17 minute read

KIDEMLi SUNUCUMUZ

KIDEMLİ SUNUCUMUZ: HALİT KIVANÇ

Radyoda futbol müsabakaları anlattığı günlerden bildiğim Halit Kıvanç’la ilk defa yüz yüze gelmiştik. Erbay KÜCET

Advertisement

ünümüzde her türlü sosyal, ekonomik ve siyasi değişim üzerinde etkin olan televizyonun insanların serbest zamanını kullanmasında eğlence kültürünü yaygınlaştırdığını söyleyebiliriz.

Televizyonlarda çeşitli eğlence programlarının yanı sıra belgesel, din, edebiyat ve tarih konuları da işlenerek seyircinin dikkati celbediliyor. Program yapımcıları haber ya da belgesel fark etmiyor, sundukları hikâyeleri çerçevelemek için dramatik veya melodramatik kodlar kullanarak programlarını eğlence şovuna çevirerek programların devamını seyirci anketleri ile yönlendirmektedirler. Bugüne kadar farklı formatlarda yarışma programlarına ev sahipliği yapan televizyon yapımcılarımız değişik enstantaneler yansıtarak izlenir olma gayretlerini artırmaya çaba sarf etmeye devam ediyorlar. Şu açık ki, toplumun eğlence kültüründen duyduğu haz değişmediğinden televizyondan beklenen öncelik, herkesin eğlendirilmesi ve memnun olmasıdır. Bu nedenle de haber programları, hatta belgesellerin bile eğlenceli biçime dönüştüğünü söyleyebiliriz.

Televizyonun eğlence aracı olarak yıldızı her gün parlatırken, öte yandan toplumdaki kültür ve ideolojinin yeniden üretilmesi de sağlanmasına yönelik hazırlanan yarışma programlarının, müsabaka, mücadele, tartışma, münakaşa, iddia ve bahse girme başlıkları dikkat çekicidir. Sözlükte “Ticarette üstünlük kazanma çabası” olarak tanımlanan ‘Yarışma’, daha çok bilgi ve yeteneğe dayanan bir rekabet olarak algılanabilir. Eskilerde düşük prodüksiyonlu, çekici olmayan hediyelerin verildiği yarışma programları yapılırken kanalların artması ve 24 saat yayıncılığa geçilmesi ile birlikte durum değişmiştir. Dünya’daki iletişim teknolojilerindeki gelişmelere paralel olarak yarışma programlarının da değiştiği ve çeşitlendiğini programlara başvuru ve izlenme oranlarının artışından anlayabiliyoruz. Yarışma programlarına olan bu ilginin sosyal, ekonomik, siyasal, psikolojik ve kültürel faktörlerle ilintisini bilim insanlarımıza bırakarak ‘Maraton Bilgi Yarışması’ndan söz etmek istiyorum. TRT’nin Aşağı Ayrancı semtinde ABD Büyükelçiliğinin karşısında ‘Sefaretler Stüdyosu’nda çekiliyordu. Yapımcının ayaküstü yarışma hakkında kısaca bilgilendirme yapmasının ardından çekim

öncesi yüzümüzün stüdyodaki spot ışıklarından parlamaması için matlaştırıcı makyaj yapılmak üzere odaya girdiğimde programın sunucusu Halit Kıvanç ile karşılaşmıştım. Yarışmanın çekim aralarında esprileri ile rahatlatmıştı. O gün, mizah dalındaki sekiz sorudan altısını doğru cevaplandırmış, başarımız karşılığında kalem takımı hediyemizi kameralar önünde, resmi telif ücretimizi ise muhasebeden almıştık. Çekim öncesinde yüzümüze yapılan kiremit rengi mat makyajımızı temizlemek için krem sürülmüş pamukçukları elimize tutuşturup ’Yüzünüzü bununla temizleyin’ diyen makyözün uyarısından sonra Halit Kıvanç’ın önündeki makyaj temizleyici şişeyi kaptığım gibi temizlemiştim.

Radyoda futbol müsabakaları anlattığı günlerden bildiğim Halit Kıvanç’la ilk defa yüz yüze gelmiştik. Meşin yuvarlağın saha dışına çıkması, taç, aut ve kornere çıkan topların ‘ikibuçukluk’ lakaplı çocuklarca oyuna tekrar sokulması, futbolcuların birbirlerine çelme takıp düşürülmeleri, hakem düdüğü ile maça ara verilmesi, amigoların seyircileri coşturmalarına varıncaya kadar anlatırken sahayı evimize taşırdı. Yaşlı zannederler diyerek kimseye elini öptürmeyen duayen spikerin yeniden hayata gelecek olsa Halit Kıvanç olmak istediğinden avukatlık tahsiline rağmen işini ne kadar çok sevdiğini anlıyoruz. Sanırım ortak özelliğimiz olsa gerek ben de konuşmayı severim. Çok erken konuşmuş. Komşular “Aaa konuştu” deyince susmuş. Sonra biri elinde kanaryayla gelmiş, “Kanarya suyunu içerse konuşur” demişler. Altan Erbulak da “Şimdi ötmeyen kanaryalara Halit’in suyunu içiriyorlar, radyoyu kapattım, Halit’i açtım” dermiş.

Bir dönem sigara kullandığından maç anlatmak için gittiği Avrupa’da sesinin kısıldığını, döndüğünde sigarasını, çakmağını ve sigara tablasını denize attığını, içki için de doktorlarının “Bunları tarihe mâl eder misin?” dediklerine uyduğunu ifade etmektedir.

İşini hep severek yapan Halit Kıvanç ile yıllar sonra İstiklal caddesinde eşi ile yürürken rast geldiğimde adımı, simamı hatırlamasını bekleyemezdim. Hatuna, “Halit Kıvanç’a bir merhaba diyeceğim” diyerek önüne geçiverdim ve “Üstadım 1982 yılında TRT’de Maraton Bilgi Yarışması’na katılmıştım. Orada sizin içtiğiniz suyun arta kalanını içmiş olacağım ki, yıllar sonra Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın

miting sunuculuğunu yaptım” dediğimde şaşırmıştı. Tanımadığı biriydim, ama samimi, sıcak bir çehre ile karşılaştığından tedirgin olmamıştı. Eşiyle göz göze geldikten sonra kalabalık caddede daha fazla sohbet edemedik, elini öptürmediğini bildiğim için de tevessül etmemiştim, saygı duygularımı gülümseyerek ifade edip ayrıldık.

Fenerbahçelidir. İşinin doktoru olduğunu herkes bilir. Beşiktaş’ın, Galatasaray’ın şampiyonluklarını anlatarak mesleğine olan saygısında kusur etmez. Hayali hariciyeci olmaktı ama hukuk okuyunca hâkim olarak doğuda bir kazaya atanır. İstanbul’da gazeteler “Oradan aldığın maaşın fazlasını veririz, gel” deyince İstanbul’a döner. Milliyet ve Hürriyet’te çalışırken aynı anda radyoda hikâyeler anlatır, bir gün kendini maç anlatırken bulur ve televizyon sunuculuğuna başlar.

Spikerliğin artık kolaylaştığını şu sözleri ile ifade etmektedir: “Çok rahat görülüyor televizyondan her şey. Biz radyoda anlatıyorduk. Ben görüyordum ama halk görmüyordu. Şimdiki kameralar çok yakın takip ediyor, kimin kim olduğu çok açık belli. Eskiden biz daha çok ezber yapmak zorundaydık. Şimdi gözlerim bozuldu ve önüme notlar koyuyorum. Mümkün olduğunca sahadaki oyuncuların ve hakemlerin isimlerini ikinci plana attım.”

95 yaşını idrak eden kıdemli sunucumuz kalp kazanmayı önemsediğini, dargın olmayı hiç sevmediğini, insanın eşiyle mutluysa hayatını da mutlu geçireceğini, iş hayatında çok iyi bilmediği şeyleri yapmamaya çalıştığını ve her şeyin parayla çözülmediğini kalın çizgilerle özetliyor. Bu vesile ile Orhan Boran, Erkan Yolaç, Cenk Koray ve Altan Erbulak gibi televizyonlarımızın efsane sunucuları da hatırlamış olalım.

DEDEME MEKTUP

O yıllarda komünizm diye bir tehlike vardı. Bugün artık yok. Emperyalist güçler ve uluslararası kuruluşlar yeni düşmanı önce Müslüman ülkeleri birbirine düşürerek çözmeye başladılar. Ahmet ÖZ

uhterem Dedem, Bu mektubu 2020 Yılı Haziran ayından yazıyorum sizlere. Sizlerin geleceğinden benim geçmişime. Yaklaşık sizin ikiyüz yıl sonranızdan benim ikiyüz yıl önceme. Kendi geçmişimi oluşturan tarihimle yüzleşmek adına kaleme alıyorum. Sizler benim dedemin dedesisiniz. Yani sizlerin torununuzun torunu oluyorum. Bugün yeryüzünde sizlerin torununuzun torununun torunları da hayattalar. Dedeciğim, bu mektubu latin alfabesiyle kaleme alıyorum. Zira günümüzde ne sizin devrinizde var olan devlet, ne alfabe, ne yasal sistem aynı. Bizler de sizinle aynı lisanı konuşuyoruz lakin dilimizi yazıya dökerken alfabe olarak yaklaşık yüz yıldır latin alfabesini kullanıyoruz. Bu mektubu yazıya dökerken kullandığım kelimeler sizlerin kullandığı kelimelerle kısmen farklılaştı. Zira sizlerin döneminde lisanı etkileyen Arapça ve Farsça kelimelerin yerini yaşadığım coğrafyada ekseriyetle teknolojinin hakim olduğu coğrafyanın dilleri aldı. Üretim ve tüketimin arttığı bu dönemde tüketim enstrümanlarına bağlı olarak dilimize birçok yabancı kelime girdi.

Harflerin nizamiliğinden bu mektubun el yazısıyla yazılmadığını farketmek kolay. Lakin Muhterem Dedem mektubu görmüş olsanız sizlerin zamanında icad edilen daktilo marifetiyle yazıldığını düşünebilirdiniz. Ancak daktilo da bugün yirmili yaşlarda gençlerin dahi antika olarak gördüğü, müzelerde görerek öğrendiği, babalarının dedelerinin anlatımıyla haberdar olduğu tedavülden kalkmış bir makineye dönüşmüş durumda. Dedeciğim, sizlerin ismini yakın bir geçmişte devletin yayınladığı soyağacında görerek öğrendim. Sizin çağınızı, çağdaşlarınızı, kullandığınız kıyafetlerden eşyalarınıza kadar hayatınızda yer alan herşeyi, okuduğunuz kitapları, döneminizdeki devletin yapısını, siyasi durumu, çağdaşınız olan yazarları, ressamları, dönemizde yapılan bilimsel gelişmeleri günümüze aktarıldığı şekilde birçok yayından öğrenme imkanına sahibiz.

Sizlerin yaşadığı dönemde belki birkaç yüzyıl boyunca gerçekleşen değişimler, günümüzde birkaç yıl içinde oluyor. Sizin çağınızda başlayan dünyadaki gelişmeler öyle bir hıza ulaştı ki, yeni sistemler, gelişmeler, üretilen teknolojiler dünyanın her yerine kısa bir süre içerisinde ulaşıyor.

Dedeciğim, ben sizlerin zamanında Tekfurdağı olarak bilinen, bugün ismi Tekirdağ olarak kullanılan şehirde ikamet ediyorum. İaşemi yükseköğretim kurumunda yöneticilik yaparak karşılıyorum. Sizlerin yaşadığı devirde bilim adamlarının yaptığı keşiflerin neticesinde içinde bulunduğumuz yüzyıl, yaşam şekillerinde büyük değişiklikler olması sonucunu doğurdu. Siyasal yapılar değişti. Dünya üzerinde farklı devletler ortaya çıktı. Sizin babanızın döneminde Fransa’da gerçekleşen devrimin ardından devlet yönetimleri, buna bağlı olarak finans sistemleri, sosyal hayat büyük değişimler geçirdi. Ben Türkiye Cumhuriyeti devletinin bir vatandaşı olarak dünyaya geldim. Sizin yaşadığınız Osmanlı İmparatorluğu coğrafyasında 64 devlet kuruldu. 1. Dünya savaşı diye adlandırılan 45 ülkenin katıldığı 67 milyon insanın muharebe ettiği çok yıkıcı bir savaşın akabinde yıkılan Osmanlı İmparatorluğu’nun bakiyesi olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde yönetim şeklimiz Cumhuriyet olarak belirlendi. Devlet yöneticileri seçimle işbaşına gelmeye başladı. Eğitim sistemi, hukuk sistemi yeniden kurgulandı. Kadınlar eğitim ve çalışma hayatına daha aktif olarak katılmaya başladı. Dedeciğim; yaşadığımız çağda toplumların birbirleriyle etkileşimi artık çok süratli. Haberleşme imkanlarının yaygınlaşmasıyla birlikte dünyanın herhangi bir coğrafyasında üretilen bir bilgi, anında dünyanın her yerine yayılabiliyor. Bu imkanla birlikte doğruların olduğu kadar yanlışların da yayılma hızı aynı ölçüde. Dedeciğim, bahsettiğim değişimlerin başlangıcı, sizlerin yaşadığı çağda atılan adımlarla başladı. Elektrik ve motorun keşfedilmesinin akabinde bunlara bağlı olarak ulaşım, üretim, eğlence, savaş, eğitim, sağlık, iletişim gibi tüm alanlarda teknolojiler geliştirildi. Üretilen bilgilerin muhafazasını ve yaygınlaşmasını sağlayacak sistemlerin de geliştirilmesiyle birlikte terakki sürekli bir önceki keşfin üzerine eklenerek devam etti. Maddenin sırlarından birini keşfeden kişi bu keşfini dünyanın farklı coğrafyalarında yaşayan insanlarla paylaştığında, farklı coğrafyalarda bilim ve teknolojiye yatkın insanlar maddenin bu sırrını kullanarak kendi kültürlerine uygun yeni teknolojiler geliştirdiler.

Teknolojinin yaygınlaşması üretim hızını artırdı. Üretimin sürekli olmasını temin etmek için üretilen mamüllerin tüketilerek yeni üretilecek mamüllere finans sağlamasını sağlayacak sistemler kuruldu. Sizlerin çağında belki bir birey babasından, dedesinden kalan bir mobilyayı kullanmaya devam ediyorken bugün bir kişi hayatında 2-3 kere mobilyasını yeniliyor. Muhterem dedeciğim, ben bugün 40’lı yaşlarımı yaşıyorum. Sizlere değişme, gelişme diye aktardığım birçok husus benim şahit olduğum dönemde de büyük hızla devam ediyor. İnsanın farkındalığı birikimi arttıkça, yapabileceklerini, yapabildiklerini gördükçe hayretimiz sürekli hale geliyor. Kendi çocuklarıma kendi çocukluğumun enstrümanlarının, oyuncaklarının, eşyalarının aktarılma imkanı yok. Dayanıklılık, işe yararlık anlamında kullanım ömrünü tamamlamamış olsa dahi fayda, beğeni, işe yararlık gibi gerekçelerle yeni yapılan üretimler sürekli eskilerin yerini almaya devam ediyor. Maziye dönüp baktığımızda bugünkü yaşam şeklinin çok ta eskiye dayanmadığını, insanlığın yüzlerce yıl boyunca birbirine yakın kültür ve davranışlarla hayatlarını sürdürdüklerini öğrendik. Bu sebeple yakın bir geçmişim olan size hitaben bu cümleleri yazıya geçiriyorum.

Sizlerin çağında başlayan modernizm süreci, sanayi merkezli yerleşim yerlerinin oluşmasını, büyük şehirlerin kurulmasını sağladı. Kaynaklardan öğrendiğime göre sizlerin çağında Osmanlı İmparatorluğu’nun hüküm sürdüğü coğrafyanın tamamında 15,5 milyon nüfus var iken bugün sadece İstanbul’da 16 milyonun üzerinde insan yaşıyor. Bugün dünya üzerinde nüfusu 15 milyonun üzerinde olan 15 şehir bulunuyor.

Dedeciğim, bugün dünyadaki değişim, gelişim sürecini hızlandıran en büyük buluşlardan birisi internet dediğimiz iletişim ağı. Dünyanın herhangi bir yerinde üretilen bilgi, anlık olarak dünyanın her noktasına ulaşabiliyor. Mesafe farketmeksizin sesli, görüntülü, metinsel paylaşımlar yapılabiliyor. Bunun neticesinde farklı coğrafyaların yerel kültürleri hızla değersizleşerek adeta küresel ortak bir kültür oluşuyor. Tıp konusunda yapılan keşiflerle insan adeta hücre hücre tanımlandı.

Bir insanın organının başka bir insana nakli yapılabilir hale geldi. Genetik bilimi gelişerek insanın kalıtsal hastalıkları, biyolojik özellikleri tespit edilebiliyor, soy ağacı çıkarılabiliyor. Sizlerin devrinde yaşamış bir kahin, bir filozof,

bir bilim adamı bugüne dair yorum yapmış olsa insanoğlunun bugünkü yaşamı hakkındaki tahminleri ne ölçüde olurdu acaba. Bugünün senaristleri, fütüristleri son yüz yılda yaşanan değişimlerden yola çıkarak dünyanın sonunun yaklaştığına, mevcut kürenin artan nüfusun taleplerini karşılayamayacağına, kıyametin kopacağına, büyük savaş çıkma olasılığıyla birlikte büyük nüfus kıyımlarının yaşanarak dünyada yeni bir başlangıç başlayacağına dair tahminlerde bulunuyorlar. Bu tahminlerle birlikte küresel gücü elinde bulunduran erk sahipleri, uzayda başka bir gezegende insan için yeni yaşam yurdu edinme imkanı olup olmadığı araştırmaları yapıyor, bununla ilgili teknolojiler gerçekleştiriyorlar. Bu araştırmaların bir parçası olarak içinde bulunduğumuz yüzyılda ben henüz doğmadığım zaman diliminde aya ilk insanın giderek dünyaya geri döndü.

Dedeciğim, sizlerle aramızda geçen dönem içerisinde yaşanan en büyük değişimlerinden birini de tarım ve hayvancılık alanındaki gelişmeler oluşturuyor. Sanayileşmeyle birlikte teknolojik imkanların tarım ve hayvancılıkta kullanılması neticesinde gıda miktarı artış gösterdi. Saklama imkanları da öyle gelişti ki onlarca yıl önce kesilen bir hayvanın etinin yenmesi dahi mümkün hale geldi. İnsanın gıdaya erişim imkanının artmasıyla birlikte büyük savaşlara rağmen dünya nüfusu yüzyıl içerisinde 4 kat artarak 2000 yılında 6 milyara ulaştı.

Muhterem dedem, yazıya döktüğüm bu hususların her birini izah etmem için ciltlerce kitap hacmini dolduracak metinler kaleme almam gerekir. Ancak sizlere mektup olarak yazdığım bu metinde değişimi neticelerine dair kısa anektodları kaleme aldım. Bahsettiğim bu hususlarla birlikte yüzlerce yıldır, binlerce yıldır hiç değişmeyen şeylerin de olduğunu görüyoruz. Sizlere farklı alfabeleri kullanarak yazmış olsam da kullandığımız dil aynı. Sizin çağınızda insanın hırsı, sevgisi, nefreti ne ise bugün de aynı şekilde devam ediyor. Hangi teknolojiye, bilgiye, hayat şartına erişirse erişsin olumlu veya olumsuz olarak niteleyebileceğimiz duygularıyla insan aslında hiç değişmiyor. Sizlerin zamanında kainatın mutlak güç sahibi yaratıcının varlığına iman veya inkar edenler var ise, bugün de aynı şekilde iman ve inkar ehlinin varlığı devam ediyor. İnsanoğlunun keşifleriyle birlikte maddenin çeşitli hallerinin kavranılması, hayatın tüm alanlarına hizmet eden icatların yapılması inananları yüce yaratıcının insana verdiği kabiliyeti düşündürtürken, inkar edenler ise kudretin insanın kendisinde becerisinde, bilimde olduğunu ifade ederek bilimi inkarlarına destekçi yapıyorlar.

Duygularıyla aynı şekilde varlığını sürdüren insanların bir kısmı tarihin tüm dönemlerinde olduğu gibi kendi konforu, sahiplikleri için bir başkasının hayatını adeta cehenneme çevirmeyi sürdürüyor. Finansı ellerinde tutmak için sağlık, gıda, silah gibi sektörlerde fıtrata müdahale ederek biyolojik sisteme müdahale ediyor, kontrolü tamamıyla ellerine almaya çalışıyorlar. Bugün eriştikleri bilgilerle insanı adeta biyolojik bir makineye çevirip hayatlarıyla, duygularıyla, nesilleriyle ilgili kararların kendilerinin verme çabasını sürdürüyor.

Dedeciğim, bu hızlı yaşam diyebileceğimiz veya kısa süre içerisinde farklı nesnelerle tanıklık diyebileceğimiz yaşam formunda şükretmemize neden olabilecek şeyler yaşasak ta ekseriyetle sizlerin yaşam koşullarına öykünüyoruz. Bugünkü yaşam koşulları, iletişimin imkanlarını geliştirmekle beraber ebeveyn ile evlat arasında, birlikte yaşayan insanlar arasında iletişimin, etkileşimin azalmasına neden olan sonuçlar doğuruyor. Tüm bu değişkenlerin içerisinde ben sizlerin soyundan geldiğim için, sizlerle aynı inancı paylaştığım için, aynı mefkureyle aynı ideale hizmet etme gayretinde olduğum için, sahip olduğum inancın kültürün bana ulaşmasına vesile olduğunuz için sizleri dualarımda anıyor, niyazlarımda Rabbime şükrediyorum.

Muhterem dedem, sizlerle aramda olan yaklaşık ikiyüz yıllık zaman diliminde bu kadar farklılık yaşıyorken benim neslimden gelecek ikiyüz yıl sonraki torunlarımla aramda nasıl bir değişim olacağını da ister istemez merak ediyorum.

Mekanınızın cennet olduğu umudumla bugün yaklaşık bine yakın torununuzun önemli bir bölümünün sizinle aynı kıbleye yöneldiğini, aynı ideal ve hedeflere sahip olduğunu müjdelemek istiyor, sizleri hayırla yad ediyor, Rabbimin sonsuz ve merhametiyle sizi ve neslinizi vadettiği cennetiyle mükafatlandırmasını diliyorum. Torunlarınızdan Ahmet Öz Tekirdağ 2020

AKIL ÜZERİNE

İnsan aklının bazı gerçekleri bilme şansı da yoktur. Sınırı vardır. Yalnız akılla her şeyin üstesinden gelemez. Ezgi Elçin OYNAK

nsanın en mühim meselelerinden biri de akıldır. Hayatımızın gidişatı onu nasıl kullandığımıza bağlı olarak değişir.

Zeka, aklın işleyişidir. Bunun azlığı veya çokluğuna bağlı olarak başımıza iyi veya kötü şeyler gelebilir. O halde, onu doğru kullanmaya gücümüzü yetirmek birinci amacımız olmalıdır. Ve korumak da... Onu beslemek gerekir. Nasıl beslenirse verdiği sonuçlar da o yönde değişir. Aklı doğru kullanmak; gerçeği görebilmeye çalışmaktır. Beynimizi geliştirmek ise hayattan aldığımız ilhamlarla olur. İnsan; okuduklarından, yaşadıklarından ve hissettiklerinden öğrendikleriyle tecrübe edinir ve bunları hayatında uygular. Yaşam boyunca öğrenmenin sonu gelmediği gibi, akıl da bu ölçüde değişir. Diğer akılları da dinlemek, ilim sahibi olsun veya olmasın; mutlaka bir şeyler öğretir. Mesela yanlışı öğretir. Tecrübe edilmiş kötüyü öğretir ve bu da bize, aklımızı doğru kullanmada katkı sağlar. İnsan hayatına sınırlı sayıda olay sığdırsa da, daha fazla düşünme gücü vardır. Yaşadıklarımızdan öğrendiğimizden çok yaşananlardan öğreniriz. Kimisi çok düşündüğünden kendini zekâlı zanneder. Halbuki düşüncenin hacmi önemlidir. Aynı fikri farklı şekillerde düşünmek marifet değildir. İnsan aklını ne kadar iyi kullanırsa kullansın, onunla fazlaca övünmemelidir. Aklı ona nimet de olabilir, musibet de... Mesela öngörü, akıllı olmak ile de alakalıdır. Bu sayede çoğu zaman kendini bazen de başkalarını da kurtarabilir insan. Cimrilik her şartta kötü bir davranış olduğu gibi, aklı paylaşmamakta da kötüdür. Bu, her bildiğini söylemek anlamına da gelmez elbette. Onu yerinde kullanma işinde de yine akıl devreye girer. Mesnevi'den alıntı yapılan bu hikaye benzer bir örnek olabilir: Yaşlı bir adam kuyumcuya giderek, "Altın tartacağım, bana terazini verir misin?" der. Kuyumcu " ama bende kalbur yok" der. Adam "alay etme evladım, teraziyi ver" deyince kuyumcu; "Hem benim süpürgem de yok" der. Adam " bak ben senden terazi istiyorum, anlamazlıktan gelme" der. Kuyumcu " yok" der, " sağır değilim, sözünü duydum, anladım. Ama senin yaşın bir hayli ilerlemiş, elin titriyor. Tartacağın altın da külçe değil; kırık dökük toz. Elin titreyince altın kırıntılarını yere dökeceksin, sonra da bana bir süpürge ver de toza toprağa dökülen altınımı süpüreyim diyeceksin. Altını süpürüp bir yere toplayınca, elemek için kalbur isterim diye tutturacaksın. Ben, işin sonunu önceden gördüm, iyisi mi sen bundan vazgeç!" ( Mesnevi, III/1624-1633) Akıl sahibi olmak, yani aklımız ermeye başladığı vakitten itibaren; aynı zamanda bize 'mesuliyet' verir ki bu da aklın önemini vurgular. İnsan, yaptığından ve bazen de yapmadığından sorumludur. İmkân büyük bir nimettir. İmkânın kimlerin elinde olduğu ise daha büyük bir nimettir. Akıl sahibi kimse, imkânı ölçüsünde diğergamlıkla hareket ettiği vakit; doğru olana uymuş demektir. Yani imkan dahilinde yararlı olmak bir sorumluluktur. Düşüncelerimizin şekillenmesi, inanç ve vicdanımızla bağlantılıdır. Bu da bize aklımızı Allah'ın rızası doğrultusunda kullanmamızı düşündürmelidir. Akıl, birçok şeyi çözse de ilahi aydınlığa ihtiyacı vardır. İnsan aklının bazı gerçekleri bilme şansı da yoktur. Sınırı vardır. Yalnız akılla her şeyin üstesinden gelemez. Yüce kitabımız Kur'an'ı Kerim'de: "Yeryüzünde birbirine yakın( ve bitişik) kıtalar, üzüm bağları, ekinler, hurmalıklar- çatallı çatalsız- (var etti). Hepsi bir su ile sulanır, halbuki yemişlerinde bazısını bazısına üstün( ve farklı) kılıyoruz. Herhalde bunda aklı olan bir kavim için âyet( delil)ler var." der.

Buna göre, aklı kullanmadaki amacımız her şeyden önce, şüphe etmeksizin; Allah'ı aramaktır. Kesin kanaat ve tevhid ilmiyle; kâinatta ve kendi varlığımızda...

SARAYBOSNA KOLAJ KİTAPLARI -INüfusun %50 sinin Müslüman olduğu ülkedeki bu etnik yapı savaşlardan sonra gelen barışı zorlaştıran, kinin üretilmesini kolaylaştıran en önemli faktördür Necla DURSUN

zerinden 24 yıl geçmesine rağmen acısı hala taze olan 20. yüzyılın en büyük trajedisi 6 Nisan 1992 ‘de başladı ve 3.5 yıl sürdü.Bağımsızlığını ilan ettiğinde birçok ülke tarafından tanınan Bosna, yeşil bitki örtüsü, verimli toprakları, doğal zenginlikleri ve üçgene benzeyen 51.197 km2 lik "küçük" yüzölçümüyle, tarih boyu "büyük" önem taşımıştır.Ülkenin stratejik önemi coğrafi konumundan daha çok sahip olduğu yeraltı ve yerüstü doğal zenginliklerden kaynaklanmaktadır.

Geçmişten günümüze "maden ülkesi" olarak bilinmektedir ve bu özelliğine atfen bir dizi iç sıradağ "Maden Dağları" olarak anılmaktadır. Kaya tuzu, kömür, boksit, demir, barit, manganez, kil, alçı, mimari taş, kuvars kumu ve inşaat malzemeleri üretiminde kullanılan çeşitli mineraller yeraltı zenginlikleri arasında sıralanırken yüksek derecede kaliteye sahip içme suyu ve termomineral su kaynaklarına sahip kaplıcaları yerüstü zenginlikleri arasındadır. Eski Çağ'da kurulmuş ve günümüze gelene dek pek çok defa el değiştirmiş olan Bosna'nın tarihini anlatan sayfalarda savaşların fazlalığı bu el değişimlerinden kaynaklanmaktadır. Kuşkusuz ki karmaşık etnik yapısı savaşların en temel sebebidir.

Resmi kaynaklarda Balkanların; İlir, Tribal ve Rasian halklarıyla Türk ve Slav kabilelerin karışımından oluştuğu yer almaktadır. Günümüzde Bosna'nın dört milyon civarındaki nüfusunun yarısı Boşnaklardan oluşmaktadır. Sırp ve Hırvatların takip ettiği sıralamada konuşulan diller Boşnakça, Hırvatça ve Sırpçadır. Nüfusun %50 sinin Müslüman olduğu ülkedeki bu etnik yapı savaşlardan sonra gelen barışı zorlaştıran, kinin üretilmesini kolaylaştıran en önemli faktördür. Söner gibi olan savaş ateşinin bir kıvılcımla kolaylıkla parlaması bu sebeptendir. Para Birimi olarak Konvertabilna Marka (KM) kullanılan Bosna, Avrupa Kıtası'nın güneydoğusunda, Balkan Yarımadası'nın kuzeybatısında yer alır.

Kuzey ve batıda Hırvatistan, güneydoğuda Karadağ, doğuda ise Sırbistan ile komşudur. Neretva Nehri'nin denize döküldüğü yer olan Neum'da 20 kilometrelik toprağı bulunmaktaysa da Bosna-Hersek yönetiminde olmayan bu liman sadece küçük yatak kapasitesiyle sayfiye yeri niteliğindedir.

Karasal iklimin hakim olduğu ülkede, Temmuz ve Ağustos aylarında 30 dereceye kadar yükselen sıcaklıklar Aralık ve Ocak aylarındaysa -20 dereceye kadar düşebilmektedir.

BOSNA'NIN YAKIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ Bosna, 1386-1463 yılları arasında Osmanlı tarafından fethedilmiştir. Nüfusun çoğunluğunun İslam dinini benimsemesi ve Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğüne önem veren halkıyla önce "sancak" sonrasında "eyalet" niteliği kazanmıştır.

1875 yılında Doğu Hersek'te Sırplar tarafından başlayan isyan Bosna ve Osmanlı tarihinde kırılma noktası olmuş, Sırbistan özerk yönetimi bağımsızlığını ilan ederken Bosna Osmanlı toprağı olsa da Avusturya idaresine teslim edilmiştir. 1.Dünya Savası sonrasında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu parçalanmış, Hırvatlar, Slovenler, Sırplar ve Boşnaklar Yugoslavya’yı kurmuştur. Ülkenin bir federasyon olarak yönetilmesini savunan Tito yönetimi 1945'de Yugoslavya Federal Cumhuriyeti 'ni kurarak monarşi ile yönetilmeye son vermiştir.Slovenya ve Hırvatistan'ın Yugoslavya'dan ayrılmasıyla Sırpların ağırlığı iyice hissedilmeye başlanmış, ülkedeki dengeler 1980 de Tito'nun vefatıyla belirgin biçimde değişmiştir. Yugoslavya'nın dağılmasının ardından 1991 yılında Hırvat ve Sırp milliyetçiler kanlı bir çatışmaya girmişlerdir.

BİLGE KRAL: ALİJA İZETBEGOVİÇ 15 Ekim 1991'de Parlamento’ da alınan kararla 3 Mart 1992'de resmen bağımsızlığını ilan etmiş olan Bosna-Hersek Cumhuriyeti’nin kurucusu "yeryüzü bilgesi" ve "bilge kral" olarak bilinen Alija İzetbegoviç'tir.

Yazar ve fikir adamı olan Begoviç aynı zamanda köklü bir aileden gelen İslam mütefekkiridir. Alija'nın bazı sözleriyse adeta hafızalara kazınmıştır. "Bizi toprağa gömdüler fakat tohum olduğumuzu bilmiyorlardı." ve "Yeryüzünün bilgesi olmak için gökyüzünün öğrencisi olmak lazım." Cümleleri akla ilk gelenlerdir…

Alija bu cümleleri sarf ederken, eski Yugoslavya'dan dağılan bütün etnik topluluklar kendilerinin söz sahibi olacağı sınırlar çizerek, kimsenin yönetimi altına girmek istememekteydiler. Bu etnik guruplardan biri olan Sırplar, Yugoslavya’nın bir arada tutulamayacaklarını anladıklarında “Büyük Sırbistan” hayalinin mümkün olamayacağını da anlamışlardır. Bosna'nın bağımsızlık ilanını takip eden süreçte Sırpların yüzölçümü olarak küçülmüş olsa da hakimiyetin ellerinde olduğu bir ülke kurmak için başlattıkları yerel gerginlikler tüm yurda yayılarak iç savaşa dönüşmüştür. Bu iç savaşla Bosna’da 320 bin kişi hayatını kaybederken, 2 milyon kişi ise kendi ülkesinde mülteci konumuna gelmiştir.. Dört bir tarafı keskin nişancılarla kuşatılan Saraybosna’da sokağa çıkma cesareti gösteren ölümü göze almış olmaktadır. Toplama kamplarına gitmekten kurtulabilen çocuklar hasta ve açtır. Temiz su ve sağlık malzemesi yoktur. Halk gün ışığında sokağa çıkmaya hasret kalmıştır.

GÜNÜMÜZDEKİ BOSNA Günümüzde yaşayan bir şehir olan Bosna, göğsüne hatta kalbine vurulan mermilere rağmen kendini var edebilmiştir. Kurşun izlerini taşıyan binalar hemen hemen her köşe başında o günleri unutturmamacasına mağrurca duran anıtlar gibidirler. Bosna savaşı yakın tarihimizin yüz karası, utanç kaynağıdır. Her yıl Temmuz ayında Srebrenitsa Katliamı’nın görüntüleri ile bu utanç gözler önüne serilmektedir. Ve her yıl tespit edilen yeni toplu mezarlarla katledilmiş masum insanların sayısına yenilerinin eklenmektedir. Böylece kayıp sayısı da kayıplara duyulan acı da büyümektedir. Bu gün dahi keskin nişancıların menziline girme psikolojisini benliğinde taşıyanlar, şehir içi halk otobüslerindeki yolculuklarında ayakta kalmayı tercih etmektedirler.

Bosna'da yaşananlar anılara hapsedilemeyecek kadar kıymetlidir. Duyulmalı, bilinmeli, görülmeli, unutulmamalıdır. Kulaklarda yer edebilmek için müzik, gözlere hitap edebilmesi için film / dizi / belgesel / fotoğraf/ resim, hafızada yer edebilmesi için ise kitap sayfalarında yer almalıdır. Hatta Bilge Kral Begoviç'in bir diğer ünlü sözünü doğrularcasına: "Unutulan soykırım tekrarlanır."

Birbiri ardınca üç kitap okudum bu konuda. İkisi hikâye-şiir-anı içerikli öykülerden oluşmakta. Biri ise roman. Elbette üçünde de Saraybosna Savaşı orijin noktası.

Gelecek sayıda bu kitapların tahlilini yazacağım....

This article is from: