha kadar çalışıyorlar. Adnan Kahveci Mahallesi’nden E-5’e çıkıyorlar; o güzergahta yarattıkları gürültü kirliliği var. Yürüttüğümüz çalışmalarda benim çok önem verdiğim bir diğer çalışma da Afet Acil Eylem Planı. Bununla ilgili Plan ve Proje Müdürlüğü’nde bir şeflik de kurduk. Şu an bu acil durum planını oluşturduk, tüm müdürlükleri bilgilendirdik. Şu an çeşitli kurumlarla; STK’larla, partilerle bunları görüşüyoruz. Büyük olasılıkla Mart ayının ilk haftasında, deprem haftasında bunun lansmanını yapacağız. Mezun olduktan sonra, meslek hayatınızda ne gibi zorluklarla karşılaştınız? İlk dönemler açısından söylüyorum, yarı bilinçli olarak şehir planlama bölümüne girdim. Ondan sonra, bu bölümü okumayı da sonrasını da çok seven bir insanım. Mezun olduktan sonra da işsizlik yaşamadım. Dördüncü sınıfta, hocaların yanında büroda çalışmaya başladım. Dolayısıyla oradan bir araştırma firmasına, oradan da belediyeye geçtim. Belki o dönem mezun sayısının çok fazla olmamasının da bir avantajıydı bu. Çok keyif aldım bu meslekte ama bu durum bir süre sonra dezavantaja dönüşebiliyor çünkü siz hayal ettiğiniz ortamı bulamayabiliyorsunuz. Klasik bir söylem olacak ama Türkiye’de planlamayı plancılar yapmıyor, politikacılar yapıyor. Bu da insanı mutsuz ediyor. Olayların plan çerçevesinde değil proje çerçevesinde döndüğünü, parçacıl şekilde ilerlediğini görmek insanı mutsuz ediyor. Havaalanı olsun, Kanal İstanbul olsun, 3. Köprü ve çevre yolları vs. çevreye olan etkileri kontrol edilmeden, bütüncül bir yaklaşımı olmadan, proje olarak ele alınan ve İstanbul’a monte edilen projelerin zararlarını yaşıyoruz. Gerçekleşmeyeceğini umduğum Kanal İstanbul’un İstanbul açısından felakete yol açacağını düşünüyorum. İnşaat sektörü siz ne kadar yatırım yaparsanız yapın geçici bir sektördür, gerçek anlamda ülkeye katma değer kattığını düşünmüyorum. İnşaata dayalı, kısa vadeli proje bazlı gelişmeler plancıyı mutsuz ediyor, etmeli. Biz uzun vadeli planları hedefliyoruz çünkü. Örnek aldığımız kentlere baktığımızda neredeyse 100 yıllık planlara uygun olarak geliştiğini görüyoruz. 2009 yılında o dönemki politikacıların “bu plan artık İstanbul’un anayasasıdır” diye ortaya koydukları İstanbul Çevre Düzeni Planı günümüzde merkezi hükümetin ortaya koyduğu belgelerle çöpe atılmış durumdadır. Hala yasal olmasına rağmen geçerliliğini yitirmiştir. Meslek yaşamınızda sizi en çok şaşırtan ve mutlu eden neydi? En çok mutlu eden Beylikdüzü’ne gelmek, buraya Başkan Yardımcısı pozisyonunda atanmaktır. Kendimin başkan yardımcısı olmasından çok, planlama mesleğinden bir insanın başkan yardımcısı olması, yönetimde söz sahibi olması beni mutlu etti.
49
50
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
Mesleğe adım attığınız zamanlardaki beklentileriniz ile bugününüzü karşılaştırdığınızda, bu alanı seçtiğiniz için kendinizi şanslı ya da pişman hissediyor musunuz? Sürecin sonu burası olduğu için şanslı hissediyorum. Ekrem İmamoğlu ile çalışmak bana keyif veriyor; mesleki anlamda da planlama mesleğine değer veren bir kişi, şu an belediye meclisinde de farklı farklı pozisyonlarda plancı arkadaşlarımız var. Tabi kendimi de kandırmayayım çok da mutlu bir adam değildim, sürecin buraya gelmesi çok mutlu ama… Yaptığım projelerin, siyaseten farklı görüşte olduğum için kabul edilmemesi beni mutsuz ediyordu. Farklı bir yönetim anlayışının devreye girmesi insanı mutlu ediyor. İstanbul’un şehir planlamasını dünya örnekleriyle ile kıyaslayacak olsak neler söylerdiniz? Bu konuyu, bir dönem üzerine fazlasıyla kafa yorduğum turizm açısından ele alayım. Sadece turizm de değil, kültürel anlamda ele alayım. İstanbul’u kültürel açıdan hiç bir kent ile karşılaştıramıyorum. Üç dönemi yaşatan bir şehir. Tabi sonrasında baktığımız bulgular, İstanbul’un bilindiğinden daha eski bir şehir olduğunu; hatta Yenikapı kazısındaki bulgular şehrin 4 – 5 bin yıl önce dünya başkenti olduğunu ortaya çıkardı. Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag, son yıllarda değişmiş olabilmekle birlikte 1,4 milyon nüfusa sahip. Aldığı turist sayısı 10 milyon. Dolayısıyla kendi nüfusunun kaç kat üzerinde turist geliyor. Çok güzel bir kent, mimarisini yaşatarak bu güne gelmiş. İstanbul ile karşılaştırdığımızda İstanbul daha yaşlı, daha çeşitli kültürlere sahip olmuş bir kent. Nüfus ile orantıladığımızda ise İstanbul’un yaklaşık 60 – 70 milyon turist alması lazım. Nüfusumuzdan çok daha az turist geliyor, bunun çok nedeni var tabi ama bir şekilde turizm politikasını da yetersiz uyguladığımız aşikar. Turizmi çeşitlendiremiyoruz, potansiyellerimizi kullanamıyoruz. Planlama adına çok iyi şeyler söyleyemiyoruz; siz 16 milyonluk bir kenti lastik tekerlekli ulaşım metodlarıyla çözemezsiniz. Biz bunu yapmaya çalışıyoruz. Avrupa’da çok daha küçük şehirler, çok daha yoğun bir yaylı sistem ağıyla bağlanmış durumda. Biz popülist yaklaşımlarla hareket ediyoruz. Haddinden çok daha yavaş gidiyoruz. 16 milyonluk bir kenti metrobüsle çözemezsiniz. İyi niyetli bir yatırımdır, ama metrobüs bir saatte tek yönde 15 bin kişi taşır. Şu anda pik saatlerde bu 22 bin civarına çıkıyor. Dünyada yüzde elli fazlasıyla çalışan bir sistem daha yoktur; böyle bir sistem çöker. Aynı güzergahta, yerüstünde raylı sistem yaptığımızda bu 40 bine, yeraltında yapıldığında 60 – 70 bine çıkıyor. İstediğimiz kadar tüneller yapalım, raylı sistem yapılmadığı takdirde hiçbir sorun çözemeyiz. Ulaşım problemi, günlük hayattaki en büyük sorunlarımızdan biri. Beylikdüzü’nde raylı sistem projesi var mı? Beylikdüzü’nün raylı sistem açısından şöyle bir dezavantajı var, Beylikdüzü metrosu projesi çok uzun zaman önce projelendirilmiş durumda. Ancak Kanal İstanbul yüzünden devreye giremiyor. Kanal İstanbul güzergahı tam olarak belli olmadığı
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
için Beylikdüzü’ne gelecek raylı sistem ihalesi yapılamıyor. Kanal İstanbul’un zararlarını şimdiden fazlasıyla yaşıyoruz. Odamıza dahil olduğunuz zamanlardan bugüne, Oda çalışmaları hakkında ne düşünüyorsunuz? Mezun olduktan hemen sonra Oda ile ilişkisi olan ama yönetime dahil olmayan bir plancıydım. Dönem dönem komisyonlar ve etkinlikler aracılığı ile kurdum bu ilişkiyi. “Oda bize ne veriyor, biz niye kayıt olalım?” vb. soruları her daim eleştiriyorum. Bu bir kısır döngü. TMMOB’un tüm Odaları bana göre önemli kurumlardır. Bizim Odamız, ülkemizde planlamaya ilişkin politikaları ünlendirme kabiliyeti olan, ancak ne yazık ki bir takım baskılara da karşı duran bir kurum. Dönem dönem merkezi hükümetin TMMOB’a karşı yasa değişikliği hamlelerini de görüyoruz. Odaların her şeye karşı olmadığı, alternatif de sunabildiği, örneğin üçüncü köprüye neden karşı çıktığı konusunda daha açıklayıcı olması gerekiyor; tabi mevcut merkezi hükümetle bunu nasıl başarabilir bundan emin değilim. Meslektaş arkadaşların, siyasi görüşleri ne olursa olsun Odanın bir meslek örgütü olduğunu unutmaması gerekiyor. Tüm meslektaşlarımızın, okul döneminden itibaren Oda faaliyetleri içerisinde olması gerekiyor. Odanın biraz daha eğlenceli, daha fazla etkinlik üretebilen bir alan olması gerekiyor. İlla ki oraya gelip de en doğruyu söylememiz gerekmiyor, keyifli bir ortamı yaratma görevi de daha çok genç meslektaşlarımızda. Bildiğiniz üzere, üyelerimizin ilgi alanlarına göre oluşturdukları/ dahil oldukları ve katılımları ile beslenen çalışma komisyonlarımız var. Şehir Plancıları Odası’nda çalıştığınız komisyon oldu mu, olduysa hangileridir? Plan İnceleme Komisyonu’nda faaliyet gösterdim. Ben biraz nazlı bir adamdım, yönetime girme hevesim hiç olmadı. Mesleğimizde bir kısır döngü vardır normalde, yaptığınız işte bir süre sonra kendinizi tekrarlamaya başlarsınız. Ama bu komisyonun bu anlamda beni çok beslediğini, çeşitli alanlarda çalışan meslektaşlarla ve çeşitli planlarla tanışıp karşılaştırmalar yapma fırsatı bulduğumu söyleyebilirim. Farklı insanların yaptığı farklı planları görüyordum, çözümsüz kaldığım bir yerde “bunu ben de uygulayabilirim” diyordum ve mesleki birikimimi zenginleştiriyordum. Diğer komisyonlar küsmesin ama bu komisyon bana göre en verimli komisyondu. Deneyimli bir meslektaşımız olarak; henüz mezun olmamış meslektaş adaylarımıza ve yeni mezun olan meslektaşlarımıza önerileriniz var mı? Yaptığım doğru mudur bilmiyorum, aynı üniversitede hem yüksek lisansımı hem doktoramı tamamladım. Şu anki aklım olsa bizi kabul eden farklı fakültelerde yüksek lisans ve doktoramı yapmak isterdim. Bunun en başında hukuk geliyor. Şu an belki müfredat değişmiş olabilir ama benim okuduğum dönemde imar hukuku dersi çok da önemsenmeyen bir dersti. Mezun olduktan sonra hemen hemen herkes anlıyor ki işin gerçeği hukuk. Yani ayakları yere basan bir plancı mutlaka hukuk bilmeli. Ütopyalar tabi ki olmalı, olamayan şeyleri her zaman hayal etmeliyiz ama
51
52
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
işin gerçeğinin hukuk olduğunu da unutmamalıyız. Farklı dalda bir şeyler yapılması hem kendilerine hem mesleğe daha çok şey katar diye düşünüyorum. Yabancı dil var bir de, artık tek yabancı dil de yetmiyor. “Anlıyorum ama konuşamıyorum” devri çoktan geçti. Gelecek ile ilgili idealleri varsa kendilerini bu dönemde biraz kasmaları gerekiyor. Çizim programlarına hakim olmak gerekiyor bu meslekte yer edinebilmek için. Gündemi takip etmeleri gerekiyor, ufkun genişletilmesi lazım. Dünyada planlama alanında, kentsel tasarım alanında; planlamanın ilişkide olduğu tüm alanlarda çok güzel şeyler yapılıyor. Danimarka’da çok güzel planlanmış bir meydanı burada, buranın koşullarına göre neden uygulamayalım? Maalesef eşitler arasında bir tık öne geçmek gerekiyor günümüzde.
53
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
FATMA GÜL ERYILDIZ Akademisyen
Hangi okuldan, kaç yılında mezun oldunuz? 2012 yılı Ocak ayında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nden mezun oldum. Daha sonra İstanbul Teknik Üniversitesi Bölge Planlama Bölümü’nde yüksek lisans eğitimime başladım ve 2016 Ocak ayında tamamladım; aynı üniversitenin Şehir ve Bölge Planlama bölümünde doktoraya başladım. Mezun olduktan sonraki çalışma hayatınızdan, akademiye girene kadar yaptığınız/bulunduğunuz işlerden kısaca bahseder misiniz? Mezun olduktan sonra, planlama alanında çalışmak istememe rağmen bir süre iş bulamadım ve gayrimenkul sektöründe çalıştım. Orada ekspertiz yaptım, belediyeler için kamulaştırma bedelleri hesapladım. Ardından yüksek lisansa başladım ve akademisyen olmak istediğime karar verip ÖYP’ye başvurdum. Neden akademide devam etmek istediniz? Bölümü okuduğunuzdan beri aklınızda akademik kariyer var mıydı? Aslında akademisyen olmak kafamın bir yerinde vardı. Çünkü yaptığım planların gerçekten uygulanacağına inanmıyordum, gerçekten inansam akademisyen olmak istemeyebilirdim. Çünkü yaptığımız planın uygulanabilirliğini görmek çok keyif verici. Bunun mümkün olamadığını gördüğümde akademide olup bilgi üretmek ve bunu aktarmak istedim. Aynı zamanda özel büroda çalışırken yüksek lisans ve doktora yapmamın çok zor olduğunu gördüm; işyerleri izin vermiyorlardı, yoğun çalışıyordunuz. Kadro çok az açılıyordu, ÖYP ile Anadolu’nun başka yerlerinde görev yapmak ve orada toplumdan yana öğrenciler yetiştirme fikri
54
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
beni heyecanlandırıyordu. Devamlı öğrendiğim, kendimi yenilediğim bir sürecin içinde olmak istedim. Bu yüzden akademisyenliği seçtim. Niğde Üniversitesi’ne kabul aldım, orada kadrom bulunmasına rağmen yüksek lisans ve doktora eğitim boyunca İTÜ’de araştırma görevlisi olarak çalışacaktım. YÖK çağırdı, Niğde’ye dönmek durumunda kaldım. 1 Eylül 2017’de yayınlanan KHK ile üniversiteden ihraç edildim. Bu süreçte nasıl zorluklarla karşılaştınız? Üniversitede yaşadığınız sorunlardan ve sonrasında yaşanan ihraç sürecinden bahseder misiniz? Doktoram bittikten sonra da Yardımcı Doçentlik kadrosunda Niğde Üniversitesi’nde devam etmeyi planlıyordum. Daha sonra, master tezimi bitirdiğim dönemde, 2016 yılı Ocak ayında “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlığı ile dolaşan imza metni yayılmaya başladı. O dönem metni görmemiştim, imzalayamamıştım. Bildiğiniz üzere akademisyenler bu metinden sonra ciddi bir baskı gördüler, evleri basıldı, vakıf üniversitelerinde işsiz kalma süreçleri başladı. Ben de bu konuda diğer akademisyen arkadaşlarımın yanında olmak, aynı zamanda ülkede barışın gelmesini dileyen bir metne destek olmak amacıyla hem akademisyen kimliğim ile hem de sivil vatandaş kimliğim ile imza attım. İmza attıktan sonra aynı üniversitede doktoraya başladım ama bu sırada YÖK, İTÜ yönetimi ve Niğde Üniversitesi’nin sistematik bir baskısıyla karşılaştım. Öncesinde YÖK, ÖYP Yönetmeliği’ndeki bir maddeyi değiştirerek dedi ki: “ders dönemini geçen, tez dönemine gelen araştırma görevlileri ihtiyaç halinde kadrosunun bulunduğu üniversitelere geri dönecektir.” Ben önce, ders döneminde olduğum için çağrılmayacağımı düşündüm ama sonradan gördük ki bu yönetmelik sadece, söz konusu metne imza atan ÖYP’li akademisyenlere yönelik çıkarılan bir madde. İmza atan arkadaşlarımız, acil ihtiyaç sebebiyle kadrolarının bulunduğu yere çağırıldılar. Ben de doktoraya yeni başlamış olmama ve kadromun bulunduğu okulda henüz bölüm kurulmamış olmasına rağmen, öğrenci alımı başlamamasına rağmen Niğde Üniversitesi’ne çağırıldım, YÖK de bunu onayladı. Niğde’ye gitmem gerekti eğitimimi yarıda bırakarak, ben de bu hukuksuzluğa karşı dava açtım. Dava sürecinde önce geçici yürütmeyi durdurma, sonra da yürütmeyi durdurma kararı alındı. Biz plancılar iyi biliriz, bir plana dava açarız, o davayı kazanırız da ama onay kurumu mahkeme kararını uygulamamak için yeni bir plan askıya çıkarır ve aldığımız karar geçersiz olur. Benim sürecim de buna benzer oldu, daha rahat edeceğimi düşündüğüm sırada ama YÖK mahkeme kararını uygulamamak için doktoramın üzerinden altı ay geçmesine rağmen “doktorasının devamını uygun bulmuyorum, üstün kamu yararı gereğince görev yerine gidecek” dedi. Ben kamu hizmetini elbette ihtiyaç olan her yerde yaparım, ama Niğde’de henüz öğrenci dahi yokken ve orada doktora eğitimime devam edemeyecekken nasıl bir kamu yararı olabilir? Halbuki İTÜ’de derslere, projelere giriyordum, eğitim alıyordum ve yetişmiş bir akademisyen olma yolunda ilerliyordum; doktoramın devamının uygun bulunmaması için hiçbir sebep yoktu. Niğde Üniversitesi’nde yalnızlaştırıldım ve eğitimden uzak bırakmak, cezalandırmak için böyle bir karar verdiklerini düşünüyorum. Bu duru-
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
mu dava konusu ettim ama 15 Temmuz sonrasına denk geldi, çok fazla hakim görevden alındığı için davanın görülme süreci çok uzadı. Bu yüzden de Niğde’ye gitmek zorunda kaldım. Niğde’ye gittiğimde bana ihtiyaç olmadığını görmüş oldum. Sabah 9’dan akşama dek üniversitede oluyordum ama hiçbir iş yaptırılmıyordu, teknik ekipman verilmiyordu. Personel kimliğim dahi verilmedi, sadece okula gidip gitmediğim gözetleniyordu. Memurlar dilekçelerimi işleme almıyordu ve ben orada geleceğim belirsiz şekilde bulunuyordum; doktorama devam edip edemeyeceğim dahi belirsizdi. Sonrasında ben doktorama nasıl devam edeceğimi rektör yardımcısına sorduğum zaman “seni KHK listesine aldık, zaten işten atılacaksın; gidip bu şekilde doktorana devam edebilirsin” dedi. Yazılı evrak istedim, “yazılı evrak vermek zorunda değiliz ve vermeyeceğiz, YÖK’te tanıdığın varsa gider erişirsin” dediler. Ben de kendilerine herhangi bir soruşturmam olmadığını, neye dair işten atılacağımı sordum ve sebebin barış metnine imza atmam olduğunu, bu şekilde beni üniversitede barındırmak istemediklerini söylediler. Ben zaten 1 Eylül gecesi, ilk KHK ile de atıldım. Ertesi gün okula gittim, zaten odamız kilitlenmişti. Odamı açtırdım, eşyalarımı aldım ve İstanbul’a döndüm. İhraç sonrasında nerede ve nasıl mesleki faaliyetlerinize devam ediyorsunuz? Şu an ilgilendiğiniz, üzerine çalıştığınız konular nelerdir? Şu an, ihraç sürecimden sonra, mesleki faaliyetime devam edemiyorum ama doktora yaptığım için bir şekilde akademinin içindeyim. Zaten akademisyenlik bir meslek değil, bizlerin akademisyen olarak araştırmaların içinde olmaya sürekli olarak devam etmemiz gerekiyor. İhraç olmam ve doktoramın devam ediyor olması sebebiyle piyasadaki iş olanaklarım kısıtlandı. Yüksek lisansımı Bölge Planlama Bölümü’nde yaptım, kalkınma ve bölgesel eşitsizliklere yönelik çalışmalar yapıyordum. Bana göre kalkınmanın yalnızca ekono-
55
56
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
mik boyutu yoktu, sosyal kalkınmanın da gözetilmesi gerekiyordu ve bu yüzden de yoksulluğu azaltma stratejileri üzerine çalışmak istedim. Dünya Bankası’nın gelişmekte olan ülkelere çizdiği yön doğrultusunda, merkezi yönetimin yaptığı sosyal yardım projelerini; ve daha özele inerek İstanbul’da yerel yönetimlerin sosyal yardım verme perspektifini, bunun yoksulluğu ne kadar etkilediğini ve yoksulluğu azaltıp azaltmadığına dair bir çalışmaydı. Doktoramda ise yakıcı bir gündem olan Suriyeli göçmen konusu üzerine çalışıyorum. Göçmenleri hesaba katmadan bir planlama yapılacağını düşünmüyorum çünkü göçmenlerin çoğu, ileride kendi ülkesine dönmeyip Türkiye’de kalmaya devam edecekler. Bu yüzden de kent yaşamına uyum süreci ve çok kültürlü bir kent hayatı oluşturulması konusunda yenilikçi bir model üretmeye yönelik bir doktora projesi hedefliyorum. Meslek yaşamınızda sizi en çok şaşırtan ve mutlu eden olay neydi? Belki şaşırmamam lazım gerçi ama mega projelerin hala uygulanıyor olması beni şaşırtıyor. 3. Köprü’ye, Kanal İstanbul’a bu kadar meslek odası, bu kadar uzmanın karşı çıkmasına, planlama ilkelerinin hiçbir ilkesine uymaması, ne topluma, ne kente yararı olmamasına rağmen uygulanıyor olması beni hala şaşırtıyor. En mutlu olduğum olaya gelince; aslında hayallerim yarım kaldı. Gelecekte üniversitede ders verip, öğretmenin etken, öğrencinin edil konumdan çıkıp bir arada üretim yapabilecekleri bir model üretmeyi çok istiyordum. Beni de mesleki anlamda en mutlu eden olay Toplumcu Meclis çalışmalarıyla beraber kentsel dönüşüm yapılan mahallelere gittiğimde, mesleğimin insan hayatını ne kadar etkilediğini görüp orada yaşayan mahalleliyle birlikte mücadele etmek, onların dertlerine ortak olmak ve öğrencilerime bu birikimi aktarabilme fırsatı bulmak olduğunu söyleyebilirim. Hangi mahallelerde çalışma yaptınız? Fikirtepe’de, Gaziosmanpaşa’daki mahallelerde, Sancaktepe’de çalışmalar yaptım ve gördüm ki aslında mesleğimiz hiç soyut değil. Daha yaşanabilir kentler, mahalleler yaratmak için mücadele etmek bana keyif veriyor. İstanbul’un kent planlamasını dünya örnekleri ile kıyaslayacak olsak neler söylerdiniz? Avrupa örnekleriyle karşılaştırdığımız zaman çok fazla sorun söyleyebilirim ama geç kapitalistleşmiş ülkelerin büyük metropollerinin çoğu İstanbul ile aynı sorunları yaşıyorlar. İstanbul’un planlaması katılımdan uzak olması, plan tadilatları ile yama şekline dönüşmesi, bütünlüklü bir planın olmaması… Aslında plan dediğimiz 20 yıllık vizyon belirler, geleceğe meydan okumaktır plan. Ama devamlı plan revizyonları ile 5 yıl sonrasını dahi göremeyen bir kentten bahsediyoruz. İstanbul Çevre Düzeni Planı için “İstanbul’un Anayasası” demişlerdi, “daha da budur” dediler ama onun
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
üstüne 3. Köprü yapılıyor Çevre Düzeni Planı’nda olmamasına rağmen; pek çok proje yapılıyor… En büyük sorunlardan biri kamusal mekan ve yeşil alanın azlığı. Kamusal mekan olması insanları bir araya getirir, örgütler, birbirleriyle uyum sağlamasına imkan tanır ama İstanbul’da bu çok eksik. Onun dışında küçücük bir sahil kullanımı var. Avrupa örneklerine baktığımızda, genellikle Avrupa kentlerinin ortasından nehir geçiyor ve iyi bir su kullanımı var. İnsanlar onun kenarlarını kamusal mekan olarak kullanıyor. İstanbul’da su kenarını kullanabileceğimiz rekreasyon alanı bulunmuyor. Ayrıca deniz ulaşımının çok önemli olduğunu düşünüyorum. İstanbul gibi bir boğaz kentinde, su kentinde çok fazla otomobile dayalı ulaşım var. Aslında yatay, paralel olarak ulaşım şeklinin çizilmesi, karşıdan buraya farklı çeşitlilikte geçiş sağlanması gerekiyor. Deniz ulaşımına daha fazla önem verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Dediğim gibi, Güney Amerika’da, Afrika’da, Asya’da aynı şekilde çok fazla kent yoksulluğunun olduğu, kentsel ayrışmanın olduğu çok fazla kent görmek mümkün. Avrupa örneklerine baktığımızda ise İstanbul’un çok geride kaldığını görebiliyoruz. Odamıza dahil olduğunuz zamanlardan bugüne, Oda çalışmaları hakkında ne düşünüyorsunuz? Ben öğrencilikten itibaren Oda ile ilişki içindeyim aslında. Öğrenciyken Odada staj yapmıştım, Odada birlik olmanın, örgütlü olmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda, Odanın bütünleştirici bir etki yarattığını; akademisyenleri, özel sektörde çalışan meslektaşlarımı ve öğrencileri buluşturduğunu düşünüyorum. Özellikle İstanbul Buluşmaları’nın çok güncel ve öğrenci, akademisyen ve özel sektör çalışanı meslektaşları bir araya getirdiği bir aktivite olduğunu düşünüyorum. Ayrıca, Odanın açtığı davalar sayesinde İstanbul’da ne olup bittiğini takip edebiliyoruz. Bizim plancı olarak değil plancı olmasaydık da karşı çıkmak istediğimiz projelere Oda kurumsal kimliği ile dava açma imkanı bulabiliyor. Odanın eksikleri dersek, belki de denetim mekanizmasının çok olmamasından mı bilemiyorum; özel sektörde çalışan meslektaşlarımızın düşük ücretle, uzun saatler çalışmasına ve çeşitli baskılar görmesine yaptırımı olamıyor. Ya da bilemiyorum, belki de şikayet edilmiyor Odaya. Tabi Odaya verilen yetkiler de yetersiz kalıyor; daha fazla yetkisinin olması lazım. Odanın çıkardığı yayınlar da gayet özgün ve ufuk açıcı. Mesleki haklarımızın neler olduğuna dair bir eğitim semineri verilmesi de güzel olabilir. Bildiğiniz üzere, üyelerimizin ilgi alanlarına göre oluşturdukları / dahil oldukları ve katılımları ile beslenen çalışma komisyonlarımız var. Odamızda çalıştığınız komisyon oldu mu, (varsa) nelerdir? Meslek hayatına yeni başladığım için bugüne kadar fırsat bulamadım, bundan sonraki süreçlerde komisyonlarda yer almak istiyorum.
57
58
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
Meslektaş adaylarımıza ve yeni mezun olan meslektaşlarımıza önerileriniz var mı? Öncelikle planlama rantın yüksek olduğu bir alan, aynı zamanda politik de bir alan. Çıkar gruplarının işin içinde olduğu bir alan. Bu alanda meslek etiğini korumak çok zor ama yeni mezun olan arkadaşlara ne olursa olsun meslek etiğini ve meslek onurunu korumalarını tavsiye ediyorum. Çünkü meslek etiğini korumadığımız zaman insanlar evsiz kalabiliyorlar, kentlerimiz yok oluyor, geri dönülemez bir yere gidiliyor; bunun için elimizden ne geliyorsa yapmamız gerekiyor. Onun dışında, planlama çoklu disiplinlerin bir arada olduğu bir bölüm. Biz planlama okurken farklı disiplinlerden de bir şeyler öğreniyoruz ama o disiplinlere daha fazla hakim olmamız gerekiyor. Örneğin ben sosyoloji ve iktisatın planlama için çok önemli olduğunu düşünüyorum. Başka alanlardan; coğrafya, sosyoloji, iktisat vb alanlarda yapılan güncel yayınların takip edilmesi gerekiyor. Meslek Odaları olur, mahalle dernekleri olur, pek çok yerde meslektaşlarıyla ve kentlilerle bir araya gelip kenti daha iyiye götürme sorusu etrafında bir eylemsellik oluşturmak gerekiyor.
59
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
MELİH BİRİK Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Akademisyen
Hangi okuldan, kaç yılında mezun oldunuz? 1992 yılında Mimar Sinan Üniversitesi’nde lisansımı tamamladım. O zamanlar Güzel Sanatlar Üniversitesi ismini almamıştı. Daha öncesinde başka bir maceram vardı; Mimar Sinan Üniversitesi Resim Bölümü, çocukluk hayalim. 1987 yılında Resim Bölümü’ne girmeye hak kazanmıştım ama devam edemedim, 1988 yılında tekrar yetenek sınavlarına ve üniversite seçme sınavlarına girdim, yine Resim Bölümü’nü kazanmıştım ama bu sefer tercihimi biraz da mimar babamın etkisiyle Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde yaptım. Akademik kariyeriniz ve çalışma hayatınız hakkında kısa bir özgeçmiş anlatır mısınız? Şehircilikten mezun olduktan sonra kentsel tasarım üzerine yüksek lisansa başladım. Zaten o dönemde akademisyen olmaya karar vermiştim. Yüksek lisansım sırasında araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladım. Yine 1992 yılında, o dönem Prof. Dr. Mehmet Çubuk bölümümüzün başındaydı, bir gün benimle konuştu ve asistan olmak isteyip istemediğimi sordu. Zaten ben de nasıl teklif edeceğimi düşünüyordum. Altı sene araştırma görevlisi olarak kaldım Mimar Sinan Üniversitesi’nde. Bu dönem hayatımın en keyifli dönemlerinden biriydi. Daha sonra, insanın bazen tıkandığını düşündüğü, kendine yetmediği bir dönem vardır ya, işte onun gibi “başka şeyler yapmaya başlamam lazım” dediğim bir döneme girdim. Aslında biraz da akademik hayatın çeşitlenmesi gerektiğini düşündüm. Sonra bir delilikle akademisyenliği bıraktım. İşte bu dönemde üniversiteden arkadaşım Cem Sorguç’la birlikte CM Tasarım Mimarlık’ı kurduk. İşimiz salt şehircilik ya da mimarlık değildi. Öncesinde de zaten birlikte farklı tasarım işleri yapıyorduk; tiyatro sahne dekorundan tasarıma konu olacak her şeye fikir geliştiriyor, bir çizgi çiziyorduk. Çizdiklerimiz kağıdın üstünde kalmıyordu; inşaa da ediyorduk. Ondan sonra anladım ki planlama sadece kağıt üstünde karar vermekten ibaret olmamalı, planlama ve tasarım süreçleri beraber yürümeli. Zaten
60
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
tasarım deyince iş önce zihinde başlıyor. Bir şeyi tasarlamak, önce var olan sistemi anlamak, problemi tanımlayıp ihtiyaç olanı görmek, bu bütün içerisinde formu bulup çıkarmak, biçim vermek ve sonrasında inşaa etmek... Oturma elemanından kente varıncaya kadar bütün tasarım süreçleri aslında çok benzer. 2008 yılına kadar devam etti bu dönem. Akademisyenlik tozu vardır ya onu yutmuştum bir kere, bir taraftan da doktorama devam ederken bir yandan tasarım ve uygulama işleriyle uğraşıyordum ama hepsi birlikte çok zor yürüdü. Daha önce öğretim görevlisiyken bu sene Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde ilk kadrolu deneyimim. O yüzden şimdilik yüksek lisansa değil de diğer tüm tasarım derslerine dahil olacağım. Heyecanlıyım bu konuda. Aklımda ilginç projeler var; yani sürprizli olacak dersler. Bu sadece birinci sınıflara yönelik olmayacak, diğer sınıfları da kapsayacak. Planlama ve tasarım süreçlerinin bir bütün olarak değerlendirileceği, öğrencilerin daha büyük zevkle katılacağı ders içerikleri üzerine çalışıyoruz. Doktora süreciniz ve büro çalışmalarını birlikte yürüttüğünüzden bahsettiniz, doktora sürecinizden bahseder misiniz? İlk olarak 1994 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi’nde doktoraya başlamıştım. Onu iş yoğunluğumdan devam ettiremedim. Ders aşamasında bırakmak zorunda kaldım. Sonra 1998 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Prof. Dr. Cengiz Giritlioğlu’yla birlikte kentsel tasarım ve kentsel sanat ilişkisi üzerine doktora çalışmama yeniden başladım. Ama orada da bitmedi. Doktora yeterliliğini aldım, tez aşamasına geçtim. Ama büro işi bambaşka bir şey bütün vaktinizi alıyor. İkisi birlikte zor oluyordu. Kısa bir aradan sonra tekrar Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde doktoraya başladım ve artık büroyu arka planda bırakmaya karar verdim. Büroyu ortağıma bıraktıktan sonra artık tamamen akademik sürece odaklandım. Öğretim görevlisi olarak temel tasarım atölyesine katıldığım Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde 2013 yılında doktoramı bitirdim. Kentsel tasarım alanında transformasyon ve deformasyon konusunda çalıştığım doktora tezimi Prof. Dr. Gülşen Özaydın danışmanlığında tamamladım. Bu süreçte Prof. Dr. Güzin Konuk ve Prof. Dr. Nilgün Ergun’un desteği de çok önemlidir. Biz şehir plancıları planlama ve tasarım konularıyla birlikte sosyoloji, ekonomi hatta antropoloji gibi farklı disiplinleri bir arada değerlendirmeyi, yorumlamayı öğreniyoruz, dolayısıyla üniversiteden çıktığımız zaman genellikle piyasada zannedildiği ya da beklendiği gibi imar plancısı olmuyoruz, olamıyoruz. Her şeye burnunu sokan, bazen kulağa ukalaca gelen, fazla doğruları söyleyen kişiler olunca da pek sevilmiyoruz. Kentsel sistemi anlamak, mekânı okumak için her yere dokunmanız gerekli. Başka türlü bu karmaşık yapı anlaşılamaz. Bu durum bazen bizim için de çok tehlikeli çünkü kentin karmaşık yapısında, bütün yan disiplinlerin cezbeden araştırma ve üretim yöntemleri arasında kaybolma ihtimaliniz de var. Şehir plancısının seçeceği her kimliğe girebilme özelliği olduğu gibi, kimlikler arasında kaybolma riski de oldukça yüksek... Rotayı iyi çizmek gerekiyor. Çalışma
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
hayatım sürecinde bir ara ben de kaybolduğumu söyleyebilirim. Farklı ölçeklerde tasarım ve uygulama pratiğinin cezbedici yanı, heyecanı, piyasanın pragmatik “projeci” beklentisi ve akademik yaklaşım arasında seçim yapma zorluğu vardır. Ama bana göre bunların içinde hep bir gün üniversiteye, eve dönmek aklımda vardı. Bu düşüncemin rotamı çizmemde önemli rol oynadığını söyleyebilirim. Neyse, doktora bittikten sonra yine özel sektörde, şehircilik ve kentsel tasarım alanında farklı mimarlık ve tasarım gruplarına danışmanlık yaptım. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde öğretim görevlisiyken Güzin Hoca’yla (Prof. Dr. Güzin Kaya) ile birlikte Kırklareli macerasına kalkıştık. Hayatımın en büyük macerası sayılabilir... 2013 yılında yani CM Tasarım Mimarlık’tan ayrıldıktan sonra 5 - 6 sene doktoramı tamamlama ve danışmanlıkla geçen bir süre var. Projeler ve uygulamalar var. Yorucu ve çok hızlı bir dönem. Daha öncesinde de 1.5 sene Ankara’da kaldım ve Hollanda Büyük Elçiliği Yerleşkesi Proje Koordinatörlüğü görevini sürdürdüm. Farklı bir proje sürecini deneyimle imkanı bulmuştum. Ama dediğim gibi, bütün bu hızlı yorucu ama bir o kadar keyifli çalışmaların arasında Kırklareli Üniversitesi’nde temelden bir şehircilik bölümü kurma sürecinin içinde olmak en büyük macera oldu benim için. Peki, bu süreçlerde nasıl zorluklarla karşılaştınız? En büyük sorun maalesef Türkiye’de düşünceye, yaratıcı düşünceye kâğıt üstündeki üretime plan ve projeye, değer verilmiyor olması. Hatta değer verilmiyor olmasından da öte bir engel olarak görülmesi. Çünkü planlama yaklaşımının kendisi, çizilen - tasarlanan her türlü karar alma süreci maalesef uygulayıcılar için bir köstek, vakit kaybı olarak görülüyor. En büyük sorun bu. Hatta öyle bir hale geliyor ki kendi uzmanlık alanı olmadığı halde planlama işini “hocam ne olacak yapılır” diyerek kalem oynatanlar oldukça arttı; o yüzden bizim sahip çıkmamız lazım; sahip çıkılmadıkça başkaları sahip çıkıyor. Boş bırakıldıkça birileri o boşluğu dolduruyor. Şehir plancılarının kendi uzmanlık alanlarında boşluk oluşmayacak kadar sıkı dayanışma ve söz birliği içerinde olmaları gerekiyor. Mesleki varlığımızın ve saygınlığımızın temelinde planlama etiğine bağlılığımız ve onu sahiplenmemiz gelmeli. Bazı meslektaşlarımızın bunu tekrar tekrar hatırlaması lazım. Mesleğe dahil olduğunuz zamanlardan bugüne, kendinizi şanslı hissettiğiniz zamanlar oldu mu? Ben bu soruya profesyonel uygulayıcı, tasarımcı olarak değil de akademisyen olarak cevap vermek istiyorum. “Çok şey öğrendim” diye geri dönen öğrenciyi görünce o kadar mutlu oluyorum ki. Kendisine farklı bir kapı açılmış olduğunu, bir şey başarmış olduğunu söyleyen ve bunda senin payın var diyen öğrencimi duyduğum zaman çok şanslı olduğumu hissediyorum. Beraber yapılan proje çalışması, beraber yapılan ekip çalışmasında yine öğrencinin o gözündeki pırıltıyı görebilmek, ürettiği ürünü heyecanla ve zevkle sunması sunması… Orada diyorsun ki “ne kadar şanslıyım”. İşin ilginç yanı sen bu kadar keyif alarak zevkle okuyup, araştırıp, öğrenip, aktarmakla vaktini geçirirken; bir de üstüne sana maaş veriyor. Üniversite dışında bu hazzı duymak artık çok zorlaştı.
61
62
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
Kentsel tasarımın ülkemizdeki uygulamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Gözardı ettiğimiz çok önemli bir konu var. Hatta bu konu çoğu zaman işin doğası diye düşünülüyor. Bizde bir planlama diye bir olgu var, bir de tasarım diye bir olgu, ve bu ikisi ayrı değerlendiriliyor. Bu iş böyle olmak durumunda değil ve olmamalı da. Biz bunu eğitim sürecinde bile planlama ve tasarım olarak, ayrı kavramlar olarak düşünüyoruz ve profesyonel uygulamada plan ve proje olarak ayırıyoruz. Plan ve proje tek bir şey aslında ben onun hepsine, bütününe tasarım diyorum. Çünkü tasarım zihinsel süreçte başlıyor. Plancı kimliğimle bir yere gittiğim zaman, bir çalışma ortamında güncel, alışılagelmiş planlama terminolojisinin dışında tasarımdan bahsettiğimde yadırganıyor. Plan biter, sonra proje başlar algısı kentsel tasarım uygulamalarının önündeki en büyük engel. Oysa ki planlama ve tasarımın süreçlerinin bir bütün olduğunu düşünüp hepsiyle beraber yazarak çizerek bir söylem ortaya konulmalı. Kentsel tasarımcı diye bir ara meslek tanımlamakta bence doğru değil. Mimar da kent ölçeğinde çalışabilir, plancı da ama kentsel tasarımın bir ekip işi olduğunu anlamak gerekir. Önemli olan kent ölçeğini, kentsel tasarıma konu olan alanın kent bütünü içerisindeki yerini, anlamını, gereksinimlerini, doğru okuyup fikir geliştirebilmektir. Kentsel tasarımın konusu ne sadece yapısal bir tasarım ürünü ne de sadece anket sonuçlarından çıkarılacak eylem planıdır. Bu ölçekte bir mekanın tasarlanması için mimar ve plancının ortak çalışması gereklidir. Kentsel Tasarım ekibi vardır. Kentsel tasarımcı biraz bencilce tanımlama gibi geliyor bana. İşte bu tipik rasyonel bilimsel sınıflandırılma çabaları, plancı, kentsel tasarımcı, şehirci gibi, bu noktada tökezlemeye başlıyor. Tabi burada plancının ekip çalışmasına daha yatkın olduğunu söylemek lazım. Bireysel çalışan mimarin elinde kentsel tasarım kavramı anlamını tamamen yitiriyor. Mimarin egosu ön plana çıkmaya başladığında kentsel tasarım ürünü mega proje oluveriyor. Yine plan ve proje ilişkisi kopuyor. İşte bizim o dengeyi bir şekilde sağlamamız gerekiyor. Plandan haberi olmayan, planın neyi düşünüp neyi söylediğini bilmeyen ya da bilmek istemeyen bir mimar kalkıp da “ben buraya bir yapı yerleştireceğim” dediğinde – ki plan kararlarının istendiği gibi değiştirildiği uygulamalara şahit olduk – ortaya korkunç şeyler çıkıyor. Plancı da o kadar masum değil, o mekânda nasıl bir yapısal ürün ortaya çıkacağını gözünde canlandıramayan bir şehir plancısının yaptığı plan da yanlış uygulamalara sebep olabiliyor. Kentsel tasarım planlamadan, kent ölçeğinden başlar ki doğru ürün
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
çıksın aksi takdirde o ürün ha Mars’ta yapılmış, ha İstanbul’da yapılmış, ha Sivas’ta yapılmış fark etmiyor. Kimliksiz, sahipsiz, dekor mekânlar yaratıyoruz. İstanbul’un şehir planlamasını dünya örnekleri ile kıyaslayacak olsak neler söylerdiniz? Korkuyorum bunu söylemeye. İstanbul’da bir parça muğlaklık ve bulanıklık üzerine kurulu bir planlama sistemi hakim. Daha sonra fark ediyoruz ki bu muğlaklık ve bulanıklık bilinçli bir yaklaşım. Hani şey demek mümkün değil “Buradakiler de bilmiyor bu işi, o yüzden belirsizlikler var.” Hayır, buradakiler çok iyi biliyor bu işi. Maalesef sorun da bu zaten. Muğlaklık ve bulanıklığın hâkim olduğu puslu ortamlarda birçok şeyi kendi istediğiniz gibi manipüle edebiliyorsunuz. Türkiye genelinde planlama anlayışının, belli bir sistematik yaklaşımla uygulandığını söylemek pek mümkün değil bence. Ekonomik süreçler, sosyal, politika yaklaşımlar, hepsi planlamanın içinde değerlendirilip mekân üretimine yansıtılabilecek veriler sunuyor bize ama dönüp dolaşıp bulanıklık tercih ediliyor. Sebeplerini de biliyoruz. Daha çok beton dökmemiz gerekiyor anlaşılan. Odamıza dahil olduğunuz zamanlardan bugüne, Oda çalışmaları hakkında ne düşünüyorsunuz? Maalesef Oda komisyonlarına hiç katılamadım. Odaya yönelik değil de kendime yönelik yapıyorum bu eleştiriyi, sadece Oda bazında değil de bizde, plancıda, sorun olduğunu düşünüyorum. Biz plancılar eleştirmeyi çok seviyoruz. Her şey hakkında geniş eleştiriler yapabiliyoruz. Mükemmel eleştiriyoruz ama yapıcı bir şey ortaya koymakta tıkanıp kalıyoruz. Yeni proje, yeni fikir ve yeni plan üretmekte duraksıyoruz. Eleştirdiğimiz bir konuyu karşısında “evet bu kötü, olmamalı ama
63
64
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
ne yapmalı, ne olmalı” dememiz ve buna ilişkin fikri ortaya koymamız gerekiyor. Dolayısıyla öyle bir çalışma grubu kurulup güncel şehircilik sorunları ve alternatif proje, alternatif plan üretimi sağlanabilir mi diye düşünüyorum. Bunun ismi üretim atölyesi olabilir ya da işte düşünce atölyesi olabilir, fikir atölyesi olabilir. Güncel bir konuyu ele alıp tartışıp, eleştirip bu yanlış, bu kötü, olmamalı dedikten sonrası orada bırakmamalıyız. Çözüm önerisi geliştirmeliyiz ama tabi bu o kadar kolay bir şey değil. En başta en aktüel, en sıkıntılı güncel sorunu alıp üzerine bir şey koymak, üretmek gerekli. Mimarlar Odası’nın yaptığı girişimlere benzeyen, ama farklı olarak çok disiplinli ve sürekli çalışan bir ekip Odanın içerisinde var olabilir. Deneyimli bir meslektaşımız, hocamız olarak; henüz mezun olmamış meslektaş adaylarımıza ve yeni mezun olan meslektaşlarımıza önerileriniz var mı? Mesleklerine sahip çıkmalarını ve üniversitedeyken taşıdıkları o amatör ruhu kaybetmemelerini öneriyorum. Zorluklardan yılmamaları, kendilerine ve öğrendiklerine olan inançlarından vaz geçmemeleri çok önemli. Sorgulayıcı olmak şehir plancısı için vazgeçilmez bir nitelik. Yaratıcılıkları sorgulayabildikçe gelişecek. O yaratıcı ruhu piyasada çalışırken kaybetmek çok kolay. Teknik terimlerin, terminolojilerin, yönetmeliklerin arasında kaybolmamak gerekiyor. Bu dengeyi bütün profesyonel yaşantıları boyunca gözetmelerini tavsiye ederim.
65
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
DUYGU AĞAR İSKİ Genel Müdürlüğü Planlama Şube Müdürlüğü
Hangi okuldan, kaç yılında mezun oldunuz? 2006 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi’nden mezun oldum. Çalışma hayatınız hakkında kısa bir özgeçmiş anlatır mısınız? Mezun olmadan önce Odada, İstanbul Şubesi’nde çalışmaya başladım. Yaklaşık bir buçuk yıl orada çalıştım, sonra 2008 yılı Mayıs ayında İSKİ’ye geçtim. Arada on ay kadar işsiz olduğum bir dönem var. Çalıştığınız dönemde Odada ne gibi çalışmalar yürütmüştünüz? Şube Sekreter Yardımcısı pozisyonunda çalışıyordum. Mesleki denetim, toplantı ve etkinlik düzenlemeleri, yayına hazırlık işleri, afiş vs. Şu an ilgilendiğiniz projeler nelerdir? İmar mevzuatına göre imar planlarının hazırlanması aşamasında İSKİ kurum görüşünün alınması gerekiyor. Bu kapsamda altyapı görüşü ve havza görüşü hazırlıyoruz, İSKİ’nin kendi tesislerinin plan ve plan tadilatı çalışmalarını yürütüyoruz. Kurumdaki birimimde on plancıyız. Meslek yaşamınızda karşılaştığınız zorluklar nelerdir? Odada çalışırken çok aktif bir iş hayatım vardı aslında. Plan çizmiyordum tabi ama planlamanın diğer her yönüyle ilgileniyorduk açıkçası. Hem teoriyle içli dışlıydık, hem Mesleki Denetim Uygulaması, askıdaki planların incelenmesi görevleriyle pratiği öğreniyorduk. İSKİ’ye geçtikten sonra bir dönem Şubemizde Yönetim
66
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
Kurulu Üyeliği yaptım; o dönemim de aktif geçmiş oldu ama o dönem bittikten sonra tamamen uzaklaşmaya başladım. Benim açımdan zorluk ve sakinlik 2010’dan sonra başladı çünkü kurumdaki iş önceki işime göre rutindi; elimde bir veri tabanı vardı ve veri tabanından hareketle yapılacak işlerin oluruna olmazına karar vermeye çalışıyorduk sadece. Mesleki bir tatmin yaşayabildiğimi söyleyemem, en büyük zorluk oydu. Tabii maalesef insanoğlu o duruma alışıyor. Bir taraftan da Yüksek Lisansınızı yaptınız, bildiğim kadarıyla. Evet, tezimi yazıyorum. Derelerin kent içindeki kullanımını afet durumuyla ilişkilendirip ya da kentsel tasarımla birlikte değerlendirip bir çalışma ortaya çıkarmayı hedefliyorum. Yurtdışında akarsuların, derelerin şehir içinde kullanımıyla ilgili çok güzel örnekler var. Gün geçtikçe afetlerin de yıkıcı etkilerini daha fazla görmeye başladıkça daha da önem vermemiz gereken bir konu aslında bu. Fakat İstanbul’da yeterince önemsenmiyor. Onunla ilgili bir değerlendirme yapacağım. Kamu kurumunda çalışıyorsunuz, ülkemizdeki planlarda kamu yararının yeterli ölçüde sağlanabildiğini düşünüyor musunuz? Ülkemizde kamu yararına çok az dikkat edildiğini düşünüyorum. Çünkü bizde plan kararları sadece yatırım olarak düşünülüyor. Geri dönüşü düşünülmüyor. İnşaat sektörüne ne kadar hızlı katkısı olacak şeklinde düşünülüyor. Yani hepimiz görüyoruz, buraya gelirkenki trafiğin sebebi altyapı yetersizliği. Sadece imar haklarının arttırılması, her yere aynı şekilde yüksek imar tanınmasıyla bu iş çözülmüyor. Bunun altyapısı var, atık suyunun toplanması ve arıtılması var, içme suyunun sağlanabilmesi var keza biliyorsunuz İstanbul’a İstanbul’un dışından su getiriliyor artık. Melen havzası su havzası ilan edildi yakalaşık on senedir. Melen’den su taşınıyor, hala da yeni arayışlar var. Batı kıyısında yeni havzalar oluşturulmaya çalışılıyor çünkü İstanbul’un nüfusu inanılmaz artıyor, planlama kararlarında bütüncül bir değerlendirme yapılmıyor. Bunlar tabi politikayla alakalı; çevre politikasının, sağlık politikasının, sağlıklı yaşam hakkının savunulmasıyla alakalı. İçme suyunun temizliği ne kadar elzem gibi bir yaklaşım olsa senin burada koyduğun yönetmelikler, yasalar daha kısıtlayıcı veya daha belirleyici/yönlendirici olabilir. Maalesef gelişmeye yetişmeye çalışan bir altyapı sistemimiz var diyebilirim. İstanbul’un su havzaları yapılaşma baskısı altında çok ciddi sıkıntı yaşıyor. Küçükçekmece havza olmaktan çıkarıldı, Büyükçekmece hala havza ama etrafındaki yapılaşmadan dolayı çok ciddi tehdit altında; 3. Köprü ve köprünün bağlantı yolları sebebiyle kuzeydeki yapılaşmanın ne kadar arttığını biliyoruz; bunların hepsi havzaların üstünde tehdit oluşturuyor. Sizce içme suyunu neden musluktan temin edemiyoruz? Sorun altyapıda mı yoksa baraj göllerinde mi? Suyun altyapıda kirlenmesi mümkün değil aslında. Rezervuarın içinde kirlilik olabilir, çünkü havza topografyası içinde tam korunaklılığı, sızdırmazlığı, kirli suların rezervuara gelmesini engelleyecek şeyi çok sağlayamıyor planlama ya da imarlaş-
67
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
ma. Havza çevrelerinde plansız yapılaşma o kadar çok ki… İçmesuyu arıtıldıktan sonra şebekeye veriliyor ve kurum musluktan akan suyun standartlara uygun olduğunu söylüyor. Tabi ki su rezervuarlarının kirleticilerden arındırılması bir aşama, ama bununla birlikte sokaklara, binalara kadar gelen şebekenin sağlıklılaştırılması gerek. İstanbul’un kent planlamasını dünya örnekleriyle kıyaslayabilir misiniz? Geçenlerde konusu geçmişti meslektaş arkadaşlarımla. Dedik ki, biz bu aldığımız eğitimle yurt dışına gitsek ne yapabiliriz; plancı olarak çalışabilir miyiz? Hatta gidip onlara plan tadilatı kavramını öğretelim diye bir espri konusu açıldı aramızda. Türkiye’deki şeye tam olarak planlama denemez maalesef. “Gelişme ve yapılaşma baskısına yetişme çabası” olarak tanımlayabiliriz. Kalıba uydurma baskısı altında yapılıyor. Plancılar bilmiyor mu neyin iyi olduğunu, çok iyi biliyorlar ama maalesef karar mekanizması bu şekilde işlemediği için planlama mesleğini hakkıyla, içine sinen şekilde yapmak mümkün olamıyor. Mesela şöyle bir örnek vereyim, atık suların arıtılıp denizlere deşarj edilmesi gerekiyor. Arıtma tesislerinin yapılması ile ilgili yer bulamama sıkıntısı yaşıyoruz. “Şuraya yapmayın oranın yakınında bizim sitemiz var” vs. Bir yandan sistemler o kadar çabuk ilerliyor ki, hiçbiri on yıl önce yapılan teknolojiyle yapılmıyor. İSKİ o anlamda iyi yatırım yapıyor diyebilirim. Maliyeti yüksek bile olsa çevreye etkisinin minimum olabileceği biyolojik arıtma tesisleri üzerinde çok çalışıyor ama düşün ki kuzey bandını açmışsın yapılaşmaya. Her site kendi arıtmasını yaptığını iddia ediyor ve altyapıyı elzem görmüyor. İSKİ de sonuçta tek başına plan yapabilen bir kurum değil. Odamıza dahil olduğunuz andan bugüne, Oda çalışmaları hakkında ne düşünüyorsunuz? Şimdiye kadar yönetim kurulunda görev aldım, Plan İnceleme Komisyonu, Öğrenci Komisyonu gibi komisyonlarda yer aldım pozisyon itibariyle. Plan İnceleme Komisyonu’na yeniden vakit ayırabilmeyi isterim. Utanarak bu soruya cevap verebiliyorum aslında çünkü son zamanlarda takip edemiyorum. Edemiyorum bahane gibi olacak, istesem zaman ayrılabilir tabi ama olmadı son zamanlarda. Odanın bendeki veya planlama mesleği içindeki yerinin yadsınamaz
68
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
olduğunu düşünüyorum. Tüm baskıların altında, hala bir meslek birliği olması açısından, bir çatı olması açısından, hem de mesleğin ifade edilmesi ve mesleğin etik değerlerinin tekrar tekrar hatırlatılması, kent suçlarına müdahalede bir yerinin olması Odanın yerini gerekli kılıyor. Yeni meslektaşlarıma da diyorum, bizim Odaya yaptığımız katkı en fazla üye aidatı ödemek olabiliyor, ama Odanın yaptığı işin yükü gerçekten fazla. Birebir işin içinde bulunmasan da birilerinin senin adına orada olduğunu bilmek, meslek ahlakı açısından önemli bir şey. Yeni mezun olan meslektaşlarımız demişken, yakın zamanda mezun olacak meslektaşlarımıza ve meslektaş adaylarımıza önerileriniz nelerdir? Her şeyin ulaşılabilir olmasıyla birlikte öğrenciler okurken daha fazla şey biliyorlar, daha fazla şeyin farkına varıyorlar. İstediklerini keşfetme konusunda biraz daha şanslı olabilirler bu yüzden. Hayatımızı idame ettirmemiz için çalışmamız ve para kazanmamız gerekiyor; bazı koşullar vicdanen rahatsız etmiyorsa mutlu eden, iyi hissettiren her iş yapılabilir çünkü plancıların çalışma yelpazesi çok geniş. Aldığımız haberler o kadar çok yönlü ki; yurt dışında alınan eğitim kişinin kapasitesini arttırmaya yönelikken bizde üniversiteye girerken biz o mesleğe sahip olmalıyız düşüncesi yükleniyor. Bakış açımız o oluyor; onu aşabilir ve orada aldıklarımızla başka bir şey üretebiliriz.
69
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
GÜNTÜRKÜN BÜKÜLMEZ Serbest Şehir Plancısı
HANİFE ÜLKER BÜKÜLMEZ Emekli Öğretim Üyesi Mezuniyetinizden itibaren, çalışma hayatınızdan kısaca bahseder misiniz? G: 1969 yılı mezunuyum. Mezun olduktan sonra İller Bankası’nda çalışmaya başladım. Yüksek lisansımı yaparken 1970 yılının Mayıs ayında başladım. Mısır Cumhuriyeti ile bir kültürel anlaşma varmış, o proje kapsamında Tuğrul Akçura ve Gönül Tankut’la beraber Mısır’a gitmiştik. Projenin ardından İller Bankası’na girdim. Benim zamanımda planlama işini çoğunlukla mimarlar ve mühendisler yapıyordu. 1977 yılında İller Bankası’ndan ayrıldım. İstanbul’dan teklif gelmişti Orta Doğu Şehircilik adlı bir şirketten; uydu kentler üzerine çalışıyorlardı. Üç yıl orada çalıştım. İlk Uydu Kent işine Beylikdüzü projesi ile onlar başlamışlardı. Oradan ayrıldıktan sonra ne yaptınız? G: Serbest çalışmaya başladım. 81’den beri serbest çalışıyorum. Ü: 1972 yılında mezun oldum ve İller Bankası, İmar Planlama Dairesi, Araştırma ve Değerlendirme Müdürlüğü’nde çalışmaya başladım. İmar Planlama Dairesi’nde analitik araştırma ve planlama bölümü vardı, ben analitik araştırma bölümünde başlamıştım. Plan yapımından önceki fizibilite çalışmalarını, analitik etüdleri yapıyorduk; kitapçık haline getiriyorduk ve çalışma (analitik etüd) planlama bürosuna veriliyordu. Sonra Güntürkün İstanbul’a gelince ben de İstanbul’a tayinimi istedim; İller Bankası Mücavir Belediyeler Plan Bürosu’nda çalışmaya başladım. Halkalı’nın imar planları yapımında görev aldım. Halkalı yerleşik alanlarının planını yaptık, o sırada toplu konut alanının planını yapan Nazım Plan Bürosu ile koordineli bir çalışma yürüttük. 1980 yılında 12 Eylül ile birlikte Mücavir Belediyeler kaldırıldı. Dolayısıyla ben de İstanbul İller Bankası 1. Bölge’nin sorumlu olduğu alanda plancı olarak çalışmaya başladım. Yüksek Lisans yaptığınızı söylemiştiniz. Hangi konu üzerineydi? G: Ben bitirmedim, tez aşamasında İstanbul’a geldim. Ü: Ben Ankara’da çalışırken Hollanda’ya gittim, Bouwcentrum International Education’da master seviyesinde arsa politikaları ile ilgili tez çalışması yaptım.
70
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
Emekli oldunuz, çalışmaya devam ediyor musunuz? G: Şu anda üç tane yat limanı projesi işiyle ilgileniyorum ama tahminimce gerçekleşmeyecek onlar. Dış yatırımcılarla gerçekleşecek projelerdi onlar; bir tanesi Amerikan yatırımcıydı, vazgeçtiklerini düşünüyorum. Peki siz Ülker Hanım, İller Bankası’nda çalıştıktan sonra neler yaptınız? Ü: İller Bankası’nda 12 Eylül’den sonra 1. Bölge’nin sorumlu olduğu yerlerde; Trakya (Tekirdağ, Edirne, Çanakkale kuzeyi), İstanbul, Sakarya, Kocaeli sınrları içinde planlama çalışmaları yaptık. G: İstanbul’da böyle bir şey kurulunca Ankara, Trakya tarafını artık buraya bırakmış. Ü: Uzunçiftlik, Hereke’nin bir bölgesi, buradaki planlar uygulandı, orada toplu konut alanı yaptık. Çerkezköy Organize Sanayi Bölgesi ve Muratlı İmar Planını yaptım, Meriç İmar Planı, Kıyıköy İmar Planı’nda çalıştım. Bu işlerin ardından emekli oldum. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Öğretim Görevlisiydiniz, emekli olduktan sonra mı akademiye geçtiniz? Ü: Evet. 1998 yılında, emekli olduğum yıl başladım. Mehmet Çubuk vardı o zaman. Biz zaten İller Bankası’nda çalışırken kolokyumlara, panellere katılırdık ve Mehmet Bey ile oradan tanışıklığımız vardı. G: O dönemde mesleki toplantılar çok sık yapılıyordu. İller Bankası da genelde katılırdı. İller Bankası’nın o dönemki kadrosu çok kaliteli ve demokrat insanlardı. Daire başkanları, genel müdürler vs. birlikte değerlendirmeye açık insanlardı yapı olarak. Daire Başkanı Ahmet Menderes’le birkaç kez şiddetli tartıştığımı hatırlıyorum. Tartışmaya açıklardı. Ü: Dünya Şehircilik Günleri’nde başka illerde yapılan kolokyumlar, toplantılar meslektaşları yakınlaştırıyordu. Emekli olunca, arkadaşımız İsmet Okyay beni önerdi akademiye, Mehmet Bey de
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
uygun gördü ve kısa bir süre, 4-5 sene orada öğretim üyeliği yaptım. G: İsmet Okyay’ı da anayım, çok renkli bir insandı. Çok severdim. İstanbul Teknik Üniversitesi’nden Mimar Sinan Üniversitesi’ne geçinceye kadar bir boşluk evresi olmuştu. O dönemde birlikte bazı işler yapmaya gayret ettik. Meslek hayatınızda ne gibi zorluklarla karşılaştınız, bu zorluklarla başa çıkma yöntemleriniz ne oldu? G: O zamanın İller Bankası İmar Planlama Daire Başkanı Ahmet Menderes, rahmetli oldu, o dönemde mimar kökenli plancılarla aramızda bir çatışma vardı. Çünkü çok farklı bakıyorduk. Şimdi gördüğüm, Türkiye’de eğitim alan mimarların çoğunda hukuk ve mülkiyet nosyonu yok. Hukuk bilgisi olmadan bu işlerin yapılmaması lazım. Hatta ismini vermeyeyim, meşhur mimarlardan biri ile proje yapıyorduk; bana dedi ki “Güntürkün, senin patronlarla aran çok iyi, söyle de ben çok iyi bir modül buldum ama cephe yetmiyor; 4 metre daha cephe satın alsınlar.” Bu bahsettiğim uydu kent projesinde geçen bir olay. Yani arsayı ihtiyaca göre kesip biçebileceği bir kumaş gibi görüyor. Bunlar hukuk bilmemekten kaynaklanıyor. Kesinlikle tüm fakültelerde evrensel hukukun ana ilkelerinin başlangıç dersi olarak okutulması gerektiği düşüncesindeyim. Mimar hegemonyası vardı ve imar planına resim eleştirir gibi yaklaşıyorlardı. İller Bankası’ndayken, her proje aşamasında plan-projeler asılır ve değerlendirilirdi. İki boyutlu yaklaşılıyordu; halbuki planlama üç boyutlu da değil çok boyutlu bir alan. Bir mimar, çizdiğim bir planı değerlendirirken “yeşil şöyle bir aksın istiyor insan gözü” demişti. Ü: Doğru bir yaklaşım ama bu. G: Doğru bir yaklaşım değildi, tablo eleştirir gibi bir ifadeyle söyleniyordu. Bahsettiğin ayrı bir mesele, benim bahsettiğim kişi renk olarak yaklaşıyordu. Ü: Evet iki boyutlu bakmalarının sıkıntısını ben de çok yaşadım. G: İller Bankası’nda çalışırken “plan nasıl incelenir, nasıl değerlendirilir?” diye yazı bile hazırlayıp dağıtmıştım. Ü: Bunları resmi dairede yapabilmek de zorluklara karşı bir mücadele tabii. Biraz dönemden kaynaklı, biraz da demokratik bir ortam olması sebebiyleydi. İller Bankası’nda çalışırken idari kadroda çok büyük değişiklikler olmaya başladı. Bölge Müdürü vs. değişti, ortam da değişti tabii. En basit örnek, biz Ankara’dayken herkesin asansör sırası beklediği bir ortamdan geldik, kadro değişti bir baktık Bölge Müdürü en arkadan geliyor, sıra veriliyor ve asansöre tek başına biniyor. Koruması var, çantasını, şemsiyesini başkası taşır; şaşırdık tabii, değişen ortamı buradan tarifleyebilirim. O ortamda 1 yıl kadar çalıştım ve emekli oldum zaten.
71
72
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
G: Dalan dönemine kadar İstanbul’un planları da haritası yoktu. Kağızman’ın köylerinin planları yapılırken İstanbul’un planları yapılmıyordu. İstanbul’a el sürmeye merkezi yönetim, İller Bankası çekiniyordu. İlk harita alımı Dalan zamanında başladı ama o da yanlış alındı; ihale ile uçuş haritaları alındı. Uçuş haritaları ile maalesef sağlıklı planlar yapılamıyor. 1 metreye kadar varan kot yanlışları vardı, kotlar yanlış olunca yapılan altyapı projeleri işletme aşamasında çalışmıyordu. Halihazır harita üzerinden kesinlikle ve kesinlikle altyapı projeleri yapılmamalıdır. Altyapı projesi güzergahı boyunca nivelman çıkartılarak proje yapılmalıdır. Siz altyapı projeleri ile de ilgilendiniz öyleyse? Ben daha çok altyapı projeleriyle ilgilendim. Avrasya Tüp Geçiş Projesi, Formula 1 Pisti, tahmil ve tahliye limanları – demir çelik fabrikaları ile ilgilendim. Meslekte kendinizi şanslı hissettiğiniz olaylar, durumlar nelerdi? Ü: Çok kez bahsettiğim o demokratik ortam benim için büyük şanstı. Çok iyi arkadaşlarım oldu. Gerek Ankara’da, gerek İstanbul’da. Çalışma ortamımız da zevkliydi, teknik gezilerimiz çok keyifli geçerdi. Kötü tarafı işlerin çok yavaş ilerlemesiydi. Bunun sebeplerinden biri de o dönemlerde sürekli değişen yönetmelik değişiklikleriydi. İşte Yerel Yönetimler Bakanlığı kuruldu oraya bağlandık, sonra o kapatıldı ve İmar ve İskan Bakanlığı kuruldu derken kamuda çalışanlar için hep bir gerileme oldu diyebiliriz. Her bakanlık oturana kadar bir süre geçiyor, o sırada muallakta kalıyor her şey. G: Münakaşa ediyorduk, tartışıyorduk ve doğru kararı vermeye çalışıyorduk. Ben ilk başta deprem planlamalarına gittim, o sırada farklı meslek gruplarıyla beraber çalışmak mecburiyetinde kaldığımız için jeoloğun, harita mühendisinin ehemmiyetini kavradım. Bu meslekler bizim ülkemizde sanki yokmuş gibi davranılıyor. İlk başladığımda Gediz depremi olmuştu mesela, Gediz depreminin sonrasında deprem şantiyesinde 45 gün kadar kaldık ve jeologlarla birlikte çalıştık. Harita mühendisleri de çalışmalar yapıyordu; bu iki disiplinin bizim karar üretmemizdeki en önemli yan disiplinler olduğunu gördüm. Şehir ve Bölge Planlama Bölümünü neden seçtiniz? Ü: Bizim zamanımızda bu kadar zor değildi üniversiteye girmek, benim girdiğim sene 40 bin kişi sınava girdi ve 10 bin kişi üniversitelere yerleşti. O zaman ODTÜ’nün, MSÜ’nün sınavları ayrıydı. Aslında MSÜ’de okumak istiyordum, annem çok etkilemişti beni. Mimarlığı sanat olarak görüyordu, sanata meraklı bir insandı ve benim mimar olmamı istiyordu. Aslında ben doktorluk düşünüyordum ama annem in yönlendirmesiyle mimarlık aklıma yattı. Tam imtihana gireceğim, Kirk Douglas’ın bir filmi vardı; Kirk Douglas mimar olarak Afrika’da şehir kuruyor filmde. O film beni çok etkiledi, üniversiteye giriş formunu dolduracağım; filmin etkisi ile ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama bölümünü en başa yazdım. Filmin etkisiyle mimarlıktan
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
vazgeçtim ve planlamayı seçtim. Kazandım, gittim. G: Ben anlatmayayım, Ülker’inki gibi renkli değil benim hikayem. Bölümü seçtiğinizden itibaren pişman olduğunuz zamanlar oldu mu? Ü: Olmadı. Özellikle okuması da çalışması da çok zevkliydi. Mimarlarla sürtüşmelerde ve zaman zaman kendimi kamuya mahkum görüp üzüldüğüm zamanlar oldu. Özel sektörde çalışma şansınız yok muydu? Ü: Yoktu o zamanlar ilk açılan bürolardan biri zaten Güntürkün’ün çalıştığı büroydu. Bürolar genelde mimari bürolardı. Biz ilk mezunlarız zaten. G: Ben İller Bankası’na gidip “sizde çalışmak istiyorum” deyince iki daire başkanı arasında tartıştı “bende başlasın, benim daha çok elemana ihtiyacım var” diye. Ü: Tabi, İller Bankası ilk kurulduğunda yurtdışından, Fransa’dan mimarlar, plancılar gelmiş buradaki personel eksikliğinden. G: Biz o zaman hem planlama yapardık hem kontrol. Bir yerin planını yapacağım zaman eski dosyaları çıkarttırırdım, çoğunda 1955-1956 yılı planlarında Macar, Avusturyalıların verdiği raporlar vardı. Ama tabi onları da dinlememişiz. Mesela Adapazarı ile ilgili bir kontrol yapmıştım, Juliens diye bir Macar yer bilimcisinin verdiği rapor vardı, demiş ki “kesinlikle ovaya yerleşilmemesi lazım: Serdivan ve Erenler yerleşme için göreceli olarak en uygun yerlerdir”. Deprem açısından ovalar çok sıkıntılıymış, tepelere yerleşilsin diyor. Tam tersini yapmışlar. İstanbul’la ilgili de benzer analizler yapılmış mıdır? G: Sanmam. İstanbul’u çalışmaktan kaçmış resmi insanlar. Parça parça planları vardı yalnızca, bunun üzerinden uygulama yapmışlar. Ü: 1950’lerde İstanbul’da İmar Müdürlüğü yapmış kişi ile tanıştım, Çerkezköy planını yaparken tanışmıştım o anlatmıştı bana. Mesela birisi Boğaz’da inşaat yapacak ve imar durumu istiyor, imar müdürü gider arsaya bakarmış ve “sen şuraya şöyle bir bina yap” dermiş. Yüksekliği, emsali arsaya göre tek tek gidip bakarak verirlermiş. Harita falan hiçbir şey yok. Bizim şu an oturduğumuz bu ev de o zamanlarda yapılmış bir ev, o şekilde verilmiş yapılaşma koşulları. G: O zamandan gelen çok ciddi hatalar var. Derelerin üstü kapatılmış ve yol yapılmış. Boğazın tepelerinden aşağıya inen vadi dereleri vardır ve bu vadilerden, tepelerde biriken sular boğaza karışır. Hepsinin üstünü kapatmışlar. Bu durum zemin açısından da sıkıntı yaratıyor. Batı ülkelerinde dere üstünü kapatmazlar, nadirdir kapattıkları.
73
74
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
İstanbul’un planlamasını dünya örnekleriyle, ya da dilerseniz sadece Avrupa ülkeleriyle kıyaslayabilir miyiz? G: Kıyaslamak pek söz konusu değil. İstanbul’da, Türkiye’de planlama kararlarını plancılar vermiyor. Siyasilerin karar verdiği bir mekanizmaya dönüştü zaman içinde planlama. Siyasiler planlamanın rantının farkına vardılar ve bu rantı da kullanıyorlar. Plancılar da maalesef ara eleman pozisyonunda. Ü: Maalesef tüm Türkiye’de olduğu gibi İstanbul’da da oturmuş bir planlama yapılmamış. Bazı şeyler yapılmış ama şehirler o kadar hızlı gelişmiş ki planlar yetişememiş, eksik kalmış. Konut sorununa çözüm olarak gecekondu bir devlet politikası haline gelmiş bir zamanlar. Şimdi onu değiştirmeye çalışıyorlar, dönüşüm yapmaya çalışıyorlar. Onda da ne kadar başarılılar onu da tartışmak lazım. G: Dönüşüm konusunda da müteahhitlerin kar edebilmesi için yoğunluk artışı getiriliyor, bu da farklı bir sorun. Bilhakis yoğunluğun düşürülerek dönüşümün yapılması lazım. Yapılamayacak bir şey değil bu. Nedir sorun sizce, çözüm öneriniz nedir? G: Türkiye’de ÇDP’ler yanlış yapılıyor. Çevre Düzeni Planları’nın negatif planlama şeklinde yapılması gerektiğini düşünüyorum ben. Yani yapılmayacak şeyleri belirtmek gerek bu planlarda. ÇDP’lerde emsale kadar giriliyor, fonksiyon kararları veriliyor. Bunların çok yanlış olduğunu düşünüyorum. Şöyle olmalı, korunacak ve hiçbir şekilde yapılaşmaya açılmayacak alanlar belirtilip bırakılmalı, hangi fonksiyonun nereye verileceği ve nasıl yerleşileceği 1/5000 ölçekli planlara bırakılmalı. Mesela güneş santrali kurulacaktır, o ayrılıp gösterilebilir ama onun dışında üst ölçekli planlarda konut fonksiyonu vs. göstermenin yanlış olduğunu düşünüyorum. Kentsel donanımın sağlanabilmesi için yoğunluğun düşürülmesi lazım. Müteahhit buna talip olamaz ama bunun çözümü var, devletin elinde çok fazla kamu arazisi var. Yoğunluk artışındaki farkı karşılamak için hazine arazisindeki yerler kullanılabilir. 1940’lardan itibaren kent ve kır nüfusu yer değiştirdi. Batı’da katastrofi diye bir kavram var, her şeyin altüst olması. Batı bu süreci 400-500 yılda geçirdi. Biz ise 50-60 senede geçiriyoruz. Siyasiler bu konuda ciddi bir çözüm düşünmüyorlar. Genelde popülist politikalar üretiliyor. Oda faaliyetleri hakkında ne düşünüyorsunuz? G: İhtisaslaşma medeniyetin getirdiği bir sonuç. Bu bölüme özgü bir meslek odasının olması da bir ihtisaslaşma aslında. Bizim Oda kurulduğunda bazı mimarlar, Şehir Plancıları Odası’nın kapatılması için dava açıp kaybetmişlerdi. Planlama farklı bir disiplin, bu disiplinde yer alan insanları bir araya getiren kurum olması açısından değerli.
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
Tecrübeli meslektaşlarımız olarak yeni mezun olan meslektaşlarımıza ve meslektaş adaylarımıza önerileriniz neler? G: İhtisaslaşmalarını tavsiye ediyorum. Belirli bir konuyu seçip o konuda uzman olsunlar. Bir de dünya artık sanal sisteme kayıyor, bu tür programları çok iyi öğrenmeleri gerekiyor. Ü: Güntürkün ile aynı düşünüyorum.
75
76
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
EROL AYDOĞDU Aydoğdu Planlama Ltd. Şti. Şirket Müdürü ve Yetkili Şehircisi
Çalışma hayatınızdan kısaca bahseder misiniz? 1993 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi’nden mezun oldum. Öğrenciyken okulun döner sermayesinde çalışmaya başlamıştık, onun bize katkısı çok oldu. O zaman Kıyı Kanunu yeni çıkmıştı 1992 yılında. Kıyı Kanunu uygulamalarını yapıyorduk okulun döner sermayesinde çalışırken, Hüseyin Cengiz hocanın denetiminde. Dört arkadaş ve meslektaştık orada. Okulu uzatmıştık, beşinci yılındaydık bir taraftan bitirme projemizi yapıyorduk. 1993 senesi Gemlik ve İstanbul arasında geçti. Haftanın üç günü Gemlik’te çalışıyorduk, iki günü İstanbul’a geliyorduk. O bize çok katkı sağladı. Belediyeyi tanıdık, belediye meclisinde planların görüşülmesi vs. hepsini gördük orada. Kamuyu orada gördüm ve kamuda çalışmayı hiçbir zaman düşünmüyordum. Serbest çalışmaya karar verdim ve 1993 senesinde ofisi açtık. 1996’da askere gidene kadar, orada çalıştım. Bir de Anıtlar’da kurul üyeliği yaptım. 7 No’lu Koruma Kurulu’nda 3 yıl görev yaptım, sonrasında 1 No’lu Yenileme Kurulu’na geçtim, toplam 6 yıl kurul üyeliği yaptım. Sonra işlerin yoğunluğu dolayısıyla devam etmedim. Bir dönem de (IX. Dönem) Odada yönetim kurulu üyeliği yaptım. İlgilendiğiniz projeler, planlar nelerdi? Kooperatifler, gecekondu önleme bölgeleri vardı o zaman Beylikdüzü’nde, onların planlama ve plan değişiklikleri işlerini yaptık. O arada Arnavutköy Bolluca Beldesi’nin imar planı işlerini almıştım. 1996’da o işi bitirdim ve askere gittim. Askerden döndükten sonra ofisi Gaziosmanpaşa’ya taşıdım. Bolluca Beldesi’nin gelişme alanı planları oluyordu onlarla ilgileniyordum yine, Taşoluk Beldesi’nin gelişme alanı planları oluyordu onları yapıyordum. Taşoluk’la ilgili kısmi planlar oluyordu onları
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
yaptık, Arnavutköy Beldesi’nin planlarını yaptık. Onun dışında İstanbul’daki plan tadilatlarıyla ilgilendik. Parsel bazında çalışmayalım, mesleği tam icra edebilelim deyip İller Bankası’nın işlerini yapmaya başladık. İller Bankası’nın işleri ücret olarak kurtarmıyor ama yine de mesleği icra etmek, karne yükseltmek için takip ediyorduk. Anadolu’da birçok ilde birçok beldeye plan yaptık. Konya Beyşehir İlçesi’nde birkaç beldenin planı, Niğde’de, Hatay İskenderun’da, Adıyaman Besni‘de plan çalışmaları yaptık. TOKİ’ye, Emlak Konut’a planlar yaptık; Halkalı Toplu Konutları planlarını revize ettik; şu an Atakent oldu hatta o bölge. KİPTAŞ’a plan yaptık; Başakşehir 5. Etap’ın planlarını yaptık. Şu anda da Gaziosmanpaşa’nın dönüşüm planları sürecini yürütüyoruz. Gaziosmanpaşa İlçesi’nin yüzde 40’ı civarı dönüşüm alanı, 440 hektar civarında bir alanda plan çalışması yürütüyoruz. 1/5000 ölçekli nazım imar planı onaylandı, 1/1000 ölçekli uygulama imar planı etaplar halinde yapıyoruz. Etapların onay süreci devam ediyor. Yoğun bir iş yükü oluşturdu sizin için, anladığım kadarıyla. Evet, çok yoğun bir iş. TOKİ’nin planlarıyla işleriyle daha ilgilenemedik mesela Gaziosmanpaşa işlerinden dolayı. Toplu Konut Alanları’nın planlarını yapıyordum, şu anda ilgilenemiyorum. Bir de Esenler’de askeri alanda (rezerv alanında) merhum Hüseyin Kaptan Hoca ile beraber yürüttüğümüz bir çalışma vardı, kendisini de saygıyla analım. O da son aşamaya geldi. Orası askeri alandan çıkarıldı, bakanlık rezerv alan ilan etti, yerleşime açılıyor. 15 Temmuz’dan önceki süreçte yerleşime açılan askeri alanlardan mı burası? 15 Temmuz’dan önce Esenler Belediyesi’ne tahsis edilmişti. Biz 15 Temmuz’dan sonra planlama işlerine başlamıştık. Mesleği seçmeye nasıl karar verdiniz? Bilinçli bir tercih miydi? Türkiye’deki eğitim sisteminden kaynaklı, ben de birçok meslektaşım gibi tesadüfen bu mesleği seçtim. Şimdiki genç arkadaşlarımız en azından puanını görüp tercih yapıyor, bizim dönemimizde sınava girmeden tercih yapıyorduk. Bu biraz daha şanssız bir süreçti. Ben aslında tıp okumak istiyordum, doktorluğu hayal ediyordum ama olmadı. Öğrencilik dönemimin başında çok pişman olmuştum, ilk dönem bocalamıştım. O yüzden okulum uzadı zaten. İkinci sene kararımı verdim, “ben bu bölümü okuyacağım” dedim ve onun sonrasında başarılı oldum öğrenim hayatımda. İyi hocalardan eğitim aldım, bu yönden şanslıyım. Hüseyin Kaptan Hoca mesela bize grup hocalığı yaptı. Kök söktürdü biraz, krizlere girdik. Ordu çalışıyorduk o zaman, Kaptan Hoca’nın memleketini. Ordu projesi meşhurdur, o projeyi alanlardan biri olduğum için kendimi şanslı hissediyorum. Büyüklerimiz bize derdi ki “planlama mesleğinde çok zengin olamazsın. Yatın katın olmaz. En fazla araban olur, evin olur, bir de pipon olur.” Geldiğim noktaya
77
78
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
bakıyorum, çok bir şey istemedikten sonra idare ediyoruz. Aç kalmazsın planlamada ama çok da zengin olmazsın. Sizce planlama mesleğinin ve plancının rolünün değişim süreci nasıl oldu? Meslek hayatımıza başladığımızda mesleği kimse tanımıyordu. Askerde bile komutanım “bize göre mimarsın” diyordu. Bana kat planı, bulaşıkhane çizdiriyordu. Elimden geldiğince yapıyordum. Mimar geldi benden sonra, ama yine beni çağırmaya devam ediyordu mimari konularla ilgili. O kadar mimar gibiydik yani. Şehir planlamada işler o zaman çok iyi değildi, mimari projeler yapıyorduk. Özellikle 2002’den sonra İstanbul’da mesleğe ihtiyaç duyulmaya başladı. Çünkü bizden önce Büyükşehir’deki plan değişikliklerinde mimarlar bir sayfaya çiziyordu, meclise gidiyordu 1/1000’lik olarak çiziliyordu ve 1/5000’e işlensin deniyordu, karar çıkıyordu. Sonra biri dava etmişti bu durumu, danıştay da kararında açık açık planlama sürecini açıklayınca plancılar ön plana çıkmaya başladı. Ondan sonra bizler piyasada iş yapmaya başladık. Dava eden kişi plancı mıydı? Onu hatırlamıyorum. Meslek hayatınızda karşılaştığınız zorluklar nelerdi? En büyük zorluğumuz, o eğitimi aldıktan sonra piyasaya çıktığımızda en büyük yetkinin siyasilerde olduğunu gördük o bizi çok şaşırttı. 1990’lı yıllarda İmar Komisyonu üyeleri üniversite mezunu değil, kimse alanında yetkin değil. Günümüzde biraz daha fazla dikkat ediliyor, en azından şimdi komisyonlarda bir tane de olsa plancı var, mimar var, mühendis var. Hiç unutmuyorum Bolluca İmar Planlarını yapmış ve meclise getirmişim, 1000 metre minimum parsel şartı koymuşum. 0,20 emsal vermişim kıyamet koptu mecliste “bu nasıl olur” diye. Emsali düşük buluyorlar, şartları beğenmiyorlar. O zamanlar yeni mezunduk, daha idealisttik. Bir konuşma yapmıştım meclis üyelerine, “gelecek nesiller ya size lanet edecek ya da dua edecek hangisini istiyorsunuz” dedim. Hepsinin gardı düştü. Şimdi gidiyorum arada Bolluca’ya, Bolluca Arnavutköy’ün parlayan yıldızı. Şimdiki 3. Havalimanı Bolluca sınırları içerisinde yapılıyor. Benim planladığım bölge havaalanına 5-6 km uzaklıkta. Şimdi fiyatlar çok iyi, şehir içinde merkezde en fazla 3 kat vermiştik. Dışarıda 2 kat vermiştik. Benden sonra o planlar revize edildi, merkeze 4 kat verildi diğer koşullar aynen kaldı. Müthiş bir imar faaliyeti var ama yaptığımız planlar pek değişmedi. O zamanlar yaptığım planı belki de şimdi yapamam. Ki o zamanlar plan yapmak çok zordu, çünkü insanlar anlamıyor. Şimdi insanlar bilinçliler.
14. Dönem Meslektaş Ziyaretleri
Bolluca’da plan yaptığınız alanda 3. Havaalanı’nın etkisi nasıl olacaktır sizce? Bolluca yapılandı. 2 katlı villalar yapıldı oraya. Artık bundan sonra çok değişmez, yükseklikler orada durur. Geçenlerde bir üniversite planlamışlar orada. Tabi kamusal alan sayılıyor ve emsal sınırı yok. Peki ülkedeki planlarda kamu yararı ilkesinin gözetildiğini düşünüyor musunuz? Kamu yararını çok farklı yorumlayabiliriz. Bazen vatandaş kendine özel yapacağı işe kamu yararı diyebiliyor. Özel okul da kamu yararı gibi algılanabiliyor, oysa kamu yararı bütün insanların faydalanabileceği bir alan olmalı. Üst ölçekli plana bir karar geliyor, bir havaalanı yatırımı geliyor; buna kamu yararı deniyor. Bu fonksiyon kullanım açısından kamu yararı olabilir ama yer seçimi yanlış olabiliyor. Bu tür kamu yatırımlarının üst ölçekli planlarla alınması gerekirken lokal müdahaleleri doğru bulmuyorum. Bu tür büyük yatırımların kamu yararı kararı olabilir fakat yer seçiminde
79
80
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
meslek odalarının, konuyla ilgili bilim insanlarının birlikte tartışıp bilimsel gerçekleri ortaya koyarak karar vermeleri gerekir. Almanlar beş yıl düşünüyorlar, bir yılda yapıyorlar. Biz beş yılda yapıyoruz ama bir yıl düşünmüyoruz. Sonuçta yatırımın gerçekleşme süresi aynı oluyor. Gündemde olan bir konu da Kanal İstanbul şu an. Kanal İstanbul ülkesel ölçekte büyük bir karar. Ülkemiz adına ne getirir, ne götürür bu tam anlatıldı mı bilemiyorum. 2023 hedefi var deniyor, konuşuluyor ama burada hedeflenen ne, tam olarak anlatıldı mı? Biz teknik insanlar olarak dahi bilemiyoruz. Çok küçük bir alanda bir ada yaratıyoruz, yani İstanbul deprem açısından sakıncalı bir şehir, bunun depremsellik analizi yapıldı mı, bu olayın İstanbul’un bitki ve hayvan yaşamına, göç yollarını kullanan kuşların nasıl etkileneceği vs. araştırıldı mı? Ben Kanal İstanbul’un ne fayda getireceği konusunda çok emin değilim. Belki yabancı gemilerin geçişleri, İstanbul Boğazı’nın gemi trafiğini rahatlatıcı etkisi olacak ama İstanbul’un haritası değişecek sonuçta. Serbest Şehir Plancılarının en çok tartıştığı konulardan biri de İmar Yapımı Yeterlilik Belgesi, bir diğer adıyla karne uygulaması. Yıllardır bizim en büyük sıkıntımız bu. Ben plan yapıyorum, Bakanlık bana diyor ki sen İstanbul’da plan yapamazsın. A grubu karne bulup ona imza attırmak zorundayım, oysa ki her şeyini ben yapıyorum. Tek damgalı meslek biz kaldık. Daha önce haritacılarda da vardı, onlarda kaldırıldı. Neden ısrarla kalıyor anlamış değilim. Odanın bu konuda çok büyük mücadele etmesini istiyorum. Tabii Oda bu mücadeleyi sizle, bizle yapabilir. Tabii ki, bunun için bir çalışma kurgulayıp uygulamamız lazım. Deneyimli bir meslektaşımız olarak, yeni mezunlara ve mezun olacak adaylara önerileriniz nelerdir? Şimdiki ortam biraz daha rahat. Maddi olarak biraz daha rahatlar diye görüyorum. Tavsiyem öğrenciyken yollarını çizmeye başlasınlar. Hayattan korkmasınlar. Mesleğimiz güzel bir meslek, her alanında iş bulabilirler unutmasınlar.
82
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi